You are on page 1of 341

İDEOLOJİ

ve
ÜTOPYA
Karl Mannheim
\
\

Almancadan Çeviren
Mehmet Okyayuz
\

epos
Karl Mannheim; (1893-1947) “ Bir ideoloji kuramının ilk ve şimdiye kadar
da son bir incelemesini üreten kişi". (Seliger)
A lm an-M usevi bir annenin ve M acar-M usevi bir babanın ikinci oğlu olarak
B udapeşte’d e dünyaya gelir. Entelektüel hayata, liseden m ezun olduğu yıl “A
Szellem”adlı dergiye yaptığı Hegel çevirileriyle girer ve 1912 yılından itibaren
B ud ap eşte’de felsefe dersleri alm aya başlar. Berlin seyahatleri sırasında G.
Simmel'in ve bir yıl sonra yapacağı Paris seyahatinde de H. Bergson'un der­
slerini dinler. Paris dönüşünde, B udapeşte’de öğrencisi kabul edileceği G.
Lukács'm ve Bela Balâsz’ın da katıldığı “Pazar Buluşmaları" adı verilen soh-
bet-tartışm a dizilerine katılır. B ir süre sonra ise, “Tinsel B ilim ler Özel
O ku lu ’nda-fVeıe Schule für Geisteswissenschaften" ders verm eye başlar;
açılış konuşm ası “ Ruh ve Kültür -Ulek ¿s Kultura-dt.: Seele und Kultur"
başlığını taşım aktadır. 1918 y ılında “ E pistem olojinin Yapısalcı A nalizi-
Strukturanalyse der Erkenntnistheorie" adlı Doktora tezini tam am lar ve bir
yıl sonra B udapeşte Ü niversitesi’nde felsefe profesörü olarak ders verm eye
başlar; fakat aynı yıl M acaristan’daki Beyaz Terör nedeniyle V iyana-
A vusturya ve Freiburg-A lm anya üzerinden B erlin’e kaçm ak zorunda kalır.
H e id e lb e rg ’de W eb er’in etrafın d a toplanan kişilerin to p lan tıların a
(“Weberkreis") katılır; bu arada aşkı Julia Lang ile evlenir-1921. 1925 yılında
H eidelberg Ü niversitesi Felsefe F akültesi’ne “G eleneksel M uhafazakârlık:
Bilginin Sosyolojisi Problem ine Bir Katia-Altkonservativismus. Ein Beitrag
zur Soziologie des Wissens”adlı D oçentlik T ezi’ni sunar 1926 yılında Doçent
olarak atanır. 1929’da “ K uşaklar Problem i-D os Problem der Generationen”;
Z ürih ’te VI. A lm an Sosyologlar G ü n ü ’nde; “Tinsel A landa R ekabetin Ö nem i
-Die Bedeutung der Konkurrenz im Gebiet des Geistigen” adlı sunuşunu
yapar. Ve nihayet 1929’da W eim ar C um huriyeti’nin sonunu getiren siyasal ve
toplum sal altüst oluşların ortasında; artık adıyla birlikte anılacak olan ve
düşünce hayatına büyük ve ciddi katkısı “ İdeoloji ve Ü topya -Ideologie und
Utopie" yayımlanır. (1936’da İdeoloji ve Ü topya-Bilgi S osyolojisi’ne G iriş
adıyla İngiltere ve A m erika’da yayım lanır.) 1930 yılında sosyoloji profesörü
olarak atandığı F rankfurt’ta; Theodor W. Adorno ile sohbetlere katılır. 1933
yılında, “ Ekonom ik Başarı Hırsının Ö zü ve Önemi Ü zerin e-Über das Wesen
und die Bedeutung des wirtschaftlichen Erfolgsstrebens" adlı çalışması
yayımlanır. Kısa bir süre sonra ise, Faşistler tarafından m esleğinden çıkartılır;
M annheim , A m sterdam üzerinden L ondra’ya kaçar. London School of
Economics and Political Science’de iş bulur. 1933-45 yıllan arasında burada
d ersler verir. 1935 yılında mali nedenlerden dolayı tam am lanam ayan Kitle
Dem okrasileri ve Diktatörlük adlı bir araştırm a projesine katılır. 1938 yılında
“Yeniden Yapılanm a Çağında İnsan ve Toplum -M e/isc/j und Gesellschaft im
Zeitalter des Umbaus" adlı çalışması yayımlanır. 1945-47 yıllan arasında ise
aynı üniversitenin eğitim E nstitüsü’nde felsefe ve eğitim sosyolojisi pro­
fesörü olur. M annheim , 1947 yılı O cak’m da L ondra’da ölm üşti’' “ Ö zgürlük,
İk tid a r ve D em o k ratik P lan lam a -Freedom, Power, and emocratic
Planning"-1950- adlı çalışm ası Ö lüm ünden sonra yayımlanmış!'

(M
epos
© EPOS YAYINLARI
bilim -felsefe-politika kitapları

Kari M annheim
İD EOLO Jİ V E ÜTOPYA

© B u çevirinin bütiin yayın haklan Epos Yayınlarına aittir.

A lm anca’dan Çeviren:
M ehm et O kyayuz

Yayıma Hazırlayanlar:
M ehm et O kyayuz, M. Serdar K ayaoğlu

Kitabın Orijinal Adı:


Ideologie und Vtopie
Birinci Baskı 1929, ¡kinci Baskı 1930,
Üçüncii Genişletilmiş Baskı-Frankfurt, 1952
T ürkçe’ye Klosterm ann Yaymevi’nden
yayınlanan 1995 baskısından çevrilmiştir.

Düzelti:
G ültekin Koçuşağı

K apak Tasanmı:
M em ik Kayaoğlu

Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık:


Sevda Öztekin

Baskı ve Cilt:
Başak M atbaası(0.312) 384 27 61

Birinci Baskı, A nkara 2002


ISBN: 975-6790-02-04

EPOS YAYINLARI
GMK Bulvarı 77/3 (06570) Maltepe ANKARA
Tel.Fax: (0.312) 232 14 70 229 98 21
Karl Mannheim
İDEOLOJİ
VE
ÜTOPYA
(Ideologie und Utopie)

A l m a n c a ’d a n Ç e v i r e n :
Mehmet Okyayuz

cs
epos
A H L Â K S IZ F İL : Y ir m i b irin c i Y ü z y ıld a
K ü re s e lle ş m e ve S osyal A d a le t M ü c a d e le s i—
William K. Tabb
K L İ N İ Ğ İ N D O Ğ U Ş U — M ic h e l Foucault
K IR IL G A N DÜNYA: Ç e v re n in K ıs a E k o n o m ik
T a rih i— J. Bellamy Foster
Z A R A R S I Z Â Ş I K L A R - Mike Gane
DEVLETE KARŞI D E M O K R A S İ— M arx ve
M a k y a v e l M o m e n t i — Miguel Abensour
GENEL HUKUK T E O R İS İ ve M A R K S İZ M -
Evgeni Pasukanis
Ş İD D E T Ü Z E R İN E D Ü ŞÜ N CELER- Georges
Sorel
K A P İT A L İZ M İN K Ö K E N L E R İ— E. Meiksins Wood
H E R Ş E Y N A S IL BAŞLADI—Nikolai Buharin

K a r i M a n n h e im , İdeoloji ve Ütopya,
Ç e v .:M e h m e t O k y a y u z ,
B ir in c i E?askı. A n k . 2 0 0 2 ,
E p o s Y a y ., 3 3 6 s.
IS B N : 9 7 5 -6 7 9 0 -0 2 -0 4 ,
İÇİNDEKİLER

Sunuş/9

BİRİNCİ BÖLÜM
Problematiğe İlk Yaklaşım
1. Düşüncenin Sosyolojik Kavramsallığı ............................................. 25
2. Modem Bir Kategori olarak Düşünme Fiili .................................. 30
3. Epistemoloji, Psikoloji ve Sosyolojiyle İlgili
M odem Gözlem Tarzlarının Kökenleri ...........................................38
4. Günümüzün Problemi Olarak
Kolektif Bilinçdışının K ontrolü.......................................................... 57

İKİNCİ BÖLÜM
İdeoloji ve Ütopya
— İki İncelemenin İçsel İlişk isi...............................................................77
— Başlamadan Önce: Kavramsal Bir Açıklama
G ereksinim i................................................*...........................................82
a. Kısmî İdeoloji Kavramı.
b. İşlevseleştirme.
c. Çıkar psikolojisi.
— İdeoloji Kavramının Anlamsal
D eğişim inin Tarihi Üzerine ................................................................86
— Bütünlükçü İdeoloji Kavramı, Bilincin Tinsel
Bilimlerle İlgili Alanını S orgu lar.......................................................91
— “Yanlış Bilinç” P rob lem i......................................................................96
— İdeoloji Kavramının G enişlem esi Sonucu Yeni
bir Diyalektik Durumun Oluşumu ...................................................101
— Değer Serbestisine Sahip İdeoloji Kavramı .................................. 109
— Değer Serbestisine Sahip
İdeoloji Kavramının Değerlendirici Olana Geçişi .......................112
— Değer Serbestisine Sahip İdeoloji Kavramının Arkaplanını
Oluşturabilecek İki Tipik Ontik Kararın Karakteristiği............. 114
— “Yanlış B ilinç” Probleminin Tekrar Tekrar
Ortaya Çıkması .......................................................................................118
— İdeoloji ve Ütopya Düşüncesinde
Gerçeklik Aranmaktadır ...................................................................... 121

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
B i lim O la r a k S iy a s e t M ü m k ü n M ü ?
(Teori ve Pratik Problemi)
— Şu ana Kadar Siyasal Bir Bilim Niçin Y oktu?............................. 132
— Bizzat İdrak’m Politik ve Toplumsal
Temellendirilmişliği Savının İsp atı.................................................. 140
— Sentez Problemi ....................................................................................170
— Sentezin Taşıyıcısına İlişkin P roblem .............................................176
— Siyasi Bilginin Ö zelliği Üzerine ...................................................... 187
— Siyasi Bilginin Başkalarına
Aktanlabilirliği Üzerine ......................................................................195
— Bilgi Sosyolojisinin Üç Yolu ............................................................208

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Ü to p ik B ilin ç
A. Temel Olguların Aydınlatılmasına İlişkin D en em e..................... 216
- Ütopya, İdeoloji ve Gerçeklik P ro b lem i ............................ 216
-Ütopyalar.
B. Ütopik Bilincin Şekildeğişim i ve Yeniçağ
Gelişimindeki A şam aları....................................................................234
I. Ütopik Bilincin İlk Şekli:
Anababtistlerin Sefahatçi Kiliazm ’/ ...............................234
II. Ütopik Bilincin İkinci Şekli:
Liberal-hümaniter Tasarı ................................................... 242
III. Ütopik Bilincin Üçüncü Şekli:
Muhafazakâr Tasarı ............................................................. 251
IV. Ütopik Bilincin Dördüncü Şekli:
Sosyalist-Komünist Ütopya ............................................... 261
V. Günümüzdeki D u ru m ...........................................................269

B E Ş ÎN C İ B Ö L Ü M
B i l g i S o s y o lo j is i
1. BİLGİ SOSYOLOJİSİNİN ÖZÜ VE ETKİ A L A N I................283
a) Bilgi Sosyolojisinin Tanımı ve Sınıflandırılması .....................283
b) Bilgi Sosyolojisi ve İdeoloji Ö ğ retisi .........................................284
2. BİLGİ SOSYOLOJİSİNİN İKİ P A R Ç A SI................................. 286
A) Bilginin Varoluşa Bağlılığı İle İlgili Bir Teori
Olarak B ilgi S o sy o lo jisi..............................................................286
— Varoluşa Bağlılığın Gerçekliği Hakkındaki Ö ğ reti...... 286
— Bilgi sürecini yönlendiren toplumsal süreçler ............. 287
-Toplumsal sürecin veçhesel yapıya kurucu biçimde
nüfuz etmesi
- Veçhesel yapı
— B ilgi Sosyolojisinin Yapısı ve Gücünün Niteliği ........ 297
- Bilgi sosyolojisinin içerdiği özel bir araya gelme biçimi.
- Bilgi sosyolojisinin ön koşulları olarak mesafe koyma
süreçleri.
- İlişkilendirme olgusu.
- Kısmileştirme olgusu.
B) Bilgi Sosyolojisinin Epistemolojik Sonuçlan ..................... 304
Eleştirel Bölüm ............................................................................ 306
-Epistemoloji ve tekil bilim.

3. HÂKİM EPİSTEMOLOJİK
YAKLAŞIMIN KISMÎLİĞİNİN BELİRLENMESİ .................309
a) Sağın doğa bilimleriyle ilgili düşünsel paradigma
doğrultusundaki yönelim.
b) Hakikat kavramı ile toplumsal-tarihsel
“varoluşsal durum" arasındaki ilişki.
4. BİLGİ SOSYOLOJİSİNİN POZİTİF ROLÜ ............................ 310
-Oluşun, geçerlik açısından, tüm koşullar altında önemsiz
olduğuna ilişkin savın revizyonu.
- Epistemolojik yaklaşımın epistemolojiye getirdiği diğer
sonuçlar.
-İdrak etmenin içerdiği aktif unsurun keşfi.
- Belli bilgilerin bünyesindeki perspektifçilik.
-"Kendinde geçerli olma" alanının inşasına ilişkin problem.
- Epistemolojinin iki yolu.

BİLGİ SOSYOLOJİSİ A LA N IN D A TARİH VE


SOSYOLOJİYLE İLGİLİ ARAŞTIRM A YAPMANIN
ÇALIŞMA TEKNİKLERİYLE İLGİLİ
PROBLEMLERİ ....... .325
-bir şeye ait sayma.
-gerçeklikle ilgili olarak bir şeye ait sayma,

BİLGİ SOSYOLOJİSİNİN TARİHİNE ÖZET


BİR BAKIŞ

KARL MANNHEIM'IN ESERLERİ


A D L A R D İZ İN İ
SUNUŞ:
KarlMannheim ’da
Bilgi Sosyolojisi ve İdeoloji Teorisi

Kari Mannheim’ın Etkinliğinin İki Evresi

M annheim ’ın so sy o lo g olarak etkinliğini, gen el hatlarıyla, yaşam ı­


nın (yukarıda kısaca değin ilen) dışsal koşullarıyla sıkı bir ilişki
içerisinde bulunan iki ayrı evreye ayırmak mümkündür.' A lm an­
y a ’da faşistlerin iktidara gelm elerinden sonra İngiltere’y e kaçmak
zorunda kalm asıyla sona eren ilk evre, farklı ideolojilerin ve top­
lum sal grupların taviz verm eksizin birbirleriyle çatıştığı W eimar
C um huriyeti’nin siy a sî olaylarınca etkilenen ve hatta zam an zaman
belirlenen olayların ışığında yer bulan bir evredir. Yirm inci asrın bu
erken dönem inin bu coğrafyasında düşünsel hayatın en özgü l ka­
rakteristiklerinden bir tanesinin, M arksizm , liberalizm ve m uhafa­
zakârlık gibi “grand” teorilerinin yeniden yorum lanm alarından iba­
ret olduğunu sö ylem ek yan lış olm az.
Bu süreci körükleyen, hızlandıran ve âdeta zorunlu kılan ön em ­
li etm enlerden birisi, Ekim D evrim i-B olşevik D evrim i idi. Ya da
M arksist politikanın L eninist eşd ey işle B olşevik bir pratik olarak
ilk kez hayata geçm esiyd i. Yeryüzü topraklarının altıda birini kapi-
' Bkz.: D ieter B oris: K rise und Planung. D ie p o litisch e S oziologie im
S pätw erk K a rl M annheim s /K riz ve P lanlam a. K arl M a n n h eim ’ın G eç
E serin d e Siyasi S o sy o lo ji. S tu ttg art 1971, s. 1-2, 29 ve sonrası; R em m ling
1968, s. 6 ve sonrası.

y
talist dünyanın egem en liğin den çıkaran bu büyük tarihsel-toplum -
sal Marksist teorik ve politik pratikle birlikte M arksizm de artık o
zam ana dek politik iktidarı elde geçirem em ekten kaynaklanan te­
orik “ m asum iyet ’’ini yitirm iş ve (tüm diğer akımlar gibi) sorgulan­
m aya başlanm ıştır.2 Aydınlanmanın teorik unsurlarınca donatılm ış
insan kavramı, M arksizm in politika ayağını aşil topuğu kabul ed e­
rek ‘neden M arksizm m asum d eğild ir’ araştırmasına girişmiştir.
Dikkat edilirse M arksizm le doğrudan ilgi kuramam ış olan düşü­
nürlerin önem li eserlerinin 1. Enternasyonal’in dağılm asının ve II.
Enternasyonal’in ardından kalem e alınm ış olm ası önem li bir rast­
lantı olarak kabul edilm ekten ziyade, M arksizm in ve daha sonra
M arksist politikanın etkileri d iye belirlenm elidir. D urkheim ’ın
eserleri on dokuzuncu yüzyıl sonuna, C roce, Weber, Lukacs,
K orsch v e G ram sci’nin eserleri yirm inci yü zyılın başlarına rastlı­
yor. W eber’de (v e başka biçim lerde D urkheim ’da) görülen tarihsel
sosyolojin in “insandan yola çıkan, tarih ve toplum a insan etkinlik­
lerinin, İnsanî ide ve değerlerin yön verdiği bir alan” olarak kavra­
nan yöntem inin L ukacs’ın Tarih ve S ın ıf B ilin ci'n d ekı izlerini bul­
mak ya da G ram sci’nin, tarihçi ve filo z o f olarak bugünün tarihini
yapan insan özd eşliğ i kavramlarında İtalyan düşünür B. Croce do-
layım ını bulm ak zor değildir. W eber’in tinselci tarihsel so sy o lo jisi­
nin, G. L ukacs’ın şey leşm e ve sın ıf bilinci bağıntılı eş özn e/n esn e­
sinin, Gram sci v e C roce’nin ortak-duyulu (sağduyulu) toplum tez­

2 H em L u k a c s’ın Tarih ve Sınıf Bilinci hem de K. K o rsc h 'u n , Marksizm ve


Felsefe adlı eseri b u n ed en le tesad ü f sayılm am alıdır. M arksizm in, G ram sci
tarafın d an tarihi d ö n ü ştü recek b ir eylem felsefesi olarak kabul edilişi de aynı
dönem dedir. K o rsc h ’un L en in ’e eleştirisi ö zg ü rlü k ve felsefe kavram larını
tem el alırk en aslın d a o lu m su z ideoloji k avram ını da niteliyor. K orsch,
L en in ’i felsefeyi içeriğ in e hiç aldırm adan arkasını dön m ek le eleştirdikten
so n ra şu n ları söylüyor: P ro letarya diktatörlüğü “ R u s y a ’da bugün sözüm o n a
‘p ro letary a d ik tatö rlü ğ ü ’ adı altın d a ay ak ta tu tu lan m anevi baskı sistem inden
hem de Uç ayrı y ö n d en farklı anlam a g eliy o r (...) B irincisi proletaryanın
üstüne uygu lan an değil, pro letaryanın diktatoryası sö z k o n u su d u r (...) bu
şekilde an laşılan “b ir id eo lo jik d ik tato ry a n ın ” en özden görevi, kendi k en ­
disinin m addesel v e id eo lo jik nedenlerini o rtadan kald ırm ak ve böy lece k en ­
dini fuzuli ve o lan ak sız k ılm ak tır (...) h e r birey için akıl-ruhsal özgürlüğün
k o şu lların ı y aratır (...) Sosyalizm, kendi hedefleri açısından tum yörüngesi
boyunca özgürlüğü gerçeklik haline getirmenin mücadelesidir." 3 K.
K o rsch , Marksizm ve Felsefe, Çev.; Y ılm az Ö ner, I. B askı, İstanbul 1991, s.
130.
leri tarihsel bir oydaşm anın izlerinin sürülebilm esine imkân ver­
mektedir.
D iğer v e ikinci bir etm en ise, Birinci D ünya S avaşı’ndan sonra
hem en hem en tüm Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan faşist hareket­
lerdi. B ö y le bir “id eolojik ” dönem in (bilim ve kültür alanlarında et­
kin olan) “entelektüel” m ensuplan b ilinçli ya da b ilin çsiz olarak
salt “içsel tinsellikleri”ni dışa vurma lüksüne sahip değillerdi artık.
1 9 2 0 ’li yıllarda edebiyat alanında başlayan ve 1930’lu yıllarda Ko-
m in tem ’in anti-faşist halk ceph esi politikası bağlam ında doruk
noktasına ulaşan sanatta gerçekçilik tartışmaları tam da bu toplum -
sal-politik sorum luluk tem ası üzerine odaklanmıştır.
M annheim b öyle bir d önem de, ağırlıklı olarak W indelband,
Kant, H eg el, Marx, Weber, D ilth ey ve Freud gibi düşünürler tara­
fından etkilenm iştir. En çok etkilendiği D ilthey ve W indelband’di.
W indelband, “bilim lerin birliği düşüncesini reddederek; doğal bi­
lim lerle insan bilim lerinin birbirlerinden tem elden farklı amaçları­
nın olduğu konusunda ısrar etmiştir: D oğal bilim ler, bireysel g ö ­
rüngünün uyacağı genel ve evrensel yasalar arayışındadır-insan b i­
lim leri ise, b enzersiz olan tarihsel ve kültürel görüngünün tanım ­
lanm asıyla ilgilenir. D ilth ey’de ise, insan bilim lerinin ayırt ed icili­
ği konusunda kökten d eğil, am a küçük bir farklılık vardır: İnsan b i­
lim leri, kültürel görüngünün hem gözlem cin in özn elliğ in e güçlü bir
vurguda bulunan anlam ının yansıtm acı bir anlaşılışını içerirler.”
M ax S ch eler ile birlikte (“insanların gerçekte nasıl düşündükleri ”
sorusuna yanıt arayarak) tüm bilginin toplum sal-tarihsel belirlen-
m işliğ i varsayım ı üzerine kurduğu bilgi sosyolojisi d iye adlandın-
lan so sy o lo ji disiplini geliştirir.
B ö y le bir tem ellendirm enin görecelik le ilgili yön elim sizlik ve
h iç-bir-şey-ifade-etm ezlik tehlikesini sezm iş olacak ki, ideal tipik
bir (b ilgi) so sy o lo g u m odelini tem sil eden (köksüz, sın ıfsız, aidi­
yetsiz anlam ına gelen) “serbestçe süzülen bir entelijensiya" tiple­
m esini inşa edip bu toplum sal tabaka sayesin de “n esn el” b ilgiye
u l^ ıla b ilm en in mümkün olab ileceğin i iddia eder.
A lm an tarihselci gelen eğin in tepe noktasını tem sil eden M ann-
asyolojisi konusunu sistem atik bir şekilde isledifti-ve
ak TcaDul edilen eser bu yazıya v esile olajL_122â y ı­
lında kaleme~ahnan-“/ rfgo7c>/7 ve Utöpyd^tiıT.
Yukarıda bahsedilen toplum sal-politik sorum luluğunu, farklı
dünya tasarıları bağlam ında birbirleriyle çatışan p o litik akım ları­
nın birinin “sa fla rf’nda m ücadele etm ekten ziyade (“değer serbes­
tisine sahip”) “nötr” olarak tanım ladığı (bilgi so sy o lo jisiy le ilgili)
b ilim le yerine getireb ileceğin e inanan M annheim , dönem inin bir­
çok burjuva çağdaşı gibi, b öyle “nötr” bir bilim konusunda iki y ön ­
lü bir hayal kırıklığına uğrar. Birinci yön, M annheim ’ın bilgi so s­
yolojisin e yü klediği toplum sal işlevle ilgilidir: “İdeoloji ve Ü top­
y a ” toplum u uzlaşıya ve barışa götürecek bir tabaka olarak ta­
nım ladığı “serbestçe sü zü len ''— entelijensiya ona yüklediği “gö-
rev” ini yerine getirem eyip faşizm e en gel olam am ıştı. Faşizm ger­
çeğ i, M annheim ’ın gen elind e b ilim e atfettiği “yü ce”liğine ve ö z e ­
linde A lm anya’nın en g eç H e g e l’le birlikte başlayan düşünsel kat­
kılarına g ö lg e düşürmüştü. İnsanlık için (kelim enin tam anlam ıyla)
vahim bir kırılma noktası olan faşizm d en eyim i, M annheim ’ın tin-
sel-b ilim sel hayata bağladığı umutlarını da kırm ıştı. İkinci yön ise,
bjlgi so sy o lojisinin yöntem bilim sel vaısayuTila n v la , ilgilidir: Kgjj-
/Î jn i r p lk V T lı f l n n v a n ı n ^ ı r l p r j l^ 'ji l f h ^ ğ la m l ıl tk l^ ] ~ ın H a n (ve SinifmÜ-
c adelelerındeh ) arffiflirma yolu vla n esn el” b ilg iy e ulaşabilen b ir
tabaka müm kün müydü'/ A lm anya ve İtalya’da faşizm in , İspan-
y^da~ıııülıafazakâı-¿steri,'A vusturya ve M acaristan’da ise muha­
fazakâr diktatörlüklerin işbaşında olduğu bir Batı ve Orta Avrupa
dünyasında b öyle bir şey mümkün görünmüyordu artık.
İngiltere’y e g ö ç ettikten sonra M annheim ’m etkinliğinin ikinci
evresi başlar. Kıta A vrupası’ndaki gelişm elerden fazla etk ilenm e­
m iş görünen İngiltere’de, parlamenter dem okrasinin işlev selliğ in e
yeniden umut bağlamıştır. Burada, ampirik sosyal araştırmalar,
sosyal psikoloji, çevre teorisi ve behavyorizm gibi yen i sosyolojik
yaklaşım ları b en im seyip pragmatik bir yön tem sel çoğu lculu ğa y ö ­
nelir;1 ancak bir daha "İdeoloji ve Ü topya" nın teorik keskinliğine
ve yüksek d üzeyin e ulaşam az.
Bundan sonraki çalışm alarında, bilgi sosyolojisi öğretisinden
(ya da - en azından - onun felsefı-teorik nosyonundan) gitgide
uzaklaşan M annheim , daha pragmatik-pratik bir tarzla, ö zellik le
A lm anya’daki gelişm elerin nedenlerine ve bu gelişm elerin nasıl

' Bkz.: R em m lin g 1968, s. 104 ve sonrası.


en g ellen eb ileceğin e ilişkin sorulara yanıt bulm aya çalışır. Artık
onun için ¡f^YOlnji, h ilo iy e iv* bir yerde “ha kikat" a)
ulaşm anın aracı olarak değil,, sanayi tonlumdaki bireylerin ö z y ö n e­
lim lerine katkıda bulunabilecek m odern-hir<ftününce>t.'irzı olnm k-ta-
nım lanm aktaydu4 Yirmili yıllarda ('birinci evrede.') pe liştirdiği bilgi
sosy o lo jisi, bunalım lı bir kriTTtttfieminin entelektüel yansım ası/ref­
leksi v e c 5 c özgü l bir A lm an düşünse l ‘ürüt»” iken (■ki, bu bağlam -
3a, yukarıda sıralam ış olduğum M annhe im ’ın etkilendiği düşünür­
lere bakm am ız bile bir takım ozlu ip u çla rı sıın a rd iy r rlii^iinmrHr-'
Çim)." ik inci evrenin yön tem sel çoğu lculu ğu âdeta b ir toplum sal
m ühendisliğe d önüşmüştü. Bunun sonucunda ileri sürdüğü planlan­
m ış dem okrasiyle ilgili norm atif tasarısını, “M ensch und G esellsc­
haft im Zeitalter des U m baus !Yeniden Yapılanm a Ç ağında İnsan ve
Toplum ”,6 “D iagnose unserer Zeif/Ç ağım ızın T eşh isi”7 ve “ Freihe­
it und geplante D em okratie/Ö zgürlük ve Planlanm ış D em okrasi”8
adlı eserlerinde betimler.

Bilgi Sosyolojisi
B ilgi so sy o lo jisi, bilgi üretim inde e tkili m>/yq da .h a lk k y ia -ö k m -
toj^ u m safsu reçleri inceley en b ir sn svoloii disiplinidir. Konusu, bi­
reylerin (ve do la y ısıy la toplum sal tabakalarm ^günlük fik ir-ve du”
günceleri old uğu kadar, bilginin y a y g ın olarak ilişkilendirildiği b i­

4 Bkz.: H ans G erth ve E rnst K. B ram ste d t’in M a n n h eim ’m 1951 yılında
y ay ın lan an “Freedom, Power and Democratic planning/Özgütiük, İk tidar ve
D em o k ratik P lan lam a” adlı eserin e y azdıkları Önsöz. L ondra: R outledge &
R e g an P aul, s. V II-IX .
5 V olker M eja/N ico S teh r (1 9 9 0), Knowledge and Politics: The Politics of
Knowledge Dispute /B ilgi ve S iyaset: B ilgi T artışm aların ın P olitikası,
Londra: R o u tled g e, s. 74.
6 İlk o larak 1935 y ılın d a y ay ım lan ır; (“Man and Society in an Age of
ReconstructionlYeniden Y apılanm a Ç a ğ ın d a İnsan ve T oplum ”un çevirisi
olarak , L o n d ra 1940) d ü zeltilm iş ve genişletilm iş şekliyle ilk kez 1952
y ılın d a A lm an ca o larak yayım lanır.
1 “Diagnose unserer Zeit. Gedanken eines Soziologen/Çağımızm Teşhisi. Bir
S osy o lo g u n D ü şü n d ü k leri” , F rankfurt/M . 1952 (“Diagnosis of Our Time.
Wartime Essays of a Sociologist”'m A lm ancaya çevirisi olarak, London
1943).
8 K ö ln /O p la d e n 1970 (“Freedom, Power and Democratic Planning"m
A lm a n c a ’y a çevirisi o larak , y ay ın a hazırlayan: E .K . B ram sted t ve H. G erth,
L on d ra 1950, ö lü m ü n d en sonra).
lim gıW olgulardır. B ilgi sosyolojisi, bilginin hem seklin i hem de
içeriğini oluşturup b e lıd e y en~bılginTn etk ilerini ve toplum sal süreç­
leri anlam ına gelen h il^i jTp. Haha g en iş toplumsal vapı arasındaki
iBskiiiııı o^Uim Ve~etkinlik sahasını anlam aya çalışır.
B ilg i so sy o lo jisi: bir yandan burjuva ampirik so syolojinin ve fa­
şist ideolojinin y a y g ın la şm a sın a -ö te yandan ise -ve ağırlTCTröla-
râk- toplum saFvaroluş ile toplumsal bilinç arasındaki ilişk iye, top-
lııgısal yaşanula, ifleoTojinin rolüne ilişkin Marksist analize karşı
burjuva-liberal biç tepki olarak doğup gelişm iştir. Bir tarafta üretim
tarzı v e ilişkilerini de, insan kavram ını da için e alan m etabolizm a -
özn esizlik - kavram ıyla M arksizm ve öte tarafta yegâneleştirilm iş
insan bilinci -ö zne- kavram ıyla tarih felsefesi.
M arksist kuramın orijinalliği tamam en “insanda d eğil, toplum ­
sal ilişkilerin tarihsel yapısından kaynaklanm asından, bir başka d e­
y işle , kavram sal olarak ne d en eysel bireye, ne de insan türünün ide-
alliğ e dayanm asından kaynaklanır. B ilgi so sy o lo jisinde ise^ b U
reye davanan insan toplum u, birevın deneyirnleriTdavranışları ve
trîPffimsal olanın aklîliği önplana çık m ak tad ır.\
''M arx’a göre, yapı, üstyapıyı; ek on om i, poTıtika ve ideolojiyi;
üretim ve toplum sal varlığı; toplum sal varlıksa insan ‘b ilin çliliğ i’ni
belirler. İdeolojinin billûrlaştığı en sondaki insan ve topluluk b ilin ­
ci en nihayetine kadar, her an kendini belirleyen öncelleri tarafın­
dan belirlenir. Yani birey-insan, içinde yaşadığı toplum un bütün bi­
leşenlerinin sonucudur.
Marx, bilim sel kategorik ayırım larında insan bilincinin sırasını
Alm an İdeolojisi ’nde “Yaşamı belirleyen b ilinç değildir, am a b ilin ­
ci belirleyen yaşam dır” ve E konom i Politiğin E leştirisi’ne Katkı âz.
“İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değildir; tam tersine,
onların bilincini belirleyen, toplum sal varlıklarıdır” diyerek ö zen le
gösterir.
M annheim ’e göre M arx’in, bu analizinin sonucunda tüm b ilg i­
nin sın ıf çıkarlarının bir yansım ası, dünya hakkındaki k ısm î anlayı­
şı olan “id eoloji”nin ürünü olduğunu ileri sürer. S ın ıf olarak “ken­
dinde” maddi çıkarlara sahip olm ayan proletarya ancak, gerçek ve
doğru bir toplum sal vizyon a sahip olabilir buna göre. Buradan çı-
karsanabilecek sonuç ise, M arx’ta söm ürücü sınıfların bilgilerinin
sın ıf tem elli olarak sınırlı, k ısm î olduğudur. M annheim ise, işçi sı­
nıfını da bilginin k ısm îliği bünyesine dahil edip “ M arksizm in de
ideolojik nitelikleri” açısından -id eolojiyi çok genel ve m uğlak, an­
cak yaygın bir şekilde “gerçeğin yansım aları yerine gerçeğin yeri­
ni tutan içeriklerinin yansım ası” yani “yaşayan bir ilişki”, olarak
d eğ il, bir “fe lse fe ” olarak d eğil, salt “yanlış bilin ç”le özd eşleştire­
rek- analiz ed ilm esi gerektiğini savunur. M annheim , bunu yapar­
ken, ö zellik le o dönem in “resm i” M arksizm -L eninizm ’in bilim sel
n iteliğiyle ilg ili, yani ekonom ik form asyonların yerine tarihsel-top-
lum sal süreçsellikleri gereği başka form asyonların geçeceğ in e ve
işçi sınıfının tarihsel m isyonuna ilişkin öğretiye ilişkin özanlayışı-
nı sorgulam ayı amaçlamıştır.
M annheim ’a göre bilgi sosyo lo jisi, antagonist sınıfların illüz­
yon v e spekülasyonlarla dopdolu olan çelişk ili, taraflı ve d o la y ısıy ­
la tek taraflı toplum tasarılarını bu illüzyon ve spekülasyonlardan
arındırma ve “bütünlükçü bir p ersp ek tif’ yönünde uyum lu, bütün­
leştirici v e ilerici yorum u için gereken senteze ulaştırma işlevin e
sahip olmalıdır.
U laşılacak nokta, herhangi jın ıfgaL -çık ad aı^ —bağlı—elm ayan
“pür” hilpi ve nesnel hakikat o lm alıydı. M annhp.im ’a göre bunu -
hiloi sos¥ok»H«trmT-vöntemÎerini kullandığı için d i&er toplumsaL
gruglara~nesnet7«yani ideolojiden arınmış bir şekilde yaklaşabilen-
haşarabilen tek-to o h m sa l tabaka, yukarıda genel hatlarıyla işaret
edilen, sın ıf rıl<rarlarınHan p-ilrilpnmpmi<j h ir ta-
bâka^gtaralTtasarladitti-^fgrfoe.y^g sürülen enteliien sivd ”d \ r \
id e o lo j ik sın ıf m ücadelesinde tarafsız, nötr bir hakem olarak ha­
reket eden entelijensiya, karşıt sınıfsal ideolojileri senteze ulaştır­
m akla ve tüm sınıflarca kabul görebilecek “üçüncü” bir dünya g ö ­
rüşünü tasarlam akla, sadece “ideolojilerin sonu”nu getirm ekle kal­
m ayıp, ayrıca da “siyasi kaos”un üstesinden gelecek , (ö zellik le bil­
gi sosyolojisin in kurulduğu 1920’li yıllarda) tehdit altında görünen
“toplum sal barış”ı yeniden sağlayacaktı. M annheim , sın ıf m ücade­
lesinin varlığını, tüm sınıflarca kabul gören, genel geçerliğe sahip
bir ideolojinin ek sik liğin e bağlamaktaydı.
Burjuva ve sosyalist ideolojilerini senteze ulaştırma, burjuvazi­
nin gönüllü olarak toplum daki egem en rolünü entelijensiyaya d ev ­
retme, ya da -en azından- bu entelijensiyanm kapitalist toplum un
sınıflararası konsensüs tem elli “rasyonalist” organizasyonuyla ilgi-
ü tasarısına problem siz olarak katılacağı yolu yla, bu tarz bir “üçün­
cü ” id eolojiye u laşılab ileceğin e ilişkin illüzyona kapılm ıştı. Son
ifade, yirm ili yılların Avrupası g ö z önünde bulundurulduğunda, ha­
f if b ile kalır. Zira, M annheim ’ın bu öğretisine bağladığı tüm umut­
ları, yöntem bilim sel eksiklikler bir yana, som ut gerçeklik tarafın­
dan akam ete uğratılacaktı:
“U yum lukçu” toplum tasarısının aksine, Avrupa genelindeki ve
A lm anya özelin deki sın ıf m ücadeleleri aşırı derecede k eskinleşm iş
ve 1933 yılında A lm an faşizm in zaferiyle birlikte (korkunç bir) d o ­
ruk noktasına varmıştı (ve unutulm am alıdır ki, M annheim ’ın umut
bağladığı entelijensiyanın hiç de k üçüm senem eyecek bir kısm ı fa­
şistleri doğrudan destekleyerek ya da dolaylı bir şekilde bu zaferin
yolunun taşlarını d öşem eye yardım cı olm uşlardı.)
M annheim hem faşizm den hem de bu-entelijensiyadan kaçmak
zorunda kaldı.
Trajedisi ise bu çifte yen ilgiden ibarettir.9
M annheim ’ın İdeoloji ve Ü top ya’da geliştirdiği bilgi so sy o loji-
siy le ilg ili a r g ü m a n la r ı .ö y p llilflp . de yukarıda değin ilen “ıdeoloıı*
ile, “yan lış b ilinç”in ö zd eşleştirilm esi^ ide^'^j' p r o b le m le r iy le , i lg i ­
lenen günüm üz bufTuva sosyologlarınca da yaygın olarak kullam l-
rnaktadır.'"'IÎTlgiılllı lııodem toplufnTardaki inşası ve aktarımı için

9 Bu y en ilg in in b ir b aşk a b o y u tu da, M a n n h eim ’ın 1928 yılın d a Z ü rih ’te Altıncı
Alman Sosyologlar Günü'nde “Tinsel Alanda Rekabetin Önemi" adlı
su n u şu y la ve 1929 y ılın d a İdeoloji ve Ü to p y a ’nın y ay ım lan m asıy la A lm anca
k o n u şu la n c o ğ ra fy a d a b a ş la ttığ ı b ilg i s o s y o lo jisin e ilişk in b ilim sel
tartışm aların d a fazlasıy la erken so n a erm esiydi. V arsayılm aktad ır ki, bu
tartışm a sü rd ü ru leb ilsey d i; so syolojinin k o g n itif yapısı için, m uhtem elen
ik tisat alan ın d a 1960’li y ıllard a yer alan yöntem tartışm ası ya d a eleştirel
rasy o n alizm ile eleştirel teori arasındaki p o zitiv izm tartışm aları k ad ar ö n em ­
li o labilirdi.
10 G ü n ü m ü z bilgi so sy o lo jisin in en önem li tem silcilerinden birkaçı şöyle
sıralanabilir:
R obert K ing M erton, W em er S tark, K urt H. W olff, H ans P hilip N eisser, P eter
L. B erger, T h o m as L uckm ann.
İlgilen en ler için bu k işilerin birkaç önem li eseri:
M erton (1969): Social Theory and Functional Analysis!Sosyal Teori ve İşlev­
sel A n aliz; (1971): M ass P ersuasion/K itle E tkileşim i.
S tark (1 9 5 8 ): The Sociology of KnowledgelBUgi S o s y o lo jis i; (1 9 6 0 ):
Montesquieu: Pioneer of the Sociology of Knowledge!Bilgi S osyolo-->
so rumlu olan bilim , din, e ğ itim, m eslekler, kitle m edyası v e sanat
gibi kurumlar ya da kurum sallaşm ış olgularla ilgili araştırmalara re­
ferans olm uştur. Ö rneğin T hom as Kuhn." hilim in-kücük nıçramalar^
la d eğil, daha çok periyodik olarak m eydana gelen büyük d eğişim -
ler sayesinde nasıl ilerled iğini- gösterm eye ç alışır. Buna göre, “nor­
mal dönem lerde, güçlü gruplar b ilim sel “hakikat”ın ne olduğunu
tanım lam a tekelini eld e tutup bu hakikati m etinlere döker, aynı g ö ­
rüşte olm ayan bireylere ya da gruplara ifade imkânları tanımazlar­
dı. Ancak, bu g üçlü grupların görüşlerinin “nH H 'f'iH ayıdan
lanm aya başlandığı dönem lerde, m eslek , para ve eğitim gihi konu,
larda rekabetin olu şm asıyla birlikte yeni b ir ortodoksi esk iyi devra-
lın "Kazananlar "iktidarı ve d olayısıyla im tiyazları ele geçirirken.
kaybedenler resm î tarihten silinir. K u h n ’ u n bu tasarısında, M annhe­
im ’ın “tirtsel tarih selc iliğ i”nin etkileri görü g iz: B ilin e, düşünce v e
nihayet b ilgi, tarihi ve toplum u dönüştürücü njgnlnr-o l'in k . ^lm ırbr
Bu türden so syolojilc~çalışm aların ortak nnWqsi, .gğıriıt-iı olarak,
önem ini gerçekliğin idraki v e e y lem a çısından fazlasıyla y ücelttik­
leri ampirik bilinç olan “her günkü bilinç ın yanı sıra, id eolojik kit-
le etk ileşim yön tem lerin etkinliğimin in celemeleridir. Bu yüzdendir
ki, Ifitlf i l p t i ş i r g fpprisj bilgi so syolojisin in g e l i ş i m i n d e g e l i n e n son
m antıksal nokta olarak tanımlanmaktadır genelde. Son yıllarda ise
b ilgi so sy o lo jisi, tüm y e ryüzü b ilgisin in b ağım sız j&plımıaal gerçekr
ligin Bîr aynası/yansım asından ziyade özünde İnsanî bir tinsel
“ürün” olduğunu ileri süren toplum in şacılığı [social constructi-
vısm l hareketinin bir parçası haline~gelip gitgide onup paraHigmacı
iç inde e ritilip ıd e a list-fe lse fi bîr hal alm ava başlamıştır. .
M annheim 'ın yu k arıd a gen el hatlarıyla çizilm e y e çalışılan bilgi
so sy o lo jisi öğretisin e yön eltileb ilecek en önem li eleştirel noktalar­

-> -jisin in Ö n cü sü o larak M o ntesquieu.


N eisser (1965): On the Sociology of Knowledge/Bilgi S osyolojisi Ü zerine.
B erg er (1973). Zur Dialektik von Religion und Gesellschaft/D'm ile T oplum
D iyalektiği Ü zerine.
L u c k m a n n (1 9 6 3 ): Zum Problem der Religion in der modernen
Gesellschaft/Modern T o p lu m d a D in S o ru n u Ü z e rin e ; (1 9 6 9 ): Die
gesellschaftliche Konstruktion der WirklichkeitlGtrçek\iğin toplum sal İnşası
Ü zerine (P e ter L. B erg er ile b irlikte).
11 Bkz.: T.S. K uhn (1 9 9 3 ), The Structure of Scientific Revolutions/Bilim sel
D ev rim lerin Yapısı.

F:2J İdeoloji ve Ütopya


dan biri, M arx’in G ru n d risse'dr, avdxnlanmaci burjuvazi iç in sö y le­
dikleridir: Z ira, nasıl burjuvazi on yed inci ve on se k izinci yüzy ılla ­
rında kendi k ısm î sınıfsal çıkarlarını “d o ğ al İnsanî” ve “genel d e­
mokratik” çıkarlar olarak sunup nihayet id eolojileştirdiyse (ki bu
yüzdendir ki, Marx v eT .n ^ els ayciınıanma'vı “burjuva dünyasının
kutsal olm avan tem ellerinin tgrsine ç e v rilm iş h iç im i ” y a da “burju­
vazinin id ealize ed ilm iş âlem i” olarak adlandırırlar);.Manıaheim dar .
b enzer bir şekilde, buriuva toplum u bağlanım da id eolojinin ötesine-
geçjleb ileceğin i savunarak; k e n d in i h iz z a t i<jpf>l^jinin m erkezinde
konum landırmaktadır. _
Yukarıda bilgi sosyolojisi tartışmalarının ideoloji örneğindeki
küçük bir k esitine değinildi. K i, bu sunuş yazısının am acı, ayrıntı­
lara girm ekten ziyade konuya toplu bir bakış sunmaktır zaten. A n­
cak, konunun bütünlükçü yanını ve önem ini en azından gözd en ka­
çırm amak için eklenm elidir ki, İTdrnlnji w Ü top ya’ ile başlayan
b ilgi so sy o lo jisi tartışm aları,12 yirm inci yü zyılın A lm an jn p lıım hi •
lim leri alanında süregelen değerlendirici karar ve p ozitivizm tartış­
malarının yanı sıra~üç*büyük tartışm asından- biridir. Bunun önem li
t ^ r l g n W i n r l p n h i r i T V h ı n n h p i m ’ ı n (yııVarıHa değinildi gib i) Öğretisi­
ni Marx ije haşlayan id eoloji tartışmalarına tepki olarak geliştirdiği
kadar ondan da etkilenip v er ver M arksist bir term inoloji kullan-
m asında yatm aktadır. Gercelcten de Mark sizm le aşifta-efan dikkatli
o kıır. ö zellik le üçüncü bölüm de yer yer M annheim ’ın- “taphselcili,-
p/”nden kaynaklanan maddi tarih vurgusu hağlam m da hıırjuva bir
yaklaşım ı aşan “M arxvari” bir “lezzet” al^hilecsktifi— »
M annheim 'in Martcsıst “cep h e”den (bazen - yirm ili yıllarda A l­
man K om ünist Parti ve daha sonra S ovyet çizgisin i takip eden “or-
todoks” M arksizm örneğinde olduğu gibi - tüm üyle reddine kadar
varan) bu denli eleştiri alm ası, ancak daha sonraları aynı zam anda
özellik le altm ışlı yıllardan sonra Batı Avrupa’nın anti-Leninist “Y e­
ni S o l”unun “fe lse fî” M arksizm inin âdeta bünyesine alınm ası tam
da bundan dolayıdır. Ki, zamansa! olarak M annheim ’dan ön ce M ax

Der Streit
12 Bu k o n u y la ilgili ay rıntılı bilgi için: V olker M eja/N ico S tehr (E d.).
um die Wissenssoziologie. Rezeption und Kritik der WissenssoziologielBWgi
S o syolojisi T artışm aları. Bilgi S o syolojisinin K abulü ve E leştirisi . C ilt 2.
F ran k fu rt a. M .: S u h rk am p , 1982.
S ch eler’in 13 “bijgi so sy o lo jisi” kavramını kullanm asına karşın, bu
tüıden_zıt pozisyonlara sahip bir tartışma m eydana gelm em iştir.
MannReîîTr1™ düşünceleri ve ö zellik le de sosyolojin in asıl tem el
bilim olduğuna ilişkin iddiası, felsefed en ve diğer tinsel bilim ler­
den de tepki almıştır.

'— -İdeoloji ve Ütopya ‘ ’


M annheim ,_bilgi so sy o lo jisin e giriş olarak tasarladığı İdeoloji—ue__
IItnpyn'ria snsvnlngların asil görevini İkiye a y in r: K ısjnî irlpnlnji-
lerin eleştirel in celenm esi ve (bilgi sosyolojisinin ö zel m isyonu
olanTtoplum un bütünlükcü ideolojiüiü-araşUöJması. Som ut olarak
ele aldığı şey, insanların belli tarihsel-toplum sal k^sullnHn nnhip-
oldukları düşünce ve bilgi biçim leridir. Sorduğu sorular ise şunlar­
dır: tsngı oıaraK adlandırılan şeyin özü nedir? Kim buna karar
vftiimişf'ıir? Hakikat ile yanılgı. ötLvargı ile nesnellik, kişisel inanç—
ile k olek tif çıkar konularında süregelen tartışmaları ne türden yön ­
tem ler kullanarak çözü m e ulaştırabiliriz?
insanı düşüncenin özü. “id eoloji ve Ü topya” bu cü m leyle baş­
lar: “Bu kitap, insanların gerçekte nasıl düşündükleri problemini
ele alır.” D em ek ki M annheim , daha başında, düşüncenin gerçek-
lik le s ıkı bir ilişki içerisinde olduğu varsayım ından hareket e der.
Buna göre düşıinre fiili, salt tekil bireylerin izo le edilm iş süreçsel-
likleri bağlamında H&ğprlpnHiriİPn^p? niişıirirf» na»a ziyade, SOS-~~
yolojid e adı “so sy alizasyon” diye geçen çevre ( ‘.alan’) koşulların^—
dan, belli durum sallıklardan etk ilenip belirlenm ektedir A ynca dü-
şünce, M annheim ’ın tasajısında^-sahiLve donm uş d eğil, değişken
Kir olgudur.14 Bireylerin b ilinçli ya da bilinç dışı karşı karşıya g e l­
dikleri d u su n c ela r zla nnırT ve dünya tasarılarının çokluğunun en
önem li nedenlerden bir tanesi ise dikey ve yatay hareketlilik. M o-

13 İlgili o k u r için, M ax S c h e le r’in belli başlı y ap ıtların ın en önem li olanları


şunlardır:
1915: Zur Idee des Menschen/lnszn Fikri Ü z e rin e ; Vom Umsturz der
VVfer/e/Değerlerin Y ıkılm ası Ü zerine.
1921: Vom Ewigen des Menschen!İnsanın Ebedi O lan ın a Dair.
1928: Die Stellung des Menschen im Kosmos!İnsanın K âinattaki Yeri
14 B u anlayışın felsefe tarihiyle ilgili k ö k en lerin i, A risto ’n un P latoncu anlayışa
karşı geliştirdiği ep istem o lo jisin e kadar geri g ö tü rm e k m üm kündür.
dern topkımlarda hu toplum sal d eğ işim 15 bireyi y ö n elim sizliğ e ve
değer erozyonuna iten M annheim ’ın buna (toplum sal belirlenm iş­
im problem ine) yön elik çözüm önerisi şöyledir: Kendi e y le m se m :—.
ve. değerlendirm elerim izden vazgeçm ekten—ztV33fe onları analiz
e«irp_ jmhındn d eğiştirm eliyiz. Sünh esiz M annheim , bu iradesel
yaklaşım ıyla, artık birevin yapabilirliklerinin sınırlandığı bir “m o-
__4ernite’’de (ki, salt tekil bir birey tasarısı tasavvur ed ild iğin d e bu
He hnyipHir v p. zaten her zam an b öyle olm uştur v e ola-
__cator-!'H»feyrTrt»rı inancını yeniden teorik olarak tem ellendirm ek
istem iştir Problem burada, M annheim ’ın topltita&al belirlenin iğlik
le ilgili ifade ettiği tespitte d eğil, çözüm iv e eylem sellik ) n o k ta sm ~ -
U a Oltaya t:ıkmnkhwiır: Zira. M annheim ’ın id e a ltip ik olacak fiydifti
“kendinde” rasyonel birev tip lem e si, içine itilm iş yajruzlığın ı “if -—
se l” olarak belki aşabilir, fa k a t bu durumun toplum sal bir h al alm a­
sı îçTn tam ~3a~B rr“ k tn d in d e ” rasyonelliğin ötesin e geçip bilinçli
olarak analiz yapm am n ötesinde bir eylem sellik aşam asına ulaşm a­
sı gerekir. M am afih, M annheim ’m dönem inin diğer burjuva düşü­
nürleriyle ve -kendi ifadesini kullanm ak gerekirse- “serbestçe sü­
zülen e n te lije n siy a ^ m S ^ u p \a .n y \a oJöşturduğıKen ön em li ortak
noktalardan biri/^‘b irey ciy duruştan r to p lu m sa y diıruşa g eç em e­
m esidir. \<^ V
Ütopya. “K endini çevreleyen VaroluşHsrfîpuygunhk içinde bu­
lunm ayan bir b ilin ç, ütopik bir bilinçtir.” M annheim bu cü m leyle,
gerekli, ama yeterli olm ayan bir ütopya tanım ı sunar -A m a ütopya­
nın esrikliğine vurgu derindir; ya da uygunluk-upuygunluk kav­
ram larıyla ütopyanın anti-teori içeren yapısına vurgu da açık olm a­
sa b ile anlam lı ve ufuk açıcıdır, çünkü ütopistte, ütopya teorinin y e­
rine geçiyor-. Zira, “id eoloji”yi de buna benzer bir şekilde tanım ­
lar. Buna göre ideolojiler, “bünyelerinde tasavvur edilen içeriksel
değerlerin gerçekte asla gerçek leşem eyen varoluşu aşkınlaştırıcı
tasarılardır”. Varoluş ile ütopya diyalektik bir ilişki içindeler: Ü top­
ya, bir sonraki aşam ada gerçekleşen ve b ö y lece varoluşa dönüşen
varoluşun gerçekleşm em iş olanını içerir. İdeolojiyi, ftyii şerefti ha-
c.nHon it-iharen ütonvadan avırmak müm kün değildir M annheim ’a

15 M o d ern ited e, b u to plum sal d eğişim in gittikçe d ah a hızlı b ir şek ild e yer alm a­
sını ise, M an n h eim , k u şa k lar arası değ işim ler silsilenin hızlan m asın a bağlar.
g ö re.16 Bu, so nradan ancak olabilir. Bir düşüncenin ü topik ya da
id eolojik o lm ası, ı"mıın ■■yrrıın bir şekilde gerçek leşm esin e y a da
gerçekleşm em esin e bağlıdır.
U y le y s e hetîı g e iç e k le şe ır ve hem de gerçekleşm eyen olarak
M arksizm hem ideoloji hem de ütopya -sosyalizm lerin/iktidarların
erim esi, yok olm aları- mıdır? D ışım ızdaki dünyanın deneyim ya da
insan pratikleri aracılığıyla öğrenileb ileceğin i kabul etm ek, d olayı­
sıy la gerçeğin olduğu-göründüğü gibi kabul ed ilm esi bir tür ide­
olojik ütopist bilgi sistem atiğinin kabul ed ilm esi anlam ına gelir.
M arksizm in am pirik-deneysel olarak “yanlışlanan ” pratikleri ya da
M arksizm in başarısızlığı, olduğu gibi kabul edilerek (“gerçeğin
b ilg isi ile gerçek arasındaki ilişki, bir bilgi ilişkisidir”) bilim sel b il­
g iy e şaşm ayacak bir veri kabul ed ilm esi “gerçeğin düşünceye indir­
g en m esi” anlam ında bir ütopizmdir. M arksizm in bu tür değerlen­
dirm eleri, M arksizm i ütopyalaştırılm ıştır. M arksizm , iki anlam da
ve cepheden ütopyalaştırm ıştır. A rtık gerçekleştirilem eyecek bir
ütopya olarak sunularak ve gerçeklikle ilgisi olm ayan, ancak ger­
çekleşm esi düşlenen, istenpn b ir ütopya nlnrnk vıtnulm aııylfl-
İdeoloji. Tekil bireylerin va da toplum sal tabakaların düşüncele ­
rinin bütünü fvan i dünyayla ilgili tasarıları) “id eolejt--- olorak-adtmı-
dırılır. Bu düşünceler, farklı toplum sal tahakalara ait insanlar tara-
fından o lu m suz, “yanlış bilin ç” olarak algılanır. ManriÜeim, eserin­
de Vıcmî ijf hıitıirilıiVrii ifleoloıı kavramı ayırım ına gider. K ısm î
ideoloji kavram ı, (yalanlar ve gerçekleri görm ezlikten gelm e gibi)
sad ece karşıt tarafın ifadelerinin b elli bir kısm ını kapsar. Daha çok
h i r e y l f i kapsayan frıı anlayış bünyesinde, insanlar bu “asam a”da
yaaılsam alarım njıgdenlerini hâlâ tespit ed ebilirler. K ısm î ideoloji
kavram ı, ifade ed ilm iş olan şeyin re d d ed ilm e sin e y a dalcarşıtınT
psikolojik köklerine kadar inerek bizzat söylem iş olduğu şeyin yan­
lış olduğuna ikna etm eye yöneliktir. Bütünlükçü ideoloji kavramı
ise, sad ece bir özn eyi d eğil, gn jh ıi-kap saıjçavram sal çerçevenin
kendisidir. D o layısıyla yanlış olan grup b ilin ci, artık tek bir grup
üyesi tarafın-^ t^cpit fl^Llip.HıiTPİtirpmpHifti gibi, karşıt erunlar_da
artık birbirlerinin “yan lış bilinç”lerini düzeltem ezler. Zira, farklı

16 A n cak M an n h eim , işlevsel açıdan, n et bir ayırt edici sınır çizm ektedir: B u­
na g öre id eo lo ji, g eçm işten h areketle belirlenen toplum sal düzenin m eşrulaş-
tırılm ası v e p u tla ştın İm ası ik en; ütopya, a tü k o y u reddedip aşan bir niteliğe
sahiptir.
farklı değer yargılarına sahiptirler. Bu koşullarda, karşılıklı uzlaşı
mümkün değildir. Her "bir taraf, diğer tarafın bilincini eksik ve
“d o laylı” bir bilinç olarak değerlendirip, kendi bilincinin ancak ek ­
sik siz olduğunu savunm akta ısrar eder.17 M annheim , M arx’tan ö n ­
c e yaln ızca kısm î ideoloji kavramının olduğunu ve k ısm î ideoloji
kavramı ile bütünlükçü ideoloji kavramları arasındaki ilk kaynaş­
m ayı da M arksizm in gerçekleştirdiğini belirtmektedir.
M annheim , M arksist düşünsel geleneğinden farklı olarak, fikir­
lerin “doğru”luğunun göreli kılındığı bir ideoloji kavram sallığına
gider. Bunu yaparak, doğrudan nesnel m addi gerçekliğe atıfta
bulunmadan bilginin sosyolojik analizini yapm aya çalışır. A ncak
yin e de “bu tinsel bakış açılarının ve farklı düşünce tarzlarının ar­
kasında duran tarihsel-toplum sal varoluşa kenetlenişini” sosyolojik
analizden gözden kaçırmam ak gerektiğini vurgulam ıştır sürekli
olarak. Bu yaklaşım ın arka planında fikirsel dünya ile varoluşsal
koşullar arasında dikotom ik bir ayırım paradigması yatar. Buna
göre İnsanî d üşü nce, toplu m sal-yapısal etm en lerce belirlenir.
M annheim burada, sosyolojisinin (tarihsel olarak M arksist devrim
anlayışına karşı geliştirdiği) toplum sal d eğişim “proje”sin e sadık
kalır ve işin bu yönünü ısrarla savunur.1"
İdeolojik Tasarılar : M annheim , ö zellik le yirm inci yü zyılın baş­
larında yaygın olan ve aralarında bir k onsensüse varılm asının
olanaksız olarak değerlendirdiği b eş düşünce biçim inden bahseder:

17 M an n h eim , bu ay rım ın yan ı sıra, genel ile özel ideoloji kav ram sallığ ın a gi­
der. Ö zel ideoloji k avram ı sö z ko n u su old u ğ u n d a, birey, kendi bakış açısını
m u tlak laştırıp onu “ p ro b lem siz” o larak değerlendirir. G enel ideoloji kavram ı
d ü zey in e ise, birey, “ sad ece karşı tarafın ... bakış açısını değil, k endi bakış
açısını d a id eo lo jik o larak d eğ erlen d irm e cesaretin e vard ığ ın d a” ulaşır, (bkz.:
82 ve sonrası) A yrıca bkz.: İlkay S unar, Düşün ve Toplum, A nk. 1999, D oruk
Yay. s. 112 ve sonrası.
18Y etm işlerin b aşın d an itibaren bu ko n u d a bir p arad ig m a d eğ işim in d en sö z e t­
m ek m üm kündür. Ö rn eğ in H erbert B lum er, A lfred S c h ü tz’ün fen o m en o lo jik
so sy o lo jisin e day an arak , to plum sal sorunların artık nesnel ve so sy o lo jik o la ­
rak şü p h e g ö tü rm ez b ir şek ild e b elirle n eb ilir yaşam sal k o şu llar ile toplum sal
değerse! d ü zen arasın d ak i çelişm e olarak değil; insanların bün y esin d e ancak
“ varo lu şların a, ‘y aşam h ik ây eleri’ne ve kaderlerine sahip o ld u k ları” (B lum er
1975: 112) to plum sal b ir tan ım lam a sürecin sonucu olarak d eğerlendirilm esi
gerektiğini savunm uştur. G erçekliğin toplum sal inşası so sy o lo jik bir program
halin e gelm işti.
Siyaseti salt kamu yönetim inin bir işlev i olarak değerlendirdiği ve
taşıyıcıları a ğ ırlık lı olarak hukukçulardan olu şan b ü ro k ra tik
m u h n fm n h n rh k Toplum sal ta şıy ıcısı aristokrasi olan tarihsel
m uhafazakârlık. R asyonalizm in savunuculuğunu yapan ye toplum ­
sal taşıyıcısı liberal-demokrat burjuvazi olan liberal-hüm aniter.
t(]SPr’ “SpTgipiilr ile aşırı rasyonelleştirm e istem i arasında bir sen­
tez” olup konusu insanların eşitliği olan sosyalist-kom ünist tasarı.
Ve nihayet m odem itenin gü ven sizlik ortam ını yansıtan ve yanıtı ir-
rasyonellik olan faşizm , (bu konuda bkz.: s. 2 3 4 -2 6 9 )
Günüm üzde; teori alanında ve hatta id eolojiler alanında dahi
gerçekleşm iş olan ve gerçekleşm eye devam eden term inoloji kırıl­
malarının yarattığı belirsizlik ortam ında M annheim ’ın İdeolojik
Tasarılar b aşlığıyla sunduğu kategorizasyonların ayırımlarının iz-,
lerini sürm ek mümkün müdür?
B asit, kategorik değil nicel kabul ed ilm esi gereken ve her sevin
söm ürüsünü yapan pnct-mnrtpm.Tm-jtj^; ideolojiler alanm-
dgki-popüler ve de altkategorik olguların tasnifinin yapılm ası elbet-
te mümkündür. A m a, ciddi m eseleler» " ,
e ve bunlara baj
uzatılabilecek
irsizlik; “tarihsel ekollerin” yaptığı ayırımlara
bağlı kalınm adan, örneğin H e g e l’in, M ara’ın, Kant’m izleri ve
ayırımları izlenm eden ya da g eçtiğim iz yü zyılın ilk yarısındaki
politik devrim lerin ekollerle ilişkileri pratik ideolojiler alanının
nosyonlar v e gelenekleri dışında incelenm eden müm kün görün­
müyor.
( A idiyetsiz, sınıfsız, köksüz) “serbestçe süzülen entelijensiya".
M annheim , düşünceyi varoluşa bağlılığından “kurtarma” am acıyla,
toplum sal sın ıflar ve tabakalar arasında n isp eten “serb estçe
süzülüp” bu bağım sızlığından d olayı farklı sınıfsal bakış açılarını
an la y a b ilm e, d o la y ısıy la da toplu m u u zla şıy a götüreb ilm e
yeteneğine sahip bir entelektüel tiplem esi inşa eder. Serbestçe
süzülen entelijensiyanın tekil bireyleri, toplum un d eğişik sın ıf ve
tabakalarına dayanır. D eğişik toplum sal alanlardan gelm eleri top­
lum sal alana sağlam bir b içim d e yerleşm em iş olm aları nedeniyle
toplum sal ilişkilerde bir özerk liğe, yani esn ek liğe ve ilişki dina­
m iğine sahiptirler. D olayısıyla tarih-bütün, ve de tarihi-bütünü teş­
kil eden toplum , aktüel olanla ya da konjonktürel olanla, bilen-id-
rak eden serbestçe süzülen entelijensiya aracılığıyla buluşacaktır.
Tarihin vazettiği kültür, enerji gibi unsurlar (-m geliştirileb ilm esi,
ö z ile biçim in buluşturulm ası) toplum a ancak bu kesim tarafından
aktarılabilecektir. Bu özellikleri nedeniyle M annheim , serbestçe
süzülen en telijensiya d iye tanım ladığı k esim e, toplum un vazed il­
m iş kültürel olgu ve enerjilerinin korunarak faydalı hale getirilm esi
görevini atfetm ektedir19 (bu konuda bkz.: B ilgi S o syolojisi, s. 283
ve d e v a m ı).20
M ehmet Okyayuz

M a n n h eim ’ın serbestçe sü zü len en telijen siy a kavram ının ‘to p lu m d a’ g ö rd ü ­


ğü işlev M arsizm d e d ev am eden özne-öncü, ideoloji ve ayrım (partili-öncü),
id eo lo ji-b ilim -ay d ın , o n to lo ji-ideoloji-aydın tartışm asını hatırlatm aktadır
20 K arl M a n n h eim ’ a özel b ir alan okum ası için, h en ü z T ü rk ç e ’ye çevrilm em iş
o lsa la r bile o k u ra şu kitapları önerebiliriz:
W ilhelm H o fm an n (1 9 % ): Karl M annheim zur EinfiihrunglKar\ M a n n h eim ’a
G iriş. H am burg: Junius.
A. P. S im o n d s (1978). Karl M annheim 's Sociology o f Knowledge /K arl M ann-
h e im ’ın Bilgi S o syolojisi. O xford: C larendon Press.
BİRİNCİ BÖLÜM
Problematiğe İlk Yaklaşım-

1. Düşüncenin Sosyolojik K avram sallığı.


Bu kitapta, insanların gerçekte nasıl düşündükleri problem i ele
alınmaktadır. İncelenm ek istenen; düşüncelerin, m antıkla ilg ili ders
kitaplarına yansım a biçim i d eğil, kamu yaşam ında ve politikada ko­
lek tif bir faaliyet aracı olarak gerçek işlem e biçimidir.
Filozoflar, uzunca Dır süre yalnızca kendi düşünceleriyle ilg i­
lenm işlerdir.' D üşünceyi konu edip kalem e aldıklarında, akılların­
dan her şeyden ön ce kendi tarihleri olan felse fe tarihi', ya da - e n
fa z la - matematik ya da fizik gibi belli bilgi alanları geçm iştir. A n­
cak, bu türden bir düşünce tarzı yalnızca belli koşullar altında uy­
gulanabilir; bu türden bir düşünce tarzının analizi sonucu öğrenile-
M a rx ’in b aşk a bir tercüm esi olan bu ifade, Feuerbach Üzerine Tezler’deki
ünlü on birinci tezi “-Filozoflar yalnızca dünyayı değişik biçimlerde yorum­
ladılar, önemli olan onu değiştirmektir-" hatırlatıyor. M a rx ’m , “O n birinci
te z ’de ilan ettiği şey: yeni b ir bilim di, bir teorik dev rim in ilan ıy d ı” . Bu te z ­
de bir tefek k ü r-sey red icilik o larak felsefî yorum u eleştirm ek ten ço k , tarih
(yeni) bilimi k arşısın d a-tarih felsefesinin m isyonu belirlenm iş oluyordu.
M a rx 'a göre felsefe, yani id ealizm olarak tarih felsefesi, insan pratiğini sa­
dece teorik etk in liğ e in d irg ey erek gerçeğin sadece tin tarafından m utlak ya­
ratılm asına götürm üştür. M arx on birinci tez'de felsefeden değ il, tarih bilim i­
nin d eğ iştiriciliğ in d en ve d ö n ü ştü rü cü lü ğ ü n d en d ah a d o ğ ru su felsefe olarak
tarih felsefesini artık y erin d en etm e zorunluluğundan bahsediyordu. Ya da
felsefeye, teori alan ın a b ir m ü dahale rolü atfediyordu. Bkz.: K. M arx, F. E n­
gels, Alman İdeolojisi, Çev.: S. B elli, A nk. 1987, Sol Yay., ve L. A lthusser,
Lenin ve Felsefe, Çev.: B. A ksoy, vd., İst. 1989, İletişim Yay. - ç.n.
bilenler ise, başka yaşam alanlarına doğrudan uyarlanamaz. U y g u ­
lanıp uyarlanması müm kün olsa bile, bu, varoluşun yaln ızca özgül
bir boyutuna atfeder— ki bu, kendi dünyalarını algılam ak v e şek il­
lendirm ek isteyen insanlar için yeterli değildir.
Günüm üzde insanlar - iy ilik ya da kötülük p ahasın a- içinde ya­
şadıkları dünyanın d en eysel ve tinsel açıdan algılanm asına yarayan
çe şitli yön tem ler geliştirm işlerdir. Bu yöntem ler, şim d iye kadar,
sözüm ona sağın* bilginin biçim lerinde olan bir doğrulukla analiz
edilm em işlerdir. İnsanî faaliyet, m akul denetim ya da eleştiriden
uzunca bir süre mahrum bırakıldığında, insan iradesinin dışına taş­
m a eğilim i gösterir.
B u nedenle, tam da en ön em li kararlara varm am ızı ve p olitik —
toplum sal g elec eğ im iz i idrak edip, ona yön verebilm em izi ö n cele-
yen düşünsel yöntem lerin henüz tanınm am ış olm ası, d olayısıyla da
m akul denetim ve özeleştiriden mahrum bırakılm ası, günüm üzün
bir aykırılığı olarak değerlendirilmelidir. Eğer bir durumun tüm
özelliklerinin hatasız, ek sik siz olarak dikkate alınm asının önceki
toplum biçim lerinden ço k günüm üz için taşıdığı büyük ön em i hatır­
larsak, aykırılığın taşıdığı veham etin daha da açık olduğu anlaşıla­
caktır. Toplum bilim inin ön em i, toplum sal sürece düzenli bir b i­
çim d e m üdahale etm e gereksinim inin gelişm esin e paralel olarak
ortaya çıkar. O ysa ki, sözüm on a bilim ön cesi dönem de yer alan v e
birçok m uğlaklıklar içeren düşünce biçim inin - k i, bu düşünce b i­
çim i, paradoksal bir şekilde, pratik kararlar alm a durumunda olan
m antıkçılar ve filozoflar tarafından da uygulanm aktadır- sadece
mantıksal analiz yolu yla anlaşılm ası müm kün değildir. N e tem el­
lendiği duygusal ve dirim sel içtepilerin psikolojik kökenlerinden
ne de içinde oluştuğu ve çö z m ey e çalıştığı koşullardan kolayca ko-
parılamayan bir karmaşa oluşturmaktadır.
* sağın: B ir şeyi tam o larak y ap m ak , bir ö lçü y e göre yapm ak; ex actu s= tıp a­
tıp, tam tam ına, y etkin; tıp atıp ölçülebilen: i - sözün anlatılm ak istenene tam
karşılık o lm ası, uygun d ü şm esi niteliği. 2- Ö lçünün ölçülene ço k az d a olsa
bir ayrım bırakm aksızın, tıpatıp uym ası niteliği (sağın ölçü).
sağın bilimler: D en etlen eb ilir ö lçü ve hesap lara dayanan bilim ler. B unlar; sa ­
ğın ö n erm elerle kurulan bilim lerdir. D ar anlam da: M atem atiğe d ay an an b i­
lim ler (m ek an ik , fizik gibi). B kz.: B edia A k arsu , Felsefe Terimleri Sözlüğü,
İnkılâp Yay. - ç.n.
Bu kitabın am acı, bu türden bir düşünce biçim inin ve onun d e­
ğişim lerinin betim len m esin e ve analizine ilişkin uygun bir yöntem
geliştirm ek v e ilişk ili problem leri form üle etm ektir. B u düşünce bi­
çim inin kendine ö zg ü niteliğine uygun gelen bir yaklaşım ancak bu
şekilde bulunabilir v e eleştirel bir yaklaşım ın zem ini de yin e ancak
b öyle hazırlanabilir. G österilm eye çalışılan yöntem ise, bilgi so sy o ­
lojisinin yöntemidir.
B elli düşünce biçim lerinin toplum sal kökenleri açığa kavuşa­
m adığı takdirde, bu düşünce biçim lerinin olm ası gerektiği gib i an-
laşılam ayacağı b ilgi sosyolojisinin ana savıdır. Ö te yandan, düşün­
m e yeten eğin e sad ece bireyin sahip olduğu da bir gerçektir. B irey­
lerin üzerinde bulunup, bireylerin ötesin d e düşünen ve düşünceleri
yaln ızca bireylerce yeniden üretilebilen herhangi bir k olek tif ruh
m evcut değildir. Fakat buradan hareketle, bireyleri harekete geçiren
tüm fikir v e duyguların kökenlerinin de, yaln ızca bu bireylerde bu­
lunduğuna v e sad ece bu bireylerin özyaşam deneyim lerinin tem el-
lendirilm esine bağlı olarak açıklanabileceği sonucuna varmak yan­
lış olur.
Bir dilin oluşum unu, kendine özgü bir dil konuşm ayıp daha z i­
yade iz ley e ce ğ i y olu belirlem iş olan çağdaşlarının ve öncellerinin
dilini konuşan tek bir bireyin gözlem len m esin d en türetmek doğru
olam ayacağı gib i, bir şahsiyetin bütünlüğünü sad ece bireysel o lu ­
şumundan hareketle açıklam ak da o denli yan lış olur. Birey, kendi­
ne atfettiğim iz konuşm a ve düşünce biçim ini, sadece çok sınırlı bir
anlam da kendiliğinden yaratabilir. Birey, içinde bulunduğu grubun
dilini konuşur; içind e bulunduğu grubun düşündüğü gibi düşünür.
B elli sözcükleri v e sözcüklerin anlamını, kullanım ına sunulmak
üzere hazır bulur. Onlar sadece, bizatihi bireyi çevreleyen dünyaya
girişi belirlem eye yaramazlar. Aynı zam anda, o zam ana kadar n es­
nelerin grup ya da birey tarafından hangi açıdan ve hangi ey lem sel
bağlamda elde edilip idrak ed ild iğin e ve d olayısıyla açığa kavuştu­
rulmasına da yararlar.
Bu yüzden birinci nokta olarak, bilgi sosyolojisinin nedensellik
açısından, tek bir bireyden ve onun düşüncelerinden hareket etm edi­
ğini ve hem en ardından da — filozofların yaptığı g ib i— “kendinde
düşünce”nin en soyut anlamlarına doğru ilerlem ediğinin belirtilm e­
si gerekir. B ilgi so sy o lo jisi, düşünceyi daha ziyade, bireysel açıdan
tasnif ed ilm iş bir düşünce biçim inin ancak yavaş yavaş sıyrılabile­
ceğ i belli tarihsel-toplum sal koşullar bağlam ında anlam aya ça lış­
maktadır. Yani ne tek başına olan insanlar ne de tecrit ed ilm iş olan
bireyler düşünm ezler; düşünenler son suz bir tepkiler d izisin d e or­
tak durumlarına özgü koşullar karşısında, özgü l bir düşünce tarzı
geliştiren belli gruplardaki insanlardır. Gerçekten de esasına bakıl­
dığında, tek bir bireyin kendi başına düşündüğünü söylem ek , çok
doğru olm az. Kendinden ön cek i insanların düşüncelerini devam et­
tirdiğini söylem ek daha doğru olur. Birey kendini, m iras edinm iş
olduğu uygun düşünce m odelleriyle donatılm ış koşullar içinde bu­
lup; koşulların değişim lerinden kaynaklanan yen i gereksinim leri
uygun biçim de karşılayabilm ek için miras edinm iş old uğu tepki b i­
çim lerini daha da geliştirm eye ya da devraldıklarının yerine başka­
larını koym aya çalışır. Bu yüzdendir ki her birey, toplum içinde y e ­
tişm esi n ed en iyle iki anlam da önceden belirlenm ektedir: Ş ö y le ki,
ona verili koşullar, bu koşullar içinde de ön ced en şek illen m iş dü­
şünce ve davranış m odelleri sunulmaktadır.
B ilgi sosyolojisin in yöntem inin ikinci karakteristik niteliği, so ­
mut olarak varolan düşünce biçim lerini, dünyayı tinsel bir anlamda
keşfettiğim iz kolektif eylem bağlamından koparmamasıdır. Gruplar
içinde yaşayan insanlar, varlıklarını sadece fiziksel anlamdaki tekil
bireyler olarak sürdürmezler. Onlar, yeryüzündeki nesneleri ne salt
seyredici* — soyut bir biçim de g ö z önünde canlandırırlar ne de, bu­
nu yaparken, salt bireysel varlıklar olarak hareket ederler. Tersine,
farklı şekillerde örgütlenm iş gruplar içinde birlikte ve birbirlerine
karşı hareket ederler; bunu yaparken, birlikte ve birbirlerine karşı
düşünürler. Birbirlerine gruplar aracılığıyla bağlı olan kişiler, ken­
dilerini çevreleyen doğayı ve toplum u değiştirm e ya da olduğu g i­
* kontemplatif. d erin d ü şü n cey e d alıcı, tefekkür, y o ru m la m a , eşd ey işle sey re-
d iş/sey red iciIik . İnsan pratiğini sad ece teorik etkinliğe indirgem e, gerçeğin
tin tarafın d an m utlak y aratılm ası. İncelem ek ve y o ru m la m a k la yetinen, d ü n ­
yayı değil d ü nyanın y o ru m larını değişikliğe uğratm a u ğ ra şı-k u rg u ve gerçe­
ği sad ece k u ram sal açıd an ele alış. Bu terim kitap b o y u n ca bazen seyredici
bazen de tefekkür o larak k arşılan ıp çevrilm iştir. - ç.n.
bi m uhafaza etm e eylem in e, ancak ait oldukları grupların ö ze llik le­
rini ve tutumlarını esas alarak girişirler. D eğ işim e uğratma ya da
m uhafaza etm e iradesinin, yani k olek tif faaliyetin yönü; (insanla­
rın) problem lerinin, kavramlarının ve düşünce biçim lerinin olu şu ­
m uyla bağlantılı bir rehber olarak değerlendirebileceğim iz şeyi
üretmektedir. İnsanlar, katıldıkları kolektif faaliyetin özgü l bağla­
mında, kendilerini çevreleyen dünyaya daima farklı açılardan bak­
m aya eğilim lidirler. Katıksız mantıksal analiz, sadece bireyin dü­
şüncesini grup koşullarından d eğil, aynı zam anda ve gen el olarak
d üşünceyi de faaliyetten koparmıştır. Bunu, bir yandan düşünceler,
öte yandan ise, grup ile faaliyetleri arasında gerçekte her zam an va­
rolan ilişkilerin — problem çıkm aksızın ya “doğru” düşünce için
ön em siz olduklarını ya da bu tem ellerden ayrıştırabileceklerini var­
sayarak yapmıştır. Ancak bir şeyi bilm ezden gelm ek, onun varlığını
sona erdirmez. İnsanî düşünce tarzlarının çeşitliliği ciddi olarak ve
titizlikle gözlem len m ed iği sürece, toplum sal koşulların ve ey lem sel
ilişkilerin her zaman bir tarafa bırakılabilm esinin gerçekleşebilm e­
sine ilişkin ö n sel -apriori kararlar verm ek m ümkün değildir. Ger­
çekte, b ö y le bir dikotom inin nesnel ve gerçeklere dayanan bir b il­
ginin gereği açısından kabul edilebilir olup olm adığının belirlenm e­
si ise zaten kolay değildir.
B elli bilgi alanlarında, dünyanın nesnelerinin faaliyette bulunan
özn e tarafından algılanm asının ancak eylem sel içtepi aracılığıyla
gerçekleştirildiği düşünülebilir; ve ayrıca bu etm enin ancak, dü­
şü nceye dahil edilen gerçeklik unsurlarının seçim inde belirleyici
olduğu da düşünülebilir. Bu etm enin dışlanm asıyla ise (b öyle bir
şey m üm künse tabii) som ut içerik açısından kavramların içinin ta­
m am ıyla boşalm ası ve mantıklı bir problem atiğin ortaya konmasını
mümkün kılan d üzen leyici prensibin kaybolm ası muhtemeldir.
Ancak bu, bir gruba ait olm a ve eylem e yön elm e koşullarının
belirleyici unsurlar olduğu alanlarda herhangi tinsel-eleştirel bir
özdenetim olasılığının bulunmadığı anlamına gelm ez. Düşüncenin
şu ana dek öne çıkarılamayan grup varlığına karşı bağımlılıklarının
ve eylem e olan sım sıkı bağlılıklarının ortaya çıkm asıyla ve bu ilişki­
ler üzerine düşü nü lm esiyle birlikte düşüncelerin şim d iye kadar
kontrol ed ilem eyen etm enlerinin yep yen i bir şekilde d enetlenm esi,
belki de ilk k ez gerçekleşebilecektir.
B ö y lece kitabın ana m eselesin e gelm iş bulunm aktayız. D eğin ­
diğim noktalar, bu problem lere d erinlem esine eğilm en in v e onları
çözüm e doğru götürm enin, toplum bilim cilerine bir zem in hazırla­
mak yanında siyasal bir bilim in müm kün olu p olam ayacağına iliş­
kin ipucu n iteliğind ek i verilere d e işaret etm ektedir. G erçi toplum
bilim lerinde de doğrunun ya da yanlışın nihai kıstası, nesnenin in­
celenm esinde bulunmalıdır. B ilg i so sy o lo jisi bunun yerini alam az.
Ancak nesnenin in celen m esi, yalıtık bir fiil değildir; bu incelem e,
daha ziyade, değerler v e k olek tif— bilinç d ışı, iradeci içtepilerle
dopdolu olan bir ilişk ilen m eler bütününde gerçekleşir. Toplum bi­
lim lerinde, salt gen el sorulan d eğil, som ut araştırma hipotezlerini
ve den eyim in d ü zen len m esin e yarayabilecek düşünce m odellerini
kullanım a sunan, yön elim in i k olek tif ey lem dokusunda belirleyen
bu türden entelektüel çıkarlardır. B ilim sel ve popüler tartışmalara
konu olan çeşitli hareket noktalarını ve yöntem leri, ancak bilinçli
ve kesin bir şek ild e gözlem ley eb ild iğ im iz zam an, içinde bu düşün­
ce biçim lerini — son kertede— ortaya çıkaran bilinçdışı m otivas­
yonları ve bunların önkoşullarını denetlem eyi umut edebiliriz. Top­
lum bilim lerinde yen i tip bir n esn elliğe ulaşm anın yolu , yorum sal
yaklaşım ları dışlam aktan d eğil, bu yorum sal yaklaşım ları bilinçli ve
eleştirel bir şek ild e gerçekleştirm ekten geçer.

2 .M odern B ir K a teg o ri O larak


Düşünm e Fiili.
D üşüncelerin toplum da ve eylem d e kök salm a problem inin ça­
ğım ızda ortaya çıkm ış olm ası bir rastlantı değildir. D üşünce v e e y ­
lem lerim izi bu zam ana kadar m otive eden bilinçdışının yavaş yavaş
bilinçli bir d ü zeye çıkarılm ası, d olayısıyla da denetim altına alınabil­
m esi de aynı şekilde bir rastlantı değildir. B ilinçdışının içinde bu­
lunduğum uz koşullar için ön em ini ise, ancak b elli toplum sal koşul­
ların, bizi b ilgim izin toplum sal kökenleri hakkında düşünm eye zor­
ladığını görm ekle algılayabiliriz. B ilgi sosyolojisinin en tem el anla­
yışlarından biri, kolektif-bilinçdışı m otiflerin bilinçli bir şekilde al­
gılanm aları sürecinin her çağda d eğil, ancak çok özgü l koşullarda
etkin olabileceğidir. Bu durumun, sosyolojik olarak belirlenm esi
mümkündür. İnsanları, sadece dünyanın nesneleri hakkında değil,
bizzat düşünm e hakkında; “kendinde gerçeklik” hakkında d eğ il, da­
ha çok aynı dünyanın farklı gözlem cilere çok farklı yan sıyabileceği­
ne ilişkin heyecan verici gerçek hakkında da ön len em ez biçim de
düşünm eye zorlayan etm enlerin oldukça net bir biçim de belirlen­
m esi mümkündür.
Bu problem lerin gen elleşm esi ancak, ihtilafın mutabakattan da­
ha fazla g ö ze çarptığı bir çağda m ümkün olabilir. İnsanlar; düşünce
biçim lerinin gözlem len m esin e, nesnelere doğrudan yaklaşm aktan
çok nesnelere v e koşullara ilişkin kavramların doğrudan v e kesik­
siz ce oluşturulup geliştirilm e o lasılığı artık birbirine uyuşm az ta­
nımlamalar karşısında çök m esiyle yönelirler. G ünüm üzde, dikkatin
nesnelerden hangi toplum sal ve tinsel koşullar altında birbirinden
ayrışan fikirlere, oradan da bilinçaltı düşünce m otiflerine kaymak
zorunda olduğunu, genel ve b içim sel bir analizin yapabileceğinden
çok daha iyi bir biçim de gösterebiliyoruz. A şağıda bu yön de etkili
olan en önem li birkaç toplum sal etm en e işaret edilm ek istenm ekte­
dir.
D üşünce akımlarının çokluğu, özellik le dünyanın algılanm asına
ilişkin bir imajın içsel bütünlüğünün toplum sal bir istikrarla tem el­
lendiği dönem lerde problem haline gelm ez. Çocukluk dönem lerin­
den itibaren, bir grubun tüm üyelerine sözcüklerin sadece b elli an­
lamlar taşıyab ileceği, fikirlerin oluşum unun da sadece b elli biçim ­
lerde yer bulabileceği fikri verildiği sürece, bu toplum da birbirin­
den uzaklaşan düşünsel süreçler varolamaz. İstikrarlı koşullar altın­
da yaşandığı ve düşüncelerin yen i problem lere uyum unun birkaç
kuşağı kapsayacak kadar yavaş ilerlediği süreçlerde, grup üyeleri
için düşünce biçim leri arasındaki derece farklılıkları dahi (ö y le bir
şeyin vuku bulacağını varsayalım !) algılanam az olacaktır. Bu gibi
durumlarda yaşayan bir kuşak, içinde yaşadığı genel d eğişim leri
hayatı boyunca zorlukla algılayabilecektir.
D üşünce akımlarının çokluğunun algılanm ası ve bu akımların
düşüncenin bir konusu olarak ortaya çıkabilm esi için, tarihsel süre­
cin gen el dinam iğine bam başka türden nedenler eklenm elidir.
Ö zellik le toplum sal hareketliliğin hızlanm ası, daha ö n ce durağan
olan bir toplum da gen el olarak tüm yaygın nesnelerin d eğ işeb ilece­
ğini gösterebilir, ki bu da artık düşüncenin ebediyen değişm ed en
kalacağı hayalini yıkar. Dahası; toplum sal hareketliliğin yatay v e d i­
key olarak yer bulan iki b içim i, düşünsel üslupların çokluğunun or­
taya konulm asındaki etkilerini de yin e farklı biçim lerde gösterm ek­
tedir. G erçi yatay hareketlilik, yani toplum sal statünün d eğişm ek si-
zin bir yerden başka bir yere ya da bir ülkeden başka bir ülkeye
ulaşm a hareketi, farklı halkların farklı biçim lerde düşündüğünü
gösterir. A ncak ulusal ya da b ölg esel bir grubun gelenekleri d eğ işi­
m e uğram adığı sürece ve alışılagelm iş düşünce biçim lerine bağlı
kalınm ası durumunda, başka gruplarda görünen düşünce tarzları şe­
kilsiz, yanıltılı, belirsiz ve tanrıtanımazlık olarak algılanır. İşte o za­
m an, ne kendi düşünce geleneklerinin doğruluğu ne de bizzat dü­
şüncelerdeki birlik ve tek düzelik sorgulanır.
A ncak, yatay hareketliliğe yoğu n bir dikey hareketlilik, yani ta­
bakalar arasında toplum sal bir düşüş ve yü k seliş anlamında hızlı bir
hareket ek lend iği zam an, düşüncelerin gen el ve eb ed î olan g eçerli­
liği sarsılm ış olur. D ik ey hareketlilik, insanları gelen ek sel dünyaya
ilişkin imajları konusunda gü ven siz kılıp, şüpheye sürükleyen belir­
ley ici etmendir. Gerçi dünyanın algılanm ası, dikey hareketliliğin sık
rastlanm adığı durağan toplum biçim lerinde ve aynı toplum içinde
bulunan farklı tabakalar arasında birbirlerinden farklıdır. Aynı dinin;
köylüler, zanaatkârlar, tüccarlar, soylular ve entelektüeller tarafın­
dan ne denli farklı algılandığına ilişkin kesin bilgileri M ax W eber’in
din so sy o lo jisin e1 borçluyuz. Eğer bir toplum , dışa kapalı kastlara
ya da tabakalara bölünm esi nedeniyle kayda değer dikey hareketli­
liklerden de yoksun kalm ış ise, tüm grupların ortaklaşa paylaştıkla­
rı bir dünya imajı, artık ya hiç m evcut olm ayacaktır ya da -bundan
b öyle farklı yaşam bağlamlarına uygun ola ra k - farklı biçim lerde
algılanacaktır. A sıl değişim , sosyolojik olarak, önceleri içe kapalı
1M ax Weber, W irtschaft und G esellsch aft |E k o n o m i v eT o p lu m J, C ilt I, B ölüm
IV § 7, R elig io n sso zio lo g ie: Stände, K lassen und R eligion [D in S osyolojisi:
T abakalar, S ınıflar ve Din |. T ü b in g e n 1925, s. 2 6 7 -2 9 6 .
katmanların birbirleriyle kurdukları ilişkide v e belli bir toplum sal
dolaşım ın başladığı tarihsel gelişim aşam asında yerini bulur. Bu ile­
tişim in en belirgin evresine, o zam ana kadar birbirlerinden bağım ­
sız gelişen düşünce ve deneyim biçim lerinin iç içe girdiği v e aynı
bilincin tini, onları zıt dünya görüşlerinin uzlaşm azlığını keşfetm e­
ye zorladığı anda ulaşılacaktır.
Yerleşik dengelere sahip olan bir toplum da, alt tabakaların dü­
şünsel yöntem lerinin daha üstteki tabakaların düşünsel yöntem leri­
ne yavaş yavaş sızm ış olm ası, kendi başına çok fazla bir şey ifade
etm ez. Zira egem en grup, düşüncelerin farklılıklarını algıladığında,
tinsel açıdan sarsılm az. Bir toplumdaki dengeler, otorite tem elinde
tesis ed ilm iş ise ve toplum sal prestij de sad ece üst tabakanın faali­
yetlerine atfediliyorsa eğer, bu sınıfın bir süreç boyunca kendi top­
lum sal varlığını ve faaliyetlerinin değerini sorgulam ası için fazla bir
neden yoktur. Eğer birkaç kişinin kayda değer toplum sal yü kselişi
g ö z ardı edilirse, alt tabakaların (toplum sal) yü k selişiyle birlikte dü­
şüncelerinin de kamusal ilgi görm esi, ancak genel bir dem okratik­
leşm ey le sağlanabilecektir.2 A lt tabakaların daha önceleri herhangi
bir kamusal geçerliliği olm ayan düşünce tarzına bir değer v e prestij
kazandırılmasını ancak bu dem okratikleşm e süreci atfededer. U laşı­
lan dem okratikleşm e aşam asıyla, alt tabakaların düşünsel teknikle­
ri ve fikirleri ilk kez egem en tabakaların fikirlerine karşılık g eleb il­
mektedir. Ve günüm üzde bu fikirler ve düşünce biçim leri, yin e ilk
kez, onların çerçevesi bağlam ında düşünen insanlara dünyalarının
nesnelerini tem elden sorgulam a imkânı vermektedir. G enel bir g e ­
çerliliğe sahip olm a konusunda her birinin eşit biçim de hak iddia et­
tiği bu düşünce tarzlarının çarpışm asıyla, düşünce tarihinin şeam et-
li olduğu kadar tem el bir sorusunun da ilk kez ortaya çıkm ası m üm ­
kün olmuştur: Aynı dünyayı konu eden ve birbirleriyle özd eş olan
İnsanî düşünce süreçleri, nasıl olur da, bu dünyaya ilişkin farklı an­
layışlar üretebilmektedirler? Bu noktadan hareketle süreçlerin hiç
de birbirleriyle aynı olm adığı olasılığını dile getiren bir başka soru­
2Ö m eğ in p rag m atizm , d ah a so n ra göreceğ im iz gibi, sosyolojik olarak , günlük
deney im lerin in kıstaslarını “ak ad em ik ” tartışm a düzeyine y ü kselten bir dü­
şünce tek n iğinin ve ep istem o lo jin in m eşrulaştırılm asıdır.
nun sorulm ası için, sadece küçük bir adımın daha atılm ası gerekir.
Sonuçta, insani düşüncenin u laşabileceği tüm olasılıklar araştırıl­
dıktan sonra, izlen eb ilecek birçok yolun olab ileceği sonucuna var­
m amak müm kün değildir.
A tina dem okrasisi içinde yer bulan bu toplum sal y ü k seliş süre­
ci, Batı düşünce tarihinin ilk büyük şüphecilik akım ım m üm kün kıl­
madı mı? Yunan aydınlanm a hareketi içindeki sofistlerin d üşü ncele­
rinde yer alan nesnelere ilişk in iki açıklam a biçim inin birbiriyle
çarpışm ası şüpheci bir tutumun yansım asıyla tem sil ed ilm iyor m uy­
du? Bir yandan hâlâ egem en liğin i sürdüren, fakat daha o zaman
yok olm aya m ahkûm olan aristokrasinin düşünce b içim i olan m ito­
loji; öte yandan da yukarıya doğru hareket eden kentli zanaatçılar­
dan oluşan alt tabakanın daha çok analitik düşünsel tutumu. D ün­
yayı yorum lam anın bu iki biçim inin sofistlerin düşüncelerinde bir
araya gelm esi, her ahlâkî kararın en azından iki normunun bulun­
m ası, her kozm ik ve toplum sal olayın en azından iki açıklam ası o l­
m ası bakım ından, insaniîdüşüncelerin değerine ilişkin şüphelerini
ifade etm eleri şaşırtıcı değildir. B u yüzden onların, epistem olojik
çabalarındaki şüpheci konumları nedeniyle bir kâhya ed asıyla de­
ğerlendirilm esi abes kaçar. Sofistler, esasında herkesin hissettiğini,
yani sadece o çağa özgü olan normların ve dünya yorum larının eski
apaçıklığının sarsıldığını ve tatmin edici bir çözüm ün ise, yalnızca
çelişkilerin titizlik le sorgulanm ası ve üzerinde düşü nü lm esiyle ger­
çek leşeb ileceğ in i ifade etm ek cesaretini gösterm işlerdi. Bu gen el
gü ven sizlik, gen el çök ü şe m ahkûm olan dünyaya özgü olm aktan
çok, iy ileşm eyle sonuçlanan bir krizin başlangıcıydı.
Sokrates’in büyük erdem i, b öyle bir şüpheciliğin dipsiz derinlik­
lerine inme cesaretine sahip olm asında yatm ıyor muydu? O da, soru
sormayı sürdürebilmek için, soru sormanın tekniğini benim seyip
özüm seyen bir sofist değil m iydi ilk başlarda? Ve o krizi, sofistler­
den daha radikal sorular sorup, b öylece tinsel anlamda, o dönemin
düşünce biçim i açısından güvenilir bir zem in oluşturan denge duru­
muna ulaşmak yoluyla aşm am ış m ıydı? Bunun sonucunda soru sor­
ma tekniğinin merkezine, normların ve varolmanın dünyasını oturt­
masını gözlem lem ek ilginçtir. Ayrıca Sokrates, bizzat gerçeklerle il­
gilendiği kadar, bireylerin aynı gerçekler hakkında neden farklı bi­
çim lerde düşünebildikleri ve gerçekleri neden farklı biçim lerde de-
ğerlendirebildikleri sorusuyla da ilgilenm iştir. Fakat, tam da düşün­
ce tarihinin bu evresinde, farklı dönemlerin düşünceleriyle ilgili
problemlerin, sadece nesneye derinden eğilm ekten çok, problemlere
ilişkin görüşlerin gerçekte neden ayrıştıklarının ortaya çıkarılmasıyla
çözüleb ileceği aşikârdır.
Egem en düşünce biçim lerinin erken birliğini ve daha sonraki ç e ­
şitliliğini açıklayan bu toplumsal etmenlerin yanı sıra, bir başka
önem li etm ene daha işaret edilm elidir. Her toplumda, içinde bulun­
dukları topluma dünyanın yorumunu sunmak m isyonunu üstlenen
toplumsal gruplar vardır. B iz onları “entelijensiya” olarak adlandırı­
yoruz. Bir toplum ne kadar durağansa, bu tabakanın belli bir statüye,
bir kastlar statüsüne, erişm esi de o kadar muhtemeldir. Örneğin bü­
yücüler, brahmanlan ya da ortaçağın ruhban sınıfını, toplumun dün­
yaya ilişkin imajını ve diğer tabakaların nahifçe oluşan dünya tasa­
rımlarındaki ayrılıkların aşılmasını ya da uzlaştınlm asını sahip olduk­
ları toplumsal tekel aracılığıyla kontrol altında tutan entelektüel taba­
kalar olarak değerlendirm ek mümkündür. Bu süreçte, yani toplumsal
gelişim in düşünsel yeteneği daha az kullanabildiği evrelerde, dinsel
öğüt, iman, öğretim gibi unsurlar, farklı dünya görüşlerini birbirle-
riyle upuygun kılmanın araçlarını oluşturmaktadır.
Kast olarak örgütlenm iş olan ve dinsel öğütte bulunm a, eğitim -
öğretim süreci ve dünyayı yorum lam a tekelini elinde tutan bu en te­
lektüel tabaka, iki toplum sal etm ence belirlenm ektedir. Bu tabaka,
çok iyi örgütlenm iş bir grubun, örneğin k ilisenin, savunuculuğu an­
lamındaki bir tem silciliğe soyunuyorsa, nihayet düşünceleri de bir
o kadar “skolastik” eğilim lere sahip olacaktır. Bir zamanlar sadece
bir sekt için geçerli olan düşünce biçim lerinin ve dolayısıyla da bu
düşünce biçim lerince içerilen ontolojinin v e bilgi teorisinin onay­
lanması v e kabul edilm esi için, dogm atik açıdan bağlayıcı bir gücün
etkide bulunm ası gerekir. Kenara itilm işlere karşı ortak bir cephe
oluşturm a gereksinim i b öyle bir g eçişi zorunlu kılmaktadır. Top­
lum sal yapı içerisindeki güçlerin bir yerde ve keskin bir şekilde
toplanm ası n ed en iyle de aynı sonuç m eydana gelebilir. Ki, bunun
sonucunda da, düşüncede ve d en eyim lerd e oluşan tek düzeliğin en
azından kendi kastının üyelerine bile olsa, esk iy e kıyasla daha bü­
yük bir başarıyla ve zorla kabul ettirilebilm esi sö z konusudur.
Bu tekelci düşünce biçim inin ikinci belirtisi, günlük yaşam daki
açık çatışm alara nispeten m esafeli kalmasıdır; dem ek ki, bu anlam ­
da da skolastik, yani akademik ve can sız kalmaktadır. Bu düşünm e
b içim i, ö n celik le ne som ut yaşam problem lerinden ne de doğaya v e
toplum a hükm etm e deneyim lerden hareketle m eydana gelm ekte­
dir. Bu düşünce b içim i, daha ziyad e d insel ve diğer yaşam alanla­
rından kaynaklanan gerçeklerin varoluşunu, m evcut, gelen ek sel ve
entelektüel açıdan kontrol ed ilem eyen ön koşullara bağlayan kendi
sistem leştirm e gereksinim inden doğar. Bu çatışm alar sonucu orta­
ya çıkan çelişkiler, farklı deneyim biçim lerinin çelişm elerinden z i­
yade, kendini d ogm atik leştirilm iş-geleneksel “hakikat”ın farklı y o ­
rum olasılıklarıyla özdeşleştiren aynı toplum sal yapı içerisindeki
farklı güç m evzilerin ce cisim leştirilm ektedir. Birbirleriyle uyuşm a­
yan grupların dayandıkları ve bu düşünce biçim ini çeşitli yollardan
m eşrulaştırm aya çalışan öncülerin dogm atik içeriği, gerçek apaçık­
lık kıstaslarına göre değerlendirildiğinde çoğu zaman kendini bir
rastlantı olarak göstermektedir. Bu içerik, tüm tinsel ve diğer dene­
yim geleneklerini kilisenin ruhban kastının gelen eği haline getiren
sektin tarihsel ve politik başarısına bağlanm ış olm ası nedeniyle, ta­
m am en k eyfi bir yapıya sahiptir.
S osyolojik açıdan bakıldığında -ortaçağ koşullarının a k sin e-
m odem ite için belirleyici olan, bu papaz tabakasının kilise tem elli
dünya yorum u tekelinin kırılmasından başka, kapalı ve inceden in­
ce y e örgütlenm iş bir entelektüel tabakanın yerine özgür bir enteli-
jensiyanın oluşm asıydı. Bu entelijensiyanın ana belirtisi, sürekli de­
ğişen toplum sal tabakalardan ve yaşam koşullarından giderek daha
çok beslenm esi; ayrıca düşünce biçim inin artık kast şeklinde örgüt­
lenm iş bir d üzen eğe bağlı olm amasıdır. Bu nedenle, kendilerine ait
toplum sal bir örgütlenm e alanı olm ayan entelektüeller, seslerini,
düşünce ve deneyim biçim lerini ancak, diğer tabakaların daha kap­
sam lı olan alanında birbirleriyle açık bir şekilde rekabet ederek ifa­
de edebilm işlerdir. Serbest rekabetin, tinsel üretim tarzları üzerin­
deki hükümranlığını, ancak tekelci-kastçı imtiyazların ortadan kalk­
m asıyla birlikte kurabildiği dikkate alındığında, toplumdaki bu ya­
rışmada entelektüellerin neden çok farklı düşünce ve deneyim b i­
çim lerine sahip çıktığını ve deneyim biçim lerini neden birbirleriyle
kızıştırdıkları daha iyi anlaşılmaktadır; ki entelektüeller -ruhban sı­
nıfından farklı olarak- kendi çabaları olm adan ulaşılm ası mümkün
olm ayan bir kam uoyuna yaranmak durumundaydılar. B ö y lece her
bir insanın farklı düşünce ve deneyim biçim inin, giderek kamusal
ifade gücü ve geçerlilik kazanm ası ve çeşitli kam uoyu oluşum ları­
na yaranma yarışı, kayda değer bir belirleyicilik haline geldi.
Bu süreçte, entelektüellerin tek bir düşünce biçim inin m evcud i­
yetine ilişkin hayalleri eriyip gitmiştir. Entelektüeller, eskiden o l­
duğu gibi, bizzat düşünm eyi tem sil ettiğini sandıklan skolastik dü­
şünce tarzının ve belli bir sınıfın ya da tabakanın mensupları d eğ il­
lerdi artık. N ispeten basit olan bu süreç sayesinde; düşüncelerin y e ­
niçağda tem elden sorgunlam asınm ruhban sınıfının sahip olduğu tin­
sel tekelin çöküşünden ön ce başlam adığını da anlayabiliyoruz. Üre­
ticilerinin toplum sal tekeli yok edildiği andan itibaren, neredeyse
tek adam m ışçasına kabul gören ve yapay biçim de ayakta tutulan
dünya imajı parça parça olmuştur. N ihayet dünyanın yorum lanm a­
sına ilişkin başka imkânların giderek daha çok kabul görm eye baş­
laması da entelektüellerin kilisenin katı örgütlenm esinden kurtul­
malarıyla birlikte ortaya çıkmıştır.
K ilisenin tinsel tekelinin sona erm esinin üzerinden çok g eç m e­
den, düşünce hayatının güzide dönem i başladı. Ancak aynı zam an­
da, üniter kilisenin örgütsel çözülm esi sonucunda, klasik antik ça ğ ­
dan beri düşünsel birlik ve düşüncenin eb ed î niteliğine ilişkin m ev ­
cut inanış da yeniden sarsıntıya uğradı. Buna yakın geçm işte bam ­
başka türden nedenler ek len d iyse de günüm üzdeki derin huzursuz­
luğun nedenleri, geriye, üniter kilise dönem ine kadar gider. M o ­
dern huzursuzluğun bu ilk dalgalanm asından, problem lerim izi gü ­
nüm üzde onlar olm adan ifade bile ed em eyeceğim iz ve tem elleri iti­
bariyle yep yen i, ep istem olojiyle bağlantılı, psikolojik ve sosyolojik
düşünce ve araştırma biçim leri doğmuştur. Bu yüzden, sormanın ve
araştırmanın bizim için geçerli olan birçok biçim inin bu benzersiz
toplum sal koşullardan nasıl doğduğunu, bundan sonraki bölüm de,
en azından genel hatlarıyla gösterm eye çalışacağız.3

3. E pistem oloji, P sikoloji ve S osyoloji ile İlgili M odern


G özlem Tarzlarının Kökenleri.
E pistem oloji, yen içağın g eleceğ in i haber veren üniter dünya
im ajındaki çöküşün ilk ön em li sonucuydu. Antik çağda old uğu g i­
bi, düşüncelerin gerçek tem ellerine kadar inen düşünürlerin, sade­
c e birçok dünya imajını d eğil, ayıu zam anda sayısız ontolojik düze­
ni k eşfetm eleri sonucunda doğan huzursuzluğa karşı ilk tepkiydi.
Epistem oloji, bu belirsizlikten artık dogm atik bir biçim de öğretilen
bir varlık teorisiyle ya da geçerliliğ i daha yüksek seviyelerd ek i bil­
gi b içim iy le tem ellendirilen bir dünya d üzen iyle d eğil, düşünen ö z ­
nenin analizinden başlayarak kurtulm aya çalıştı.
E p istem olojiyle ilg ili tüm kurgular, yönlerini özn e-n esn e kutup­
luluğuna göre tayin ederler.4 İşe y a herkesin nasıl olursa olsu n b il­
d iği d iye kabul ed ilen ve dogm atik bir biçim de varsayılan nesnel
dünyayla başlar v e özn en in bu dünya düzenindeki konum unu, b il­
g isiy le ilg ili güçlerini bu düzenden türeterek tanımlar; ya da doğru­
dan v e sorgusuz su alsiz m evcut olan ö zn ey le başlar ve geçerli bil­
ginin türetilebilm e olanağım özn ed en hareketle bulm aya çalışır.
N esn el dünya im ajının gen elde sarsılm am ış olduğu dönem lerde, ve
belirsizlik içerm eyen bir b içim de algılanan dünya düzeninin betim ­
lenebildiği çağlarda, idrak eden İnsanî ö zn eyi ve onun tinsel y ete­
neklerini nesnel etm enlere dayandırm a eğilim i vardır. Tek anlamlı
bir dünya d üzenine inanm anın ötesin d e, nesnelerin hiyerarşisinde
her bir n esn eye atfedilen “varlık d eğeri”ni bildiğini düşünen or­
taçağ egem en görüşüne göre, İnsanî yeteneklerin ve düşünm enin
3 T ekelci d ü şü n c en in içeriğ in e ilişk in bkz.: K. Mannheim, Die Bedeutung der
Konkurrenz im G ebiete des Geistigen [Tinsel Alanda Rekabetin Önemi], Ver­
handlungen des Sechsten D eutschen Soziologentages in Zürich [Z ü ric h ’teki
A ltın cı S o sy o lo g lar K ongresi G ö rü şm eleri] (Schriften der D eutschen G e­
sellschaft fü r Soziologie/ A lm an S o syoloji D em eği Y ayınlan, C ilt 6), T ü b in ­
gen 1929.
4 B kz.: K. M annheim , D ie S trukturanalyse der E rkenntnistheorie
[E p iste m o lo jin in Yapısalcı A nalizi], Ergänzungsband der K ant-Studien
[K ant A raştırm aları E k C ild i], N o. 5 7, B erlin 1922.
değeri nesnel dünyaya dayandırılmaktaydı. A ncak tarafımızca be­
tim lenen çöküşten sonra, k ilise sistem in ce belirlenen düzen kavra­
m ı, nesnel dünya karşısında problem li olm aya başlam ıştı; v e yönte­
m i, düşünen ö zn e içindeki nesnel varlığı kenetleyebilm ek koşuluy­
la tersyüz edip, İnsanî b ilgi fiilinin nitelik v e kabiliyetini özneden
hareketle belirlem ekten başka çare kalmam ıştı.
Daha ortaçağ düşüncesinde bu eğilim in öncülleri m evcuttu. A n­
cak bu eğ ilim bir yandan, Fransız ve A lm an felsefelerin in (D escar-
tes, Leibnitz v e Kant tarafından tem sil edilen) rasyonalist akım la­
rında; ö te yandan ise, ilk k ez tam anlam ıyla H obbes, L ocke, Berke-
ley v e H um e tarafından tem sil edilen, am a daha çok psikoloji yön e­
lim li epistem olojide ortaya çıkmıştır. D escartes’ın, tüm gelen ek sel
teorilere şü ph eyle yaklaşm aya çalışan ve sonunda şüphe götürm e­
yen cogito ergu su m 'a * ulaşan paradigmatik bir m ücadele olarak
tinsel deneyinin anlam ı, her şeyden ön ce burada yatmaktadır. D ün­
ya im ajına ilişkin tem elleri yeniden atmak için yo la çıkabilm esinin
tek noktası buydu.
Tüm bu denem eler, birbirine karşıt anlamlandırmalara tabî tu­
tulm ası sonucunda fazlasıyla belirsizleşen n esn eye kıyasla, özn eye
daha doğrudan ulaşılabilir olacağım ızı az çok belirtik bir şekilde
şart koşmaktadır. Bu nedenle -b ö y le bir şey i kontrol etm e olana­
ğım ızın daha fazla olm ası n ed en iy le- düşünm enin öznedeki oluşu­
munu müm kün olduğunca tekrar inşa etm em iz gerekm ektedir. O to­
rite prensibinin yıkılm asına ilişkin irade, zam an içerisinde öncelik
kazanan ampirik gözlem lerin ve oluşum la ilg ili ölçütlerin tek taraf­
lı tercihinde ortaya çıkan ve evrenin resmi anlam landıncısı olan ki­
lisey e karşı m uh alif bir tutum sergileyen bu irade, m erkezkaç bir
olgu olarak ortaya çıkm aktaydı. Ş öyle ki; sad ece özalgım da kontrol
edebildiklerim , kendi d en eysel faaliyetlerim ce doğrulanan, ya da
bizzat üretebildiğim veya (en azından) üretilebilir olarak düzenle-
yebildiklerim geçerlidir.
Sonuç olarak, gelen ek sellik ve k ilise tarafından teminat altına
alınan yaratılış tarihinin yerine, dünyanın şekillendirilm esine ilişkin
olarak çeşitli parçaların tinsel kontrole tabî tutulduğu bir tasarı
* “düşünüyorum öyleyse varım ".- ç.n.
m eydana gelm işti. D ünya im ajının bilgi edinm e fiili yolu y la üretil­
m esini içeren bu kavramsal m odel, ep istem olojin in problem ini de
çözü m e kavuşturmuştu. Ö znenin bilgi ed in m e fiili ve İnsanî b ilg i­
lerin doğruluk değerleri için taşıdığı rolün ve önem in kavranılm ası­
nın ancak k ogn itif im genin orjinlerinin açığa kavuşturulm asıyla
mümkün o lab ileceği umulmaktaydı.
Ancak insanlar, özneden geçen bu dolam baçlı yolun sad ece ça­
resizlikten kaynaklanan bir çözüm olduğunun; problem in tam anla­
m ıyla çözüm e ulaştırılm asının ve düşüncelerim izin değerinin orta­
ya çıkartılm asının ise, sadece insan ötesi v e yanılam az bir tinin ka­
rarlar vereb ilm esiyle mümkün olab ileceğin in bilincindeydi. Am a
ne var ki, geçm işte tam da bu yöntem başarısız olm uştu. Zira, g e ç ­
m iş teorilere yön eltilen eleştirilerin yoğu nlaşm ası, tam da en mut­
lak iddiaları taşıyan felse fî sistem lerin b ile, içyüzlerinin kolayca
anlaşılabileceği özaldanm alara maruz kalabileceklerinin net olarak
anlaşılm asına yol açtı. Bu yüzden, dünyaya gündelik yön elm ed e ve
p o zitif bilim lerde en uygun yöntem olarak görülen d en eycilik ter­
cih edilm ekteydi.
Tinsel b ilim ler tarihsel gelişim sürecinde oluşturulup şekillen -
dirilirken, tarihsel olarak gelişen dünya tasarımlarının ele alınması
ve felsefî-d in sel dünya imajlarının sahip oldukları tüm zenginlikler­
le birlikte oluştukları süreç çerçevesin de anlaşılm ası düşünm enin
çö z ü m len m esiy le m üm kün olabilm iştir. B ö y lec e, düşünm enin
araştırılması yoluna, ancak gelişim in in çeşitli basamaklarında ve
çok farklı tarihsel koşullarda, gidilebilm iştir. Öznenin yapısının
dünya imajını etkilem e biçimi, hakkında; hayvan, çocuk ve dil psi­
kolojisinin, d oğa halkları psikolojisinin ve fikirler tarihinin yardı­
m ıyla, aşkın bir öznenin eylem lerinin sad ece kurgul çözü m len m e­
sinden çok daha fazla şeyin söylen eb ileceği apaçıktı artık.
D em ek ki ep istem olojik ö zn ey e dönüş, işaret ettiğim iz üzere,
kendi içinde yin e sayısız özel alanlara ayrılan ve düşünce psikolo­
jisini de kapsayan bir psikolojiyi mümkün kıldı. A ncak, bu ampirik
psikolojinin kıstasları ayrıntılarıyla birlikte ne kadar gelişm iş ve
ampirik gö zlem de ne kadar çok ön em sen m iş idiyse; başta tahmin
edildiğinin tersine, yeni bir dünya tasarısına ulaşm anın kesin hare­
ket noktasının da, artık özne tarafından oluşturulmadığı göz ardı edi­
lem ezdi. G erçi, b elli bir anlamda, içsel deneyim in m evcudiyetinin
dışsal deneyim e kıyasla çok daha dolaysız hissedildiği açıktır; ve
deneyim lerin içsel bağlantısı, belli faaliyetleri üreten m otivasyonla­
rı duygudaşça anlama yeteneğine sahip oluğum uzda çok daha iyi
kavranabilir. A ncak, her şe y e rağm en, ontolojinin risklerinin tü­
m üyle ortadan kaldırılmasının mümkün olam ayacağı ortadaydı. Ruh
da, içsel olarak doğrudan algılanabilir tüm “ya şa n tıla rıy la , gerçek­
liğin yalnızca bir parçasını oluşturur. Ve bu yaşantılara ilişkin b ilg i­
nin ön koşulu bir gerçeklik teorisi, yani ontolojidir. Bu türden bir
ontolojinin dış dünya konusundaki geçerliliği ne kadar tartışılabilir
bir konum daysa, aynı konum , ruhsal gerçeklik konusu için de ge-
çerlidir.
Ancak şu var ki, Ortaçağ ile Y eniçağ’ın ortak yanını oluşturan
ve değerini dinî insanın özgözlem esin den kazanan .psikoloji, biçim i,
etkisini, dinî bir ontolojinin ruh üzerindeki etkisini k esik sizce ispat­
layan, anlam yüklü kavramlar şeklinde sürdürmektedir. Bu bağlam ­
da iyi ile kötünün kavgasıyla ortaya çıkan ve daha sonraları öznede
vücut bulduğu düşünülen psikoloji akla gelm ektedir. Bu türden bir
psikoloji, Pascal, M ontaigne ve Kierkegaard gibi insanların vicda­
nî çelişm eleri;ve şüphecilikleri çerçevesin de geliştirilm iştir. Bura­
da anlamlarla yüklü olan, çaresizlik, günah, talih ve yalnızlık gibi
deneyim lerle zen gin leşen -z ir a başından dinî bir hedefe yönelen
her deneyim som ut bir içeriğe sahiptir- ontolojik türdeki yön elim -
sel kavramlardır. Buna rağmen bu deneyim ler, zaman içerisinde git­
tikçe daha da an lam sızlaşm ış, y ü zey selleşm iş ve içeriksizleşm iştir;
buna paralel olarak da dış dünyada bağlı oldukları asıl sistem , yani
dinî ontolojileri zayıflamıştır. İçindeki çeşitli grupların, tanrı, yaşam
ve insanla ilgili anlamlar konusunda artık uzlaşam adığı bir toplum;
günahı, çaresizliği, talihi ve yaln ızlığı da, aynı şekilde anlaşarak an-
lamlandıramaz. D inî özn eye atıfta bulunmak da bu konuda çok işe
yaramayabilir. Yaşamın anlam ıyla ilgili sorularına yanıt bulm a im ­
kânına, kendi içine ancak k işisel anlamlandırma ve değer unsurları­
nı yok etm eyecek tarzda dalan bir kişi sahip olabilir. jAncak o ara­
da, ruhun bilim sel-içebakışçı gözlem i radikal bir form alizasyon ne­
d en iy le yeni biçim lere bürünmüştür. G enel olarak bu ruhsal iç yo k ­
lam a, aynı fizik sel görüngülerle ilgili deneylere ve inceden in ceye
araştırmalara özgü bir süreci kapsar. (Günah, çaresizlik, yalnızlık,
Hıristiyanlık sevgisi gibi) niteliksel içerikli anlam verici yorumların
yerini, korku duygusu, içsel çelişm elerin algısı, yalnızlık deneyim ­
leri, libido gibi form alize ed ilm iş özsellik ler almıştır. M ekanikten
alınm ış yorum sal şemaların insanların içsel deneylerine uygulan­
m ası çabasına gidilmiştir. Hedef; yan yana varlıklarını bireyin bün­
yesin d e sürdüren ve ortak biçim de etkili olan deneyim lerin içsel
değerler zenginliğinin olab ild iğin ce doğru kavranılmasından ziy a ­
de, anlam lı bir yere ulaşm ak ve ruhla ilgili olup bitenlerin tasarı­
m ını (konum , hareket, neden, sonuç gibi unsurlardan oluşan) m eka­
niğin basit şem asına olab ild iğin ce yaklaştırmak am acıyla bu dene­
yim lerin belli unsurlarının dışlanm asıydı. Problem, artık bir kişinin
kendisini idealleri ve normları nedeniyle nasıl algıladığı ve yin e bu
normlar v esilesiy le faaliyet ve ferâgatlarını nasıl anlamlandırdığı d e­
ğil; dışsal bir koşulun ölçülebilir bir olasılık derecesiyle, nasıl içsel
bir tepkiye y ol açab ileceği problem atiğinden ibaretti. D ışsal neden­
sellik kategorisi, biçim sel olarak basite indirgenm iş iki olayın dü­
zenli sırasıyla ilgili düşüncenin yanı sıra, yoğunlaşm aya devam
eden bir yöntem olarak da kullanılmıştır. “A lışılm ışın dışındaki bir
şeyin m eydana gelişin den ürküntü doğar” şem ası sö z konusu old u ­
ğunda, herhangi bir ürküntü biçim inin, (bir hayvan, ya da b ilin m ez­
liğin karşısındaki ürküntü gibi) birbirinden farklı içeriklerle bağlan­
tılı olm ası nedeniyle tam am ıyla değiştiği; ve, alışılm ışın dışındaki
“bir şeyler”in d e, zaten, tamam en alışılm ış bir biçim de bulunduğu
bağlam sal ilişkililik içinde d eğiştiği gerçeği, m aksatlı bir biçim de
g ö z ardı edilmektedir. Burada açıktan açığa hedeflenen ise, birbir­
lerinden niteliksel olarak farklılaşan bu olguların ortak karakteris­
tiklerinin biçim sel olarak soyutlanm ası olmuştur.
Ya da işlevsel bir kategori kullanılmıştır: Tekil olgular, genel
ruhsal m ekanizm anın b içim sel işleyişind e oynadıkları rolleri açısın ­
dan yorumlanmışlardır. Ö rneğin tinsel çelişm eler, aslında psişik
alanda entegre olm am ış ve çelişk ili iki eğilim in sonuçları, yani ö z ­
nenin yanlış uyumunun yansım ası olarak değerlendirilmişlerdir. O
zaman tinsel çelişm elerin işlev i, özn eyi bu uyum sürecini yeniden
d üzen lem eye ve yen i bir den ge kurmaya zorlam ak olacaktır.
Bu basitleştirici yöntem lerin bilgi edinm e sürecindeki değerini
inkâr etm ek, bilim in verim li gelişim i açısından bir geri adım atmak
olurdu. Zira bunlar, kolayca kontrol edilebilirler ve yüksek bir o la­
sılık d erecesiyle birçok olgu ya uygulanabilirler. N ed en sellik v e iş­
lev sellik kavram larıyla hareket eden ve gelişim lerinin en gellen m e­
si büyük hasarlara y o l açacak olan form alleştirici bilim lerin verim ­
liliği henüz yok olmamıştır. Ancak, verim li bir araştırma projesini
in celem ek başka bir şeydir; bu projeyi bir konunun b ilim sel olarak
ele alınm asının tek yolu olarak değerlendirm ekse yin e başka bir
şeydir. Her ne olursa olsun, dünyanın ve özellik le insanların ruhsal
yaşam ları hakkında bilinebileceklerin tek başına biçim sel yaklaşım ­
la mümkün olam ayacağı daha günüm üzde bile bellidir.)
B içim sel ve kolayca tanımlanabilir özselliklerin ortaya çıkarıla-
bilm esini mümkün kılabilecek ve (b ilim sel basitleştirm e yararına)
bulgusal olarak bu yöntem lerin dışına çıkarılan anlamsal bağlantı,
form elleştirm enini(iIişki ve işlevlerin açığa vurm asıyla) daha da
m ükem m elleştirilm esi sonucunda kurulamazı D eneyim lerin b içim ­
sel sonuçlarının titiz gözlem lenebilirliğini sağlam ak am acıyla, de­
neyim lerin ve değerlerin som ut niteliğinin dışlanm ası gerçekte de
zorunlu olabilir. A ncak b öyle bir bilim sel “tem izlem e”nin gerçek­
ten de asıl deneyim zenginliğinin yerine g eçeb ileceği inancı, bilim ­
sel bir fetişizm le sonuçlanırdı. A sıl yaşam deneyim inin bilim sel bir
genelleştirm e yapm akla ve bir olgunun tek bir yanını soyut bir bi­
çim de vurgulam akla zen gin leştirileb ileceğin e ilişkin düşünce ise,
daha da hatalı olurdu.
Ç elişm elerin olu şm a koşulları hakkında çok şey bilsek de, bu
koşulları yaşayan insanların içsel durumu hakkında ve bu insanların
içinde bulundukları ilişkilerden değerlerinin sarsılm ası sonucu nasıl
koptukları, kendilerini nasıl yeniden bulmaya çalıştıkları hakkında
yine de hiçbir şey b ilem eyebiliriz. N asıl neden-sonuç ile ilg ili olan
en keskin teori bile gerçekte kim ve ne olduğum uza ya da bir insan
olm anın ne anlama geld iğin e ilişkin soruya yanıt verm iyorsa; aynı
şekilde, herhangi bir n itelem eye dayanan ve en basit eylem den bi­
le beklenen ö zsel dünya yorum unu da beraberinde getirm ez.
M ekanist ve işlev selci teoriler, psikoloji içerisindeki bir araştır­
m a alanı olarak, oldukça büyük bir değere sahiptirler. A ncak yaşam
deneyim inin bütünlüğü sö z konusu olduğunda, işe yaramadıklarını
görm ek mümkündür. Zira, davranışın anlam lı h edefine ilişkin hiçbir
açıklam a getirem iyor olmaları nedeniyle, davranışın bu hedefe gö n ­
derme yapan unsurlarını anlamlandırmaktan da aciz kalırlar. M eka­
nist düşünce tarzı, ancak h ed ef ya da değerin başka bir yerden kay­
naklanması ve yaln ızca “araçlar” in celen diği sürece işe yarar. Fakat
düşüncelerin yaşam daki en ön em li işlev i, karar verm ek zorunda o l­
duğum uz zamanlarda davranışlarımızı yönlendirebilm eleridir. Veri­
len her gerçek karar (örneğin üçüncü şahıslara ya da toplum un dü­
zenlen m esin e ilişkin), iyi ve kötü olarak yaşam ın ve tinin anlamı
hakkındaki bir yargıyı içermektedir.
Burada, gen el m ekanist ile işlevsel teoriler aracılığıyla form alize
edilen unsurların v e genelleştirm enin, esasen insanların hedeflerine
daha kolay ulaşabilm eleri için ortaya çıktığı varsayım ına dayanan bir
paradoksla karşı karşıyayız. N esnelerin ve tinin dünyası; o dünyayı
nihai olarak oluşturan unsurları m eydana çıkarabilm ek ve yeniden
gruplandırabilmek için m ekanist ve işlevsel bir biçim de incelendi.
Analitik yöntem in ilk uygulanm ası sırasında henüz eylem in belirle­
diği (çoğu zaman daha ön cek i, dinsel bağlam da açıklanan bir dün­
yaya ait olan fragmanlardan oluşan) bir h ed ef bulunuyordu. İnsan­
lar, dünyayı sırf bu nihai hedefe göre şekillendirebilm ek am acından
hareket ederek, hedefin idraki için çaba gösteriyorlardı. Toplum; sırf
daha adil olan ya da herhangi başka bir şekilde tanrının takdirini ka­
zanabilecek toplum sal yaşam biçim lerinin inşa ed ilm esi am acıyla
analiz ediliyordu. İnsanlar; sırf kendi m anevi kurtuluşlarına götüren
yolu denetleyebilm ek am acıyla ruhla ilgileniyorlardı. Ancak insan­
lar, analitik yöntem in kullanım ı konusunda ne kadar ilerlem iş id iy ­
seler, h ed ef de ufuklarından bir o kadar uzaklaşm ıştır; ki, günüm üz­
de bir araştırmacı, N ietzsch e’y e atıfta bulunarak, şu sözleri sarf ed e­
bilmektedir: “N edenlerim i unuttum”. G ünüm üzde, hizm etinde ana­
lizin bulunm ası gereken bu hedeflerin ne olduğu sorusu sorulduğun­
da (pür teknik, ruhsal ya da toplum sal açılardan “en pürüzsüz işle-
y iş”5 gibi optim al koşullar varsayarak “inşa” etm ezsek eğer), bu so ­
ru ne doğa, ne ruh, ne de toplum açısından yanıtlanabilir. Bu “pürüz­
süz işley iş” hedefi, örneğin bir psikanaliste hastalarını niçin tedavi
edip iyileştirdiği sorusu sorulduğunda b ile, (tüm karmaşık gözlem
ve varsayımları göz ardı edersek eğer) sanki tek hedefm iş gibi g ö ­
zükmektedir. (B u) psikanalist, uyum konusunda, çoğu zaman opti­
mum kavramı dışında bir çözüm sunamamaktadır. Dahası kendi bi­
lim inden hareketle optim um kavramının ne olab ileceği konusuna da
bir açıklık getirem ez. Zira bu bilim , daha başından anlamlı olan her
hedefi tasfiye etmiştir.
B ununla b irlikte başka bir p rob lem le karşı k arşıyayız. Hem
top lu m sa l hem de ruhsal alanlarda etk ili o la b ilm ek iç in , asgari
ve anlam lı bir h ed efle birlikte anlam landırıcı kavram ların da o l­
m ası gerekir. A slın d a , olaylara sır f n ed en sel v e işle v se l açıdan
ya k la şsa k b ile, bu y a k la şım la sa d ec e hareket n ok tam ız olan o n ­
tolo jin in saklı an lam ının ne old u ğu n u k eşfed eriz. B ö y le bir ya k ­
laşım , d en ey im in tecrit ed ilm iş g ö z le m se l fa a liy e tle r e b ö lü n m e­
sin i, yan i e y le m in ato m iza sy o n u n u en g ellem iştir . M odern G e ş­
talt p s ik o lo jis i’nin d iliy le k onu şm ak gerek irse: O n tolojin in b i­
ze verd iğ i anlam landırm alar sa y e sin d e , e y le m se l b irim lerin e n ­
tegrasyonu nu ve - a k s i takdirde sak lı kalm a e ğ ilim in i g ö ste r e b i­
le c e k - b irey sel g ö z le m unsurlarını G e sta lt’la ilg ili bir b ağ la m ­
5 H erhalde, p arlam en ter devletlerdeki bakanlıkların başında bulunan kişilerin
idari p erso n eld en değil de, siyasî liderlerden seçilm e zoru n lu lu ğ u n a ilişkin
kuralın arkasında yatan sır da burada saklıdır H er uzm an ve ihtisas sahibi k i­
şi gibi idarede çalışan b ü ro k ratlar da, faaliyetleriyle nihai h e d e f arasındaki
bağlantıyı gözden kaçırm a eğilim i gösterirler. Ö zgürce o lu şm u ş olan k o lek tif
iradenin kam usal y aşam a en teg rasy o n u n u sim geleyen siyasi liderin, böyle bir
kuralla, sö z k onusu olan faaliy etler için gerekli v azg eç ileb ilir kaynakları si­
yasi m eselelerd e kasıtlı olarak nötralize edilm iş bir idareci uzm andan daha
o rganik biçim de en teg re edebilm esi varsayılm aktadır. Bkz.: B ürokratik D ü­
ş ü n c e n i n S o sy o lo jisi’y le ilgili bölüm , s. 102 ve devam ı.
G eştalt sö zcüğü A lm an ca’dır. A nlam ı kabaca biçim y a da şekil sözcüklerine
eşd eğ erd ir. IG estalt Psikolojisi: B içim (G eştalt) görüde v erilm iş olan bütün
dem ek tir; ö rneğin algı b ir bütündür, bir bütünselliktir; ö ğ elere ayrılm ış olan
algı birliği ö ğ elerin toplam ın d an d aha fazla bir şeydir, bundan dolayı özel bir
bütü n sellik niteliği vardır, ö rneğin bir m elodi, notaların toplam ından daha
fazla b ir şey d ir ve k en d in e ö zgü bir bütün o lu ştu ru r.| Bkz.: B edia A karsu,
da g ö re b ilm em izin ze m in in i de hazırlam aktadır.
Her ne kadar, sihirli-dinsel bir dünya im ajm ca belirlenen anlam,
artık “yan lış” kabul ediliyorsa da -{sa lt işlev sel açıdan değerlendi­
rildiğinde) hâlâ içsel-ruhsal gerçekliğin fragmanları ile nesnel-dış-
sal deneyim in fragmanlarının ilişkilendirilm esini ve her ikisinin de
b elli bir ey lem sel bütünlüğe göre düzenlenm esini sağlamaktadır.
G ittikçe daha net görebiliyoruz, anlamlandırm a - v e nerede o lu ş­
m uş olursa olsu n v e ister doğru ister yan lış o ls u n - b elli bir so sy o -
psikolojik işle v e sahiptir. Ş öyle ki, belli bir “durum tanım ı” dolayı­
sıyla birlikte bir şeyler yapm ak isteyen kişilerin ilgisin i ortak bir
zem in e çekm ektedir. Bir durum, bir grubun tüm üyeleri için aynı
şekilde tanım lanm ışsa, ancak gerçek bir durum haline gelir. Bir
grubun, bir başka grubu tanrıtanımaz d iye adlandırıp ona karşı sa­
vaş açm ası doğru ya da yan lış olabilir, ancak sadece bu tanımlama
sayesin de b ile bu savaş, toplum sal bir durum haline gelir. Bir gru­
bun faşist ya da kom ünist bir toplum sal form asyon için savaşm ası
doğru ya da yanlış olabilir, ancak sadece bu anlam y ü k leyici v e an-
lamlandırıcı tanım lam a b ile, eylem in ve karşı eylem in birbirinden
farklılaşm asını ve tüm bu olayların bir sü reçselliğe d önü şm esi o lg u ­
sunu yaratabilir. A nlam lı içeriklerinin gerçekten sonra boşaltılan
unsurlarla bitiştirilm esi, artık ey lem sel bir bütünlükle sonuçlanm a-
maktadır. A nlam sal unsurların, ruhsal durumların v e özellik le içsel
yaşam tarihinin teorik psikolojiden dışlanm asından sonra, anlam ­
sal bir bağlantı kurulmadan psikoloji alanınca kavranamayacağı g i­
derek daha iyi anlaşılmaktadır.
Ayrıca sad ece işlev selci açıdan yaklaşıldığında bile doğru ya da
yanlış olsun anlam la ilg ili çeşitli yorum ların türetilm esi büyük bir
önem taşır: Zira bu, olayların bir grup için toplum sallaşm ası anla­
mına gelir. Bir gruba; sad ece içine doğduğum uz, sad ece ona ait o l­
duğum uzu iddia ettiğim iz, ve nihayet sadece ona vefalı ve bağlı
kaldığım ız için ait d eğiliz; daha ziyade dünyayı ve dünyadaki belli
şeyleri onun gib i, yani o adı geçen grubun anlam sal yorumlarının
g özleriyle, gördüğüm üz için ait oluruz. Her kavramda, her som ut
anlam verm ede belli bir grubun deneyim leri billurlaşm ış bulun­
maktadır. Bir kişi “kraliyet” ded iğin de, bunu belli bir grup için ta­
şıdığı anlamda kullanabilir. B irisi kraliyetin sadece bir teşkilât, ör­
neğin postacılıkta olduğu gibi, bir idarî teşkilât anlamını taşıması
nedeniyle, bir başkası ise, kavramın yukarıdaki anlamını paylaşm a­
sı nedeniyle o grubun k olek tif eylem lerine katılamaz. B ö y lec e her
bir kavram, bireyleri sadece b elli özellik lere sahip bir gruba ve
onun eylem lerin e bağlam az; daha ziyade anlam ve önlem ed in diği­
m iz her kaynak, olayların bizi yönlendiren m erkezi eylem sel hede­
fi açısından yaşam asını ve algılanm asını mümkün kılan sağlam laştı­
rıcı bir belirleyici olarak etkisini gösterir.
D ışsal nesneler ve ruhsal yaşantılar dünyasının sürekli hareket
halinde olduğu sanılır. Fiiller bu durumu adlardan daha uygun bir
biçim d e sim gelem ektedir. Hareket halindeki şeyleri adlandırma­
m ız, kaçınılm az olarak, k olek tif eylem in şem asına da uygun gelen
belli bir katılaşm ayı içermektedir. Anlamlandırmalarımızın türetil-
m esi, nesnelerin eylem için ön em taşıyan özelliklerine vurgu yapa­
rak nesneleri katılaştırır; ve aynı zam anda tüm nesnelerin dayanm ış
olduğu v e sonsuza dek hareket eden sürecini k olek tif ey lem lehine
gizler. D o la y ısıyla başka hedeflere yön len eb ilecek verilerin makul
bir sıralamaya sokulm asını dışlar. Her kavram, olası başka anlam
kaynaklarına karşı bir tabu oluşturarak, yaşam ın çokluğunu eylem
uğruna basitleştirir ve tek düzeleştirir.
insanlara, farklı kaynaklardan türeyen anlamsal yorum lan ya­
saklayan egem en tabuların gücünün, m uhtem elen kilisenin tinsel
tekelinin çöküşüyle birlikte zayıflam ası, olayların form alize ed il­
m esini sağlayan işlevselleştirici bakış açısının günüm üzdeki varlığı­
nı da olanaklı hale getirmiştir. K ilisenin tinsel tekelinin çöküşü,
m uhalif grupların birbirleriyle çelişen , fakat sonuçta kendilerine
has dünya anlayışlarını ve nihayet anlam sal yorumlarını açıkça dışa
vurma şansını doğurmuştur. B ö y lec e biri için kral olan, bir başkası
için bir tiran olabilm ekteydi. Bu arada, daha ön ce de işaret ed ild iği
üzere, aynı toplum da anlam kazanabilecek ve birbirleriyle çelişen
birçok kaynağın sonuçta tüm anlam sal sistem leri parçalayabileceği-
ne ilişk in başka bir vurgu da yapılmalıdır. K onsensüs, som ut bir an­
lam sal sistem i dikkate alm akla kendi içinde yarılm ış olan b öyle bir
toplum da, artık sadece nesnelerin form alize edilm iş unsurlarınca
oluşturulabilir— örneğin, bir m onarkm b elli bir ülkede yaşayan in­
sanların çoğunluğu nezdinde, mutlak gücünü yasal olarak kullana­
bilen bir kişi olarak tanım lanm ası görüşü. Bu türden tanımlarda g ö ­
rüş birliğinin sağlanam adığı her ö zsellik , her değerlendirm e, işlev-
selci açıdan yeniden yorumlanmaktadır.
Daha ön ce m odern psikolojinin kökenlerine ilişkin söylen m iş
olanlara dönelim . Bunların hareket noktası özneydi. A ncak, özn ey e
vurgu v e yoğunlaşm a yardım ıyla çözü lm esi gereken baştaki prob­
lem lerin bu şekilde çözü lem ed iği de her halde b elli olmuştur. Ger­
çi yen i ampirik yöntem ler aracılığıyla yen i olan birçok şey k eşfe­
dilm iştir. Ö rneğin birçok kültürel olgunun psişik kökenine ilişkin
bulgular ortaya konmuştur. A ncak bunun sonucunda, tinin gerçek­
likte ne şekilde varolduğuna ilişkin tem el sorudan uzaklaşm ış o l­
duk. Psişik olguların işlevselleştirilm esi ve m ekanikleştirilm esi ne­
den iyle, ö ze llik le tinin ya da k işiliğin bütünlüğü kaybolmuştur. A n­
cak ruhsuz bir psikoloji, ontolojinin yerini alam az; o daha çok her
değerlendirm eyi, her ortak anlam sal ya da G eştalt bağlam ını redde­
den kategorilerde düşünm eye çalışm anın bir sonucudur. O ysa ki,
uzm anlaşm ış bir bilim in araştırma hipotezi için değerli olabilecek
bir şey, insanların davranışları için sıkıntı doğurabilir. Pratik yaşam ­
da bilim sel p sik olojiye gü ven ild iğin de (örneğin bir eğitim ci ya da
politikacı b öyle bir psikologa danıştığında), ortaya kendini y in ele­
yen güvensizlik konumları çıkmaktadır. Bu durumlarda bu türden
psikologların başka bir dünyada yaşadıkları v e gözlem lerini başka
bir dünyada yaşayan insanlar için kaydettikleri izlenim i doğm akta­
dır. M odem insanın bu türden bir d en eyim i, yüksek dereceli iş bö­
lümü nedeniyle bir tür yön süzlüğe yol açmaktadır; ve karşılığını da,
kategorileriyle en basit yaşam sürecini dahi analiz ed em eyen bir
psikolojinin köksüzlüğünde bulmaktadır. Bu psikolojinin gerçekte
de tinin problem leriyle ilgilen m em ek gibi bir âcizlik içinde bulun­
m ası, aynı zam anda günlük yaşam daki insana niçin destek olam a­
dığını da açıklamaktadır.
D em ek ki modern psikolojiyi, birbirinden tem el farklılıklarla
ayrılan iki eğilim nitelemektedir. Her ikisi de, insanlara tek düze bir
anlamsal bünye sunan, ortaçağ dünyasının çö zü lm esiy le mümkün
kılınmıştır. B irincisi, herhangi bir anlam ın özünü bulup, onu ö zn e­
deki oluşum uyla algılam aya çalışan eğilim dir (oluşum cu bakış açı­
sı). İkincisi ise, form alize edilm iş ve anlamsal açıdan içi boşaltılm ış
ruhsal unsurlardan bir nevi m ekanik inşa etm e denem esidir (psişik
m ekanik). Burada görünen, m ekanik düşünce m odelinin -b a şta
tahmin edildiği g ib i- sadece mekanik nesneler dünyasıyla sınırlı
kalmadığı görünmektedir. Bu m odel, asıl olarak nesnelerin geneline
bir nevi ilk yaklaşımdır. N iteliksel özelliklerin ve eşsiz durumların
tam anlam ıyla algılanm asını amaçlamak yerine, daha çok form alize
ed ilm iş-b a sitleştirilm iş unsurlar arasında görülen en belirgin
uyumlulukları ve d üzen leyici prensipleri belirlem eye çalışmıştır.
B iz bu yöntem i ayrıntılı olarak betim lem iş ve -o n a borçlu olduğu­
m uz tüm sonuçlara rağm en - yaşam sal yön elim ve davranış biçim i
açısından m odem insanın genel gü ven sizliğin e nasıl katkıda bulun­
duğunu görmüştük. E ylem de bulunan insan, kim olduğunu bilm ek
zorundadır; ve ruhsal yaşam ın on tolojisi, eylem de belli bir işlev e
sahiptir. Bu ontolojik değerler, m ekanist psikoloji ya da gerçeklik­
teki karşılığı olarak her şeyi kapsayan m ekanizasyonunun inşasını
öngören toplum sal hareketlilik tarafından reddedildiği ölçüd e, in­
sanların günlük yaşam larındaki özyönelim leri için gereken çok
önem li bir unsur artık yok ed ilm iş olmaktadır.
O luşum cu yön tem e başlam adan ön ce, başta daha derin bir ya­
şam anlayışına şu ya da bu biçim de katkıda bulunduğuna işaret
edilm elidir. Klasik felsefen in ve mantığın dogm atik tem silcileri, bir
fikrin oluşum unun onun geçerliliği ve anlamı hakkında hiçbir şey
ifade etm ediği iddiasında bulunm aya çalışmışlardır. Pitagoras’ın te­
orem ini anlamak için onun yaşam ı, iç çelişm eleri hakkında vs. bil­
diklerim izin değerinin çok az olduğuna ilişkin aşınm ış bir örneği
durmadan sunm ayı severler. Ancak bu itirazın tüm tinsel başarılar
için geçerli olduğunu düşünm üyorum . Incil'de geçen “en sondaki­
ler başta olsun” cüm lesini ezilen tabakaların isyanının ruhsal bir
yansım ası olarak anlamaya çalıştığım ızda, bu cüm leden titiz bir y o ­
rum açısından fazlasıyla faydalanabileceğim izi düşünüyorum. Hınç
( - öfke )* duygusunun -N ie tz sc h e ve başkalarının çeşitli yerlerde
gösterm iş olduğu g ib i- ahlâk yargılarının oluşumunda oynadığı ro­
* H ınç (-ö fk e): N ietzsclıe'y e g ö re hm ç-öfke köle ahlâkını tem sil eder. - ç.ıı.

