Professional Documents
Culture Documents
Karl Mannheim - İdeoloji Ve Ütopya
Karl Mannheim - İdeoloji Ve Ütopya
ve
ÜTOPYA
Karl Mannheim
\
\
Almancadan Çeviren
Mehmet Okyayuz
\
epos
Karl Mannheim; (1893-1947) “ Bir ideoloji kuramının ilk ve şimdiye kadar
da son bir incelemesini üreten kişi". (Seliger)
A lm an-M usevi bir annenin ve M acar-M usevi bir babanın ikinci oğlu olarak
B udapeşte’d e dünyaya gelir. Entelektüel hayata, liseden m ezun olduğu yıl “A
Szellem”adlı dergiye yaptığı Hegel çevirileriyle girer ve 1912 yılından itibaren
B ud ap eşte’de felsefe dersleri alm aya başlar. Berlin seyahatleri sırasında G.
Simmel'in ve bir yıl sonra yapacağı Paris seyahatinde de H. Bergson'un der
slerini dinler. Paris dönüşünde, B udapeşte’de öğrencisi kabul edileceği G.
Lukács'm ve Bela Balâsz’ın da katıldığı “Pazar Buluşmaları" adı verilen soh-
bet-tartışm a dizilerine katılır. B ir süre sonra ise, “Tinsel B ilim ler Özel
O ku lu ’nda-fVeıe Schule für Geisteswissenschaften" ders verm eye başlar;
açılış konuşm ası “ Ruh ve Kültür -Ulek ¿s Kultura-dt.: Seele und Kultur"
başlığını taşım aktadır. 1918 y ılında “ E pistem olojinin Yapısalcı A nalizi-
Strukturanalyse der Erkenntnistheorie" adlı Doktora tezini tam am lar ve bir
yıl sonra B udapeşte Ü niversitesi’nde felsefe profesörü olarak ders verm eye
başlar; fakat aynı yıl M acaristan’daki Beyaz Terör nedeniyle V iyana-
A vusturya ve Freiburg-A lm anya üzerinden B erlin’e kaçm ak zorunda kalır.
H e id e lb e rg ’de W eb er’in etrafın d a toplanan kişilerin to p lan tıların a
(“Weberkreis") katılır; bu arada aşkı Julia Lang ile evlenir-1921. 1925 yılında
H eidelberg Ü niversitesi Felsefe F akültesi’ne “G eleneksel M uhafazakârlık:
Bilginin Sosyolojisi Problem ine Bir Katia-Altkonservativismus. Ein Beitrag
zur Soziologie des Wissens”adlı D oçentlik T ezi’ni sunar 1926 yılında Doçent
olarak atanır. 1929’da “ K uşaklar Problem i-D os Problem der Generationen”;
Z ürih ’te VI. A lm an Sosyologlar G ü n ü ’nde; “Tinsel A landa R ekabetin Ö nem i
-Die Bedeutung der Konkurrenz im Gebiet des Geistigen” adlı sunuşunu
yapar. Ve nihayet 1929’da W eim ar C um huriyeti’nin sonunu getiren siyasal ve
toplum sal altüst oluşların ortasında; artık adıyla birlikte anılacak olan ve
düşünce hayatına büyük ve ciddi katkısı “ İdeoloji ve Ü topya -Ideologie und
Utopie" yayımlanır. (1936’da İdeoloji ve Ü topya-Bilgi S osyolojisi’ne G iriş
adıyla İngiltere ve A m erika’da yayım lanır.) 1930 yılında sosyoloji profesörü
olarak atandığı F rankfurt’ta; Theodor W. Adorno ile sohbetlere katılır. 1933
yılında, “ Ekonom ik Başarı Hırsının Ö zü ve Önemi Ü zerin e-Über das Wesen
und die Bedeutung des wirtschaftlichen Erfolgsstrebens" adlı çalışması
yayımlanır. Kısa bir süre sonra ise, Faşistler tarafından m esleğinden çıkartılır;
M annheim , A m sterdam üzerinden L ondra’ya kaçar. London School of
Economics and Political Science’de iş bulur. 1933-45 yıllan arasında burada
d ersler verir. 1935 yılında mali nedenlerden dolayı tam am lanam ayan Kitle
Dem okrasileri ve Diktatörlük adlı bir araştırm a projesine katılır. 1938 yılında
“Yeniden Yapılanm a Çağında İnsan ve Toplum -M e/isc/j und Gesellschaft im
Zeitalter des Umbaus" adlı çalışması yayımlanır. 1945-47 yıllan arasında ise
aynı üniversitenin eğitim E nstitüsü’nde felsefe ve eğitim sosyolojisi pro
fesörü olur. M annheim , 1947 yılı O cak’m da L ondra’da ölm üşti’' “ Ö zgürlük,
İk tid a r ve D em o k ratik P lan lam a -Freedom, Power, and emocratic
Planning"-1950- adlı çalışm ası Ö lüm ünden sonra yayımlanmış!'
(M
epos
© EPOS YAYINLARI
bilim -felsefe-politika kitapları
Kari M annheim
İD EOLO Jİ V E ÜTOPYA
A lm anca’dan Çeviren:
M ehm et O kyayuz
Yayıma Hazırlayanlar:
M ehm et O kyayuz, M. Serdar K ayaoğlu
Düzelti:
G ültekin Koçuşağı
K apak Tasanmı:
M em ik Kayaoğlu
Baskı ve Cilt:
Başak M atbaası(0.312) 384 27 61
EPOS YAYINLARI
GMK Bulvarı 77/3 (06570) Maltepe ANKARA
Tel.Fax: (0.312) 232 14 70 229 98 21
Karl Mannheim
İDEOLOJİ
VE
ÜTOPYA
(Ideologie und Utopie)
A l m a n c a ’d a n Ç e v i r e n :
Mehmet Okyayuz
cs
epos
A H L Â K S IZ F İL : Y ir m i b irin c i Y ü z y ıld a
K ü re s e lle ş m e ve S osyal A d a le t M ü c a d e le s i—
William K. Tabb
K L İ N İ Ğ İ N D O Ğ U Ş U — M ic h e l Foucault
K IR IL G A N DÜNYA: Ç e v re n in K ıs a E k o n o m ik
T a rih i— J. Bellamy Foster
Z A R A R S I Z Â Ş I K L A R - Mike Gane
DEVLETE KARŞI D E M O K R A S İ— M arx ve
M a k y a v e l M o m e n t i — Miguel Abensour
GENEL HUKUK T E O R İS İ ve M A R K S İZ M -
Evgeni Pasukanis
Ş İD D E T Ü Z E R İN E D Ü ŞÜ N CELER- Georges
Sorel
K A P İT A L İZ M İN K Ö K E N L E R İ— E. Meiksins Wood
H E R Ş E Y N A S IL BAŞLADI—Nikolai Buharin
K a r i M a n n h e im , İdeoloji ve Ütopya,
Ç e v .:M e h m e t O k y a y u z ,
B ir in c i E?askı. A n k . 2 0 0 2 ,
E p o s Y a y ., 3 3 6 s.
IS B N : 9 7 5 -6 7 9 0 -0 2 -0 4 ,
İÇİNDEKİLER
Sunuş/9
BİRİNCİ BÖLÜM
Problematiğe İlk Yaklaşım
1. Düşüncenin Sosyolojik Kavramsallığı ............................................. 25
2. Modem Bir Kategori olarak Düşünme Fiili .................................. 30
3. Epistemoloji, Psikoloji ve Sosyolojiyle İlgili
M odem Gözlem Tarzlarının Kökenleri ...........................................38
4. Günümüzün Problemi Olarak
Kolektif Bilinçdışının K ontrolü.......................................................... 57
İKİNCİ BÖLÜM
İdeoloji ve Ütopya
— İki İncelemenin İçsel İlişk isi...............................................................77
— Başlamadan Önce: Kavramsal Bir Açıklama
G ereksinim i................................................*...........................................82
a. Kısmî İdeoloji Kavramı.
b. İşlevseleştirme.
c. Çıkar psikolojisi.
— İdeoloji Kavramının Anlamsal
D eğişim inin Tarihi Üzerine ................................................................86
— Bütünlükçü İdeoloji Kavramı, Bilincin Tinsel
Bilimlerle İlgili Alanını S orgu lar.......................................................91
— “Yanlış Bilinç” P rob lem i......................................................................96
— İdeoloji Kavramının G enişlem esi Sonucu Yeni
bir Diyalektik Durumun Oluşumu ...................................................101
— Değer Serbestisine Sahip İdeoloji Kavramı .................................. 109
— Değer Serbestisine Sahip
İdeoloji Kavramının Değerlendirici Olana Geçişi .......................112
— Değer Serbestisine Sahip İdeoloji Kavramının Arkaplanını
Oluşturabilecek İki Tipik Ontik Kararın Karakteristiği............. 114
— “Yanlış B ilinç” Probleminin Tekrar Tekrar
Ortaya Çıkması .......................................................................................118
— İdeoloji ve Ütopya Düşüncesinde
Gerçeklik Aranmaktadır ...................................................................... 121
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
B i lim O la r a k S iy a s e t M ü m k ü n M ü ?
(Teori ve Pratik Problemi)
— Şu ana Kadar Siyasal Bir Bilim Niçin Y oktu?............................. 132
— Bizzat İdrak’m Politik ve Toplumsal
Temellendirilmişliği Savının İsp atı.................................................. 140
— Sentez Problemi ....................................................................................170
— Sentezin Taşıyıcısına İlişkin P roblem .............................................176
— Siyasi Bilginin Ö zelliği Üzerine ...................................................... 187
— Siyasi Bilginin Başkalarına
Aktanlabilirliği Üzerine ......................................................................195
— Bilgi Sosyolojisinin Üç Yolu ............................................................208
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Ü to p ik B ilin ç
A. Temel Olguların Aydınlatılmasına İlişkin D en em e..................... 216
- Ütopya, İdeoloji ve Gerçeklik P ro b lem i ............................ 216
-Ütopyalar.
B. Ütopik Bilincin Şekildeğişim i ve Yeniçağ
Gelişimindeki A şam aları....................................................................234
I. Ütopik Bilincin İlk Şekli:
Anababtistlerin Sefahatçi Kiliazm ’/ ...............................234
II. Ütopik Bilincin İkinci Şekli:
Liberal-hümaniter Tasarı ................................................... 242
III. Ütopik Bilincin Üçüncü Şekli:
Muhafazakâr Tasarı ............................................................. 251
IV. Ütopik Bilincin Dördüncü Şekli:
Sosyalist-Komünist Ütopya ............................................... 261
V. Günümüzdeki D u ru m ...........................................................269
B E Ş ÎN C İ B Ö L Ü M
B i l g i S o s y o lo j is i
1. BİLGİ SOSYOLOJİSİNİN ÖZÜ VE ETKİ A L A N I................283
a) Bilgi Sosyolojisinin Tanımı ve Sınıflandırılması .....................283
b) Bilgi Sosyolojisi ve İdeoloji Ö ğ retisi .........................................284
2. BİLGİ SOSYOLOJİSİNİN İKİ P A R Ç A SI................................. 286
A) Bilginin Varoluşa Bağlılığı İle İlgili Bir Teori
Olarak B ilgi S o sy o lo jisi..............................................................286
— Varoluşa Bağlılığın Gerçekliği Hakkındaki Ö ğ reti...... 286
— Bilgi sürecini yönlendiren toplumsal süreçler ............. 287
-Toplumsal sürecin veçhesel yapıya kurucu biçimde
nüfuz etmesi
- Veçhesel yapı
— B ilgi Sosyolojisinin Yapısı ve Gücünün Niteliği ........ 297
- Bilgi sosyolojisinin içerdiği özel bir araya gelme biçimi.
- Bilgi sosyolojisinin ön koşulları olarak mesafe koyma
süreçleri.
- İlişkilendirme olgusu.
- Kısmileştirme olgusu.
B) Bilgi Sosyolojisinin Epistemolojik Sonuçlan ..................... 304
Eleştirel Bölüm ............................................................................ 306
-Epistemoloji ve tekil bilim.
3. HÂKİM EPİSTEMOLOJİK
YAKLAŞIMIN KISMÎLİĞİNİN BELİRLENMESİ .................309
a) Sağın doğa bilimleriyle ilgili düşünsel paradigma
doğrultusundaki yönelim.
b) Hakikat kavramı ile toplumsal-tarihsel
“varoluşsal durum" arasındaki ilişki.
4. BİLGİ SOSYOLOJİSİNİN POZİTİF ROLÜ ............................ 310
-Oluşun, geçerlik açısından, tüm koşullar altında önemsiz
olduğuna ilişkin savın revizyonu.
- Epistemolojik yaklaşımın epistemolojiye getirdiği diğer
sonuçlar.
-İdrak etmenin içerdiği aktif unsurun keşfi.
- Belli bilgilerin bünyesindeki perspektifçilik.
-"Kendinde geçerli olma" alanının inşasına ilişkin problem.
- Epistemolojinin iki yolu.
y
talist dünyanın egem en liğin den çıkaran bu büyük tarihsel-toplum -
sal Marksist teorik ve politik pratikle birlikte M arksizm de artık o
zam ana dek politik iktidarı elde geçirem em ekten kaynaklanan te
orik “ m asum iyet ’’ini yitirm iş ve (tüm diğer akımlar gibi) sorgulan
m aya başlanm ıştır.2 Aydınlanmanın teorik unsurlarınca donatılm ış
insan kavramı, M arksizm in politika ayağını aşil topuğu kabul ed e
rek ‘neden M arksizm m asum d eğild ir’ araştırmasına girişmiştir.
Dikkat edilirse M arksizm le doğrudan ilgi kuramam ış olan düşü
nürlerin önem li eserlerinin 1. Enternasyonal’in dağılm asının ve II.
Enternasyonal’in ardından kalem e alınm ış olm ası önem li bir rast
lantı olarak kabul edilm ekten ziyade, M arksizm in ve daha sonra
M arksist politikanın etkileri d iye belirlenm elidir. D urkheim ’ın
eserleri on dokuzuncu yüzyıl sonuna, C roce, Weber, Lukacs,
K orsch v e G ram sci’nin eserleri yirm inci yü zyılın başlarına rastlı
yor. W eber’de (v e başka biçim lerde D urkheim ’da) görülen tarihsel
sosyolojin in “insandan yola çıkan, tarih ve toplum a insan etkinlik
lerinin, İnsanî ide ve değerlerin yön verdiği bir alan” olarak kavra
nan yöntem inin L ukacs’ın Tarih ve S ın ıf B ilin ci'n d ekı izlerini bul
mak ya da G ram sci’nin, tarihçi ve filo z o f olarak bugünün tarihini
yapan insan özd eşliğ i kavramlarında İtalyan düşünür B. Croce do-
layım ını bulm ak zor değildir. W eber’in tinselci tarihsel so sy o lo jisi
nin, G. L ukacs’ın şey leşm e ve sın ıf bilinci bağıntılı eş özn e/n esn e
sinin, Gram sci v e C roce’nin ortak-duyulu (sağduyulu) toplum tez
Bilgi Sosyolojisi
B ilgi so sy o lo jisi, bilgi üretim inde e tkili m>/yq da .h a lk k y ia -ö k m -
toj^ u m safsu reçleri inceley en b ir sn svoloii disiplinidir. Konusu, bi
reylerin (ve do la y ısıy la toplum sal tabakalarm ^günlük fik ir-ve du”
günceleri old uğu kadar, bilginin y a y g ın olarak ilişkilendirildiği b i
4 Bkz.: H ans G erth ve E rnst K. B ram ste d t’in M a n n h eim ’m 1951 yılında
y ay ın lan an “Freedom, Power and Democratic planning/Özgütiük, İk tidar ve
D em o k ratik P lan lam a” adlı eserin e y azdıkları Önsöz. L ondra: R outledge &
R e g an P aul, s. V II-IX .
5 V olker M eja/N ico S teh r (1 9 9 0), Knowledge and Politics: The Politics of
Knowledge Dispute /B ilgi ve S iyaset: B ilgi T artışm aların ın P olitikası,
Londra: R o u tled g e, s. 74.
6 İlk o larak 1935 y ılın d a y ay ım lan ır; (“Man and Society in an Age of
ReconstructionlYeniden Y apılanm a Ç a ğ ın d a İnsan ve T oplum ”un çevirisi
olarak , L o n d ra 1940) d ü zeltilm iş ve genişletilm iş şekliyle ilk kez 1952
y ılın d a A lm an ca o larak yayım lanır.
1 “Diagnose unserer Zeit. Gedanken eines Soziologen/Çağımızm Teşhisi. Bir
S osy o lo g u n D ü şü n d ü k leri” , F rankfurt/M . 1952 (“Diagnosis of Our Time.
Wartime Essays of a Sociologist”'m A lm ancaya çevirisi olarak, London
1943).
8 K ö ln /O p la d e n 1970 (“Freedom, Power and Democratic Planning"m
A lm a n c a ’y a çevirisi o larak , y ay ın a hazırlayan: E .K . B ram sted t ve H. G erth,
L on d ra 1950, ö lü m ü n d en sonra).
lim gıW olgulardır. B ilgi sosyolojisi, bilginin hem seklin i hem de
içeriğini oluşturup b e lıd e y en~bılginTn etk ilerini ve toplum sal süreç
leri anlam ına gelen h il^i jTp. Haha g en iş toplumsal vapı arasındaki
iBskiiiııı o^Uim Ve~etkinlik sahasını anlam aya çalışır.
B ilg i so sy o lo jisi: bir yandan burjuva ampirik so syolojinin ve fa
şist ideolojinin y a y g ın la şm a sın a -ö te yandan ise -ve ağırlTCTröla-
râk- toplum saFvaroluş ile toplumsal bilinç arasındaki ilişk iye, top-
lııgısal yaşanula, ifleoTojinin rolüne ilişkin Marksist analize karşı
burjuva-liberal biç tepki olarak doğup gelişm iştir. Bir tarafta üretim
tarzı v e ilişkilerini de, insan kavram ını da için e alan m etabolizm a -
özn esizlik - kavram ıyla M arksizm ve öte tarafta yegâneleştirilm iş
insan bilinci -ö zne- kavram ıyla tarih felsefesi.
M arksist kuramın orijinalliği tamam en “insanda d eğil, toplum
sal ilişkilerin tarihsel yapısından kaynaklanm asından, bir başka d e
y işle , kavram sal olarak ne d en eysel bireye, ne de insan türünün ide-
alliğ e dayanm asından kaynaklanır. B ilgi so sy o lo jisinde ise^ b U
reye davanan insan toplum u, birevın deneyirnleriTdavranışları ve
trîPffimsal olanın aklîliği önplana çık m ak tad ır.\
''M arx’a göre, yapı, üstyapıyı; ek on om i, poTıtika ve ideolojiyi;
üretim ve toplum sal varlığı; toplum sal varlıksa insan ‘b ilin çliliğ i’ni
belirler. İdeolojinin billûrlaştığı en sondaki insan ve topluluk b ilin
ci en nihayetine kadar, her an kendini belirleyen öncelleri tarafın
dan belirlenir. Yani birey-insan, içinde yaşadığı toplum un bütün bi
leşenlerinin sonucudur.
Marx, bilim sel kategorik ayırım larında insan bilincinin sırasını
Alm an İdeolojisi ’nde “Yaşamı belirleyen b ilinç değildir, am a b ilin
ci belirleyen yaşam dır” ve E konom i Politiğin E leştirisi’ne Katkı âz.
“İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değildir; tam tersine,
onların bilincini belirleyen, toplum sal varlıklarıdır” diyerek ö zen le
gösterir.
M annheim ’e göre M arx’in, bu analizinin sonucunda tüm b ilg i
nin sın ıf çıkarlarının bir yansım ası, dünya hakkındaki k ısm î anlayı
şı olan “id eoloji”nin ürünü olduğunu ileri sürer. S ın ıf olarak “ken
dinde” maddi çıkarlara sahip olm ayan proletarya ancak, gerçek ve
doğru bir toplum sal vizyon a sahip olabilir buna göre. Buradan çı-
karsanabilecek sonuç ise, M arx’ta söm ürücü sınıfların bilgilerinin
sın ıf tem elli olarak sınırlı, k ısm î olduğudur. M annheim ise, işçi sı
nıfını da bilginin k ısm îliği bünyesine dahil edip “ M arksizm in de
ideolojik nitelikleri” açısından -id eolojiyi çok genel ve m uğlak, an
cak yaygın bir şekilde “gerçeğin yansım aları yerine gerçeğin yeri
ni tutan içeriklerinin yansım ası” yani “yaşayan bir ilişki”, olarak
d eğ il, bir “fe lse fe ” olarak d eğil, salt “yanlış bilin ç”le özd eşleştire
rek- analiz ed ilm esi gerektiğini savunur. M annheim , bunu yapar
ken, ö zellik le o dönem in “resm i” M arksizm -L eninizm ’in bilim sel
n iteliğiyle ilg ili, yani ekonom ik form asyonların yerine tarihsel-top-
lum sal süreçsellikleri gereği başka form asyonların geçeceğ in e ve
işçi sınıfının tarihsel m isyonuna ilişkin öğretiye ilişkin özanlayışı-
nı sorgulam ayı amaçlamıştır.
M annheim ’a göre bilgi sosyo lo jisi, antagonist sınıfların illüz
yon v e spekülasyonlarla dopdolu olan çelişk ili, taraflı ve d o la y ısıy
la tek taraflı toplum tasarılarını bu illüzyon ve spekülasyonlardan
arındırma ve “bütünlükçü bir p ersp ek tif’ yönünde uyum lu, bütün
leştirici v e ilerici yorum u için gereken senteze ulaştırma işlevin e
sahip olmalıdır.
U laşılacak nokta, herhangi jın ıfgaL -çık ad aı^ —bağlı—elm ayan
“pür” hilpi ve nesnel hakikat o lm alıydı. M annhp.im ’a göre bunu -
hiloi sos¥ok»H«trmT-vöntemÎerini kullandığı için d i&er toplumsaL
gruglara~nesnet7«yani ideolojiden arınmış bir şekilde yaklaşabilen-
haşarabilen tek-to o h m sa l tabaka, yukarıda genel hatlarıyla işaret
edilen, sın ıf rıl<rarlarınHan p-ilrilpnmpmi<j h ir ta-
bâka^gtaralTtasarladitti-^fgrfoe.y^g sürülen enteliien sivd ”d \ r \
id e o lo j ik sın ıf m ücadelesinde tarafsız, nötr bir hakem olarak ha
reket eden entelijensiya, karşıt sınıfsal ideolojileri senteze ulaştır
m akla ve tüm sınıflarca kabul görebilecek “üçüncü” bir dünya g ö
rüşünü tasarlam akla, sadece “ideolojilerin sonu”nu getirm ekle kal
m ayıp, ayrıca da “siyasi kaos”un üstesinden gelecek , (ö zellik le bil
gi sosyolojisin in kurulduğu 1920’li yıllarda) tehdit altında görünen
“toplum sal barış”ı yeniden sağlayacaktı. M annheim , sın ıf m ücade
lesinin varlığını, tüm sınıflarca kabul gören, genel geçerliğe sahip
bir ideolojinin ek sik liğin e bağlamaktaydı.
Burjuva ve sosyalist ideolojilerini senteze ulaştırma, burjuvazi
nin gönüllü olarak toplum daki egem en rolünü entelijensiyaya d ev
retme, ya da -en azından- bu entelijensiyanm kapitalist toplum un
sınıflararası konsensüs tem elli “rasyonalist” organizasyonuyla ilgi-
ü tasarısına problem siz olarak katılacağı yolu yla, bu tarz bir “üçün
cü ” id eolojiye u laşılab ileceğin e ilişkin illüzyona kapılm ıştı. Son
ifade, yirm ili yılların Avrupası g ö z önünde bulundurulduğunda, ha
f if b ile kalır. Zira, M annheim ’ın bu öğretisine bağladığı tüm umut
ları, yöntem bilim sel eksiklikler bir yana, som ut gerçeklik tarafın
dan akam ete uğratılacaktı:
“U yum lukçu” toplum tasarısının aksine, Avrupa genelindeki ve
A lm anya özelin deki sın ıf m ücadeleleri aşırı derecede k eskinleşm iş
ve 1933 yılında A lm an faşizm in zaferiyle birlikte (korkunç bir) d o
ruk noktasına varmıştı (ve unutulm am alıdır ki, M annheim ’ın umut
bağladığı entelijensiyanın hiç de k üçüm senem eyecek bir kısm ı fa
şistleri doğrudan destekleyerek ya da dolaylı bir şekilde bu zaferin
yolunun taşlarını d öşem eye yardım cı olm uşlardı.)
M annheim hem faşizm den hem de bu-entelijensiyadan kaçmak
zorunda kaldı.
Trajedisi ise bu çifte yen ilgiden ibarettir.9
M annheim ’ın İdeoloji ve Ü top ya’da geliştirdiği bilgi so sy o loji-
siy le ilg ili a r g ü m a n la r ı .ö y p llilflp . de yukarıda değin ilen “ıdeoloıı*
ile, “yan lış b ilinç”in ö zd eşleştirilm esi^ ide^'^j' p r o b le m le r iy le , i lg i
lenen günüm üz bufTuva sosyologlarınca da yaygın olarak kullam l-
rnaktadır.'"'IÎTlgiılllı lııodem toplufnTardaki inşası ve aktarımı için
9 Bu y en ilg in in b ir b aşk a b o y u tu da, M a n n h eim ’ın 1928 yılın d a Z ü rih ’te Altıncı
Alman Sosyologlar Günü'nde “Tinsel Alanda Rekabetin Önemi" adlı
su n u şu y la ve 1929 y ılın d a İdeoloji ve Ü to p y a ’nın y ay ım lan m asıy la A lm anca
k o n u şu la n c o ğ ra fy a d a b a ş la ttığ ı b ilg i s o s y o lo jisin e ilişk in b ilim sel
tartışm aların d a fazlasıy la erken so n a erm esiydi. V arsayılm aktad ır ki, bu
tartışm a sü rd ü ru leb ilsey d i; so syolojinin k o g n itif yapısı için, m uhtem elen
ik tisat alan ın d a 1960’li y ıllard a yer alan yöntem tartışm ası ya d a eleştirel
rasy o n alizm ile eleştirel teori arasındaki p o zitiv izm tartışm aları k ad ar ö n em
li o labilirdi.
10 G ü n ü m ü z bilgi so sy o lo jisin in en önem li tem silcilerinden birkaçı şöyle
sıralanabilir:
R obert K ing M erton, W em er S tark, K urt H. W olff, H ans P hilip N eisser, P eter
L. B erger, T h o m as L uckm ann.
İlgilen en ler için bu k işilerin birkaç önem li eseri:
M erton (1969): Social Theory and Functional Analysis!Sosyal Teori ve İşlev
sel A n aliz; (1971): M ass P ersuasion/K itle E tkileşim i.
S tark (1 9 5 8 ): The Sociology of KnowledgelBUgi S o s y o lo jis i; (1 9 6 0 ):
Montesquieu: Pioneer of the Sociology of Knowledge!Bilgi S osyolo-->
so rumlu olan bilim , din, e ğ itim, m eslekler, kitle m edyası v e sanat
gibi kurumlar ya da kurum sallaşm ış olgularla ilgili araştırmalara re
ferans olm uştur. Ö rneğin T hom as Kuhn." hilim in-kücük nıçramalar^
la d eğil, daha çok periyodik olarak m eydana gelen büyük d eğişim -
ler sayesinde nasıl ilerled iğini- gösterm eye ç alışır. Buna göre, “nor
mal dönem lerde, güçlü gruplar b ilim sel “hakikat”ın ne olduğunu
tanım lam a tekelini eld e tutup bu hakikati m etinlere döker, aynı g ö
rüşte olm ayan bireylere ya da gruplara ifade imkânları tanımazlar
dı. Ancak, bu g üçlü grupların görüşlerinin “nH H 'f'iH ayıdan
lanm aya başlandığı dönem lerde, m eslek , para ve eğitim gihi konu,
larda rekabetin olu şm asıyla birlikte yeni b ir ortodoksi esk iyi devra-
lın "Kazananlar "iktidarı ve d olayısıyla im tiyazları ele geçirirken.
kaybedenler resm î tarihten silinir. K u h n ’ u n bu tasarısında, M annhe
im ’ın “tirtsel tarih selc iliğ i”nin etkileri görü g iz: B ilin e, düşünce v e
nihayet b ilgi, tarihi ve toplum u dönüştürücü njgnlnr-o l'in k . ^lm ırbr
Bu türden so syolojilc~çalışm aların ortak nnWqsi, .gğıriıt-iı olarak,
önem ini gerçekliğin idraki v e e y lem a çısından fazlasıyla y ücelttik
leri ampirik bilinç olan “her günkü bilinç ın yanı sıra, id eolojik kit-
le etk ileşim yön tem lerin etkinliğimin in celemeleridir. Bu yüzdendir
ki, Ifitlf i l p t i ş i r g fpprisj bilgi so syolojisin in g e l i ş i m i n d e g e l i n e n son
m antıksal nokta olarak tanımlanmaktadır genelde. Son yıllarda ise
b ilgi so sy o lo jisi, tüm y e ryüzü b ilgisin in b ağım sız j&plımıaal gerçekr
ligin Bîr aynası/yansım asından ziyade özünde İnsanî bir tinsel
“ürün” olduğunu ileri süren toplum in şacılığı [social constructi-
vısm l hareketinin bir parçası haline~gelip gitgide onup paraHigmacı
iç inde e ritilip ıd e a list-fe lse fi bîr hal alm ava başlamıştır. .
M annheim 'ın yu k arıd a gen el hatlarıyla çizilm e y e çalışılan bilgi
so sy o lo jisi öğretisin e yön eltileb ilecek en önem li eleştirel noktalar
Der Streit
12 Bu k o n u y la ilgili ay rıntılı bilgi için: V olker M eja/N ico S tehr (E d.).
um die Wissenssoziologie. Rezeption und Kritik der WissenssoziologielBWgi
S o syolojisi T artışm aları. Bilgi S o syolojisinin K abulü ve E leştirisi . C ilt 2.
F ran k fu rt a. M .: S u h rk am p , 1982.
S ch eler’in 13 “bijgi so sy o lo jisi” kavramını kullanm asına karşın, bu
tüıden_zıt pozisyonlara sahip bir tartışma m eydana gelm em iştir.
MannReîîTr1™ düşünceleri ve ö zellik le de sosyolojin in asıl tem el
bilim olduğuna ilişkin iddiası, felsefed en ve diğer tinsel bilim ler
den de tepki almıştır.
15 M o d ern ited e, b u to plum sal d eğişim in gittikçe d ah a hızlı b ir şek ild e yer alm a
sını ise, M an n h eim , k u şa k lar arası değ işim ler silsilenin hızlan m asın a bağlar.
g ö re.16 Bu, so nradan ancak olabilir. Bir düşüncenin ü topik ya da
id eolojik o lm ası, ı"mıın ■■yrrıın bir şekilde gerçek leşm esin e y a da
gerçekleşm em esin e bağlıdır.
U y le y s e hetîı g e iç e k le şe ır ve hem de gerçekleşm eyen olarak
M arksizm hem ideoloji hem de ütopya -sosyalizm lerin/iktidarların
erim esi, yok olm aları- mıdır? D ışım ızdaki dünyanın deneyim ya da
insan pratikleri aracılığıyla öğrenileb ileceğin i kabul etm ek, d olayı
sıy la gerçeğin olduğu-göründüğü gibi kabul ed ilm esi bir tür ide
olojik ütopist bilgi sistem atiğinin kabul ed ilm esi anlam ına gelir.
M arksizm in am pirik-deneysel olarak “yanlışlanan ” pratikleri ya da
M arksizm in başarısızlığı, olduğu gibi kabul edilerek (“gerçeğin
b ilg isi ile gerçek arasındaki ilişki, bir bilgi ilişkisidir”) bilim sel b il
g iy e şaşm ayacak bir veri kabul ed ilm esi “gerçeğin düşünceye indir
g en m esi” anlam ında bir ütopizmdir. M arksizm in bu tür değerlen
dirm eleri, M arksizm i ütopyalaştırılm ıştır. M arksizm , iki anlam da
ve cepheden ütopyalaştırm ıştır. A rtık gerçekleştirilem eyecek bir
ütopya olarak sunularak ve gerçeklikle ilgisi olm ayan, ancak ger
çekleşm esi düşlenen, istenpn b ir ütopya nlnrnk vıtnulm aııylfl-
İdeoloji. Tekil bireylerin va da toplum sal tabakaların düşüncele
rinin bütünü fvan i dünyayla ilgili tasarıları) “id eolejt--- olorak-adtmı-
dırılır. Bu düşünceler, farklı toplum sal tahakalara ait insanlar tara-
fından o lu m suz, “yanlış bilin ç” olarak algılanır. ManriÜeim, eserin
de Vıcmî ijf hıitıirilıiVrii ifleoloıı kavramı ayırım ına gider. K ısm î
ideoloji kavram ı, (yalanlar ve gerçekleri görm ezlikten gelm e gibi)
sad ece karşıt tarafın ifadelerinin b elli bir kısm ını kapsar. Daha çok
h i r e y l f i kapsayan frıı anlayış bünyesinde, insanlar bu “asam a”da
yaaılsam alarım njıgdenlerini hâlâ tespit ed ebilirler. K ısm î ideoloji
kavram ı, ifade ed ilm iş olan şeyin re d d ed ilm e sin e y a dalcarşıtınT
psikolojik köklerine kadar inerek bizzat söylem iş olduğu şeyin yan
lış olduğuna ikna etm eye yöneliktir. Bütünlükçü ideoloji kavramı
ise, sad ece bir özn eyi d eğil, gn jh ıi-kap saıjçavram sal çerçevenin
kendisidir. D o layısıyla yanlış olan grup b ilin ci, artık tek bir grup
üyesi tarafın-^ t^cpit fl^Llip.HıiTPİtirpmpHifti gibi, karşıt erunlar_da
artık birbirlerinin “yan lış bilinç”lerini düzeltem ezler. Zira, farklı
16 A n cak M an n h eim , işlevsel açıdan, n et bir ayırt edici sınır çizm ektedir: B u
na g öre id eo lo ji, g eçm işten h areketle belirlenen toplum sal düzenin m eşrulaş-
tırılm ası v e p u tla ştın İm ası ik en; ütopya, a tü k o y u reddedip aşan bir niteliğe
sahiptir.
farklı değer yargılarına sahiptirler. Bu koşullarda, karşılıklı uzlaşı
mümkün değildir. Her "bir taraf, diğer tarafın bilincini eksik ve
“d o laylı” bir bilinç olarak değerlendirip, kendi bilincinin ancak ek
sik siz olduğunu savunm akta ısrar eder.17 M annheim , M arx’tan ö n
c e yaln ızca kısm î ideoloji kavramının olduğunu ve k ısm î ideoloji
kavramı ile bütünlükçü ideoloji kavramları arasındaki ilk kaynaş
m ayı da M arksizm in gerçekleştirdiğini belirtmektedir.