F:4/ ideoloji ve Ütopya


lü dikkate aldığım ızda, bu cü m leyi daha iyi an layabileceğim izi dü­
şünüyorum. H ıristiyanizm örneğine gelince; alt tabakalara, en azın­
dan ruhsal açıdan, adaletli olm ayan bir değer sistem inden kurtulup
kendi değer sistem lerini inşa etm e cesareti verenin tam da bu hınç
olduğu söylenebilir. Hıncın değer yaratıcı işlevin i konu ed ecek olan
bu psiko-oluşum cu analizin yardım ıyla, Hıristiyanların m ı yok sa R o­
m a’mn hâkim sınıflannın mı haklı ya da haksız olduklan problem ine
hiç am a h iç değinm iyoruz. A ncak her ne olursa olsun, bu çö zü m le­
m e sayesinde yukandaki (în c il’den aldığım ız) cüm lenin anlamını da­
ha d erinlem esine kavrayabiliyoruz. Bu bağlam da, o cüm lenin her­
hangi biri tarafından doğrudan çok gen el bir anlamda ve çok genel
bir anlamdaki insanlar grubuna yön elik söylenm ed iğin i bilm ek; da­
ha çok sadece Hıristiyanlar gibi b elli bir biçim de ezilen ve karşı ç ı­
kışın içtepisinden dolayı m evcut haksızlıklardan kurtulmak isteyen
insanlar için gerçek bir dürtü haline geld iğin i anlamak hiç de ö n em ­
siz değildir. Bu örnekteki psişik olu şum , yani anlam verm eyle so ­
nuçlanan özendirm e ile bizzat anlam arasındaki ilişki, Pitagoras te­
orem indeki psişik oluşum dan farklıdır. M antıkçılar tarafından ö ze l­
likle seçilm iş örnekler, belli koşullar altında, bir anlam la bir başka
anlam arasındaki farklılık konusunda körleştirm eye ve önem li ko­
şulları karanlığa büren genelleştirm elere yol açabilirler.
P siko-oluşum cu yöntem , dem ek ki, birçok konuda - e n soyu t ve
en b içim sel ilişkilerin d eğil, daha çok m otivasyonun duygudaşça
yaşanm ası müm kün olan anlamlandırmalar ya da m otif yap ısıyla ve
deneyim bağlam ında algılanabilen anlamlı davranışların sö z konusu
o ld u ğ u - daha derin bir anlamsal anlayışa katkıda bulunabilir. Ö rne­
ğin , bir kişinin çocukken nasıl bir k işiliğe sahip olduğunu, hangi
ağır çelişm eleri yaşadığını, bu çelişm elerin hangi koşullar altında
m eydana g eld iğin i ve onlara ne şek ild e çözüm ler ürettiğini bildiğim
zaman; kişi hakkında dışsal yaşam tarihinden birkaç veriye sahip o l­
maktan daha çok şey bilebilirim . B ö y lec e kendi içinde, yen i şe y le ­
rin oluştuğu ve bunların ışığında deneyim lerin tüm ayrıntılarının y o ­
rumlanması gereken bağlam ı6 bilirim . Normların ve kültürel değer­
6 Şuna dikkat çekilm elidir ki, oluşum cu bakış açısı, deneyim unsurlarının atom i-
zasyonuyla ilgilenen m ekanist yöntem e kıyasla, karşılıklı etkileşim e vurgu yap­
maktadır.
lerin maddi nesneler olarak ele alınm asını öngören esk i m ekanist
kavramı yo k etm esi, psiko-oluşum cu yöntem in büyük başarısıdır.
Örneğin bu yöntem , kutsal bir m etinle karşı karşıya kaldığında,
normlara karşı girişilen ve b içim sel olarak yerleşik bir-itaatin yeri­
ne, normların ve kültürel değerlerin ilk başta içinde oluştukları ve
sürekli yeniden yorum lanıp e le geçirilebilm eleri için k esik siz bir
ilişki içinde bulunm ak zorunda kaldıkları sürece canlı bir şekilde
değer verir. Buradaki ruhsal olgunun, olgunun ta kendisi olduğu
aşikârdır. Tarihin ve yaşam ın anlamı; oluşum unda, akışında saklıdır.
B u anlayışa ilk ön ce romantikler ve H egel sahip olmuştur; ancak o
zam andan beri sürekli olarak yeniden keşfed ilm ek zorunda kalın­
mıştır.
A ncak psişik oluşum kavramı içerisinde, başından beri, zam an­
la geliştirilen ve kültür bilim lerine (dinler tarihine, edebiyata, sana­
ta vs.) nüfuz eden ikili bir sınırlam a m evcuttu; ve en sonunda bu sı­
nırlama, bu yöntem in önem ini nihai olarak kısıtlam akla tehdit ed i­
yordu.
En önem li sınırlama, her anlamın oluşum u ışığında ve arka pla­
nını oluşturan yaşam deneyim inin asıl bağlam ında kavramlması g e­
rektiğine işaret eden gözlem e dayanmaktadır. Bu gözlem , bu y ön ­
tem in sadece bireylere uygulanabileceğine ilişkin sakıncalı bir kısıt­
lılığı da içermektedir. Bu yüzden anlamsal oluşum , vakaların ç o ­
ğunda k olek tif bağlamdan ziyade bireysel yaşantıda aranmıştır. Ör­
neğin bu, önüm üzde bir fikir (örneğin kendini “en sondakiler baş­
takiler olsu n ” cü m lesind e gösteren ahlâkî değerler arasındaki h iye­
rarşinin şekildeğişim i fikri) bulup bu fikri oluşum cu açıdan açıkla­
m aya çalıştığım ızda; fikir sahibinin bireysel biyografisine dayanıp
bu fikri sadece bu kişinin k işisel tarihindeki ö ze l olaylara ve m otif­
lere dayanarak kavramak anlamına gelirdi. Gerçi bu yön tem le o l­
dukça çok şey eld e etm ek mümkündür; zira, nasıl beni gerçekte
m otive eden deneyim lerin yaşam tarihimde tem el bir kökeni ve
m ekânı varsa, yukarıdaki fikir sahibinin yaşam tarihi de aynı şekil­
de deneyim lerinin mekânıdır. A ncak, bir bireyin erken tarihinin re­
ferans alınm ası b elli bir bireysel davranış biçim i için yeterli olm ak­
la birlikte (örneğin psikanaliz, daha sonraki k işilik oluşum unun
sem ptom larını erken çocukluk dönem inin yaşantılarından hareketle
açıklam aya çalışm aktadır); sad ece bireysel yaşam tarihinin v e ana­
lizinin (bir toplum un tüm yaşam sal sistem inin, tüm çeşitlen m esiy ­
le, şek ild eğişim in e uğratan değerler d eğişim i gibi) toplum sal açı­
dan önem li kabul edilen bir davranış biçim inin açıklanm ası için y e­
terli olam ayacağı da aynı şekilde apaçıktır. Yukarıda işaret edilen
değerler d eğ işim i, her şeyden ön ce, her birinin kendine özgü dav­
ranış b içim iyle, m evcut toplum un d evrilm esine katkıda bulunan
yüzlerce/binlerce insanın içinde bulunduğu grup koşuluyla tem elli­
dir. Her birey, kendini etk ileyen yaşam sal koşullar bütünü içerisin­
de v e kendine yep yen i hareket biçim leri bularak, bu değerler d eğ i­
şim inin hazırlığını yapar. Bu nedenle, oluşum cu yöntem konuya d e­
rinlem esine eğilm ek istediğinde, kendini bireysel yaşam tarihiyle
sınırlandırmaktan ziyade; olaylara, sonunda bireysel yaşam tarihiy­
le ve kapsamındaki grup koşulu arasındaki bağım lılığı ortaya çıka­
rabilmek am acıyla çok daha g en iş bir boyutla yaklaşm ak durumun­
dadır. Zira bireysel yaşam tarihi, ortak yanlarını oluşturan o türden
bir d eğişim in birbirleriyle iç içe g eçm iş olan bir dizi yaşam tarihi
arasında sadece tek bir bileşendir. Her bir bireyin kısm î ve yeni m o­
tivasyonu, aslında, sayısız bireyin katıldığı bir m otivasyon bütünü­
nün tek bir parçasını oluşturmaktadır. Burada bireysel anlam sal olu ­
şumun yanı sıra grup yaşam ı bağlam ından doğan oluşum a işaret
ed ilm esini de so sy o lo jiy e borçluyuz.
Epistem oloji ve p sik olojiyle ilgili olan ve yukarıda değinilen
kültürel olguların in celen m esin e yarayan iki yöntem in ortak ö z e lli­
ği, anlamı özn ed ek i oluşum undan hareketle açıklam aya çalışm ala­
rıydı. Bu bağlamda, her iki yaklaşım ın da som ut bir bireyi ya da g e ­
nel bir tini g ö z önünde bulundurmalarından çok, bireysel tini grup­
tan ayrı düşünm eleri ön em liyd i. A ncak b öylece, gayri iradi de olsa,
epistem olojinin ve psikolojinin tem el problem lerine sosyolojin in
düzeltm ek zorunda kadığı yanlış öncüller getiriliyordu. S osyoloji
ise -k i bu ö zellik le büyük bir önem ta şır- bireyin bünyesi içeri­
sinde düşündüğü ve yaşadığı gruptan ayrı d üşünülebileceği kurgu­
sunu sona erdirmiştir.
İzole ed ilm iş ve kendi kendine yetinen birey kurgusu, farklı bi­
çim lerde, bireyci epistem olojinin ve oluşum cu psikolojinin tem eli­
ni oluşturmaktadır. Epistem oloji bu yalıtık ve kendi kendine yetinen
bireyle, bu bireyin sanki daha ilk baştan, pür düşünce dahil olm ak
üzere, insana özgü bütün niteliklere sah ip m işçesin e've sanki dün­
yayla ilg ili bilgilerini kendi içinde ve sadece d ış dünyayla kurul­
m uş olan ilişki sürecinde bitiştirm e yolu yla ed in m işçesin e ça lış­
mıştır. B ireyci gelişim p sikolojisinde birey, zorunlu olarak, gelişm e
süresince dışsal, doğal ve toplum sal çevrenin önceden şekillenm iş
yeteneklerini ortaya çıkarmaktan başka bir rol oynam adığı belli g e­
lişim evrelerinden geçer. Her iki teori de, abartılmış, teorik bir bi­
reycilik zem ini üstünde (yani R önesans ve bireyci liberalizm dö­
nem lerinde) oluşm uştur; b öyle bir bireycilik ise, ancak bireyle
grup arasındaki orijinal ilişkinin ortadan kaybolduğu toplum sal ko­
şullarda oluşabilirdi. Bu türden koşullar altında, toplum un bireyin
şekillenm esinde oynadığı rol, gözlerden o kadar uzaklaşır ki, birey­
lerin besbelli ki ortak bir yaşam dan ve bireyler arası ilişkilerden
kaynaklanan çoğu özellikleri orijinal doğasından ya da nüvesel
plazmadan türetilir. (B iz bu kurguya m etafiziksel açıdan değil; dü­
şüncelerin v e deneyim in oluşum uyla ilgili tasavvura, m uğlak veri­
ler taşıdığı için karşı çıkıyoruz.)
Bireyin dünyayla az ya da çok , ama önceden belirlenm iş mut­
lak yeteneklerden hareketle ilişki kurduğuna ve dünyayla ilgili
imajını ise, gerçeği bulma çabasını içeren süreçteki deneyim leri ara­
cılığ ıy la inşa ettiğine ilişkin görüşler son derece m uğlak tahm inler­
dir. Ayrıca bireyin, daha sonra, dünyayla ilgili im ajını, bu imajı ben­
zer bir şekilde bağım sızca inşa etm iş olan başka bireylerinkiyle
karşılaştırdığına; ve dünyayla ilgili gerçek imajın da nihayet bir ne­
vi karşılıklı müzakere içerisinde gün ışığına çıktığı fikrine inanma­
m ız son derece güçtür. Tam tersine, bilginin, herkesin ortak bir ka­
der, ortak bir eylem sellik bağlamında ve ortak zorlukların üstesin­
den gelm e çabası içerisinde (ki, bu süreçlere herkes farklı biçim ler­
de katılır) başından itibaren geliştirdiği işbirlikçi bir grup süreci o l­
duğunu söylem ek daha doğru olacaktır. Buna göre düşünce süreci­
nin sonuçları, kısm en de olsa birbirinden farklıdır. Zira, grup ü yele­
rinin ufkuna, dünyanın her olası yanı değil; sadece içinden grup için
zorluklar v e problem ler doğurabilecek olanlar ulaşmaktadır. Ve
marjinal gruplarca aynı şekilde paylaşılm ayan bu ortak dünya bile,
çoğunluğu oluşturan grubun alt gruplarına farklı biçim lerde yansı­
maktadır. Zira, işlevsel açıdan ayrım laşm ış bir toplum da, alt grup­
lar v e tabakalar, kendi dünyalarının ortak değerlerini farklı farklı bi­
çim lerde algılamaktadır. Her bir birey, yaşam sal problem lerin üste­
sinden ortaklaşa gelinm esi konusunda farklı farklı biçim lerde ilg i­
lenm ek zorunda kaldığı, farklı farklı yaşam sal çıkarları nedeniyle,
farklı parçalar içinde bulunmaktadır. N asıl 2 0 0 0 işçili son derece
uzm anlaşm ış bir işletm enin tekniği, çalışm a b içim i v e üretim i, bu
2 0 0 0 işçiden her birinin tek bir odada çalışm ası, aynı zam anda ay­
nı hareketi yapm ası ve her bir ürünü başından sonuna tek başına
üretm esi şeklinde düşünüldüğünde dahi k o lek tif düşü nceyi doğru
yansıtm ıyorsa; bilgi problem inin bireyci kavramı da, k olek tif dü­
şünceyi, aynı şekilde yanlış yansıtmaktadır. Elbette işçiler, gerçek­
te bu şekilde çalışm ayıp, ürünü daha ziyade k olek tif bir biçim de
üretmektedirler.
Bir süre için eski teoride, örneğin k olek tif çalışm a ve ey lem sü­
recinin bu bireyci yorum unda, “eksik olanlar nedir”, sorusunu so ­
ralım. Birincisi; gerçek iş bölüm ü bağlam ında gen el müdürden en
gen ç çırağa, her bir bireyin em eğin in niteliğini belirleyen ve tek bir
işçi tarafından üretilen her bir k ısm î ürünün doğasını tamam layan
bütün g ö z ardı edilm iştir. D üşünce ve deneyim lerin içerdiği top­
lum sal niteliğin dikkate alınm am ası, bazılarının düşündüğü gibi,
“kitleler”in rolünün hesaba katılm am asından ve “büyük şah siyetle­
rin” rolünün abartılmasından kaynaklanmamaktadır. Bu ihm al, da­
ha ziyade, her bir bireysel deneyim in ve her bir algılam anın grup
içerisinde cereyan edip g eliştiği orijinal toplum sal bağlantının hiç­
bir zaman analiz edilip anlaşılam am ası gerçeğiyle açıklanabilir.7 İş
7 H içbir şey, bireyci ile sosyolojik açı arasındaki karşıtlığın “ büyük şahsiyet” ile
“kitle” arasındaki karşıtlığa benzediği tahm ini kadar yanlış olam az. Sosyoloji­
nin, “büyük ş a h s iy e fin toplum sal süreçteki rolünü betim lem em esi için hiçbir
neden yoktur. G erçek farklılık; bireyci açının, çoğu zam an, toplum un çeşitli bi­
çim lerinin h er bir bireysel y eteneğin gelişim inde oynadığı rolünü gözden ka­
çırm asından ibarettir. Ki, öte y andan sosyoloji, bireysel eylem i, başından beri,
sürekli grup yaşam ı bağlam ı içerisinde yorum lam aya çalışm aktadır.
bölüm ünü andıran, ancak işb ölü m ü yle özd eş olm ayan yaşam süre­
ci unsurlarının birbirleriyle olan orijinal bağım lılık ilişkisi, tarım
toplum unda kentsel dünyadan farklılaşır. Şehir yaşam ıyla birlikte
kentsel dünyaya katılan farklı gruplar, hayatlarına aynı zaman d ili­
m i içerisinde devam ederken birbirlerinden farklılaşan b ilgi prob­
lem lerine sahip olurlar ve artık aynı konu açısından dahi olsa dene­
yim edinim lerine farklı yollarla ulaşırlar. O luşum cu anlayış, başın­
dan beri, 2 0 0 0 kişilik bir grubun aynı nesneyi birbirinden iki bin
farklı şekilde algıladığını değil; daha ziyade, bu grubun yaşam ının
içsel ifade ed ilişi n ed en iyle k olek tif bir şekilde, birbirleriyle v e bir­
birlerine karşı hareket eden ve düşünen, çeşitli işlev v e çıkarlara sa­
hip alt grupların oluştuğunu dikkate alırsa ancak; aynı toplum içeri­
sinde farklı üyelerin birbirinden farklılaşan toplum sal geçm işlerine
borçlu olunan farklı anlamsal yorumların olu şab ileceğin e ilişkin bir
anlayış geliştirilebilir.
K lasik epistem olojinin, bilgi edinm e sürecinin oluşum unu be­
tim lerken, bilginin; pür teorik yaklaşım fiilinden ileri geliyorm uş
gibi hareket etm esi, gayri iradi bir başka deform asyona daha yol
açmaktadır. Burada, marjinal bir olay, bir tem el prensibe yü kseltil­
m iş gibi görünmektedir. Kural olarak İnsanî düşüncenin grup yaşa­
mı içerisindeki düşüncelerin kesiksiz akışını sağlam ası için iradi ve
duygusal bir alt akıntıya gereksinim i vardır, bu nedenle m otivasyo­
nunu, genel olarak tefekkürün içtepisinden alm az. B ilginin tem elde
k olek tif bir nitelik taşım ası (ki, sadece birey düşüncesi kural dışı bir
durum olarak geç bir akımı tem sil eder), ön celikle altbilinçsel hazır­
lanm ış bir d eneyim topluluğu olan bilgi topluluğunu şart koşar. A n­
cak düşüncelerin büyük bölüm ünün k olek tif eylem d e tem ellendiği
bir kere kavrandığında, k olek tif altbilincin gücünün de kabul ed il­
m esi gerekir. B ilgiye, sosyolojik yaklaşım ın tam olarak gelişm esi
durumunda ise, rasyonel bilginin irrasyonel tem ellerinin kadem e
kademe ortaya çıkarılması artık kaçınılm az olacaktır.
B ilgideki toplum sal etm enin, fikirler oluşum unun epistem olojik
ve psikolojik analizi tarafından; bu kadar geç k eşfed ilm esi her iki
bilim alanının da toplumun bireyci biçim i evresinde oluşm alarıyla
açıklanabilir. Problem lerini, oldukça radikal tarzdaki bir bireycili­
ğin ve ö zn elciliğin egem en olduğu, ortaçağ toplum sal düzenin çö ­
züldüğü v e burjuva-kapitalist çağın başlangıcındaki bir dönem de
form üle etm işlerdir. Burjuva toplum sal düzenin orijinal ilişkiler
bütününün sö z konusu problem lerinin, kendileri açısından büyük
ölçüd e görülem ez koşullar içerisinde in celem ey e çalışan entelektü­
el ve ayrıca varlıklı-eğitim li kişileri, bu nedenle; bilgiyi v e d en eyi­
mi büyük bir güven içerisinde ve tipik bireysel olgular olarak be­
tim lem işlerdir. Ve gerçekliğin sadece hâkim azınlıkların ilgilendiği
ve bireylerin birbirleriyle olan rekabetince belirlenen kısm ını hesa­
ba katmış olm aları; toplum sal olayların, sadece özerk bireylerin
kendilerinden hareketle ey lem d e bulunm a ve bilgi edinm e girişi­
m inden ibaret olduğunu düşünm elerine yol açmıştır. Toplum , b öy­
le kısm î bir açıdan bakıldığında, sadece kendiliğinden olan bireysel
ey lem v e bilgi edinm e fiillerinin günü gününe uym ayan çe şitlili­
ğinden ibaretmiş gibi görünebiliyordu. A ncak aşırı bireyci olan bu
bakış, bir bütün olarak sözüm ona liberal toplum sal yapı için bile
geçerli değildir. Zira, önde gelen bireylerin eylem ve bilgideki nis­
peten özgür girişim leri de toplum sal koşullar ve onların üstlendiği
problem ler tarafından yönetilm ektedir. (D em ek ki bu konuda da bi­
reysel girişim lerin saklı bir toplum sal iç içe girm eyle tem ellendik­
lerini görm ekteyiz.) Öte yandan, belli tabakalar (serbest rekabete
verilm iş olan büyük önem n ed en iyle), düşünce ve eylem lerin de da­
ha yüksek dereceli bir b ireyselleşm e edinim ini mümkün kılabile­
cek toplum sal yapılara da sahiptir. A ncak, düşüncelerin doğasının,
genel olarak istisnai ve görece b ireyselleştirilm iş düşüncelerin g e­
liştirilm esini müm kün kılan bu özel tarihsel koşullardan hareketle
tanım lanması doğru olm az. Bu istisnai koşulları, düşünceler psiko­
lojisi ve ep istem olojik açıdan aksiyom atik kabul etm ek, tarihsel
gerçekleri çarpıtmak anlam ına gelirdi. E pistem olojim iz, d üşü ncele­
rin toplum sal n iteliğini, daha baştan kabul etm ediği ve b ireyselleş­
m iş düşünceleri sadece istisnai bir durum olarak gördüğü sürece,
ne uygun bir düşünceler psikolojisine ve ne de bilginin teorisine
ulaşabilir.
Sosyolojik bakış açısının diğer yöntem lere nispeten g eç katılmış
olm asının bu bağlamda da rastlantısal olm adığı açıktır. Toplumun ve
idrakin bir arada değerlendirilm esinin; insanlığın, anarşik bir duru­
m a yaklaşan bireyci, yönlendirem ez hale gelm iş bir toplum sal e ğ i­
lim karşısında, ancak yeniden ve oldukça büyük çabalarla, daha çok
organik bir toplum sal düzen tasarısıyla durabildiği bir dönem de
mümkün olabilm esi, henüz rastlantısaldır. B ö y le bir durumda, bi­
reysel deneyim leri tek tek bireylerin deneyim akıntılarına ve her iki­
sini de deneyim in ve eylem selliğin kapsayıcı birlikteliğindeki bü­
tünde birleştiren iç içe girme süreciyle ilgili genel bir duyarlılığın
olu şm ası zorunludur. B ilginin şim dilerde oluşan teorisi de, bilginin
toplum sal yapıya kök salışm ı tem el alm aya çabalamaktadır. Bu te­
ori içerisinde, bireyci ve m ekanist nosyonun abartılmasından m ey­
dana gelen yabancılaşm anın ve çözülm enin önünü alm aya çalışan
bir n evi yen i bir yaşam sal yön elim “iş başında”dır. Problem atiğe
epistem olojik, psikolojik ve sosyolojik yaklaşım lar, bilgi edinm e
sürecinin doğasının sorgulanm asının ve incelenm esinin en önem li
üç biçim ini oluşturmaktadır. B iz bu biçim leri, bütünlükçü bir duru­
mun, zorunlu bir düzenle, arka arkaya v e birbirlerine nüfuz ederek
gelişen parçalarıym ış gibi b etim lem eye çalıştık. Bu biçim ler, bu
açıdan bakıldığında, bu kitapta sunulan düşüncelerin tem elini o lu ş­
turmaktadır.

4. Günümüzün P roblem i O larak


K o lek tif Bilinçdışının Kontrolü.
B ilim sel gelişim seyrinde m eydana gelen düşünce biçim lerinin
çokluğu problem inin ortaya çıkm asıyla birlikte şim diye kadar saklı
kalan k olek tif-b ilin çd ışı hâkim m otiflerin algılanabilir hale g elm e­
si, zam anım ız için karakteristik olan tinsel kaygının veçhelerinden
sadece birisidir. B ilginin demokratik bir tarzda yaygınlaştırılm asına
rağm en, yukarıda d eğinm iş olduğum uz felse fi, psikolojik ve so sy o ­
lojik problem ler, sadece, bu tinsel süreci zaman içerisinde kendile­
rine özgü m esleki bir im tiyaz olarak değerlendiren nispeten küçük
bir tinsel azınlıkla sınırlı kalmıştır. Ki bu -artan dem okratikleşm ey­
le birlikte tüm tabakalar politik ve felse fî tartışmaların içine çekil-
m eseydiler e ğ e r - gerçekten de bu grubun özel uğraşı olarak değer­
lendirilebilirdi.
Ancak betim lem em iz, entelektüeller tarafından sürdürülen tar­
tışm anın derin köklerini tüm toplum sal koşullarda bulm anın daha
şim diden m üm kün olduğunu gösterm iştir. Entelektüellerin prob­
lem leri, birkaç açıdan ve aslında tüm toplum u kapsayan sosyal ve
tinsel krizin sadece rasyonalistçe kavranılm asından ve sadece y o ­
ğunlaştırılarak yüceltilm esinden ibaretti. Ortaçağda k ilise tarafın­
dan tem inat altına alınan nesnel dünya imajının çöküşü, en sıradan
insanda bile yansım asını bulm uştu. Bu arada kitleler, filozofların
kendi aralarında ve rasyonel bir term inoloji aracılığıyla verdikleri
m ücadeleyi, sad ece dinsel çelişm eler b içim inde yaşam ıştır.
K ilise kurumu, tarımsal-durağan bir dünyada, tüm ö zlü şeyleri
açıklayabilm iş olan ilahi vahiy tarafından tem inat altına alınan tek
öğreti sistem inin yerine geçtiğinde; birçok küçük tarikat, daha ö n ­
celeri bir dünya dininin m evcut olduğu yerde yükseldiğinde; sıra­
dan insanların ruh halleri de, entelektüellerin yaşadığı fe lse fî alan­
da birçok gerçeklik ve epistem olojinin eşzam anlı varlığından kay­
naklanan gerilim leri çağrıştıran gerilim lere maruz kalmıştır.
Protestanizm , yen içağın başında kilise kurumunca teminat altı­
na alınm ış olan ve vah iyle inen esen liğin yerine, yin e esen lik le il­
g ili özn el ve kesin bilgi kavramını yerleştirm iştir. Bu öğreti, her ki­
şinin; davranışıyla tanrıyı m em nun edip etm eyeceğin e ve kendisini
esen liğ e ulaştırıp ulaştıram ayacağına ilişkin kararını kendi öznel
vicdanına dayanarak vereb ileceği varsayım ından hareket etmiştir.
B ö y lece Protestanizm , o zam ana dek nesnel olan bir kriteri öznel-
leştirmiştir; v e m odem ep istem olojin in nesn el olarak tem inat altı­
na alınm ış bir varlık düzeninden bireysel ö zn ey e doğru geri çek il­
m esi de buna tekabül etmiştir. E sen lik le ilg ili özn el kesin bilgiden
ayrı olarak, gerçek bir öğrenm e hırsı doğrultusunda ortaya çıkan
ruhsal süreçlerin gözlen m esi olgu su, insanların eskiden kendi ruh
hallerinde k eşfetm eye çabaladıkları esen lik kriterlerinin esas alın ­
m asından daha önem li bir p sik olojiye uzanan yold a atılan çok bü­
yük bir adım değildi.
Aydınlatılm ış m utlakiyet dönem inde devletlerin çoğunun k ilise­
yi bizzat kiliseden devraldıkları yöntem lerle zayıflatm a politikaları,
resmi olarak kabul gören nesnel dünya düzeni inancı konusunda da
hiçbir şekilde destek leyici olm adı. Zira, kilise tarafından tem inat al­
tına alman nesnel bir dünya yorumunun yerine, d evletçe tem inat al­
tına alman bir yorumu yerleştirm eye çalışm ışlardı. B öy lece, aynı
zam anda yükselen burjuvazinin silahlarından biri olan aydınlanm a
hareketi de desteklenm iş oldu. M odem d evlet ve burjuvazi, dinsel
dünya imajının gittikçe artan derecede rasyonel-doğalcı dünya im a­
jıy la bir kenara itildiği oranda - k i, rasyonel düşünce için gerekli
olan bilgi zenginliği gen iş kitlelere ulaşam am ıştır- başarılı olm uş­
tur. Ü stelik bu rasyonel dünya imajı; daha kendine ilgi duyan ç e v ­
relerin yaşam ve düşünce biçim lerinin b ireyselleşm esin i m ümkün
kılacak bir toplum sal konum a ulaşamadan başarılı olmuştur.
B ireyselleşm eyi h ed efleyen ve bu hedefi zorlayan toplum sal bir
yaşam koşulu olm adan k olek tif m itlerden mahrum kılınm ış bir ya­
şam neredeyse çek ilm ez olacaktır. Tüccar, işveren, entelektüel;
bunların her biri, günlük yaşam ın üstesinden gelm ede rasyonel ka­
rarların zorunlu bir hal aldığı toplum sal bir konumda yer alırlar. A n­
cak, bu tür kararlar verm ek isteyen bireyin, başkalarından bağım sız
davranması, dolayısıyla belli problem leri rasyonel bir biçim de ve
kendi çıkarları doğrultusunda derinden düşünm esi gerekir. Elbette
ki bu, ne gelen ek sel çiftçiler için ne de son zamanlarda ortaya çık ­
mış olan, alt kadem edeki (ücretli) memurların çoğunluğu için ge-
çerlidir; zira toplum sal konumları itibariyle, gereğinden fazla in isi­
yatif gösterm ek ve gereğinden fazla ihtiyatlı olm ak zorunda d eğ il­
lerdir. Davranışları, bir yere kadar, mitler, gelenekler ve liderlere
karşı olan inanış tarafından düzenlenmektedir. Günlük yaşam ların­
da m eslekleri n edeniyle, kendilerine ait kararların verilm esini
mümkün kılan ve kendilerine ait k işisel bakış açıları doğrultusunda
doğrunun ya da yanlışın ne olab ileceği hakkında fikir veren birey­
selleşm ey e zorlanm ayan; ve kendilerine hiçbir zaman koşulları,
unsurlarına bölm e fırsatı verilm eyen ve ait oldukları gruba özgü ka­
rar verm e biçim inden tecrit edildikleri ve kendi kendilerine düşün­
mek zorunda kaldıkları zaman bile sarsılm az bir özgü ven geliştir­
m eyi başaramayan bireyler, kuşkuculuk gibi ağır içsel krizler kar­
şısında, krizler dinsel alanda yer alsalar dahi, sağlam durmayı ve
dengede kalmayı başaramayacaklardır. Eğer b ireyselleşm e aşam a­
sındaki m odem insan, aydınlanm anın rasyonalizm i tem elinde yaşa­
mak istiyorsa, o zaman sürekli yeniden kazanılm ası gereken içsel
bir d enge olarak yaşam , çalışarak elde ed ilm esi gereken b aşlıca y e ­
ni unsur olarak belirginleşm elidir. İş bölüm ü ve işlevlerin ayrım ­
laşm ası bağlamında, tüm bireylere inisiyatiflerini tam anlam ıyla ge-
^ ’'ü ecîk 'eri ve bireysel kararl?nnı yansıtabilecekleri proble-
matikler v e etki alanları sunam ayan bir toplum; ortaya etkin bir
toplum sal gerçeklik hali alabilm esi umulan kesin bir bireysel-ras-
yo n el dünya görüşü de koyam az.
Entelektüeller, (her ne kadar din, zayıflatılm ış b içim iyle de olsa,
ritüel v e kült olarak, şükran faaliyetlerinde ve esrik d en eyim biçim ­
lerinde yaşam aya devam ediyor id iyse de) aydınlanm acı asırların
halkı gerçekten tem elinden değiştirdiğine ilişkin yan lış inanışa ko­
laylıkla kayabilirler; ama aydınlanm anın etkisi, dinsel dünya im ajı­
nı gen iş çapta sarsacak kadar büyüktü. Sanayi toplum una özgü dü­
şünce biçim leri; san ayiyle o ya da bu şekilde ilintili olan alanlara
yavaş yavaş nüfuz edip, dinsel dünya yorum unun unsurlarının içi­
ni, zam an içerisinde birbirini izleyerek boşaltmışlardır.
Mutlak devletin, kendi dünya yorum u üzerinde tasarrufta bu­
lunm ayı aynı zam anda kendine özgü bir hak olarak görm esi, toplu­
mun dem okratikleştirilm esi çerçevesin de ve d olayısıyla belli bir
eğ ilim yönünde atılm ış önem li bir adım oldu. Bu eğilim , politikanın
kendi dünya im ajını bir silah olarak kullanabileceğini gösterm esi ve
politikanın sadece bir iktidar m ücadelesinden ibaret olm adığını,
başlıca önem ini de ancak hedeflerinin içini politik bir felse fey le ,
p olitik bir dünya görüşüyle anlam landırabildiği takdirde kazanabi­
le ce ğ in e işaret etmiştir. G ittikçe artan dem okratikleşm eyle birlikte,
sad ece devletin d eğil, siyasî partilerin de m ücadelelerini, felse fî
açıdan nasıl tem ellendirm eye çalışıp sistem atikleştirm e eğilim in e
girdiklerini ayrıntılarla gösterm ek gerekm ez. Liberalizm , daha son ­
ra ise, liberalizm in yolunu tereddütlü bir şekilde takip eden m uha­
fazakârlık v e nihayet sosyalizm , politik hedeflerini fe lse fî bir ilk ey ­
le, sağlam ca tem ellendirilm iş düşünm e yön tem leriyle ve önceden
kararlaştırılmış sonuçlarla donatılm ış bir dünya im ajına dönüştür­
müşlerdir. B ö y lece dinsel dünya imajının bölünm esine, politik
perspektiflerin bölünm esi de ek len m iş oldu. A ncak, k iliseler ve
sektler, m ücadelelerini çeşitli irrasyonel inanç m addeleriyle sürdü­
rürken v e sonuçta rasyonel unsur, sadece ruhban sınıfının üyeleri ve
sayıca çok küçük bir grubu tem sil eden ruhbandan olm ayan eğitim ­
li kişiler için geliştirilirken; yeni yen i ortaya çıkan siyasî partiler,
düşünce sistem lerine kattıkları çok daha gen iş çapta rasyonel ve
mümkün olduğunca bilim sel gerek çeye daha fazla önem verm işler­
dir. Bu durum, siy a sî partilerin tarihsel olarak oldukça geç, bilim in
daha büyük sosyal prestije sahip olduğu bir dönem inde oluşm ala­
rından ve kısm en de - e n azından ilk dönem lerde bu b ö y le y d i- ken­
dilerini özgür kılm ış entelektüeller arasından seçilen profesyonel
kadroların oluşturulm a biçim inden kaynaklanmaktadır. K olektif
eylem lerin, inançlarının açığa vurulm asıyla d eğil, daha çok rasyonel
bir şekilde gösterilip gerekçelendirilebilen bir fikirler sistem iyle te-
m ellendirilm esi, sanayi toplumunun çıkarlarına olduğu kadar ente-
lektüellerinkine de tekabül ediyordu.
Zaman içerisinde politika ile b ilim sel düşünceler arasındaki bu
kaynaşm a, her türden politikanın, en azından dışa karşı gösterm eye
çabaladığı şekliyle, kendine b ilim sel bir süs verm esi ve öte yandan,
bilim sel yaklaşım ların politik bir renk tonuna bürünm esiyle sonuç­
lanmıştır.
Bu kaynaşm anın olum suz etkileri kadar olum lu etkileri de o l­
muştur. Kaynaşma, bilim sel fikirlerin yayılm asını kolaylaştırmıştır;
d olayısıyla bundan böyle, giderek daha büyük gruplar, toplum sal
konumlarını tüm politik varlıkları çerçevesinde, ama teorik olarak
gerekçelendirm ek zorunda kalmışlardır. B ö y lece - ç o ğ u zam an pro­
paganda şeklinde de o ls a - toplum ve politika hakkında b ilim sel ka­
tegorilerle düşünm eyi öğrenm işlerdir. D em ek ki gerçekliğin, so ­
mut olarak üstesinden gelm esi ve problem leri sürekli kendine özgü
bir etki alanı olan toplum a bağlayacak bir konu bulm ası, politika ve
toplum la ilgili bilim in işine yaramıştır. Toplumun krizleri ve çö zü l­
m esi gereken problem leri, olayları analiz edilebilir hale getiren am ­
pirik n esneyi, politik ve toplum sal yorum ve varsayımları oluştur­
muşlardır. Adam Smith ve M arx’ın teorileri - k i bunlar, birçok ör­
nek arasında sadece ik isi-, kolektifçe yaşanm ış olayların yorum lan­
m ası ve analiz çabaları bağlamında geliştirilmiştir.
Ancak, teori ile politika arasındaki bu doğrudan bağlantının
başlıca nedeni şudur: Yeni gerçeklere yanıt verm ek isteyen bilgi,
her zaman d en eyci niteliğini m uhafaza etm ek zorundayken; politik
tutumun hükm ettiği düşünceler, yen i yaşantılara sürekli uyarlana-
b ilm e lüksüne sahip değildirler. S iy a sî partiler, örgütlü olm aları g i­
bi basit bir nedenden dolayı, ne düşünce yöntem lerini esnek tutabi­
lir, ne de araştırmaları sonucunda m eydana gelen her sonucu kabul
etm eye kolayca rıza gösterebilirler. Yapıları itibariyle hem tüzel ki­
şilik, hem de m ücadele örgütleridirler. A slında, tek başına bu du­
rum b ile, siy a sî partileri dogm atik bir eğ ilim e zorlamaktadır. Ente­
lektüeller ise, esk i istikrarsız koşullar altında bile algılam ayla ilgili
gen iş ufuklu yeteneklerini ve esnekliklerini partinin p rofesyonel
kadroları konum una geldikleri oranda yitirmişlerdir.
B ilim ile politika arasındaki bu bağlantı sonucunda ortaya çıkan
bir başka tehlike ise, politik düşü nceye nüfuz eden krizlerin bilim ­
sel düşüncenin krizine d önüşm e tehlikesi doğurmasıdır. Burada
m evcut olan problem bütünü içinden, günüm üz koşullarının karak­
teristik bir gerçeğin e vurgu yapm alıyız. Politika çatışmadır; v e ça­
tışm a olarak da gittikçe artan derecede bir ölüm kalım savaşm a d ö­
nüşm e eğ ilim i gösterm ektedir. Bu savaş ne kadar şiddetlendiyse;
bu savaştan, eskiden bilinçdışı olm asına karşın, etkilerini de bir o
kadar yoğun bir biçim de gösteren ve nihayet artık açığa çıkm aya
zorlanan duygusal alt akımlar da o kadar etkilenm işlerdir.
Politik tartışmalarla akadem ik tartışmalar arasında tem el bir a yı­
rım vardır. Zira politik tartışmalar, sadece haklı olm a çabasına gir­
m ekle kalmazlar, aynı zam anda karşıtlarının toplum sal ve tinsel
varlığını da yok etm eye çalışırlar. Bu nedenle, politik tartışmalar,
düşüncelerin varlık tem elinin, sadece seçilm iş “bakış a çıla n ” çerçe­
vesinde algılandığı ve bir gerekçenin sadece “teorik anlam ”ının d e­
ğerlendirildiği bir tartışmanın gerçekleştirebildiklerinden çok daha
derinlerine inmektedir. Politik çatışm a, en başından itibaren, top­
lum sal egem en lik için verilen savaşın rasyonalize ed ilm iş bir biçi­
mi olarak, karşıtının toplum sal konumuna, kamu prestijine ve ö zg ü ­
venine saldırır. B ö y le bir durumda, doğrudan şiddet ve baskı gibi
eski silahların yerine geçen yü celtm e tartışmalarının, insan yaşa­
m ında gerçekten de bir iy ileşm e yaratıp yaratm adığına ilişkin karar
verm ek oldukça zordur. Gerçi dışarıdan bakıldığında, fiziksel baskı­
ya belki daha zor dayanılır; ancak çoğu zaman fiziksel baskının y e­
rine g eçm iş olan tinsel im haya ilişkin istek belki daha da tahammül
ed ilem ez bir durumdur. Bu yüzden teorik çürütmenin tam da bu
alanda, karşıtın tüm yaşam koşullarına yönelik çok daha tem elden
bir saldırı biçim ine dönüştürülm esi hiç de şaşırtıcı değildir. Zira,
karşıtın teorilerini yok etm ekle, toplum sal konumunun sarsılabile-
ce ğ i de umut edilm ektedir. Başından beri sadece herhangi bir insa­
nın dediklerine d eğil, sözcü sü olarak içinde bulunduğu gruba v e g e­
rekçelerinin pratikteki gizli amaçlarına da önem verilen bu çatışm a­
da, düşüncelerin bağlı oldukları varlık b içim iyle ilişkilendirilm ele-
ri de şaşırtıcı değildir. G erçi düşünceler (kendini bir m üddet aktif
yaşam dan tecrit ed ebilen yüksek akadem ik düşünce hariç olm ak
üzere), her zaman için grubun yaşam ını ve eylem ini yansıtmışlardır.
A ncak, teorik düşüncelerin din savaşlarında birincil ön em e sahip
olm am aları ya da karşı tarafın analizinin ait olduğu grubun analizi­
ne y ol açm am ası gibi bir gerçek de inkâr ed ilem ez. (Zira, görm üş
olduğum uz üzere, tinsel olguların toplum sal unsurları bireyci bir
dönem in düşünürlerine henüz görünm em ekteydiler.)
M od em dem okrasilerde fikirlerin kesin bir şekilde belirlenebi­
lir grupları tem sil ed iyor oluşu, düşüncelerin toplum sal ve varoluş-
sal belirlenm işliklerinin politik tartışmalarda yarattığı etkinin daha
kolay görülebilm esine y o l açmıştır. A slında sosyolojiyi, tinsel o lg u ­
ların analizinin bir yöntem i olarak ilk keşfeden politikaydı. İnsan­
lar düşünce akımlarını belirleyen bilinç dışı özendirm elerin b ilin ci­
ne de politik m ücadeleler sonucunda vardılar. Politik tartışma, ba­
şından beri teorik gerekçelendirm enin ötesinde bir şeydi; politik
tartışma m askeleri indirir, grubun varlığını kültürel hedeflerine ve
teorik argümanlarına bağlayan bilinç dışı m otifleri deşifre eder. A n ­
cak m odern politika, savaşlarını teorinin silahlarıyla gerçekleştirdi­
ği oranda, deşifre süreci de teorinin sosyolojik kökenlerine aynı
oranda nüfuz etm iş olur.
D em ek ki düşüncelerin varoluşa bağlı kökenlerinin k eşfi, ön ce
d eşifre b içim inde olmuştur. Sokaktaki insan için birbirleriyle kar­
şıtlık içinde olan dünya görüşlerinin çoğulculuk biçim ini alan ve
entelektüellere birbirleriyle bağdaşm az düşünm e tarzlarının ço ğ u l­
culuğu olarak görünen tek düze nesnel dünya im ajının yavaş yavaş
çözülm esin e, kamu bilincindeki grup düşüncesinin bilinç dışı ko­
şullara bağlı m otiflerinin d eşifre ed ilm e eğ ilim i de eklenm iştir. S o ­
nuçta tinsel krizin ifrat noktasını, ideoloji ve ütopya kavramlarıyla
slogan cı bir b içim de nitelem ek mümkündür; ki bu kavramlar sem ­
b olik karakteristiklerinden dolayı kitap başlığı olarak seçilm işlerdir.
İdeoloji kavramı; politik çatışm adan kaynaklanan bir k eşfi, ya­
ni, hâkim grupların, düşüncelerindeki bir duruma çıkarlarıyla yoğun
biçim de bağlanarak iktidar (egemenlik-p.rc.) bilinçlerini zayıflata­
cak belli gerçekleri doğal olarak daha fazla görem em elerini yansıtır.
“İd e o lo jr sözcüğünde, belli koşullarda, b elli grupların, k olek tif bi­
linç dışı olanın, toplum un gerçek durumunu, hem kendilerinden ve
hem de diğerlerinden gizled iği ve b ö y lec e toplum u stabilize ettiği
(kararlı hale getird iği-f.«.) kavrayışı örtük olarak bulunmaktadır.
Ü topik düşünce kavramı ise; yin e politik çe lişm e y e borçlu olu ­
nan, ama politik m ücadelenin karşıtındaki bir k eşfi, yani, ezilen
b elli grupların entelektüel olarak toplum un verili bir durumun y ık ıl­
m asıyla v e dönüştürülm esiyle ilgilenm eleri sonucunda, bilm eden,
koşulların yalnızca koşullan olum suzlayan (reddedici-p.n.) unsurla­
rını görm elerini yansıtmaktadır. Bu gruplar, toplum un m evcut ko­
şullarını düşünsel anlamda doğru bir şekilde değerlendirem ezler;
gerçekte varolanla ilgilen m ek yerine düşüncelerinde daha ziyade
varolanın değişim in i tasarlamayı hedeflerler. D olayısıyla düşünce­
leri, asla koşulların som ut analizini hedeflem ez; olsa olsa bir ey lem
rehberi olarak kullanılabilir. Ütopik bilinçte, arzuların yarattığı ta­
savvurlardan ve eylem ci irade tarafından hükm edilen k olek tif bi­
linç dişilik, gerçekliğin belli veçhelerini örtbas edip inancı sarsabi­
lecek ya da koşulların değişim in e yön elik isteği felç ed eb ilecek her
şeye sırtını çevirir.
D em ek ki k olek tif bilinç dişilik, bilinç dışı olandan türeyen e y ­
lem , toplum sal gerçekliğin b elli veçhelerinin iki yönden hareketle
d eşifre ed ilm esin e yarar. Ayrıca, yukarıda gördüğüm üz üzere, bi­
çim sel bozulm anın kaynağını ve yönünü net olarak belirlem ek
mümkündür. Bu kitabın am acı, ideoloji ve ütopya tarihinde, bilinç
dışı olanın rolünün keşfinde öne çıkan en belirgin evrelerin, bu iki
yön ü yle de betim lenm esi olacaktır. Şim dilik, sadece bu bilgileri ta­
kip eden tinsel koşullan b etim lem ekle yetin eceğiz; zira, bu kitabın
ortaya çıkışı da aynı koşullar içinde olmuştur.
Yeni olan bu “tinsel silahlar”a, yani bilinç dışı olanın deşifre
ed ilm esin e sahip olan taraf, ilk başta, karşı tarafa kıyasla olağanüs­
tü bir avantaja sahipti. Karşı taraf için; fikirlerinin m evcut yaşam
koşullarını sadece biçim sel anlamda ve bozulm uş şekliyle yansıttı­
ğını, sadece bilinç dışı çıkarlarını vaktinden ön ce yansıttığının göste­
rilm esi yıkıcı olm uştu. O zam ana dek gizledikleri m otiflerin iş ba­
şında olduğunu inandırıcı bir şekilde gösterebilm ek gibi bir gerçek
bile, karşı tarafı korkuya büründürmüş, ve bu yeni silahı kullanana
da harikulade bir üstünlük duygusu verm iş olmalıdır. Aynı zaman­
da, insanlığın o zam ana dek kendinden bile büyük bir ısrarla g iz le­
diği bir bilinç katmanı ortaya çıkm ıştı. Saldırıya uğrayan tarafın çif­
te yen ilg iy e uğratılmasının -b ir yandan bizzat bilinç dışı olanın de­
şifre edilm esinden, öte yandan ise bu bilinç dışı olanın saldırgan bir
am açla deşifre edilip ön plana çıkarılm asından d o la y ı- esasında sal­
dırana borçlu olunm ası bir rastlantı değildi. (B ilinç dışı olana yardım
etm ek ve kazanmak am acıyla yaklaşm ak farklı bir anlam taşır, bi­
linç dışı olanı deşifre etm ek am acıyla yaklaşm ak farklı bir anlam ta-
şır.)
Ancak günüm üzde, tinsel varoluşun bilinç dışı kökenlerinin
karşılıklı deşifre edilip açığa çıkarılm asına ilişkin silahın yalnızca
belli grupların d eğil, herkesin elin e geçm iş olduğu bir evreye ulaş­
m ış durumundayız. A ncak, çeşitli gruplar; radikal d eşifrasyona ya­
rayan bu oldukça m odem tinsel silah yardım ıyla, karşı tarafın dü­
şüncelerine olan güveni yok etm eye çabaladıkları oranda ve niha­
yet tüm tutumların analize tabi tutulmaları nedeniyle, insanların biz­
zat insani d üşünceye olan güvenlerini de yok etmişlerdir. D üşü n ce­
nin gelişm em iş olarak varolan problem li unsurlarının Ortaçağın çö ­
küşüyle başlayan d eşifre süreci, gen el olarak düşü nceye duyulan
güvenin çöküşüyle sonuçlanm ıştır. Aynı zam anda giderek daha çok
insanın kuşkuculuğa ve irrasyonelliğe sığınmaları, bir rastlantı o l­
maktan çok kaçınılm az bir süreci ifade ediyordu.
Burada birleşerek akm aya devam eden iki güçlü akım birbirle-
F:5/ İdeoloji ve Ütopya
rini olağanüstü şiddetle güçlendirm işlerdi: Bir yandan, sabit değer
v e normlara sahip olan tek düze tinsel bir dünya artık k aybolm uş­
tur, öte yandan ise, o zam ana dek saklı kalm ış olan bilinç dişilik, bi­
lincin aydınlığında gün ışığına çıkmıştır. D üşünceler, çok eski za­
manlardan beri insanlara sadece tinsel varoluşlarından kopuk n es­
nel bir gerçek olarak d eğil, aynı zam anda tinsel varoluşun bir par­
çası olarak da görünmüşlerdir. G eçm iştek i her yeni y ön elim , insan­
ların bizzat içlerindeki d eğişim anlam ını taşıyordu. G eçm iş olan bu
dönem lerde, çoğu zam an, değerlerin ve normların yavaşça gerçek­
leşen d eğişim i ve sonuçta da İnsanî eylem in yön elim in i türettiği
ilişkilendirm e sistem in in yavaş yavaş şek ild eğişim i sö z k onusuy­
du. M od em ited e ise, çok daha derinlem esine işleyen bir çözü lm e
yer bulmaktadır. M odem itede bilinç dışı olana sığınm akla birlikte,
birçok veçhenin ortaya çıkm asının m ümkün kılındığı zem in deşe-
lenm iştir. İnsanî düşüncenin o zam ana dek beslendiği kökleri gün
ışığına çıkarılmıştır. B ilin ç dışı m otiflerim izin bilincine bir kere var­
dıktan sonra, yaşam ım ızı aynı şekilde sürdürem eyeceğim iz gerçeği­
nin bilincine vardık. G ünüm üzde yen i bir fikrin çok ötesin d e bir
şeyler sö z konusudur ve sorular sad ece yen i problem lerce sorulm a­
maktadır. Burada günüm üzün, tek bir soru şeklinde yön eltilm esi
mümkün görünen en tem el “yaşam sal sıkıntı”sıyla karşı karşıyayız:
İdeoloji v e ütopya problem atiğinin radikal bir tarzda gündem e g e ­
tirildiği ve sonuna kadar üzerine düşünüldüğü bir zam anda, insanın
düşünerek yaşam ası nasıl olur da hâlâ m ümkün olabilir?
D üşünce tarzlarındaki çoğulculuğun ve kolektif bilinç dışı m o ­
tiflerin varlığının açığa çıktığı bu durumdan, bütün problemleri es
geçerek kaçm ak elbette mümkündür. Zaman üstü bir mantığa sığ ı­
narak bizzat gerçeğin, lekelen m em iş olduğunu ve ne b içim sel bir
çoğulculuk tanıdığını ve ne de gerçeğin bilinç dışı m otiflerle her­
hangi bir bağlantısının olm adığını iddia etm ek mümkündür. A ncak,
problem im izin ilgin ç bir tartışma konusu olm aktan ziyade yaşam ­
sal bir çıkm az-aporie olduğu bir dünyada; bu görüşlere, problem i­
m izin gerçeğin ta kendisi olduğunu ifade ederek d eğil, fakat prob­
lem im izin, bizzat toplum sal koşullar içinde eylem d e bulunm ak ve
bilinçdışı m otiflerde bulabildiğim iz düşünce süreçleri olduğu yak ­
laşım ıyla karşı çıkılabilir. Şu denilebilir örneğin: “Som ut algılam a­
larımızdan hareketle nasıl mutlak tanımlara ulaşabiliriz? G erçeğin
ta kendisinden bahsetm ek bize; toplum sal varoluşum uzdan kay­
naklanan cüm leleri, insan tininin taraflılığını, parçalanmışlığını ve
aynı zam anda aşkm laştınlabilm ek için gerekli olan yöntem i göste­
rir.” Düşüncelerin içerdiği m utlaklığı, genel bir prensibe dayanarak,
sadece ve sadece iddia etm ekle ya da kısm î, sınırlı bir bakış açısını
(ki bu, gen ellik le kendi bakış açım ızdır) taraflar üstü bir otorite ka­
bul etm ekle eld e edem eyiz.
İçerikleri, gerçekte de düşünen toplum sal bireyden tam am ıyla
b ağım sız bir görünüş verecek kadar b içim sel v e soyut olan sadece
birkaç aksiyom u (örneğin m atematikte, geom etride v e pür iktisatta)
öne sürmek işim ize yaramayacaktır. K avga bu aksiyom lar için de­
ğil; insanın, yardım ıyla bireysel ve toplum sal koşullarına som ut o la­
rak teşhiste bulunabileceği, yaşamdaki som ut ilişkilerin ve d ışım ız­
daki olayların en baştan doğru bir şekilde algılanabileceği m evcut
gerçeklikte varolan kavramsallıkların daha yüksek düzeydeki v e­
rim liliği içindir. Kavga; her anlamlı kavramın başından yöneldiği
ve kavramın içinde kullandığım ız çelişm e, çöküş, yabancılaşm a, is­
yan, hınç gib i sözcükler içindir— ki, bunlar, karmaşık bir durumu,
salt dışsal, b içim sel betim lem e am acıyla indirgem eyen ve y ö n eli­
m inden, değerlendirici unsurundan yoksun bırakıldıklarında, içerik-
sel değerini k aybedecek olan sözcükler.
M odem bilim in ortaya çıkışındaki gelişm eler yardım ıyla anlam­
sal herhangi bir anlayışı ortadan kaldıran bir düşünce tekniğinin
m eydana geld iğin i daha ön ce gösterm iştik. Sadece dıştan algılana­
bilir reaksiyonlara yoğunlaşm a eğilim i; sad ece ölçülebilir verilere
dayanan ve b elli durumlardaki davranış biçim lerinin olabilirlik d e­
recesinin önceden saptanabilecek etm en dizinleri arasındaki ilişki­
lerin varolduğu bir dünya, ön celikle Behavyorizm tarafından öne
çıkarılmıştır. S osyolojinin, içeriklerinin m ekanist bir insansızlaştır-
m aya v e b içim selleştirilm eye maruz kaldığı bu evreden geçm esi
mümkün ve hatta olasıdır. Kendisini adadığı m ükem m eliyetçi bil­
giçlikten geriye, istatiksel verilerden, testlerden, planlardan vs.
başka bir şey kalm ayan ve nihayet bir problem in önem li olan her­
hangi bir şekilde ortaya atılm asının im kânsızlaşacağı psikoloji de
aynı yoldan geçm iştir. Ö lçer ya da envanter çıkarırcasına betim le­
m enin ötesin e geçem em en in , kesin bir şekilde tespit ed ileb ilen her
şeyin belirlenm esine ilişkin ciddi bir d enem e olduğunu; v e tinsel
ve toplum sal dünyam ızın halinin, salt dışsal olarak ölçülebilir ko­
şullara indirgendiğinde, ne olab ileceğin i inceden in ceye düşünm e­
m iz gerektiğini söyleyeb iliriz ancak. B ö y le bir durumda toplum sal
gerçekliğe nüfuz etm enin m üm kün olam ayacağı artık şüphe götür­
m ez. Örneğin, “durum” kavram ınca isim lendirilen nispeten sıradan
bir olguyu ele alalım. Birbirleriyle karşılıklı ilişki içinde olan, an­
cak sadece dıştan görülebilir davranış biçim lerine indirgendiğinde,
bu olgudan geriye ne kalır, ki dahası: Anlam lı olur mu hiç? Öte yan­
dan İnsanî bir durumun nitelenm esi; ancak tarafların bu durumla il­
g ili görüşleri, varolan gerilim lerin bu durum içindeki yaşanm a bi­
çim i v e o gerilim lere gösterilen tepki biçim leri hesaba katıldığında
mümkündür. Ya da herhangi bir ortamı, örneğin bir ailenin içinde
bulunduğu ortamı ele alalım. Bu ailenin, sadece anlam lı yorumlar­
la anlaşılır kılınabilen normları, en azından ev eşyaları ya da doğa
kadar çevrenin de bir parçası d eğil midir? Dahası, bu ailenin dışın­
daki her şey aynıysa, aynı aileyi, normları d eğiştiyse eğer, (örneğin
çocuk eğitim i açısından) çok farklı bir ortam olarak değerlendirm ek
gerekm ez mi? D em ek ki, bir durumu ya da bir ortamın norm atif
içeriğini anlayabilm em iz için, pür m ekanist şem a yetersiz kalacak­
ta. Ve bu durumda, anlam lı, ölçü lem ez unsurların uygun bir biçim ­
de anlaşılm asını mümkün kılabilecek kavramların oluşturulm ası g e­
rekmektedir.
A ncak, unsurlar arasındaki ilişkilerin pür ölçülebilir görüngüler
arasındaki ilişkilerden daha m uğlak ve daha az anlaşılır olduklarını
ön e sürmek yanlış olur. Tam tersine, eylem sel bir olayın unsurları­
nın karşılıklı iç içe girm esi, içsel bir anlama için katı b içim selleşti­
rilm iş dışsal unsurlar örneğinden farklı olarak daha açıktır. Burada,
D ilth ey’a dayanarak “orijinal yaşam bütünü” olarak adlandırmak
istediğim şey,8 özsel olarak ortaya çıkmaktadır. A nlam a yöntem i
[verstehende M ethode] yardım ıyla ruhsal yaşantıların ve toplum sal
8 B urada D iith ey ’ın ifad esin i, bu sözcü ğ ü n kullanış biçim inin benim k in d en ne
d erece farklılaştığı soru su n a d eğ in m ed en , kullanıyorum .
durumların karşılıklı olarak işlevsel biçim de iç içe girmeleri doğru­
dan anlaşılır kılınmaktadır. Burada, içsel ruhsal tepkilerin; ortaya
çıkm a sıklığına ilişkin olasılık v e dereceye göre, sadece dışsal bir
nedensellik olarak anlaşılmalarından ziyade, ortaya çıkmaları zo-
runlukla apaçık olan bir varoluş alanına rastlamaktayız.
S osyolojinin bilim sel önem ini, anlam a yöntem ine borçlu oldu­
ğu gözlem ler yardım ıyla gösterm ek istiyoruz. Hıristiyan cem aatle­
rin etiğinden, aslında baskı altıda tutulan tabakaların hıncı d iye bah-
sed ild iyse eğer; ve başkaları bü görüşe, o zam ana dek gerçekte bir
iktidarın peşinde olm ayan bir tabakanın bilincine tekabül etm esi
nedeniyle (“İmperatora imparatora ait olanı verin”), bu etiğin tama­
m ıyla apolitik olduğuna ilişkin görüşlerini ekledilerse, dahası: Bu
etiğin. Rom a İmparatorluğu’nun çözülen kabile yapısı üzerinde
yü kselm esi ned en iyle, artık bir kabile etiği değil de, daha o zam an­
lardan bir dünya etiği olduğu söylen m işse eğ e r— o zaman toplum ­
sal koşullar ile ruhsal-etik davranış biçim i arasındaki ilişkilerin ar­
tık ölçülebilir olm adığı, ancak özsel nitelikleriyle, (farklı etm enler
arası korelasyon oranının hesap edilişinden) ve çok daha yoğun bir
biçim de algılanabileceği açıktır. Bu ilişkiler, normların kaynaklan­
dığı yaşanm ışlıklarına asıl iç içe girm esine anlama yöntem iyle yak­
laştığım ız için önemlidir.
Herhalde artık sosyolojinin ana tezlerinin, ne m ekanist-dışsal,
ne de henüz b içim sel anlamda pür n icelik sel ilişkiler olm adığı; da­
ha ziyade gerçek yaşam daki praksise ulaşm a am acıyla oluşturuldu­
ğu ve düşünce m odellerinin neredeyse aynı som ut kavramlarla kul­
landığım ız birer durum teşhisleri olduğu net olarak ortaya çıkmıştır.
Dahası, her sosyolojik teşhisin, araştırmacının değerlendirm eleri ve
bilinç dışı yön elim leriyle sıkı bir bağ içinde olm ası; ve sosyolojinin
eleştirel özn etleşm esin in ve günlük yaşam ım ızdaki yönelim inin de
eleştirel netleşm esiyle sıkı bir bağ içinde bulunuyor olm ası apaçık­
tır. D eğişen etiğin toplum sal kökenleriyle kendi dönem inde ilgilen ­
m eyen, toplum sal problem leri toplum sal tabakalar arası gerilim ler
olarak incelem eyen ve hıncın kendi deneyim i için de ne kadar v e­
rimli olab ileceğini henüz keşfetm eyen bir araştırmacı; Hıristiyan
etiğin yukarıda değinilen evresini hiçbir zam an görem eyeceği gibi,
hiç ama hiçbir zam an da anlayam az. Araştırmacı, alt tabakaların
yükselişleri için verdikleri m ücadeleye (karşıt ya da m üttefik o la­
rak) katıldığı ve hıncın olum lu ya da olu m suz değerlendirdiği oran­
da ancak, toplum sal gerilim lerin ya da hıncın dinam ik önem ini an­
lar. “Ü st v e alt s ın ıf ’, “toplum sal yü kseliş”, “hınç” b içim sel değil,
anlam yön elim li kavramlardır. Onları biçim selleştirip içerdikleri
değerlendirm eleri çıkartmak istersek eğer, durumla ilg ili düşünce
m odeli tam anlam ıyla anlaşılm az hale gelirdi; zira, iyi ve yen i bir
verim li norm, bizzat hınç tarafından oluşturulmaktadır. Hınç sözcü­
ğünün analiziyle ne kadar uğraşırsak, bir tavrın ilk bakışta bir o ka­
dar nötr olan bu isim lendirilm esinin de ne denli kapsayıcı değerlen­
dirm elerle dolu olduğunu görebiliriz. Bu değerlendirm eler bir yana
bırakıldığında, kavram som utluğunu yitirir. Araştırmacı, hınç duy­
gusunun yeniden in şasıyla ilgilen m ezse eğer, erken H ıristiyanizm in
yukarıda betim lenen gerilim i d e hiçbir şekilde açıklanam az. D em ek
ki anlam yön elim li irade, durumsal anlayışa burada da kaynaklık
eder.
S osyolojik tarzda çalışab ilm ek için, toplum sal sürece katılmak
gerekir. A ncak, kolektif-bilinç dışı istem e katılma, katılan kişilerin
gerçekleri hatalı bulmaları ya da bulanık görm em eleri anlam ına g el­
m ez. Tersine, toplumun bu canlı bağlam lılığm a katılma, bu canlı
bağlanıldığın içsel doğasını anlayabilm enin ön koşuludur. B ir k işi­
nin süreçlere katılm a b içim i, problem leri ifade ediş biçim ini de b e­
lirler. N iteliksel unsurların g ö z ardı edilm esi, ve iradeci m om entin
bastırılm ası, bir nesnellik oluşturm adığı gibi nesnenin tem el niteli­
ğini de inkâr eder.
A ncak tersi, yani ön yargının büyüklüğü ile birlikte nesnelliğin
büyüm esi şeklindeki görüş d e doğru değildir. Burada, kendini ade­
ta tinsel bir kontrole tabi tutan ve élan p o litiq u e ' i (politik hareket-
ç.n.) frenleyen davranış biçim lerinin ilgin ç olan bir içsel dinam ik­
leri sö z konusudur. Y aşam sal hareketin, hele hele en büyük kriz dö­
nem inde, kendini aştığı ve kendi sınırlılığının bilincine vardığı bir
nokta vardır. Bu nokta, ideoloji ile ütopyanın politik problem atik
bütününün v e bilgi sosyolojisin in nesnesi haline geld iği, d o la y ısıy ­
la birbirinden farklı politik hedeflerin karşılıklı yık ıcılığı sonucunda
d eğersizleştirilm esinden kaynaklanan kuşkuculuk ve göreciliğin ,
her şe y e çare olan bir ilaca dönüştüğü yerdir. Zira, bu kuşkuculuk
ve görecilik, özeleştiri ve özdenetim e zorlayıp n esnelliğin yeni bir
kavram ıyla sonuçlanır.
B izzat yaşam da çek ilem ez olarak görünen şey, yani d eşifre
ed ilm iş b ilin çle yaşam aya devam etm e zorunluluğuyla ilişkili ger­
çek, tarihsel olarak b ilim sel-eleştirel bir özgü ven in ön koşuludur.
K işisel yaşam da da özd en etim e ve özd ü zeltm e, asıl kör dirim sel
ilerlem em iz bağlam ında bizi kendi b en liğim ize gerileten bir en g el­
le karşı karşıya kaldığım ızda ancak gelişebilir. Çünkü, kendi yaşam
b içim im izin özellikleri, başka olası varoluş b içim leriyle çarpışm a
sürecinde m eydana çıkmaktadır. Kendi k işisel yaşam ım ızda da, e s ­
kiden etkisini âdeta arkamızda gösteren bilinç dışı m otifleri algıla­
yarak v e onların b öylece b ilinçli bir biçim de kontrol edilebilir du­
ruma g elm e siy le kendi kendim izin efendisi olabiliriz. İnsan; n es­
n elliğ e v e özerk bir dünya bilincine, eylem sel iradesinden v a zg e­
çip, değerlendirm elerini iptal ederek d eğil, ancak özeleştirel sorgu­
lam ayla ulaşabilir. Bu türden bir özincelem enin kriteri, nesnelerde
olduğu kadar kendim izi d e bilginin kıstaslarınca sorgulatmamızdan
ibarettir. B ö y lec e kendim ize; salt bilen bir özn e olarak m uğlak bir
biçim de görünm eyip, daha ziyade belli, ve o ana dek kendim ize de
görünm eyen bir rol içerisinde, o ana dek bilincinde olm adığım ız bir
durumda v e m otiflerle birlikte görünürüz. Fakat b öyle anlarda, ro­
lüm üzün, m otiflerim izin ve dünyayı algılam a biçim im izin birbirle-
riyle iç içe girdikleri içsel bağlam ı birdenbire fark ederiz. Toplum ­
sal belirlenm işlikten göreli kurtulma olasılığım ızın bu belirlenm işli-
ğin b ilincine varmakla orantılı olarak yükselm esine ilişkin para­
doksallık bu yüzdendir. İnsanî özgürlükten en çok bahsedenler,
davranışlarının ne denli çıkarlarınca belirlendiğini tahmin bile ed e­
m ezler, d olayısıyla da gerçekte toplum sal belirlenm işliğe en çok ta­
bî olanlardır. Öte yandan, tam da toplum sal belirleyicilerin bilinç
dışı etkisine ısrarla işaret edenler, belirlenm işliğin mümkün oldu­
ğunca üstesinden gelm eye çabalayanlardır. Eskiden kendilerine
hükm eden bu güçlerin, gittikçe artan bir derecede, bilinçli rasyonel
kararların nesnesi haline gelebilm eleri için, bilinç dışı m otifleri a çı­
ğa çıkarırlar.
K işisel ö zb ilgi ile özdenetim arasındaki sıkı ilişkinin dünyaya
ilişkin b ilgim izin gen işletilm esi ve artması sonucunda ancak tartışı-
labilm esi, ne rastlantısal ne de marjinaldir, tam am en dünyaya iliş­
kin b ilgim izin g en işletilm esi sonucunda gelişen bir olgudur. Bire­
yin ö zg en işlem esin e ilişkin süreç, bu türden bir yapısal bilginin g e­
liştirilm esinin bir örneğidir. Ö yle bir b ilgi ki, gerçekler hakkındaki
bilgilerin ve aralarındaki nedensel bağların salt nesnel yığılm adan
J;::ud ığı, aynı z z ~ .z ~ iz yaşam sürecinin içsel iç içe girişini
de anlam aya çalışan bir bilgidir. İçsel iç içe girm e, (bu) yorum layı­
c ı anlama yön tem iyle algılanabilir ancak; ve dünyayla ilgili bu an­
lamanın basamakları atılan her adımda bireyin kendi aydınlanm a
sürecine bağlı kalmaktadır. D ünyaya ilişkin b ilgim izin aydınlanm a
v e gen işletilm esini m ümkün kılan bu olay, sadece bireyin kendi
b ilgisi için geçerli olm aktan başka, bir grubun kendi aydınlanm ası
için gereken kriteri de sunar. Her ne kadar, kendilerini aydınlatm a
yeteneğine sad ece bireylerin sahip olduklarını (ki, “halkın tini” g i­
bi bir şey yoktur ve bir bütün olarak gruplar, kendi aydınlanm a y e­
ten eğin e sahip olm adıkları gibi düşünce yetenekleri de yoktur), bu­
rada sonradan vurgulam ak gerekirse d e, bir bireyin, ö ze llik le erken
çocukluk d ön em iyle ilgili düşüncelerini ve eylem lerini niteleyen
bilinç dışı m otiflerin bilincinde olm asıyla, kendini b elli bir grubun
üyelerine bağlayan m otif v e beklentilerindeki unsurların bilincinde
olm ası arasında da oldukça büyük bir fark vardır.
Özaydınlanm anm cereyan ettiği basamak sıralam asının tama­
m ıyla rastlantıdan ibaret olup olm adığı başlı başına bir problemdir.
Bireylerin özaydm lanm alarının, k olek tif özaydınlanm a sürecinde
toplum sal ortaya çık ış noktasının farklı bireylerin ortak durumun­
dan ibaret olduğuna inanmak isteriz. A ncak bireylerin ya da grup-
larınkiyle olsun, kimin özaydınlanm asıyla ilgilenirsek ilgilen elim ,
her ikisinin de ortak yanı, yapısıdır. Bu yapıya tem el olan, dünyanın
özneden kopm uş bir nesne olarak d eğil, özn en in deneyim lerinin
bütününü etk ileyen bir nesne olarak problem haline gelm esidir.
Gerçeklik; bireyin kendini geliştirm e sürecine (d en eyim le ilg ili y e ­
teneğin ve ufkun gen işletilm esi sürecinde) yansıdığı b içim iyle k eş­
fedilm ektedir.
Şu ana dek, politika ve toplum la ilgili b ilim sel bilginin bir
-gerçek lerin ve ilişkilerin ötesin e g eçild iği ve bu kitabın daha bir­
çok yerinde d eğin eceğim iz, durumsal bilgi m odeline ya k la şıld ığ ı-
b içim sel m ekanist düşünceden belli bir noktadan sonra farklılaştı­
ğını, ep istem olojim ize kendim izden saklayarak dahil etm edik.
S o syoloji ile durumsal düşünce arasındaki ilişki, örneğin politik
yön elim d e görebildiğim iz üzere, apaçık oldu mu bir kere; b öyle bir
düşünce m odelinin sınırlılıklarını ve tehlikelerini, ayrıca da onun
olum lu olasılıklarını araştırma hakkına sahip olm uş oluruz. B öyle
bir düşüncenin tehlikelerini olduğu kadar, çözüm vaatlerini sunan
özeleştiri olasılıklarının da ortaya çıkarılabilm esini mümkün kılan o
kriz ve gü ven sizlik koşulundan hareket etm em iz başlı başına
önem lidir.
Probleme tam da bu açıdan yaklaşıldığında, kamusal yaşam da
neredeyse çekilem eyen bir bunalım a yol açm ış olan gü ven sizlik,
m odem sosyolojin in yepyeni b ilgiler edindiği zem ini oluşturur. Bu,
üç açıdan böyledir. Birincisi; özeleştirel analiz eğilim leri, bilinç d ı­
şı m otiflerin, m odem toplum sal düşünceyi b elirleyeb ild iği ölçüde
mümkündür. İkincisi; kavramlardaki değişim lerin, toplum sal-tarih-
sel d eğişim ler doğrultusunda yorum lanabilm esini müm kün kılan
bir fikirler tarihini oluşturm a eğilim i söz konusudur. Ve nihayet
üçüncüsü; düşüncelerin toplum sal niteliğini o zam ana dek yeterin­
ce dikkate alm ayan bilgi teorim izi revizyona tabî tutma eğilim i söz
konusudur. B ilgi sosyo lo jisi, bu şek liyle, toplum a örtük bir g ü ven ­
sizlik ve belirsizlik olarak yansıyan kuşkunun sistem atikleştirilm iş
halidir. Bu kitabın hedefi, bir yandan aynı problem i farklı ö ze llik le­
riyle, ama teorik olarak daha net ifade etm ek; öte yandan farklı dü­
şünce tarzlarının gittikçe daha da keskinleşen kriterler aracılığıyla
birbirinden ayırt ed ilm esi ve uygun toplum sal gruplarla ilişkilendi-
riim elerini m ümkün kılacak bir yöntem ortaya koyarak geliştirm ek­
tir.
Bunu ispatlayabilecek analitik bir yöntem in varolm adığı ve ay­
rıca da kanıtlar üzerindeki kontrolü sağlayabilecek kriterler elde
ed ilem ed iği sürece; belli bir düşünce tipinin feodal, burjuva, prole­
ter, liberal, sosyalist ya da m uhafazakâr olduğunu iddia etm ekten
daha kolay bir şey yoktur. Bu nedenle, araştırmalar için günüm üz
evresinde söz konusu olan, tüm evarım sal incelem elerin tem ellen di­
ği bu türden hipotezlerin geliştirilip somutlaştırılmasıdır. Aynı za­
manda, ilişki kurduğumuz gerçeklik parçalarının, alışkanlıklarım ız
dışında çok daha net bir şekilde etm enlerine ayrıştırılması gerekir.
Bu yüzden h ed efim iz, birinci olarak; düşünce alanındaki kaba te­
rim v e kavramlar yerine, farklı düşünce tarzlarının gittikçe artan k e­
sin v e ayrıntılı niteliklerinin belirlenm esini mümkün kılabilecek an­
lam analizini olab ild iğin ce geliştirm ek olacaktır. İkinci h edefim iz
ise; toplum sal tarihin yeniden inşa ed ilm e yöntem ini ve toplum sal
yapının bir bütün olarak dağınık ve yalıtık veriler yerine, gerçeklik­
te farklı zamanlarda ortaya çıkan birçok algılam a ve düşünce b içi­
m inin m eydana geld iği karşılıklı etk ileşim içindeki toplum sal g ü ç­
lerin toplum sal bir örgüsü olarak algılanm asını mümkün kılabilecek
tarzda tamamlamak olacaktır. A nlam analizi ile so syolojik durum
teşhisi arasındaki bağlantı konusuna g e lin c e — bu konuda k esin liğe
ulaşmanın sayısız yolu vardır, gün gelecek bu bağlantının doğa bi­
lim lerinde kullanılan yöntem ler aracılığıyla kıyaslanm ası da m üm ­
kün olacaktır. Ayrıca bu yöntem in, anlam la ilgili alanı kontrol dışı
bir şey olarak g ö z ardı etm ek zorunda olm am ası, tersine anlam la il­
gili yorumların bizzat kesinliğin aracı haline getirilm esi gibi bir
avantajı vardır.9 B ilgi so sy o lo jisiy le ilgili yöntem eğer bir gün bu
derece kesin bir hal alırsa ve sonucunda da toplum un tinsel faali­
yet için ön em i, giderek daha net ilişkilendirm elerle ispatlanabilir
hale gelirse; sosyolojin in , k esin liği uğruna çok ön em li problem le­
rin incelenm esinden daha fazla yoksun kalınm am ası gibi bir avan­
9 Yazar, sosyolojik anlam an aliziyle ilgili yöntem i, “ M uhafazakâr D üşünce. A l­
m an y a’da S iyasi-T arih sel D üşüncenin O luşum una Sosyolojik K atkılar” adlı in­
celem esinde ele alm aya çalışm ıştır (Toplum Bilim i ve Sosyal Politika A rşivi,
cilt 57, 1927). B urada, tek bir politik akım ın tüm önem li düşünürleri, düşünce
tarzları doğrultusunda, m üm kün olduğunca kesin bir şekilde analiz edilm eye
çalışılm ış ve toplum sal tem ellerinin değişim iyle birlikte düşünce tarzlarının da
değişim e uğradığı gösterilm eye çalışılm ıştır. Bu incelem ede, tinsel ve toplum sal
tarihin sınırlı bir kesitini kesin bir biçim de incelem eye çalışarak, sözüm ona
“ m ikroskobik” b ir şekilde hareket edilm esine karşın; bu kitapta âdeta “ m akros-
ko bik” bir yol seçilm iştir. İd eolo ji-ü to p y a bütününün en önem li basam aklarını
anlam aya ya da -b a şk a bir d e y iş le - uzaktan bakıldığında önem li görünen
dönüm noktalarına değinm eye çalışılm aktadır. M akroskobik yöntem , bu kitapta
olduğu gibi, ö zellikle kapsayıcı bir problem atik bütününü tem ellendirm eye;
m ikroskobik yöntem ise, sınırlı çaptaki ayrıntıların doğrulanm aya çalışılm asıyla
verim li olacaktır. A slında bakılırsa, her ikisinin de birbirinden ayrılam az bir
bütün teşkil edip birbirini sürekli tam am layarak, kullanılm ası gerekir. Bu in ­
celem e, tarih araştırm aları alan ın d a bilgi sosyolojisinin uygulanabilirliğine
ilişk in b ü tü n lü k çü b ilg ilere u laşm ak istey en okurun ilg isin e sunulur.
taj da doğacaktır. Zira, d oğa b ilim sel yöntem lerin sosy o lo jiy e uyar­
lanm asıyla, artık bilinm esi istenilenle ilgili problem in ve toplum sal
gelişim sürecindeki sonra atılacak adım için neyin önem taşıyabile­
ceğ i sorusunun yerine, artık sadece belli ve eski yöntem lerle ö lçü ­
lebilir olana ön em verildiği inkâr ed ilem ez. Günüm üzün en g eliş­
m iş kesk inliğiyle çok önem li olarak ortaya çıkanı keşfetm enin y e­
rine, sadece ölçülebilir olana önem atfedilmektedir.
G elişim in günüm üzdeki evresinde, henüz bilgi sosyolojisinin
teoriyle bağlantılı olan problem lerini net biçim de ifade etm ekten
çok uzakta bulunuyoruz. S osyolojik anlam analizi de henüz fazla
geliştirilm iş değildir. B elli bir gelişm en in sonunda d eğil, henüz ba­
şında olm a duygusu, kitabın ele alm ış biçim ini de belirlemektedir.
Bu kitapta, ne ders kitaplarında ne de tam am ıyla iç tutarlılığa sahip
sistem lerde ele alınam ayacak problem ler İncelenmektedir. Bu prob­
lemler, daha ön celeri hiçbir şekilde net olarak görünm eyen ya da
tam am ıyla in celen m em iş problemlerdir. Bu problem lerin e le alın­
ması için, düşüncelerdeki ve deneyim lerdeki devrim in yansım asıy­
la sarsılm ış olan dönem lerde, bilim sel denem e şekli keşfedilm iştir.
On altıncı yüzyıldan on sekizinci yüzyıla kadar uzanan dönem in dü­
şünürlerinin yön tem i, ortada olan problem e doğrudan eğ ilip düşün­
ce ve varoluş ile ilgili herhangi bir marjinal problem ortaya çıkarı­
lana ve herhangi bir tekil vaka yardım ıyla çözü lü n ceye kadar her
yön üyle in celen m esiyd i. Bu türden bir betim lem e, o zam andan be­
ri oldukça yararlı olmuştur; yazar için de, bu kitabın hazırlanm asın­
da sistem atik bir araştırma biçim inin yerine (son bölüm hariç) d e­
nem e biçim inin seçilm esin d e örnek oluşturmuştur.
Bu incelem elerle; çeşitli problem lere ve olaylara yen i bir bakış
açısının ve yeni bir yorumun uyarlanmasına çalışılmaktadır. Farklı
zamanlarda yazılan incelem eler birbirlerinden bağım sızdır; ve ince­
lem elerin m erkezinde benzer problem ler olm asına rağm en her bir
denem enin kendine ait bir nesnesi vardır.
Tekrarların orada burada yok ed ilem eyişin in ve çelişkilerin üs­
tünün örtülem eyişinin nedeni de d en em eci-d en eycin in düşünsel
tutumundan kaynaklanmaktadır. Tekrarlar, aynı fikrin kendini baş­
ka bir yerde, am a yen i bir bağlamda ve b öylece yeni bir ışıkta g ö s­
term esi n ed en iyle yok edilem em iştir. Yazar, çelişkileri b etim lem e­
nin gerçek anlamda kavranabilm esi için, ifade ed işin e izin verilm e­
si gereken saklı olasılıkları içerebilen teorik bir taslağın m üm kün o l­
ması gerekliliğine inanm ası nedeniyle yok etm em iştir.10 Ayrıca ya­
zar, günüm üzdeki herhangi bir düşünürde, çoğu zam an etk ili olab i­
len farklı kavramların birbirleriyle çelişen düşünce biçim lerinden
kaynaklandığına emindir. A ncak bu çelişkilerin, sistem atikçinin,
çelişkilerini kendinden ve okurlarından titizlikle g izlem esi nede­
niyle farkına varamıyoruz. Sistem atikçi için rahatsızlığın kaynağı
çelişkilerdir; fakat bu çelişk iler d en eyci düşünür tarafından, günü­
m üz koşullarının derin uygunsuzluklarının ilk kez gerçek anlamda
teşhis ed ileb ileceği ve in celen eb ileceği yön elim noktaları olarak
değerlendirilir.

10 Bu b ağlam da, k itabın ikinci b ölüm ünde aynı kavram ların sözüm o n a görecil
olasılıklarının; dördüncü b ö lü m ü n d e ey lem ci-ü to p ik unsurlarının; ve nihayet
son bö lü m ü n d e tem eld en tartışm alı aynı problem lerin uyum lu-sentezci
çö zü m ü n e ilişkin eğ ilim in in öne çık acağ ın a işaret edilm elidir. D eneyci d ü ­
şünsel y ö ntem in, tem el k av ram ların içerdiği çeşitli olasılıkların açıklam asına
y önelm esi o ran ın d a, y u k arıd a d eğ in ilen iradenin ve değişen veçhelerin e t­
kisiyle aynı “g e r ç e k le r in ço ğ u k ez aynı durum sal bütünün birbirinden
tam am ıyla ayrılan k avram sal çerçev ey e yol açabilm esi noktası ortaya ç ık ­
m aktadır. A n cak , b ir fik irsel bağ lam ın h enüz büyüm e ve o lu ş sürecinde
bulunduğu sürece, içinde b arındırdığı gizli olasılıklar, onları g izlem ekten
ziyade, tüm v ary an tlarıy la o k u ru n kararına teslim edilm elidir.
İKİNCİ BÖLÜM

İdeoloji ve Ütopya

iki İncelem enin İçsel İlişkisi.


Kitabın başlığı, bundan sonraki iki incelem e arasındaki daha de­
rin ilişk iy e işaret etm ektedir ( Her ne kadar her iki bölüm kendi iç
tutadıklarına sahip olarak bağım sızca oluşm uşsa da). S öz konusu
iki yazı birbirini mimari anlamda tamam lam ıyor, zira biri ötekinin
sonuçlarına doğrudan eklem lenerek inşa edilm em iştir. Aslında aynı
bakış açısını içeren bu yazılarda -problem li hale gelm iş yaşam sal
durumumuzun yeniden yorum lanıp aydınlatabilm esi iç in - iki fark­
lı yöntem kullanılmaktadır. Bu iki incelem e, toplum sal ve ruhsal
alanda önem li görünen ilişkilerin aydınlatılabilm esine ilişkin ilk
denem eler olarak tasarlanmıştır. B ilgi so sy o lo jisiy le ilgili veçhe,
sadece tekil ayrıntıda duraklayabilm ek için fazlasıyla yeni; bir sis­
tem atiğin v e bilginin sistem atizasyonunun daha şim diden mümkün
kılınabilm esi için ise yeterince gelişm iş değildir. Ö ncelikli olarak
bu veçhe sürekli ve yeni yaklaşım lar aracılığıyla g ö z önünde bulun­
durulmalıdır. Bir yandan, tarihsel süreçte, ön em li birer olay olarak
yaşanm ış belli noktalan filolojik bir özen le betim lem ek gerekir;1
öte yandan ise, gittikçe gen işleyen planın bizzat araştırma eylem i
çerçevesin de tasarlanabilm esi için, ilişkiler bütününün evrelerini
1 Yazar, bu bağ lam d a, “M uhafazakâr Düşünce, A lm a n y a ’daki S iyasi-T arihsel
D ü şüncenin O lu şu m u n a S o sy olojik K atkılar” adlı in celem esin e işaret eder
(T oplum bilim i ve S osyal P o litika A rşivi 1927, cilt 57).
tespit etm ek gerekir. Zira bu konuda da, dünyada m eydana gelen
her yen i yön elim d e görülen aynı şey sö z konusudur: Her şeyi bir
arada tutan rehber, (g izli, düşünce faaliyeti için görünm eyen bir iç-
tepi tarafından yön etilen) ancaknesnelere bakış çerçevesin de olu ­
şup şekillenm ektedir. A ncak, bu başlangıç durumunu zorla aşm aya
çalışıp bir sistem i yeni bir tem elden hareketle düzen lem eye çalışan
her denem e, henüz yeni gerçeklikleri değil de, kaçınılm az olarak
öncekileri içeren v e bu yüzden d e sadece öncekinin üstünü örten
bir bakış açısının öncüllerinin, kavramsal şemalarının ve klasifıkas-
yon m odellerinin ötesin e geçem ez.
B ilg i so syo lo jisi, bir bilim dalı olarak durgun bir klasifıkasyon
şem ası niteliği taşımadan da, sadece görünürde bile o lsa dünyasının
üstesinden g elm iş olan bir yansım a, soyut bir sonuç olarak varol­
m adığı o mutlu başlangıç evresinde bulunmaktadır hâlâ. İlişkiler
bütünü açısından değerlendirildiğinde gelen ek sel disiplinlerde çoğu
zam an gözüm üzden kaçan, düşüncenin hiçbir zam an kendine yeten
bir am aç olm adığı, ama daha ziyade tarihsel sürecin değişim leriyle
sürekli yeniden şekillenen ve unsurunda insanlığın yeni oluşum u­
nun da yer aldığı bir yapı, canlı bir Organon* olarak, b ilgi so sy o lo ­
jisin d e hâlâ ön em li bir yer işgal etm esidir. Bu yüzden bundan son ­
raki incelem elerim , aslında olayların problem atikleştiği ve düşün­
cenin hâlâ doğrudan yaşanm ış olanın b ilincine varılm asına y ol açan
dürtüyle iç içe olduğu o canlı akış bütününden soyutlanmamalıdır.
A m acım ız, bu düşüncelerin sistem atik başlangıcının bulunduğu
olası yerden başlam ak, her iki incelem enin de tem ellen diği doğru­
dan varoluşsal duruma ve zım ni önkoşullar zincirini “yaşam sal sı­
kıntılara’^ m esafe koym ak am acıyla aydınlığa kavuşturmak d eğ il­
dir. Tam tersine, hem en başta yapm am ız gereken şey, her şeyin an­
laşılabilm esini m üm kün ve sonraki yaşam düzenlerini de ulaşılabi­
lir kılan noktaya işaret etmektir.
“Bilim Olarak S iyaset M üm kün Müdür?” adlı in celem e, düşün­
celerin ideolojik nitelikleriyle ilgili düşünceyi en tutarlı b içim iyle
* O rganon: A let, araç. A risto teles’in m antıkla ilgili yapıtlarının bütününe veri­
len ad. A risto te le s’in k en d isin in m an tık için kullandığı terim “ an alitik ”tir. O r­
gan o n d en m esin in nedeni de bu an la m la ilgili: D oğru d ü şünm enin aleti; bi­
lim sel bilg iy e g ö tü ren araç. bkz.:B . A k arsu , a.g.e. - ç.n.
ele alm ayı görev edinm işken; ütopik b ilinçle ilgili çalışm ada, üto­
pik unsurun düşüncelerim iz ve deneyim lerim iz açısından önem inin
ortaya çıkarılmasına çalışılmaktadır. İdeoloji problem i, günüm üzde
düşüncenin en önem li akımlarına en tutarlı biçim iyle uyarlanmaya
çalışılmaktadır. Kanıtların karşılaştırılmasına dayandınlırdığm da
problem e en basit yaklaşım ın bile ampirik -ö rn eğ in en basit (örne­
ğin teori-praksis ilişk isiy le ilgili) problem atik sö z konusu olduğun­
da b ile -, gözlem cin in hem toplum sal konum u (istem eden de olsa)
v e hem de problem atikle ilgili kavramsal tanımlamalarının birbirin­
den çok farklı olm asının kaçınılm az olarak çok farklı düşünsel so ­
nuçlara y o l açacağı gösterilm eye çalışılacaktır. Bu in celem ed e, y in e
ampirik kanıtlara dayanılarak - e n azından tinsel tarihle ilg ili ve
toplum sal d eğişim lerin en belirgin noktalarından hareketle- top­
lum sal v e politik açıdan ayrım laşm ış bilinçteki ütopik unsurun şe-
kildeğişim inin o bilincin yapısal d eğişim in e genel anlamda v e ne
şekilde neden olduğu gösterilm eye çalışılmaktadır. Yani ütopik un­
surun şekildeğişim in in en önem li evrelerini bilm eden, aslında b i­
lincin tarihinin yazılm asının da mümkün olam ayacağı gösterilm eye
çalışılmaktadır.
Sonuçta m evcut bir ilişkinin varlığı, kendim ize karşı son derece
acım asız davranarak ve son derece tutarlı bir biçim de, ideoloji v e
ütopya problem inden yani iki yönden hareketle, ama gerçekliğe da­
yanan bulgular tem elinde tespit ed ilm eye çalışılmaktadır. D ü şü n ce­
lerin ütopik ve ideolojik niteliği şu ana dek çoğu zam an sadece ta­
raflı olarak (yani sadece karşı tarafın düşüncesi çerçevesin de) ele
alınmıştır, yani herkes kendi bakış açısını sürekli olarak bu ele alışın
dışında tutuyordu. Burada, kendi içinde netlik taşıyan bir problem a-
tiğe ulaşabilm ek am acıyla, düşüncelerdeki tüm bakış açılarını, içer­
dikleri ütopik unsurlar doğrultusunda in celem e çabasına girilmiştir.
B izi sürekli m eşgul eden problem atiği ancak yukarıda değin ilen bi­
çim iy le v e tem elden inceledikten sonra, daha doğrusu varoluşun
bulunduğu bu noktada, yani varoluşun bu aşam asında, tinsel varo­
luşun hâlâ nasıl mümkün olab ileceğini ve onu nasıl an layabileceği­
m ize ilişkin soruyu sorabiliriz.
B izim için ö zellik le her iki incelem ede de yer alan bu açıklam a­
ların birinci bölüm ünün önem li olduğu vurgulanmalıdır. Burada v e­
rilere dayanm akla birlikte, bütünlük nosyonunu eğilim sel olarak
içinde barındıran bu bölüm ün tespitleri yardım ıyla, öngörürcesine
v e çoğu zam an sad ece örtük, am a sonuç olarak hakkında düşünm e­
den h issettiğim iz düşünsel ve varoluşsal krizim izin anlaşılm asına
çalışılmaktadır. Çünkü öbür türlü, sadece canlı çekişm elerin zorla­
m asını takip ederek, artık ansızın kendim izi ya da partnerimizi anla­
mamak gibi, ya da analiz ed ilm iş ve apaçık olanın kenarında tama­
m ıyla açığa kavuşm am ış unsurun, kavramın uçurumunun marjinal
bir d eğer olarak görünm esi gibi problem lerle karşı karşıya kalınabi­
lir. Zira, kavramın açığa kavuşturulmasının henüz mümkün olduğu
ve en kesin apaçıklığın istenildiği bir yerde ancak, her apaçıklığın
sadece belirsizlik unsurunda m evcut olduğu gerçeği ortaya çıkabi­
lir. Bu marjinal olgu ya ulaşıp, varlıksal b ilin ci çerçevesin de düşün­
düğüm üz ve varolduğum uz ortamı net olarak görm ek ve zihnim ize
giderek artan bir şekilde yerleştirm ek bu in celem elerin asıl h ed efi­
dir.
Bu kitap, düşüncelerle ilgili kriz durumunun bilincindedir ve bu
krizin çözüm e ulaştırılabileceğinden em in olduğu için de, şim dilik
zam ansız çözüm ler sunmamaktadır. M evcut durumda, kendini he­
yecanlı bir davranış içinde mutlak b ilgi olarak sunan, ve gerçekte
kısm î b ilgi n iteliği taşıyan bir bilgi b içim iyle ilişki içine girip böy-
lece de bir m ayalanm a sürecinde açığa çıkan olguları görem ez hale
gelm ek, problem atiğin önüne set çekm ek anlam ını taşırdı. Sürecin
doğasına araştırmacının g özü yle yaklaşabilm ek için ön celik le gere­
ken, krizin derinleşip yaygınlaşm asına izin verm ek ve sarsılmakta
olanı sorgulamaktır. Bu yüzden ö n cellik le kendi d üşüncelerim ize
karşı uyanık olm ak gerekir, zira içim izd e kendim izden bile özen le
sakladığım ız çelişkiler ve farklı düşünce biçim lerini barındırırız.
Bundan dolayı, farklı yaklaşım lardan kaynaklanan çelişkileri örtbas
etm ek istem iyoruz; zira şu an ön em li olan haklı çıkm ak d eğil, sor­
gulanm ası gerekenin müm kün olan en büyük çapta gelecekteki çö ­
züm denem eleri kapsam ına alınabilm esi am acıyla her bir çelişkinin
belirgin bir şekilde açığa çıkartılmasıdır.
K lasist bir bilgi sistem atizasyonu, ölçülü durgunluğuyla tam da
sürekli problem li olanın üstünü örtm esi n ed en iyle, b öyle bir am aç
v e konunun en uygunsuz b etim lem e biçim i olurdu. B etim lem eye
dışarıdan taşınan unsurları, düşüncenin içsel gerekliliklerini daha
iyi in celeyebilm ek için bilerek g ö z ardı ediyoruz. D olayısıyla da,
problem atiğin kapsam ının doğal bir biçim de gen işletilm esind e kul­
lanılabilecek gerekçeleri ve verileri gerektiği kadar kullanacağız.
Ancak öte yandan, problem atikler bütününden hareketle sorgulana­
b ilecek her şey sorgulanacaktır.
İdeoloji ve ütopya problem inin ortaya çıkm asıyla birlikte, sade­
ce iki yeni olgunun d eğil, başka belirlem elerin de yapıldığını gör­
m ek gerekir. İdeoloji v e ütopya sözcükleri, sadece iki yen i verinin
gün ışığına çıktığına işaret etm ekten ziyade, yeni bir konunun tem el­
den güncellik kazanm ış oluşuna da işaret etmektedir. D ünya, ken­
disini dünya yapan anlamsal bağlamları biçim inde karşım ıza g eç­
m iş ve, aslında bu iki veri çerçevesin de yeni bir anlama konu o l­
muştur.
Dünyadaki yerim izi tem elden belirleyen, ama daha çok da ken­
dim izle ve bizi yönlendiren fikirlerle olan ilişkim izi belirleyen bu
yeni karşılaşma biçim i neyi ifade eder? En basite indirgendiğinde,
şunu söylem ek mümkündür; esk i sa f ve henüz cesaretini kaybetm e­
m iş olan insan sadece “fikirlerle ilgili içeriksel değerler”e bağlı ya­
şarken, biz bu fikirleri, giderek artan bir şekilde ve eğ ilim sel o la­
rak ideolojiler ve ütopyalar olarak algılarız. Pür fikirsel düşünce
nezdinde bizatihi fikir, şüphe götürm ez gerçekliğin ta kendisidir;
zira düşünce, olası gerçekliklere ulaşabilm ek için fikrin dünyasın­
da yer bulur, her gerçek varoluş ve her gerçek algılam a varoluşunu
daha yüksek bir fikre katılm akla sürdürebilir.
Bununla birlikte eski dönem insanının salt kendini yönlendiren
fikirleri doğrultusunda yaşadığı, yani herhangi bir anlamda “daha
iy i” olduğu elbette sö y le n e m e z,— düşüncelerindeki fikirsellik, zor­
balığı, barbarlığı ve kötülüğü dışlam ıyordu. A ncak, bu normdan sap­
m ayı ya iyi dengelenm iş bir bilinç dışılıkla kendinden bile g izlem e­
yi başarıyordu ya da normlara karşı çıkm ayı bir şekilde günah ve
suç olarak yaşıyordu: İnsan değişk en ve kötüydü, ama onu yön len ­
diren norm ve anlam tabakası, yıld ızlı gök gibi hiçbir zaman yerin­
den oynatılamazdı. T arihsel— ö zsel d eğişim , insanoğlunun fikirsel
F:6/ İdeoloji ve Ütopya
tabakayı am açsal anlamı bakımından sadece ve sadece kabul etm e­
siy le d eğil, aynı zamanda ideolojik ve ütopik niteliği açısından in­
celem ey i öğrendiği noktada başlam ıştır. Ç erçevelerinde ya nlış b i­
linç olasılığın ı yaşayabilm ek, ideoloji v e ütopya düşüncelerim in or­
tak ve sonuçta en önem li olan yanıdır. Bu düşüncelerin en derin an­
lam ı buysa eğer; onların problem atiğin derinlerine ulaştığı ifade
ed ilm em ekle birlikte bu derinliği, en azından am açsal olarak içer­
diklerini iddia etm ek mümkündür.

B aşlam adan Önce:


K avram sal B ir A çıklam a Gereksinim i.
Yukarıda işaret edilen düşünsel durum um uzu, varoluş koşulları­
m ızla ilişkilendirerek kavramak durumunda olan problem atik, bir­
kaç önem li kavramsal açıklam a yapılm adan ele alınam az. Zem in
oluşturucu bir açıklam aya ihtiyaç duyan ön cellik le ideoloji kavra­
mıdır. Bu kavramın ilk bakışta gözden kaçan çok anlam lılığı, karşı­
m ıza anlamlar tarihinin birbirinden oldukça farklılaşan tarihsel e v ­
relerinin çıkarttığı bir sözde birlik olarak görünmektedir. Bu proble­
m in çözü m e ulaştırılm ası, ancak tarihte ve bir olaylar bütünü çerçe­
vesind e analiz ed ilm esi gereken kavramsal anlamın zaman zaman
ve o zaman zam an da bir başka yanının ortaya çıktığı bir mekân ara­
yarak, bu sö zd e birliğin iç içe girm iş unsurlarını ayıklayan bir ana­
lizle m üm kün olabilir. Yani so sy o lo jik anlam analizine baş vurula­
rak, tarihsel bağlam çerçevesin deki problem in çözü lm esi am açlan­
maktadır.
B u bağlam da da, tarihsel-toplum sal analiz yöntem inin uyarlan­
m asını, ilk başta anlamsal dalgalanm aların, “hazır”, yani şu ana dek
oluşm uş olan m evcut kavram sallığa dayanm ası sağlanmaktadır.
B ö y le bir analiz, “id eoloji” kavramını gen elde birbirinden farklı
olan iki anlam da k ullanabileceğim izi gösterm ektedir. S özcü k anla­
mının ilk varyantını kısm î, İkincisini ise bütünlükçü ideoloji kavra­
mı olarak adlandıracağız.
Bu sözcü kle, karşı tarafın b elli başlı “fikir” v e “d ü şü n c e le r in e
inanılm am ak gerektiği kastediliyorsa eğer, o zam an sö z konusu
olan kısm î bir ideoloji kavramıdır. Zira, bu “fikir” ve “d üşünce”ler,
karşı tarafın çıkarma uygun olm ayan bir gerçeğin bilinçli bir şekil­
de örtbas edilm esi olarak ele alınır. Bu bağlam da, b ilinçli yalandan,
yarı bilinçli içgüdüsel örtbas etm eye ve bir başkası tarafından yanıl­
tılm adan özyan ılm aya uzanan gen iş bir alan içind ek i her şey söz
konusu olabilir. K endini basit bir yalancılık kavramından ancak ya­
vaş yavaş sıyırm ış olan bu ideoloji kavramı, kelim enin birçok anla­
mında kısmîdir. K ısm î niteliği karşısına, radikal, bütiinlükçü bir ide­
oloji kavramı çıkartıldığında, anında göze çarpmaktadır. Bir çağın ya
da tarihsel-toplum sal açıdan som ut olarak tanım lanabilen bir gru­
bun -ö rn eğ in bir sın ıfın - ideolojisinden bahsetm ek bu çağın ya da
bu grupların bütünlükçü bilinç yapılarının özellikleri ve niteliği an­
lam ında müm kün olabilir.
Her iki ideoloji kavramının hem ortak, hem de farklı yanları gö z
önündedir. B ize göre bu ortak yanlar, am açlanan içeriği (karşı tara­
fın “fikirler”ini), söylenm iş olanı içselleştirip anlam aya çabalam a­
larından değil (ki, bu durumda, içkin bir yorum dan bahsetm iş olur­
duk2); bu “fikirler”i dile getirip varoluş durumundan hareketle bu
fikirleri işlevselleştird iğim iz k olek tif ya da bireysel ö zn eyi dolam ­
baçlı yollardan geçerek anlama istem inden ibarettir. Son ifadeyle,
bu fikirlerin; konu olan belli görüşler, tespitler, n esn elleşm eler (y a ­
ni kelim enin gen iş anlam ıyla “fikirler”) olarak kendi içlerinden d e­
ğ il, öznenin varoluş durumundan hareketle, onları bu durumun iş­
levleri olarak yorumlayarak algılamaları kastedilmektedir. Bu, ayrı­
ca, öznenin som ut yapı ve varoluş durumunu v e onun görüş, tespit
v e bilgileri için şekillendirici bir ön em taşıdığı görüşünün savunul­
ması anlamına gelmektedir.
B ö y lece her iki ideoloji kavramı da, işlev sel açıdan sözüm ona
“fıkirler”i taşıyıcısıyla, taşıyıcının somut durumunu ise, toplum sal
m ekânla ilişkilendirm ektedir. İşaret edilen bu ortak özelliklerin ya­
nı sıra elbette çok büyük farklılıklar da mevcuttur. Bunlardan sade­
ce birkaçını sıralamak isterim.
A. K ısm î ideoloji kavramı, karşı tarafın iddialarının sadece bir
2 Bu k o n u y la ilgili bkz.: K. M annheim: Ideologische und so z io lo g isch e Interp­
retatio n d e r g eistig en G eb ild e [Tinsel Yapıların İdeolojik ve S osyolojik Yo­
rum ları] (ayrıntılı bilg iler için ilerleyen sayfalara bkz.).
kısm ını - v e bunları da sadece içeriksel niteliği açısın d an - ideoloji
olarak kabul ederken; bütünlükçü ideoloji kavram ı, (kategorik apa­
rat dahil olm ak üzere) karşı tarafın tüm dünya görüşünü sorgulayıp
bu kategorileri k olek tif özneden hareketle anlam aya çalışır.
B. İşlevselleştirm e, kısm î ideoloji kavramı sö z konusu olduğun­
da, sadece psiko lo ji d üzeyin de cereyan eder. Zira, karşı tarafın şu
ya da bu sözü yalandır, kendinden ya da başkalarından şu ya da bu
gerçeği saklıyor dendiğinde (tinsel bilim lerle ilg ili - te o r ik - geçer­
lilik düzeyi açısından) k en disiyle hâlâ aynı tem elde bulunulduğuna
ilişkin görüş d ile gelm ektedir. İşlevselleştirm e, k ısm î ideoloji kav­
ramı çerçevesinde, yaln ızca p sikolojik d üzeyd e gerçekleşir. Yalan­
ları bu bağlam da d eşifre etm ek, yanlış fikirlerin kaynaklarını kurut­
mak hâlâ mümkündür; zira id eolojik olm a konusundaki şüphe, so ­
nuç olarak, henüz radikal bir biçim almamıştır. Bütünlükçü id eo lo ­
ji kavramı sö z konusu olduğunda durum değişir. Ö rneğin şu çağ
başka, biz ise başka bir fikir dünyasında yaşıyoruz; ya da tarihsel
açıdan som ut olan şu tabaka bizden farklı kategoriler çerçevesinde
düşünüyor dendiğinde; sad ece tekil düşünsel içerikler d eğ il, belli
bir düşünce sistem i, d en eyim v e yorum biçim lerinin b elli bir şekli
kastedilmektedir. Kategorik aparat, hem içerik ve farklı yönleriyle
hem de b içim sel ve nihai anlam olarak, varoluşsal durumuna ne
denli dayandırılırsa, tinsel bilim lerle ilgili düzey de o kadar işlev-
selleştirilm ektedir. Bir taraftan pür psikoloji düzeyinde cereyan
eden işlevselleştirm e, öbür taraftan ise, tinsel bilim lerle ilg ili d üze­
yin işlev selleştirilm esi sö z konusudur.3
C. Bu farklılık esas alındığında, kısm î ideoloji kavramı öncelikle
çıkar psikolojisinden-, bütünlükçü ideoloji kavramı ise, çok daha
form elleştirilm iş ve m uhtem elen nesnel yapısal ilişkilerin ortaya
3 M a rx ’in aşağıdaki sö zleri, tinsel bilim lerle ilgili sahayı işlev selleştiren bü-
tiinlükçü ideoloji k av ram ın ın bir ö m eğ i o larak gösterilebilir: “ E konom ik ka­
teg o riler, to plum sal üretim ilişk ilerin in sadece teorik y an sım aları, so y u tla­
m alarıdır.” . m addi üretim tarzı d o ğ ru ltu su n d a toplum sal koşullarını şek il­
lendiren ay n ı in san lar; to p lu m sal k oşulları d o ğ ru ltu su n d a ilkeleri, fikirleri ve
kateg o rileri d e şe k illen d irirle r.” (Marx, K.: Das E lend der P hilosophie [F el­
sefen in S efaleti]. S tu ttg art-B erlin 1921, d okuzuncu basım , s. 9 0 - 91.) -
[Bkz.: T ü rk çe b asım d a s. 100-101; Felsefenin Sefaleti, İn g ilizc e’d en Çev.: A.
K ardarn, Sol Y ay , — ç.n.]
çıkarılm asını am açlayan işlevsellik kavramından hareketle yola ç ı­
kar. K ısm î ideoloji kavramı sö z konusu olduğunda, şu ya da bu ç ı­
karın, nedensellik çerçevesin de, şu ya da bu yalana başvurmaya ya
da örtbas etm eye zorladığı; bütünlükçü ideoloji kavramı sö z konu­
su olduğunda ise, şu ya da bu konum un, şu ya da bu bakış açısına
ya da işin şu ya da bu yönüne tekabül ettiği varsayılmaktadır. Çıkar
konumunun analizine sıkça başvurulsa da, bu nedensel belirleyici­
lerinden birini ortaya çıkarmak için d eğil, daha çok konumun yapı­
sını niteleyebilm ek için yapılmaktadır. D em ek ki bu bağlamda, çıkar
psikolojisinin yerine, artık eğilim sel olarak varoluş durumu ve b il­
ginin şekillen m esi sırasında m evcut olan, yapısalcı analizle bağlan­
tılı karşılıklar ya da m orfolojik şeklin karşılıkları geçm iştir. Kısm î
ideoloji kavramı hiçbir zaman psikojileştirici düzeyin ötesin e g e ç e ­
m ediği için, sonuç olarak her şeyin dayandırıldığı özne, birey o l­
maktadır. Bu gruplar sö z konusu olduğunda da böyledir; zira psişik
seyirler sadece tekil insan çerçevesindeki bireysel ruhsallıkta m ey­
dana gelir. Gerçi günlük dil kullanım ı açısından bu bağlamda da ço ­
ğu zam an grup ideolojisi kavramı kullanılmaktadır. Bu bağlamda
grup varlığı, aynı grupta bir arada yaşayan bireylerin aynı toplum ­
sal koşula ya doğrudan ya da doğrudan karşılıklı bir ruhsal etkile­
şim n ed en iyle, am a çoğu zam an hom ojen bir şekilde tepki göster­
m eleri anlamını taşıyabilir ancak; ve toplum sal konumları buna uy­
gunsa, yanılm ayla ilgili aynı deneyim lere sahip olurlar. D eneyim fi­
ili, ideolojinin oluşm asının tek kaynağı olarak inşa edildiğinde, bi­
rey herhangi bir kolektiflik yönünde aşkınlaştırılamaz. Birey, birey
olarak, k o lek tif özn e yönünde ve sadece tinsel bilim lerle ilgili dü­
zeyde aşkınlaştırılabilir. İşe psikoloji d üzeyin de başlayan herhangi
bir (kısm î) ideoloji araştırması, en iyi ihtim alle, sadece kolektif psi­
k olojiyle ilg ili tabakayı kavrayabilir. O ysaki, bütünlükçü ideoloji
kavramını kullanan ve b öylece tinsel bilim ler alanındaki ilişkileri
işlevselleştiren bir ideoloji araştırması; işlevselleştirm eyi gerçek
psikolojik bir özn e yönünde d eğil, daha ziyade “atfedilen ... (te­
orik) ... bir ö z n e ” yönünde gerçekleştirir. Burada bu farklılığa, bu
bağlam da onunla ilgili yöntem bilim sel güçlüklere değinm eden, sa­
d ece işaret etm ek le yetin eceğiz.
İdeoloji Kavram ının
A nlam sal D eğişim inin Tarihi Üzerine.
D em ek ki anlam analizine dayanarak k ısm î ile bütünlükçü id e­
oloji kavramlarını çok belirgin bir şekilde ayırmak mümkündür. Her
ne kadar gerçeklikte her iki m odelin içiçe girip kaynaşm ası sö z ko­
nusuysa b ile, b ize göre tarihsel kökenleri de tem el anlam da birbi­
rinden bir o kadar farklılaşmaktadır. H enüz ideoloji kavramına ait
olan fikirler tarihi d iye bir şey olm adığı gibi; bu kavram ın geçirdi­
ği anlam sal değişim in de hiçbir sosyolojik tarihi olm am ıştır.4 Kaldı
ki, anlam sal bir değişim in tarihini yazm aya daha şim diden hazır o l­
sak b ile, bu anlam sal değişim in in tarihini yazm ak bizim işim iz o la­
mazdı. Bu yüzden oraya buraya dağılm ış dokümanlardan v e çoğu
zam an bilinen gerçeklerden faydalanarak, sad ece işaret edilen ay-

^ P roblem in b ib liy o g rafy a kısm ına gelince, söylenenlere ilave olarak ilk başta
şu çalışm alarım a işaret etm ek isterim : Mannheim, K.: Das Problem einer So­
ziologie des Wissens (Bilgi S osyolojisi S orunu], Archiv fü r Sozialwissensc­
haft und Sozialpolitik (T oplum bilim i ve Sosyal P olitika A rşivi] 1925, cilt. 54.
M annheim, K.: Ideologische und soziologische Interpretation der geistigen Ge­
bilde [Tm sel Y apıların İdeolojik ve S osyolojik Yorum ları], J a hrbuchßir Sozi­
ologie [Sosyoloji Y ıllığı], y ayına hazırlayan: G. Salom on, K arlsruhe 1926, cilt
II, s. 4 2 4 ve sonrası.
Yukarda işaret edilen lerin en önem li y ap ısalcı-an alitik tespitleri, sözü geçen
Y ıllığın” redak siy o n u n a daha önceden teslim edilen ancak basılm ayan ideolo­
ji kavram ının çeşitli anlam larının ele alındığı bölüm ünde de yer alm ıştı (bkz.
a.g.e., s. 42 4 , * dipnot).
B elgeler açısından bkz.:
Krug, W.T.: Allgemeines Handwörterbuch der philosophischen Wissenschaften
nebst ihrer Literatur und Geschichte [B ibliyografyasını ve T arihini de İçeren
Felsefi B ilim ler El Sözlüğü]. İkinci basım , L eipzig 1833.
E isler’s P hilo so p h isch es W ö rterbuch [Eisler’ın F elsefe Sözlüğü].
Lalande: Vocabulaire de la Philosophie [Felsefe Sözlüğü]. Paris 1926.
A yrıca bkz.:
Salomon, G.: Historischer M aterialismus und Ideologienlehre ITarihsel M ater­
y alizm ve İdeo lo jiler Ö ğretisi |. Jahrbuch fü r Soziologie [Sosyoloji Y ıllığı] cilt
II, s. 3 86 ve sonrası.
Ziegler, H .O.: Ideologienlehre | İdeolojiler Ö ğretisi]. Archiv fü r Sozialwissensc­
haft und Sozialpolitik (Toplum bilim i ve Sosyal P olitika A rşivi], cilt. 57, s.
657 ve sonrası.
İdeoloji analizlerinin çoğu yapısal analiz düzeyine ulaşamayıp fikirler tarihiyle ilgili su­
nuş ya da genel düşünce düzeyinde kalıyorlar. Max Weber m, Lukdcs'm, C. Schmitt'm
çözümlemeleri paradigmatiktir; ayrıca şu çalışmaları sıralamak mümkün:-^
rımları en kolay biçim de -im a yolu yla da o ls a - ve m odem ifrata
vardırılm ış durumun nasıl yavaş yavaş oluştuğunun gösterilebilece­
ği m om entleri ele alm ak istiyoruz.
Anlam analizi açısından kısm î ideoloji kavramını biltünlükçü o-
landan ayırabilm em izi m ümkün kılan anlamsal ikiliğe dayanarak,
kısm î v e bütünlükçü kavramlarının tarihlerini de iki tem el akıma
ayırarak ele alabiliriz.
Ö n celik le ideoloji kavramı; bundan önceki doğrudan olgu,
insanoğlunun tarihsel varoluşunun her basam ağında karşı tarafla
ilişkide hissettiği m uhtem el sürekli gü ven sizlik ve şüphe ile ilg ili
deneyim leriydi. İd eolojiyle ilg ili şüpheden sö z etm ek, ancak başta
gen el insani niteliklere sahip olan ve m uhtem elen her tarihsel basa­
makta az ya da çok varolan bu gü ven sizliğin yöntem sel bir hal aldı­
ğı andan itibaren mümkündür. A ncak bu basamağa; karşı tarafın ört­
bas etm elerinin taşıyıcısı ve sorum lusu olarak yalıtılm am ış özneleri
kabul edip tüm kötülükleri onların kurnazlığına bağlamakla d eğil,
daha ziyade - a z ya da çok b ilin çli bir b içim d e- düşm anın sam im i­
yetsizliğinin kaynağını herhangi bir toplum sal unsurda görm ekle
ulaşılmıştır. Karşı tarafın düşünceleri, bu düşünceler sad ece yalan
Kelsen, H.: Die philosophischen Grundlagen der Naturrechtslehre und der
Rechtspositivismus [D o ğ a H ukuku Ö ğretisinin Felsefi T em elleri ve H ukuk
Pozitivizm i |. “ Vorträge der Kant-G esellschaft ” [K ant D em eği S unuşları]
N o. 31, 1928.
G en ellik le bilin d ik lerin d en , Sombart, Scheler, Oppenheimer gibi standart
eserler bu b ib liy o g rafy ad a y er alm am aktadırlar.
Şu iki incelem e, k o n u m u z için bir b aşk a bağ lam d a o ld u k ça ilginç ve ö ğ retici­
dir:
Riezler, K.: Idee und Interesse in der politischen Geschichte. Die Dioskuren
[Siyasi T arihte F ik ir ve Çıkar. İlişkiler], cilt III, M ünih 1924.
Szende, P.: Verhüllung und Enthüllung [Ö rtüyü K apatm ak ve K aldırm ak]. L e­
ipzig 1922.
A yrıca bkz.:
Adler, G.: Die Bedeutung der Illusionen fü r Politik und soziales Leben [İlliz-
y onların Siyaset ve T oplum sal Y aşam için Ö nem i]. Jen a 1904.
Jankelevitch: Du rôle des idées dans t'évolution des sociétés [Toplum ların G e ­
lişim in d e F ik irlerin R olü]. Revue Philosophique 1908, c ilt 6 6 , s. 256 ve so n ­
rası.
Millioud, M.: La form ation de l ’idéal [İdeal O lan ın O luşum u] (a.g.e., s. 138 ve
sonrası).
Dietrich, A.: Kritik der politischen Ideologien [Siyasi İdeolojilerin E leştirisi).
Archiv fü r Geschichte und Politik |T arih ve P olitika A rşivi] 1923.
olarak yaşandığında d eğil, karşı tarafın tüm tutumunda toplum sal
bir konumun işlev i olarak yorum lanan bir sam im iyetsizlik sezildi-
ğinde ideoloji olarak yorumlanır. D em ek ki k ısm î ideoloji kavramı,
bir yanda basit bir yalan, öte yanda ise teorik açıdan yan lış yapılan­
m ış bir bakış açısı arasında ve herhangi bir yerde bulunan bir o lg u ­
ya işaret etm ektedir. K astedilen, psikoloji d üzeyin de cereyan eden
ancak yalanın tersine, istenm iş olm aktan çok belli bir nedensel z o ­
runlulukla gerçekleşen bir yanılm a tabakasıdır.
B acon’m idollar\a ilgili öğretisin i, b öyle bir yorum dan hareket­
le, m odem ideoloji tasarısının ön sezisi olarak değerlendirm ek
mümkündür. B acon için idollar - k i, bilindiği üzere bunlar idola tri-
bus, idola sp ecus, idola fori, idola theatri* olarak adlandırılanlardır-
“put” v e “ön yargı” anlamını taşımaktadırlar. Bunların hepsi, bir
yanda gen el olarak insan doğasından, öte yandan ise som ut birey­
lerden kaynaklanan ancak toplum a ve g elen eğe de katılmaları
mümkün olm akla birlikte gerçek idraka götüren yolun önünü kapa­
tan yanılm a kaynaklarıdır 5 Ş üphesiz m odem bir ifade olan ideoloji
* [Soy idolleri (idola tribus)', İnsanın doğasında ve bizzat insanın soy veya ırkı­
nın doğasında vardır. Ç ünkü insan, anlam sız bir biçim de şe y ’Ierin ölçüsü oldu­
ğunu iddia eder, üstelik bununla da kalm az, hem duyuların hem de zihnin bü­
tün algılarının kaynağı olarak evreni değil, insanı gösterir. İnsan zihni, ışınları
yaym ası, çarpıtm ası ve şeklini bozm ası bakım ından kendi özelliklerini farklı
nesnelere veren içbükey ve dışbükey aynalara benzer.
Mağara idolleri(idola specus)\ her biri bireysel olan idollerdir. Ç ünkü, herkes
(insan ırkında ortak olan hatalara ek olarak) ya kendine özgü ve tek olan yara­
tılışından dolayı, ya eğitim i ve diğer kişilerle olan ilişkilerinden dolayı, ya oku­
duklarından dolayı ve bireyin hayranlık ve saygı duyduğu kişilerin otoritelerin­
den dolayı, y a zihinde m eydana getirilen farklı etkilerden dolayı önceden işgal
edilm iş ve ön ced en yerleştirilm iş ya da düzenli ve sakin bir şekilde vb. o ld u ­
ğu için tabiatın ışığını durduran ve bozan kendi bireysel m ağarasına sahiptir.
Çarşı-Pazar idolleri (idola fori); Bkz.: s. 89, 6 no'lu dipnot.
Tiyatro idolleri (idola theatri); insan zihni kendine özgü felsefe sistem lerinin
çeşitli dogm alarından sarm ış olduğu idoller olduğu gibi, kusurlu ispat kuralla­
rından kaynaklanarak sarm ış olan idoller de vardır. İşte, bizim tiy atro idolleri
olarak adlandırdıklarım ız da bunlardır. )- ç.n.
5 Bacon’ın Novum Organon, Birinci Kitap, Otuz sekizinci Maddeden karakteris­
tik bir cüm le: “ İnsan anlığını şim diye kadar kuşatan ve orada derinlem esine
kök salm ış olan idoller ve yanlış fikirler, yalnızca, insan zihnini şöylece bir ku­
şatıp girişi g üçleştirm ekle kalm am ıştır, giriş sağlandığında bile insanlık, ken­
dini bunlara karşı çok iyi k orum azsa, bilim lerin yenilenm esi sırasında yeniden
karşılaşacağım ız idoller ve yanlış fikirler bizi rahatsız edecektir.”
kavramı, B acon ’da -yukarıda değinildiği ü zer e- yanılm a kaynak­
lan anlamını taşıyan terimle belli bir ilişki içerisindedir. Şüphesiz
toplum ve gelen eğin bu türden yanılm a kaynaklan haline g elm ele­
rine ilişkin anlayışta da so sy olojiyi andıran bir önced en 'görm e se­
zilm ektedir.6 A ncak buradan hareketle, m odem ideoloji düşünce­
siy le fikirler tarihi arasında gerçek bir bağlantının, inşa edilebilecek
gerçek bir ilişkinin kurulması müm kün olm asa gerek.
K endini ideolojiyle ilgili şüpheye en d ek sleyen ruhsal tutumun,
gen el olarak politik pratiğin günlük yaşam d en eyim i alanında o lu ş­
m a olasılığı oldukça yüksektir. R önesans dönem inde, M ak yavel’in
hem şehrileri arasında - o zam anın vülger bir gözlem in i tem el ala­
ra k - m eydanlardaki halkın saraydan farklı düşündüğünü iddia eden
yeni bir atasözünün kullanılm aya başlanm ası, politikanın kamusal-
lığa giderek daha derinlem esine nüfuz etm esi anlamını taşır.7 Bura­
da, yukanda işaret ettiğim iz şü phecilik ve gü ven sizliğin daha şim ­
diden bir yöntem halini alm ası sö z konusudur: D üşüncenin farklılı­
ğı daha şim diden sosyolojik olarak kabul ed eb ileceğim iz bir etm e­
ne atfedilmektedir. Ve bizzat M akyavel, kendine özgü kuralsız ras-
yonallikle, değişen bakış açılarıyla birlikte farklı çıkarlar arasında
bir bağlantı kurmayı görev biliyorsa eğer; ya da herkes için bir
“m edicina fo rte " güçlü bir derman bulm ayı am açlıyorsa eğer;8 biraz
Francis Bacon: N ovum O rganon, yayına hazırlayan: K irchm ann, Philosop­
hische Bibliothek (Felsefi K itaplık], Berlin 1870, s. 93. ITürkçe basım için
bkz.: Çev.: S. Ö. A kkaş, A nk. 1999, D oruk Yay. - ç.n.]
6 Birinci K itap, Kırk üçüncü Madde: “Ç a rşı-P azar ¡dölleri (idola fori); insanın
birbiriyle olan ticari ve toplum sal ilişkilerinden dolayı, bizim çarşı-p a z a r idol-
leri olarak adlandırdığım ız, karşılıklı ilişkilerden ve insanın, insan topluluğu ile
olan ilişkilerinden ortaya çıkan idoller de vardır. “Ç ünkü insanlar dil vasıtasıyla
anlaşırlar. A m a kelim eler, çoğunluğun istediği gibi biçim lenm iştir ve zihin için
şaşırtıcı bir engel olan kelim elerin kötü ve uygunsuz yapılanm ası da zihinde
ortaya çık ar”(a.g.e., s. 95). Ayrıca § 5 9 ’a bkz.
G elenekle ilgili put üzerine:B irinci K itap, Kırk altıncı Madde: B ir önerm e bir
kez öne sürüldüğünde, insan anlığı (ya genel kabul ve inançtan ya da onun ver­
diği güvenden dolayı) yeni bir dayanak bulm ak ve onaylam ak için her şeyi
zorlar.” (s. 97)
Yanılm a kaynaklarının söz konusu olduğunu en belirgin şekilde bu cüm le ifade
etm ektedir: “Sönük bir ışığa benzem eyen, am a istek ve tutkulann birisini ka­
bul eden insan anlığı kendi sistem ini m eydana getirir.” A yrıca § 5 2 ’e bkz.
7 Makyavel: Disc. II, 47. Meinecke, Die Idee der Staatsraison [H ikm eti H ükü-
m et]’ten aktarılmıştır. M ü n ih -B erlin 1925, s. 40.
® Bkz.: Meinecke, a.g.e.
ön ce değinilen atasözünde ön e çıkan tutumun aynısı, şim di karşım ı­
za daha yöntem sel bir b içim iyle çıkmaktadır. Buradan, aydınlanm a­
nın rasyonalist-hesaplı tutumuna ve aynı tutumdan kaynaklanan ç ı­
kar psikolojisine giden yol - e n azından genel tutumu açısın d a n -
düz bir çizg i şeklind e seyretm ektedir. G ünüm üze değin taşman v e
kısm î olarak adlandırdığımız ideoloji kavramının kökenleri bu yak­
laşımlarda yatmaktadır. H um e’ün “H istory o f E n g la n d \ hakkında
sö y ley eb ileceğ im iz,9 yani riyakârlığın ön koşulu olan (“numara
yapmak” anlamını taşıyan) “to feign ”in o zamanın insanlığının ras­
yonalist bakış açısından yöntem sel olarak çok daha önem li bir rol
oynam ası, k ısm î ideoloji kavramını kullanan belli bir tarihsel yakla­
şım için günüm üzde bile geçerliliğin i korumaktadır. Bu düşünce b i­
çim i, çıkar psikolojisinin yöntem leri doğrultusunda, karşı tarafın id­
dialarına şü ph eyle yaklaşır ve buradan hareketle de karşı tarafı sü­
rekli olarak kıym etten düşürm eye çalışır. K ısm î anlamdaki dolaylı­
lık, üstündeki örtünün kaldırılması söz konusu olduğu sürece olum ­
lu bir anlam taşır. Bir şeyin üstündeki örtünün kaldırılmasını am aç­
layan bu yaklaşım , zam anım ızın tem el olgularmdandır;10 ve yaygın
bir akım bu olguyu kaba bir tutumun yansım ası olarak değerlendir-
se de (ki, örtü kaldırma çıkar tem elliyse eğer ona karşı yönlendiri­
len bu eleştirinin elbette haklı bir boyutu vardır), bizim için artık ç e ­
kilm ez hale gelm iş olan sayısız k ılıf ve biçim lerle ilişkisini koparan
bizim ki gibi bir dönüşüm çağının, bu eleştirilere katlanmak duru­
munda olduğu da unutulmamalıdır.

9 Meusel, Fr.: E dm und Burke und die französische Revolution [E dm und B u r­


ke ve F ran sız D evrim i). B erlin 1913, s. 102, d ipnot 3.
10 C. S ch m itt, ald atılm ış o lm aya ilişkin d erin bir duyg u d an k aynaklanan her
yerde k am u flaj, y ansı, yüceltm e sezen çağ ım ıza özgü bu düşü n m e biçim ini
ço k iyi çö zü m lem ek ted ir. S chm itt, aynı zam anda, bu m o d em yaklaşım ın s i­
yasi literatürdeki ö ncülerinden sayılabilen, on yedinci yüzyılın sloganı olan
“sim ulacra” (aynısı) terim ine işaret eder. (Politische Romantik/Siyasî R o ­
m antiklik, ikinci b asım , M ü n ih -L e ip z ig 1925, s. 19.)
Bütiinlükçü İdeoloji Kavram ı,
Bilincin Tinsel B ilim lerle İlgili Alanını Sorgular.
Psikoloji düzeyinde cereyan eden bu örtü kaldırma, ontik* ve
tinsel bilim ler düzeyindeki çok daha radikal bir kuşkuculuk v e y ı­
kıcılıkla karıştırılmamalıdır. Fakat psikoloji düzeyindeki örtü kaldır­
ma işlem i, ontik ve tinsel bilim lerden de büsbütün ayrılam az. Zira
her iki düzeyde de k esik siz şekildeğişim in e yol açan ve tıpatıp ay­
nı olan tarihsel güçler yer almaktadır. Bir yanda, psikolojik d üzey­
de cereyan eden örtü kaldırmaların k esik siz şekildeğişim i sürecin­
de im ha edilm eleriyle; öte yanda, bir dünya imajına ve b elli bir dü­
şünm e biçim ine ait olan ontik ve mantıksal saptamaların çözülüp
bir tarafın diğer tarafı bu anlamda da imha etm esiyle. M ücadele;
özü gereği kökten şekildeğişim in in sadece oluşum la d eğil, yo k o l­
m ayla da tem ellendiği bir dünyada ve bir tarafın diğer tarafın sade­
ce som ut değer ve fikirlerini d eğil, tinsel tem elini de yıkm aya ça lış­
m asıyla belli bir d üzeye ulaşabilir.
A slında aynı dünyayı tem sil eden (örneğin bir hanedan bir baş­
ka hanedanla, ya da soylulardan oluşan bir hizip bir başka h izip le
çatıştığı sürece), tarafların çatışmaları (sadece farklı bir kutuptan ha­
reket ederek) sürecinde çapı bu kadar geniş olan bir yıkım tasavvur
edilem ezdi. Tinsel düzeyde yer alan b öyle bir derinleşm e ve yum u­
şam a, modern dünyada ancak ön em li toplum sal kutuplaşmaların,
dünyayla ilgili farklı farklı amaçlarca desteklenm esi nedeniyle
mümkün olabilm iştir. N ah if gü ven sizlik, gittikçe daha da radikal­
leşen bu yum uşam a sürecinde, nihai olarak tinsel bilim lerle ve
epistem olojik düzeye geçiş yapm ak üzere, ilk başta yön tem sel olsa
da nihai olarak psikoloji d ü zeyiyle sınırlanan kısm î ideoloji kavra­
mı biçim ini almıştır. Burjuvazi de, erken bir dönem inde, dünyaya
ilişkin yepyeni am açlarla birlikte yükselm iştir; sad ece eski feodal-
korporatif dünyaya yönelm ek ve yöneldiği çerçeved e yükselm ek,
dolayısıyla onun yalnızca organik bir parçası olm ak istem emiştir.
* ontik: varlıksa!, varlığa değgin. Varlıkbiliıne değginliği d ile getiren varlıkbi-
lim sel ve varo lu şa değ g in liğ i dile getiren varoluşsal deyim leriyle karıştırıl­
mam alıdır. Bkz.: O. H an çerlio ğlu. Felsefe Ansiklopedısi-Kavranılar ve A kım ­
lar, R em zi K itabevi Yay. - ç.n.
Burjuvazi, (Som bartçı anlam da) yen i bir “iktisadi sistem ”in sö zcü ­
lüğünü yapmıştır; ki, dünyaya ilişkin esk i yorum v e açıklamaları
yerinden eden yen i düşünce tarzı da bunun bir parçasıdır. Aynı şey
proletarya için d e sö z konusuym uş gib i görünmektedir. Zira, bura­
da da bir iktisadi yaklaşım bir diğerine, bir toplum sal sistem bir d i­
ğerine, v e bununla sıkıca ilintili olarak, bir düşünce tarzı bir diğeri­
ne karşı m ücadele etmektedir.
Peki, bütünlükçü ideoloji kavram ı, pür fikirler tarihi açısından
bakıldığında, hangi düşünsel aşamalardan geçerek ortaya çıkm aya
başlamıştır? Bütünlükçü ideoloji kavramının -y a ln ızc a zaman iç e ­
risinde ve k ısm î ideoloji kavramını kendi dışına taşıyan o gü v en siz­
lik çerçevesin de oluşm adığı k e sin -, aynı yönde hareket eden bir­
çok değişim in sentezi olarak gerçek leşeb ilm esi için, çok daha kök­
lü v e yepyeni düşünsel adımların atılm ası gerekm ekteydi. Bu konu­
da felsefen in katkısını da görebiliyoruz. A ncak çoğu zam an algılan­
d ığı gibi, yaşam bütününden koparılm ış bir bilim dalı olarak değil,
ruhun v e tinin sürekli farklı biçim lerle m eydana gelen k olek tif o-
laylar ve ön em li yapısal d eğişim lerle en yüksek d üzeye taşınm ış
m ücadelesinden başka bir şey olm ayan tüm çağdaş evrendeki d e­
ğişim in son ve en radikal yorum cusu olarak. Bu bağlam da da, ken­
dini tinsel bilim lerle ilg ili ve on tolojik düzeyde gerçekleştiren bü­
tünlükçü ideoloji kavramının müm kün kılınmasını sağlayan evrele­
re sad ece daldan dala konarcasına işaret edebiliyoruz.
İlk önem li adım , m uhtem elen bilinç felsefesin in oluşum sürecin­
de atıldı. B ilin cin bir bütün, unsurlarının ise upuygun olm asına iliş­
kin düşünce, ö ze llik le A lm anya’da üzerine m uhteşem bir tutarlılık­
la v e sonuna kadar gid ilm iş bir problem atiği içermektedir. Burada,
gittikçe karmaşıklaşarak, dışım ızda varolan ve sonsuz bir çokluğa
bölünen dünyanın yerini; uyum luluğu en azından dünyayla ilgili şe­
killendirm elerin ilkelerine boyun eğm eyen ve onları daha ziyade
büyük çapta kendi içinden k en diliğin denlikle oluşturan öznenin
bütünlüğünce tem inat altına alınm ış bir dünya deneyim i aldı. D ün­
ya imajının nesnel-ontolojik bütünlüğü parçalandıktan sonra ise, bu
bütünlük ilk başta özneden hareketle kurtarılmaya çalışılıyordu.
Dünyanın nesnel ortaçağ-Hıristiyan bütünlüğünün yerini, aydınlan­
m anın m utlaklaştırılm ış özn el bütünlüğü olan “kendinde bilinç” al­
mıştır.
D ünya, bundan böyle, sadece özn eye dayalı bir “dünya” olarak
vardı, v e artık bu öznenin bilinç faaliyeti, dünya imajı açisından ku­
rucu bir niteliğe sahip olmaktadır. Bu, bir yerde, henüz tarihsel ve
sosyolojik açıdan değerlendirilm iş şek liyle de olsa, bütünlükçü ide­
oloji kavram ının ta kendisidir.
D ünya im ajı, burada, sadece pür bir çokluk d eğil, yapısal bir bü­
tünlük şeklini alm ıştı. (Bütünlük dolayım ında,) Ç ok net bir öznel
bağlantı mevcuttur; aneak bu, som ut özn eye değil uydurulmuş bir
“kendinde bilince” dayandırılan bir bağlantıdır. Burada - v e ö zellik ­
le de K ant’t a - tiıisel bilim lerle ilgili düzey, pür psikoloji d üzeyin ­
den farklılaşmaktadır. N ihayet burada, “dünya”nın m ıhlanm ış dola­
yısıyla da bizden bağım sız olarak varolduğunu varsayan ontolojik
d ogm acılığa karşı yum uşam a gerçekleşm ektedir.
İkinci adım , bütünlükçü (ancak henüz zaman üstü) olan bu “id e­
olojik bakış açısı”nm tarihselleştirilm esinden ibaretti. Bunu da,
esas itibariyle, Tarihsel E k ol’e ve H e g el’e borçluyuz. Tarihsel Ekol
ve daha da fazlasıyla H egel, dünya imajının bir bütün* olduğu v e sa­
d ece özn eye dayanarak tasarlanabileceği varsayımından hareket et­
mişlerdir. Bu bütünlüğün, tarihsel oluşum sürecinde şekil d eğ işti­
ren bir birlik olduğu fikri, yani bizim için çok önem li olan bu fikir
ancak bu varsayım dan sonra eklenm iştir. B ilin çsel bütünlüğün taşı­
yıcısı olan özne, aydınlanm a aşam asında soyut, zaman ve toplumüs-
tü bir bütünlüğü oluşturan: “ kendinde bilinç"û. Burada, H eg el’de
“dünya ruhu ” adıyla tanımlanan ve am acına yüksek düzeyli bütün­
lük olarak ulaşan “halk ruhu ”, tarihsel olarak farklılaşan bilinç bi­
rimlerinin tem silcisi olmuştur. F elsefî bakış açısının giderek daha
çok som utlaşm ası, yaşam la politik-tarihsel m ücadele hakkında g i­
derek zen gin leşen yorum lar sayesin de olmuştur. Burada, canlı ya­
* bütün : H egelci m erkezli (eşd eğer ö zne tarihin ilerlem esin d e öncel) bütünlük
sistem i karşısın d a, M arksizm m erk ezsiz (eşd eğ er ö znesiz) eşd eğ er m etab o ­
lizm a terim i çerçev esin d e an laşılabilecek ö zn esiz-m etab o lik b ü tünlük e şd e­
ğer g övdesel b ir b ü tü n anlayışım geliştirm iştir. B una g öre, toplum da-üretim
tarz ve ilişkileri d e k ap san m ak üzere, ritim sel ö zg ü llü k lerin e rağm en b ütün­
den yani g ö v d ed en -m etab o lik süreçten bağ ım sız alan lar y o k tu r.- ç.n.
şam çerçevesinden d olaysızlık biçim inde ortaya çıkan bir o lg u ü ze­
rinde, sonuna kadar düşünülm üş ve içerdiği ön koşulların tem eline
kadar gidilm iştir. Yani felse fe d eğil, o dönem in politik yaşam ı k eş­
fetm iştir (tarihsel bilinç olarak adlandırılan) fikirlerin tarihçiliğini.
Tarihsel olm ayan devrim ci d üşü nceye karşı oluşan gerici tepki ha­
reketi, dirim sel çıkarı ve içtepiyi tarihsel olanın derinleşm iş d en eyi­
m i olarak canlandırmaya çalışm ıştır. B öylece, dünya im ajının genel
İnsanî ve soyut taşıyıcısından (kendinde bilinçten), çok daha som ut
olan özn e v e ulusal açıdan farklılaşan “halk ruhu” yönündeki d eğ i­
şim ; aslında ve son kertede, fe lse fe ve düşünceler tarihi çerçev esin ­
de oluşm aktan ziyade çok daha ön ced en gen el dünya görüşüyle
bağlantılı olan aracıdaki değişim in bir yansım asıydı. Zira bu d eği­
şim , kesin olarak, N apolyon Savaşları sırasında ve sonrasında o lu ­
şan, gerçekte m eydana geld iği ulus duygusu çerçevesin deki duygu ­
sal d eğişim sürecine tekabül etm ektedir. H em tarihsel olanın dene­
yim lerinin hem de “halk ruhu”yla ilgili deneyim lerin öncülerini
gösterm ek, her zaman olduğu gib i müm kün olsa b ile, bu tespit y i­
ne de bu gen el çerçevesiyle doğru kabul edilm elidir.11
M odern bütünlükçü ideoloji kavramının oluşturulm ası yönünde
atılan son ve en önem li adım tam da bu şekilde, tarihsel-toplum sal
harekete dayanarak atılmıştır. Tarihselleştirilen bilincin (tinin) taşı­
yıcısı olarak, artık halk ya da ulus değil de, sın ıf kabul edildikten
sonra; aslında şu ana kadar bahsedilen aynı teorik gelen ek , ve aynı
şekilde toplum sal ve politik hareketten kaynaklanan, hem toplum ­
sal oluşum a ait yapının hem de ona ait tinsel bağlam ın toplum sal
gerilim ler yönünde farklılaşm ası anlayışını devralıp yorumlamıştır.
N asıl eskiden “kendinde bilin ç”in yerine tarihsel açıdan daha
ayrıntılı bir ifade olan “halk ruhu” kavramı geçtiyse, günüm üzde de
hâlâ çok fazla kapsamlı olan halk ruhu kavramının yerine sın ıf bilin­
11 D aha so n rası için d e sö ylenm eli ki, bilgi sosyolojiyle ilgili an aliz, fik irler ta­
rih iy le ilgili araştırm aların tersine, düşünsel m otiflerin önsel biçim lerinin
gitg id e d ah a fazla geçm işe g ö tü ren keşfini hedeflem em ektedir. B u k onuyla
ilgili o larak “ ö n cü ler” in h er zam an b ulunabileceği görüşünü savunm aktadır.
D aha ö n ce sö y len m em iş h içb ir sö z yoktur. A sıl am acı, tinsel-ruhsal u nsurla­
rın to p lum sal ve politik k o le k tif g ü çlerle ilintili olarak belli bir tarihsel anda
nasıl ve ne şekilde varold u k larını gözlem lem ektir. (B kz.: “Das konservative
Denken/Muhafazâv D ü şü n ce” adlı çalışm a m , a.g.e., s. 103, d ipnot 57)
ci ya da, daha doğru olarak, sın ıf ideolojisi kavramı geçm iştir. D ü­
şüncedeki g elişim , b öylece, çift yönlü hareket etmektedir: Bir yan­
dan, dünyanın sonsuz çokluğunun bilinç kavramı yardım ıyla tek bir
m erkez kazandığı sen tezleyici bir yoğunlaşm a sürecine girilmiştir;
öte yanda ise, sen tezleyici hareket çerçevesin de fazlasıyla kurucu
olarak tasarlanan bu bütünlüğü giderek daha çok yum uşatıp esnek­
leştirm eye çabalayan aynı düşünsel hareketin varlığı görülmektedir.
Çift yönlü olan bu hareket sonucunda, üst zam ansal v e kendi
içinde d eğişm eyen “kendinde bilin ç”in (ki b ilin ç, bu türden dura­
ğan bir bütünlük olarak pratikte hiç bir zaman var olm am ıştır) ilk
baştaki uydurmacı bütünlüğünün içinden giderek tarihsel zaman,
ulus ve toplum sal tabaka açısından farklılaşan bir özn e çıkmıştır.
Gerçi şim di de bilincin bütünlüğünde ısrar edilm ektedir (tarih araş­
tırmalarınca ele alınm ası gereken içeriksel değerler yaşanmışlıkların
kesikli çokluğuna bölünm üyor artık); ancak bütünlük artık dinamik
bir nitelik taşıyan bir oluşum sal bütünlük halini almıştır. B ilince
ilişkin bu anlayış dolayım ıyla, içinde hem bilincin içeriksel değer­
ler bütünlüğünün ve karşılıklı anlamsal bağım lılığının, hem de bu
arada her şeyin akış içerisinde olduğu şeklindeki gözlem zorunlu­
luğuyla bağlantılı bulunan gerçeğin (yani tespit edilm ek istenen bü­
tünlüğün sadece dinam ik, sürekli şekildeğiştiren bir bütünlük o la­
b ileceği gerçeğinin) g ö z önüne alındığı tarihsel gerçekliği gözlem ­
lem eyi öğreniyoruz. Artık anlamsal unsurların k esik siz ve uyum lu
d eğişim i sö z konusu olmuştur; ve her ne kadar H egel (spekülatif
yaklaşımından dolayı karşılıklı bağım lılığı kanım ızca henüz doğru
değerlendirem em ekle birlikle) bu bakış açısına en çok em eği geçen
ve katkıda bulunan kişi olsa da, biz filozoflarca k eşfed ilm iş olan bu
kurucu düşüncenin ampirik araştırmaya uyarlandığı gelişm e aşa­
m asına ancak günüm üzde ulaşabildik.
B izim için önem li olan, ayrı ayrı betim lenm iş ancak oluşumları
gerçekte ortak tarihsel koşulları nedeniyle gerçekleşebilen bu iki
akımın, birbirlerine biçim sel olarak da yaklaşıyor olmalarıdır. Kısmî
ideoloji kavramı, bütünlükçü ideoloji kavram ıyla birleşmektedir.
Bu gerçek, sıradan bir gözlem ciye şu şekilde yansımaktadır: E ski­
den, karşı taraf, belli bir toplum sal konumun tem silciyk en , tam da
bu konumda biri olarak, zaman zaman bilinçli ya da bilinçdışı hile
yapmakla suçlanıyordu. G ünüm üzde ise, bu saldırının boyutları kar­
şı tarafın b ilin çsel yapısının büsbütün itibardan düşürülm esi v e d o ğ ­
ru düşünebilm e olanağının elinden alınm asıyla iy ice büyümüştür.
Bu basit g ö zlem , yapısal anlamı doğrultusunda analiz «dildiğinde,
eskiden örtünün salt psikoloji d üzeyin de ve toplum sal olarak p siko­
lojiye bağlı yanılm a kaynaklarının m eydana çıkarılm ası am acıyla
kaldırılması; günüm üzde ise tinsel bilim lerle ilg ili— m antıksal dü­
zeyi de saldın çem berine dahil edip, karşı tarafın iddialarının tinsel
bilim lerle ilg ili d üzeyin in toplum sal açıdan işlevselleştirilm esiy le,
bu düzeyde de yok ed ilm esi anlam ına gelmektedir. A ncak bununla
birlikte, b ilin çsel tarihle ilg ili süreçte, en azından tüm bu düşünce­
ler için tem el oluşturan bağlam lılıklara işaret etm eden betim leye-
m ey eceğ im iz yen i (belki de en ön em li) bir aşam a oluşmaktadır.
Bütünlükçü id eoloji kavramı, aslında çok eskilere dayanan, fakat
düşünceler tarihinin ancak bu aşam asında uygun bir anlam yü k le­
nilen bir problem e hayat vermektedir. Bu problem , daha ön ce d eğ i­
nilen “yanlış bilin ç” olasılığıyla ilgilidir. Yanlış bilinç olasılığıyla il­
gili bu düşünce ancak, bütünlükçü kavrama özel ve b ilinm ez bir
derinlik katar; hem gen el tinsel konum um uzun radikal tedirgin ed i­
ciliğ i, fakat hem de nihai verim liliği bu bileşenden kaynaklanm ak­
tadır.

“Yanlış B ilin ç ” Problem i.


Yanlış bilinç olasılığı halikındaki bilgiler, çok eskilere dayanır;
dinsel kökenli bu bilgilere, m odem ite açısından bakıldığında baba­
dan kalma bir düşünce biçim inden ibaret oldukları düşünülebilir.
Bu düşünce b içim inin, bir peygam berin çevresi ya da hatta kendi­
si, vizyonlarının ya da düşüncelerinin gerçekliğinden şüphe duydu­
ğu andan itibaren daim a bir problem olarak ortaya çıkm ışlardır.12
D em ek ki çok esk i düşüncelerin - k i, tarihte bu çoğu kez böy-
le d ir - babadan oğu la geçtiğin i ve d eğişim in çok esk i bir unsuru­
nun daha sonraki bir d en eyim ve yaşantı tem elinde yeniden o lu ş­
12 “ S evgili can lar, herhangi b ir ruha inanm ayınız; ruhları, T anrı tarafından g ö n ­
derilip g ö n d erilm e d ik le rin e ilişk in in celey in iz ö n c e .” Y ahya [Johannes], B i­
rinci M ektup, B ö lü m 4, 1.
masından başka bir şey olm adığını iddia etm ek mümkündür. Ancak
diğerlerinde olduğu gibi, her şeyi bu konuda da g eçm işe indirge­
m eye çalışan türetmelere; bu düşüncenin içerdiği m odern biçim in
daha geçm işte varolm uş olan ve yukarıda d eğin ilen nüvesinden çok
daha önem li olduğu savıyla itiraz etm ek gerekir. B ilincin yanlışlığı­
na ilişkin daha önceleri ileri sürülen tez, sadece hararetli bir iddi­
adan ibaretken; yukarıda değinilen bilinç analizleriyle birlikte tutar­
lı bir şekilde uygulanarak am ansız bir kesinlik kazanmıştır: Ş öyle
ki, daha önceleri salt bir “aforoz”u niteleyen unsur, m odem itede
katı tanıtlam aya dayanan bir eleştiriye dönüşmüştür.
A ncak belki daha da önem li olan, bundan b öyle bahsedilm esi
gereken değişim dir. Bilincin yanlışlığına ilişkin ispatla ilg ili yön ­
tem d eğişm ed i sadece; dinsel tem ellendirm elerin yok olm asıyla
birlikte kıyaslandığında bir şeyin yanlış ya da doğruluk ölçütü olan,
gerçek ya da gerçek dışının belirleyicisi anlamındaki bağlam sal dü­
zeyler de kökten yer değiştirdi. Peygam ber, Tanrı tarafından terk
ed ild iği duygusuna kapılarak artık yalnızca kendine görünebilen
vizyonların doğruluğundan şüphe etmiştir; tedirgin olm asının aşkın
bir nedeni vardı. O ysa ki, biz yanlış bir bilince sahip olduğum uz y ö ­
nünde bir şüpheye kapıldığım ızda, dünyevilik içindeki bir temel
önünde başarılı olamamaktan korkarız.
Gerçeklik savının Tanrısal bağlamın yok olm asından sonra ne
yön de yer değiştirdiğinin daha net belirlenebilm esi için, ideoloji
sözcüğünü bu konuda da daha ayrıntılı bir tarihsel anlam analizine
tabi tutmak gerekir. Bunu yaparken, günlük dilin oluşum uyla ilgili
alanların analizine yön eld iğim iz takdirde; bu, tinsel tarihin sadece
kitaplardan hareketle şekillenm ediğinin, fakat belirgin ontolojik te­
m el değişim lerin bile günlük yaşam ın oluştuğu alanlardan yayılıp
belirginleştiklerinin ve ancak bu oluşum çerçevesin den m eydana
gelebileceklerinin kanıtlarına ulaşırız.
İdeoloji sözcüğü, kullanılm aya başladığı ilk dönem lerde hiçbir
ontolojik vurguya sahip değildi; ki, orijinal olarak, sadece idealar
(fikirler) öğretisi anlamını taşıyordu. B ilindiği üzere, Fransa’da
C on d illac’tan sonra gelip m etafiziği reddeden ve tinsel bilim leri
antropolojik-psikolojik açıdan tem ellendirm eye çalışan fe lse fî eko-
F:7/ İdeoloji ve ütopya
lün yandaşlarına id eo lo g 13 deniliyordu. Daha m odem anlam lı ide­
oloji kavramı, N ap olyon ’un (Sezarist hırslarından dolayı kendisine
karşı çıkan) filozoflar grubuna aşağılayıcı bir şekilde “ideologlar”
diyerek hakaret etm esiyle m eydana gelm iştir. Sözcü k , b ö y lece ilk
kez, -a y n ı “doktriner” k elim esinde olduğu g ib i- günüm üze kadar
koruduğu küçük düşürücü anlam a sahip olmuştur. A ncak bu “hor
görm e”yi ilkesel anlamı doğrultusunda in celed iğim izde, ep istem o­
lojiyle ilgili ve ontolojik bir alt değerlendirm enin sö z konusu old u ­
ğunu görebiliyoruz. Zira burada, karşı tarafın düşünceleri kıym etten
düşürülmektedir. K ıym etten düşürm enin yönünü ayrıntılı olarak b e­
lirlem ek mümkündür: Bu, ontolojik ve ep istem olojiyle ilişkili bir
kıym etten düşürmedir, zira karşı tarafın düşüncelerinin g erçek dişi­
liği hed ef alınmaktadır. A ncak, şu soruyla devam etm ek m üm kün­
dür: Düşüncelerin hangi sebep karşısındaki gerçek d işiliği? Cevap,
‘pratik, politikacının pratiği karşısında’ olacaktır. İdeoloji k elim esi­
nin kullanım ı, bundan böyle, ideoloji olarak adlandırılan tüm dü­
şüncelerin pratik karşısında başarısız kalıp, gerçekliğe ulaşm anın
gerçek aracının eylem sellik olduğuna ve bu ey lem selliğ e kıyasla g e­
nel olarak düşüncenin ya da -b e lli koşullar sö z konusu olduğun­
d a - belli bir düşünce biçim inin yetersiz kalacağına ilişkin bir yan
anlam taşımaktaydı. Çok açıktır ki, sözcüğün yeni anlamının belir­
leyiciliği konusunda bu sözcüğün yaratıcısının, yani politikacının et­
kisi bulunmaktadır. Yeni sözcük âdeta, politikacının gerçek liğe iliş­

13 Bkz.: P icavet’in Les idéologues, essai su r l'histoire des idées et des théori­
es scientifiques, philosophiques, religieuses etc. en F rance dep u is 1789 (İde­
ologlar. 1 7 8 9 ’d a n bu y an a D üşünce ve B ilim sel, F elsefi, D insel T eo riler vs.
Tarihi Ü zerine B ir D en em el adlı eseri, P aris A lcan 1891.
Yukarıda adı geçen ekolün kurucusu olan Destutt de Tracy, idealarla (fikirlerle)
ilgili bu bilim i şu sözlere tanım lar: “ Bu bilim , yalnız konusu dikkate alındığın­
da İdeoloji; yaln ız tarzı düşünüldüğünde G enel D ilbilgisi ve yalnız am acı göz
önünde bulundurulduğunda M antık adını alabilir. O na ne ad verilirse verilsin,
kaçınılm az olarak Uç bölüm ü de içerir; çünkü diğer ikisi incelenm eden, biri, ak­
la uygun bir şekilde ele alınam az. İdeoloji bana cinsil bir terim m iş gibi geliyor,
çünkü dü şü n celer bilim i, bu d üşüncelerin ifadelerinin ve sonuçlarının bilimini
de kapsar.”( i e i éléments d ’idéologie [İdeolojinin Ö ğeleri |, birinci basım , Paris
1801. Ulaşabildiğim tek nüsha üçüncü basım dan alıntılandırılm ıştır. Paris 1817,
s. 4, dipnot).
kin ö zgü l deneyim ini onaylayarak,14 gerçekliği algılam anın bir Or-
gan on ’u olarak düşüncelere fazla önem verm eyen politikacının pra­
tik irrasyonelliğinin savunuculuğunu yapmaktadır.
“İdeoloji” sözcü ğü, on dokuzuncu yü zyıl boyunca bu anlam ıy­
la başarılı olmuştur. Ancak bu; skolastik-tefekkürün deneyim ve
düşünce biçim inin (dolayısıyla da bu b içim ce yaşam ış olunan onti-
ğin) politikacının dünyaya ilişkin duygulan tarafından yerinden
ed ilm esi ve “id eoloji” sözcüğünde tini duyulan, ‘gerçekte ne ger­
çektir’ şeklindeki sorunun artık hiçbir zaman ortadan kalkm ayaca­
ğı anlamım taşımaktadır. Yanlış anlaşılmamalıdır, gerçek liğe ilişkin
olan ‘gerçekte ne gerçektir’ sorusu, yeni değildir. A ncak bu sorunun
artık; (çoğu zam an kendi kabuğuna çek ilm iş okullu düşüncede de­
ğil) kamu düşüncesinde daha çok ideoloji kelim esi tarafından ön­
görülen şek liyle, yani politikacının deneyim ler m erkezinden hare­
ketle sorulm ası, sanki bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. D em ek
ki, m odem düşünce tarihinin gereksinim lerinin gerisinde kalm a­
mak için sosyolojik fikirler tarihinin m erkezine yalnızca okul g ele­
neği bağlamında yayılan düşünceyi d eğil, fakat daha çok insanların
gerçek düşüncelerini de oturtmak gerekir. Yanlış b ilinçle ilgili
problem , başında, hakikatin ve gerçekliğin onayını Tanrı tarafından
ya da pür tefekkür yolu yla idrak ed ilecek fikirler biçim inde kabul
ettirm eye çabalarken; gerçekliğin günüm üzdeki kriteri ön celikle
politik pratikte yaşanan ontik olmuştur. N ap olyon ’dan M arksizm e
değin ideoloji kavramı tarihi, bu kavramın geçirdiği tüm içeriksel
d eğişim lere karşın, bu özgül ontiğini her zam an m uhafaza etmiştir.
Bu örnekte, aynı zam anda, N ap olyon ’un sözlerinin daha o zam an­
lar nasıl bir “pragm atizm ” içerdiğini, yani “pragm atizm ”in belli ya­
şam sal alanlarda m odem insanın âdeta doğal dünya görüşünün bir
parçası olduğunu ve felsefen in bu durumlarda bu alanlardaki belir-
lenm işiikleri sadece sonuna kadar düşündüğünü görm ekteyiz.
N apolyon tarafından yaratılan bu sözcüğün ince ayrıntıları ü ze­
rinde bilinçli olarak uzun uzun durduk. Zira, problem in gelecek te­
14 B undan sonraki incelem enin sonuçlarından hareketle, burada dünya hakkın-
daki görüşü ve ontolojisi söz konusu olan politikacının, bakış açısından daha
ayrıntılı özel tiplem esini ortaya koym ak da m üm kün olabilirdi. Z ira, her poli­
tikacı bu gerçek dışı ontolojiye sahip değildir (bkz.: s. 154 ve sonrası).
k i15 gerçek tarihi açısından felse fî ve anlamlı olanın, kabuğunu kırıp
kendi dışına çıkm a eğilim i gösterem eyen okul münazaralarından z i­
yade, çoğu k ez günlük yaşam ın içindeki sözcüklerde bulunabilece­
ği gösterilm ek istendi.
Bu örnekte; bizi problem in açılm asında, bir adım ileri götürebi­
lecek olan bir m om enti daha görebiliriz. N apolyon, “yukarıdan aşa­
ğ ı y a m ücadelesinde, “ideologlar” sözcüğünü kullanarak kendine
karşı gelenleri kıym etten düşürüp tasfiye etm eye çalışm ıştı. G elişi­
m inin daha sonraki aşam asında ise, id eoloji sözcüğünü, tam tersi­
ne, başta proletarya olm ak üzere m uh alif tabakaların elindeki k ıy­
m etten düşürücü bir silah olarak görebiliyoruz. Ö zet olarak sö y le ­
m ek gerekirse, ideoloji kavramının yapısal açıdan içerdiği bu denli
önem li bakış açısı, uzun süre tek bir sınıfın düşünsel im tiyazı olarak
kalamazdı. Tek bir yaklaşım ın, diğerlerinin de aynı yön tem e baş­
vurmadan, uzun vadede kendi dışındaki tüm diğer yaklaşım ları ide­
olojik olarak d eşifre ed em ey eceğ i gerçeği n ed en iyle düşünsel g e li­
şim im izde yön tem sel olarak ansızın yen i bir evre m eydana g elm iş­
tir.
İdeolojik boyut, belirli bir zam an boyunca sadece m ücadele
eden proletaryrya ait olan düşünsel bir im tiyazm ış gibi görünüyor­
du. Sözcüğün im a yolu yla da olsa, yukarıda betim lenen tarihsel kö­
kenleri, kam uoyu tarafından çok çabuk unutulmuştu. Gerçi bunun
belli bir haklılığı vardı, zira bu düşünce biçim i yöntem sel tutarlılığı­
nı ancak M arksizm le birlikte edinmiştir. K ısm î ideoloji kavramı bu­
rada, bütünlükçü ideoloji kavram ıyla kaynaşmaktadır; sın ıf çıkarla­
rı öğretisinin daha tutarlı tarzda geliştirileb ilm esi de ancak burada
mümkün olabilm iştir; d olayısıyla problem in bütünlükçü ideoloji
kavramı yönünde aşılarak b ilinç felse fesi d üzeyin e çekileb ilm esi de
ancak, p sikolojileştirici düzeyden v e H egelcilikten gelen kökenleri

15 “ S k o lastik d ü şü n ce” nin ve g enelde taşıyıcılarının “tekelci konum ” u çerç e v e ­


sinde olu şan herh an g i b ir d ü şü n cen in yapısı ve özelliğiyle ilgili "Die Bede­
utung der Konkurrenz im Geistigen.” adlı su n u m u m a bkz. Verhandlungen
des 6. Deutschen Soziologentages in Zürich [“T insel O lan d a R ekabetin Ö n e ­
m i” . A ltıncı S o sy o lo g lar G ünü M üzakereleri, Z ürih j. J.C .B . M ohr, T ü bingen
1929. (B u n d an b öyle Z ü rih K onuşm ası o larak geçm ektedir.)
sayesin de müm kün olmuştur. “Yanlış bilinç” 16 olasılığıyla ilgili ö ğ ­
reti ancak burada, yen i bir anlam kazanmaktadır; ve politik pratiğin
üstünlüğüyle ilg ili düşünce, ancak burada, ekonom izm in yanı sıra,
düşüncelerde neyin sadece ideolojik, neyin sadece gerçeklik açısın ­
dan ön em li olduğuna ilişkin belirleyici bir konum a yerleşmektedir.
D em ek ki, id eoloji fikrinin ilk başta M arksist-proleter sistem le
ilişkilen dirilm esin e v e dahası âdeta onunla özd eşleştirilm esin e şa­
şırmamak gerekiyor. Fakat bu evre, günüm üzde, fikirler tarihi ve
toplum sal tarihle ilg ili olan b elli bir gelişim süreci sonucunda köh-
neleşm iştir. “Burjuvazi”nin artık ideolojik bir ö z doğrultusunda in­
celen m esi, sosyalist düşünürlerin im tiyazı olm aktan çıkmıştır: Bu
yöntem artık her kampta uygulandığı için, yeni bir evreye girmiş
bulunuyoruz.
A lm anya’da bu işin önderliğini yapm ış olanlar -y a ln ız c a en
önem li tem silcilerini sıralamak gerek irse- M ax Weber, Sombart ve
T roeltsch’tür. M ax W eber’in şu sözü giderek daha çok doğrulan-
maktadır: M ateryalist tarih yorum u, istenildiği gibi üstüne binile­
cek bir fayton olm adığı gibi, profesyonel devrim cilerin önünde de
durmak b ilm ez.17 İdeoloji problemi; uzun süre tek bir tarafın teke­
linde kalam ayacak kadar gen el ve ilkesel bir problemdir. Ve hiç
kim se karşı tarafa, M arksizm i kendi ideolojik özü doğrultusunda
analiz edebilm e yasağı koyamamıştır.

İdeoloji K avram ının G enişlem esi Sonucu


Yeni b ir D iyalektik Durumun Oluşumu.
D em ek ki düşünsel ve toplum sal tarihte, belli bir bakış açısının
keşfi konusunda taraflardan birinin yalnızca bayraktarlık yaptığına
ve diğerlerinin ise kaçınılm az olarak rekabet prensibinin baskısı al­
tında aynı bakış açısını devralmak zorunda kaldıklarına ilişkin sıkça
gözlem len eb ilen bir süreç yer bulmaktadır.18 M arksizm in, bu bağ­
1® “Y anlış b ilinç” kavram ı bizzat M arksist bir kavram dır. Mehring: Geschichte
der deutschen Sozialdemokratie [A lm an Sosyal D em okrasisi T arihi], cilt 1, s.
386. Bkz.: Salomon, G.: a.g.e., s. 417.
17 Weber, M ax: P o litik als B eruf. Gesammelte politische Schriften [M eslek
o larak Politika. T o p lu P o litik Yazılar]. M ünih, 1921, s, 446.
18 A yrıntılar için ay rıca yu k arıda d eğ in iri'' olduğum “Zürih K onuşm ası”na
bkz.
lam da gerçekleşm esi için, aslında tüm on dokuzuncu y ü zyıl boyun­
ca çalışılm ış ve pratiği tek bir bakış açısına bağlı olm ayan belli bir
b ilin çsel v e düşünsel tutumu sad ece keşfed ip tutarlıca geliştirm iş
olduğu görünmektedir (ki bu, tinsel tarih açısından inkâr edilm esi
mümkün olm ayan son derece büyük, başlıbaşına bir başarıdır).
G özlerim izin önünde gerçekleşen ve dolayısıyla varlığı inkâr ed ile­
m eyen bu durum, gerçeklikte de gözlem len eb ilen bir süreçtir.
Bu bağlam da ilgin ç olan, ideoloji fikrinin genel anlamdaki ya­
yılım ı nedeniyle prensip olarak yen i bir bilinçsel durumun m eyda­
na g elm esin e ilişkin gözlem dir. Zira, artık gerçekten sö z konusu
olan, aynı olgunun sadece n icelik sel çoğalm ası değildir. Skolastik
amaçlar için sıkça kötüye kullanılan diyalektiğin anlamı tam da bu
örnekten hareketle elle tutulabilir hale getirilebilir-çünkü burada
n icelik , gerçekte niteliğe dönüşm ektedir. Yani prensip olarak tüm
tarafların birbirlerinin düşüncelerini ideolojik özleri doğrultusunda
analiz edebildikleri anda, tüm anlam sal unsurlar da niteliksel anlam
yönünde şekil değiştirir; şö y le ki, “id eoloji” kelim esi ilk başta, y i­
ne y ep yen i olan bir anlama bürünür. Fakat, ele aldığım ız tüm diğer
etm enler de, yukarıda uygulam ış olduğum uz tarihsel anlam analizi­
ne bağlı olarak bu k elim eyle birlikte şekil değiştirm ektedir: Yanlış
bilinç v e gerçeklik gibi problem ler yen i yen i anlamlara bürünmek­
tedir. Bu ilişkiyi tüm ayrıntılarıyla in celed iğim izde, aslında tüm ak-
siyom atik sistem atiğim izin, on tolojim izin ve ep istem olojim izin bu­
radan hareketle şekil değiştirdiği görülm ektedir. İlk olarak, id eo lo ­
ji kavramının bu süreçte uğradığı anlam sal değişim in gösterilm esiy­
le yetin eceğiz.
Daha ön ce, kısm î ideoloji kavramının bütünlük yönündeki d eği­
şim ini ele alm ıştık. Günüm üzde biçim d eğişim iyle ilgili bu y ö n e­
lim , sadece m uhafaza ed ilm ekle kalm ayıp giderek daha çok derin­
leşm ektedir. Karşı tarafın yalnızca deneyim düzeyindeki dar kapsa­
m ının eleştirilm esi ve sadece yanılm alarını gösterm ek eğilim inin
yerine; giderek b ilin çsel-d ü şü n sel yapısını sosyolojik bir eleştiriye
tabî tutma çabası geçm ektedir.19 A ncak bu eleştirel analizde, kendi
düşüncelerim izin bulunduğu yer problem siz ve mutlak biçim de ko-
19 B u, günlük yaşam m ücadelesinde kısm î ideoloji kavram ının artık u y g u lan ­
m adığı anlam ına gelm ez.
numlandırıldığında ve bunun karşısında karşı tarafla ilgili her şeyin
toplum sal olarak işlevselleştirild iği şartlarda, bizi ilgilen m ek duru­
m unda olduğum uz bir sonraki evreye götürecek olan en önem li
adım atılamaz. Gerçi (karşı tarafın bilinç yapısının sali birkaç tekil
iddia doğrultusunda d eğil, bütünlük açısından işlevselleştirilm esi
n edeniyle) biitünlükçü bir ideoloji kavram ıyla hareket edilmektedir.
A ncak karşı tarafın sadece sosyolojik analizinin sö z konusu olm ası,
bu teorinin - ö z e l d iye adlandıracağım ız- bir varyantının ötesine
geçilm esini engellem ektedir. Bu varyantın aksine, biitünlükçü ide­
oloji kavramının genefi 0 versiyonuna ise, yalnızca karşı tarafın de­
ğil, prensip olarak tüm bakış açılarının (yani kendi bakış açısını da
buna dahil ederek) ideolojik olarak değerlendirm e cesaretine sahip
olunduğunda ulaşılabilecektir.
Tüm çağlar boyunca tüm tarafların taşıdığı İnsanî düşüncenin
ideolojik olduğu iddiasında bulunan bütünlükçü ideoloji kavram ı­
nın bu genel varyantını görm ezden gelm ek oldukça zordur. Tarih­
sel d eğişim e uğramayan ve günüm üzde toplum sal olarak farklılaş­
tığını gösterem eyeceğim iz bir düşünsel bakış açısı - k i, bu konuda
M arksizm in düşünsel bakış açısı da bir istisna olu şturm az- nere­
d ey se m evcut değildir. M arksizm in; toplum sal ilişkilendirilm eleri-
nin bir Marksist için farkına varılması zor olm am ası gereken çeşitli
varyantları vardır. B ilgi sosyolojisi, bütünlükçü ideoloji kavramının
genel varyantının ortaya çıkm asıyla birlikte p ü r ideolojiler öğreti­
sinden türemiştir. Bu bağlamda, bir tarafın tinsel m ücadele a ygıtı
iç inde,21 içinde keşfed ilm iş olan ancak, yalnızca kısm î olarak alman
tüm canlı düşüncelerin “varoluşa bağlılığı "na ilişkin gen el doğru-
luğun öne çıkarıldığı ve bunun da tinsel tarih araştırmalarına konu
20 D em ek ki şu an a d eğ in k alem e alınan kısm î-bütünlükçü karşıolum İkilisinin
yanı sıra hir d e hir iiyel-geııe.l İkilisi m evcuttur ıK arsıolum İkilisinin ilkinde,
sınıflandırm a açısından, tem elde bireysel fikirlerin va da tüm bilincin ideolo-
jik o larak d eğ erlen d irilip değerlendirilem eyeceğiııe_ye 4 2 &iİ4ûLojik.yaiia-tinsel
bilim lerle ilgili d ü z e c in islsy sd lc s tk ü ifM sk a a e U g stirilm ed iğ in e ilişkin soru
söz konusu iken\ ö z e l-g e n e l İkilisinde JÜ 2 ÜaîBiisu.olan< (kendim izinki dahil
olm ak üzere) tüm tarafların mı v o k sı yalnızca karşı tarafın d ü şüncelerinin m i
toplum la ilintili olu p o lm ad ığ ıd jr\
21 B urada ak la gelen. “ P roletaryanın tinsel silahlarının düzen len m esi” şeklin­
deki ifadedir.
ed ild iği görülm ektedir.22 S o sy o lo jiy le ilg ili bu türden bir tinsel ta­
rih, düşüncede varolarak onu toplum sallaştıran etm enleri -ta ra flı­
lığı gö z ardı ed erek - her yerde araştırmak durumundadır. S o sy o lo ­
jik yön elim li olan bu tinsel tarih; günüm üz insanı uğruna, tüm ta­
rihsel olayları yeniden anlamlandırarak tekrar gözd en geçirm eyi
görev bilecektir,
İdeoloji kavramının, bu bağlam da, yen i bir anlam kazanm ış o l­
duğu aşikârdır. Sonuçta iki olasılıktan bahsedilebilir. İlki; bundan
b öyle id eo lo jiyle ilg ili araştırmalarda herhangi bir “d eşifre ed ici”
amaçtan vazgeçm ekte^ (başka bir bakış açısını deşifre ed eb ilm e y o ­
lunun zorunlu olarak kendi bakış açısının m utlaklaştınlm asından
geçm esi bile bunu ısrarla ta vsiye etm ektedir,— ki düşünsel bir ey.-
lem olarak b öyle bir mutlaklaştırm anın, “değer serbestisine sahip”
olan bu araştırma alanı çerçevesin de uygulanm asından m üm kün o l­
duğunca kaçınılm aya çalışılmaktadır.) v e toplum la ilgili varoluşsal
durum ile bakış açısı arasındaki ilişkiyi alenen ortaya çıkarıp belirt­
m ekle yetinm ekten ibarettir. İkinci olasılık; bu “değer serbestisine
sahip” tutumun sonradan yin e d e ep istem olojik tutumla ilişkilen di-
rilm esinden ibarettir. Öte yandan, gerçeklik problem ine bu aşam a­
dan hareketle etraflıca bakmak iki farklı çözü m e -birbirleriyle ka­
rıştırılmaması gereken ya bir göreciliğe ya da bir ilişkilendiriciliğe—
y o l açabilir.
Gürecilik, bu bağlamda; tüm tarihsel düşüncelerin belli hakıs
açılarına bağlılıklarına ilişkin tarihşelcİAspsyoloj ik bilginin o lu şu-
m u, varoluşsal b ağlılıkla ilg ili düşünsel olguyu aslında henüz tanı­
mayan^ onunla henüz cidd i anlam da ilgilen m em iş olan, d olayısıyla
-^yönünü durağan bir düşünce paradigması (örneğin 2 x 2 = 4 şeklin ­
deki ilköm ek) doğrultusunda tayin ed er ek - kaçınılm az olarak her­
hangi bir bakış açısına bağlı b ilgiyi, sadece “göreli” bilgi olarak red­
deden daha eski bir ep istem olojik m odelle ilişkilendirildiği anlarda
gerçekleşm ektedir. D em ek ki görecilik, fiili düşünsel yapısına iliş­
kin yen i b ilgiyle bu yapının henüz üstesinden gelem eyen bir ep iste­
m oloji arasındaki itilaftan ibarettir.
22 “Varoluşa bağlı d üşünce ” şek lin d ek i terim iyle, ideoloji kavram ının pü r bil­
gi so sy o lo jisiy le ilgili içerik sel d eğ erin i içine çekildiği özel politik -p ro p a-
gan d ist kabuğ u n d an çık artm ay a çalışıyorum .
G örecilikten kurtulabilm ek için; ilk başta bilgi so sy o lo jisiy le il­
gili analiz aracılığıyla bir düşünce biçim inin genelde ep istem olojiy­
le d eğil, epistem olojinin belli tarihsel biçim lerince yargılandığını
kavramak gerekir. B izzat tüm d üşüncelerim izde olduğu gibi ep iste­
m oloji de oluşum cu deryanın içine yerleşm iş bulunmaktadır. E pis­
tem olojinin ilerlem eci yanı; yen i oluşum un düşünsel yapılarda an­
laşılabilir kıldığı karmaşıklıkların tekrar tekrar üstesinden g elm esi­
dir. D em ek ki herhangi bir tarihsel bilginin ilişk iselliğin i dikkate
alan m odern bir epistem oloji ilk başta, b ilgiyi b elli bir konum lan­
dırmadan bağım sız ve ilişkisizce içeren düşünce alanlarının olam a­
yacağı varsayımından hareket eder. Tarihsel bilgileri Tanrı bile 2 x 2
şeklindeki paradigma anlamında dile getirem ezdi; zira anlaşılm ası
mümkün olan, yalnızca tarihsel deryanın içinde oluşan problema-
tikler v e kavramsal sistem lerle ilişkilendirildiğinde d ile getirilebi­
lir.
Bu evirtim i; tarihsel bilginin özü itibariyle ilişk ili ve yalnızca
belli bir konumlandırm aya bağlı olarak dile getirm enin m ümkün
olab ileceğind en hareket ederek bir kere gerçekleştirdiğim izde, ha-
kikata ilişkin karar problem i de yeniden ortaya çıkacaktır. Zira, ha­
kikatin uygunluğu açısından hangi bakış açısının daha fazla şansa
sahip olduğu hep sorulacaktır; d olayısıyla hakikate, en azından iliş­
kisiz bir d ile getiriliş şek liyle sahip olm ak istenecektir. Problem in,
bu şekilde ortaya konulm ası çözüm e henüz çok uzak olsa da, gün­
celleşen problem lerin daha kolay ve inceden in ceye araştırılmasını
sağlayan bakış açısının önü açılm ış olacaktır. Bundan sonra sö y le n e­
cekler için ön em li olan, genel ve bütünlükçü ideoloji kavramı aşa­
masındaki iki biçim in ayırt edilm iş olmasıdır: Bunlar, değer serbes­
tisine sahip olan ve değerlendirici (epistem olojiyle ilgili-m etafizik-
sel) yönelim li ideoloji kavramlarıdır. Ki, sonuncu konu bağlamında
göreciliğe m i yok sa ilişkilen diriciliğe mi ulaşılır sorusu, şu an faz­
la bir önem taşımamaktadır.
Başta değer yargılarından arınmakla bağlantılı olarak bütünlük­
çü ve gen el ideoloji kavramı hakkında birkaç sö z söylem ek gerekir.
Bütünlükçü ve gen el ideoloji kavramında; problem leri b asitleş­
tirmek uğruna ele alınm ası gereken “fıkirler”in “doğruluğu”na iliş­
kin sorudan g eçici olarak feragat edilip ö n celik le tekil bilinç yapı­
larıyla varoluşum sal durumlar arasındaki ilişkileri gösterm ekle y e ­
tinilen tarih araştırmalarında ısrar edilecektir. Fakat, toplum sal o la ­
rak yapılanm ış belli varoluşsal durumların nasıl olupta varoluşla il­
gili belli yorum biçim lerinin konusu haline geldikleri sorusu, sü­
rekli sorulm ası gereken bir sorudur. D em ek ki, betim lem em izin bu
aşam asında, İnsanî düşüncenin id eolojik özü , yan lış ya da iki yüz-
lü gibi kategorilerle ilişk ili olm aktan ziy a d e / yukarıda sözü geçen,
düşüncenin varoluşa bağldığı anlamını taşımaktadır:' İnsanî düşün-
'ce^topjum sallıktan arındırılmış alanda yönü belirsiz şek ilde oraya
buraya savrularak oluşm amaktadır; itam tersine bu alan içerisinde
ve daima b elli bir m ekâna kök salm ış olarak varolm aktadır. \
Bu kök salm a olgu su, asla yanlışların kaynağı olarak değerlen­
dirilem ez. N asıl başka insanlarla ya da o insanların içinde bulundu-
ğu koşullarla dirim sel bir ilişki içinde bulunan in sa n /b u ilişkiyi d e-
rinden anlama şansına sahipse;1 bir bakış açısının, bir kategoriler
aparatının toplum sal bağlılığı da, tam da bu dirim sel ilişkiden dola­
yı, bu düşünce biçim inin belli varoluş bölgelerindeki etk ilem e g ü-
cüne ilişkin şansı arttıracaktır.1(V erdiğim iz örnekte, p roleter-sosya-
list bakış açısının, düşüncenin ideolojik özünü nasıl ilk ön ce karşı
tarafta keşfetm e şansını içerdiğini gördük.) A ncak toplu m sal-di-
rimsel ilişki, içinde sadece şans anlamını değil dirim sel sınır anla­
mını da içermektedir. Bazı konumlandırmaların, bakış açılarıyla ilgi­
li belli genişletm elere kendiliğinden sahip olm ası m üm kün değildir.
(Örneğin, sosyalist id eolojiyle ilgili veçhenin hiçbir zam an kendili­
ğinden bilgi sosyo lo jisin e d önüşm ediğini gördük.) B elli bir ko­
numlandırma çerçevesin de inşa ettiği k ısm îliği ve sınırı, ilerleyen
bir süreçte, karşıt olan diğer konumlandırmalarla aşm ayı h ed efle­
m ek, âdeta yaşam ın anlam ına aitmiş gibi görünmektedir. Tekil ko-
numlandırmaların kısm iliğini ve toplum sal olaylarla ilişkili olarak
birbirleriyle kurdukları karşılıklı bağı incelem ek, “değer serbesti-
si”ne sahip bu tür ideoloji araştırmalarının görevi olacaktır. Bunun
sonucunda ortaya, düşünsel tutumlardan deneyim biçim lerine de­
ğin tüm bilinç tarihini, varoluşa bağlılığı doğrultusunda inceleyip
her şeyin nasıl sürekli bir biçim de en tem elden d eğişim e uğradığını
gösterm e görevi gibi sonu gelm eyen bir konu çıkmaktadır. Örneğin,
ahlâkla ilgüLâlanda; yalnızca insanların sürekli olarak nasıl farklı
hareket ettikleri d eği^ sürekli olarak farklı normlara nasıl vöneldik-
leri in celem e konusu olacaktır] Ki bu soru, bizzat ahlâkın v e etiğin
sahneye çıkm asının belli durumlarda mümkün olabileceğinin g ö ste­
rilm esiyle daha da radikal bir biçim alacaktır. Kaldı ki, ahlâkın ve
etiğin yüküm lülük, suç ve günah gibi tem el kavramları da her za­
man varolmaktan ziyade, belli sosyal durumların bağlılaşığıdır.23
Günüm üzde hâkim iyetini sürdüren felse fe, tüm içeriklerini tarihsel
belirlenm iş olarak “salıverdiği”, ancak haydi haydi değer biçim in­
de v e “biçim sel değer ”ler cetvelin d e ısrar ettiği b içim iyle bile g e ­
çerliliğini yitirm iş olacaktır. Ki, içeriklerin “salıverilm esi” bile,
çağdaş içeriksel değerlerin mutlak kılınm asını gittikçe zorlaştıran
tarihselcilik karşısında taviz verm ek anlamına geliyordu. Artık top­
lumsal v e kültürel yaşam ın; kendi açım ızdan, aslında bizim kültürel
yapım ızın varsayımlarından başka bir şey olm ayan ahlâk ve sanat
gibi belli değer alanları (biçim sel değerler) tem elinde varolabilece-
ğine ilişkin varsayımdan da vazgeçilm ek durumunda kalınacaktır.
K i, “kültürel yapılar”ın “g eçerliliği” ile ilgili d eneyim ine ilişkin pa­
radigma da; m uhtemel em salini hukuk alanıyla ve ayrıca da iktisa­
di değerle ilgili deneyim lerinden alan, ve buradan hareketle g en el­
leştirilen “kültür”ün otantik deneyim biçim inin üstüne örtülen ka­
tegorik bir örtüdür. Ki, sanata otantik bir tarzda yönelm enin norm-
sal d en eyim lerle herhangi bir şekilde ilgisi olduğunu ya da (kapita­
lizm ön cesi dönem in egem en insan tipi olan) yalnızca tekil durum­
lara tepki vererek hareket eden gelen ek çi insanın, en uygun biçim ­
de kavranılm asının, ancak değer yönelim li bir varlık olarak tasavvur
ed ilm esiy le mümkün olab ileceği iddia edilem ez. Tüm kültürel y a ­
şam ın n esn elleşm iş normlar doğrultusundaki bir yönelim olarak ta­
savvur ed ilm esi, aslında insanoğlunun kendi “dünyası”na karşı çok
daha otantik bir tutum içinde bulunduğu çok eski yapıların üstünün
M ax Weber, d ah a Wirtschaft und Gesellschaft. Grundriß der Sozialökono­
mie [E konom i ve T oplum . T oplum sal İktisadın T em elleril adlı eserinin III.
B ölüm , s. 7 9 4 ’te “ ah lâk ın ” o lu ştuğu so sy o lo jik bağlantıya ilişkin önem li işa ­
retler verm ektedir.
tipik m od em -rasyon alleştirici bir örtüyle örtülmesidir. N eticede
“kültür”ün v e d e ö n cesiz sonrasız “geçerliliğin ”, v e “değer”in dik­
kate alınm asını, düşüncem izdeki zam ansızlığa d eğil, tam tersine ve
daha çok zam ana bağlı olan bir m om ente borçluyuz. A ncak, bu for-
m ülasyonu bir an için bile geçerli saydığım ızda, belli değer alanla­
rının hem ortaya çıkm ası ve hem de som ut oluşum u, yalnızca geçer­
li olarak yöneldikleri24 som ut durum v e d en eyim edinim i doğrultu­
sunda kavranabilir; sonuçta form el geçerlilik (geçerlilik biçim i) de,
zam ansız v e ö zd eş bir unsur olarak, tarihsel d eğ işim e uğrayan m al­
zem eden soyutlanam az.
İçeriksel değer ve biçim lerin k esik liği ile ilg ili aynı keşif, düşün­
sel tarihle ilg ili araştırmaların da konusu olacaktır. Günümüzde; bir
yanda belli tarihsel dönem lerde, öte yanda ise farklı kültür çevrele­
rinde sürekli olarak nasıl olup da farklı düşünüldüğünü görecek ka­
dar ilerlem iş bulunulmaktadır. Bu farklılıkların, sadece içeriksel id­
dialarla değil, kategorik aparatla da ilgili olduğu anlayışı çığır açıcı
etkisini zaman geçtikçe daha net gösterecektir. Hâkim düşünce bi­
çim lerinin, geçm işte olduğu kadar günüm üzde de, tam da kendileri­
ni tem sil eden grupların toplum sal tabanındaki herhangi bir problem
ya da parçalanmanın yarattığı şekildeğişim i sonucunda ortaya çıkan
yeni kategoriler tarafından yerinden edilm eleri, bir konu olarak an­
cak günüm üzde ele alınabilecek duruma gelmiştir. Bu problem,
umarız çağım ıza uygun bir yöntem sel özenle araştırılabilir.
A nlam sal d eğişim in k esik siz bağım lılığının en net belirleneceği
yer düşünce alanıdır, d olayısıyla bilgi sosy o lo jisiy le ilgili bu türden
araştırmaların yüksek bir doğruluk sev iy esin e ulaşm ası da m üm ­
kündür. Zira düşünce, kendine özgü , hassas v e ince bir zardır. Tüm
sözcük anlamlarında ve hele hele tüm kavramların teker teker gün­
cel anlam çokluklarında, bu anlam sal nüanslarda zım nen varsayılan
ve burada da birbiriyle çatışan, ama aynı zam anda eşzam anlı varo­
lan yaşam sistem lerindeki karşıtlıklar titreşmektedir.25
24 M an n h eim , b u rad a, E. Lask'm Die Logik der Philosophıe und die Katego-
rienlehre (F elsefen in M antığı ve K ategoriler Ö ğretisi) adlı eserine atıfta bu­
lu n arak T ü rk ç e y e çev rilm esi m ü m k ü n o lm ay an “hingelıen" (belli bir
am açsallık b ağ lam ın d a an lam kazanm ak] terim ini kullanm aktadır. - ç.n.
25 S osy o lo jik an lam an alizi, b u ndan sonraki in celem elerd e tam d a bu ne-->
Fakat bu anlamda kesin olarak kavranabilir bir bağım lılık v e tep­
ki, toplum sal olanın hiçbir alanında, sözcük anlam lan alanında o l­
duğu kadar gerçek d eğild in S özcü k ve anlam -gerçek bütünlükçü
unsur bunlardır;1düşünce sistem indeki en küçük d eğişiklikleri dahi
tek bir sözcükte ve bu sözcü ğün içindeki panltılı anlamsal farklılık--
larda kavramak mümkündür. S özcü k , tüm geçm işle bağ kurup tüm
eşzam anlığı yansıtır. K onuşan, ötek ilerle ortak bir zem ind e buluş­
mak istediğinde,aradaki inee-farkla birlikte anlam sal farklılıkları da
telafi eder; fakat avm zam anda da her türlü nüanslam aya hazır bir
biçim de gerektiğinde anlam cetv elin e yepyeni renkler vererek ben­
zeri olmayana), tarihsel olarak ek lenene vurgu yapar^Tüm bu araş­
tırma süreçlerinde bütünlükçü ve genel ideoloji kavramı, ilk v e “d e ­
ğ er serb estisi ”ne sahip varyantıyla, uygulanacaktır.

D eğ er Serbestisine Sahip
İdeoloji Kavram ı.
Bu tarihsel incelem eleri yapan araştırmacı, günüm üz şartlann-
dan sözcüğün nihai anlam ıyla hakikat problem inden m uaf kalm ayı
başararak faydalanacaktır. Bu durum, in celen m esi benzer bir radi­
kallikle hiçbir zam an m üm kün olm ayan, günüm üzde ve geçm işte
belirm iş olan bağlam lılıklara ilişkin gerçekten ibarettir. Araştırma­
cı, taraflardan hangisinin haklı olduğu sorusundan ziyade, ilk başta
hareket biçim ini v e hakikatin toplum sal süreçle bağlantılı m uhte­
m el oluşunu gözlem leyecektir. B ilgi/d üşün ce öğretisiyle ilg ili bu
uzatmalı duruma başvurusunu, büyük ihtim alle, toplum sal tarih
üzerinden giden dolam baçlı yolun hakikat tartışmasını doğrudan
zenginleştireceği iddiasıyla gerekçelendirecektir. Araştırmacı, b iz­
zat hakikat olm asa da hakikatin ortaya çıkarılm asında m uhtem el
önem i olan v e o zam ana kadar varlığından haberdar olunm ayan ba­
zı “koşullar”ın kendini gösterdiği andan yararlanacaktır. Zira, haki­
kate sahip olduğum uzu düşündüğüm üzde, bizi bu bilgilere götüren
-> denden dolayı tek rar tek rar rol oynayacaktır. S o sy o lo jik tem elli bir anlam
analizinin, zam an içerisin d e, toplum sal olanın va da, d ah a ayrıntılı bakıldığın­
d a, tekil öğ en in bütünü içerdiği pren sib in e uygun oİaralc, nasıI b ir sem ptom
y ö n ü n d e g eliştirileb ileceğ in e işa ret etm ek istiy o ru z'
merakın önünü kapatmış oluruz. Hatta belki de tam da bu g ev şek ­
lik, bizi d eğ işem ez çağların ulaşam adığı bazı şeylere yakınlaştırabi-
lecektir.
Zira, başka bir zam anda m utlaklaştırıcı bir tutum içinde bulunan
içeriksel değerler ancak, toplum sal ve tinsel şekildeğişim in in bu
kadar süratli v e radikal olduğu şartlarda, her şeyin ve herkesin ide­
olojik tem elli görünm esini ve şe ffa f olm asını sağlayacak kadar
apaçık olabilir. Ş im diye kadar b elli içeriksel değerlere karşı m üca­
dele ettik, fakat aynı zam anda, kendi içeriksel değerlerim izi de bir
o kadar mutlaklaştırdık. Artık tek bir içeriksel değerin ya da tek bir
bakış açısının kendini m utlaklaştırabilecek oranda katılaştıramayağı
kadar eşit değerde ve dahası tinsel açıdan da eşit güçlere sahip olan
ve birbirlerini karşılıklı göreceli kılan çok fazla bakış açısı m evcut­
tur. B aşka zam an üstü, yaygın toplum sal gü ven lik 26 ve b elli içerik­
sel değerlerin gelen ek sel stabilizasyonu tarafından örtülen tüm ta­
rihsel bakış açılarının kısm î nitelikte olduğu gerçeği, yalnızca top­
lum sal açıdan gevşek ve göreceli olan bu tutum yardım ıyla açığa
kavuşmaktadır. G erçi eylem d e bulunabilm ek için b elli bir özgü ven
gerekli olabilir; ve düşüncelerdeki ifade b içim i daima m utlaklaştır-
m aya zorlayabilir. Tarih araştırmalarının (v e daha sonra g ö receğ i­
m iz üzere b elli toplumsal taşıyıcıların) çağım ızdaki işlevi, tam am la­
yıcı eklem elere açık olm aya zorlam ak için, tam da bu zorunlu v e an­
lık gereksinim ler için kaçınılm az olan özgü ven i tekrar tekrar iptal
edip k esik siz bir karşı hareketle özputlaştırm anın tekrar tekrar g ö ­
reli kılınmasından ibarettir.
D ünyayı oluşturan tüm anlam verici yapıların, nihai olarak tarih­
sel v e yer d eğiştiren -g eçişk en bir kulisten ibaret olduğuna, v e in­
san olm anın da ya bu kulisin arkasında ya da içinde yer bulduğu bil­
gisinin ed in ilebilm esi için, tüm olayların ve tutumların kendi göre-
ciliklerini ortaya koydukları alaca karanlığın günüm üzdeki ışıklan­
dırılmasından nasıl faydalanılacağını bilm ek, âdeta zam anım ızın bi­
ze verdiği bir yükümlülüktür. Tüm olayların ansızın şeffaflaştığı ve
26 T oplum sal g ü v en lik (“soziale Sicherheit") kavram ından anladığım ız; olay la­
rın azlığı y a d a özel yaşam ın tem inat altına alınm asını değil, “değerler” in ve
“içerik sel d eğ erler” in istikrarım en iyi şekilde sağlayan ilgili toplum sal o lu ­
şu m u n istikrarıdır.
tarihin âdeta kendi oluşum unsurlarını ve yapısını açığa çıkardığı bu
tarihsel anda, bilim sel düşüncelerim izle çağın adamı olm ak gerekir.
Zira - k i, tarihte bu çoğu k ez b öyle olm uştu r-, bu şeffaflığın çok ya­
kında yok olm ası ve dünyanın tek bir tablo şeklini alarak donup ka­
tılaşm ası mümkündür.
Tarihle ilgili değer serbestisine sahip bu ilk yaklaşım , illa da gö-
recilikle d eğil, daha ziyade ilişkilendiricilikle sonuçlanmaktadır.
Bütünlükçü ideoloji kavramının mutlak varyantı yanılsam acılıkla
ö zd eşleştirilem ez (id eoloji, bu aşam ada, term inolojik olarak yanıl­
sam ayla ö zd eş değildir); varoluşa bağlı bilgi boşluklara uzanm az,
bilakis varoluşa bağlı norm zorunluluğa yol açar. İlişkilendiricilik;
yalnızca tüm anlamsal unsurların birbirleriyle bağlılığı ve birbirleri­
ni belli bir sistem içerisinde ve anlam sal açıdan tem ellendirm eleri
anlamını taşımaz. Fakat bu sistem , uygun ifadesini karşıladığı belli
tarihsel varoluş biçim leri açısından, ancak belli bir süre için m üm ­
kün ve geçerlidir. Varoluş yerinden oynadıkça, eskinin “m eydana
getirdiği” normlar sistem i de yabancılaşacaktır. Aynı şey bilgi v e ta­
rihsel bakış açısı için de geçerlidir. Gerçi her b ilgi, bir konuyu am aç
edinip yönünü her şeyden ön ce am aç edindiği konu doğrultusunda
tayin eder. Ancak konuya yaklaşım biçim i bir öznenin “inşa süre-
c i”ne bağlıdır: Bir yandan yoğunluk açısından (özellik le karşısında­
kini tam anlam ıyla anlamak için önkoşulu anlayanın ve anlaşılanın
ontik akrabalığı bağlamındaki “anlama” söz konusu olduğunda).
Öte yandan da konunun teorik yapısının entelektüel biçim selleştire-
bilirliği açısından; zira her bakış açısının, bilgi olabilm esi için, kate­
gorik olarak oluşturulup ifade ed ilm esi gerekirken, şekillendirilebi-
lirliği ve ifade edilebilirliği bağlı olduğu teorik-kavram sal sistem e
bağlıdır. G enelde hangi kavramlara ve ilişkilendirm elere sahip
olunduğu, bunların gelişm eleri açısından hangi yön e eğilim göster­
dikleri, bu gruplar içindeki (fiilen düşünen) taşıyıcı bireylerin arka
planını oluşturan tarihle ilgili varoluşsal durumlarına bağlıdır. D e­
ğer serbestisine sahip ideoloji araştırması sürecinin konusu, her bil­
ginin ve bilginin içerdiği tem el unsurların anlam sal ilişkilendirm e-
leri ve nihayet tarihle ilg ili varoluşsal ilişkilendirm eleri karşındaki
kesiksiz bağlanıldıktır. Bu gerçeği uygun bir şekilde g ö z önünde
bulundurmak yerine, onu anlamaktan sakınm ak, şim di ulaşılan dü­
şünce aşam asından feragat etm ek dem ek olurdu.
Bu nedenle, sö z konusu akıştaki bağlam sızlıklan v e - s ö z tem si­
l i - “m utlaklıklar”ı bulm anın am açlanacak bir şey ve gerçek bir g ö ­
rev olup olm adığı konusu da son derece şüpheli bir görünüm kazan­
dı. B elki de daha üstün bir görev, durağanlıkta d eğil, ilişkilendirici
ve dinam ik düşünebilm eyi öğrenm ekte yatmaktadır. G ünüm üzün
düşünce v e varoluşla ilg ili koşullarında “m utlak” olan herhangi bir
şe y e sahip olduklarını ileri süren kişilerin, kendilerini daha değerli
bulmaları zam an zam an âdeta en d işe verici görünmektedir. Esasın­
da kendi kendini mutlaklıklarla göklere çıkarmak ve kendi kendine
referans olm ak, çoğu zam an, günüm üz varoluş aşam asında yaşa­
m ın kapkaranlık derinliklerini görm ek istem eyen gen iş kitlelerin
gü ven lik gereksinim lerine dayanmaktadır. Yaşam a devam etm ek v e
faaliyette bulunm ak, som ut görevlere v e bu m utlaklaştırılm ış d o ­
laysızlığa yoğunlaşabilm ek am acıyla v e dirim sel nedenlerden d ola­
yı tehlikeleri görm ezlikten g elm ey e ihtiyaç duym uş olab ilir— an­
cak günüm üzde mutlak v e, b ağlam sız olanı arayan kişiler çoğu za ­
man faal olanlar d eğil, olu p bitenleri kendi alışılagelm iş m utluluk­
ları lehine istikrara kavuşturm ak isteyen kişilerdir. Statükocu
unsur; günüm üzde rom antize ed ilm iş olan içeriksel değerlerin
(“mitler”in) de kapsandığı günlük yaşam ın rastlantısal koşullarını,
mutlak olarak elden gitm em esi am acıyla m utlak olarak kendilikleş-
tirip stabilize etm ek istem ektedir. B öylece; daha önceleri tanrısallı­
ğı yakalam ayı görev bilen m utlaklık kategorisinin, her ne olursa o l­
sun kendini aşm ak istem eyen ve günlük yaşam ın üstünü örten bir
m ekanizm a haline gelm iş olm asın a ilişk in yen i çağın en d işe verici
dönüşüm ü m eydana gelm ektedir.

D eğ er Serbestisine Sahip
İdeoloji K avram ının
D eğerlen dirici O lana G eçişi.
D em ek ki, ilk başta sad ece tarihsel yaşam ın sürekli olarak fark­
lı şekillere bürünen sınırsız akışını gözlem leyip araştırmak isteyen
d eğer serbestisine sahip id eoloji kavram ı, değerlendirici ep istem o ­
lojiyle ilg ili v e nihai olarak on tolojik -m etafızik sel bir değerlendiri-
c iliğ e g eç iş yapar (ki bu, düşüncelerim izin gelişim in in az ön ce yer
bulduğu evresinde bizim başım ıza da gelm işti). Ş ö y le ki, argüman-
tasyonum uzda değer serbestisine sahip olan dinam ik bakış açısı,
başka bir tutuma karşı bir savaş aleti halini alarak d olayısıyla biz­
zat içinden “d eğer serbestisine sahip” bakış açısının oluştuğu belli
bir dünya görüşünün olum lam asına dönüşm üştü ansızın. Daha ba­
şından beri her şey i dinam ik kılm aya yarayan yön tem e ve tarihsel
bakış açısını sonuna kadar m uhafaza etm eye iten gizli özendirm e,
yalnızca eylem in v e araştırmanın sonunda da o lsa, burada da görün­
mektedir.
Kendine ilişkin bir b ilgisi olm adığında bile etk ili olan, m etafı-
ziksel-ontolojik bir kararın bu şekilde açığa çıkm ası,27 ancak geçm iş
pozitivist çağın ön yargılarına yön elip tam am ıyla değer ve karar ser­
bestisine sahip, ontoloji ve m etafizikten arınm ış bir şekilde düşünü­
leb ileceğ in i varsayan bir k işiyi korkutabilir.28 Fakat düşünce, ger­
çek bir ampiri uğruna ve ön koşullan doğrultusunda ne kadar tutar­
lı araştırılırsa, bizzat ampirinin (en azından tarih bilim lerinde) sade­
ce meta-am pirik, ontolojik-m etafıziksel kararlarının v e bunlardan
27 A d eta ark am ızd a v e bizzat p ratikte olu şan k arar ve o n tik , tarih sürecince
y o k ed ilm iş o lan ı b ir d ah a (ro m antik ruh hali doğ ru ltu su n d a) tesis etm ek is­
teyen m u tlak laştırm alara karşı m ücadele ettiğ im iz zam an bahsedilenden çok
d ah a farklı b ir aşam ad ak i b ir o n tik ve k arard ır o lsa olsa. İstem esek bile e y ­
lem lerim izde v aro lan b u kaçınılm az e x -p o st-o n to lo ji; y aln ızca rom antik
du y g u larla can d an arzu ed ilen , geri istenilen ve gerçek lik ufkunun ö n ü n ü ka­
patan b ir şey o lm ak tan ziy ad e hiçbir ideolojik y ap ın ın parçalayam ayacağı
ken d im ize a it ufuktur.
Tam d a b u rad a (h er n e k ad ar b u kitabın herhangi bir y erin d e tek bir “çö zü m ”
önerisin d e b u lu n u lm asa da) b ir şeyler çözüm d o ğ ru ltu su n d a açığa kavu şu y o r
sanki: İdeoloji v e ü to pyanın üstündeki örtüyü kaldırm a, özd eş olm adığım ız
içeriksel değerleri b o zab ilir ancak; belli koşullar altında bizzat bu yıkıcılığın
içinde yapıcı olan ın y atıp yatm adığına, yeni irade ve insanın d aha şüpheli kıl­
m a sü recinde bile m ev cu t olu p o lm ad ığ ın a ilişkin soru o rtay a çıkm aktadır.
V aktiyle bilge in san ın d ediği gibi: “B ir kişi d an ışm a k için b ana geldiğinde,
yanıtını kend isin in verdiğini duyuyorum çoğu zam an .”
28 B iraz d ah a eleştirel b ir tu tu m a sahip o lan bir p o zitiv izm , d a h a alçak g ö n ü l­
lü o lu p , y aln ızca “ m u tlak a zorunlu olan ön koşulların m inim um ” unu is­
tem ekteydi. S o ru lm ası g ereken, bu m inum um un, d ah a so n rad an “ varoluşsal
d u ru m u m u za u y g u n p arçalan ab ilir o n to lo jik o la n ” o larak deşifre o lu p ol­
m amasıdır.
F:8/ İdeoloji ve Ütopya
m eydana gelen beklentilerin ve belirlem elerin unsurlarında m üm ­
kün o la b ileceğin e ilişkin görüş de o kadar netlik kazanır. H içbir şe­
y e karar verm eyen bir kişinin herhangi bir problem atiği olam aya­
cağı gibi, tarihsel doğrultuda inceden inceden sorgulanıp araştırıl­
m asını m ümkün kılabilecek bulgusal bir hipoteze de sahip olam az.
N ey se ki p ozitivizm , ep istem olojiyle ilgili ön yargılarına v e sözde
daha olum lu b ilgilerine rağm en, (ontik kararlar da içeren özgül
“g erçek çiliği” olan ilerlem eci 1iğe inanışı gibi) ontolojik-m etafizik-
sel kararlara sahipti. Bu yüzden zaten bu araştırma b içim i, g elec ek ­
te de k olayca v a zgeçilem eyecek olan birçok ön em li şeyi ortaya ç ı­
kardı. Ontolojik kararın tehlikesi, gen elde varolan pratiğinde değil,
hatta ampirinin önünde gitm esinde bile d eğil;29 miras alınan on tolo­
jinin yen i oluşum unun, ö ze llik le de düşü nce tem elinin oluşum unun
en g ellem esin d e ve, getirilen teorik ilişkilendirici düzlem lerinin tek
tek k ısm îliğin in görü lm em esiyle de, gelişim in in günüm üz aşam a­
sındaki düşünsel kavrama yeteneğinin dışlanm ası gereken katılığın­
da ısrar ed ilm esinde yatmaktadır. D o layısıyla düşüncem iz, pratikte­
ki her bakış açısının, daima kısm î olduğunu ve bu kısm îliğin taşıdı­
ğı anlamı görm eye açık olduğu yönündedir. Araştırmanın ayrıştırıl­
ması açısından, (unsurunda ampirinin mümkün kılındığı) zımnen
m etafıziksel olan ön koşulların bilinçli bir şekilde ortaya çıkarılm a­
sı, bu yüzden d e zaten prensip olarak onların inkâr edilip arka kapı­
dan içeri alınm asından daha uygundur.

D e ğ e r Serbestisine Sahip
İdeoloji Kavram ının A rkaplanını O luşturabilecek
İki Tipik Ontik K ararın K arakteristiği.
E x -p o s t—ontoloji10' ve (gelişim in son evresinde tarihte de cere­
yan etm iş olan düşüncenin bundan b öyle betim lenecek olan hareke­
tini doğru anlayabilm ek için gerekli olan) pozitivizm hakkındaki bu
29E ğer bunu yapm asaydı, am piri hiç m üm kün olam azdı; zira kendince varolan,
nesnelleştirilm iş anlam sal oluşum , yalnızca anlam la ilgili soru soran öznede bir
sonuç yaratabilir.
3®Bkz.:Strukturanalyse der Erkenntnistheorie:Kant-Studien (Epistemolojinin
Yapısalcı Analizi:Kant Araştırmaları | adlı yazım .Ergânzungsheft 57 [Ek Sayı
No. 5 7 1,Berlin 1922, s. 37, dipnot l , s . 52. dipnot l.* [B k z .:s.H 3 , dipnot 27.]-
ç.n.
gezintiden sonra, işe ilk başta değer serbestisine sahip olarak başla­
yan tarihsel-sosyolojik araştırmaların, betim lem em izde az ön ce ula­
şılan aşamada, birden iki önem li dünya görüşüyle ilgili-m etafiziksel
karara karşı açık olduğunu ifade edebiliriz. Ancak m evcut durum­
da bilfiil sapılabilecek iki yol şunlardır:
İlk olarak; sonuçların tarihsel olanda, nesnelleştirm ede yatmadı­
ğı görüşüne sahip olunduğu için, tarihselin k esik siz d eğişim i tüm
g elg eçliğ iy le olumlanabilir. B ağlam sız olanın; tarihsel açıdan aşkın
ve tüm tarihsel nesnelleştirm enin kaynaklandığı zenginliğin hiçliği
olarak olum lanm ak istenileceği varsayılarak, zamansal ve toplum sal
olandan, tüm m itlerden ve içeriksel değerlerden ve her bir anlam
verm eden feragat edilecektir. Bu, sürekli tarih yapan, fakat aynı za­
manda tüm tarihi de sürekli olarak üstünden atan o esrik bolluk ola­
caktır. Tarihi bilen anlayacaktır ki, bu bakış açısı m istiğin bakış açı­
sıyla dolaysız bir süreklilik ilişkisi içerisindedir. M istik; yaşam içe­
risinde zam ansal ve m ekânsal bir uhreviliğin bulunduğunu ve m e­
kânın v e zamanın -iç in d e m evcut olan tüm görüntülerle birlikte—
esrik deneyim e karşı sadece sahte varlıklar olduğunu m istikçe iddia
etm işti. A ncak m istik, bunu o zamanlar ispat edem iyordu henüz.
Günlük yaşam o zamanki som utlaşm ası içerisinde fazlasıyla istik­
rarlıydı; rastlantısal olan her şey varoluşunda tanrıca istenen tözel
bir duruma yüceltilm işti. G elenekçilik; olaylarla dopdolu v e hare­
ketli, ancak anlam verm e açısından istikrarlı olan bir dünyaya hük­
mediyordu; ayrıca bu esrikliğe henüz tüm çıplaklığıyla, herhangi bir
anlamdan yoksun olarak sahip değildi; bu esrikliği henüz tanrısallı­
ğıyla ilişkilendirerek yorum luyordu, zira içreklik bir nevi tanrıyla
buluşm a olarak yaşanıyordu. Ancak bu arada, anlamsal unsurların
genel bağlam lılığı, yakında bir kamusal bilgelik olarak dile getirile­
bilecek kadar apaçıklık kazandı. Daha önceleri birkaç sırdaşın sahip
olduğu içrek bilgi, günüm üzde yöntem sel olarak görünür kılınabil-
mektedir. Ve sosyolojizm , aynı tarihselcilik gibi, gerçekliğin tarih
dışı-esrik olanda bulunduğunu düşünen kişilerin elinde, günlük ya­
şamın v e tarihin popülerleştirilm esinin aracı haline gelecektir.
M evcut durumdan sosyolojiye yol açarak tarih araştırmaları için
bir içtepi işlevin e de sahip olabilen, (az ön ce işaret ed ilen) ikinci
özendirm e dizisi; bağlanıldıkların v e anlam sal ilişkilerin bu d eğişi­
m inin k eyfi bir oyun olarak görülm esi nedeniyle d eğil, daha ziyade
hem eşzam anlılıklarında hem de ardıllıklarında (doğaları itibariyle
çok kolay belirlenem eseler de yin e de bir şekilde algılanabilir) bir
zorunluluğun varlığının gösterilm eye çalışılm ası sonucunda m eyda­
na gelm iştir.
Tarihsel olanın özel bir evresinin mutlak olarak alınm adığı, an­
cak tüm oluşum un yin e de dikkate alınm ayan bir problem in içerdi­
ği anlam sal unsurlarının tarihsel değişim i karşısındaki bu tem el iliş­
kiye bir k ez sahip olunduğunda; her tarihin “sadece tarih” old uğu o
esrik tutumu tatmin etm eyecektir artık. G erçi insan olm anın; tarih­
sel v e toplum sal varoluşun herhangi bir ö z e l evresinden çok daha
fazla bir anlam taşıdığım , o esrik dışındalığm tarihsel ve toplum sal
olanı da adeta tekrar tekrar hareket ettiren bir gü ç olarak bir şek il­
de varolduğunu, ayrıca bu dışındalığm tarihten tekrar tekrar soyut­
landığını itiraf etm ek zorunda kalınacaktır. A ncak bundan dolayı ta­
rih, sad ece olu m suzluğu yla n itelen eb ilecek bir şey olarak d eğ il, da­
ha ziyade ö z se l oluşum un cereyan ettiği bir sahne olarak değerlen­
dirilecektir. “İnsan” adlı varlığın bu oluşum u; ilg ili tarihsel v e top­
lum sal öznenin onlardan hareketle, kendini v e tarihini gördüğü
normların, şekil verm elerin v e eserlerin, kurum lann ve k o lek tif is­
tem lerin, hareket noktalarının v e bakış açılarının d eğişim inde de
gerçek leşm esiyle kavranılmaktadır. Tüm bu görüngülerde sem pto-
m atik olan bir şey i görm e eğ ilim i gittikçe artacaktır— , ki bu birlik
ve anlam , çö zü lm esi gereken bağlam sal bir semptomatiktir. K endi­
m izle esrik bir buluşm anın, nihai varlığım ızın yegâne uygun biçim i
olm ası gerekse b ile, o adlandırılm ası m üm kün olm ayan, fakat yine
de esrikler tarafından daim a am açlanm ış olan, talihleri bir şekilde
kendisi d e talih de olan ve kaçınılm az olarak tarihsel ve toplum sal
olan la b elli bir ilişki içerisindedir. Ve nasıl olurdu acaba, ö zü itiba­
riyle kendini asla d eşifre etm eyen , doğrudan adlandınlam ayan ve
telaffuz ed ilem eyen o esriklik, tarihte bıraktığı izler n ed en iyle d o ­
laylı bir tarzda n itelenebilseyd i?
Şüphesiz, bundan ön cek i tutum da eninde sonunda, dünyayla il­
g ili ö z e l bir d u ygu yla tem ellen en tarih v e toplum sal olanla kurulan
bu ilişki nedeniyle sınırları itibariyle saydamlaşmaktadır. Tarihsel
olanı esrik bir dışmdalıktan seyreden tutum, tam da bu tarih halikın­
daki küçük görm e sayesinde tarihsel olandan önem li bilgiler edine-
m em ek teh lik esiyle karşı karşıya kalmak durumundaydı. Tarihsel
olanı sadece popülerleştirm ek isteyen b ilin çsel bir tutumdan, tarih­
sel olanla özünlü bir ilişki içine girm esi beklenem ez. O ysa özenli
olan her bakış -n ih a î olarak hiçbir şey katılaşm asa d a - tarihsel o la­
nın unsurunda yin e de bir şeylerin cereyan ettiğini göstermektedir.
D aha tarihte her anın ve her anlam sal unsurun b elli bir ö n em e sahip
olduğuna (yani hiç bir şeyin daim a ve sürekli vuku bulm ayacağına)
ilişkin gerçek bile (ki, bu yüzden, hiçbir zam an mutlak durumlarda
bulunulm ası mümkün d eğild ir)-, yani ne olayların ne de anlamsal
bağlamlılıkların geri dönüştürülebilir olm adıklarına ilişkin gerçek
bile, tarihin ondan özünlü bir şey bek lem eyen bir kişi için sadece
d ilsiz v e anlam sız olduğuna, v e tarihin “sadece tarih” olduğu bir ba­
kış açısının, aslında verim liliği tam da tarihe bakış açısından minu-
mum bir bakış açısı olduğuna işaret etmektedir.
Tinsel tarih (ki, bu türden sosyolojik bir tarihbakışını savundu­
ğum uzu şim diye kadar olan yaklaşım ım ızla gösterm iştik), unsurla­
rın hem d izilişin i hem de bitişm elerini sadece bir rastlantı olarak
değerlendirm ez, bilakis bu unsurların önem ini ve anlamını, ancak
tarihsel olarak oluşan bütünlüğün araştırılm asıyla kavranabileceği-
ni hedeflem ek gerekir. Bu bakış açısı, salt kurgusal d eğil, daha z i­
yade atılan her bir adım ın m evcut belgelerle gözden geçirilip onlar­
la tem ellendirilerek gitgide daha tutarlı biçim de geliştirildiği tak­
dirde, sosyolojik zam an diyagnostiği diye adlandırabileceğim iz bir
bilim alanına ulaşılmaktadır. B ö y le bir diyagnostik şim d iye kadar
yaptığım ız açıklamalarda bile, bizzat ideoloji kavramının m evcut
düşünsel koşulların belirlenm esinde kullanılabileceğini, ve b öyle
bir belirlem enin tipolojim izin örneklem elerinin sadece yan yana
konulmasından ziyade bu (olsa olsa aşırı sem ptom atik olan) kavra­
mın anlam sal d eğişim indeki d izilişin tüm varoluşsal ve düşünsel
durumumuzun enine kesiti doğrultusunda kavranılması gerektiği
gösterilm eye çalışılarak elde ed ilm eye çalışılmıştır. Bu türden bir
diyagnostik, ilk başta değer serbestisine sahip bir tutum edinm eye
çalışsa da, bu tutumu uzun bir m üddet için m uhafaza ed em ez v e za­
man içerisinde değerlendirici tutuma geçiş yapar. Herhangi bir vur­
gunun yapılm am ası durumunda, tarihe kendini ifade ed ecek bir gü­
cün taşınam ayacağı gerçeği, daha ilk aşam ada değerlendiriciliğe
g eçişe zorlayacaktır. Ki, vurgu yapm ak, değerlendiricilik v e onto-
lojik karar alm a yönünde atılacak olan ilk adımdır.

“Yanlış B ilin ç”
Problem inin Tekrar Tekrar O rtaya Çıkm ası.
B ö y le c e tarihsel diyalektik, değer serbestisine sahip, bütünlük-
çü ve m utlak ideoloji kavram ının yerini aynı aşam ada bulunan d e­
ğerlendirici ideoloji kavram ının alm ak zorunda olduğu bir sonraki
aşam aya g eçişi burada da, yavaş yavaş ve zor aracılığıyla yaptır­
maktadır (bkz.: s. 112). A ncak bu değerlendiricilik, şim d iye dek b i­
linen v e betim lenm iş olandan çok daha farklı bir nitelikte olacaktır.
B elli bir zam anın belirlem eleri artık mutlak anlam da kolay kolay
kabul görm ez -norm ların ve değerlerin mekâna ve toplum a b ağlılı­
ğına ilişkin bilgiler kolaylıkla yıkılam az artık-, d olayısıyla ontik
vurgu başka bir problem atiğe kaydırılacaktır. Aynı zam anın norm la­
rı, düşünce biçim leri ve yön elim sel şemaları içinden doğru ile d o ğ ­
ru olm ayanlar, gerçek ile gerçek olm ayanlar seçilebilecektir. “Yan­
lış b ilin ç”in , burada, mutlak, son suza dek d eğişm eyen varoluş kar­
şısında d eğ il, yeni ruhsal pratiklerde ve sürekli olarak yeniden şe ­
killenen varoluş karşısında başarılı olam adığı anlaşılmaktadır. Ayrı­
ca düşüncenin diyalek tiğin ce zam an üstü değerleri elde etm ekten
va zg eçm ey e zorlanan tüm enerjinin, daha bu noktada, niçin daha da
büyük bir baskınlıkla ve belli bir zam an içindeki gerçek ile gerçek
olm ayan düşüncelerin birbirinden ayrılm asına yoğunlaştığı da anla­
şılmaktadır. Ancak bununla birlikte yanlış bilin çle ilgili problem
m odem problematik düzeyinde yeniden önüm üze çıkmaktadır. Yan­
lış bilinç problem inin, daha dinsel-aşkın etm enlere yönelm ekten
vazgeçerek, gerçeklik kriterinin pragm atizm i andıran şekilde prati­
ğe v e hatta politik pratiğe nakletm iş olduğu en m odem varyantıyla
karşılaşm ıştık. O zam anlar nihai varyanta ulaşm a yönünde eksik
kalan, tarihselci unsurdu. D üşünce ve varoluş, henüz “mutlak bir
durum” içindeki sabit kutuplaşmalar ve aralarındaki gerilim ise du­
rağan bir gerilim olarak düşünülm ekteydi. Buna günüm üzde, yeni
ve tarihselci bir unsur ilave edilm iştir.
O halde etik olanda cereyan eden bir bilinç ancak; m evcut varo-
luşsal aşam adaki yönünü tüm içtenlikle istese de, bilerek eylem d e
bulunam ayacağı normlar doğrultusunda tayin ederse; yani bireyin
başarısızlığı bireysel bir suç olarak kavranmaktan ziyade, yanlış e y ­
lem , yanlış düzenlenm iş ahlâki bir aksiyom atik d izg ey le tem ellen ­
diği ve eylem zorla yaptırıldığı takdirde yanlış bir bilinçtir. Ruhsal
yorum da cereyan eden bir bilinç; alışagelm iş anlam verm eler (y a ­
şam ve deneyim biçim leri, dünya ve insanlığa ilişkin tutum) sonu­
cunda yen i tipte ruhsal tepki verilm esini ve gen elde yen i insan o l­
manın üstü örtülerek en gelled iği takdirde yanlış bilinçtir. Teorik bir
bilinç; “d ün yevî” yaşam sal yön elim in m evcut varoluşsal aşam asın­
da, tutarlı yolun bulunam ayacağı kategorilere uyduğunda v e onlar­
la düşündüğünde yanlış bilinçtir. D em ek ki bu “id eolojik ” işlevin
“tuzağında” işleyen pratik ve eylem ler, m evcut içsel ve dışsal varo­
luşu aydınlığa kavuşturmaktan ziyade gerçek anlamın üstüne örten
unsurlar, yani ön celik li olarak k öhn eleşm iş normlar, yozlaşm ış dü­
şünce biçim leri ve dünyayı yorum lam a biçimleridir. A şağıda, az
ön ce bahsi geçen ideolojik bilincin en önem li biçim lerinin birkaç
belirgin örneği gösterilecektir.
Ö rneğin, k öhn eleşm iş etik normların artık ideolojiler haline g e l­
dikleri varsayım ını kastederek “faizsiz borcun” tarihini bir düşüne­
lim .31 Faizsiz borç uygulam asının uygun biçim de hayata geçirilm e­
si, ancak sosyolojik ve ekonom ik açıdan henüz bir kom şuluk top­
luluğunun ötesin e g eçem em iş toplum sal form asyonlarda m üm kün­
dür. B ö y le bir dünyada bu uygulam a kusursuz bir biçim de hayata
geçirilebilir. Faizsiz borç bu dünyaya isnat ed ilebilen , bu anlamda
da bu dünyaya uygun olan bir normdur. Bu hüküm , kom şuluk top­
luluğu dünyasından gelip, daha sonra kilisenin normlar hâzinesine
geçm iştir. Çevrenin “reel esaslar”ı ne kadar çok d eğişim e uğradıy-
sa, bu uygulam a da o kadar ideolojik bir tutuma büründü, yani po­
31 Bu ö rn ek le ilgili tarihsel m ateryal için bkz.: Weber, M ax: Wirtschaft und
Gesellschaft. Grundriß der Sozialökonomie | E konom i ve T oplum . T o p lu m ­
sal İktisadın T em elleri, B ö lü m III, s. 8 0 1 -8 0 2 .
tansiyel olarak bile hayata geçirilem ez hale geldi. Bu uygulam a,
kapitalizm in yü kseldiği d önem d e ise, işlev se l bir d eğişim sonucu
k ilisenin yen i ekonom ik gü ce karşı yönlendirdiği bir m ücadele si­
lahı haline g elm iş ve artık k ilise “dünyadan iy ice uzaklaşm ış”tı. Bu
normun, kapitalizm in tüm yaşam alanlarına girip, galip çıkm asın­
dan sonraki ideolojik n iteliği (ondan ancak ve ancak sakınabilece-
ğin e fakat ona kulak asılam ayacağına ilişkin gerçek), k ilisenin bile
kolaylıkla v a zgeçeb ileceği bir işlerlik kazanmıştı.
K endim izi anlam a çabası düzeyinde cereyan eden bir yanlış bi­
linç için; insanoğlunun tarihsel olarak daha şim diden m üm kün olan
kendisi ya da dünya ile olan “gerçek” bir ilişkinin üstünü örtm esi­
ne ya da -o n ların y a “şeyleştirilm eleri”nden ya da “id ealize edil-
m eleri”nden, ve hatta “rom antize edilm eleri”nden d o la y ı- insan o l­
m anın esaslı gerçekliklerinin ve deneyim lerinin sahte kılınm asına,
kısacası: İnsanoğlunun kendinden ve dünyadan kaçm a ile ilgili tüm
tekniklerle yan lış buluşm a biçim lerine çanak tutm asına ilişkin ör­
nekler verilebilir. Bu yüzden, arayış halindeki rahatsızlığın üstünü,
artık yaşanılam az m utlaklıklarla örtm ek, örneğin “mitler” istem iş
olm ak , “kendince yü celikler”e hayran kalmak, “idealist” olm ak ve
fiilen adım adım kendi kendinden daha şim diden kolaylıkla anlaşı­
labilir bir “bilinç d ışılık ”la sakınmak yanlıştır.
Yanlış bilincin üçüncü karakteristik örn eğiyle, dünyaya yö n eli­
m e ilişkin bilgi edinm ede başarılı olunam am ası durumunda karşıla­
şıyoruz. Ç iftliği kapitalist bir işletm e haline gelm iş bir çiftlik sahi­
binin işçilerle olan ilişk isin i ve kendi işlevin i hâlâ ataerkil katego­
rilerle algılayıp yorum lam ası bunun paradigmatik bir örneğidir.
Tüm bu örnekler g ö z önünde tutulduğunda, ortaya yanlış bilin­
cin yepyeni bir ö zelliğ i çıkmaktadır. Y önelim sel biçim i çerçevesin ­
de yeni gerçekliğe yetişem eyen ve bu açıdan bakıldığında da yeni
gerçekliğin üstünü aslında k öhneleşm iş kategorilerle örten bir bi­
linç, yan lış ve ideolojiktir.32
(D üşüncelerin içeriksel değerlerinin ve bilinç yapılarının ger-
Bir bilincin, bu “ varoluş” u geride bırakarak yine de yanlış, “varoluşsal anlam ­
da uygunsuz” olabilm esi - tam da “ ütopik” bilincin çözüm lendiği sondan bir
önceki yazının konusudur. Ş im dilik, bilincin, varoluşu geride bırakm asına iliş­
kin bu tek niteliğiyle yetineceğiz.
çeld ikleriyle ilgili kararlar verdiği ve değerlendirici kararlan da ha­
reket halindeki gerçekliğe oranla verm esi n ed en iyle dinam ik olarak
adlandırdığımız) bu ideoloji kavramı (ki, ütopya kavramından son­
dan bir önceki in celem ed e ayrıca bahsedilecektir13) elbette, ancak
mutlak v e bütünlükçü ideoloji kavramı aşam asındaki “değer ser­
bestisine sahip” ideoloji kavram ıyla karşılaştırdığım ız ikinci örneği
oluşturmaktadır.
Her ne kadar ilk bakışta karmaşık g else b ile, bu türden bir kav­
ramsal belirlem enin hiçbir şekilde zorlayıcı olm adığını düşünüyo­
ruz. Zira tanım lam ada, dünyayla ilgili m evcut yönelim in gündelik
diline daha şim diden fakat ucundan sahip olarak, aslında am açladı­
ğı problem ler hakkında m ümkün olabildiği kadar tutarlı bir şekilde
düşünmektedir.
Bu ideoloji (ve ütopya) kavramı, pür yanılm a kaynaklanm n öte­
sinde yanlış bilinç yapılarının varolm asına ilişkin bilgiden v e başa-
n lı olunam ayan “gerçekliğin” esasında dinam ik bir gerçeklik olab i­
leceğ in e ilişkin gerçekten ve aynı tarihsel-toplum sal m ekânda fark­
lı farklı yanlış bilinç yapılarının varolabileceği düşüncesinden hare­
ket etm ektedir; ki bunlar, düşüncedeki “çağdaş” varoluşun ötesin e
geçen le, çağdaş varoluşa henüz yetişm eyen , ancak her iki örnekte
de bu varoluşun üstünü örten bilinç yapılarıdır. Sonuç olarak, bu
ideoloji kavramı sadece pratikte açığa çıkan bir “gerçeklik”ten ha­
reket etmektedir. Son olarak bahsedilen (dinam ik ve değerlendirici)
ideoloji kavramının içerdiği tüm bu hareket noktaları, sakınılam a-
yan, o lsa o lsa sistem atik ve sürekli olarak farklı biçim lerde değer­
lendirilebilen deneyim lere dayanmaktadır.

İdeoloji ve Ü topya D üşüncesinde


G erçeklik Aranmaktadır.
Sonuçta, hem ideolojik hem de aynı şekilde ütopik olandan kur­
tulma gayreti içindeki ideoloji ve ütopya düşüncesinde nihai ger­
çeklik aranmaktadır. İki m odem anlayış, verim li bir kuşkunun or­
33 Ü topik bilinçle ilgili incelem ede, “ m evcut olan” m ütopik şekilde geride
bırakılm asının, varolanın üstüne geçm iş içeriksel değerlerle basitçe ideolojik
b ir şek ild e perde çekilm e olarak ele alınam ayacağı da ortaya çıkacaktır..
Bkz.: s. 2 9 9 ve sonrası.
ganları olarak olumlanmalıdır. Zira bu anlayışlar, düşüncenin kendi
kendine kalm ası, gerçekliklerin üstünün örtülm esi ya da onların ba­
sitçe ötesine geçm e eğilim inden ibaret olan bilinç yanıltm asına kar­
şı çıkmaktadırlar. D üşünce sadece ve sadece unsurunda varolduğu
gerçekliği içerm elidir, ne ondan azını ne de fazlasını. N asıl yazılı üs­
lubun gü zelliği, yaln ızca ifade ed ilm esi gerekeni kapsayıp, asla da­
ha azı ya da daha fazlasını dile getirm iyorsa, bilincin hakikati da as­
la yanılm ıyor oluşunda yatmaktadır.
D em ek ki ideoloji ve ütopya d üşüncesinde gerçeklikle ilg ili so ­
ru tekrar ortaya çıkmaktadır. Her iki tasarım da düşüncenin karşılı­
ğının gerçeklikte bulunm ası gerektiği talebini içermektedir. Bu ara­
da yalnızca gerçeklik m eselesi problem li hale geldi. Tüm taraflar
düşünce ve eylem lerinde bu gerçekliği aramaktadır, v e bu gerçek­
liğin onlara farklı ö ğeleriyle görünm esinde şaşılacak bir şey yoktur.
Ontolojilerin toplumsal farklılıklarıyla ilgili “ D a s k o n s e r v a tiv e D e n ­
k e n ” [Muhafazakâr Düşünce] adlı incelememe bkz., a.g.e., Bölüm III. Bu­
na ilaveten bkz.: E p p ste in , P.: D ie F ra g e ste llu n g n a c h d e r W irk lic h k e it im
h isto risc h e n M a te r ia lis m u s [Tarihsel Materyalizmde Gerçekliğe İlişkin
Problematik], cilt 60, 1928, s. 449 ve sonrası.
Dikkatli okur, değerlendirici ideoloji kavramının bu noktadan itibaren
-değerlendirici bir çözüm am açlayarak- değer serbestisine sahip ideolo­
ji biçimine nasıl geçiş yaptığını fark etmiştir. Kavramın bu geçişi, düşün­
cenin olgunluk aşamasında içe kapanarak anında kısmî bir bakış açısına
teslim olmayan bir araştırmacılık tekniklerindendir. Bu d in a m ik ilişk ile n -
d iric ilik , birbirlerini mutlaklığa götürecek derecede kendilikleştiren dünya
hakkındaki bakışın kısmiliğini daha şimdiden ortaya çıkaran ve çareyi fark­
lı ihtimallerin varolduğu bir dünyada aramanın mümkün olduğu tek uygun
biçimidir. Arayış içindeki birey, günümüzün varoluşsal durumuna uygun
bir çözüm bulma işine, ancak tarihsel-toplum sal olarak şekillendikten ve
gerçek gerilimleriyle de, günümüz koşullarını niteleyen tüm belirgin moti­
vasyon biçimlerinin bağlantılı olduğu önemli dizileri içselleştirerek kavra­
dığında girişilebilir. Gerçekleşmiş olan ve bize henüz hükmeden gerilim-
leri hemen yükümlülük altına girmeden içselleştirerek kavrayan bu türden
bir düşünce; düz ve karşıtsız değil, antitetik ve diyalektik olacaktır. Böyle
bir düşünce biçimi, kavramsal anlamın arayış içinde gerçekleştirdiği bu
bağlantısız “süzülüşünü” ve henüz çözülemeyen çelişkileri -ço ğ u zaman
olduğu g ib i- kendinden saklamaktan ziyade, tam da o ana dek çözüleme­
yen çelişkinin tespit edilmesinin günümüz aşamasında gerçek anlamda ge­
rekli olan düşünceyi ateşleyen kıvılcım olduğunu düşünecektir. Daha önce
bahsedildiği üzere, başka bir zaman üstleri örtülen ve özenle rötuşlanan bu
olguya sürekli işaret ederek, artık problemli hale gelmiş olanı, dolayısıyla,
bizim için de hâlâ problemli olanı kontrol altına almak istiyoruz.
Bu türden dinamik bir ilişkilendiricilik, “kapalı bir sistem”den; bu ka­
palılık, yalnızca kısmîliği daha şimdiden kolaylıkla anlaşılabilen bir bütün­
lük sonucu mümkün oluyorsa eğer, vazgeçmeyi tercih eder. Ayrıca, olabi­
lirlikleri ve gereklilikleri açısından bir sistemin kapalı ya da açık olmasının,
çağlara ve toplumsal bakış açılarına göre değişip değişemeyeceği de düşü­
nülmelidir. Zira bu imalar bile okura, hem çatışkın hem diyalektik, hem
kapalı hem açık bir sistemin, keyfi ve rastlantısal değil, kendine sürekli
olarak yeniden şekil veren, varoluşsal ve düşünceyle ilgili durumun arka­
sında duran düşüncenin sınıflandırma modelleri olduğunu vazetmelidir.
“Sistem” olgusunun sosyolojisi hakkında “Das konservative Denken”
[Muhafazâkar Düşünce] adlı yazıma bkz., a.g.e., s. 86 ve devamı.
Bu gerçeklik problem i sadece kurgusal bir fantazi olsaydı, o za­
man kolayca başka bir konuya geçilebilirdi. Ancak adım adım iler­
ledik çe daha net olarak görünm ektedir ki, tüm düşüncelerim izin
çok şek illiliği tam da bu kavramın çok şek illiğin e bağlıdır ve ontolo-
jik kararların her biri içkin olarak çok daha ötelerdeki bir olabilirli­
ği içermektedir. Artık, aynı düşünce dünyasında yaşam adığım ız ve
nihai olarak da gerçeklikle ilgili algılarda, birbirinden uzaklaşan ve
birbirlerine karşı hareket eden düşünce sistem lerinin şim diden baş­
layarak varolduğu tam da en net b içim iyle, ontolojik kararın çok şe-
k illiliğin de belirmektedir.
Bu düşünce krizini kendim izden gizleyebiliriz, tıpkı günlük ya­
şam pratiğinin nesneleri ve bağlamlılıkları sadece kısm îlikleriyle
buluşturarak g izled iği gibi.
Ancak aşağıdaki gibi bir argümantasyonda bulunacak kadar, hem
ayakları havada hem de yanlış bir şey olamaz: Tüm tarihsel-politik düşün­
celer belli bir yere kadar metateorik bir opsiyona bağlıdır, bu nedenle de,
genel düşünceye güven olmaz, dolayısıyla da bir problemin teorik olarak
ve ne şekilde temellendirildiği önemli değildir. Böylece herkesten, içgüdü­
süne. en kişisel sezgisine ya da çıkarlarına güvenip, seçimini işine o an için
nasıl geliyorsa öyle yapması istenilebilir. Bunu yaparken herkesin kendini
tarafgirliğiyle iyi hissedip üstelik vicdanen de rahat olması mümkün olabi­
lirdi.
Analizlerimizin bu türden propagandist bir şekilde değerlendirmesine
karşı söylenebilecek şey; düşüncesiz bir taraf tutma ve kendini düşünce
tembelliği nedeniyle sadece iradesel bir karar ve propagandayla sınırlandı­
ran irrasyonellikle (bilgi sosyolojisiyle ilgili analiz yardımıyla kolaylıkla
başardığı), tüm bilinçli değerlendirmeleri özenle tasfiye ettikten sonra biz­
zat düşünsel yapıda hâlâ taraflılığın ve dirimsel olanın kalıntılarını keşfeden
ve derdi radikal biçimdeki bir nesnellik olan araştırmacılık arasında kökten
bir fark olduğudur. (Bu konunun ayrıntıları için, Zürih konuşmamın tartı­
şılmasıyla ilgili kapanı; konuşmasına ve W. Sombart’ın aynı kongrede yap­
tığı konuşmasıyla ilgili yapmış olduğum tartışmaya katkı konuşmasına bkz.
Altıncı Sosyologlar Günü Müzakereleri, a.g.e.)
Zira bağlam sal bütünün problem li olan alanın örtülü kalması,
olaylara sadece kısm îlikleri bağlam ında yaklaşıldığı, ve kavramsal
aparat sadece sınırlı bir yaşam sal daire çerçevesin de yararlı olabil­
d iği sürece müm kün olabilir; v e pratikte sürekli es geçilm enin
m ümkün olabildiği bir m askelem enin m eydana çıkm a olasılığı da
yalnızca belli konular için mümkündür. Bu anlam da günlük yaşam
pratiği de, yeterince uzun bir zam an boyunca sihirli bir sistem le ör-
tüşüyordu; ve b elli bir tarihsel aşam aya gelin en e d eğin ilkel ya­
şam sal eğ ilim için gerekli olan am piriyle bu bağlam da da baş et­
m ek bir zorunluluktu. O zam anın koşullarında olduğu gibi günü­
m üz koşullarının yapısal problem i de nihai özü doğrultusunda şö y ­
le ifade edilebilir: Bir grubun d en eyim sel m ekânı, alışagelm iş dü­
şünce yapısıyla ve artık onunla kavranılm az hale gelen yen i nesnel­
lik arasındaki uyuşm azlığı açığa çıkarabilecek kadar esaslı bir deği­
şim e ne zam an uğrar? G erçi sihirli dönem ler sö z konusu olduğun­
da, bilgi eleştirisiy le ilgili düşünceleri n ed en iyle sihirli “düzensel
sistem ”in ortadan kalktığını varsayacak kadar entelektüalist olun­
maz. Fakat orada da yaşam sal m ekânın d eğişim in in , belli yen i iç- j

sel v e dışsal tem el gerçeklerinin artık üstesinden gelem ey eceğ i bir


yaklaşım ı ve anlam sal yorum uyla ilgili şem ayı salt dirim sel olarak j
ortadan kaldırabilm esi de sö z konusudur.
K ısm ilik problem ine gelin ce, tinsel bilim lerin tekil dallan da
günlük yaşam am pirim izden farklı bir nitelik taşımazlar. Bu dallar
da konuları ve problem atikleri prensip olarak kesikli bir kısm ilik
içinde buluştururlar. Problem atiklerin zam an zam an ve yer yer (ve
yalnızca alanların birliği anlamında olm aksızın) içsel organik ilinti-
lilikleriyle uyum lu bir ilişki içinde bulunm alarına karşın, her şey
birbirinden başka bir zam anda ansızın kopmaktadır. Tarihsel prob­
lemler, ya konuyla ilgili belli yönlerin ya da bizzat konunun sınırlı­
lığı anlamında daima m onografık kalmaktadırlar. İş bölüm ü bizi bu
yetin m eye zorladığı sürece, bu gereklidir de aslında. A ncak am piris-
tin, ne kadar kapsam lı olursa olsu n bireysel gözlem in ötesin e g eç­
m em esini gen el bir erdem haline getirdiğinizde, bu bile tem el du­
rumun problem li hale getirilm esi durumunda içsel bir karşı koym a
anlamına gelecektir.
Kendini k esiksiz bir kısm ilikle sınırlayan bir araştırmacılıkla da
bilgi toplayıp am piriyi zenginleştirm ek mümkündür. Bu yaklaşım ın
belli bir süre için doğru olab ild iği belki doğrudur. Ancak nasıl d o ­
ğa bilim leri hipotezlerini v e tem ellerini, “gerçekler” alanında uyuş­
mazlıklar ortaya çıktığında, tekrar tekrar yeniden sorgulam ak duru­
munda iseler ve nasıl orada daha ilerlem iş bir ampiri ancak v e an­
cak bu tem ellerin yeniden araştırılm asıyla m üm künse; biz artık te­
m ellerin, tinsel bilim ler alanında da ampiri tarafından sorgulanması
noktasına gelm iş bulunuyoruz.
Prensip itibariyle bir süre, k ısm îliğe uyum sağlayan bir ampiri
çerçevesinde ve günlük pratiğin bulunduğu aynı durumla karşı kar­
şıya kalınır: D üşünce tem elli problem lerin ve uyum suzluğun üstü,
asla görülem eyen koşullar bütünü nedeniyle örtülmektedir. İnsan
tininin açığa kavuşam am ış kavramlarla da o lsa garip bir şekilde,
çok net gözlem lerde bulunabileceğine, düşünce faaliyetinin başla­
ması ve bilim alanlarının tem el kavramlarını kanıtlama zorunluluğu
doğduğunda ise, krizin patlak vereceği tezinden daha doğru bir şey
olam az. Tem el problem ve kavramlar için en k ızışm ış m ücadeleler
verilirken, araştırmaların tekil bilim lerde çoğu kez ampirik açıdan
sağlam tem ellere oturtulup devam etm esi, bu tezin doğruluğunun
ispatıdır.
Ancak bu anlayış da kısm î bir anlayıştır, zira sadece sınırlı bir
dönem deki bilim in durumu için karakteristik olan k oşullan, genel
bir geçerlilik iddiasıyla ve epistem olojik olarak ifade etmektedir.
Bu tez, yüzyılın başında ortaya atıldığında, kriz semptomları sadece
araştırmacılığın kenarında, prensip ve tanımla ilgili problem ler ala­
nında görünüyordu. Günüm üzde bu durum d eğişim e uğramıştır:
Kriz ampirinin daha m erkezinde algılanabilir-tanım lann ve tem el­
lendirm e olasılıkların çok şek illiliği ve veçhelerin birbirleriyle reka­
beti daha tekil bağlam lılığın düşünsel algılam asında görünmektedir.
Sonuçta ampirinin gen elde müm kün o lab ileceği inkâr ed ilm e­
mektedir; ayrıca gerçeklerin varolam ayacağı da hiçbir şekilde iddia
edilm em ektedir (ki, hayalciliği öğretecek kadar yanlış bir şey o la ­
m az b izce). Kanıtlarım ız da gerçeklerin ispat gücüne başvurmakta­
dır; ancak bu gerçeklerle ilgili bazı problem ler de yok değildir.
“G erçekler” bilgi için belli bir düşünsel ve yaşam sal bağlam içeri­
sinde oluşmaktadır. Kavranabilir ve ifade edilebilirlikleri daha şim ­
diden bir kavramsal aparatı içermektedir. Bu aparat tarihsel bir top­
luluk için ortak bir nitelik taşıyorsa eğer, o zam an tekil kavramın ar­
kasında bulunan (dirim sel ve entelektüel opsiyondan ibaret) ön k o ­
şul dizisi asla açığa kavuşm az. Buradan hareketle kırık noktalara
uğram amış dönem lerin gen elde hakikatla ilgili problem konusun­
daki kendisine olan uyurgezerci güveni açıklanabilir. A ncak gö zlem
ışını bir kere delindiğinde,34 d en eyim selliğin tayin ed ilm işliğ i em re­
dilen tek bir doğrultuda gevşer. İlk başta (düşünen özn eler için g ö ­
rünmez olan) aynı d eneyim sel unsurları farklı düşünce sistem lerine
bağlayarak ve konulandırma açısından da çoğu kez farklı farklı ele
alınm asını sağlayan bir karşılıklı düşünm e oluşur.
Buradan hareketle tıpatıp aynı orijinal m addeyi her seferinde
farklı bir şekilde belirleyen kavramların ilginç bir bakış tarzı m ey­
dana gelm ektedir. “G erçeklik”, bundan dolayı, giderek daha da v e­
rimli bir biçim de görünmektedir. Ö nceleri henüz hakkından geline-
m em iş irrasyonel bir kalıntının bir nevi “avra”sı olarak tekil kavram
etrafında konumlanan ö ğ e, günüm üzde aynı zam anda tam da bu ka­
lıntıyı objede yakalayan bir karşı kavram olarak görünmektedir.
D üşünce tem elindeki birliğin problem li hale gelm esi, bizzat
am piride de gittikçe daha net görünebilm ektedir. Bu, daha derin dü­
şünen biri için, başta her tanımın kısm iliğinde açığa çıkmaktadır. Bu
kısm ilik, örneğin M ax Weber tarafından kabul edilm ektedir; ancak
aynı zam anda da b ilgiyle bağlantılı amacın k ısm îliğiyle m eşrulaştı-
rılmaktadır.
34 Bu d elinm en in sosyolojik n edeniyle ilgili ay rın tılar hakkında “Z ürich
K o n u şm a sı”n a bkz.
Bir kavramı ne şekilde tanımlayıp tanım lam adığım ız, daha bilinç
dışı gerçekleştirilm iş olan düşünsel adımlarım ızı düzenleyen g ö z­
lem sel tarza bağlıdır. Kendini kavramların bu bakış tarzına terk et­
m iş olarak açığa çıkartan düşünce, sistem atiklik açısından bütün-
lükçü problem atiğin yolunu en baştan itibaren tüm gü cü yle kapat­
mış olacaktır. Bu bağlam da özellik le p ozitivizm , bu tehlikenin ü s­
tünün örtülm esi konusunda titiz davranıyordu. Bu, bir yandan, ger­
çeklerle ilgili araştırmaların pürüzsüz ilerlem esinin tem inat altına
alınm ası için gerekliydi; ancak öte yandan, bu örtm e eylem i “bü-
tün”ün problem iyle bağlantılı muğlaklıklara yol açıyordu.
İki tipik dogm a, bu tem el problem in gündem e getirilm esini en ­
gellem ek için uygun araçlardı. İlki; m etafizik, fe lse fî ve herhangi
bir sınırçizgisi problem inin gündem e gelm esini reddeden, sadece ve
sadece ampirik kısm î b ilgiye geçerlilik hakkı tanıyan,— bu bağlam ­
da felsefen in geçerliliğini tekil bir bilim dalı olarak, özellik le de
mantık b içim iyle kabul eden öğretidir. A m piriye felsefed en v e dün­
ya görüşünden arındırılmış bir alan bahşedip k ısm î problem ler ko­
nusunda bu düşünsel yöntem e zorunlu bir güvenirlilik hakkı tanıya­
rak, ancak bütünlükle ilgili problem lerin çözüm ü için (ve fakat “g e­
nel anlamda geçerli” olan apaçıklıktan feragat ederek) daha “y ü ce”
bir yöntem olan felse fî kurguya başvurarak bir den ge unsuru yarat­
maya çalışan dogm a ise, bütünlük problem inin en gellen m esin in
ikinci olası yoluna başvurmuştur.
Bu çözüm , yapısı itibariyle, endişe verici bir şekilde anayasal
monarşinin teorisyenlerinin şu parolasını andırmaktadır: Kral hük­
m ediyor fakat yönetm iyor. Burada tüm onursal kuvvet ve paye alâ­
metleri felsefenin sırtına yüklenmektedir. Kurgu ya da sezg i, daha
yü ce organlar olarak kabul görseler de, gereğinde, bu gerçek dü­
şünsel pratikte, p ozitif ve dem okratik açıdan gen el geçerliliğ e sahip
olan ampirinin sistem inin bozulm am ası içindir. Bununla birlikte
bütünlük problem inin üstü yeniden örtülmüş oluyor, ampiri onu ba­
şından savmıştır, felse fe ise, hiç ama hiç sorum lu tutulamamaktadır
-o n u n sadece Tanrı önünde sorum luluğu vardır-, önem i sadece
kurgul bir sahada ya da -tem ellend irilm en in biçim ine g ö r e - pür
sezgi önünde geçerlidir. Felsefenin en önem li işlevi ilgili genel du­
rumlarda aydınlanm ayı sağlamaktır; felsefen in, daha “yüksekler”de
konumlandırılan alanında kalarak gen el durumla ilişkisini kesm e­
siy le ortaya çıkan ayrılm a sonucunda sadece aydınlanm ayı etkileye-
m em esi sö z konusu olabilir. Ö te yandan tekil araştırmacı, k ısm î an­
layışa alıştırılm ası sonucu -am p irinin konumunun daha şim diden
gerekli k ıld ığ ı- daha kapsamlı bakış açısına g eçişi sağlayam am ak­
tadır. Tüm tarihsel varoluşsal durumların üstesinden gelinebilm esi
için, olayları gü ncel gerçeklik problem inin zirvesin de seyredip tüm
ilg ili çelişm e m ateryalini kavram a yeten eğin e sahip olan b elli bir
düşünce b içim i gereklidir. Bu konuda da, daha geriye itilm iş aksi-
yom atik bir hareket noktasını, bütünlüğün üstesinden gelinebilm esi
için gerekli olan sentezin m ekânını bulm ak gerekir. Kriz; ürkekle­
rin ya da şüphe içind e olanların yöntem inin esas alınm asıyla b oş­
lukların v e çelişkilerin üstünün örtülm esiyle, ya da bu krizden aşırı
S a ğ ’m v eya S o l’un yöntem lerinin esas alınm ası ve bu yöntem lerden
propagandist bir tarzda yararlanılm asıyla, ya da bu kriz, geçm işin
ve geleceğ in ayyuka çıkarılm ası am acıyla kullanılarak (ki, bunu ya­
parken kendi bulundukları evin de alevlere tutuştuğunu unutmakta­
dırlar) ortadan kaldırılamayacaktır. Ayrıca, bu olayı sadece bir ger­
çek olarak, “karşı tarafın durumu”nun krizine ilişkin bir kanıt o la­
rak şu ya da bu k ısm î aksiyom atik sistem e tekrar yerleştirm ek de
fazla işe yaramayacaktır. B ö y le bir şey, ancak tarihsel m ekânda y e ­
ni düşünce yön tem iyle yalnız başına olunduğu ve kendi bakış a çısı­
nın kısm îliği henüz açığa çıkm adığı takdirde başarılabilir.
Ancak tüm bakış açılarının kısm îliği açığa çıktığında ve açığa ç ı­
kan olg u y a k esin tisizce vurgu yapıldığında, en azından aranan bü­
tünlüğün yoluna sapılm ış olacaktır. D üşünce krizi, tek bir bakış açı­
sının krizi olm aktan ziyade, belli bir düşünsel sev iy ey e ulaşm ış
olan bir dünyanın krizidir. Varoluş ve düşünce ile bağlantılı sıkıntı­
ları giderek daha net görm em iz, bir fakirleşm e d eğil, tersine sonsuz
bir. zenginleşm edir. A klın kendi yapısına gittikçe daha derinlem esi­
ne bakm ası, düşüncenin iflası değildir; eğer bakış açısının m uazzam
gen işlem esi tem ellerin yeniden yapılandırılm asını talep ediyorsa, bu
bir acizlik değildir. D üşünm e, gerçek güçlerce taşınan, kendini sü­
rekli sorgulayıp düzeltm elere zorlayan bir süreçtir. Bu yüzden açı­
ğa çıkm ış olanın önünü ürkekliği nedeniyle tıkamak, en vahim hata
olurdu. Zira, anın sahip o lab ileceği en yüksek düzeydeki verim lilik,
olayları artık kısm ilik olarak birbirleriyle buluşturma istem inden zi­
yade, k ısm î bilgileri giderek daha da kapsam laşan bir bağlanıldık­
tan hareketle anlam a ve yorum lam a istem inde yatmaktadır.
Daha “P olitisches G espräch ” (Politik Sohbet) adlı eserinde
Ranke, sözcüsü olan Friderich’e şu sözleri söyletebiliyordu: “Fakat
aşırıdan hareketle hakikatla ilgili neticeye varamazsın. Zaten haki­
kat, yanlış fikir alanının dışındadır. Hakikati, yanlış fikrin tüm şek il­
lerinden soyutlasan bile elde edem ezsin: O, bulunm ayı ve kendine
dikkatle bakılm asını ister; kendince, ve kendi çizd iği çem berde.
Dünyanın tüm tanrıtanımazlıklarından hareketle de olsa, Hıristiyan­
lığın ne olduğunu kavrayamazsın; onu tanımak için İncil’i okum alı­
sın.”35 B ö y le bir bakış açısı, hâlâ pür ve d eneyim sizlik aşam asından
hareket eden ve bilginin ilk günahtan sonra sahip olduğu sarsıntıyı
henüz tanımayan bir bilincin ifadesi gibi gelm ektedir bize. A ncak,
zorunlu bir bakışla kavranan bütünlüğün, kendini sonradan en çok
sınırlanm ış kısm îlik olarak ortaya koyduğunu; ve hizm etini rastgele
sunan bir bakış açısına problem sizce bağlanmanın daha günüm üzde
bile m ümkün olduğunu d olayısıyla da gittikçe daha çok zen g in le­
şen bir toplu bakışa ve bütünlüğün k esik siz am açlanm asına götüren
yolun önünü tıkadığını gördük çoğu kez.
Bu yüzden bizim anlam landırdığım ız bir bütünlük, doğrudan ve
tüm zamanlar için geçerlidir, yani sadece tanrısal gözlere gösterile­
bilecek bir bakış, sükûnete yön elip kendi içinde nispeten kapalı
olan bir tablo anlamına gelm em ektedir. Bütünlük, kısm î bakış açıla­
rını içine alıp bunları tekrar tekrar parçalayıp, kendini kavramanın
doğal sürecinde adım adım geliştiren ve hed ef olarak zam ansızca
geçerli bir sonu d eğil, bakış açısının bizim için mümkün olan azam î
gelişm esini candan arzu eden bütünlüğün am açlanm ası anlamına
gelmektedir.
Yaşamdan basit bir örnek verm ek gerekirse; bütünlükçü bir ba­
kışın am açsallığında, ilk başta, som ut bireysel görevler yerine g eti­
35 Ranke: Das politische Gespräch (P olitik S o h b et|. Y ayına hazırlayan: R ot­
hacker, H alle a. d. S., 1925, s. 13.
ren ancak daha sonra uyanıp ansızın toplum sal ve tinsel yaşam ının
varoluşsal tem ellerini kavrayan ve b elli bir yaşam sal konum da bu­
lunan bir insan yaşamaktadır. N esn el olarak sadece görevlerine y o ­
ğunlaşarak yaşadığı zamanlar, kendini m uhtem elen daha mutlak
görm üş olabilir, ancak dönüm noktasına gelinene kadar bakış açısı
yine de kısm î ve bu anlamda da darkafalıydı. K endini ilk k ez som ut
bir durumun parçası olarak hissettiği andan itibaren, eylem in in bir
bütünlüğün unsurunda kavranmasına ilişkin am açsallık da o zaman
doğmuştu. Bakışı, belki sadece sınırlı yaşam çevresinin ona m üsa­
ade ettiği kadar derinlere inebilm ektedir; belki sad ece durum ç ö ­
zü m lem esi, başında, içeriksel olarak küçük bir şehrin b elli toplum ­
sal çevresiyle sınırlıdır. A ncak olayların ve insanların buluşturulma-
sı, bizim içinde ö n cesiz ve sonrasız olarak bulunduğum uz “du­
rum ", her şeye rağm en dış etkilerce hareket ettirilip doğrudan iz le­
nim lere uğramış basitçe bir tepki gösterm ekten çok farklı bir şe y ­
dir. Durum analizi, bir k ez dünyaya yön elim le ilg ili bir yöntem o la­
rak kavrandığında, yen i, heyecan dolu bir am aç olarak, insanı - k e n ­
di kendini şim diki ulusal varoluştan, ulusal varoluşu ise küresel
durumdan hareketle tanıyabilm esi iç in - gü ven le kasabasının dar
yaşam sal çevresinin dışına götürür. Aynı şekilde zam ansal sıralama­
yı kavrayabilm esi için, şim diki durumunu yaşadığı çağdan hareket­
le ve, bizzat yaşadığı çağı ise tüm tarihsel zamanlardan hareketle
zaman olarak kavrayabilmektedir.
Bu türden bir durumsal yön elim , m ikro d üzeyd e yapısal olarak
sürekli olarak bütünlüğe iten am aç d iye adlandırdığım ız, suretini ç ı­
kardığı olguyu içermektedir. A m aç tam am ıyla farklı olsa da, ampiri
tarafından kısm î g özlem şek liyle dikkate alınan aynı m alzem eyi
kullanmaktadır. Bu durum sal bakış, görm üş geçirm iş her yaşam sal
deneyim in doğal düşünce tekniğini oluşturmaktadır (ki tekil bilim ­
lerin çoğu , uzm anlaşm ış bakış açıları doğrultusunda konuları inşa
ettiklerinden, çoğu k ez bu yaklaşım ın n iteliğini değiştirm ektedir­
ler). B ilgi so syolojisin d e, problem li hale gelm iş olan düşünsel du­
rum um uzla da durum raporu şeklinde karşı karşıya gelm em izi sağ­
lamaktan ve bağlam lılıkları bütünlüğe yön elik bir am açla kavrama­
mızdan başka bir şey m eydana gelm em ektedir aslında.
İnsanoğlu; bizim kinde olduğu kadar karmaşık bir durumda ve
aşam alı düşünsel gelişim in de yeni düşünsel durumlar ortaya çıktı­
ğında, âdeta yeniden düşünm eyi öğrenm ek zorunda kalmaktadır.
Zira insanoğlu, tarihiyle tekrar tekrar başa çıkm ak zorunda olan bir
varlıktır.
B iz şim diye kadar (ve tüm m antığım ıza rağmen) kendim izi; na­
h if insanın kendini dünya karşısında bulm asına benzer bir şekilde
d üşüncelerim ize karşı buluyorduk: B elli bir durumdan hareketle
ey lem d e bulunan, ne var ki bizzat o durumu kavrayamayan o nahif
insan. A ncak nasıl politik tarihte, b elli bir durumdan hareketle - o
durum hakkında d üşü nü lm ed en - eylem selliğin içerdiği zorlukların
üstesinden artık doğrudan gelinem ed iği ve insanoğlunun, duruma
ilk başta salt b etim leyici daha sonra ise yapısal olarak da hükm ede­
rek ey lem d e bulunm ayı öğrenm ek zorunda olduğu bir an var id iy­
s e ,— düşünsel durumunun krizini de b elli bir durum biçim inde kav­
ramış olarak ardından yapısını adım adım daha net anlaması da bu
am acın doğal bir gelişim idir.
Krizin çözüm ü; yeni yeni ortaya çıkan problem lerin aceleci ve
gergin bir şekilde önem sen m em esi, ayrıca da geçm iş teminatlara
göm ülm ekle d eğil, ancak ve ancak kazanılm ış yeni bakış açısının
yavaş yavaş geliştirilip d erinleştirilm esiyle ve problem lerin üste­
sinden g elm e yönünde yavaş yavaş atılan ileri adımlarla müm kün­
dür. Bundan sonraki iki yazı; yeni yeni açığa çıkm ış olanı, mümkün
olduğu yerde, tespit eden ve bu bağlam da ortaya çıkan problemleri
kendi yönleri doğrultusunda in celeyip durumu ilk başta yoklam aya
çalışan denem eler olarak kabul edilm elidir. Yazılar; daha ön ce bah­
sedildiği üzere, birbirinden bağım sız olarak kalem e alınm ıştır ve,
her biri kendine özgü bir bağlam lılıkla kendince belirlenm iş bir dü­
şünsel hedefe doğru hareket etmektedir. İçsel bütünü yok etm em ek
ve düşüncelerin süreçsel niteliğini m uhafaza etm ek am acıyla, za­
man zam an tekrar edilen açıklam alar ve gözlem ler -d ü şü n sel g e li­
şim den hareketle güncellik ve yep yen i bir önem kazandıkları süre-
c e - metinden çıkarılmamıştır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Bilim Olarak Siyaset Mümkün Mü?
(Teori ve Pratik Problemi)