M annheim , M arksist düşünsel geleneğinden farklı olarak, fikir
lerin “doğru”luğunun göreli kılındığı bir ideoloji kavram sallığına
gider. Bunu yaparak, doğrudan nesnel m addi gerçekliğe atıfta
bulunmadan bilginin sosyolojik analizini yapm aya çalışır. A ncak
yin e de “bu tinsel bakış açılarının ve farklı düşünce tarzlarının ar
kasında duran tarihsel-toplum sal varoluşa kenetlenişini” sosyolojik
analizden gözden kaçırmam ak gerektiğini vurgulam ıştır sürekli
olarak. Bu yaklaşım ın arka planında fikirsel dünya ile varoluşsal
koşullar arasında dikotom ik bir ayırım paradigması yatar. Buna
göre İnsanî d üşü nce, toplu m sal-yapısal etm en lerce belirlenir.
M annheim burada, sosyolojisinin (tarihsel olarak M arksist devrim
anlayışına karşı geliştirdiği) toplum sal d eğişim “proje”sin e sadık
kalır ve işin bu yönünü ısrarla savunur.1"
İdeolojik Tasarılar : M annheim , ö zellik le yirm inci yü zyılın baş
larında yaygın olan ve aralarında bir k onsensüse varılm asının
olanaksız olarak değerlendirdiği b eş düşünce biçim inden bahseder:
17 M an n h eim , bu ay rım ın yan ı sıra, genel ile özel ideoloji kav ram sallığ ın a gi
der. Ö zel ideoloji k avram ı sö z ko n u su old u ğ u n d a, birey, kendi bakış açısını
m u tlak laştırıp onu “ p ro b lem siz” o larak değerlendirir. G enel ideoloji kavram ı
d ü zey in e ise, birey, “ sad ece karşı tarafın ... bakış açısını değil, k endi bakış
açısını d a id eo lo jik o larak d eğ erlen d irm e cesaretin e vard ığ ın d a” ulaşır, (bkz.:
82 ve sonrası) A yrıca bkz.: İlkay S unar, Düşün ve Toplum, A nk. 1999, D oruk
Yay. s. 112 ve sonrası.
18Y etm işlerin b aşın d an itibaren bu ko n u d a bir p arad ig m a d eğ işim in d en sö z e t
m ek m üm kündür. Ö rn eğ in H erbert B lum er, A lfred S c h ü tz’ün fen o m en o lo jik
so sy o lo jisin e day an arak , to plum sal sorunların artık nesnel ve so sy o lo jik o la
rak şü p h e g ö tü rm ez b ir şek ild e b elirle n eb ilir yaşam sal k o şu llar ile toplum sal
değerse! d ü zen arasın d ak i çelişm e olarak değil; insanların bün y esin d e ancak
“ varo lu şların a, ‘y aşam h ik ây eleri’ne ve kaderlerine sahip o ld u k ları” (B lum er
1975: 112) to plum sal b ir tan ım lam a sürecin sonucu olarak d eğerlendirilm esi
gerektiğini savunm uştur. G erçekliğin toplum sal inşası so sy o lo jik bir program
halin e gelm işti.
Siyaseti salt kamu yönetim inin bir işlev i olarak değerlendirdiği ve
taşıyıcıları a ğ ırlık lı olarak hukukçulardan olu şan b ü ro k ra tik
m u h n fm n h n rh k Toplum sal ta şıy ıcısı aristokrasi olan tarihsel
m uhafazakârlık. R asyonalizm in savunuculuğunu yapan ye toplum
sal taşıyıcısı liberal-demokrat burjuvazi olan liberal-hüm aniter.
t(]SPr’ “SpTgipiilr ile aşırı rasyonelleştirm e istem i arasında bir sen
tez” olup konusu insanların eşitliği olan sosyalist-kom ünist tasarı.
Ve nihayet m odem itenin gü ven sizlik ortam ını yansıtan ve yanıtı ir-
rasyonellik olan faşizm , (bu konuda bkz.: s. 2 3 4 -2 6 9 )
Günüm üzde; teori alanında ve hatta id eolojiler alanında dahi
gerçekleşm iş olan ve gerçekleşm eye devam eden term inoloji kırıl
malarının yarattığı belirsizlik ortam ında M annheim ’ın İdeolojik
Tasarılar b aşlığıyla sunduğu kategorizasyonların ayırımlarının iz-,
lerini sürm ek mümkün müdür?
B asit, kategorik değil nicel kabul ed ilm esi gereken ve her sevin
söm ürüsünü yapan pnct-mnrtpm.Tm-jtj^; ideolojiler alanm-
dgki-popüler ve de altkategorik olguların tasnifinin yapılm ası elbet-
te mümkündür. A m a, ciddi m eseleler» " ,
e ve bunlara baj
uzatılabilecek
irsizlik; “tarihsel ekollerin” yaptığı ayırımlara
bağlı kalınm adan, örneğin H e g e l’in, M ara’ın, Kant’m izleri ve
ayırımları izlenm eden ya da g eçtiğim iz yü zyılın ilk yarısındaki
politik devrim lerin ekollerle ilişkileri pratik ideolojiler alanının
nosyonlar v e gelenekleri dışında incelenm eden müm kün görün
müyor.
( A idiyetsiz, sınıfsız, köksüz) “serbestçe süzülen entelijensiya".
M annheim , düşünceyi varoluşa bağlılığından “kurtarma” am acıyla,
toplum sal sın ıflar ve tabakalar arasında n isp eten “serb estçe
süzülüp” bu bağım sızlığından d olayı farklı sınıfsal bakış açılarını
an la y a b ilm e, d o la y ısıy la da toplu m u u zla şıy a götüreb ilm e
yeteneğine sahip bir entelektüel tiplem esi inşa eder. Serbestçe
süzülen entelijensiyanın tekil bireyleri, toplum un d eğişik sın ıf ve
tabakalarına dayanır. D eğişik toplum sal alanlardan gelm eleri top
lum sal alana sağlam bir b içim d e yerleşm em iş olm aları nedeniyle
toplum sal ilişkilerde bir özerk liğe, yani esn ek liğe ve ilişki dina
m iğine sahiptirler. D olayısıyla tarih-bütün, ve de tarihi-bütünü teş
kil eden toplum , aktüel olanla ya da konjonktürel olanla, bilen-id-
rak eden serbestçe süzülen entelijensiya aracılığıyla buluşacaktır.
Tarihin vazettiği kültür, enerji gibi unsurlar (-m geliştirileb ilm esi,
ö z ile biçim in buluşturulm ası) toplum a ancak bu kesim tarafından
aktarılabilecektir. Bu özellikleri nedeniyle M annheim , serbestçe
süzülen en telijensiya d iye tanım ladığı k esim e, toplum un vazed il
m iş kültürel olgu ve enerjilerinin korunarak faydalı hale getirilm esi
görevini atfetm ektedir19 (bu konuda bkz.: B ilgi S o syolojisi, s. 283
ve d e v a m ı).20
M ehmet Okyayuz
10 Bu b ağlam da, k itabın ikinci b ölüm ünde aynı kavram ların sözüm o n a görecil
olasılıklarının; dördüncü b ö lü m ü n d e ey lem ci-ü to p ik unsurlarının; ve nihayet
son bö lü m ü n d e tem eld en tartışm alı aynı problem lerin uyum lu-sentezci
çö zü m ü n e ilişkin eğ ilim in in öne çık acağ ın a işaret edilm elidir. D eneyci d ü
şünsel y ö ntem in, tem el k av ram ların içerdiği çeşitli olasılıkların açıklam asına
y önelm esi o ran ın d a, y u k arıd a d eğ in ilen iradenin ve değişen veçhelerin e t
kisiyle aynı “g e r ç e k le r in ço ğ u k ez aynı durum sal bütünün birbirinden
tam am ıyla ayrılan k avram sal çerçev ey e yol açabilm esi noktası ortaya ç ık
m aktadır. A n cak , b ir fik irsel bağ lam ın h enüz büyüm e ve o lu ş sürecinde
bulunduğu sürece, içinde b arındırdığı gizli olasılıklar, onları g izlem ekten
ziyade, tüm v ary an tlarıy la o k u ru n kararına teslim edilm elidir.
İKİNCİ BÖLÜM
İdeoloji ve Ütopya
^ P roblem in b ib liy o g rafy a kısm ına gelince, söylenenlere ilave olarak ilk başta
şu çalışm alarım a işaret etm ek isterim : Mannheim, K.: Das Problem einer So
ziologie des Wissens (Bilgi S osyolojisi S orunu], Archiv fü r Sozialwissensc
haft und Sozialpolitik (T oplum bilim i ve Sosyal P olitika A rşivi] 1925, cilt. 54.
M annheim, K.: Ideologische und soziologische Interpretation der geistigen Ge
bilde [Tm sel Y apıların İdeolojik ve S osyolojik Yorum ları], J a hrbuchßir Sozi
ologie [Sosyoloji Y ıllığı], y ayına hazırlayan: G. Salom on, K arlsruhe 1926, cilt
II, s. 4 2 4 ve sonrası.
Yukarda işaret edilen lerin en önem li y ap ısalcı-an alitik tespitleri, sözü geçen
Y ıllığın” redak siy o n u n a daha önceden teslim edilen ancak basılm ayan ideolo
ji kavram ının çeşitli anlam larının ele alındığı bölüm ünde de yer alm ıştı (bkz.
a.g.e., s. 42 4 , * dipnot).
B elgeler açısından bkz.:
Krug, W.T.: Allgemeines Handwörterbuch der philosophischen Wissenschaften
nebst ihrer Literatur und Geschichte [B ibliyografyasını ve T arihini de İçeren
Felsefi B ilim ler El Sözlüğü]. İkinci basım , L eipzig 1833.
E isler’s P hilo so p h isch es W ö rterbuch [Eisler’ın F elsefe Sözlüğü].
Lalande: Vocabulaire de la Philosophie [Felsefe Sözlüğü]. Paris 1926.
A yrıca bkz.:
Salomon, G.: Historischer M aterialismus und Ideologienlehre ITarihsel M ater
y alizm ve İdeo lo jiler Ö ğretisi |. Jahrbuch fü r Soziologie [Sosyoloji Y ıllığı] cilt
II, s. 3 86 ve sonrası.
Ziegler, H .O.: Ideologienlehre | İdeolojiler Ö ğretisi]. Archiv fü r Sozialwissensc
haft und Sozialpolitik (Toplum bilim i ve Sosyal P olitika A rşivi], cilt. 57, s.
657 ve sonrası.
İdeoloji analizlerinin çoğu yapısal analiz düzeyine ulaşamayıp fikirler tarihiyle ilgili su
nuş ya da genel düşünce düzeyinde kalıyorlar. Max Weber m, Lukdcs'm, C. Schmitt'm
çözümlemeleri paradigmatiktir; ayrıca şu çalışmaları sıralamak mümkün:-^
rımları en kolay biçim de -im a yolu yla da o ls a - ve m odem ifrata
vardırılm ış durumun nasıl yavaş yavaş oluştuğunun gösterilebilece
ği m om entleri ele alm ak istiyoruz.
Anlam analizi açısından kısm î ideoloji kavramını biltünlükçü o-
landan ayırabilm em izi m ümkün kılan anlamsal ikiliğe dayanarak,
kısm î v e bütünlükçü kavramlarının tarihlerini de iki tem el akıma
ayırarak ele alabiliriz.
Ö n celik le ideoloji kavramı; bundan önceki doğrudan olgu,
insanoğlunun tarihsel varoluşunun her basam ağında karşı tarafla
ilişkide hissettiği m uhtem el sürekli gü ven sizlik ve şüphe ile ilg ili
deneyim leriydi. İd eolojiyle ilg ili şüpheden sö z etm ek, ancak başta
gen el insani niteliklere sahip olan ve m uhtem elen her tarihsel basa
makta az ya da çok varolan bu gü ven sizliğin yöntem sel bir hal aldı
ğı andan itibaren mümkündür. A ncak bu basamağa; karşı tarafın ört
bas etm elerinin taşıyıcısı ve sorum lusu olarak yalıtılm am ış özneleri
kabul edip tüm kötülükleri onların kurnazlığına bağlamakla d eğil,
daha ziyade - a z ya da çok b ilin çli bir b içim d e- düşm anın sam im i
yetsizliğinin kaynağını herhangi bir toplum sal unsurda görm ekle
ulaşılmıştır. Karşı tarafın düşünceleri, bu düşünceler sad ece yalan
Kelsen, H.: Die philosophischen Grundlagen der Naturrechtslehre und der
Rechtspositivismus [D o ğ a H ukuku Ö ğretisinin Felsefi T em elleri ve H ukuk
Pozitivizm i |. “ Vorträge der Kant-G esellschaft ” [K ant D em eği S unuşları]
N o. 31, 1928.
G en ellik le bilin d ik lerin d en , Sombart, Scheler, Oppenheimer gibi standart
eserler bu b ib liy o g rafy ad a y er alm am aktadırlar.
Şu iki incelem e, k o n u m u z için bir b aşk a bağ lam d a o ld u k ça ilginç ve ö ğ retici
dir:
Riezler, K.: Idee und Interesse in der politischen Geschichte. Die Dioskuren
[Siyasi T arihte F ik ir ve Çıkar. İlişkiler], cilt III, M ünih 1924.
Szende, P.: Verhüllung und Enthüllung [Ö rtüyü K apatm ak ve K aldırm ak]. L e
ipzig 1922.
A yrıca bkz.:
Adler, G.: Die Bedeutung der Illusionen fü r Politik und soziales Leben [İlliz-
y onların Siyaset ve T oplum sal Y aşam için Ö nem i]. Jen a 1904.
Jankelevitch: Du rôle des idées dans t'évolution des sociétés [Toplum ların G e
lişim in d e F ik irlerin R olü]. Revue Philosophique 1908, c ilt 6 6 , s. 256 ve so n
rası.
Millioud, M.: La form ation de l ’idéal [İdeal O lan ın O luşum u] (a.g.e., s. 138 ve
sonrası).
Dietrich, A.: Kritik der politischen Ideologien [Siyasi İdeolojilerin E leştirisi).
Archiv fü r Geschichte und Politik |T arih ve P olitika A rşivi] 1923.
olarak yaşandığında d eğil, karşı tarafın tüm tutumunda toplum sal
bir konumun işlev i olarak yorum lanan bir sam im iyetsizlik sezildi-
ğinde ideoloji olarak yorumlanır. D em ek ki k ısm î ideoloji kavramı,
bir yanda basit bir yalan, öte yanda ise teorik açıdan yan lış yapılan
m ış bir bakış açısı arasında ve herhangi bir yerde bulunan bir o lg u
ya işaret etm ektedir. K astedilen, psikoloji d üzeyin de cereyan eden
ancak yalanın tersine, istenm iş olm aktan çok belli bir nedensel z o
runlulukla gerçekleşen bir yanılm a tabakasıdır.
B acon’m idollar\a ilgili öğretisin i, b öyle bir yorum dan hareket
le, m odem ideoloji tasarısının ön sezisi olarak değerlendirm ek
mümkündür. B acon için idollar - k i, bilindiği üzere bunlar idola tri-
bus, idola sp ecus, idola fori, idola theatri* olarak adlandırılanlardır-
“put” v e “ön yargı” anlamını taşımaktadırlar. Bunların hepsi, bir
yanda gen el olarak insan doğasından, öte yandan ise som ut birey
lerden kaynaklanan ancak toplum a ve g elen eğe de katılmaları
mümkün olm akla birlikte gerçek idraka götüren yolun önünü kapa
tan yanılm a kaynaklarıdır 5 Ş üphesiz m odem bir ifade olan ideoloji
* [Soy idolleri (idola tribus)', İnsanın doğasında ve bizzat insanın soy veya ırkı
nın doğasında vardır. Ç ünkü insan, anlam sız bir biçim de şe y ’Ierin ölçüsü oldu
ğunu iddia eder, üstelik bununla da kalm az, hem duyuların hem de zihnin bü
tün algılarının kaynağı olarak evreni değil, insanı gösterir. İnsan zihni, ışınları
yaym ası, çarpıtm ası ve şeklini bozm ası bakım ından kendi özelliklerini farklı
nesnelere veren içbükey ve dışbükey aynalara benzer.
Mağara idolleri(idola specus)\ her biri bireysel olan idollerdir. Ç ünkü, herkes
(insan ırkında ortak olan hatalara ek olarak) ya kendine özgü ve tek olan yara
tılışından dolayı, ya eğitim i ve diğer kişilerle olan ilişkilerinden dolayı, ya oku
duklarından dolayı ve bireyin hayranlık ve saygı duyduğu kişilerin otoritelerin
den dolayı, y a zihinde m eydana getirilen farklı etkilerden dolayı önceden işgal
edilm iş ve ön ced en yerleştirilm iş ya da düzenli ve sakin bir şekilde vb. o ld u
ğu için tabiatın ışığını durduran ve bozan kendi bireysel m ağarasına sahiptir.
Çarşı-Pazar idolleri (idola fori); Bkz.: s. 89, 6 no'lu dipnot.
Tiyatro idolleri (idola theatri); insan zihni kendine özgü felsefe sistem lerinin
çeşitli dogm alarından sarm ış olduğu idoller olduğu gibi, kusurlu ispat kuralla
rından kaynaklanarak sarm ış olan idoller de vardır. İşte, bizim tiy atro idolleri
olarak adlandırdıklarım ız da bunlardır. )- ç.n.
5 Bacon’ın Novum Organon, Birinci Kitap, Otuz sekizinci Maddeden karakteris
tik bir cüm le: “ İnsan anlığını şim diye kadar kuşatan ve orada derinlem esine
kök salm ış olan idoller ve yanlış fikirler, yalnızca, insan zihnini şöylece bir ku
şatıp girişi g üçleştirm ekle kalm am ıştır, giriş sağlandığında bile insanlık, ken
dini bunlara karşı çok iyi k orum azsa, bilim lerin yenilenm esi sırasında yeniden
karşılaşacağım ız idoller ve yanlış fikirler bizi rahatsız edecektir.”
kavramı, B acon ’da -yukarıda değinildiği ü zer e- yanılm a kaynak
lan anlamını taşıyan terimle belli bir ilişki içerisindedir. Şüphesiz
toplum ve gelen eğin bu türden yanılm a kaynaklan haline g elm ele
rine ilişkin anlayışta da so sy olojiyi andıran bir önced en 'görm e se
zilm ektedir.6 A ncak buradan hareketle, m odem ideoloji düşünce
siy le fikirler tarihi arasında gerçek bir bağlantının, inşa edilebilecek
gerçek bir ilişkinin kurulması müm kün olm asa gerek.
K endini ideolojiyle ilgili şüpheye en d ek sleyen ruhsal tutumun,
gen el olarak politik pratiğin günlük yaşam d en eyim i alanında o lu ş
m a olasılığı oldukça yüksektir. R önesans dönem inde, M ak yavel’in
hem şehrileri arasında - o zam anın vülger bir gözlem in i tem el ala
ra k - m eydanlardaki halkın saraydan farklı düşündüğünü iddia eden
yeni bir atasözünün kullanılm aya başlanm ası, politikanın kamusal-
lığa giderek daha derinlem esine nüfuz etm esi anlamını taşır.7 Bura
da, yukanda işaret ettiğim iz şü phecilik ve gü ven sizliğin daha şim
diden bir yöntem halini alm ası sö z konusudur: D üşüncenin farklılı
ğı daha şim diden sosyolojik olarak kabul ed eb ileceğim iz bir etm e
ne atfedilmektedir. Ve bizzat M akyavel, kendine özgü kuralsız ras-
yonallikle, değişen bakış açılarıyla birlikte farklı çıkarlar arasında
bir bağlantı kurmayı görev biliyorsa eğer; ya da herkes için bir
“m edicina fo rte " güçlü bir derman bulm ayı am açlıyorsa eğer;8 biraz
Francis Bacon: N ovum O rganon, yayına hazırlayan: K irchm ann, Philosop
hische Bibliothek (Felsefi K itaplık], Berlin 1870, s. 93. ITürkçe basım için
bkz.: Çev.: S. Ö. A kkaş, A nk. 1999, D oruk Yay. - ç.n.]
6 Birinci K itap, Kırk üçüncü Madde: “Ç a rşı-P azar ¡dölleri (idola fori); insanın
birbiriyle olan ticari ve toplum sal ilişkilerinden dolayı, bizim çarşı-p a z a r idol-
leri olarak adlandırdığım ız, karşılıklı ilişkilerden ve insanın, insan topluluğu ile
olan ilişkilerinden ortaya çıkan idoller de vardır. “Ç ünkü insanlar dil vasıtasıyla
anlaşırlar. A m a kelim eler, çoğunluğun istediği gibi biçim lenm iştir ve zihin için
şaşırtıcı bir engel olan kelim elerin kötü ve uygunsuz yapılanm ası da zihinde
ortaya çık ar”(a.g.e., s. 95). Ayrıca § 5 9 ’a bkz.
G elenekle ilgili put üzerine:B irinci K itap, Kırk altıncı Madde: B ir önerm e bir
kez öne sürüldüğünde, insan anlığı (ya genel kabul ve inançtan ya da onun ver
diği güvenden dolayı) yeni bir dayanak bulm ak ve onaylam ak için her şeyi
zorlar.” (s. 97)
Yanılm a kaynaklarının söz konusu olduğunu en belirgin şekilde bu cüm le ifade
etm ektedir: “Sönük bir ışığa benzem eyen, am a istek ve tutkulann birisini ka
bul eden insan anlığı kendi sistem ini m eydana getirir.” A yrıca § 5 2 ’e bkz.
7 Makyavel: Disc. II, 47. Meinecke, Die Idee der Staatsraison [H ikm eti H ükü-
m et]’ten aktarılmıştır. M ü n ih -B erlin 1925, s. 40.
® Bkz.: Meinecke, a.g.e.
ön ce değinilen atasözünde ön e çıkan tutumun aynısı, şim di karşım ı
za daha yöntem sel bir b içim iyle çıkmaktadır. Buradan, aydınlanm a
nın rasyonalist-hesaplı tutumuna ve aynı tutumdan kaynaklanan ç ı
kar psikolojisine giden yol - e n azından genel tutumu açısın d a n -
düz bir çizg i şeklind e seyretm ektedir. G ünüm üze değin taşman v e
kısm î olarak adlandırdığımız ideoloji kavramının kökenleri bu yak
laşımlarda yatmaktadır. H um e’ün “H istory o f E n g la n d \ hakkında
sö y ley eb ileceğ im iz,9 yani riyakârlığın ön koşulu olan (“numara
yapmak” anlamını taşıyan) “to feign ”in o zamanın insanlığının ras
yonalist bakış açısından yöntem sel olarak çok daha önem li bir rol
oynam ası, k ısm î ideoloji kavramını kullanan belli bir tarihsel yakla
şım için günüm üzde bile geçerliliğin i korumaktadır. Bu düşünce b i
çim i, çıkar psikolojisinin yöntem leri doğrultusunda, karşı tarafın id
dialarına şü ph eyle yaklaşır ve buradan hareketle de karşı tarafı sü
rekli olarak kıym etten düşürm eye çalışır. K ısm î anlamdaki dolaylı
lık, üstündeki örtünün kaldırılması söz konusu olduğu sürece olum
lu bir anlam taşır. Bir şeyin üstündeki örtünün kaldırılmasını am aç
layan bu yaklaşım , zam anım ızın tem el olgularmdandır;10 ve yaygın
bir akım bu olguyu kaba bir tutumun yansım ası olarak değerlendir-
se de (ki, örtü kaldırma çıkar tem elliyse eğer ona karşı yönlendiri
len bu eleştirinin elbette haklı bir boyutu vardır), bizim için artık ç e
kilm ez hale gelm iş olan sayısız k ılıf ve biçim lerle ilişkisini koparan
bizim ki gibi bir dönüşüm çağının, bu eleştirilere katlanmak duru
munda olduğu da unutulmamalıdır.
13 Bkz.: P icavet’in Les idéologues, essai su r l'histoire des idées et des théori
es scientifiques, philosophiques, religieuses etc. en F rance dep u is 1789 (İde
ologlar. 1 7 8 9 ’d a n bu y an a D üşünce ve B ilim sel, F elsefi, D insel T eo riler vs.
Tarihi Ü zerine B ir D en em el adlı eseri, P aris A lcan 1891.
Yukarıda adı geçen ekolün kurucusu olan Destutt de Tracy, idealarla (fikirlerle)
ilgili bu bilim i şu sözlere tanım lar: “ Bu bilim , yalnız konusu dikkate alındığın
da İdeoloji; yaln ız tarzı düşünüldüğünde G enel D ilbilgisi ve yalnız am acı göz
önünde bulundurulduğunda M antık adını alabilir. O na ne ad verilirse verilsin,
kaçınılm az olarak Uç bölüm ü de içerir; çünkü diğer ikisi incelenm eden, biri, ak
la uygun bir şekilde ele alınam az. İdeoloji bana cinsil bir terim m iş gibi geliyor,
çünkü dü şü n celer bilim i, bu d üşüncelerin ifadelerinin ve sonuçlarının bilimini
de kapsar.”( i e i éléments d ’idéologie [İdeolojinin Ö ğeleri |, birinci basım , Paris
1801. Ulaşabildiğim tek nüsha üçüncü basım dan alıntılandırılm ıştır. Paris 1817,
s. 4, dipnot).
kin ö zgü l deneyim ini onaylayarak,14 gerçekliği algılam anın bir Or-
gan on ’u olarak düşüncelere fazla önem verm eyen politikacının pra
tik irrasyonelliğinin savunuculuğunu yapmaktadır.
“İdeoloji” sözcü ğü, on dokuzuncu yü zyıl boyunca bu anlam ıy
la başarılı olmuştur. Ancak bu; skolastik-tefekkürün deneyim ve
düşünce biçim inin (dolayısıyla da bu b içim ce yaşam ış olunan onti-
ğin) politikacının dünyaya ilişkin duygulan tarafından yerinden
ed ilm esi ve “id eoloji” sözcüğünde tini duyulan, ‘gerçekte ne ger
çektir’ şeklindeki sorunun artık hiçbir zaman ortadan kalkm ayaca
ğı anlamım taşımaktadır. Yanlış anlaşılmamalıdır, gerçek liğe ilişkin
olan ‘gerçekte ne gerçektir’ sorusu, yeni değildir. A ncak bu sorunun
artık; (çoğu zam an kendi kabuğuna çek ilm iş okullu düşüncede de
ğil) kamu düşüncesinde daha çok ideoloji kelim esi tarafından ön
görülen şek liyle, yani politikacının deneyim ler m erkezinden hare
ketle sorulm ası, sanki bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. D em ek
ki, m odem düşünce tarihinin gereksinim lerinin gerisinde kalm a
mak için sosyolojik fikirler tarihinin m erkezine yalnızca okul g ele
neği bağlamında yayılan düşünceyi d eğil, fakat daha çok insanların
gerçek düşüncelerini de oturtmak gerekir. Yanlış b ilinçle ilgili
problem , başında, hakikatin ve gerçekliğin onayını Tanrı tarafından
ya da pür tefekkür yolu yla idrak ed ilecek fikirler biçim inde kabul
ettirm eye çabalarken; gerçekliğin günüm üzdeki kriteri ön celikle
politik pratikte yaşanan ontik olmuştur. N ap olyon ’dan M arksizm e
değin ideoloji kavramı tarihi, bu kavramın geçirdiği tüm içeriksel
d eğişim lere karşın, bu özgül ontiğini her zam an m uhafaza etmiştir.
Bu örnekte, aynı zam anda, N ap olyon ’un sözlerinin daha o zam an
lar nasıl bir “pragm atizm ” içerdiğini, yani “pragm atizm ”in belli ya
şam sal alanlarda m odem insanın âdeta doğal dünya görüşünün bir
parçası olduğunu ve felsefen in bu durumlarda bu alanlardaki belir-
lenm işiikleri sadece sonuna kadar düşündüğünü görm ekteyiz.
N apolyon tarafından yaratılan bu sözcüğün ince ayrıntıları ü ze
rinde bilinçli olarak uzun uzun durduk. Zira, problem in gelecek te
14 B undan sonraki incelem enin sonuçlarından hareketle, burada dünya hakkın-
daki görüşü ve ontolojisi söz konusu olan politikacının, bakış açısından daha
ayrıntılı özel tiplem esini ortaya koym ak da m üm kün olabilirdi. Z ira, her poli
tikacı bu gerçek dışı ontolojiye sahip değildir (bkz.: s. 154 ve sonrası).
k i15 gerçek tarihi açısından felse fî ve anlamlı olanın, kabuğunu kırıp
kendi dışına çıkm a eğilim i gösterem eyen okul münazaralarından z i
yade, çoğu k ez günlük yaşam ın içindeki sözcüklerde bulunabilece
ği gösterilm ek istendi.
Bu örnekte; bizi problem in açılm asında, bir adım ileri götürebi
lecek olan bir m om enti daha görebiliriz. N apolyon, “yukarıdan aşa
ğ ı y a m ücadelesinde, “ideologlar” sözcüğünü kullanarak kendine
karşı gelenleri kıym etten düşürüp tasfiye etm eye çalışm ıştı. G elişi
m inin daha sonraki aşam asında ise, id eoloji sözcüğünü, tam tersi
ne, başta proletarya olm ak üzere m uh alif tabakaların elindeki k ıy
m etten düşürücü bir silah olarak görebiliyoruz. Ö zet olarak sö y le
m ek gerekirse, ideoloji kavramının yapısal açıdan içerdiği bu denli
önem li bakış açısı, uzun süre tek bir sınıfın düşünsel im tiyazı olarak
kalamazdı. Tek bir yaklaşım ın, diğerlerinin de aynı yön tem e baş
vurmadan, uzun vadede kendi dışındaki tüm diğer yaklaşım ları ide
olojik olarak d eşifre ed em ey eceğ i gerçeği n ed en iyle düşünsel g e li
şim im izde yön tem sel olarak ansızın yen i bir evre m eydana g elm iş
tir.
İdeolojik boyut, belirli bir zam an boyunca sadece m ücadele
eden proletaryrya ait olan düşünsel bir im tiyazm ış gibi görünüyor
du. Sözcüğün im a yolu yla da olsa, yukarıda betim lenen tarihsel kö
kenleri, kam uoyu tarafından çok çabuk unutulmuştu. Gerçi bunun
belli bir haklılığı vardı, zira bu düşünce biçim i yöntem sel tutarlılığı
nı ancak M arksizm le birlikte edinmiştir. K ısm î ideoloji kavramı bu
rada, bütünlükçü ideoloji kavram ıyla kaynaşmaktadır; sın ıf çıkarla
rı öğretisinin daha tutarlı tarzda geliştirileb ilm esi de ancak burada
mümkün olabilm iştir; d olayısıyla problem in bütünlükçü ideoloji
kavramı yönünde aşılarak b ilinç felse fesi d üzeyin e çekileb ilm esi de
ancak, p sikolojileştirici düzeyden v e H egelcilikten gelen kökenleri
D eğ er Serbestisine Sahip
İdeoloji Kavram ı.
Bu tarihsel incelem eleri yapan araştırmacı, günüm üz şartlann-
dan sözcüğün nihai anlam ıyla hakikat problem inden m uaf kalm ayı
başararak faydalanacaktır. Bu durum, in celen m esi benzer bir radi
kallikle hiçbir zam an m üm kün olm ayan, günüm üzde ve geçm işte
belirm iş olan bağlam lılıklara ilişkin gerçekten ibarettir. Araştırma
cı, taraflardan hangisinin haklı olduğu sorusundan ziyade, ilk başta
hareket biçim ini v e hakikatin toplum sal süreçle bağlantılı m uhte
m el oluşunu gözlem leyecektir. B ilgi/d üşün ce öğretisiyle ilg ili bu
uzatmalı duruma başvurusunu, büyük ihtim alle, toplum sal tarih
üzerinden giden dolam baçlı yolun hakikat tartışmasını doğrudan
zenginleştireceği iddiasıyla gerekçelendirecektir. Araştırmacı, b iz
zat hakikat olm asa da hakikatin ortaya çıkarılm asında m uhtem el
önem i olan v e o zam ana kadar varlığından haberdar olunm ayan ba
zı “koşullar”ın kendini gösterdiği andan yararlanacaktır. Zira, haki
kate sahip olduğum uzu düşündüğüm üzde, bizi bu bilgilere götüren
-> denden dolayı tek rar tek rar rol oynayacaktır. S o sy o lo jik tem elli bir anlam
analizinin, zam an içerisin d e, toplum sal olanın va da, d ah a ayrıntılı bakıldığın
d a, tekil öğ en in bütünü içerdiği pren sib in e uygun oİaralc, nasıI b ir sem ptom
y ö n ü n d e g eliştirileb ileceğ in e işa ret etm ek istiy o ru z'
merakın önünü kapatmış oluruz. Hatta belki de tam da bu g ev şek
lik, bizi d eğ işem ez çağların ulaşam adığı bazı şeylere yakınlaştırabi-
lecektir.
Zira, başka bir zam anda m utlaklaştırıcı bir tutum içinde bulunan
içeriksel değerler ancak, toplum sal ve tinsel şekildeğişim in in bu
kadar süratli v e radikal olduğu şartlarda, her şeyin ve herkesin ide
olojik tem elli görünm esini ve şe ffa f olm asını sağlayacak kadar
apaçık olabilir. Ş im diye kadar b elli içeriksel değerlere karşı m üca
dele ettik, fakat aynı zam anda, kendi içeriksel değerlerim izi de bir
o kadar mutlaklaştırdık. Artık tek bir içeriksel değerin ya da tek bir
bakış açısının kendini m utlaklaştırabilecek oranda katılaştıramayağı
kadar eşit değerde ve dahası tinsel açıdan da eşit güçlere sahip olan
ve birbirlerini karşılıklı göreceli kılan çok fazla bakış açısı m evcut
tur. B aşka zam an üstü, yaygın toplum sal gü ven lik 26 ve b elli içerik
sel değerlerin gelen ek sel stabilizasyonu tarafından örtülen tüm ta
rihsel bakış açılarının kısm î nitelikte olduğu gerçeği, yalnızca top
lum sal açıdan gevşek ve göreceli olan bu tutum yardım ıyla açığa
kavuşmaktadır. G erçi eylem d e bulunabilm ek için b elli bir özgü ven
gerekli olabilir; ve düşüncelerdeki ifade b içim i daima m utlaklaştır-
m aya zorlayabilir. Tarih araştırmalarının (v e daha sonra g ö receğ i
m iz üzere b elli toplumsal taşıyıcıların) çağım ızdaki işlevi, tam am la
yıcı eklem elere açık olm aya zorlam ak için, tam da bu zorunlu v e an
lık gereksinim ler için kaçınılm az olan özgü ven i tekrar tekrar iptal
edip k esik siz bir karşı hareketle özputlaştırm anın tekrar tekrar g ö
reli kılınmasından ibarettir.