Şu ana kadar siya sa l b ir bilim


niçin yoktu?
B izi m eşgul eden problem lerin ortaya çıkışları ve daha sonraki yok
oluş süreçleri, en azından başlarda ufkum uzda olm ayan yapısal bir
yasayla düzenlem ektedir. B elli bilim dallarının oluşm ası ve yok
oluş nedenleri, eninde sonunda belli etm enlere indirgenip bu et­
m enlerden hareketle açıklanabilir. Örneğin daha şim diden sanat ta­
rihinde, plastik ve kabartma sanatının vs. niçin ve ne zam an ortaya
çıktığı ve egem en sanat dalı haline geldiği sorusuna cevap arayan
d enem eler mevcuttur. B enzer anlamda, problem lerin ve d isip lin le­
rin ortaya çıkışı ve yok olu şuyla ilgili bu yapısal koşulların in celen ­
m esi, giderek tam da b ilgi sosyolojisin in görevi haline gelecektir.
Zira, sosyolojiden hareketle bakıldığında, bir problem in m eydana
g elişi ve analizi, uzun vadede yaln ızca belli büyük birey v e y ete­
neklere d eğ il, ancak bu b elli problem in oluştuğu problem atik bütü­
nünün şekil ve olgunluğuna bağım lı kılınabilmektedir. Bu proble­
matik (tüm ayrıntıları d eğil), bütünlükçü niteliği ve varoluşu açısın ­
dan, eninde sonunda arkasında duran toplum un ö ze l ve bütünlükçü
yaşam sal bağlam lılığından hareketle anlaşılır kılınmalıdır. B ireysel
düşünür, en önem li düşüncelerinin bütünsel bağlam lılıktan bağım ­
sız biçim de aklına geldiğini düşünm üş olabilir; başa gelen olaylar
dar yaşam sal dairelere hapsedilm iş olan insana, karşı karşıya kaldı­
ğı birbirinden bağım sız kader vakaları gibi görünebilir: A ncak sos­
yolojinin görevi; güncel problemleri ve olayları sınırlı bir bakıştan
“H indistan’ı iğn e deliğinden seyrederek” kavramak d eğil, onların
bu bağlam lılıktaki yerini ve birbirinden bağım sız görünen vakaları
baştan beri daim a farklı şekillere bürünerek varolm uş olan yaşam ­
sal ve d en eyim sel bağlam lılıktan hareketle kavramaya çalışmaktır.
Eğer bilgi sosyolojisi bir gün bu problem atiği tutarlıca in celeyeb i­
lirse, şim d iye kadar birer - e n azından oluşum ları açısın d an - bil­
m ece niteliğinde olan bazı problem lerin anlaşılm ası m ümkün olabi­
lecektir. Ö rneğin, iktisadın ve sosyolojin in n için bu kadar g eç o lu ş­
tuğunun v e bir ülkede hızlıca yükselip hüküm sürm elerine karşın
bir başka ülkede niçin büyük en gellerle karşı karşıya kaldıklarının
gösterilm esi m üm kün olabilecektir. B elk i bu zam ana kadar b ize da­
im a bilm ecem si görünen bazı konular da b öyle bir problem atik
bağlam ında çözü m e kavuşabilir. Bu konulardan biri de: “Siyaset,
niçin hâlâ bir bilim olam adı?” sorusudur. Ki bu gerçek, dünyanın
tutarlıca rasyonelleştirilm esinin tam da b izim çağım ızca am açlandı­
ğı düşünüldüğünde, daha büyük bir şaşkınlığa neden olmaktadır.
B iz neredeyse her şey hakkında b ilgi sahibiyizdir, ve bilginin
her alanında ifade etm e ve başkalarına tinsel aktarma yöntem leri
mevcuttur. H epim izin kaderi hükm edilişine bağlı olan tam da bu
alan mı sırrını araştırmalara açm ayacak kadar kapalı bir kutudur? Bu
sorunun rahatsız ed ici ve bilm ecem si özelliğin d en kaçm ak m üm ­
kün değildir, ve zam anında da birçok insan kendine şu soruyu sor­
muştur: Burada sö z konusu olan, tarihsel anlam da fazla erken gün­
d em e g elm iş bir problem atik olarak bir “h enüz değiP ’mi; yok sa bi­
linebilirin nihai olarak geçilm esi müm kün olm ayan bir sın ın mı?
İlk tahm ini doğrulayan, bizzat toplum la ilg ili bilim lerin çok e s ­
kilere dayanm adığı gerçeğidir. Yani bu “u ygulam alı” disiplinin bit-
m em işliği, tem el bilim lerin bitm em işliğinden hareketle açıklanabi­
lir. O zam an b iz, zam an içerisinde k olaylıkla üstesinden gelinebilen
bir geri kalm ışlıkla karşı karşıya kalm ış olurduk yalm zca. Toplumu,
d oğa gibi hükm edilebilen bir nesne haline getirm ek, sadece v e sa­
d ece biraz daha fazla araştırma faaliyeti gerektirirdi.
İkinci tahmini doğrulayan, içim izde barındırdığımız ve çok fark­
lı bir yaşam sal alan olduğunu varsaydığım ız politikanın pür rasyo­
nel bir tarzda in celen m esi önünde olağanüstü zorluklar bulunduğu
duygusudur. O zam an da b ilim sel denem e, bu yaşam sal alanın ö z e l­
liği karşısında akam ete uğrayacaktır.
Bu bağlam da sorunun doğru sorulm ası bile çok işe yarayacak­
tır; b ilgisizlik hakkındaki b ilgi, b elli bir rahatlama getirecektir. Zira
o zaman, bilinebilirliğin v e ifade edilebilirliğin niçin burada m üm ­
kün olm adığını bilirdik. Ö yleyse ilk görev, bizzat problem atiğin net
olarak betim lenm esidir. “B ilim olarak siyaset m üm kün m ü ? " soru­
su sorulduğunda ne kastedilm ektedir?
Politikada, kolaylıkla algılanabilir ve öğretilebilir alanlar m ev­
cuttur. Eğitim ve öğretim görm üş bir politikacı, etkinlik gösterdiği
ülkenin tarihini bilm elidir; aynı şekilde kendi ülkesinin ilişki için ­
de olduğu v e bu karşılıklı ilişkinin kendi politik çevresi haline g e­
len başka ülkelerin tarihlerini de. B ö y lece, tarih bilgileri v e onları
tamamlayan istatiksel veriler, kendi politik faaliyetleri için faydalı­
dır. Politikacı, ayrıca, faaliyetleri için söz konusu olan ülkelerin res­
mi kuruluşlarını tanımalıdır. A ncak donanımlı politikacının, yalnızca
hukuki açıdan eğitilm iş olm ası gerekm ez; bu kuruluşların içlerin­
den doğduğu ve onlar için varolduğu toplum sal koşulları da bilm e­
lidir. Öte yandan, gelen eğin d e yaşadığı politik düşüncelerden de
haberdar olm alı ve ayrıca, karşıtlarının fikir dünyasına da yabancı
olmamalıdır. Bütün bunlara, hakkında tam da günüm üzde giderek
geliştirilen bilgilerin varolduğu ve çok daha zor algılanabilen şe y ­
ler de eklenebilir: K itle dem okrasilerinde artık on suz yapılam ayan
k itleye hükm etm e teknikleri. Tarih, istatistik, d evlet öğretisi, so sy o ­
loji, fikirler tarihi, kitle p sikolojisi; tüm bunlar, istenildiği kadar g e ­
nişletilebilen d olayısıyla politikacı için önem li olan bilgi alanlarıdır.
Ö nem li olan, eğitilm iş bir politikacı için yararlı olab ilecek b ilg i­
lerin öğretim planının oluşturulm ası olsaydı, o zam an elbette bu şe­
kilde hareket edilebilirdi. Tüm bu bilim ler, ancak bir politikacı
olunduğunda işe yarar reel bilg iler sunarlar. Ve toplam ında bile bi­
lim olarak siyaseti oluşturm ayıp en fazla yardım cı bilim olm alarıy­
la nitelenebilirlerdi. Politik faaliyet için yararlı olan tüm bu reel bil­
giler bütünü sadece politika olarak değerlendirilseydi, o zaman bu
anlamdaki bir politika kolaylıkla bilim olarak öğretilebilirdi. Ve pe-
dagojik-didaktik problem , faaliyette bulunan insanlardan hareketle,
sonsuz bilgi m alzem esi içinden nasıl en uygun seçim in yapılabile­
ceğ i problem inden ibaret olurdu.
Daha bu birazcık b ilgiç b etim lem eyle bile, “bilim olarak siyaset
nasıl mümkündür ve nasıl öğretilebilir?” şeklindeki asıl soruyla, sö ­
zü edilen reel b ilgiler bütününün kastedilm ediğine ikna ed ilm iş
olunmalıdır.
İyi ama, problem nedir o zaman?
Yukarıda sözü edilen bilim lerin hepsi, tarihsel olarak m eydana
gelm iş olan nesneler olarak toplum la ve d evletle ilgilenm eleri an­
lamında, yapıları açısından birbirlerine yakındırlar. O ysaki politik
faaliyet, d evlet ve toplum u henüz oluşum aşam asında olmaları an­
lamında am aç edinmektedir. Politik faaliyet, akan güçlerden kalıcı
olanı şekillendirm ek için, andaki yaratıcılığı hedefler. Yani soru şu
şekilde sorulm alıdır: Akan hakkında, oluşm akta olan hakkında, y a ­
ratıcı eylem hakkında bilgi var mıdır?
B ö y lece, problem in belirlenm esinin ilk basam ağına ulaşm ış bu­
lunm aktayız. O luşm uş olanla oluşm akta olan arasındaki karşıtlık,
toplum sal alanda ne gibi bir anlam taşımaktadır?
S o sy o lo g ve siyasetçi olan AvusturyalI S ch äffle,1 tüm toplum -
sa l-d ev le tse l yaşam ın her an için iki yana b ölün eb ileceğine işaret
etmiştir: Bir yandan, âdeta pıhtılaşm ış ve düzenli olarak tekrarlanan
bir toplum sal olaylar düzeneğine; öte yandan, her bir özel olay için
verilm esi gereken kararın yeni biçim ler m eydana getirebileceği
oluşm a aşam asında olan olaylara. S ch äffle, toplum sal olayların ilk
yanını “süregelen devlet ya şa m ı" [laufendes Staatsleben], İkincisi­
ni ise “siyaset" (politika-f./z.) diye adlandırır. İlk olarak, bunun ne
anlama geldiğini, bu ayırımı esas alan birkaç örnekle sergileyelim .
O lağan d evlet yaşam ında, süregelen işler m evcut kural ve y ö ­
netm elikler doğrultusunda takip ed ild iğin d e, bu S ch äffle’ye göre
1 K o n u y la ilgili bkz.: Schäffle, A.: Über den wissenschaftlichen B egriff der
Politik [S iy asetle İlgili B ilim sel K avram Ü zerin e|. Z eitschr. für d ie gesam te
S taatsw isse n sch aft, cilt 5 3 , 1897.
politika* d eğil, idaredir. İdare ise, ö zellik le “süregelen d evlet yaşa-
m ı”mn paradigmatik olarak kavranılır hale gelen alanıdır. D em ek ki
sö z konusu olan her tekil işin, önceden belirlenm iş yönetm elikler
doğrultusunda takip ed ild iği alan, politika alanı d eğil, toplum sal va­
roluşun pıhtılaşm ış alanıdır. Bu bağlam da Schâffle, gayet açıklayıcı
bir şekilde, devlet pratiği kavramını kullanmaktadır. Zira, “kör d eğ ­
neğini b ellercesin e”, yani em sallerine göre takip ed ilebilir bir iş
çıktığı zaman, “kırtasiyecilik” [(A m ts) Schim m elJ’den bahsedil­
mektedir. Ki “S ch im m el”in kökeni Latince: “sim ile”den türer ve
bir işin em sallerine “benzer” bir şekilde takip ed ilm esi gerektiğine
işaret eder.
Öte yandan; elçilerin, yabancı devletleri henüz varolmayan
problem lere dair anlaşm alar yapm aya ikna ettikleri; vekillerin, par­
lam entodan vergi tekliflerini geçirdiği; binlerinin, seçim propagan­
dası yaptığı; m uhalif grupların, bir isyan hazırlığında bulunduğu ya
da bir grev organize ettiklerinde, ayrıca da bu isyan ve grevlerin
bastırılması süreçleriyle doğrudan “politika” alanına girm iş olu y o ­
ruz.
Ancak bu arada sınırların, tüm bu türden ayrımlarda olduğu g i­
bi, gerçekte çok net olarak çizilem ey e ceğ i itiraf edilm elidir. Örne­
ğin, som ut uygulam alar d izisind ek i yavaş d eğişim ler n ed en iyle sü ­
regelen devlet yaşam ında da yen i bir şey m eydana gelebilir. Ve ter­
sinden, toplum sal bir harekete, büyük ölçüd e “basm akalıplaştırıl­
m ış” v e bürokratikleştirilm iş unsurlar k anşm ış olabilir. A ncak, yö-
n elim sel bir başlangıç noktası olarak “süregelen d evlet yaşam ı” ile
“politika” arasındaki karşıtlık geçerliliğin i gayet verim li bir biçim ­
de korumaktadır.
* Schâffle’nin kategoriye sirayet eden ayırımına ve Marksist politikanın kate­
gorik ayırımlarına; yani, politika çatışmadır belirlemesine de göndermede
bulunarak devlet içi, hukukî-siyasal-ideolojik üstyapıya karşılık gelen alan­
ları, yönetimsel-idarî faaliyetleri genellikle [Al. politik karşılığında kullanılan
yerlerde] “siyaset” olarak çevirdik, sadece üstyapısal idolojilerle değil,
ütopik bile olsa sadece “muhaliflik” kavramıyla sınırlı kalmayan ve süreçte
kesiksiz eylem olarak bütün üstyapıyla ideolojik politik olarak devlet
şahsında çatışan/çatışma denemesine giren çatışmacılığı “akimdan” çıkart­
mayan özneye karşılık gelen politika kavramı ise yer yer [Al. politik
karşılığında kullanılan yerlerde], “politika” olarak (ama Bilim olarak
“siyaset” terimini aynen koruyarak) karşılanıp çevrilmiştir. — ç.n.
Bu karşıtlığı daha ilkesel olarak aldığım ızda, ilk başta şunları
söylem ek mümkün olacaktır:
Her toplum sal süreç, pıhtılaşm ış parçacıkları olan “rasyonelleş­
tirilm iş alanlar” ile onları çevreleyen “irrasyonel bir hareket ser-
b estliğ i”ne bölünebilir.
Burada, daha da net olabilmek için, şunlar eklenmelidir. “Pıhtılaşmış
parçacıklar” kavramı mecazî anlamda alınmalıdır. Toplumsal yaşam da şe­
killenmiş ve donmuş olgular bile nesnel değildir, yani bir ambardaki nes­
neler gibi üst üste yığılmış bir şey değildir. Yasalar, yönetmelikler, katı te­
amüller - onlar sadece, canlı yaşam (kendini onların isteği doğrultusunda
yeniden ürettiği ölçüde) tarafından sürekli yeniden üretildikleri için vardır­
lar. Pıhtılaşmışlık; yeniden üreten yaşamın, zaten sahip olduğu ve kendi
içinden sürekli yeniden dışarı çıkardığı akış kurallarına ve şekillendirici sü­
reçlere uymasından başka bir şey ifade etmez. “Rasyonelleştirilmiş alan­
lar” kavramı da daha geniş anlamda alınmalıdır. Birincisi, teorik-rasyonel
hükmedilmişlik anlamında; örneğin, bir iş süreci rasyonel olarak hesapla­
nıp belirlendiği zaman. İkincisi, “rasyonelleştirilmişlik” anlamında; yani,
bir seyrin bir şekilde önceden belirlenmiş olduğu zaman. Örneğin, seyrin
mantıksal açıdan her zaman kavranılır olamayabilen, ancak yapısı itibariy­
le düzenlenmiş görünen, gelenekler, gelenekler hukuku, gelenek gibi olgu­
larda olduğu gibi. Basmakalıplaştırma [Stereotypisierung] üst kavramını
takdim edip, basmakalıplaştırmayı iki egemen biçimine ayıran Max We-
b er’e de dayandırılabilir: a) gelenekçilik ve b) rasyonellik. Biz, kendi bağ­
lamımızda, işaret edilen bu son ayırımı dikkate alma gerekliliği duymadığı­
mız için, “rasyonelleştirilmiş yapı” kavramını M. Weberei geniş kapsamlı
basmakalıplaştırma anlamında kullanacağız.
B ö y lec e, toplum içindeki “rasyonelleştirilm iş yapı ” ile “irras­
yonel hareket serb estliğ i”ni birbirinden ayırıyoruz.
Ve burada daha şim diden kendiliğinden bir başka tespit ortaya
çıkmaktadır. D ünyam ız, m uhtem elen her şeyi rasyonelleştirm e, ida­
ri açıdan şekillendirilebilir kılm a ve irrasyonel hareket serbestliği­
nin ortadan kaldırılm ası eğilim iyle nitelenebilir.
Bunun ne anlama geld iği, basit örneklerle gösterilebilir. Örne­
ğin, 150 yıl öncesinin sürekli birçok rastlantılarla karşılaşılan her­
hangi bir seyahatini düşünelim . G ünüm üzde, her şey seyahat planı
açısından düzenlenm iş ve seyahat ücreti kesin olarak hesaplanm ış­
tır. U laşım , birtakım idari işlem ler sayesin de rasyonellikle yönetilen
bir alan haline getirilmiştir.
R asyonelleştirilm iş yapı ile irrasyonel hareket serbestliği ara­
sındaki karşıtlığın tespiti, aynı zamanda fa a liy e tte bulunm a kavra­
mını tanımlama imkânını vermektedir.
Bir bürokrat dosyaları, belirlenm iş hüküm lere göre takip ettiği
zam an, bu, bizim sö z ettiğim iz anlamı içeren bir fa a liyette bulun­
m ayı kapsam az. Bir yargıç, bir davayı belli bir m addeye göre ele al­
dığı zaman; aynı şekilde, bir fabrika işçisi, bir vidayı em redilen el
hareketlerine göre im al ettiği zam an da faaliyette bulunmaktan söz
edilem ez. Ve bir teknisyen, doğadaki süreçlerin genel yasalarını
herhangi bir am aç için pratiğe uyarladığı zam an bile faaliyette bu­
lunm a söz konusu değildir aslında. Tüm bu davranış biçim leri; bu
faaliyetler rasyonelleştirilm iş bir yapı içerisin de ve herhangi bir ki­
şisel karar olm aksızın, belli hüküm lere göre işled iği için, yeniden
üretici davranış biçim leri olarak adlandırılacaktır.
Faaliyette bulunm a, ancak henüz düzenlenm em iş durumların
karar verm eye zorladığı ve daha henüz rasyonelleştirilm em iş hare­
ket serbestliğinin başladığı yerde başlar. Burada ortaya, teori ile
p ra tik ilişk isiyle bağlantılı olan problem çıkmaktadır. Ki, yapılm ış
analizler d olayısıyla, bu ilişki hakkında daha şim diden bir takım
şeyler söy lem ek mümkündür.
Toplum sal yaşam ın, içinde her şeyin, hatta bizzat yaşam ın ras­
yon elleştirilm iş ve düzenlenm iş olan özellik leri hakkında elbette
bazı bilgiler mevcuttur. Teori ile pratik arasındaki gerginlikle ilgili
problem baştan ortaya çıkmamaktadır. Zira, gen el bir yasanın em ri­
ne girmek, daha henüz pratik d iye adlandırılam ayan bir pratiktir.
Her ne kadar yaşam ım ız kapsam lı bir şek ild e rasyonelleştirilm iş
olsa da, tüm bu rasyonelleştirm eler sadece k ısm î rasyonelleştirm e-
lerdir; zira günüm üz aşam asında bile, toplum sal alanım ızın en
önem li alanları hâlâ irrasyonel bir tarzda tem ellendirilm iştir. Her ne
kadar ek on om im iz teknik açısından büyük çapta rasyonelleştirilm iş
olarak kısm î bağlam larıyla kesin biçim lerde hesap edilebiliyorsa
da, yine de planlı ekonom i kapsamına alınmamıştır. Ekonom i, tröst­
leşm e ve organizasyonla ilgili tüm eğilim lere rağm en, özü itibariy­
le ö zel rekabet prensibine dayanmaktadır. Toplumumuz, sın ıf yapısı
üzerine kurulmuştur. D evlet ve devletlerarası yaşam daki iktidar
yetkileri ise, talihin kararlarının ağır bastığı irrasyonel m ücadeleler
sonucu eld e edilm iştir.
A ncak toplum sal yapının bu iki irrasyonel m erkezinden hareket­
le, organize olm am ış, rasyonelleştirilm em iş yaşam ın ön em kazan­
dığı, faaliyette bulunm aya ve politikaya gereksinim duyulduğu ha­
reket serbestisi şekillenm ektedir. Ve dahası, ekonom i üstü yaşam ın,
en içten deneyim alanlarımızı b esleyen tüm derin ¡¡rasyonalizm leri
bu noktadan hareketle yayılıp şekillenm ektedirler. Bu nokta, so sy o ­
lojik açıdan bakıldığında, m erkezlerin kolektif olarak püskürtülme-
ye ya da şekil d eğiştirilm eye başlandığı ve yapısal olarak kavrana­
bildiği yerdir.
B u hareket serbestisi ile içinde barındırdığı olası fa a liyette b u ­
lunm aya ilişkin bir bilgi m evcut m udur?Soru böyle sorulm alıdır}
A sıl problem , b öylece açıklanabilirliğin en yüksek d üzeyin e
ulaşmıştır. Teori ile pratik arasındaki özel zorluklar ise, ancak P oli­
tika alanının ve (onun özü itibariyle) faaliyette bulunmanın esasen
başlam a noktasının tespit ed ild iği bu yerden sonra belirlenebilir.
Bu hareket serbestisi hakkındaki bilginin karşı karşıya geldiği
büyük zorluklar; burada kaskatı nesnelerin d eğ il , eğilim lerin, akışı
içinde oluşan ve sürekli şekil değiştiren çabalamaları n ve entelek-
heia’nın* sö z konusu olm asından ibarettir. Bu zorluklar, ayrıca, bu­
rada ortaklaşa etkili olan gü çler durumunun sürekli d eğişm esind en
ibarettir. Sabit olarak hep aynı güçlerin etkili olduğu ve bu güçlerin
ortaklaşa hareketlerinin dahi düzenlendiği bir yerde, genel yasallık-
2 “ R asy o n elleştirilm iş y ap ı” ile “ irrasyonel hareket se rb estisi” ilişkisi b ağ ­
lam ın d a kullanılan ' “politik lik ” kavram ının, politik alanın yalnızca bir olası
kavram ı o ld u ğ u n a d a b u rad a bir d ah a işaret edilm elidir. A ncak bu kavram ,
belli bağ lan ıld ık ların algılanm ası açısından (her ne kadar bunun tek aracı şek­
linde varsayım san am azsa da), g ay et uygun olarak görünm ektedir. K arşı k av ­
ram ının ne old u ğ u n u bilm ek istey e n le r ise, Cari S c h m itt'in “Der B egriffdes
P olitischen” [Politiklik K av ram ıl adlı m akalesine göz atm alıdırlar, A rchiv
für S o zialw issen sch aften und S o zialp o litik |T oplum B ilim leri ve Sosyal
P o litik a A rşiv i], cilt 5 8 , 1927.
* E ntelekheia: 1 - (A risto te le s’te) K en d isin i gö rü n ü şlerin d e g erçek leştiren öz,
ö zd eğ e biçim veren , o lan ağ ı g erçek liğ e çeviren etkin ilke, 2 - (Yeni d o ğ a fel­
sefesin d e) H ans D riesch ’in ileri sü rd ü ğ ü , özdeksel o lm ayan, u zaysız olan
g erçek lik ilkesi. O rganizm adaki bütünleyici süreci açıklam ak için kullanılır.
Bkz.: B ed ia A k arsu , a.g.e. -ç.n.
ların tespit ed ilm esi mümkündür. Yeni eğilim lerin gittikçe daha az
hesap ed ilebilir bileşim lerde, am a sürekli gerçekleştiği bir yerde
ise, kusursuz bir araştırma yapmakta zorlanılmaktadır. Zorluklar,
üçüncü olarak, düşünen teorisyenin o hareket serbestisinin dışında
değil bizzat birbiriyle çatışan güçlere katılmasından ibarettir. Bu ka­
tılım , değerlendirm elerinde ve iradesel içtepilerinde kendini tek ta­
raflı olarak bağlamaktadır.
A ncak dahası da var— ki, bu işin en önem li yanıdır: Politik te­
orisyenin, kendini, birbiriyle çatışan politik akımlardan herhangi
birine yalnızca değerlendirm eler ya da iradesel içtepiler aracılığıyla
bağlam ası sö z konusu değildir. Problem atiğin özel bir biçim de or­
taya konulm ası ve düşünce tarzının kategorik aparata kadar uzanan
en gen el b içim i, dirim sel-politik tem elle sıkı bir bağlılığa işaret
eder. K anım ca bu bağlamda, politik-tarihsel düşünce alanında, fark­
lılıkları mantık alanına kadar uzanan düşünce tarzlarının çeşitlilik le­
rinden bahsetm ek gerekebilir.
Şüphesiz bu gerçekte, gen el anlam ıyla bilim olarak siyasetin en
büyük zorluğu yatmaktadır. Zira, faaliyette bulunm a hakkındaki bir
b ilgi, normal beklentilerim iz gereğince, düşüncelerin (en azından
tem el yapıları itibariyle) güçler oyununun karşısında ancak bağım ­
sız olm asıyla mümkün olabilir. D üşünen özn e kendisini m ücadele­
y e bağlasa da, bakışların yön eld iği ve tartışmaların yer aldığı düşün­
sel m ücadelenin dışında kalmalıdır. Bundan sonraki görev bir prob­
lem in, zorlukların bir yana itilm esiyle d eğil, tersine ve ancak zor­
lukların ifrata vardırılarak çözü lm esi nedeniyle; daha şim diden p o ­
litika alanındaki problem in ortaya konulm asının ve düşünce tarzının
b içim sel olarak uyum suz olduğuna ilişkin son iddiayı kanıtlamak
olmalıdır.

B izzat İd ra k ’m P olitik ve Toplumsal


Tem ellendirilm işliği Savının İspatı.
Çabam ız; politik-tarihsel düşüncenin politik akımların faaliyetleri
doğrultusunda her seferinde farklı şekillere büründüğünü belli bir
örneklem e yolu yla göstermektir. K onuyu gereğinden çok g en işlet­
m em ek için, bu bağlam da vurgu yapılan teori-pratik ilişk isiy le ilg i­
li tem el problem e işaret edilm elidir. B ilim sel siyasetle ilgili bu en
genel tem el problem in bile farklı politik-tarihsel akımlarca farklı bi­
çim lerde değerlendirildiği gösterilecektir.
Bu gerçek, on dokuzuncu v e yirm inci yü zyılın çeşitli toplum-
sa l-p olitik akımlarının gösterilm esiyle bile kolayca anlaşılacaktır.
Bu akımların en önem li tem sili örnekleri şunlardır:
1. Bürokratik muhafazakârlık;
2. Muhafazakâr tarihçilik;
3. Liberal-dem okrat burjuva düşünce;
4. S osyalist-k om ü n ist tasarı;
5. Faşizm .
Bürokratik m uhafazakârların düşünce tarzıyla başlayalım:
Her bürokratik düşünce tarzının tem el eğilim i, politikayla ilgili
problem leri İdarî bilim lerle bağlantılı problem lere dönüştürmektir.
Bundan dolayı da, A lm an d evlet bilim leri tarihinde “politika” adı
altında ele alınm ış olan eserlerin büyük kısm ı aslında idari bilim ler­
le ilgidir. Ö zellik le Prusya d evletind e bürokrasinin ne denli büyük
bir rol oynadığını ve orada entelijensiyanın ne denli bürokratik bir
entelijensiya olduğu g ö z önünde bulundurulduğunda, A lm anya’da­
ki d evlet bilim leri tarihinin bu tek taraflı belirlenm işliği kolaylıkla
anlaşılabilm ededir.
Politika alanının üstünü idari olgu yla örtm e çabası, ancak m e­
murun etki alanının resm ileşm iş yasalar sonucu aktif bir durum ka­
zanm asıyla açıklanabilir. Fakat, yasaların m eydana g elişi, çalışm a
alanı gereği m emurun yetki alanına girmemektedir. Bu toplum sal-
dirim sel, konum sal bağlılıktan dolayı memur, her bir resm ileşm iş
yasanın arkasında dünya görüşüyle ilgili, iradeci, çıkarcı-toplum sal
güçlerin durduğunu gör(e)m ez. Memur, kendi gü cü yle som ut yasa­
ların öngördüğü p o zitif düzeni, düzenin ta ken disiyle özdeşleştirip,
her rasyonelleştirilm iş düzenin sadece belli bir düzen v e dahası
toplum sal alanda birbiriyle çatışan m eta-rasyonel güçlerin telâfisi
olduğunu algılayam az.
Bu idarî-hukukî düşünce tarzı, özgü l bir m antıkla işe başlar: H e­
nüz bir yere bağlı olm ayan bu güçler, bu mantık tarafından arada sı­
rada da olsa algılanabiliyorsa (örneğin devrim deki k itlevî güçlerin
patlaması şeklinde), bunları aslında sadece bir aksaklık katsayısı o ­
larak algılayabilm ektedir. Bu nedenle bürokrasinin her devrim du­
rumunda çözüm ü, politik olanla kendi alanında karşı karşıya gelm e
eğilim den çok kararnamelerde araması şaşırtıcı değildir. Burada
devrim , düzenlerin arkasında duran (ve bu düzenleri yaratan, m uha­
faza eden ya da d eğişim e uğratan) toplum sal güçlerin yaşam ifade­
si d eğil, planlanm ış bir düzenin bünyesindeki kuralsızlıktır. Huku-
k î-idarî düşünce tarzı daima, sad ece ve sadece kendi içinde kapalı
v e daima durağan sistem ler oluşturup, sistem atik olm ayan canlı
güçlerden doğan yen i yasaları sistem in e entegre etm ek gib i, yani
tek bir tem ellendirici sistem in sözd e gelişm işliğ in i gösterm ek gibi
paradoksal bir görevi yerine getirm ek durumundadır.
A skerî-bürokratik m entalitenin tipik örneğini, toplum sal gü ç­
lerde m eydana gelen her patlam anın kendi stratejik olaylar bütünü­
nü h ed ef alan bir patlama b içim inde algılayan ve her patlam ayı “ar­
kadan hançer darbesi” efsan esi çerçevesin d e değerlendiren genel
mantık biçim i oluşturmaktadır. Zira, askerî bürokratların g ö z önün­
de bulundurdukları, sadece ve sadece askerî eylem lerle ilg isi olan
ö zel alandır; onlara göre, bu alanda pürüzsüz işleyen her şey, ya şa ­
mın diğer alanlarında da aynı şekilde pürüzsüzce yer bulacaktır. Bu
m entalite bir alansal-uzm anlık b ilgeliğ iy le, ‘am eliyat fevkalâde ba­
şarılı geçm iştir, ne var ki hasta ö ld ü ’ şeklindeki tıbbî şakayı çağrış­
tırmaktadır.
D em ek ki her türden bürokrasi, kendi konum sal ağırlığı gereğin­
ce, kendi iş alanını tem el kabul etm e ya da idari alanın ve düzenlen­
m iş sürecin, politik gerçeklik bütününün sadece bir yanı olduğunu
görem em e eğilim i taşır. Yani bürokratik düşünce tarzı, b ilim sel o la ­
rak politika yapm a olasılığın ı inkâr etm ez, ancak bu politika yapm a
ile İdarî öğretiyi aynı k efeye koyar. Bu arada irrasyonel hareket ser-
bestisi ile ilgili alan görm ezden gelinir; ki, b öyle bir alan, kendini
yin e de zorla kabul ettirdiği andan itibaren, “süregelen d evlet yaşa­
m ı” gibi ele alınmaktadır. Bu çevrelerden gelen şu cü m le, bu düşün­
ce tarzını en klasik biçim de ifade eder: “B iz, iyi bir idareyi, en iyi
anayasanın bile üstünde tutmuştuk.”3
3 P an d ek tist B ekker ’in Böhlau için kalem e aldığı anm a yazısından. Zeitschr.
der Savigny-Stiftung [Savigny Vakfı D ergisi]. Germanist. Abteilung [A lm an
F ilo lo jisi B ö lü m ü ], C ilt 8, s. V I ve sonrası.
A lm anya ve ö zellik le Prusya’yı yöneten bürokratik m uhafaza­
kârlığın yanı sıra, tarihselci muhafazakârlık biçim inde adlandırılabi-
len m uhafazakârlığın ikinci bir türü oluşm uştu. Bunun toplum sal
taşıyıcıları, aristokrasi ve -h e m tinsel hem de maddi açıdan ülkeye
hükm eden, ancak aynı zam anda bürokratik muhafazakârlarla daima
gerilim li bir ilişki içinde b ulu nan - entelijensiyanın burjuva tabaka­
larıydı. Bu düşünce tarzı, özellik le A lm an üniversiteleri ve onların
tarih bölüm leri tarafından geliştirilm iştir— ki bu tarz, aynı alanlar­
da günüm üzde bile yaygındır.
Tarihsel muhafazakârlık, kamu yönetim inin yerini dolduram adı­
ğı d evlet yaşam ındaki irrasyonel hareket serbestisini bilm esiyle ni­
telenm ektedir. Tarihsel muhafazakârlık, politikanın devreye girmek
zorunda olduğu düzen len m em iş ve önceden hesap edilm esi m üm ­
kün olm ayan alanını dikkate alır. G özünü âdeta, devlet ve toplumun
aslında gelişim lerini sürdürdükleri yaşam ın iradî irrasyonel alanla­
rına diker. A ncak toplum sal güçleri, alanında İnsanî aklın çaresiz
kaldığı tüm üyle akılüstü güçler olarak kabul eder. Buna göre bu
alanda gerçekleşeni, b ilinç dışında olandan beslenerek şekillen di­
ren, gelen ek sel olarak miras bırakılan içgüdü, “etkinliğini sessizce
sürdüren” ruhsal güçler ve “halk ruhu” gibi olgular etkili olabilirler
ancak.
Daha on sekizinci yüzyılın sonunda, Alm an muhafazakârlarının
çoğunun kendilerine örnek aldığı Burke, bu görüşü şu şekilde dile
getirm işti: “Bir d evleti inşa etm ek, restore etm ek ya da iyileştirm ek
-herh an gi başka bir d en eyim sel bilim de de olduğu g ib i- a priori
öğretilem ez; ve b ize bu p ü r p ra tik olan bilim konusunda ders vere­
b ilecek d en eyim , sad ece kısa bir g eçm işe sahip olan bir deneyim
olm am alı.”4
Bu cüm lenin sosyolojik kökeni kolayca kavranabilir. Burada
ifade bulan ideoloji, İngiltere’nin önde gelen aristokratik ailelerine
uygun bir ideoloji olarak, A lm anya’da da d evlet içindeki aristokra­
tik idarenin m eşrulaştırılm asına yarayacaktı. Sadece ve sadece uzun
4 Burke, E.: B etrach tu n g en ü b er die französische R ev o lu tio n |F ra n sız D evrim i
Ü zerin e D ü şü n celer]. A lm a n c a ’ya çeviren: Fr. G en tz, B erlin 1794 basım ın­
dan alıntı, s. 83.
bir deneyim sonucu eld e ed ileb ilen ve sadece ve sadece uzun bir
zamandan beri siyasî idarenin parçası olan kişilerce algılanabilen,
siyasetteki “je ne sais quoi” [B ilm em ne] şeklindeki ifade tabaka
iktidarının m eşrulaştırılmasına yarar.
Toplum sal-dirim sel içtepinin, toplum sal varoluşun b elli alanla­
rına ilişkin ne şekilde bir öngörü kazandırdığı, burada da netlik ka­
zanmaktadır. Bürokrat için politik olan alanın üstü tam da sözcük
anlamıyla İdarî alan tarafından örtülm üş iken, aristokrat başından
itibaren tam da bu alanda yaşar. İlgilendiği alan, d evlet içi v e d ev ­
let dışı güç alanlarının çarpıştığı, hiçbir şeyin tümden getirilerek ya­
pay olarak yaratılmadığı, yani bireysel m antığın karar verem ediği,
tam tersine her çözüm ün, her sonucun gerçek bir güçler oyununun
dengeleri olarak m eydana geld iği alandır.
Ö zünde esk i tabakasal geleneklerin bir tür b ilincine varma olan
tarihselci m uhafazakârlıkla ilgili teori,5 politika hakkındaki in cele­
m elerinin yönünü gerçekte İdarî alanın ötesin e geçen bir alanda ta­
yin etmiştir. Bu alan, yaratılm ası m üm kün olm aktan ziyade kendi­
liğinden gelişen tüm üyle irrasyonel bir alan olarak değerlendiril­
mektedir. Ve b ö y lece, bu düşünce tarzının özü itibariyle her şeyi te­
m ellendirdiği karşıtlık6 p la n lı olarak yaratm ak ile kendiliğinden
gelişm eye bırakm ak arasındaki karşıtlıktır.
D em ek ki bir politik lider olabilm ek için, doğrunun bilgisine sa­
hip olm ak, belli yasa ve normlara hükm etm ek yeterli değildir; ayrı­
ca gerekli olan, doğuştan gelen uzun deneyim ler sonucu k esk inle­
şip b öy lece doğruyu bulan içgüdüdür.
İrrasyonellikle ilg ili bu eğilim ; hukukî düşünce tarzının bir he­
sap etm e v e anlama d eğil, daha çok bir bulm a olduğu kapitalizm
ön cesi gelen ek selci irrasyonellikle romantik irrasyonellik arasında
bir bağlantı kurmaktadır. B ö y lece, tarihin ta kendisini bu türden akıl
ön cesi ya da akılüstü güçlerin hareketi olarak değerlendiren bir dü­
şünce tarzı yaratılmıştır. Tarihsel ekolün en bilinen tem silcilerinden
Ranke, teori-pratik ilişkisin i b öyle bir tinsel tutumdan hareketle be-
5 Bu k o n u y la ilg ili, D as konservative Denken [M u h afazak âr D üşünce] adlı
eserim e bkz., a.g .e., s. 89. 105, 133 ve davam ı.
6 A .g .e., s. 4 7 2 , d ip n o t 129.
lirlem iştir.7 Ranke için politika, öğretilebilen özerk bir bilim dalı
değildir. Politikacı, tarihi elbette yararlı bir şekilde öğrenebilir; an­
cak bu, eylem in kurallarını eld e etm ekten ziyade, politik içgüdüle­
rin keskinleştirebilm esi için yararlıdır. Bu düşünce tarzını, gelenek­
sel olarak yön eten , fakat bürokrasi içinde tem sil ed ilm eyen siy a sî
grupların id eolojisi olarak değerlendirm ek mümkündür.
Şu ana dek e le alınan çözüm leri karşılaştırdığımızda, bürokratın
siyaset alanının üstünü örttüğünü, tarihselcinin ise -olayların v e ey-
lem sel öznenin sadece ve sad ece gelen ek sel b ileşen ine vurgu yap­
sa d a - bu alanı keskin olarak irrasyonel bir alan olarak değerlen­
dirdiğini söylem ek mümkündür. Bununla birlikte, özü itibariyle
orijinal olarak tabaka bilincinden kaynaklanan bu teorinin büyük
karşıtına, liberal-dem okrat b u r ju v a z iy i ve onun öğretilerine g el­
m iş bulunuyoruz. Burjuvazi, aşırı bir entelektüalizm le birlikte yük­
selm iştir. Ki entelektüalizm den, bu bağlam da, yaşam ve düşünce­
deki iradesel çıkarlar ve duygularla ilg ili, dünya görüşüne ilişkin
unsuru ya tüm üyle görm ezlikten gelen ya da bu unsuru kavramsal
düşünm eyle aynı k efeye koyup m antıkla üstesinden gelinebilecek
bir olgu olarak tanım layan bir düşünce tarzını anlıyoruz.
Burjuva olan bu entelektüalizm , b ilim sel bir siyaseti ö zellik le
talep eder. Bu b ilim e ulaşm ak için gerekli olan iradenin m evcudi­
yeti bir yana; burjuvazi, fiilen de bu bilim in tem ellerinin atılm asını
sahiplenir. N asıl burjuvazi, parlamentolarla, seçim sistem leriyle ve
daha sonra uluslararası kurumlarla siy a sî m ücadelenin ilk gerçek
sahnesini yarattıysa, aynı şekilde yen i siyaset disiplini için de siste­
matik bir m ekân yaratmıştır.
A ncak burjuva toplum sal form asyonunun paradoksu, teorisinde
de tekrarlanır. N asıl dünyanın her alanının burjuva tarzı biçim indeki
rasyonelleştirilm esi; içinde özgü n rasyonelleştirici eğilim sel unsur­
7 B unu, R o th ack er tarafından yay ın a hazırlanan “ Das politische Gespräch"
[Siyasi S ohbet] (1 836) adlı eserinde yapm ıştır; H alle a. d. Saale 1925, s. 21
ve devam ı. Bu k o nuyu, ayrıca, “ R eflexionen / Düşünceler" (1832), “Vom
Einfluß der Theorie!T eorinin E tkisi Ü zerin e” , “Über die Verwandtschaft und
den Unterschied der Historie und der Politik/Tarih ile P olitika A rasındaki
B en zerlik ve F ark lılık lar Ü zerine” gibi eserlerde de ele alm ıştır.
8 T arih sei-to p lu m sa l o larak farklı o lg u lar o lan liberalizm ile dem okrasiyi
basitleştirici n ed en lerd en dolayı birbirinden ayırt etm iy o ru z burada.

F: 10/ ideoloji ve Ütopya


lar barmdırıyorsa, ve bu belli olguların ötesin e, âdeta “serbest reka­
b e t in v e sın ıf m ücadelelerinin onayıyla toplum sal olandaki yen i ir­
rasyonel hareket serbestisini yaratması nedeniyle geçm iyorsa; aynı
şekilde bu düşünce tarzı için de gerçeklikte apaçıklık kazanamayan
belli unsurlur varlığını korumaktadır. Ayrıca: N asıl parlamento bu
olguların feshi anlam ını taşımaktan ziyade, biçim sel bir örgütlenm e,
canlı m ücadelenin b içim sel bir rasyonelleştirilm esi ise; aynı şek il­
de teoride de özü itibariyle irrasyonel olan bu unsurların sadece ve
sadece sö z d e -b içim se l entelektüalizasyonları yapılabilmektedir.
Gerçi burjuva düşünce tarzı, bu yen i irrasyonel hareket serbes­
tisini görür. A ncak burada da, sırf düşünce, tartışma ve örgütlenm e
yolu yla birçok y ö n ü yle irrasyonel olan güçler, egem en koşulların
(bu koşulları sanki daha şim diden rasyonelleştirilm işler gib i ele
alarak) üstesinden g elm ey e çalıştığı ölçüd e entelektüalisttir. Durum
b öyle olunca, örneğin siy a sî eylem in kolayca b ilim sel olarak belir-
len eb ileceği düşünülm ekteydi. Buna göre, buna tekabül eden b i­
lim:

1. A m açla ilgili, yani ideal devletle ilg ili öğretiye,


2. p ozitif d evletle ilgili öğretiye, ve
3. S iyasete, yani m evcut devletin m ükem m el bir d evlete dö
nüştürülecek yolun betim lem esi olarak ü çe ayrılmaktadır.

Bu düşünce tarzına örnek oluşturan bir yapıt olarak, F ichte’nin


“D er geschlossene H andelsstaat'' (Kapalı Ticarî D evlet) adlı eseri­
nin yapısına işaret edebiliriz. Rickert, bu eseri son zam anlarda ay­
rıntılı bir şekilde ve bu düşünce tarzını bizzat benim seyerek analiz
etm iştir.9
D em ek ki bu k onuda am açlar ve u ygu lam alarla ilg ili iki b i­
lim alanı m evcuttur. Bu b ağlam d a en ço k g ö z e batan, teorinin
tü m ü yle pratikten, en telek tü el alanın ise tü m ü yle d u y g u sa l
alandan ayrılm asıdır. M odern en tele k tü a lizm , d u y g u sa llığ a bağ-
lı d eğ erlen d irici bir d ü şü n ce tarzına ta h a m m ü lsü zlü ğ ü y le n ite-
9 Rickert, H.: Über idealistische Politik als Wissenschaft. Ein Beitrag zur
Problemgeschichte der Staatsphilosophie fBilim Olarak İdealist Siyaset
Üzerine. Devlet Felsefesinin Sorunlar Tarihine Katkısı]. Die
Akadem ie/A kadem i, Sayı 4, Erlangen.
lenebilir. Y ine d e b ö y le bir d ü şü n ce tarzıyla karşı k arşıya g e lir ­
se eğ e r (k i, her s iy a s î d ü şü n ce, ö zü itib ariyle irrasyon el olan ın
unsurunda varolm ak tad ır), bu o lg u , “d eğ er le n d irici” unsurun
so y u tla n a b ilir, iz o le e d ile b ilir bir unsur gib i g ö ste r ilm e siy le in ­
şa ed ilir; b ö y le c e d e en azından gerid e pür bir teorinin k a lın tı­
ları kalmaktadır. Bu yap ılırk en , d u ygu sal olan ın gerek tiğ in d e
ra sy on a list o lan la ö z s e l olarak (v e hatta kategorik y a p ıy a nüfuz
ed erek ) daha yak ın ilişk ile r için d e olu p o lm a d ığ ı sorusu tü m ü y­
le g ö z ardı ed ilm ekted ir. (K i, b ö y le bir g ö z ardı etm e o lm a sa y ­
d ı, iz o le etm e taleb i b irçok alanda de fa cto - fiili, g erçek - u y g u ­
la n a m a zd ı.) B urjuva en telek tü a lizm i; işte tüm bu zorlu k larla il­
g ile n m e z , o y o lu şaşırtılam ayan bir iy im se r lik le , irrasyo n ellik -
ten tüm üyle arınm ış bir alan açılm a sın ı h ed eflem ek ted ir.
E ğer h enüz sö z konusu olan am açlara u la şıla m a d ıy sa , on a
tartışarak v a rıla b ilecek doğru b ir a m a çsa llığ ın o la b ile c e ğ i ö ğ re­
tilm ek tedir. Ö rneğin (C . S c h m itt’in ço k net olarak gö sterd iğ i
g ib i10) parlam entarizm in a sıl kavram ı, hakikatin teorik olarak
aran d ığı, tartışan bir toplum un kavram ıydı. G ünüm üzde ise , bu
d ü şü n ce tarzının s o sy o lo jik an lam d a d eğ erlen d irilm esi gerek en
bir y a n ılsa m a olarak nereden k ayn ak lan d ığı, v e parlam entoların
da aslın d a birer tartışm a toplulukları o lm a d ığ ı çok iy i b ilin m ek ­
tedir. Zira, her “teo ri”nin arkasında irade, gü ç v e çıkarlara b a ğ ­
lı k o le k tif g ü çler vardır; bu n ed en le, burada y er bulan tartışm a
teorik bir tartışm a olm aktan z iy a d e reel b ir ta rtışm a d ır. R eel
tartışm ayla ilg ili tam da bu ö z g ü l o lg u , b urjuvazinin daha s o n ­
raki karşıtı olan so sy a liz m tarafından geliştirilm iştir.
Bu k ez s o sy a list teori sö z k on u su old u ğu n d a, s o sy a list b ile ­
şen ile k om ü nist b ileşen ayrı ayrı e le alınm ayacaktır. Ç ünkü, bu
b ağlam d a ö n em li olan , tarihsel olgu ların çok lu ğu n d an ziy a d e
m odern d ü şü n cey i ö z s e l olarak b elir le y en e ğ ilim s e l k arşıtlık lar­
dır.
M arksizm , burjuva karşıtıyla m ücadelede, tarihsel-politik konu-
larda p ü r bir teorinin olm adığına ilişkin gerçeği yeniden keşfeder.
10 Schmitt, C D i e geistesgeschichtliche Lage des heutigen Parlamentarismus
[Günümüz Parlamentarizminin Tinsel Ta^hiyle İlgili Durumu]. İkinci basım,
Leipzig 1926.
Burada, her teorinin arkasında kolektiflerce belirlenen veçhelerin
bulunduğu görülmektedir. Marx, toplum sal-dirim sel çıkarlarla be­
lirlenm iş bu olgu yu ideoloji olarak adlandırır.
Politik m ücadelede çoğu k ez olduğu gib i, burada da - b ir kez
görünür hale geldi m i- kesin olarak açıklığa kavuşturulması gere­
ken ön em li bir k e şif sö z konusudur; kaldı ki, bu k eşif, politik dü­
şüncelerle ilgili problem atiğin tem el noktasıdır. “İdeoloji” kavramı
bu problem atiğe işaret etmektedir. İdeolojinin kendisi ise, henüz ni­
hai olarak açığa kavuşturulamam ıştır.11 Bu konuda kesin sonuçlara
varabilmek için, asıl kavramının henüz kurtulamadığı tek taraflılık­
ları bir yana itm ek gerekir. Bu bağlam da da ilk başta, am acım ıza
uygun olarak yalnızca iki düzeltm e yapılacaktır.
S osyalist-kom ün ist tarzda düşünen bir kişinin, kendi düşü nce­
lerini ideolojiler üstü bir düşünce tarzı olarak değerlendirm esi, ve
politik düşüncelerin içerdiği ideolojik olanı sadece karşıtında gör­
m esi, k olayca ve en baştan tespit edilebilir. S o sy o lo g için, Mark­
sizm tarafından eld e edilen bilginin M arksizm e de uygulanm am ası
ve gereğine göre burada da ideolojik niteliklere değin ilm em esi için
bir neden yoktur.
Ayrıca buradaki ideoloji kavramı, olu m suz anlamdaki bilinçli
bir politik yalan olarak d eğil, varoluşla ilgili b elli tarihsel-toplum -
sal bir duruma zorunlulukla ait olan (dünya görüşü ve düşünce tar­
zı şeklindeki) veçheyi adlandırmaktan için kullanılmıştır. Daha çok
tinsel tarih açısından sahip olduğu önem , (politik yalanla ilgili olan)
diğerinden ayrılmalıdır. K i, bilinçli politik yalanın başka bağlam lı-
lıklar içerisinde d eşifre edilerek ele alınm ası elbette mümkündür.
B ö y lece, ideoloji kavramının içerdiği olum lu ve bilim sel araş­
tırmalar bağlam ında değerlendirilm esi gereken unsurlar korunmuş
olmaktadır. B ü nyesin de işaret edilen bilgidir; ve bu b ilgiyi tek ta­
raflı politik izolasyonundan çıkarıp tüm politik-tarihsel d üşü ncele­
rin zorunlulukla toplum sal-dirim sel olarak belirlendikleri içerik y ö ­
11 Biırada kullanılan ideoloji kavramsallığı, “İdeoloji ve Ütopya” bölümünde
genel ve değer serbestisine sahip bütünlükçü ideoloji kavramı olarak kullan­
dığımızla örtüşmektedir, s. 104 ve devamı. Ki, ondan sonraki bölümde değer­
lendirici ideoloji kavramı İncelenmekteydi. Araştırmalarda hangi kavramın
ne zaman uygulandığı, doğrudan bilgiyle ilgili amaca bağlıdır daima.
nünde tutarlıca geliştirm ek gerekir. Tarihe nasıl baktığım ız, verili
koşullardan nasıl bütünlükçü bir durum inşa ettiğim iz; tüm bunlar,
toplum sal akış içerisinde bizzat kendim izi nereye konumlandırıldı-
ğım ıza bağlıdır. Her tarih sel- politik başarıda, olaylara nereden ba­
kıldığının tespit edilm esi mümkündür. D üşüncenin varoluşsal bağ­
lılığı, bu bağlamda, illa da bir hata nedeni olm ayıp, daha ziyade
-te r s in e - insanları politik olaylara karşı duyarlı kılar. D em ek ki id e­
oloji kavramında önem li olan, politik düşüncenin toplum sal varo­
luşa bağlılığının keşfidir. Bu, “İnsanların varoluşunu belirleyen b i­
linçleri d eğil, tersine, bilinçlerini belirleyen toplum sal varoluşları­
dır” 12* şeklindeki sıkça öne sürülen cüm lenin asıl anlamıdır.
B ö y lece, M arksist düşüncenin ikinci önem li m om enti olan te-
ori-pratik ilişkisinin yeniden belirlenm esine gelm iş bulunuyoruz.
Burjuva düşüncesi, teorisindeki önem li bir kısm ını am açsallığa ayı­
rıp toplum la ilgili norm atif bir doğruluk imajından hareket etm iş­
ken; M arx’in attığı en önem li adımlarından biri, sosyalizm deki bu
ütopist unsura karşı m ücadele etm ek olmuştur. Durum b öyle olu n ­
ca, başından itibaren ayrıntılı bir amaçsallıktan vazgeçilm iştir: Sü­
reçten soyutlanarak hedeflenen bir norm yoktur. “K om ünizm , o lu ş­
turulması gereken bir d urum , gerçekliğin yönünü tayin etm esi g e­
rektiği bir ideal değildir. M evcut durumu ortadan kaldıracak gerçek
harekete, kom ünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu anki m ev­
cut koşullardan doğmaktadır.” 13
G ünüm üzde eğitim li bir kom üniste; gelecekteki toplum un L eni­
nist anlamda gerçekte nasıl bir toplum olacağı sorusunu sorduğu­
m uzda, bu sorunun diyalektik bir soru olm adığını ve geleceğ in reel
diyalektik olarak, ancak oluşm akta olanda gerçek leşeb ileceğ i cev a ­
bını verecektir.
F akat nedir bu reel diyalektik?
R eel diyalektik, bir şeyin nasıl olm ası gerektiğine ve nasıl ola­

12 M arx: Zur Kritik der politischen Ökonomie | Ekonomi Politiğin Eleştirisine


Katkı I, üçüncü basım, 1909, s. LV. [Türkçe basım için bkz.: K. Marx,
Ekonom i Politiğin Eleştirisine Katkı, Çev.: S. Belli, Sol Yay. -ç .n \
13 Marx-Engels Arşivi, yayına hazırlayan: D. Rjazanov. Frankfurt a. M., 1., s.
252.
cağına ilişkin hiçbir şeyin a priori hesap ed ilem eyeceği anlamına
gelm ektedir. B ileb ileceğ im iz tek şey, oluşm akta olanın yönüdür.
D aim a som ut olan problem ise, ancak bir sonraki adım da tespit ed i­
lebilir. Buradaki politik düşüncenin görevi, mutlak bir doğruluk
tablosu çizm ek v e daha sonra da gerçekliğin duvarlarına tarihsel o l­
mayan bir saldırıda bulunmak değildir. K om ünist teori de dahil o l­
mak üzere tüm teoriler, oluşm akta olanın işlevidir. Teori-pratik ara­
sındaki diyalektik ilişki, ilk başta teorinin -top lu m sal bir iradeci
içtepiden h a rek etle- durum u aydınlatm asından ibarettir. Ve ger­
çeklik, daha bu şekilde aydınlatılm ış bir durum çerçevesinde e y ­
lem de bulunduğum uz andan itibaren değişm ektedir; bununla bir­
likte de y en i bir teorinin m eydana geld iği bu gerçeklikteki konum u­
m uz değişir. D em ek ki sıralama şu şekilde olmaktadır: 1. Her teori,
gerçekliğin bir işlevidir, 2. Her teori, b elli eylem lere yol açar, 3.
E ylem de bulunm ak, gerçekliği d eğ işim e uğratır ya da -başarılı o la ­
m ıyorsa e ğ e r - bir önceki teorinin revizyonuna zorlar. E ylem de bu­
lunmaktan dolayı d eğişim e uğram ış reel koşullar sonucu ise yeni
bir teori m eydana gelm ektedir.14
Bu teori-pratik ilişkisinin çözüm e ulaştırılm a biçim i, içinde
problem atiğin daha sonraki bir aşam asına ilişkin nitelikleri barın­
dırmaktadır. Bu biçim den ön ce aşırı bir entelektüalizm in ve irrasyo-
nelliğin tek taraflılıklarının yer bulduğunun ve burjuva-muhafaza-
kâr düşünce ve d en eyim in ce ön plana çıkarılan tüm engellerin a şıl­
mak zorunda olunduğunun farkına varılmaktadır. Bundan önceki
problem atiği kendi içinde çözüm e ulaştırmak zorunda olm ası ve
politika alanında gelen ek sel aklın işe yaram adığının bilincine var­
14 “ P roletarya, sın ıf m ücadelesi sayesinde toplum daki konum unu dolayısıyla
d a tüm to p lum sal yap ıy ı değiştirdiği zam an , değişim e uğratılm ış toplum sal
k o şu lları, yani ken d isin i, idrak ettiğ in d e, salt başka bir bilgi nesnesiyle k a r­
şı k arşıy a gelm ek ten ziyade, bu idrak etm e sürecinde başka b ir öznesel
k o n u m d a d a b u lu r kendini. P roletarya, teo rid e, toplum sal durum unun b ilin ­
cine varır, yani kendini toplum sal o lay ların hem özne hem de nesnesi olarak
algılar.” ( Lukâcs: G esch ich te und K lassenkam pf/T arih ve S ın ıf B ilinci, B er­
lin 1923.) Bu b ilinç ise, yeni eylem lerin m o to ru n a dönüşür: “T eori de, k it­
lelere b ir k ez n ü fu z ettiğ in d e, m addi bir g ü ç halini alır.” (M arx-E ngels ,
N ach laß I/Yazılı M iras 1, s. 392.) (T ürkçe basım için bkz.: G. L ukâcs, T arih
ve S ın ıf B ilinci, Çev.: Y. Ö ner, B elge Yay. - ç.n.\
m ış olm ası, bu çözüm biçim inin avantajlarındandır. Ö te yandan bu
yaşam sal içtepi kendisini (muhafazakârlıkta olduğu gibi) irrasyo-
n elliğin hükmüne sokm ayacak düzeydeki bir bilgi edinm e iradesiy­
le hareket ettirilmektedir. G erilim lerin sonucunda ise; teoriye iliş­
kin oldukça esnek bir kavram sallık ortaya çıkmaktadır.
En keskin olarak N apolyon tarafından “On s ’en gage, puis on
voit” 15 şeklinde ifade edilen bu tem el siyasi d en eyim , burada yön-
tem bilim sel açıdan onaylanm aktadır.16 G erçekte de, hiçbir politik
düşünceyi önceden belirlem ek müm kün değildir. D üşüncelerin net­
leşm esi, som ut koşullar yaşandıkça gerçekleşecektir. Ve b öy lece
koşullar da, salt eylem d e bulunmaktan dolayı d eğil, eylem in bir
parçası olan düşünm e nedeniyle belirginleşecektir.
Sosyalist-ko m ü n ist teori, bu anlam da, sezgicilik ile aşırı bir
rasyonelleştirm e iradesinin sentezidir.
Mutlak bir hesap edilebirlik yön elim sel olarak da reddedildiği
için, sezg icilik m evcuttur; yeniden görünen ise her zam an rasyonel­
leştirilm ek isten ilm esi n ed en iyle rasyonalizm in m evcudiyetidir.
Teori olm adan asla eylem d e bulunulm am alı; ancak koşullardan do­
ğan teori, bir önceki teoriden çok farklı bir yerdedir.
Özellikle devrimdir, daha gelişmiş bilgileri oluşturan:
“Genelinde tarih, ve özelinde devrimlerin tarihi, her zaman en ileri sı­
nıfların ve en iyi partilerinin, en iyi avantgart’larının tahmin edebilecekle­
rinden çok daha anlamlı, çok yönlü, canlı ve ‘kum az’dır. Ki, bu anlamlıdır
da. Zira, en iyi avantgart’lar on binlerin bilincini, iradesini, coşkunluğunu
ve hayal gücünü yansıtırlar; devrim ise, yükselişte olan ve tüm İnsanî ye­
15 “ Ö nce bir y apalım . D aha so nra bakarız.” G erçek te de, d iy alek tik kavram sal-
lığın tem silcileri o larak Lenin ve Lukâcs, kendi g örüşlerini N a p o ly o n ’un bu
cü m lesine d ay andırm aktadırlar.
16 “T eori, en g en iş an lam ıy la, tüm ülkelerdeki işçi harek etlerin in deneyim idir.
N asıl pratik, yolu d evrim ci teori tarafından ay dınlatılm adıkça körleşiyorsa;
teori de - aynı şek ild e - d evrim ci pratikle ilişki kurulm adıkça anlam sız
kılınır. T eori, d ev rim ci pratik le ay rılam az şek ild e ilişki içinde o ld u ğ u n d a, iş­
çi harek etin in en b ü yük gücü haline gelebilir; zira, h arek ete teori ancak
k esinbilgi, yönsel d u y g u , o layların içsel b ağlam lılıklarına ilişkin bilgi vere­
bilir; ve p ratiğe teori an cak sınıfların nasıl ve nereye hareket ettiklerine, ve
y ak ın gelecekte nasıl ve n ereye h areket etm ek zorunda o ld u k ların a ilişkin
açıklık getirebilir.” ( Stalin: P roblem e des L eninism us/L eninizm in S orunları,
ikinci basım , V iy an a-B erlin 1925, s. 85.) [T ürkçe basım için bkz.: L eniniz-
m in S orunları, Çev.: M . E rdost, Sol Yay. - ç.n.}
teneklerin yoğunlaşma noktasında bulunduğu anlarda, en keskin sınıf mü­
cadelesi tarafından harekete geçirilen birkaç on milyon insanın bilincini,
iradesini, coşkunluğunu ve hayal gücünü gerçekleştirir.” (Lenin, Der Ra­
dikalismus, die Kinderkrankheit des KommunismuslRadikaUzm: Komü­
nizmin Çocukluk Hastalığı,* Leipzig 1920, s. 73.)
İlginç olan, devrimin bu andan itibaren insanların sahip oldukları coş­
kunluğun artması olarak, sadece bir irrasyonellik olarak görünmemesidir.
Zira, bu coşkunluk, sadece milyonlarca kez yer bulan deneysel düşünsel
eylemlere depolanmış rasyonelliği bir patlama noktasına getirdiği anlam­
da değerlidir.
Bu, bizzat irrasyonel hareket serbestisinde bulunan ve bu irras-
y o n elliğin bilincinde olan, ancak yin e d e rasyonelleştirm eden va z­
geçm ek istem eyen insanoğlunun sentezidir.
Marksist düşünce, irrasyonel hareket serbestisini inkâr etm edi­
ği ve -bürokratik düşüncenin yaptığı g ib i- üstünü örtm ediği ya da
-lib era l-d em ok rat düşüncede old uğu g ib i- ona (sanki pür rasyo­
nalist niteliklere sahipm iş gibi) sad ece entelektüalistçe yaklaşm adı­
ğı taktirde muhafazakâr d üşünceye yakındır. A ncak, bu irrasyonel-
liğin bünyesinde yen i rasyonelleştirm elerle kavranılabilecek m o­
mentlerin varolduğunu gördüğü anlam da da m uhafazakârlıktan ay­
rılmaktadır.
Böylece kader, rastlantı, ansızın ve beklenmeden meydana gelen her
şey ve bundan kaynaklanan dinsel bir bakış açısı, henüz üstesinden gelin­
memiş tarihsel yapının irrasyonalizminin bir işlevi olarak görünmektedir.
“Sermayenin kör gücünün karşısındaki (halk kitlelerince önceden bili­
nemez olduğu için) kör korku; proleteri ve küçük mal sahibini adım adım
takip eden ve kendilerine “ansızın”, “beklemeden”, “rastlantısal olarak”
yoksulluğu ve çöküşü getiren korku; kendilerini “ansızın”, “beklemeden”,
“rastlantısal olarak” dilenciye, fakir bir insana, bir fahişeye dönüştüren, ve
açlığa terk eden korku - bu, modem dinin, bir materyalist (materyalizmin
çocukluk ayakkabılarını giymeye devam etmek istemiyorsa eğer) tarafın­
dan özellikle ve en çok göz önünde bulundurması gereken kökenidir. Kit­
leler; birleşik, organize, planlı ve bilinçli bir şekilde dinin kökeni olan ser­
mayenin iktidarına karşı mücadele etmeyi öğrenmedikçe, aydınlatıcı kitap­
çıklar da dini, kapitalizmin kör ve yok edici güçlerine bağımlı olan ve ka­
pitalist zindanda yıpranmış kitlelerin içinden alamazlar. (Lenin, Ausgew.
Werkel Seçme Eserler, Viyana 1925, s. 279.)
* [T ürkçe basım için için bkz.:V.I. L enin, Komünizm in Çocukluk Hastalığı-
“Sol" Kom ünizm , Çev.: M. E rdost, Soi Yay.- s. 94. - ç.n.]
Zira, irrasyonel hareket serbestisi bu düşüncede de büsbütün ir-
rasyonel-keyfî ve g ö ze çarpıcı değildir. Bu oluşm akta olanın bünye­
sinde, durağanca sabitlenm iş, yönünü b elli yasalara göre tayin eden
ve kendini sürekli tekrarlayan koşullar yok sa b ile, m ümkün olab i­
lecek her şey yin e d e burada oluşam az. O ysa ki, ön em li olan tam
da budur. G elişm ek te ve yen i olan, bir takım beklenm edik olaylar­
da ifade bulm az. D aha ziyade, politik hareket serbestisinin ta ken­
d isi, d eğişim e uğrayabilen ancak m evcudiyetinden d olayı yin e de
olası olayların biçim lerini belirleyen yönelim lerle dopdoludur.
Bu yüzdendir ki, bu düşünce tarzı ön celikli olarak, hareket ser­
bestisinin niteliğini etk ileyen tüm yönelim lerinin ortaya çıkarılm a­
sını v e rasyonelleştirilm esini amaçlamaktadır. M arksist teori, bu
türden yapısal yönelim lerin üç boyutuna* işaret etmektedir.
İlkin; bizzat politik hareket serbestisinin, arkasında duran üretim
ilişkilerinin konum uyla tem ellen diğine ve nitelendiğine işaret et­
m ektedir.17 Üretim ilişkileri, d eğişim e uğramadan sürekli tekrarla­
nan ekonom ik bir d olaşım anlamında d eğil, bizzat zam an içerisinde
sürekli değişen yapısal bir bağlantı anlamında değerlendirilm ekte­
dirler.
İkincisi; görülm ektedir ki, bu ekonom ik etm enin d eğişim e uğ­
raması, sın ıf ilişkilerinin yapısal d eğişim iyle yakından ilgilidir. Ki
bu, aynı zam anda, iktidar biçim lerinin yapısal değişim i ve iktidar
yetkilerinin sürekli yeniden dağılm ası anlamına gelmektedir.
Üçüncüsü; görülm ektedir ki, insanlara hükm eden fikirsel dün­
yaların içsel yapılarının tespit ed ilm esi mümkündür, bu fikirsel dün­

* Mannheim’in söyledikleri, Marksizmin üç bileşeni ya da karikatürü olarak


da bilinen (İngiliz iktisadı, Alman felsefe geleneği, Fransız politikası)
vazedilmiş unsurlar yanında Althusser Okulu’nun Marksizmin Bilim-fel-
sefe-politika üçlüsünden oluşan ucu açık bütünsel bir yapı olduğu teziyle de
ilişkili görünüyor. Althusser Okuluna göre; Marksizm temeli bilim, merkezi
felsefe, doruğu politikadan oluşan bütünsel bir yapıdır ve bütünlüğün açık
ucu politikadan oluşur. Bkz.: L. Althusser, Lenin ve Felsefe, İletişim Yay., ve
L. Althusser, Kapitali Okumak, Belge Yay. - ç.n.
17 “Maddi yaşamın üretim biçimi, toplumsal, politik ve tinsel yaşam sürecinin
genelini belirler.” M arx: Zur Kritik der politischen Ökonomie [Ekonomi
Politiğin Eleştirisine Katkı, a.g.e., s. LV.
yalar, bu d eğişim in yapısının teorik olarak tespit ed ilm esini m üm ­
kün kılan bir şekilde değişm ektedirler.
Ayrıca, ki bu daha da önem lidir, bu üç yapısal bağlantı biçim i
birbirinden bağım sızca ele alınam az. Tam da birbirleriyle olan bu
karşılıklı ilişki, bütünlüksel bir problem atik haline gelmektedir. Z i­
ra, ideolojik yapı sınıfsal yapıdan, sınıfsal yapı ise ekonom ik yapıdan
bağım sız olarak değişm ez. M arksist düşüncenin kendine özgü gü­
cü, tam da bu (ekonom ik, toplum sal ve ideolojik bileşenlerden o lu ­
şan) üç boyutlulukla ilg ili problem atikte yatmaktadır. A ncak bu
sentezci güç edinim i sayesinde, yapısal bütünlük problem ini, hem
geçm iştek i hem de oluşm akta olan hareket serbestisi için, sürekli
bir biçim de ve yen id en konu edebilm ektedir. Bu bağlam da para­
doksal olan, M arksizm in göreli irrasyonelliği görm esi ve dikkate
almasıdır. A ncak bunu yaparken, (tarihsel ekolün tersine) bu irras-
y o n elliğin ö tesin e geçip , onu yen i türden bir rasyonelleştirm eyle
müm kün olduğunca eritm eye çabalar.
Sosyologların bu bağlam da sormaları gereken şey, M arksizm in
bu özgü l düşünce tarzının hangi tarihsel-toplum sal koşullarından
kaynaklandığıdır. A şırı bir irrasyonelliği, yeni (“diyalektik”) bir ir-
rasyonelliğin oluşum unu m eydana getirecek şekilde aşırı bir rasyo­
nellikle ilişkilendiren bu özgü l tarzı nasıl açıklayabiliriz?
Bu, sosyolojik olarak bakıldığında, anlık başarılan önem seyen
(yani darbeci olm ayan), ancak öte yandan, kendine içkin devrim -
leştirici eğilim in den hareketle, ön görü lem ez koşullara karşı sürek­
li uyanık olm ak zorundaki yükselen bir sınıfın ideolojisidir.
S ın ıf tem elli olan ve yönünü inişli çıkışlı kitlelere göre değil, ör­
gütlenm iş tarihsel gruplara göre tayin eden her teori, uzun süreli bir
bakış açısına sahip olm ak zorundadır. D olayısıyla, “N erede bulun­
m aktayız şu an? Hareket hangi evrede bulunmaktadır?” gibi sorula­
rın sorulm asını müm kün kılacak, sonuna kadar rasyonelleştirilm iş
bir tarih anlayışına gereksinim duyar.18 Cem aat unsurunun egem en
olduğu kapitalizm ö n cesi grupları, gelen ek ve ortak değerlerle bir a-
rada tutmak mümkündür. T eorizasyon, burada olsa olsa ikincil bir
18 “ D evrim ci b ir teori o lm ad an , devrim ci bir h areket de o lam az.” Lenin: Aus-
gew. W erke [S eçm e E serleri, a.g.e., s. 38.
işlev e sahiptir. Yaşam sal ortaklıklarla değil ön celik li olarak benzer
yapısal koşullarla bir arada tutulan gruplarda ise, ancak ve ancak
güçlü teorize ed ici bir unsur b öyle bir birlikteliği sağlayabilir. D e­
m ek ki bu türden aşırı bir teorizasyon gereksinim i, sosyolojik açı­
dan bakıldığında, insanların yan yana yaşam alarıyla d eğil, g en işle­
tilm iş toplum sal m ekândaki ortak konumlandırılmalarıyla bir arada
tutulmalarını gerektiren sınıfsal yapıya tekabül eder. D uygusal bağ­
lar, etkilerini yaln ızca çok yakına salabilirler; teorize edici yakla­
şımların etkileri ise, uzakları da etkileyebilir. D olayısıyla, tarihi ras­
yonelleştirici yaklaşım lar, mekânda dağılm ış grupların ve sürekli
olarak benzer toplum sal konumlandırmalara giren kuşakların top­
lum sal olarak bağlayıcı etmenleridir. S ınıf yapısının oluşumunda,
toplum sal m ekân ve teorideki benzer konumlandırmalar birincil
ön em e sahiptirler. Sonradan oluşan duygusal bağlar ise, bir şekilde
daim a dönüşlüdür ve teori tem elinde değerlendirilm ektedirler. Bu
rasyonellik proletaryanın sınıfsal konumuna içkin olan bu aşırı ras­
yonelleştirici yön elim e karşın, bu sınıfın m uhalif, ve hatta daha da
çok bu sınıfın kaderci-devrim ci konumlandırm asıyla sınırlanmakta­
dır.
R asyonelleştirm e, devrim ci içtepisi n ed en iyle mutlak bir durum
edinem em ektedir. M odem zam anların rasyonelleştirm esi, bu aşa­
mada irrasyonel patlamanın sözcü k anlamı olan ayaklanm ayı bile
düzen leyecek kadar ileri g itm iş19 ise, ve bu isyan b öylece bürokra­
tik bir ö zellik kazanm ış olsa da; tarihsel yaklaşım da, yaşam sal sis­
tem de, devrim anlam ına gelen irrasyonelliğin yin e de yeri olmalıdır.
D evrim , bir yerde rasyonelleştirilm iş yapının yıkılm asının am aç­
lanması anlam ına geldiği gibi saldırıya geçileb ilecek en uygun ana
açık olm ayı da beraberinde getirir. Tüm politik m ekânı sonuna ka­
dar rasyonelleştirilm iş olarak düşünseydik eğer, en uygun ana kar­
şı açık olm aktan da vazgeçm iş olurduk. “ A n” ise, “burada ve şiııı-
di”nin [“hic et nunc”un], üstü her teorinin gen ellem e yön elim in ce
19 “ S ilah lı ay ak lan m a, özel y asalara tabi olan ve hakkında ayrıntılı olarak
d ü şü n ü lm esi gerek en politik m ü cadelenin özel bir biçim idir. K arl M arx,
‘ay ak lan m a ay n ı savaş gibi bir sa n a ttır' şeklindeki cü m lesiy le bu fikri
olağ an ü stü belirg in b ir şek ild e ifade etm iştir.” (Leniıı, a.g .e., s. 448)
örtülen irrasyonel olanından başka bir şey değildir. A ncak -d e v ri-
m e ihtiyaç duyulduğu ve o istendiği sü re ce - anı kaçırılm ası gerek­
tiği için; teorik yaklaşım da, irrasyonel olanın irrasyonel niteliği açı­
sından değerlendirilm esine işaret eden bir boşluk oluşmaktadır.
D iyalektik olan düşünce tarzı, tarihsel anlam da m uhafazakâr
olan gruplarca tam am ıyla irrasyonel bir tarzda algılanan aynı hare­
ket serbestisinin daha da rasyonelleştirm esini am açlam akla birlik-
• te; oluşm akta olanın rasyonelleştirilm işliği n ed en iyle büsbütün do­
nuk görünm esi gerektiği noktada rasyonelleştirm eyi sürdürmez.
“A nsızın dönüşüm ” kavramı, irrasyonelliğin bu unsurunu içer­
mektedir. Politik hareket serbestisine hükm eden yönelim ler, hare­
ket serbestisinde biriken güçlerin basit bir m atem atiksel işlem le he­
sap ed ileb ileceği şeklinde d eğil, -a s ıl yönelim lerinin d ışına fırlam ış
olarak ansızın “dönüşüm ” yapabilecekleri şeklinde inşa ed ilm ek te­
dirler.
Bu ansızın dönüşüm , teorik olarak tasarlanamaz tabî ki; tam ter­
sine, hâlâ proletaryanın devrim ci eylem in e gereksinim duyar. D e­
mek ki, entelektüalizm in tüm varoluşsal durumlar için geçerli sa­
yılm asından ziyade, tam tersine, irrasyonelliğin kavranılm ası için
gereken sezgi, âdeta iki yönlü olarak uyandırılmaktadır. B ö y lece,
bir çifte irrasyonellik sö z konusudur. İlkin; hâkim yönelim lerin ne
zaman olgunlaşm a v e ansızın dönüşüm d erecesinde g elişip g eliş­
m edikleri, daima öngörülem ez bir konu olarak politik se z g iy e bıra­
kılmıştır. İkincisi; tarihsel hesaplar hiçbir zam an, yapıyı değişim e
uğratıcı bir müdahalenin esirgeneceği kadar kesin belirlenem ez.
M arksizm in düşünce tarzı, b öylece, irrasyonel eylem hakkında-
ki rasyonel düşünce gibi görünmektedir. M arksist-proleter tabaka­
ların teorinin diyalektik unsurundan yükseldikçe sıyrılm ası ve libe­
ralizm in yasalar peşindeki gen elleştirici yön tem iyle düşünm eye
başlam aları, konumları gereği devrim e muhtaç kalan diğer grupla­
rın ise, diyalektik unsura bağlı kalmaları, bu analizin doğruluğunun
ispatıdır (Leninizm ).
D iyalektik düşünce, irrasyonelliğe dökülen ve daima: ‘1. N ere­
de duracağız? 2. İrrasyonel yaşanan anın anlamı nedir?’ şeklindeki
soruları yanıtlam ayı am açlayan rasyonel bir düşünce tarzıdır. Bu
bağlamda, asla pür içtepiden hareketle d eğil, sosyolojik olarak d e­
ğerlendirdiğim iz tarihten hareketle faaliyette bulunulur; ö te yan­
dan, hareket serbestisi ve an, b öyle bir tarihte pür tasarlama y o lu y ­
la büsbütün eritilm ek istenm ez asla. Hareket serbestisiyle ilg ili so ­
ru, eylem dir daima: yanıtı ise, eylem in başarılı olm ası y a d a akam e­
te uğramasıdır daima. Teori, eylem le olan ö zsel bağlılığından kopa-
rılmamaktadır; ve eylem , teorinin oluştuğu açıklayıcı unsurdur.
K endi toplum sal-dirim sel içtepilerinden hareketle, politik dü­
şüncenin alışagelm iş teorizasyonundan tem elli farklılıklar içerdiği­
ni giderek daha da belirginleştirm esi bu teorinin olum lu yanıdır. Bu
diyalektik düşünce tarzının bir başka olum lu yanı da, hem burjuva
irrasyonelliğinin hem de tarihsel irrasyonelliğin problem atiğini (be­
nim senm iş bir biçim de) içerm iş olmasıdır.
İrrasyonellikten alm ış old uğu şey, ta rih sel- politik hareket ser-
bestisinin durgun nesnellikler tarafından belirlenm iş olm adığına d o ­
layısıyla da sırf yasalar peşinde olan bir yöntem in başarısız olm ak
zorunda kalacağı bilgisidir. D iyalektik düşünce tarzı, ayrıca, politik
alana hükm eden yönelim lerdeki büsbütün dinam ik unsurla ilg ilen ­
mektedir; politik düşüncenin dirim sel bağlarının farkına varıp, böy-
lece teori ile pratiği yapay bir şekilde birbirinden koparmak iste­
m ez.
R asyonellikten ise, şim d iye kadar ki rasyonelleştirm enin başa­
rısız olduğu yerlerde bile rasyonelleştirici davranabilm e iradesini
almıştır.
Şim di dördüncü karşıt olarak, çağım ızda ortaya çıkm ış olan f a ­
şizm e işaret edilm elidir. Faşizm , teori-pratik bağlantısına ilişkin
ö ze l bir anlayışa sahiptir. G enelde, ey lem ci olm akla birlikte irras­
yon el bir n osyona sahiptir. Tercihen kendini, en yakındaki m odem
irrasyonellikten felse fe ve politik teorilerle ilişkilendirir. Faşizm in
dünya görüşüne ek lem len en kişiler arasında (tabî ki, bu kişilerin
anlayışlarını kendine uyan bir şekilde d eğişim e uğrattıktan sonra),
ö ze llik le Bergson, Sorel ve P areto 'yu saym ak mümkündür.
Öğreti ve pratiğinin m erkezinde, doğrudan m üdahaleyle ilgili
tanrılaştırıcı kesin sonuçlar doğuran ey lem e ve yönetici bir elitin
inisiyatifinin önem ine olan inanç durmaktadır. Politikanın özü, fır­
satları kullanmaktan ve anın talebine göre hareket etm ekten ibaret­
tir. Ö nem li olan, programlar d eğil,20 Fiihrer'e mutlak itaattir. Tarihi
yapan, ne kitleler, ne de fikirler ne de g iz lic e etk ili olan güçlerdir;
tarihi yapanlar, ayakta kalabilen elitlerdir.21 Bu, tam anlam ıyla bir
irrasyonellik olarak, muhafazakârlarca bilinen ve aynı zam anda akıl
üstü bir şey olandan, halk ruhundan, g iz lic e etkili güçlerden, zam a­
nın yaratıcı gücüne duyulan m istik inançtan ziyade, tarihi tüm bu
anlamlarla reddeden, yeni bir başlangıç yapan bir irrasyonelliktir.
“G enç olabilm ek için, unutmak gerekir. G erçi biz İtalyanlar tarihi­
m izle gurur duyarız; ancak tarih içim izd e biyolojik bir unsur olarak
zaten yaşarken onu eylem lerim izin tem el m otifi haline getirm e­
y iz .”22
Tarih kavramının farklı anlamlarını betim lem ek, özel bir araştır­
ma gerektirir. B öylece, her bir tinsel-toplum sal akımının farklı bir
tarih anlayışına sahip olduğunu gösterm ek kolayca müm kün olab i­
lirdi. Bu konuda şunlarla yetinm ek istiyoruz:
20 M ussolini: “ P ro g ram ım ız g ayet basittir: İtaly a’yı y önetm ek istiyoruz. H er­
kes b ize, p ro g ram lar h ak k ın d a so ru lar soruyor. O ysaki, onlardan fazlasıyla
vardır. İta ly a ’nın ku rtu lu şu için p ro g ram lara değ il, gerçek erkeklere ve irade
gücüne ihtiyacım ız vardır.” M ussolini: R eden [K onuşm alar], yay ın a h azır­
layan: H. M eyer, L eip zig 1925, s. 105. A yrıca bkz.: s. 134-135.
21 M ussolini (a.g.e. s. 103): “ B ilirsiniz ki, kitle olan bu yeni tanrının hayranı
d eğ ilim d ir ... Şurası k esin d ir ki, insan toplum undaki derin değ işim lerin
d aim a ö n ce azın lık lar tarafın d an, b ir avuç dolu insanlar tarafından m eydana
g etirild iğ in e d air tarihsel d elillere sahibizdir.”
22 Brodrero : K ültürel İşbirliği B irliğ i’nin D ördüncü U luslararası O tu ru m u ’nda
yaptığı konuşm a, H eidelberg, E kim 1927. Faşist fikirleri bütünsel bir teori
şek lin d e betim lem ek o ld u k ça zordur. F aşizm in hâlâ oluşm akta old u ğ u bir
yana, k endisi d e zaten bütünsel b ir şekilde g eliştirilm iş bir teoriyi ö n em ­
sem ez. P rogram ı d u ru m a göre, hangi tabakalara hitap etm ek istediğine b ağ ­
lı o larak , değişir. Bu b ağ lam d a faşizm in içsel özünü anlayabilm ek için, b aş­
ka ko n u lard an d ah a keskin b ir şekilde, niteliksel duruşunu ve tutum unun
tem ellerini, salt p ro p ag an d ay a yönelik içeriklerden ayırt etm ek gerekir. Bize
göre bu içsel ö z, bu m utlak sezgicilik ve eylem cilikte yatıyor gibi g örünm ek­
tedir; ki bu n oktadan h areketle, teorinin salt parıldar ve salt duygusalcı olan
yanı da anlaşılır kılınm aktadır. B etim lem em izde, k o rp o ratif devlet, korp o ratif
yapı vs. ile ilgili tüm kurum sal fikirler göz ardı edilm ektedir. Yapm am ız
gerek en şey, faşizm in teori ve pratiğe karşı yaklaşım ını, dolayısıyla da, buna
bağlı o larak, buradan çıkan tarih anlayışının analiz edilm esi olm alıdır. B unu
y ap ark en , gerek tiğ in d e, bu tutum un B ergson, Sorel ve P areto gibi bilim sel
öncü llerin e d e değineceğiz. F aşizm in o lu şu m u n d a, ideolojik alanda da yer
bulan iki evreyi birbirinden ayırt etm em iz gerekir. F aşizm in sadece bir ha­
reket old u ğ u ve aşağı yukarı iki yıl süren ilk evresi, bu dönem de e y le m c i--^
Brodrero’nın konuşm asında (bkz. D ipnot 22 ) belirgin olarak g ö ­
rülen v e yukarıda işaret edilen tarih anlayışının ne muhafazakâr ne
liberal demokrat ne de sosyalist tarih anlayışlarıyla kıyaslanm ası
m ümkün değildir. Başka zaman birbirlerine karşı keskin bir m üca­
dele içinde bulunan tüm bu teoriler, tarihte bir şekilde araştırılabilir
olan ve tüm olayların yer aldığı mekânı belirlenebileceği bağlam lı-
lıklann varolduğunu varsaymaları nedeniyle aslında ortak bir hare­
ket noktasına da sahiptirler. Her şey, her zam an mümkün değildir.23
B elli deneyim lerin, b elli eylem lerin, belli düşünce tarzlarının vs.
yer bulm ası, sadece v e sadece belli mekânlarda ve belli zam ansal
dönem lerde mümkündür; ve sürekli d eğişen ve devrilen bu bağ-
lam lılığm kavranabilir olm ası gerekir. Tarihe geri yönelm enin, ta­
rihsel ya da toplum sal bünyenin evresinin bir anlamı vardır; zira,
yönün bunlara göre tayin ed ilm esi, eylem in ve politik eylem in be­
lirleyici etm eni olabilir ve hattâ olmalıdır.
Tarihe yön elm ed en kaynaklanan anlayış, muhafazakârlarda, li­
berallerde v e sosyalistlerde çok farklı olsa bile, yin e de hepsi tarih­
te bir şekilde araştırılması mümkün bir bağlam lılığın varlığı nokta­
sında ısrar etm ekteydiler. Tarihte; başta tanrısal bir yazgının planını,
daha sonra ise dinam ik-panteist bir tinin daha yü ce bir am açsallığı-
nı k eşfetm iş olduklarını düşünmüşlerdir. A ncak bunlar, tarihsel
olaylarda heterojen ardı ardınalığı d eğil, en önem li etm enlerin an­
lam lı ortak etkilerini deşifre eden, oldukça verim li bir araştırma hi­
potezinin m etafiziksel tem el altyapılarıydı. Bizatihi eylem selliğin
-^sezgici unsurların ruhsal-tinsel tutuma nüfuz etmesiyle nitelenebilir. Bu, ay­
nı zamanda, sendikalist teorilerin de önemli olduğu bir dönemdir; ki, ilk
“fasci”ler sendikalistti ve bizzat Mussolini, Sorel’in öğrencilerindendi. Tari­
hini Kasım 1921 ile başlatarak koyabileceğimiz ikinci evrede faşizm istikrar
kazanarak kararlı bir şekilde Sağ’a yönelir. Bu, milliyetçi fikirlerin ön plana
geçtiği bir dönemdir. Faşist teorinin, taşıyıcı tabakaların değişmeleri bağ­
lamında, ve özellikle de “yüksek fınans” gruplarının ve büyük sanayiinin ona
katıldıkları andan itibaren ne şekilde değişime uğradığını, ayrıntılı olarak von
Beckerath, E.’nin Wesen und Werden des fascistischen Staates (Faşist Dev­
letin Özü ve Oluşumu] adlı kitabında betimlenmiştir, Berlin 1927.
23 M ussolini’m n, buna karşın, şu sözleri vardır: “Bana gelince, bu ideallere
çok fazla güvenmem (kastettiği , pasifist fikirlerdir)-, ancak onları dışlamam
da, zira hiçbir şeyi dışlamam; her şey mümkündür, imkânsız ve mantığa ay­
kırı olan bile.” (a.g.e., s. 74.)
kıstasım bulabilm ek için anlam aya çalışılan tarihsel olanın içsel ya­
pısıydı.
Liberallerin v e sosyalistlerin, bu ilişki ve yapının, tam am ıyla
rasyonelleştirilm esinin mümkün olab ileceği ısrarla savunmalarına;
ve aralarındaki tem el farkın, liberallerin yönlerini düz bir ilerlem e
çizg isin e göre, sosyalistlerin ise diyalektik bir harekete göre tayin
etm elerine karşın muhafazakârlar, tarihsel bütünlüğün oluşum cu
bağlam lılığını canlı-m orfolojik biçim de kavramaya çalışmışlardır.
Her ne kadar bu bakış açıları yöntem ve içerik açısından birbirinden
ön em li derecede farklılaşm ış olsa da; aralarındaki ortak özellik , gü ­
nüm üzde yönünü içinde bulunduğum uz ve oluşm akta olan ilişkiler
bütününe göre tayin eden politik eylem i tarihsel m ekânda gerçek ­
leşm iş olarak yaşam ış olm alarından ibaretti. A ncak insanlarca araş­
tırılm ası bir şekilde m ümkün olan bu tarihsellik faşist eylem in irras-
yo n elliğ i karşısında yok olm aktadır; ki bu tarihsellik, daha evrim
fikrini benzer bir şekilde reddeden faşist düşüncenin öncülü olan
sendikalist S ore/’d e24 b elli bir noktaya kadar yok olm uştu. M uhafa­
zakârların, liberalizm in ve sosyalizm in ortak yanı, tarihte olaylar ile
şekillendirm eler arasında bir ilişkinin varolm asına ilişkin varsa­
yımdır. K i, bu ilişki n ed en iyle her şeyin az çok kendine özgü bir y e ­
ri vardır tarihte (bundan dolayı, her şey her zam an m ümkün d eğ il­
dir). A ncak faşist bakış açısından değerlendirildiğinde, tüm tarihle
ilgili anlayışlar tarihsel zam ansallığı kırıp geçen eylem lehine yok
ed ilm esi gereken pür birer yapı, birer yapıntı gibi gelm ektedirler.25
Faşist id eolojid e - ö z e llik le S a ğ ’a kaymadan itib aren- “ulusal
savaş” fikri ve “R om a İmparatorluğu” ideolojisinin bulunm ası da,
burada söz konusu olanın bir tarihsizlik teorisiyle örtüştüğü gerçe­
24 Mussolini' nin Sorel’le olan ilişkisini gelince: Sorel'in, Mussolini’yi 1914
yılından önce tanıyıp onun hakkında daha 1912 yılından önce şu sözleri sarf
ettiği söylenir: “Bizim Mussolini basit bir sosyalist değildir. İnanın bana:
İtalyan bayrağının önünde kılıçla selam verirken kutsal bir taburun başında
göreceksiniz onu belki bir gün. O, bir milis komutanı, bir on beşinci yüzyıl
îtalyam’dır! Henüz tam olarak bilinemez, ancak o, hükümetin zaaflarını dü­
zeltebilecek yetenekte olan tek yılmaz adamdır.” Gaétan Pirou, Georges
Sorel (1847-1922), Paris, Marcel Rivière. 1927. s. 53’ten alınmıştır. Ayrıca
bu konu hakkında, E. Posse’nin Sosyalizm ve İşçi Hareketi Tarihi Arşivi,
Cilt 13, s. 431-432’de ele aldığı eleştirisine bkz.
25 Bu konuyla ilgili Ziegler, H. O.’nun Ideologienlehre [İdeolojiler Öğretisi]-^
ğini değiştirm ez. Bu fikir ve ideolojinin başından beri bir mit o la­
rak, yani yapıntı şeklinde bilinçli olarak yaşanm ış olm ası bir yana;
tarihsel düşünce ve eylem sellik geçm iştek i bazı içeriksel değerleri
heyecanlı bir şekilde yaşam ak anlamını taşım az. Daha ziyade, ken­
dini (ifade edebilir b elli bir yapıya sahip olan) tarihsel bir akıntıya
bırakılm ış olarak bilm ek dem ektir bu. Bu ifade edilebilirlik ancak,
gerçekte kendi m üdahalesini anlaşılır kılmaktadır.
Ancak, bilginin değeri sö z konusu olduğunda, politik v e tarih­
sel olan her kavrayış bu pür sezg ici m üdahaleden hareketle, kendi
kendine yok olmaktadır. Zira, tespit ed ilm esi m üm kün görünen, bu
kavramanın daim a ideolojik ve m itleştirici olan niteliğidir. D üşün­
cenin bu ey lem ci sezg icilik açısından işlevi ancak, bu boş teorilerin
asılsız niteliğini gösterm ek v e onları yanılsam a olarak deşifre etm ek
olabilir. Burada düşünce, pür eylem in salt çığır açıcı bir biçim i ola­
rak yaşanmaktadır. Üstün olan bir Führer, tüm politik ve tarihsel
tutumların salt m itlerden ibaret olduğunu bilir. O, mitlerden bağım ­
sızdır aslında; fakat - k i bu, bu tespitin öteki yüzüdür-, m itlere, İn­
sanî duyguların ve irrasyonel kalıntıları politik eylem e sürükleyebi­
lecek yegan e ajitatif unsur olduğu için itibar eder.26* Burada Sorel
ve Pareto27 tarafından geliştirilen mitler, elitler ve öncü grup öğre­
tilerini içeren düşüncelerin ilk k ez nesnel pratiğe dönüştürülm esi
sö z konusudur.
Bu sezg ici yaklaşım dan hareketle bilim e ve ö ze llik le tinsel b ili­
->adlı makalesine bkz. Toplumbilim ve Sosyal Politika Arşivi 1927, cilt 57, s.
657 ve devamı. Ziegler bu yazısında, Pareto ve Sorel’in vs. bakış açısından
hareketle, “Tarih Miti”ni eritmeye çalışmaktadır. Bu yazıda, araştırılabilir bir
bağlam! ılık olarak tarihsel fikir reddedilip bu tarihsel olmayanı savunan gü­
nümüzdeki farklı akımların varlığına işaret edilirken; Mussolini’de aynı fik­
re, siyasi-retorik şekliyle, rastlamak mümkündür: “Gelecek zamanın ken­
dilerine getireceğinden sürekli olarak korkan isterik kadınlar değiliz; biz, tar­
ihin felaket ve vaatleri karşısında beklemeye girmeyiz.” M ussolini a.g.e., s.
129; ayrıca: “Tarihin tekerrür ettiğine, önceden belirlenmiş bir yol aldığına
inanmayız.”
26* Sorel, G.: Réflexions sur la violence [Şiddet Üzerine Düşünceler]. Paris
1921, bölüm IV, s. 167 ve devamı. [G. S o rel’in bu kitabı 2002 kış programın­
da yayınevim iz tarafından yayınlanacaktır. |
27 Alman dilinde bu konu, Bousquet' nm Grundriß der Soziologie nach Vılf-
redo Pareto [Vilfredo Pareto’ya göre Sosyolojinin Temelleri] adlı derleme
kitabında ele alınmıştır, Karlsruhe 1926.
F: M/ İdeoloji ve Ütop\a
m e karşı derin bir kuşkunun egem en olm ası, kolayca anlaşılabil­
m ed ed ir. Daha M arksizm bilim e karşı âdeta dindar, se zg ise l b ilg i­
ye varan bir tutumu m uhafaza etm işken, Pareto’da p ozitif bilgi o la­
rak son kalıntılar, pür b içim selci bir toplum mekaniğidir. Burada
g eç burjuva olarak, izo le ve soğukkanlı gözlem cin in b ilim sel kuş­
kuculuğu, gen ç bir hareketin kendine karşı olan inançla bütünleş­
mektedir. B ilin eb ilir olana karşı varolan kuşkuculuğun tüm ö ze llik ­
lerinin m uhafaza ed ilm esiy le birlikte, bu kuşkuculuğa pür ey lem -
selliğ e v e özd irim selliğe karşı olan inanç eklenm ektedir.28 Ö zgün
tarihselliğe ait olan her şeyin b ilim sel açıdan kavranamaz olarak bir
kenara itildiği yerde, sad ece ve sad ece her insanda her zam an d e­
ğişm eden kalan yasallıkların genel tabakası araştırma konusu olab i­
lir. Burada, toplum m ekaniğinin dışında olsa olsa, bir de sosyal p si­
kolojiye önem atfedilir. F ührer 'ler için sosyal psikoloji hakkında
bilgi sahibi olm ak, sad ece teknik açıdan önem lidir: K itlelerin han­
gi yöntem lerle harekete geçirilebileceklerini bilm ek durumundadır­
lar. İster günüm üz insanları, ister esk i R om a’nm ya da R önesans’ın
insanlarını ele alalım; ruhun bu boğuk derin tabakası tüm insanlar­
da aynıdır.
Burada bu sezgicilik , örneğin C om te’un pozitivizm inden genel
bir sosyolojisinin lehine zam an içerisinde tarih fe lse fe siy le ilgili
tüm unsurları çıkarm ış olan geç burjuvazinin salt genel yasalar pe­
şindeki am açsallığıyla ansızın birleşmektedir. Öte yandan, verim li
m itler öğretisinde egem en olan bu ideolojik kavram sallığın başlan­
gıçlarının büyük çapta M arksizm den kaynaklandığını söylem ek
mümkündür. Ancak o zam an, ayrıntılı olarak bakıldığında, önem li
farklılıklar ortaya çıkmaktadır.
Gerçi Marksizm için de, ideoloji kavramının, “yalanlar örgüsü”,
“yanılm a yapıları”, “yapıntı” gibi anlamları vardır; ancak bu katego­
ri içine, tarihsel yapıyı in celem eye çalışan tüm düşünce biçim lerin­

28 M ussolini’rim bir k o n u şm asından: “ B iz b ir m it y arattık; m it bir inanç, asil


b ir co şk u n lu k tu r. G erçek olm ası şart d eğ ild ir (!), o bir güdü ve um ut, bir
inanç ve cesarettir. B izim m itim iz, so m u t g erçek liğ e d ö n ü ştü rm ek is­
ted iğ im iz ulus, b ü y ü k u lustur.” (C. Schmitt, P arlam entarism us [Parlam en-
tarizm ], a.g.e., s. 8 9 ’dan alınm ıştır.)
den ziyade, salt karşıt sın ıf ve tabakalarla ilgili bilgiler alınır. Bura­
da her düşünce b içim i, her türden rasyonellik id eolojiye indirgen­
m ez. S adece kendi varoluşlarıyla ilgili toplum sal durumdan hare­
ketle m askelem eye ihtiyaç duyup gerçek bağlamlılıkları kavramak
istem eyen ya da kavrayam ayan tabakalar, yanılm a ile ilgili d ene­
yim lerin kaçınılm azlığının kurbanları olurlar. B ö y lece, (gerçek olan
da dahil olm ak üzere) her düşünce, b elli bir toplum sal-tarihsel va-
roluşsal duruma bağlı görünm ekle birlikte, hakikatla ilgili olası bir
nitelikten bu türden bir varoluşsal göreceleştirm eden dolayı yoksun
bırakılmam ıştır. Buna karşın faşist teoride -b a şk a yön elim lerle ka­
rışık bir biçim de olsa d a - sürekli olarak ön plana çıkan sezgici e y ­
lem cilik için ve buna karşın, kavranabilirlik ve rasyonelleştirebilir-
lik g ü ven ilem ez, fikirler ise tam am ıyla ikincil şeylerdir.29 Bilebilir-
liğin ince tabakası politikacıya ancak, toplum m ekaniği ya da so s­
yal psikoloji hakkmdaki bilgilerce sunulur.
Faşizm in bakış açısından bakıldığında, tarihi, ekonom ik-top-
lum sal güçlerce tem ellenen bir yapısal bütün olarak e le alan Mark­
sist anlayış da nihai olarak bir mitten başka bir şey değildir. Ve na­
sıl tarih sürecinin yapısal edinim i zaman içerisinde bozuluyorsa, sı­
nıf öğretisine karşı da reddedici bir tavırla yaklaşılmaktadır. Prole­
tarya d iye bir şey yoktur; varolan yalnızca proleterlerdir.30
D em ek ki bu düşünce ve deneyim tarzı için karakteristik olan,
tarihin anlıksal durumlara ayrışmasıdır; ki, bu bağlamda iki şey çok
önem lidir: Birincisi, büyük F ülırer ’in ve hamleleri yapan grupların
(elitlerin) ilerlem eleri; İkincisi, kitle ruhuyla ilg ili bilgilere hükm et­
mek ve bu hükm etm enin tekniği.
D em ek ki bilim olarak siyaset, eylem e götüren yolların hazırlan­
ması işlevin e sahip olunm ası anlamında mümkündür.
Bu, iki şekilde yer alır: Bir yanda, tarihi b elli bir süreç olarak
yansıtan tüm idolleri dağıtarak; öte yandan, kitle ruhunu ö zellik le
iktidar içgüdüleri ve onların işlem esi açısından gözlem leyip özenle

29 “ İnsanları, fik irlerd en çok m izaçları birbirinden ayırır.” M ussolini a.g.e., s.


55.
30 Bkz.: von Beckerath, E.: a.g .e., s. 142. A yrıca bkz.: M ussolini a.g.e., s. 96.
inceleyerek. K itle ruhunun tarihin dışında en iy i biçim de konum la­
nabilm esi am acıyla, gerçekte de büyük çapta zam ansız yasalara ku­
lak verir. Buna karşı toplum sal ruhun tarihselliği, ancak toplum sal-
tarihsel olarak konumlandırılan insanın kavrandığı yerde idrak ed i­
lebilir.
Bu türden bir siyaset teorisi, tarihsel olarak M ak yavel’i tem el
almaktadır son kertede. M ak yavel’de büyük F ü h rer'm ilerlem esi,
“seçkinlik”(fazilet-üstünlük-erkeklik- ç.n.) kavramı şek liyle zam a­
nından ön ce karşım ıza çıkmaktadır. Tüm idolleri yerinden eden bir
gerçekçiliğe ve fazlasıyla hor görülen kitlelere ruhsal olarak hük­
m eden bir tekniğe atıfta bulunulm asına -b a z ı noktalarda farklı şe­
killerde o lsa d a - M ak yavel’de rastlamak mümkündür. Ve son o la ­
rak, tarihsel planın yok ed ilişin i ve doğrudan m üdahaleci bir eylem
teorisinin işaretlerini de M ak yavel’d e bulabiliriz.
Burjuvazi de politik teknikle ilgili bu öğretiye yer verip onu
-S ta h l' m bunu çok doğru bir şekilde tespit ettiği g ib i- norm öğre­
tisi olarak varolan doğa hukuku v e fikirlerle yan yana konumlandır-
mıştı.31 Yaygınlaşm alarıyla birlikte burjuva ideallerin ve bunlara ait
tarih anlayışının kısm en gerçekleştikleri, kısm en de hayal kırıcı bir
şekilde yıkıldıkları oranda, bu ruhsuz ve zam ansız teknik de tek si­
yasî bilgi olarak ön plana çıkm aktaydı.
En yen i gelişm elerd e, politik olanın bu pür ve ayrışm ış teknolo­
jisi ile ey lem cilik ve sezgicilik arasında, giderek artan bir şekilde,
herhangi bir som ut tarihsel kavranabilirliği reddeden bir bağ kurul­
maktadır; v e bu bağ, tarihle doğrudan çarpışm ayı evrim ci anlamda
hazırlayıcı bir d eğişim e tercih eden grupların id eolojisine dönüş­
mektedir. D olayısıyla bu ruhsal tutum, farklı farklı şekillerle, Proud-
hon ve Bakunin tarzı bir anarşizm den Sorelci sendikalizm e, oradan
da M ussolini faşizm in e yolculu k etm ektedir.32
Bu, so sy olojik olarak değerlendirildiğinde, liberal-burjuva ve
sosyalist yön etici tabakaya kıyasla sınırdaki gruplar olan ve m odem
toplum un d önüşüm sel dönem ini sürekli yeniden üreten konjonktü-
31 Bkz.: Stahl, F. J.\ Die Phılosophie des Rechts [Hukuk Felsefesi], cilt 1, dör­
düncü basım, dördüncü kitap, bölüm I: Die Neuere Politik |Yeni Siyaset].
32 Schmitt, C:. “Parlanıentarismus ” [Parlamentarizm], a.g.e., bölüm IV.
rel dalgalan, iktidan ele geçirm ek için fırsat bilip kullanan entelek­
tüel çevreler tarafından yönlendirilen kom plocu gruplara ait bir ide­
olojik biçimdir. Bu dönüşüm sel dönem in n iteliği, ister sosyalist bir
ek on om i ister kapitalistçe düzenlenm iş bir planlı ek on om iyle so ­
nuçlansın, sürekli olm ayan kom plocu hücumları mümkün kılm asın­
dan v e, irrasyonel toplum sal-ekonom ik kalıntılar içerdiği oranda da
m odem bilinçteki patlamaya hazır irrasyonel unsurları, harekete g e ­
çirm esinden ibarettir.
G enelde bu sosyolojik ilişkilendirilebilirlik, yukarıda b etim le­
nen id eoloji çerçevesin d e, tarihsel sürece buradan hareketle v e ya­
şayan g ö zlem cin in yönünü sırf başta sö z konusu olan irrasyonel
hareket serbestisine göre tayin etm esiyle tespit edilebilm ektedir.
Tarihte yapı, ruhsal ve toplum sal olarak akışın salt düzenlenm em iş
v e rasyonalize ed ilm em iş olanın anlaşılır olduğu noktasında durma­
sı n ed en iyle, toplum sal yapıda, daha şim diden pekiştirilm iş v e
olu şm uş olan her şey anlam sızdır onun için.
Organik ya da organize ed ilm iş topluluklara yön elen bir düşün­
c e tarzı ile tarihe yapıcı bir b içim d e yaklaşan bir düşünce tarzını,
so sy o lo jik bir şek ild e ilintilendirm ek mümkündür. Öte yandan,
köksüz yığıntılar ile tarihsel olm ayan sezgicilik arasında sıkı bir bağ
mevcuttur. O rganize ed ilm iş ya da organik topluluklar ne derece
gevşerlerse, tarihteki yapıcı unsuru algılam a kabiliyetleri o derece
azalıp rastlantısal ve köksüz içeriksel değerler karşısındaki duyarlı­
lıktan da o derece gelişir. A nlıkça yaratılan kendiliğinden gruplar ne
derece istikrara kavuşurlarsa, tarihe uzun vadede bakm aya v e top­
lum a yapıcı bir şekilde yaklaşm aya da o derece açık olurlar. Tarih­
te her zam an karmaşık durumlar m eydana geleb ilirse de bu gerçe­
ğin, b içim sel yön elim ler ve bulgusal hipotezler olarak daim a g ö z
önünde bulundurulması gerekir. Tarihi bir anlıksal durum olarak al­
gılam ak, bir sın ıf ya da organik bir topluluk için asla müm kün d e­
ğildir; bu ancak, bu türden anlıksal durumlarda m eydana gelen v e
kendilerini büsbütün bu durumlara veren kitleler için düşünülebilir.
E y lem ciliğ in değerlendirilm esi gereken tarihten yoksun an da za­
ten, darbeci grupların g ö z d ik tiği büyük bağlanıldıklardan
koparılm ış olan o andır.
Bu düşünce tarzına özgü p raksis kavram ı, aynı şekilde, bu pat­
lamalı şekilde ileri doğru hareket eden darbeye ö ze l bir şeydir. Top­
lum sal konumları itibariyle bir arada tutulan güçler ise, sürekli mu­
halefette bulunsalar da, praksisi am açlarının kesin tisiz bir g elişm e­
si olarak yaşarlar.33
Bir yanda büyük F ührer ve elitlerin ilerlem eleri, öte yanda ise
kör kitleler; bu karşıtlık, dışa karşı propaganda yapmaktan çok ken­
di içsel m eşruluğunun işine yarayan bir entelektüeller ideolojisinin
niteliğini barındırmaktadır içinde. Bu id eoloji, kendilerini bizzat y o ­
ğun toplum sal grupların organı olarak hisseden yön etici tabakalara
karşı duran bir ideolojidir. Ö rneğin, muhafazakâr yön etici tabaka­
lar, halkın organları;34 liberaller, çağın zihniyetinin taşıyıcıları; so s­
yalistler v e kom ünistler ise, proleter sın ıf bilincinin profesyonel
kadroları olarak hissederler kendilerini.
Bu içsel m eşrulaştırm anın farklılıklarından, büyük Führer- kit­
le karşıtlığıyla hareket eden köksüz ve yığıntı halindeki grupların
toplum sal mekânlarını henüz bulam am ış yü kselm e çabası içerisin­
de olan elitler olduğunu çıkarabiliriz. Bu gruplar için önem li olan,
toplum sal yapıları n devrilm esinden, dönüştürülm esinden ya da
m uhafaza ed ilm esinden ziyade, m evcut yön etici elitlerin yerine
başka elitlerin geçirilm esidir. Tarihin, bazı gruplar tarafından elitle­
rin dönüşüm ü olarak, başkaları tarafından ise tarihsel-toplum sal ya­
pının dönüşüm ü olarak algılanm ası bir rastlantı değildir. Zira herkes
toplum sal tarihsel bütünden ön celik le tarihsel bütünün içinden ira-
desel olarak tayin ettiği olguyu görür.
(D aha ön ce de belirtilm iş olduğu üzere) m odem toplum un d ö ­
33 B izzat M ussolini , b ir y ere g elm iş o lan darb ecid e y e r b ulan o d eğ işim e şu
sö zlerle değinir: “ M ü lk iy et sahibine ya da b elediye, başk an m a dö n ü şm ü ş
o lan çetecin in n e d en li değiştiğini g örm ek, in an ılm az b ir şeydir. O , başka bir
yüze sah ip tir artık. B elediye bilançolarının saldırarak ele geçirilm esinin
m üm kün olm adığının bilincine varm ıştır; artık yapılm ası gereken, o nlarla il­
gili kitap tu tm aktır.” (a.g .e., s. 166.)
34 Bu an lam d a, h u k u k çu ların , halktan so y u tlan m ış b ir tab ak a olarak, halk
tinin in tem silcileri o ld u k ların a ilişkin bu yapıntı, ilk o larak Savigny tarafın­
d an evrim ci m u h afazak ârlık için yaratılm ıştır. (Vom B e ru f unserer Zeit zur
G esetzgebung und R echtsw isscnschafr/G ünüm üz M e sle ğ in d e n Y asa
K o y u cu lu ğ a ve H ukuk B ilim ine. F reiburg 1892, s. 7.)
nüşüm sürecinde, burjuvazi tarafından (parlamentarizm gibi) sın ıf
m ücadelesinin sürdürülmesi için yaratılan aparatların artık yeterli
gelm ediği; evrim ci yolun başarısız olduğu; açık krizlerin m eydana
geldiği; sınıfsal tabakalaşmanın altüst olduğu; m ücadele eden taba­
kaların sın ıf bilincinin gerilediği d olayısıyla da kolayca anlık olu­
şumların ortaya çıkıp, kitlelerin tekil kişilerin organik ya da sınıfsal
yönelim lerini kaybetm eleriyle, m eydana geldiği dönem ler hep
varolmuştur.
B ö y le anlarda diktatörlük o lasılığı yüksektir. Fırsatçı eylem in ha­
zırlayıcısı olarak faşizm in tarih anlayışı ve sezgici teorisi, bu özel
durumun toplum sal olanın yapısal bütünü şeklinde varsayım sandığı
tablodan başka bir şey değildir.
Krizlerin d en gelenm esind en sonra, reel, yoğun tarihsel-toplum -
sal güçlerin şiddeti ve baskısı yeniden etkin olmaktadır. Ve birçok
şeyin istikrara kavuşabilm esine ve, yeni elitlerin doğru adaptas­
yonlarda bulunarak kendilerini ilişkiler bütünü içinde konumlandır-
m ayı başarmalarına rağm en, nihai olarak yin e de itici güçlerin dina­
m iği galip gelm ektedir. B ö y le olunca, gelişen toplum sal olaylar
çerçevesin de, toplum sal yapı değişiklikleri d eğil, salt kişi bazında­
ki d eğişiklikler sö z konusudur. Modern tarih, daha ön ce d e böyle
bir diktatörlük biçim i olan N a p o ly o n ’un diktatörlüğüne (mutas mu-
tandis*) tanık olmuştur. Bu, tarihsel açıdan bakıldığında, belli elitle­
rin yükselişinden başka bir şey değildi; sosyolojik açıdan bakıldı­
ğında, yükselm ekte olan burjuva dünyası bu güçleri kendi çıkarları
lehine yönlendirm eyi başararak galip gelm iştir.
B ilin cin henüz rasyonalize ed ilm em iş parçalarının coşkunlukla­
rı v e saldırıları, yoğun toplum sal ilişkiler bütününe sürekli olarak
yeniden oturtulsalar; ve bu irrasyonel konum , tarihsel ve toplum sal
olanın büyük yapıcı çizgilerinin kavranılması açısından oldukça y e­
tersiz kalsa da; yin e de bu patlamalı anlarda, tarih tarafından kavra­
nılam am ış ve belki de kavranılm az olan irrasyonelliğin derin taba­
kasının parıltısı sürekli olarak yeniden gözlem lenebilm ektedir. Bu­
rada, b ilin cim iz ve ruhsal yaşam ım ızdaki rasyonalize ed ilm em iş ile
dolaylı olan arasında bir ittifak sö z konusudur. Ve bu noktadan ha-
* m utas m utandis: g erekli d eğ işik lik ler yap ılarak , — ç.n.
reketle, (en azından şu ana değin) büsbütün tarihsel olm ayan bir
alana g ö z atmak mümkündür. Bu, bir yanda, içsel ve yorum sal o la­
rak kavranılm ası im kânsız fakat dışsal olarak belli tekniklerle üste­
sinden gelin m esi m ümkün olan ve tüm tarihsel olayların altında
son suz eşitlikleriyle zem in oluşturan ve tam am ıyla örtük duran di­
rimsel içgüdülerin alanıdır. Bu tarih altı dirim selliğin dışında, m is­
tiklerin bahsettiği ve tarihin içinde tam olarak erim eyen, tarih ve
anlam dışı bir şey olarak akılca kavranamaz olan içim izdeki o tarih
üstü, tinsel olan da Tarihsel olm ayanın bu alanına aittir. (B u saha,
faşistlerde sö z konusu olm am asına rağmen, tarihsel olanın diğer
büyük karşıtıdır.)
Tarihsel olanın, bu iki uç kutbun arasına anlam sal olarak o lu ş­
m uş, kavranabilir, rasyonalize ed ilm iş, düzenlenm iş, yapılandırıl­
m ış, sanatsal ve başka bir tarzda biçim lenm iş olarak konum landırıl­
m ası muhtemeldir. İlişkiler bütününü buradan hareketle gören k işi­
nin, tarih altı ve üstü olanı görm esi asla müm kün değildir. Y önünü
salt bu irrasyonel kutuplara göre tayin eden kişi için, tarihsel-dü-
zenlen m iş olanın som utluğu tam am ıyla kaybolur.
Teori-pratik ilişkisine gelince; faşist-eylem ci yaşanm ışlığın büyük
cazibesi, düşünsel alanın tümünün illüzyonların bir oyunu gibi görün­
m esinden ibarettir. Politik düşünce, burada, insanın içindeki eylem sel-
liği —en iyi ih tim al- “mitler” şeklinde alevlendirebilir; yapamadığı
şey ise, politika alanım ya da geleceği bilim sel olarak kavramaktır. Da­
ha ziyade şaşırtıcı olan, insanın, irrasyonelin göz kamaştırıcı ışığında
zaman zaman yine de günlük yaşam ın üstesinden gelebilm enin gere­
ği olan ampiriye sahip olabilmesidir. Daha Sorel bu gerçeği şu sözler­
le ifade etmiştir: “B iz biliyoruz ki, toplumsal mitler insanoğlunu hiç­
bir şekilde ömrü boyunca yaptığı gözlem lerden yararlanmaktan alıko­
yup ve m eşgul olduğu normal işlerinin yerini alamazlar.” Ve bu cüm ­
lenin dipnotunda şu sözler geçmektedir: “D insel coşkularını vahyin
mitleri yoluyla yaşayan İngiliz ya da Amerikan softalarının aslında
çok pratik insanlar oldukları birçok kez vurgulanmıştır.”35
Burada insan, düşünm esine rağm en faaliyette bulunmaktadır.
Leninizm'in d e faşist bir n osyona sahip olduğu, birçok k ez vur­
35 Sorel, G.: a.g .e., s. 177.
gulanmıştır. A ncak, ortak yanlarının yanı sıra farklılıkları görm emek
de yanlış olurdu.
Ortak yanları, her ikisinde de anı değerlendiren aktif azınlıkların
ey lem ciliğin in sö z konusu olm asının ötesine geçm ez. L eninizm y ö ­
nünü, orijinal anlamda, iktidarı devrim yolu yla e le geçiren bir azın­
lığına göre tayin eder, d olayısıyla da ileri gelen gruplara ve onların
belirgin atılım larına ilişkin öğreti ön plana geçm iştir. A m a bu öğre­
ti hiçbir zam an büsbütün bir irrasyonelliğe buharlaşmamıştır. B o l­
şevik grup, proletaryanın giderek daha rasyonel bir durum kazanan
sın ıf hareketi içerisinde yalnızca aktif bir azınlık olduğu oranda, ey ­
lem ci se zg ic i teorileri de daim a tarihsel sürecin rasyonel idrak ed i­
lebilirliği öğretisi tarafından destek görmüştür.
F aşizm , talih sizlik teorisini (yukarıda sözü geçen sezg iciliğ in
yanı sıra), kısm en güçlü burjuvazinin dünya algılayışına borçludur.
Y ükselm iş sınıflar, dünya im ajında tarihsel süreci daim a tekil o lay­
ların içinde eritm e yön elim in e sahiptir. Tarihte olup bitenler, g ö z­
lem ci sınıfın bu olup bitenlerden ancak bir kazanım elde edebildiği
takdirde bir süreç olarak algılanmaktadır. Bu beklentilerden sadece,
bir yanda, “ütopyalar”; öte yanda ise “sü reçsel” tasarılar m eydana
gelm ektedir. Aynı sınıfın bir yerlere gelm esi ise, tinsel-ruhsal g ü çle­
ri doğrudan bir şeyin gerçekleştirilm esine yön elteb ilm ek am acıyla,
ütopik unsuru yok edip uzun vadeli veçheleri arka plana itmektedir.
Bunun sonucunda, eskiden yönünü yönelim lere ve yapısal bütün­
lüklere göre tayin eden bir bütünlükçü tablonun yerine, sırf dolay­
sızlıkları, sırf bir dizi verili bulguları tanıyan bir dünya algılayışı g eç­
mektedir: Sürece ilişkin, tarihin yapısal bir şekilde şeffaflaştırılabi-
leceğ i öğretisi, bundan b öyle sadece bir “m it”e dönüşmektedir.
Artık faşizm , burjuva grupların tem silcisi olm ası nedeniyle, bur­
juvazinin36 bu tarihsel sürecini ve herhangi bir tarihsel planın inkâr
edici yön elim in i devralabilir. D olayısıyla, m evcut dünyanın ve top­
lum sal düzenin yerine başka bir dünyayı ve toplum sal düzeni k oy­
36 M u ssolin i’m n kapitalizm hakkındaki tutumu için örnek teşkil edecek bir
metin: “ ... kapitalizm in gerçek tarihi daha şim di başlıyor; zira kapitalizm
sadece ve sadece bir sömürü sistem i değildir. Daha ziyade, en değerli olanın
bir seçm esi, en yeteneklilerin eşit duruma getirilm esi, bireysel sorumluluğun
daha geliştirilm iş hale getirilm esidir.” a.g.e., s. 96.
maktan ziyade, m evcut sınıfsal düzen çerçevesin de bir hâkim taba­
kanın yerine başka bir tabakayı koym ayı hedefler.
Faşizm in başarılı olabilm esi v e tarih anlayışının galip gelm esi,
krizlerin, toplum sal m ücadelenin evrim ci yöntem lerinin artık işe
yaramayacak derecede kapitalist-burjuva düzeni tehdit altına aldığı
dönem lerde olur. Burada, aktif azınlıkları harekete geçirip b öylece
iktidarı ele geçirebilen, andan, gerekli uyanıklıkla faydalanm ayı bi­
len kişiliklerin şansı yüksektir.