D ünyayı oluşturan tüm anlam verici yapıların, nihai olarak tarih
sel v e yer d eğiştiren -g eçişk en bir kulisten ibaret olduğuna, v e in
san olm anın da ya bu kulisin arkasında ya da içinde yer bulduğu bil
gisinin ed in ilebilm esi için, tüm olayların ve tutumların kendi göre-
ciliklerini ortaya koydukları alaca karanlığın günüm üzdeki ışıklan
dırılmasından nasıl faydalanılacağını bilm ek, âdeta zam anım ızın bi
ze verdiği bir yükümlülüktür. Tüm olayların ansızın şeffaflaştığı ve
26 T oplum sal g ü v en lik (“soziale Sicherheit") kavram ından anladığım ız; olay la
rın azlığı y a d a özel yaşam ın tem inat altına alınm asını değil, “değerler” in ve
“içerik sel d eğ erler” in istikrarım en iyi şekilde sağlayan ilgili toplum sal o lu
şu m u n istikrarıdır.
tarihin âdeta kendi oluşum unsurlarını ve yapısını açığa çıkardığı bu
tarihsel anda, bilim sel düşüncelerim izle çağın adamı olm ak gerekir.
Zira - k i, tarihte bu çoğu k ez b öyle olm uştu r-, bu şeffaflığın çok ya
kında yok olm ası ve dünyanın tek bir tablo şeklini alarak donup ka
tılaşm ası mümkündür.
Tarihle ilgili değer serbestisine sahip bu ilk yaklaşım , illa da gö-
recilikle d eğil, daha ziyade ilişkilendiricilikle sonuçlanmaktadır.
Bütünlükçü ideoloji kavramının mutlak varyantı yanılsam acılıkla
ö zd eşleştirilem ez (id eoloji, bu aşam ada, term inolojik olarak yanıl
sam ayla ö zd eş değildir); varoluşa bağlı bilgi boşluklara uzanm az,
bilakis varoluşa bağlı norm zorunluluğa yol açar. İlişkilendiricilik;
yalnızca tüm anlamsal unsurların birbirleriyle bağlılığı ve birbirleri
ni belli bir sistem içerisinde ve anlam sal açıdan tem ellendirm eleri
anlamını taşımaz. Fakat bu sistem , uygun ifadesini karşıladığı belli
tarihsel varoluş biçim leri açısından, ancak belli bir süre için m üm
kün ve geçerlidir. Varoluş yerinden oynadıkça, eskinin “m eydana
getirdiği” normlar sistem i de yabancılaşacaktır. Aynı şey bilgi v e ta
rihsel bakış açısı için de geçerlidir. Gerçi her b ilgi, bir konuyu am aç
edinip yönünü her şeyden ön ce am aç edindiği konu doğrultusunda
tayin eder. Ancak konuya yaklaşım biçim i bir öznenin “inşa süre-
c i”ne bağlıdır: Bir yandan yoğunluk açısından (özellik le karşısında
kini tam anlam ıyla anlamak için önkoşulu anlayanın ve anlaşılanın
ontik akrabalığı bağlamındaki “anlama” söz konusu olduğunda).
Öte yandan da konunun teorik yapısının entelektüel biçim selleştire-
bilirliği açısından; zira her bakış açısının, bilgi olabilm esi için, kate
gorik olarak oluşturulup ifade ed ilm esi gerekirken, şekillendirilebi-
lirliği ve ifade edilebilirliği bağlı olduğu teorik-kavram sal sistem e
bağlıdır. G enelde hangi kavramlara ve ilişkilendirm elere sahip
olunduğu, bunların gelişm eleri açısından hangi yön e eğilim göster
dikleri, bu gruplar içindeki (fiilen düşünen) taşıyıcı bireylerin arka
planını oluşturan tarihle ilgili varoluşsal durumlarına bağlıdır. D e
ğer serbestisine sahip ideoloji araştırması sürecinin konusu, her bil
ginin ve bilginin içerdiği tem el unsurların anlam sal ilişkilendirm e-
leri ve nihayet tarihle ilg ili varoluşsal ilişkilendirm eleri karşındaki
kesiksiz bağlanıldıktır. Bu gerçeği uygun bir şekilde g ö z önünde
bulundurmak yerine, onu anlamaktan sakınm ak, şim di ulaşılan dü
şünce aşam asından feragat etm ek dem ek olurdu.
Bu nedenle, sö z konusu akıştaki bağlam sızlıklan v e - s ö z tem si
l i - “m utlaklıklar”ı bulm anın am açlanacak bir şey ve gerçek bir g ö
rev olup olm adığı konusu da son derece şüpheli bir görünüm kazan
dı. B elki de daha üstün bir görev, durağanlıkta d eğil, ilişkilendirici
ve dinam ik düşünebilm eyi öğrenm ekte yatmaktadır. G ünüm üzün
düşünce v e varoluşla ilg ili koşullarında “m utlak” olan herhangi bir
şe y e sahip olduklarını ileri süren kişilerin, kendilerini daha değerli
bulmaları zam an zam an âdeta en d işe verici görünmektedir. Esasın
da kendi kendini mutlaklıklarla göklere çıkarmak ve kendi kendine
referans olm ak, çoğu zam an, günüm üz varoluş aşam asında yaşa
m ın kapkaranlık derinliklerini görm ek istem eyen gen iş kitlelerin
gü ven lik gereksinim lerine dayanmaktadır. Yaşam a devam etm ek v e
faaliyette bulunm ak, som ut görevlere v e bu m utlaklaştırılm ış d o
laysızlığa yoğunlaşabilm ek am acıyla v e dirim sel nedenlerden d ola
yı tehlikeleri görm ezlikten g elm ey e ihtiyaç duym uş olab ilir— an
cak günüm üzde mutlak v e, b ağlam sız olanı arayan kişiler çoğu za
man faal olanlar d eğil, olu p bitenleri kendi alışılagelm iş m utluluk
ları lehine istikrara kavuşturm ak isteyen kişilerdir. Statükocu
unsur; günüm üzde rom antize ed ilm iş olan içeriksel değerlerin
(“mitler”in) de kapsandığı günlük yaşam ın rastlantısal koşullarını,
mutlak olarak elden gitm em esi am acıyla m utlak olarak kendilikleş-
tirip stabilize etm ek istem ektedir. B öylece; daha önceleri tanrısallı
ğı yakalam ayı görev bilen m utlaklık kategorisinin, her ne olursa o l
sun kendini aşm ak istem eyen ve günlük yaşam ın üstünü örten bir
m ekanizm a haline gelm iş olm asın a ilişk in yen i çağın en d işe verici
dönüşüm ü m eydana gelm ektedir.
D eğ er Serbestisine Sahip
İdeoloji K avram ının
D eğerlen dirici O lana G eçişi.
D em ek ki, ilk başta sad ece tarihsel yaşam ın sürekli olarak fark
lı şekillere bürünen sınırsız akışını gözlem leyip araştırmak isteyen
d eğer serbestisine sahip id eoloji kavram ı, değerlendirici ep istem o
lojiyle ilg ili v e nihai olarak on tolojik -m etafızik sel bir değerlendiri-
c iliğ e g eç iş yapar (ki bu, düşüncelerim izin gelişim in in az ön ce yer
bulduğu evresinde bizim başım ıza da gelm işti). Ş ö y le ki, argüman-
tasyonum uzda değer serbestisine sahip olan dinam ik bakış açısı,
başka bir tutuma karşı bir savaş aleti halini alarak d olayısıyla biz
zat içinden “d eğer serbestisine sahip” bakış açısının oluştuğu belli
bir dünya görüşünün olum lam asına dönüşm üştü ansızın. Daha ba
şından beri her şey i dinam ik kılm aya yarayan yön tem e ve tarihsel
bakış açısını sonuna kadar m uhafaza etm eye iten gizli özendirm e,
yalnızca eylem in v e araştırmanın sonunda da o lsa, burada da görün
mektedir.
Kendine ilişkin bir b ilgisi olm adığında bile etk ili olan, m etafı-
ziksel-ontolojik bir kararın bu şekilde açığa çıkm ası,27 ancak geçm iş
pozitivist çağın ön yargılarına yön elip tam am ıyla değer ve karar ser
bestisine sahip, ontoloji ve m etafizikten arınm ış bir şekilde düşünü
leb ileceğ in i varsayan bir k işiyi korkutabilir.28 Fakat düşünce, ger
çek bir ampiri uğruna ve ön koşullan doğrultusunda ne kadar tutar
lı araştırılırsa, bizzat ampirinin (en azından tarih bilim lerinde) sade
ce meta-am pirik, ontolojik-m etafıziksel kararlarının v e bunlardan
27 A d eta ark am ızd a v e bizzat p ratikte olu şan k arar ve o n tik , tarih sürecince
y o k ed ilm iş o lan ı b ir d ah a (ro m antik ruh hali doğ ru ltu su n d a) tesis etm ek is
teyen m u tlak laştırm alara karşı m ücadele ettiğ im iz zam an bahsedilenden çok
d ah a farklı b ir aşam ad ak i b ir o n tik ve k arard ır o lsa olsa. İstem esek bile e y
lem lerim izde v aro lan b u kaçınılm az e x -p o st-o n to lo ji; y aln ızca rom antik
du y g u larla can d an arzu ed ilen , geri istenilen ve gerçek lik ufkunun ö n ü n ü ka
patan b ir şey o lm ak tan ziy ad e hiçbir ideolojik y ap ın ın parçalayam ayacağı
ken d im ize a it ufuktur.
Tam d a b u rad a (h er n e k ad ar b u kitabın herhangi bir y erin d e tek bir “çö zü m ”
önerisin d e b u lu n u lm asa da) b ir şeyler çözüm d o ğ ru ltu su n d a açığa kavu şu y o r
sanki: İdeoloji v e ü to pyanın üstündeki örtüyü kaldırm a, özd eş olm adığım ız
içeriksel değerleri b o zab ilir ancak; belli koşullar altında bizzat bu yıkıcılığın
içinde yapıcı olan ın y atıp yatm adığına, yeni irade ve insanın d aha şüpheli kıl
m a sü recinde bile m ev cu t olu p o lm ad ığ ın a ilişkin soru o rtay a çıkm aktadır.
V aktiyle bilge in san ın d ediği gibi: “B ir kişi d an ışm a k için b ana geldiğinde,
yanıtını kend isin in verdiğini duyuyorum çoğu zam an .”
28 B iraz d ah a eleştirel b ir tu tu m a sahip o lan bir p o zitiv izm , d a h a alçak g ö n ü l
lü o lu p , y aln ızca “ m u tlak a zorunlu olan ön koşulların m inim um ” unu is
tem ekteydi. S o ru lm ası g ereken, bu m inum um un, d ah a so n rad an “ varoluşsal
d u ru m u m u za u y g u n p arçalan ab ilir o n to lo jik o la n ” o larak deşifre o lu p ol
m amasıdır.
F:8/ İdeoloji ve Ütopya
m eydana gelen beklentilerin ve belirlem elerin unsurlarında m üm
kün o la b ileceğin e ilişkin görüş de o kadar netlik kazanır. H içbir şe
y e karar verm eyen bir kişinin herhangi bir problem atiği olam aya
cağı gibi, tarihsel doğrultuda inceden inceden sorgulanıp araştırıl
m asını m ümkün kılabilecek bulgusal bir hipoteze de sahip olam az.
N ey se ki p ozitivizm , ep istem olojiyle ilgili ön yargılarına v e sözde
daha olum lu b ilgilerine rağm en, (ontik kararlar da içeren özgül
“g erçek çiliği” olan ilerlem eci 1iğe inanışı gibi) ontolojik-m etafizik-
sel kararlara sahipti. Bu yüzden zaten bu araştırma b içim i, g elec ek
te de k olayca v a zgeçilem eyecek olan birçok ön em li şeyi ortaya ç ı
kardı. Ontolojik kararın tehlikesi, gen elde varolan pratiğinde değil,
hatta ampirinin önünde gitm esinde bile d eğil;29 miras alınan on tolo
jinin yen i oluşum unun, ö ze llik le de düşü nce tem elinin oluşum unun
en g ellem esin d e ve, getirilen teorik ilişkilendirici düzlem lerinin tek
tek k ısm îliğin in görü lm em esiyle de, gelişim in in günüm üz aşam a
sındaki düşünsel kavrama yeteneğinin dışlanm ası gereken katılığın
da ısrar ed ilm esinde yatmaktadır. D o layısıyla düşüncem iz, pratikte
ki her bakış açısının, daima kısm î olduğunu ve bu kısm îliğin taşıdı
ğı anlamı görm eye açık olduğu yönündedir. Araştırmanın ayrıştırıl
ması açısından, (unsurunda ampirinin mümkün kılındığı) zımnen
m etafıziksel olan ön koşulların bilinçli bir şekilde ortaya çıkarılm a
sı, bu yüzden d e zaten prensip olarak onların inkâr edilip arka kapı
dan içeri alınm asından daha uygundur.
D e ğ e r Serbestisine Sahip
İdeoloji Kavram ının A rkaplanını O luşturabilecek
İki Tipik Ontik K ararın K arakteristiği.
E x -p o s t—ontoloji10' ve (gelişim in son evresinde tarihte de cere
yan etm iş olan düşüncenin bundan b öyle betim lenecek olan hareke
tini doğru anlayabilm ek için gerekli olan) pozitivizm hakkındaki bu
29E ğer bunu yapm asaydı, am piri hiç m üm kün olam azdı; zira kendince varolan,
nesnelleştirilm iş anlam sal oluşum , yalnızca anlam la ilgili soru soran öznede bir
sonuç yaratabilir.
3®Bkz.:Strukturanalyse der Erkenntnistheorie:Kant-Studien (Epistemolojinin
Yapısalcı Analizi:Kant Araştırmaları | adlı yazım .Ergânzungsheft 57 [Ek Sayı
No. 5 7 1,Berlin 1922, s. 37, dipnot l , s . 52. dipnot l.* [B k z .:s.H 3 , dipnot 27.]-
ç.n.
gezintiden sonra, işe ilk başta değer serbestisine sahip olarak başla
yan tarihsel-sosyolojik araştırmaların, betim lem em izde az ön ce ula
şılan aşamada, birden iki önem li dünya görüşüyle ilgili-m etafiziksel
karara karşı açık olduğunu ifade edebiliriz. Ancak m evcut durum
da bilfiil sapılabilecek iki yol şunlardır:
İlk olarak; sonuçların tarihsel olanda, nesnelleştirm ede yatmadı
ğı görüşüne sahip olunduğu için, tarihselin k esik siz d eğişim i tüm
g elg eçliğ iy le olumlanabilir. B ağlam sız olanın; tarihsel açıdan aşkın
ve tüm tarihsel nesnelleştirm enin kaynaklandığı zenginliğin hiçliği
olarak olum lanm ak istenileceği varsayılarak, zamansal ve toplum sal
olandan, tüm m itlerden ve içeriksel değerlerden ve her bir anlam
verm eden feragat edilecektir. Bu, sürekli tarih yapan, fakat aynı za
manda tüm tarihi de sürekli olarak üstünden atan o esrik bolluk ola
caktır. Tarihi bilen anlayacaktır ki, bu bakış açısı m istiğin bakış açı
sıyla dolaysız bir süreklilik ilişkisi içerisindedir. M istik; yaşam içe
risinde zam ansal ve m ekânsal bir uhreviliğin bulunduğunu ve m e
kânın v e zamanın -iç in d e m evcut olan tüm görüntülerle birlikte—
esrik deneyim e karşı sadece sahte varlıklar olduğunu m istikçe iddia
etm işti. A ncak m istik, bunu o zamanlar ispat edem iyordu henüz.
Günlük yaşam o zamanki som utlaşm ası içerisinde fazlasıyla istik
rarlıydı; rastlantısal olan her şey varoluşunda tanrıca istenen tözel
bir duruma yüceltilm işti. G elenekçilik; olaylarla dopdolu v e hare
ketli, ancak anlam verm e açısından istikrarlı olan bir dünyaya hük
mediyordu; ayrıca bu esrikliğe henüz tüm çıplaklığıyla, herhangi bir
anlamdan yoksun olarak sahip değildi; bu esrikliği henüz tanrısallı
ğıyla ilişkilendirerek yorum luyordu, zira içreklik bir nevi tanrıyla
buluşm a olarak yaşanıyordu. Ancak bu arada, anlamsal unsurların
genel bağlam lılığı, yakında bir kamusal bilgelik olarak dile getirile
bilecek kadar apaçıklık kazandı. Daha önceleri birkaç sırdaşın sahip
olduğu içrek bilgi, günüm üzde yöntem sel olarak görünür kılınabil-
mektedir. Ve sosyolojizm , aynı tarihselcilik gibi, gerçekliğin tarih
dışı-esrik olanda bulunduğunu düşünen kişilerin elinde, günlük ya
şamın v e tarihin popülerleştirilm esinin aracı haline gelecektir.
M evcut durumdan sosyolojiye yol açarak tarih araştırmaları için
bir içtepi işlevin e de sahip olabilen, (az ön ce işaret ed ilen) ikinci
özendirm e dizisi; bağlanıldıkların v e anlam sal ilişkilerin bu d eğişi
m inin k eyfi bir oyun olarak görülm esi nedeniyle d eğil, daha ziyade
hem eşzam anlılıklarında hem de ardıllıklarında (doğaları itibariyle
çok kolay belirlenem eseler de yin e de bir şekilde algılanabilir) bir
zorunluluğun varlığının gösterilm eye çalışılm ası sonucunda m eyda
na gelm iştir.
Tarihsel olanın özel bir evresinin mutlak olarak alınm adığı, an
cak tüm oluşum un yin e de dikkate alınm ayan bir problem in içerdi
ği anlam sal unsurlarının tarihsel değişim i karşısındaki bu tem el iliş
kiye bir k ez sahip olunduğunda; her tarihin “sadece tarih” old uğu o
esrik tutumu tatmin etm eyecektir artık. G erçi insan olm anın; tarih
sel v e toplum sal varoluşun herhangi bir ö z e l evresinden çok daha
fazla bir anlam taşıdığım , o esrik dışındalığm tarihsel ve toplum sal
olanı da adeta tekrar tekrar hareket ettiren bir gü ç olarak bir şek il
de varolduğunu, ayrıca bu dışındalığm tarihten tekrar tekrar soyut
landığını itiraf etm ek zorunda kalınacaktır. A ncak bundan dolayı ta
rih, sad ece olu m suzluğu yla n itelen eb ilecek bir şey olarak d eğ il, da
ha ziyade ö z se l oluşum un cereyan ettiği bir sahne olarak değerlen
dirilecektir. “İnsan” adlı varlığın bu oluşum u; ilg ili tarihsel v e top
lum sal öznenin onlardan hareketle, kendini v e tarihini gördüğü
normların, şekil verm elerin v e eserlerin, kurum lann ve k o lek tif is
tem lerin, hareket noktalarının v e bakış açılarının d eğişim inde de
gerçek leşm esiyle kavranılmaktadır. Tüm bu görüngülerde sem pto-
m atik olan bir şey i görm e eğ ilim i gittikçe artacaktır— , ki bu birlik
ve anlam , çö zü lm esi gereken bağlam sal bir semptomatiktir. K endi
m izle esrik bir buluşm anın, nihai varlığım ızın yegâne uygun biçim i
olm ası gerekse b ile, o adlandırılm ası m üm kün olm ayan, fakat yine
de esrikler tarafından daim a am açlanm ış olan, talihleri bir şekilde
kendisi d e talih de olan ve kaçınılm az olarak tarihsel ve toplum sal
olan la b elli bir ilişki içerisindedir. Ve nasıl olurdu acaba, ö zü itiba
riyle kendini asla d eşifre etm eyen , doğrudan adlandınlam ayan ve
telaffuz ed ilem eyen o esriklik, tarihte bıraktığı izler n ed en iyle d o
laylı bir tarzda n itelenebilseyd i?
Şüphesiz, bundan ön cek i tutum da eninde sonunda, dünyayla il
g ili ö z e l bir d u ygu yla tem ellen en tarih v e toplum sal olanla kurulan
bu ilişki nedeniyle sınırları itibariyle saydamlaşmaktadır. Tarihsel
olanı esrik bir dışmdalıktan seyreden tutum, tam da bu tarih halikın
daki küçük görm e sayesinde tarihsel olandan önem li bilgiler edine-
m em ek teh lik esiyle karşı karşıya kalmak durumundaydı. Tarihsel
olanı sadece popülerleştirm ek isteyen b ilin çsel bir tutumdan, tarih
sel olanla özünlü bir ilişki içine girm esi beklenem ez. O ysa özenli
olan her bakış -n ih a î olarak hiçbir şey katılaşm asa d a - tarihsel o la
nın unsurunda yin e de bir şeylerin cereyan ettiğini göstermektedir.
D aha tarihte her anın ve her anlam sal unsurun b elli bir ö n em e sahip
olduğuna (yani hiç bir şeyin daim a ve sürekli vuku bulm ayacağına)
ilişkin gerçek bile (ki, bu yüzden, hiçbir zam an mutlak durumlarda
bulunulm ası mümkün d eğild ir)-, yani ne olayların ne de anlamsal
bağlamlılıkların geri dönüştürülebilir olm adıklarına ilişkin gerçek
bile, tarihin ondan özünlü bir şey bek lem eyen bir kişi için sadece
d ilsiz v e anlam sız olduğuna, v e tarihin “sadece tarih” olduğu bir ba
kış açısının, aslında verim liliği tam da tarihe bakış açısından minu-
mum bir bakış açısı olduğuna işaret etmektedir.
Tinsel tarih (ki, bu türden sosyolojik bir tarihbakışını savundu
ğum uzu şim diye kadar olan yaklaşım ım ızla gösterm iştik), unsurla
rın hem d izilişin i hem de bitişm elerini sadece bir rastlantı olarak
değerlendirm ez, bilakis bu unsurların önem ini ve anlamını, ancak
tarihsel olarak oluşan bütünlüğün araştırılm asıyla kavranabileceği-
ni hedeflem ek gerekir. Bu bakış açısı, salt kurgusal d eğil, daha z i
yade atılan her bir adım ın m evcut belgelerle gözden geçirilip onlar
la tem ellendirilerek gitgide daha tutarlı biçim de geliştirildiği tak
dirde, sosyolojik zam an diyagnostiği diye adlandırabileceğim iz bir
bilim alanına ulaşılmaktadır. B ö y le bir diyagnostik şim d iye kadar
yaptığım ız açıklamalarda bile, bizzat ideoloji kavramının m evcut
düşünsel koşulların belirlenm esinde kullanılabileceğini, ve b öyle
bir belirlem enin tipolojim izin örneklem elerinin sadece yan yana
konulmasından ziyade bu (olsa olsa aşırı sem ptom atik olan) kavra
mın anlam sal d eğişim indeki d izilişin tüm varoluşsal ve düşünsel
durumumuzun enine kesiti doğrultusunda kavranılması gerektiği
gösterilm eye çalışılarak elde ed ilm eye çalışılmıştır. Bu türden bir
diyagnostik, ilk başta değer serbestisine sahip bir tutum edinm eye
çalışsa da, bu tutumu uzun bir m üddet için m uhafaza ed em ez v e za
man içerisinde değerlendirici tutuma geçiş yapar. Herhangi bir vur
gunun yapılm am ası durumunda, tarihe kendini ifade ed ecek bir gü
cün taşınam ayacağı gerçeği, daha ilk aşam ada değerlendiriciliğe
g eçişe zorlayacaktır. Ki, vurgu yapm ak, değerlendiricilik v e onto-
lojik karar alm a yönünde atılacak olan ilk adımdır.
“Yanlış B ilin ç”
Problem inin Tekrar Tekrar O rtaya Çıkm ası.
B ö y le c e tarihsel diyalektik, değer serbestisine sahip, bütünlük-
çü ve m utlak ideoloji kavram ının yerini aynı aşam ada bulunan d e
ğerlendirici ideoloji kavram ının alm ak zorunda olduğu bir sonraki
aşam aya g eçişi burada da, yavaş yavaş ve zor aracılığıyla yaptır
maktadır (bkz.: s. 112). A ncak bu değerlendiricilik, şim d iye dek b i
linen v e betim lenm iş olandan çok daha farklı bir nitelikte olacaktır.
B elli bir zam anın belirlem eleri artık mutlak anlam da kolay kolay
kabul görm ez -norm ların ve değerlerin mekâna ve toplum a b ağlılı
ğına ilişkin bilgiler kolaylıkla yıkılam az artık-, d olayısıyla ontik
vurgu başka bir problem atiğe kaydırılacaktır. Aynı zam anın norm la
rı, düşünce biçim leri ve yön elim sel şemaları içinden doğru ile d o ğ
ru olm ayanlar, gerçek ile gerçek olm ayanlar seçilebilecektir. “Yan
lış b ilin ç”in , burada, mutlak, son suza dek d eğişm eyen varoluş kar
şısında d eğ il, yeni ruhsal pratiklerde ve sürekli olarak yeniden şe
killenen varoluş karşısında başarılı olam adığı anlaşılmaktadır. Ayrı
ca düşüncenin diyalek tiğin ce zam an üstü değerleri elde etm ekten
va zg eçm ey e zorlanan tüm enerjinin, daha bu noktada, niçin daha da
büyük bir baskınlıkla ve belli bir zam an içindeki gerçek ile gerçek
olm ayan düşüncelerin birbirinden ayrılm asına yoğunlaştığı da anla
şılmaktadır. Ancak bununla birlikte yanlış bilin çle ilgili problem
m odem problematik düzeyinde yeniden önüm üze çıkmaktadır. Yan
lış bilinç problem inin, daha dinsel-aşkın etm enlere yönelm ekten
vazgeçerek, gerçeklik kriterinin pragm atizm i andıran şekilde prati
ğe v e hatta politik pratiğe nakletm iş olduğu en m odem varyantıyla
karşılaşm ıştık. O zam anlar nihai varyanta ulaşm a yönünde eksik
kalan, tarihselci unsurdu. D üşünce ve varoluş, henüz “mutlak bir
durum” içindeki sabit kutuplaşmalar ve aralarındaki gerilim ise du
rağan bir gerilim olarak düşünülm ekteydi. Buna günüm üzde, yeni
ve tarihselci bir unsur ilave edilm iştir.
O halde etik olanda cereyan eden bir bilinç ancak; m evcut varo-
luşsal aşam adaki yönünü tüm içtenlikle istese de, bilerek eylem d e
bulunam ayacağı normlar doğrultusunda tayin ederse; yani bireyin
başarısızlığı bireysel bir suç olarak kavranmaktan ziyade, yanlış e y
lem , yanlış düzenlenm iş ahlâki bir aksiyom atik d izg ey le tem ellen
diği ve eylem zorla yaptırıldığı takdirde yanlış bir bilinçtir. Ruhsal
yorum da cereyan eden bir bilinç; alışagelm iş anlam verm eler (y a
şam ve deneyim biçim leri, dünya ve insanlığa ilişkin tutum) sonu
cunda yen i tipte ruhsal tepki verilm esini ve gen elde yen i insan o l
manın üstü örtülerek en gelled iği takdirde yanlış bilinçtir. Teorik bir
bilinç; “d ün yevî” yaşam sal yön elim in m evcut varoluşsal aşam asın
da, tutarlı yolun bulunam ayacağı kategorilere uyduğunda v e onlar
la düşündüğünde yanlış bilinçtir. D em ek ki bu “id eolojik ” işlevin
“tuzağında” işleyen pratik ve eylem ler, m evcut içsel ve dışsal varo
luşu aydınlığa kavuşturmaktan ziyade gerçek anlamın üstüne örten
unsurlar, yani ön celik li olarak k öhn eleşm iş normlar, yozlaşm ış dü
şünce biçim leri ve dünyayı yorum lam a biçimleridir. A şağıda, az
ön ce bahsi geçen ideolojik bilincin en önem li biçim lerinin birkaç
belirgin örneği gösterilecektir.
Ö rneğin, k öhn eleşm iş etik normların artık ideolojiler haline g e l
dikleri varsayım ını kastederek “faizsiz borcun” tarihini bir düşüne
lim .31 Faizsiz borç uygulam asının uygun biçim de hayata geçirilm e
si, ancak sosyolojik ve ekonom ik açıdan henüz bir kom şuluk top
luluğunun ötesin e g eçem em iş toplum sal form asyonlarda m üm kün
dür. B ö y le bir dünyada bu uygulam a kusursuz bir biçim de hayata
geçirilebilir. Faizsiz borç bu dünyaya isnat ed ilebilen , bu anlamda
da bu dünyaya uygun olan bir normdur. Bu hüküm , kom şuluk top
luluğu dünyasından gelip, daha sonra kilisenin normlar hâzinesine
geçm iştir. Çevrenin “reel esaslar”ı ne kadar çok d eğişim e uğradıy-
sa, bu uygulam a da o kadar ideolojik bir tutuma büründü, yani po
31 Bu ö rn ek le ilgili tarihsel m ateryal için bkz.: Weber, M ax: Wirtschaft und
Gesellschaft. Grundriß der Sozialökonomie | E konom i ve T oplum . T o p lu m
sal İktisadın T em elleri, B ö lü m III, s. 8 0 1 -8 0 2 .
tansiyel olarak bile hayata geçirilem ez hale geldi. Bu uygulam a,
kapitalizm in yü kseldiği d önem d e ise, işlev se l bir d eğişim sonucu
k ilisenin yen i ekonom ik gü ce karşı yönlendirdiği bir m ücadele si
lahı haline g elm iş ve artık k ilise “dünyadan iy ice uzaklaşm ış”tı. Bu
normun, kapitalizm in tüm yaşam alanlarına girip, galip çıkm asın
dan sonraki ideolojik n iteliği (ondan ancak ve ancak sakınabilece-
ğin e fakat ona kulak asılam ayacağına ilişkin gerçek), k ilisenin bile
kolaylıkla v a zgeçeb ileceği bir işlerlik kazanmıştı.
K endim izi anlam a çabası düzeyinde cereyan eden bir yanlış bi
linç için; insanoğlunun tarihsel olarak daha şim diden m üm kün olan
kendisi ya da dünya ile olan “gerçek” bir ilişkinin üstünü örtm esi
ne ya da -o n ların y a “şeyleştirilm eleri”nden ya da “id ealize edil-
m eleri”nden, ve hatta “rom antize edilm eleri”nden d o la y ı- insan o l
m anın esaslı gerçekliklerinin ve deneyim lerinin sahte kılınm asına,
kısacası: İnsanoğlunun kendinden ve dünyadan kaçm a ile ilgili tüm
tekniklerle yan lış buluşm a biçim lerine çanak tutm asına ilişkin ör
nekler verilebilir. Bu yüzden, arayış halindeki rahatsızlığın üstünü,
artık yaşanılam az m utlaklıklarla örtm ek, örneğin “mitler” istem iş
olm ak , “kendince yü celikler”e hayran kalmak, “idealist” olm ak ve
fiilen adım adım kendi kendinden daha şim diden kolaylıkla anlaşı
labilir bir “bilinç d ışılık ”la sakınmak yanlıştır.
Yanlış bilincin üçüncü karakteristik örn eğiyle, dünyaya yö n eli
m e ilişkin bilgi edinm ede başarılı olunam am ası durumunda karşıla
şıyoruz. Ç iftliği kapitalist bir işletm e haline gelm iş bir çiftlik sahi
binin işçilerle olan ilişk isin i ve kendi işlevin i hâlâ ataerkil katego
rilerle algılayıp yorum lam ası bunun paradigmatik bir örneğidir.
Tüm bu örnekler g ö z önünde tutulduğunda, ortaya yanlış bilin
cin yepyeni bir ö zelliğ i çıkmaktadır. Y önelim sel biçim i çerçevesin
de yeni gerçekliğe yetişem eyen ve bu açıdan bakıldığında da yeni
gerçekliğin üstünü aslında k öhneleşm iş kategorilerle örten bir bi
linç, yan lış ve ideolojiktir.32
(D üşüncelerin içeriksel değerlerinin ve bilinç yapılarının ger-
Bir bilincin, bu “ varoluş” u geride bırakarak yine de yanlış, “varoluşsal anlam
da uygunsuz” olabilm esi - tam da “ ütopik” bilincin çözüm lendiği sondan bir
önceki yazının konusudur. Ş im dilik, bilincin, varoluşu geride bırakm asına iliş
kin bu tek niteliğiyle yetineceğiz.
çeld ikleriyle ilgili kararlar verdiği ve değerlendirici kararlan da ha
reket halindeki gerçekliğe oranla verm esi n ed en iyle dinam ik olarak
adlandırdığımız) bu ideoloji kavramı (ki, ütopya kavramından son
dan bir önceki in celem ed e ayrıca bahsedilecektir13) elbette, ancak
mutlak v e bütünlükçü ideoloji kavramı aşam asındaki “değer ser
bestisine sahip” ideoloji kavram ıyla karşılaştırdığım ız ikinci örneği
oluşturmaktadır.
Her ne kadar ilk bakışta karmaşık g else b ile, bu türden bir kav
ramsal belirlem enin hiçbir şekilde zorlayıcı olm adığını düşünüyo
ruz. Zira tanım lam ada, dünyayla ilgili m evcut yönelim in gündelik
diline daha şim diden fakat ucundan sahip olarak, aslında am açladı
ğı problem ler hakkında m ümkün olabildiği kadar tutarlı bir şekilde
düşünmektedir.
Bu ideoloji (ve ütopya) kavramı, pür yanılm a kaynaklanm n öte
sinde yanlış bilinç yapılarının varolm asına ilişkin bilgiden v e başa-
n lı olunam ayan “gerçekliğin” esasında dinam ik bir gerçeklik olab i
leceğ in e ilişkin gerçekten ve aynı tarihsel-toplum sal m ekânda fark
lı farklı yanlış bilinç yapılarının varolabileceği düşüncesinden hare
ket etm ektedir; ki bunlar, düşüncedeki “çağdaş” varoluşun ötesin e
geçen le, çağdaş varoluşa henüz yetişm eyen , ancak her iki örnekte
de bu varoluşun üstünü örten bilinç yapılarıdır. Sonuç olarak, bu
ideoloji kavramı sadece pratikte açığa çıkan bir “gerçeklik”ten ha
reket etmektedir. Son olarak bahsedilen (dinam ik ve değerlendirici)
ideoloji kavramının içerdiği tüm bu hareket noktaları, sakınılam a-
yan, o lsa o lsa sistem atik ve sürekli olarak farklı biçim lerde değer
lendirilebilen deneyim lere dayanmaktadır.
Sentez Problem i.
Şu ana dek, farklı politik bakış açılarına göre farklı biçim lerde ş e
killenm iş olan teori-pratik ilişk isiy le ilgili aynı problem in kendini
ço k farklı şekillerde gösterdiğini d en eyci bir biçim de tespit etm eye
çalıştık. A ncak, herhangi bir b ilim sel politikanın bu en ilk esel prob-
lem atiği için geçerli olan, tüm diğer tekil problem ler için de aynı
şekilde geçerlidir. Sadece nihai ifadelerin, değerlendirm elerin, içe-
riksel değerlerin d eğil, aynı zam anda problem atiklere yaklaşım bi
çim lerinin ve hatta ve hatta bünyesinde deneyim lerin yaşandığı ve
düzenlendiği kategorilerin de, bakış açılarına göre, birbirinden çok
farklılaştığını gösterm ek mümkündür.
Bu bilim in tüm zorlukları üzerine d erinlem esine düşünüldü mü
bir kez, v e politik m ücadelenin şu ana kadar ki seyri, bu alanda ka
rar ile bakış açısı arasında ö z se l bir bağ olduğunu şüphe götürm ez
bir biçim de gösterdiği zam an, b elli bir haklılıkla bilim olarak p oli
tikanın gerçek leşem eyeceği sonucuna varmak mümkün olabilirdi.