Sentez Problem i.
Şu ana dek, farklı politik bakış açılarına göre farklı biçim lerde ş e ­
killenm iş olan teori-pratik ilişk isiy le ilgili aynı problem in kendini
ço k farklı şekillerde gösterdiğini d en eyci bir biçim de tespit etm eye
çalıştık. A ncak, herhangi bir b ilim sel politikanın bu en ilk esel prob-
lem atiği için geçerli olan, tüm diğer tekil problem ler için de aynı
şekilde geçerlidir. Sadece nihai ifadelerin, değerlendirm elerin, içe-
riksel değerlerin d eğil, aynı zam anda problem atiklere yaklaşım bi­
çim lerinin ve hatta ve hatta bünyesinde deneyim lerin yaşandığı ve
düzenlendiği kategorilerin de, bakış açılarına göre, birbirinden çok
farklılaştığını gösterm ek mümkündür.
Bu bilim in tüm zorlukları üzerine d erinlem esine düşünüldü mü
bir kez, v e politik m ücadelenin şu ana kadar ki seyri, bu alanda ka ­
rar ile bakış açısı arasında ö z se l bir bağ olduğunu şüphe götürm ez
bir biçim de gösterdiği zam an, b elli bir haklılıkla bilim olarak p oli­
tikanın gerçek leşem eyeceği sonucuna varmak mümkün olabilirdi.
A ncak, zorlukların zirveye ulaşm ış gibi göründüğü tam da bu
noktada, bir dönüş m eydana gelm ektedir.
Zira, buradan hareketle ufukta yeni olasılıklar görünmektedir;
ve problem atiğin bu aşam asında iki farklı yola sapmak m üm kün­
dür. Bir yanda şö y le bir şeyin ön e sürülm esi mümkündür: Politika­
da sadece bakış açısına bağlı bilginin m evcut olduğuna, partili o l­
m anın politika için yapısal olarak önüne geçilem ez bir m om ent o l­
duğuna ilişkin gerçekten, politikanın sadece partili olm ak k oşulu y­
la araştırılabilir ve salt parti okullarında öğretilebilir sonucu çık ­
maktadır. G erçekte de, önüm üzdeki gelişim in in tam da b öyle bir
y ola sapacağını düşünüyorum.
A ncak görülm ektedir ki (v e görülm eye devam edilm ektedir),
bağlamlılıkların günümüzdeki karmaşıklığı düşünüldüğü zaman,
günüm üzün politikacıları için olm azsa olm az bilginin elde ed ilm e­
si v e politikada yen i nesiller yetiştirm ek am acıyla “arasıralık” nite­
liğine sahip eğitm e biçim lerinin uyarlanması yeterli değildir. D ola­
yısıyla tek tek partiler, parti okullarını giderek gen işletm eye karar
vereceklerdir. Burada, gelecekteki politikacıya sad ece, som ut prob­
lem lerin çözüm ü konusunda nesnel kararlar verm esini sağlayan re-
el bilgiler sunulmayacaktır; daha ziyade olayları ilgili bakış açısın­
dan hareketle şekillendirip, siyasî açıdan kavranılm asını sağlayan
tutumların savunulm ası da öğretilecektir.
Her politik açıklam a, belirgin olarak kavranabilir verili gerçek­
lere olum lu ya da olu m suz yaklaşm aktan çok daha başka anlamlar
içermektedir. Her açıklam a aynı zamanda, kendinde içinde tamam ­
lanmış olan bir dünya görüşünü barındırmaktadır. K i, bu dünya g ö ­
rüşünün politikacı için sahip olduğu önem ini, tüm partilerin, sade­
ce parti çerçevesin deki kitleleri d eğil, belli düşünce tarzlarını dün­
ya görüşleri açısından etkilem e çabalarında da görebilm ekteyiz.
Başka insanlara b elli politik tutumlar em p oze etm ek, sonradan
dünyanın tüm özelliklerine nüfuz ed ecek dünyayla ilgili belli yak­
laşımları konu etm ek demektir. Politik iradenin oluşum u, ayrıca, ta­
rihi belli ş e k ille değerlendirm ek, olayları b elli konumlandırmalar-
dan hareketle kavramak ve belli şekillerde fe lse fî yön elim arayışı
içine girm ek demektir.
D üşünce tarzının ve dünya imajının birçok akıma bölünm esi, po­
litik konumlandırmalar yönünde farklılaşm ası ve kutuplaşm ası, on
dokuzuncu yüzyıldan itibaren gittikçe artan bir yoğunlukla cereyan
etmiştir. Parti okullarının açılm ası, bu olguyu daha da b elirginleşti­
rip tutarlı bir sona doğru götürecektir.
Ancak, parti bilim i ile parti okulu üzerinden giden yo l, günü­
m üz koşullardan kaynaklanan yollardan sad ece biridir. Bu yola,
toplum sal-politik m ekândaki uç konumları n edeniyle, sö z konusu
bölünm eleri savurçpak, antagonizm aları m utlaklaştırmak ve bütün­
lük problem ini g ö z ardı etm ek durumunda kalan kişi ve gruplar sa­
pacaklardır.
Ancak ufukta, m evcut durumun sonucundan başka bir olasılık
daha görünmektedir. Bu olasılık , âdeta politik yön elim in v e bu y ö ­
nelim e ait dünya im ajlarının şim d iye kadar betim lenen ö zsel taraf­
lılığının öbür yüzünden kaynaklanmaktadır. Bu yapısal gerçek şun­
dan ibarettir:
Günüm üzde, sadece her bir politik bilginin zorunlu taraflılığı d e­
ğil, ayrıca kısm îliği de bilinm ektedir. Politika ve dünya görüşüyle
ilgili bilginin taraflılığının çürütülem ezcesine açığa kavuştuğu gü­
nüm üzde, bu kısm ilik, bu bir-şeyin-parçası-olm ak, bu bilginin bün­
yesind e sürekli olarak bir bütünün oluştuğuna ilişkin ve taraflılıkla
ilg ili veçhelerin bu bütüne götüren k ısm î bilgiler olduklarına ilişkin
bir anlam da barındırmaktadır içinde.
B ilim olarak siyasetin günüm üzde varlığı, birbirlerinin karşıtı
olan veçhe v e teorilerin sayıları itibariyle sonsuz ve dolayısıyla k ey­
fî olmadıklarını, daha ziyade varolanların da birbirlerini tamam la­
dıklarının çok net olarak görülebilm esi sonucunda mümkün kılına-
bilmektedir.
Politika, m evcut yapısal koşullardan dolayı, sadece parti bilgisi
olarak d eğil, bütünün b ilgisi olarak mümkün kılınmaktadır. Siyasal
sosyoloji ise, tüm p o litik alanın oluşum uyla ilgili bir bilgi biçim i
olarak, gerçekleşm e evresine girmiştir.
Parti okulunun yanı sıra, bu bütünün araştırılmasını mümkün kı­
labilecek bir kurum ihtiyacına vurgu yapan talepler ortaya çıkm ak­
tadır. Bu türden bir araştırma yapm a olasılığı ile bu tffi-den bir araş­
tırmanın yapısına değinm eden ön ce, kısm î veçhelerin birbirlerini
karşılıklı olarak tamam lam a gereksinim leriyle ilgili savı biraz daha
kuvvetlendirm ek gerekir. Bu bağlam da, problem atiklerin içerdiği
taraflılık m om entlerini sö z konusu ettiğim iz örneği hatırlatmak iste­
riz:
Farklı kişi ve grupların, tarihsel-politik gerçekliğin daim a, sade­
c e ve sadece belli özelliklerine ve alanlarına karşı ilgili olduklarını
göstermiştik. Bürokratın bakış açısı, devlet yaşam ının istikrarlı kı­
sım larıyla sınırlı kalmaktaydı; tarihsel muhafazakârlık ise, tıpkı top­
lum sal gelenekler alanında olduğu gibi, d insel-k^ türel bir arada ya­
şam anın d üzenlediği güçlerin d eğil, organik güçlerin ön em li old u ­
ğu, halk tininin se ssiz güçlerinin işbaşında olduğu alanları önem se-
m ekteydi, v e ayn ca görm ekteydi ki, politik olanın belli bir alanı da­
ha olu şum la ilg ili bu unsurda cereyan ştaıek teyd i. Tek taraflılığı, bu
bilinç tabakasını ve bu tabakaya tekabüf eden toplum sal güçleri, ta­
rihsel olaylar çerçevesin de, abartıp tek etm en olarak değerlendir­
m esinden ibaret olsa da; aynı zam anda burada başka bir yerden ha­
reketle kavranması im kânsız olan bir şeyin görünür kılınm ası da
gerçekleşm iştir. Aynı şey diğer veçheler için de geçerlidir. Burjuva-
dem okratik düşünce tarzı, sın ıf m ücadelesinin evrim ci yöntem leri­
nin müm kün olduğu sürece m odem yaşam içerisindeki gerçek liği­
ni v e işlev in i kaybetm eyecek gü çsel-irad esel m ücadelelerin top­
lum sal m ekânda yer bulm asını m ümkün kılacak rasyonalize ed ilm iş
biçim leri hem yaratm ış hem de keşfetm iştir.
Bu platformun yaratılması, burjuvazinin tarihsel-kalıcı başarısıy­
dı; v e buna bağlı olan entelektüalizm in tek taraflılıkları acım asızca
deşifre ed ilm iş olsa b ile, yin e de bu başarının önem ine saygı d uy­
mak mümkündür. Burjuva bilin ci, bu entelektüalizm le kendi rasyo-
nelleştirm esinin sınırlarını örtbas etm eye çalışıp b öylece sırf tartış­
malarla reel çelişm elerin tam am ıyla üstesinden gelinebilir imajını
yaratmayı hedeflem iştir. Ancak iş b öyle olunca, politiğin alanında,
teoriyi pratikten ve düşünm eyi istem ekten ö z se l olarak ayıram adı­
ğım ız y en i bir düşüncenin oluştuğunun da farkına varmamıştır.
Toplum v e politika tarafından tem ellenen k ısm î bilgilerin karşı­
lıklı tam am layıcı niteliğini hiçbir yerde daha net tespit etm ek m üm ­
kün değildir. Zira, burjuva-demokratik düşünce tarzının kendi sınır­
larına dayandığı tam bu noktada, sosyalist düşünce tarzının ortaya
çıktığım ; sosyalist düşünce tarzının kendi dirim sel bağlılığından ha­
reketle, daha ön cek i düşünce tarzlarının karanlığa terk etm iş old u ­
ğu olgulara ilgiyle yaklaştığını görüyoruz.
P olitik hareket serbestisinin, parlamenter yapılarla ve onlarla
bağlantılı tartışmalarla sınırlı kalmadığını, bunların daha ziyade yeni
bir düşünsel yön tem le kavranabilir ekonom ik-toplum sal yapısal
koşulların gölgeleri oldukları, tüm bunlar M arksizm in, daha yüksek
bir düzeyden bakıldığında, bakış alanının gen işlem esi ve asıl politik
hareket serbestisinin gittikçe daha da belirginleşm esi anlamına g e ­
len keşifleridir. İdeoloji olgusunun k eşfi, yap ısı itibariyle, bu bil­
g iy le ilintilidir. Bu, “pür bir teori”ye karşı “varoluşa bağlı düşün-
c e ”yi -fa z la sıy la tek taraflı olsa d a - ikam e etm e denem esidir.
Ve nihai olarak, son olarak in celed iğim iz karşıta yeniden d eğin ­
m ek gerekirse: M a rk sizm ^ jlitik -ta rih sel alanın pür yapısal zem i­
nini görüp, ona fazlasıyla vurgu yapm ışken; faşizm in dünyayı algı­
lam ası ve kavraması, yaşam ın şekillenm em iş kısm ına, sınıfsal güç­
lerin âdeta g ev şem iş olup “şaşk ın lığa” dönm üş olduğu, bir anlık
için kitlesel varlıklara dönüşm üş olan insanların eylem lerinin önem
kazandığı, v e her şeyin bu ana hükmeden hücum gruplarına v e on­
ların F ührer’ine bağlı olduğu kriz durumlarının hâlâ varolup önem
kazandığı “anlar”ına vurgu yapmaktadır. (Ufukta sık ça görünen) bu
olasılıklar, tarihsel olanın tek niteliği biçim inde gösterildiğinde, ta­
rihselin kısm î bir evresine fazlasıyla vurgu yapılarak bu evrenin
varsayım sanm ası sö z konusudur.
D olayısıyla, teorilerin politik olan içinde zen gin leşm esi, büyük
ölçüd e toplum sal akış bünyesinde m eydana gelen tekil “g ö zlem ci
kulelerin” (bakış açılarının) bu akışı bizzat farklı farklı noktalarından
hareketle görünür kılmalarından kaynaklanmaktadır. Bununla bir­
likte, çok farklı toplum sal-dirim sel içgüdüler ön em kazanmaktadır.
D olayısıyla, ilişkiler bütününün çok farklı alanları incelenip onlara
daim a karakteristik ve diğer unsurları d ışlayıcı bir keskinlikle yak­
laşılmaktadır.
Tüm politik veçheler, tarihsel bütünlüğün bünyesinde m eydana
gelen tekil bakış açılarının toplu bir bakış sağlam ayacak kadar kap­
sam lı olm ası nedeniyle kısmîdirler. A ncak, tüm bu g özlem sel v eç­
helerin birbirleriyie kıyaslanm ası, tarihsel-toplum sal olanla aynı
akışta ortaya çıkm ış olm aları ve kısm îliklerinin de oluşan bir bütün
içerisinden m eydana gelm esi nedeniyle mümkündür, dolayısıyla
onlara toplu bakış şeklind e yaklaşm ak sürekli ve yeniden yerine
getirilm esi gereken bir görevdir.
M evcut k ısm î bilgilere sürekli yen ilenm esi gereken bir toplu ba­
kış biçim inde yaklaşm ak, sentezci denem elerin -a y n ı salt taraflılık­
la tem ellenen bilgilerde olduğu g ib i- belli gelen ek lere sahip olduk­
ları oranda mümkündür. Ki, daha H egel, göreli olarak kendi içine
kapalı bir çağın sonunda yaşayarak, kendi zam anına kadar birbirin­
den bağım sız gelişen bu yönelim leri bir bütün olarak konu etm eye
çalışm ıştır! Her ne kadar bu sentezler, daima bakış açısına bağlı sen­
tezler olarak ortaya çıkıp, gelişim leri süresince (örneğin bir sağ ve
sol H egelciliği yaratarak) yeniden çözü lseler de, bu, mutlak değil
göreli sentezler olm uş olduklarını d olayısıyla da içinde en tem el va­
adi barındıran bir yön e işaret ettiklerini gösterir sadece.
G örüşüm üzce, mutlak ve zam ansız bir sentez talebinde bulun­
mak, entelektüalizm in durağan dünya im ajına geri düşm ek anlam ı­
na gelirdi. Her şeyin sürekli olarak oluşm akta olduğu bir alanda,
buna uygun sentez olsa olsa, zam an zam an yeniden oluşturulm ası
gereken dinam ik bir sentez olabilir. B ö y le bir niteliğe sahip olan
sentez, zam ansallık içerisinde bütüne ulaşılabilecek en kapsam lı ba­
kış açısını sağlam ak gibi en önem li vazifelerden birini çözm ek du­
rumda kalacaktır.
S en tezci denem eler, birbirinden bağım sız olarak m eydana g e l­
mezler; zira, bir sentez, daima zam anının güç v e veçhelerini ö zetle­
yerek diğerinin zem inini hazırlar. Sentezler, bu toparlayıcı bakışı g i­
derek g en işleyen düşünsel bir tem elden hareketle ed in m eye ça lış­
tıkları oranda, içlerinde ütopik bir sona ulaşm a anlamında mutlak
bir senteze doğru belli bir ilerlem e m eydana gelecek tir (ki, bu du­
rumda, bir sonraki sentezler bir öncekileri bünyelerinde eriterek bir
şekilde içlerinde barındırırlar).
D üşüncelerim izin ulaştığı şu anki aşam ada, göreli sen tezle ilg i­
li iki problem le karşı karşıyayız.
İlk problem , bir bakış açısının kısm îliğinin bile artık salt n icelik ­
sel bir kısm ilik olarak d ü şü nü lem eyeceğiyle bağlantılıdır. Politik
dünya görüşüyle ilg ili bilgilerin bölünm üşlüğü, her birinin tarihle
ilgili olup bitenlerin sadece b elli bir tarafına, belli bir yanına, belli
bir içeriğine ışık tutmasından ibaret olsaydı, o zaman kolaylıkla
özetleyici bir sentezden bahsedilebilirdi: Ki, o zaman yapılm ası g e ­
reken tek şey, k ısm î doğruları toplam ak ve bir bütün şeklinde bir­
leştirm ek olurdu.
Ancak, kısm î bilgilerin bakış açısına bağlılığının sırf içeriksel un­
surlardan kaynaklanm adığını, daha ziyade daha veçhelerin, proble-
m atiklerin bölünm esinde ifade bulduğunu v e ö zellik le düşünsel ka­
tegorilerin v e d üzenlem e prensiplerinin bölünm esinden kaynaklan­
dığını gördüğüm üz zaman, artık sentezin bu denli basit bir kavram-
sallığı düşünülem ez. Problem şudur: D üşünce tarzlarının da (ki biz,
bununla, düşünce biçim leri arasındaki yukarıda nitelediğim iz fark-
lılıklan anlam aktayız) sentez şeklinde birleşm esi mümkündür? Ta­
rih, burada da, b öyle bir birleşm enin m üm kün olab ileceğin i g ö ste­
rir. D üşü n ceyle ilg ili her som ut, sosyolojik -ü slu p tarihiyle ilgili
analiz, düşünce tarzlarının kesin tisizce birbirine karışıp, birbirine
karşılıklı olarak nüfuz ettiklerini göstermektedir.
D üşüncede üslupsal sentezler, sadece (H egel gib i) az ya da çok
tüm zam anı zihinsel olarak kavramak isteyen örnek sentezcilerde
d eğil, en azından kendi tarafında oluşm akta olan gerilim leri bütün­
leştirm eye am açlayan diğer bakış açılarında da yer bulmaktadır. Ör­
neğin Stahl , m uhafazakârlık adına, o zam ana kadar m uhafazakârlı­
ğı şekillendiren (tarihselcilik v e tanrıcılık gib i) tüm düşünsel e ğ i­
lim leri birbiriyle ilişkilendirm eye çalışm ıştır. M arx ise, gen el bir
kurallılık arayışı içinde olan liberal-burjuva düşünceyi, bizzat m u­
hafazakâr içtepilerden doğan H egelci tarihselcilikle ilişkilendirm e­
y e çalışmıştır. D em ek ki, sad ece düşünsel içeriklerin d eğil, düşün­
sel tem elin de sentezci ilişkiler kurma kabiliyetine sahip olduğu
aşikârdır. D üşünce, gittikçe artan ve yoğu nlaşan problem lerin üste­
sinden geleb ilm ek istediği zam an, daim a kategorik-biçim sel bir
kavrama yeteneğinin geliştirilm esin i am açlam ak durumunda oldu­
ğu için, şu ana kadar birbirinden b ağım sız olarak gelişen düşünce
tarzlarının bu sentezi daha da ön em liym iş gibi görünmektedir. Te­
kil v e taraflı bakış açılarının bile sentezci düşünsel yöntem ler g eliş­
tirdiklerini düşündüğüm üzde, başından beri içinde barındıkları her
bir olası bütünselliği yansıtabilen bakış açıları bunu hele hele yapar­
lar.

Sentezin Taşıyıcısına İlişkin


Problem .
Problem atiğin bulunduğu bu aşam adaki ikinci güçlük şudur: S en ­
tezlerin toplum sal ve politik taşıyıcıları nı nasıl tasavvur edebiliriz?
Hangi politik istem in çözü m e ulaştırılm ası düşünülebilir; bu istem ­
lerin toplum sal m ekânda gerçekleştirilm esini kim ler talep edebilir?
N asıl biraz ön ce, dinam ik -g ö r e li bir sentezin yerine aniden za­
man ü stü - mutlak bir sentezin h ed eflen m esiyle birlikte, durağan
bir tarzda düşünen bir entelektüalizm d üzeyin e gerilem ek sö z ko­
nusu idiyse; burada da, politik düşüncenin şu ana kadar vurgulanan
iradeciliğini gözd en kaçırma ve sö z konusu sentezin yerini, sözde
toplum üstü bir ö zn eye bırakma tehlikesi sö z konusudur. Politik dü­
şünce, belli bir bakış açısına büsbütün bağlı bir hale gelm işse, o za­
man bütünlükçü bir senteze ulaşm ayı h ed efleyen bu iradenin de
belli toplumsal taşıyıcıları olm ası gerekir.
Ve gerçekte de, politik düşünceler tarihine baktığım ız zaman,
senteze ulaşm a iradesinin daim a toplum sal olarak kesin v e belirle­
nebilir tabakalarca taşındığını görm ek mümkündür: Ki bu tabakalar,
en başından itibaren kendini hem alttan hem de üstten tehdit altın­
da hisseden ve toplum sal-içgüdüsel olarak uçlar arasında bir y ol
arayan orta sınıflardan ibarettir. A ncak bu ortayı bulm a arayışı, ba­
şından beri, biri durağan diğeri dinam ik olan iki yön elim e sahipti.
H angisine daha yakın olunabileceği, büyük oranda taşıyıcılarının
toplum sal konumlarına bağlıdır.
Ortayı bulm anın durağan biçim inin arayışı içine giren v e bu or­
tayı genelinde “juste m ileu” [adil orta(m)] d iye adlandıran ilk taba­
ka -F ran sız burjuva krallığı d ön em in d ek i- yükselen burjuvaziydi.
A ncak bu parola, (dinam ik olm ası gereken) gerçek bir sentez o l­
maktan çok onun karikatürüdür. D em ek ki gerçek sentezci bir çö ­
züm b öyle olmamalıdır.
G erçek sentez, o an için toplum sal m ekânda m evcut taleplerin
nicelik sel ortası anlam ına gelm ez. Bu, sadece ve sadece, toplum sal
ganim etlerinin ne “sağ”dan ne d e “soI”dan tehdit altında bulunm a­
sını istem eyen, toplum sal bir statünün daha yeni yeni yükselm iş
olanlar lehine istikrara kavuşturulm asına yarayan bir çözü m anla­
m ına gelirdi. O ysaki, tam tersine, bünyesinde birikm iş kültürel d e­
ğerlerden v e toplum sal enerjilerden m üm kün olduğunca fazla şeyin
geride kalacağı v e tarihin ilerici bir şekilde ilerlem esini teşvik ed e­
b ilecek bir politik tutum sö z konusu olm alıdır. Yeni statü, aynı za­
manda, tüm kapsam lılığıyla ve olabildiğince organik bir b içim d e ön
plana çıkarak, biçim değiştirici gücünü gösterebilm elidir.
Bu tutum, tarihsel şim d iliğe karşı ö ze l bir uyanıklılık gerektirir.
Tarihsel ve toplum sal anlamdaki m ekânsal “h ic” [buradalık] v e za-
F: 12/ ideoloji ve Ütopya
mansal “nunc” [şim dilik], her zam an olmalıdırlar; ve, duruma göre,
artık neye gereksinim duyulm adığını, neyin henüz mümkün olm adı­
ğını bilm ek gerekir.
D aim a deneyim lerle yaşayan ve, içinde toplum sal bir duyarlılık
geliştiren dolayısıyla yönünü dinam izm ve bütünselliğe göre tayin
eden böyle bir tutuma sahip çıkılm ası, ortada konumlandırılmış bir
sınıftan d eğil, ancak göreli bir sın ıf tem eli olm ayan ve d olayısıyla
toplum sal mekânda gereğinden katı konum landırılm am ış bir taba­
kadan beklenebilir. Tarihe bu tespitten hareketle yaklaştığım ız za ­
man, çok belirgin sonuçlara varabiliriz.
K esin bir şekilde konum landırılm am ış, göreli olarak sın ıf tem e­
li olm ayan bu tabaka (bunu, A lfred W eber’in term inolojisini kulla­
narak ifade etm ek gerekiyorsa eğer), toplum sal olarak serbestçe
süzülen entelijensiyada. Ki, en telijensiyayla ilgili zor sosyolojik
problemin bu yazı bağlamında ve ayrıntılı olarak ele alınm ası m üm ­
kün değildir. A ncak, burada prensip olarak sö z konusu edilen prob-
lem atiğin betim lenip çözüm e ulaştırılm ası bu problem e ait belli m o­
m entlere değinm eden de mümkün olm ayacaktır. Sadece sınıflan te­
m el alan bir so sy o lo ji, bu olguyu asla tam olarak kavrayam az. B iz­
zat enteljjensiyayı bir sın ıf olarak ya da en azından bir sınıfın ek lem ­
lenm esi olarak kavramaya çalışacaktır. Bunu yaparken, bu serbest­
çe süzülen toplum sal bütünün b elli belirleyicilerini ve bileşenlerini
doğru bir şek ild e niteleyebilecektir; ancak bu bütünü tüm ö z e llik ­
leriyle nitelem esi mümkün olamayacaktır. Gerçi, entelijensiyam ızın
önem li bir bölüm ünün, yaşam ını sanayi ödünç serm aye ile sürdüren
em eklilerden oluşan bir en telijensiya olduğu kesindir. Aynı şekilde,
gen iş m em ur tabakaları ve sözüm ona serbest m eslek m ensuplarını
da entelijensiyadan saym ak gerekir. Tüm bu gruplar toplum sal te­
m elleri yönünde bir araştırmaya tabî tutulduğunda, ortaya ek on o-
* freeisch w eben den s: temel olarak burjuva sınıflara dayanan, ama şu anda ve
şimdi, sınıfsal olarak: Aidiyeti olmayan, bağlantısız kesim. [Bu kesimin burju­
vaziyle ekonomik bağlan zayıflamıştır,. Ama, kültürel varlık, hâlâ temel-ideolo-
jik bir ilişki biçimi olarak varlığını kendiliğinden bir tarzda sürdürür. Bu kesim,
içinde doğduğu, büyüdüğü ve eğitildiği ekonomik-politik sınıfa, antagonist
sınıflardan birinin örneğin proletaryanın saflanna geçerek-eklemlenerek ihanet
etse bile, kaynaklandığı sınıf ,yani burjuvazi, onu tekrar arasına almaya hazırdır;
kültürel ideolojik bağlar dışında, onun kan bağları da hâlâ burjuvazinin
arasındadır.] bkz.: s. 181 ve so n ra sı— ç.n.
mik sürecin doğrudan parçaları olan tabakaların aksine, çok kesin
bir konumlandırma çıkm az.
Som ut bir zam ansal noktaya yönelen bu sosyolojik analize ta­
rihsel bir analiz eklediğim izd e, eld e edilen yapısal tablö daha da
karmaşık olacaktfr: Tarihsel ve toplum sal m ekândaki kaymalar, bir
grubu olum lu, başka bir grubu olu m suz yönde etkileyebilir; d olayı­
sıyla, sın ıf tem elli hom ojen bir belirlenm işlikten sö z edilem ez. S ı­
nıfsal açıdan bakıldığında, bir bütün olarak değerlendirilebilm ek
için fazlasıyla çok yönlü olm akla birlikte, entelektüellerden oluşan
gruplar arasında yin e de birleştirici bir sosyolojik bağ vardır: Bu
bağ, kendilerini yepyeni bir şekilde birbirine bağlayan eğitim bağı­
dır. Ortak eğitim değerlerine katılım , doğuştan gelen-tabakasal,
m eslekî v e m ülkiyetten kaynaklan farklılıkları yön elim sel olarak
gittikçe yok edip bireysel ve eğitim li kişiler arasında aldıkları e ğ i­
tim doğrultusunda bir bağ kurarlar.
Tekil bireylerin tabakasal ve sın ıf tem elli bağlılıkları bu şekilde
büsbütün ortadan kalkm az; ancak, bu karşıt güçlerin boy ölçü şeb i­
lecek hom ojen bir ortam yaratarak belirleyicilerin çok yönlülüğünü
çok se sliliğ iy le m uhafaza etm ek, tam da bu yeni tem elin en ön em ­
li özelliklerindendir. D olayısıyla canlı bir çatışm a olarak m odern e-
ğitim , başından beri, toplum sal m ekânda birbiriyle m ücadele eden
istem v e yönelim lerin küçültülm üş bir suretidir. E ğitim li kişi, buna
karşılık olarak, tinsel ufku sö z konusu olduğunda çok yönlü bir be-
lirlenm işlik içindedir. Edindiği eğitim sel değerler, toplum sal ger­
çekliğin kutuplu yönelim lerdeîı ibaret olduğunu öğretir ona. O ysa­
ki eğitim den hareketle bütünsellikle bağ kurmayan, daha ziyade
toplum sal üretim sürecine doğrudan katılan kişi, yön elim sel olarak
sadece b elli yaşam çevrelerinin dünya görüşünü ben im seyip sırf
kendi som ut konumlandırm asının belirleyiciliğinden hareketle e y ­
lem de bulunur.
İçindeki tinselliğin, (bundan önceki birçok kültürde olduğu g i­
bi), (ruhban sınıfı gib i) tutumu toplum sal konum uyla belirlenen bir
tabaka tarafından d eğil, yön elim sel olarak sürekli g en işley en bir
toplum sal zem inden beslenerek yenilenen ve toplum sal olarak bü­
yük ö lçü d e serbestçe süzülen bir tabaka tarafından tem sil ed ilm esi,
m odem yaşam ın en belirgin özelliklerindendir. B ö y lec e basitleşti­
rilm iş—ö zetley ici bağlan olm am akla birlikte şekillendirilm em iş ve
ayrıca köşeleri törpülenm em iş olan, dinam ik, esnek, sürekli d eğ i­
şen v e aynı zam anda problem ler de içeren m odern tinselliğin özel­
liği, önem li ölçüd e bu sosyolojik gerçek tarafından belirlenm ekte­
dir.
Kaldı ki, hüm anizm de, kendini toplum sal açıdan özgürleştiren
bu türden bir tabaka tarafından tem sil edilm iştir. H üm anizm in kül­
türel taşıyıcısının aristokrasi olduğu zamanlar bile, tabakasal zihni­
yetin katı konumsal bağlılıkları birçok konuda yıkım a uğratılmıştır.
K endini toplum sal olarak büsbütün soyutlayan bir eğitim sev iy esi
ise, ancak burjuvazinin yü kseldiği dönem lerde varolmuştur.
Modern burjuvazi, oluşum u gereği başından beri çift yönlü bir
toplum sal kökene sahiptir: Bir yanda bizatihi serm ayenin taşıyıcıla­
rı, diğer yanda ise tek serm ayeleri eğitim leri olan bireyler. Bu yü z­
den de aynı zam anda eğitim li sınıftan ve serm aye sınıfından söz
edilm ekteydi; ki, eğitim li tabaka m ülk sahibi olan tabakayla mutla­
ka ideolojik bir ö zd eşlik içind e bulunm ak zorunda d eğild i.37
B ö y lece, sınıfsal açıdan gittikçe daha da bölünen bir dünyada,
sadece sınıflara yön elen bir sosyoloji tarafından ya hiç kavranama­
yan ya da güçlükle kavranabilen fakat ö zgü l toplum sal konum lan­
dırılm ası açısından da kolayca tasnif edilebilen bir tabaka m eydana
gelm iştir. Bu tabaka bir orta oluşturmaktadır, fakat bu, sınıfsal bir
orta değildir. Bu tabaka, vakum lu bir m ekânda dolaşırcasm a ya da
başka bir d eyişle sınıflann üstünde-sınıflardan bağım sız süzülm edi-
ği (bağım sız konumlanm adığı gibi -ç.n.) gib i, tam tersine içinde
toplum sal mekâna nüfiız eden tüm içtepileri de banndırır. Entelijen-

37 Bkz.: Brüggemann, Fr.: D er K a m p f um die bürgerliche W elt- und Leben­


sanschauung in der deutschen Literatur des 18. Jahrhunderts [On Sekizinci
Yüzyılda Alm an Edebiyatında Dünya ve Yaşamla İlgili Burjuva Bakış Açısı
İçin Verilen M ücadelenin Yansımaları]. Deutsche Vierteljahresschrift fü r
Literaturwissenschaft und Geistesgeschichte [(Ü ç ayda bir yayım lanan) A l­
man Edebiyat Bilim i ve Tinsel Tarih Dergisi]. H alle 1925. Üçüncü Y ıl, s. 94
ve devam ı. Burada, burjuva edebiyatçıları arasında sürekli yeniden parıl­
dayan “burjuva üstü” b ileşene çok iyi değinilmiştir.
siyanın oluşturduğu tabakanın tekil gruplan ne kadar çok sın ıf v e ta­
bakadan oluşuyorsa, y ön elim sel olarak aralarındaki bağı oluşturan
eğ ilim sel olgu da bir o kadar çok yönlü v e kutuplu olacaktır. O za-
m%n birey, birbiriyle çatışan yön elim ler bütününe az ya da çok ka­
tılır.
Üretim sürecine, sınıflara ya da belli bir yaşam tarzına bağlı ola­
rak doğrudan katılan bir kişinin konum u, sadece ve sadece özgü l
varoluşla ilgili toplum sal süreç tarafından belirlenirken; bir ente­
lektüelin konumu, özgü l sınıfsal aidiyetlerinin yanı sıra, daim a tüm
toplum sal kutuplulukları içeren tinsel şartlar aracılığıyla da belirlen­
mektedir.
Bu toplum sal durumdan, bu tabakanın daha önem li tem silcileri­
nin, birbiriyle dinam ik bir şekilde çatışan güçlerin anlayabilm esini
sağlayan toplum sal duyarlılık göstereb ilecek potansiyel bir enerji
yayılm ıştır daima. Bu bağlamda, her şey dünyanın yeniden konum-
landınlm ası çerçevesinde sürekli olarak yeniden sorgulanıyordu.
A ncak, tam da kültürel bağ sayesinde, bütünsellikle o denli bir iç
içe girm e m eydana gelm iştir ki, dinam ik sentez yönündeki eğ ilim ,
daha sonra d eğ in eceğ im iz tüm geçici m askelem elere rağm en, sü­
rekli olarak yeniden ön plana çıkmıştır.
Şim d iye dek, entelektüellerin serbestçe süzülm elerinin sadece
olum suz yanlarına, toplum sal tem ellerinin istikrarsızlığına, v e zih­
niyetlerinin özgürsüzlükçü yanm a d eğin ilip onlara vurgu yapılması
tercih edilm iştir. Bu tutumu daha sonradan “k işilik siz” d iy e adlan­
dıran, ö zellik le keskin kararları alan politik uç akımlardı. Sorulması
gereken şey şudur: Politik alanda dinam ik bir sentez yönünde alı­
nan karar, tıpkı dünün prensiplerinin acım asızca tem sil ed ilm esi ya
da gelecek günün tek taraflı olarak vurgulanm ası kadar kayda değer
bir karar değil midir?
Ortada konumlandırılmanın yarattığı bu durum, öncelikli olarak
serbestçe süzülen entelijensiyanın gerçekte d e sapm ış olduğu iki
yolla sonuçlanmaktadır: îlk yol, büyük ölçü d e özgür bir seçim so ­
nucu birbiriyle çatışan fa rk lı sınıflara eklemlenmekten-, ikinci yol
ise, kendi kökenlerini hatırlamaktan, bir ö zm isyon aramaktan ve
bütünün tinsel çıkarlarının seçkin avukatı olm aktan ibarettir.
İlk yola, gelince; gerçekte de tarih boyunca göreli olarak serbest­
çe süzülen bu tabakanın tem silcilerine neredeyse tüm kamplarda
rastlamak mümkün olmuştur. Köklü yapıları n edeniyle, düşünsel-
teorik tutumları güçlükle içselleştirebilen m uhafazakâr grup teoffs-
yenleri daima bu tabakadan çıkmıştır. Yanı sıra, m odem siyasî mü­
cadele açısından v azgeçilm ez önem deki eğitim araçlarına ulaşm a­
nın önkoşullarına içind e bulunduğu toplum sal koşullar nedeniyle
sahip olm ayan proletaryanın teorisyenleri de bu tabakadan çık m ış­
tır. Liberal burjuvaziyle işbirliğinden ise, daha ö n ce sö z etm iştik.
Bu tabakanın üyeleri, gen el olarak tüm tutumlara anlayışla yak­
laşmaları v e sınıfsal seçim ler yapmak gibi bir özgürlüğe sahip o l­
maları nedeniyle, kendilerini sınıfsal olarak yabancı oldukları her­
hangi bir gruba eklem leyebilm işlerdir. O ysaki kesin sınıfsal ko­
num lanm a sürecinde yer alan bireyler ancak istisnai durumlarda
toplum sal bağlarının ötesin e geçen eylem lerde bulunabilirler. Ö z­
gür seçim sonucu m eydana gelen bu karar, entelijensiyayı politik
m ücadele sırasında seçm iş olduğu sınıfa bağlıyordu; fakat seçilen sı­
nıfın köklü bireyleri, entelijensiyaya her zaman belli bir gü v en siz­
likle yaklaşmıştır. Bu gü ven sizlik, entelektüellerin yabancısı olduk­
ları bir sm ıfa^eklem lenm e istem lerinin ve tinsel-tabakasal belirlen-
m işliklerinin sınırlılıklarıyla bağlantılı olan sosyolojik gerçeğin sa­
d ece bir semptomudur. İşaret edilen sosyolojik gerçeğin gücü (ya
da t e p k i-f .n.), entelektüel konum unda bulunan bir proleteri bile sü­
rekli olarak etkisi altına alır. Fakat bu nokta, b öyle bir gü v en sizlik ­
le karşı karşıya kalan entelektüel ruhun saptığı yolların tüm safsata­
larını betim lem enin yeri değildir. A ncak yin e de, radikalleşen en te­
lektüel fanatizm inin tam da bu noktadan hareketle an laşılab ileceği­
ne de işaret edilm elidir. Bu fanatizm i, kendini toplu m sal-dirim sel
nitelikte bir yere konumlandırm a eksikliğinin tinsel karşılığı ya da
içsel ve dışsal gü ven sizliğin in bir şekilde üstesinden gelm e zorun­
luluğu olarak değerlendirebiliriz.
Tekil entelektüellerin saptıkları bu yolu ve k esik siz istikrarsızlık­
larını yargılayabiliriz elbette; ancak bizim için önem li olan, bu tu­
tumlarını yapısal durumlarının sosyolojik özelliklerinden hareketle
anlamaya çalışmaktır. Toplum sal suç ve günah, belli bir konum lan­
dırmanın olum suz sonuçlarından başka bir şey değildir. Kendi m is­
yonunu tem ellendiren noktanın tespit ed ilm esi yerine, bu konum ­
landırmanın içerdiği baştan çıkarıcı özelliklerine kanılmaktadır.
Toplum sal bir konumlandırmanın değerini, sırf o konumlandırma­
dan kopuş açısından değerlendirm ek ve entelijensiyanın birçok kez
tanık olunan “k işilik siz”liğinin arka yüzünde bir dünya görüşü edi­
n eb ileceği gerçeğinin kabul ed ilm em esi kadar yanlış bir tutum o la­
m az. Tarihsel açıdan bakıldığında, tini, toplum sal olarak yurtsuzlu-
ğa iten tarih, deneyim lerini işaret edilen yanlışlıklarla da sürdürür.
Sürekli tekrarlanan bu ek lem lenm e çabaları ve dışa itilm eler, so ­
nuçta toplum sal m ekândaki konum lanm anın anlam ve değerini g i­
derek daha şe ffa f bir hale getirir.
Daha sınıflara ve partilere doğrudan eklem lenm enin bu ilk yolu,
bilinç d ışı da olsa dinam ik bir sentez adına gerçekleşm iştir. K i, ta­
rafına geçilenler, daim a tinsel teşvik e ihtiyaç duyanlardı. Pür çıkar
m ücadelesini tinselleştiren, daim a entelektüeller olmuştur. Bu tin-
selleştirm enin iki yanı var: Bir yanda çıplak çıkarların yani, çabala­
rı sırf haklı çıkm ak olan düşünürlerin yalanlardan ibaret örgülerinin
anlam sız putlaştırılması; öte yanda, belli tinsel taleplerin aktif poli­
tikaya sokulm asıyla ilgili olum lu nosyon; Partilere ve sınıflara ek ­
lem lenm elerine karşın sadece bu son konuda etkili olab ild iyseler
b ile, ço k önem li bir şey yapm ış olurdular. Parolası, “kendi taleple­
rim izi gerçekleştirebilm ek için, çatışan taraflara sızm alıyız” olab i­
lecek b ö y le bir eylem sellik , serbestçe süzülen bu tabakanın so sy o ­
lojik ö ze lliğ in e ve m isyonuna tarihsel açıdan yeterince ışık tutm uş­
tur.
İkinci y ol ise, kendi toplum sal konum unun ve buradan kaynak­
lanan m isyonun som utça bilincine varılm asından başka bir şey d e­
ğildir. E klem lenm e ya da m uhalefette bulunm a ise, bundan b öyle
toplum sal m ekânda tinsel unsurun gereksinim leri nedeniyle yer bu­
lan b ilin çli bir yön elim le gerçekleşecekti.
M evcut dünyanın tem el yönelim lerinden biri, sın ıf bilincinin ya­
vaş yavaş tüm sınıflarda uyanm asından ibaret ise; bu toplum sal ta­
bakanın da - s ı n ı f bilinci olm asa d a - konum landırm asıyla ve bun­
dan kaynaklanan problem ler ve olasılıklarla ilgili net bir bilince
varması da kaçınılm az olacaktır. E ntelijensiyayla ilg ili sosyolojik
olguyu anlam a ve buradan hareketle politika hakkında açıklam alar­
da bulunm a çabasının da, entelijensiyayı ek lem len m eye iten birinci
yol gibi kendine ö zg ü gelenekleri vardır.
Burada sö z konusu olan, başlı başına bir entelektüeller politika­
sının imkânlarını ayrıntılı olarak incelem ek değildir. B ö y le bir in ce­
lem e, m uhtem elen bu türden bir politikanın m evcut evrede m üm ­
kün olam ayacağını ortaya çıkarırdı. Çıkarla ilgili bakış açılarının g i­
derek daha net ortaya çıktığı, itici güçlerini v e yönelim lerini kitle­
sel ey lem lerle belirledikleri bir tarihsel evrede, politik eylem in
bundan farklı bir yön elim i olam azdı her halde. A ncak ifade ettikle­
rimizin hiçbirisi entelijensiyanın özgü l yapısal konum lanışı ve dola­
y ısıyla süreçsel bütünle ilişkisi açısından yeri doldurulam ayacak ba­
şarılar elde ed em eyeceği anlamına gelm ez. Fakat bu başarılar, ö n ­
celik li olarak, olaylar çerçevesin de bütünsel bir yön elim i ve kapka­
ra bir g eced e b ekçilik yapabilm eyi mümkün kılan herhangi bir nok­
tayı bulmaktan ibarettir. Entelektüeller politika alanına tüm diğer
tabakalardan çok daha farklı bir şekilde girerler, bu özgü l konum ­
lanmanın içerdiği tüm imkânların kolayca göçük altında kalmasının
kolayca rıza gösterilebilecek bir şey olup olm adığı da ayrıca tartış­
malı bir konudur.
A z ya da çok ama kesin bir sınıfsal konum tarafından belirlenen
tabakaların siyasî kararları önceden belirlenm iş iken, burada seçim
yapm akla ilgili çok daha gen iş bir hareket serbestisi mevcuttur, d o ­
layısıyla da bütünsel bir yönelim ve toparlayıcı bir bakışa gereksi­
nim vardır.
Konum landırm adan kaynaklanan bu hassasiyet bu konum lan­
manın asla tek düze bir taraflılığın oluşm asına yol açam ayacağı du­
rumlarda da mevcuttur. B ütünsel bir yönelim , entelektüellerin bir
partiye katıldıkları zam an bile, p otansiyel olarak canlı kalabilir.
G eliştirilm iş bir toplu bakışta bulunm a y eten eği, sadece bir kusur
olarak mı değerlendirilm elidir; yoksa içinde bir m isyonu barındıra-
maz m ı? S adece v e sadece seçm e özgürlüğüne sahip olan bir kişi,
toplum sal-politik yapının bütününün tüm özellik leriyle ele alınm a­
sını isteyebilir. S en tezci araştırmaların başlangıçtaki sosyolojik -
mantıksal m ekânı, esas olarak istişariliğe atfedilen dönem lerde ve
gözlem sel evrelerde aranmalıdır. Ve gerçek bir karan, sadece seçm e
olasılığıyla tem ellenen, d olayısıyla karardan sonra da inşa edici bir
süreçte varolan bir özgürlük müm kün kılabilir. M evcut yön elim le­
rin gerçek anlamda karşılıklı iç içe girm elerini, çok farklı toplum sal
kökenlerden gelen bireylerin sürekli ve tekrar tekrar katıldıkları bu
türden serbestçe süzülen bir ortanın varlığına borçluyuz; yukarıda
d eğin ilen v e sürekli biçim de yeniden oluşturulacak sentez, sadece
bu noktadan hareketle m eydana gelebilir.
D inam ik sentez talebine gelince; rom antizm , toplum sal konum ­
lanm ası nedeniyle dinam ik sentez talebini programına dahil etm iş­
ti. Bu durumun o zam anlar muhafazakâr bir karara yol açm ış olm a­
sıyla ilgili gerçek ise, bu talebin yapısına ait bir parçadır. Bir sonra­
ki kuşak ise, tam tersine, devrim ci bir karar alm ayı zam ana uygun
bulm uştu.
Bu bağlam da önem li olan, “canlı bir sentez oluşturm a” ve siya­
sî karar verm e ile içine önceden girilen bütünsel bir yönelim arasın­
da bağ kurma çabasının sadece bu gelişim çizgisin d e korunmasıdır.
B ö y le bir dinam ik orta sınıftan, parti okulları dışında çok şey bek­
lenm esinin nedeni bütüne yönelik bir bakış açısının ve gen ele ilg i­
nin korunduğu bir platform yaratma dürtüsüne sahip olmasıdır.
Tüm politik istem ve bilgilerinin kaçınılm az taraflılığının ortaya
çıktığı şu günlerde, aynı zam anda onların kısm îliği de bakış alanına
giriyorsa, bu tam da bu saklı içtepilere borçludur. B ilim olarak si­
yaset, tüm akımlara duyarlı olduğum uzda, dolayısıyla sosyolojik
kavranabilir bütünden hareket ederek politik istem leri ve dünya g ö ­
rüşlerini anlam a şansına sahip olduğum uzda ancak müm kün olur,
eğer Zam anım ızın yön elim sel bütününe eşdüşen daha fazla parti
okulu açılırsa, siya sî bir bilim in bu daha gelişm iş varyantın yaran-
na olab ilecek bir platformun (b içim sel de olsa) -is te r üniversite is­
ter yüksekokul şeklinde o ls u n - kurulması talebinin karşılığı o la­
bilecektir. Parti okulları sadece b elli yerlere konum landırılm ış ira-
dîgüçlere yönelirken, bu türden bir araştırmanın tem elinde seçim
yapm a ya da karar verm e aşam asında olan kişiler vardır. Katı çıkar
ilişkilerinden çıkıp gelen entelektüellerin bile, bu toplu bakış evre­
sini v e bütünsellikle ilgili bakış açısını gençlik dönem lerinden baş­
layarak edinm elerini istem ekten daha uygun bir şey olam az.
A ncak bu türden yüksekokullar, her şey e rağmen, “bağım sız-
lar”ın mekânı olmamalıdır; zira burada da am aç, politik kararın yok
ed ilm esi değildir. A ncak, istişari evreden g eçm iş olan bir öğretm e­
nin, ulaştığı m erkez aracılığıyla tartışmacı dinleyicilere konuşup bir
ilişkiler bütünü tablosu sunm ası ile öğretim ve araştırma sürecinin
ön em ini sad ece ön ced en belirlenm iş bir parti iradesinin geliştiril­
m esi olarak kavrayan bir anlayış arasında m uazzam bir fark vardır.
Ö ncelikli olarak b elli kararların em p oze ed ilm ediği, daha ziya­
de bu karara giden yolun hazırlıklarının yapılm ak istendiği bu tür­
den bir siy a sî so sy o lo ji, politik alanın şu ana kadar neredeyse hiç
ortaya çıkarılm am ış bağlanıldıklarına ışık tutabilmek dışında, ö z e l­
likle de toplum sal olarak b elli yerlere konum landırılm ış iradi yapı­
ları, sınıfsal olarak konum landırılm ış kararların belirleniş nedenleri­
ni, yani politika yapan herkesin g ö z önünde bulundurması gereken
v e belli yerlerde konum landırılm ış k olek tif iradî güçlerin saptığı
yolları açığa kavuşturacaktır. Ö rneğin, şu türden bağlanıldıklar ay­
dınlatılacaktır: Bir kişi şunu ya da bunu istediğinde, olayların cere­
yan ettiği b elli bir zam ansal noktada şö y le ya da b öyle düşünecek,
süreçsel bütünü de şö y le ya da b ö y le değerlendirecektir. A ncak, bi­
reyin şunu ya da bunu istem esi, şu ya da bu geleneklere bağlıdır; ki
bu gelenekler de toplum sal m ekânın şu ya da bu yapısal belirlen-
m işliklerinden kaynaklanmaktadırlar. Soruyu ancak bu şekilde so ­
rabilen birisi, bir başkasına politik alanın yapısal tablosuyla ilgili
bakış açısını aktarıp onun bütünselliği göreli olarak en kapsamlı şe­
kilde kavram asını sağlayabilir. Bu türden bir araştırmacı akım, tarih-
sel-p olitik düşüncenin özelliklerini giderek daha fazla açığa kavuş­
turup tarihe bakışla politik kararların birbiriyle hangi biçim lerde
bağlantılı olduğunu giderek daha belirgin bir biçim de tespit ed eb i­
lecektir. A ncak b öyle bir araştırmacı akım, aynı zamanda, kararların
öğretilebilir olduğunu ya da b elli bir zam ansal noktada yok ed ileb i­
lir olacağını düşünm eyecek kadar karmaşık bir politik akım olacak­
tır.
İstenilm esi gerekeni, politik bir insan olarak istem elisin; ancak
şunu ya da bunu istediğin zaman, şunu ya da bunu yapm alısın, ki
d olayısıyla zaten bu da -a y n ı zam an da- süreçsel bütünde edinm iş
olduğun yerindir.38
İradî karar, öğretilebilir olarak değerlendirilm em ektedir: Ancak,
kararlar ile bakış açısı, toplum sal süreç ile iradesel süreç arasındaki
yapısal ilişkinin aktarım v e araştırma konusu haline getirilm esi,
araştırmanın ü stlen eb ileceği bir görevdir. A ncak bilim olarak siya­
setten, bu bağlam da da, iradesel kararın öğretilm esini talep eden bir
kişi; bunun, gerçeklik olarak siyasetin yok ed ilm esi talebi anlam ı­
na g eleceğ in i de düşünm elidir. B ilim olarak siyasetten talep ed ile­
b ilecek tek şey, gerçek liğe, eylem d e bulunan insan g ö zü y le bakm a­
sıdır, v e bu insana, aynı zam anda, kendisine karşı eylem d e buluna­
nı da onun en doğrudan aktiflik m erkezinden ve tarih sel- toplum ­
sal m ekândaki konumlandırm asından hareketle anlam aya çalışm a­
sının öğretilmesidir. B ö y lesin e bir anlam taşıyan siyasî so sy o lo ji­
nin, tarihsel m ekândaki m evcut yönelim lere optim al toparlayıcı ba­
kışla yaklaşm anın ne kadar önem li olduğunun bilincinde olm ak z o ­
rundadır; öğretilebilir her şeyi öğretmelidir: Ö ğretilm esi im kânsız
olan, o lsa o lsa uygun bir şekilde bilince ulaştırılabilip gerektiğinde
d eğişim e uğratılabilen kararlan d eğil, yapısal ilişkileri.

S iya sî Bilginin Ö zelliği Üzerine.


Ş im d iye kadar ki düşüncelerim izi özetlem ek gerekirse eğer,
başta “B ilim olarak siyaset mümkün müdür, b öyle bir şey öğretile­
bilir m i?” şeklindeki soruya sadece olum lu bir cevap verebilir. Şu
var ki, burada çözüm olarak önerilen bilgi biçim i, alışılanın ötesin ­
de bir şeydir. Pür entelektüalizm , bu şekilde bozulm am ış v e prati-
38 (Çok farklı öncüllerden hareketle de olsa) daha Max Weber, aşağı yukan bu
anlamda siyasî bir sosyolojinin görevlerini ifade etmiştir. Weber’de, siyasî
araştırmacı alanda ortayı bulucu bir platformun oluşturulmasıyla ilgili
iradenin eski demokratik geleneklere dayanarak yeniden ortaya çıktığını
görüyoruz. Çözümü, hâlâ, teori ile kararın prensip olarak ayrıştınlabileceğine
ilişkin önkoşulla temellense de fazlasıyla; siyasî alanın araştırılmasını müm­
kün kılabilecek bir ortak platformun oluşturulmasına ilişkin talebi, sürekli
olarak tekrar tekrar amaçlanması gereken bir hedef niteliğini korumaya
devam etmektedir.
ğe o denli bağlı bir bilgi biçim ini kabul ed em eyeceği gibi, ona ken­
di yapısı içerisinde asla yer verm ez.
A ncak, bilim olarak siyasetin, b ilim sel hayatım ızda asıl şekliyle
yeri olm adığına ve bilim tasarım ızla çeliştiğin e ilişkin durum, poli­
tika aleyhin e yorum lanam az; daha ziyade, tüm b ilim sel tutumumu­
zu gözd en geçirm ek için bir teşvik olarak değerlendirilm elidir. Z i­
ra, bilim tasarım ıza ve b ilim sel faaliyetlerim ize, yüzeyden şö y le bir
baktığım ız zaman bile, hiçbir alanda, bir şekilde pratik yön elim li bi­
lim lerin teorik olarak üstesinden gelinem ed iğin i görürüz. Örneğin
nasıl gerçek bilim sel bir siyaset yoksa, aynı şekilde b ilim sel bir pe­
dagoji de yoktur. Zira, bu bilgi alanlarının en önem li sorunlarının
üstesinden gelinem ediği zam an, asıl pedagojik ve politik olanı “sa­
nat” ya da “sezg isel beceri” olarak ön em sem eyip gen el problem a-
tiğin dışına itm ekle elbette hiçbir yere varam ayız.
Canlı yaşam , hem pedagogun hem d e politikacının, tam da bu
özgü l ey lem sellik alanında, giderek daha çok bilgi sahibi olm ayı
başarıp bu bilgiyi uygun koşullarda başkalarına aktarabilme y ete­
neğine sahip olduğunu gösterm ektedir. D olayısıyla, bizim bilim
kavram sallaştırm am ız, gerçekte m evcut olan bilgi biçim lerinden
çok daha dar bir alanı kapsamaktadır; ve günüm üzde mümkün ve
aktarılabilir olan bilgiler, asla günüm üz bilim lerinin bittiği yerde
sona ermezler.
Ö te yandan yaşam , bilim in bizzat aktif m üdahalesini sona erdir­
d iği yerde, hâlâ b ilgisel olasılıklara ve kavrama m odellerine sahip
olursa eğer; çözüm , bu bilgi biçim lerinin -s a d e c e kendi bilim sel
çerçevenin dışına çıkm am a u ğru na- “bilim ö n cesi” biçim ler olarak
ön em sen ip “se zg i”ye terk ed ilm esind en ibaret olam az. Tam tersine
yapm am ız gereken, henüz yeterince incelenm em iş olan bu bilgi bi­
çim lerini ö zleriyle kavramak, ve gelen ek sel-b ilim sel ufkun v e tasa­
rıların bu sözd e bilim ön cesi bilgi alanlarını da içlerine alacak şekil­
de g en işletilip gen işletilem ey eceğ i sorusunu sormaktır.
N eyin b ilim sel, neyin bilim ön cesin d e tanım lanacağı, bilim sel
olanın sınırlarını daha önceden, ama zım nî olarak nasıl belirlediği­
m izle yakından ilgilidir. Bu bağlam da, fazlasıyla dar ufuklu davra­
nılıp (tarihsel nedenlerden d olayı) paradigmatik olarak sadece belli
bilgi biçim lerinin kabul gördüğünü gösterm iştik. Ö rneğin, m odern
tinsel gelişim d e m atem atiğin bu hükm edici rolünü nasıl oynadığı
bilinen bir şeydir. S özcü k tam anlam ıyla değerlendirildiğinde, m a­
tematik için sadece nicelik selleştireb ilecek olan bir olgtınun bilgi
sıfatını taşıyabiliceği görülür. Bunun o dönem deki ütopik ideali,
m ore m athem atico et geom etrico* şeklinde ispatlanabilir bilgiydi;
ki, niteliksel olan her şey salt türetilm iş tarzda dikkate alınıyordu.
Gerçekte de (bir şekilde burjuva-liberal bilince olan yakınlığını da­
im a koruyup bu yön de g elişen ) m odem p ozitivizm , bu b ilim sel
imaja ve hakikat idealine olan bağlılığını korumaktadır. Bunlara, en
fazlası, takdire değer bir bilgi biçim i olarak gen el yasaların araştı­
rılmasını eklemiştir. Modern bilinçte, egem en olan bu b ilim sel im a­
ja uygunluk içinde olabilm ek için, kesin olarak belirlenm iş aksi­
yom lar n ed en iyle bir n icelik selleştirm e, biçim selleştirm e v e siste­
m atikleştirm e faaliyeti cereyan etmiştir; ki, b ö y lece, her alanda,
bilgisel olarak belli bir gerçeklik tabakasının fethi başarılmıştır.
G erçeklikte bu tabaka, b öyle bir b içim selleştirm e, n icelik selleştir­
m e ve sistem atikleştirm e faaliyetine açık olan ya da en azından bi­
zatihi beİli bir kurala uygun gelen düzenliliklere tabiidir.
Bu türden bir araştırmacı yaklaşım nihai bir biçim de uygulandı­
ğı zam an, bu şek ild e geliştirilm iş bir bilginin şeylik lerin hom ojen
bir tabakasını bilim sel olarak açıklayabildiğim , ancak, öte yandan,
gerçekliğin tüm özelliklerinin bu şekilde açıklığa kavuşturulm ası­
nın asla mümkün olam ayacağının da göze çarpması kaçınılm azdı.
Bu tek taraflılık kendini, özlü itibariyle bu türden biçim selleştirile­
bilir ve yasalara ayrıştırılabilir boyuttan ziyade, yaşayan insanın
tüm yön ü yle hükm edebildiği, ancak ak siyom atiğiyle p ozitivist yak­
laşım lı araştırmacı tarafından kavranılamayan yegân e şekil ve yapı­
ların çokluğunu ön em seyen tinsel bilim lerde hem de dikkat çekici
bir şekilde gösterm ektedir. Bunun sonucunda, tüm yön ü y le yaşa­
yan ve yaşam ına uygun bilgi edinm e m ekanizm alarını sezg isel o la ­
rak da doğru bir şekilde kullanabilen “bütünlükçü insan”, sadece
beraberinde getirdiği koşullanm alarınca kabul gören olguları dikka­
* more m athem atico et geom etrico: daha fazla m atematik daha fazla geom etri.
- ç.n.
te alan teorisyenden daim a daha akıllı olmuştur. D olayısıyla, “bü-
tünlükçü insan”ın, teorik insanın (yani: m odem entelektüalist-te-
orik insanın) b ilm eyi sona erdirdiği yerde dahi b ilgiye sahip oldu­
ğu giderek daha çok belirginleşm ektedir. G örebilm ekteyiz ki, m o­
dem m atem atiksel-doğa b ilim iyle ilgili bilgi paradigması aslında
haksız yere genel bilginin varsayım sanan paradigması olarak anla­
şılmıştır.
Bu m odem -rasyon alist, kapitalist burjuvaziyle sıkı bir so sy o lo ­
jik bağ oluşturarak yü kselen düşünce tarzı tarafından ilk olarak bir
kenara itilen, niteliksel unsurdu. A ncak, bu m odem bilginin genel
yönünü analize göre tayin etm esi, ve bir olgunun ancak unsurlarına
b ölün m esiyle bilim sel olarak açıklanm ış kabul ed ilm esi sonucunda,
takip edilen bu çizgid ek i bütünlerin asıl ve d olaysız kavranabilirli-
ği için gereken perspektif de yok olmuştur. Kavramanın niteliksel­
liğinde ve bütünlükçülüğünde yatan ö zgü l b ilgisel değere vurgu ya­
pan düşünsel yönelim lerin ilk ön ce rom antiklik tarafından değer­
lendirilm esi bir rastlantı değildir. Zira, m odem bir karşı akım olan
rom antiklik, A lm an ya’da (politik alan dahil olm ak üzere) dünyayla
ilg ili burjuva-rasyonelleştirici istem ler nezdinde bir karşı darbe an­
lam ını taşımaktaydı. G ünüm üzde, pozitivist yöntem öğretisine kar­
şı bilim yön tem iyle ilgili karşı darbeler uygulayan biçim sel idrakin,
yapıbilim inin, karakterolojinin v s., tam da dünya görüşüyle ilgili ve
siyasî niteliğin neorom antiklik tarafından sağlandığı bir atmosferde
gerçekleşm esi de bir rastlantı değildir.
G örevim iz, şu an için dünya görü şü yle ilg ili-siy a sî yön elim le­
rin, bilim sel yöntem akımlarıyla oluşturdukları sıkı bağ aracılığıyla
nasıl m eydana geldiklerinin gösterilm esi olam az. A ncak, şu ana
dek işaret edilenler bağlam ında şu kadarı söylenebilir ki, p ozitiviz­
min tem ellendiği erıtelektiialist bilim im ajının kendisi de belli bir
dünya görüşüyle tem ellen m ekle kalm am ış ve belli siy a sî istem ler­
le iç içe giriş olarak ön plana çıkabilm iştir.
Bu düşünce tarzının bilgi so sy o lo jisiy le ilgili özelliğin in belirle­
nebilm esi için, an alitik -n icelik selleştirici yönelim lerin tespit ed il­
m esi yeterli değildir. Yapılması gereken, yöntem sel tem silcisinin
b ilg iy le bağlantılı taleplerinin o politik-dünya görüşüyle ilgili is­
tem lerine değinm ek olacaktır. Bu köken, ancak bu düşünce tarzının
tinsel bilim lerle ilgili tem el kriteri dikkate alındığında kavranabilir.
Bu tem el kriter, gen el bir geçerliliğe sahip v e gerekli olarak betim ­
lenebilir olanın ancak “doğru” ve “kavranabilir” olarak değerlendi­
rilm esinden ibaretti. Ki, her iki yüklem de rahatlıkla ö zd eşleşm ek ­
teydi. D em ek ki -b u n u fazla sorgulam adan- sadece gen el olarak
geçerli olan, yani sadece herkese aktarılabilen bir olgu gerekli bir
olgu olarak değerlendiriliyordu.
A ncak bu ö zd eşlem e hiç d e gerekli değildi aslında. Zira, sadece
kişisel yapı ya da b elli türden bir topluluk ya da belli türden irade-
sel içtepiler tarafından algılanabilir hakikatların, doğru bilgilerin
varolabilm esi n iye m ümkün olm asın. Y ükselen d em okratik-koz-
m opolitik burjuvazi için önem li olan, tam da bu türden doğruları ve
bilgileri tasfiye edip onların yaşam haklarını inkâr etm ekti. Bunun­
la birlikte, hakikat kriterinin g enel geçerlilikle ilgili talebinin d e­
m okratik unsurundan ibaret olan pür sosyolojik bir b ileşen i d e or­
taya çıkm ıştı.
G enel g eçerlilik le ilgili bu talep, kendine bağlı olan bilgi teorisi
için çok ön em li sonuçlar doğurm uştu. Zira, içim izd e bulunan ge-
nel-insanî varlığı olu m suz etkileyen ve onlarla m eşgul olan bilgi bi­
çim leri ancak m eşru sayılabilirdi. İçim izdeki “genel bilincin” orta­
ya çıkarılıp tespit ed ilm esi, som ut İnsanî bilincin, (ister zenci ister
Avrupalı, ister ortaçağda ister yen i zam anda yaşayan bir insan o l­
sun) her bir insanda varolduğu varsayılan tabakanın damıtılarak ay-
rıştırılmasından başka bir şey değildir. Bunun sonucunda, başlıca
ortak tem el olarak, ilk başta zam an ve m ekâna bağlı bir yaklaşım ve
-b u yaklaşım la sıkı bir bağ oluşturarak- m atem atikselliğin pür bi­
çim sel alanı m eydana gelmiştir. Burada, her insanın insan olarak
katkı sağladığı bir platformun bulunduğu düşünülm ekteydi; buna ve
birkaç aksiyom atik ö zelliğ e dayanarak, zam ansız ve ırksız bir hom o
e c o n o m icu s’un, bir hom o p oliticu s’un vs. inşası amaçlanmaktaydı.
G erçekliğin içinden sadece bu aksiyom lardan hareketle algılanabi­
lir olanlar kavranabilir kabul ed ilecekti. Bunun dışında kalan her
şey, sadece “pür” teorinin dikkate almak zorunda olm adığı gerçek­
liğin kötü çokluğuydu. D em ek ki bu düşünce tarzının tem el proble­
m i, genel g eçerliliğe sahip, kavranabilir ve aktarılabilir bilginin
arındırılmış bir zem ininin yaratılmasıydı.
İnsanın bütünsel kabulüne bağlı olan ya da tarihsel-toplum sal
olarak tüm som utluğuyla şekillen m iş olan insanı etk ileyen tüm bil­
giler şüpheli sayılıp tasfiye edilerek, özellik le “duyum sallık” tara­
fından elde edilebilen d en eyim e şüpheyle yaklaşılıyordu: Yukarıda
değinilen niteliksel idrakin tasfiye ed ilm esinin kökenleri burada
yatmaktadır. Tüm som ut ö ze lliğ iy le duyum sallığın, içim izdeki pür
antropolojik ö zn eyi bu denli etk ilem esi ve ayrıca başkalarıra çok
zor aktarılabilm esi nedeniyle, özgü l apaçıklıklarından vazgeçilm esi
tercih edilm iştir.
S adece ö zgü l tarihsel-toplum sal topluluklarca elde ed ilebilen
her b ilgi de aynı şekilde şüpheli kabul ediliyordu. Zira, dünya g ö ­
rüşleriyle ilg ili öncüllerden tam am ıyla arınmış bir bilgi istenm ek­
teydi. A ncak, bu pür n icelik selleştirilebilir v e çözüm lenebilir o la­
nın, yalnızca belli dünya görüşleri aracılığıyla keşfedilebildiğinin,
dolayısıyla dünya görüşünün mutlaka bir hata kaynağı d eğil, daha
ziyade, tam tersine, âdeta belli bilgi alanlarına ulaşm ayı mümkün
kılan bir m ekanizm a olduğunun farkına varılmamıştır.
T asfiye edilm ek istenen en önem li şey ise, içim izd ek i som ut d e­
ğerlendirm eleri v e istem leri gerçekleştiren insandı. Yukarıda, m o­
d em burjuva entelektüalizm inin özelliklerini betim lerken, bu ente-
lektüalizm in istem lerde bulunan insanı politik alanda da hangi bi­
çim de tasfiye etm eyi ve politik tartışmaları içim izdeki “doğa huku­
k u n c a belirlenm iş gen el bilince indirgem eyi hedeflediğini göster­
m iştik.
B ö y lece, tarihsel-toplum sal olarak konum landırılm ış ö zn e ile
düşüncesi arasındaki organik ilişki k eyfî olarak koparılm ış oluyor.
Ancak, bu bağlam da özellik le önem li olan o özel hatanın kaynağı,
tam da burada yatmaktadır. Prensip olarak herkese aktarılabilir bir
bilgi olm ası, ve içeriği açısından bireysel ve aynı zamanda arkasın­
da bulunan tarihsel-kolektif özneden bağım sız olm ası, biçim sel-m a-
tem atiksel bilgi lehine bir nokta olarak kabul edilebilir. A ncak şu
kesindir ki, ya sad ece belli bireysel özn elerce ya da belli tarihsel
evrelerce ya da sad ece bu öznelerin ya da evrelerin belli toplum sal
istem lerince elde edilebilir içeriksel değerlerle ilgili çok gen iş bir
alan mevcuttur.
Ö zne konusundaki örnek, yaln ızca seven ya da nefret eden insa­
nın sev d iğ i ya da nefret ettiği insanda, salt seyirci olan diğer insan­
larca fark ed ilem eyen özellik ler görebileceğine ilişkin örnektir.
(A sla pür seyredici bilinçten hareketle inşa ed ilem eyecek ) idrakin
pür varoluşsal önkoşullara bağlandığı bir örnek ise, birlikte yaşa­
yan insanların belli “özellikler”inin yalnızca birlikte yaşam a süre­
cindeki kavranabilirliğiyle ilgilidir. Başkalarını gözlem leyebilm ek
için zam ana ihtiyaç duyulduğundan değil sadece; bu, daha ziyade,
diğer insan - k i, bu ifade doğru d eğ ild ir - “ortaya çıkan” soyutla­
nabilir “özellikler”e sahip olm adığı için böyledir. İnsanın içinde d i­
nam ik bir süreç cereyan etm ektedir; özellikleri, ancak ey lem v e
dünyayla ilgilen m esi sürecinde oluşmaktadır. K endim ize ait b ilg i­
m iz d e, seyredici bir özin celem e sonucunda d eğil, dünyayla ilg ilen ­
d iğ im iz zaman ancak, yani bizzat içinde bulunduğum uz bir sürecin
sonucunda açıklık kazanmaktadır.
Burada, ötekinin kendisi hakkındaki bilgisi ve genel b ilg isi, ey-
lem sellik ve istem le, birlikteliğin sü reçselliğiyle, sıkı ve ayrılm az
bir bağ oluşturmuştur. Ve burada olayları süreçten, katılımcı cere­
yan edişten koparmak isteyen herkes, bu olayların özünü d eğiştir­
m iş olur. Ölü doğaya yönelik bu düşünce tarzının en önem li e ğ ili­
m i, pür v e hom ojen bir düzlem de sıralanabilir sonuçlar eld e ed eb il­
m ek am acıyla, aktif bilginin özn eye, iradeye ve sürece bağlılığını ne
pahasına olursa olsun tasfiye etm e istemidir.
Yukarıda değinilen örnek, belli bir bilgi formunun varoluşa bağ­
lılığının, belli kişiliklere bağlı olm ası biçim inde ortaya çıkan bir ör­
nekti. Aynı şekilde, yaşanabilirlikleri belli bireylere d eğil, belli ta-
rihsel-top lu m sal önkoşullara bağlı olan b ilgiyle ilgili içeriksel d e­
ğerler de vardır.
Tarihte ve insanların ruhsal yaşam larında yer bulan bazı şe y le ­
rin ortaya çıkm ası ise, ancak bir dizi k olek tif deneyim lerle v e bu d e­
n eyim ler bünyesinde şekillen en bir “dünya görüşü”yle b elli b ilg i­
lerin eld e edilebildiği belli tarihsel dönem lerde mümkündür. Ayrı­
ca, (ki, b öylece, konum uza geri dönüyoruz) ortaya çıkm ası, ancak
F: 13/ İdeoloji ve Ütopya
aslî taşıyıcıları toplum sal m ekândaki belli tabakalar olan belli ko­
lektif istem lere bağlı olan içeriksel değerler de vardır.
Ö yle görülm ektedir ki, toplum sal gerçeklikte kesin ve nesnel
bilginin k olaylıkla eld e ed ilm esi ilk başta toplum sal yaşam ın don­
muş parçaları olarak nitelenen unsurların kavranması sö z konusu
olduğu sürece müm kün olabilecektir. B izzat nesnenin kurala uygun
bir düzeneğin sürekli tekrarlanışma tabî olm ası, bu alandaki kural-
lılıklarmın araştırılmasının da pürüzsüz bir şekilde gerçekleştiği ya­
nılgısını yaratmaktadır.
Ancak, politika alanının başladığı, her şeyin oluşm akta olduğu,
içim izd e bulunan v e idrak eden k olek tif özn en in bu oluşum u bizzat
şekillendirdiği, düşüncenin derinden b ir bakış d eğil aktif bir birlik­
te ey lem e v e şekil değiştirm e olduğu yerde, karar verm e ile bakış
açısından ayrılm az bir bütün olan bambaşka bir bilgi m eydana g e­
liyorm uş gibi görünmektedir. Ö zne, bu alanlarda pür teorik bir dav­
ranışa sahip değildir. İradî içtepi; öznenin bizzat kenetlenm iş oldu­
ğu, yönünü toplum sal-dirim sel içtepilerden hareketle tayin ettiği
gerçeklik bütününün enine kesitini sadece kısm en ve işlev sel o la­
rak aydm latabilse de, sağduyulu kılar.
Burada, iradî içtepinin değerlendirilm esini ve dünya görüşünü
düşünsel sonuçtan soyutlam ak gerekm ez. D aha ziyade, bu düşün­
sel sonucu bu asıl iç içeliğin e terk etm ek ya da, bu iç içelikten kop-
tuysa eğer, yen id en oraya kenetlem ek gerekir. Bunu gerçekleştiren,
politika alanının b ilgisi olarak sosyolojidir. H içbir teorik iddiayı ko­
şulsuz g eçerli saym az; dünyanın kendini onlardan hareketle şu ya
da bu şekilde gösterm iş olduğu asıl konumlandırmaları yeniden in­
şa edip perspektifçi* bakış açısı bütününü sürecin bütünselliğinden
hareketle anlam aya çalışır.
S iy a sî bir sosyoloji şeklinde yer bulan bilim olarak siyaset, as­
la tam am lanm ış, soyutlanabilir ve köşeleri törpülenm iş bir nesne­
ler alanı değildir; daha ziyade, akışa kenetlenm iş olarak oluşm akta

* N ietzsche’den yararlanılarak kullanıldığım düşündüğümüz terim. N ietzsc-


h e’de bilgi ve ihtiyaç simetriktir. Çünkü her bilgi, hayvansal bünyenin bir
gereğini karşılar. Perspektif, hayvansal yapının ihtiyaçları ve ihtiyaçlarının
gerekleri nedeniyle gerçekleşir. — ç.n.
olan bir şeydir. Birbiri karşısında etkili olabilen güçlerin dinamik
gelişm eleri bünyesinde m eydana gelir. B ilim olarak siyaset; belli
bir taraf olm anın bağlamlılıkları gereği, ya tek taraflı-perspektifçi
bir şek ild e inşa edilebilir. Ya da - k i, bu en gelişm iş b içim id ir-
m evcut veçheleri, dinam ik aktarımı am açlayan sentezci bir. içtepi-
den hareketle tekrar tekrar senteze ulaştırma den em esi olarak.
Entelektüalizm im iz; içim izdeki tarih üstü ve zam ansız özn eye,
perspektifçi olm ayan bir şekilde ifade edilen ve zam ansız geçerli
olan kurallılıklar şeklinde tespit edilebilen bilgiyle bağlantılı içerik-
sel değerlerin kaynaklandığı “genel bilinç”e duyduğum uz özlem i,
tekrar tekrar uyandırabilir. A ncak bunu başarabilm ek için, nesneyi
ayak altına alm ak gerekir.
Oluşm akta olanla ilg ili, pratikle ilgili ve pratik için bilgi sahibi
olunm ak isteniyorsa eğer, o zam an bu bilginin uygun biçim leri y e­
ni şekillerde ancak vücut bulabilir.

S iya sî Bilginin
B aşkalarına A ktarılabilirliği Üzerine.
B ö y lece, politik yaşam ın ta kendisi ideolojilerle ilgili araştırma ala­
nını en m odem aşam asında, en tem el içtepilerinden hareketle yarat­
mıştır. Bu alanı üzerinde in ce ince düşündükten sonra yaratan bilim
değildir, (ki, bu türden in ce sorunsallara yeteri kadar sahibiz; bun­
lara yen i bir problematik daha eklem ek zararlı olurdu); araştırmacı
burada daha ziyade, aktif faaliyette bulunan bilincin toplum sal
alanda ö z yön elim in i sağlayabilm ek am acıyla dışa vurduğu bir yak­
laşımdan sonuna kadar faydalanmaktadır. Bu, hem kendini hem de
karşı tarafı süreçsellikten hareketle anlam aya çalışan m üthiş bir de­
nemedir.
Şu an yapılacak bir tek şey kaldı, o da b öyle bir bilim in dışsal
şek liy le, başkalarına aktarılabilirliğiyle ve tinsel h alefliğin uygun
şek illen m esiyle ilgili bir kaç sö z söylem ektir.
Bu bilim in d ışsa l şekline, gelince; şu ana kadar söyled ik lerim iz­
den, burada vurgulanan problem atikle politik bilginin reel bilgi ak­
taran ö zelliği arasında bir ilişki olm adığı sonucunun çıkarılm ası
mümkündür.
B ilim olarak siyasetin asıl problem li yanı ve asıl politika, ancak
irade ile bakış apısm ın sıkı bir bağ oluşturduğu ve kat edilen yolun
sürekli yeniden oluştuğu ve farklı bir şekle büründüğü alanda yani
hareket serbestisinin ortaya çıktığı yerde başlar.
Araştırmalarca e le alınabilecek bağlanıldıkların burada da varol­
duğu daha ön ce betim lenm iştir. A ncak bu bağlanıldıkları; öğretm ek
tam da sürekli bir akış, sürekli bir hareket halinde oldukları için, ak­
tarılması gereken her bir veçhe sö z konusu olduğunda ve bağlam lı-
lıkların belli bir form da şekillen diği tem elin dikkate alınm asıyla
mümkündür. Bağlam lılıkların belli bir bakış açısından hareketle bel­
li bir şekilde ortaya çıkm asıyla ilgili “toplum sal denklem ” her za ­
man aktarılmalı ve gerekiyorsa araştırma konusu yapılmalıdır. Bu
bağlamda dikkatten kaçırılm am ası gereken bir konu da, toplum sal
denklem in her zaman bir hata kaynağı olm ak zorunda olm adığına,
tam tersine belli bağlamlılıkların bakışın m erkezine alınm asına ya­
rayan bir unsur olduğu tespitidir. Toplumsal bir konumlandırmanın
tek taraflılıklarının açığa kavuşturulmasının en iyi yolu, bu konum ­
landırmanın başka konumlandırmalarla kıyaslanmasından geçer.
Politik yaşam kutuplu veçheler tem elinde düşünür ve bir yanıyla
gereğinden çok keskin belirleneni, öbür yanıyla körelterek düzeltir.
Sadece bu nedenle b ile, her bir olayla birlikte m üm kün olduğunca
olayın bütünsel tinsel çevrelenişinin dikkate alınm ası da kaçınılm az
olmalıdır.
A ncak, asıl politik alan için sö z konusu olan bağlamlılıkların
çarpık betim lenm esinden kaynaklanan en büyük tehlike, politikacı­
nın ilgi alanına giren reel bağlanıldığı yok eden bir yönelim içinde
bulunan araştırıcı tutum hakkında belirlenen yanlış d üşünsel çerçe­
veden ibarettir. Her zaman göz önünde bulundurulmalıdır ki, her bi­
lim sel araştırmanın arka planında (her ne kadar bu araştırmalar k en­
dilerini kişilikçi unsurlardan arınm ış gösterseler de) bilim in som ut
şeklini büyük ölçüd e belirleyen tinsel m odeller bulunmaktadır. Ör­
neğin -te o rik olm ayan bir yaşam sal tem eli teorik biçim de değer­
lendiren bir alandan sö z etm ek gerekiyorsa e ğ e r - sanat tarihine
baktığım ızda, onun tem el tutumunun, sanat uzm anının, k olek siyon ­
cunun, filologu n ve tinsel tarihle ilgilenen bilim adamının tutum la­
rında birleştiğini görürüz. O ysa ki sanat tarihinin, sanatçılar tarafın­
dan sanatçılara yön elik ya da sanatı sadece kendi zevki için takip
eden bir özn e tarafından yazılm ası bambaşka niteliklerin ortaya çık­
m asına neden olurdu. Ö zellikle de sanatı kendi zevki için takip eden
özn e örneğindeki yaklaşım , ancak günüm üzün sanat eleştirisinde
gözlem lenebilir.
Aynı şekilde, teori yapan öznenin politik bağlamlılıkları betim ­
lem e sürecinde, içine girdiği tehlike, kendi seyredici tutum uyla po-
litik-aktif tutumunu bir kenara itip b öylece asıl bağlanıldıkların üs­
tünü -o n la ra vurgu yapıp onları tutarlı bir şekilde geliştireceği y e ­
r e - örtm esinden ibarettir. Ö zellik le de bilim in sad ece akadem iler­
de yapılm ası, belli yaşam sal alanlara ait uygun tutumların tefekkü­
rün belli biçim lerince örtbas edilm eleri anlam ında bir tehlikedir.
G ünüm üzde bilim i gayet doğal bir süreçm iş gibi, asıl tutumu yok
edip yerine başka bir tutumun getirilm esi olarak tanımlarız. Ancak
aynı zam anda, pratiğin bu türden bir teoriden hiçbir şekilde yarar-
lanam ayışının en önem li nedeni de budur - k i bu, m odem entelektü-
alizm in gittikçe daha da artırdığı bir gerilimdir. Bu derin seyredici
entelektüalist ile pratikte konum landırılm ış asıl tutum arasındaki te­
m el farkı bir cü m leyle özetlem ek gerekirse eğer, şö y le bir ifadede
bulunmak mümkündür: B ilim adamı, olaylara şem atik-düzenleyici
bir y ö n elim le yaklaşır; pratisyen - y a da, konum uz itibariyle: P oli­
tik a c ı- ise yönünü a k tif bir am açsallığa göre tayin eder. Zira, o la y ­
ların çokluğu çerçevesinde toplu bir bakış edinm e çabası, som ut bir
yönelim edinim i çabasından çok farklı bir şeydir. Toplu bakış, can­
lı bağlam lılığı, kolayca kullanılabilen ve yapay olarak m eydana g e­
tirilm iş düzen uğruna parçalar.
Şem atik-düzenleyiciYık ile a k tif yönetim sel davranış biçim i ara­
sındaki tem el farkı, başka bir örnekten hareketle doğrulamak iste­
riz. Ö rneğin, m odem siyasî teorileri üç şekilde betim lem ek m üm ­
kündür. Tarihsel zamandan ve som ut çevre koşullarından soyutlan­
m ış bir tipoloji şeklinde betim lenebilirler. Ö rneğin, politik teorile­
rin çeşitli m odellerini sıradan bir bitişiklik içerisinde sıralayıp, en
iyi olasılık olarak içerdikleri salt teorik farklılaşmaları gösterm eye
çalışırız. (G ünüm üzde oldukça m oda haline gelm iş) bu türden tipo-
lojileri, “za h iri" tipolojiler olarak adlandırmak mümkündür. Zira,
yaşam ın çe şitliliğ i, yapay şekilde hom ojenleştirilen bir düzeyde
gerçekleşm ektedir. Bu türden düzenlem elerin sahip o lab ileceğ i tek
(g izli) anlam, yönüm üzü tayin ed eb ileceğim iz yaşam ın zaten farklı
alternatiflere sahip olmasıdır. Toplu bir bakış elbette b öyle bir yak­
laşım la mümkün kılınmaktadır, ancak bu toplu bakışın niteliği sa­
d ece şem atikseldir: Teorileri adlandırıp etiketlendirebiliriz; ancak,
gen el yaşam ın tem el yo lla n d eğil, daha ziyade çok som ut koşulla­
rın köklü ayrışmaları oldukları için, gerçek bağlamlılıkları da bu şe­
kilde yok olur. Z ahiri tipolojinin biraz daha derine inen varyantı, bu
teorik farklılaşm alar bünyesinde herhangi bir prensibi (ki, bu fe lse ­
fi bir prensip de olabilir) k eşfetm eye çalışan unsurdur. Ö rneğin, A l­
man parti yaşam ının ilk teorisyeni ve sistem atikçisi olan Stahl, za ­
manının çeşitli politik akımlarını -b iri meşruluk diğeri ise, devrim
prensibinden ibaret kabul e ttiğ i- iki teorik prensibin türevi olarak
betim lem iştir.39 A ncak b öyle bir klasifıkasyon -ilk in d en farklı o la­
ra k - sadece toplu bir bakış d eğil, som ut anlamda olup bitenlerle
ilgili bilgiler de sunmaktadır. Fakat aynı zam anda, gerçekte varolsa
da en önem li şey olm ayan, pür teorik, pür fe lse fî bir g elişim pren­
sibi gibi de davranır.Durum b öyle olunca, politik d üşü nceye ilişkin
pür teorik olasılıkların açıklayıcısıym ış gibi bir rol atfedilmektedir.
İlk -za h iri - yolun arkasında daha o zam anlar koleksiyoncu
tiplem esi bulunurken, ikinci yolun arkasında fe lse fî sistem atikçiyi
görebiliriz. Seyredici insan tipinin deneyim biçim lerinin geriye ta­
sarımı, her iki örnekte de, k eyfî olarak politik gerçeklik yönünde
yapılmaktadır.
Politik teorilerin olası betim lenm esinin bir başka y olu ise, pür
tarihsel olandır. Bu yol, teorileri, onları soyut bir se v iy ed e birbirle-
riyle kıyaslam ak için, bünyesinde oluştukları doğrudan tarihsel za­
manın içinden koparm asa da; tarihsel olana fazlasıyla bağlamak g i­
bi bir hataya neden olmaktadır. Burada idealtipik tarihçinin ilgisini
çeken, politik teorilerin oluştuğu doğrudan kaynaklar ve yegâne
nedensellik ilişkileridir. Bunları belirleyebilm ek için, bu teorilerin
39 Stahl: D ie geg en w ä rtig en P arteien in S ta a t und K irche [D evlet ve K ilisede
Günümüz Partileri). Berlin 1863.
fikirler tarihiyle ilgili tüm öncüllerini ve ö n sel biçim lerini dikkate
alıp onlar ile yaratıcı bireylerin özel kişiliklerini ilişkilendirir. D o ­
layısıyla som ut tarihsel yegân eliğe tarihten ders alm ayı im kânsız­
laştıracak derecede bağlı kalmaktadır. Ve gerçekte de tarihçiler sık­
ça, tarihten ders alınam ayacağı savım öne sürerler. Yukarıda d eğin i­
len tutumların yan lışı, genelleştirm e, tiplem e ve sistem atikleştirm e-
leri n ed en iyle tarihe dönüşün yolunu kapamalarından ibaretken; ta­
rihçi, tespitlerinin sad ece ve sad ece g eçm iş som ut koşullar için g e ­
çerli olabilecek derecede tarihsel d olaysızlığa bağlı kalmaktadır.
Bu iki uç arasında, âdeta zam ansız şem atik ile tarihsel d olaysız­
lık arasındaki ortayı seçen bir üçüncü yol daha vardır. Ve her tedbir­
li siy a setçi, bunun bilincinde olm asa da, tam da bu düzlem de yaşa­
yıp düşünmektedir. Ü çüncü y o l, ufukta görünen teorileri ve d eğ i­
şim lerini, (tem silcileri oldukları) k olek tif gruplarla, karakteristik
koşullarla ve onların dinam ik d eğişim iyle ilişkilendirerek kavra­
m aya çalışan bir yoldur. Burada düşünce ile varoluş, en derin iç içe
girm işlikleri sonucunda inşa edilm ektedir. Burada, olası yollara
k ey fî olarak sapan bir genel bilinç olm adığı gibi; ve kendiliğinden-
geçici olarak b elli bir yegân e durum için m uhtem el geçerli bir teori
ortaya koyan da tekil birey değildir. Daha ziyade, belli bir şekilde
yapılanm ış kolektif güçler yapısal olarak kavranabilecek durumlar
için istem lerine uygun teoriler m eydana getirip o duruma uygun g e ­
len düşünsel veçh e ve yön elim sel olasılıkları keşfetmişlerdir. Ve bu,
o teoriler v e yön elim sel olasılıkların geçerliliklerini koruyabilm ele­
ri, yapısal tem elli k olek tif güçlerin sadece bu yegâne tarihsel duru­
mun ötesin d e varolm aya devam etm eleri n ed en iyle m ümkün o la­
bilm iştir. Yapısal durumların d eğişm esiy le ve nihayet yavaş yavaş
başka yerlerde konum landırılm asıyla, yeni teori ve yönelim lere y ö ­
nelik bir gereksinim m eydana gelm iştir.
Olayların d eğişim in i som ut tarihsel seyrin ötesine geçem eyen
vc gen ellik lere, pratiğe geri dönüşü gerçekleştirem eyecek kadar
soyu t biı şekilde saplanıp kalan kişi değil; belli bir tarihsel duru­
mun, tarihsel bir olayın arkasında, bu durum ve olayı mümkün kılan
yapısal durumu kavrayabilen kişi ancak, anlam lı bir şekilde kavra­
yabilecektir.
Toplum sal b ilin çliliğin bu günkü aşam asına uygun hareket eden
politikacı, uygun hareketi özellik le geliştirm ese de, yapısal durum­
larla potansiyel ilg ilisi bulunan bağlamlarda düşünür; zaten ey lem ­
lerini büyük çapta som ut kılan da budur (anlık kararlar, bu bağlam ­
da, anlık yönelim ler sonucu alınabilirler). D olayısıyla bu durum, po­
litikacının soyut-şem atikleştirici içsel boşluklardan korunmasına ve
öte yandan, geçm iş tekil olaylara ve ek sik li kalm aya mahkûm olan
örnek kişiliklere saplanıp kalm ayacak kadar esnek kılmaktadır.
G erçek bir aktif insan, herhangi bir örnek k işiliğin herhangi bir
geçm iş durumda nasıl davrandığına ilişkin bir soru d eğil, bu k işili­
ğin kendini m evcut yapısal duruma nasıl adapte edip gelecek te na­
sıl davranabileceğine ilişkin bir soru sorma ihtiyacı duyardı. Sürek­
li yeniden şekillen en durumlara sürekli yeniden uyum sağlam a, sü­
rekli aktif y ö n elim sel arayışlar içinde olan bilincin tem elli v e pra­
tik bir yeteneğidir. Bu uyandırm a, ayık tutma ve som ut koşullar kar­
şısında başarılı olab ilm e yeteneği, politik eğitim in özgü l görevleri
arasındadır.
D em ek ki, politik bağlanıldıkların betim lenm esi, politik insanın
aktif y ön elim konusundaki asıl gereksinim inin yerine pür seyredici
davranış biçim lerinin geçirilm esi biçim inde sonuçlanmamalıdır.
A ncak öğretim in ağırlıklı olarak seyredici davranışa yönelik olm a­
sına v e bilgi aktarımının som ut yaşam sal yön elim şeklinde d eğil,
ön celik li olarak toplu bakış biçim inde gerçek leşm esi olgusuna kar­
şın, eylem sellin ve politik olanın alanında g elecek kuşakların ye tiş­
tirilm esiyle ilgili problem in en azından başlangıç noktasımn tespit
ed ilm esi bir zorunluluktur.
Burada, problem atiğin tüm boyutlarına değinm ek müm kün d e­
ğildir. Sadece bazı önem li bağlamlılıklarm tem el yapısal prensiple­
rinin b etim len m esiyle yetin eceğiz. T insel-ru hsal olanı başkalarına
aktarmanın şekil ve biçim leri, aktarılması gereken tem elin ö z e lliğ i­
ne göre farklılık göstermektedir.40 Toplum sal grubun ve başkalarına
Birden fazla bilgi biçiminin olduğunu, m odernliğin entelektüalizm ine karşı
özelikti olarak fenom enolojik ekol vurgulamaya çalışmıştır. Bu konuyla ilgili
özellik le Scheler' in Die Formen des Wissens und die Bildung [Bilginin
Biçim leri ve Eğitim ], Bonn 1925 (üçüncü basım , Frankfurt a. M. 1947) ile
Wissensformen und die Gesellschaft [Bilgi Biçim leri ve Toplum ], Leipzig
1926, adlı eserlerine b kz.-H eidegger’in Sein und Z eit [Varoluş ve->
aktarmanın bir biçim i, yen i bir sanat kuşağı, bir başka biçim i ise,
yeni bir bilim kuşağının m eydana getirilm esine yarar. B ilim alanın­
da, örneğin m atem atiksel bilgilerin aktarılması için, tinsel bilim ler­
le ilg ili konularda ya da felsefî, politik vs. içeriklerde olduğundan
çok daha farklı bir aktarma biçim ine, öğreten ile dinleyen arasında
ise çok daha farklı bir kişilerarası ilişk iye gereksinim vardır.
Tarih v e canlı yaşam , g elecek kuşakların çeşitli alanlarda y etiş­
tirilm esinin en uygun biçim lerinin eld e ed ilm esi am acıyla, sürekli
olarak bilinçdışı deneylerde bulunmaktadır. Yaşam, hiç durmadan
eğitir v e yetiştirir. G elen ek , ahlâk ve davranış biçim leri, tüm bun­
lar tahm in ed em ey eceğ im iz anlarda şekillenirler. B itişik yaşam b i­
çim leri sürekli olarak farklılık gösterirler; insanlararası ilişkiler, in-
san-grup ilişkileri, telkin edici etkilere, içgüdüsel katılımlara, doku­
naklılıklara, en gellen m elere göre her an d eğişim içinde olabilm ek­
tedirler. Aktarma biçim lerinin ek sik siz bir tipolojisini ortaya k o y ­
mak, burada da hiçbir şekilde müm kün değildir. Onlar, tarihsel sü­
reç içerisinde oluşup aynı süreç içerisinde eriyip giderler; onları
gerçekten kavramak, soyutça inşa ed ilm iş bir alanda d eğil, ancak
canlı bağlam lılık ve onun yapısal değişim leri çerçevesinde m üm ­
kündür.
Bu bağlam da, günüm üzde gelecek kuşakların dışsal ve içsel bi­
çim lerinin şekillendirilm esi üzerinde etkisi olan m odern yaşam ın
iki yönelim ine işaret etm ek isteriz. Burada da m odem entelektüaliz-
m in hareket biçim ine uyarak, bir yanda, eğitim in ve ürem eyi sürek­
li olarak hom ojenleştirm e ve entelektüalize etm e yön elim i m evcut­
tur. Öte yandan, bir karşı akım olarak, gelecekteki tinsel kuşağın y e ­
tiştirilm esiyle ilgili daha esk i, daha “tem el” biçim lere doğru ro­
mantik bir geriye dönüş yön elim i tespit edilebilir.
Bununla ne kastettiğim izi, yin e bir örnekle gösterm ek isteriz.
T insel aktarmayla ilgili pür d üzen leyici b ilgiye uygunluk açısından
en yakın aktarma biçim i sunumdur. Sistem atize ed ilm iş, kategori­
lerine ayrılm ış ya da başka bir şekilde düzenlenm iş b ilgisel konu-
Zam an]’ı (Jahrbuch f ü r P hilosoph ie und phän om en ologisch e Forsc-
hunglF elsefe ve Fenom enoloji Araştırmaları Y ıllığı, cilt 8, Halle 1927),
dolaylı da olsa, bununla ilgili birçok ilginç şey içermektedir. A ncak burada
politik bilginin özelliğ in e, hak ettiği önem verilm em iştir henüz.
lan aktarmak istediğim izde, sunumu dinlem e sırasında m eydana g e­
len o özel “boyunduruk altına” alm a durumu bunun en uygun b içi­
midir. B ilgisel konular, konuşm a sürecinde geliştirilirler ve burada
- iş t e tam da basit bir d inleyici o la n - “d in leyici” bunları sadece ve
sadece “bilgisine aktarır”. Bunun b öyle olabilm esinin ön koşulu
- k i bu, aktarma sırasında canlı tutulm aktadır- iradî-kişisel ilişki-
lendirme boyutunun kurulmamasıdır. B ö y lece, entelekt entelekti
som ut koşullardan soyutlanm ış hayali bir m ekânda etkilem ektedir.
Ancak burada sö z konusu olanın otoriter-sihirli m etinler d eğ il, ö z ­
gür bir araştırma faaliyetinin kavrayabileceği v e kontrol ed ileb ile­
ceğ i konular olm ası nedeniyle de, konuların tartışılması öğretici içe-
riksel değerlerin ortaya atılm asından sonra mümkün olabilm ektedir,
ki; bu da sözüm ona seminer-tarzı öğretim m odeli faaliyetinin m eş­
ruluğunu sağlamaktadır. Burada önem li olan, soyut olasılıkların
nesnel bir zem inde birbirleriyle kıyaslanabilm esi am acıyla iradesel
içtepilerin ve kişisel ilişkilendirm elerin m ümkün olduğunca geri
plana çekilm esidir.
Birlikteliğin ve aktarmanın bu biçim inin, nesnel olarak, Alfred
W eber'in41 uygarlıkçı bilgi olarak adlandırdığı bilimler, yani dünya
görüşüyle ilgili unsurların ve iradesel içtepilerin b ilgiye nüfuz ed e­
m ediği bilgi biçim leri için geçerliym iş gibi görünmektedir. Bu tür­
den bir aktarma, daha tinsel bilim lerde, ve daha da çok doğrudan
bir pratiğin am açlandığı bilgi biçim lerinde problem li hale g elm ek ­
tedir. A slında, öğretici birlikteliğin bu biçim inin ve bu özgü l aktar­
ma biçim inin örnek bir biçim olarak kabul edilerek başka alanlara
da yaygınlaştırılm ası, modern entelektüalizm in bilgi biçim inin ve
yönelim inin bir gereğidir.
Ö ğretici birlikteliğin ve aktarmanın bu biçim ini şekillendirip is­
tikrara kavuşturan, O rtaçağ’ın skolastik öğretim faaliyetleri, v e hat­
tâ belki daha da çok m utlakçılığın mem ur yetiştirm eye yönelik üni­
versite faaliyetleridir. U zm an ve okul b ilgisini ilk sıraya yerleştir­
m eyen, bilginin ve bakış açısının önkoşulunu tinsel uyandırma ola­
rak değerlendiren sektler ve k ilise dışı dinî faaaliyetler yalnızca, in­
41 Weber. Alfred: P rin zip ielles zu r K u ltu rsoziologie | Kültür S osyolojisiyle İl­
gili İlkeli Sözlerj. Toplum bilim i ve Sosyal Politika Arşivi 1920.
sanî birlikteliğin ve tinsel aktarmanın başka b içim leriyle ilgili g e le ­
neği yaşatmışlardır.
Pür bir aktarmacılık anlamında dinleyiciyi ikinci plana iten öğ-
retselliğin b izim çağım ız için uygunsuzluğu, ö ze llik le genel “sanat­
lar” olarak adlandırılan alanlarda görülmüştür. Zira, akademilerin
oluşturulm asıyla bu alanlarda da birlikteliğin daha eski bir b içim i­
nin, ana örneği olan W erkstatt (atölye) yerinden edilm iştir. Ki, bir­
likteliğin atölyevari b içim i, aktarılması gereken dayanağa, akade­
m ik eğitim den çok daha iyi uyarlanabilen bir biçim dir. A tölye, us­
ta ile çırak arasında başta daima birliktelikçi-yaptırıcı bir ilişki
m eydana getirmektedir. Burada hiçbir şey, sırf ortaya koym a, hiç­
bir şey çırak tarafından sırf “b ilgisine aktarma” şeklinde yer bul­
maz. Aktarılan her şey, som ut durumlar çerçevesin de v e “fırsat düş­
tüğünde” sadece anlatılm ayıp gösterilerek aktarılmaktadır; bu süreç
içerisinde öğrenen kişi de yapar, yardım eder, ustanın işaret ettiği
bağlanıldıklara eklem lenerek yaşar. İnisiyatif, öğretm enden öğren­
ciy e geçip öğrenci tarafından kullanılm aya çalışılır. Ortak çalışm a­
lar, eserin oluşm akta olan bütünsel zem ininde her ikisini de birbi­
rine bağlar. Burada, teknikle birlikte fikir ve tarz da aktarılmakta­
dır; ilkesel bir ele alınış bağlamında değil, bağlayıcı amacın şekil­
lendirici ve birliktelikçi-yaptırıcı şekilde aydınlatılm ası bağlamında.
D olayısıyla burada, insanın bütünlüğü etkilenm ektedir; burada İnsa­
nî birliktelik, öğretim deki pür bilginin aktarılmasından çok farklı
bir şeydir. Aktarılan, toplu bir bakış d eğil, daim a som ut bir y ö n e­
limdir (ki, sanatsal süreç sö z konusu olduğunda, biçim lerle ilgili is­
tem ler aktarılmaktadır). Bu bağlamda, benzer durumlar sürekli tek­
rarlanır, ancak bunlar yeniden şekillendirilm esi gereken eserden ve
bu eserin birliğinden hareketle sürekli olarak yen id en idrak edilir­
ler.
A tölyevari birlikteliğin avantajları -d a h a ö n ce de belirtildiği
ü zer e- romantik içtepilerden hareketle içgüdüsel olarak tespit ed il­
miştir. A kadem ilerin plastik sanatlarda ne büyük tahribatlara y ol
açtığına, ya da en azından gerçek yaratıcı sanatın akadem ilere rağ­
men varolabildiklerine vurgu yapılmıştır. Politika ya da gazetecilik ­
le ilgili işleri buna benzer bir şekilde öğretici bir b içim d e şek illen ­
dirm eye çalışan her harekete şüpheyle yaklaşılm aktaydı. Entelektü-
alizm , d en geleyici karşıtını dem ek ki burada da romantik akımlarda
bulur. Bu romantik akımın yaygınlaşm ası, birtakım alanlarda ger­
çekte de pratik başarılarla sonuçlanm ıştır; örneğin uygulam alı sa­
natta, ya da -b am b aşk a bir alana işaret etm ek gerek irse- okul ön ­
ce si eğitim kuramlarında. D em ek ki romantik akım, entelektüaliz-
m in nesnel bir zorunluluk olarak d eğil, sırf b içim sel yayılm acı bir
dürtüyü takip ederek “atölyevari” birlikteliğin daha orijinal biçim ­
lerini göçük altında bıraktığı, yaşam ın tüm alanlarında başarıya
ulaşmıştır. A ncak, sistem atik bilginin bizzat m odem yaşam ın o l­
m azsa olm az önkoşulu olduğu noktada, romantik akım da sınırları­
na dayanm ıştı. D olayısıyla, eğitim sev iy esi arttıkça ve uygulam alı
sanat biçim leri karm aşıklaştıkça, olay problem li hale gelm ektedir;
her ne kadar bu seviyelerd ek i bazı abartmalar işe yaramayan bir
aşırı rasyonelleştirm eden kaynaklansa da. (Zira, burada, kapitalist
işletm enin aşırı rasyonelleştirm e v e bürokratikleşm e olgusuna ben­
zer som ut yapılar mevcuttur.) D em ek ki romantik karşı akımın g e­
çerliliğinin doğal sınırlarının çok net olarak belirlenm esi m üm kün­
dür. Örneğin, m imarlıktaki öğretim in akadem ik hale gelm esi, sırf
günüm üzün aşırı entelektüalizm den d eğil, hükm edilm esi gereken
zorunlu teknik bilgi konularının karm aşıklığının nesnel belirlenm iş-
liklerinden kaynaklanmaktadır. Ve d ah ası-k i, her şeyden ön ce bunu
görm ek gerekir: E ntelektüalizm im izin m evcudiyeti v e hükmü, en-
telektüalistin, üzerinde ince in ce düşündüğü bir olgu olm aktan z i­
yade, bizzat süreçsel bütünün organik koşulları sonucu m eydana
gelm iştir. D olayısıyla görevim iz, entelektüalizm in, yakın geçm işte
m eydana g elm iş gereksinim leri organik olarak tatmin ettiği bir yer­
de bir kenara itilm esi olam az; sa f dışı etm eyi daha ziyade, günü­
m üzde hâlâ ca n lı-d o la y sız güçlerin etkin olab ileceği alanlarda bile
entelektüalistin kendi b içim sel yayılm acı yön elim in e dayanan yö n ­
temleri kullandığı takdirde yapabiliriz. D em ek ki artık, m ühendisin
pür teknik b ilgisin i, atölyevari bir birliktelik şeklinde aktarmak
mümkün değildir; ancak, gelişm ek te olan b içim e yön elik istem leri­
nin öne çıktığı yerde, “uyandırma” ve ürem eye yönelik daha canlı
ortak biçim lere vurgu yapm ak mümkündür.
D olayısıyla çözüm ü, artık bir “ö y le d eğilse b öyle olsun”da ara­
maktan ziyade, zam anı şekillendiren güçler arasında canlı bir ara­
buluculukta aramalıdır. Ki, (özsel olarak birbirinden çok farklı iki
güç olan) sistem atikleştirici unsurun ve organik olarak'dolaysızlık
unsurunun, ö ze l dayanağa uygun olarak, aktarma biçim ine ne.dere-
ce uygulanıp uygulanam ayacağı her seferinde yeniden sorgulanm a­
lıdır.42
Burada, sanatsal özlerin başkalarına aktarılması konusunda sö y ­
lenenler, m utas m utandis olarak büyük ölçü d e siyasi unsur için de
geçerlidir. Çünkü şim d iye kadar politika, “fırsat düştüğünde” ancak
“sanat” olarak öğretilm iştir.
Politik bilgi ve beceri, şim d iye kadar ancak arasıralık şeklinde
aktarılmıştır. Ö zgül politik olan, “fırsat düştüğünde” konu edilm ek­
teydi. Sanat için atölye, zanaat için W erkstatt ne anlam taşıdıysa,
özellik le liberal-burjuva siyaset için de klübün toplum sal biçim i ay­
nı anlamı taşıyordu. Klüp, (politik yü kselişin platformu olarak) hem
toplum sal-taraflı ayıklam ayı hem de k olek tif iradesel içtepilerin
oluşturulm asını sağlayan bir m ekanizm a olarak, “kendiliğinden”
bir araya gelen insanların özgü l bir birlikteliğidir. İradeye bağlı si­
yasî bilginin doğrudan aktarılmasının en önem li biçim sel ö zellik le­
rinin bu klüplerin kendine özgü sosyolojik yapısından hareketle an­
laşılm ası mümkündür. A ncak burada da -a y n ı sanatsal olanda o l­
duğu g ib i- öğrenim v e eğitim in salt fırsat tem elli orijinal biçim le­
rinin artık yetm ed iği görülmüştür. M evcut dünya, sırf arasıradanlık
tarzıyla ed inilen bilginin ve becerinin uzun vadede yetem ey eceğ i
karmaşık bir d ü zen eğe sahiptir. Her kararın tem elinde -b irazcık da
olsa günüm üz öğrenim ve eğitim seviyesin d e alınm ak isteniyorsa
eğer bu karar- salt arasıradanlık şeklinde ed inilen bilginin v e b ece­
rinin uzun vadede yetem eyeceği uzm anlık b ilgisi ve ayrıca y ö n e­
tim sel bir bütün yatmaktadır. Sistem atik bir eğ itim -öğretim e duyu­
lan bu gereksinim , geleceğin siyasetçisini ve m edya çalışanını daha
42 Burada, som ut durum analizi yardım ıyla “doğruluk” prensibinin ortaya
çıkarılmasını mümkün kılan bir hususun söz konusu olduğunu okura aktar­
mak isteriz. Bunu mantıkta başarabilirsek, h edefim ize ulaşm ış olurduk. Bir
düşünce tarzının doğru durum analizi, o düşünce tarzının önem lilik d erecesi­
ni belirleyebilm elidir.
şim diden bir uzm anlık eğitim i alm aya zorlamaktadır, kaldı ki g ele­
cekte daha çok zorlayacaktır. A ncak bu branş eğitim in in , pür ente-
lektüalist bir şekilde d üzenlenm esi, politik unsurun yerinden ed il­
m e tehlikesini de içinde barındırır. E ylem selliğe, pür ansiklopedik
bir şekilde ve pedagojik açıdan vurgu yapmadan aktarılan bir bilgi
çok fazla işe yaramayabilir. Ayrıca, şu sorunun m eydana g elm esi
kaçınılm azdır— ki, ilişkiler bütününü gözden kaçırmayan herkes,
bunu çok erken bir zam anda fark edecektir: S iyasetçinin branş eği-
tim -öğretim i görm esi, sorgusuz sualsiz parti okullarına m ı bırakıl­
malı?
Şu bir gerçektir ki, parti okullarının bu konudaki işleri daha k o­
laydır. İradenin b elli bir yönde geliştirilm esi, orda kendiliğinden
oluşarak, b ilgiyle ilg ili betim lem enin her aşam asına nüfuz eder.
İradeye yön elik “klüpçü” unsur, araştırma ve öğrenim faaliyetleri­
ne kolaylıkla taşınabilir. A ncak, iradî uyandırma ve geliştirm e aca­
ba bir tek bu şekilde m i yapılm alıdır? Zira, konuyu daha yakından
ele aldığım ızda, bu politik irade aktarımının, belli bir toplum sal-po-
litik tabakanın k ısm î bakış açısı tarafından dikte ed ilm iş, zaten varo­
lan bir iradesel yön elim in sadece yeniden üretilm esi anlam ına g el­
d iğin i görürüz.
Ancak, politik iradesel uyandırmanın, m odem zekânın tem elini
oluşturan o göreli özgü r iradeye hitap eden bir biçim i düşünülem ez
m i? Tehdit edici bir parti m ekanizm asının ufukta göründüğü kritik
anlarda, kararlarını daha eskilerde m evcut olan bir yön elim sel bütü­
ne dayanarak verm ek isteyen yönelim leri d estek lem eye çalışm az­
sak eğer, Avrupa tarihinin ön em li bir değerinden vazgeçm iş olm az
m ıyız? İradesel uyandırma, zaten varolan bir şeyin geliştirilm esi
şeklinde mi m ümkündür yalnızca? İçinde eleştiriyi de barındırıp bu
eleştiri üzerine düşünen bir irade, irade, hatta ve hatta kolayca va z­
g eçilm em esi gereken daha yüksek bir irade b içim i değil midir?
K endim izi aşırı politik grupların sihirli dairelerinin, term inoloji­
lerinin v e yaşam la ilgili duygusallıklarının içine çektirm em eliyiz.
Zaten varolan bir unsurun tem elinde geliştirilen bir iradenin d ışın ­
da da iradeler vardır; ve devrim ci ya da karşı devrim ci eylem in dı­
şında da eylem sellikler vardır Burada, politik hareketin iki aşırı ka­
nadı, tek taraflı praksis kavramsallaştırmalarını b ize zorla kabul et­
tirmek v e b öylece problem atiğin üstünü örtmek istiyorlar. Yoksa
politika sadece bir ayaklanmanın m ı hazırlanmasıdır? Koşulların ve
insanların k esik siz olarak d eğişim e uğraması da bir eylem sellik d e­
ğil midir? Bütünlük açısından hareketle devrim ci-isyankâr evrelerin
önem ini anlamak mümkündür, ancak bu evreler o zam an bile sü-
reçsel bütünde yalnızca kısm î bir işlev e sahipler. Ve dinam ik bir
denge arayışı içinde olan, bütünü dikkate alan bir irade, kendine uy­
gun bir gelen ek ve eğitim -öğretim biçim ine sahip olam az m ı? E leş­
tirel vicdanın canlılığına sahip olan daha fazla politik irade m erkez­
lerinin oluşturulm ası, tüm toplumun gerçek çıkarına değil midir?
D em ek ki, bu tarzdan bir eleştirel yönelim i müm kün kılan tarih­
sel, hukuksal ve ek on om ik bilgi m alzem esi, kitlelere hükm edişin
nesnel teknikleri, kamu görüşünün şekillendirip yönlendirilm esi,
ayrıca da iradî karar ile bakış açısının kaçınılm az şekilde iç içe gir­
diği hareket serbestisi konularında, eğitim -öğretim verebilecek
platformların oluşturulm ası gerekir. Bu da arayış içinde ve henüz
karar verem em iş insanları tem el alacak bir biçim de olm alı. B ö y le
olunca, bir yanda esk i aktarmacı eğitim -öğretim biçim lerinin öte
yandan da siyasi birlikteliğin daha canlı ey lem selliğ e yön elik bi­
çim lerinin önem kazandığı alanlar kendiliğinden oluşacaklardır.
D olayısıyla, özgü l politik hareket serbestisindeki ilişkilerin an­
cak reel tartışmalar bağlamında kavranabileceği kesin gibi görün­
mektedir. Ö rneğin, eğitim -öğretim faaliyetinin, aktif yön elim y ete­
neğini doğrudan uyandırabilm esi için, güncel ve yaşanabilir olaylar
etrafında inşa ed ilm e zorunluluğu şüphe götürm ez bir şeydir. Zira,
politik hareket serbestisinin asıl yapısını öğrenm enin (b öyle bir du­
rumda belli bir an için karşılıklı bir m ücadele içinde bulunan güç ve
veçheler kendilerini ifade edebilikleri için) karşıtlarla en som ut
olup bitenler hakkında canlı bir tartışmaya girm ekten daha iyi bir
yolu yoktur.
D aim a aktif y ön elim sel bir tutuma sahip olan b öyle bir gözlem
yeten eği, tarihe de - e n azından çoğu k ez günüm üzde old uğu nd an -
çok daha farklı yaklaşacaktır. Tarihe, salt bir evrak memuru ya da
etikçi g özü yle bakmayacaktır. Tarih yazm a, basit bir vakayinam e­
den efsane ve doğruları gösterm eye, retorikten, sanat eserinden,
canlı bir resim li kitaptan geçm iş zam ana özlem dolu bir dalışa ka­
dar, o kadar çok şekildeğişim lere uğram ıştır ki, bu günüm üzde de
aynı şekilde d eğişim e devam edecektir.
Bu biçim ler, ön sel dünyanın o zam anki ana yönelim lerine teka­
bül eden kavrayışlarından başka bir şey değildi. Şu an siy a sî yaşam
içerisinde oluşan, ön celikli olarak sosyolojik yapısal koşulları tes­
pit etm ek isteyen aktif yaşam sal yön elim in bu yeni biçim inin araş­
tırm acıya geri d önm esiyle birlikte, tarih yazm anın buna tekabül
eden yeni biçim ine de ulaşılacaktır. Bu hiçbir şekilde, kaynak araş­
tırmasının v e belge tasnifinin ikinci plana itileceği, ve eski tip tarih
yazıcılığının sona ereceği anlamına gelm ez. Günümüzde hâlâ, pür
bir “politik tarih” ya da “yap ıbilim sel bir betim lem e” çerçevesin de
tatm ine u laşabilecek ihtiyaçlar mevcuttur. A ncak, yaşam sal y ö n e­
lim in günüm üzdeki biçim inden hareketle, toplum sal yapısal koşul­
ların d eğişim unsurunda g eçm işin nüvelerini görm ek isteyen iç-
tepiler, henüz yeni yeni ortaya çıkmaktadırlar. O ysaki, m evcut
yaşam sal yön elim im iz, kökenlerini g eçm işe dayandırm adığım ızda
ek sik kalacaktır. A k tif-y ö n e lim se l olan bu yak laşım tarzı,
yaşam ım ıza bir k ez nüfuz edebilirse, işte o zam an, geçm işin doğru
kavranışı da müm kün olabilecektir.

B ilgi Sosyolojisinin Üç Yolu.