A ncak, zorlukların zirveye ulaşm ış gibi göründüğü tam da bu
noktada, bir dönüş m eydana gelm ektedir.
Zira, buradan hareketle ufukta yeni olasılıklar görünmektedir;
ve problem atiğin bu aşam asında iki farklı yola sapmak m üm kün
dür. Bir yanda şö y le bir şeyin ön e sürülm esi mümkündür: Politika
da sadece bakış açısına bağlı bilginin m evcut olduğuna, partili o l
m anın politika için yapısal olarak önüne geçilem ez bir m om ent o l
duğuna ilişkin gerçekten, politikanın sadece partili olm ak k oşulu y
la araştırılabilir ve salt parti okullarında öğretilebilir sonucu çık
maktadır. G erçekte de, önüm üzdeki gelişim in in tam da b öyle bir
y ola sapacağını düşünüyorum.
A ncak görülm ektedir ki (v e görülm eye devam edilm ektedir),
bağlamlılıkların günümüzdeki karmaşıklığı düşünüldüğü zaman,
günüm üzün politikacıları için olm azsa olm az bilginin elde ed ilm e
si v e politikada yen i nesiller yetiştirm ek am acıyla “arasıralık” nite
liğine sahip eğitm e biçim lerinin uyarlanması yeterli değildir. D ola
yısıyla tek tek partiler, parti okullarını giderek gen işletm eye karar
vereceklerdir. Burada, gelecekteki politikacıya sad ece, som ut prob
lem lerin çözüm ü konusunda nesnel kararlar verm esini sağlayan re-
el bilgiler sunulmayacaktır; daha ziyade olayları ilgili bakış açısın
dan hareketle şekillendirip, siyasî açıdan kavranılm asını sağlayan
tutumların savunulm ası da öğretilecektir.
Her politik açıklam a, belirgin olarak kavranabilir verili gerçek
lere olum lu ya da olu m suz yaklaşm aktan çok daha başka anlamlar
içermektedir. Her açıklam a aynı zamanda, kendinde içinde tamam
lanmış olan bir dünya görüşünü barındırmaktadır. K i, bu dünya g ö
rüşünün politikacı için sahip olduğu önem ini, tüm partilerin, sade
ce parti çerçevesin deki kitleleri d eğil, belli düşünce tarzlarını dün
ya görüşleri açısından etkilem e çabalarında da görebilm ekteyiz.
Başka insanlara b elli politik tutumlar em p oze etm ek, sonradan
dünyanın tüm özelliklerine nüfuz ed ecek dünyayla ilgili belli yak
laşımları konu etm ek demektir. Politik iradenin oluşum u, ayrıca, ta
rihi belli ş e k ille değerlendirm ek, olayları b elli konumlandırmalar-
dan hareketle kavramak ve belli şekillerde fe lse fî yön elim arayışı
içine girm ek demektir.
D üşünce tarzının ve dünya imajının birçok akıma bölünm esi, po
litik konumlandırmalar yönünde farklılaşm ası ve kutuplaşm ası, on
dokuzuncu yüzyıldan itibaren gittikçe artan bir yoğunlukla cereyan
etmiştir. Parti okullarının açılm ası, bu olguyu daha da b elirginleşti
rip tutarlı bir sona doğru götürecektir.
Ancak, parti bilim i ile parti okulu üzerinden giden yo l, günü
m üz koşullardan kaynaklanan yollardan sad ece biridir. Bu yola,
toplum sal-politik m ekândaki uç konumları n edeniyle, sö z konusu
bölünm eleri savurçpak, antagonizm aları m utlaklaştırmak ve bütün
lük problem ini g ö z ardı etm ek durumunda kalan kişi ve gruplar sa
pacaklardır.
Ancak ufukta, m evcut durumun sonucundan başka bir olasılık
daha görünmektedir. Bu olasılık , âdeta politik yön elim in v e bu y ö
nelim e ait dünya im ajlarının şim d iye kadar betim lenen ö zsel taraf
lılığının öbür yüzünden kaynaklanmaktadır. Bu yapısal gerçek şun
dan ibarettir:
Günüm üzde, sadece her bir politik bilginin zorunlu taraflılığı d e
ğil, ayrıca kısm îliği de bilinm ektedir. Politika ve dünya görüşüyle
ilgili bilginin taraflılığının çürütülem ezcesine açığa kavuştuğu gü
nüm üzde, bu kısm ilik, bu bir-şeyin-parçası-olm ak, bu bilginin bün
yesind e sürekli olarak bir bütünün oluştuğuna ilişkin ve taraflılıkla
ilg ili veçhelerin bu bütüne götüren k ısm î bilgiler olduklarına ilişkin
bir anlam da barındırmaktadır içinde.
B ilim olarak siyasetin günüm üzde varlığı, birbirlerinin karşıtı
olan veçhe v e teorilerin sayıları itibariyle sonsuz ve dolayısıyla k ey
fî olmadıklarını, daha ziyade varolanların da birbirlerini tamam la
dıklarının çok net olarak görülebilm esi sonucunda mümkün kılına-
bilmektedir.
Politika, m evcut yapısal koşullardan dolayı, sadece parti bilgisi
olarak d eğil, bütünün b ilgisi olarak mümkün kılınmaktadır. Siyasal
sosyoloji ise, tüm p o litik alanın oluşum uyla ilgili bir bilgi biçim i
olarak, gerçekleşm e evresine girmiştir.
Parti okulunun yanı sıra, bu bütünün araştırılmasını mümkün kı
labilecek bir kurum ihtiyacına vurgu yapan talepler ortaya çıkm ak
tadır. Bu türden bir araştırma yapm a olasılığı ile bu tffi-den bir araş
tırmanın yapısına değinm eden ön ce, kısm î veçhelerin birbirlerini
karşılıklı olarak tamam lam a gereksinim leriyle ilgili savı biraz daha
kuvvetlendirm ek gerekir. Bu bağlam da, problem atiklerin içerdiği
taraflılık m om entlerini sö z konusu ettiğim iz örneği hatırlatmak iste
riz:
Farklı kişi ve grupların, tarihsel-politik gerçekliğin daim a, sade
c e ve sadece belli özelliklerine ve alanlarına karşı ilgili olduklarını
göstermiştik. Bürokratın bakış açısı, devlet yaşam ının istikrarlı kı
sım larıyla sınırlı kalmaktaydı; tarihsel muhafazakârlık ise, tıpkı top
lum sal gelenekler alanında olduğu gibi, d insel-k^ türel bir arada ya
şam anın d üzenlediği güçlerin d eğil, organik güçlerin ön em li old u
ğu, halk tininin se ssiz güçlerinin işbaşında olduğu alanları önem se-
m ekteydi, v e ayn ca görm ekteydi ki, politik olanın belli bir alanı da
ha olu şum la ilg ili bu unsurda cereyan ştaıek teyd i. Tek taraflılığı, bu
bilinç tabakasını ve bu tabakaya tekabüf eden toplum sal güçleri, ta
rihsel olaylar çerçevesin de, abartıp tek etm en olarak değerlendir
m esinden ibaret olsa da; aynı zam anda burada başka bir yerden ha
reketle kavranması im kânsız olan bir şeyin görünür kılınm ası da
gerçekleşm iştir. Aynı şey diğer veçheler için de geçerlidir. Burjuva-
dem okratik düşünce tarzı, sın ıf m ücadelesinin evrim ci yöntem leri
nin müm kün olduğu sürece m odem yaşam içerisindeki gerçek liği
ni v e işlev in i kaybetm eyecek gü çsel-irad esel m ücadelelerin top
lum sal m ekânda yer bulm asını m ümkün kılacak rasyonalize ed ilm iş
biçim leri hem yaratm ış hem de keşfetm iştir.
Bu platformun yaratılması, burjuvazinin tarihsel-kalıcı başarısıy
dı; v e buna bağlı olan entelektüalizm in tek taraflılıkları acım asızca
deşifre ed ilm iş olsa b ile, yin e de bu başarının önem ine saygı d uy
mak mümkündür. Burjuva bilin ci, bu entelektüalizm le kendi rasyo-
nelleştirm esinin sınırlarını örtbas etm eye çalışıp b öylece sırf tartış
malarla reel çelişm elerin tam am ıyla üstesinden gelinebilir imajını
yaratmayı hedeflem iştir. Ancak iş b öyle olunca, politiğin alanında,
teoriyi pratikten ve düşünm eyi istem ekten ö z se l olarak ayıram adı
ğım ız y en i bir düşüncenin oluştuğunun da farkına varmamıştır.
Toplum v e politika tarafından tem ellenen k ısm î bilgilerin karşı
lıklı tam am layıcı niteliğini hiçbir yerde daha net tespit etm ek m üm
kün değildir. Zira, burjuva-demokratik düşünce tarzının kendi sınır
larına dayandığı tam bu noktada, sosyalist düşünce tarzının ortaya
çıktığım ; sosyalist düşünce tarzının kendi dirim sel bağlılığından ha
reketle, daha ön cek i düşünce tarzlarının karanlığa terk etm iş old u
ğu olgulara ilgiyle yaklaştığını görüyoruz.
P olitik hareket serbestisinin, parlamenter yapılarla ve onlarla
bağlantılı tartışmalarla sınırlı kalmadığını, bunların daha ziyade yeni
bir düşünsel yön tem le kavranabilir ekonom ik-toplum sal yapısal
koşulların gölgeleri oldukları, tüm bunlar M arksizm in, daha yüksek
bir düzeyden bakıldığında, bakış alanının gen işlem esi ve asıl politik
hareket serbestisinin gittikçe daha da belirginleşm esi anlamına g e
len keşifleridir. İdeoloji olgusunun k eşfi, yap ısı itibariyle, bu bil
g iy le ilintilidir. Bu, “pür bir teori”ye karşı “varoluşa bağlı düşün-
c e ”yi -fa z la sıy la tek taraflı olsa d a - ikam e etm e denem esidir.
Ve nihai olarak, son olarak in celed iğim iz karşıta yeniden d eğin
m ek gerekirse: M a rk sizm ^ jlitik -ta rih sel alanın pür yapısal zem i
nini görüp, ona fazlasıyla vurgu yapm ışken; faşizm in dünyayı algı
lam ası ve kavraması, yaşam ın şekillenm em iş kısm ına, sınıfsal güç
lerin âdeta g ev şem iş olup “şaşk ın lığa” dönm üş olduğu, bir anlık
için kitlesel varlıklara dönüşm üş olan insanların eylem lerinin önem
kazandığı, v e her şeyin bu ana hükmeden hücum gruplarına v e on
ların F ührer’ine bağlı olduğu kriz durumlarının hâlâ varolup önem
kazandığı “anlar”ına vurgu yapmaktadır. (Ufukta sık ça görünen) bu
olasılıklar, tarihsel olanın tek niteliği biçim inde gösterildiğinde, ta
rihselin kısm î bir evresine fazlasıyla vurgu yapılarak bu evrenin
varsayım sanm ası sö z konusudur.
D olayısıyla, teorilerin politik olan içinde zen gin leşm esi, büyük
ölçüd e toplum sal akış bünyesinde m eydana gelen tekil “g ö zlem ci
kulelerin” (bakış açılarının) bu akışı bizzat farklı farklı noktalarından
hareketle görünür kılmalarından kaynaklanmaktadır. Bununla bir
likte, çok farklı toplum sal-dirim sel içgüdüler ön em kazanmaktadır.
D olayısıyla, ilişkiler bütününün çok farklı alanları incelenip onlara
daim a karakteristik ve diğer unsurları d ışlayıcı bir keskinlikle yak
laşılmaktadır.
Tüm politik veçheler, tarihsel bütünlüğün bünyesinde m eydana
gelen tekil bakış açılarının toplu bir bakış sağlam ayacak kadar kap
sam lı olm ası nedeniyle kısmîdirler. A ncak, tüm bu g özlem sel v eç
helerin birbirleriyie kıyaslanm ası, tarihsel-toplum sal olanla aynı
akışta ortaya çıkm ış olm aları ve kısm îliklerinin de oluşan bir bütün
içerisinden m eydana gelm esi nedeniyle mümkündür, dolayısıyla
onlara toplu bakış şeklind e yaklaşm ak sürekli ve yeniden yerine
getirilm esi gereken bir görevdir.
M evcut k ısm î bilgilere sürekli yen ilenm esi gereken bir toplu ba
kış biçim inde yaklaşm ak, sentezci denem elerin -a y n ı salt taraflılık
la tem ellenen bilgilerde olduğu g ib i- belli gelen ek lere sahip olduk
ları oranda mümkündür. Ki, daha H egel, göreli olarak kendi içine
kapalı bir çağın sonunda yaşayarak, kendi zam anına kadar birbirin
den bağım sız gelişen bu yönelim leri bir bütün olarak konu etm eye
çalışm ıştır! Her ne kadar bu sentezler, daima bakış açısına bağlı sen
tezler olarak ortaya çıkıp, gelişim leri süresince (örneğin bir sağ ve
sol H egelciliği yaratarak) yeniden çözü lseler de, bu, mutlak değil
göreli sentezler olm uş olduklarını d olayısıyla da içinde en tem el va
adi barındıran bir yön e işaret ettiklerini gösterir sadece.
G örüşüm üzce, mutlak ve zam ansız bir sentez talebinde bulun
mak, entelektüalizm in durağan dünya im ajına geri düşm ek anlam ı
na gelirdi. Her şeyin sürekli olarak oluşm akta olduğu bir alanda,
buna uygun sentez olsa olsa, zam an zam an yeniden oluşturulm ası
gereken dinam ik bir sentez olabilir. B ö y le bir niteliğe sahip olan
sentez, zam ansallık içerisinde bütüne ulaşılabilecek en kapsam lı ba
kış açısını sağlam ak gibi en önem li vazifelerden birini çözm ek du
rumda kalacaktır.
S en tezci denem eler, birbirinden bağım sız olarak m eydana g e l
mezler; zira, bir sentez, daima zam anının güç v e veçhelerini ö zetle
yerek diğerinin zem inini hazırlar. Sentezler, bu toparlayıcı bakışı g i
derek g en işleyen düşünsel bir tem elden hareketle ed in m eye ça lış
tıkları oranda, içlerinde ütopik bir sona ulaşm a anlamında mutlak
bir senteze doğru belli bir ilerlem e m eydana gelecek tir (ki, bu du
rumda, bir sonraki sentezler bir öncekileri bünyelerinde eriterek bir
şekilde içlerinde barındırırlar).
D üşüncelerim izin ulaştığı şu anki aşam ada, göreli sen tezle ilg i
li iki problem le karşı karşıyayız.
İlk problem , bir bakış açısının kısm îliğinin bile artık salt n icelik
sel bir kısm ilik olarak d ü şü nü lem eyeceğiyle bağlantılıdır. Politik
dünya görüşüyle ilg ili bilgilerin bölünm üşlüğü, her birinin tarihle
ilgili olup bitenlerin sadece b elli bir tarafına, belli bir yanına, belli
bir içeriğine ışık tutmasından ibaret olsaydı, o zaman kolaylıkla
özetleyici bir sentezden bahsedilebilirdi: Ki, o zaman yapılm ası g e
reken tek şey, k ısm î doğruları toplam ak ve bir bütün şeklinde bir
leştirm ek olurdu.
Ancak, kısm î bilgilerin bakış açısına bağlılığının sırf içeriksel un
surlardan kaynaklanm adığını, daha ziyade daha veçhelerin, proble-
m atiklerin bölünm esinde ifade bulduğunu v e ö zellik le düşünsel ka
tegorilerin v e d üzenlem e prensiplerinin bölünm esinden kaynaklan
dığını gördüğüm üz zaman, artık sentezin bu denli basit bir kavram-
sallığı düşünülem ez. Problem şudur: D üşünce tarzlarının da (ki biz,
bununla, düşünce biçim leri arasındaki yukarıda nitelediğim iz fark-
lılıklan anlam aktayız) sentez şeklinde birleşm esi mümkündür? Ta
rih, burada da, b öyle bir birleşm enin m üm kün olab ileceğin i g ö ste
rir. D üşü n ceyle ilg ili her som ut, sosyolojik -ü slu p tarihiyle ilgili
analiz, düşünce tarzlarının kesin tisizce birbirine karışıp, birbirine
karşılıklı olarak nüfuz ettiklerini göstermektedir.
D üşüncede üslupsal sentezler, sadece (H egel gib i) az ya da çok
tüm zam anı zihinsel olarak kavramak isteyen örnek sentezcilerde
d eğil, en azından kendi tarafında oluşm akta olan gerilim leri bütün
leştirm eye am açlayan diğer bakış açılarında da yer bulmaktadır. Ör
neğin Stahl , m uhafazakârlık adına, o zam ana kadar m uhafazakârlı
ğı şekillendiren (tarihselcilik v e tanrıcılık gib i) tüm düşünsel e ğ i
lim leri birbiriyle ilişkilendirm eye çalışm ıştır. M arx ise, gen el bir
kurallılık arayışı içinde olan liberal-burjuva düşünceyi, bizzat m u
hafazakâr içtepilerden doğan H egelci tarihselcilikle ilişkilendirm e
y e çalışmıştır. D em ek ki, sad ece düşünsel içeriklerin d eğil, düşün
sel tem elin de sentezci ilişkiler kurma kabiliyetine sahip olduğu
aşikârdır. D üşünce, gittikçe artan ve yoğu nlaşan problem lerin üste
sinden geleb ilm ek istediği zam an, daim a kategorik-biçim sel bir
kavrama yeteneğinin geliştirilm esin i am açlam ak durumunda oldu
ğu için, şu ana kadar birbirinden b ağım sız olarak gelişen düşünce
tarzlarının bu sentezi daha da ön em liym iş gibi görünmektedir. Te
kil v e taraflı bakış açılarının bile sentezci düşünsel yöntem ler g eliş
tirdiklerini düşündüğüm üzde, başından beri içinde barındıkları her
bir olası bütünselliği yansıtabilen bakış açıları bunu hele hele yapar
lar.
S iya sî Bilginin
B aşkalarına A ktarılabilirliği Üzerine.
B ö y lece, politik yaşam ın ta kendisi ideolojilerle ilgili araştırma ala
nını en m odem aşam asında, en tem el içtepilerinden hareketle yarat
mıştır. Bu alanı üzerinde in ce ince düşündükten sonra yaratan bilim
değildir, (ki, bu türden in ce sorunsallara yeteri kadar sahibiz; bun
lara yen i bir problematik daha eklem ek zararlı olurdu); araştırmacı
burada daha ziyade, aktif faaliyette bulunan bilincin toplum sal
alanda ö z yön elim in i sağlayabilm ek am acıyla dışa vurduğu bir yak
laşımdan sonuna kadar faydalanmaktadır. Bu, hem kendini hem de
karşı tarafı süreçsellikten hareketle anlam aya çalışan m üthiş bir de
nemedir.
Şu an yapılacak bir tek şey kaldı, o da b öyle bir bilim in dışsal
şek liy le, başkalarına aktarılabilirliğiyle ve tinsel h alefliğin uygun
şek illen m esiyle ilgili bir kaç sö z söylem ektir.
Bu bilim in d ışsa l şekline, gelince; şu ana kadar söyled ik lerim iz
den, burada vurgulanan problem atikle politik bilginin reel bilgi ak
taran ö zelliği arasında bir ilişki olm adığı sonucunun çıkarılm ası
mümkündür.
B ilim olarak siyasetin asıl problem li yanı ve asıl politika, ancak
irade ile bakış apısm ın sıkı bir bağ oluşturduğu ve kat edilen yolun
sürekli yeniden oluştuğu ve farklı bir şekle büründüğü alanda yani
hareket serbestisinin ortaya çıktığı yerde başlar.
Araştırmalarca e le alınabilecek bağlanıldıkların burada da varol
duğu daha ön ce betim lenm iştir. A ncak bu bağlanıldıkları; öğretm ek
tam da sürekli bir akış, sürekli bir hareket halinde oldukları için, ak
tarılması gereken her bir veçhe sö z konusu olduğunda ve bağlam lı-
lıkların belli bir form da şekillen diği tem elin dikkate alınm asıyla
mümkündür. Bağlam lılıkların belli bir bakış açısından hareketle bel
li bir şekilde ortaya çıkm asıyla ilgili “toplum sal denklem ” her za
man aktarılmalı ve gerekiyorsa araştırma konusu yapılmalıdır. Bu
bağlamda dikkatten kaçırılm am ası gereken bir konu da, toplum sal
denklem in her zaman bir hata kaynağı olm ak zorunda olm adığına,
tam tersine belli bağlamlılıkların bakışın m erkezine alınm asına ya
rayan bir unsur olduğu tespitidir. Toplumsal bir konumlandırmanın
tek taraflılıklarının açığa kavuşturulmasının en iyi yolu, bu konum
landırmanın başka konumlandırmalarla kıyaslanmasından geçer.
Politik yaşam kutuplu veçheler tem elinde düşünür ve bir yanıyla
gereğinden çok keskin belirleneni, öbür yanıyla körelterek düzeltir.
Sadece bu nedenle b ile, her bir olayla birlikte m üm kün olduğunca
olayın bütünsel tinsel çevrelenişinin dikkate alınm ası da kaçınılm az
olmalıdır.
A ncak, asıl politik alan için sö z konusu olan bağlamlılıkların
çarpık betim lenm esinden kaynaklanan en büyük tehlike, politikacı
nın ilgi alanına giren reel bağlanıldığı yok eden bir yönelim içinde
bulunan araştırıcı tutum hakkında belirlenen yanlış d üşünsel çerçe
veden ibarettir. Her zaman göz önünde bulundurulmalıdır ki, her bi
lim sel araştırmanın arka planında (her ne kadar bu araştırmalar k en
dilerini kişilikçi unsurlardan arınm ış gösterseler de) bilim in som ut
şeklini büyük ölçüd e belirleyen tinsel m odeller bulunmaktadır. Ör
neğin -te o rik olm ayan bir yaşam sal tem eli teorik biçim de değer
lendiren bir alandan sö z etm ek gerekiyorsa e ğ e r - sanat tarihine
baktığım ızda, onun tem el tutumunun, sanat uzm anının, k olek siyon
cunun, filologu n ve tinsel tarihle ilgilenen bilim adamının tutum la
rında birleştiğini görürüz. O ysa ki sanat tarihinin, sanatçılar tarafın
dan sanatçılara yön elik ya da sanatı sadece kendi zevki için takip
eden bir özn e tarafından yazılm ası bambaşka niteliklerin ortaya çık
m asına neden olurdu. Ö zellikle de sanatı kendi zevki için takip eden
özn e örneğindeki yaklaşım , ancak günüm üzün sanat eleştirisinde
gözlem lenebilir.
Aynı şekilde, teori yapan öznenin politik bağlamlılıkları betim
lem e sürecinde, içine girdiği tehlike, kendi seyredici tutum uyla po-
litik-aktif tutumunu bir kenara itip b öylece asıl bağlanıldıkların üs
tünü -o n la ra vurgu yapıp onları tutarlı bir şekilde geliştireceği y e
r e - örtm esinden ibarettir. Ö zellik le de bilim in sad ece akadem iler
de yapılm ası, belli yaşam sal alanlara ait uygun tutumların tefekkü
rün belli biçim lerince örtbas edilm eleri anlam ında bir tehlikedir.
G ünüm üzde bilim i gayet doğal bir süreçm iş gibi, asıl tutumu yok
edip yerine başka bir tutumun getirilm esi olarak tanımlarız. Ancak
aynı zam anda, pratiğin bu türden bir teoriden hiçbir şekilde yarar-
lanam ayışının en önem li nedeni de budur - k i bu, m odem entelektü-
alizm in gittikçe daha da artırdığı bir gerilimdir. Bu derin seyredici
entelektüalist ile pratikte konum landırılm ış asıl tutum arasındaki te
m el farkı bir cü m leyle özetlem ek gerekirse eğer, şö y le bir ifadede
bulunmak mümkündür: B ilim adamı, olaylara şem atik-düzenleyici
bir y ö n elim le yaklaşır; pratisyen - y a da, konum uz itibariyle: P oli
tik a c ı- ise yönünü a k tif bir am açsallığa göre tayin eder. Zira, o la y
ların çokluğu çerçevesinde toplu bir bakış edinm e çabası, som ut bir
yönelim edinim i çabasından çok farklı bir şeydir. Toplu bakış, can
lı bağlam lılığı, kolayca kullanılabilen ve yapay olarak m eydana g e
tirilm iş düzen uğruna parçalar.
Şem atik-düzenleyiciYık ile a k tif yönetim sel davranış biçim i ara
sındaki tem el farkı, başka bir örnekten hareketle doğrulamak iste
riz. Ö rneğin, m odem siyasî teorileri üç şekilde betim lem ek m üm
kündür. Tarihsel zamandan ve som ut çevre koşullarından soyutlan
m ış bir tipoloji şeklinde betim lenebilirler. Ö rneğin, politik teorile
rin çeşitli m odellerini sıradan bir bitişiklik içerisinde sıralayıp, en
iyi olasılık olarak içerdikleri salt teorik farklılaşmaları gösterm eye
çalışırız. (G ünüm üzde oldukça m oda haline gelm iş) bu türden tipo-
lojileri, “za h iri" tipolojiler olarak adlandırmak mümkündür. Zira,
yaşam ın çe şitliliğ i, yapay şekilde hom ojenleştirilen bir düzeyde
gerçekleşm ektedir. Bu türden düzenlem elerin sahip o lab ileceğ i tek
(g izli) anlam, yönüm üzü tayin ed eb ileceğim iz yaşam ın zaten farklı
alternatiflere sahip olmasıdır. Toplu bir bakış elbette b öyle bir yak
laşım la mümkün kılınmaktadır, ancak bu toplu bakışın niteliği sa
d ece şem atikseldir: Teorileri adlandırıp etiketlendirebiliriz; ancak,
gen el yaşam ın tem el yo lla n d eğil, daha ziyade çok som ut koşulla
rın köklü ayrışmaları oldukları için, gerçek bağlamlılıkları da bu şe
kilde yok olur. Z ahiri tipolojinin biraz daha derine inen varyantı, bu
teorik farklılaşm alar bünyesinde herhangi bir prensibi (ki, bu fe lse
fi bir prensip de olabilir) k eşfetm eye çalışan unsurdur. Ö rneğin, A l
man parti yaşam ının ilk teorisyeni ve sistem atikçisi olan Stahl, za
manının çeşitli politik akımlarını -b iri meşruluk diğeri ise, devrim
prensibinden ibaret kabul e ttiğ i- iki teorik prensibin türevi olarak
betim lem iştir.39 A ncak b öyle bir klasifıkasyon -ilk in d en farklı o la
ra k - sadece toplu bir bakış d eğil, som ut anlamda olup bitenlerle
ilgili bilgiler de sunmaktadır. Fakat aynı zam anda, gerçekte varolsa
da en önem li şey olm ayan, pür teorik, pür fe lse fî bir g elişim pren
sibi gibi de davranır.Durum b öyle olunca, politik d üşü nceye ilişkin
pür teorik olasılıkların açıklayıcısıym ış gibi bir rol atfedilmektedir.
İlk -za h iri - yolun arkasında daha o zam anlar koleksiyoncu
tiplem esi bulunurken, ikinci yolun arkasında fe lse fî sistem atikçiyi
görebiliriz. Seyredici insan tipinin deneyim biçim lerinin geriye ta
sarımı, her iki örnekte de, k eyfî olarak politik gerçeklik yönünde
yapılmaktadır.
Politik teorilerin olası betim lenm esinin bir başka y olu ise, pür
tarihsel olandır. Bu yol, teorileri, onları soyut bir se v iy ed e birbirle-
riyle kıyaslam ak için, bünyesinde oluştukları doğrudan tarihsel za
manın içinden koparm asa da; tarihsel olana fazlasıyla bağlamak g i
bi bir hataya neden olmaktadır. Burada idealtipik tarihçinin ilgisini
çeken, politik teorilerin oluştuğu doğrudan kaynaklar ve yegâne
nedensellik ilişkileridir. Bunları belirleyebilm ek için, bu teorilerin
39 Stahl: D ie geg en w ä rtig en P arteien in S ta a t und K irche [D evlet ve K ilisede
Günümüz Partileri). Berlin 1863.
fikirler tarihiyle ilgili tüm öncüllerini ve ö n sel biçim lerini dikkate
alıp onlar ile yaratıcı bireylerin özel kişiliklerini ilişkilendirir. D o
layısıyla som ut tarihsel yegân eliğe tarihten ders alm ayı im kânsız
laştıracak derecede bağlı kalmaktadır. Ve gerçekte de tarihçiler sık
ça, tarihten ders alınam ayacağı savım öne sürerler. Yukarıda d eğin i
len tutumların yan lışı, genelleştirm e, tiplem e ve sistem atikleştirm e-
leri n ed en iyle tarihe dönüşün yolunu kapamalarından ibaretken; ta
rihçi, tespitlerinin sad ece ve sad ece g eçm iş som ut koşullar için g e
çerli olabilecek derecede tarihsel d olaysızlığa bağlı kalmaktadır.
Bu iki uç arasında, âdeta zam ansız şem atik ile tarihsel d olaysız
lık arasındaki ortayı seçen bir üçüncü yol daha vardır. Ve her tedbir
li siy a setçi, bunun bilincinde olm asa da, tam da bu düzlem de yaşa
yıp düşünmektedir. Ü çüncü y o l, ufukta görünen teorileri ve d eğ i
şim lerini, (tem silcileri oldukları) k olek tif gruplarla, karakteristik
koşullarla ve onların dinam ik d eğişim iyle ilişkilendirerek kavra
m aya çalışan bir yoldur. Burada düşünce ile varoluş, en derin iç içe
girm işlikleri sonucunda inşa edilm ektedir. Burada, olası yollara
k ey fî olarak sapan bir genel bilinç olm adığı gibi; ve kendiliğinden-
geçici olarak b elli bir yegân e durum için m uhtem el geçerli bir teori
ortaya koyan da tekil birey değildir. Daha ziyade, belli bir şekilde
yapılanm ış kolektif güçler yapısal olarak kavranabilecek durumlar
için istem lerine uygun teoriler m eydana getirip o duruma uygun g e
len düşünsel veçh e ve yön elim sel olasılıkları keşfetmişlerdir. Ve bu,
o teoriler v e yön elim sel olasılıkların geçerliliklerini koruyabilm ele
ri, yapısal tem elli k olek tif güçlerin sadece bu yegâne tarihsel duru
mun ötesin d e varolm aya devam etm eleri n ed en iyle m ümkün o la
bilm iştir. Yapısal durumların d eğişm esiy le ve nihayet yavaş yavaş
başka yerlerde konum landırılm asıyla, yeni teori ve yönelim lere y ö
nelik bir gereksinim m eydana gelm iştir.
Olayların d eğişim in i som ut tarihsel seyrin ötesine geçem eyen
vc gen ellik lere, pratiğe geri dönüşü gerçekleştirem eyecek kadar
soyu t biı şekilde saplanıp kalan kişi değil; belli bir tarihsel duru
mun, tarihsel bir olayın arkasında, bu durum ve olayı mümkün kılan
yapısal durumu kavrayabilen kişi ancak, anlam lı bir şekilde kavra
yabilecektir.
Toplum sal b ilin çliliğin bu günkü aşam asına uygun hareket eden
politikacı, uygun hareketi özellik le geliştirm ese de, yapısal durum
larla potansiyel ilg ilisi bulunan bağlamlarda düşünür; zaten ey lem
lerini büyük çapta som ut kılan da budur (anlık kararlar, bu bağlam
da, anlık yönelim ler sonucu alınabilirler). D olayısıyla bu durum, po
litikacının soyut-şem atikleştirici içsel boşluklardan korunmasına ve
öte yandan, geçm iş tekil olaylara ve ek sik li kalm aya mahkûm olan
örnek kişiliklere saplanıp kalm ayacak kadar esnek kılmaktadır.
G erçek bir aktif insan, herhangi bir örnek k işiliğin herhangi bir
geçm iş durumda nasıl davrandığına ilişkin bir soru d eğil, bu k işili
ğin kendini m evcut yapısal duruma nasıl adapte edip gelecek te na
sıl davranabileceğine ilişkin bir soru sorma ihtiyacı duyardı. Sürek
li yeniden şekillen en durumlara sürekli yeniden uyum sağlam a, sü
rekli aktif y ö n elim sel arayışlar içinde olan bilincin tem elli v e pra
tik bir yeteneğidir. Bu uyandırm a, ayık tutma ve som ut koşullar kar
şısında başarılı olab ilm e yeteneği, politik eğitim in özgü l görevleri
arasındadır.
D em ek ki, politik bağlanıldıkların betim lenm esi, politik insanın
aktif y ön elim konusundaki asıl gereksinim inin yerine pür seyredici
davranış biçim lerinin geçirilm esi biçim inde sonuçlanmamalıdır.
A ncak öğretim in ağırlıklı olarak seyredici davranışa yönelik olm a
sına v e bilgi aktarımının som ut yaşam sal yön elim şeklinde d eğil,
ön celik li olarak toplu bakış biçim inde gerçek leşm esi olgusuna kar
şın, eylem sellin ve politik olanın alanında g elecek kuşakların ye tiş
tirilm esiyle ilgili problem in en azından başlangıç noktasımn tespit
ed ilm esi bir zorunluluktur.
Burada, problem atiğin tüm boyutlarına değinm ek müm kün d e
ğildir. Sadece bazı önem li bağlamlılıklarm tem el yapısal prensiple
rinin b etim len m esiyle yetin eceğiz. T insel-ru hsal olanı başkalarına
aktarmanın şekil ve biçim leri, aktarılması gereken tem elin ö z e lliğ i
ne göre farklılık göstermektedir.40 Toplum sal grubun ve başkalarına
Birden fazla bilgi biçiminin olduğunu, m odernliğin entelektüalizm ine karşı
özelikti olarak fenom enolojik ekol vurgulamaya çalışmıştır. Bu konuyla ilgili
özellik le Scheler' in Die Formen des Wissens und die Bildung [Bilginin
Biçim leri ve Eğitim ], Bonn 1925 (üçüncü basım , Frankfurt a. M. 1947) ile
Wissensformen und die Gesellschaft [Bilgi Biçim leri ve Toplum ], Leipzig
1926, adlı eserlerine b kz.-H eidegger’in Sein und Z eit [Varoluş ve->
aktarmanın bir biçim i, yen i bir sanat kuşağı, bir başka biçim i ise,
yeni bir bilim kuşağının m eydana getirilm esine yarar. B ilim alanın
da, örneğin m atem atiksel bilgilerin aktarılması için, tinsel bilim ler
le ilg ili konularda ya da felsefî, politik vs. içeriklerde olduğundan
çok daha farklı bir aktarma biçim ine, öğreten ile dinleyen arasında
ise çok daha farklı bir kişilerarası ilişk iye gereksinim vardır.