B elirttiğim iz üzere, bu kez görevim iz problem lerin nihai çözüm ü
olam azdı; bu görev daha ziyade, üstü örtülü bağlamlılıkları m ey­
dana çıkarıp p rob lem siz görü n en e k uşk uyla yaklaşm aktı.
A m acım ız, bunu yaparken, sadece problematiklerden kaçmamaktan
ziyade, problem atiği daim a en belirgin şek liyle tartışmaya açm ak­
tı. Zira, gerçek siyasî düşünce, yapıcı imaja tekabül etm ediğinde,
bilim olarak siyasete ilişkin rahatlatıcı yanıtların elde ed ilm esi ne
işe yarar ki?
İlk ön ce, politik-tarihsel düşüncenin, pür teori olm ayan fakat
yin e de bilgi içeren bir su i-gen eris*- bilgi yarattığını kabul etm iş o l­
mak gerekir; ilk ön ce, politik-tarihsel bilginin daima kolektiflerce
tem ellenen grup istem lerine bağlı olarak k ısm î ve perspektifçi bir
şekilde ortaya çıktığını bu istem lerle sım sıkı bir bağ oluşturarak
* sui-generis: kendine özgü... kendi türünde tek olan. - ç.n.
geliştiğin i fakat, gerçekliği yin e de özgü l bir şekilde kavradığının
anlaşılm ış olm ası gerekir. Politik-tarihsel düşüncelerin kendilerine
ilişkin görüşlerinin bile - problem in hangi yaşanm ışlıklar, g elen ek ­
ler ve bakış açılarından hareketle yaklaşıldığına bağlı olarak - bir­
birinden ne denli farklılaştığını, bizzat tarihsel m alzem e tem elinde
yaşam ış olm ak lâzım . Problem atiğin tarihsel-sosyolojik analizine
bu yüzden bunca yer ayırdık. Ki, b öylece, daha teori-pratik iliş­
k isiy le ilgili tem el problem in -bürokratik, tarihsel, liberal, sos-
yalist-kom ünist ya da faşist bakış açısına bağlı olarak - daima fark­
lı biçim lerde ortaya çıktığını gösterebildik.
P o litik d ü şü n cen in ö zg ü n lü ğ ü n e vurgu yapm ak isten d iğ i
zaman, betim lem e biçim inin aktif yön elim sel bilginin özgünlüğü
karşısında yetersizlik ve uygunsuzluğunun, ve ayrıca aktif yönelim
ile seyredici şem a arasındaki karşıtlığın anlaşılm ış olm ası gerekir.
Son olarak ise, aktarma biçim leri arasındaki bu farklılık ve ö zgü n ­
lüğün, burada sö z konusu olan tinsel aktarmanın özgü l biçim inde
hareketle tespit ed ilm esi gerekm ekteydi. B etim lem em izd e bu ak­
tarma biçim lerinin analizine bu yüzden bunca yer ayırdık.
Bu farklılıkları belirgin bir şekilde g ö z önünde bulundurup bun­
dan kaynaklanan zorlukları nihai problem atiğe aktardığımız zaman
ancak, siyasetin bilim olarak mümkün olup olam ayacağına ilişkin
problem , konuya uygun bir şekilde çözülebilecektir. İşte bilgi so s­
y o lo jisiy le ilgili analiz, herhangi bir politik bilginin varoluşsal bağ­
lılığını daima göz önünde bulundurup betim lem e biçim ini toplum-
sa l-eylem ci tutumdan hareketle kavramaya am açlayan türden bir
analiz biçimidir. B ilg i so sy o lo jisiy le ilgili bir problem atik olm adan,
politik b ilgiyi en içten özgü n lüğü yle anlamak mümkün değildir.
A ncak bu bilgi so sy o lo jisiy le ilgili analize, üç yoldan ulaşılabilir.
İlk yol, p olitik-tarih sel bilginin daim a varoluşsal ve konum sal bağ­
lılık içinde geliştiği b ilgisinin edinilm esinden sonra, ve tam da bu
varoluşsal bağlılık nedeniyle bu bilgi biçim inin hakikat ve bilgiyle
ilgili niteliğinin büsbütün inkâr edilm esidir. Bu yolu gerçek b ilg iy ­
le ilgili paradigmanın yönünü, başka alanlardaki bilgi m odellerine
göre tayin edip, m uhtem elen gerçekliğin her alanının da kendine
özgü bir bilgi b içim in e sahip olab ileceğin i ve bilgi problem inin
F: 14/ ideoloji ve Ütopya
yönünün hiçbir şeyin b öyle tek taraflı ve sınırlı bir şekilde tayin
edilm esi kadar tehlikeli olm adığını g ö z önünde bulundurmayan
kişiler takip edeceklerdir.
İkinci olası yol, bilgi so sy o lo jisiy le ilg ili analize, herhangi bir
tarihsel-politik bilgi sö z konusu olduğunda, “toplum sal denk-
lem ”in ortaya çıkarma görevini yüklemektedir. Ş ö y le ki, bilgi so s­
y o lo jisiy le ilgili analizin görevi, som utça varolan her bir “b ilg i”den
değersel, konum sal ve iradî bağlılık içinde bulunan m om entini or­
taya çıkarıp, bu m om enti bir hata kaynağı olarak tasfiye etm ek ve
b öy lece bu bağlam da da “nesnel olarak” geçerli olan içeriksel
değerlerin “değer serbestisi”ne sahip, “toplum üstü”, “tarih üstü”
alanına ulaşmaktır.
Bu yönelim in haklı tarafları vardır elbette; zira, politik-tarihsel
bilgid e ifade ed ilebilirliği büyük çapta dünya görüşüyle ilg ili ve
politikten soyutlanabilir özerk bir kurallılık içeren alanlar vardır.
Örneğin, ruhsal yaşam da anlam dışı biçim de kavranabilir bir alanın
varolduğunu büyük çapta kitle psikolojisinin yardım ıyla görm üş­
tük; ayrıca, toplum sal olanın en genel yapısal tarzlar biçim inde kav­
ranabilir bir tabakası vardır: İnsanî bir arada yaşam anın en genel
yapısal biçim leridir bunlar (“form el sosyoloji”). “W irtschaft und
G esellschaft ” [Ekonom i ve Toplum] adlı eserinde bu pür “nesnel
olarak” kavranabilir ilişkileri, sosyoloji için b öyle bir değer serbes­
tisine sah ip -n esn el bir alan kazanabilm ek için, ortaya çıkarmak tam
da M ax W eber’in am açladığı bir şeydi. Ulusal iktisat alanında pür
bir teorik alanı toplum sal ve dünya görüşüyle ilgili olanın örgüsün­
den damıtarak çıkarma çabası da, “değerlendirm eler”i kesin bir
şekilde “nesnel içeriksel değerler”den ayrımlaştıran bir araştırıcı an­
layışın çabasıdır.
Bu ayrım laşm anın gerçekte ne oranda başarılabileceği henüz
b ilinem ez. Bu tür alanların varolm ası mümkün ve hatta olasıdır; an­
cak “değer serb estisiyle ilg ili”, “tarih üstü” ve “toplum üstü”
niteliklerinin vücut bulm ası, yöntem olarak kullandığım ız ak-
siyom atiği ve kategoriler aparatını dünya görüşüyle ilgili bu kenet­
lem e yönünde analiz ettiğim iz zam an belirgin biçim de mümkün
olabilecektir. Zira, hepim iz, bizzat kendim izce, ama bilinçdışı
olarak deneyim in içine taşıdığım ız ve bilgi so sy o lo jisiy le ilgili araş­
tırmacının önüne daha sonradan belli bir akımın kısm î tarihsel-kon-
uma bağlı bir aksiyom atiği olarak çıkan kategorik yapıları v e nihai
tespitleri “n esn el” m om entler olarak kabul etm e eğilim in e sahibiz-
dir. B ü n y elerin d e d üşü nd üğü m üz d ü şü n ce b içim lerin in k ıs-
m îliğinin kendim izce neredeyse hiç deşifre olm am asından, v e yal­
n ızca g elişe n tarih sel-toplum sal akışın o la sı bir k ısm îliğ in
görünebilirliğini sağlayan bir m esafe yaratmasından daha doğal bir
şey olam az. Bu nedenle, en azından bilgi sosyolojisi biçim indeki
bir düzeltm e m ekanizm ası olarak düşünce tarzlarının “toplum sal
d en klem ”lerinin araştırılm ası, bilin eb ilirliğin bu türden ayrış-
tırılabilir, değer serbestisine sahip bir alanı am açlayan bir eğilim i
için daim a önem li olmalıdır.
Burada peşinen çözüm ler sunmak m üm kün değildir; sö y le n e­
bilecek tek şey; p olitik-toplu m sal açıdan belli bir yerde konum lan­
dırılm ış olanın bu türden bir belirgin ayrışmasının ardından, eğer,
yine de değer serb estisiyle ilgili bir alan vücut bulursa (ki, burada,
sadece politik görüş belirtmekten arınmış bir alan d eğil, kategorik
ve aksiyom atik aparatın apaçıklığıyla ve değer serbestisiyle ilgili bir
alan kastedilm ektedir), bunun ortaya çıkarılm ası, ancak düşüncenin
tarafım ızca kavranabilir olan “toplum sal denklem ”lerinin dikkate
alınm asıyla mümkün olabilecektir.
B ö y lece, aslında bizim yolum uz olan üçüncü yola g elm iş
bulunuyoruz. Burada asıl politik olanın başladığı yerde, değerlen­
dirici olanın kolayca ya da en azından b içim sel-sosyolojik düşün­
c e y le ve pür form elleştirici idrakin diğer b içim leriyle aynı oranda
ayrıştırılam ayacağı görüşü hâkimdir. Bu bakış açısı, iradecilik un­
surunun, asıl politik-tarihsel alandaki idrak edilebilirlik için sahip
olduğu önem inde ısrar edecektir (her ne kadar bu alanlar içinden
zam an iç er isin d e tüm taraflar için g eç er li olan k ategoriler
se çilecek se de). Her şey e rağm en, tüm taraflar için geçerli olan bil­
ginin yavaş yavaş ön plana çıkan belli bir tabakasından ve bir
“C onsensus ex-p o st”un43* varlığından dolayı, m evcut her bir tarih­
43 Bu konuyla ilgili ayrıntılar için, olu şu ı.-.. gösterm eye çalıştığım e x - post bir
konsensüsten sö z edilen Zürih Konuşm ama bkz.* ve [bkz.: s.4 7 -4 8 .— ç.n.]
sel noktada bilgi m alzem elerinin önem li bir kısm ının sırf perspek-
tifçi v e bakış açısına bağlı olan biçim leriyle varolduğunu görm ez­
likten gelm eye sürüklenm em eliyiz. A ncak, nihai kurtuluşun ve
tarihsel olm ayanın evresinde yaşam adığım ız için, problem im iz
“kendinde hakikat” unsurunda inşa ed ilm iş bir bilgi karşısında nasıl
bir tutum takınmak gerektiğinden çok, insanın zam ansal bakış
açısına bağlı b ilgisiyle ve bilgiden kaynaklanan problem lerle nasıl
baş ed eb ileceği konusudur. Eğer bir sistem içerisinde ilk başta özeti
mümkün olm ayan bir unsur için toparlayıcı bir bakış öneriyorsak,
bunun nedeni, bu bakışı göreli optim um ve (tarihte şim d iye dek hep
olduğu gibi) bundan sonraki senteze bağlayacak gerekli v e hazır­
layıcı bir adım olarak değerlendirdiğim iz içindir. Problem in bu
şekildeki çözüm ü bağlam ında hem en eklenm eli ki, olası en kap­
sam lı ve ileriye yön elik hareket ettirici konumdan hareketle, topar­
layıcı bakışa ve senteze yön elik bu eğilim d e bile dinam ik olarak or­
taya yön elm e şeklindeki bir karar yatmaktadır. Bu kararla ilgili
niteliği inkâr etm ek aklım ızın ucundan bile geçm ez. Kaldı ki, tem el
savım ız, politik idrakin, politikanın başta betim lenen anlamda p oli­
tika olduğu sürece,' karar verm eden m ümkün olam ayacağı; v e bu
kararın, yapısal bütünün herhangi bir yerinde, -u zlaştırıcı öneriler
sö z konusu olsa b ile - dinam ik sentez yönünde gerçekleştiğidir.
Ancak karar verm enin, bakış açısının bilinç dışı ve nahifçe belirlen­
m iş olm asıyla (ki, bu bakış açısının gen işlem esinin ilkesel olarak
en gellen m esi anlam ına gelir) düşü nebileceğim iz ve b ileb ileceğim iz
her şeyin problem atiğe ve istişareye dahil ed ilm esiy le birlikte or­
taya çıkm ış olm ası arasında önem li bir fark vardır.
Zira, politik bilginin en özgün yanı, daha çok bilm ekle karar
vermenin ortadan kaldırılm ası d eğil, giderek daha çok geri plana
çekilm esidir. Bu geri çekilm ed e fethedilen ise, bakış alanı olarak,
fethedilm iş bilgi olarak kalmaktadır. D olayısıyla, sosyolojik id eo lo ­
jiler araştırmalarının yaygınlaşm asından, gittikçe artan bir oranda,
toplum sal koşullarla, iradesel içtepi ve bakış açısı arasında şu ana
değin salt kısm î olarak araştırılmış ilişkilerin daha da belirgin leş­
tirilm esini, yani kolektife bağlı iradeyi ve ona ait düşünce tarzının
büyük çapta kesin olarak hesap ed ilebilm esin i ve örneğin toplum ­
sal tabakaların ideolojik tepkilerinin önceden bilinebilm esini sağ­
layacak önkoşulların tesis ed ilm esin i bekleyebiliriz.
Kendi kararlarımız, bilgi sosy o lo jisiy le ilgili bu türden bir
tem ellendirm eyle hiçbir şekilde ortadan kalkmaz; yalnızca oradan
hareketle karar verm ek durumunda olduğum uz bakış alanı g en iş­
lem iş olur. Ve d olayısıyla belirleyici etm enlerden haberdar olm anın
g en işlem esiy le de kararın felc e uğratılın mdan ya da “özgürlüğün”
tehdit edilm esinden korkanları rahatlatabiliriz. G erçekte belirlen­
m iş olan, en ön em li belirleyici etm enleri bilen kişi d eğil, tanımadığı
belirleyicilerin doğrudan b askısıyla eylem d e bulunan kişidir. B ize
şim d iye dek hükm eden belirleyicilerin bilincine varm am ız, bu
belirleyicileri b ilinç dışı m otivasyonlar alanından hükm edilebilirlik,
hesap edilebilirlik ve nesnelleştirilebilirlik alanına çeker. Seçim
yapm a ve karar verm e ortadan kaldırılm adığı gibi, tam tersine, bize
şu ana değin hükm eden m otiflere de biz hükm ederiz artık. Giderek
kendi ben liğim ize geri çekiliriz; ve şu ana değin kaçınılm azlıklara
hizm et ettiğim iz alanda, artık tem elden özd eşleşeb ileceğ im iz gü ç­
lerle b ilin çli olarak ilişki kurabiliriz.
E skiden hükm edilem eyen etm enlerin artık sürekli bilincinde
olunm ası v e karar verm enin giderek geri çek ilm esi, siyasî bilginin
oluşum undaki tem el hareket biçim i gibi görünmektedir. Bu hareket
biçim i, rasyonelleştirebilirlik ve (en şahsi alanlarım ız dahil olm ak
üzere) rasyonalist biçim deki hükm edilebilirlik alanlarının giderek
daha fazla gen işlem esin e ve buna orantılı olarak irrasyonalist
hareket serbestisinin giderek daha fazla daralm asına ilişkin ger­
çe ğ e tekabül etmektedir. B ö y le bir gelişim sonucunda irrasyonalist
olanın v e karar verm enin artık yeri olm adığı ve artık büsbütün ras­
yon elleştirilm iş bir dünya m eydana gelip g elm ey eceğ i, ya da sırf
toplum sal belirlenm işliğin ortadan kalkıp kalkm ayacağına ilişkin
problem in tartışılması mümkün değildir. Zira bu, fazlasıyla ütopik
ve çok uzakta olan bir ihtimaldir, d olayısıyla da bilim sel bir in­
celem en in konusu değildir.
Bu yere kadar ancak politika olarak siyasetin bu hareket serbes­
tisinin varolduğu sürece ancak mümkün olduğu (ki, bu hareket ser-
bestisi olm adığı zam an, yerine “ idare” geçer); ayrıca, politik bil­
ginin özelliğin in “sağın” bilgi biçim lerine kıyasla, burada bilginin
ayrılam az bir şek ild e istem le, rasyonalist unsurun irrasyonel
hareket serbestisiyle özsel olarak bağlılığından ibaret olduğu; ve
nihai olarak, irrasyonel olanı toplum sal olanda eritm e eğilim inin
m evcut olduğu, buna bağlı olarak da b ize şu ana dek bilinç dışı hük­
m eden etm enlerin gittikçe artan bir şekilde bilincine varma sonucu
doğduğu söylenebilir.
N asıl biz (doğm ak ve ölm ek gibi) doğanın sınır gerçeklerini
daim a hükm edilem ez biçim de yaşıyorsak — bu olgu , tarihsel olana
da, insanın toplum sal-dünyevi olanı aynı kaderde olduğu gibi başta
hükm edilem ez olarak yaşam ası biçim inde yansımaktadır. D ünyayla
ilg ili bu türden bir d en ey im e, “kader e tiğ i” d iy e ad lan ­
dırabileceğim iz bir etik aittir. Bu etik, gen elde, yü ce ve b elirsiz güç­
lere itaat etm eyi öngören em irlerden ibarettir. Y önünü kadere göre
tayin eden bu etiğin ön plana çıkm ası, ilk başta insanın toplum sal
akış içerisinde, en azından kendi benliği ile kaderci olanı kıyasladığı
zihniyetçi etik bünyesinde yer alıyordu. Özgürlüğünü; ilk olarak,
ey lem d e bulunarak (eylem in sonuçlarına hükm etm ekten feragat et­
se de) dünyaya yeni nedensellik dizileri yerleştirm e olasılığı an­
lamında; İkincisi olarak, kararlarının belirlenm em işliğine olan inan­
cıy la m uhafaza etm eye çalışır.
G elişim in üçüncü aşam asının, şim diki zam anım ızın anlamını
içerdiği sanılmaktadır: “D ünya” denen toplum sal ilişkiler bütünü,
tam am ıyla belirsiz ve kaderci değildir artık; fakat, daha ziyade bazı
ilişkilerin potansiyel olarak ön ced en belirlenm esi mümkündür. Bu
aşam ada sorum luluk etiği ortaya çıkmaktadır. Bu etik b içim i, ilkin,
sadece zihniyete göre faaliyette bulunm a talebini d eğilse bile,
hesap edilebilir her bir olası sonucu istişari süreç bünyesine alma
talebini içerir; ve ikinci olarak - k i, bunu, bundan ön ce söylenenler
nedeniyle eklem ek isteriz- kör ve sadece kaçınılm az biçim de etkin
olan belirleyicileri büsbütün tasfiye etm ek için, bizzat bu zihniyeti
derin bir sorgulam aya tabî tutma talebini içerir.
M ax W eber, bu türden politikayı belirgin olarak ilk b etim leyen ­
lerdendir. Onun bilgilerinde ve araştırmalarında, toplum sal süreç­
teki kör kaderci unsurun en azından k ısm î olarak yok olm ak üzere
olduğu ve bilebililir olanın bilm esi, faaliyette bulunan için görev
haline geldiği politika ve etiğin bu aşam asını yansım ış bulmaktayız.
Politika, bu aşam ada bir yanda - o ls a o ls a - hükm edilm esi
gereken tarihsel alanın yapısı itibariyle anlaşılır bir hale gelecek
kadar belirginleştiğinde; ve öte yandan, etikten bilginin yararsızca
seyrediciliğe dalma anlamını değil, ancak özaydınlanm a ve b öylece
politik eylem e hazırlık anlamını taşıyan bir iradenin yükselm esi
koşulu yla b ilim e dönüşebilir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Ütopik Bilinç
(Alfred W eber’in 6 0 ’ıncı D oğum G ününe İthafen)

A. Temel Olguların
/• Aydınlatılmasına İlişkin Deneme:
/ Ütopya, İdeoloji ve Gerçeklik Problemi.
V Ç evrelendiği “varo1us”la unuvgnnl^k i^uıHp nlm nvgn bir bilinç
ütopiktir.
Böyle"bir u y u m s u z lu k ;.keıv jin i frıı türden bir bilincin, yaşanm ış
filanda.^liişüncede ve ey^ılKîri, bo*“varoluş”un, gerçekleşm iş olan
çpHiyİp i^rrfTprttgi etm enler doğrultusunda hareket etm esiy le g ö s­
term ektedir. A ncak, ilgili “varoluş”u aşkmlaştıran ve bu anlamda
“gerçeklikten uzak” olan her uyum suz yön elim i ütopik olarak d e­
ğerlendirenleyiz. E ylem e g eç iş yaparak ilgili kurulu varoluşsal dü­
zeni aynı zamanda kısm en ya da tam am ıyla parçalayan “gerçekliği
aşkınlaştırıcı” yönelim den ancak ütopik yön elim olarak sö z ed ile­
cektir.
Ü topik olanın, aynı zam anda kurulu djjzeni-pafçalayan gerçekli­
ği aşkınlaştırıcı bir VöneTîTTPolarak sıoıriafldırılması. ütopik bilinci
id eolojik olandan ayırmaktadır. G erçeklikten uzak, varoluşu aşkın-
Iaştîrıcı etm enler doğrultusunda hareket edip yin e de kurulu yaşam ­
sal düzenin gerçekleşm esi ya da yeniden inşa ed ilm esi yönünde et­
kin olm ak mümkündür. İ n ş a r ^ ğ l ı ı t a r j h h o v ı m r a v a r o l ı ı s u ick in les-
J ir ic i etm enlerden çok varoluşu aşkınlaştıTlC] etm enler doğrultusun-
efe hareket e tm e s ine j ağm en, yin e de bnylp hir varrtlllfla j l g i l i ^ i)Je-
o lojik” uyum sonucunda çok som ut yaşam sal düzenleri gerçek leş­
tirebilm iştir. B ö y le bir uyum suz yön elim , ancak aynı zam anda ku­
rulu “varoluşsal olu şum ”u parçalama doğrultusunda etkinlik g ö s­
terdiğinde ütopik olm aktaydı. Bu nedenle belli bir “v aroluşsal dü-
7P.n”infa<:ıy ıhılan m* tem silcileri, varoluşu aşkınlaştırıcı yön elim in
asla d ü ş m a n la n o lm a m ış la r d ır - A r p a H a n sadece, varoluşu a ş ^ n i a ş - —
tırıcı, yani belli bir yaşam sal düzende gerçekleştirilm esi mümkün
olm ayan içeriksel d eğ erlere v e istem lere s üTcktTEaskın g elm ek, bu
türden içeriksel değerleri toplum un ve tarihin ötesinde olarTKir m e-
kâna iüreün ed efek. b öylece top lu m saf açıdan etk isiz hale getir­
mekti.______
Her varoluşla ilg ili tarihsel aşam anın etrafı, varoluşu daim a aş-
kınlaştıran düşüncelerle sarılı olmuştur; ancak bu düşünceler ütop­
ya olarak d eğil, daha çok bu varoluşsal aşam aya ait olan id eoloji­
ler olarak -b u varoluşsal aşam aya ait dünya imajının içine “orga­
nik” olarak (yani devrim ci bir etkinlik olm aksızın) inşa edildikleri
m ü d d etçe- etkinlik gösterm işlerdir. Örneğin bu içeriksel değerler,
feodal-klerikal* ortaçağ düzeninin, cennetlik vaatlerini toplum sal
kılığından tarihi aşkınlaştırıcı bir m ekâna, öteki dünyaya sürgün
edip, b ö y lece onların devrim ci etkinliğini kavrayabildiği m üddetçe,
henüz bu düzenin bir parçasıydı. Bu ideolojiler ancak, belli insan
topluluklarının, bu idealleri eylem lerinin içine alıp gerçekleştirm e­
y e çalıştıklarında, ütopyalar haline gelm iştir. Landauer’in sö z ü y le ,1
bir m üddet için de olsa - v e yaygın olan tanıma bilinçli bir karşıtlık­
ta bulunarak- geçerli olarak etkin olabilen her düzeni “topya” (To-
pie) olarak adlandırırsak, idealler devrim ci bir işlev e sahip oldukla­
rı her yerde ütopyaya dönüşmektedirler.
B ö y le bir ayırım ın, “varoluş”la ve buna bağlı olarak varoluşsal
aşkm lıkla ilgili belli bir kavram sallıkla tem ellendiği aşikârdır— ki
bu, devam etm eden ön ce mutlaka açıklığa kavuşturm am ız gereken
bir önkoşuldur.
* klerikal - klerikalizm: papaz öğretisi - din adamları iktidarı ve bu siyasal
düzenin taraftarlığı. — ç.n.
1 Landauer, G .: D ie R evolution [Devrim ]. “D ie G esellsch aft” [Toplum] adlı
yazı dizisinin on üçüncü cildi. Yayına hazırlayan: M. Buber, Frankfurt a. M.
1923.
F elsefî bir problem olarak “gerçekliğin ” ve “varoluş”un g en el­
de ne anlam taşıdığı, bizi burada ilgilendirm em elidir. Ancak tarih­
sel v e sosyolojik açıdan neyin “gerçek” olarak belirlenebileceği o l­
dukça açıktır.
İnsanoğlunun, ön celik li olarak tarih ve toplum içinde yaşayan
bir varlık olm ası nedeniyle, çevrelendiği “varoluş” asla “varoluşun
ta kendisi” değildir, toplum sal varoluşun daim a som ut tarihsel bir
y H iH ir “Varoluş” sosyologların bakış açısından hareketle, “som ut
olarak varolan”. vs&rrErkı g ö s m e n ve bu anlam da gerçekte belir-
y lenebilir yaşam sal birdü^erLdifr---
" “btkı gösteren ” her"somut “yaşam sal düzen”, ilk başta en net
bir biçim de, tem ellen diği ek o n o m ik -g ü çsel oluşum un özel şek liy ­
le algılanıp nitelenebilir. A ncak bu yapısal şekilleri m üm kün ya da
gerekli kılan (sevgin in , toplum sal katılım cılığın, m ücadelenin özgül
biçim leri gibi) İnsanî bir aradalığın tüm biçim lerini; ve nihayet, bu
yaşam sal d üzen e tekabül eden ve bu anlamda ona uygunluk g ö ste­
ren deneyim in ve düşüncenin tüm biçim lerini kapsar. (B izim prob-
lem atiğim iz için bu açıklam a şim dilik yeterli olacaktır. A ncak, ola­
ya yaklaşım ın bir başka düzeyi sö z konusu olduğunda, birçok şeyin
daha aydınlığa kavuşturulması gerektiği de itiraf edilm elidir. Bir
kavramın aydınlığa kavuşturulması asla mutlak bir şekilde olm az;
oluşum bütününün aydınlatılm asının gen işleyiciliğin e ve yoğun g e­
n işlem esin e paralel ilerler.) A ncak “s e rcekte varolan” t.iim v a s a m -
sal d ü zenlerin avnı zam anda: ilgili vasam sal düzen çerçevesind e ve
bünyelerinde tasavvur edilen içeriksel değerler d ogrultusuaria asTa
etk rgösterem em elerı ve bu vasam sal düzen i ç e r i s i n d e n n la r a n v p ıın
bidfncle yasavıp faaliyette, bulunamamaları d olayısıyla “varoluş açı­
sından aşkın” ve “gerçek d ışı” diye adlandırılabilecek tasarımlarla
ç gvi'tfteflmısferdir.
K ısacası; etk ili olan bu vasam sal düzenle u yuşmayan tüm tasa­
rımlar, “varoluş'açîSrmian aşkın^'^gerçeîT dîjîlarSîE ^SSSâ^^İarak
varolGprgerçeKte^Iktti olan her bir yaşam sal d üzenle uyum içinde
bulunan tasgrımları ise7~varoluşla uygunluk içinde bulunan (“uy­
gun”) tasarımlar ¿ iy e adlandırıyoruz. Bu türden tasarnnîâr nispeten
seyrektir, ve ancak sosyolojik açıdan tam am ıylaaycfinlîğa kavuştu-
rulmuş bir bilinç, varoluşla uygunluk içinde bulunan tasavvurlar v e
m otifler tarafından belirlenm iş görünmektedir. Varoluşla uygunluk
içinde bulunan tasarımlara karşın, hirjj^ynrnlıifi arısından aşkın iki
büyük grup tasarımı m evıu ttu rfffleoloiiler ve ütopyalar.
ito p y a la r N
riksel U egerleri asla
gerçekleştirem eyen, varoluş açısından aşkm tasarımları k ta o toji o k ­
raK adlandırıyoruz.- Her ne kadar bu tasarımlar bireylerin iyi n iyet­
len bağlam ında ö zn el faaliyetlerinin m otiflerine dönüşseler de so ­
mut pratik sö z konusu o lduğunda içeriksel değerleri dnğnıltıısııru
da d eğ işim e uğramaktadırlar.
ü m e g in , sertliği esas alan bırtoplumda^ H ıristiyanlığın insanlık
se v gisi tasarımı, gayet iyi niyetli olarak bireysel eylem selliğ in m o-
tifıne d önüşse bile, varoluş açısından daima aşkın7 gerçekleşm esi
im kânsız ve bu anlamda “id eolojik” bir tasarım olarak kalacaktır.
Aynı prensibi esas almayan bir toplumda, Hıristiyanlığın bu insanlık^,
sev g isi doğrultusunda tutarlı bir biçim de vasamaiT mümkün olm a-
dığı gibi, birey -b u 'top lu m sal yapıyı yok etm eye am açlam adığı
m ü d d etçe- te r zaman daha yü ce m otiflerinden indirgenm ek z o ­
runda kalacaktır.
İdeolojik o larak belirlenm iş eylem lerin, tasavvur e d ilen icerik-
sel d eğ erden “indirgenm e’ sı birçok şeıcîMe gerçekleşebilir; buna
da, id eo lo jik bilincin birçok m odeli tekabül^rler Kırın rı m o d e lu a-
savvur eden ve düşünen öznefîin. tarihsel-topluiTreftl-olarak helir-
lenm iş d üşüncelerinin aksivomatUTButününde ver alan uyum süzllı-
ğun prensip olarak örtük konum lanm ası sonucunda, tasarımlanma,
gerçeklikle uyum suzluğunun k eşfed ilem em esin e işaret eden m o-
deldir.-h lc o lo iik bilincin ikinci m odeli; kendi fikirleri ile pratikteki
eylem leri arasında uyum suzluğu tarihsel olarak keşfetm e imkânına
sahip olan v e bu bilgilerin üstünü dirim sel içgüdülerden hareketle
yin e de örtm e olarak nitelenen ik iy üzlü bilinçtir. Son m odel ise,
ideolojinin bilinçli yatan anlamında vrirnm lam nnsı peı-el^fi5i bilin ç­
li olarak aldatmayı esas alan ideolojik bilinçtir. Bu bağlam da söz
■B ö y lece ideolo jilerin de herhangi bir eylernselliğe yol açacak m otifler olarak
etk ili olab ileceğ in i sö y lem iş oluyoruz. A ncak ideolojik (yanlış) olm aları, bu
etk ili o lm aların ın içerik sel d eğ erlerin in düşünülen y ö nünde g erç e k le ş­
m ed iğ in d en ibarettir.
konusu olan, kendi kendini aldatm a d eğil, bilinçli olarak aldatılma-
_ 'dır. Varoluş açısından aşfan, iyi niyetli bilinçten ilcivjplii b ilince^
oradan da yalanlara ilişkin iHe.nlnjivp.Jcadar savısız fe c i s m evcut­
tur.^ Ancak Duraaa~bu olgularla daha fazla ilgilen m ek zorunda d e­
ğiliz; bu m odellere ütopik olanın bu bağlam daki ö ze lliğ in i daha net
kavrayabihîjek am acıyla işaret ettik.
( ü to p y a la rd a varolu ş açısından aşkındırlar; zira onlar da ey lem ­
lerini eşzam anlı olarak gerçek leşm iş varoluşun içerm ediği unsurlar
yönünde gerçekleştirm ektedirler. A ncak onlar, ideolojiler Hepildir:
daha doğrusu, mevcu t tgrihto-tfoilj Yflr^ll'?cal f"*r7f Wiği. kendi ta-
coTTjpian yrtnijnfVkj ı^p}' değiştirem edikleri ölçü d e ide­
olojiler değildir. TTtnpjj ilr idrolnji nrnrınflnTfî hu gen el v e ilk baş­
ta tam am ıyla biçim sS lo la n ayırım , bizim gibi konuya nispeten dışa-
■"ridan bakanlar “açısından problem siz gibi görünse de; jd e^ leji-ü e.
ütopya ayırımının teke tek, som ut olarak ne anlama geldiğinin tes-
pitmin yap ılm asrd a bir o kadar zorludur. Zira, burada sö z konusu
olan, pratiğinde kaçınıl™37 alarak tarihsel gerçekliğe hükmetm ek
için çabalayan tarafların istem lgıioa-^ e yaşam la ilg ili duygularına
katılması gereken değerlendirici ve ölçücü bir tasarımdır.
N eyin ütopya neyin id eoloji olduğu büyük ölçüd e, kıstasın varo­
luşsal gerçekliğinin hangi düzeyine uyarlandığına da bağlıdır. Ve
aşikârdır ki, m evcut toplum sal-tinsel varoluşla ilg ili düzeni tem sil
eden tabakalar, taşıdıkları ilişkileri gerçek olarak algılayabilecek le­
ri anda; m uhalefete itilen tabakalar, istedikleri v e kendileri sayesin ­
de oluşm akta olan yaşam sal düzenin eğilim olarak varolan n üvele­
rine yöneleceklerdir. B elli bir varoluşsal gerçekliğin tem silcileri,
kendi bakış açılarından hareketle prensip olarak hiçbir zam an ger­
çekleştirilem eyecek tasarımları ütopya olarak adlandırırlar.
Ütopik olan bu şekilde kullanıldığında, prensip olarak gerçek­
leşem ez bir tasarımdır şeklinde anlaşılan günüm üzdeki egem en an­
lamına bürünür. (B iz gerçi bu anlamı dar kapsam lı tanımdan bilinç­
li olarak çıkardık ) Ki, varoluş açısından aşkın olan tasarımlar ara­
sında, prensip olarak asla gerçekleştirilem ez olanlar da yok d eğ il­
dir. A ncak, b elli bir varoluşsal düzen doğrultusunda düşünüp ona
3 Bu konunun ayrıntıları için İdeoloji ve Ütopya bölüm üne bkz.
atf yaşam la ilgili d u yguların etkisinde bulunan insanlar, yalnızca
kendi yaşam sal düzenleri bağlam ında gerçekleşem ez görüneni, ya-
ui 'Viuuluş ayrSTnHarTaşkın tasarımları m utlak olarak ütonik anlamda
~tfcğei'leıııl'in^ppffilirninilffft<;>prpr,plflprrlir D oğrudan ü top yaîan söz
ettiğim izd e, salt göreli, yani yalnızca daha şim diden varolan belli
bir d üzeyden hareketle gerçek leşem ez görünen ütopyayı kastedece­
ğ iz bundan böyle.
Yalnızca ütopya kavramının anlamının belirlenmesinden hareketle bile,
tüm tanımların daha tarihsel düşüncelerde ne deıılı linini t>ir nitelik taşıdı­
ğını, yitıli L'u'ifl OUytinseLsistemin ilgili düşünürün konumunu ve özellikle
de bu sistemin arypçTnrla rjnran politik karan bir şekilde datETşimdiden
içerdiğini göstermek mümkün olurdu. Bir kavramın nasıl tanımlanıp tanun-
lanmayacagı ve onun hangi anlamsal nüans bağlamında uyarlanıp uyarlan­
mayacağı bile, belli nm-vers kadar esas alındığı düşüncenin sonucuna iliş­
kin bir ön karan iç e r ir ___
Bılmçlı ya da bilinçsiz olarak mevcut toplumsal düzen lehine seçimini
yapmış olan bir kişinin, mutlak ile yalnızca göreli olarak gerçekleştirile­
mez olan arasındaki farkın yok edildiği, ütopik olana ilişkin geniş kapsam­
lı, belirsiz ve aynntılandırılmamış bir kavramsal anlayışa sahip olması bir
rastlantı değildir. İnsanlar, bu bakış açılarından hareketle, mevcut varoluş-
sal statülerinin ötesine geçmek istemezler. Bu reddediş, yalnızca mevcut
varoluşsal düzen içerisinde gerçekleştirilemez olanı, tamamıyla gerçekleş­
tirilemez olan olarak değerlendirmeye çabalamaktadır; ki, farklılığın yok
edilmesiyle birlikte göreli olarak ütopik olanla ilgili taleplerin dile getiril­
mesi de engellenmek istenmektedir. Ayınm yapmaksızın mevcudun ötesi­
ne geçen her şeyi ütopik olarak adlandırmakla, başka varoluşsal düzenler­
de gerçekleştirilmesi mümkün olan “göreli olarak ütopik olan”dan kay­
naklanması muhtemel olan tehlike önlenmektedir.
Her değeri devrim e ve ütopyaya atfedip her topiyi (=varoluşsal düze­
ni) kötünün ta kendisi olarak değerlendiren anarşist G. Larıdauer ise (Die
Revolution [Devrim] a.g.e, s. 7 ve devamı), tam tersine, tüm varoluşsal dü­
zenleri -ayrım yapm aksızın- aynı kefeye koymaktadır. Nasıl mevcut va­
roluşsal düzenin temsilcisinin gözünde ütopik olan daha fazla her şey bir­
birine benziyorsa (ki, bu bağlamda, ütopyaya karşı bir körlükten bahset­
mek mümkündür), anarşizm söz konusu olduğunda da da varoluşa karşı
bir körlükten bahsetmek mümkündür. Zira tüm anarşistlerde olduğu gibi,
Landauer’da da egemen olan, tüm kısmî farklılıkların üstünü örten, her şe­
yi basitleştiren “otoriter olan”a karşı “özgürlük savaşçısı” şeklindeki anti­
tez ortaya çıkm aktadır-polis devletinden dem okratik-cum huriyetçi ve sos­
yalist devlet örgütlenmesine kadar her şeyin aynı şekilde “otoriter’ olarak
görünüp yalnızca anarşizmin özgürlükçü olarak değerlendirildiği bir kar­
şıtlık. Basitleştirme yönündeki bu yaklaşım, tarihle ilgili yaklaşımda da et­
kisini göstermektedir. Tekil devlet biçimleri arasında varolan muhtemel ni­
teliksel farklılıkların üstünün, fazlasıyla kaba bir alternatif tarafından, ör­
tülmesi gibi; en önemli değersel vurgunun ütopyaya ve devrime kaydırıl­
masıyla da, tarihsel-kurumsal alandaki herhangi bir evrimsel momentin or­
taya çıkma olasılığının önü tıkanmıştır. Tarihsel olaylar, dünyayla ilgili bu
türden bir duygu için, her bir topinin (düzenin) yerine sürekli olarak onun
içinden çıkıp yükselen bir ütopyanın geçmesinden başka bir şey değildir.
Gerçek yaşam, yalnızca ütopyada ve devrimde saklıdır; kurumsal varoluş-
sal düzen, yatışan ütopyadan ve devrimden artakalan kötü bir çökelme
miktarıdır daima. Tarihin yolu, böylece, topiden ütopyaya ve oradan yine
topyaya vs. geçmektedir.
Bu dünyaya bakışın ve kavramsallaştırılmanın tek taraflılığı, burada da­
ha ayrıntılı analiz edilmeye gerek duyulmayacak kadar açıktır. Ancak, mev­
cut varoluşsal düzeni temsil eden (“muhafazakâr”) düşünce tarzına kıyas-
ararı; bu düzeni, kendisini daha sonra yok eden ütopik unsurları kendi

J den doğuran olası “topiler”in arasında yalnızca birisi olarak değerlen-


rek, mevcut varoluşsal düzenin mutlaklaştırılmasını engellemesidir,
ülmektedir ki, “doğru” (ya da, da h a j KfleVazrtfede edildiğinde, günü-
müz düşünsel seviyede mumıcun olabilecek en uy^"n) i'tnpmr-lravrammı
ortâyTçIHnİTTms^tılı iı.i^ ıria 'e g ^ l1, trikİl'İ55 ^ i ^ fciiânauı .tek, taraflılıklarını
BîTgrsoSyolojlsine içkin bu- analizle kızıştırmak gerekir. Bövlece. şu ana
IcâHaF'yapılııılŞ üîSnncavramsaîlinlâffîHırmalann kısmîliginin ne anlama
geldiği çok net biçimde anlaşılacaktır. Ancak bu açığa kavuşturmadan son­
ra, şu ana dek ortaya çıkmış olan tek taraflılıkların üstesinden gelebilecek
daha özenli bir çözüme ulaşılabilir. Yukarıda kullandığımız ütopya kavra­
mı, bu anlamda en kapsamlı ifade olarak görünmektedir. Varoluşun ta ken­
disinden değil, tarihsel-toplumsal açıdan somut olarak belirlenmiş olarak
sürekli değişen bir varoluştan hareket ederek, başta gerçekliğin dinamik
niteliğim hesaba katmayı hedeflemektedir. (Bkz. s. 120, dipnot 33.) Ayrı­
ca, tarihsel-toplumsal açıdan niteliksel olarak derecelendirilmiş bir ütop­
ya kavramım ortaya koymayı, ve nihayet “göreli olarak ütopik olan”la
“mutlak” olanı birbirinden ayırmayı hedeflemektedir.
Sonuçta tüm bunlar,/varoluş ile ütopya arasındaki herhangi bir ilişki­
nin teorik a n la m d a , ve sadece soyut mr biçimde tespit edilmesiyle de^il,
ütopyanın hpl|j hir Hnr^ınHpiri tarihsel-toplumsal şekildeğişiminin somut
m H n lig jnin hesaha karılmasının ve; ayfîüa Uu-şeklldcgışımının salt mor-
folojik-seyre dalarcasına <3Sğerlendirilip betimlenmesiyle de Hpuil, litopya--
nıjı_.oIuşumuvla. “varolus”un oluşumunu iliskilendiren o canlı prensibin
öne çıkartılması nedeniyle gerçekleşmektedir. V a m |n ç ilg_iitnpya :ır:fûrjçgF~
lyJiişfcrrİftrsm lam da, “diyakİttiku"ttrTİişk} olarak helirİpnm pktgrtîP^u
düzeydeki ütopya kavramı; her bir v a r o lu şs a l kademenin, “negatif olan”ı,
henüz gerçekleşmemiş olanı, her bir varnlussai kademfpin çıkınlısını yo-
¿|un bir şekıldeıçeren tüm “düşüncelere ve ruha ilişkin içrriknrtl rin£rr”lr
g Tcgndi-kiiınJcn birdenbire meydana çıkartmaktan ibaret olan ilişki anla­
mını taşımaktadır. Daha sonraları tiıı.sü un.suıUl'. Hû Vaı^uguı kendini aşan
bir~Şekilde harekete geçiren patlayıcı madde haline dönüşürler. Varoluş,
ütopyalar doğurur; ütopyalar ise, varoluşu bundan sonraki varoluş yönün­
de harekete geçirirler. Daha Hegelci Droysen, bu “diyalektik ilişki”yi bi­
çimsel bir düzeyde ve biraz entelektüalist bir tarzla gayet iyi ifade etmiş­
ti. Kavramsal belirlemeleri, diyalektik unsurun geçici olarak incelenmesi
açısından yararlıdır. Droysen, “Grundriß der Historik” [Tarihçiliğin Temel­
leri] adlı eserinde (ed. Rothacker, Halle a.d. Saale 1925), şunları ifade
eder:
§ 77.
“Tarihsel dünyadaki tüm hareketlilik; durumsallıklardan hareketle ide­
al bir karşı imajın ve bu durumsallıkların nasıl olmaları gerektiğine ilişkin
düşüncenin gelişmesiyle icra olunur . ..”
§ 78.
“ Düşünceler, varolanın eleştirisidir; varolması gerekenin değil. Düşün­
celer, yeni durumlar haline gelip alışkanlık, miskinlik ve donmuşluk şek­
linde tortulaştıklarında, yeniden eleştiriyle karşı karşıya geleceklerdir, vs.
vs . ..”
§ 79.
“İnsanların yapması gereken şey, durumları yeni düşüncelere, düşün­
celeri ise yeni durumlara dönüştürmektir.” (s. 33-34)
Diyalektik olarak ileriye doğru hareket etmenin, varoluşun ve “düşün­
cel olan”daki kavranabilir çelişkinin belirlenmesi, yalnızca biçimsel bir
şema olarak kullanılmalıdır; asıl önemli olan, varoluşsal farklılıklarla ve
ütopyayla ilgili farklılıkları mümkün olduğunca somut olarak ortaya koy­
maktır ki. sistematik olarak giderek daha da zenginleşen problematiğe
yaklaşım buna uygun olarak daha da büyük ölçüde tarihsel açıdan verimli
olabilsin. Zira, sistem ile ampiriyi birbirine gitgide daha çok yakınlaştır­
mak, araştırmaların bundan sonraki göreviymiş gibi görünüyor.
Bu bağlamda, sistematik incelemeler için ilerici tarafların kavramsal
malzemesinin eğilim olarak daha uygun olabileceği gözlemi daha yaygın­
dır; zira ilerici taraflar, varoluşsal anlamda sistematik biçimde düşünme
şansına sahiptirler (bunun nedenleri için bkz.: Das konservative Denken
[Muhafazakâr Düşünce], a.g.e., s. 83 ve devamı).
Yegânelik anlamındaki tarihsel kavramlar ise, daha çok muhafazakâr
konuma sürükleyen bakış açılarınca oluşturulmaktadır. Ki bu ilişkilendir-
me en azından tarihsel yegânelik fikrinin genelleştirici bakış açısının karşı­
tı olarak ortaya çıktığı dönem nedeniyle tartışmasız bir belirginlikle geçer-
lidir.
Bu noktadan hareketle de, tarihçinin, ütopik olanın yukarıda yapılan ta­
nımına karşı muhtemelen öne süreceği, “ütopik” kavramının (bir yandan)
öncelikli olarak adını Thomas M ore’un “Utopia”sından” alan edebiyat ala­
nına uyarlanmaması ve (öte yandan ise) bu tarihsel başlangıç noktasıyla hiç
ilgisi olmayan şeyleri kapsamaması nedeniyle fazlasıyla yapıcı olmasına
ilişkin itiraza karşı gelinebilir.
Bu muhtemel itiraz, tarihçinin öne sürdüğü iki önkoşulla temellendi-
rilmektedir: a) Tarihçiliğin görevi, tarihi sırf somut yegâneliği ve açıklığıy­
la betimlemektir; b) Bu nedenle tarihçi, sırf aydınlanmacı kavramlarla, ya­
ni olguların akıcı niteliğine hizmet edecek kadar sistematik bir muğlaklık
içinde ele alınan kavramlarla işe başlamalıdır. Buna göre, belli bir prensip
doğrultusunda ve benzer bir sokilde-suuflandırılması gerekenolgulafdeğll,
daha ziyade, yegâne bir tarihsel durumsallık içerisinde bulunan ve açılcrli-
teliklere sahip oımlfta n -Bedcınvıe benzerine gösteren olgular birbirlerine sı-
vkıca ballıdır. Bövje bir kavramsal malzeme kLflıanarak d u gibi önKosuıfar-
la tarihsel gerçekliğin incelenmesine girişen kişinin, sistematik araştırma
yolunun önünü baştan tıkayacağı aşikârdır. Zira diyelim ki, tarih sırf açık­
lık ve yegânelikten ibaret değildir; yapı ve oluşum a sahip olarak daha va­
roluşunun bazı katmanları belli yasallıklara göre inşa edilmiştir (ki bu, en
azından bir olasılık olarak düşünülebilir); o halde bu etmenleri -onlara yal­
nızca “yapıcı olmayan”, “tarihsel yegânelik” bağlamındaki kavramlarla
yaklaşılması gerektiğinde eğ e r- keşfetmek nasıl mümkün olabilir ki? Ör­
neğin “ütopya” kavramı, bu bağlamda -d a r tarihsel anlamda somut olarak,
sırf Thomas M ore’un Ütopyası’na benzer oluşumları kapsadığı ya da, daha
geniş anlamda, “devlet romanları”nı kastettiği ölçüde- bu türden tarihsel
olarak yapıcı olmayan bir kavramdır. Tarihe karşı olan bilgisel hedefin sa­
dece açıklık ve yegâneliğin kavranması olduğu sürece, açıklık ve yegâneli-
ğe bağlı kalan betimleyici-tarihsel kavramın uygunluğundan şüphe duy­
mayız. Ancak, tarih karşısında yalnızca böyle bir bilgisel tutuma sahip olu­
nabileceği konusunda şüphe duyabiliriz. Tarihçinin, buna karşın, bizzat ta­
rihin esas itibariyle pür bir yegânelikler düzeneği olduğuna vurgu yapm a­
sı, yeterli bir gerekçe değildir. A lternatif arayışların önü, daha problemin
ortaya konulduğu ve kavramsallıştırdığı bir aşamada tıkanıyorsa, tarihten
nasıl ders alınabilir? Tarihe, yapısal problematiklerden yoksun kavramlar­
la yaklaşıldığında, nasıl olur da tarihin yapısı ortaya çıkar? Bir kavram, te­
orik bir beklentisel umut içermediği sürece teorik doyum nasıl gerçekle­
şir? (Burada, muhafazakârlarda ve anarşistlerde görme fırsatı bulduğumuz
aynı yöntem, daha yüksek bir düzeyde tekrar etmektedir: Edinmek isten­
meyen deneyimin oluşması, daha problemi ortaya koyma ve kavramların
uyarlanmaya başlanması sırasında engellenmektedir.)
* [T h o m as M o re, Ütopya, T ü rk çe basım için bkz.: Çev.: S. E yyüboğlu, V. G ün-
yol, C em Yay., İşbankası Yay.- ç.n.]
Tarihe yönelttiğimiz sorunun, özü itibariyle, mevcut bir gerçekliği or­
tadan kaldıran ve gerçekleşmemiş içeriksel değerlerin tasarım olarak varo­
lup varolmadıklarına ilişkin probleme çözüm bulmak amacı taşıması nede­
niyle, bu olgular grubunu bir soru birimi biçiminde ve kavramsal şekliyle
sabitleyebiliriz; burada en fazla sorulabilen şey, bu kavramıa “ütopya” an-
lamıyla ilişkilendirilmesinin uygun olup olmayacağıdır. Bu sorunun ceva-
bı İki yönlüdür: "Ütopya . . . dır” diye tanımladığımız da, buna hiç kimse­
nin itirazı olamaz, /irS 'ö zamaîı belli bilgisel amaçlara yönelik bir tanım­
dan bahsetmiş oluruz. (Max Weber, bunu çok önceden örnek gösterilebi­
lecek bir biçimde görmüştür.) Ancak, bu şekilde oluşturulmuş olan bir ta­
nımı ayrıca tarih yüklü bir sözcüksel anlamla ilişkilendirdiğimiz zaman,
bu, daha çok tarihsel anlamda kavranılan bu “ütopyalar”ın, yapımızda
önplana çıkarılan unsurlarının özsel momentler olarak içerdiklerine işaret
etmek amacıyla yapılmış olacaktır. Bundan dolayı da, yapıcı olarak tanım­
ladığımız kavramların, sadece düşünsel deneyler cisimlemekten ziyade,
yapıyla ilgili tasarıların ampiriden beslendiğini, yani bu kavramların keyfi
ve inatçı olmayan yapısal kavramlar oldukları kanısındayız. Gerçekte, bu
yapıcı kavramlar kurgul bir kullanım için varolmaktan ziyade, bize bizzat
gerçeklikte varolan -am a her zaman bariz olarak ortada olm ayan- yapıcı
unsurların yeniden inşasında yardımcı olmak için vardırlar. Yapı, kavramın
ve düşüncenin yalnızca kendinde kaldığı bir kurgu değildir; yapı, bir kav­
ramın içerdiği beklentisel um utlan tatmin ettiği zaman ya da daha basit bir
ifadeyle, yapının doğruluğunun “kanıtlar”ını ortaya koyduğu zaman, o ya­
pıya yeniden inşa onurunu veren bir ampirinin önkoşuludur.
Zaten tarihsel ile sistematik (yapı) arasındaki karşıtlık olsa olsa özenle
değerlendirilmelidir. Bu karşıtlık düşünsel gelişimin hazırlayıcı aşamasın­
da değerlendirildiği sürece, bazı olayların aydınlığa kavuşturulmasına ya­
rar belki. Örneğin bu karşıtlık elbette Rankeci düşünceler aşamasındaki ta­
rihsel gelişiminde, geçici olarak bazı farklılıkları aydınlığa kavuşturmaya
yarıyordu. Bizzat Ranke, böylece, Hegel’le arasındaki farklılığı ortaya ko­
yabilmeyi başarmıştır. Ancak, bir düşünsel gelişiminin sadece ilk aşaması
olarak haklılık kazanan bu karşıtlığı (ki, olguların hem tarihsel gelişimi
hem de içkin yapısı bunun çok ötesine geçmektedir) nihai bir antitez ve
mutlak bir karşıtlık olarak varsaydığımızda, -başka konularda da olduğu
gib i- düşünsel gelişimin kısmî bir aşamasının mutlaklaştırıldığını görürüz.
Ve burada da bu mutlaklık, sistematik ile tarihsel yaklaşımların sentezine,
bütünlükçü araştırmalara götüren yolun önünü tıkamaya yaramaktadır.
(Tarihsel kavramsallaştırmanın pratik zorlukları hakkında C. Schm itt’in
M einecke’ye yönelttiği eleştirisine bkz. Carl Schmitt: Zu Friedrich Mei-
neckes Idee der Staatsraison [Friedrich M einecke’nin Hikmet-i Hükümet
Fikri Üzerine]. Toplumbilimi ve Sosyal Politika Arşivi 1926, cilt 56, ş.
226 ve devamı. Ne yazıktır ki, literatürde, bu denli önemli iki temsilci ara-
F: 15/ İdeoloji ve Ütopya
sındaki karşıtlığının içerdiği bu problem üzerine çok fazla durulmamıştır.)
Tarih-sistem problematiğiyle ilgili son zamanlarda yayımlanan şu
eserlere bkz.:
Sombart, IV.: Economic Theory and Economic History [İktisat Teorisi
ve İktisat Tarihi ( Economic History Review , Vol. II, No. 1, Ocak 1929) ve:
Jecht, H.: Wirtschaftsgeschichte und Wirtschaftstheorie [İktisat Tarihi
ve İktisat Teorisi]. Tiİbingen 1928.
Ü topik olanın som ut olarak belirlenm esinin, daima b elli bir va-
roluşsal aşamadan hareketle yapılm ası ned en iyle, günüm üz ütopya­
ları geleceğin gerçeklerine dönüşebilirler. “Ü topyalar, çoğu za­
m an, erken d oğm uş hakikatlardan başka bir sev değildir” (Lamar-
tineV Relli icerlkseL değerlere ütopvacılık dam gasının vurulması.
' c o pu y a m a n bir önceki varoTüşstft~aşam anın tem silcileri tarafından
yapılmaktadır, f i t e v a n d a n ufeolojilerin ön celikli olarak varoluşla
uyum suzluk b ııly ^ r -y a n ıltılı tasavvurlar o larak “d eşifre
edi]m e”leri ise, daim a daha oluşacak olan bir varoluşsal gerçekli­
ği)? tem silcileri t a r a f ı n d a n y a p ı l m a k l a d ı r Ü topik »lan kavim in ! . dg^
i im a m e v c u t varoluşsal dü zen le problem siz bir uyum içinde olan
l hâkim t a b a k a belirler. İdeoloji kavramını ise, daim a m evcut varo-
f lıışsfll düzenle gerilim sel bir ilişki ıç ın d e o la n yükselen tabaka b e­
lirler. B elli bir zam ansaljıok tad a ve b elli bir gerçeklik aşam asında-
ki hangi nnnjfhrın rrmrrr p ûırafcİd e o lo ji ya da ütopya aıılaiıııfldü
belirlenip belirl^npmpypppöine ilişkin b ir b a şka~~zülluk da. ütopik
v< jd eo lo jik uawtflarin tarihsel süreçte katıksızca karşı karşıya gele ­
m iyor oluşlarından kaynaklanmaktadır. Y ükşglflfl tabakaların -ü t Q £ - _
vala n . çoğu kez büvük ölçüd e ideolojik unsurlar içerm ektedir.
Örneğin, vıik selen burjuvazinin ütopyası, “ö zgürlük” f ikrinden
jbaretti. Bu tasarı, kısm en gerçek bir ütopyadan ibaretti, yanı,“bir
ön cek i gerçeklik örgüsünü yen i bir varoluşsal düzen doğrultusunda
yok eden v e bu tasarının hayat bulm asından sonra kısm en gerçek­
leşm iş olan unsurlar içerm ekteydi. Loncacı-korporatif bağlılığın
parçalanması anlamındaki özgürlük, düşünce ve ifade özgürlüğü
anlamındaki özgürlük, politik özgürlük anlamındaki özgürlük, k işi­
lik bilincinin sonuna kadar yaşanabilm esi anlamındaki özgürlük,
tüm bunlar büyük ölçüde, ya da en azından ondan önceki loncacı-
korporatif toplum sal düzene kıyasla daha büyük ölçüde, gerçekleş-
tirilebilir bir olasılık haline gelmiştir. Fakat, bu ütopyaların gerçek­
lik kazandığı gü nüm üzde, yine de çok iyi biliyoruz ki, o dönem in
özgürlük fikri salt ütopik unsürlari~3egıl, ıd e c ^ jHrTmcıırliirı dn içfr—
m ekteydi.
TTö zg ü rlü k fik ri, k en disiyle ilişkili olan eşitlik tasarımına ye-
terince eğ ilem ed iği her aİanda, kendisi tarafından talep Ctü k n vır

kat id e o lo jik u n su rla r an cak y ıi^cgl^3 h ır cftn r a h trıplıımnnI^Irıl HH'TT


tğrr-'flmi-1' 1, ■ırıl^ « n n » n ı- r t r i n o la b ile ce k , y an i b ir ö n ce k i “ b u rju v a”

B ilin ç bünyesindeki her bir ideolojik ve ütopik olanın som ut be­


lirlenm esine ilişkin yukarıda gösterilen tüm zorluklar, problem atiği
yalnızca sıkıntılı hale getirip onu öte yandan araştırılamaz bir m ese­
le durumuna sokmamaktadır. Yalnızca birbiriyle çatışm a halinde
olan tasarımlar sö z konusu olduğunda, neyin yükselen sınıfların ger­
çek (yani g elecek te gerçekleştirilebilir) ütopyası, neyin sadece hâ­
kim (ve yükselen) sınıfların ideolojisi olduğunu tespit etm ek çok
zordur. G eçm işe baktığım ızda, neyin ideoloji neyin ütopya olduğu-
na ilişkin gavet güveı
ideoîojlm n hem de ütc , _ ________
da yü k selm ek tes i n bir ynçnmsal düzom »4istünde m askeleyici ta-
sarımlac-nlarak sim ildüklerinin daha sonradan ortaya çıktığı fikirler,
id eolojilerdir: hu tasarımların daha sonra oluşm uş yaşam sal d üze­
ne uygun olarak p erc ek legebilir rlıırm ıııljık i rm sıırlaTTlsp göreli
ütopyalardır. G e ç m işin o lu şm u ş g erçek lik leri, pıir fikirlerin m üca­
d elesini, daha önceki varoluşu askınlastırıcı tasarımların hangi un­
surlarına gerçekliği parçalayıcı göreli ütonvalar olarak, hangilerine
gerçekliği m ask eleyıc İid eo lo iiler olarak hakılm ası gerektiğine iliş­
kin değerleîrrttrTTleHenbüyük ölçüde mahrum bırakmaktadır. Haya­
ta geçirm e, tarafların henüz büyük ölçüde varoldukları süreçte, fikir
m ücadelesine bağlı olayların değerlendirilm esine ilişkin sonradan
etkili olabilen, am a etkili bir kıstastır.
İstemlerin yarattığı düşler, eskiden beri insanî-tarihsel olaylara
eşlik etmektedir: M evcut gerçekliklerden tatmin olm ayan hayal gü ­
cü, “istem lerin yarattığı düşler”e ve “istem lerin yarattığı zam anlar”a
sığınmıştır. Mitler, masallar, öteki dünyayla ilg ili vaatler, hüm anist
hayaller, seyahat romanları; tüm bunlar aslında, daim a gerçekleş­
m iş yaşam ın içerm ediği olguların yansımalarıydı. Onlar, tersten et­
k iley ici, gerçekleşm iş yaşam ı bozucu ütopyalardan çok, varolanın
tablosundaki tam am layıcı renklerdi.
Kültür tarihiyle ilgil¡^nitelikli ve yararlı araştırmalar,4 insani ö z­
lem tasavvuılklllıırr'Kavranabilir düzenlem e prensiplerine tabi o l-
duklarını v e istem lerin gerçekleşm esi bazı"tarihsel devirlerde cTaha
çok zâlttânsal, bazı a e v irlprrir. inrrrta h a çok. nilkdllhdT'TâTTİnlara v an-
sıtıldığını göstermiştir. Bu ayrıştırm ayı tem el alarak, istem lerin ya-
rattığı-riüşlğri ütopya, istem lerin yarattığı zamanları ise, kiliazm*
olarak adlandırmak mümS iad ü r.
A ncak bu k a v r a m s a l l ı k , v ö n ı ' i n ı i . p r o h l e m a t i p e ilk baştaki kültür
tarihiy le ilg ili yaklaşım a dayanarak, sadece feef/m /em gfTprensiple-
re göre tayin etm ektedir- îsTem lerin yarattığı düşlerin m ekânsal ya
da zam ansal bir tablo içinde ifade bulm ası, bizim için hiçbir şek il­
de önem li bir kıstas olam az.
Tarihsel-toplum sal varoluş üzerinde herhangi bir zam anda dö­
nüştürücü bir etki yapm ış olan tüm varoluşu aşkınlaştırıcı tasarım­
ları (ki bunlar, sırf istem lerle ilgili tasavvurlar değildir) ütopya o la­
rak değerlendiriyoruz. A ncak konuya bu ilk yaklaşım , bizi başka
4 Doren, A.: Wunschtraume und Wunschzeiten |lste m le rin Y arattığı M ekânlar
ile İstem lerin Y arattığı Z am anlar]. (W arburg K ütüphanesi K onferansları,
1924/25. L eipzig, B erlin 1927, s. 158 ve devam ı.) B u esere, p ro b lem atiğ in
k ü ltü r ve tinsel tarihsel açıd an incelenm esi konusundaki en iyi reh b er olarak
d a işa ret ed ilm elidir. Z en g in kaynakçası açısından da bu incelem e önerilir.
D ipn o tlarım ızd a, y aln ızca bu eserd e bulunm ayan kaynakları sunacağız.
D o re n ’in m ak alesin in vurg u su, tem alar tarihi ü zerin d ed ir (ö rn eğ in sanat
tarihindeki ik o n o g rafy a tarzında olduğu gibi). T erm inolojisi (istem lerin
yarattığı m ek ân lar ile istem lerin y arattığı zam anlar), bu am aç için son d erece
uy g u n d u r; an cak so n u çları, m o d em bilincin so syolojiyle ilgili yapısal tari­
hinin en ö nem li h arek et n o k talarının tesp it edilm esine ilişkin den em em iz için
o lsa o lsa dolaylı o larak uygundur.
* kiliazm : Y eryüzünde d o ğ acak bin y ıllık im p arato rlu k fikri. M e sih ’in d ü n y ay a
geleceği inancına dayanır. Bu in an ca göre d ü nyanın so n günlerine doğru
M esih (kurtarıcı) d ü n y ay a gelecek ve gerçek y asanın egem en o lacağı Tanrı
krallığını başlatacaktır. Tanrı krallığı dünyanın sona erm esinden sonra bin yıl
sü re c e k tir.- ç.n.
soruların sorulm asına yöneltmektedir.
Bu bağlam da b izi, yaln ızca yen i çağla ilg ili oluşum ilgilendir­
mektedir. D o layısıyla ön celikle, ilk kez varoluşunu aşkınlaştıncı ta­
sarımların aktif oldukları, yani gerçekliği dönüştürücü güçler haline
geldikleri noktayı bulmak gerekir. Şim di sorulm ası gereken şey, bu
aktifleştirici işlev i bilincin varoluşu aŞlanT^stıran unsurlarından
hangilerinin devralm ış olduğudur. ZirayütopilA yani varoluşu par-
çaljiy ıcı bir işlev i devralan. İnsanî bilişnT içd m ıiş olduğu hep aynı
“güçler”, özler” ve “tasavvurlar” değildir. G öreceğiz ki^bilinçteki
ütopik olan aslında bir ö z ler v e şeki|değı^ım i]ie_IabidİK-M evHit
“varoluş”, sürekli olarak varoluşu aşkınlaştıncı farklı farklı etm en­
lerden hareketle -------------
Ve ütopyanın bu ö z ve şekil d eğişim i, toplum sal bağlam lılığı ol-
ırnyrçn frir mH-ifin^ yer bulm amaktadır Dnhn gıyaae ulopydtlin*da=—
ha sonraki h e r h ir h içim i, n7iinHp b elli tarihsel aşamalara ve oradan
da Dem toplum sal tabakalara bağlılığı b öyle bir şekilde oluşm akta:
dır. - K i bu, en a zın d a n . v e m ‘cağa özgü-tanhseL olavlaı baylanım da
şüphe götürm Sz bir şekilde teSpit edilebilm ektedir. Y ön verici ü-
to n v airıTi. başla sa d ec e tek bîTİSirevin “ ist°m l°rin in ynraftı" ' dii?”1'*
hayali olarak ön e çıkarttığı, daha sonra ise bunun ancak_g£xıiş_^e—
so sy olojik olaraIT~nei bil şek ilde b e lirle n e b ilir k atm an ların politik
istem leri kapsam ına alındığı sıkça görülmektedir. Bu_gibj.durumlar­
da, bir öncülden v e onua-bayraktarlığındaft-şpZ:€5Iîm c k tc d ir. B aşa ■ -
n ları ise, so sy o lo jik olarak v iz y o nunu le hin*» dile ^ tiıd iğ f; düşün­
celerini gelistirdigi tabakaya aiL -saym aktadiL -B elli tabakaların bu
yen i b a k ı^ jg ısın ın bu şekildeki (yani sonradan) kabulüyle ilgîTToU —
gu, b ü m reysel iradesel içtepinin ve şekillendirici prensibin top-
lufflsafTcokİenm işîiğ i şeklindeki yansım asından başka bir şey de-
ğildiı. K jJSBeSFİtreyrtoplum sal kök salm ıslığın bir parçası olarak
"âsTmda sadece bireysel hir başarı öiân başarısının tayin edilm iş
vönüntîrtîâlTâ'önceleri bilinç, d ış ıj oir b içim de ve m uhtem elen kök-
lenm işlikleıı sağlîyordu. Bireyin yaratıcılığının reddedilm esi gerek­
tiğine ilişkin düşünce, sosyolojin in en yaygın yanlış anlamaların-
dandır. Tam tersine: Yeni olan, tekil kişinin m evcut varoluşsal sta­
tüyü yıkan bu yen i türden “karizm aıik” bilincinden başka nerede
oluşabilir ki? S osyolojin in daim a gösterm esi gereken şey ise, yeni
olanın m evcut olan la tem ellenerek (çoğu kez mevcut olana karşı
multalfefel IÇÎTlde bSIunur şek liyle de olsa), yönünü tam da m evcut
öTaiia gül e lay'ürettiği ve öte yandan meTCrtt-ek m ii ise daim a top­
lum sal bunve.rip.kıJrüçler arası gerilim lerelceneLleıııııiS"Oİdufiuduı.'
S o syolojinin daima pöstprmesi gereken'Tîcrşkd biı şey de^-bkeyin
bafarısm ın daha başından itibaren b elli akımlarla tem as ettiği, ve
ancak daha başından itibaren k olek tif istem lerin sü rü k leyicieg îlım -
lerîne anTamlâ ılg ılıTjîüştım cu kökler saldığında, “karizmatik” bire-
vin basarısınd a E rv ertfnm toplum sal önem kazanacagII5IğusM ûr.
hiıreyın, Rölektif tinden çıkm asının b aşlangiçlarıh ini rönesans ola­
rak varsayan belirlem enin (^irarfıimgdgprplrir fin belirlem enin
önem i, örneğin ortaçağ tinine ya da doğu kültürlerine kıyasla mut-
lak d eğil, sad ece görelidir. D em ek ki, ilk bakışta belli bir tabakanın
ütopyasını sadec e teTTbir birey şekillendirm iş o lsa da; bu ütopyanın,
söll keriecîeTTcoÎektif ç tep ilen o bireyin başarısına uygun gelen bir
tabakayTâ~ÎTÎşTâTendirmek mümkündür.
TariheT~Bü ilg ile n d ir m e . problemini aydınlığa kavuşturduktan
™ ril vp »'•npYpyıın f^rjhcAİ->^pi"rvcoi farklılaşmalarını inceleyerek
edind iğim iz bakış a&ısmdan hareketle bakmak m üm kün olacaktır.
Yaptığımız tanım açısından etkili bir ütopya uzun vadede bireyin işi
olam az Çünkü tek b ij bireyin. htrlli hiç ta rih se l - t o p l u m ^ a l varnlıı«;-
la ilgili statüyü, sadece kendi varlığından hareket ederek narcalama-
> rrn umkün olamaz~~Mevcut varoluşsal düzene alternatif olab ilecek
bîT varolussal gerçeklik, ancak tekil bireyin ütooik bilinci toplum -
sal m ekândaki mev£ut-eğiliınlerden faydalanıp onları ifade edebil-_
drffi ve du ^pklTvİp Hp t^ h a V a la rm bilincine geri akıp ey lem e dönüş­
tüğü zaman m eydana gelebilecektir. Daha da ileri giderek^-toplıım-^
sal tabakaların kadem e kadem e oluştuğu aktiflik bünyesinde y er
atgrTtarihi Hön|jçHiriirMi »tifiniiftin ütopyHTrrTTTarkhJbiçim ls n y kı °İT~~
d ı g ı i c j ç e siirecte«4rrivnakİMi ıınasın m da, bizzat m odem oluşun bi-
cinnerine ait n l d ı ı n ıım ı jı|,li m mı 1 ıııiiıııl iim lijı
y S o sv o lo ii. m odern ütopyanın dönüşüm ünü, ütopyanın faıjdı bi-
, çiıglafiy le varolugu-dönüştürücü tabakalafarasırfdakTsıkı ilişki ne-
flrnjylır lirimi rdinınijtiı fiıı anlam da ütopyanın toplum sal-tarihsel
farklılaşm asından bahsetm ek mümkündür. Dolayısıy la , ütopyanın^
biçim ve özünün anlaşılm asının, sadece, kaynaklandığı tarihsel-top-
lums^l mekânın ve taşıyıcısı olduğu tabakanın yapısal durumunun
s e tg g f analizintlen hareketle m i, mümfcürrnlup olam ayacağı sorusu­
nu somîîrit-gerddj:—
' Art arda öl'iayâ çıkan ütopyaların tekil biçim lerinin ö z e lliklerini,
bıuitopyaları yaln ızca birbirlerinin devam ı olarak anlamaktan ziya­
de, birbı?foli'ık yalı m i dlr m evdana gelen “karsı ütopyalar” olarak
ve ancak bu şekikî&Ivaxiıjc^gostermek zorunda olan olgular olarak
değerlendirirsek en iyi şekilde anlaşılm aları m ümkün olabilir.
Etkili ütopyaların farklı^kteHaleri. yükselen belli toplum sal taba­
kalarla ittifak içinde, tarinsel bir art ardalık içerisinde ortaya çıkm ış­
lar v e (birçok d eğişim e uğram ış olsalar da) daha sonraları da bu it­
tifak ilişk isi içinde kalm aya devam etmişlerdir. Zaman ilerledikçe,
ütopyaların ön celik le art arda ortaya çıkm ış olan farklı biçim lerinin
b ır â radalfğmgân da bahsetmek mümkündür. Ütopyaların biçim len­
m esinde, (ütopyaların) çatışan toplum sal tabakalarla zaman zaman
üstü örtük zaman zam an ise açık bir şekilde ittifak yaparak varol­
maları gerçeği de belirleyicidir. Taşıyıcı grupların kaderleri, daim a
ütopyaların som ut biçim sel d eğişim lerini yansımaktadır. Tarafların
mPügcîeTideki (m uhalefet anlam ında olsa da), yönlerini daim a bir­
birlerine göre tayin etm eleriyle ilgili yapısal durum, ütopyalara bel­
li bir nitelik vefır Ütopyaların '■«wyr4.nglar için gerçek anlamda
kavraıımaaı, ancak bu ütopyaların sürekli yer değiştiren bir durum-
sal bütünlüğün5 olguları ve parçaları olarak ele alınm asıyla müm ­
kündür^.----- — s. '
Eğer şu ana dek işaret ed ild iği gibi, toplum sal-tarihsel gelişim
sürecindeki biçim sel d eğ işim e, sadece ütopyanın toplumabâgTTbi-
çim lefının iaJbf~olm aoı süz~T?Pnusu olsayd ı, o ^ m ar. 7>;—
linç "in /i° " jtjim pr^ V l'm ini^n
sadece “iitnj)va”nm foplııma -
ha51ı rlpğkjm prnhİprmnHpn sÖ7 eTmék mı'imkiin nlnhilirdj
Ü topyanın biçim i yalnızca ilgili bilincin canlı “içeriği” değildir,
d ah a ziy ad e - e n azıTrdaıı y(iııel i 11ısej- o l a r a k - b ilinci ta m a m ıy la
k ap sad ığ ı zam an ü tO B İirS irb ilincten s o ^ c tm e k m iiltrkündür. Ü to ­
pik u n sur, bu a n la m d a, hâkim oT îhığu b ilin cin içini e silim se l o la r a k .
^ fS u ru m sa l analizi"n~küitür so sy o lo jisin in aracî haline getirilm esini Alfred
W eber's b o rçlu y u z; b u rad a (özgül bir an lam d a da olsa) bu problem atiğin
y u k arıd a ele alın an problem e u y arlanm asına çabalanm aktadır.
tam am ıyla doldurduğu; d eneyim , e v le m v e yaklaşım (perspektif)
îrini buradan hareketi« edikleri zam an,
. t e k l i ğ im izle ilg ili olarak, sadece ütopyanın fark­
lı biçim lerinden d eğil, aynı zam anda ütopik h i l i n r i n f a r k l ı h i ç i m ve.
aşamalarından dâ~soz edilebilir._____
Ve problem atiğim izin asıl görev alanı, hem en hem en istisnasız
olarak süregelen tam da b öyle bir ilişkinin açıkça tespit ed ilm esiy ­
le doruk noktasına ulaşmalıdır.
Som ut bir bilincin en ön em li perspektifsel prensibi, onun ütopik
tabakasında daim a bulunabilir. Ö zgül nitelikli eylem ci irade ile ba­
kış açısı, bilincin ütopik m erkezinde ilişki kurmaktadır; birinin var­
lığı ötekine bağlıdır ve her ikisi de tarihle ilgili zam ansal deneyim in
ilg ili biçim lerine şekil vermektedir. Sonuçta, bir bilinç yapısıyla il­
g ili düzenlem enin en ön em li belirtisi, tarihle ilgili zam ansal dene­
yim in bilinçten ayrılam az olan bu biçimidir.
Zira, ütopik unsurun ilgili şeklinin doğrudan yansım asının ilgili
bilincin ütopik m erkeziyle sıkıca ilintili olduğunu, en iyi şe k ild eta -
rihle ilpili—gam ansa! denenim in vapurndan lmitfktftle ııöutıu ıııck .
mümkündür. Som ut bir grubun, toplum sal b j u abakgnin tarihsel Za-~
-manTnasıl bölüm lediği, ütopyasına bağlıdır. Kendini özneden hare-
'Tcetle v e olup bitenlerin doğaçlam acı değerlendirilm esi sırasîîlda
^ fp yhn n bıcım i olarak akan zam anın ritmine bilinç di­
şilik içerisinde bırakarak türüm seyen olgu , ütopyada doğrudan g ö ­
rünür bir tabloya ya da en azından tinsel açıdan doğrudan am açla­
nabilir içeriksel değere dönüşm ektedir.6
Bir bilincin özsel yapısı, o bilincin zam ansal tablosunu umut,
özlem v e anlam sal hedeflerinden hareketle anlamaktan daha iyi
kavranamaz. Zira, bu anlam sal h ed ef ve beklentilerden hareketle
sadece geleceğin i d eğil, g eçm iş zam anını da bölümler. Başta y a l­
nızca kronolojik bir sıralam a şeklinde yer bulan olaylar, ancak bu­
radan hareketle anlam lı ve belirleyici bir hal almaktadırlar; tekil v e­
riler önem kaybına uğrar ve ruhun tem el çabası yönünden hareket-
6 Bu bağlamda, tarihle ilgili zamansal yaşanmışlığın aşkın-öznel biçimde ifade
edilmesi, ona nesnel-ontik açıdan hiçbir şeyin tekabül etmediği anlamına
gelmez. Ancak soruyu, bizim bağlamımızda, nesnel-ontolojik anlamda sor­
mak olanaklı değildir.
le tekil olaylara farklı farklı anlamlar yüklenir. A ncak, tarihsel za­
manın kronolojik düzenin çok ötesin d e bulunan teşkil ed ici prensi­
bi, aslında bu anlam sal bölüm lem eden ibarettir. N e var ki, daha ile­
ri bir adım atmak gerekir. Bu anlam sal bölüm lem e, olayların kavra-
nış v e değerlendirilm esindeki ön celik li unsurdur. N asıl m odem psi­
koloji, biçim i, unsurlardan daha ön ce algıladığım ızı v e aslında un­
surları şekilden hareketle kavrayacağım ızı gösteriyorsa, aynı şey ta­
rihsel algılam a-anlam a için de geçerlidir. K i, bu alanda da, tarihle
ilgili zam ansal deneyim i, olayları b ölüm leyen anlamsal bir bütün
olarak, unsurlardan “ön ce” algılarız; ancak bu bütünden hareketle
sürecin bütünlüğünü ve içinde sahip olduğum uz m ekânım ızı kavra­
yabilm ekteyiz.
Tam da tarihle ilpili zam aneni ¿ m eyim in h» **>mel önem i nede-
n iyle, tarih ve ütopyayla ilgili zam ansal bakış açısı arasındaki iliş-
-kiye özettik le vurgu.yapm am ız gerekmektedir.
Burada, ütopik bilincin belli b ıcım ve~aşamalarından sö z ed i­
yorsak eğer, aklım ı?dan_geçen tekil in san lard a “canlı” olm uş olan
som ut olarak bulunabilen bilinç yapılarıdır. K astettiğim iz7tK a»tIın
“tam olarak b ilinç”i gib i) sad ece tinsel olarak inşa ed ilm iş (yapı)
bir birim ya da (HegeJIiû_iiruh^ugibi) âdeta tekil bireylerin som ut
te­
h i l i n r m i n i i g t i i n r f r t a y i n a f l i l a n m g t ^ f i v i l r g p l h i r ^ n l r n o h a n Ç0 k ,

kil insanlarda tespit edilebilen ve snm ııt olarak bulunabilen bilinç


yapılandır. BuJjafoam da kastedilen, som ut insanların c n m n t H i i ş j j n -
celeri, ey lem leri, hisleri ve tüm bunların içsel ilişkileridir. Ü topik
b ilincin katıksız m od ellerTVe aşamaları, ancak ideal birer~m5Öel
olarak düşünüldükleri^Igtide yapıcıdırlar. Hiçbir zam an Direysel öîr
insan, sıralanacak olan tarihseM o^lum sal bilinç m odellerinin katık­
sız b irgSrçetdeşm esi olmamıştır. Daha ziyade, Direysel olan her so ­
m ut insanda - ç o f iı kez başka m odellerle karışık olarak-~B elli bi­
linç yapılarının belli unsurları etkili olmuştur.
Burada kaydedilm esi gereken, tarih sel-to plıım sal kadem eli vapı
şek liy le betim lenm iş olan iito p ik b ilin cin ideal m o d e lleri, episte-
m olojik ya da m etafıziksel olarak değerlendirilen yapıîar'ÖÎHî'&k d e­
ğil yöntem sel olarak anlaşılmalıdırlar. Tekil insanın som ut b ilinci,
hiçbir zam an tasvir ed ilecek tekil m odellere ve onların yapısal bağ-
lantılarma tüm arılığıyla tekabül etmemiştir; ancak som utluğuyla
varolmuş olan her bir bireysel bilinç, (tüm m evcut “karışımlar”a
rağmen) bu tarihsel olarak değişebilir m odellerin yapısal oluşum u
yönünde hareket eder.
Bu yapılar; M ax W eberei ideal m odel anlamında, yalnızca var ve
m evcut olm uş çokluğun üstesinden gelm ey e yarayıp, konum uzda
ayrıca, salt psikolojik gerçeklikleri d eğil, daha ziyade bu gerçeklik­
ler bünyesinde tarihsel olarak gelişen ve etki gösteren “yapılar”ı
“anlığıyla” kavram aya yararlar.

B. Ütopik Bilincin Şekildeğişim i


ve Yeniçağ Gelişim indeki Aşamaları
I. Ütopik Bilincin İlk Şekli:
A nababtistlerin sefahatçı K ilia zm ’ı.
Yeniçağın gelişimi boyunca en önemli nokta -konuya problematiği-
mizden hareketle baktığım ızda- “kiliast” olanla ezilen tabakaların aktif is­
temleri arasındaki ittifakın kurulduğu andı.
Tarihsel akışa bir dönüm noktası koymak, daima riskler içerir, dolayı­
sıyla öncüllerin ihmali anlamına gelmektedir. Oysa, tarihsellikteki en
önemli olanı yeniden inşa eden bir şemanın başarısı, tam da olayların ifa­
de edilişi için önem taşıyan noktaların gereken kararlılıkla öne çıkarılma­
sından ibarettir. Örneğin, Münzer hareketine modem devrimlerin başlan­
gıç noktası olarak bakma gerekliliğini bir yerde, modem sosyalist literatü­
rün kendi başlangıç noktasını çoğu zaman bu hareketle tarihlendirmesin-
den çıkarabiliriz. Ki, burada, henüz sınıf bilincine sahip proleterlerin söz
konusu olmadıkları da fazlasıyla doğaldır; ayrıca M ünzer’in dinsel motif­
lerden hareketle toplumu dönüştürücü bir güç haline geldiğini de rahatlık­
la itiraf edebiliriz. Ancak sosyolog bünyesindeki kiliastikle toplumsal dev­
rimin yapısal olarak bir arada bulunması nedeniyle, bizzat bu hareket özel­
likle öne çıkarılmalıdır.
Y eryüzünde doğacak olan bir Bin Y ıllık İmparatorluk fikri, e s ­
kiden beri devrim cileştirici bir eğilim i içermektedir; k ilise ise, bu
“varoluşu aşkınlaştırıcı” tasarımı tüm gücüyle felc e uğratmaya ça­
balamıştır. Daha Joachim von F iore’de yeniden alevlen en , ancak
henüz devrim cileştirici anlamda düşünülm eyen bu öğreti, önce
Husçularda, sonra Thom as M ünzer’de7 ve nihayet Anababtistlerde
7 M evcut M iinzer literatü rü n ü n önem li bir örn eğ i, K. H olV un Luther und
toplum sal açıdan lok alize ed ilebilir bir eylem ciliğ e dönüşmüştür.
O zam ana dek bir yerlerde serbestçe süzülm üş ya da öteki dün­
yaya y ö n elm iş olan umutlar, burada ve şim di gerçekleşebilir bir
yaşanm ışlık olarak, aniden d ü n yevileşm iş ve toplum sal ey lem selli-
ği büyük bir şiddetle etkilem iştir.
Her ne kadar bu dönüşüm le birlikte başlayan “politikanın tinsel­
leşm esi”, tüm akımları az çok etkisi altına aldıysa da, politika, top­
lum sal mekândaki gerilim sel etm enini yine de ezilen tabakaların
ütopik bilinç yapısından alıyordu. Yeniçağ anlamındaki politika, an­
cak tüm tabakaların bu dünyanın şekillendirilm esine az çok bilin ç­
le katıldıkları ve bunu olayların kaderci bir biçim deki kabulünün ya
da “yukarıdan” yönetilm enin yerine koydukları noktada başlar.8
Alttaki tabakalar, ortaçağ sonrası gelişim sürecinde bu sürükle­
yici işlev e ancak kadem e kadem e sahip olabildiler, ve sahip olduk­
ları toplum sal-politik önem in özb ilin cin e ancak yavaş yavaş ulaşa­
bildiler. Her ne kadar bu zam ansal nokta -d ah a ön ce ileri sürüldü­
ğü ü z e r e - “proleter öz bilin ç” aşam asından henüz çok uzakta bu­
lunsa da, bu yin e de b öyle bir b ilin ce götüren sürecin başlangıç
noktasıdır. Zira ezilen tabakalar, bu noktadan itibaren yön elim sel
olarak, sürecin dinam ik oluşum u içerisinde giderek daha net belir­
lenebilir bir ön em e sahip olm aya başlarlar; ve yin e bu noktadan iti­
baren ruhsal gerilim le ilgili istem lerin ve akımların toplum sal fark­
lılıkları giderek daha belirgin bir biçim de ortaya çıkm aya başlar.
die Schwärm er [L u th er ve H ayalperestler] adlı eseridir ( Gesammelte Aufsät­
ze zur Kirchengeschichte/KiYıse T arihi Ü zerine D erlenm iş M akeleier, T ü b in ­
gen 1927, s. 4 2 0 ve dev am ı). Bu eserd e, belli bir sorunla ilgili çeşitli m etin
parçaları tak d ire laik b ir şekilde bir aray a getirilm iştir; sıra onlara g eld iğ in ­
d e, onları b ir d ah a bastırm aksızın H o ll’daki ilgili yer ödünç alınacaktır.
K iliazm ’ın n itelik leriy le ilgili öncelikli olarak E. B toch' un Thomas M ünzer als
Theologe der Revolution [D evrim in T eoloğu olarak T hom as M ünzerl adlı
eserin e bkz. (M ü n ih 1921). B loch, betim len en e karşı d u y duğu kendine özgü
içsel ilgisi say esin d e. K iiiazm olg u su n u n özü n ü en uygun şek ild e k av ray an ­
lard an d ır. D ah a Doren bu g e rç e ğ i k ısm en d o ğ ru d e ğ e rle n d irm iş tir.
8 E lbette p o litika kavram ını çok d ah a farklı tanım lam ak m üm kündür. B urada
da, d ah a ö n ce sö y le m iş o ld u ğ u m u z b ir şey geçerlidir: T anım , daim a bilgiyle
ilgili am aca ve b u n u n la ilintili o larak değerlendirm eyi yapan kişinin bakış
açısına bağlı olacaktır. B ilgiyle ilgili bizim am acım ız ise, k o lek tif bilinç
biçim leri ile politik tarih arasın daki ilişkiyi incelem ektir. D olayısıyla, gerçek ­
leri kesinleştiren tan ım ım ız bu problem atiğe yönelik yapılm alıdır.
Ü topik bilincin bu en uç şekli, o zam andan beri tek başına tarih
yazm am ıştır elbette; ancak toplum sal m ekândaki varlığı karşısında
duranları da daim a etkilemiştir: Zira bu bilin ç şekline karşı çıkan­
lar bile çoğu k ez istem eden ve bilinç d ışı old u ysa da, yönlerini bu
ütopik b ilin ce göre tayin etmişlerdir. Ü topik imaj, karşı imajın can­
lanm asına neden olmuştur; devrim cilerin kiliast iyim serliği, sonuç
olarak muhafazakârların teslim iyetle ilgili deneyim lerini doğurup
nihai olarak da politik gerçekçiliği şekillendirm iştir.
A ncak bu an, sad ece politik olan için d eğil, eylem sellik le ittifak
oluşturan v e serbestçe süzülm ekten feragât eden ruhsal heyecanlar
için de fazlasıyla önem liydi. Sefahatçi enerjiler ve esriklikler, bura­
da dünyevi bir bağlılık kazandı; dünyanın dışına yönelen gerilim ler
dünyadaki patlayıcıya dönüştüler. İm kânsız olan olabileni,9 k o şu l­
suz olan ise gerçek olanı doğurmaktadır. Yeniçağ ütopyasının bu en
tem el radikal biçim i çok ö ze l bir özd en çok ö ze l bir m addeden o lu ­
şuyordu; köylü tabakaların tinsel ve b edensel heyecanına tekabül
ediyordu, kaba bir şekilde m addî ve aynı zam anda son derece tin­
seldi.
Burada olup bitenleri, “fikirler tarihi”nden hareketle kavramaya
çalışm aktan daha yanıltıcı bir şey olam az: Bu insanları devrim e sü­
rükleyen “fikirler” değildi; infilâkın gerçek nedeni, esrik-sefahatçi
enerjilerdi. B ilin cin , ütopik-aktifleştirici işlev sellik kazanan varo­
luşu aşkm laştıncı unsurları, “fıkirler”den ibaret değildi. Ve o za ­
m anlar olup biten her şeyi “fıkirler”in ürünü olarak değerlendir­
m ek, ütopik olanın değişim inin bir sonraki aşam asının bakışından
hareketle, bilinç dışı bir sahteciliktir. Fikirler tarihi, geçm işi kendi
tem el yaşanm ışlığından hareketle kendi çıkan doğrultusunda kaçı­
nılm az olarak yeniden yorum layan fikirsel çağın ürünüdür. K öylü
savaşlarının insanlarını varoluşu parçalayıcı eylem lere sürükleyen,
“fikirler” d eğild i. Patlam aya neden olan, çok daha dirim sel, çok da­
ha boğucu bir ruhsal derinlikti.10
K iliastik olanı gerçek ö zselliğ iy le bir dereceye kadar anlam aya
9 Daha M ünzer, bilinçli olarak, “imkânsız olana cesaret ve güçle yaklaş­
maksan söz etmiştir. Bkz.: Holl’daki ilgili metin parçalan, s. 429.
10 Münzer, bu bağlamda, ruhun güçlerinin üstündeki örtü kalktığı zaman an­
cak ortay çıkan “tinin dipsizliği”nden söz eder. Bkz.: Holl’daki ilgili metin
parçalan, s. 428, dipnot 6.
çalışm ak v e bilim sel kavranılabilirlik açısından ulaşılabilir hale g e ­
tirmek isted iğim izde, bu bilincin, bünyesinde düşündüğü imajları,
sim geleri v e biçim leri, ön celik le “kiliastik” olanın ta kendisi olarak
alm amak gerektiğine dikkat etm ek gerekir. Zira, varoluşun hiçbir
alanında, şekillen m iş olanın ve ifadenin kökeninden uzaklaşm a ve
kendi yolunu çizm e eğilim in e sahip olan deneyim , buradan daha
net olarak yaşanam az. K i, bizzat olgunun en ön em li yanı, tam da
im ajlardan, ey lem sellik lerd en , m ecazlardan v e kategorilerden
uzaklaşm asında yatmaktadır. Bu ütopyanın sürükleyici özselliğin in
m erkezinin yansım a biçim lerinde bulunm am ası nedeniyle de, sade­
ce fikirler tarihiyle ilg ili yaklaşım kiliastik bilinç olgusu karşısında
tam am ıyla yetersiz kalmaktadır; d olayısıyla da, sürekli olarak konu­
dan sapm a teh lik esiyle karşı karşıya kalınmaktadır. Fikirler tarihiy­
le ilg ili yöntem kullanıldığı zam an, kiliastik ö zselliğin tarihinin y e ­
rine, ancak onun boşalm ış k ılıfıyla ilgili tarihi incelem ek m üm kün­
dür; ki bu, pür kiliast fikirlerin tarihidir.11 Aynı tehlike, kiliastik pat­
lamaların taşıyıcılarının talihlerinin incelenm esi konusunda da söz
konusudur: Zira, kiliast den eyim in en ön em li niteliklerinden birisi,
hızla durulm ak ya da aynı taşıyıcının bünyesinde ansızın şekildeği-
şim e uğramaktır. Bu yüzden de, eğer gerçek konudan uzaklaşılm ak
istenm iyorsa, canlı ve g ö z önünde bulundurucu araştırmalar yapıp
sö z konusu belli düşünce ve d en eyim biçim lerinde gerçekte k ilias­
tik bir bilincin m evcut olup olm adığını sorgulam ak gerekir.
Zira, kiliastik yaşanm ışlığın gerçek ve belki de tek doğrudan ni­
teliği, mutlak olarak varolmasıdır, m utlak mevcudiyetidir.
Burada v e şim di, tarihsel oluşuşum un herhangi bir yerinde, biz
her zam an varız, ancak kiliastik deneyim açısından bu varolm a da­
ima dışınlı bir varolmadır. K iliast k işiliğin mutlak d en eyim i için
şim diki zam an, eskiden içsel olanın dışa vurup d ış dünyayı dönüş­
türerek ona aniden nüfuz ettiği dönüştürücü bir alan haline g elm ek ­
tedir.
11 Daha Münzer ile Luther arasındaki mücadelede, yukarıda işaret edilen inan­
cın tek yaşanabilir unsuru olan özselliğe vurgu ile bu özselliğin salt taşıyıcısı
olan “fikirler”e vurgu arasındaki gerilim ima edilmiştir. Münzer için Luther,
sadece Incil’e inanan biridir. Ve Münzer’e göre böyle bir inanç, “çalınmış ve
deneyimden yoksun bir maymun inancı”dır. Bkz.: Holl’daki ilgili metin
parçalan, s.427.
M istik, ya çoşku yla ilgili anılarıyla ya da coşku özlem i içinde
yaşamaktadır. M ecazları, m ekânsal ve zam ansal açıdan kavranamaz
bir ruhlar mekânı olarak, kapalı bir öbür dünyalılık içindeki bir ev ­
lendirm e olarak betim ler co şk u y u .12 K iliastik d eneyim de, belki de
aynı tem el en d olaysız şim d iliğe v e buradalığa dönüşür; ancak bu,
sadece onların parçası olm ak için d eğil, onları kam çılayıp kendi d e­
rinliğine çekm ek için gerçekleşir.
“Bu yüzden tüm peygam berler, g eçm iş zam an kipinde ‘Tanrı
buyurdu’ d eğil, şim diki zam an kipinde ‘Tanrı buyuruyor’ derler.”
Bu sözler, kiliast Prophet T hom as M ü n zer’e ait.13
M istik, salt tinselleştirilm iş bir yaşan m ışlığa sahiptir. B una rağ­
m en, m ecazlarında duyuların tınısı da varsa, bu, içim izdeki n esn ey­
le doğrudan üst ve alt entelektüel bağlantıyı en iyi şekilde ilişkilen-
direrek m ecazileştiren unsurun günlük yaşam alanındaki bulaşıcılı-
ğı sağlam ası nedeniyledir.
K iliast kişilikte duyusallık, kaba sabalığıyla m evcuttur v e için ­
deki tinselliğin (aynı kendisi ile şim dilik konusunda olduğu gibi)
ayrılamaz parçasıdır. Ö yle ki, salt bu şim dilik içinde ancak dünya­
nın ve kendi vücudunun gerçek parçası haline gelm ektedir sanki.
“İçinde yaşadığım ve - b o ş olarak dönm esin d iy e - n efes aldı­
ğım canlı sözü anlamanızdan başka hiçbir şey am açlam ıyorum .
İsa’nın kuru üzüm rengindeki kam aşkına yalvarırım size, buna ri­
ayet edin; ki, bunun hesabını sizden soracağım gibi bende size he­
12 M eister Eckehart: “Z am an ve m ek ân k a d a r h içb ir şey T anrı’yı kavram ayı e n ­
gellem ez.” (M eister Eckeharts Schriften und Predigten/M eister Eckehart'm
Yazıları ve D insel Ö ğütleri, y aym a hazırlayan: B üttner, Jen a 1921, I, s. 137.)
“ R u h u n , T an rı’yı k avrayabilm esi için, zam an ve m ekânın ötesinde bulunm ası
g erek ir!” (a.g .e., s. 138.) “ B ö y lece ruh, d a h a kendini aşıp özünün ve ö z etk in ­
liğin in h içliğ in e d alark en , ... m erham eti sayesinde . . . ” (1, s. 201). O rtaçağ
m istiği ile M ünzerci d in d arlık arasındaki fark la ilgili o larak H o ll’un şu ifad e­
sine bkz.: O rtaçağ ın m istikleri, çilecilik y ap ıp yapay hazırlıklarda bulunarak
T a n rı’y la zo rla b ir arad a b ulunm ayı h edeflerken, M ü n zer için “ insanoğlun-
daki y ab an î otları tırpanlayan, T a n n ’nın ta kendisidir” . (Bkz.: H oll. s. 483.)
M iinzer’in bu cüm lesi b en zer bir an lam ı ifade ed e r niteliktedir:
“T a n rı’nın kendi için d e o ld u ğ u nu b ilm elid ir; k endinden binlerce m il u zak ta o l­
d u ğ u n u d ü şü n m em elid ir.” (S. 4 3 0 , H o ll’daki 3 n o ’lu dipnot.)
B aşk a b ir yerd e M ünzer, bal gibi tatlı İsa ’yı acı İsa’dan ayırıp L u th e r’e karşı
o n u n salt ilkine sahip old u ğ u ith am ın d a bulu n arak ... ruhsal ve dinsel rad ik al­
liğini ispat eder. H oll, s. 4 2 6 -4 2 7 . Bu k o n u n u n y o ru m u y la ilgili bkz.: B loch,
a.g .e., s. 251 ve devam ı.
sap vereceğim . Bunu yapam azsam eğer, zam ansal ve eb ed î ölüm ün
çocuğu olayım . S ize vereb ileceğim daha yü ce bir tem inatım yo k ­
tur.” (Thom as M ünzer14).
K iliast k işiliğin beklentisi, şim diki zam anla birleşm ektir; bu
yüzdendir ki, günlük zamanı g elec eğ e yön elik iyim ser umutlarla ve
geçm işe yön elik romantik anılarla dolup taşm az. D aha ziyade söz
konusu olan, beklem ede olmasıdır, hazırda beklem esidir; ki, bundan
dolayı da onun için diğer zaman dilim leri de birbirinden farklı de­
ğildir. Kastettiği, k elim esi k elim esine bir B in yıllık İmparatorluk
değildir.15 K endisi için önem li olan, bu imparatorluğun burada ve
şim di m evcut olup, başka türden bir varoluşa dönüşüm olarak dün-
yalılığın içinden doğmasıdır. G elecek le ilg ili vaatleri, bundan d ola­
yı, bir sonraya bırakma olarak değil; pusuda bekledikten sonra uy­
gun an geldiğind e harekete geçilen , olup bitenlere ilişkin dünyalı-
lıkla ilgili bir nokta olarak ele almaktadır.
Yapısı itibariyle feodal-ortaçağcıl dünya, m odem anlamdaki
14 O dön em in san atın d a m ü kem m ellik noktasına vardırılm ış olan, k aba saba bir
duy u sallık ile en ü st boyutlardaki tinsellik arasındaki bu içiçeliğin en iyi ö r­
nek lerin d en biri G rü n e w a ld ’ın resim leridir. Yaşam ı hak k ın d a neredeyse h iç­
bir şey bilinm ed iğ i için, bizzat kendisinin anababtistlerle ilgisi olup olm adığı
soru su n a y an ıt v erilem em ektedir. G rü n ew ald ’ın resim lerinin örnek g ö steril­
m esi, sadece y u k arıd a söylenenlerin d ah a iyi izahı için yapılm ıştır. (Bkz.:
Heidrich, E.: D ie altdeutsche M alerei/Eski A lm an R esim Sanatı. Jena 1909.
s. 3 9 -4 1 , s. 269.)
A yrıca H eidrich’in D ürer und die Reformation [D ürer ve R eform asyonl adlı
çok öğretici eserin e bkz. Bu eserde, h ay alp erestler ile taraftarları olan H ans
S eb ald , B arthel B eham ve G eorg P encz adlı N üm bergli ressam lar arasındaki
ilişk i, ö te y an d an D ürer' in buna karşı direnci g ayet an laşılır bir biçim de is­
patlan ıp betim lenm ektedir. Heidrich , D ü re r’in sanatını L uther dindarlığının
yan sım ası o larak, G rünevvald’ınkini ise hayalperestlerin tinselliği doğ ru l­
tusu n d a d eğerlendirm ektedir.
15 Münzer: İsa ’nın insan olm asıyla biz nefsanî dünyalı insanların her birinin
bir tanrı, ve onunla birlikte T anrı’nın öğrencileri olm am ızı: O ’nun ve O ’nun
ruhu tarafından öğrenm eye tabi tutulm am ızı ve Tanrı kılınm am ızı: ve O 'nun ve
O ’ııun ruhunun içinde değişim e uğrayarak dünyalı yaşam ın göklere yönel­
m esin i...(B k z.: H olI’daki ilgili m etin p arçalan- s. 431, dipnot 1.)
İçselleştirm enin sosyolojisi ve genelde yaşanm ışlık biçim leri ile kam uyla ilgili
siyasi eylem biçim leri arasındaki ilişki konusunda dikkate alınm ası gereken,
K arlstadt’ın ve G üney A lm an anababtistlerin, M ü n z er’den ayrıldıkları ölçüde,
dolaysızlıkla ilgili kiliast deneyim lerinin gittikçe gelecekle ilgili iyim ser
um uda ilişkin y aşanm ışlık biçim ine ve vaatlerle ilgili deneyim e dönüşm esidir.
(Bkz.: H oll, s. 458.)
devrim i tanım az;16ve kiliastik olan dünyanın politik olarak şekillen-
dirilm esiyle ilgili bu yen i biçim in daha ilk olarak ortaya çıkışından
beri, devrim ci püskürmelerin refakatçisi olup bu püskürmelere ruh
vehm etmektedir. Durulup, artık bu püskürmeleri terk ettiğinde,
dünyadan artakalan kitlelerin çıplak öfk esi ve sersem leşm iş kudur­
ma olacaktır. K iliastik olan; devrim i, rasyonel olarak belirlenm iş
bir hedefe götüren kaçınılm az bir araç olarak d eğil, d olaysız varol­
m ayla ilgili tek yaratıcı prensip, dünyaya gerçek anlam da ulaşm a­
nın yolu olarak arzular. “Yok etm e zevki, yaratıcı bir zevktir” d e­
m iştir B akunin ,17 çünkü büyük düşkünlükle bahsettiği bir şeytan
vardı bedeninde; o şeytan ki, insanlara bulaşarak etkinlik göster­
mektedir. Onun için asıl ön em li olanın, rasyonalizm bağlam ında dü­
zenlenm iş daha iyi dünyaların yaratılmasının olm adığı, bu cüm leden
bellidir: “B en, anayasalara v e kanunlara inanmam; en iyi anayasa
bile tatmin ed em ezd i beni. B izim başka bir şeye; fırtınaya v e yaşa­
ma, v e yeni, kanunsuz v e dolayısıyla özgür bir dünyaya ihtiyacım ız
var.”
N e zaman bu salt b eklem ede olm anın imajlarıyla ilg ili ufku ge-
n işlese, aslında dolaylı olarak o lsa bile, yin e de daim a daha iyi bir
dünyayla ilgili vaatler ortaya çıkar. İstemlerin yarattığı m ekân ve
zamanlar, b öyle bir b ilinç için b edeli ödenm eyen senetlerdir. Onlar;
sabırsızlıkla bekleyenin kendine oradan hareketle sadece oluşana
karşı bir ötesindelik sağladığı, olup bitenlere ilişkin dünyalılıkla il­
g ili bahsettiğim iz noktayı belirlem e işlevin e sahiptirler yalnızca.
Sabırsızlıkla bekleyen, “kötü olan ” her burada-ve-şim di-olup-biten-
16 M odem devrim in, daha Stahl’m işaret ettiği özelliklerinden bir tanesi, onun
belli bir söm ürücüye karşı basit bir ayaklanm a olm adığı, daha çok içinde m ev­
cut toplum sal düzeni sistem atik olarak devirm e am acının barındırm asıdır.
A nalizin hareket noktası olarak bu sistem atiklik alındığı ve fikirler tarihiyle il­
gili ve tarihsel kökenleri araştırıldığı zam an, bu bağlam da da tipik olarak kiliast
konusu karşım ıza çıkacaktır. B aşka zam an fazla sistem atik olm asa da, bir hu­
susta so y u t-sistem atik b ir anlayışsal eğilim e sahiptir. Bu konuyla ilgili daha
Radvdnyi (D er C hilianism us adlı yayım lanm am ış doktora tezinde, H eidelberg
1923, s. 98), K iliast’ın bireysel insanları değil, kurum ve bireylerde etkinlik
gösteren kötü prensibi h ed ef alıp o n a karşı savaş verdiğine işaret etm iştir. Bu
konuyla ilgili d e H oll’daki ilgili m etin parçalarına bkz., s. 454.
17 Daha sonra g östereceğim iz üzere, m odem zam anda kiliastik anlayışın en
belirgin biçim ini B akuninci anarşizm de görebilm ekteyiz.
le dayanışm a içinde olm ayarak, olayların biriktiği ve içsel konjonk­
türün kendi sürüklenm işliğini dünyanınkiyle birleştirdiği ana daya­
nır.
B u yüzdendir ki, kiliastik bilincin yapısının ve talihinin gözlem i
sö z konusu olduğunda, istem lerin yarattığı zam anın yerine, m ekân­
sal tablonun geçm iş olm asının ve aklın ve aydınlanm a çağında ras­
yon el tüm dengelim sel kapalı sistem inin ütopik vakumunun içini
doldurm uş olm asının neredeyse hiçbir ön em i yoktur. R asyonel-ak-
siyom atik başlangıç, kapalı bir sistem tüm dengelim , kapsamına
alınm ış m otiflerin içkin olarak denkleştirilm iş olan d engesi, o dün­
yadan uzak olm ayı, o içsel kapalılığı belli bir anlamda teminat altı­
na almaktadırlar— v e bunu, istem lerin yarattığı düşler kadar iyi ya­
parlar.18
Ve dahası, sadece rasyonel anlamda doğru v e geçerli olan zaman
ve m ekân ö tesin d eliği o “dışarıda olan”a, olup bitenlerden uzak
noktaya dönüşm ek için, belli bir anlamda dünyevî-duyusal zen gin ­
likle dopdolu istem lerin yarattığı düşlerden daha da uygundur.
H içbir şey, olup bitenlerden rasyonel kapalı bir sistem de olduğu
kadar uzak değildir; hiçbir şey, ihtimal ki, tam am ıyla kendi dünya­
sına kapanm ış düşünsel oluşum lar kadar irrasyonel bir güç içerm e­
mektedir. Her akıl, o lsa olsa kiliastik olarak çoşkulu olanı düşünsel
kulis sev iy esin e çekm e tehlikesini barındırmaktadır kendi içinde.
Bu yüzden her rasyonel ütopya, m utlaka kiliastik beklem ede olm a­
nın karşılığı değildir ve bu anlamda da mutlaka dünyadan uzaklaş­
tırılm ış ötesin d elik le ilgili bir işlevi yoktur. R asyonel ütopyanın du­
yusal olm ayanla duyuüstü olanı, tam olarak varolm a konusunda du­
yusal olarak uyanık olan kiliastik beklem ede olm anın içgüdüsel
ze n g in liğ iy le çelişm ektedir. B öylece, nasıl liberal-hiim aniter ütop­
ya eğ ilim sel olarak gittikçe daha fazla kiliastik olana karşı y ö n eli­
yorsa, rasyonel-ütopik bilinç de kiliastik olan bilincin ilk rakibi du­
rumuna gelebilir ansızın.

18 Bkz.: Freyer, H.: Das Problem der Utopie [Ü topya P roblem i], Deutsche
Rundschau dergisi 1920, cilt 183, s. 3 2 1 -3 4 5 ; ay rıca Girsberger 'm d ah a so n ­
ra atıfta b u lu n u lacak kitabı.
F: 16/ İdeoloji ve Ütopya
II. Ü topik Bilincin İkinci Şekli:
Liberal-hüm aniter Tasan.
L iberal-hüm aniter ütopya da m evcut olana karşı verilen m üca­
d ele içinde doğmuştur. U ygun b içim iyle liberal-hüm aniter ütopya,
“kötü” gerçekliğin karşısına “doğru” ve rasyonel bir karşı tasarı
koymaktadır. A ncak bu karşı tasarıyı, yalnızca herhangi bir anda
dünyaya nüfuz etm eyi sağlam ak için d eğil, olup bitenin karşısına
daha çok sözleri tartarak g eçm eyi sağlayan bir “k ısta s" a sahip o l­
mak için kullanır. Liberal-hüm aniter bilincin ütopyası, “f i k i r ”dir.
Bu fikir, şeylerin ilk örneği olarak durağan-canlı zen gin liğ iy le Yu-
nan-platoncu fikir olm aktan ziyade, b u-dünyalı oluşun sad ece “dü-
zen ley ici”si biçim indeki, sonsuz uzaklığa kaydırılan, buradan hare­
ketle de bizi harekete geçiren form el bir yön sel belirlenm işlik fik ­
ridir. A ncak burada da yapılm ası gereken, farklılıkları görmektir.
Koşulların politik patlama yönünde geliştiği yerlerde (örneğin
Fransa’da), fikirsel ütopya kesin olarak oluşturulm uş rasyonel bir
biçim alır;19 bu yolun tıkanm ış olduğu yerlerde ise (örneğin A lm an­
y a ’da), bir içselleştirm e m eydana gelm ektedir. Bu bağlam da ilerle­
m enin yolu dışsal olaylarda, devrim lerde d eğil, yalnızca insanın iç
yapısında ve değişim inde aranmaktadır.
K iliastik b ilin ç, k en disi ile özü m ü zd e zam an içerisin de oluşan
günlük-tarihsel varoluş arasındaki bağlantıları koparır. Her an için
dünyaya, ortaya konan eserlere ve kültüre karşı düşm anlığa d önü ­
şeb ilm esi m üm kün olan bu b ilin ç, tüm ortaya konan eserleri za ­
m ansız bir olay, bir K a iro s' a* yö n elm iş daha ö n em li bir hazır o l­
m anın fa zla sıy la erken gerçek leşen çoşkusu olarak değerlendirir.
Kültüre olum lu yak laşım ve İnsanî varoluşun ah lâk îleştirilm esi,
*9 F ransız fik ir kavramı hakkında, Grim nı ’i n D eutsches W ö rterb u ch [A lm anca
S ö z lü ğ ü j’nde şu sö zleri o k u y ab iliriz: “ ... özellikle on yedinci yüzyıl Fran-
sa sı’ndaki dil ku llan ım ı, (fikirle ilgili bu] kelim eyi, bir şeyin düşünsel tasviri,
on u n la ilgili bir fikir, b ir kavram an lam ın d a buharlaştırarak yap m ıştır (L ittré
2, 5c); on sekizinci y ü zy ılın ilk y arısın d a yaşayan A lm an y azarlarınca da,
Fransız etkisinden kaynaklanarak, fikir kelim esinin bu şekilde kullanıldığını
görebiliriz - o kadar ki, zam an zam an bu kelim e A lm anca şekliyle Idee olarak
değil Fransızca şekliyle ideé olarak yazılm ıştır .. . ”
Kairos: 1-Eski Y unan’da en uygun anm tanrısı, 2-Tanrının önem li kararlar ver­
diği asıl önemli an, 3-doğru veya uygun ölçek ya da oran, 4- doğru a n .- ç.n.
liberal insanın iç sel tutumunu n iteleyen unsurlardır. Yaratıcı bir
yok etm e fa aliyetin d e d eğ il, eleştirid e kendindedir aslen; kendisi
ile burada v e şim d i oluşanlar arasındaki tüm köprüleri yık m am ış-
tır, her bir olu şun üstünde tinsel am açların coşk u uyandıran fikir­
lerin âlem i süzülm ektedir.
K iliast için tin, bizi bizden alan ve aynı zam anda içim izd en g e ­
len bir ses iken; hüm aniter liberalizm için üstüm üzde duran, z ih ­
n iyetim iz b ün yesin e alınıp bizi coşturan o “ikinci R eich ”tır.20
Fransız D ev rim i’nin hem en ö n cesin d e ve sonrasında bu fikir­
ler adına dünyanın yen id en şek illen d irilm esin e girişen çağ da, y ö ­
nünü (içim izd en g elen sesin d eğ il) bu m uazzam coşku doğrultu­
sunda tayin etm işti. Y eniçağın bu hüm aniter tasarısı, politik o la n ­
dan ya y ılıp , “id ealist” fe lse fe şek lin d e en üst noktaya vararak n i­
hai bir ö z b ilg iy e ulaşabilm ek için kültürel varoluşun tüm alan la­
rını etkisi altına almıştır. M odern felse fen in en verim li d önem i, za-
m ansal olarak yen içağın bu fik riyle örtüşm ektedir; en azından d a ­
ha sonra ortaya çıkan kısıtlam alarıyla birlikte, felsefen in bu bilinç
yapısına uygun şekli giderek yok olm aya başlam ıştır.
Bu bağlam da, idealist fe lse fe ile onu d estek leyen taşıyıcıları
arasındaki ilişk i, bu ilişkinin en azından en ön em li evresin e d eğ i-
n ilm esin i gerektirecek kadar sıkı olm uştur. M odern fe lse fe , top­
lumsal işlev i açısından bakıldığında, ruhanî-teolojik dünya imajını
parçalamak için ortaya çıkm ıştır. B aşta yü k selm ek te olan mutlak
m onarşi v e burjuvazi arka çıkm ıştır ona. D aha sonraları ise burju­
vazinin y eg â n e silahın a dönüşm üştür; bu aşam ada, bütünlük iç e ­
risinde tini, kültürü ve p olitikayı tem sil etm ekteydi. Ö te yandan,
g ericiliğ e kaym ış olan m onarşi, teokratik fikirlere sığınm ış; prole­
tarya ise, burjuvazinin m ücadeleci yandaşı olm aktan çıkıp b ilin ç­
li karşıtı durum una geld iği ö lçü d e, idealist felse fen in burjuvazinin
çıkarlarına uygun gelen kılıfından uzaklaşm ıştı.
Y eniçağın aynı anda iki ceph ed e savaşan bu liberal tasarısı, ta­
m am ıyla y ü ce k işiliklerce tasarlanabilecek olan garip bir yap ıya
sahipti ve hâlâ sahiptir. İdealist bilinç; Tanrıya atıfta bulunan kili-
astik tasavvur gerçek çiliğin in yolundan çek ilm ek le birlikte, aynı
20 Bkz.: Freyer, a.g.e., s. 323.- *Reich: A lem , krallık. - ç.n.
zam anda m uhafazakâr ve çoğu k ez n esn elere v e insanlara sınırla­
y ıcı bir şek ild e h ük m edilişin in ayakları yere basan ve şim d ik iliğ e
bağlı dünyayla ilg ili anlam sallığm dan da uzaklaşm ıştır. T oplum sal
olarak bu tasarısal bilin cin taşıyıcıları, orta tabakayı oluşturan bur­
ju vazi ile entelijensiyadır. Tasarısal b ilin ç, bu yap ısal koşullara
uygun olarak, ez ile n tabakaların duyusal d irim selliği, çoşk u su ve
intikam istem i ile o zam anın g er çe k liğ iy le p rob lem siz bir uyum
içind e bulunan eg em en feod al tabakanın d o la y sız som utluğunun
arasında bir yerde d in a m ik -itici bir güç olarak konum landırm ak-
taydı kendini.
B u b ilin ç, varoluşa tüm g er çe k liğ iy le yak laşabilm ek için , fa z ­
lasıyla norm atif yön elim liy d i. Bu yüzdendir ki, olm ası gerek en ­
den hareketle kendi idealist dünyasını yaratmıştır. B ir şeylerin
y ü k selm esiy le, bir şeylerden soyu tlan m ışlığıyla, aynı zam anda da
tüm y ü celiğ iy le , m addi yapı arasındaki tüm bağları koparm ış o l­
m akla birlikte d oğayla da gerçek bir ilişk isi kalm am ıştır. Ki doğa,
o dönem in anlam sal bağlam lılıklarm dan hareketle, m antığa u y ­
gunluk, eb ed î doğruluk norm larına bağlı bir varoluş anlam ını ta şı­
m aktaydı ço ğu kez. E bedî ve k oşu lsu z olan ın , derinliği v e birey­
se lle şm e si olm ayan bir dünyanın yansım alarını, o dönem in etkin
kuşağının sanatında görm ekteyiz. H eykelleri, kabartma sanatının
ürünleridir aslında; ve karton sanatları ölü b en izli bir hal alm ış bir
tablo gib i gelm ekted ir.21
Sanat, kültür, felsefe; ilgili politik istem bünyesinde tasarıya dö­
nüşmüş ütopyanın yansımaları kaçınılmaz olarak dünyayı şekillendi­
ren genişlem eleridir. İlgili sanatta da olduğu gibi, derinliğin v e renk
zenginliğinin eksikliğini, bu liberal-hümaniter tasarının özsel-yasasın-
da görm ek mümkündür. Renk zenginliğinin eksikliğine, o zamanın
tüm ideallerinin içeriksel boşalm ışlığı tekabül etmektedir: Âlim lik,
özgürlük, kişilik, bunlar - ö y le geliyor k i- kasıtlı olarak belirsiz bıra­
kılmış içeriksel değerin salt çerçeve biçimleridir. Daha hümanizm
idealinin başlangıçlarını oluşturan Herder’in hüm anizm e ilişkin m ek­
tuplarında, bu idealin nasıl bir şey olduğu belli değildi: Bir yerde
daima “akıl ve hakkaniyet”tir gözünün önünde bulundurduğu, başka
21 Bkz.: Pinder: D as P ro b lem d e r G en eratio n in d e r K u n stg esch ich te E uropas
[A vrupa S anat T arih in d ek i K uşak S orunu], B erlin 1926, s. 67 ve d ev am ı, 69.
bir yerde ise “insanların esenliği”.
Ayrıca, bu zam ansal-toplumsal orta halliliğe ve her bir içeriksel
değerin som ut olm ayan haline, tamam ıyla felsefed e (ve diğer alanlar­
da) şekle yapılan aşın vurgu tekabül etmektedir. Heykelcilikte eksik
olan derinliğe, sadece çizgisel olanın egem enliğine, düz ilerlem e ve
gelişim olarak yaşanan tarihsel zaman tekabül etmektedir. İlerlem ey­
le ilgili bu düz tasavvur, ağırlıklı olarak iki ayrı kaynaktan doğm uş­
tur.
Birinci bileşen, amaçsal fikir olarak burjuva mantık idealinin ilgi­
li varoluşsal statüyle ilişkilendirildiği ve (m ükem m el olm ayan) doğa
durumu ile mantık fikri arasındaki gerilim üzerine köprü kurmak zo­
runda kalan Batılı-kapitalist gelişim de m eydana gelmiştir. Norm ile
varoluş arasındaki bu köprü kurma, varoluşun mantıklı olana sınırsız
yaklaşabileceğine ilişkin düşünce sayesinde başarılabilmiştir.
Başta hayal m eyal ve belirsiz olan sınırsız yaklaşm aya ilişkin bu
tasvir, Jironden* Condorcet 'de nispeten som ut ve klasik bir hal alm ış­
tır. (C u now ’un22 sosyolojik olarak çok doğru olan analizi gibi) Con­
dorcet, orta tabakaların Jirond’un çökm esinden sonra yaşanan hayal
kırıklığına ilişkin deneyim lerini, bu tabakaların tarihle ilgili tasavvur­
larına dahil etmiştir. Bununla m ük em m eliyete ulaşm aya ilişkin ni­
hai hedeften vazgeçilm iş olunm adı; ancak devrim bundan b öyle
salt bir ara basamak olarak algılanm aktaydı. İlerlem e fikri, hâlâ düz
olarak düşünülen oluşun içinde lüzum lu safhalar ve ara basam ak­
lar keşfederek kendi kendini frenlem ekteydi. Eskiden mantıktan
hareketle her g eç ic i olan “yan lış fikir” ve “önyargı” olarak önem -
senm ezken, C ondorcet’de g eç ic i olan göreli bir kabul görm üştür en
azından. B elli bir zamanın “önyargılar”ı, kaçınılmazlıklarıyla kabul
görüp “tarihsel tablonun parçaları” olarak ilerlem enin bundan b öy­
le zam ansal olarak d erecelendirilm iş, devrileştirilm iş tablosuna da­
hil edilm işlerdir.
İlerlem eye ilişkin tasavvurun bir başka kökenini A lm an ya’da
* Jironden: Fransız Devrimi döneminde özellikle toprak burjuvazisinin çıkar­
larını koruyan politik parti yandaşları, Jakobenlere karşı bir politika izlemiş­
lerdir. - ç.n.
22 Cunow, H.: Die Marxsche Geschichts-, Gesellschafts- und Staatstheorie
[Marxçı Tarih, Toplum ve Devlet Teorisi] Berlin 1920, Cilt I, s. 158.
bulabiliriz. Burada L e ssin g ’d e, “E rziehung des M enschenge­
schlechts ” [“İnsanoğlunun E ğitilm esi”] adlı eserinde görünen g eli­
şim fikri, (v.d. G oltz ve G erlich’e göre23) sekü lerleşm iş, piyetist*
bir nitelik taşıyordu. Ayrıca, bu türetm eye ek olarak (H ollanda’dan
A lm anya’ya taşınan) piyetizm in başlangıçta Anababtistçi unsurlar
içerdiği g ö z önünde bulundurulursa; dinsel gelişim fikri doğrudan
kiliast unsurun durulm ası, başlangıçtaki beklem ede olmanın Alm an
ortamında beklem eye dönüştüğü bir süreç, zam anla ilgili kiliast d e­
neyim in, anında zam anla ilgili evrim sel d en eyim e dönüşm esi ola­
rak algılanabilir.
Ç izgi; A m dt, C occejus, Spener ve Z inzendorf üzerinden kesin
bir şekilde Tanrı’nın tarihsel idaresi fikrinden ve dünyanın başından
sonuna kadar yer alan düzenli bir ilerlem eden sö z eden L essin g ’in
piyetist çağdaşı B en g el'e götürüyor bizi. L essin g ’in B e n g e ls’ten,
onun insanoğlunun sonsuzca m ükem m elleşebilm esi fikrini aldığını,
ve bu fikri, onu bu şek liyle A lm an idealizm ine miras olarak bırak­
mak için sekülerleştirip mantıkla ilgili inançla ilişkilendirdiği sö y ­
lenir.
D insel bilincin k esik siz şekildeğişim i olarak mı yoksa akıldan
doğan bir karşı darbe olarak m ı;— ilerlem eyle ilgili bu tasavvur ne
şekilde m eydana gelm iş olursa olsun, bünyesinde kiliast bilince kı­
yasla oluşan zam anın som ut “hic et nunc”una bir yaklaşm a, onun­
la yakından ilgilen m e söz konusudur.
23 von d e r G o eltz: D ie theologische Bedeutung J.A. B engels und seiner
Schüler [J.A. B en g els ve Ö ğrencilerinin Teolojik Açıdan Önem i j. Jahrbücher
für deutsche T h eo lo g ie | Alman Teoloji Yıllıkları 1. Gotha 1861, cilt 6, s. 460-
506.
G erlich, Fr.: Der K om m unism us als Lehre vom tausendjährigen Reich [Bin
yıllık İmparatorluğun Öğretisi Olarak Kom ünizm ). Münih 1920. Birçok nok­
tada basitleştirici olup baştan savm a şeklinde yazılm ış olan propaganda
amaçlı bu eserde, bazı temel ilişkiler (örneğin yukarıda işaret edilen) doğru
biçim de değerlendirilm işe benziyor yine de. (S on söze bkz.) D oren (a.g.e.),
kitabı bu yönde yorumlayanlardandır
* piyetist: Protestan gizem ciliği. Sözcük olarak aşırı sofuluk anlamında da kul­
lanılır. Dindarlıkta kuru dogm atizm in ve b içim ciliğin gönül sevgisini ve
bireysel inancı çıkarıyordu. Tanrıyla kul arasında doğrudan bir ilişki kurmuş,
her bireye din üstünde düşünebilm ek ve yargılayabilm ek yetisi vermiştir. -
ç.n.
Tarihe nüfuz ed işle şim dilikte ansızın gerçekleşecek olan kiliast
anlam sal tatmin, bizzat bu tarih sürecini m esken edinir. Bu, çok
uzaklara ertelenm iş olsa da, eskinin tersine, ansızın sadece “dışarı­
dan” nüfuz eden ütopyanın göreli inişi anlamına gelmektedir. Bu
ütopik bakış açısı içinde, daha çok m evcut olan dünya anlamsal tat­
min yönünde, ütopya yönünde hareket etmektedir. Başka bir açıdan
bakıldığında da, ütopyanın bizzat oluş konusundaki göreli bir angaj­
manı gözlem lenebilir: Zamanın uzaklığında ancak tam anlam ıyla
gerçekleşebilen fikir, daha m evcut süregelen olu ş içerisinde -a y rın ­
tılara uyarlanarak- giderek iyileştirm elere yol açan bir norma dö­
nüşür. Ayrıntıları eleştiren kim se, kendini tam da bunun için eleşti­
rinin esiri haline getirir; burada ve şim di oluşan kültür konusunda­
ki angajmana, kurum salcılığa ve politika ile iktisadın dünyayı şekil­
lendirici gücüne olan şiddetli inanış, bunlar daha şim diden ek m e­
den biçm e çabası içinde olan m irasçıya işaret eder.
Gerçi yükselen bu tabakanın siyaseti, vahim bir şekilde daima
toplum sal problem lerin üstünde süzülüyordu; ve liberallerin devlet
düşm anlığı yaptıkları çağlarda, egem en tabakalarca mutlaklaştırılan
iktidarın ve açık şiddetin anlamı tarihsel önem i açısından henüz al-
gılanmamıştı.
Kültüre, felse fey e ve pratikte iktisada ve siyasete dayanan bu
bilinç; muhafazakâr bakış açısından hareketle ne kadar soyut görün­
se de tarihsel buradalık söz konusu olduğunda, yin e de tarihsel co ğ ­
rafya ö tesiliğ i içindeki kiliastik bilinçten çok daha somuttur. Bu bi­
lincin tarihle ilgili zam an kavram ının kiliastik bilinçtekinden daha
belirgin olm ası bile, onun tarihsel olana ne denli yakın olduğunu
gösterir. G ördüğüm üz üzere kiliastik bilinç, oluşa yön elik bir orga­
na sahip değildir; o yalnızca m evcut anı, anlamsal tatm inle dolu
şim diyi bilir, kiliastik aşam ada durakalan bilinç, daha sonraları
-k a rşı tarafın buna uyum sağladığı zam an - bile katedilecek yol ya
da gelişim kavramlarına yabancı kalmaktaydı: B ildiği tek şey, yük­
selen ve durulan zamandır. Örneğin zam anım ız, kiliastik bilincin bu
otantik biçim inin en saf şek liyle muhafat... ed ild iği radikal anar­
şizm d e, ortaçağın çöküşünden itibaren bitm eyen bir devrim den
ibarettir. “İki m üzmin hastalık arasında sağlığa götürücü bir terlem e
olm ak, gerçekçiliğin ve d olayısıyla devrim in niteliklerindendir; re­
havet ön ced en gelip onu kuvvetten düşm e takip etm ese, devrim za­
ten hiç varolm ayacaktı.”24 Bu bilinç, karşı taraftan birçok şeyler ö ğ ­
renip zam an zam an muhafazakâr zam an zam an sosyalist vurgulara
sahip olabilir fakat, b öyle bir tarihsizlik ön em li noktalarda günü­
m üzde bile ön e çıkabilm ektedir.
G elişim le ilgili herhangi bir deneyim olasılığım dışlayan kili-
ast-m utlak bilinç, yaln ızca zam anın niteliksel aynm laştınlm ası ko­
nusunda işe yaramaktadır.
B u bağlam da, anlam sal tatm inlerle dolu ve anlam sal tatm inler­
den arınmış zamanlar vardır; ki bu, tarihsel olayların tarih fe lse fe ­
siy le ilg ili ayrım laşm asını sağlayan önem li bir noktadır. Bu nokta­
nın önem ini anlamak (çoğu k ez gizli kalm ış, d olayısıyla belirsizce
etkili olan) ancak tarihsel zam anın felse fe tarihiyle ilgili ayrım laş­
m ası olm adan ampirik bir tarih anlayışının bile mümkün olam aya­
cağını kavradıktan sonra mümkündür.
Ve ilk bakışta m uhtem el d eğilm iş gib i görünse de, yukarıda sö ­
zü edilen zam anın niteliksel ayrım laşm alarıyla ilgili esas noktası,
kiliastik m esafenin ve çığır açm ayla ilgili esrik deneyim in içinden
doğmaktadır.
N orm atif-liberal bilinç de tarihsel olayların bu niteliksel ayrım ­
larını içerm ek dışında tarihsel olarak olm uş her şey i ve şim d iyi kö­
tü gerçeklik olarak aşağı görmektedir. A ncak anlam sal tatmini
uzaktaki g eleceğ e erteleyip onu aynı zam anda -k ilia st’ın yaptığı g i­
b i- tarih ötesi çoşkunun içinden d eğil, burada ve şim di oluşm akta
olanın, günlük yaşam ın içinde aramaktadır. Gördüğüm üz üzere,
oluşun tipik d olaysız tablosu ve am açsal h ed ef ile varoluş arasında­
ki göreli hom ojen ilişki tam da bu nedenle gelişm iştir.
Liberal tasarı; tarihsel-toplum sal anlamda, liberalizm e potansi­
yel olarak daim a arkadan saldırmaya çalışm ış ve çoğu kez rasyonel
tasarımlar arkasında gizlenen çığır açıcı kiliastik deneyim in karşıtı
olarak; v e aynı zam anda ancak “hic et nunc”u ilk başta içgüdüsel,
daha sonra ise rasyonel bağlam da egem en liği altına alan alışılagel­
m iş v e olup bitm iş olana dayanan bir tabakaya karşı savaş çığ lık la ­
24 Landauer: a.g .e., s. 91.
rı atan bir olgu olarak anlaşıldığı takdirde anlamlı bir şekilde kavra­
nabilir. Ayrıca bu bağlam da, ütopyaların birbirlerinden farklılaşm a­
sı ve bilinç yapısının taşıyıcı ve biçim lendiricileri olmaları noktasın­
da da, iki tarihsel dünyanın ve iki toplum sal taşıyıcının birbirinden
farkı daha ön e hiç görülm em iş bir netlikte ortaya çıkmaktadır.
K iliast’ın dünyası, çözülm ekte olan ortaçağın, m uazzam bir bo­
zulm a dönem inin dünyasıydı. Herkes ve her şey savaş halindeydi:
Bu, birbirine karşı savaş veren prenslerin, eşrafın, burjuvaların, kal­
faların, avarelerin, ücretli askerlerin vs. dünyasıydı. Ruhun derinlik­
lerini dışa vurduğu, heyecana kapılmanın ve telaşın dünyasıydı. İde­
olojiler bu savaşta henüz tam anlam ıyla belirm em işlerdi; toplum sal
olarak nereye ait olduklarını görm ek henüz müm kün değildi. Ruh­
la ilgili içeriksel değerlerin toplum sallığa indirgenm esine (ki, En­
g els bu gerçeği gayet net bir şekilde tespit etm iştir25), ancak refor-
m asyon kargaşası içinde yer bulan köylü ayaklanm ası yol açmıştır.
K iliastik deneyim in en alt tabakalara atfedileb ileceği açıktır; bu,
ezilen köylülerin, kalfaların, lümpen proletaryaya giden yolun baş­
langıcının, hayalperest vaizlerin vs. buluştuğu bir ruhsal yapıdır.
H oll (a.g.e., s. 435); M ax W eber ' in genel model öğretisine göre (Eko­
nomi ve Toplum, Toplumsal İktisadın Esasları, Bölüm III 1, s. 267 ve deva­
mı, § 7. Tabakalar, Sınıflar ve Din) Münzer’in alt tabakalara atfedilen fikir­
lerinin (Seb. Franck, Karlstadt, Schwenckenfeld gibi) o zamanın “enteli-
jensiya”sını da etkisi altına aldığına ilişkin sosyologlarca öne sürülen iddi­
aya karşı tam da bu noktayı delil olarak kullanmaktadır. Ki, sosyoloji bu
denli basitleştirildiği zaman, onun reddine ulaşılmasına da şaşırmamak ge­
rekir. Max Weber daima, genel model öğretisini doğrudan yegâne yapıları
değil, salt ideal-tipik yönelimleri nitelemek için ortaya koyduğunu vurgu­
lamıştır (a.g.e., s. 10). Yegâne durumların analizine çalışan sosyoloji, ente-
lijensiyamn sosyolojik açıdan atfedilmesi söz konusu olduğunda, oldukça
dikkatli hareket etmelidir. Bu bağlamda, problematiğe şu sorular dahil
edilmelidir.
a) Entelijensiyanın sosyolojik karşıt anlamlılık problemi. (Ki, bu da
sosyolojik bir niteliktir; üstelik tüm toplumsal tabakalar için özgü olmayan
bir nitelik.)
b) Tarihsel dinamikler, entelijensiyanın temsilcilerini hangi zamansal
25 Engels, Fr.: D e r deu tsche Bauernkrieg [A lm anya’da K öylü Savaşları].
Yayına hazırlayan: M ehring, Berlin 1920, s. 40-41. [Türkçe basım için bkz.:
K ö ylü ler S a va şı, Çev.: K. Somer, Sol Yay. - ç.n.]
noktada bu ya da şu kampa itmektedir?
c) İçlerine başka kamplardan sızan fikirler ne şekilde değişime uğratıl
mışlardı? (Toplumsal değişmeyi, bir fikrin “kırılma açıları”ndan anlayabi­
liriz çoğu zaman.)
Böylece bizzat H oll (s. 435 ve devamı, 459,460), karşı çıktığı sosyolo­
jinin doğruluğunun teyidi için çok ilginç maddi deliller sunmaktadır. Biz­
zat kendisi, eğitimli kişilerin Münzer’in öğretisini devralmalarıyla birlik­
te, onu tam anlamıyla geliştiremediklerini, ona temel yenilikler katmadık­
larını tespit etmiştir. Eğitimli kişiler, doğrudan kendi içsel deneyimlerin­
den ziyade, daha çok kitaplardan ve -başta “Theologia deutsch" [Alman
Teolojisi] olmak üzere- Alman mistiklerin yazılarından, ayrıca Augus-
tin’den ilham almaktaydılar. Alman diline herhangi bir zenginlik katma­
mışlardır. Kendine mahsus yanlan olan mistiği önemli noktalarda deforme
etmişlerdir, ortaçağ mistiklerinin öğretileri ile Münzer’in haç öğretisini
anlamsız bir şekilde birbirine karıştırmışlardır. (Tüm bunlar, belli bir taba­
kanın “fıkirler”inin başka bir tabakadan devralındığında, yukarıda işaret
edilen tinsel “kırılma açıları”nın belirlenebilmesine ilişkin sosyolojik öğre­
tisini ispat eden delillerdir.)
Ayrıca, hareketin radikalleşerek sürdüğü oranda entelijensiyanın yuka­
rıda işaret edilen temsilcilerinin gittikçe geri çekildiğini, örneğin Franck’m
(Chronikası’nda) köylü savaşına Luther’den bile daha olumsuz baktığını,
Münzer’e sırt çevirdikten sonra dünya görüşünde radikal değişimler göz­
lemlenebildiğim, Münzer’e sırt çevirmesiyle birlikte bu eğitim li kişilerinin
bu dünya görüşü nün giderek insanları aşağılayıcı vasıflara büründüğünü,
“toplumsal nitelikler”ini kaybettiğini ve kiliastik inadın’ın yerini “görün­
meyen kilise”yle ilgili daha hoşgörülü, neredeyse uzlaşımcı bir fikrin aldı­
ğını, bizzat H oll anlatmaktadır bize, (a.g.e., s. 459-460)
Yalnızca uygun problematiğin ve ondan kaynaklanan kavramsallığa sa­
hip olunduğunda bile, sosyolojik açıdan birçok şey aydınlığa kavuşacaktır.
Ütopyanın bir sonraki şeklinin ortaya çıkm ası uzunca bir zaman
almıştır, bu arada toplum sal dünya imajı tam am ıyla d eğişm işti, “şö ­
valyeler memur, askerler uysal vatandaşlar olm uştu” (Freyer). A y­
rıca, ütopyanın bu sonraki şeklinin taşıyıcısı, artık toplumun en alt
tabakası d eğil, uygar olm ayı v e etiği başta (aristokrasiye karşı) bir
özm eşruluk olarak yaşayıp, deneyim zem inini ise, ansızın çoşkun
bir m erkezden eğitilm işlik le ilgili d en eyim e kaydıran ve kendini b i­
linçli bir özdisiplinle sınırlayan bir orta tabakaydı.
Liberal tasarı, hem kiliastik-çoşkun hem de som ut olarak işe g i­
rişen muhafazakâr bilinç açısından ne kadar soyut gibi görünse de,
yeni çağda m eydana gelen olayların en önem li dönem lerini derin­
den etkilem iştir. Sağ ve sol eleştirilerce ancak yavaş yavaş ortaya
çıkarılan bu soyutluk, bu fikrin asıl taşıyıcıları tarafından bu şekilde
algılanmamıştır. Ve belki de tüm olasılıklara kapı aralayan ve tam da
bundan dolayı hayal gücünü ziyad esiyle m eşgul eden bu belirsizlik,
içinde taze ve gen ç olanı, şafak sökm esini barındırıyordu. O şafak
sökm esi ki, daha yaşlı H egel -yaşam ın ın son günlerinde devrim le
ilgili büyük fikirlerin düşüncelerine nüfuz ettiğini hatırlayarak-
m uhafazakâr dönüşüm üne rağmen hissetm işti. Tasarısal bilinçteki,
kiliastik heyecanın körleşm iş derinliğinin yerine, sürükleyici unsur
çıkarılmıştır aydınlığa. Aydınlık günlerin artık gelm esi gerektiğine
ilişkin aydınlanm anın heybet ve heyecanı sayesinde, geç ve daha o l­
gun bir aşamada günüm üzde bile bu tasarıların - k i, bu tasarılar yar­
dım ıyla varolabilm iştir m evcut d ü n y a - itici gücü muhafaza ed ile­
bilmiştir.
Ancak liberal aydınlam acı tasarıların en derinden etkileyen itici
gücü, hayal gücünü canlandıran ve daima sınırsız ufka yönelm iş va­
atlerin yanı sıra, ayn ca daima özgür iradeye yön elm iş olm asında ve
dolaysızlıkla ilgili deneyim i canlı tutmasında yatmaktadır.
M uhafazakâr bilincin kendine özgülüğü, tam da bu deneyim in
sivriliğini törpülem esinde, ve -te m e l keşfini özetlem ek gerek irse-
liberal bilince, bilinçli bir karşıtlık içinde bulunarak dolaysızlık bi­
lincine heybet ve heyecan katmasında yatmaktadır.