Tarih v e canlı yaşam , g elecek kuşakların çeşitli alanlarda y etiş
tirilm esinin en uygun biçim lerinin eld e ed ilm esi am acıyla, sürekli
olarak bilinçdışı deneylerde bulunmaktadır. Yaşam, hiç durmadan
eğitir v e yetiştirir. G elen ek , ahlâk ve davranış biçim leri, tüm bun
lar tahm in ed em ey eceğ im iz anlarda şekillenirler. B itişik yaşam b i
çim leri sürekli olarak farklılık gösterirler; insanlararası ilişkiler, in-
san-grup ilişkileri, telkin edici etkilere, içgüdüsel katılımlara, doku
naklılıklara, en gellen m elere göre her an d eğişim içinde olabilm ek
tedirler. Aktarma biçim lerinin ek sik siz bir tipolojisini ortaya k o y
mak, burada da hiçbir şekilde müm kün değildir. Onlar, tarihsel sü
reç içerisinde oluşup aynı süreç içerisinde eriyip giderler; onları
gerçekten kavramak, soyutça inşa ed ilm iş bir alanda d eğil, ancak
canlı bağlam lılık ve onun yapısal değişim leri çerçevesinde m üm
kündür.
Bu bağlam da, günüm üzde gelecek kuşakların dışsal ve içsel bi
çim lerinin şekillendirilm esi üzerinde etkisi olan m odern yaşam ın
iki yönelim ine işaret etm ek isteriz. Burada da m odem entelektüaliz-
m in hareket biçim ine uyarak, bir yanda, eğitim in ve ürem eyi sürek
li olarak hom ojenleştirm e ve entelektüalize etm e yön elim i m evcut
tur. Öte yandan, bir karşı akım olarak, gelecekteki tinsel kuşağın y e
tiştirilm esiyle ilgili daha esk i, daha “tem el” biçim lere doğru ro
mantik bir geriye dönüş yön elim i tespit edilebilir.
Bununla ne kastettiğim izi, yin e bir örnekle gösterm ek isteriz.
T insel aktarmayla ilgili pür d üzen leyici b ilgiye uygunluk açısından
en yakın aktarma biçim i sunumdur. Sistem atize ed ilm iş, kategori
lerine ayrılm ış ya da başka bir şekilde düzenlenm iş b ilgisel konu-
Zam an]’ı (Jahrbuch f ü r P hilosoph ie und phän om en ologisch e Forsc-
hunglF elsefe ve Fenom enoloji Araştırmaları Y ıllığı, cilt 8, Halle 1927),
dolaylı da olsa, bununla ilgili birçok ilginç şey içermektedir. A ncak burada
politik bilginin özelliğ in e, hak ettiği önem verilm em iştir henüz.
lan aktarmak istediğim izde, sunumu dinlem e sırasında m eydana g e
len o özel “boyunduruk altına” alm a durumu bunun en uygun b içi
midir. B ilgisel konular, konuşm a sürecinde geliştirilirler ve burada
- iş t e tam da basit bir d inleyici o la n - “d in leyici” bunları sadece ve
sadece “bilgisine aktarır”. Bunun b öyle olabilm esinin ön koşulu
- k i bu, aktarma sırasında canlı tutulm aktadır- iradî-kişisel ilişki-
lendirme boyutunun kurulmamasıdır. B ö y lece, entelekt entelekti
som ut koşullardan soyutlanm ış hayali bir m ekânda etkilem ektedir.
Ancak burada sö z konusu olanın otoriter-sihirli m etinler d eğ il, ö z
gür bir araştırma faaliyetinin kavrayabileceği v e kontrol ed ileb ile
ceğ i konular olm ası nedeniyle de, konuların tartışılması öğretici içe-
riksel değerlerin ortaya atılm asından sonra mümkün olabilm ektedir,
ki; bu da sözüm ona seminer-tarzı öğretim m odeli faaliyetinin m eş
ruluğunu sağlamaktadır. Burada önem li olan, soyut olasılıkların
nesnel bir zem inde birbirleriyle kıyaslanabilm esi am acıyla iradesel
içtepilerin ve kişisel ilişkilendirm elerin m ümkün olduğunca geri
plana çekilm esidir.
Birlikteliğin ve aktarmanın bu biçim inin, nesnel olarak, Alfred
W eber'in41 uygarlıkçı bilgi olarak adlandırdığı bilimler, yani dünya
görüşüyle ilgili unsurların ve iradesel içtepilerin b ilgiye nüfuz ed e
m ediği bilgi biçim leri için geçerliym iş gibi görünmektedir. Bu tür
den bir aktarma, daha tinsel bilim lerde, ve daha da çok doğrudan
bir pratiğin am açlandığı bilgi biçim lerinde problem li hale g elm ek
tedir. A slında, öğretici birlikteliğin bu biçim inin ve bu özgü l aktar
ma biçim inin örnek bir biçim olarak kabul edilerek başka alanlara
da yaygınlaştırılm ası, modern entelektüalizm in bilgi biçim inin ve
yönelim inin bir gereğidir.
Ö ğretici birlikteliğin ve aktarmanın bu biçim ini şekillendirip is
tikrara kavuşturan, O rtaçağ’ın skolastik öğretim faaliyetleri, v e hat
tâ belki daha da çok m utlakçılığın mem ur yetiştirm eye yönelik üni
versite faaliyetleridir. U zm an ve okul b ilgisini ilk sıraya yerleştir
m eyen, bilginin ve bakış açısının önkoşulunu tinsel uyandırma ola
rak değerlendiren sektler ve k ilise dışı dinî faaaliyetler yalnızca, in
41 Weber. Alfred: P rin zip ielles zu r K u ltu rsoziologie | Kültür S osyolojisiyle İl
gili İlkeli Sözlerj. Toplum bilim i ve Sosyal Politika Arşivi 1920.
sanî birlikteliğin ve tinsel aktarmanın başka b içim leriyle ilgili g e le
neği yaşatmışlardır.
Pür bir aktarmacılık anlamında dinleyiciyi ikinci plana iten öğ-
retselliğin b izim çağım ız için uygunsuzluğu, ö ze llik le genel “sanat
lar” olarak adlandırılan alanlarda görülmüştür. Zira, akademilerin
oluşturulm asıyla bu alanlarda da birlikteliğin daha eski bir b içim i
nin, ana örneği olan W erkstatt (atölye) yerinden edilm iştir. Ki, bir
likteliğin atölyevari b içim i, aktarılması gereken dayanağa, akade
m ik eğitim den çok daha iyi uyarlanabilen bir biçim dir. A tölye, us
ta ile çırak arasında başta daima birliktelikçi-yaptırıcı bir ilişki
m eydana getirmektedir. Burada hiçbir şey, sırf ortaya koym a, hiç
bir şey çırak tarafından sırf “b ilgisine aktarma” şeklinde yer bul
maz. Aktarılan her şey, som ut durumlar çerçevesin de v e “fırsat düş
tüğünde” sadece anlatılm ayıp gösterilerek aktarılmaktadır; bu süreç
içerisinde öğrenen kişi de yapar, yardım eder, ustanın işaret ettiği
bağlanıldıklara eklem lenerek yaşar. İnisiyatif, öğretm enden öğren
ciy e geçip öğrenci tarafından kullanılm aya çalışılır. Ortak çalışm a
lar, eserin oluşm akta olan bütünsel zem ininde her ikisini de birbi
rine bağlar. Burada, teknikle birlikte fikir ve tarz da aktarılmakta
dır; ilkesel bir ele alınış bağlamında değil, bağlayıcı amacın şekil
lendirici ve birliktelikçi-yaptırıcı şekilde aydınlatılm ası bağlamında.
D olayısıyla burada, insanın bütünlüğü etkilenm ektedir; burada İnsa
nî birliktelik, öğretim deki pür bilginin aktarılmasından çok farklı
bir şeydir. Aktarılan, toplu bir bakış d eğil, daim a som ut bir y ö n e
limdir (ki, sanatsal süreç sö z konusu olduğunda, biçim lerle ilgili is
tem ler aktarılmaktadır). Bu bağlamda, benzer durumlar sürekli tek
rarlanır, ancak bunlar yeniden şekillendirilm esi gereken eserden ve
bu eserin birliğinden hareketle sürekli olarak yen id en idrak edilir
ler.
A tölyevari birlikteliğin avantajları -d a h a ö n ce de belirtildiği
ü zer e- romantik içtepilerden hareketle içgüdüsel olarak tespit ed il
miştir. A kadem ilerin plastik sanatlarda ne büyük tahribatlara y ol
açtığına, ya da en azından gerçek yaratıcı sanatın akadem ilere rağ
men varolabildiklerine vurgu yapılmıştır. Politika ya da gazetecilik
le ilgili işleri buna benzer bir şekilde öğretici bir b içim d e şek illen
dirm eye çalışan her harekete şüpheyle yaklaşılm aktaydı. Entelektü-
alizm , d en geleyici karşıtını dem ek ki burada da romantik akımlarda
bulur. Bu romantik akımın yaygınlaşm ası, birtakım alanlarda ger
çekte de pratik başarılarla sonuçlanm ıştır; örneğin uygulam alı sa
natta, ya da -b am b aşk a bir alana işaret etm ek gerek irse- okul ön
ce si eğitim kuramlarında. D em ek ki romantik akım, entelektüaliz-
m in nesnel bir zorunluluk olarak d eğil, sırf b içim sel yayılm acı bir
dürtüyü takip ederek “atölyevari” birlikteliğin daha orijinal biçim
lerini göçük altında bıraktığı, yaşam ın tüm alanlarında başarıya
ulaşmıştır. A ncak, sistem atik bilginin bizzat m odem yaşam ın o l
m azsa olm az önkoşulu olduğu noktada, romantik akım da sınırları
na dayanm ıştı. D olayısıyla, eğitim sev iy esi arttıkça ve uygulam alı
sanat biçim leri karm aşıklaştıkça, olay problem li hale gelm ektedir;
her ne kadar bu seviyelerd ek i bazı abartmalar işe yaramayan bir
aşırı rasyonelleştirm eden kaynaklansa da. (Zira, burada, kapitalist
işletm enin aşırı rasyonelleştirm e v e bürokratikleşm e olgusuna ben
zer som ut yapılar mevcuttur.) D em ek ki romantik karşı akımın g e
çerliliğinin doğal sınırlarının çok net olarak belirlenm esi m üm kün
dür. Örneğin, m imarlıktaki öğretim in akadem ik hale gelm esi, sırf
günüm üzün aşırı entelektüalizm den d eğil, hükm edilm esi gereken
zorunlu teknik bilgi konularının karm aşıklığının nesnel belirlenm iş-
liklerinden kaynaklanmaktadır. Ve d ah ası-k i, her şeyden ön ce bunu
görm ek gerekir: E ntelektüalizm im izin m evcudiyeti v e hükmü, en-
telektüalistin, üzerinde ince in ce düşündüğü bir olgu olm aktan z i
yade, bizzat süreçsel bütünün organik koşulları sonucu m eydana
gelm iştir. D olayısıyla görevim iz, entelektüalizm in, yakın geçm işte
m eydana g elm iş gereksinim leri organik olarak tatmin ettiği bir yer
de bir kenara itilm esi olam az; sa f dışı etm eyi daha ziyade, günü
m üzde hâlâ ca n lı-d o la y sız güçlerin etkin olab ileceği alanlarda bile
entelektüalistin kendi b içim sel yayılm acı yön elim in e dayanan yö n
temleri kullandığı takdirde yapabiliriz. D em ek ki artık, m ühendisin
pür teknik b ilgisin i, atölyevari bir birliktelik şeklinde aktarmak
mümkün değildir; ancak, gelişm ek te olan b içim e yön elik istem leri
nin öne çıktığı yerde, “uyandırma” ve ürem eye yönelik daha canlı
ortak biçim lere vurgu yapm ak mümkündür.
D olayısıyla çözüm ü, artık bir “ö y le d eğilse b öyle olsun”da ara
maktan ziyade, zam anı şekillendiren güçler arasında canlı bir ara
buluculukta aramalıdır. Ki, (özsel olarak birbirinden çok farklı iki
güç olan) sistem atikleştirici unsurun ve organik olarak'dolaysızlık
unsurunun, ö ze l dayanağa uygun olarak, aktarma biçim ine ne.dere-
ce uygulanıp uygulanam ayacağı her seferinde yeniden sorgulanm a
lıdır.42
Burada, sanatsal özlerin başkalarına aktarılması konusunda sö y
lenenler, m utas m utandis olarak büyük ölçü d e siyasi unsur için de
geçerlidir. Çünkü şim d iye kadar politika, “fırsat düştüğünde” ancak
“sanat” olarak öğretilm iştir.
Politik bilgi ve beceri, şim d iye kadar ancak arasıralık şeklinde
aktarılmıştır. Ö zgül politik olan, “fırsat düştüğünde” konu edilm ek
teydi. Sanat için atölye, zanaat için W erkstatt ne anlam taşıdıysa,
özellik le liberal-burjuva siyaset için de klübün toplum sal biçim i ay
nı anlamı taşıyordu. Klüp, (politik yü kselişin platformu olarak) hem
toplum sal-taraflı ayıklam ayı hem de k olek tif iradesel içtepilerin
oluşturulm asını sağlayan bir m ekanizm a olarak, “kendiliğinden”
bir araya gelen insanların özgü l bir birlikteliğidir. İradeye bağlı si
yasî bilginin doğrudan aktarılmasının en önem li biçim sel ö zellik le
rinin bu klüplerin kendine özgü sosyolojik yapısından hareketle an
laşılm ası mümkündür. A ncak burada da -a y n ı sanatsal olanda o l
duğu g ib i- öğrenim v e eğitim in salt fırsat tem elli orijinal biçim le
rinin artık yetm ed iği görülmüştür. M evcut dünya, sırf arasıradanlık
tarzıyla ed inilen bilginin ve becerinin uzun vadede yetem ey eceğ i
karmaşık bir d ü zen eğe sahiptir. Her kararın tem elinde -b irazcık da
olsa günüm üz öğrenim ve eğitim seviyesin d e alınm ak isteniyorsa
eğer bu karar- salt arasıradanlık şeklinde ed inilen bilginin v e b ece
rinin uzun vadede yetem eyeceği uzm anlık b ilgisi ve ayrıca y ö n e
tim sel bir bütün yatmaktadır. Sistem atik bir eğ itim -öğretim e duyu
lan bu gereksinim , geleceğin siyasetçisini ve m edya çalışanını daha
42 Burada, som ut durum analizi yardım ıyla “doğruluk” prensibinin ortaya
çıkarılmasını mümkün kılan bir hususun söz konusu olduğunu okura aktar
mak isteriz. Bunu mantıkta başarabilirsek, h edefim ize ulaşm ış olurduk. Bir
düşünce tarzının doğru durum analizi, o düşünce tarzının önem lilik d erecesi
ni belirleyebilm elidir.
şim diden bir uzm anlık eğitim i alm aya zorlamaktadır, kaldı ki g ele
cekte daha çok zorlayacaktır. A ncak bu branş eğitim in in , pür ente-
lektüalist bir şekilde d üzenlenm esi, politik unsurun yerinden ed il
m e tehlikesini de içinde barındırır. E ylem selliğe, pür ansiklopedik
bir şekilde ve pedagojik açıdan vurgu yapmadan aktarılan bir bilgi
çok fazla işe yaramayabilir. Ayrıca, şu sorunun m eydana g elm esi
kaçınılm azdır— ki, ilişkiler bütününü gözden kaçırmayan herkes,
bunu çok erken bir zam anda fark edecektir: S iyasetçinin branş eği-
tim -öğretim i görm esi, sorgusuz sualsiz parti okullarına m ı bırakıl
malı?
Şu bir gerçektir ki, parti okullarının bu konudaki işleri daha k o
laydır. İradenin b elli bir yönde geliştirilm esi, orda kendiliğinden
oluşarak, b ilgiyle ilg ili betim lem enin her aşam asına nüfuz eder.
İradeye yön elik “klüpçü” unsur, araştırma ve öğrenim faaliyetleri
ne kolaylıkla taşınabilir. A ncak, iradî uyandırma ve geliştirm e aca
ba bir tek bu şekilde m i yapılm alıdır? Zira, konuyu daha yakından
ele aldığım ızda, bu politik irade aktarımının, belli bir toplum sal-po-
litik tabakanın k ısm î bakış açısı tarafından dikte ed ilm iş, zaten varo
lan bir iradesel yön elim in sadece yeniden üretilm esi anlam ına g el
d iğin i görürüz.
Ancak, politik iradesel uyandırmanın, m odem zekânın tem elini
oluşturan o göreli özgü r iradeye hitap eden bir biçim i düşünülem ez
m i? Tehdit edici bir parti m ekanizm asının ufukta göründüğü kritik
anlarda, kararlarını daha eskilerde m evcut olan bir yön elim sel bütü
ne dayanarak verm ek isteyen yönelim leri d estek lem eye çalışm az
sak eğer, Avrupa tarihinin ön em li bir değerinden vazgeçm iş olm az
m ıyız? İradesel uyandırma, zaten varolan bir şeyin geliştirilm esi
şeklinde mi m ümkündür yalnızca? İçinde eleştiriyi de barındırıp bu
eleştiri üzerine düşünen bir irade, irade, hatta ve hatta kolayca va z
g eçilm em esi gereken daha yüksek bir irade b içim i değil midir?
K endim izi aşırı politik grupların sihirli dairelerinin, term inoloji
lerinin v e yaşam la ilgili duygusallıklarının içine çektirm em eliyiz.
Zaten varolan bir unsurun tem elinde geliştirilen bir iradenin d ışın
da da iradeler vardır; ve devrim ci ya da karşı devrim ci eylem in dı
şında da eylem sellikler vardır Burada, politik hareketin iki aşırı ka
nadı, tek taraflı praksis kavramsallaştırmalarını b ize zorla kabul et
tirmek v e b öylece problem atiğin üstünü örtmek istiyorlar. Yoksa
politika sadece bir ayaklanmanın m ı hazırlanmasıdır? Koşulların ve
insanların k esik siz olarak d eğişim e uğraması da bir eylem sellik d e
ğil midir? Bütünlük açısından hareketle devrim ci-isyankâr evrelerin
önem ini anlamak mümkündür, ancak bu evreler o zam an bile sü-
reçsel bütünde yalnızca kısm î bir işlev e sahipler. Ve dinam ik bir
denge arayışı içinde olan, bütünü dikkate alan bir irade, kendine uy
gun bir gelen ek ve eğitim -öğretim biçim ine sahip olam az m ı? E leş
tirel vicdanın canlılığına sahip olan daha fazla politik irade m erkez
lerinin oluşturulm ası, tüm toplumun gerçek çıkarına değil midir?
D em ek ki, bu tarzdan bir eleştirel yönelim i müm kün kılan tarih
sel, hukuksal ve ek on om ik bilgi m alzem esi, kitlelere hükm edişin
nesnel teknikleri, kamu görüşünün şekillendirip yönlendirilm esi,
ayrıca da iradî karar ile bakış açısının kaçınılm az şekilde iç içe gir
diği hareket serbestisi konularında, eğitim -öğretim verebilecek
platformların oluşturulm ası gerekir. Bu da arayış içinde ve henüz
karar verem em iş insanları tem el alacak bir biçim de olm alı. B ö y le
olunca, bir yanda esk i aktarmacı eğitim -öğretim biçim lerinin öte
yandan da siyasi birlikteliğin daha canlı ey lem selliğ e yön elik bi
çim lerinin önem kazandığı alanlar kendiliğinden oluşacaklardır.
D olayısıyla, özgü l politik hareket serbestisindeki ilişkilerin an
cak reel tartışmalar bağlamında kavranabileceği kesin gibi görün
mektedir. Ö rneğin, eğitim -öğretim faaliyetinin, aktif yön elim y ete
neğini doğrudan uyandırabilm esi için, güncel ve yaşanabilir olaylar
etrafında inşa ed ilm e zorunluluğu şüphe götürm ez bir şeydir. Zira,
politik hareket serbestisinin asıl yapısını öğrenm enin (b öyle bir du
rumda belli bir an için karşılıklı bir m ücadele içinde bulunan güç ve
veçheler kendilerini ifade edebilikleri için) karşıtlarla en som ut
olup bitenler hakkında canlı bir tartışmaya girm ekten daha iyi bir
yolu yoktur.
D aim a aktif y ön elim sel bir tutuma sahip olan b öyle bir gözlem
yeten eği, tarihe de - e n azından çoğu k ez günüm üzde old uğu nd an -
çok daha farklı yaklaşacaktır. Tarihe, salt bir evrak memuru ya da
etikçi g özü yle bakmayacaktır. Tarih yazm a, basit bir vakayinam e
den efsane ve doğruları gösterm eye, retorikten, sanat eserinden,
canlı bir resim li kitaptan geçm iş zam ana özlem dolu bir dalışa ka
dar, o kadar çok şekildeğişim lere uğram ıştır ki, bu günüm üzde de
aynı şekilde d eğişim e devam edecektir.
Bu biçim ler, ön sel dünyanın o zam anki ana yönelim lerine teka
bül eden kavrayışlarından başka bir şey değildi. Şu an siy a sî yaşam
içerisinde oluşan, ön celikli olarak sosyolojik yapısal koşulları tes
pit etm ek isteyen aktif yaşam sal yön elim in bu yeni biçim inin araş
tırm acıya geri d önm esiyle birlikte, tarih yazm anın buna tekabül
eden yeni biçim ine de ulaşılacaktır. Bu hiçbir şekilde, kaynak araş
tırmasının v e belge tasnifinin ikinci plana itileceği, ve eski tip tarih
yazıcılığının sona ereceği anlamına gelm ez. Günümüzde hâlâ, pür
bir “politik tarih” ya da “yap ıbilim sel bir betim lem e” çerçevesin de
tatm ine u laşabilecek ihtiyaçlar mevcuttur. A ncak, yaşam sal y ö n e
lim in günüm üzdeki biçim inden hareketle, toplum sal yapısal koşul
ların d eğişim unsurunda g eçm işin nüvelerini görm ek isteyen iç-
tepiler, henüz yeni yeni ortaya çıkmaktadırlar. O ysaki, m evcut
yaşam sal yön elim im iz, kökenlerini g eçm işe dayandırm adığım ızda
ek sik kalacaktır. A k tif-y ö n e lim se l olan bu yak laşım tarzı,
yaşam ım ıza bir k ez nüfuz edebilirse, işte o zam an, geçm işin doğru
kavranışı da müm kün olabilecektir.
Ütopik Bilinç
(Alfred W eber’in 6 0 ’ıncı D oğum G ününe İthafen)
A. Temel Olguların
/• Aydınlatılmasına İlişkin Deneme:
/ Ütopya, İdeoloji ve Gerçeklik Problemi.
V Ç evrelendiği “varo1us”la unuvgnnl^k i^uıHp nlm nvgn bir bilinç
ütopiktir.
Böyle"bir u y u m s u z lu k ;.keıv jin i frıı türden bir bilincin, yaşanm ış
filanda.^liişüncede ve ey^ılKîri, bo*“varoluş”un, gerçekleşm iş olan
çpHiyİp i^rrfTprttgi etm enler doğrultusunda hareket etm esiy le g ö s
term ektedir. A ncak, ilgili “varoluş”u aşkmlaştıran ve bu anlamda
“gerçeklikten uzak” olan her uyum suz yön elim i ütopik olarak d e
ğerlendirenleyiz. E ylem e g eç iş yaparak ilgili kurulu varoluşsal dü
zeni aynı zamanda kısm en ya da tam am ıyla parçalayan “gerçekliği
aşkınlaştırıcı” yönelim den ancak ütopik yön elim olarak sö z ed ile
cektir.
Ü topik olanın, aynı zam anda kurulu djjzeni-pafçalayan gerçekli
ği aşkınlaştırıcı bir VöneTîTTPolarak sıoıriafldırılması. ütopik bilinci
id eolojik olandan ayırmaktadır. G erçeklikten uzak, varoluşu aşkın-
Iaştîrıcı etm enler doğrultusunda hareket edip yin e de kurulu yaşam
sal düzenin gerçekleşm esi ya da yeniden inşa ed ilm esi yönünde et
kin olm ak mümkündür. İ n ş a r ^ ğ l ı ı t a r j h h o v ı m r a v a r o l ı ı s u ick in les-
J ir ic i etm enlerden çok varoluşu aşkınlaştıTlC] etm enler doğrultusun-
efe hareket e tm e s ine j ağm en, yin e de bnylp hir varrtlllfla j l g i l i ^ i)Je-
o lojik” uyum sonucunda çok som ut yaşam sal düzenleri gerçek leş
tirebilm iştir. B ö y le bir uyum suz yön elim , ancak aynı zam anda ku
rulu “varoluşsal olu şum ”u parçalama doğrultusunda etkinlik g ö s
terdiğinde ütopik olm aktaydı. Bu nedenle belli bir “v aroluşsal dü-
7P.n”infa<:ıy ıhılan m* tem silcileri, varoluşu aşkınlaştırıcı yön elim in
asla d ü ş m a n la n o lm a m ış la r d ır - A r p a H a n sadece, varoluşu a ş ^ n i a ş - —
tırıcı, yani belli bir yaşam sal düzende gerçekleştirilm esi mümkün
olm ayan içeriksel d eğ erlere v e istem lere s üTcktTEaskın g elm ek, bu
türden içeriksel değerleri toplum un ve tarihin ötesinde olarTKir m e-
kâna iüreün ed efek. b öylece top lu m saf açıdan etk isiz hale getir
mekti.______
Her varoluşla ilg ili tarihsel aşam anın etrafı, varoluşu daim a aş-
kınlaştıran düşüncelerle sarılı olmuştur; ancak bu düşünceler ütop
ya olarak d eğil, daha çok bu varoluşsal aşam aya ait olan id eoloji
ler olarak -b u varoluşsal aşam aya ait dünya imajının içine “orga
nik” olarak (yani devrim ci bir etkinlik olm aksızın) inşa edildikleri
m ü d d etçe- etkinlik gösterm işlerdir. Örneğin bu içeriksel değerler,
feodal-klerikal* ortaçağ düzeninin, cennetlik vaatlerini toplum sal
kılığından tarihi aşkınlaştırıcı bir m ekâna, öteki dünyaya sürgün
edip, b ö y lece onların devrim ci etkinliğini kavrayabildiği m üddetçe,
henüz bu düzenin bir parçasıydı. Bu ideolojiler ancak, belli insan
topluluklarının, bu idealleri eylem lerinin içine alıp gerçekleştirm e
y e çalıştıklarında, ütopyalar haline gelm iştir. Landauer’in sö z ü y le ,1
bir m üddet için de olsa - v e yaygın olan tanıma bilinçli bir karşıtlık
ta bulunarak- geçerli olarak etkin olabilen her düzeni “topya” (To-
pie) olarak adlandırırsak, idealler devrim ci bir işlev e sahip oldukla
rı her yerde ütopyaya dönüşmektedirler.
B ö y le bir ayırım ın, “varoluş”la ve buna bağlı olarak varoluşsal
aşkm lıkla ilgili belli bir kavram sallıkla tem ellendiği aşikârdır— ki
bu, devam etm eden ön ce mutlaka açıklığa kavuşturm am ız gereken
bir önkoşuldur.
* klerikal - klerikalizm: papaz öğretisi - din adamları iktidarı ve bu siyasal
düzenin taraftarlığı. — ç.n.
1 Landauer, G .: D ie R evolution [Devrim ]. “D ie G esellsch aft” [Toplum] adlı
yazı dizisinin on üçüncü cildi. Yayına hazırlayan: M. Buber, Frankfurt a. M.
1923.
F elsefî bir problem olarak “gerçekliğin ” ve “varoluş”un g en el
de ne anlam taşıdığı, bizi burada ilgilendirm em elidir. Ancak tarih
sel v e sosyolojik açıdan neyin “gerçek” olarak belirlenebileceği o l
dukça açıktır.
İnsanoğlunun, ön celik li olarak tarih ve toplum içinde yaşayan
bir varlık olm ası nedeniyle, çevrelendiği “varoluş” asla “varoluşun
ta kendisi” değildir, toplum sal varoluşun daim a som ut tarihsel bir
y H iH ir “Varoluş” sosyologların bakış açısından hareketle, “som ut
olarak varolan”. vs&rrErkı g ö s m e n ve bu anlam da gerçekte belir-
y lenebilir yaşam sal birdü^erLdifr---
" “btkı gösteren ” her"somut “yaşam sal düzen”, ilk başta en net
bir biçim de, tem ellen diği ek o n o m ik -g ü çsel oluşum un özel şek liy
le algılanıp nitelenebilir. A ncak bu yapısal şekilleri m üm kün ya da
gerekli kılan (sevgin in , toplum sal katılım cılığın, m ücadelenin özgül
biçim leri gibi) İnsanî bir aradalığın tüm biçim lerini; ve nihayet, bu
yaşam sal d üzen e tekabül eden ve bu anlamda ona uygunluk g ö ste
ren deneyim in ve düşüncenin tüm biçim lerini kapsar. (B izim prob-
lem atiğim iz için bu açıklam a şim dilik yeterli olacaktır. A ncak, ola
ya yaklaşım ın bir başka düzeyi sö z konusu olduğunda, birçok şeyin
daha aydınlığa kavuşturulması gerektiği de itiraf edilm elidir. Bir
kavramın aydınlığa kavuşturulması asla mutlak bir şekilde olm az;
oluşum bütününün aydınlatılm asının gen işleyiciliğin e ve yoğun g e
n işlem esin e paralel ilerler.) A ncak “s e rcekte varolan” t.iim v a s a m -
sal d ü zenlerin avnı zam anda: ilgili vasam sal düzen çerçevesind e ve
bünyelerinde tasavvur edilen içeriksel değerler d ogrultusuaria asTa
etk rgösterem em elerı ve bu vasam sal düzen i ç e r i s i n d e n n la r a n v p ıın
bidfncle yasavıp faaliyette, bulunamamaları d olayısıyla “varoluş açı
sından aşkın” ve “gerçek d ışı” diye adlandırılabilecek tasarımlarla
ç gvi'tfteflmısferdir.
K ısacası; etk ili olan bu vasam sal düzenle u yuşmayan tüm tasa
rımlar, “varoluş'açîSrmian aşkın^'^gerçeîT dîjîlarSîE ^SSSâ^^İarak
varolGprgerçeKte^Iktti olan her bir yaşam sal d üzenle uyum içinde
bulunan tasgrımları ise7~varoluşla uygunluk içinde bulunan (“uy
gun”) tasarımlar ¿ iy e adlandırıyoruz. Bu türden tasarnnîâr nispeten
seyrektir, ve ancak sosyolojik açıdan tam am ıylaaycfinlîğa kavuştu-
rulmuş bir bilinç, varoluşla uygunluk içinde bulunan tasavvurlar v e
m otifler tarafından belirlenm iş görünmektedir. Varoluşla uygunluk
içinde bulunan tasarımlara karşın, hirjj^ynrnlıifi arısından aşkın iki
büyük grup tasarımı m evıu ttu rfffleoloiiler ve ütopyalar.
ito p y a la r N
riksel U egerleri asla
gerçekleştirem eyen, varoluş açısından aşkm tasarımları k ta o toji o k
raK adlandırıyoruz.- Her ne kadar bu tasarımlar bireylerin iyi n iyet
len bağlam ında ö zn el faaliyetlerinin m otiflerine dönüşseler de so
mut pratik sö z konusu o lduğunda içeriksel değerleri dnğnıltıısııru
da d eğ işim e uğramaktadırlar.
ü m e g in , sertliği esas alan bırtoplumda^ H ıristiyanlığın insanlık
se v gisi tasarımı, gayet iyi niyetli olarak bireysel eylem selliğ in m o-
tifıne d önüşse bile, varoluş açısından daima aşkın7 gerçekleşm esi
im kânsız ve bu anlamda “id eolojik” bir tasarım olarak kalacaktır.
Aynı prensibi esas almayan bir toplumda, Hıristiyanlığın bu insanlık^,
sev g isi doğrultusunda tutarlı bir biçim de vasamaiT mümkün olm a-
dığı gibi, birey -b u 'top lu m sal yapıyı yok etm eye am açlam adığı
m ü d d etçe- te r zaman daha yü ce m otiflerinden indirgenm ek z o
runda kalacaktır.
İdeolojik o larak belirlenm iş eylem lerin, tasavvur e d ilen icerik-
sel d eğ erden “indirgenm e’ sı birçok şeıcîMe gerçekleşebilir; buna
da, id eo lo jik bilincin birçok m odeli tekabül^rler Kırın rı m o d e lu a-
savvur eden ve düşünen öznefîin. tarihsel-topluiTreftl-olarak helir-
lenm iş d üşüncelerinin aksivomatUTButününde ver alan uyum süzllı-
ğun prensip olarak örtük konum lanm ası sonucunda, tasarımlanma,
gerçeklikle uyum suzluğunun k eşfed ilem em esin e işaret eden m o-
deldir.-h lc o lo iik bilincin ikinci m odeli; kendi fikirleri ile pratikteki
eylem leri arasında uyum suzluğu tarihsel olarak keşfetm e imkânına
sahip olan v e bu bilgilerin üstünü dirim sel içgüdülerden hareketle
yin e de örtm e olarak nitelenen ik iy üzlü bilinçtir. Son m odel ise,
ideolojinin bilinçli yatan anlamında vrirnm lam nnsı peı-el^fi5i bilin ç
li olarak aldatmayı esas alan ideolojik bilinçtir. Bu bağlam da söz
■B ö y lece ideolo jilerin de herhangi bir eylernselliğe yol açacak m otifler olarak
etk ili olab ileceğ in i sö y lem iş oluyoruz. A ncak ideolojik (yanlış) olm aları, bu
etk ili o lm aların ın içerik sel d eğ erlerin in düşünülen y ö nünde g erç e k le ş
m ed iğ in d en ibarettir.
konusu olan, kendi kendini aldatm a d eğil, bilinçli olarak aldatılma-
_ 'dır. Varoluş açısından aşfan, iyi niyetli bilinçten ilcivjplii b ilince^
oradan da yalanlara ilişkin iHe.nlnjivp.Jcadar savısız fe c i s m evcut
tur.^ Ancak Duraaa~bu olgularla daha fazla ilgilen m ek zorunda d e
ğiliz; bu m odellere ütopik olanın bu bağlam daki ö ze lliğ in i daha net
kavrayabihîjek am acıyla işaret ettik.
( ü to p y a la rd a varolu ş açısından aşkındırlar; zira onlar da ey lem
lerini eşzam anlı olarak gerçek leşm iş varoluşun içerm ediği unsurlar
yönünde gerçekleştirm ektedirler. A ncak onlar, ideolojiler Hepildir:
daha doğrusu, mevcu t tgrihto-tfoilj Yflr^ll'?cal f"*r7f Wiği. kendi ta-
coTTjpian yrtnijnfVkj ı^p}' değiştirem edikleri ölçü d e ide
olojiler değildir. TTtnpjj ilr idrolnji nrnrınflnTfî hu gen el v e ilk baş
ta tam am ıyla biçim sS lo la n ayırım , bizim gibi konuya nispeten dışa-
■"ridan bakanlar “açısından problem siz gibi görünse de; jd e^ leji-ü e.