III. Ütopik Bilincin Üçüncü Şekli:


Muhafazakâr Tasan.
Muhafazakâr bilinç; insanoğlunun, uyum luluk içinde bulunduğu
sürece kendini çevreleyen reel koşulları teorik düşünce konusu ed e­
m eyeceği gerçeğin e dayanarak esas itibariyle teorik nitelikli d eğ il­
dir. Varoluşun bu aşamalarında, tüm çevreleyici unsurları daha çok
dünya düzenine ait saym a, d olayısıyla da problem siz bir şey olarak
algılam a eğilim indedir. A slında muhafazakâr bilincin ütopyası yo k ­
tur; zira, yapısı gereği egem en olduğu gerçeklikle tamam ıyla uyum
içindedir. Ayrıca, ileriye sürükleyen bir içtepiden kaynaklanan tarih­
sel süreç hakkındaki tüm düşünce ve aydınlatmalardan yoksundur.
Bir hükm etm e b ilgisidir aslında muhafazakâr bilgi; varoluşla ilgili
içkin etm enlere içgüdüsel ve çoğu kez de teorik bir yönelm işlik.
(H enüz dünyanın istediği anlamda istikrara kavuşm adığı dönem ler­
deki) eski gerilim lerden varoluşsal aşkınlıkla ilgili içeriksel değer­
ler olarak arta kalan, inanç, din ve mitlerin tarih ötesin e kaldırılm a­
sı olarak, artık sadece ideolojik anlamda etkisini göstermektedir. Bu
aşam adaki düşünce, daha ön ce de söylen d iği üzere, kendini rastlan­
tısal som utluğu içinde çevreleyen tüm unsurları, daha çok dünyanın
düzeni olarak kabullenm e ve problem siz bir şey olarak algılam a y ö ­
nelimdedir. Yalnızca m uhalif tabakaların karşı hareketi ve bu hare­
ketin m evcut olanı parçalama eğilim leri, âdeta dıştan gelerek m uha­
fazakâr bilincin kendi varoluşuna hükm edişini problem li kılıp onu
kendisi hakkında düşünm eye ve -ö z y ö n e lim olarak ya da savunm a
aracı olarak o lsu n - bir karşı ütopya yaratmaya zorlamaktadır.
Eğer bu problematik, yükselm ekte olan tabakalarca gerçekte
m eydana getirilip karşıt ideolojilerine yansım asaydı, muhafazakâr
bilinçsel içtepiler gizli bir şekilde sadece hayatın zevkini çıkarma,
sadece bilinç dışı pratik seviyesind e kalm ış olurlardı. Fakat bu du­
rumda, yükselm ekte olan bir dünyanın ideolojik saldırısı, sadece ya­
şam da, pratikte öne çıkan tutum ve içeriksel değerlerin sorgulanm a­
sına y o l açar. Muhafazakâr bilinç, kendi tasarısını ancak sonradan,
m uhalif teorilerce tahrik ed ilip kam çılanm ası sonucunda keşfedebil-
miştir.26 Tüm ilerici kişilikler, fikri, olayların önünde giden bir olgu
olarak algılarken; muhafazakâr H egel için, tarihsel gerçeklikle ilgili
26 Bu bağlamda, bu kez ayrıntılı olarak üstünde duramayacağımız mutlakıyet
ideolojisini de dikkate almak gerekir. Bu ideolojide de, aslında varoluşsal
duruma hükmetmek isteyen kişilerin bu varoluşa hükmetme tekniği hakkın­
da sözüm ona M akyavelizm anlamındaki soğukkanlı bir düşünce eğilim ine
girdiklerini görm ekteyiz. Daha sonra ancak (ve çoğu kez karşı taraftan zor­
lanarak), iktidarlarını fikirsel açıdan gerekçelendirm e ihtiyacı duyarlar. Bu
çok genel iddianın doğruluğunu gösterm ek için, bu süreci gözlem lem iş olan
M einecke’nin şu cüm lesine başvurmak istiyorum:
“Sadece güçlü bir devlet değil, aynı zamanda bir kültür devleti olan m odem
devletle ilgili ideal, bununla birlikte yükselm iştir. Ve on yedinci yüzyılda bir­
çok teorisyenlerin öne sürdüğü, hikmeti hüküm et’in (Staatsraison) iktidarı
doğrudan elde tutmasına ilişkin görevlerine ilişkin sınırlılığı ortadan kalkmış­
tır b öylece.” S öz konusu olan, Büyük Frederik’in zamanıdır. Meinecke, Fr.:
Die Idee der Staatsraison in der neueren Geschichte [Yeniçağ Tarihinde
Hikmeti Hükümet Fikri], M ünih, Berlin 1925, s. 453.
tasarının, dünyanın ancak içsel olarak tamam lanmasıyla görünür ha­
le gelm esi bir rastlantı değildir. “Ve dünyanın nasıl bir dünya olm ası
gerektiğine ilişkin nasihatlarla ilgili sö z söylem ek gerekirse . . . bu
konuda felse fe zaten daima bir adım geride kalmaktadır. D ünyayla
ilg ili fik ir olarak [felsefe], gerçeklik şekillen m e sürecini tamam la­
m ış olup “bittikten” sonra ancak zam ansal mekânda kendini göste­
rir. R eel olanın karşısında . . . Tarih kavramın öğrettiğini, b ize şu şe­
kilde gösterir: İdeal olan, gerçekliğin olgunluğunda ancak kendini
gösterir; (ve böylece) reel olan, aynı dünyayı, onu özünlü bir şekil­
de kavrayarak, entelektüel bir âlem şeklinde inşa eder. F elsefe (içe­
riğini) gri rengi içindeki bir gri olarak tasarlamaya başladığı zaman,
yaşam ın bir biçim i (olan felsefe) yaşlanm ış olacaktır; ve [felsefeyi]
gri içindeki gri olarak gençleştirm eyip olsa olsa seçebiliriz. M iner-
va’nın baykuşu,* hava kararmaya başlarken ancak uçuşa geçer”.27
M uhafazakâr bilinçte, M inerva’nın baykuşu gerçekte de hava karar­
m aya başlarken ancak uçuşa geçer.
A sıl biçim iyle muhafazakâr bilinç -gösterild iği ü zer e- tasanlar
seviyesind e hareket etm ez. Ona bu m ücadeleyi âdeta zorla kabul et­
tiren, liberal karşıtıdır. Bu m ücadelenin hız ve şeklinin yeni yeni sah­
neye çıkan en geç karşıtı tarafından belirlenm esi tinsel gelişim in te­
m el özelliklerindendir. G erçi, “ilerici düşünce”nin betim lem ek iste­
diği gibi ayakta kalabilen sadece yeni olan değildir v e yavaş yavaş
yok olup giden de onun dışındaki her şey değildir. Ancak daha eski
olan, yeni olan tarafından harekete zorlanarak, daima d eğişip en y e­
ni karşıtının seviyesine ulaşmak durumundadır. B ö y lece günüm üzde
sosyolojik yaklaşım , daha önceki aşamaların düşüncelerini so sy o lo ­
jik yaklaşım a zorlayabilm iştir. Aynı şekilde liberal tasarısal düşünce
27 Bunlar, H eg el'in Hukuk F elsefesi’mn Ö n söz’ünün çok bilinen son sö z ­
leridir. Yayına hazırlayan: Lasson, F elsefe Kütüphanesi, Cilt 124, s. 17.
* M inerva’nın baykuşu: Minerva tanrıça Athena’nın Latince adıdır. İlkin Et-
rükslerin, sonra da R om a’nın başlıca üç tanrısında biri olmuştur. (Bkz.: A.
Erhat, M itoloji Sözlüğü, Remzi Kit. Yay.) H egel’in “düşünce yaşam ın yan­
sım asıdır” savını pekiştirmek için ileri sürdüğü deyim ... “M inerva’nın bay­
kuşu akşamın alaca karanlığında uçm aya başlar” deyim i ise, “Bir dönem
sona erdikten sonra ancak felsefe onu anlam ak için ele alabilir” anlamını
içermektedir. (Bkz.: O. H ançerlioğlu, Felsefe S özlü ğü -K avram lar ve A kım ­
la r, Rem zi K it Yay.) - ç.n.
biçim i de, on dokuzuncu yüzyılın başında muhafazakârları tasarı dü­
zeyindeki bir özyorum a zorlamıştır.
Bu tasarısal özyorum un köklenm iş tabakalarca (M öser, v.d. Mar­
w itz) yapılam ayışını ve muhafazakâr tasarının keşfiyle ilgili görevin
muhafazakârlardan sonra gelen ideologlarca yerine getirilm iş olm a­
sını gözlem lem ek ilginçtir.
Muhafazakâr varoluşun anlamının tasarısal düzeyde aranması
buradan hareketle düşünülm eden yapılm ış pratik biçim iyle varolan
dünyayla ilgili tutumun daha şim diden tasarısal unsurda yorumlan­
m ası, muhafazakâr romantiklerin ve özellikle de H egel’in bu konu­
daki önem li icraatlarındandır.
Bu yüzdendir ki, muhafazakârlarda tasarıya tekabül eden olgu,
liberal tasarıdan özü itibariyle farklıdır. Ve H eg el’in yaptığı, liberal
tasarının karşısına muhafazakâr bir karşıt koymak; belli bir tutumu
ve davranış biçim ini yalandan göstererek d eğil, varoluşun v e dene­
yim in zaten varolan biçim lerini tasarısal d üzeye yükselterek onları
dünyanın liberal algılanışına karşısında nitelikleri doğrultularında
belirleyerek.
Muhafazakârlarca tem elsiz ve soyut bulunan liberal aydınlan-
macı tasarı, bu açıdan da zaten saldırıya uğrayıp aşındırılıyordu. H e­
g el için salt “zannetm ek”ten, salt tasavvur etm ekten ibaretti; tekil
kişilerin sığındıkları, kendilerini sakındıkları ve günün gereksinim ­
lerinden kaçtıkları bir olasılıktan başka bir şey değildi.
Bu salt “zannetm e”y e, salt özn el tasavvura karşı, “hic et
nunc”un reel gerçekliğin e dalm ış, bu gerçeklikte som ut olarak etki­
li olan tasarı konmaktadır. A m açsal hed ef ile gerçeklik, yapılm ak is­
tenilen ile varoluş, bunlar ayrı düşünülm üyorlar burada; zira, bu
dünyada ütopik olan “som ut olarak oluşm uş fikir” maddi olarak da
mevcuttur. Salt b içim sel bir yapılm ak istenilen olarak varolan, d ev­
letin yasallığıyla som ut bir şekle bürünür. T insellik, kültürel nesn el­
leşm elerde, sanat ve bilim de gelişir, etkisini tüm elle tutulabilir
zen g in liğ iy le orada gösterir.
K iliast çoşkuya kıyasla, daha liberal ütopyada ve hümaniter ta­
sarıda, “hic et nunc”a göreli bir yakınlaşm a gözlem leyebilm iştik.
Muhafazakârlarda ise bu yakınlaşm a süreci tam am lanm ış, ütopya
daha baştan varoluşa dalm ıştır.
Elbette buna, varoluşun, “hic et nunc”un artık “kötü bir gerçek­
lik” olarak değil, anlamsal zenginliğin taşıyıcısı olarak algılanm ası
gerçeği tekabül etmektedir.
Burada ütopya ya da tasarı, som ut varoluşa tam am ıyla yaklaşm ış
ve ona tam am ıyla nüfuz etm iş olsa da, bu deneyim yin e de - e n azın­
dan bu akımın yaratıcılık zevkinin zirveye ulaştığı noktalarda- bir
gev şek liğ e ve varoluşun uyuşukça kabullenm esine yol açm az. Ta­
sarı ile varoluş arasındaki belli bir gerilim , bu varoluşun tüm atom ­
larının anlamsal tatminle dopdolu olm am ası nedeniyle, özsel ile öz-
sel olm ayan arasındaki farkı görm em iz daima gerektiğinden ve şim ­
diki zam anın bizi sürekli yeni görevler, bizden aydınlığa kavuştur­
m am ız beklenen m alzem eler verm esi sebebinden kaynaklanmakta­
dır. Buradan hareketle yön elim sel bir kıstas elde edebilm ek için ö z ­
nel istem lere güvenm ekten ziyade, içim izde ve geçm işim izd e n es­
nelleşm iş güç ve taşanlara, eserlerim izi bizler aracılığıyla yaratan o
tine yol verm ek gerekir. Ancak bu fikir, bu tin, rasyonel olarak ta­
savvur edilm ekten, serbestçe süzülen en iyi olasılık olarak tasarlan­
maktan ziyade, ya içim izdeki “etkili olan sessiz gü ç” biçim inde iç ­
sel olarak kavranmaktadır ya da -g e liş m iş bir entelekheia, içsel bir
biçim olarak - halkın, ulusun ve devletin som ut bütünlüğünün ko­
lektif eserlerinde çoğu kez m orfolojik bir şekilde ortaya çıkm akta­
dır. D ile, sanata ve d evlete yön elm iş m orfolojik bakış, bu noktadan
hareketle yolunu alır. İleriye yön elm iş ve burada olan her şeyi hare­
kete geçiren ütopyanın, sistematik olarak tasarıda m ükem m eliyete
ulaşm asıyla eşzam anlı olarak, G oethe som ut-m orfolojik araştırma­
larına başlamıştır. Bu araştırmalar; varoluşa derinden nüfuz etm iş,
kendini orada geliştiren “tasarılar”ı spekülatif olarak d eğil, dili, te­
am ülleri, hukuku vs. som ut olarak inceleyerek tespit etm eye çalışan
Tarih E kolü’nün çalışmalarında bilim sellik kazanmıştır.
Tem el olarak (bu konuma tekabül eden ütopya biçim i olarak)
politik deneyim de biçim lenen tasarı, tinsel yaşam bütünlüğü içeri­
sindeki bu deneyim e ait akımı biçim lendirici bir tarzda etkiler. A n­
cak, "içsel biçim ” arayışlarının tüm bu biçim lerinde, dışa doğru ta­
sarlanarak tarihsel dolaylılık vurgusunda da ifade bulan, olum lu
empatik nosyonla donatılm ış dolaylılıkla ilgili aynı muhafazakâr
d eneyim mevcuttur. İnsanoğlu bu bakış açısından, dünyayla ilgili
bu duygu için mutlak anlamda yeterince özgür değildir henüz; her
şey, her an için ve her tarihsel toplulukta mümkün olm ayabilir. Y ö-
nelim sel olarak oluşm akta olanın şeklini belirleyen, ister tekil bir
şahsiyetin ister halkın tininin olsun, tarihsel bireyliğin ilgili içsel bi­
çim leri v e ayrıca onun dışsal koşulları ile arkasında duran g eçm iş­
tir. Tam da bu nedenle, ilgili bir tarihsel şekil yapılam az, o -b ir bit­
k iye b en zercesin e- daha çok içsel bir m erkezden doğup b ü y ü r ü
Ütopyanın bu m uhafazakâr biçim i, tam olarak, gerçekliğe dal­
m ış tasarıyla ilg ili düşünce de, fakat ütopyanın bir arada yaşayan
diğer biçim lere karşı verdiği m ücadeleden hareketle anlaşılabilir.
En doğrudan karşıtı, rasyonalize edilm iş liberal tasarıdır. Liberal ta­
sarıda yapm ası istenilenin em pati biçim inde algılanm asına karşın,
muhafazakâr tasanda vurgu, varoluş un lehine kenara doğru kaydı­
rılmaktadır. Bir şey sad ece olduğu için, daha baştan yüksek vasıflı­
dır. Bu, varoluşun için e dalm ış rasyonellikten dolayı b öyle değer­
le n d irilir -k i H egel konuya bu şekilde yaklaşm ıştır; ya d a - Stahl’da
olduğu g ib i- tam da varoluşun irrasyonelliğin b üyü leyici etkisin­
den dolayı: “ ‘V arolm ak’ ! ifadesi, harikulâde bir duygu barındır­
maktadır içinde - ‘Bu, senin baban, senin arkadaşındır, onlardan
dolayı bu hale geld in .’ ‘N için onlar?’ ‘Ve sen niçin olduğun o sen-
sin ? ’ Ve bu kavranamazlık; varoluşun düşüncenin içinde eritilem e-
yişi nedeniyle, m antıksal açıdan gerekli olm ayışı nedeniyle, varolu­
şun varolm a nedeninin yü ce ve özgür bir gü ce borçlu olm asından
ibarettir.” (Stahl.29)
(M uhafazakârlığın iyi zamanlarından kalan) gerçekliğe dalmış
tasarı ile salt olan arasındaki o verim li gerilim , daha bu noktada
28 “D evlet yapıları, icat edilem ez; burada yapılan en akıllıca hesap, en büyük
bilgisizlik kadar â ciz kalır: Bir halkın yüreğinin, ve ondan çıkan kudret ve
düzenin -ister en zeki beyinler şeklinde ister en büyük virtiözler şeklinde o l­
sun- kurucusu yoktur.” (Müller, Adam: Über König Friedrich II. und die
Natur, Würde und Bestimm ung der preußischen M onarchie [Kral İkinci
Frederik ile Prusya Krallığının M ahiyeti, Onuru ve G eleceği Hakkındal. Ber­
lin 1810, s. 49.)
Burada bu düşünce, romantiklikten gelerek, tüm bir muhafazakâr geleneğin
hem en hem en istinasız m otifi haline gelmiştir.
29 Stahl, Fr. ].: Die Philosophie des Rechts [Hukuk F elsefesi], Cilt 14, s. 272
büsbütün bir rehavete dönüşüyor gib i görünmektedir. Ki, irrasyo-
n elliğ iy le muhafazakâr dingincilik, genel olarak her olu p -b iten i za­
ten m eşrulaştırm ak eğilim indedir.
Zam anı değerlendirm e biçim i, bu türden deneyim v e düşünce
biçim lerinde liberalizm e tam bir karşıtlık oluşturmaktadır. Liberal­
ler için g elecek her şey g eçm iş ise hiçbir şey ifade ederken; zam an­
la ilgili muhafazakâr algı, dolaylılıkla ilgili algılam a doğruluğunu
en iyi şek ild e geçm işin önem inin, değerler yaratan zam anın k eşfin ­
de teyit etm iş bulur. Kiliast algı için zam ansal süre d iye bir şey
yokken;30 liberaller içinse, b öyle bir süre, ancak bu andan itibaren
ilerlem eyi ortaya çıkardığı ölçüde vardır; muhafazakârlar için m ev­
cut olan her şey zaten -sadece yavaş ve kadem e kadem e oluşuyor
olm ası n ed en iyle- verim li bir olum lulukla doludur. B ö y lece bakış,
yaln ızca g eçm işe uzanıp onu unutulmaktan kurtarmaz; burada daha
çok tüm geçm iş olanın buradalığı bir deneyim haline dönüşm ekte­
dir. Bundan b öyle, tarihsel zam an sadece salt zam ansal bir yoldan
ibaret değildir; basit bir şekilde şim diki zam an/gelecek zam an d ili­
m ine d iğer dilim olan g eçm iş zam an/şim diki zaman dilim inin ek­
lenm esinden ziyade, geçm iş zam anın sanal m evcudiyeti zam anla il­
gili algıya hayalî bir üç boyutluluk kazandırmaktadır.
“Bugünkü tinin yaşam ı, bir yandan hâlâ yanyana varolup ... öte
yandan g eçm iş gibi görünen bir basamaklar dolaşımıdır. Tin, arka­
sında bırakmış gibi göründüğü m om entleri, tüm derinliklerinin için­
de barındırır . . . ” (H egel.31)
30 Daha M ü n zer, metin araştırmacılarının (Schriftgelehrte), “Kitabı Mukad-
d e s’in niçin benim senip niçin reddedilm esi gerektiğini [bilm iyorlar!; bu işi
salt geçm işe dayandırmalarına gelin ce ... M useviler, Türkler ve diğer halk­
lar da kendi inançlarını bu türden gülünç bir şekilde [affenschm alzische
w eiß] doğrulam aya çalışırlar” der. H oll. 4 3 2 , dipnot 2.
31 H eg el: Vorlesungen ü ber d ie P h ilosoph ie d e r G esch ich te |Tarih Felsefesi
Dersleri]. L eipzig. Reclam 1907, bkz. s. 123-125. Bu konuya değinen baş­
ka m etin parçaları için, “zam anla ilgili tarihsel yaşanm ışlık” biçim lerini ilk
kez ilgili siyasi bilincin yapısından hareketle kavramaya çalıştığım “D as
k o n serva tive D enken" [M uhafazakâr D üşüncel adlı eserim e bkz., s. 98-99.
Stah l, S ch ellin g, G oethe ve S a v ig n y ’nin zaman ve yaşam la ilgili duygu dün­
yalarım , şu sözlerle n itelem eye çalışır: Oldum olalı, yaşam ın her basamak ve
ayrıntısı bu şekilde hep varmış gibi gelm ektedir bize. A ncak geriye bak­
tığım ızda, zam an içerisinde oluşm uş olduğunu görm ekteyiz; fakat geçiş
F: 17/ İdeoloji ve Ütopya
Kiliastik algı, zam anın dışında kalmıştı; baş gösterdiğinde, m ey ­
dana gelen rastlantısal anları âdeta kutsamaktaydı. Liberal algı, an­
lam sal bir h ed ef olarak tasarıyı g e lec eğ e erteleyip, ilerlem e düşün­
cesi sayesinde bu tasarısal vaadin - e n azından bir y ö n ü y le - zam an­
la içim ize y erleşm esin e yol açarak, varoluş ile ütopya arasındaki te­
m ası sağlam aktaydı. M uhafazakâr düşünce, bir zam anlar b ize nü­
fuz edip içim izdeki ses olarak dışa vurulan o tini, bizzat oluşm uş
olanın içine daldırmaktaydı ve onu nesnelleştirip tüm boyutlara ya­
yılm asını sağlayarak, tüm olaylara içkin bir özdeğerlik bahşetm ek­
teydi böylece.
Muhafazakâr algı, liberal tasarının yanında, eskiden beri içsel bir
düşman olarak da karşı karşıya bulunduğu kiliastik bilin çle ayrı ve
özel bir m ücadele içinde bulunmaktaydı. K i, anababtistlerin zam a­
nında, dünyaya ak tif bir şekilde m üdahale eden aynı kiliastik algı­
nın talihinin, şu ana dek işaret edilenlerden çok daha farklı yönleri
m evcuttu.
Kiliastik algının üç eğilim inden bahsetmiştik: Bu algı -radikal
anarşizm örneğinde olduğu gibi, çoğu k ez aralarında tem el farklı­
lıklar olan ideolojilerle bağlantılı olarak - ya d eğişm eyip asıl, patla­
malı şekliyle varlığını sürdürür; ya da durulup ortadan kaybolur; ya
da “yüceleşerek" tasarıya dönüşür. İçselleştirm e sonucunda zam a­
nın dışında bulunan esrik eğilim in i koruduğu, ve dünyaya nüfuz et­
m e cesareti gösterem eyerek dünyevi olaylarla olan bağları koptu­
ğunda ise, işaret edilenden farklı bir başka yola girmektedir. D ışsal
etm enlerce zorlanarak, k iliastik— esrik algı A lm anya’da ağırlıklı
olarak bu iç selleşm e yoluna girmiştir. A lm anya’nın birçok b ölge­
sinde rastlanabilen piyetist alt akım , bir zam anlar kiliastik olarak

-^ n o k taların ın n ered e old u ğ unu ve bu geçişlerin ne şekilde y e r aldığım


çıkaram ıyoruz. Aynı g ö rü n m ez büyüm eyle | W achstum ] (!), y aşam ı çe v ­
reley en d u ru m ve k o şu lla r d a o lu şu p değişm ektedirler. Ö zk o şu llarım ızd a ve
talih im izd e o ld u ğ u gib i, y aşam ın eb ed î ve zaruri v aroluşuyla, aynı zam anda
zam ansal o lu şu m ve d eğ işim iy le ilgili his bize sürekli olarak y o lcu lu k e t­
m ektedir. A sla d u rm ak bilm eyen bu büyüm e, bu canlı o lu şm a, S ch ellin g ’in
g ö rü şlerin e de h ak im d ir; ve zaten sistem i d e, bunu b etim lem ek için o lu ş­
tu ru lm u ş d u rd u ru lam az bir çab alam ad ın Aynı husus, S av ig n y ’nin kendi
alanındaki özellik lerin d en d ir.” (Die Philosophie des Rechts I [H ukuk F el­
sefesi I4 ], s. 394 -3 9 5 )
çoşkun olanın içselleşm esi olarak kavranabilir.
K iliastik algı, bu içselleşm iş şek liy le dahi m evcut düzen için bir
tehlike oluşturmaktaydı; zira kiliastik deneyim içinde, daima dışa
vurum hevesi taşımaktadır, kiyetizm e* dönüşm esi ise, olsa olsa
uzun süren bir terbiye etm e ve bastırılm a süreci sonucunda m eyda­
na gelir. Bu yüzdendir ki, ortodoksluk p iyetizm le daim a savaş ha­
linde bulunmuştur; devrim ci atılım ın hâkim güçlerin canlandırılm a­
sı için tüm enerjiyi bir araya toplam a zorunluluğu doğurduğu yerde
ancak p iyetizm le açık bir ittifak için e girmiştir.
D ışsal etm enlerce ve sosyolojik olarak kavranabilir yapısal ko-
numlandırmalarca içselleşm iş kiliastik algı, tam da bu içselleşm e
nedeniyle ö zsel bir d eğişim e maruz kalmaktadır; ve başka yerlerde
de olduğu gibi bu noktada da toplum sal-“d ışsal” ve “iç se l” etm en­
lerin birbirlerini inşa edeb ilecek biçim de iç içe geçtiklerinin ayrın­
tılı olarak görülm esi mümkündür. K iliastik algı, asıl olarak kaba du­
yum sal bir azam ete sahipken, bu bastırılm ış algı daha sonra yum u-
şak-yapm acık, hayalperest bir ed in im le basit bir coşkunluğa indir­
genir. A ncak çoşkun olan, “uyandırm ayla ilgili ... [piyetist] ... d e­
n eyim ” sürecindeki uysallaştırılm ış b içim iyle yeniden alevlenir.
Ancak d eğin diğim iz bağlam lılıklar için en önem li olan, bu tutu­
mun oluşan dünyayla bağının kopm ası sonucunda - k i, bağlam lılık
bütününden hareketle bu bağ ö ze l olan değil politik o lan d ır- içsel
bir gü ven sizlik kazanmasıdır. K iliastik-kahîyane u zlaşım ’ın-ilişki-
nin yerine tem elsiz bir kararsızlık, p iyetist eylem le ilişkisizlik geçer.
A lm anya’daki “Tarihsel E kol”, ancak kiyetizm i ve ölçüsü zlüğü yle,
piyetizm den kaynaklanan bu süreklilik sayesin de gerektiği şekilde
kavranabilir. Etkin insanda kendiliğinden etki gösteren, g ö zetlen ­
m em iş bir evre olan her şey, burada soyutlanarak problem haline
gelir. “Karar”, etkinliğin özerk ve problem lerle yüklü bir evresi o la ­
rak algılanır; ve düşünsel bir ürün olan bu soyutlam a, bu g ü v en siz­
liği giderm ek yerine daha da artırır. İçsel ilham , günlük yaşam ın
problem lerinin çoğuna yanıt bulam az. Ve tarih, tarihsel etkinlik
* kiyetizm : d in g in cilik ; d ü n y ad an y ü z çev iren bir y aşa m a tutum u. Tam bir
gönül d in g in liğ i, tutk u su zlu k içinde isteklerden sıyrılm ış olarak, direnç g ö s­
term ed en kendini T anrı istencine verm eyi ve T anrısal ruh dinginliğini kazan ­
m ayı am aç ed in en d ü n y a g örüşü. Bkz.: B edia A karsu, a.g.e. - ç.n.
gösterm e gerekliliği ortaya çıktığında, fakat aniden, çözüm vadeden
bir problem e dönüşür. Bu noktadan itibaren, politik etkinlik süre­
cinde m evcut olan içsel kararsızlığı ortadan kaldırmayı hedefleyen,
tarihle ilgili birçok dinsel yorumun ortaya çıktığını görürüz.32 A n­
cak, doğru etkinliğin çözüm ünü, Tanrı’nın sunduğu ipucu olarak ta­
rihte aramak yerine, içsel gü ven sizlik iy ice dünyaya doğru tasarlan­
maktadır.
A lgının etkinci-m uhafazakâr kutbu için yapılm ası gereken, ütop­
yanın bu şeklini de uysallaştırm ak v e saklı olarak içerdiği enerjile­
ri kendi yönüne çekmektir. Burada alt ed ilm esi gereken kavram,
daim a anarşiye (daha ön celeri ise k ilise siz liğ e ) dönüşm e tehlikesi
içinde olan “içsel özgürlük” kavramıdır. G erçekliğe ek lem len m iş
muhafazakâr tasarı, içsel karşıtınca taşman ütopyanın uysallaştırıl­
masını da bu bağlamda sağlamaktadır. Zira, hâkim muhafazakâr te­
oriye göre “içsel özgürlük”, d ü n yevî yön sü zlü ğü yle, kendini n es­
nelleştirilm iş ahlâklılığa tabi kılmalıdır. “İçsel özgürlüğün” yerine,
uyum sağlanm ası gereken “nesnel özgürlük” geçer. M etafiziksel
açıdan bu durum, özn elleştirilm iş içsel özgürlük ile nesnelleştiril­
m iş dışsal özgürlük arasındaki istikrar ön cesi bir uyum durumu o la ­
rak yorumlanmaktadır. Yaşam la ilg ili içselleştirici, piyetist bir tu­
tumla nitelenebilen bu kanadın çoğu kez bu yorum a katılm ası, dün­
y ev î olaylara karşı sıkıntılı bir çaresizlik içerisinde bulunmasından
kaynaklanmaktadır. Bu yüzden iktidarı, ya ona teslim olarak ya da
(en iyi ihtim al) küsüp k öşesine çekilerek sık sık gerçekçi-m uhafa-
zakâr grubun elin e terk eder. G ünüm üzde bile, Bism arck d önem i­
nin tahakküm politikasıyla ilg ili dönüşüm ü görm ezlikten g elip g e ­
leneğin değerli nüvelerini m uhafazakârlığın Bism arck’a karşı m ü­
cadele eden içsel akım ında arayan geleneksel-m uhafazakâr bir akım
bile mevcuttur.33
32Bu yöndeki bağlanıldıklar, dinleyicilerim den biri olan Requadi’in tarihçi
Johannes von M üller hakkındaki henüz yayım lanm am ış bir çalışm asında çok
net bir şekilde gösterilm iştir.
33Bu konuyla ilgili, v. M arlin'in Weltanschauliche Motive im altkonservativen
Denken. Deutscher Staat und deutsche Parteien IG eleneksel M uhafazakâr
D üşüncede D ünya G örü şü y le İlgili M otifler. A lm an Devleti ve A lm an P ar­
tileri adlı m akalesinin son bölüm üne bkz. Fr. M ein eck e’nin 60. D oğum
G ü n ü n e A rm ağ an . M ünih, B erlin 1922.
IV. Ü topik Bilincin Dördüncü Şekli:
S osyalist-K om ünist Ü topya.
Kökenleri açısından bir bütün olarak alab ileceğim iz sosyalist-
kom ünist düşünce ve algının ütopik yapısını en iyi şekilde anlamak,
onun -tarihsel-toplum sal açıdan başarılı olm ak zorunda olduğu üç
yönlü durumdan h arek etle- karşı tarafın düşünceleriyle karşılaştı­
rılm asıyla, mümkün olacaktır.
S osyalizm in yapm ak zorunda olduğu şey, bir yandan, liberal
ütopyayı, “tasarı”y ı, daha da radikalleştirmek; öte yandan, anarşiz­
min fazlasıyla aşırı iç sel m uhalefetini felç edip gerektiğinde onu
yenmektir.
Muhafazakâr karşıt ise, ancak ikinci planda dikkate alınm akta­
dır. Zaten politik yaşam da gen el olarak, yanı başında bulunan kar­
şıtlara, daha uzakta konum lanm ış diğer karşıtlara kıyasla daha katı
davranılmaktadır. Zira, hem en yanı başında bulunanın kendi dünya
görüşüne geçm e olasılığının yüksek olm ası nedeniyle, herhangi bir
içsel ayartmaya karşı özellik le korunmalıdır. Ö rneğin kom ünizm in
“revizyonizm ”e karşı verdiği m ücadele, m uhafazakârlığa karşı ver­
diği m ücadeleden çok daha şiddetlidir. S osyalist-kom ün ist öğreti­
nin, buradan hareketle, birçok konuda niçin muhafazakâr öğretiden
dersler aldığı anlaşılmaktadır.
Sosyalizm in içerdiği ütopik unsurun, bu çok yönlü durum ve
oluşum un g eç aşam ası gereğin ce, bir Januskopf’u* vardır. Bu du­
rum, bir d en gelenm e olduğu kadar, ütopyanın o zam ana dek m ey­
dana gelen ve toplum sal m ekânda birbirleriyle savaşan farklı bi­
çim lerinin içsel sentezi n ed en iyle aynı zam anda bir yeniden yarat­
m a anlamını taşımaktadır.
S osyalizm in , ilk başlarda, liberal ütopik tasarıyla, paylaştığı or­
tak bir yanı vardır: Ş ö y le ki, sosyalizm de de özgürlüğün ve eşitliğin
âlem i, ancak uzak gelecek te müm kün görünmektedir.34 Ki bu g ele­
* Jan u sk o p f: Eski R o m a ’d a k ap ılar tapm ağı, başı iki y üzlü bir ilah. - ç.n.
34 Bu iddia, an cak on d okuzuncu yüzyıl sosyalizm i için geçerlidir. O n sekizinci
yüzyılın aydınlanm acı ütopik sosyalizm i ise, fizyokratların tarihi ilerlemeci
fik ir doğrultusunda inşa ettikleri bir zam anda, kitlesinin küçük burjuva-gerici
m entalitesi gereğince, hâlâ geçm işle ilgili bir ütopyaya sahipti. Bu geçm iş
zam ana sığınm a, sosyolojik açıdan bakıldığında, hâlâ eski kom ünlerin bir kıs­
m ının m evcut olm asından kaynaklanıyordu; ki bu kom ünler, belli bir oran- ->
ceğ e, liberalizm den farklı olarak, daha som ut belirlenm iş zam ansal
bir nokta olan kapitalist kültürün çök ü şüyle birlikte ulaşılacaktır.
S osyalizm in , g e lec eğ e yön elik hedefselliğinin liberal tasarıyla
dayanışm a içinde bulunm ası, m uhafazakârlığın varoluşu doğrudan
olum lam ası karşısında oluşturdukları ortak m uhalif tutumlarından
hareketle anlaşılır hale gelm ektedir. A ncak, uzak hedefin büyük
çaplı belirsizliği ve tinselliği, aynı zam anda kiliastik heyecanın ve
kültürel idealler yardım ıyla gerçekleştirilm esi gereken gizli v e e s ­
rik enerjilerin yü celtilm esin in reddine tekabül etmektedir.
S osyalist bilinç, tasarıyı, bu tasarının sürece şim diki nüfuz edişi
ve yavaş yavaş gerçekleşm esi sö z konusu olduğu takdirde, tinsel-
yüceltm e şek liyle algılam az. Burada tasarıyla, yeni bir töz şek liyle,
tanınmaları bilim sel araştırmalara konu olab ilecek belli yaşam ko­
şullarına sahip olan bir canlı gibi karşılaşırız. Tasanlar, bir m utlak­
çılık alanının tepelerinden inen arzunun yarattığı düşler ve talepler
ya da hayaliliği içeren “olsunlar” değildir; daha ziyade süreç bütü­
nünde som ut bir yaşam a ve b elli bir işle v e sahiptirler: Eskidiklerin­
de yavaş yavaş yok olurlar; gerçekleşm eleri ise, toplum sal sürecin
belli bir yapısal duruma ulaşm asıyla mümkündür — ki, bu türden
gerçek birer “siper”leri olm adan m askeleyen “id eolojiler” haline
gelirler.
Bu bağlamda, liberale karşı çıkarak, onun savunduğu tasarının
içerdiği pür biçim sel soyut olanı, muhafazakârdan çok daha farklı
bir şek ild e k eşfetm em iz mümkündür. Sadece belli bir zihn iyet çer­
çevesin d e gerçekleşen tasarının içerdiği salt “sanm a” ile salt tasav­
vuru, onları yetersiz olarak algılayıp klasik muhafazakâr saldırıdan
farklılaşan bir yanıyla eleştiriye tabî tutmak mümkündür.
İyi, fakat soyut bir zihn iyete sahip olm ak, kontrol ed ilem ey ecek
uzak bir g elecek te, bir özgürlükler âlem i inşa edebilm ek için yeter­
da, geçm iş zam andaki “k om ünist” kurum larla ilgili anıları canlı tutm aktay­
dılar.
H. Girschberger'm Der utopische Sozialismus des 18. Jahrhunderts in Frank­
reich und seine philosophischen und materiellen Grundlagen | F ransa’daki O n
Sekizinci Yüzyıl Sosyalizm i ve O nun Felsefi ve M addi Tem elleri] adlı kitabın­
da (Zürcher Volkswirtschaftliche ForschungenlTüfM ı Ulusal Ekonom i A ra ş­
tırm aları, Sayı 1, özellikle de s. 94 ve sonrasındal, bu gibi bağlam lılıklar ayrın­
tılı olarak ele alınmaktadır.
li değildir; önem li olan, arzuların yarattığı b öyle bir düşün etkin o la­
b ileceği gerçek (buradaki bağlamda: Ekonom ik ve toplum sal) ko­
şulları tanımaktır. Ayrıca önem li olan, bu hedefe ulaşan yolun; şim ­
diki süreçteki güçlerin, egem en liğim iz altındaki içsel dinam ikleri­
nin, bizi h ed ef fikrin gerçekleştirilm esine doğru adım adım taşıyıp
taşımadıkları çerçevesindeki değerlendirilmesidir. Muhafazakârlık,
liberal tasarıyı daha önceleri, salt bir sanma olarak gözden düşür­
m eye çalışm ıştı; ideolojilerle ilgili araştırmalarda sosyalizm , karşı
tarafın ütopyasına karşı varoluşa yönelik bir yıkıcılıkla m ücadele
eden tutarlı bir eleştirel yöntem geliştirm ektedir.
Bu noktadan itibaren karşı tarafın inancını dirim sel yıkm a biçi­
m inde gerçekleşen korkunç bir m ücadele başlamıştır. Şu ana dek
ele alınm ış olan ütopik bilinç biçim lerinin her biri diğerlerine karşı
yönelm ektedir; her inanç için bir gerçeklik “siper”i talep edilm ek­
tedir ve karşı tarafa y ön eliş sırasında “gerçeklik” olarak daim a fark­
lı bir varoluş kullanılmaktadır. Toplumun ekonom ik ve toplum sal
yapısı, sosyalistin m utlaklaştırılmış gerçekliğine dönüşmektedir. Bu
yapı, daha önceleri muhafazakârlarca bir bütün olarak algılanm ış
olan bu tinsel bütünlüğün taşıyıcısı olarak kabul edilm iştir. Ki, m u­
hafazakârların halk ruhu kavramı, tinsel-ruhsal yaşam ın ilk baştaki
yalıtık gerçeklerini tek düze bir yaratıcı m erkezin türümleri olarak
değerlendirm enin ilk önem li denem esiydi.
Hem liberal hem de muhafazakâr kişilik için dinam ik m erkez
tinsel bir şey iken; burada, ezilm iş tabakaların m addi-m etafıziksel
dayanağa karşı duydukları çok eskilere dayanan ilginin içinden, bir
zamanlar sadece olu m suz ve en gelley ici olarak yaşanan maddi
prensibin göklere çıkarılm ası doğmaktadır.
Dünyadaki m evcut etm enlerin ontolojik olarak değerlendiril­
m esinin içine de (ilg ili b ilin çsel yapılar için karakteristik olan taba­
kaya) yavaş yavaş tersine çevrilm iş bir hiyerarşi nüfuz etmektedir:
Eskiden - “m addi” koşullar b içim in d e - sad ece kötü bir direniş
olarak yaşanm ış olan, burada m ateryalizm olarak adlandırılan bir
ekonom izm anlamında dünyadaki olayları hareket geçiren prensip
olarak varsayımsanmaktadır.
D ün yevî tarihsel-toplum sal yaşam a doğru ilerleyen ütopya, bu
ilerlem esini, hedefinin sadece giderek daha tarihsel bir hal alm asıy­
la d eğil, daha ziyade e lle tutulabilir top lu m sal-ek onom ik yapının
içinden yükselm iş ve tinselleşm iş olanın yardım ıyla ilan etm ekte­
dir.
Burada cereyan eden - ö z ü y le söylem ek gerekirse e ğ e r - m uha­
fazakâr dolaylılık bilincinin ilgin ç bir şekilde dünyayı değiştirm ek
isteyen ilerici ütopya kapsamına alınmasıdır. A ncak m uhafazakâr
kişilik, dolaylılık bilinci yardım ıyla geçm işi, tek başına - b u g eçm i­
şin belirleyici işlevin e rağm en ya da tam onun iç in - aydınlatıp ay­
nı zam anda bu geçm işin toplum sal olaylar için sahip olduğu önem e
y ön elim sel bir uygunluk b içim inde vurgu yapar; fakat sosyalist için
toplum sal yapı, tarihsel anın dolaylı gücü halini almaktadır, bu gü­
cün şekillendirici güçleri ise -ayd ın latılm ış şe k ild e - olu şsal bütü­
nü taşıyan belirleyiciler olarak algılanmaktadır.
Karşım ıza çıkan bu yeni d olaylılık bilinci, g eleceğ e yönelik bir
ütopyayla bağdaşmaktadır. Muhafazakâr bilinç, d olaylılık bilinci ile
şim diliğin olum lanm ası arasında kaçınılm az olarak bir bağ kurar­
ken; burada ileriye yön elik toplum sal bir güç ile devrim ci eylem in
kendi kendini frenlenm esi arasında bir bağ kurulmaktadır.
İlk başta birbirine doğrudan bağlı olan bu iki gü ç, sosyalist-k o-
m ünist hareket içerisinde birbirinden zam anla uzaklaşan ancak y i­
ne de birbiriyle ilişki içinde olan bir karşıtlığa dönüşm ektedir. Ka­
tılım v e ortak sorum luluk almaları ve kendileriyle ilgili şim dilikler
arasında bağ kuran, sahneye yen i yen i çıkan tabakalar, gittikçe ar­
tan bir şekilde frenleyici evrim in taşıyıcıları haline gelm ektedir; da­
ha şim diden olm uş olana karşı ilg isiz kalan tabakalar ise, devrim ci
eylem in önem ine aşırı vurgu yapan kom ünist ve aynı zam anda sen-
dikalist öğretinin taşıyıcıları haline gelmektedir.
B u ilerici bilinç, daha sonraki bir aşam aya tekabül eden bu b ö ­
lünm eden ö n ce (radikal anarşizm le birlikte m odern bir şek le bürü­
nen kiliastik prensibin d olaysızlık la ilgili deneyim leri ve liberalle­
rin d olaysızlıkla ilgili yaşanm ışlıktan ve “tasarı”ları gibi) başka kar­
şıtların üstesinden gelm ek durumundaydı.
M od em kiliastik algı tarihinde, kiliastik ütopizm in tarih sahne­
sini terk etm esinde, Marx ve Bakunin arasındaki m ücadelenin b e­
lirleyici bir önem i vardır.35 Tarihin kalelerini belirsiz şim dilikte,
sekter v e d ışlayıcı bir tarzda ele geçirm eyi am açlayan bir tutum,
varoluşu kontrol altına alm aya hazırlanan bir tabakanın uzun vade­
de hoşuna g id em ezd i-k i bu tabaka artan bir oranda partileştikçe bu
durum daha da belirginleşm ekteydi. (Brupbacher’ın gösterdiği g i­
bi36) b etim led iğim iz niteliklere sahip ruhsal bir tutumun sahneyi
terk ed işi, burada da, bu tutumun arkaplanında bulunan ekonom ik
ve toplum sal gerçekliğin yok olm asıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır.
Anarşistlerin sekter tutumlarını mümkün kılan, ev üretimi tarzında
işleyen saat sanayiinin yerine fabrika üretimi geçtiğin de, Baku-
n in’in hareket ordusu olan Jurasienne anarşizm i tarih sahnesini
terk etti: Ü topyanın örgütsüz, salınm acı-esrik algısının yerine; örgüt­
lülüğe yön elen, zam ansal akışı stratejik bir plan olarak algılayan
Marksist eylem geçti.
Tarih sahnesini terk etm enin ansızın ve şiddetli bir şekilde ger­
çek leşm esi, bizzat nahoş bir kaçınılm azlıkla ve tarihsel süreç tara­
fından dikte edilm iştir.— Şeytanî derinliğe sahip bir ruhsal tutum,
politik perspektifin ön planından çıkmaktadır, dolaylılık bilinci de
ufkunu genişletm ektedir.
(G örm üş olduğum uz üzere) liberal düşünce, tarihsel sürece iler­
lem eci fikri nedeniyle her ne kadar göreli olarak yakınlaştıysa da,
-b u konuda anarşizm e gayet yakın olarak - doğrudan bir bilince sa­
hipti. Liberal k işilik, mutlak bir ahlâkî zorunluluklar tasarıyla d o ğ ­
rudan bir ilişki içinde olm ası inancından hareketle d olaysızlık bilin­
cin e sahipti. Bu ahlâkî zorunluluklar, geçerlilik açısından, tarihin
ötesinde bir yerde bulunm am aktaydı; onun için fikir, bu geçerliliğe
daha şim diden nüfuz etm iş harekete geçirici bir güç anlamını taşı­
maktaydı. Fikirleri yaratan süreç değildir; ancak fikirlerin keşfi,
35 Bakunin için Nettlau, Ricardo Huch ve Fr. Brupbacher'ın eserlerin e bkz.
Brupbacher, “M arx u nd B akunin” |M a rx ve B akuninl adlı eserinde, önem li
birk aç sorunu to p arlay ıcı bir şekilde betim lem ektedir. B a k u n in ’in A lm an
dilindeki toplu eserleri, “ D er S yndikalist” yayınevi tarafından yay ım lan m ış­
tır. A yrıca bkz.: B a k u n in ’in yakın geçm işte eski Ç arlık K ançılaryası Ü çüncü
D aire B aşk am ’m n gizli k asasında bulunan (ve K. K ersten tarafından A lm an-
c a ’y a çev rilen ) Beichte Bakunins an den Zaren Nikolaus [B ak u n in ’in Ç ar
Birinci N ik o las’a İtirafı] adlı yazısı, B erlin 1926.
36 Brupbacher a.g .e., s. 6 0 ve sonrası, s. 20 4 ve sonrası.
açığa çıkarılması ve “aydınlığa” kavuşturulması tarihi şekillendirici
bir gü ce sahiptir. Sadece kendini d eğil, sadece insanoğlunu d eğil,
bu fikirlerin varoluşunu, g eçerliliğin i ve etkinliğini belirlenm iş o la ­
rak yaşayıp bu fikirlerin oluşum unu varoluşa bağlı olarak, sürece
nüfuz etm iş olarak görm ek, m üthiş bir evirtim , inanılm az bir Ko-
pem ikçi edim di. A ncak sosyalizm in başta yapm ası gereken şey, bu
m utlakçılık bilincine karşı, karşıtının bünyesinde m ücadele verm ek­
ten ziyade, yen i tutumu hâlâ egem en idealist tutuma karşı kendi
saflarında kabul ettirmekti. Bu yüzdendir ki, E ngels tarafından şu
ana dek ulaşılam am ış bir şekilde betim lenen “büyük burjuva ütop­
y a s ın ın tarih sahnesinin terk edişi çok erken bir dönem de gerçek­
leşm iştir.
St. Sim on, F ourier , O wen, bunların hepsi ütopyaları tasarısal dü­
şünce tarzında, am a daha o zam anlar sosyalist içerikle düşlem işler-
dir. Toplum sal açıdan içinde bulundukları marjinal durum, ön ce
toplum sal v e ekonom ik ufuklarını genişleten keşiflerde ifade bul­
du; ancak yöntem sel açıdan bakıldığında, aydınlanmanın dolaysızlık
bilincinin ötesin e geçem ediler. “S osyalizm , bunların hepsi için
mutlak hakikatin, aklın ve adaletin ifadesi olarak, kendi gücüyle
dünyaya fethetm ek için, sad ece keşfed ilm eyi beklem ektedir.”37 Bu­
rada da bir şeylerin üstesinden gelinm esi zorunluydu; d olaylılık bi­
linci, ütopyanın diğer rekabetçi şeklinin yerini aldı. S osyalist bilinç,
liberal tasarıyı büyük çapta aşan, ütopyayı prensip olarak gerçekli­
ğin bünyesine çeken bir bilinç tarzıdır. Tasarı, burada, yalnızca sü­
recin sonunda umut vadedici d olaysızlık ve belirsizlik içinde bıra­
kılmaktadır; varoluşu anlam sal tatmine götüren yol ise , tarih-
sel-to p lu m sa l açıdan çoktan belirlenmiştir.
Tarihle ilgili zam ansal algı, şu şekilde de farklılaşmaktadır: Li­
beral kişilik için sadece yaydan çıkm ış bir okun fırlam ası gibi düz
çizg ili bir am açsallık olan gelecek zamana, artık bu şekilde bakıl-
mamaktadır; yakındaki ve uzaktaki zam an, hem dirim sel olarak
hem de düşünce ve eylem açısından birbirinden ayrılmaktadır (ki,
37 Engels, Fr.: Die Entwicklung des Sozialismus von der Utopie zur Wissensc­
haft ISosyalizm in Ütopyadan B ilim e G elişim i), dördüncü basım , Berlin
1894. (Türkçe basım için bkz.: Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, Çev.: Ö.
Ünalan, Sol Yay. - ç.n.\
daha C ondorcet’in bu konuyla ilgili ilk adımları attığını görebiliriz).
M uhafazakâr kişilik, daha geçm iş için bu türden bir ayrıma gitm iş­
ti; ancak varolan ütopyasının artan bir oranda ulaşılm ış varoluşla
karşıtsız bir örtüşm e yoluna gitm esi nedeniyle de, artık' onun için
g elecek le ilg ili ufuk, hiçbir şekilde ayrıntılara sahip değildi. Tarih­
le ilgili çok boyutlu bir zamansal algının yaratılması, yalnızca d o ­
laylılık bilinci ile -h e r şeye rağm en - geleceğin canlı vizyonu ara­
sındaki bu birleşm e nedeniyle başarılabilmiştir. A ncak geçm iş za ­
man için m uhafazakâr kişiliğin ulaştığı bu çok boyutluluğun yapısı
çok farklıydı.
Zam anım ızda m eydana gelen her olay, sad ece her bir g eçm iş
olayın sanal varoluşunun geçm işe işaret eden üçüncü bir boyuta sa­
hip olm ası d olayısıyla gerçekleşm iyor; geleceğin hazırlıkları da bu
varoluşun bünyesinde yapılıyor. Sadece g eçm iş zaman d eğil, g e le ­
cek de sanal olarak vardır. Şim diki zam anda m evcut olan her bir et­
m enin ö zen le değerlendirilm esi, ancak her bir gerçek gücün içerdi­
ği eğilim in k eşfed ilm esiyle ve şim diki zam anın g elecek le ilgili bü­
tünleyici unsurlarının daha şim diden iyice som utlaşm aya başlayan
özelliklerinin kavranılm asıyla başarılabilir.38
Liberalin gelecek le ilgili düşünceleri tam am ıyla b içim selken,
burada da yavaş yavaş bir som utlaştırılm aya gidilm iştir. Gerçi g e ­
leceğin bu ek lem len işi, ilk başta sad ece ve sadece irade ve arzula­
rın yarattığı bir tablo tarafından dikte edilm iştir; ancak bu am açsal-
lık, araştırma ve eylem lerdeki etkinliğini yin e de bulgusal bir seçi-
38Neredeyse, tarihsel zamanın toplumsal-politik açıdan farklı farklı algılan­
masına ilişkin teorimizin sağın matematiksel doğrulanması ve yukarıda yapıl­
mış olan çözüm lem enin ispatı olarak, komünist Revai'rim bir yazısından şu
alıntı verilmiştir: “Aslında şimdiki zaman, geçm iş ve geleceğin var olduğun­
dan dolayı ancak vardır. Şimdiki zaman, gereksizliklerle dolu geçm iş zaman­
dan ve gerçekleşm em iş gelecek zamandan oluşan şeklidir. Taktik, şimdiki
zaman olarak önümüze çıkan gelecektir.” (D as Problem d er Taktik/Taktik
Sorunu, Komünist Enternasyonal'ın dergisi “Kom munism us/Komünizm"in
1920 sayısının ikinci cildi, s. 1676 da çıkan bir yazıdır. Bu yazıda, geleceğin
şimdiki zamanda sanal olarak varolduğu net olarak ifade edilmiştir. Ki bu
yazıdaki ifade, s. 2 5 6 ’de H egel’den yaptığım ız alıntının tam tersini ifade etmek­
tedir.) Ayrıca, bu kitabın çeşitli yerlerinde, tarihle ilgili zamansal algının top­
lumsal farklılıklarını ispatlamaya çalışan alıntılara bkz. (s. 246, ve sonrası, 257
ve sonrası ve 273.)
cilik le sürdürmektedir. G elecek zam an, bundan b öyle, daim a şim ­
diki zam anda yapacaktır deneylerini; ve yaşam ın şim diki zam anda­
ki sürdürülm esinin bünyesinde, ilk başta b elirsiz olan vaatler (ki,
bu vaatler tasarılardan başka bir şey değildir) gittikçe artan oranda
düzeltm eler yaparak somutlaşmaktadır. Sadece olayların salt b içim ­
sel v e aşkın düzeltici m ekanizm aları olarak d eğil, bu gerçeklik d o ğ ­
rultusunda kendilerini bizzat sürekli düzelten birer “eğ ilim ” olarak
“gerçek” olaylarla karşılıklı bir etk ileşim e girerler. Bundan böyle
ekonom ik alandan ruhsal-tinsel alana kadar uzanan karşılıklı ba­
ğım lılığın som ut olarak araştırılması, tekil gözlem leri, oluşm akta
olan bir bütünlüğün unsurunda, işlev sel bir gözlem in bünyesinde
birleştirmektedir.
Tarihsel tablo, b öylece, giderek daha som ut bir şekilde ayrıntı-
laşan ancak yin e de esn ek liği olan yapısal bir isk eleye kavuşm ak­
tadır. Her bir olayın, nasıl bir anlam taşıdığı, oluşum cu bütün içeri­
sinde nerede konum landığına ilişkin doğrultunun in celen m esiyle
mümkündür.
A ncak bu yapılırken, özgürce karar verebilm eyle ilgili hareket
alanı giderek daralmaktadır ve giderek daha fazla b elirleyiciler k eş­
fedilm ektedir; zira, artık b elirleyici olan sad ece g eçm iş zam an de­
ğildir, ekonom ik-toplum sal koşullar da aynı şekilde m uhtem el
olayları belirlemektedir. Artık itici am aç, havada serbestçe süzülen
içtepilerden hareketle k eyfî bir burada ve şim d iliğin değerlen­
dirilm esinden ziyade, yapısal bünye içerisinde faaliyete geçm enin
en uygun anını tespit etm ekten ibarettir. Politikacı, dinam izm i ken­
di yönünde hareket eden güçlerin b ilinçli olarak teşvik iyle yüküm ­
lü olm aktan başka, diğer yön e hareket eden güçleri de kendine d o ğ ­
ru yönlendirm ek ya da en azından durdurmak durumundadır. Tarih­
le ilgili algı, b ö y lece, gerçek bir stratejik plana dönüşmektedir.
Bundan b öyle tarihte m eydana gelen her şey, entelektüel-iradeci
açıdan kontrol ed ilebilir bir durum olarak yaşanmaktadır.
Ö ncelikli olarak politik m erkezde şekillenen bu açı, burada da,
tinsel yaşam ın bütününe yansımaktadır: Tarihle ilgili toplum sal be-
lirlenm işliğin araştırılması sosyoloji halini almaktadır; so sy o lo ji ise
gitgid e, veçhesi tekabül aşam alarda bulunan tekil tarih d isip lin leri­
ne nüfuz eden bir tem el bilim e dönüşm ektedir. D olaylılık bilinci ta­
rafından zaptedilm iş olan güven, hem yaratıcı bir kuşkuculuk hem
de zaptedilm iş bir coşkunluğa yol açmaktadır. Ö zgül bir “gerçek­
lik” nüfuz eder sanata. B ied erm eier’in idealizm i yok olup gitm iş­
tir; v e “gerçek varoluş”a nüfuz etm iş aşkınlık, verim li bir gerilim
varoldukça, artık yakın ve dolaysız olanda aranmaktadır.

V. Günümüzdeki Durum.
Günüm üzdeki durum, ilginç nitelikler taşımaktadır. Tarih süre­
cinin ta kendisi, tarihsel açıdan başta tam am ıyla aşkın olan ütopya­
nın, “soyut an lam ların dan indiğini, gerçek yaşam ım ıza yakınlaştı­
ğını gösterm iştir bize. Bu arada, tarihsel olana giderek daha çok
yaklaşan bu güç, sadece işlevsel olarak d eğil, ö zsel olarak da d eğ i­
şim e uğramıştır.
Bir zam anlar tarihsel olana karşı mutlak bir gerilim içinde bulu­
nan, günüm üzde form el m uhafazakârlığın bünyesinde önceden be­
lirlenm iş olan gerilim sizlik yönünde hareket etmektedir. Gerçi bu
tarihsel sıralanışta ortaya çıkan ve bizi hareket geçiren güçlerin hiç­
bir biçim i yok olm az; hiçbir zam ansal nokta, hiçbir zaman tek bir
hâkim unsur tarafından nitelenem ez. Bu güçlerin bir arada varolu­
şu, karşılıklı gerilim i, ve aynı zam anda daim a iç içe girmelerini;
tüm bunların toplam ını ancak tarihsel zen gin liği oluşturan biçim ler
m eydana getirir.
Bu zenginliğin içinden -(iş in özünü ayrıntılara boğm am ak için)
bu kez bilin çli olarak - salt yön elim sel açıdan önem li olana işaret
ed ilm iş ve ideal tiplem e açısından fazla vurgu yapılmıştır. Bu zen ­
ginliğin bünyesinde hiçbir şey yok olm asa da, yin e de tarihsel m e­
kânda etkin olan güçlerin toplum sal sıralanışını giderek daha belir­
gin bir şekilde gösterm ek mümkündür. İçeriksel değerler, düşünce
biçim leri, ruhsal enerjiler; tüm bunlar, toplum sal güçlerle ittifaklar
kurarak kendini koruyabilir v e aynı zam anda şek ild eğişim e uğraya­
bilirler; asla toplum sal olayların belli yerlerinde rastlantısal olarak
ortaya çıkmazlar. ,
Bu bağlam da, sadece im a yolu y la da olsa, ifade ed ilm esi gere­
ken ilgin ç bir yapısal belirlenm işlik mevcuttur: Varoluşa som ut o la ­
rak hükmeden kitlelerin yaygınlaştığı ve evrim sürecinde elde ed i­
lebilecek zaferin şansı arttığı oranda bu kitleler de muhafazakârlığın
belirlediği yolu takip edeceklerdir. A ncak ütopya, bunun sonucu
olarak, özünü çok yönlü bir şekilde kaybeder.
Yukarıda bunu, en belirgin şek liy le, radikal anarşizm de vücut
bulan m odem kiliast bilincin göreceli olarak en pür şeklinin politik
sahneden neredeyse tam am ıyla çek ilm esin e ilişkin gerçekte gör­
müştük. Ki, bununla birlikte, politik ütopyanın diğer biçim leri için
b elli bir gerilim sel etm en de yok olmuştur.
G erçi bu ruhsal tutumun birçok unsuru sendikalizm v e b olşe-
vizm yönünde şekil değiştirirler v e âdeta onlara sığınarak ey lem sel
bünyelerinde eritirler; bu noktada ise kaçınılm az olarak mutlakçı n i­
teliklerinden feragat edip kendilerine de hükm eden evrim ci dolay­
lılık bilincine karşı, sadece ve sad ece kutupsal bir gerilim biçim in­
de etkin olabilirler. Ö zellik le b olşevizm d e olm ak üzere, devrim ci
eylem i mutlaklaştırma işlevinden çok, bu eylem i hızlandırm a ve
vurgulama işlev in e sahiptirler.
Ü topik yoğunluğun başka bir konuda da yavaş yavaş azaldığını
görm ek mümkündür: Daha sonraki her bir aşam ada yeniden inşa
edilen ütopya, tarihsel-toplum sal 'sürece biraz daha yaklaştığını
gösterm ektedir bize. Liberal, sosyalist v e m uhafazakâr tasarı, bu k i­
liast bilinçten gittikçe uzaklaşıp d ün yevî olaylara gittikçe yakınla­
şan sürecin farklı aşamaları olarak aynı zam anda bu sürecin karşı
biçim leridir de.
K iliastik ütopyanın tüm bu karşı biçim leri, bir zam anlar te­
m ellendikleri tabakaların kaderleriyle sıkı bir bağ içinde gelişm e
gösterirler. B irincil şekilleri itibariyle bu karşı biçim ler -g ö rm ü ş
olduğum uz ü z e r e - varoluşsal aşkınlığın yum uşatılm ış biçimleridir;
ancak zaman içerisinde ütopyanın son kalıntılarından da sıyrılıp an­
sızın gittikçe form el-m uhafazâkar bir tutuma yakınlaşırlar. Yeni
grupların önceden şekillenm iş konumlandırmalara alındığı zaman,
bu konumlandırm alar için geliştirilm iş ideolojileri o kadar kolayca
devralmamaları, daha ziyade kendi geleneklerinden taşıdıkları içe-
riksel değerlerini bu yeni konum a adapte etm eleri, tinsel tarihle il­
gili gelişim in gen el bir kurucu yasası gibi görünmektedir. Bu, oriji­
nal ideolojinin etkisini sürdürebilm esine ilişkin yasadır. Örneğin,
liberalizm ile sosyalizm gitgid e muhafazakârlaşan bir konum lan-
dırm aya girdiklerinde, bilinçlerine zam an zaman muhafazakârlığın
şekillendirdiği fikirleri dahil edebilm işlerdir; ancak tercih edilen,
taşıdıkları orijinal ideolojileri, yen i konumlandırm aya uygun olarak
değiştirm ek olmuştur. A ncak aynı konumlandırm aya toplum sal-ya-
şam sal olarak girm iş olsalar da, m uhafazakârlığa yakın yapılar, bu
tabakaların yaşam la ilgili duyguları ve d üşünceleriyle ilgili birçok
konuda kendiliğinden ortaya çıkarmıştır. Muhafazakârların tarihsel
nedensellik yapısına ilk bakışları, sessizce etkin olan güçlere vurgu
ve hatta aşırı vurgu yapmaları, ütopik unsurun varoluşa k esik siz nü­
fuzu ya da kim i zam an düşüncelerinde kendiliğinden oluşm uş olan
bir yen i üretim, kim i zaman ise bir yeni yorum tarzında yansımıştır.
D em ek ki ütopyanın -top lu m sal süreç so n u c u - tarih sahnesini
göreli olarak terk etm esi, birkaç noktada ve farklı şekillerde o lm u ş­
tur. Daha dinam izm den dolayı yeterince gerçekleşm iş olan bu sü­
reç, ütopik bilincin aynı anda varolan farklı şekillerinin karşılıklı
m ücadelesinde birbirlerini yok etm eleri nedeniyle, hızı ve yoğunlu­
ğu açısından, daha da hızlandırılmaktadır. Ütopyanın farklı şekilleri­
nin bu türden karşılıklı m ücadelelerinin, aslında bizzat ütopik olanın
yok olm asına yol açm am ası gerekirdi, çünkü bizatihi m ücadele, an­
cak ve ancak ütopik yoğunluğu arttırır. Karşılıklı m ücadelenin m o­
dem biçim inin nitelikleri arasında, karşı tarafın yok edilm esinin
ütopik tabandan belirlenm em esi sö z konusudur39— bu, en açık bi­
çim de ideolojilerin sosyalist tarzda deşifre ed ilm esind e görülebilir.
Burada, karşı tarafın ilahileştirdiği unsur, yanlışlıkların ifşasından
ziyade; savunulan fikrin, toplum sal-dirim sel yoğunluğuna ve o fik­
rin tarihsel-toplum sal b elirlenm işliğine işaret edilerek yok ed il­
mektedir.
G erçi şu ana dek, tüm karşıt ütopyaları ideoloji olarak deşifre
eden so sy a list düşünce, b elirlenm işlikle ilgili problem atiği kendine
karşı kullanm am ış, varoluşu göreli kılan bu yöntem i henüz kendi
tem ellerine ve mutlaklaştırmalarına karşı yönlendirm em iştir. A n ­
D ah a genel olan b u sü recin unsu ru n u n bünyesinde, ideoloji kavram ının s.
8 6 ve d ev am ın d a betim lem ey e çalıştığ ım ız anlam sal değişim i y e r alm aktadır
cak, bu belirlenm işlikle ilgili yaşanm ışlığın kapsadığı bilinçsel ala­
nın gen işled iği oranda, ütopyanın burada da yok olm ası kaçınılm az­
dır. Ütopik olanın, farklı şekilleri yardım ıyla (en azından politik
olanda) kendi kendini yok ettiği bir evreye doğru ilerliyoruz. Bu
anlamda m evcut olan eğilim ler hakkında sonuna kadar düşündüğü­
m üz zam an, Gottfried K eller’in “Son zafer cansıkıcı olacaktır” şek­
lindeki kâhince sözü en azından bizim için ürkütücü bir anlam ka­
zanmaktadır.
Bu “cansıkıcılık” günümüzdeki bazı olaylarda kendini sem pto-
m atik olarak gösterip, burada da belirgin bir şekilde toplum sal-po-
litik durumun gelecek teki tinsel yaşam a yansım ası olarak alınabilir.
Y ükselen bir parti, parlamenter idareye katıldığı oranda, bir zam an­
lar sürükleyici bir güç olan ütopyasından yayılan bütünlükçü bakış
açısını terk edip, şekil değiştirici gücünü som ut tekil olaylarda g ö s­
terir. P olitik olanda gözlem len m esi mümkün olan bu d eğişim e pa­
ralel olarak, partinin başta salt programatik ve yapıcı olan bütünlük­
çü bakış açısı, kendine uygun b ilim sel alanda da tekil araştırmalar
lehine eriyip yok olur. Parlamenter danışm a kom isyonlarında ve
sendika hareketinde, ütopik h ed ef tayini ve buna bağlı olarak bü­
tünlükçü bakış açısına sahip olm a yeteneği, çeşitliliğe hükm etm e ve
yorum da bulunm aya ilişkin salt yönergeler ortaya koym a durumu­
na indirgenm iştir. Araştırma alanında, eskiden tüm tekil problem le­
ri kapsayan tekdüze ve sistem atik olan dünya görüşü, artık sadece
idarî bir bakış açısına, salt bulgusal bir prensibe dönüşmüştür. A n ­
cak, ütopyanın birbirlerine karşı m ücadele eden tüm biçim lerinin
yavaş yavaş aynı kaderi paylaşm aları, artık birbirlerine karşı m üca­
d ele eden birer dünya görüşü olarak d eğil, -parlam enter pratikte o l­
duğu g ib i- birbirleriyle gittikçe artan oranda sadece rekabet eden
partiler, sadece olası araştırma hipotezleri olarak ortaya çıkarlar. Bir
zamanlar tüm akım larıyla felsefe, tasarısal çağda, toplum sal-tinsel
durumsal bütünün en ince ö lçeğ i iken, günüm üzde toplum sal-tinsel
bünyesel bütünün içsel durumu en belirgin şekilde sosyolojin in
farklı biçim lerine yansımaktadır.
Y ükselen tabakaların so sy o lo jisi, ilgin ç bir yönde şekil d eğ iş­
tirmektedir. Bünyesinde -tıp k ı günümüz güncel dünya görüşünde ol­
duğu g ib i- “olası bakış açıları”na dönüşm üş olan, bir zamanlar
varolm uş olan ütopyaların kalıntıları m ücadele etmektedir. Bu nok­
tada ilginç olan, doğru toplum sal bakış açısı için verilen rekabetçi
m ücadelede hiçbir veçhenin ya da bakış açısının “m ahcup olm a-
ma”sıdır, yani hiçbir veçhe ya da bakış açısının doğru ya da yanlış
olarak değerlendirilem eyeceğidir. Daha ziyade öyledir ki, dereceli
olarak farklı, ancak yin e de daim a m evcut olan verim lilikle düşün­
m ek, her bakış açısından hareketle mümkündür. Zira, bu bakış açı­
larının her biri, farklı farklı kesitler sunarak, olaylar bütünündeki
bağlamlılıkları ortaya çıkarır; v e tarih sürecinin, m evcut konumlan-
dırmalar bütününden daha kapsam lı bir şey olduğuna ve g ö zle g ö ­
rünür bir parçalanma süreci içinde bulunan düşünsel tem elin, günü­
m üz kavranabilirlik noktasına ulaşam ayacağına ilişkin tahmin git­
tikçe daha büyük belirginlik kazanmaktadır. Görünür olanın ufku,
günüm üz aşam asına ait sistem atikleştirici-yapıcı yoğunluktan daha
derindir.
A ncak bununla birlikte, zirve noktalarından birine ulaşm ak ü ze­
re olan dünyada, sentez yapm aya daim a hazır olm a gereksinim ini
yeni bir yanıyla e le alm ak gerekir. Daha önceleri çoğu k ez doğal or­
tamda yeşeren dar yaşam sal çevrelerin ve toplum sal tabakaların
kısm î ihtiyaçları çerçevesin de m eydana gelen bilgi edinm e süreçle­
riyle ilgili olgulara, ansızın bir bütün olarak bakmak mümkün o l­
muştur, ve çokluk başta karışık bir tablo oluşturmaktadır.
Toplum sal-tarihsel gelişim in belli bir olgunluk ve zirve noktası,
güçsüzlüğü nedeniyle değil; daha ziyade, kendini dünyaya bakış
imkânlarına adayarak ve uzlaşım lar’ın, günüm üzdeki varoluşsal
çehresini rahatlıkla belirleyebildiğim iz kısm î bakış açılarının mut-
laklaştırılmasından aldığı ilhamla, tüm bu imkânlar için kapsam lı bir
inşa m erkezi aramaktadır.
B elli bir gelişim in içinde bulunulan hem g eç bir aşam ada hem
de aynı zamanda zirve noktasında, ütopyanın yok olm asına orantılı
olarak bütünlükçü bakış açısı da yok olur. Yalnızca sol ile sağ kanat,
gelişim sel bütün açısından, ontik olarak bir bütünselliğe inanırlar.
Bir yanda, tem ellendirici eseriyle L ukd cs ’ın neo-M arksizm i; öte
yanda ise, Sfâtnn 'ın evrenselliği. S osyolojik farklılıkları bu kez bu
F: 18/ Idcoloii ve Ütopya
iki uç yaklaşım ın bütünsellik kavramlarına ilişkin farklılıklara daya­
narak açıklam ak gereksiz görünüyor; zira, bu bağlamda önem li
olan, bir şeyleri ek sik siz olarak gösterm ek d eğil, sadece ve sadece
sem ptom atik olguların ilk belirlenm esidir.
Troeltsch, bütünselliği, -yuk arıd a sözü geçen kişilerden farklı
olarak - ontik-m etafıziksel bir birim olarak d eğil, bir araştırma hi­
potezi olarak ele alır. Bu hipotezi, d ü zen leyici bir veçhe olarak, d e­
neyci bir b içim d e araştırma nesnelerine uyarlar; birkaç ham le yapa­
rak, her bir nesnenin bağlayıcısını bulm aya çabalar. A lfred Weber
ise, ampirik olanın unsurunda ve rasyonalizm in tüm dengelim i andı­
ran (zorunlu) önerm esine kesin bir şekilde karşıtlık oluşturarak,
geçm iş tarihsel olaylar içerisindeki bütünselliği daha çok biçim sel
bir birim olarak inşa etm eye çalışır. G öreli olarak ortada konum -
landırıldıklarından dolayı, bütünsellik arayışında Troeltsch, ontik
dayantıyı, Weber ise rasyonel-h esaplayıcı uzlaşım ı kullanmaktan
kaçınır.
B ütünsellikle ilgili veçhe n ed en iyle M arksizm e ya da muhafa-
zakâr-tarihsel g elen eğ e bağlı olan bu iki k işiliğe karşın, ortanın d i­
ğer kanadı, kendini bu feragatten dolayı tekil ilişkilerin çokluğuna
daha da iyi verebilm ek için, bütünsellik problem atiğinden tüm üyle
kurtulmaya çabalamaktadır. O layların, her bir gerçeğin kendine ö z ­
gü zam ansal indeks ve yerel ö ze lliğ in i kaybettiği bu hom ojenleşti-
riciliği; düşüncenin ve görm enin ütopyada kökleşm iş olan unsurla­
rının kuşkucu bir şekilde ideoloji olarak görelileştirilm esiyle ancak
mümkün kılınmaktadır. Ütopyaların karşılıklı olarak görece kılınm a­
ları n ed en iyle m eydana gelm iş olan bu verim li kuşkuculuk için ar­
tık zam anın inşa edici önem inin görünebilirliği yeniden yok olm ak­
tadır: Tüm olaylar, hep aynı şekilde işley ip olsa o lsa zaman zaman
farklı bileşim ler şekilde m eydana gelen kurallar sıralamalarına ya
da m odellere ve biçim lere uygun olarak kavranılmaktadır.
(Ü topik bakış açısı tarafından) üzerinde son yüzyıllarda oldukça
büyük em ek harcanan, zam ansal olayların tarih felse fesiy le ilgili-
toplum sal b ölüm lem e, burada yeniden yok olm ak üzere: N iteliksel
olarak ayrım laşan zam an, (m elezleşm e şeklinde olsa da) daim a k e­
sin olarak tespit edilebilir biçim sel yapıların ağır bastığı bircinsten
bir m ekâna dönüşm ektedir (M ax Weber).
Verim li-kuşkucu olan bu bakış açısı, g eleceğ i, ön celikli olarak
zam an içerisinde şim diki zam ana dönüşm üş olan yü kselm iş burju­
vazinin konum una uygun olsa da, diğer tabakalar da -y ü k seld ik le­
ri oranda- aynı eğilim i gösterirler. A ncak bu tabakaların m evcut
düşüncelerinin som ut şek illen m esi, so syolojik olarak tarihsel baş­
langıç koşullarınca da belirlenmektedir. D inam ik zamanı Marksist-
sosyolojik yöntem in içinden de silm ek mümkündür; ki böylece,
(tarihsel farklılıklara karşı kayıtsız kalarak) ortaya fikirlerin sadece
toplum sal konumlandırmalar yönünde göreli kılındığı genelleştirici
bir ideolojiler öğretisi çıkmaktadır.
S osyolojinin, tarihle ilgili zam ansal bakış açısına tam am ıyla ka­
yıtsız kalan bu biçim i, kapitalist gerçekliğe, bizim düşüncelerim iz­
den daha ön ce ve daha hızlı bir şekilde, ama tam anlam ıyla uyum
sağlam ış bir b ilinç biçim i olarak A m erikan bilincinin tem ellerini at­
m ıştı. Burada, tarih felse fesiy le ilgili isk ele, sosyolojin in üzerinden
nispeten erken bir dönem de atılmıştır; ve dünyaya ilişkin yaklaşım
ve dünyanın oluşum u, tem el d en eyim le ilgili paradigma olarak ger­
çek liğ e d üzen leyici-tekn ik bir şekilde hükm etm e yönünde tayin
edilm iştir. Avrupa’daki sosyolojik “gerçekçilik”inin tem el d en eyi­
m i, burada kendini şiddetle gösteren sınıfsal gerilim lerce beslenir­
ken; teknik-düzenleyici problem lerin çözüm e ulaştırılmasının daha
büyük önem taşıdığı ve ekonom ik hareket serbestisinin daha fazla
olduğu A m erika’daki “gerçekçilik ”, daima gerçekliğin bu teknik-
düzen leyici alanları yönünde tayin edilm iştir. S o syoloji, m uhalefet
akımlarının benim sediği Avrupa tarzı düşünce için sın ıf problem i­
nin çözüm ü ve daha gen el açıdan: B ilim sel zaman analizi; A m eri­
kalılar için ise toplum sal olayların doğurduğu doğrudan teknik
problemlerin çözüm e ulaştırılması anlamını taşımaktadır. Bu nokta­
dan hareketle, Avrupa’daki problem atiklerde sürekli tınısı duyulan,
gelecek teki gelişim lerin ne olab ileceğin e ilişkin ürkek soru ve bu­
na bağlı olarak bütünlükçü bakış açısına ilişkin eğilim açıklık kaza­
nacağı gibi, Amerikalıların “B u işi nasıl yaparım? Bu som ut tekil
problem i nasıl çözerim ?” şeklindeki düşünce tarzı da aynı şekilde
anlam kazanmaktadır. Ayrıca bu düşünce tarzı, iyim ser bir edayla
gösterm ektedir kendini: Bütüne ilişkin sö y le y ec ek bir şeyim yok,
kaldı ki bu konu nasılsa kendi kendine çözülür.
A ncak Avrupa’da -iste r ütopik ister ideolojik o lsu n - varoluş-
sal aşkınlığın tümünün tasfiyesi, sadece tüm bu içeriksel değerlerin
toplum sal-ekonom ik yönde göreli kılınmaları biçim inde ortaya çık ­
m amıştır; bu tasfiye, daha başka biçim lerde de etkin olmuştur.
(M arksizm in son kertede her şey i ilintilendirdiği) ekonom ik v e top­
lum sal olanla tem ellenen ontik ilişkilendirm e noktası, hâlâ tinsel-
tarihsel olarak ifade edilebilm ekteydi; içinde hâlâ - a z da o ls a -
(H egelci-M arksçı gelenekten gelen) tarihsel bir bakış açısı barındır­
maktaydı. Tarihsel m ateryalizm in adı sadece m ateryalizm di; ek on o­
m ik alan, her ne kadar bu gerçek karşısında zaman zaman inkâr
ed ilse de, tinsel gözlem ciliğin yapısal bağlam lılığıydı. Yani her ek o ­
nom ik sistem -a d ı ü stü n d e- kendini sadece(nesnel) tinin alanında
inşa eden bir “sistem ”di. M utlak yık ıcılık , daha derinlere ulaşabil­
m ek için, hâlâ b elli bir hareket serbestisine sahipti; bu şekilde, ta-
rihsel-tinsel olandan tam am ıyla arınmış olarak, sonsuza dek İnsanî
olan içgüdüsel dayanağın k en diliğin denleşm esin e doğru ilerliyor­
du. Bu noktadan hareketle, varoluşla ilgili aşkın olanı içgüdüsel y a ­
pının eb ed î etkin biçim lerine indirgeyen gen elleştirici bir öğretinin
yaygınlaştırılm ası mümkün olm uştur (Pareto, Freud vs.). Bu g en el­
leştirici içgüdü öğretisinin erken bir b içim in i, daha on yedinci ve
on sekizin ci yüzyıllarda İngiliz toplum felsefesin d e ve psikolojisin­
de görebiliriz. Bu bağlam da H u m e’un “E nquiry concerning hum an
understanding ”* adlı eserindeki şu sözlere işaret etm ek isteriz: “Ev­
rensel olarak kabul edilm ektedir ki, her ülkeden ve her yaştan in­
sanların eylem leri arasında bir tek biçim cilik vardır ve insan doğası
ilkelerinde ve işlevlerinde her şeye rağm en aynı kalmaktadır. Aynı
güdüler aynı nedenleri izlerler. Y ükselm e hırsı, para hırsı, kendini
b eğen m işlik , kibir, dostluk, cöm ertlik, yardım severlik: Ç eşitli dere­
celerde karıştırılıp toplum a dağıtılm ış olan bu tutkular dünyanın baş­
langıcından beri, her zam an ve hâlâ, insanlar arasındaki girişim lerin
kaynakları durumundadırlar.”
Tüm tinsel unsurları -h e m ütopik hem de ideolojik o la n ı- yok
* ITürkçe basım için bkz.: David H um e, İnsan Zihni Ü zerine B ir A raştırm a,
Çev.: S. Öğdüm , Ank. 1998, s. 89, İlke Yay. — ç.n .]
eden bu süreç, karşılığını en yeni yaşam biçim lerim izde ve bunlara
tekabül eden sanat akımlarında bulmaktadır. İnsanî olanın sanattan
çıkarılm ası, erotizm ve m im arlığa nüfuz eden “nesnellik”, sporda
ön e çıkan içgüdüsel veçheler; tüm bunlar, ütopik ve ideolojik ola­
nın şim diki zam ana nüfuz eden tabakaların bilincinden gitgide da­
ha fazla geri çekilm esin in bir belirtisi olarak değerlendirilem ez mi?
(En azından yön elim sel olarak am açlanan) politik olanın yavaş ya­
vaş ek on om iye indirgenm esi, geçm işin ve tarihsel zam anın bilinçli
olarak inkâr ed ilm esi, herhangi bir “kültür ideali”nin b ilinçli olarak
bir yana itilm esi; tüm bunlar, ütopyanın herhangi bir şeklinin poli­
tik eylem m erkezinden de çıkarılm ası olarak kabul ed ilem ez mi?
Burada, tüm fikirleri “rezil”, tüm ütopyaları parçalanmış olarak
değerlendiren bir b ilin çsel tutum, dünyayı şekillendirm ek am acıyla
ön plana çıkmaktadır. Sesini duyuran bu “cansıkıcılık”, şim diki za­
mana hükm edebilm enin, ütopyayı bilim e dönüştürebilm enin, ya­
lancı olan ve varoluşsal gerçekliğim izle örtüşm eyen ideolojilerin
yıkılm asının tek yolu olarak büyük ölçüde olumlanmalıdır.
M evcut dünyayla herhangi bir varoluşsal aşkınlıktan -iste r
ütopya ister ideoloji şeklinde o lsu n - yoksun olarak, mutlak örtüş-
m e, ancak kuşağım ızca artık b enim senem eyecek kadar büyük bir
sertlik ya da bu dünyanın içine yeni getirilm iş olan bir kuşağın hiç­
bir şeyden habersiz n ahifliğiyle kazanılabilir.
(K endim izle ilgili bu b ilin çsel aşamada) “tam am lanm ış” dünya­
nın, varlığını sürdürebilm esinin belki de tek biçim i budur. Etiğin
bünyesinde sahip olab ileceğim iz belki de en iyi şey, “sahicilik”
am açlayan varoluştur. Ki sahicilik kategorisi, varoluşsal uyumun
ruhsal olana, n esnelliğin etik olana aktarılmış prensibidir. “Tamam­
lanm ış” bir dünya, b öyle bir şeyin üstesinden geleb ilir belki. A n­
cak, gerilim sizlikle sah iciliği b irleştirebileceğim iz kadar ulaşabil­
dik mi h edefim ize? G ittikçe artan gerilim sizlikten dolayı politik ey-
lem selliğin, b ilim sel yoğunluğun, yaşam ın şim diye kadar ki içerik-
sel değerlerinin gitgide daha fazla yok olduğunun görülm em esi
m ümkün müdür?
D em ek ki kendim izi bu nesnellik bağlam ında durultmak istem i­
yorsak, sorm aya ve aramaya devam etm em iz gerekmektedir: Geri-
lim sizliği teşvik eden bu toplum sal taşıyıcıların dışında başka gü ç­
ler yok mudur? Bu şekilde sorulan soruya verilecek cevap şö y le o l­
malıdır:
Günümüzdeki gerilim sizlik iki tabaka tarafından kıskaca alın­
mıştır. Bu taraflardan biri, sosyalizm v e kom ünizm de henüz yü k sel­
m em iş olan tabakalardır. Bu tabakalar için, ütopya, bakış açısı ve
eylem arasındaki ittifak, oluşm uş dünyada marjinal oldukları süre­
ce problemsizdir. Toplum sal m ekândaki m evcudiyetleri, ütopyanın
en azından bir şeklinin k esik siz varoluşu anlam ına gelm ektedir. Öte
yandan bu varoluş b elli bir yere kadar, karşı ütopyaları da kendile­
rini gösterm eye, sürekli yeniden tutuşm aya ve alevlen m eye zorla­
yacaktır, en azından bu en aşırı sol kutup ön plana çıktığı sürece. Bu
ön plana çıkm anın gerçekleşm esi ise, önüm üzde duran ve olm akta
olanın yapısal biçim ine bağlıdır. Eğer barışçı bir evrim le san ayicili­
ğin yeterince esnek olan daha m ükem m el bir şekline ulaşm ayı ba­
şarabilirsek, ve en alttaki tabakaları göreli bir refaha kavuşturabilir-
sek, bu tabakalarda da o ana dek yü kselm iş tabakalarda tespit etti­
ğ im iz şek ild eğişim m eydana gelecektir. (B u bağlamda, bu bakış
açısından hareketle, sanayiciliğin toplum sal örgütlenm esinin bu
daha m ükem m el şeklinin, alt tabakaların, onları göreli bir refah dü­
zeyin e kavuşturabilmeleri am acıyla esnekleşen kapitalizm e en teg ­
re olm aları nedeniyle oluşm asının, ya da kapitalizm in ondan ön ce
kom ünizm e dönüşm esinin ön em i yoktur.) S anayiciliğin daha son ­
raki aşam asına ulaşm ayı ancak devrim le başarılabilirsek, ütopik ve
ideolojik unsurlar tüm kutuplarda yeniden alevlenecektir. Her ne
olursa olsun, varoluşsal aşkınlığm g e lec eğ iy le ilgili bir bileşeni top­
lumsal m uhalefetin bu kanadının toplum sal ağırlığında yatmaktadır.
A ncak, ütopik ve tinsel olanın gelecek teki şek illen m esi, sadece
bu kutbun kaderine bağlı değildir. Bu sosyolojik etm enin dışında,
bu bağlamda dikkate alınm ası gereken başka bir etm en daha vardır;
ki bu etm en, tinsel olanla b elli bir ilişki içinde olarak şim d iye ka­
dar ki analizim izin gösterem ediği bir tabaka olan, tarihsel olayların
içindeki toplum sal-tinsel merkezdir.
Tüm tabakalar arasında, bu tabakaların çıkarlarını tem sil ed en le­
rin dışında, biraz daha tinsel olana yönelen bir grup tabaka her za ­
man m evcut olmuştur. Bu tabakayı sosyolojik olarak entelektüeller
olarak isim lendirm ek mümkündür, ancak bu bağlam da çerçeveyi
biraz daha dar çizm ek gerekir. Burada kastedilen, eğitim patentinin
taşıyıcıları d eğil, toplum sal varoluşun bir sonraki aşam asına yüksel­
m enin ötesinde, b ilinçli ya da b ilin çsiz olarak, daim a başka bir ta­
kım şeyleri de ön em seyen, kendi saflarındaki az sayıdaki tinsel ki­
şidir. Olayları isted iğim iz kadar ayık kafayla değerlendirelim , bu
ince tabaka her zam an varolmuştur. T insellikleri, b elli bir yükselen
tabakanın tin selliğiyle örtüştüğü sürece, durumları problem li olm u­
yordu. K endiler ile grup ve toplum sal tabakalar arasında iradî an­
lamda bir bağ kuran aynı ütopyadan hareketle dünyayı yaşıyor, g ö ­
rüyor v e tanıyorlardı. Bu, T hom as M ünzer için geçerli olduğu ka­
dar, Fransız D evrim i’nin burjuva savaşçıları ve H egel için geçerli
olduğu kadar, Marx için de geçerlidir.
Entelektüellerin durumu daima; arkalarında duran tabaka, şim ­
diki zam ana hükm etm e yönünde ilerlediğinde, politikaya bağlı
ütopya v e aynı zam anda bu zincire vurulmuş tinsel tabaka süreç ta­
rafından serbest bırakıldığında problem li hale gelmektedir.
“Tinsel olan”ın bu “serbest bırakılma”sı, en fazla ezilen tabaka­
nın varoluşla ilgili toplum sal duruma hükm etm eye katılmasından
itibaren m eydana gelecektir. Ki, yukarılarda bir yerde serbestçe sü­
zülen tinsellik, şim dikinden daha yoğun bir şekilde, sadece im ti­
yazlı tabakalardan d eğil, yavaş yavaş tüm toplum sal tabakalardan
beslenecektir. G iderek daha fazla kendi haline bırakılm ış olan bu
tinsellik, yukarıda nitelendirilen gerilim sizliğe yön elen bu durum-
sal bütünün başka bir ucunda bulunmaktadır. A ncak bu durumsal
bütünü de parçalamaya çabalamaktadır, zira olu şm u ş olanla hiçbir
şekilde problem siz bir varoluşsal uyum içinde değildir.
Süreç tarafından serbest bırakılm ış bu tinsellik için şu dört o la­
sılığı sıralamak mümkündür: T insel kişilerden oluşan ilk grubu, as­
lında buraya koym ak mümkün değildir; zira bu grup, sosyalist-ko-
münist proletaryanın radikal kanadıyla hâlâ ittifak içinde bulunan
kişilerden ibarettir. Bu kişiler - e n azından bu a çıd a n - hâlâ prob­
lem siz bir durum içinde bulunmaktadırlar. Onlar için tinsel ile top­
lumsal bağlılık arasında henüz bir ayrım mevcuttur.
Zaman içerisinde ütopyayla eşzam anlı olarak ve süreç tarafın­
dan serbest bırakılan ikinci grup, kuşkucu olm ak yanında, bilim de
sahicilik adına biraz ön ce nitelenen ideolojinin yıkım ını gerçekleş­
tirmektedir. (M. Weber, Pareto.)
Üçüncü grup, g eçm işe sığınıp varoluşsal aşkm lığın g eçm iş şek­
liy le dünyaya hükm ettiği m ekânı aramaktadır; ve bu romantik kur­
tuluş hareketiyle günüm üz koşullarının tinselleştirilm esini am aç­
lamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, d inselliği, idealizm i, sem bolleri
ve mitleri yeniden canlandırm a denem eleri, aynı işleve sahiptir.
Dördüncü grup, yalnızlaşıp b ilinçli olarak tarihsel süreçten
umudunu keser. K endini politik radikalizm le ilişkilendirm eden,
süreç tarafından serbest bırakılan ütopik nüvenin en tem el ve
radikal b içim iyle doğrudan bağlantı kurar. Bu bağlam da, romantik
tutumun aksine tüm som ut içeriksel değerlerin, tüm inanç ve mit
şekillerinin, tarihsel-toplum sal süreç tarafından yok ed ilişin e katılır.
Sadece bir zamanlar, aynı zam anda hem m istiklere hem de kiliast-
lara farklı şekilde de olsa hükm eden bu tarihsel olm ayan “bir şe y ”,
bu kendinden geçm iş nokta, mutlak çıplaklığıyla deneyim in ortasın­
da konumlandırılmaktadır. Bunun sem ptom ları mevcuttur. Ç oşkun
olan ın bu serb estçe sü zü len titreşim li yan m asını, (ço ğ u kez
dışavurum cu) m odem sanatın ve m odem klasik felsefesin in ufkun­
daki ilginç şim şek çakm asında görebiliriz. (Bunun ilk başlangıç
noktasını Kierkegaard’da tespit etm ek mümkündür.) K iliast un­
surun m odem yaşam ın ortasından, politik alandan çıkışıyla çoşkun
pür nüve belki korunabilir; ancak varoluş ne olursa olsun şim d iye
dek tem el olgu olarak yaşanm ış tüm alanları, kültürün tüm ey lem
ve n esnelleşm e alanları, b öylece tamam en araçsallaştırılmaktadır.
Bu geri ç e k iliş k ilia st-ço şk u n lu k için de vahim so n u çla r
doğuracaktır. Zira, dünyayla tem as kuramadan kendi kendine yetin ­
mek zorunda bırakıldığında, durulma, su nileşm e ya da kendini pür
bir statüko içinde kaybetm e eğ ilim in e sahip olduğunu görm üştük.
B ö y le bir durum analizinden sonra, gelecek te ne olacağına iliş­
kin soru kaçınılmazdır. A ncak, tarihsel bakış açısının yapısı, en belir­
gin olarak, bu sorunun yanıtlanam azlığından hareketle tespit
edilebilir. Bir şeyleri peşin söylem ek , kehanette bulunm ak an­
lamına gelirdi. A ncak her kehanet, tarihi, kaçınılm az olarak pür bir
determ inizm e dönüştürüp bizi b öylece seçm e ve karar verm e im ­
kânından mahrum bırakmaktadır; ve b öylece ölçülü arayış içindeki
içgüdü, sürekli yeniden şekillenen olasılık bakımından, sönüp gider.
Zira, g eleceğin büründüğü tek bir şekil vardır, o da olasılıktır;
“olsu n ” ise, g elec eğ e uygun yönelim dir. B ilgi için gelecek -sa lt
düzenlem iş v e rasyonalize ed ilm em iş olan sö z konusu old u ğu n d a-
ondan geriye itilm iş olarak ancak istem enin ve bununla bağlantılı
olarak “o lsu n ”un (ütopik olanın) gerekliliğini keşfettiği g eçilem ez
bir m edyum , sert bir duvardır. Bu “olsu n ”dan hareketle ancak, m ev­
cut olasılıkların varlığı araştırılabilir ve bakış, tarihe ancak buradan
hareketle yönelm ektedir. Aynı zam anda, ancak buradan hareketle,
tüm tarihsel bilgilerin niçin iradesel olanın unsurunda yapıcı olarak
varolduğu anlaşılabilm ededir. Günüm üz şartlarında hangi y ö n e­
lim in galip g elec eğ i b elli değildir, çünkü m ücadele eden taraflar
ütopik yön elim lerle gerilim sizlik içinde bulunan yönelim lerdir;
zira, gerçeklik de h enüz tam am lanm am ıştır. G e le c e ğ e g elin -
c e -(şe y le r d eğil, insan olduğum uz için) potansiyel olarak her şey,
m uh tem ellik açısın dan ise , birçok şey istem im ize bağlıdır.
Seçim im izin yönü ise, sonuç olarak her bir bireyin iradesine bağ­
lıdır. Şu ana dek betim lenm iş olanlar, ancak bireysel seçim in önem i
açısından yararlı olabilir.
Gerçeklikle ilgili muhtemel algının en radikal farkı, bu çok önemli
noktalarda bir kez daha boy göstermektedir. İşin bir -aşırı- ucunu bu kez
de anarşist Landauer temsil etmeli: “İnsanlık tarihinde nesnel olanla, salt
uygun olanla neyi kastetmektesiniz? Her halde kesin olarak toprak, ev,
makine, ray, telgraf direği ve buna benzer şeyleri değil. Ancak gelenek,
alışkanlık ve inançlı saygıya dönüşmüş olan devlet ve benzeri kuruluş ve
koşullan kastediyorsanız, artık tüm bunların sadece sözde nesneler ol­
duğuna ilişkin bilgi kaçınılmaz olarak mevcuttur. Toplumun, muhafaza
edilmesi, yok edilmesi ve yeniden inşası arasında gidip gelen hareket
yasasının olasılığı ve gerekliliği, bireyin üstünde kendiliğinden oluşmuş
herhangi bir organizmanın değil, mantık, aşk ve otorite ilişkilerinin varol­
ması gerçeğine dayanmaktadır. Bu yüzdendir ki, bireyler, onu kendi öz­
leriyle beslediklerinde ancak, yapı olan bireysel bir ‘yapı’ için zaman gelir
ki, yaşayanlar bu yapıdan -onu anlamsız bir hayalet olarak değerlen­
direrek- geri çekilip yeni gruplar oluşturacaklardır. Ben, böylece, ‘devlet’
olarak adlandırdığım yapıdan, aşkımı, mantığımı, rızamı ve irademi geri
çektim. Bunu nasıl isteyebiliyorsam, gerçekleştirebilirim de. Siz bunu
yapamıyorsanız eğer, bunu, işin özüne değil kendi kişiliğinize bağlamak
gerekir.” (Landauer'm 25.1.1926 tarihinde Margarete Susmann’a yazdığı
bir mektuptan alınmıştır. Landauer, G., Sein Lebensgang in Brieferı [Mek­
tuplarla Yaşamı], yayına hazırlayan: M. Buber 1929, Cilt 2, s. 122.) Buna
karşıtlık oluşturan bir metin için ise, Hegel'den alınan şu metne bkz.:
“Bireyin varolup varolmaması; bireylerin yaşamını yöneten, süreklilik ve
güç anlamı taşıyan nesnel ahlîkîliğin unsurunda değildir. Bu yüzdendir ki,
halklar ahlâkîliği ebedî adalet, özleri itibariyle daima varolan tanımlar
olarak tasavvur etmişlerdir. Ki, bireylerin buna karşın yönelttikleri kendini
beğenmiş tavır ve hareketleri sadece ve sadece dalgaların kıyıya vurması
gibi bir oyun olarak kalmaktadır” (Hegel: Grundlinien der Philosophie des
Rechts [Hukuk Felsefesinin Prensipleri], yayına hazırlayan: Lasson:
Philosophische Bibliothek [Felsefe Kitaplığı], Cilt 124, s. 325-326, 94. §
145’e ek olarak.)
A slında sosyolojik bir bilinç tarihi çerçevesin de duran, bizim
daha dar olan b ağlam lılığım ız için, betim lenm iş çağda tinsel yapının
en önem li şekildeğişim lerin in ütopik olanın şekildeğişim in den
hareketle kavranılabileceği ortaya çıkmıştır. Buradan hareketle,
gelecek için âdeta kendi kendini tam am lam ış ve kendini sadece
k esiksiz olarak yeniden üreten bir dünyada, mutlak bir id eolojisiz-
liğin v e ütopyasızlığın prensip olarak mümkün olduğuna ilişkin bir
sonuca varmak mümkündür. A ncak, dünyam ızdaki varoluşsal aş-
kınlığın bütünüyle yok ed ilm esi, İnsanî iradenin sönüp gid eceğ i bir
n esn elliğe yol açacaktır. Burada, varoluşsal aşkınlığın iki şekli
arasındaki en önem li farkı da görm ek mümkündür: İdeolojik olanın
çöküşü, sadece belli tabakalar için kriz anlamını taşırken, v e ide­
olojinin deşifre ed ilm esi d olayısıyla oluşan n esnelliğin toplum un
bütünü açısından her zaman bir özaydm lanm a anlamını taşım ası
sonucunda; ütopik olanın büsbütün yok oluşu, insan oluşum unun
şeklinin d eğişm esi anlamına gelirdi. Ü topyanın yok olm ası, bizzat
insanın bir nesne haline dönüştüğü durağan bir nesnellik doğurur.
D üşünülebilen en büyük paradoks m eydana gelirdi: U zun v e
fedakârlıklarla dolu kahramanca bir gelişim den sonra -tarihin kör
kader olm aktan çık ıp yaratılm ış o ld u ğ u - b ilincin en yü ksek
aşam asına ulaşm ış olan insanoğlunun, ütopyanın farklı şekillerinin
yok olm asıyla birlikte tarih yapm a iradesinden ve b öylece tarihten
ders alma yeteneğinden mahrum kalması.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Bilgi Sosyolojisi

1. BİLGİ SOSYOLOJİSİNİN ÖZÜ


VE ETKİ ALANI

a) B ilgi Sosyolojisinin
Tanımı ve Sınıflandırılması.
B ilg i sosyolojisi; teori olarak bilginin sözüm ona “varoluşa b ağ­
l ıl ığ ıy la ilgili bir öğretinin ortaya konulup geliştirilm esini, v e ta-
rihsel-sosyolojik bir araştırma dalı olarak da bu “varoluşa b ağlılı­
ğ ı n geçm işin ve şim d iki zam anın b ilg iy le ilgili çeşitli içeriksel d e­
ğerleri doğrultusunda vurgulanm asını üstlenen, yeni oluşm uş bir
so sy o lo ji disiplinidir.
B ilg i S osyolojisi; araştırma konusu olarak, düşünm enin günü­
m üzün kriz şartlarında açığa çıkan teoriler ve düşünce biçim lerinin
toplum sal bağlılığım seçmiştir. B ö y lec e, bir yanda, “varoluşa bağlı­
lığ ın ın kavranabilir kıstaslarının belirtilm esi, öte yandan ise, bu
problem üzerine kayıtsız şartsız v e radikal bir şekilde düşünerek,
bilginin teori dışı koşullarının günüm üz şartlarına karşılık g eleb ile­
cek uygun bir teorinin geliştirilm esi sürecinde m eydana gelm iştir.
B iz bu y ep y en i g e lişm e çe rç ev e sin d e , g ö r e c iliğ in , b ilim
karşısında duran, m uğlak, üstünde fazla düşünülm em iş d olayısıyla
verim siz biçim inin üstesinden ancak, gittikçe daha net ortaya çıkan
d olaylılık m om entlerini düşünm enin sonuçları bağlam ında am a dü­
şünsel açıdan çözüm e ulaştırılm am ış b içim iyle m uhafaza ederek
gelebiliriz. Buna karşın b ilgi sosyolojisi; problem leri, bilginin top­
lumsal varoluşa bağlılığına ilişkin bilgilerden ürkekçe sakınarak
çö zm ey e çalışm az; tersine problem i, bu bilgileri bizzat bilim in uf­
kuna katıp bilim sel sonuçların düzeltici m ekanizm ası biçim inde
kullanarak çö zm eye çalışır. A ncak bu bilgiler, bu yapılırken, hâlâ
muğlak, hatalı ve abartılı görünüyorlarsa, bilgi sosyolojisi onları
doğruluk d üzeyine indirgeyerek yöntem sel eg em en liğin e yaklaştır­
mayı amaçlamaktadır.

b) B ilgi S osyolojisi ve İdeoloji Ö ğretisi.


B ilgi so syolojisi ile farkını gittikçe daha net bir şekilde vurgula-
yabilen ve yin e çağım ızda ortaya çıkan ve gelişk in ideoloji öğretisi
arasında yakın bir ilişki vardır. İdeoloji öğretisi, insanların ve ö z e l­
likle de siyasi partilerin taraflılıklarının, az ya da çok bilinçli yalan­
larının ve m askelem elerinin foyasını ortaya çıkarmayı görev bilir.
B ilgi sosyolojisi; yalana ya da m askelem eye yol açan az ya da çok
bilinçli bir irade tarafından b elli bir yöne itilen ifade örneklerinden
ziyade, örneklerin, tüm öğeleriyle birlikte toplum sal yapının ve bu
yapının farklı noktalarında bulunan gözlem cilere görünürde, ama
zorunlu olarak nasıl farklı farklı yansıyabildiğim inceler. D em ek ki
tüm bu örneklerdeki ifadelerin “tek taraflılığf’nı ve “yanlışlığı”nı
m askelem e am acı d eğil, tarihsel-toplum sal m ekânda farklı farklı
konum lanm ış özn e biçim lerinin birbirinden kaçınılm az biçim de
farklı olan bilinç yapıları belirler.
Bu ikilik doğrultusunda, “yan lış”ın ve “doğru olam ayan”ın sa­
d ece ilk b içim ine tekabül eden biçim lerini id eoloji öğretisiyle iliş-
kilendirm ek istiyoruz. Buna karşın, az ya da çok bilin çli bir sahte­
liğin sonucu olm ayan bir bakış açısının tüm tek taraflılıklarını ide­
oloji öğretisinin dışına taşıyarak bilgi sosyolojisin in konusu duru­
muna getirm ek istiyoruz. Eski tip ideoloji öğretisinde, yanlış bakış
açısı ve yanlış ifade ile ilgili bu iki olasılık henüz birbirine karışabi­
liyordu. Ayrıca, bu ikilik doğrultusunda, eskiden aynı şekilde “ide­
oloji” d iye adlandırılan bu olası yanlış ya da tek taraflı bakış açısıy ­
la ilişkili iki b içim i birbirinden giderek daha keskin bir şekilde ayırt
etm ek yararlı olacaktır. Bu bağlam da kısm î ve bütünlükçü ideoloji
kavramlarından söz edilecektir; ve ilkini, “yan lışlığı”nı psikolojik
bir düzeyde cereyan eden, istenm iş ya da istenm em iş olan, bilin ç­
li, yarı bilinçli ya da bilinçdışı, ya da özaldatmalara borçlu olan ve
yalanın yapısına az ya da çok sahip olan bir öznenin ifadeleri diye
anlayacağız.
Bu ideoloji kavramını; daima sadece öznenin gizlem e, sahtelik
ya da yalan olarak n itelediği b elli ifadeleriyle ilişkilendirilebildiği,
buna karşın ifade eden öznenin tüm düşünsel yapısm m hakikatına
dokunmadığı için kısm î olarak adlandırmak istiyoruz. O ysaki bilgi
so syolojisin d e tam da bütünlüklü olarak bu düşünsel yapı, belli dü­
şünce akımlarında ve tarihsel “k olek tif özneler”de problem haline
gelm ektedir. B ilgi sosyolojisi; düşünceyi yanılm aların ve m askele­
m elerin ortaya çıkab ileceği ifadelerin pratik düzeyinde d eğil, tüm
insanlar için kolayca ve hiçbir şekilde tek düze olm ayan, am a daha
çok tarihsel-toplum sal g elişim i boyunca farklı farklı biçim lere bü­
rünüp aynı konunun farklı yönlerini m eydana getirebilen oluşum cu,
tinsel bilim lerle ilgili düzeyde eleştirm ektedir. Bütünlükçü ideoloji
kavramı konusunda artık yalanla ilgili şüphe sö z konusu olm adığı
için, bilgi so sy o lo jisiy le ilgili analiz alanında da “id eoloji” k elim e­
si ahlâkî yönden pejoratif bir anlam (yani bir sövgü sözcüğü anla­
m ı) taşımaktan ziyade, tarihsel-toplum sal yapıların ifade yapılarının
içine ne zaman ve ne anlamda girip, bu ifade yapılarını som ut ola­
rak ne anlamda b elirleyeb ilecek leri sorusuna cevap arayan bir araş­
tırma am acının işaretini taşımaktadır. B ilgi sosyolojisi alanında, ay­
rıca, fazlasıyla sıkıntılı hale gelm iş olan “ideoloji kavramı”nı gittik­
çe daha az kullanm aya çalışacağız; buna karşın bilgi so syo lo jisiy le
ilgili kullanım da bir düşünürün “varoluşa - y a da k onu m a- bağlı
veçhesel yapı”sından söz edeceğiz.
2. BİLGİ SOSYOLOJİSİNİN İKİ PARÇASI

A) Bilginin Varoluşa Bağlılığı İle İlgili


Bir Teori Olarak Bilgi Sosyolojisi
D em ek ki bilgi sosyolojisi, bir yanda, bilginin varoluşa bağlılığı
ile ilg ili bir teori olarak (B ölü m 2 A ), ayrıca da tarihsel-sosyolojik
bir araştırma yöntem i olarak (bkz. B ölüm 5, s. 324) karşım ıza çıka­
bilmektedir. Teori olarak ise, karşım ıza ikili biçim de çıkabilm ekte­
dir. Bir yanda, bilginin varoluşa bağlılığıyla ilg ili olgunun sadece
verili durumunu (gerçek liğini) tespit eden bir öğreti olabilir; b öyle
olduğunda, kendini varoluşa bağlılığı açısından olgusal olarak tespit
etm ek, betim lem ek ve yapısı doğrultusunda çözüm lem ekle sınırla­
maktadır. A ncak öte yandan ise, bunun ardından gelen düşünsel bir
adım la varoluşsal gerçeğin ep istem olojik önem ini problem haline
getirm eyi görev bilen ep istem olojiyle bağlantılı bir öğretiye dönü­
şebilm ektedir (bkz. B ölüm 2 B , s. 303).
B ilg i so sy o lo jisiy le ilgili teorileri, buna göre, iki aşam ada ele
almak gerekir: a) ilkin, bu varoluşa bağlı bilginin varlığıyla v e ö z e l­
liğ iy le ilgili ampirik bir teori (ampiri hakkında bir teori) olup olm a­
d ığı anlamında; b) İkincisi, bu gerçeklikten hareketle epistem olojik
sonuçlar çıkarıp çıkarmadığı anlamında. B ilgi sosyolojisi, bu anlam ­
da, gerçek düşüncenin varoluşa bağlılığıyla ilg ili yeni ampirik bir
araştırma yöntem i olarak (epistem olojik sonuçlarına katılmamakla
birlikte) elbette olumlanabilir.

Varoluşa Bağlılığın
G erçekliği H akkındaki Öğreti.
B ilg i sosyolojisin i -şim d iy e kadar ki b ölüm lem eye uyarak, ve
ilk başta m ümkün olduğunca ep istem olojik sonuçları g ö z ardı ed e­
re k - gerçek düşüncenin varoluşa bağlılığıyla ilgili bir teori olarak
betim lem ek istiyoruz. Bu bağlam da ön celikli olarak varoluşa ba ğ ­
lılığın ne anlam a geldiğini aydınlığa kavuşturmak gerekecektir. Bu
en iyi şekilde nasıl yapılabilir? Bu her halde, en net şekilde şu nok­
talara işaret edilerek yapılabilir. A şağıdaki iddialann doğruluğunu
ortaya k oyabildiğim iz takdirde, bu düşünce alanlarında, düşünce­
nin varoluşa bağlılığının varlığı tespit edilm iş bir gerçek olarak var-
sayılabilir: a) B ilgi süreci gerçekte “içkin gelişim yasaları” doğrul­
tusunda tarihsel olarak, “konu itibariyle” ve “salt m antıksal olasılık ­
lar” tarafından yönlendirilerek, içsel “tinsel bir diyalektik” tarafın­
dan sürüklenm ekle m eydana gelm ez; düşüncenin oluşum u v e şe­
killenm esi, birbirinden çok farklı olan “varoluşsal etm enler” d iye
adlandırılan teori dışı etm enlerin belirgin noktalarında belirlenm ek­
tedir; b) B ilg iy le ilgili som ut içeriksel değerleri belirleyen bu varo­
luşsal etm enler hiç de ön em siz, hiç de “sad ece oluşum cu bir ö-
nem ”e sahip değildir; içeriğe ve şekle, içeriksel d eğere v e ifade ed i­
liş biçim ine nüfuz edip deneyim ve gözlem le ilgili bağlam lılığın ka­
pasitesini ve algılam a yoğunluğunu, kısacası: Bir bilginin veçhesel
yapısı olarak adlandırabileceğim iz her şeyi belirlemektedir.
Bilgi sürecini yönlendiren toplum sal süreçler. D üşü n ce tarihine
gerçekte teori dışı etm enlerin nüfuzuna ve bilginin varoluşa b ağlılı­
ğıyla ilgili ilk kıstaslar grubuna gelin ce, bu konuda tinsel tarih an­
lamında yapılm ış olan sosyolojik yön elim li yeni araştırmalar g id e­
rek daha fazla kanıt sunmaktadır. Zira daha şim diden şu kadarı b el­
li ki, tinsel tarihle ilgili bundan önceki yönelim de, tinsel olanın d e­
ğişim i alanında her şeyin “tin”den hareketle kavranılm asına ilişkin
a priori, toplum sal sürecin “tinsel olan”a m uhtem el nüfuzunun k eş­
fine götüren yolun önü başından itibaren kapatılm ıştı. Bu ön selliğin
yum uşatılm asından itibaren, giderek artan yoğunlukla,
a) bu problem i ancak, ortaya atılış biçim i sırasında, form üle edi­
liş ön cesin d e cereyan eden problem lem atikleştirici bir yaşam sal
eylem in m eydana getirdiği,
b) bilgi edinende, m alzem enin çokluğu içinden seçim yaptığı sı­
rada, iradeci bir eylem in söz konusu olduğu ve,
c) üslubun karakteristik niteliğinde (problem in e le alınış b içi­
m inde) işin içinde canlı güçlerin olduğu,
som ut olarak görünmektedir.
Bu araştırmalar bağlam ında söz, teorik olanların arkasında duran
bu canlı, iradi güç ve yaklaşım lara geldiğinde, onların hiçbir şek il­
de sadece bireysel nitelikler taşım adıkları, giderek daha da netleş­
mektedir. Yani kökenlerini ön celik li olarak düşünen tekil bireyin
bilinçlenen iradesinde d eğil, daha çok bu bireyin arkasında duran,
bireyin sad ece düşünceleriyle, ön ced en belirlenm iş özelliklerine
katıldığı bir grubun, kolektif iradî bağlam lılığm da yatmaktadır. Ayrı­
ca bu bağlam da, düşüncenin v e bilm enin büyük bölüm ünü - o n la ­
rın bu varoluşa bağlılıklarım , k olek tif için var olmaları kavranılma­
d ık ç a - hiçbir şekilde anlayam ayacağım ız da giderek daha çok net­
leşm ektedir.
Bu anlamda, burada teorinin “varoluş”tan hareketle oluşm asına
neden olarak, birçok yönlendirici toplum sal sürecin tümünü sırala­
yanlayız. Bu yüzden kendim izi tipik bir örnekle sınırlamak zorun­
dayız (ki, bunun ayrıntılı ispatı için sunulan kaynakçaya başvurma­
yı tavsiye ederiz).
Teori dışı süreçlerin, bilm enin ve kavramanın oluşum unu y ö n ­
lendirdiklerine ilişkin bu türden bir örnek, rekabettir. Zira rekabet;
pazar m ekanizm asından hareketle ekonom ik ey lem selliğ i ve p oli­
tik—toplum sal olayların yanı sıra, harekete geçirici bir içtepi olarak
“dünya hakkındaki [farklı] yorum biçim leri”ni de yönlendirm ekte­
dir. Zira bu yorum biçim leri, toplum sal arka plan yeniden inşa ed il­
diğinde, dünyaya hükm etm ek için m ücadele eden belli grupların
tinsel tem silcileri olarak ortaya çıkmaktadır.
Görünmez yönetici güçler olarak kavramanın arkasında duran o top­
lumsal arka planın kendini gittikçe daha belirgin bir biçimde göstermesi,
günümüzde bilinenlerin bulunduğu aşamada şöyle bir tabloyu meydana
getirmektedir: Düşünceler ve bilgiyle ilgili içeriksel değerler, daha önce
de bahsedildiği üzere, büyük dâhilerin ansızın akima gelen fikirler olarak
ortaya çıkmazlar. Dâhiyane fikirlerin arkasında da, düşünen bireyin önün­
de belirlenmiş olarak duran, ancak asla “tin” olarak varsayılmaması ve öz-
selleştirilmemesi gereken kolektif-tarihsel bir deneyimsel bağlamlılığın
karakteristik tarzı durmaktadır. Daha yakından bakıldığında, aynı zaman
içerisinde, sadece tek bir deneyimsel bağlamlılığın (örneğin halk tini öğre­
tisinde düşünüldüğü gibi), sadece tek bir düşünce akımının varolmadığı;
ayrıca “dünya”nın çeşitliliğini, ancak aynı anda birbirine karşıt birkaç tu­
tum içinde bulunan düşünsel eğilimin, “ortak” deneyimsel dünyayla ilgili
sürekli değişen yorumlara ulaşabilmek için mücadele etmesi sonucunda
kavrayabildiğimiz ortaya çıkmaktadır. Ancak bu somut birbirine karşılığın
anahtarı hiçbir şekilde “kendinde nesne” (Gegenstand an sich) değil (zira
ondan hareketle bu birbirine karşılığın niçin bu denli farklı “kırılmalar”
şeklinde oluştuğu anlaşılamazdı), daha ziyade, tüm çeşitlilikleriyle, bek­
lentiler, istemler ve temel deneyimsel içtepilerdir. Demek ki her ayrıntılı
analiz toplumsal alanda birbirinden farklı olan deneyimsel içtepilerin oyu­
nuna ve karşı oyununa geriletildiğinde, somut deneyimsel içtepileri birbi­
rine karşı iten gücün bizzat teoride bulunmadığını, daha ziyade bu farklı ve
birbirine karşı zıt tutum içinde bulunan deneyimsel içtepilerin onları kap­
sayan ve daha genel grup istemlerinin unsurunda kenetlendiği görülmek­
tedir. Görünürde “salt teorik olan taraflılıklar”, (tam da asıl gözlemsel içte­
pilerin üstü örtülü ara halkalarını yeniden inşa eden) bilgi sosyolojisi ile
bağlantılı analizin ışığında çoğu zaman dünya görüşüyle ilgili çeşitlilikler­
le temellendirilmektedir; ki bu çeşitliliklerin, birbirine karşılıklılığı, birbi-
riyle mücadele eden grupların somut karşıtlığı ve rekabeti tarafından örtü­
lü bir şekilde yönlendirilmektedir.
İçlerinden farklı dünyalara ilişkin yorum ve bilgi biçimleri arasındaki
gerilimlerin meydana gelebileceği birçok başka ve muhtemel kolektif te­
mellerden sadece birini gösterecek olursak, bu kuşaklararası problem ola­
bilir. Ki bu problem de, çoğu zaman, belli bir zamanda belli bir toplumsal
mekânda mevcut olan teorilerin ve bakış açılarının seçme, şekillenme ve
karşıtlaşma prensiplerini belirlemektedir. Bu bağlamda, rekabetin ve kuşa­
ğın tinsel gelişim açısından sahip olduğu önem hakkında edindiğimiz bilgi
bileşimlerinden, “içkin tinsel tarihi” çerçevesinde “tinsel diyalektik” ola­
rak yorumlanan tarihsel hareket biçiminin, bilgi sosyolojisinden hareketle,
büyük çapta, kuşaklar değişiminin ve rekabetin tinsel tarihe taşıdığı hare­
ket ritmi içinde eritilebileceği sonucu çıkmaktadır.
Toplum ve düşünce biçimlerinin incelendiği bu bağlamda, M. We-
ber’in sistematikleştirme amaçlarının büyük bölümünün skolastik bir arka
planla temellendiğine, “sistematik” düşünme isteminin hukukî ya da bi­
limsel ekollerin varoluşunun bağlılaşımı olduğuna, ve bu düşünsel düzen­
leme biçiminin kökenlerinin çoğu zaman eğitim sisteminin sürekliliğinde
aranması gerektiğine ilişkin gözleminden de bahsetmek gerekir (bkz.: M.
Weber: “ Wirtschaft und Gesellschaft" [Ekonomi ve Toplum], özellikle de
hukuk sosyolojisi ile ilgili bölüm.) M. Scheler'in çeşitli bilgi biçimlerini,
içinde ancak oluşup gelişebilecekleri belli grup biçimleriyle ilişkilendir-
mesine ilişkin önemli uğraşları da bu alana girer (bu bağlamda özellikle şu
iki eserine bkz.: “Die Wissensformen und die Gesellschaft" [Bilgi Biçim­
leri ve Toplum], ve “Die Formen des Wissens und die Bildung" [Bilgi Bi­
çimleri ve Eğitim].)
Bilgi biçimleri, bilgiyle ilgili içeriksel değerler ile onları taşıyan belli
toplumsal gruplar ve süreçler arasındaki ilişkinin ne anlama geldiğinin an­
laşılır kılınması için, bu kadarı yeterli olmalı.
Toplum sal sürecin veçhesel yapıya kurucu b içim de nüfuz
etmesi. Toplum sal sürecin içinde sayılabilecek sadece ikincil dere­
ce önem taşıyan bu varoluşsal etm enlere, sadece oluşum cu koşul,
gerçek anlamdaki oluşum un sadece ön koşulları olarak mı bakılm a­
lı (yani bu etm enler sadece “oluşum cu” bir önem m i taşımaktadır?),
ya da bunlar som ut iddiaların veçh esel yapısına mı nüfuz etm ekte­
dir? Bundan sonraki soru bundan ibaret olacaktır. Zira, idrakin top­
lum sal v e zam ansal gelişim i sad ece bir bilginin m eydana gelip
gerçekleşm esine borçlu olsaydı eğer, o zam an, tarihsel-toplum sal
oluşum un tinsel bilim ler açısından ön em i olm azdı. Bu durumda,
bilgi tarihinin iki çağı; belli bilgiler daha eski olanda henüz ed in ile-
m ediğinden ya da belli yanlış fikirlerin hâlâ varolm ası nedeniyle,
daha sonraki çağda ise, bu bilgilerin ed in ilm esi sonucunda yanlış
fikirlerin düzeltilm esi nedeniyle ancak birbirinden farklılaşm ış o-
lurdu. (H er ne kadar tam da günüm üzde sağın doğa bilim lerinin ka­
tegorik yap ısıyla ilgili d eğişm ez düşünceler, “klasik fiziğin ” mantı­
ğına kıyasla, oldukça sarsılm ış olsa da) eski b ilgiyle daha sonraki
bilgi arasındaki bu ilişkinin sağın doğa bilim leri için geçerliliği id­
dia edilebilirken; eski evrelerin çürütülm üş yanıltılar olarak basitçe
geride bırakılm asına ilişkin ispat, örneğin tinsel tarihte bu kadar ko­
lay g erçek leşem eyecek gibi görünüyor. Zira tüm zamanlar v e içle­
rinde farklı farklı şekillerde mümkün olabilecek bakış açıları, büyük
çapta tem elden hareket edip “aynı” n esn elliği yeni bir veçh esel ya­
pı bağlamında kavrama ö zelliğin e sahiptirler.
Bu yüzdendir ki, tarihsel toplum sal sürecin bilginin ço ğ u alanı
için kurucu önem taşıdığı savının en kolay tem ellendirilm esi, bu
savların insanların genel som ut iddialarından hareketle ne zam an ve
nerede m eydana g eld iğin e, ne zam an ve nerede ifade ed ild iği ger­
çeğ in e işaret ed ilm esiyle mümkündür. Sanat tarihi; her olu şum la il­
gili unsurun yalnızca belli tarihsel anlarda müm kün olduğunu v e o
anın özelliklerini içinde taşım ası nedeniyle de sanatsal çakışm aların
gayet net v e belirgin bir biçim de tarihsel başlangıçlar konabilecek
stiller içerdiğini gösterm iştir. Aynı şey bir bilginin içerdiği “v eç h e­
sel yapı”yı, onu gittikçe daha da netleşen kıstaslar doğrultusunda
belirleyerek, düşünce alanı içinde, m utatis mutandis, geçerlidir.
D üşünce biçim lerinin birbirinden ayırt ed ilebilm esi için gereken o l­
gusal niteliklere ilişkin giderek netleşen bilgilere ulaşılm ası nede­
n iyle, -n a s ıl tablolara tarih koym ak m ü m k ü n se- düşünce b içim le­
rine de b öyle bir tarihin konulabilm esi müm kün olmaktadır. D ün­
yanın birey tarafından, bu şekilde ne zaman v e nerede algılandığı
ise, sadece v e sadece düşünsel yapının katıksız analiziyle belirlene­
bilir. Dahası; analiz yöntem inin yardım ıyla dünyanın, birey tarafın­
dan niçin bu şekilde algılandığına ilişkin soruya yanıt bulmak da
mümkündür.
(En basit tem el biçim i örnek verm ek gerekirse) 2 kere 2 eşittir
4 ifadesinden hareketle bunu kim in, ne zaman v e nerede dile getir­
d iğin e ilişkin bir şey söylen em ez, fakat her zam an, tinsel bilim le il­
gili tarihsel bir eserden, onun “tarihsel ek o l”ün, “p ozitivizm ”in ya
da “M arksizm ”in veçh esel yapıları içinde oluştuğuna ve bu yapıla­
rın hangi aşam asında bulunduğuna ilişkin kesin sonuçlar çıkarılabi­
lir. Sonuncu türden ifadeler sö z konusu olduğunda, gözlem cin in
“bakış a ç ıs ın ı. . . [bilginin so n u c u n a ]. . . aktarm a" sından v e “var-
oluşsal gö recilik" ten, yani bu ifadelerin arkasında bulunan “varo-
luş”a bağlılığından sö z edebiliriz, ve bu ifadelerin karşısına karar
veren öznenin bakış açısının - e n azından tarafımızca algılanabilen
b içim d e- aktarılmadığı ifadelerini koyabiliriz (örneğin yukarıdaki
sözü edilen 2 kere 2 eşittir 4 ifadesinde olduğu gibi).
Veçhesel yapı, bu anlamda, bir kimsenin bir şey e nasıl baktığım ,
onu nasıl algıladığını ve bir olayı düşüncesinde nasıl inşa ettiğini
adlandırır. Bu bağlam da, düşüncenin salt form el belirlenişinin öte­
sinde bir anlam taşıyan veçhe, bilgi oluşum unun v e gelişim in in ni­
teliksel m om entleriyle de ilişkilidir; ki bunlar, sadece form el bir
mantık tarafından ihmal edilm ek zorunda kalınan momentlerdir.
Form el-m antıksal belirlenişlerini (örneğin çelişk iler aksiyom unu
ya da kıyas form üllerini) özd eş bir biçim de uygulasalar b ile, iki in­
sanın yin e de özd eş olm am ası, tersine aynı konuyu çok farklı biçim ­
lerde değerlendirm eleri, tam da bu m om entler nedeniyledir.
Bir ifadenin veçh esel yapısının karakterize ed ilebilecek nitelik­
lerinden, dayanaklarını belirlenebileceği kriterlerden sadece birka­
çını gösterm ek istiyoruz burada: Uyarlanan kavram ların anlam ana­
lizi, karşı kavram fenom eni, belli kavramsal eksiklikler, kategorik-
aparatın oluşum u, hükm edici düşünsel m odeller, soyutlam a aşam a­
sı ve şart koşulan ontoloji. A şağıda, birkaç örneklem eye gidilerek,
bu nitelik v e kriterlerin veçh esel yapıların analizindeki uygulanabi­
lirliğine işaret edilip aynı zam anda konumun ne denli derin bir ba­
kışa nüfuz ettiği gösterilecektir.
Aynı sözcüğün, aynı kavram ın toplumsal konum lan açısından
farklı insanların ve düşünürlerin ağzında çoğu zam an çok farklı an­
lamlar taşıdığına ilişkin gerçekle başlayacağız.
Örneğin on dokuzuncu yüzyılın başında geleneksel-muhafazakâr bir
kişi “özgür”lükten bahsettiğinde, her tabakanın kendi imtiyazları (“özgür­
lükler”!) doğrultusundaki yaşama hakkını kastetmekteydi. Romantik-mu-
hafazakâr, protestan-dinî eğilimli akımın mensuplarından birisiyse eğer,
her bireyin, bu “içselleştirilmiş özgürlük kavramı” anlamında, bireysel açı­
dan emsali olmayan kendi içsel biçimlendirme ilkeleri doğrultusundaki
yaşama hakkını kastetmekteydi. Her ikisi de “niteliksel özgürlük kavramı ”
doğrultusunda düşünmekteydi, çünkü özgürlükle ya tarihsel ya da içsel bi­
reysel özellikleri muhafaza etme hakkını kastetmekteydiler.
Aynı dönemin liberali, “özgürlük”ten bahsettiğinde, tam da geleneksel
muhafazakâr için tüm özgürlüklerin temeli olarak değerlendirilen imtiyaz­
lardan özgür kılınmayı, yani özgür olmanın tüm insanların aynı temel hak­
lara sahip olması anlamını taşıdığı “eşitlikçi özgürlük kavramı ”nı kastet­
mekteydi.
Liberal özgürlük kavramı, bir toplumun hukuksal açıdan eşitsizlikçi
dışsal düzenini devirmek isteyen bir gruba ait olan bir kavramdı; muhafa­
zakâr özgürlük kavramı ise, dışsal düzeni değiştirmek istemeyen, bu yüz­
den, dıştan bakıldığında, -bir yandan- her şeyin alışagelmiş yegâneliğiy-
le sürdürülmesini isteyen, -öte yandan- (mevcut olana destek sağlamak
için) özgürlük problemini dışsal politik alandan içsel apolitik alana çek­
mek zorunda olan bir tabakaya tekabül etmekteydi. Demek ki liberalin
kavramın ve problemin sadece bir yanını, muhafazakârın ise sadece öteki
yanını görmesi (bu konuyla ilgili yazarın “Muhafazakâr Düşünce” adlı ese­
rine bkz., s. 90 ve sonrası), şüphe götürmez ve ispat edilebilir biçimde top­
lumsal ve politik oluşum içindeki konumlarına bağlıdır. Kısacası: Gözlem­
sel ışın, daha kavramın oluşumu sırasında, gözlemde bulunan iradeden
kaynaklanmaktadır. Bu ışın belli bir tarihsel-toplumsal grubun kavranıl­
ması gereken olgudan talep ettiği şeye yönlendirilmektedir. Ve böylece her
kavram âdeta kendi içinde, olası deneyimsel malzemeden, salt arayış için­
deki iradi merkezden hareketle algılanabilir ve birleştirilebilir olanı yoğun­
laştırmaktır. Örneğin muhafazakâr “halk ruhu” kavramı, muhtemelen ileri­
ci olan “çağımızın zihniyeti” kavramının karşıtı olarak ortaya atılmıştır. De­
mek ki, bizzat belli bir kavram hâzinesinin kavramları, belli şekilde ko­
numlanmış tabakaların veçhesel yapılarına doğrudan ulaşılabilmesine öna­
yak olmuştur.
Kavram eksikliği, sadece bir veçhenin değil, yaşam mücadelesinde
belli bir dinamiğin eksikliği anlamına gelmekteydi: Örneğin “sosyal” kav­
ramının tarihsel olarak nispeten geç ortaya çıkması, içinde öngörülen yön­
de deneyim nesnelerine daha önceden danışılamadığma, yani aynı zaman­
da belli bir deneyim biçiminin mevcut olmadığına ilişkin bir kriterdir.
A ncak birbirinden farklı konumlandırılmalar söz konusu oldu­
ğunda, yaln ızca som ut anlamsal değerleriyle kavramlar farklılaş­
m az, bu anlamda kategorilerin de farklılaşm ası mümkündür.
Örneğin yukarıda değinilen çağın muhafazakârlığında olduğu kadar (ki,
ancak bu çağ bu problemler doğrultusunda bilgi sosyolojisiyle ilgili olarak
inceden tetkik edilmiş olduğundan, örneklerimizin neredeyse tümünü ora­
dan alıyoruz), günümüz muhafazakârlığında da temel olan, betimleyici bü­
tünlüğü içindeki mevcut deneyimsel malzemeyi bölmekten ziyade onu
âdeta özellikleriyle belirlemeye çalışan morfolojik kategoriler kullanma
eğiliminde olmasıdır. Bu morfolojik yaklaşıma karşın, yeniden birleştirile­
bilen, genel anlamda belirlenebilen unsurlara ulaşıp, onları işlevsel bir me­
kanizmayla ya da nedensellik kategorisiyle yeniden birbirine bağlamak
için doğrudan mevcut olan bütünlüğü başta parçalayan analitik yöntem, o
dönemlerde sol eğilimli düşünce biçimleri arasında sayılmaktaydı. Bu bağ­
lamda sadece farklı konumda bulunanların farklı şekillerde düşünmelerine
ilişkin gerçek değil, deneyimsel malzemeyi niçin farklı kategoriler çerçe­
vesinde düzenlediklerine ilişkin neden de anlaşılır kılınabilmektedir. Zira
solcular halihazırdaki dünyadan yepyeni bir şey yapmak isterler; bu yüz­
den de somut durumu daima bir tarafa bırakırlar, soyut ve halihazırda ola­
nı, onu yeniden birleştirebilmek için, parçacıklarına bölerler. Kayıtsız şart­
sız kabul edilene, aslında değiştirilmek istenmeyene ancak biçimsel, mor­
folojik gözüyle bakılır; dahası: Bünyesinde hâlâ hareket halinde olanı for-
mel bir tarzda toparlayarak istikrara kavuşturmak, varoluşa (sırf olduğu gi­
bi olduğu için) hayır duaları okumak istenmektedir. Burada, soyut, görü­
nürde politik mücadeleden çok uzaklarda olan kategorilerin ve düzenleyi­
ci prensiplerin de ruhun ne denli metateorik aktivist hizaya getirilişinden
kaynaklandığı, bu kategorilerle prensiplerin pınarının ruhun ve bilincin he­
nüz “ideolojileşme” anlamındaki bilinçli bir “aldatma”nın henüz söz konu­
su olmadığı derin boyutlarında bulunduğu çok net bir biçimde ortaya çık­
maktadır.
B elli bir düşünce biçim inin veçh esel yapısını n iteleyeb ileceğ i­
m iz bir diğer etken, sözüm ona “d üşünsel m o d e lle r" dir, yani her­
kesin b elli bir konuya (onunla baş ed eb ilm ek için) düşünerek yak­
laştığında, gözünün önünde bulundurduğu m odel.
Örneğin, sağın doğa bilimlerinin konusal modelleri ve bunlardan hare­
ketle çıkarsanan kategoriler ve düşünsel yöntemler bir kez emsal teşkil et­
tiğinde, varoluşun diğer alanlarındaki şüphe oluşturan unsurun da (örne­
ğin toplumsal bünye alanında) buna uygun olarak çözüme ulaştırılabilece­
ğine ilişkin umutların doğduğu bilinmektedir. (Toplumsal olayların meka-
nist-atomistik inşa edilişi.)
Bu bağlamda, bütün bunlar (benzeri diğer konularda olduğu gibi) olup
biterken, toplumsal bünyenin tüm tabakalarının öncelikli olarak yalnızca
bu düşünsel modele yönelmemiş olması önemlidir. Örneğin o dönemlerde
büyük arazi sahibi asilzadeler, ya da mağlup edilmiş olan tabakalarla köy­
lüler, tarihin suskunlan arasındaydı; eğitimin kazanmış olduğu yeni nitelik­
leri, dünyaya yönelmenin yükselişte olan biçimleri, kendilerinkinden çok
farklı bir yaşamsal yapıya tekabül etmekteydi. Yönelimi doğa bilimleri
doğrultusunda olan ve yeni yeni yükselen dünyayla bağlantılı veçhenin bi­
çimleri, bu tabakalara adeta dışardan nüfuz etmekteydi. Ve toplumsal güç
oyunları; yukanda sözü geçen suskunluğa bürünmüş tabakaların aynı ya­
şamsal koşullardan hareketle sözcülüğünü yapan başka insan gruplarının
tarihin sahnesine yeniden ve biraz daha fazla çıkmasını sağladığında, işlev-
ci-mekaniksel düşünsel modele karşı, anında “organizma” ya da “kişisel-
cilik”le ilgili düşünsel modellere başvurulmuştur. Örneğin Stahl, bu geli­
şimin son noktasında bulunarak, düşünsel modeller ile politik akımlar ara­
sında daha o zamanlar bir ilişki kurabilmekteydi. (Devlet öğretisi tarihi,
Oppenheimer' in betimlemesinde [System der Sozfo/og/e/Sosyolojinin Sis­
temi, cilt II. Der 5?aai/Devlet] görünebileceği üzere, bu konudaki örnekler
için zengin bir kaynak teşkil etmektedir.)
N asıl verim li d üşü nü lebileceğin e ilişkin bir m odel, açık ya da
örtülü b içim iyle, aslında som ut olarak dile getirilen her problem in
ve onun yanıtının arkasında saklıdır; bu türden bir düşünsel m odelin
kökenleri v e yaygınlık alanı incelendiğinde, onun b elli toplum sal
birimlerin dünyasal yorum biçim leri ve konumlandırılmalarıyla
olan bağlantısını keşfetm ek mümkündür. Ayrıca donuk bir Marksist
anlayışa karşı; bu türden toplum sal birimlerin sadece sınıflardan
ibaret olm adığını, aynı zam anda kuşakları, yaşam çevrelerini, sek i­
leri, m eslek gruplannı, ekolleri vs. kapsadığını da vurgulamalıdır. Bu
türden farklılaşan toplum sal gruplar ve onlara tekabül eden kav­
ramların, kategorilerin ve düşünsel m odellerin farklılıkları dikkate
alınm adığında (yani bu anlamda altyapı-üstyapı problem i tüm aynn-
tılarıyla ele alınm adığında), bilgi m odellerinin ve veçhesel yapıların
düşünce tarihinde m eydana çıkan zenginliklerinin karşılığını ve bu­
na tekabül eden altyapının farklılaşmalarında bulmak m ümkün o la­
mayacaktır. A ncak bütün söylenenlere karşın, tüm bu grupların ve
toplum sal birimlerin arasında duran sınıfsal tabakalaşm anın en bü­
yü k önem e sahip olduğu da inkâr ed ilem ez. Zira, nihai olarak, yu­
karıda gösterilm iş olan tüm tekil toplum sal birim ler ancak v e ancak
onları tem ellendiren ve taşıyan üretim ve hâkim iyet ilişkileri bağla­
m ında oluşarak d eğişim e uğramaktadırlar. Ancak günüm üzdeki
araştırmacı, düşünsel m odellerin som ut çokluğu karşısında v e onla­
rı bir yere “ait kılm a” çabası güderek, kendi dışındaki m evcut top­
lum sal birim ve konumlandırılmaları hesaba katmayan kaba bir sı­
nıf kavramının ötesine geçm ek zorundadır.
V eçhesel yapıların buna benzeyen bir diğer niteliği ise, bir teo ­
rinin, soyutlam anın hangi aşam asında duraksadığını ya da bir b ilg i­
nin genel olarak oluşm asından ne derece sakındığını inceleyerek or­
taya çıkarılabilir.
Zira, bir teorinin bütün ya da tek bir konuyla ilg ili olarak göre­
celi bir soyutlam ada duraksayıp ileri aşam adaki bir som utlaştırm a­
nın önüne - o som utlaştırm ayı ya “yasaklı” ya da ön em siz ilan ed e­
r e k - en gel koym ası, asla bir rastlantı değildir. Çünkü g ö zlem ley e­
nin varoluşsal durumu bu konuda da belirleyicidir.
Bu bağlamda, tam da Marksizm ve onun bilgi sosyolojisinin meydana
çıkarttıklarıyla ilişkisi örneğinde olduğu gibi, bir bağlamlılık kendini çoğu
zaman belli bir konumlandırma çerçevesinde gösteren somutlaştırma şek­
liyle inşa edebilir. Bu konumlandırmaya bağlı kalan gözlemci, bu türden
bir somutlaştırmanın kendi içinde barındırdığı daha genel ve ilkesel olanı
ortaya çıkarmayı asla kendiliğinden bir biçimde başaramaz. Marksizm,
bilgi sosyolojisinin İnsanî düşüncenin genel anlamda varoluşsal bağlılığı­
na ilişkin temel yaklaşımını bu genel biçimiyle, çok daha önceleri ifade
edebilirdi; zira ideoloji öğretisinde, en azından, bu yaklaşıma götüren nü­
veleri keşfedebilmişti. Zımnen keşfedilen bu bağlamlılığm yine de genel
bir ifade biçimine ulaşamaması (ya da yalnızca kısmen açığa çıkma); bir
yanda, bu varoluşsal bağlılığının somut varoluşsal durum çerçevesinde,
ama gerçekte de yalnızca karşı tarafta gözlemlenebilmesiydi; öte yanda,
bilgi edinmenin bu somut izolasyonunun içinde saklı genel problematiğe
doğru ilerleyip bununla birlikte ortaya çıkan, kendi konumunu tehdit edici
problemlerin analizinden muhtemelen bilinçaltı nedenlerden dolayı uzak
durulmasıydı. Demek ki tek bir bakış açısının sınırlandıncılığı ve ortaya çı­
karttıklarını bilinç dışı yönlendiren iradeci içtepinin etkisi, açığa çıkarılan­
ların genel anlamdaki şekillendirilmesinin aşındırılması ve soyutlama yete­
neğine ket vurulması biçiminde göstermektedir. Açığa çıkarılanların doğru­
dan yansıdığı somutlaştırma biçiminin ötesine gidilmek istenmiyor —da-
hası: Olguyu varoluşsal bağlılık şekliyle anlamanın, genelde İnsanî düşün­
ce yapısını içerip içermediğine ilişkin bir s o r u n u n s o r u lm a s ın a b i l e m ü s a ­
a d e e d ilm e k is te n m iy o r . Marksizmin, sosyolojik gerçeklerin genel ifade
ediliş biçiminden uzak durması, çoğu zaman bakış açısının buna benzer bir
düşünsel yöntemiyle ilgili sınırlandırıcılığından kaynaklanmaktadır: Örne­
ğin, Marx ve Lukâcs’ın belirttikleri “şeyleşme”nin az ya da çok genel bir
bilinçsel olgunun, yoksa kapitalist şeyleşmenin, tam da bu olasılığın yal­
nızca bir biçimi olup olmadığına ilişkin sorunun sorulmasına müsaade edil­
memektedir. Olguların bu örnekte katica somutlaştırılıp tarihselleştirilmesi
belli bir konumlandırılmaya bağlı kalmaktan kaynaklanmaktadır; ki bunun
tam tersi -(Marksizm tarafından haklı olarak vurgulanan) en yüksek dü­
zeyli soyutlamaya ve biçimselleştirmeye yönelmek- tam da somut koşul­
ların ve yegâne dinamiğin üstünü örtmeye yarayabilir. Bunun bir örneği
“Formel Sosyoloji”dir.
Bu bağlamda, sosyolojinin olabilirliklerinden bir tanesi olarak “For­
mel Sosyoloji”nin önemi tartışılmazdır. Ancak kendini sosyolojik prob-
lematiğin daha ileri düzeyli somutlaştırılması karşısında s o s y o lo jin in ta
k e n d is i olarak gösteriyorsa eğer, bu, tarihsel olarak kendisinden önce ge­
len burjuva-liberal gerekçelendirme biçiminin teoride soyutlaştırıcı ve ge­
nelleştirici bakış açısının ötesine geçemiyor oluşuna benzer bir şekilde, bi­
linç dışı motiflerce yönlendirildiği anlamına gelmektedir. Toplumsal prob­
lemleri, örneğin kendi antagonizmalarından biri olan kapitalizmin antago-
nizmalarının görünür hale getirilebilecek düzeyde tarihsel açıdan somut­
laştırıp bireyselleştirilmesinden uzak durur; aynı burjuva tartışmalarında,
mülkiyetle ilgili bağlantılar, sınıf problemi ve bunların özgürlük ve eşitlik
için taşıdığı önemin kaçınılmaz olarak açığa çıkartabileceği özgürlük prob­
lemine, kaderci bir biçimde, her zaman yalnızca ilkesel açıdan ve nispeten
soyut, ama toplumsal alan düzeyinde değil, yalnızca p o l i ti k haklar düze­
yinde yaklaşma eğiliminde bulunmak istenildiği gibi.
Kısacası, problem e yaklaşım , ilgili problem atiğin düzeyi, soyut­
lama düzeyi, ayrıca da ulaşılm ası istenen som utlaştırılm a düzeyi;
tüm bunlar aynı şekilde toplum sal açıdan varoluşsal bir bağlam lı-
lık içindedirler.
N ihai olarak bir de her bir düşüncenin içerdiği tem el tabakaya,
varsayılan ontolojiye ve onun toplum sal farklılaşm alarına, d eğ in ­
mek gerekir. Bununla ilgili problem atiğe, tam da düşünce v e idrak
etm ede ontolojinin sahip olduğu büyük ön em n ed en iyle, sadece y ü ­
zey sel olarak değinm enin anlamı yoktur, bu yüzden bu konuyla il­
gili başka betim lem elere de d eğ in eceğ iz (bkz.: “D as konservative
D enken ” [M uhafazakâr D üşünce] adlı eserim e, s. 4 8 9 ve sonrası,
özellik le de s. 494; ayrıca s. 78 ve sonrası, s. 86 ve sonrası, s. 170-
171). Burada yalnızca bu kadarına vurgu yapılmalı: M odem F else­
fe bir “Tem el O ntoloji” geliştirm e istem inde ne kadar haklıysa, bu
işe bilgi so sy o lo jisiy le ilgili düşüncelerden yoksun, yani bir yerde
“nahifçe”, girişm ek de bir o kadar sakıncalıdır. Zira, b öyle bir na­
hiflik, gerçek bir tem el ontolojinin yerine herhangi bir, rastlantısal,
tarihsel süreçsellik içinde ortaya çıkm ış olan bir ontoloji geliştirm e­
nin en kesin güvencesidir.
Bu bağlam da söylenenlerin; varoluşsal durumun ve d üşü ncele­
rin yalnızca tarihsel oluşum la ilgili olm adığını, düşünsel sonuca ku­
rucu biçim de nüfuz edip onun içeriğinde ve biçim inde kendini bir
şekilde gösterdiğini aydınlatm ak için yeterli olduğunu düşünm ek­
teyiz.
B ilgi Sosyolojisinin Yapısı
ve Gücünün N iteliği.
Yukarıda betim lenm iş olan örnekler, bundan b öyle bilgi so sy o ­
lojisiyle ilgili analizlerin özel yapısını ve gü cü yle bağlantılı temel
niteliğin ortaya çıkarılmasında yardımcı olacaktır.
Bilgi sosyolojisinin içerdiği özel bir araya gelm e biçim i. Tarih
ve toplum la ilgili aynı varoluşsal duruma tekabül ederek aynı dü­
şünsel koşullar altında birbiriyle söyleşen iki insan, fikir m ücade­
lelerini, her biri farklı toplum sal konumlandırılmalarla dayanışm a
içinde olan ve birbiriyle tartışan iki insandan çok daha farklı biçim ­
de sürdürebilirler ya da sürdürmelidirler. Biri toplum sal ve tinsel
açıdan hom ojen, diğeri ise aynı açıdan heterojen olan taraflar arasın­
daki bu iki farklı m ücadele biçim i birbirinden net bir şekilde ayrıl­
malıdır. M ücadele biçim leri arasındaki bu farkın özellik le tam da
günüm üzde problem haline getirilm esi bir rastlantı değildir. Max
Scheler, bir yerde, çağım ızı“dengeler çağı”, yani (şu anki problema-
tiğim ize uygulandığında) eskiden az ya da çok birbirinden tecrit
ed ilm iş biçim de yaşayan yaşam sal çevrelerin (her biri kendini ve
kendi düşünsel dünyasını mutlaklaştırarak) birbirleriyle artık, şu ya
da bu şekilde çatıştıkları bir dünya olarak nitelemiştir. Yalnızca D o ­
ğu ile Batı, yalnızca Batı dünyasının çeşitli ulusları d eğil, bu ulusla­
rın az ya da çok kendi halindeki toplum sal tabakaları, ve nihayet bu
tabakalar içindeki çeşitli m eslek grupları ve son derece ayrıntılaş-
m ış olan bu dünyanın tinsel çevreleri de; hepsi günüm üzde kendi
halinde yaşam anın doğallığından giderek daha çok sökülüp atılm ak­
ta ve heterojen gruplarla ve onların tinsel ürünlerinin taarruzu kar­
şısında tutunabilmek için m ücadele etm ek zorunda kalmaktadırlar.
Fakat m ücadelelerini ne şek ild e sürdürmektedirler? (Birkaç is­
tisna hariç) tinsel güçler sö z konusu olduğu sürece, birbirleriyle
gerçek anlamda anlaşam adan iletişim içindedirler. Yani iletişim de
bulunan karşı tarafın bam başka bir grubun tem silcisi olm ası d olayı­
sıyla tinsel yapısı gereği bütünsel anlamda çoğu zam an bambaşka
biri olduğunun bilincinde olunsa bile; fark yalnızca bu konuda b el­
li bir konu uğruna girişilen som ut tinsel bir m ücadelede yatıyorm uş
gibi, ama karşı tarafın tüm konumlandırılmaları açısından d eğil, sa­
d ece tartışmanın bu noktasında farklıym ış gibi konuşulmaktadır.
B u bağlam da görüldüğü üzere, heterojen taraflar arasındaki bir
araya gelm enin de kendi içinde iki biçim i vardır. Biri, farkın bütün­
lüğünün v e onun yapısının som ut bir araya gelm enin yalnızca loş te­
m elini oluşturan biçim idir. Burada taraflar için som ut bir araya g e l­
m ede tüm am aç ile şiddetli ve ani heyecanların belirginlik kazandı­
ğı nokta, bir belirlilik, bir “konu” olmaktadır. Bu “konu”, her bir ta­
rafa ait dünya oluşum unun bütünlüğünden çıkm ası nedeniyle, tüm
taraflar için farklı anlamlar taşımaktadır; işlevinin üstündeki örtü
ise karşı tarafın dünya oluşum unun bütünlüğü çerçevesin de en azın­
dan kısm en örtülü kalm aya devam etmektedir. “D engeler çağı”nın
zorunlu bir unsuru olarak, anlaşm a sağlam adan iletişim e geçm ek
bu nedenledir.
Öte yandan heterojen tarafla bir araya gelm e; her teorik bir ara­
ya g elm e v esilesin i, ilk bakıştaki yan lış anlam ayı ve anlaşamadan
iletişim kurmayı tem el farklılıklarının ayrıntılarına değgin derinlere
inerek açıklığa kavuşturmak, her iki veçhesel yapının farklı varoluş-
sal durumları sonucunda zım nen içerdiği tüm ön koşulları, farklılık­
larıyla ortaya çıkarmak ve tam da bu nedenle ifadelerin birbiriyle
doğrudan çatışm asının im kânsız kılınması için de yapılabilir.
Bu gibi durumlarda, bilgi so sy o lo g u , alışılm ış bir tarz olan kar­
şı tarafın argümanlarına doğrudan yanıt arayarak onunla bir araya
gelm ekten ziyade, onu - ilk ön ce bakış açısını tespit edip kendi ko­
numunun işlev i olarak alarak- anlam aya çalışır.
B ilg i so sy o lo g u , bu gibi durumlarda, o an için sö z konusu olan
argümanları, “konu”yu, dikkate almaktan çok , konuşanın bir bütün
olarak düşünsel tem eline (tam da bu tem eli sadece tem ellerden bi­
ri, bir kısm ilik, olarak gösterm ek için) vurgu yapm akla suçlanır.
Burada ifade edilenler, ortak bir tem elin olm am asıyla birlikte, ortak
bir “konu”nun da olm adığı belli durumlarda, karşı tarafın argüman­
larının g ö z ardı ed ilm esinin m eşruluğunu içermektedir. Zira bilgi
so sy o lo jisi, uyum suzluk içindeki tarafların birbirini anlamadan ko­
nuşm asını, doğrudan “konu”ya yönel indiğinde ise, fikir tartışması
içinde olanların algılam a alanına asla girem eyen kısm î farklılıkların
kaynağını, ö zellik le nedensellikleri irdeleyen çok ö ze l bir (“g eçm i­
şi sorgulayarak”) soru sorma yön tem iyle konu ederek ortadan kal­
dırmayı hedefler. A yrıca ifade etm eye gerek yoktur ki, veçh esel ya­
pıların gerçek bir uyum suzluğu sö z konusudur, bu uyum suzluğun
kendini radikal bir anlaşm azlık olarak gösterm esi durumunda ise,
düşünsel tem ele ve tartışanların konumunu bilgi sosyolo jisiy le
bağlantılı olarak dikkate almak gerekir. Fikir tartışmasına aynı dü­
şünsel konum içinde v e aynı düşünsel tem elle girildiği sürece, tar­
tışm aya gerek kalmaz; fakat bu, yersiz uygulandığında tartışmadan
kaçm anın bir aracı haline bile dönüşebilir.
B ilgi sosyolojisinin ön ko şu lla n olarak m esafe koym a süreçleri.
Köyün dar çevresinde büyüyüp öm ür boyu buradan çıkm ayan bir
çiftçinin oğlu için, bir köylü tarzında düşünüp konuşm ak çok do­
ğaldır. Kente g ö ç edip yavaş yavaş kentlinin yaşam tarzına ayak
uyduran bir çiftçinin oğlu için, köylü tarzındaki yaşam a ve düşün­
ce doğal olm aktan çıkar. Bu tarzdan uzaklaşm ıştır, ve “köylü” o la­
rak adlandırdığı düşünm e biçim ini “kentli” düşünce biçim inden
belki de bilinçli olarak ayıracaktır bundan böyle. B ilgi sosy o lo jisi­
nin geliştirm eyi h ed efled iği ilk yaklaşım , tam da bu ayırımda yat­
maktadır. B elli bir grubun içinde mutlak olarak değerlendirilen bir
şey, bu grubun dışında olanlar tarafından sadece o gruptan kaynak­
lanan (yukarıdaki örnekte “k öylü ” d iye geçen ) k ısm î bir şey olarak
kavranır. G örüldüğü üzere bu türden bir bilginin ön koşulu, m esafe
koymadır.
B ö y le bir m esafe koym a,
a) som ut grup m ensuplarından birinin tarihsel-toplum sal mekân
içerisinde (toplum sal yü k seliş, iltica etm e vs.) g ö ç etm esinden;
b) tüm bir grubun varoluşsal zem ininin, ortaya koyduğu norm
ve kurumlar karşısında kaymasından (bkz.: K. R en n er'in D ie Recht-
sinstitute des P rivatrechts [Ö zel Hukuk’un Hukuki Kurumlan] ad­
lı eserinde verdiği örnek);
c) toplumsal bağlılıkları olan iki ya da daha fazla dünyayı y o ­
rumlama biçim inin aynı toplum sal m ekânda birbirleriyle p en çeleş­
m esinden, ve eleştirilerinde m esafeli durmanın (ki b öyle olunca
karşıt düşünce biçim lerinin yaşam sal ve sistem atik dış çizgileri
keşfedilm ektedir) tüm taraflar için ilk başta bir olasılık , daha sonra
ise, sürekli gerçekleştirilen bir düşünsel tutuma d önü şm esin e d eğ ­
gin birbirlerini o denli analiz edip birbirlerine o denli m esafe k oy­
malarından kaynaklanmaktadır. B ilgi sosyolojisinin toplum sal kö­
kenlerinin ön celikle son olarak değinilen olasılıklarda bulunduğu
daha ön ce belirtilm işti.
İlişkilendirıne olgusu. Bütün bu söylenenlerden sonra, bilgi so s­
yolojisi yöntem inin “ilişkilendirm e” olarak adlandırılm asının ne an­
lam a geldiği artık soru işareti olam az. B elli bir (politik dünya görü­
şü yle ilg ili, toplum sal) bireysel fikri (örneğin akrabalarının fikrini)
artık “k öylü ” olarak niteleyen, kentliye dönüşm üş olan çiftçi oğlu;
bu bireysel fikri, hom ojen bir karşı taraf biçim inde, yani ifadelerin
içeriksel değerlerine doğrudan yön elm e biçim inde tartışmaktan z i­
yade; bu fikri daima dünyayı yorum lamanın belli bir b içim iyle, bu
dünyayı yorum lam a biçim ini ise (onun varoluşsal koşulu olan) b el­
li bir toplum sal yapıyla ilişkilendirm ektedir. İfadelerin içeriksel de­
ğerlerini, belli bir toplum sal yapıyla ilişkilendirerek nitelemektedir.
Elbette ifade edilenlerden bunların yanlış olduklarına ilişkin bir an­
lam çıkm az; - k i, bu konuya daha sonra değinilecektir. B ilg i s o sy o ­
lojisi; günüm üzde zaten yü zeysel olarak yapılanın ötesin e g eçeb il­
m eyi, bir tek tümden tinsel olanın, hangi toplum sal yapıyla bağlan­
tılı olarak ortaya çıktığı ve geçerlilik kazandığı problem ini bilinçli ve
sistem atik biçim de koşulsuz sorgulam asının sonuçlarına borçludur.
Tekil tinsel oluşum un belli bir tarihsel-toplum sal özn en in bütün-
lükçü yap ısıyla bu şekilde ilişkilendirilm esini (dünyanın ölçek sizli-
ğ iy le v e d ü zen sizliğiyle ilgili bir öğreti olarak) fe lse fî bir görecilik-
le karıştırmak, (pür bir sıradanlık anlamındaki) “görecilik” kavramı­
nı tüm cisim sel ölçüm lerin ışıkça sağlanan ölçen ile Ölçülen arasın­
daki ilişkiden kaynaklandığı öğretisine uygulam ak kadar yan­
lış olur. İlişkilendirm e; fikri tartışmalardaki sonuçsuzluk anlam ına
gelm ekten ziyade, b elli ifadelerin özünde mutlak olarak d eğ il, an­
cak konum landırılm ış veçhesel yapılar bağlam ında dile getirilm esi
anlamını taşımaktadır.
K ısm ileştirm e olgusu. B ilg i so sy o lo jisiy le ilg ili ilişkilendirm eyi
bu anlamda gerçekten uygulanabilir düşünsel bir eylem olarak be­
tim ledikten sonra, onu nitelerken kaçınılm az olarak b öyle bir ilişki-
lendirici eylem in anlamsal am acının ne olduğuna, ne hedeflediğine
ve ilişkilendirdiği bir ifadenin geçerlilik değeri hakkında ne sö y le ­
y eb ileceğ in e ilişkin sorular sorulacaktır. (Teorik bir ifadenin libera­
lizm le ya da M arksizm le ilişkili olduğunu ispat etsem b ile, o ifade­
nin doğruluğuyla ilgili ne söylem iş olurum ki?)
Bu bağlamda iki ya da üç yanıt verm ek mümkündür:
a) Kendini mutlak olarak ortaya koyan bir ifadenin nerede ko-
num landırıldığımn ortaya çıkarılması sonucunda geçerlilik iddiaları­
nın yok olduğunu söylem ek mümkün bir kere. Ve bu anlamda bilgi
so sy o lo jisi ve ideoloji öğretisi içinde, gerçekte bilgi so sy o lo jisiy le
ilgili ilişkilendirm eyi ya karşı tarafın görüşlerini yok ed ici bir m e­
kanizm aya ya da gen el yok edici bir m ekanizm aya dönüştüren bir
akım mevcuttur,
b) Buna karşın, bilgi sosyolojisiyle bağlantılı bir ilişkilendirm e-
nin, bir ifadenin doğruluğuyla ilgili hiç, am a hiçbir anlam taşım adı­
ğını söylem ek mümkün; zira bir doğrunun kökenleri onun geçerli
ya da geçersiz olm asını etkilem ez. Bir ifadenin liberal ya da m uha­
fazakâr olm ası, onun doğruluğu hakkında kendi başına bir şey ifa­
de etm ez.
c) Buna karşın, bilgi so sy o lo jisiy le ilgili ifadelerin gerçekleşe-
bilirliğinin değerlendirilm esine ilişkin savunduğum uz üçüncü bir
olasılık mevcuttur. Bu olasılık, ön celik le ilk görüşe karşı çıkm akta­
dır, konumlandırılmanın sadece gösterilerek adlandırılmasının henüz
doğrulukla ilgili hiçbir şey sö ylen em eyeceğin i ispat ettiği gibi, bu
görüşün bu bağlam da kısm î bir nitelik taşıdığı tahminini de dile g e ­
tirmektedir. İkinci görüşe karşı çıkarak, bilgi so sy o lo jisiy le ilg ili id­
diaların haksız olarak bir ifadenin sadece gerçek oluşum uyla (Ger-
ç e k ’e ilişkin oluşum la) ilg ili betim lem eleri olarak düşünüldüğü g ö ­
rüşünü savunmaktadır; zira, tam anlam ıyla gerçekleştirilm iş v e üs­
tünde nihai olarak düşünülm üş olan bilgi so sy o lo jisiy le ilg ili her
analiz, ancak analiz ed ilm esi gereken her bakış açısının içeriksel ve
yapısal anlam daki kuşatılm asından ibarettir. B ö y le bir analiz, ter­
m inolojik olarak ifade edildiğinde, bakış açısı ile geçerlilik alanının
sadece ilişkilendirilm esi d eğil, aynı zam anda kısm îleştirilm esidir
de. Bunun ne anlam a geld iği, daha sonra değerlendirilecektir.
Ç iftçinin oğlu yla ilgili örneğim izde, bilgi so sy o lo jisiy le ilgili
asıl ifadelerin asıl önem inin ne olduğu gayet net ortaya çıkm ıştı. E s­
ki yaklaşım ı “köylü” olarak keşfedip adlandırdığı ve “kentli”nin
karşısına koyduğu zaman; farklı bakış açılarının sadece gerçeklik
bütününün farklı görüş alanlarıyla, farklı kesitleriyle tem ellendiril-
dikleri anlamda kısm î olmadıklarına, daha ziyade farklı bakış açıla­
rının am acının ve kavrama yeteneğinin oluştukları ve geçerli olduk­
ları yaşam sal m ekândan kaynaklandığına ilişkin b ilgiye daha şim ­
diden sahip olduğunu görebiliyoruz.
İlişkilendirm e, dem ek ki daha bu aşam ada k ısm îleştirm eye d ö­
nüşmektedir; zira sad ece bir ilişkilendirilm enin yanı sıra, bu ilişki-
lendirilm enin bünyesinde taşıdığı ifadelerin (başta mutlak olarak
bakılan) geçerliliğin e ilişkin bir sınırlandırılm aya da gidilmektedir.
Ancak çiftçinin oğlunda gözlem led iğim iz aynı yaklaşım , genel
olarak, tutarlıca geliştirilm iş olan bir bilgi sosyolojisin d e de, (elb et­
te bu sefer yön tem sel açıdan kontrol ed ilebilir biçim de) gerçekleş­
mektedir. V eçhesel yapının tutarlıca geliştirilm iş olan bir analizi
yardım ıyla kısm îleştirm enin elin e bir “rehber”in yanı sıra ilişkilen­
dirme kriterleri de verilm ektedir; farklı konumların kavrama y ete­
neği, kategorik aparatlarında, anlam sal zenginliklerinde vs. ölçülür
ve kuşatılır hale gelm ektedir; ayrıca bir konumlandırılmanın ayrıl­
m az bir parçası olan anlam sal eğilim (iradeci k olek tif yön elim ve
yaklaşım ), giderek daha net belirlenebilm ektedir; ve aynı deneyim -
sel m ekândaki farklı konumlandırılmalardan hareketle oluşan pers-
pektifçi imajların som ut “n için ”i anlaşılabilir ve kontrol edilebilir
bir hale gelmektedir. (Bununla ilg ili bir d elil olarak veçh esel yapı­
nın sosyolojik yöntem ini yukarıda değinilen anlamda uygulanm aya
çalışıldığı “İdeoloji ve Ü topya” bölüm ündeki “Teori ve Pratik”le il­
gili analizlere bkz., s. 140 ve sonrası.)
B ilg i so sy o lo jisiy le ilgili yöntem lerin geliştirilm esiyle, kısm îli-
ğin som ut olarak belirlenm esi tinsel bir ölçüm aleti durumuna g e­
lecektir. D em ek ki bilgi so sy o lo jisiy le ilgili analiz, kısm ileştirm e
yoluyla, pür ilişkilendirm enin kendini sınırlandırdığı gerçeklerin ba­
sitçe tespit edilm esini aşkınlaştırır. Kendi amaçları doğrultusunda
hareket eden b ilgi so sy o lo jisiy le ilgili her analiz, belli bilgilerin
belli bir ortamdan kaynaklandığına ilişkin gerçeğin sosyolojik be­
tim lenm esinin ötesindeki bir noktaya ulaşır. O noktaya ulaşan ana­
liz, ifadelerin kavrama yeteneğinin imkânlarını ve sınırlarını y en i­
den inşa etm esi n ed en iyle aynı zam anda bir eleştiridir de. D em ek
ki bilgi so sy o lo jisiy le ilgili bu analizler, kısm î de olsa, bu bağlam ­
da anlam sal bir önem taşımaktadırlar. K ısm îliği ise, bakış açısının
kısm îliğinin salt kuşatılm asının, doğrudan fikirler arasındaki nihai
m ücadelenin ve konulara doğrudan değinm enin yerini alam ayacak
olmasındandır. D em ek ki bilgi so sy o lo jisiy le ilgili ifadelerin ön em i­
ne ilişkin değer, anlam sal ön em sizlik ile anlam sal önem arasında,
şu ana değin görülm em iş bir orta yerde bulunmaktadır (ki bu, bilgi
so sy o lo jisiy le ilgili ifadelerin ayrılm az bir parçası olan amacının o l­
gusal analizinden ve açığa kavuşturma yoğunluğunun analizinden
hareketle tespit edilebilir). B ilgi sosy o lo jisiy le ilgili analizler, olsa
olsa fikir tartışmasının doğrudan zem inini hazırlarlar; bunu da ken­
di düşünsel tem elinin konum landırılm asıyla ilgili çelişkileri v e dı-
şınlılığını k eşfetm iş olarak birliği daha yüksek bir d üzeyd e oluştur­
m ayı hedefleyen bir zam anda yapmaktadırlar.
B) Bilgi Sosyolojisinin Epistemolojik Sonuçları.
Bu bölüm ün (ikinci bölümün başında yer alan) ilk taslağında, bil­
gi sosyolojisinin, bilginin varoluşsal bağlılığı gerçeğine ilişkin bir ö ğ ­
reti olarak, asıl epistem olojik problematikten bağım sız betimlenebile-
ceğini iddia etm iştik. Bu anlamda, tüm epistem olojik problemleri şu
ana dek ya g ö z ardı etm iş ya da incelenm esini ertelemiştik. Gerçek­
lerle ilgili belli bağlamlılıkların tarafsız ve ilkesel fikirlerden arındırıl­
m ış bir şekilde geliştirilm esi söz konusu olduğu sürece de ertelem e
olarak böyle bir “ürkeklik” mümkündür, hatta bertaraf edilm iş bir
görev alanının yapay bir şekilde tecrit edilm esi istenilebilir. Ancak
belli gerçekler arasındaki tem el ilişkilerin tespit edilm esiyle elde edi­
lecek sonuçlara bir kere ulaşıldığında, asıl problematiklere yavaş ya­
vaş yaklaşm anın ve b öylece problemlerin iç dinam iğine özen göster­
m e özgürlüğü de yaşanm ış olacaktır. Konudan hareketle önem kaza­
nacak asıl problematiklere karşı ilgili olan ve düşüncenin daha yük­
sek bir düzeyinde atılması gereken araya sokuşturulmuş birçok dü­
şünsel adıma rağmen problemlerin asıl tematiğini gözden kaybetm e­
yen birisi ise; (s. 3 0 0 ’de) “kısm ileştirm e” başlığı altında sunulan ger­
çeklerin kendi özleri itibariyle pür birer gerçek olarak kabul ed ilm e­
sini zorlaştırdıklarını, gerçekliklere yaklaşımı parçaladıklarını ve biz­
den epistem olojik derin düşünm eyi talep ettiklerini, nihai ifadelerde
anlamış olacaktır. Gerçi bilgi sosyolojisiyle ilgili ilişkilendirm enin,
anlamsal am acıyla kısm îleştirm eyi de içerm esi, bir yanıyla hâlâ pür
bir gerçekliktir (ki, olgusal olarak tespit edilebilen bu gerçekliği,
içerdiği geçerlilik iddiasını tartışmadan, dikkate almak mümkündü);
ancak konumların -a y n ı zam anda- düşünsel sonuca fiili nüfuzuna
ilişkin gerçeğin açığa çıkm ası, ayrıca bir veçhenin geçerliliğiyle ilgi­
li kısm îliğin yöntem sel olarak oldukça kesin belirlenebilm esi (tarafı­
m ızca kasıtlı olarak daha ayrıntılı ele alınm ış olan) gerçeği, bu türden
gerçeklerle ilgili bilgilerin, anlamsal ve geçerlilikleriyle ilgili önem ­
leri doğrultusunda, er ya da geç dikkate alınm asına ve epistem oloji
için sahip oldukları önem leri itibariyle bir problematik haline getiril­
m esine yol açacaktır.
D em ek ki bilgi so sy o lo jisiy le ilgili problem atiğin, ep istem olo­
jik problem atiğin yerini kendinden hareketle alıp onu yararsız kıl­
ması değil; daha doğrusu bilgi sosyolojisiyle ilgili araştırmalarda
sadece gerçekliğin önem ini aşkınlaştıran olguların keşfed ilm esi, v e
günüm üzde yaygın olan epistem olojinin belli yaklaşım larının ve
önyargılarının herhangi bir revizyona tabî tutulmadan bu nitelikteki
gerçeklerin hakkının verilem em esi söz konusudur. K ısm ileştirm e
olgusunda kendini gösteren, tam da bizden, günüm üzde egem en
olan epistem olojinin tem el koşullarının revizyonunu talep eden o
yeni olan (N ovu m ) dır: Zira bu olguda - e n ön em lisin i vaktinden
ev v el ifade etm ek g erek irse- gerçeklerle (İnsanî ifadelerden hare­
ketle bakış açısının k ısm iliğin e ilişkin gerçekle) ilgili pür tespitin
anlamsal bir önem taşıdığı, oluşun anlam sal bir oluş olabildiği, d o ­
layısıyla geçerlilik alanının herhangi bir oluştan koparılabilir bir
özerklik olarak inşa ed ileb ileceğin in en azından çok zorlaştığı bir
örnekle karşı karşıyayız.
E pistem olojinin, gerçeklerle ilgili tespitlerin ep istem olojik fi­
kirler için prensipte ön em li olam ayacağına ilişkin ifad ece tem el-
lendirilm esi nedeniyle, bu yeni bilginin de ep istem olojik önem i
doğrultusunda değerlendirilm esi başarılı olmayacaktır. İlham gibi
gelen bu ifadenin ışığında, -g en işletilm iş görüş alanını tem el ala­
rak v e problem lerin iç dinam iğini takip ed er ek - daha ilk esel dü­
şüncelerde bulunm aya cesaret eden ve ampirik araştırmalardan
kaynaklanan herhangi bir b ilgisel zen gin leşm eye karşı, anında v e
şiddetle “so syolojizm ” sloganı kullanılmaktadır. G erçekler dünya­
sından, geçerlilik anlam ında önem li olabilecek hiçbir şeyin türem e­
sinin m üm kün olm adığına ilişkin a priori derecesine yü celtilen tes­
pitle; a slî olarak bizzat bu önselliğin, ancak ifadelerin belli biçim in­
den hareketle belirlenm esi, yalnızca onların bünyesinde olgusallık
kazanması ve buradan da tinsel bilim lere ve ep istem olojik bir aksi­
yom a fazlasıyla hızlı yükseltilen bir gerçeklik bağlam lığının fa z la ­
sıyla erken bir tem el olduğu gözlem ine karşı diretilmektedir. E pis­
tem olojinin “tekil bilim ler” karşısında tem el olm ası gereğine işaret
eden ve önsellik derecesine yüceltilen özkorunm ayla, aslında g e ­
n işletilm iş am piriden insan bilim lerine nüfuz ed eb ilecek canlandı­
rıcı bilgi karşısında nihai olarak direnilmektedir. Ö nem siz açıklam a­
larla dopdolu olan ve bir özerklik öğretisi olarak bu korumacı jes-
tin, nihai v e fiili olarak (gerçekte), geliştirilm iş am pirinin yarataca­
ğı sarsıntılardan payını alabilecek akademik epistem olojinin son
aşam asının korunmasından başka bir işe yaram adığının farkına va-
rılmamaktadır. E pistem olojinin bir bütün olarak değil; sadece da­
ralmış bir ampirinin daha erken aşam asıyla ilgilen m ek zorunda kal­
m asıyla, bilginin imajının gerçekliğin v e onun tanınabilirliğinin özel
bir kesitinden hareketle, olu ş ile geçerlilik arasındaki ilişkinin sta­
b ilize ed ilm esiyle nitelenebilecek yaln ızca tek bir ep istem olojik bi­
çim in ebedileştirilm esi sonucunu yaratmıştır. D olayısıyla da koru­
manın, aslında epistem olojinin insan bilim lerinden hareketle tekrar
gözden geçirilm esine karşı bir koruma olduğunun farkına varılm a­
mak tadır.
B ilg i so sy o lo jisiy le ilgili bilgilerin etki alanı için görüş alanına
yer açm ak am acıyla, epistem olojinin tekil bilim ler karşısındaki ö n ­
celiğ in e işaret eden ve kendini ön sel bir gü ven le ortaya koyan te­
oriyi bir k ez daha gözd en geçirm ek gerekir. Bu (7 J eleştirel v e an­
lam lı bölüm den sonra ancak, ep istem olojik problem atiği daha şim ­
diden içeren epistem olojinin (2) p ozitif betim lenm esinin ilk adım ı­
nı atıp, taslağı, kaba hatlarıyla çizm ey e çalışabiliriz.

E leştirel Bölüm.
D em ek ki ilk ön ce, mutlak özerk lik le ve b ilgi teorisinin tekil bi­
lim ler karşısındaki mutlak ö n celiğ iy le ilgili problem i sarsıntıya uğ­
ratan ya da gen iş kapsam lı şü ph eye düşüren tüm argümanların g ö s­
terilm esi gerekir.
E pistem oloji ve tekil bilim. E pistem oloji ile tekil bilim arasında­
ki ilişki iki yönlüdür. B ilgi teorisi, kurucu m ekânı itibariyle, tekil
bilim lere kıyasla tem el bir bilim niteliğini taşımaktadır; zira, som ut
olarak algılanan pratikte gerçekleşen b ilgi biçim lerinin ve bu yolla
elde ed ilm iş olan b ilg iy le ilg ili, içeriksel değerlere eşlik eden haki­
kat v e doğruluk düşüncelerinin m eşrulaştırıcı zem inini içerm ekte­
dir. A ncak bu, som ut olan her epistem olojinin; düşüncelerinin esa ­
sı olarak bilginin belli tarihsel bir tarzına sahip olduğuna, bilgi ve
algısal düşüncelerini bu tarzdan hareketle biçim lendirdiğine, b öyle-
ce de onunla tem ellendiğine ilişkin açıkça belirlenebilecek olan
gerçeği dışlam az. Prensip olarak bakıldığında (teorik iddiaları açı­
sından) tem ellendirici bir önem e sahip olm asına karşın, gerçekte
ilgili bilgisel koşulların varlığıyla tem ellendirilm ektedir. Bu konu­
ya zorlaştırıcı anlamda eklenen; bilginin bir bütün olarak kendisine
yansıdığı esastan çıkardığı prensibin, tam da gözünün önünde bulun­
durduğu ve tarihsel-toplum sal olarak sunulan esasın ö zelliğ in e ve
kısm iliğine bağlı olmasıdır. Bu yüzdendir ki, İnsanî algılam aya e ş ­
lik eden tem ellendirici ve daha ilk esel düşünceler; gen el anlamda,
ancak düşünsel pratiği ve b ilgisel paradigmayı, insan gruplarının ve
bu çerçevedeki bilgi biçim lerinin gerçek tarihi aracılığıyla kendile­
rine sunulduğu b içim iyle tem ellendirebilirler.
Bu bağlanıldıklar bir k ez g ö z önünde bulundurulduğunda, ep is­
tem oloji v e tinle ilg ili öğretinin (sahip oldukları genel tem ellendi­
rici önem inden d olayı) özel bilim lerden bağım sız, özerk bir gelişim
gösterm ek zorunda olduğuna ve bunlar tarafından sa r sılm a y a ca ğ ı­
na ilişkin düşünce, artık geçerli olamayacaktır. Ancak aralarındaki
ilişki, aşağıdaki anlam da tasavvur ed ild iğin d e, epistem oloji v e tin­
le ilg ili öğretinin sağlıklı gelişim in in müm kün o lab ileceği görüşü
daha da yaygınlık kazanacaktır:
Yeni bilgi biçim leri; İlkeler bilim i olasılıklarını ortaya koyduk­
tan sonra, yani ep istem olojiyle m eşruluk kazanmadan ön ce d eğil,
son kertede ve daim a k olek tif yaşam sal bağlam lılıktan doğarlar.
G erçekte ise durum tam tersinedir: İlkeler bilim inin gelişim i, am ­
pirik unsurda olup biter; kökten d eğişim leri ise fiili bilgi b içim le­
rinde gerçekleşen kökten d eğişim lerd e m eydana gelir. D em ek ki
bilincin daha gen el tabakalarındaki devrim , doğrudan “pratik” idra­
kin tabakalarındaki devrim den daha sonra başlar. Ve ilk esel tem el­
ler; basamak basam ak gen işleyen “g eçm işi so rg u la ya ra k”, ancak
soru sorm a yöntem i sayesinde, ve esasen oluştukları daha eski bil­
gi biçim lerini m eşrulaştırabilecek derecede d eğil, sadece onun d ı­
şında daha yeni bilgi biçim lerinin taşıyıcı zem inini oluşturabilecek
derecede giderek daha çok yum uşayıp gelişeceklerdir. Tüm genel,
tem ellendirici fe lse fî disiplinler aynı ö ze l durum içinde bulunm ak­
tadırlar: Yapılarını; en belirgin biçim de, kendini daim a p ozitif huku­
kun yargıcı ve eleştirisi olarak gösteren hukuk felsefesi bünyesinde
tespit etm ek mümkündür.
Bu b ilgi, tek başına, ep istem oloji ile felse fey e karşı bir anlam
taşımaz. T em ellendirici fikirleri v azgeçilm ez niteliktedir: Zira,
epistem oloji ile fe lse fe y e ilkesel olarak ne kadar karşı olm ak isten­
se de, onlara tam da bu ilk esel biçim de karşı çıkm aktan başka çare
olm azdı; ancak bizzat bu ilk esel biçim deki karşı çıkış -te m e l taba­
kaya nüfuz ettiğ in d en - kendiliğinden (eo ipso) fe lse fî bir önem ta­
şıyacaktır. Her fiili b ilginin, onu m eydana getiren tem ellendirici
onurunu da içinde barındıran ilkesel bir tabakası vardır; ancak yapı­
sal anlamda d eğerlendirilm esi gereken bu tem ellendirici konum; te­
m ellendirici am açta yatan ön celiğin içindeki m evcut içeriksel tes­
pitlerin ön sel teminatı olarak kullanılm ası anlamında, b ilgiyle ilgili
ilerlem eyi en gellem ek am acıyla, ön sel kesin b ilgiler kozunu fiili
deneyim lerden doğan bilgilere karşı kötüye kullanmamalıdır. Zira,
tem ellendirici unsurlar içindeki yanlışlık ya da kısm ilik, daima d o ­
laysız bilgi süreci sayesin de kazanılan kökten değişim lerden hare­
ketle yum uşatılıp yeniden gözden geçirilebilir ve hatta geçirilm eli­
dir. G erçekliklerle ilg ili yen i bilgiden hareketle ilkeler tabakasına
düşen ışığın önü, düşünsel tutukluklarca kapanmamalıdır. Yeni y e ­
ni önü açılan ampirik sahalar tabakasından tem ellendirici unsura
her seferinde tekrar tekrar yeni apaçıklıkların yansım asından oluşan
bakış alanının çok önem li geliştirm e olasılıklarından biri de; tam da
bilgi so sy o lo jisiy le ilgili kısm ileştirm e yardım ıyla daha eski ep iste­
m olojiyi k ısm î bir b ilgi biçim i olarak deşifre edip, bizden başka
başka bilgi biçim lerine ait tem ellendirici unsuru, dahası; şim diye
kadar u laşab ileceğim iz tarihsel olarak varolan bilgi biçim lerinin tü­
münü m uhtem elen kapsayan tem ellendirici unsuru zım nen bulmayı
talep eden adımdır.
B ö y lec e, şim d iye kadar ki ep istem oloji ve tinle ilgili öğretinin
belli bir bilgi m odelinin inşasında ne dereceye kadar sadece kısm î
bir rol oynadığını gösterebilm enin de önü açılm ış oldu:
3. HÂKİM EPİSTEMOLOJİK
YAKLAŞIMIN KISMÎLİĞİNİN BELİRLENMESİ.

a) Sağın doğa bilim leriyle ilgili düşünsel paradigm'a doğrultu­


sundaki yönelim . Günüm üzde hâkim ep istem olojim izin belirlenebi-
lirliğinin b öyle bir kısm îliği, ideal idrakin paradigması olarak sağın
doğa bilim leri bünyesindeki idraki seçm esi yönünde, m utlaka şef­
faf kılınmalıdır. Ö zellik le de m atem atikleştirilebilir bölüm lerinde
olm ak üzere bu idrak etm enin, idrak eden öznenin tarihsel-toplum -
sal veçh esel yapısından soyutlanabilir bir yapıya sahip olm ası nede­
n iyle ancak, gerçek bilginin doğruluk im ajını, (zorunlu olarak ö zn e­
nin dünya görüşüyle ilgili yapısıyla ilintili unsurları içeren) nitelik­
sel olanın algılanm asına yön elm iş olan tüm idrak biçim lerini ya at­
layarak ya da düşük değerli bilgi biçim leri olarak e le alarak inşa et­
m ek m üm kündü. D iğer bilgi biçim leri (tarihsel-toplum sal güçlerce
itilerek) düşüncelerin m erkezine alındığı anda, istisnasız olarak o l­
m asa da ağırlıklı olarak, tam da sağın d oğa bilim lerini anlama ve
meşru kılm a am acıyla yaratılmış olan o eski öncüller oluşum unun
yum uşam ası sö z konusudur. N asıl bir zamanlar Kant; sağın doğa bi­
lim lerinin varlığına, “bunlar ne şekilde gerçekleşebilir?” sorusunu
ekleyerek m odem epistem olojinin kuruculuğunu yapm ışsa, en azın­
dan y ön elim sel olarak daima tüm tarihsel-toplum sal özn eyi ilg ilen ­
diren (gerçek) nitelikselin algılanm asına yönelen idrakin varlığına
da, “bu ne şekilde gerçekleşir” sorusu, dahası: “bu türden bir ep is­
tem oloji bağlam ında hakikat ne şekilde ve ne anlamda gerçek leşe­
bilir?” problem i eklenm elidir.
b) H akikat kavram ı ile tarih sel-to p lu m sa l “varoluşsal d u ru m ”
arasındaki ilişki. Bu noktada, som ut tarihsel epistem olojinin “varo­
luşsal durum”a çok daha derin bir bağlılığıyla karşılaşılmaktadır.
E pistem oloji; belli bir dönem in (dolayısıyla da toplum sal bir yaşam
sahasının) som ut bilgi hâzinesinde, yalnızca fiili algılam a gibi m ev­
cut paradigmalar d eğil, (“kendinde hakikat” gibi ütopik yapılar şek­
lindeki alanlarda olduğu gibi) gen el hakikatin ütopik doğruluk im a­
jını bulmaktadır.
N asıl belli bir dönem de mümkün olan ütopyalar ve idealler (h e­
nüz gerçek olm ayanla ilgili tasavvurlar olarak), (m utlak olarak bir
yerlerde süzülen hayalce yaratılmış ya da ilham ca m eydana getiril­
m iş olana d eğil) o dönem de gerçekleşm iş olana yöneliyorlarsa;
hem ütopik doğruluk im ajı, hem de hakikat fikri, b elli bir dönem in
algılanabilirliğinin som ut biçim lerinin içinden doğarlar. D em ek ki
hakikat kavramı da, tüm zamanlar için şüphe götürm ez bir şekilde
belirlenm iş olm aktan ziyade, tarihsel d eğ işim e tabîdir. Yani belli
bir dönem in hakikat kavramının nasıl olduğu rastlantısal değildir,
onun inşasıyla ilgili bir anahtar mevcuttur: B elli bir dönem in para-
digmatik bilgi biçim i ve yapısı sayesinde, genel anlamdaki hakika­
tin ne olab ileceğine dair bir tablo yaratılmaktadır.
Bu noktada yaln ızca genel anlamdaki b ilgiyle ilg ili tasavvurun
paradigmatik olarak değerlendirilen m evcut b ilgiye ve bünyesinde
gerçekleşen bilgi biçim lerine olan b ağım lılığı d eğil, “hakikat kavra-
m ı”nın m evcut bilgi biçim lerine olan bağlılığı da görülmektedir.
Epistem olojide, bu ara halkalar n ed en iyle, hâkim b ilgi b içim iyle
toplu m sal-tin sel zam ansal koşullar arasında bir yeraltı ilişkisi m ev ­
cuttur. B ö y lece bilgi so sy o lo jisiy le ilgili analiz, b elli bir yerde k ıs­
m ileştirici yön tem iyle, gereğinde farklı ep istem olojiler arasındaki
çatışma olasılığını ve onları farklı bilgi biçim lerine götüren bir unsur
olarak algılayarak çözen epistem olojik alanına nüfuz eder. O zaman
problemin nihai çözüm ü; ancak farklı b ilgi biçim lerinin ve onlar­
dan doğan yaklaşım lar birbirleriyle çatıştıktan sonra, tüm bunların
tem elini oluşturan kapsayıcı epistem olojinin inşasının mümkün o la­
bileceği şeklinde olacaktır.

4. BİLGİ SOSYOLOJİSİNİN POZİTİF ROLÜ.


E pistem olojik tem ellendirici b ilim le gelişen am pirik özel bilim ­
ler arasındaki ilişki, her ne kadar ilki daim a sonuncuları tem ellen-
dirse de, kendisinin de -ilk elerin buluşunun zem inini ve esasını
oluşturma an lam ınd a- sonuncular tarafından tem ellendirildiği y ö ­
nünde tashih edildi m i bir kere; ayrıca şim d iye kadar ki ep istem o­
lojinin kısm îliğinin istisnasız olarak tam da m atem atiksel doğa bi­
lim lerinin düşünsel paradigmasına yön elim in de oluştuğu kabul
edildiğinde; görevim iz de, bilgi biçim lerinin paradigmasına y ö n el­
m eye başlandığı andan itibaren özsel varoluşsal bağlılığının göste­
rilm esi olarak ilk esel problem atiğin aydınlığa kavuşturulması talebi
olacaktır. Bu noktadan hareketle, geliştirilm iş bir tinsel öğreti ve
bilgi teorisi için, şu yen i yaklaşım lar m eydana çıkmaktadır:
Oluşun, geçerlik açısından, tüm koşullar altında önem siz oldu­
ğuna ilişkin savın revizyonu. Aralarındaki geçişleri dikkate alm ak­
sızın kabaca ortaya konan “geçerlik ” ile “varoluş”, “anlam ” ile “va­
roluş”, “ö z ” ile “gerçeklik” arasındaki ikilik, günüm üzde hâkim
olan “idealist” epistem olojinin ve tinle ilgili öğretinin, defalarca
im a ed ild iği gibi, aksiyom atik önerm elerindendir. Bu ikilik, sarsıla-
m az d iy e bilinir; ve ilk başta b ilgi sosyolojisin in yeni inşa ed ilm iş
bir epistem olojinin lehine ortaya çıkardığı bilgilerin tarafsızca d e­
ğerlendirilm esinin önündeki engeldir.
G erçekte de: 2 x 2 = 4 paradigması şeklindeki bilgi biçim ini te­
m el aldığım ızda, bu savın doğruluğunu fenom enolojik açıdan da
tespit em ek mümkündür. Oluşunun düşünsel sonuca girm ediği, bu
bilgi biçim i için doğrudur; ve tarihsel özneden tam am ıyla koparıl­
m ış bir “kendinde hakikat alam ”nı inşa etm ek için bu noktadan son ­
ra sadece bir başka adım atmak yeterli olacaktır. Ayrıca anlamsal
içeriğin oluşum undan koparılm asına ilişkin öğretiye psikolojizm e
karşı m ücadele konusunda çok şeyler borçluyuz, zira sadece ve sa­
d ece onun yardım ıyla bilgi nesnesinin düşünm e eylem inden ayırt
ed ilm esi mümkün olmuştur. A çık layıcı psikoloji alanında; oluşun
ve anlamın birbirinden ayırt ed ilm esi gerektiğine ilişkin gözlem , fe ­
nom enolojik olarak da doğrulanabilm ektedir. Ve bu ilişki yalnızca
bu alanda fenom enolojik olarak tespit edilebildiğinden, kanım ızca
tinle ilg ili öğretinin ve epistem olojinin doğruluk aksiyom una haklı
olarak nüfuz etmiştir. Psişik olu ş sö z konusu olduğunda (örneğin
çağrışım m ekanizm asının yasaları ile bu m ekanizm a tarafından orta­
ya çıkarılan sonuçların içeriksel değeri arasındaki ilişkisi açısından),
gerçekte de oluşun değersel anlam için ön em sizliğin e ilişkin öğre­
tinin bahsettiği bir uçurum sö z konusudur. A ncak yanlış olan, bu
özel paradigmadan çıkarılan o lu ş-a n la m -ilişk isin in doğrudan d o ğ ­
ruya herhangi bir olu ş-a n la m -ilişk isin e uyarlanm asıydı. A ncak bu­
radaki hata, varoluşla ilgili psişik bir ön koşul olarak karar verm e­
yi mümkün kılan çağrışım m ekanizm asının tamam ıyla anlam sız bir
“varoluş” olm asından kaynaklanmaktadır; d olayısıyla, ancak anla­
m a yabancı olan bir oluştan bahsetm ek mümkün olabilirdi. Şu ana
kadar özellikleri itibariyle gözlem len em em iş ve birbirinden ayrıla­
m am ış olm akla birlikte, çok sayıdaki olu şsal m odel ve biçim m ev ­
cuttur aslında. Örneğin -d a h a öncekinden çok farklı bir anlamda
olsa d a - varoluşsal konum ile buna ait bakış açısı arasındaki ilişki­
yi, oluşsal bir ilişki olarak adlandırmak gerekir. Bu örnekte de ger­
çekte sö z konusu olan, bir ifadenin m eydana g elişi ve varoluş k o ­
şulları olm ası d olayısıyla, burada da sö z konusu edilen oluştur. Bir
bakış açısının konumunun adı konduğunda, bir ifadenin öyleliğ in d e­
ki m eydana g elişin i belirleyen olu şsal ve varoluşsal koşullar kaste­
dilmektedir. Ancak b öyle bir “varoluş”u “anlam a yabancı” bir varo­
luş olarak algılam ak, onu yanlış n itelem ek demektir. Zira, yukarıda
gördüğüm üz üzere, bir konum ya da konumlandırılma, (anlam sal
yön elim li varoluş olan) b elli bir anlam sal yön elim çerçevesin de dü­
şünm e şansına sahip olm ak demektir. Bir konumun niteliği, (sade­
ce bir yılın rakamı gibi) anlama yabancı belirlem elerle hiçbir şek il­
de belirlenem ez; tarihsel ve toplum sal bir konum (“liberal konum ”,
“proleter varoluş” gibi örneklerinde olduğu gibi) anlamsal olarak
belirlenm ektedir. “Toplum sal varoluş”, dem ek ki, yalnızca anlama
yabancı varoluş ile anlam arasındaki mutlak ikiliği belirleyen g e le ­
neksel ontolojinin gen elde hesaba katma ihtiyacı duym adığı “varo­
luşsal bir alan”ı teşkil etmektedir. Bu türden bir yapı; onu gerçek­
likle ilgili b ir oluş un tersine anlam sal bir oluş olarak adlandırdığı­
m ızda ancak, doğru nitelendirilm iş olur. Bu paradigma, varoluş ile
anlam arasındaki ilişkinin ilkesel tayininde de g ö z önünde bulundu-
rulsaydı eğer, epistem oloji ve tinle ilgili öğretiyi tem ellendiren va­
roluş ile anlam arasındaki ikili mutlak olarak konm azdı. Daha ziy a ­
de burada da tem el tasarının içine (“anlam sal varoluş” ve “anlam
yön elim li varoluş” gibi unsurların yer bulduğu) kadem eler yerleş­
tirilm iş olurdu.
Temel tasarısının içine varoluş-anlam -ilişkinin çok şekilliliğinin
epistem olojik aydınlatılm asını yerleştirip, varoşsal alanın anlamsal
olduğu v e bir dereceye kadar ifadenin anlam la ilgili içeriksel d eğ e­
rine nüfuz ed eb ild iği b ilgi m odellerini de hesaba katarak k ısm î y ö ­
nelim inin üstesinden gelm ek, kanım ızca epistem olojinin bundan
sonraki görevi olmalıdır. B öyle olduğunda; ep istem oloji, bilgi so s­
yolojisi tarafından yerinden edilm eyip, daha ziyade bilgi so sy o lo ji­
sinin m eydana çıkm asıyla değişen bilgileri sonradan hesaba katan
bir epistem oloji zorunlu kılınmaktadır.
E pistem olojik yaklaşım ın epistem olojiye getirdiği diğer sonuç­
lar. G ünüm üzde egem en olan tinle ilgili öğretiyi ve ep istem olojiy­
le ilg ili aksiyom atik yaklaşım ların çoğunun m atem atikleştirilebilen
sağın doğa bilim lerinden türetildikleri ve tam da bu b ilgi m odelinin
ilk esel zem inlerinden çıkan eğilim lerinin sözüm ona uzantıları o l­
dukları bir kere kavrandığında; tinsel bilim lerle ilgili problem in, id­
rak etm enin az çok varoluşa bağlı varyantlarına ilişkin karşı para­
digm asından hareketle nasıl revize edilebileceğinin kılavuzu da bu­
lunm uş olacaktır. Bu sefer ise, daha eski tinsel bilim lerle ilg ili yak­
laşım ın kism îliğinin iy ic e anlaşılm ası nedeniyle gü ncellik kazanm ış
yeni yaklaşım ları kısaca sıralamakla yetineceğiz.
İdrak etm enin içerdiği a k tif unsurun keşfi. B ilg iy le ilg ili “ide­
alist” tasarıda idrak etm enin çoğu kez “pür bakm a” anlamındaki
“teorik” bir eylem olarak algılanm asının nedeni, sözü edilen m ate­
matiksel örneklere y ön elm e gerçeğinin yanı sıra, b öyle bir ep iste­
m olojinin arkasındaki “düşünsel yaşam ” ile ilgili bir dünya görüşü­
ne ilişkin bir idealin yatm asıydı. Bu idealin kökenlerinin tarihini
yazm ak v e idrak etm enin pür tefekkür anlayışının ep istem olojiye
nüfuz ettiği başlangıç noktasını bulmak (ki, o zam an, bilim sel m an­
tığın tarih ö n cesin e geri gidip filozofların kökenlerini “m istik bak­
m a” ideallerini devraldıkları “kâhinler”den hareketle gösterm em iz
gerekirdi), g örevim iz olam az. Seyredici biçim de k eşfed ilip görüne­
ne daha yüksek d eğer atfedilm esinin, bilginin v e düşünsel eylem in
pür g özlem len m esin d en d eğil, dünya görüşü tem elli değerlendir­
m elerden kaynaklandığını gösterm ekle yetin eceğiz. Bu gelen eği
tem sil eden idealist felsefe; ilk başta katıksız teori olarak kabul gör­
m esi gereken b ilgi m odelinin, İnsanî idrak etm enin sadece çok kü­
çük bir kesiti olduğu ve insanoğlunun -b iz z a t düşünm ede ey lem ­
ci! yönelim lere sahip olduğunda d a h i- idraki giderek b elirgin leşti­
ğinde dahi idrak etm enin -p ü r teori old u ğu n d a- sadece “katıksız”
olabileceği iddiasında sarsılmamıştır. Dahası, eylem in ta kendisi o l­
duğunda ancak; bir “am açsal akıl”ın -kavram lara ve tüm düşünce
m ekanizm asına hükm edici an lam d a- ona nüfuzuyla ve bu kavram ­
ların v e düşünce m ekanizm asının eylem sel yön elm işliğin yansım a­
sı haline g elm esiyle ancak, idrak etm enin belli alanlarda m eydana
geleb ileceğ i gerçeği bile bunu başaramamıştır. İdrak etm ek ve iste­
m ek d eğil, bizzat idrak etm e içindeki istem ek ancak, dünyanın nite­
liksel zenginliğine belli alanlarda kapı açmaktadır. Bu ey lem sel o lu ­
şun bakış açısıyla ilgili yapıya bu alanlarda nüfuz ettiğine v e kolay­
ca oradan çıkarılam ayacağına ilişkin fenom enolojik olarak belirle-
nebilecek bilgi bile, b öyle bir tinle ilgili öğretinin ve ep istem oloji­
nin ya bu bilgi paradigmasını görm ezlikten gelm eyi ya da bu özü
itibariyle ey lem e bağlı bilgilerin henüz “katıklı” (ki, burada, bu kav­
ramın büyülü kökenine işaret eden anlam sal nüansına dikkat çe k il­
m elidir!) bilgi biçim leri olarak değerlendirm esini en g elley e m e m iş­
tir. A ncak bundan b öyle problem , bu bilgi biçim lerini baştan red­
detm em iz d eğil, idrak etm e kavramını yeniden anlamlandırarak bi-
linebilirliklerin iradeci yön elm işlik unsurunda m eydana g eleb ile­
cek anlamda üzerlerine nasıl d üşü n eb ileceğim ize ilişkin düşünceler
olmalıdır. Ancak tinsel bilim lerle ilgili problem i yeniden anlam lan­
dırarak üzerinde bu şekilde düşünülm esi, bilim de propagandaya ve
değer atfedeci hükümlere yer verm eye yaramayacaktır. Tam tersi­
ne: V eçhesel yapıya nüfuz eden herhangi bir bilginin en derininde
yatan o am açsal ak ıl’dan söz ettiğim izd e, tüm bilinçli ve örtük d e­
ğerlendirm eler ve fikirler bir kenara bırakıldığında bile varolan b il­
gi içerisindeki iradeciliğin o yok ed ilem ez kalıntısını kastetm ekte­
yiz. (D eğer serbestisine sahip bilim sel öğreti anlam ındaki) bilim in
propaganda yapmak ve hüküm lerde bulunm ak için değil g erçek le­
ri tespit etm ek için varolduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır. B ilgi
so sy o lo jisin in k eşfettiği şey, bilginin - b u propaganda ve d eğerlen ­
dirme unsurlarından arındıktan son ra- içinde, hâlâ ortadan kaldırıl­
ması mümkün olm ayan olsa olsa kontrol edilebilirlik alanına yük-
seltilebilinen ve açıktan açığa ortaya çıkm am ış eylem cil bir unsu­
run bulunmasıdır.
Belli bilgilerin bünyesindeki kurucu perspektifçilik. İkinci nok­
ta ise, tarihsel-toplum sal idrakin belli alanlarındaki bilgiyle ilgili
içeriksel değer için, perspektifin kurucu biçim de içerilm esinin ku­
sur olm adığını, daha ziyade bu alanlardaki olası bakış açılarının
perspektifçi bakış açıları olduğunu; problem in bu perspektifçiliği
örtbas edip mazur görm ekten d eğil, daha ziyade bilginin ve n esn el­
liğin bu perspektifçiliğin unsurunda nasıl m üm kün olabileceği so ­
rusundan ibaret olduğunu görm ek olacaktır. Ki, aynı şekilde, yan­
lışlığın kaynağı, tasviri sö z konusu olan m ekânsal bir nesnenin y al­
nızca özü itibariyle ve perspektifsel varolm ası değildir; problem ,
perspektifi içerm eyen bir tasvirin oluşturulm asından da d eğil, pers­
pektifin, farklı bakış açılarının karşılaştırılması aracılığıyla keşfedilip
böylece yeni tarzda bir n esn elliğe ulaşabilm ekten ibarettir. B öyle-
ce bu alanda da, mutlak şekilde soyutlaştırılm ış-insansızlaştırılm ış
bir bakış açısına ilişkin yanlış bir idealin yerine, kendi kendini sü­
rekli geliştiren perpektifçi-insanî bir bakış açısı idealinin geçirilm e­
si gerekmektedir.
“Kendinde geçerli olnıa" (G elten an sich) alanının inşasına
ilişkin problem . “İdealist” ep istem oloji ile tinsel öğretinin dünya
görüşüyle ilgili arka planının aydınlığa kavuşturulması bağlamında,
(tarihsel-psikolojik düşünsel eylem den önce, sözüm ona kendi ö zü ­
ne dayalı yaşam ön cesin d e bir şek ild e varolup her som ut idrak et­
menin yalnızca ortak olduğu) kendinden geçerli olm a alanına iliş­
kin idealin, varoluşu ikiye katlayıcı yön tem le içkin olarak olup bi­
tenler dünyam ızın dışında ikinci bir dünya yaratmış olan İki Dünya
Teorisinin son uzantısı olduğu da yavaş yavaş açıklık kazanmakta­
dır. O ntoloji alanındaki İki D ünya M etafiziği için öteki dünyanın,
aşkınlığın işlevi ne idiyse, idrak için (fikirler öğretisinin uzantısı
olan) “kendinden geçerli hakikat a la n f’nın düzenlenm esinin işlevi
de o olacaktı: Karşısında tüm olup bitenin, tüm m eydana gelenin bi­
timli ve ek sik olan olarak d eğersizleşeb ild iği, oluşum ek sik liğine
sahip olm ayan bir m ükem m eliyet alanını ön e sürmek. Ve nasıl “in­
san olm a” bu aşırı tinselci m etafizik için tüm dirim sel, duyum sal,
tarihsel, toplum sal olanın üstünden atabileceği bir şey olarak değer­
lendirilen bir “p ü r insan olm a” olarak tasarlanabiliyorsa, aynı şek il­
de insan olm anın bu unsurlarının ortadan kalkm ası istenilen bir bil­
gi tasarısı ön e sürülm eye çalışıldı. Burada tekrar tekrar sorulması
gereken şey, bilgi kavramının, insanın tüm yönleriyle ilgili inşasının
ön koşulu olm aksızın, neticede som ut olarak tasavvur edilip ed ile­
m eyeceği v e bizim için bir şekilde anlam lıca düşünülebilm esi bir
yana pratiğe geçirilip geçirilem eyeceğidir.
Ayrıca m odernliğin ontolojisi alanında, ampirik araştırmaların
içinden zam an içerisinde (asıl olarak “bu” dünyanın yetm ezliğin i
b elgeleyebilm ek için m eydana gelen ) o anlamın ik iye katlanması ç ı­
karılmıştır; gerçi tinle ilgili öğreti ve epistem oloji alanında hâlâ et­
kisini sürdürmektedir. A ncak şu ana dek, bilgi öğretisi alanında
dünya görüşüyle ilgili arka planın içyüzü o kadar k olayca anlaşıla­
m adığından, bu insan v e zam an üstü geçerlilik alanına ilişkin ideal­
le olası bir dünya görüşüyle ilgili bir yapıya d eğil, “düşünm e” o l­
gusunun yorum una ilişkin oluşturucu bir gerçek liğe sahip olundu­
ğu düşünülm ekteydi. O ysaki düşüncelerim izin nedeni, bilginin,
d üşünceyle ilgili fen om enolojid en hareketle, olup bitenler (eylem in
pratiği) alanından, bir kendinde alana geçişm iş gibi inşa ed ilm esi
gibi bir zorunluk olm adığını (ki, bu yapı şem asının bulgusal verim ­
liliğ i olsa o lsa 2 x 2 biçim indeki düşünce m odelleri için sö z konu­
sudur), tersine (ideal alandan bağım sız olarak) h ep im izce bilinen fi­
ilî, ve bu dünyaya ait düşüncenin gerçekliğine dayanılıp b ilg iy le il­
gili olgu, bir “dirim sel ö z ”ün eylem i olarak değerlendirildiğinde,
bilgi problem ine ilişkin yükünün m uazzam bir şekilde h afifley ece­
ğini gösterm ekti. B aşka bir d ey işle, bilgi so sy o lo jisi, bilgi edinm e
eylem in i, hem varoluşsal hem de anlam sal n iteliğiyle, g ö z önünde
bulundurduğu paradigmalara bağlantılı olarak, salt teorik-seyredici
bir gereksinim den kaynaklanan “eb ed î doğrular”a bakış ya da bu
“doğrular”ın bir şekildeki ortakçısı olarak değil (ki, daha Scheler
olayı bu şekilde düşünm ekteydi); daha ziyade belli bir yaşam sal
alandaki belli bir dirim sel özün yaşam la dopdolu oluşunun Orga-
non’u olarak değerlendirm ektedir. Bu üç etm enin her biri -y a şa m -
la dopdolu oluşun yapısal şek li, (hem dirim sel hem de tarihsel-top-
lum sal oluşum u anlam ında) dirim sel özün yapısı ile yaşam sal ala­
nın ö zelliğ i, ve ö zellik le d e bu yaşam sal alandaki düşünen öznenin
bulunduğu yeri ve konum landırılm ası- düşünce sonucunun olduğu
kadar bu öznenin bu sonuçtan hareketle inşa edilebilir “doğruluk
ideali”nin kaynağıdır.
B ilginin; İnsanî kökenlerinin izlerini gizled iğin de kusursuz o l­
duğu düşünülen tinsel bir eylem b içim inde tasavvuru, -d a h a ön ce
bahsedildiği ü z e r e - bu niteliklerin, m evcut düşünsel paradigmada
olduğu gib i, ancak fenom enolojik anlam da (düşük ya yüksek oran­
lı haklılıkla) fiilen gösterilm esinin mümkün olduğu alanlarda bul­
gusal verim lilik kazanır (örneğin 2 x 2 = 4 şeklindeki bir paradig­
m a sö z konusu olduğunda). O ysaki bu türden bir tasavvur, ancak
antropolojik-tarihsel olanın bir yana bırakılmasının, düşünce sonu­
cunun içeriğini tam am ıyla değiştireceği bilinebilenin daha kapsam ­
lı alanındaki tem el olguların m askelenm esine yarar.
M evcut düşünsel paradigmada esaslı fenom enolojik bir zem in,
m askelenm iş dünya görüşüyle ilgili m otifler olarak d eğil, ancak,
b elli bilgi kavramlarının lehine ya da aleyhine kanıtlar olarak ön e
sürülebilir: “İdealist” felsefen in arkasında duran insan m odelinin,
bedensellik, duyum sallık, zam ansallık, dinam izm ve toplum sallık
karşısında duyduğu ürkekliğin, tinle ilgili öğretim izde m uhafaza
ed ilm esini gerektirecek hiçbir neden yoktur. D olayısıyla şu anda iki
paradigmatik nitelik taşıyan bilgi m odeli ve bu m odellerden kay­
naklanan bilgi edinm enin tinsel bilim lerle ve epistem olojik açıkla­
masının iki olasılığı karşı karşıyadır. Şim dilik yapılm ası gereken şey,
bu yaklaşım ların ikiliğinde ısrar edip bünyesinde açığa çıkanı rötuş-
layarak silm ek yerine, ilk başta belirlem ek olacaktır. Hangi yorum ­
sal tem elin daha sağlam olduğu; (şu ana dek yapıldığı gibi) varoluş­
tan koparılm ış ve varoluşa, varoluşsal m odelden hareketle bağlı
olanı, araçsallaştırıp küçüm sediğim izde m i, yoksa, tersine, varoluş­
tan koparılm ış olanı, varoluşa bağlı olanın bir sınır ve özel durumu
olarak açıkladığım ızda mı ileri bir adım atabileceğim iz daha sonra­
ki tartışma sürecinde görülecektir.
E pistem olojinin, son olarak bahsedilen düşünsel paradigmayı
kullanm ası v e belli bilgi m odellerinin perspektifini içeren “varoluş­
sal bağlılık”lar problem ini fark edip düşüncelerine esas alm asıyla
ortaya çıkan, nasıl bir yolda ilerleyebilirim sorusuna iki alternatif
karşılık gelmektedir. Bilim insanının bu durumda da yapması gere-
ken şey, ilk başta, problem in daha da geliştirilm esin e ilişkin o la sı­
lıkları v e açığa çıkan tüm çıkm azlan betim lem ek ve daha sonra da
bu problem ler üzerine, günüm üz d üzeyindeki tefekkürün içtenlikle
gösterebileceği iddialar ortaya atmak olmalıdır. Düşünürün m isy o ­
nu, yeni bir problem in ortaya çıkm asıyla birlikte ve her ne pahasına
olursa olsun anında karar verm ek d eğil, araştırmanın “ilerlem e”si-
nin bilincinde olarak, am a yalnızca daha şim diden açığa çıkm ış o la­
nın tespit edilm esidir. Şu anki d üzeyd e yürünebilecek yollar şun­
lardır:
Epistem olojinin iki yolu. Ya varoluşsal bağlılığın üstünlüğüne
ön em verilerek, toplum sal bilgi edinm e sürecinin ilerlem esindeki
eritilem ezliğinin korunmasına, dolayısıyla kendi konumumuzun da
büyük olasılık la varoluşa bağlı ve k ısm î olduğu görüşünde direnilir.
O zam an, bu görüşe ait ep istem oloji, İnsanî idrakin özsel olarak
ilişkilendirici yapısına ilişkin savın öne sürülm esi anlamında (örne­
ğin görsel nesnelerin ö zsel perspektifi kolaylıkla kabul ed ilebilecek
bir şeydir!) revizyona tabi tutulmalıdır.
Bu çözüm d e söz konusu olan, konu içerikli tartışmaların n esn el­
liğine v e hakkında karar verilebilirliğine ilişkin postulattan feragat
etm ek ya da her şeyin zevahirden ibaret olduğunu ön e süren v e d o ­
layısıyla hiçbir şey hakkında karar verilem eyeceğin i ileri süren bir
hayalciliğe bağım lı olm ak d eğil, bu n esnelliğin ve karar verilebilir-
liğin inşasının ancak dolam baçlı yollardan mümkün olab ileceği fik ­
ridir. Burada sö z konusu olan, nesneleştirm enin varolm adığına v e
verici anlayışa dayanm anın tatmin edici olam ayacağına ve yanıtlar
verem eyeceğin e ilişkin iddialarda bulunmaktan ziyade, bu yanıtla­
rın belli durumlarda ve özleri itibariyle, yaln ızca b elli veçhelere
bağlı olduğu iddiasında bulunmaktır. D em ek ki, sonuç olarak bura­
da da ortaya, herhangi bir iddianın sıradanlığıyla ilgili bir görecilik
çıkm ıyor: B izim kastettiğim iz ilişkilendiricilik, her iddianın özü g e­
reği yalnızca ilişkilendirici olarak ifade ed ileb ileceği anlam ına g e l­
mektedir. Ve bu türden bir ilişkilendiricilik, onu daha önceki ebedî,
ö zn esizleştirilm iş perspektifsiz doğrularla ilg ili olan durağan ideal­
le ilişkilen dird iğim izd e ve kendine uym ayan bu (mutlak doğruyla
ilgili) idealle kıyasladığım ız takdirde göreciliğe dönüşür.
N esn ellik , yalnızca varoluşa bağlı düşünce sö z konusu olduğun­
da, başka v e yeni bir anlam taşıyacaktır, a) Bu, birincisi; eğer aynı
sistem v e aynı veçhesel yapı içinde bulunuluyorsa, tam da ileri sü­
rülen kavramsal ve kategorik aparatın tek d üzeliği n ed en iyle bura­
da mümkün olabilen şüphe götürm ez tartışılabilirliğin şüphe götür­
m ez sonuçlara u laşılabileceğine ve d olayısıyla bundan sapan her şe­
yin yanlış fikir olarak bertaraf ed ileb ileceğin e ilişkin gerçekle ilg i­
lidir. b) Ve bu, İkincisi; farklı veçh esel yapılar içinde bulunuluyor­
sa eğer, “nesn elliğin ” inşasının ancak dolam baçlı yollardan -bu ra­
da her iki veçhesel yapı için de doğru, ancak birbirinden farklı teza­
hür eden iki bakış biçim ini yapısal farklılıklarından hareketle anla­
maya çalışarak ve bu farklı perspektifçi bakış biçim lerinin birbirle­
rine yaklaştırıcı dönüştürm e sürecinin ve çevirinin form ülünü bul­
maya çabalayarak- m ümkün o lab ileceği gerçeğiyle ilgilidir. S ö ­
züm ona dönüştürm enin kontrolü için b öyle bir form ül bir kere g e­
liştirildiğinde, iki bakış b içim iyle ilgili bu türden gerekli sapm ala­
rın keyfi v e -y a n lış fikir kabul ed ilm esi g erek en - âdeta yan lış d e­
ğerlendirilen unsurlardan arındırılması da kolaylıkla başarılacaktır.
N asıl, gördüğüm üz gib i, özü itibariyle yalnızca perspektif olarak
görünebilen görsel nesne konusunda verilen kavga, perspektif o l­
mayan bir bakış açısı inşa edilerek (ki, bu mümkün değildir) değil,
daha ziyade konuma bağlı bir resim den hareketle bir başka konum ­
da bulunan başka birinin konuyu belli bir şekilde algılam asının an­
laşılm ası biçim inde çözüm e ulaştırılabiliyorsa, burada da nesnellik,
dönüştürülerek inşa edilecektir. Bu bağlamda, m evcut bakış a çı­
larından hangisinin en doğru bakış açısı olab ileceğin e ilişkin soru­
nun ortaya çıkm ası da doğaldır; ancak bu konuda da -a y n ı belli
veçhelerin en önem li ilişkilendirm eleri nesneden hareketle görüne­
bilir kılabilm e ayrıcalığa sahip olabildiği görsel perspektifçilikte o l­
duğu g ib i- bir kıstas mevcuttur: Bu kıstas, m üm kün olabilecek en
büyük kavrama gücü, ampirik materyale karşı müm kün olab ilecek
en büyük verimliliktir.
Şu gerçekleri ön plana alarak takip ed ileb ilecek bir başka yol
daha vardır: B ilgi sosy o lo jisiy le ilgili araştırmacı içtepi, varoluşla
sıkı bir bağ oluşum unun m utlaklaştırılmasına yol açabilecek şek il­
de d eğil, tam da m evcut bilgilerin varoluşla sıkı bir bağ içinde ol­
m asına dair keşfin, varoluşu bağlılıktan kopuşa götüren bir ilk adım
olarak değerlendirilm esi şeklind e yönlendirilebilir. Bakış açısı en ­
deksini kendini mutlak olarak niteleyen bir bakış açısına ek led iğ i­
m izde, bakış açısının kısm iliğini b elli bir anlamda daha şim diden ta­
rafsızlaştırm ış oluruz. B etim lediklerim izin çoğu , yükselerek onun
ötesine geçecek anlamda, varoluşa bağlılığın tarafsızlaştırtm ası y ö ­
nünde ve tamamen kendiliğinden hareket etmektedir. K ısm î bakış
açılarını içine alam ve onların tem elini oluşturan kapsam lı bakış
açısının tem eliyle ilgili öğreti; (deneyim lere dayalı) öz ile konum
geliştirici öğreti; aranması gereken v e her şeyin tem elini oluşturan
on tolojiyle ilgili öğreti; tüm bu öğretiler, bu yönde hareket etm ek ­
tedir. Gerçektir ki, tinsel v e toplum sal tarihte gruplarla ilişk iy le ve
gruplara nüfuz etm e süreçleriyle sıkı bir ilişki biçim inde ortaya ç ı­
kan b öyle bir hareket mevcuttur: Bu hareket, ilk aşam ada, farklı va­
roluşa bağlı bakış açılarının birbirlerini tarafsızlaştırmasına neden
olur (ki, b öylece, onları m utlaklıkla ilgili niteliklerinden arındırır);
ikinci aşamada, bu tarafsızlaştırtm adan hareketle, daha kapsam lı ve
taşıyıcı bir bakış açısı zem inini inşa eder. Ancak bu bağlam da ilginç
olan, bu daha kapsam lı bakış açısı zem ininin kuruluşunun daha
yüksek sev iy eli bir soyutlam aya y o l açarak, ilgili olguları gittikçe
artan derecede daim a form elleştirm esidir. Bu form elleştirm e, esas
olarak yaklaşım ın yönünün bilirlikle dopdolu olan konu içerikli ni­
teliksel ifadelerden giderek daha çok geri çekilm esinden ve o lg u la ­
rın niteliksel-şekillendirici b etim lem esinin yerine salt m ekanikçili­
ğin paradigması olan pür işlevsel bakış açılarının geçirilm esinden
ibarettir. Toplum sal yaşam dan uzaklaşm a bağlam ında m eydana g e ­
len ve gittikçe artan soyutlam ayla ilgili bu öğretiyi, soyutlam anın
toplum sal oluşum uyla ilg ili öğreti olarak adlandırmak istiyoruz.
D em ek ki (net bir b içim d e ön celik li olarak bizzat sosyolojik bakış
açısının öne çıkm asıyla gözlem len eb ilip algılanabilen) soyutlamanın
sosyolojik açıdan türetilm esi için bu daha yüksek seviyed ek i soyu t­
lama, grupların toplum sal iç içeliğinin bağlılaşığı olarak anlaşılm a­
lıdır. İnsanların ve insan topluluklarının soyutlam a yeteneğinin, y e ­
rel ya da başka şekildeki k ısm î gruplan bünyelerine alm a y eten eğ i­
ne sahip olan daha kapsam lı toplum sal birim ler olarak “çerçeve
gruplar”ın ve kuruluşların bünyesinde edindikleri konum oranında
gelişm esi, bu savı doğrulamaktadır. A ncak bu daha yüksek se v iy e­
deki soyutlam a eğilim i bile, düşüncenin varoluşa b ağlılığıyla ilgili
öğretiyi henüz parçalamamaktadır; zira uygun özn e mutlak bir b i­
çim de toplum sal yapıda serbestçe süzülen bir “kendinde bilinç” o l­
maktan ziyade, kapsam ı giderek gen işleyen (daha önceki k ısm î ve
som ut bakış açıları tarafsızlaştıran som ut) bir öznedir.
Formel sosyoloji tarafından (haklı olarak) ifade edilen tüm bu
kategoriler, b öyle bir tarafsızlaştırmanın ve form elleştirm enin ürün­
leridir; ki, sonuçta, işin ucunda yalnızca yapıların form el m ekaniz­
ması vardır. Ö rneğin, form el sosyolojid en bir örnek verm ek gerekir­
se, iktidarın; kendini ancak birbirleriyle etkileşim içinde olan e y ­
lem lerin yapısal ilişkisini (sözüm ona m ekanizm asını) -ta b i ve üs­
tün kılm a, şiddet, itaat, zorla yaptırmak gibi kavramları kullanarak-
ön plana alarak sınırlam ası ilgili tarafların (yani hükmedenler ile
hükm edilenlerin) som ut konumlarından soyutlanabilen bir kategori
olurdu. Som ut hâkim iyetin nitelikle ilgili içeriksel değerinin a lg ı­
lanması v e betim lenm esi (ki, bu içerik “hâkim iyet”i anında tarihsel-
leştirirdi) bu bağlam da müm kün olam az, betim lem e, ancak hem
hükm edilenlerin hem de hükmedenlerin algı ile deneyim lerini
varoluşla sıkı bir b ağ biçim inde anlattıklarında mümkün olabilirdi.
Zira, ortaya çıkarılan biçim sel belirlem eler dahi, bir yerlerde ser­
bestçe uçuşmaktan ziyade, belli bir durumun som ut varoluşa bağlı
problem atiğinden hareketle m eydana gelir. (B u bağlamda, daha
sonra ayrıntılı olarak doğrulanm ası gereken, yani perspektifçilik
problem atiğinin ön celik le, olguların “niteliği”yle ilişkili olduğuna
dayanan tahmin ortaya çıkmaktadır; esasen toplum sal-tinsel olgu la­
rın içeriksel değeri “anlam sal” dır. A nlam sallığın, anlama ve yorum
eylem in de algılanm ası, bilgi sosyolojisinin perspektifçilik proble­
matiğinin de ön celik li olarak toplum sal olgudaki anlaşılırlıkla ilgili
olduğu şeklinde ifade edilebilir. Ancak bununla dar bir daire kaste-
dilm em ektedir, zira toplum sal alandaki en esaslı “gerçekler”in ad­
landırılması bile, yalnızca anlam yönelim li ve yorum lanabilir kav­
ramlar sayesin de mümkündür.)
F:2I/ İdeoloji ve Ütopya
Form elleştirm enin asgari ölçüde geliştiğ i ve sözüm ona yaln ız­
ca ilişkilendirm elerin sö z konusu olduğu durumlarda b ile, artık ber­
taraf ed ilem eyen azam i ölçüdeki bir yön sel b elirlem ecilik tespit
edilebilir. (Ö rneğin, ey lem biçim lerine giriş bölüm ünde M ax W e­
ber “am aca yönelik rasyonel” eylem i, “gelen ek sel” eylem den ayırı­
yorsa, burada bir grubun kapitalizm in rasyonelleştirm e eğilim ini
keşfederek v e onlara değer vererek ön plana aldığı, [ispat edilebilir
biçim de politik içtepilerce harekete geçirilen] diğer grubun ise, g e ­
leneği keşfederek onu diğerine karşı kullandığı şartlan yani, belli
bir kuşağın durumunun yansım asını görebiliyoruz henüz.) Eylem
biçim leri problem ine ilişkin genel ilgi, bu durumdan hareketle
m eydana gelm ektedir; ve tam da bu ey lem biçim lerini sabitleştirip
bu yönde form elleştirdiğim izde, soyutlam aya yön elm en in kökenle­
rinin de, eylem olgusunu bu yönde konu edinen çağın som ut duru­
munda yattığını görebiliyoruz. Eğer başka bir çağ, bu eylem lerin
form el sistem atikleştirilm esine girişirse, sonuç olarak bambaşka
m odeller ortaya çıkacaktır. D em ek ki başka bir tarihsel durumdan
hareketle başka soyutlam alar tespit ed ilm iş ve, b ö y lece olup biten­
ler bütününün dışına çıkarılm ış olacaktı. K anım ızca bilgi sosyoloji­
si, form elleşm iş ve soyut düşüncenin varlığını ve olasılığın ı esastan
inkâr etm ek zorunda değildir; yapm ası gereken tek şey, bu bağlam ­
daki düşüncenin dahi “varoluş”u hiçbir şekilde aşam adığını göster­
mektir; zira bu bağlam da kendini “kendinde” [an-sich] kategoriler­
le ifade eden, toplum ve antropoloji üstü bir özn e değildir. Daha z i­
yade, olguların belli form el ve yapısal unsurlarının, yaşanm ışlığın ve
düşünm enin ön planına geçm esin i m ümkün kılan yön elim sel şem a­
lara, yalnızca niteliksel zenginliğin belli varoluşum sal durumlarda
m eydana geldiği tarafsızlaştırmalar sonucunda ulaşılabilm ektedir.
En basit şek liyle bu süreç, daha şim diden farklı grupların birbirle-
riyle temasları sırasında m eydana gelen nezaket ve iletişim kuralla­
rında gözlem lenebilir. Bu alanda da, karşısındakinin niteliksel ola­
rak kavranabilir idrakından (tem aslar seyrekleştikçe) gittikçe daha
çok vazgeçilm ektedir; ki bu idrak, ondan geriye, yalnızca sözüm
ona, karşısındakinin toplum sal bünyedeki işlevin e işaret eden, “for­
m el bir sosyolojik kategori” kalıncaya kadar form elleştirilm ektedir.
(Karşısındakiler, “bakan”, “yabancı”, “biletçi” vs. olarak alınırlar.)
Trafikte yalnızca bu niteliklere tepki gösterilm ektedir. B aşka bir
d ey işle, bizzat form elleştirm e, belli varoluşsal durumların yansı­
masıdır; v e form elleştirm enin yönlendirilm işliği (geliştirilm esine
ister “bakan” örneğinde olduğu gibi siyasî tem sil değeri yönünde,
ister “yabancı” örneğinde olduğu gibi etnik nitelik yönünde izin v e­
rilsin) burada da bu anlamda -so lu k kalm ış olarak olsa d a - bu ka­
tegorilerin içine nüfuz eden varoluşsal duruma bağlıdır. Hukuk bi­
lim indeki g özlem e göre, eğer bir ticaret ekonom isindeki form el-
leştirilm iş bir hukuk sistem i, hukukun ölçülebilirliğin de yani huku­
ki nosyondan ve som ut bir durumdan hareketle nitelikli kararlar
verm enin yaşam sal olduğunda direttiği takdirde yüzleştirici karar­
lar veren “kadı adaleti”nin yerine geçebilir: O andan itibaren mut­
lak y eg â n eliğe karşı niteliksel bir uygunluk içinde hareket etm ek­
ten çok, m eseleyi doğru bir şekilde sınıflandırm ak, ve verili form el-
leştirilm iş kategorilere atlanmak istenm ektedir.
S öylen m iş olduğu üzere, b ilim sel bilgi teorisinin konu gereği
işaret ed ilen iki yolunun hangisinin uygun hangisinin uygun o lm a­
dığına günüm üzde de yanıt verilem ez. A ncak her iki örnekte de,
oluşturucu unsur olarak varoluşla sıkı bağ içinde olm ayı hesaba kat­
mak ve bağıntıcılık teorisiyle ve esnek düşünsel zem inle ilgili öğre­
tiyle ilgilenm ek gerekecektir. B ö y le bir yön elim le birlikte, “ken­
dinde hakikat alanı”nın varlığına ilişkin tasavvurun, rahatsız edici
ve hiçbir şekilde mazur gösterilem eyecek bir varsayım olarak ber­
taraf ed ilm esi gündem e gelecektir. Burada faydalı olan, sağın doğa
bilim lerinin de büyük çapta benzer bir durumu paylaşmalarıdır; ki
bu, kıyaslam a konusunda m evcut durumlarıyla ilgili belli yorum lar
-ö rn eğ in W. W estphal’ın hünerli b etim lem esi- esas alındığında,
ö zellik le sö z konusudur. Bu betim lem e doğrultusunda, saatler gibi
alışagelinm iş ölçü kriterlerinin ve onlara bağlı gündelik dilin sade­
ce ve sadece bu türden kriterler için olası ve kullanılabilir yön elim -
sel şem alar oluşturduklarının keşfinden sonra, elektron ölçüm ünün
söz konusu olduğu kuantum teorisi alanında olduğu gibi, ölçü a le­
tinden bağım sızca tespit ed ilecek bir ölçü sonucundan söz ed ilem e­
yeceği sonuca varılmıştır. Zira, ölçü aletinin ta kendisi, ölçü lm esi
gereken elektronların konumunu ve hızını ön em li ölçüde daha şim ­
diden etk ileyen bir nesnedir. B ö y lece konum ve hız ölçülerinin, y a l­
nızca belirsizlik derecesini gösteren “belirsizlik ilişkileri” şeklinde
(H eisenberg) yansıtılabileceklerine ilişkin sava varılmıştır. Dahası,
atılan bir sonraki düşünsel adım la birlikte, elektronların gerçekte
kendinde olarak [an sich ] kesin belirlenm iş rotalara sahip olduğu­
na ilişkin esk i düşünsel pratiğe uygun olan iddia; bu türden “ken-
dinde”liğ iy le ilgili bir iddianın, “dünya görüşüyle ilg ili bir nevi tas-
virkâr bir tasavvur sağlasa da, ondan herhangi bir sonuç çıkarılam a­
yacağı g erek çesiyle, hiçbir şey içerm eyen ve tam am ıyla boş bir id­
dialar m odelin e ait olduğu” gerek çesiyle reddedilmiştir. Aynı şey,
hareketteki cisim lerin mutlak bir hıza sahip olm aları gerektiğine
ilişkin tahmin için de geçerliydi. E insteincı izafiyet teorisine göre
bu hız, prensip olarak belirlenem ez olduğundan, bu m odem teori
doğrultusunda böyle bir iddia, m evcut dünyam ızın yanı sıra dene­
yim lerim iz için ulaşılm az olan bir başka dünyanın varlığına ilişkin
sav örneğinde olduğu gibi, aynı şekilde boş iddialara aittir.
İfade ed ilm em iş ilişkilen diriciliği açısından bizim fikir d üzen e­
ğim izle şaşırtıcı benzerliklere sahip olan bu düşünsel çizgid e hare­
ket edildiğinde, bir “kendinde hakikat sa h a sf’nm m evcudiyeti ya da
geçerliliği biçim inde m antıksal bir postülatın ön e sürülm esi, tıpkı
yukarıda bahsedilen tüm bu boş varoluşu ik iye katlamalara benzer
biçim de mazur gösterilem eyecek bir düşünsel adım gibi görünm ek­
tedir. Zira, ampirik kavram ayı, yalnızca ilişkilendirici belirlenebi-
lirlikler olarak değerlendirdiğim iz m üddetçe, bu “kendinde ala­
n ın ın ön e sürülm esi, bilgi edinm e süreci için hiçbir som ut netice
doğurmayacaktır.
5. BİLGİ SOSYOLOJİSİ ALANINDA
TARİH VE SOSYOLOJİYLE İLGİLİ
ARAŞTIRMA YAPMANIN ÇALIŞMA
TEKNİKLERİYLE İLGİLİ PROBLEMLERİ.
Tarih ve so sy olojiyle ilgili olgu araştırmaları alanında kendini ispat­
layıp ampirik tespitlerinin kesinlik kriterlerini geliştirm ek ve kont­
rol edilebilirliklerini sağlam ak, bilgi sosyolojisinin günüm üz aşa­
m asındaki en önem li görevidir. B ilgi sosyolojisi, sonuçların slogan­
cı sivriltilm işliğinden vazgeçm e pahasına da olsa, ara sıra ortaya ç ı­
kan sezg iler ve (bir yanda burjuva düşüncesi, diğer yanda proleter
düşünce gib i) küm esel tespitler aşam asından, ölçü p b içici aşam aya
geçirilm elidir.
Bu bağlam da, başta tarzlar tarihi olarak sanat tarihinin yön tem ­
leri olm ak üzere, dilbilim sel-tarihsel-kesin olarak gerçekleşen d i­
siplinlerin yöntem lerinden ve sonuçlarından faydalanabilir ve hatta
faydalanmalıdır.
B ö y le bir sanat tarihi bünyesinde, özellik le çeşitli sanat eserle­
rine “tarih koym a” ve onları “bir şey e ait saym a” görevlerinden ha­
reketle ( m utas m utandis) birçok şeyin öğren ileb ileceği bir yöntem
geliştirilm iştir. B ilgi so sy o lo jisiy le ilgili araştırmaların tem el göre­
vi, bu bağlam da, düşünce tarihinde zam anla olu şup sürekli d eğ işen
bakış açılarını tespit etmektir.
Bakış açılarının tespit edilip ortaya çıkarılması, “bir şeye a it sa y­
m a " yön tem iyle m ümkün olmaktadır. Ancak bu yöntem , düşünce
akımlarını, tüm düşünsel eylem leri veçhesel yapılarıyla tespit edip
bu şekilde tespit ed ilm iş veçh esel yapıyı, (onların parçası olarak)
düşünce akım larıyla ilişkilendirm ekten ibaret olm akla birlikte, öte
yandan farklı bakış açılarının kökeni olarak sürükleyici toplum sal
güçlerden saym aktadır (ki sanat tarihi, kendi problem leriyle ilgili
alanda bunu henüz yapmamaktadır).
“Bir şey e ait saym a” çabasında iki alan mevcuttur: A nlam ına
uygun olan bir alan, v e g erçeklikle ilgili bir alan. A nlam ına uygun
olarak bir şeye a it saym a , yorum la ilgili problem atik alanında yer
alır. D üşünsel m odel birim lerini ve veçhesel yapıları tekil, birbirine
yakın olarak görünen sözlerin v e düşünce belgelerinin kökeninin,
içlerinde etki gösteren dünya görüşüyle ilg ili m erkezden v e yaşam
duygusundan kaynaklandığını öne sürerek; bir düşünce sistem inin
fragmanlarının örtük olarak içerdiği sistem bütünlüğünü belirtik ha­
le getirerek; ya da kapalı bir sistem am açlam ayan düşünsel m odel­
lerin içinden “görüşle ilgili birim”i ya da veçhesel yapıyı ortaya çı­
kararak; yen id en inşa eder. Ancak bu görevin yerine getirilm esi, ni­
hai bir ispat anlam ına gelm ez. Ö rneğin, düşünsel eylem lerin ço ğ u ­
nun on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında “liberal v e muhafazakâr
düşünce” karşıtlığı b ünyesiyle anlam ına uygun olarak ilişkili old u ­
ğu gösterilebilse de, tam am ıyla tinsel sahada gerçekleşen, anlamına
uygun ortalamanın gerçekten de fiili seyre tekabül edip etm ediğine
ilişkin soru hâlâ yanıt bulamamıştır. Araştırmacı; zamanın liberalle­
ri v e muhafazakârları henüz bu şekilde düşünm ezken, m uhafazakâr
v e liberal düşüncenin karşı karşıya getirilebilir, kendi içinde tutarlı
sistem lerini ifade unsurlarından inşa edebilecektir belki.
G erçeklikle ilgili olarak bir şeye a it saym a, anlamına uygun
ilişkilendirm e doğrultusunda oluşan ideal biçim lerin önceden (v a z­
g eçilem ez) bir araştırma hipotezi olarak değerlendirilm esinden, ve
daha sonra da bu hipotezin muhafazakârların ve liberallerin, bu an­
lamda ve gerçekte nasıl düşündüklerine ya da düşüncelerinde bu
ideal biçim lerin ne kadarını fiilen gerçekleştirebildiklerinin sorgu­
lanmasından ibarettir. Buna yaparken, tarafım ızca ulaşılabilen her
yazar, bu konuda incelenip ifadelerinde bulunan veçhelerin m evcut
karışımlarına ve haçvari işaretlem elerine göre ilişkilendirilm elidir.
Bu ilişkilendirm e m eşalesinin tutarlı biçim de uygulanm ası, ger­
çekte cereyan etm iş olan seyrin g elişim sel yönünün som ut tablosu­
nu, her iki düşünsel m odelin de gerçek tarihini oluşturur. Bu y ön ­
tem , düşünsel gelişim in yeniden inşasının azam î teminatıdır; zira,
düşünsel tarihin seyriyle ilgili özetley ici varsayım larını, sayesinde
yeniden inşayı gerçekleştirdiğim iz ayrıntılı tartışılabilecek birçok
kritere böler. B ö y lece, düşünsel tarih içinde etkili olan (düşünce se­
v iyesin e ulaşm am ış) anonim güçlerin daha sonradan ortaya çıkarıl­
ması mümkün kılınmaktadır. Ki bu, sad ece tahmin şeklinden ve
(üzerinde politik tarihimizin olduğu kadar tinsel tarihin de hâlâ ıs­
rar ettiği) epik raporlar seviyesin d en ziyade, kontrol ed ilebilir tes-
pit şek liy le gerçekleşm ektedir. Şu var ki, ilk taslakta kesin gö zü y ­
le bakılan birtakım şeyler, tam da som ut çalışm a sırasında problem
haline gelmektedir. Örneğin, tam da m elez biçim lerde sıkça rastla­
nabilen ikilem dikkate alındığında, bir şeye ait saym anın nasıl yapı­
lacağı çok açık değildir. Ve bireysel sanatçılar, sadece eserlerinden
hareketle, ne rönesansa ne de baroka ait saylam ıyorlarsa eğer, o za­
man tarzlar tarihsel verim liliğinin yanlışlığından ziyade onun d oğ­
ruluğu ispatlamış olacaktır.
İki düşünsel m odelin tem el yapısı ve g elişim sel yönü ortaya ç ı­
karıldıktan sonra, onları sosyolojik olarak ilişkilendirm ek gerekir.
Örneğin so syolojik açıdan, m uhafazakâr düşünsel m odelin şeklini
ve d eğişim in i, bizzat m uhafazakâr dünya görüşünden hareketle de­
ğil, daha ziyade;
a) kendilerini bu dünya görüşü bünyesinde ifade eden grup ve
tabakaların bileşim inden hareketle açıklam aya çalışacağız.
b) Bu muhafazakâr düşüncenin dinam iğini ve hareket yönünü
ise, (A lm anya gib i) tarihsel bir mekânda bulunan bu grup v e taba­
kaların yapısal durumundan ve akıbetlerinden hareketle açıklam aya
çalışacağız.
Bu yöntem ; som ut olarak kavranabilir ara kadem eleri sürece ke­
sik sizce katarak, ilk başta sezg isel tahmin şek liyle ortaya çıkan,
toplum sal varoluş ile düşünce arasındaki ilişk iye dair gözlem lerin
kontrol edilebilir hale gelm esin i amaçlamaktadır. Tarihsel-toplum -
sal bir grubun yaşam bütünü görüntü itibariyle bağım lı bir oluşum ,
düşünce ise bu oluşum un bünyesinde yalnızca yaşam sal bir ifadey-
se eğer, o zaman bu oluşum un özünü oluşturan bu etk ileşim , ya­
şam sal ifadelerin kenetlenm esini ve yapısal bağlantısının incelen­
m esiyle ortaya çıkarılabilir.
G ünüm üzde bilgi sosyolojisi ve sosyolojik tinsel tarih, her şe y ­
den ö n ce som ut araştırma faaliyetlerinde yön tem sel olarak açıdan
sağlam tem elli düşünsel adımlarla çalışan kişiler tarafından destek­
lenmektedir. B ilgi sosyolojisin d ek i som ut ilişkilendirm e problem ­
leri için verilen kavga, varsayımsal-hararetli tahm inlerden som ut
araştırmalar aşam asına g eç işe işaret etmektedir.
6. BİLGİ SOSYOLOJİSİ TARİHİNE
ÖZET BİR BAKIŞ
B ilgi sosyolojisinin ortaya çıkm asını zorunlu kılan en belirgin
yapısal nedenler daha ön ce betim lenm iştir. B ilgi sosyolojisin in ,
toplum sal g elişim bütününden hareketle ve zorunlu hale gelen bir
disiplin olm ası nedeniyle, ona yol açan düşünsel adımların ve yak-
laşım sal tutumların çok farklı zam ansal noktalarda, ama yavaş ya­
vaş g eliştiğ i de an laşılab ilm ed ed ir. Burada en önem li isim v e e v ­
relere işaret etm ek yeterli olacaktır. B ilg i sosyo lo jisi, M a rx’m bu
konuyla ilg ili dahîyane im alarıyla başarıya ulaşmıştır. A ncak onda
b ilgi so sy o lo jisin e ilişkin unsurlarla, ideolojilerin üstünün örtülm e­
si arasında hâlâ sıkı bir ilişki mevcuttur; toplum sal tabaka ve sın ıf­
lar; ideolojinin taşıyıcıları konum una getirilmektedir. Ve ideoloji
öğretisi ilk cereyanında, her ne kadar tem ellendiği tarihsel yorum
çerçevesin de belirir gibi görünse de, üzerinde henüz tüm ayrıntıla­
rıyla ve sistem atik bir biçim de düşünülm em iştir. M od em ideoloji
öğretisinin v e bilgi sosyolojisin in diğer kaynağı ise, içgüdüsel yapı­
lara ilişkin bir öğreti ve pragm atizm i andıran bir ep istem olo jiy le bu
alandaki gözlem ler arasında bağ kuran N ie tzsc h e 'n\n şim şek gib i
çakan fikirlerinde aranmalıdır. Onda; belli düşünce biçim leri arasın­
da sayılanlar, çoğu zaman “aristokratik ve dem okratik kültürler”
kategorilerine girse de, sosyolojik bir ilişkilendirm enin bulunm ası
da mümkündür.
N ietzsch e’den F reu d ' un ve P a reto 'nun, insanların düşünceleri­
ni, içgüdüsel m ekanizm aların m askelenm esi ve ürünü olarak değer­
lendiren içgüdüler öğretisine ve orada geliştirilen yöntem lere götü ­
ren çizgiler mevcuttur. İdeoloji öğretisinin g elişim in e ilişkin ben­
zer bir akım, R atzenhofer , G um plow icz ve O ppenheim er çizg isin i
takip eden pozitivist akım la önüm üze çıkmaktadır. D ilthey çizg isin ­
deki tinsel bilim lerden ve tarihselciliklen kaynaklanan probiem ati-
ğin problem lerini henüz görm eden de olsa, m odem tartışma zem i­
nini hazırlamış olan Jeru sa lem 'ı de p ozitivizm e dahil etm ek m üm ­
kündür.
B ilgi so syolojisi ile ilgili yöntem daha sonra ancak, iki başka
akım tarafından, geliştirildi. Bu akımların tem silcilerinden ilki,
M arx’a başvurup onda H egel’in verim li ilk adımlarını ortaya çıka­
ran, b ö y lece de problem in çok sağlam tem elli fakat belli bir tarih
felse fesiy le ilgili tasan yükünü taşıyan tek taraflı, yapıcı ve dogm a-
tize ed ilm iş çözüm ü ne ulaşan L u kd cs’tır. Lukâcs; ideolojilerin üs­
tündeki örtünün kaldırılm asına ilişkin problem i, bilgi sosyolojisin ­
den bağım sız ele alamadığı için, henüz tamam ıyla M arx’ın tasansıy-
la sınırlı kalmaktadır. S ch eler'z ise, bilgi so sy o lo jisiy le ilg ili çok
önem li bireysel gözlem lerde bulunm asının dışında, bilgi so sy o lo ji­
sini felsefi bir dünya tasansm a dahil etm esini borçluyuz. S ch eler’in
yaptığının asıl ağırlık noktası ise, daha çok m etafiziğin gelişm esine
ilişkin teşvikinde aranmalıdır. Bu yüzden de kendini, bu yen i dü­
şünsel yaklaşım lara içkin gerilim lere, onlardan kaynaklanan dina­
m iğe v e kendine has yen i problem atiğe em anet etm ek niyetinde
değildi. Daha ziyade, bu yen i bakış açısının gereksinim lerini
-tarafınca tem sil edilen ontolojinin ep istem olojisini ve m etafiziği
parçalam aksızm - yerine getirm ek istiyordu. Sonuç olarak so s­
yolojik yön elim li bir tinsel bilim e uyarlanabilecek net bir şekilde
uygulanabilir bir araştırma yöntem i d eğil, derin sezgilerle dopdolu
kapsam lı ve sistem atik bir tasan m eydana gelmiştir.
B ilgi sosyolojisin i, farklı varyantlarıyla değil de, yazarın onu
savunduğu b içim iyle betim lediysek eğer; bunun nedeni, bilgi so s­
yo lo jisiy le ilgili problem atiği tartışabilir hale getirm ek am acıyla,
onun özdinam iğini olası tek düze bir tasarıda göstermekti.
KARL M ANNHEIM TN ESERLERİ

1. Lelek es Kultura (Seele und Kultur/Ruh ve Kültür). Üniversite ders


programı bağlamında sunuş. Budapeşte. 1918.
Metnin A lm ancası, ilk kez, “S o ziologisch e T exte/S osyolojik
Metinler” adlı kitapta (Cilt 28) yer almıştır. Neuwied. 1964.
2. Györgi Lukâcs’ın D ie Theorie des Romans/Roman Teorisi (Berlin
1920) adlı eserinin Eleştiri’si ( Besprechung ). Bkz.: Logos dergisi, IX,
2. Berlin. 1920-21.
3. Beiträge zur Theorie der Weltanschauungs-Interpretation/Dünya
Görüşlerinin Yorumu Hakkındaki Teoriye Katkılar. Jahrbuch für
Kunstgeschichte/Sanat Tarihi Yıllığı, 1 (XV). 1921-22.
4. Zum Problem einer Klassifikation der Wissenschaften!Bilimlerin
Sınıflandırılması Sorunu Üzerine. Archiv für Sozialwissenschaft und
Sozialpolitik/Toplum Bilim i ve Sosyal Politika Arşivi. 50, 1922.
5. D ie Strukturanalyse der E rkenntnistheorie/Epistem olojinin
Yapısalcı Analizi. Kant-Studien/Kant Araştırmaları. Ek sayı 57.
Berlin. 1922.
6. Historismus/Tarihselcilik. Archiv für Sozialw issenschaft und
Sozialpolitik/Toplum Bilim i ve Sosyal Politika Arşivi. 52, 1924.
7. Das Problem einer Soziologie des Wissens/Bilgi Sosyolojisi
Sorunu. Archiv für Sozialw issenschaft und Sozialpolitik/Toplum
Bilim i ve Sosyal Politika Arşivi. 53, 1925.
8. Ideologische und soziologische Interpretation der geistigen
Gebilde/Tinsel Yapıların İdeolojik ve Sosyolojik Yorumları. Jahrbuch
für Soziologie/Sosyoloji Yıllığı. 2, 1926.
9. Das konservative Denken. Soziologische Beiträge zum Werden des
politisch-historischen D enkens in D eutschlands!M uhafazakâr
Düşünce. A lm a n ya ’da Siyasi-Tarihsel D üşüncenin Oluşumuna
Sosyolojik Katkılar. Archiv für S ozialw issen sch aft und
Sozialpolitik/Toplum Bilim i ve Sosyal Politika Arşivi. 57, 1927.
10. Das Problem der G enerationen!K uşaklar Sorunu. Kölner
Vierteljahresschrifte für Soziologie dergisi. 7, 1928.
11. Die Bedeutung der Konkurrenz im Gebiete des Geistigen/Tinsel
Olanda Rekabetin Önemi. Tübingen 1929.
12. Zur Problematik der Soziologie in Deutschland!Alm anya’daki
Sosyolojinin Problematiği Üzerine. Neue Schweizer Rundschau der­
gisi. 22, 1929.
13. Über das Wesen und die Bedeutung des wirtschaftlichen
Erfolgsstrebens. Ein Beitrag zur Wirtschaftssoziologie!Ekonomik
Açıdan Başarılı Olma Hırsının Özü ve Önemi Üzerine. İktisat
Sosyolojisine Katkı. Archiv für Sozialw issenschaft und
Sozialpolitik/Toplum Bilimi ve Sosyal Politika Arşivi. 63, 1930.
14. Ideologie und Utopie!İdeoloji ve Ütopya. 1929. XV ve s. 250 ve
sonrası; ikinci baskı a.g.e., 1930; üçüncü genişletilm iş baskı.
Frankfurt. 1952. XXVII ve s. 294 ve sonrası. İngiliz ve Amerikan
baskısı: Ideology and Utopia. An Introduction to the Sociology o f
Knowledge/ideoloji ve Ütopya. Bilgi Sosyolojisine Giriş. Londra ve
New York. 1936. XXXI ve 318 sayfa.
15. W issenssoziologie/B ilgi Sosyolojisi. H andw örterbuch der
Soziologie/Sosyoloji El Sözlüğü. Stuttgart. 1931. (Yeniden basımı:
“Ideologie und Utopie/İdeoloji ve Ütopya”, Frankfurt. 1952 ve
1965).
16. D ie G egenwartsaufgaben der Soziologie. Ihre
Lehrgestalt!Sosyolojinin Günümüzdeki Görevleri ve (Bize) Öğrettik­
leri. Tübingen. 1932.
17. Stuart A. R ice’ın (ed.) Methods in Social Science/Toplum
Bilim sel Y öntem ler (Chicago. 1931) adlı eserinin E leştiri’si
{Besprechung). Bkz.: American Journal o f Sociology dergisi, 37,
1932.
18. Rational and Irrational Elem ents in Contem porary
Society/Ç ağdaş Toplumlarda Rasyonel ve İrrasyonel Unsurlar.
London. 1934.
19. German Sociology/Alman Sosyolojisi (1818-1933). Politica der­
gisi, 1, Şubat 1934.
20. The Crisis o f Culture in the Era o f Mass-Democracies and
Autarchies/Kitle Demokrasileri ve Otarkiler Çağında Kültürün Krizi.
Sociological Review dergisi, 26, 1934.
21. Mensch und Gesellschaft im Zeitalter des Umbaus/Yeniden
Yapılanma Çağında İnsan ve Toplum. Leiden. 1935. XVIII ve 208
sayfa.
İngiliz ve Amerikan baskısı: Man and Society in the Age o f
Reconstruction. Studies in M odern Social Structure/Yeniden
Yapılanma Çağında İnsan ve Toplum. Modern Toplumsal Yapılar
Üzerine Araştırmalar. Londra ve N ew York. 1940. XXII ve 469 sayfa
(Bu düzeltilm iş ve genişletilm iş baskının Alm anca’ya çevirisi 1958
yılında yapılmıştır. Darmstadt).
22. Troeltsch, Ernst. Encyclopaedia o f the Social Sciences/Sosyal
Bilimler Ansiklopedisi. 1935. Cilt XV.
23. Utopia!Ütopya. 1935. a.g.e., Cilt XV.
24. The P sychological A spects o f the Problem o f Peaceful
Change/Barışçı Değişim Probleminin Psikolojik Veçheleri Üzerine.
Bkz.: C.W. Manning (ed.), Peaceful Change: an International
Problem/Uluslararası bir Problem Olarak Barışçı Değişim . Londra.
1937. S. 101-132.
25. The Sociology o f Human Valuations: The Psychological and
Sociological Approach!insanların Değerlendirmelerinin Sosyolojisi:
Psikolojik ve Sosyolojik bir Yaklaşım. Bkz.: J.E. Dugdale (ed.),
Further Papers on the Social Sciences. Their Relations in Theory and
Teaching/Toplum Bilimleri Bildirileri. Teori ve Öğretim Arasındaki
İlişkileri. Londra. 1937.
26. Adult Education and the Social Sciences/Yetişkinlerin Eğitimi ve
Toplum Bilimleri. Tutors’ Bulletin o f Adult Education dergisi, (İkinci
Dizi, Sayı 20, s. 27-34). 1938.
27. Present Trends in the Building o f Society/Toplum Oluşturmanın
Günümüzdeki Eğilimleri. Bkz.: R.B. Catell, I. Cohen ve R.M.W.
Travers (ed.), Human Affairs/İnsanlık Sorunları. Londra. 1937. S.
278-300.
28. Mass Education and Group Analysis!Kitle Eğitimi ve Grup
Analizi. Bkz.: J.I. Cohen ve R.M.W. Travers (ed.), Educating for
Dem ocracy/Demokrasi İçin Eğitim. Londra. 1939. S. 329-364.
29. D iagnosis o f O ur Time: Wartime Essays o f a
Sociologist!Günümüzün Teşhisi: Bir Sosyoloğun Savaş Dönemi
Denemeleri. Londra. 1943. N ew York. 1944.
Almancası: Diagnose unserer Zeit. Zürih. 1951.
30. Democratic Planning and the New Science o f Society/Demokratik
Planlama ve Yeni Toplum Bilimi. Bkz.: J.R.M. Brumnall (ed.), This
Changing W orld/Değişen bu Dünya. Londra. 1944. S. 71-82.
31. The M eaning o f Popularization in a M ass Society!Kitle
Toplumunda Popülerleştirmenin Anlamı. Christian N ew s Letter der-
gisi. Şubat 1945. Sayı 227, s. 7 -1 2 ’ye ek.
32. The Function o f the Refugee/Mültecinin İşlevi. The N ew English
Weekly dergisi, Sayı 27, 1. 1945

ÖLÜM ÜNDEN SONRA YAYIM LANAN ESERLERİ:


33. Freedom, Power, and Democracy Planning!Özgürlük, İktidar ve
Demokratik Planlama. Yayına hazırlayanlar: Hans Gerth ve Emest K.
Bramstedt. Londra ve N ew York. 1950. XXIV ve 384 sayfa.
34. Essays on the Sociology o f Knowledge/Bilgi Sosyolojisi Üzerine
Denemeler. Yayına hazırlayanlar: Paul Kecskemety. Londra. 1950.
VIII ve 237 sayfa.
35. Essays on Sociology and Social Psychology/Sosyoloji ve Sosyal
Psikoloji Üzerine Denemeler. Yayına hazırlayanlar: Paul Kecskemety.
Londra. 1953. VIII ve 319 sayfa.
36. Essays on the Sociology o f Culture!Kültür Sosyolojisi Üzerine
Denemeler. Yayma hazırlayanlar: Em est Mannheim ve Paul
Kecskemety. Londra ve N ew York. 1956. IX ve 253 sayfa.
37. System atic Sociology: An Introduction to the Study o f
Society!Sistematik Sosyoloji: Toplum Araştırmalarına Giriş. Yayma
hazırlayanlar: J.S. Erös ve W.A.C. Stewart. Londra 1957. X X X ve
169 sayfa.
38. An Introduction to the Sociology o f Education!Eğitim
Sosyolojisine Giriş. Karl Mannheim ve W.A.C. Stewart. Londra ve
N ew York. 1962. 187 sayfa.
ADLAR DİZİNİ

Adler, G., 87 Dürer, 239


Arndt. J., 246
Eckehart, Meister, 238
Bacon, F., 88, 89 Eisler, R., 86
Bakunin, M ., 164, 264, 265 Einstein, 324
Beckerarth, E. v., 159, 163 Engels, F., 150, 249, 266
Beham, B, 239 Eppstein, P., 122
Bekker, 142
Bengel, J. A ., 246 Ficthe, 146
Bergson, H., 158 Fiore, J., 234
Berkeley, 39 Fourier, Ch., 266
Biedermier, 269 Frank, Seb., 249, 250
Bismarc, 260 Freud, S., 276, 328
Bloch, E., 235, 238 Freyer, H., 241, 243, 250
Böhlau, 142
Bousquet, G. H., 161 Gentz, Fr., 143
Brodrero, 158, 159 Gerlich, F., 246
Brüggemann, F., 180 Girscberger, H., 262
Brupbacher, F., 265 Goethe, 2 5 5 ,2 5 7
Buber, M., 217 Goltz, 246
Burke, E., 90, 143 Grimm, 242
Grünewald, 239
Coccejus, J., 246 G um plowicz, L., 328
Comte, A., 162
Condillac, 97 H egel, 5 1 ,9 3 ,9 5 , 100, 174,
Condorcet, 245, 267 176, 225, 233, 2 5 1 ,2 5 3 ,2 5 5 ,
Cunow, H., 245 267, 279, 282
Heidegger, M., 200
Descartes, 39 Heidrich, M., 239
Dietrich, A., 87 Heisenberg, 324
Dilthey, 68, 328 Herder, 244
Doren, A ., 228, 235, 246 Hobbes, 39
Droysen, J. G., 223 Hobson, J. A.,
Holl, K., 234, 235, 236, 237,
238, 240, 249, 250, 257
Huch, R., Meyer, 158
Hume, 39, 90, 276 M illioud, M., 87
Mohr, J. C. B„ 100
Jankelevitch, 87 Montaigne, 41 r -
Jecht, H. 226 More, Th., 224
Jerusalem, 328 Möser, J., 254
Müller, Adam, 256
Kant, 38, 39, 86, 87, 93, 114, Müller, Johannes, 260
233, 309 Münzer, 234, 235, 236, 237,
Karlstadt, 249 238, 239, 250, 257, 279
Keller, G., 272 M ussolini, 158, 159, 160, 161,
Kersen, H., 87 162, 163, 164, 166, 169,
Kersten, 265 Napolyon, 94, 98, 99, 100, 151,
Kierkegaard, S., 41, 280 164, 167
Krug, W. T„ 86 Nettleau, 265
Nicholas, Z., 265
Lamartine, 227 N ietzsche, 4 4 ,4 9 , 328
Landauer, G., 217, 221, 248,
2 8 1 ,2 8 2 Oppenheimer, F., 87, 294, 328
Lask, E., 108 Owen, 266
Leibniz, 39
Lenin, 151, 152, 154, 155, 168, Pareto. V., 157, 158, 161, 162,
169 276, 280, 328
Lessing, 246 Pascal, 41
Locke, 39 Pearson, K., 239
Lukács, G., 86, 150, 151,273, Pench, G., 239
296, 329 Picavet, 98
Luther, 234, 235, 237, 250 Pirou, G., 160
Posse, G., 160
Makyavel, 89, 164, 252 Proudhon, 164
Martin, A. v., 260
Martvitz, 254 Ranke, 129, 145, 225
Marx, 61, 84, 101, 102, 148, Ratzenhofer, 328
149, 150, 153, 155, 176,264, Renner, K., 300
265, 279, 296, 329 Ricardo, H., 265
Mead, G. H., Rickert, H., 146
Mehring, Fr., 101, Riezler, K., 87
Meinecke, 89, 225, 252, 260 Rjazanov, D., 149
M eusel, Fr., 90
St. Simon, 266 Susman, M., 282
Salomon, G., 86, 101 Szende, P., 87
Savigny, 257, 258
Schäffle, A., 135, 136 Tracy de, Destutt, 98
Scheler, M. 87, 200, 289, 297, Troeltsch, E., 274
316, 329
Schelling, 257, 258 Wallas, G.,
Schmitt, C., 86, 90, 139, 147, Weber, A., 178, 202, 231, 274
162, 164, 225 Weber. M., 32, 86, 101, 107,
Schwenkenfeld, 249 119, 126, 137, 187 ,2 1 0 , 225,
Sebald, H., 239 234, 249, 274, 280, 289, 322
Sm i‘h, A., 61 Westphal, W., 323
Sokrates, 34
Sombart, W., 87, 101, 124, 226
Zeigler, H. O., 86, 160
Sorel, G., 157, 158, 159, 160, Zinzerdorf, 246
161, 164, 168
Spann, O., 273
Spencer, 246
Stahl, F. J., 164, 176, 1 9 8 ,2 4 0 ,
255, 256, 294
Stalin, 151
Toplumsal belirlenmişlikten kurtulmak mümkün müdür?

&
Mannheim, belirlenm işliğe en çok tâbi olanların
özgürlükten bahsedenler olduğu, öte yandan,
toplumsal belirlenimde ısrar edenlerin, paradoksal
l .. ----- 'şliğin üstesinden gelme
nda olduğu görüşündedir.
O halde, ıc bahiste en ileri noktada
görünen M e kadar muaftır? Marksizm,
karşı tarafa uyguıaaıgı yoıııem ı Kendine uygulamamaktadır
Mannheim’a göre.
Düşüncenin varoluşa bağlılığım ana sav olarak kabul eden
Mannheim, bu problematiği, sim gesel nitelikte iki kavramla,
‘id eo lo ji’ ve ''ütopya' ile karşılamaya yönelir ve kitabına da,
problemin bu yönünü vurguladığını ifade etmek üzere bu adı
verir.
Ezilenler, mevcut gerçekliği görmezden gelir, somut koşulların
analizini hedefleyen bir düşünce biçimi oluşturamazlar. Onların
düşüncesi ütopiktir. Mannheim, bu görüşüyle, Durkheim’ın
sosyalizmin ezilenlerin “ ö c î çığlığı” olduğuna ilişkin düşüncesini
çağrıştırır. Ama M annheim’ın yüreğinin ütopyalara kaydığı
gözden kaçmaz.
“Serbestçe süzülen entelijensiya”, toplumsal belirlenim ilişkilerini
aşma konusunda özel bir yere sahiptir. Bu tabaka, bilginin
önkoşulu olan “m esafe koym a”mn sosyolojik karşılığıdır.
Entelijensiya, partili olsa bile, bu bütünsel konumunu koruyabilir.
Ezilenlerin ‘bilinen’ argümanlarının uçuculaştığına ilişkin yaygın
bir kabulün olduğu günümüzde, İdeoloji ve Ütopya'nm, ezilenlere
argüman arayışı için bir eksen olacağı umulur.

CpOS B ilim -Felsefe-P olitika K itapları

You might also like