ütopya ayırımının teke tek, som ut olarak ne anlama geldiğinin tes-
pitmin yap ılm asrd a bir o kadar zorludur. Zira, burada sö z konusu
olan, pratiğinde kaçınıl™37 alarak tarihsel gerçekliğe hükmetm ek
için çabalayan tarafların istem lgıioa-^ e yaşam la ilg ili duygularına
katılması gereken değerlendirici ve ölçücü bir tasarımdır.
N eyin ütopya neyin id eoloji olduğu büyük ölçüd e, kıstasın varo
luşsal gerçekliğinin hangi düzeyine uyarlandığına da bağlıdır. Ve
aşikârdır ki, m evcut toplum sal-tinsel varoluşla ilg ili düzeni tem sil
eden tabakalar, taşıdıkları ilişkileri gerçek olarak algılayabilecek le
ri anda; m uhalefete itilen tabakalar, istedikleri v e kendileri sayesin
de oluşm akta olan yaşam sal düzenin eğilim olarak varolan n üvele
rine yöneleceklerdir. B elli bir varoluşsal gerçekliğin tem silcileri,
kendi bakış açılarından hareketle prensip olarak hiçbir zam an ger
çekleştirilem eyecek tasarımları ütopya olarak adlandırırlar.
Ütopik olan bu şekilde kullanıldığında, prensip olarak gerçek
leşem ez bir tasarımdır şeklinde anlaşılan günüm üzdeki egem en an
lamına bürünür. (B iz gerçi bu anlamı dar kapsam lı tanımdan bilinç
li olarak çıkardık ) Ki, varoluş açısından aşkın olan tasarımlar ara
sında, prensip olarak asla gerçekleştirilem ez olanlar da yok d eğ il
dir. A ncak, b elli bir varoluşsal düzen doğrultusunda düşünüp ona
3 Bu konunun ayrıntıları için İdeoloji ve Ütopya bölüm üne bkz.
atf yaşam la ilgili d u yguların etkisinde bulunan insanlar, yalnızca
kendi yaşam sal düzenleri bağlam ında gerçekleşem ez görüneni, ya-
ui 'Viuuluş ayrSTnHarTaşkın tasarımları m utlak olarak ütonik anlamda
~tfcğei'leıııl'in^ppffilirninilffft<;>prpr,plflprrlir D oğrudan ü top yaîan söz
ettiğim izd e, salt göreli, yani yalnızca daha şim diden varolan belli
bir d üzeyden hareketle gerçek leşem ez görünen ütopyayı kastedece
ğ iz bundan böyle.
Yalnızca ütopya kavramının anlamının belirlenmesinden hareketle bile,
tüm tanımların daha tarihsel düşüncelerde ne deıılı linini t>ir nitelik taşıdı
ğını, yitıli L'u'ifl OUytinseLsistemin ilgili düşünürün konumunu ve özellikle
de bu sistemin arypçTnrla rjnran politik karan bir şekilde datETşimdiden
içerdiğini göstermek mümkün olurdu. Bir kavramın nasıl tanımlanıp tanun-
lanmayacagı ve onun hangi anlamsal nüans bağlamında uyarlanıp uyarlan
mayacağı bile, belli nm-vers kadar esas alındığı düşüncenin sonucuna iliş
kin bir ön karan iç e r ir ___
Bılmçlı ya da bilinçsiz olarak mevcut toplumsal düzen lehine seçimini
yapmış olan bir kişinin, mutlak ile yalnızca göreli olarak gerçekleştirile
mez olan arasındaki farkın yok edildiği, ütopik olana ilişkin geniş kapsam
lı, belirsiz ve aynntılandırılmamış bir kavramsal anlayışa sahip olması bir
rastlantı değildir. İnsanlar, bu bakış açılarından hareketle, mevcut varoluş-
sal statülerinin ötesine geçmek istemezler. Bu reddediş, yalnızca mevcut
varoluşsal düzen içerisinde gerçekleştirilemez olanı, tamamıyla gerçekleş
tirilemez olan olarak değerlendirmeye çabalamaktadır; ki, farklılığın yok
edilmesiyle birlikte göreli olarak ütopik olanla ilgili taleplerin dile getiril
mesi de engellenmek istenmektedir. Ayınm yapmaksızın mevcudun ötesi
ne geçen her şeyi ütopik olarak adlandırmakla, başka varoluşsal düzenler
de gerçekleştirilmesi mümkün olan “göreli olarak ütopik olan”dan kay
naklanması muhtemel olan tehlike önlenmektedir.
Her değeri devrim e ve ütopyaya atfedip her topiyi (=varoluşsal düze
ni) kötünün ta kendisi olarak değerlendiren anarşist G. Larıdauer ise (Die
Revolution [Devrim] a.g.e, s. 7 ve devamı), tam tersine, tüm varoluşsal dü
zenleri -ayrım yapm aksızın- aynı kefeye koymaktadır. Nasıl mevcut va
roluşsal düzenin temsilcisinin gözünde ütopik olan daha fazla her şey bir
birine benziyorsa (ki, bu bağlamda, ütopyaya karşı bir körlükten bahset
mek mümkündür), anarşizm söz konusu olduğunda da da varoluşa karşı
bir körlükten bahsetmek mümkündür. Zira tüm anarşistlerde olduğu gibi,
Landauer’da da egemen olan, tüm kısmî farklılıkların üstünü örten, her şe
yi basitleştiren “otoriter olan”a karşı “özgürlük savaşçısı” şeklindeki anti
tez ortaya çıkm aktadır-polis devletinden dem okratik-cum huriyetçi ve sos
yalist devlet örgütlenmesine kadar her şeyin aynı şekilde “otoriter’ olarak
görünüp yalnızca anarşizmin özgürlükçü olarak değerlendirildiği bir kar
şıtlık. Basitleştirme yönündeki bu yaklaşım, tarihle ilgili yaklaşımda da et
kisini göstermektedir. Tekil devlet biçimleri arasında varolan muhtemel ni
teliksel farklılıkların üstünün, fazlasıyla kaba bir alternatif tarafından, ör
tülmesi gibi; en önemli değersel vurgunun ütopyaya ve devrime kaydırıl
masıyla da, tarihsel-kurumsal alandaki herhangi bir evrimsel momentin or
taya çıkma olasılığının önü tıkanmıştır. Tarihsel olaylar, dünyayla ilgili bu
türden bir duygu için, her bir topinin (düzenin) yerine sürekli olarak onun
içinden çıkıp yükselen bir ütopyanın geçmesinden başka bir şey değildir.
Gerçek yaşam, yalnızca ütopyada ve devrimde saklıdır; kurumsal varoluş-
sal düzen, yatışan ütopyadan ve devrimden artakalan kötü bir çökelme
miktarıdır daima. Tarihin yolu, böylece, topiden ütopyaya ve oradan yine
topyaya vs. geçmektedir.
Bu dünyaya bakışın ve kavramsallaştırılmanın tek taraflılığı, burada da
ha ayrıntılı analiz edilmeye gerek duyulmayacak kadar açıktır. Ancak, mev
cut varoluşsal düzeni temsil eden (“muhafazakâr”) düşünce tarzına kıyas-
ararı; bu düzeni, kendisini daha sonra yok eden ütopik unsurları kendi
18 Bkz.: Freyer, H.: Das Problem der Utopie [Ü topya P roblem i], Deutsche
Rundschau dergisi 1920, cilt 183, s. 3 2 1 -3 4 5 ; ay rıca Girsberger 'm d ah a so n
ra atıfta b u lu n u lacak kitabı.
F: 16/ İdeoloji ve Ütopya
II. Ü topik Bilincin İkinci Şekli:
Liberal-hüm aniter Tasan.
L iberal-hüm aniter ütopya da m evcut olana karşı verilen m üca
d ele içinde doğmuştur. U ygun b içim iyle liberal-hüm aniter ütopya,
“kötü” gerçekliğin karşısına “doğru” ve rasyonel bir karşı tasarı
koymaktadır. A ncak bu karşı tasarıyı, yalnızca herhangi bir anda
dünyaya nüfuz etm eyi sağlam ak için d eğil, olup bitenin karşısına
daha çok sözleri tartarak g eçm eyi sağlayan bir “k ısta s" a sahip o l
mak için kullanır. Liberal-hüm aniter bilincin ütopyası, “f i k i r ”dir.
Bu fikir, şeylerin ilk örneği olarak durağan-canlı zen gin liğ iy le Yu-
nan-platoncu fikir olm aktan ziyade, b u-dünyalı oluşun sad ece “dü-
zen ley ici”si biçim indeki, sonsuz uzaklığa kaydırılan, buradan hare
ketle de bizi harekete geçiren form el bir yön sel belirlenm işlik fik
ridir. A ncak burada da yapılm ası gereken, farklılıkları görmektir.
Koşulların politik patlama yönünde geliştiği yerlerde (örneğin
Fransa’da), fikirsel ütopya kesin olarak oluşturulm uş rasyonel bir
biçim alır;19 bu yolun tıkanm ış olduğu yerlerde ise (örneğin A lm an
y a ’da), bir içselleştirm e m eydana gelm ektedir. Bu bağlam da ilerle
m enin yolu dışsal olaylarda, devrim lerde d eğil, yalnızca insanın iç
yapısında ve değişim inde aranmaktadır.
K iliastik b ilin ç, k en disi ile özü m ü zd e zam an içerisin de oluşan
günlük-tarihsel varoluş arasındaki bağlantıları koparır. Her an için
dünyaya, ortaya konan eserlere ve kültüre karşı düşm anlığa d önü
şeb ilm esi m üm kün olan bu b ilin ç, tüm ortaya konan eserleri za
m ansız bir olay, bir K a iro s' a* yö n elm iş daha ö n em li bir hazır o l
m anın fa zla sıy la erken gerçek leşen çoşkusu olarak değerlendirir.
Kültüre olum lu yak laşım ve İnsanî varoluşun ah lâk îleştirilm esi,
*9 F ransız fik ir kavramı hakkında, Grim nı ’i n D eutsches W ö rterb u ch [A lm anca
S ö z lü ğ ü j’nde şu sö zleri o k u y ab iliriz: “ ... özellikle on yedinci yüzyıl Fran-
sa sı’ndaki dil ku llan ım ı, (fikirle ilgili bu] kelim eyi, bir şeyin düşünsel tasviri,
on u n la ilgili bir fikir, b ir kavram an lam ın d a buharlaştırarak yap m ıştır (L ittré
2, 5c); on sekizinci y ü zy ılın ilk y arısın d a yaşayan A lm an y azarlarınca da,
Fransız etkisinden kaynaklanarak, fikir kelim esinin bu şekilde kullanıldığını
görebiliriz - o kadar ki, zam an zam an bu kelim e A lm anca şekliyle Idee olarak
değil Fransızca şekliyle ideé olarak yazılm ıştır .. . ”
Kairos: 1-Eski Y unan’da en uygun anm tanrısı, 2-Tanrının önem li kararlar ver
diği asıl önemli an, 3-doğru veya uygun ölçek ya da oran, 4- doğru a n .- ç.n.
liberal insanın iç sel tutumunu n iteleyen unsurlardır. Yaratıcı bir
yok etm e fa aliyetin d e d eğ il, eleştirid e kendindedir aslen; kendisi
ile burada v e şim d i oluşanlar arasındaki tüm köprüleri yık m am ış-
tır, her bir olu şun üstünde tinsel am açların coşk u uyandıran fikir
lerin âlem i süzülm ektedir.
K iliast için tin, bizi bizden alan ve aynı zam anda içim izd en g e
len bir ses iken; hüm aniter liberalizm için üstüm üzde duran, z ih
n iyetim iz b ün yesin e alınıp bizi coşturan o “ikinci R eich ”tır.20
Fransız D ev rim i’nin hem en ö n cesin d e ve sonrasında bu fikir
ler adına dünyanın yen id en şek illen d irilm esin e girişen çağ da, y ö
nünü (içim izd en g elen sesin d eğ il) bu m uazzam coşku doğrultu
sunda tayin etm işti. Y eniçağın bu hüm aniter tasarısı, politik o la n
dan ya y ılıp , “id ealist” fe lse fe şek lin d e en üst noktaya vararak n i
hai bir ö z b ilg iy e ulaşabilm ek için kültürel varoluşun tüm alan la
rını etkisi altına almıştır. M odern felse fen in en verim li d önem i, za-
m ansal olarak yen içağın bu fik riyle örtüşm ektedir; en azından d a
ha sonra ortaya çıkan kısıtlam alarıyla birlikte, felsefen in bu bilinç
yapısına uygun şekli giderek yok olm aya başlam ıştır.
Bu bağlam da, idealist fe lse fe ile onu d estek leyen taşıyıcıları
arasındaki ilişk i, bu ilişkinin en azından en ön em li evresin e d eğ i-
n ilm esin i gerektirecek kadar sıkı olm uştur. M odern fe lse fe , top
lumsal işlev i açısından bakıldığında, ruhanî-teolojik dünya imajını
parçalamak için ortaya çıkm ıştır. B aşta yü k selm ek te olan mutlak
m onarşi v e burjuvazi arka çıkm ıştır ona. D aha sonraları ise burju
vazinin y eg â n e silahın a dönüşm üştür; bu aşam ada, bütünlük iç e
risinde tini, kültürü ve p olitikayı tem sil etm ekteydi. Ö te yandan,
g ericiliğ e kaym ış olan m onarşi, teokratik fikirlere sığınm ış; prole
tarya ise, burjuvazinin m ücadeleci yandaşı olm aktan çıkıp b ilin ç
li karşıtı durum una geld iği ö lçü d e, idealist felse fen in burjuvazinin
çıkarlarına uygun gelen kılıfından uzaklaşm ıştı.
Y eniçağın aynı anda iki ceph ed e savaşan bu liberal tasarısı, ta
m am ıyla y ü ce k işiliklerce tasarlanabilecek olan garip bir yap ıya
sahipti ve hâlâ sahiptir. İdealist bilinç; Tanrıya atıfta bulunan kili-
astik tasavvur gerçek çiliğin in yolundan çek ilm ek le birlikte, aynı
20 Bkz.: Freyer, a.g.e., s. 323.- *Reich: A lem , krallık. - ç.n.
zam anda m uhafazakâr ve çoğu k ez n esn elere v e insanlara sınırla
y ıcı bir şek ild e h ük m edilişin in ayakları yere basan ve şim d ik iliğ e
bağlı dünyayla ilg ili anlam sallığm dan da uzaklaşm ıştır. T oplum sal
olarak bu tasarısal bilin cin taşıyıcıları, orta tabakayı oluşturan bur
ju vazi ile entelijensiyadır. Tasarısal b ilin ç, bu yap ısal koşullara
uygun olarak, ez ile n tabakaların duyusal d irim selliği, çoşk u su ve
intikam istem i ile o zam anın g er çe k liğ iy le p rob lem siz bir uyum
içind e bulunan eg em en feod al tabakanın d o la y sız som utluğunun
arasında bir yerde d in a m ik -itici bir güç olarak konum landırm ak-
taydı kendini.
B u b ilin ç, varoluşa tüm g er çe k liğ iy le yak laşabilm ek için , fa z
lasıyla norm atif yön elim liy d i. Bu yüzdendir ki, olm ası gerek en
den hareketle kendi idealist dünyasını yaratmıştır. B ir şeylerin
y ü k selm esiy le, bir şeylerden soyu tlan m ışlığıyla, aynı zam anda da
tüm y ü celiğ iy le , m addi yapı arasındaki tüm bağları koparm ış o l
m akla birlikte d oğayla da gerçek bir ilişk isi kalm am ıştır. Ki doğa,
o dönem in anlam sal bağlam lılıklarm dan hareketle, m antığa u y
gunluk, eb ed î doğruluk norm larına bağlı bir varoluş anlam ını ta şı
m aktaydı ço ğu kez. E bedî ve k oşu lsu z olan ın , derinliği v e birey
se lle şm e si olm ayan bir dünyanın yansım alarını, o dönem in etkin
kuşağının sanatında görm ekteyiz. H eykelleri, kabartma sanatının
ürünleridir aslında; ve karton sanatları ölü b en izli bir hal alm ış bir
tablo gib i gelm ekted ir.21
Sanat, kültür, felsefe; ilgili politik istem bünyesinde tasarıya dö
nüşmüş ütopyanın yansımaları kaçınılmaz olarak dünyayı şekillendi
ren genişlem eleridir. İlgili sanatta da olduğu gibi, derinliğin v e renk
zenginliğinin eksikliğini, bu liberal-hümaniter tasarının özsel-yasasın-
da görm ek mümkündür. Renk zenginliğinin eksikliğine, o zamanın
tüm ideallerinin içeriksel boşalm ışlığı tekabül etmektedir: Âlim lik,
özgürlük, kişilik, bunlar - ö y le geliyor k i- kasıtlı olarak belirsiz bıra
kılmış içeriksel değerin salt çerçeve biçimleridir. Daha hümanizm
idealinin başlangıçlarını oluşturan Herder’in hüm anizm e ilişkin m ek
tuplarında, bu idealin nasıl bir şey olduğu belli değildi: Bir yerde
daima “akıl ve hakkaniyet”tir gözünün önünde bulundurduğu, başka
21 Bkz.: Pinder: D as P ro b lem d e r G en eratio n in d e r K u n stg esch ich te E uropas
[A vrupa S anat T arih in d ek i K uşak S orunu], B erlin 1926, s. 67 ve d ev am ı, 69.
bir yerde ise “insanların esenliği”.
Ayrıca, bu zam ansal-toplumsal orta halliliğe ve her bir içeriksel
değerin som ut olm ayan haline, tamam ıyla felsefed e (ve diğer alanlar
da) şekle yapılan aşın vurgu tekabül etmektedir. Heykelcilikte eksik
olan derinliğe, sadece çizgisel olanın egem enliğine, düz ilerlem e ve
gelişim olarak yaşanan tarihsel zaman tekabül etmektedir. İlerlem ey
le ilgili bu düz tasavvur, ağırlıklı olarak iki ayrı kaynaktan doğm uş
tur.
Birinci bileşen, amaçsal fikir olarak burjuva mantık idealinin ilgi
li varoluşsal statüyle ilişkilendirildiği ve (m ükem m el olm ayan) doğa
durumu ile mantık fikri arasındaki gerilim üzerine köprü kurmak zo
runda kalan Batılı-kapitalist gelişim de m eydana gelmiştir. Norm ile
varoluş arasındaki bu köprü kurma, varoluşun mantıklı olana sınırsız
yaklaşabileceğine ilişkin düşünce sayesinde başarılabilmiştir.
Başta hayal m eyal ve belirsiz olan sınırsız yaklaşm aya ilişkin bu
tasvir, Jironden* Condorcet 'de nispeten som ut ve klasik bir hal alm ış
tır. (C u now ’un22 sosyolojik olarak çok doğru olan analizi gibi) Con
dorcet, orta tabakaların Jirond’un çökm esinden sonra yaşanan hayal
kırıklığına ilişkin deneyim lerini, bu tabakaların tarihle ilgili tasavvur
larına dahil etmiştir. Bununla m ük em m eliyete ulaşm aya ilişkin ni
hai hedeften vazgeçilm iş olunm adı; ancak devrim bundan b öyle
salt bir ara basamak olarak algılanm aktaydı. İlerlem e fikri, hâlâ düz
olarak düşünülen oluşun içinde lüzum lu safhalar ve ara basam ak
lar keşfederek kendi kendini frenlem ekteydi. Eskiden mantıktan
hareketle her g eç ic i olan “yan lış fikir” ve “önyargı” olarak önem -
senm ezken, C ondorcet’de g eç ic i olan göreli bir kabul görm üştür en
azından. B elli bir zamanın “önyargılar”ı, kaçınılmazlıklarıyla kabul
görüp “tarihsel tablonun parçaları” olarak ilerlem enin bundan b öy
le zam ansal olarak d erecelendirilm iş, devrileştirilm iş tablosuna da
hil edilm işlerdir.
İlerlem eye ilişkin tasavvurun bir başka kökenini A lm an ya’da
* Jironden: Fransız Devrimi döneminde özellikle toprak burjuvazisinin çıkar
larını koruyan politik parti yandaşları, Jakobenlere karşı bir politika izlemiş
lerdir. - ç.n.
22 Cunow, H.: Die Marxsche Geschichts-, Gesellschafts- und Staatstheorie
[Marxçı Tarih, Toplum ve Devlet Teorisi] Berlin 1920, Cilt I, s. 158.
bulabiliriz. Burada L e ssin g ’d e, “E rziehung des M enschenge
schlechts ” [“İnsanoğlunun E ğitilm esi”] adlı eserinde görünen g eli
şim fikri, (v.d. G oltz ve G erlich’e göre23) sekü lerleşm iş, piyetist*
bir nitelik taşıyordu. Ayrıca, bu türetm eye ek olarak (H ollanda’dan
A lm anya’ya taşınan) piyetizm in başlangıçta Anababtistçi unsurlar
içerdiği g ö z önünde bulundurulursa; dinsel gelişim fikri doğrudan
kiliast unsurun durulm ası, başlangıçtaki beklem ede olmanın Alm an
ortamında beklem eye dönüştüğü bir süreç, zam anla ilgili kiliast d e
neyim in, anında zam anla ilgili evrim sel d en eyim e dönüşm esi ola
rak algılanabilir.
Ç izgi; A m dt, C occejus, Spener ve Z inzendorf üzerinden kesin
bir şekilde Tanrı’nın tarihsel idaresi fikrinden ve dünyanın başından
sonuna kadar yer alan düzenli bir ilerlem eden sö z eden L essin g ’in
piyetist çağdaşı B en g el'e götürüyor bizi. L essin g ’in B e n g e ls’ten,
onun insanoğlunun sonsuzca m ükem m elleşebilm esi fikrini aldığını,
ve bu fikri, onu bu şek liyle A lm an idealizm ine miras olarak bırak
mak için sekülerleştirip mantıkla ilgili inançla ilişkilendirdiği sö y
lenir.
D insel bilincin k esik siz şekildeğişim i olarak mı yoksa akıldan
doğan bir karşı darbe olarak m ı;— ilerlem eyle ilgili bu tasavvur ne
şekilde m eydana gelm iş olursa olsun, bünyesinde kiliast bilince kı
yasla oluşan zam anın som ut “hic et nunc”una bir yaklaşm a, onun
la yakından ilgilen m e söz konusudur.
23 von d e r G o eltz: D ie theologische Bedeutung J.A. B engels und seiner
Schüler [J.A. B en g els ve Ö ğrencilerinin Teolojik Açıdan Önem i j. Jahrbücher
für deutsche T h eo lo g ie | Alman Teoloji Yıllıkları 1. Gotha 1861, cilt 6, s. 460-
506.
G erlich, Fr.: Der K om m unism us als Lehre vom tausendjährigen Reich [Bin
yıllık İmparatorluğun Öğretisi Olarak Kom ünizm ). Münih 1920. Birçok nok
tada basitleştirici olup baştan savm a şeklinde yazılm ış olan propaganda
amaçlı bu eserde, bazı temel ilişkiler (örneğin yukarıda işaret edilen) doğru
biçim de değerlendirilm işe benziyor yine de. (S on söze bkz.) D oren (a.g.e.),
kitabı bu yönde yorumlayanlardandır
* piyetist: Protestan gizem ciliği. Sözcük olarak aşırı sofuluk anlamında da kul
lanılır. Dindarlıkta kuru dogm atizm in ve b içim ciliğin gönül sevgisini ve
bireysel inancı çıkarıyordu. Tanrıyla kul arasında doğrudan bir ilişki kurmuş,
her bireye din üstünde düşünebilm ek ve yargılayabilm ek yetisi vermiştir. -
ç.n.
Tarihe nüfuz ed işle şim dilikte ansızın gerçekleşecek olan kiliast
anlam sal tatmin, bizzat bu tarih sürecini m esken edinir. Bu, çok
uzaklara ertelenm iş olsa da, eskinin tersine, ansızın sadece “dışarı
dan” nüfuz eden ütopyanın göreli inişi anlamına gelmektedir. Bu
ütopik bakış açısı içinde, daha çok m evcut olan dünya anlamsal tat
min yönünde, ütopya yönünde hareket etmektedir. Başka bir açıdan
bakıldığında da, ütopyanın bizzat oluş konusundaki göreli bir angaj
manı gözlem lenebilir: Zamanın uzaklığında ancak tam anlam ıyla
gerçekleşebilen fikir, daha m evcut süregelen olu ş içerisinde -a y rın
tılara uyarlanarak- giderek iyileştirm elere yol açan bir norma dö
nüşür. Ayrıntıları eleştiren kim se, kendini tam da bunun için eleşti
rinin esiri haline getirir; burada ve şim di oluşan kültür konusunda
ki angajmana, kurum salcılığa ve politika ile iktisadın dünyayı şekil
lendirici gücüne olan şiddetli inanış, bunlar daha şim diden ek m e
den biçm e çabası içinde olan m irasçıya işaret eder.
Gerçi yükselen bu tabakanın siyaseti, vahim bir şekilde daima
toplum sal problem lerin üstünde süzülüyordu; ve liberallerin devlet
düşm anlığı yaptıkları çağlarda, egem en tabakalarca mutlaklaştırılan
iktidarın ve açık şiddetin anlamı tarihsel önem i açısından henüz al-
gılanmamıştı.
Kültüre, felse fey e ve pratikte iktisada ve siyasete dayanan bu
bilinç; muhafazakâr bakış açısından hareketle ne kadar soyut görün
se de tarihsel buradalık söz konusu olduğunda, yin e de tarihsel co ğ
rafya ö tesiliğ i içindeki kiliastik bilinçten çok daha somuttur. Bu bi
lincin tarihle ilgili zam an kavram ının kiliastik bilinçtekinden daha
belirgin olm ası bile, onun tarihsel olana ne denli yakın olduğunu
gösterir. G ördüğüm üz üzere kiliastik bilinç, oluşa yön elik bir orga
na sahip değildir; o yalnızca m evcut anı, anlamsal tatm inle dolu
şim diyi bilir, kiliastik aşam ada durakalan bilinç, daha sonraları
-k a rşı tarafın buna uyum sağladığı zam an - bile katedilecek yol ya
da gelişim kavramlarına yabancı kalmaktaydı: B ildiği tek şey, yük
selen ve durulan zamandır. Örneğin zam anım ız, kiliastik bilincin bu
otantik biçim inin en saf şek liyle muhafat... ed ild iği radikal anar
şizm d e, ortaçağın çöküşünden itibaren bitm eyen bir devrim den
ibarettir. “İki m üzmin hastalık arasında sağlığa götürücü bir terlem e
olm ak, gerçekçiliğin ve d olayısıyla devrim in niteliklerindendir; re
havet ön ced en gelip onu kuvvetten düşm e takip etm ese, devrim za
ten hiç varolm ayacaktı.”24 Bu bilinç, karşı taraftan birçok şeyler ö ğ
renip zam an zam an muhafazakâr zam an zam an sosyalist vurgulara
sahip olabilir fakat, b öyle bir tarihsizlik ön em li noktalarda günü
m üzde bile ön e çıkabilm ektedir.
G elişim le ilgili herhangi bir deneyim olasılığım dışlayan kili-
ast-m utlak bilinç, yaln ızca zam anın niteliksel aynm laştınlm ası ko
nusunda işe yaramaktadır.
B u bağlam da, anlam sal tatm inlerle dolu ve anlam sal tatm inler
den arınmış zamanlar vardır; ki bu, tarihsel olayların tarih fe lse fe
siy le ilg ili ayrım laşm asını sağlayan önem li bir noktadır. Bu nokta
nın önem ini anlamak (çoğu k ez gizli kalm ış, d olayısıyla belirsizce
etkili olan) ancak tarihsel zam anın felse fe tarihiyle ilgili ayrım laş
m ası olm adan ampirik bir tarih anlayışının bile mümkün olam aya
cağını kavradıktan sonra mümkündür.
Ve ilk bakışta m uhtem el d eğilm iş gib i görünse de, yukarıda sö
zü edilen zam anın niteliksel ayrım laşm alarıyla ilgili esas noktası,
kiliastik m esafenin ve çığır açm ayla ilgili esrik deneyim in içinden
doğmaktadır.
N orm atif-liberal bilinç de tarihsel olayların bu niteliksel ayrım
larını içerm ek dışında tarihsel olarak olm uş her şey i ve şim d iyi kö
tü gerçeklik olarak aşağı görmektedir. A ncak anlam sal tatmini
uzaktaki g eleceğ e erteleyip onu aynı zam anda -k ilia st’ın yaptığı g i
b i- tarih ötesi çoşkunun içinden d eğil, burada ve şim di oluşm akta
olanın, günlük yaşam ın içinde aramaktadır. Gördüğüm üz üzere,
oluşun tipik d olaysız tablosu ve am açsal h ed ef ile varoluş arasında
ki göreli hom ojen ilişki tam da bu nedenle gelişm iştir.
Liberal tasarı; tarihsel-toplum sal anlamda, liberalizm e potansi
yel olarak daim a arkadan saldırmaya çalışm ış ve çoğu kez rasyonel
tasarımlar arkasında gizlenen çığır açıcı kiliastik deneyim in karşıtı
olarak; v e aynı zam anda ancak “hic et nunc”u ilk başta içgüdüsel,
daha sonra ise rasyonel bağlam da egem en liği altına alan alışılagel
m iş v e olup bitm iş olana dayanan bir tabakaya karşı savaş çığ lık la
24 Landauer: a.g .e., s. 91.
rı atan bir olgu olarak anlaşıldığı takdirde anlamlı bir şekilde kavra
nabilir. Ayrıca bu bağlam da, ütopyaların birbirlerinden farklılaşm a
sı ve bilinç yapısının taşıyıcı ve biçim lendiricileri olmaları noktasın
da da, iki tarihsel dünyanın ve iki toplum sal taşıyıcının birbirinden
farkı daha ön e hiç görülm em iş bir netlikte ortaya çıkmaktadır.
K iliast’ın dünyası, çözülm ekte olan ortaçağın, m uazzam bir bo
zulm a dönem inin dünyasıydı. Herkes ve her şey savaş halindeydi:
Bu, birbirine karşı savaş veren prenslerin, eşrafın, burjuvaların, kal
faların, avarelerin, ücretli askerlerin vs. dünyasıydı. Ruhun derinlik
lerini dışa vurduğu, heyecana kapılmanın ve telaşın dünyasıydı. İde
olojiler bu savaşta henüz tam anlam ıyla belirm em işlerdi; toplum sal
olarak nereye ait olduklarını görm ek henüz müm kün değildi. Ruh
la ilgili içeriksel değerlerin toplum sallığa indirgenm esine (ki, En
g els bu gerçeği gayet net bir şekilde tespit etm iştir25), ancak refor-
m asyon kargaşası içinde yer bulan köylü ayaklanm ası yol açmıştır.
K iliastik deneyim in en alt tabakalara atfedileb ileceği açıktır; bu,
ezilen köylülerin, kalfaların, lümpen proletaryaya giden yolun baş
langıcının, hayalperest vaizlerin vs. buluştuğu bir ruhsal yapıdır.
H oll (a.g.e., s. 435); M ax W eber ' in genel model öğretisine göre (Eko
nomi ve Toplum, Toplumsal İktisadın Esasları, Bölüm III 1, s. 267 ve deva
mı, § 7. Tabakalar, Sınıflar ve Din) Münzer’in alt tabakalara atfedilen fikir
lerinin (Seb. Franck, Karlstadt, Schwenckenfeld gibi) o zamanın “enteli-
jensiya”sını da etkisi altına aldığına ilişkin sosyologlarca öne sürülen iddi
aya karşı tam da bu noktayı delil olarak kullanmaktadır. Ki, sosyoloji bu
denli basitleştirildiği zaman, onun reddine ulaşılmasına da şaşırmamak ge
rekir. Max Weber daima, genel model öğretisini doğrudan yegâne yapıları
değil, salt ideal-tipik yönelimleri nitelemek için ortaya koyduğunu vurgu
lamıştır (a.g.e., s. 10). Yegâne durumların analizine çalışan sosyoloji, ente-
lijensiyamn sosyolojik açıdan atfedilmesi söz konusu olduğunda, oldukça
dikkatli hareket etmelidir. Bu bağlamda, problematiğe şu sorular dahil
edilmelidir.
a) Entelijensiyanın sosyolojik karşıt anlamlılık problemi. (Ki, bu da
sosyolojik bir niteliktir; üstelik tüm toplumsal tabakalar için özgü olmayan
bir nitelik.)
b) Tarihsel dinamikler, entelijensiyanın temsilcilerini hangi zamansal
25 Engels, Fr.: D e r deu tsche Bauernkrieg [A lm anya’da K öylü Savaşları].
Yayına hazırlayan: M ehring, Berlin 1920, s. 40-41. [Türkçe basım için bkz.:
K ö ylü ler S a va şı, Çev.: K. Somer, Sol Yay. - ç.n.]
noktada bu ya da şu kampa itmektedir?
c) İçlerine başka kamplardan sızan fikirler ne şekilde değişime uğratıl
mışlardı? (Toplumsal değişmeyi, bir fikrin “kırılma açıları”ndan anlayabi
liriz çoğu zaman.)
Böylece bizzat H oll (s. 435 ve devamı, 459,460), karşı çıktığı sosyolo
jinin doğruluğunun teyidi için çok ilginç maddi deliller sunmaktadır. Biz
zat kendisi, eğitimli kişilerin Münzer’in öğretisini devralmalarıyla birlik
te, onu tam anlamıyla geliştiremediklerini, ona temel yenilikler katmadık
larını tespit etmiştir. Eğitimli kişiler, doğrudan kendi içsel deneyimlerin
den ziyade, daha çok kitaplardan ve -başta “Theologia deutsch" [Alman
Teolojisi] olmak üzere- Alman mistiklerin yazılarından, ayrıca Augus-
tin’den ilham almaktaydılar. Alman diline herhangi bir zenginlik katma
mışlardır. Kendine mahsus yanlan olan mistiği önemli noktalarda deforme
etmişlerdir, ortaçağ mistiklerinin öğretileri ile Münzer’in haç öğretisini
anlamsız bir şekilde birbirine karıştırmışlardır. (Tüm bunlar, belli bir taba
kanın “fıkirler”inin başka bir tabakadan devralındığında, yukarıda işaret
edilen tinsel “kırılma açıları”nın belirlenebilmesine ilişkin sosyolojik öğre
tisini ispat eden delillerdir.)
Ayrıca, hareketin radikalleşerek sürdüğü oranda entelijensiyanın yuka
rıda işaret edilen temsilcilerinin gittikçe geri çekildiğini, örneğin Franck’m
(Chronikası’nda) köylü savaşına Luther’den bile daha olumsuz baktığını,
Münzer’e sırt çevirdikten sonra dünya görüşünde radikal değişimler göz
lemlenebildiğim, Münzer’e sırt çevirmesiyle birlikte bu eğitim li kişilerinin
bu dünya görüşü nün giderek insanları aşağılayıcı vasıflara büründüğünü,
“toplumsal nitelikler”ini kaybettiğini ve kiliastik inadın’ın yerini “görün
meyen kilise”yle ilgili daha hoşgörülü, neredeyse uzlaşımcı bir fikrin aldı
ğını, bizzat H oll anlatmaktadır bize, (a.g.e., s. 459-460)
Yalnızca uygun problematiğin ve ondan kaynaklanan kavramsallığa sa
hip olunduğunda bile, sosyolojik açıdan birçok şey aydınlığa kavuşacaktır.
Ütopyanın bir sonraki şeklinin ortaya çıkm ası uzunca bir zaman
almıştır, bu arada toplum sal dünya imajı tam am ıyla d eğişm işti, “şö
valyeler memur, askerler uysal vatandaşlar olm uştu” (Freyer). A y
rıca, ütopyanın bu sonraki şeklinin taşıyıcısı, artık toplumun en alt
tabakası d eğil, uygar olm ayı v e etiği başta (aristokrasiye karşı) bir
özm eşruluk olarak yaşayıp, deneyim zem inini ise, ansızın çoşkun
bir m erkezden eğitilm işlik le ilgili d en eyim e kaydıran ve kendini b i
linçli bir özdisiplinle sınırlayan bir orta tabakaydı.
Liberal tasarı, hem kiliastik-çoşkun hem de som ut olarak işe g i
rişen muhafazakâr bilinç açısından ne kadar soyut gibi görünse de,
yeni çağda m eydana gelen olayların en önem li dönem lerini derin
den etkilem iştir. Sağ ve sol eleştirilerce ancak yavaş yavaş ortaya
çıkarılan bu soyutluk, bu fikrin asıl taşıyıcıları tarafından bu şekilde
algılanmamıştır. Ve belki de tüm olasılıklara kapı aralayan ve tam da
bundan dolayı hayal gücünü ziyad esiyle m eşgul eden bu belirsizlik,
içinde taze ve gen ç olanı, şafak sökm esini barındırıyordu. O şafak
sökm esi ki, daha yaşlı H egel -yaşam ın ın son günlerinde devrim le
ilgili büyük fikirlerin düşüncelerine nüfuz ettiğini hatırlayarak-
m uhafazakâr dönüşüm üne rağmen hissetm işti. Tasarısal bilinçteki,
kiliastik heyecanın körleşm iş derinliğinin yerine, sürükleyici unsur
çıkarılmıştır aydınlığa. Aydınlık günlerin artık gelm esi gerektiğine
ilişkin aydınlanm anın heybet ve heyecanı sayesinde, geç ve daha o l
gun bir aşamada günüm üzde bile bu tasarıların - k i, bu tasarılar yar
dım ıyla varolabilm iştir m evcut d ü n y a - itici gücü muhafaza ed ile
bilmiştir.
Ancak liberal aydınlam acı tasarıların en derinden etkileyen itici
gücü, hayal gücünü canlandıran ve daima sınırsız ufka yönelm iş va
atlerin yanı sıra, ayn ca daima özgür iradeye yön elm iş olm asında ve
dolaysızlıkla ilgili deneyim i canlı tutmasında yatmaktadır.
M uhafazakâr bilincin kendine özgülüğü, tam da bu deneyim in
sivriliğini törpülem esinde, ve -te m e l keşfini özetlem ek gerek irse-
liberal bilince, bilinçli bir karşıtlık içinde bulunarak dolaysızlık bi
lincine heybet ve heyecan katmasında yatmaktadır.
V. Günümüzdeki Durum.
Günüm üzdeki durum, ilginç nitelikler taşımaktadır. Tarih süre
cinin ta kendisi, tarihsel açıdan başta tam am ıyla aşkın olan ütopya
nın, “soyut an lam ların dan indiğini, gerçek yaşam ım ıza yakınlaştı
ğını gösterm iştir bize. Bu arada, tarihsel olana giderek daha çok
yaklaşan bu güç, sadece işlevsel olarak d eğil, ö zsel olarak da d eğ i
şim e uğramıştır.
Bir zam anlar tarihsel olana karşı mutlak bir gerilim içinde bulu
nan, günüm üzde form el m uhafazakârlığın bünyesinde önceden be
lirlenm iş olan gerilim sizlik yönünde hareket etmektedir. Gerçi bu
tarihsel sıralanışta ortaya çıkan ve bizi hareket geçiren güçlerin hiç
bir biçim i yok olm az; hiçbir zam ansal nokta, hiçbir zaman tek bir
hâkim unsur tarafından nitelenem ez. Bu güçlerin bir arada varolu
şu, karşılıklı gerilim i, ve aynı zam anda daim a iç içe girmelerini;
tüm bunların toplam ını ancak tarihsel zen gin liği oluşturan biçim ler
m eydana getirir.
Bu zenginliğin içinden -(iş in özünü ayrıntılara boğm am ak için)
bu kez bilin çli olarak - salt yön elim sel açıdan önem li olana işaret
ed ilm iş ve ideal tiplem e açısından fazla vurgu yapılmıştır. Bu zen
ginliğin bünyesinde hiçbir şey yok olm asa da, yin e de tarihsel m e
kânda etkin olan güçlerin toplum sal sıralanışını giderek daha belir
gin bir şekilde gösterm ek mümkündür. İçeriksel değerler, düşünce
biçim leri, ruhsal enerjiler; tüm bunlar, toplum sal güçlerle ittifaklar
kurarak kendini koruyabilir v e aynı zam anda şek ild eğişim e uğraya
bilirler; asla toplum sal olayların belli yerlerinde rastlantısal olarak
ortaya çıkmazlar. ,
Bu bağlam da, sadece im a yolu y la da olsa, ifade ed ilm esi gere
ken ilgin ç bir yapısal belirlenm işlik mevcuttur: Varoluşa som ut o la
rak hükmeden kitlelerin yaygınlaştığı ve evrim sürecinde elde ed i
lebilecek zaferin şansı arttığı oranda bu kitleler de muhafazakârlığın
belirlediği yolu takip edeceklerdir. A ncak ütopya, bunun sonucu
olarak, özünü çok yönlü bir şekilde kaybeder.
Yukarıda bunu, en belirgin şek liy le, radikal anarşizm de vücut
bulan m odem kiliast bilincin göreceli olarak en pür şeklinin politik
sahneden neredeyse tam am ıyla çek ilm esin e ilişkin gerçekte gör
müştük. Ki, bununla birlikte, politik ütopyanın diğer biçim leri için
b elli bir gerilim sel etm en de yok olmuştur.
G erçi bu ruhsal tutumun birçok unsuru sendikalizm v e b olşe-
vizm yönünde şekil değiştirirler v e âdeta onlara sığınarak ey lem sel
bünyelerinde eritirler; bu noktada ise kaçınılm az olarak mutlakçı n i
teliklerinden feragat edip kendilerine de hükm eden evrim ci dolay
lılık bilincine karşı, sadece ve sad ece kutupsal bir gerilim biçim in
de etkin olabilirler. Ö zellik le b olşevizm d e olm ak üzere, devrim ci
eylem i mutlaklaştırma işlevinden çok, bu eylem i hızlandırm a ve
vurgulama işlev in e sahiptirler.
Ü topik yoğunluğun başka bir konuda da yavaş yavaş azaldığını
görm ek mümkündür: Daha sonraki her bir aşam ada yeniden inşa
edilen ütopya, tarihsel-toplum sal 'sürece biraz daha yaklaştığını
gösterm ektedir bize. Liberal, sosyalist v e m uhafazakâr tasarı, bu k i
liast bilinçten gittikçe uzaklaşıp d ün yevî olaylara gittikçe yakınla
şan sürecin farklı aşamaları olarak aynı zam anda bu sürecin karşı
biçim leridir de.
K iliastik ütopyanın tüm bu karşı biçim leri, bir zam anlar te
m ellendikleri tabakaların kaderleriyle sıkı bir bağ içinde gelişm e
gösterirler. B irincil şekilleri itibariyle bu karşı biçim ler -g ö rm ü ş
olduğum uz ü z e r e - varoluşsal aşkınlığın yum uşatılm ış biçimleridir;
ancak zaman içerisinde ütopyanın son kalıntılarından da sıyrılıp an
sızın gittikçe form el-m uhafazâkar bir tutuma yakınlaşırlar. Yeni
grupların önceden şekillenm iş konumlandırmalara alındığı zaman,
bu konumlandırm alar için geliştirilm iş ideolojileri o kadar kolayca
devralmamaları, daha ziyade kendi geleneklerinden taşıdıkları içe-
riksel değerlerini bu yeni konum a adapte etm eleri, tinsel tarihle il
gili gelişim in gen el bir kurucu yasası gibi görünmektedir. Bu, oriji
nal ideolojinin etkisini sürdürebilm esine ilişkin yasadır. Örneğin,
liberalizm ile sosyalizm gitgid e muhafazakârlaşan bir konum lan-
dırm aya girdiklerinde, bilinçlerine zam an zaman muhafazakârlığın
şekillendirdiği fikirleri dahil edebilm işlerdir; ancak tercih edilen,
taşıdıkları orijinal ideolojileri, yen i konumlandırm aya uygun olarak
değiştirm ek olmuştur. A ncak aynı konumlandırm aya toplum sal-ya-
şam sal olarak girm iş olsalar da, m uhafazakârlığa yakın yapılar, bu
tabakaların yaşam la ilgili duyguları ve d üşünceleriyle ilgili birçok
konuda kendiliğinden ortaya çıkarmıştır. Muhafazakârların tarihsel
nedensellik yapısına ilk bakışları, sessizce etkin olan güçlere vurgu
ve hatta aşırı vurgu yapmaları, ütopik unsurun varoluşa k esik siz nü
fuzu ya da kim i zam an düşüncelerinde kendiliğinden oluşm uş olan
bir yen i üretim, kim i zaman ise bir yeni yorum tarzında yansımıştır.
D em ek ki ütopyanın -top lu m sal süreç so n u c u - tarih sahnesini
göreli olarak terk etm esi, birkaç noktada ve farklı şekillerde o lm u ş
tur. Daha dinam izm den dolayı yeterince gerçekleşm iş olan bu sü
reç, ütopik bilincin aynı anda varolan farklı şekillerinin karşılıklı
m ücadelesinde birbirlerini yok etm eleri nedeniyle, hızı ve yoğunlu
ğu açısından, daha da hızlandırılmaktadır. Ütopyanın farklı şekilleri
nin bu türden karşılıklı m ücadelelerinin, aslında bizzat ütopik olanın
yok olm asına yol açm am ası gerekirdi, çünkü bizatihi m ücadele, an
cak ve ancak ütopik yoğunluğu arttırır. Karşılıklı m ücadelenin m o
dem biçim inin nitelikleri arasında, karşı tarafın yok edilm esinin
ütopik tabandan belirlenm em esi sö z konusudur39— bu, en açık bi
çim de ideolojilerin sosyalist tarzda deşifre ed ilm esind e görülebilir.
Burada, karşı tarafın ilahileştirdiği unsur, yanlışlıkların ifşasından
ziyade; savunulan fikrin, toplum sal-dirim sel yoğunluğuna ve o fik
rin tarihsel-toplum sal b elirlenm işliğine işaret edilerek yok ed il
mektedir.
G erçi şu ana dek, tüm karşıt ütopyaları ideoloji olarak deşifre
eden so sy a list düşünce, b elirlenm işlikle ilgili problem atiği kendine
karşı kullanm am ış, varoluşu göreli kılan bu yöntem i henüz kendi
tem ellerine ve mutlaklaştırmalarına karşı yönlendirm em iştir. A n
D ah a genel olan b u sü recin unsu ru n u n bünyesinde, ideoloji kavram ının s.
8 6 ve d ev am ın d a betim lem ey e çalıştığ ım ız anlam sal değişim i y e r alm aktadır
cak, bu belirlenm işlikle ilgili yaşanm ışlığın kapsadığı bilinçsel ala
nın gen işled iği oranda, ütopyanın burada da yok olm ası kaçınılm az
dır. Ütopik olanın, farklı şekilleri yardım ıyla (en azından politik
olanda) kendi kendini yok ettiği bir evreye doğru ilerliyoruz. Bu
anlamda m evcut olan eğilim ler hakkında sonuna kadar düşündüğü
m üz zam an, Gottfried K eller’in “Son zafer cansıkıcı olacaktır” şek
lindeki kâhince sözü en azından bizim için ürkütücü bir anlam ka
zanmaktadır.
Bu “cansıkıcılık” günümüzdeki bazı olaylarda kendini sem pto-
m atik olarak gösterip, burada da belirgin bir şekilde toplum sal-po-
litik durumun gelecek teki tinsel yaşam a yansım ası olarak alınabilir.
Y ükselen bir parti, parlamenter idareye katıldığı oranda, bir zam an
lar sürükleyici bir güç olan ütopyasından yayılan bütünlükçü bakış
açısını terk edip, şekil değiştirici gücünü som ut tekil olaylarda g ö s
terir. P olitik olanda gözlem len m esi mümkün olan bu d eğişim e pa
ralel olarak, partinin başta salt programatik ve yapıcı olan bütünlük
çü bakış açısı, kendine uygun b ilim sel alanda da tekil araştırmalar
lehine eriyip yok olur. Parlamenter danışm a kom isyonlarında ve
sendika hareketinde, ütopik h ed ef tayini ve buna bağlı olarak bü
tünlükçü bakış açısına sahip olm a yeteneği, çeşitliliğe hükm etm e ve
yorum da bulunm aya ilişkin salt yönergeler ortaya koym a durumu
na indirgenm iştir. Araştırma alanında, eskiden tüm tekil problem le
ri kapsayan tekdüze ve sistem atik olan dünya görüşü, artık sadece
idarî bir bakış açısına, salt bulgusal bir prensibe dönüşmüştür. A n
cak, ütopyanın birbirlerine karşı m ücadele eden tüm biçim lerinin
yavaş yavaş aynı kaderi paylaşm aları, artık birbirlerine karşı m üca
d ele eden birer dünya görüşü olarak d eğil, -parlam enter pratikte o l
duğu g ib i- birbirleriyle gittikçe artan oranda sadece rekabet eden
partiler, sadece olası araştırma hipotezleri olarak ortaya çıkarlar. Bir
zamanlar tüm akım larıyla felsefe, tasarısal çağda, toplum sal-tinsel
durumsal bütünün en ince ö lçeğ i iken, günüm üzde toplum sal-tinsel
bünyesel bütünün içsel durumu en belirgin şekilde sosyolojin in
farklı biçim lerine yansımaktadır.
Y ükselen tabakaların so sy o lo jisi, ilgin ç bir yönde şekil d eğ iş
tirmektedir. Bünyesinde -tıp k ı günümüz güncel dünya görüşünde ol
duğu g ib i- “olası bakış açıları”na dönüşm üş olan, bir zamanlar
varolm uş olan ütopyaların kalıntıları m ücadele etmektedir. Bu nok
tada ilginç olan, doğru toplum sal bakış açısı için verilen rekabetçi
m ücadelede hiçbir veçhenin ya da bakış açısının “m ahcup olm a-
ma”sıdır, yani hiçbir veçhe ya da bakış açısının doğru ya da yanlış
olarak değerlendirilem eyeceğidir. Daha ziyade öyledir ki, dereceli
olarak farklı, ancak yin e de daim a m evcut olan verim lilikle düşün
m ek, her bakış açısından hareketle mümkündür. Zira, bu bakış açı
larının her biri, farklı farklı kesitler sunarak, olaylar bütünündeki
bağlamlılıkları ortaya çıkarır; v e tarih sürecinin, m evcut konumlan-
dırmalar bütününden daha kapsam lı bir şey olduğuna ve g ö zle g ö
rünür bir parçalanma süreci içinde bulunan düşünsel tem elin, günü
m üz kavranabilirlik noktasına ulaşam ayacağına ilişkin tahmin git
tikçe daha büyük belirginlik kazanmaktadır. Görünür olanın ufku,
günüm üz aşam asına ait sistem atikleştirici-yapıcı yoğunluktan daha
derindir.
A ncak bununla birlikte, zirve noktalarından birine ulaşm ak ü ze
re olan dünyada, sentez yapm aya daim a hazır olm a gereksinim ini
yeni bir yanıyla e le alm ak gerekir. Daha önceleri çoğu k ez doğal or
tamda yeşeren dar yaşam sal çevrelerin ve toplum sal tabakaların
kısm î ihtiyaçları çerçevesin de m eydana gelen bilgi edinm e süreçle
riyle ilgili olgulara, ansızın bir bütün olarak bakmak mümkün o l
muştur, ve çokluk başta karışık bir tablo oluşturmaktadır.
Toplum sal-tarihsel gelişim in belli bir olgunluk ve zirve noktası,
güçsüzlüğü nedeniyle değil; daha ziyade, kendini dünyaya bakış
imkânlarına adayarak ve uzlaşım lar’ın, günüm üzdeki varoluşsal
çehresini rahatlıkla belirleyebildiğim iz kısm î bakış açılarının mut-
laklaştırılmasından aldığı ilhamla, tüm bu imkânlar için kapsam lı bir
inşa m erkezi aramaktadır.
B elli bir gelişim in içinde bulunulan hem g eç bir aşam ada hem
de aynı zamanda zirve noktasında, ütopyanın yok olm asına orantılı
olarak bütünlükçü bakış açısı da yok olur. Yalnızca sol ile sağ kanat,
gelişim sel bütün açısından, ontik olarak bir bütünselliğe inanırlar.
Bir yanda, tem ellendirici eseriyle L ukd cs ’ın neo-M arksizm i; öte
yanda ise, Sfâtnn 'ın evrenselliği. S osyolojik farklılıkları bu kez bu
F: 18/ Idcoloii ve Ütopya
iki uç yaklaşım ın bütünsellik kavramlarına ilişkin farklılıklara daya
narak açıklam ak gereksiz görünüyor; zira, bu bağlamda önem li
olan, bir şeyleri ek sik siz olarak gösterm ek d eğil, sadece ve sadece
sem ptom atik olguların ilk belirlenm esidir.
Troeltsch, bütünselliği, -yuk arıd a sözü geçen kişilerden farklı
olarak - ontik-m etafıziksel bir birim olarak d eğil, bir araştırma hi
potezi olarak ele alır. Bu hipotezi, d ü zen leyici bir veçhe olarak, d e
neyci bir b içim d e araştırma nesnelerine uyarlar; birkaç ham le yapa
rak, her bir nesnenin bağlayıcısını bulm aya çabalar. A lfred Weber
ise, ampirik olanın unsurunda ve rasyonalizm in tüm dengelim i andı
ran (zorunlu) önerm esine kesin bir şekilde karşıtlık oluşturarak,
geçm iş tarihsel olaylar içerisindeki bütünselliği daha çok biçim sel
bir birim olarak inşa etm eye çalışır. G öreli olarak ortada konum -
landırıldıklarından dolayı, bütünsellik arayışında Troeltsch, ontik
dayantıyı, Weber ise rasyonel-h esaplayıcı uzlaşım ı kullanmaktan
kaçınır.
B ütünsellikle ilgili veçhe n ed en iyle M arksizm e ya da muhafa-
zakâr-tarihsel g elen eğ e bağlı olan bu iki k işiliğe karşın, ortanın d i
ğer kanadı, kendini bu feragatten dolayı tekil ilişkilerin çokluğuna
daha da iyi verebilm ek için, bütünsellik problem atiğinden tüm üyle
kurtulmaya çabalamaktadır. O layların, her bir gerçeğin kendine ö z
gü zam ansal indeks ve yerel ö ze lliğ in i kaybettiği bu hom ojenleşti-
riciliği; düşüncenin ve görm enin ütopyada kökleşm iş olan unsurla
rının kuşkucu bir şekilde ideoloji olarak görelileştirilm esiyle ancak
mümkün kılınmaktadır. Ütopyaların karşılıklı olarak görece kılınm a
ları n ed en iyle m eydana gelm iş olan bu verim li kuşkuculuk için ar
tık zam anın inşa edici önem inin görünebilirliği yeniden yok olm ak
tadır: Tüm olaylar, hep aynı şekilde işley ip olsa o lsa zaman zaman
farklı bileşim ler şekilde m eydana gelen kurallar sıralamalarına ya
da m odellere ve biçim lere uygun olarak kavranılmaktadır.
(Ü topik bakış açısı tarafından) üzerinde son yüzyıllarda oldukça
büyük em ek harcanan, zam ansal olayların tarih felse fesiy le ilgili-
toplum sal b ölüm lem e, burada yeniden yok olm ak üzere: N iteliksel
olarak ayrım laşan zam an, (m elezleşm e şeklinde olsa da) daim a k e
sin olarak tespit edilebilir biçim sel yapıların ağır bastığı bircinsten
bir m ekâna dönüşm ektedir (M ax Weber).
Verim li-kuşkucu olan bu bakış açısı, g eleceğ i, ön celikli olarak
zam an içerisinde şim diki zam ana dönüşm üş olan yü kselm iş burju
vazinin konum una uygun olsa da, diğer tabakalar da -y ü k seld ik le
ri oranda- aynı eğilim i gösterirler. A ncak bu tabakaların m evcut
düşüncelerinin som ut şek illen m esi, so syolojik olarak tarihsel baş
langıç koşullarınca da belirlenmektedir. D inam ik zamanı Marksist-
sosyolojik yöntem in içinden de silm ek mümkündür; ki böylece,
(tarihsel farklılıklara karşı kayıtsız kalarak) ortaya fikirlerin sadece
toplum sal konumlandırmalar yönünde göreli kılındığı genelleştirici
bir ideolojiler öğretisi çıkmaktadır.
S osyolojinin, tarihle ilgili zam ansal bakış açısına tam am ıyla ka
yıtsız kalan bu biçim i, kapitalist gerçekliğe, bizim düşüncelerim iz
den daha ön ce ve daha hızlı bir şekilde, ama tam anlam ıyla uyum
sağlam ış bir b ilinç biçim i olarak A m erikan bilincinin tem ellerini at
m ıştı. Burada, tarih felse fesiy le ilgili isk ele, sosyolojin in üzerinden
nispeten erken bir dönem de atılmıştır; ve dünyaya ilişkin yaklaşım
ve dünyanın oluşum u, tem el d en eyim le ilgili paradigma olarak ger
çek liğ e d üzen leyici-tekn ik bir şekilde hükm etm e yönünde tayin
edilm iştir. Avrupa’daki sosyolojik “gerçekçilik”inin tem el d en eyi
m i, burada kendini şiddetle gösteren sınıfsal gerilim lerce beslenir
ken; teknik-düzenleyici problem lerin çözüm e ulaştırılmasının daha
büyük önem taşıdığı ve ekonom ik hareket serbestisinin daha fazla
olduğu A m erika’daki “gerçekçilik ”, daima gerçekliğin bu teknik-
düzen leyici alanları yönünde tayin edilm iştir. S o syoloji, m uhalefet
akımlarının benim sediği Avrupa tarzı düşünce için sın ıf problem i
nin çözüm ü ve daha gen el açıdan: B ilim sel zaman analizi; A m eri
kalılar için ise toplum sal olayların doğurduğu doğrudan teknik
problemlerin çözüm e ulaştırılması anlamını taşımaktadır. Bu nokta
dan hareketle, Avrupa’daki problem atiklerde sürekli tınısı duyulan,
gelecek teki gelişim lerin ne olab ileceğin e ilişkin ürkek soru ve bu
na bağlı olarak bütünlükçü bakış açısına ilişkin eğilim açıklık kaza
nacağı gibi, Amerikalıların “B u işi nasıl yaparım? Bu som ut tekil
problem i nasıl çözerim ?” şeklindeki düşünce tarzı da aynı şekilde
anlam kazanmaktadır. Ayrıca bu düşünce tarzı, iyim ser bir edayla
gösterm ektedir kendini: Bütüne ilişkin sö y le y ec ek bir şeyim yok,
kaldı ki bu konu nasılsa kendi kendine çözülür.
A ncak Avrupa’da -iste r ütopik ister ideolojik o lsu n - varoluş-
sal aşkınlığın tümünün tasfiyesi, sadece tüm bu içeriksel değerlerin
toplum sal-ekonom ik yönde göreli kılınmaları biçim inde ortaya çık
m amıştır; bu tasfiye, daha başka biçim lerde de etkin olmuştur.
(M arksizm in son kertede her şey i ilintilendirdiği) ekonom ik v e top
lum sal olanla tem ellenen ontik ilişkilendirm e noktası, hâlâ tinsel-
tarihsel olarak ifade edilebilm ekteydi; içinde hâlâ - a z da o ls a -
(H egelci-M arksçı gelenekten gelen) tarihsel bir bakış açısı barındır
maktaydı. Tarihsel m ateryalizm in adı sadece m ateryalizm di; ek on o
m ik alan, her ne kadar bu gerçek karşısında zaman zaman inkâr
ed ilse de, tinsel gözlem ciliğin yapısal bağlam lılığıydı. Yani her ek o
nom ik sistem -a d ı ü stü n d e- kendini sadece(nesnel) tinin alanında
inşa eden bir “sistem ”di. M utlak yık ıcılık , daha derinlere ulaşabil
m ek için, hâlâ b elli bir hareket serbestisine sahipti; bu şekilde, ta-
rihsel-tinsel olandan tam am ıyla arınmış olarak, sonsuza dek İnsanî
olan içgüdüsel dayanağın k en diliğin denleşm esin e doğru ilerliyor
du. Bu noktadan hareketle, varoluşla ilgili aşkın olanı içgüdüsel y a
pının eb ed î etkin biçim lerine indirgeyen gen elleştirici bir öğretinin
yaygınlaştırılm ası mümkün olm uştur (Pareto, Freud vs.). Bu g en el
leştirici içgüdü öğretisinin erken bir b içim in i, daha on yedinci ve
on sekizin ci yüzyıllarda İngiliz toplum felsefesin d e ve psikolojisin
de görebiliriz. Bu bağlam da H u m e’un “E nquiry concerning hum an
understanding ”* adlı eserindeki şu sözlere işaret etm ek isteriz: “Ev
rensel olarak kabul edilm ektedir ki, her ülkeden ve her yaştan in
sanların eylem leri arasında bir tek biçim cilik vardır ve insan doğası
ilkelerinde ve işlevlerinde her şeye rağm en aynı kalmaktadır. Aynı
güdüler aynı nedenleri izlerler. Y ükselm e hırsı, para hırsı, kendini
b eğen m işlik , kibir, dostluk, cöm ertlik, yardım severlik: Ç eşitli dere
celerde karıştırılıp toplum a dağıtılm ış olan bu tutkular dünyanın baş
langıcından beri, her zam an ve hâlâ, insanlar arasındaki girişim lerin
kaynakları durumundadırlar.”
Tüm tinsel unsurları -h e m ütopik hem de ideolojik o la n ı- yok
* ITürkçe basım için bkz.: David H um e, İnsan Zihni Ü zerine B ir A raştırm a,
Çev.: S. Öğdüm , Ank. 1998, s. 89, İlke Yay. — ç.n .]
eden bu süreç, karşılığını en yeni yaşam biçim lerim izde ve bunlara
tekabül eden sanat akımlarında bulmaktadır. İnsanî olanın sanattan
çıkarılm ası, erotizm ve m im arlığa nüfuz eden “nesnellik”, sporda
ön e çıkan içgüdüsel veçheler; tüm bunlar, ütopik ve ideolojik ola
nın şim diki zam ana nüfuz eden tabakaların bilincinden gitgide da
ha fazla geri çekilm esin in bir belirtisi olarak değerlendirilem ez mi?
(En azından yön elim sel olarak am açlanan) politik olanın yavaş ya
vaş ek on om iye indirgenm esi, geçm işin ve tarihsel zam anın bilinçli
olarak inkâr ed ilm esi, herhangi bir “kültür ideali”nin b ilinçli olarak
bir yana itilm esi; tüm bunlar, ütopyanın herhangi bir şeklinin poli
tik eylem m erkezinden de çıkarılm ası olarak kabul ed ilem ez mi?
Burada, tüm fikirleri “rezil”, tüm ütopyaları parçalanmış olarak
değerlendiren bir b ilin çsel tutum, dünyayı şekillendirm ek am acıyla
ön plana çıkmaktadır. Sesini duyuran bu “cansıkıcılık”, şim diki za
mana hükm edebilm enin, ütopyayı bilim e dönüştürebilm enin, ya
lancı olan ve varoluşsal gerçekliğim izle örtüşm eyen ideolojilerin
yıkılm asının tek yolu olarak büyük ölçüde olumlanmalıdır.
M evcut dünyayla herhangi bir varoluşsal aşkınlıktan -iste r
ütopya ister ideoloji şeklinde o lsu n - yoksun olarak, mutlak örtüş-
m e, ancak kuşağım ızca artık b enim senem eyecek kadar büyük bir
sertlik ya da bu dünyanın içine yeni getirilm iş olan bir kuşağın hiç
bir şeyden habersiz n ahifliğiyle kazanılabilir.
(K endim izle ilgili bu b ilin çsel aşamada) “tam am lanm ış” dünya
nın, varlığını sürdürebilm esinin belki de tek biçim i budur. Etiğin
bünyesinde sahip olab ileceğim iz belki de en iyi şey, “sahicilik”
am açlayan varoluştur. Ki sahicilik kategorisi, varoluşsal uyumun
ruhsal olana, n esnelliğin etik olana aktarılmış prensibidir. “Tamam
lanm ış” bir dünya, b öyle bir şeyin üstesinden geleb ilir belki. A n
cak, gerilim sizlikle sah iciliği b irleştirebileceğim iz kadar ulaşabil
dik mi h edefim ize? G ittikçe artan gerilim sizlikten dolayı politik ey-
lem selliğin, b ilim sel yoğunluğun, yaşam ın şim diye kadar ki içerik-
sel değerlerinin gitgide daha fazla yok olduğunun görülm em esi
m ümkün müdür?
D em ek ki kendim izi bu nesnellik bağlam ında durultmak istem i
yorsak, sorm aya ve aramaya devam etm em iz gerekmektedir: Geri-
lim sizliği teşvik eden bu toplum sal taşıyıcıların dışında başka gü ç
ler yok mudur? Bu şekilde sorulan soruya verilecek cevap şö y le o l
malıdır:
Günümüzdeki gerilim sizlik iki tabaka tarafından kıskaca alın
mıştır. Bu taraflardan biri, sosyalizm v e kom ünizm de henüz yü k sel
m em iş olan tabakalardır. Bu tabakalar için, ütopya, bakış açısı ve
eylem arasındaki ittifak, oluşm uş dünyada marjinal oldukları süre
ce problemsizdir. Toplum sal m ekândaki m evcudiyetleri, ütopyanın
en azından bir şeklinin k esik siz varoluşu anlam ına gelm ektedir. Öte
yandan bu varoluş b elli bir yere kadar, karşı ütopyaları da kendile
rini gösterm eye, sürekli yeniden tutuşm aya ve alevlen m eye zorla
yacaktır, en azından bu en aşırı sol kutup ön plana çıktığı sürece. Bu
ön plana çıkm anın gerçekleşm esi ise, önüm üzde duran ve olm akta
olanın yapısal biçim ine bağlıdır. Eğer barışçı bir evrim le san ayicili
ğin yeterince esnek olan daha m ükem m el bir şekline ulaşm ayı ba
şarabilirsek, ve en alttaki tabakaları göreli bir refaha kavuşturabilir-
sek, bu tabakalarda da o ana dek yü kselm iş tabakalarda tespit etti
ğ im iz şek ild eğişim m eydana gelecektir. (B u bağlamda, bu bakış
açısından hareketle, sanayiciliğin toplum sal örgütlenm esinin bu
daha m ükem m el şeklinin, alt tabakaların, onları göreli bir refah dü
zeyin e kavuşturabilmeleri am acıyla esnekleşen kapitalizm e en teg
re olm aları nedeniyle oluşm asının, ya da kapitalizm in ondan ön ce
kom ünizm e dönüşm esinin ön em i yoktur.) S anayiciliğin daha son
raki aşam asına ulaşm ayı ancak devrim le başarılabilirsek, ütopik ve
ideolojik unsurlar tüm kutuplarda yeniden alevlenecektir. Her ne
olursa olsun, varoluşsal aşkınlığm g e lec eğ iy le ilgili bir bileşeni top
lumsal m uhalefetin bu kanadının toplum sal ağırlığında yatmaktadır.
A ncak, ütopik ve tinsel olanın gelecek teki şek illen m esi, sadece
bu kutbun kaderine bağlı değildir. Bu sosyolojik etm enin dışında,
bu bağlamda dikkate alınm ası gereken başka bir etm en daha vardır;
ki bu etm en, tinsel olanla b elli bir ilişki içinde olarak şim d iye ka
dar ki analizim izin gösterem ediği bir tabaka olan, tarihsel olayların
içindeki toplum sal-tinsel merkezdir.
Tüm tabakalar arasında, bu tabakaların çıkarlarını tem sil ed en le
rin dışında, biraz daha tinsel olana yönelen bir grup tabaka her za
man m evcut olmuştur. Bu tabakayı sosyolojik olarak entelektüeller
olarak isim lendirm ek mümkündür, ancak bu bağlam da çerçeveyi
biraz daha dar çizm ek gerekir. Burada kastedilen, eğitim patentinin
taşıyıcıları d eğil, toplum sal varoluşun bir sonraki aşam asına yüksel
m enin ötesinde, b ilinçli ya da b ilin çsiz olarak, daim a başka bir ta
kım şeyleri de ön em seyen, kendi saflarındaki az sayıdaki tinsel ki
şidir. Olayları isted iğim iz kadar ayık kafayla değerlendirelim , bu
ince tabaka her zam an varolmuştur. T insellikleri, b elli bir yükselen
tabakanın tin selliğiyle örtüştüğü sürece, durumları problem li olm u
yordu. K endiler ile grup ve toplum sal tabakalar arasında iradî an
lamda bir bağ kuran aynı ütopyadan hareketle dünyayı yaşıyor, g ö
rüyor v e tanıyorlardı. Bu, T hom as M ünzer için geçerli olduğu ka
dar, Fransız D evrim i’nin burjuva savaşçıları ve H egel için geçerli
olduğu kadar, Marx için de geçerlidir.
Entelektüellerin durumu daima; arkalarında duran tabaka, şim
diki zam ana hükm etm e yönünde ilerlediğinde, politikaya bağlı
ütopya v e aynı zam anda bu zincire vurulmuş tinsel tabaka süreç ta
rafından serbest bırakıldığında problem li hale gelmektedir.
“Tinsel olan”ın bu “serbest bırakılma”sı, en fazla ezilen tabaka
nın varoluşla ilgili toplum sal duruma hükm etm eye katılmasından
itibaren m eydana gelecektir. Ki, yukarılarda bir yerde serbestçe sü
zülen tinsellik, şim dikinden daha yoğun bir şekilde, sadece im ti
yazlı tabakalardan d eğil, yavaş yavaş tüm toplum sal tabakalardan
beslenecektir. G iderek daha fazla kendi haline bırakılm ış olan bu
tinsellik, yukarıda nitelendirilen gerilim sizliğe yön elen bu durum-
sal bütünün başka bir ucunda bulunmaktadır. A ncak bu durumsal
bütünü de parçalamaya çabalamaktadır, zira olu şm u ş olanla hiçbir
şekilde problem siz bir varoluşsal uyum içinde değildir.
Süreç tarafından serbest bırakılm ış bu tinsellik için şu dört o la
sılığı sıralamak mümkündür: T insel kişilerden oluşan ilk grubu, as
lında buraya koym ak mümkün değildir; zira bu grup, sosyalist-ko-
münist proletaryanın radikal kanadıyla hâlâ ittifak içinde bulunan
kişilerden ibarettir. Bu kişiler - e n azından bu a çıd a n - hâlâ prob
lem siz bir durum içinde bulunmaktadırlar. Onlar için tinsel ile top
lumsal bağlılık arasında henüz bir ayrım mevcuttur.
Zaman içerisinde ütopyayla eşzam anlı olarak ve süreç tarafın
dan serbest bırakılan ikinci grup, kuşkucu olm ak yanında, bilim de
sahicilik adına biraz ön ce nitelenen ideolojinin yıkım ını gerçekleş
tirmektedir. (M. Weber, Pareto.)
Üçüncü grup, g eçm işe sığınıp varoluşsal aşkm lığın g eçm iş şek
liy le dünyaya hükm ettiği m ekânı aramaktadır; ve bu romantik kur
tuluş hareketiyle günüm üz koşullarının tinselleştirilm esini am aç
lamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, d inselliği, idealizm i, sem bolleri
ve mitleri yeniden canlandırm a denem eleri, aynı işleve sahiptir.
Dördüncü grup, yalnızlaşıp b ilinçli olarak tarihsel süreçten
umudunu keser. K endini politik radikalizm le ilişkilendirm eden,
süreç tarafından serbest bırakılan ütopik nüvenin en tem el ve
radikal b içim iyle doğrudan bağlantı kurar. Bu bağlam da, romantik
tutumun aksine tüm som ut içeriksel değerlerin, tüm inanç ve mit
şekillerinin, tarihsel-toplum sal süreç tarafından yok ed ilişin e katılır.
Sadece bir zamanlar, aynı zam anda hem m istiklere hem de kiliast-
lara farklı şekilde de olsa hükm eden bu tarihsel olm ayan “bir şe y ”,
bu kendinden geçm iş nokta, mutlak çıplaklığıyla deneyim in ortasın
da konumlandırılmaktadır. Bunun sem ptom ları mevcuttur. Ç oşkun
olan ın bu serb estçe sü zü len titreşim li yan m asını, (ço ğ u kez
dışavurum cu) m odem sanatın ve m odem klasik felsefesin in ufkun
daki ilginç şim şek çakm asında görebiliriz. (Bunun ilk başlangıç
noktasını Kierkegaard’da tespit etm ek mümkündür.) K iliast un
surun m odem yaşam ın ortasından, politik alandan çıkışıyla çoşkun
pür nüve belki korunabilir; ancak varoluş ne olursa olsun şim d iye
dek tem el olgu olarak yaşanm ış tüm alanları, kültürün tüm ey lem
ve n esnelleşm e alanları, b öylece tamam en araçsallaştırılmaktadır.
Bu geri ç e k iliş k ilia st-ço şk u n lu k için de vahim so n u çla r
doğuracaktır. Zira, dünyayla tem as kuramadan kendi kendine yetin
mek zorunda bırakıldığında, durulma, su nileşm e ya da kendini pür
bir statüko içinde kaybetm e eğ ilim in e sahip olduğunu görm üştük.
B ö y le bir durum analizinden sonra, gelecek te ne olacağına iliş
kin soru kaçınılmazdır. A ncak, tarihsel bakış açısının yapısı, en belir
gin olarak, bu sorunun yanıtlanam azlığından hareketle tespit
edilebilir. Bir şeyleri peşin söylem ek , kehanette bulunm ak an
lamına gelirdi. A ncak her kehanet, tarihi, kaçınılm az olarak pür bir
determ inizm e dönüştürüp bizi b öylece seçm e ve karar verm e im
kânından mahrum bırakmaktadır; ve b öylece ölçülü arayış içindeki
içgüdü, sürekli yeniden şekillenen olasılık bakımından, sönüp gider.
Zira, g eleceğin büründüğü tek bir şekil vardır, o da olasılıktır;
“olsu n ” ise, g elec eğ e uygun yönelim dir. B ilgi için gelecek -sa lt
düzenlem iş v e rasyonalize ed ilm em iş olan sö z konusu old u ğu n d a-
ondan geriye itilm iş olarak ancak istem enin ve bununla bağlantılı
olarak “o lsu n ”un (ütopik olanın) gerekliliğini keşfettiği g eçilem ez
bir m edyum , sert bir duvardır. Bu “olsu n ”dan hareketle ancak, m ev
cut olasılıkların varlığı araştırılabilir ve bakış, tarihe ancak buradan
hareketle yönelm ektedir. Aynı zam anda, ancak buradan hareketle,
tüm tarihsel bilgilerin niçin iradesel olanın unsurunda yapıcı olarak
varolduğu anlaşılabilm ededir. Günüm üz şartlarında hangi y ö n e
lim in galip g elec eğ i b elli değildir, çünkü m ücadele eden taraflar
ütopik yön elim lerle gerilim sizlik içinde bulunan yönelim lerdir;
zira, gerçeklik de h enüz tam am lanm am ıştır. G e le c e ğ e g elin -
c e -(şe y le r d eğil, insan olduğum uz için) potansiyel olarak her şey,
m uh tem ellik açısın dan ise , birçok şey istem im ize bağlıdır.
Seçim im izin yönü ise, sonuç olarak her bir bireyin iradesine bağ
lıdır. Şu ana dek betim lenm iş olanlar, ancak bireysel seçim in önem i
açısından yararlı olabilir.
Gerçeklikle ilgili muhtemel algının en radikal farkı, bu çok önemli
noktalarda bir kez daha boy göstermektedir. İşin bir -aşırı- ucunu bu kez
de anarşist Landauer temsil etmeli: “İnsanlık tarihinde nesnel olanla, salt
uygun olanla neyi kastetmektesiniz? Her halde kesin olarak toprak, ev,
makine, ray, telgraf direği ve buna benzer şeyleri değil. Ancak gelenek,
alışkanlık ve inançlı saygıya dönüşmüş olan devlet ve benzeri kuruluş ve
koşullan kastediyorsanız, artık tüm bunların sadece sözde nesneler ol
duğuna ilişkin bilgi kaçınılmaz olarak mevcuttur. Toplumun, muhafaza
edilmesi, yok edilmesi ve yeniden inşası arasında gidip gelen hareket
yasasının olasılığı ve gerekliliği, bireyin üstünde kendiliğinden oluşmuş
herhangi bir organizmanın değil, mantık, aşk ve otorite ilişkilerinin varol
ması gerçeğine dayanmaktadır. Bu yüzdendir ki, bireyler, onu kendi öz
leriyle beslediklerinde ancak, yapı olan bireysel bir ‘yapı’ için zaman gelir
ki, yaşayanlar bu yapıdan -onu anlamsız bir hayalet olarak değerlen
direrek- geri çekilip yeni gruplar oluşturacaklardır. Ben, böylece, ‘devlet’
olarak adlandırdığım yapıdan, aşkımı, mantığımı, rızamı ve irademi geri
çektim. Bunu nasıl isteyebiliyorsam, gerçekleştirebilirim de. Siz bunu
yapamıyorsanız eğer, bunu, işin özüne değil kendi kişiliğinize bağlamak
gerekir.” (Landauer'm 25.1.1926 tarihinde Margarete Susmann’a yazdığı
bir mektuptan alınmıştır. Landauer, G., Sein Lebensgang in Brieferı [Mek
tuplarla Yaşamı], yayına hazırlayan: M. Buber 1929, Cilt 2, s. 122.) Buna
karşıtlık oluşturan bir metin için ise, Hegel'den alınan şu metne bkz.:
“Bireyin varolup varolmaması; bireylerin yaşamını yöneten, süreklilik ve
güç anlamı taşıyan nesnel ahlîkîliğin unsurunda değildir. Bu yüzdendir ki,
halklar ahlâkîliği ebedî adalet, özleri itibariyle daima varolan tanımlar
olarak tasavvur etmişlerdir. Ki, bireylerin buna karşın yönelttikleri kendini
beğenmiş tavır ve hareketleri sadece ve sadece dalgaların kıyıya vurması
gibi bir oyun olarak kalmaktadır” (Hegel: Grundlinien der Philosophie des
Rechts [Hukuk Felsefesinin Prensipleri], yayına hazırlayan: Lasson:
Philosophische Bibliothek [Felsefe Kitaplığı], Cilt 124, s. 325-326, 94. §
145’e ek olarak.)
A slında sosyolojik bir bilinç tarihi çerçevesin de duran, bizim
daha dar olan b ağlam lılığım ız için, betim lenm iş çağda tinsel yapının
en önem li şekildeğişim lerin in ütopik olanın şekildeğişim in den
hareketle kavranılabileceği ortaya çıkmıştır. Buradan hareketle,
gelecek için âdeta kendi kendini tam am lam ış ve kendini sadece
k esiksiz olarak yeniden üreten bir dünyada, mutlak bir id eolojisiz-
liğin v e ütopyasızlığın prensip olarak mümkün olduğuna ilişkin bir
sonuca varmak mümkündür. A ncak, dünyam ızdaki varoluşsal aş-
kınlığın bütünüyle yok ed ilm esi, İnsanî iradenin sönüp gid eceğ i bir
n esn elliğe yol açacaktır. Burada, varoluşsal aşkınlığın iki şekli
arasındaki en önem li farkı da görm ek mümkündür: İdeolojik olanın
çöküşü, sadece belli tabakalar için kriz anlamını taşırken, v e ide
olojinin deşifre ed ilm esi d olayısıyla oluşan n esnelliğin toplum un
bütünü açısından her zaman bir özaydm lanm a anlamını taşım ası
sonucunda; ütopik olanın büsbütün yok oluşu, insan oluşum unun
şeklinin d eğişm esi anlamına gelirdi. Ü topyanın yok olm ası, bizzat
insanın bir nesne haline dönüştüğü durağan bir nesnellik doğurur.
D üşünülebilen en büyük paradoks m eydana gelirdi: U zun v e
fedakârlıklarla dolu kahramanca bir gelişim den sonra -tarihin kör
kader olm aktan çık ıp yaratılm ış o ld u ğ u - b ilincin en yü ksek
aşam asına ulaşm ış olan insanoğlunun, ütopyanın farklı şekillerinin
yok olm asıyla birlikte tarih yapm a iradesinden ve b öylece tarihten
ders alma yeteneğinden mahrum kalması.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Bilgi Sosyolojisi
a) B ilgi Sosyolojisinin
Tanımı ve Sınıflandırılması.
B ilg i sosyolojisi; teori olarak bilginin sözüm ona “varoluşa b ağ
l ıl ığ ıy la ilgili bir öğretinin ortaya konulup geliştirilm esini, v e ta-
rihsel-sosyolojik bir araştırma dalı olarak da bu “varoluşa b ağlılı
ğ ı n geçm işin ve şim d iki zam anın b ilg iy le ilgili çeşitli içeriksel d e
ğerleri doğrultusunda vurgulanm asını üstlenen, yeni oluşm uş bir
so sy o lo ji disiplinidir.
B ilg i S osyolojisi; araştırma konusu olarak, düşünm enin günü
m üzün kriz şartlarında açığa çıkan teoriler ve düşünce biçim lerinin
toplum sal bağlılığım seçmiştir. B ö y lec e, bir yanda, “varoluşa bağlı
lığ ın ın kavranabilir kıstaslarının belirtilm esi, öte yandan ise, bu
problem üzerine kayıtsız şartsız v e radikal bir şekilde düşünerek,
bilginin teori dışı koşullarının günüm üz şartlarına karşılık g eleb ile
cek uygun bir teorinin geliştirilm esi sürecinde m eydana gelm iştir.
B iz bu y ep y en i g e lişm e çe rç ev e sin d e , g ö r e c iliğ in , b ilim
karşısında duran, m uğlak, üstünde fazla düşünülm em iş d olayısıyla
verim siz biçim inin üstesinden ancak, gittikçe daha net ortaya çıkan
d olaylılık m om entlerini düşünm enin sonuçları bağlam ında am a dü
şünsel açıdan çözüm e ulaştırılm am ış b içim iyle m uhafaza ederek
gelebiliriz. Buna karşın b ilgi sosyolojisi; problem leri, bilginin top
lumsal varoluşa bağlılığına ilişkin bilgilerden ürkekçe sakınarak
çö zm ey e çalışm az; tersine problem i, bu bilgileri bizzat bilim in uf
kuna katıp bilim sel sonuçların düzeltici m ekanizm ası biçim inde
kullanarak çö zm eye çalışır. A ncak bu bilgiler, bu yapılırken, hâlâ
muğlak, hatalı ve abartılı görünüyorlarsa, bilgi sosyolojisi onları
doğruluk d üzeyine indirgeyerek yöntem sel eg em en liğin e yaklaştır
mayı amaçlamaktadır.
Varoluşa Bağlılığın
G erçekliği H akkındaki Öğreti.
B ilg i sosyolojisin i -şim d iy e kadar ki b ölüm lem eye uyarak, ve
ilk başta m ümkün olduğunca ep istem olojik sonuçları g ö z ardı ed e
re k - gerçek düşüncenin varoluşa bağlılığıyla ilgili bir teori olarak
betim lem ek istiyoruz. Bu bağlam da ön celikli olarak varoluşa ba ğ
lılığın ne anlam a geldiğini aydınlığa kavuşturmak gerekecektir. Bu
en iyi şekilde nasıl yapılabilir? Bu her halde, en net şekilde şu nok
talara işaret edilerek yapılabilir. A şağıdaki iddialann doğruluğunu
ortaya k oyabildiğim iz takdirde, bu düşünce alanlarında, düşünce
nin varoluşa bağlılığının varlığı tespit edilm iş bir gerçek olarak var-
sayılabilir: a) B ilgi süreci gerçekte “içkin gelişim yasaları” doğrul
tusunda tarihsel olarak, “konu itibariyle” ve “salt m antıksal olasılık
lar” tarafından yönlendirilerek, içsel “tinsel bir diyalektik” tarafın
dan sürüklenm ekle m eydana gelm ez; düşüncenin oluşum u v e şe
killenm esi, birbirinden çok farklı olan “varoluşsal etm enler” d iye
adlandırılan teori dışı etm enlerin belirgin noktalarında belirlenm ek
tedir; b) B ilg iy le ilgili som ut içeriksel değerleri belirleyen bu varo
luşsal etm enler hiç de ön em siz, hiç de “sad ece oluşum cu bir ö-
nem ”e sahip değildir; içeriğe ve şekle, içeriksel d eğere v e ifade ed i
liş biçim ine nüfuz edip deneyim ve gözlem le ilgili bağlam lılığın ka
pasitesini ve algılam a yoğunluğunu, kısacası: Bir bilginin veçhesel
yapısı olarak adlandırabileceğim iz her şeyi belirlemektedir.
Bilgi sürecini yönlendiren toplum sal süreçler. D üşü n ce tarihine
gerçekte teori dışı etm enlerin nüfuzuna ve bilginin varoluşa b ağlılı
ğıyla ilgili ilk kıstaslar grubuna gelin ce, bu konuda tinsel tarih an
lamında yapılm ış olan sosyolojik yön elim li yeni araştırmalar g id e
rek daha fazla kanıt sunmaktadır. Zira daha şim diden şu kadarı b el
li ki, tinsel tarihle ilgili bundan önceki yönelim de, tinsel olanın d e
ğişim i alanında her şeyin “tin”den hareketle kavranılm asına ilişkin
a priori, toplum sal sürecin “tinsel olan”a m uhtem el nüfuzunun k eş
fine götüren yolun önü başından itibaren kapatılm ıştı. Bu ön selliğin
yum uşatılm asından itibaren, giderek artan yoğunlukla,
a) bu problem i ancak, ortaya atılış biçim i sırasında, form üle edi
liş ön cesin d e cereyan eden problem lem atikleştirici bir yaşam sal
eylem in m eydana getirdiği,
b) bilgi edinende, m alzem enin çokluğu içinden seçim yaptığı sı
rada, iradeci bir eylem in söz konusu olduğu ve,
c) üslubun karakteristik niteliğinde (problem in e le alınış b içi
m inde) işin içinde canlı güçlerin olduğu,
som ut olarak görünmektedir.
Bu araştırmalar bağlam ında söz, teorik olanların arkasında duran
bu canlı, iradi güç ve yaklaşım lara geldiğinde, onların hiçbir şek il
de sadece bireysel nitelikler taşım adıkları, giderek daha da netleş
mektedir. Yani kökenlerini ön celik li olarak düşünen tekil bireyin
bilinçlenen iradesinde d eğil, daha çok bu bireyin arkasında duran,
bireyin sad ece düşünceleriyle, ön ced en belirlenm iş özelliklerine
katıldığı bir grubun, kolektif iradî bağlam lılığm da yatmaktadır. Ayrı
ca bu bağlam da, düşüncenin v e bilm enin büyük bölüm ünü - o n la
rın bu varoluşa bağlılıklarım , k olek tif için var olmaları kavranılma
d ık ç a - hiçbir şekilde anlayam ayacağım ız da giderek daha çok net
leşm ektedir.
Bu anlamda, burada teorinin “varoluş”tan hareketle oluşm asına
neden olarak, birçok yönlendirici toplum sal sürecin tümünü sırala
yanlayız. Bu yüzden kendim izi tipik bir örnekle sınırlamak zorun
dayız (ki, bunun ayrıntılı ispatı için sunulan kaynakçaya başvurma
yı tavsiye ederiz).
Teori dışı süreçlerin, bilm enin ve kavramanın oluşum unu y ö n
lendirdiklerine ilişkin bu türden bir örnek, rekabettir. Zira rekabet;
pazar m ekanizm asından hareketle ekonom ik ey lem selliğ i ve p oli
tik—toplum sal olayların yanı sıra, harekete geçirici bir içtepi olarak
“dünya hakkındaki [farklı] yorum biçim leri”ni de yönlendirm ekte
dir. Zira bu yorum biçim leri, toplum sal arka plan yeniden inşa ed il
diğinde, dünyaya hükm etm ek için m ücadele eden belli grupların
tinsel tem silcileri olarak ortaya çıkmaktadır.
Görünmez yönetici güçler olarak kavramanın arkasında duran o top
lumsal arka planın kendini gittikçe daha belirgin bir biçimde göstermesi,
günümüzde bilinenlerin bulunduğu aşamada şöyle bir tabloyu meydana
getirmektedir: Düşünceler ve bilgiyle ilgili içeriksel değerler, daha önce
de bahsedildiği üzere, büyük dâhilerin ansızın akima gelen fikirler olarak
ortaya çıkmazlar. Dâhiyane fikirlerin arkasında da, düşünen bireyin önün
de belirlenmiş olarak duran, ancak asla “tin” olarak varsayılmaması ve öz-
selleştirilmemesi gereken kolektif-tarihsel bir deneyimsel bağlamlılığın
karakteristik tarzı durmaktadır. Daha yakından bakıldığında, aynı zaman
içerisinde, sadece tek bir deneyimsel bağlamlılığın (örneğin halk tini öğre
tisinde düşünüldüğü gibi), sadece tek bir düşünce akımının varolmadığı;
ayrıca “dünya”nın çeşitliliğini, ancak aynı anda birbirine karşıt birkaç tu
tum içinde bulunan düşünsel eğilimin, “ortak” deneyimsel dünyayla ilgili
sürekli değişen yorumlara ulaşabilmek için mücadele etmesi sonucunda
kavrayabildiğimiz ortaya çıkmaktadır. Ancak bu somut birbirine karşılığın
anahtarı hiçbir şekilde “kendinde nesne” (Gegenstand an sich) değil (zira
ondan hareketle bu birbirine karşılığın niçin bu denli farklı “kırılmalar”
şeklinde oluştuğu anlaşılamazdı), daha ziyade, tüm çeşitlilikleriyle, bek
lentiler, istemler ve temel deneyimsel içtepilerdir. Demek ki her ayrıntılı
analiz toplumsal alanda birbirinden farklı olan deneyimsel içtepilerin oyu
nuna ve karşı oyununa geriletildiğinde, somut deneyimsel içtepileri birbi
rine karşı iten gücün bizzat teoride bulunmadığını, daha ziyade bu farklı ve
birbirine karşı zıt tutum içinde bulunan deneyimsel içtepilerin onları kap
sayan ve daha genel grup istemlerinin unsurunda kenetlendiği görülmek
tedir. Görünürde “salt teorik olan taraflılıklar”, (tam da asıl gözlemsel içte
pilerin üstü örtülü ara halkalarını yeniden inşa eden) bilgi sosyolojisi ile
bağlantılı analizin ışığında çoğu zaman dünya görüşüyle ilgili çeşitlilikler
le temellendirilmektedir; ki bu çeşitliliklerin, birbirine karşılıklılığı, birbi-
riyle mücadele eden grupların somut karşıtlığı ve rekabeti tarafından örtü
lü bir şekilde yönlendirilmektedir.
İçlerinden farklı dünyalara ilişkin yorum ve bilgi biçimleri arasındaki
gerilimlerin meydana gelebileceği birçok başka ve muhtemel kolektif te
mellerden sadece birini gösterecek olursak, bu kuşaklararası problem ola
bilir. Ki bu problem de, çoğu zaman, belli bir zamanda belli bir toplumsal
mekânda mevcut olan teorilerin ve bakış açılarının seçme, şekillenme ve
karşıtlaşma prensiplerini belirlemektedir. Bu bağlamda, rekabetin ve kuşa
ğın tinsel gelişim açısından sahip olduğu önem hakkında edindiğimiz bilgi
bileşimlerinden, “içkin tinsel tarihi” çerçevesinde “tinsel diyalektik” ola
rak yorumlanan tarihsel hareket biçiminin, bilgi sosyolojisinden hareketle,
büyük çapta, kuşaklar değişiminin ve rekabetin tinsel tarihe taşıdığı hare
ket ritmi içinde eritilebileceği sonucu çıkmaktadır.
Toplum ve düşünce biçimlerinin incelendiği bu bağlamda, M. We-
ber’in sistematikleştirme amaçlarının büyük bölümünün skolastik bir arka
planla temellendiğine, “sistematik” düşünme isteminin hukukî ya da bi
limsel ekollerin varoluşunun bağlılaşımı olduğuna, ve bu düşünsel düzen
leme biçiminin kökenlerinin çoğu zaman eğitim sisteminin sürekliliğinde
aranması gerektiğine ilişkin gözleminden de bahsetmek gerekir (bkz.: M.
Weber: “ Wirtschaft und Gesellschaft" [Ekonomi ve Toplum], özellikle de
hukuk sosyolojisi ile ilgili bölüm.) M. Scheler'in çeşitli bilgi biçimlerini,
içinde ancak oluşup gelişebilecekleri belli grup biçimleriyle ilişkilendir-
mesine ilişkin önemli uğraşları da bu alana girer (bu bağlamda özellikle şu
iki eserine bkz.: “Die Wissensformen und die Gesellschaft" [Bilgi Biçim
leri ve Toplum], ve “Die Formen des Wissens und die Bildung" [Bilgi Bi
çimleri ve Eğitim].)
Bilgi biçimleri, bilgiyle ilgili içeriksel değerler ile onları taşıyan belli
toplumsal gruplar ve süreçler arasındaki ilişkinin ne anlama geldiğinin an
laşılır kılınması için, bu kadarı yeterli olmalı.
Toplum sal sürecin veçhesel yapıya kurucu b içim de nüfuz
etmesi. Toplum sal sürecin içinde sayılabilecek sadece ikincil dere
ce önem taşıyan bu varoluşsal etm enlere, sadece oluşum cu koşul,
gerçek anlamdaki oluşum un sadece ön koşulları olarak mı bakılm a
lı (yani bu etm enler sadece “oluşum cu” bir önem m i taşımaktadır?),
ya da bunlar som ut iddiaların veçh esel yapısına mı nüfuz etm ekte
dir? Bundan sonraki soru bundan ibaret olacaktır. Zira, idrakin top
lum sal v e zam ansal gelişim i sad ece bir bilginin m eydana gelip
gerçekleşm esine borçlu olsaydı eğer, o zam an, tarihsel-toplum sal
oluşum un tinsel bilim ler açısından ön em i olm azdı. Bu durumda,
bilgi tarihinin iki çağı; belli bilgiler daha eski olanda henüz ed in ile-
m ediğinden ya da belli yanlış fikirlerin hâlâ varolm ası nedeniyle,
daha sonraki çağda ise, bu bilgilerin ed in ilm esi sonucunda yanlış
fikirlerin düzeltilm esi nedeniyle ancak birbirinden farklılaşm ış o-
lurdu. (H er ne kadar tam da günüm üzde sağın doğa bilim lerinin ka
tegorik yap ısıyla ilgili d eğişm ez düşünceler, “klasik fiziğin ” mantı
ğına kıyasla, oldukça sarsılm ış olsa da) eski b ilgiyle daha sonraki
bilgi arasındaki bu ilişkinin sağın doğa bilim leri için geçerliliği id
dia edilebilirken; eski evrelerin çürütülm üş yanıltılar olarak basitçe
geride bırakılm asına ilişkin ispat, örneğin tinsel tarihte bu kadar ko
lay g erçek leşem eyecek gibi görünüyor. Zira tüm zamanlar v e içle
rinde farklı farklı şekillerde mümkün olabilecek bakış açıları, büyük
çapta tem elden hareket edip “aynı” n esn elliği yeni bir veçh esel ya
pı bağlamında kavrama ö zelliğin e sahiptirler.
Bu yüzdendir ki, tarihsel toplum sal sürecin bilginin ço ğ u alanı
için kurucu önem taşıdığı savının en kolay tem ellendirilm esi, bu
savların insanların genel som ut iddialarından hareketle ne zam an ve
nerede m eydana g eld iğin e, ne zam an ve nerede ifade ed ild iği ger
çeğ in e işaret ed ilm esiyle mümkündür. Sanat tarihi; her olu şum la il
gili unsurun yalnızca belli tarihsel anlarda müm kün olduğunu v e o
anın özelliklerini içinde taşım ası nedeniyle de sanatsal çakışm aların
gayet net v e belirgin bir biçim de tarihsel başlangıçlar konabilecek
stiller içerdiğini gösterm iştir. Aynı şey bir bilginin içerdiği “v eç h e
sel yapı”yı, onu gittikçe daha da netleşen kıstaslar doğrultusunda
belirleyerek, düşünce alanı içinde, m utatis mutandis, geçerlidir.
D üşünce biçim lerinin birbirinden ayırt ed ilebilm esi için gereken o l
gusal niteliklere ilişkin giderek netleşen bilgilere ulaşılm ası nede
n iyle, -n a s ıl tablolara tarih koym ak m ü m k ü n se- düşünce b içim le
rine de b öyle bir tarihin konulabilm esi müm kün olmaktadır. D ün
yanın birey tarafından, bu şekilde ne zaman v e nerede algılandığı
ise, sadece v e sadece düşünsel yapının katıksız analiziyle belirlene
bilir. Dahası; analiz yöntem inin yardım ıyla dünyanın, birey tarafın
dan niçin bu şekilde algılandığına ilişkin soruya yanıt bulmak da
mümkündür.
(En basit tem el biçim i örnek verm ek gerekirse) 2 kere 2 eşittir
4 ifadesinden hareketle bunu kim in, ne zaman v e nerede dile getir
d iğin e ilişkin bir şey söylen em ez, fakat her zam an, tinsel bilim le il
gili tarihsel bir eserden, onun “tarihsel ek o l”ün, “p ozitivizm ”in ya
da “M arksizm ”in veçh esel yapıları içinde oluştuğuna ve bu yapıla
rın hangi aşam asında bulunduğuna ilişkin kesin sonuçlar çıkarılabi
lir. Sonuncu türden ifadeler sö z konusu olduğunda, gözlem cin in
“bakış a ç ıs ın ı. . . [bilginin so n u c u n a ]. . . aktarm a" sından v e “var-
oluşsal gö recilik" ten, yani bu ifadelerin arkasında bulunan “varo-
luş”a bağlılığından sö z edebiliriz, ve bu ifadelerin karşısına karar
veren öznenin bakış açısının - e n azından tarafımızca algılanabilen
b içim d e- aktarılmadığı ifadelerini koyabiliriz (örneğin yukarıdaki
sözü edilen 2 kere 2 eşittir 4 ifadesinde olduğu gibi).
Veçhesel yapı, bu anlamda, bir kimsenin bir şey e nasıl baktığım ,
onu nasıl algıladığını ve bir olayı düşüncesinde nasıl inşa ettiğini
adlandırır. Bu bağlam da, düşüncenin salt form el belirlenişinin öte
sinde bir anlam taşıyan veçhe, bilgi oluşum unun v e gelişim in in ni
teliksel m om entleriyle de ilişkilidir; ki bunlar, sadece form el bir
mantık tarafından ihmal edilm ek zorunda kalınan momentlerdir.
Form el-m antıksal belirlenişlerini (örneğin çelişk iler aksiyom unu
ya da kıyas form üllerini) özd eş bir biçim de uygulasalar b ile, iki in
sanın yin e de özd eş olm am ası, tersine aynı konuyu çok farklı biçim
lerde değerlendirm eleri, tam da bu m om entler nedeniyledir.
Bir ifadenin veçh esel yapısının karakterize ed ilebilecek nitelik
lerinden, dayanaklarını belirlenebileceği kriterlerden sadece birka
çını gösterm ek istiyoruz burada: Uyarlanan kavram ların anlam ana
lizi, karşı kavram fenom eni, belli kavramsal eksiklikler, kategorik-
aparatın oluşum u, hükm edici düşünsel m odeller, soyutlam a aşam a
sı ve şart koşulan ontoloji. A şağıda, birkaç örneklem eye gidilerek,
bu nitelik v e kriterlerin veçh esel yapıların analizindeki uygulanabi
lirliğine işaret edilip aynı zam anda konumun ne denli derin bir ba
kışa nüfuz ettiği gösterilecektir.
Aynı sözcüğün, aynı kavram ın toplumsal konum lan açısından
farklı insanların ve düşünürlerin ağzında çoğu zam an çok farklı an
lamlar taşıdığına ilişkin gerçekle başlayacağız.
Örneğin on dokuzuncu yüzyılın başında geleneksel-muhafazakâr bir
kişi “özgür”lükten bahsettiğinde, her tabakanın kendi imtiyazları (“özgür
lükler”!) doğrultusundaki yaşama hakkını kastetmekteydi. Romantik-mu-
hafazakâr, protestan-dinî eğilimli akımın mensuplarından birisiyse eğer,
her bireyin, bu “içselleştirilmiş özgürlük kavramı” anlamında, bireysel açı
dan emsali olmayan kendi içsel biçimlendirme ilkeleri doğrultusundaki
yaşama hakkını kastetmekteydi. Her ikisi de “niteliksel özgürlük kavramı ”
doğrultusunda düşünmekteydi, çünkü özgürlükle ya tarihsel ya da içsel bi
reysel özellikleri muhafaza etme hakkını kastetmekteydiler.
Aynı dönemin liberali, “özgürlük”ten bahsettiğinde, tam da geleneksel
muhafazakâr için tüm özgürlüklerin temeli olarak değerlendirilen imtiyaz
lardan özgür kılınmayı, yani özgür olmanın tüm insanların aynı temel hak
lara sahip olması anlamını taşıdığı “eşitlikçi özgürlük kavramı ”nı kastet
mekteydi.
Liberal özgürlük kavramı, bir toplumun hukuksal açıdan eşitsizlikçi
dışsal düzenini devirmek isteyen bir gruba ait olan bir kavramdı; muhafa
zakâr özgürlük kavramı ise, dışsal düzeni değiştirmek istemeyen, bu yüz
den, dıştan bakıldığında, -bir yandan- her şeyin alışagelmiş yegâneliğiy-
le sürdürülmesini isteyen, -öte yandan- (mevcut olana destek sağlamak
için) özgürlük problemini dışsal politik alandan içsel apolitik alana çek
mek zorunda olan bir tabakaya tekabül etmekteydi. Demek ki liberalin
kavramın ve problemin sadece bir yanını, muhafazakârın ise sadece öteki
yanını görmesi (bu konuyla ilgili yazarın “Muhafazakâr Düşünce” adlı ese
rine bkz., s. 90 ve sonrası), şüphe götürmez ve ispat edilebilir biçimde top
lumsal ve politik oluşum içindeki konumlarına bağlıdır. Kısacası: Gözlem
sel ışın, daha kavramın oluşumu sırasında, gözlemde bulunan iradeden
kaynaklanmaktadır. Bu ışın belli bir tarihsel-toplumsal grubun kavranıl
ması gereken olgudan talep ettiği şeye yönlendirilmektedir. Ve böylece her
kavram âdeta kendi içinde, olası deneyimsel malzemeden, salt arayış için
deki iradi merkezden hareketle algılanabilir ve birleştirilebilir olanı yoğun
laştırmaktır. Örneğin muhafazakâr “halk ruhu” kavramı, muhtemelen ileri
ci olan “çağımızın zihniyeti” kavramının karşıtı olarak ortaya atılmıştır. De
mek ki, bizzat belli bir kavram hâzinesinin kavramları, belli şekilde ko
numlanmış tabakaların veçhesel yapılarına doğrudan ulaşılabilmesine öna
yak olmuştur.
Kavram eksikliği, sadece bir veçhenin değil, yaşam mücadelesinde
belli bir dinamiğin eksikliği anlamına gelmekteydi: Örneğin “sosyal” kav
ramının tarihsel olarak nispeten geç ortaya çıkması, içinde öngörülen yön
de deneyim nesnelerine daha önceden danışılamadığma, yani aynı zaman
da belli bir deneyim biçiminin mevcut olmadığına ilişkin bir kriterdir.
A ncak birbirinden farklı konumlandırılmalar söz konusu oldu
ğunda, yaln ızca som ut anlamsal değerleriyle kavramlar farklılaş
m az, bu anlamda kategorilerin de farklılaşm ası mümkündür.
Örneğin yukarıda değinilen çağın muhafazakârlığında olduğu kadar (ki,
ancak bu çağ bu problemler doğrultusunda bilgi sosyolojisiyle ilgili olarak
inceden tetkik edilmiş olduğundan, örneklerimizin neredeyse tümünü ora
dan alıyoruz), günümüz muhafazakârlığında da temel olan, betimleyici bü
tünlüğü içindeki mevcut deneyimsel malzemeyi bölmekten ziyade onu
âdeta özellikleriyle belirlemeye çalışan morfolojik kategoriler kullanma
eğiliminde olmasıdır. Bu morfolojik yaklaşıma karşın, yeniden birleştirile
bilen, genel anlamda belirlenebilen unsurlara ulaşıp, onları işlevsel bir me
kanizmayla ya da nedensellik kategorisiyle yeniden birbirine bağlamak
için doğrudan mevcut olan bütünlüğü başta parçalayan analitik yöntem, o
dönemlerde sol eğilimli düşünce biçimleri arasında sayılmaktaydı. Bu bağ
lamda sadece farklı konumda bulunanların farklı şekillerde düşünmelerine
ilişkin gerçek değil, deneyimsel malzemeyi niçin farklı kategoriler çerçe
vesinde düzenlediklerine ilişkin neden de anlaşılır kılınabilmektedir. Zira
solcular halihazırdaki dünyadan yepyeni bir şey yapmak isterler; bu yüz
den de somut durumu daima bir tarafa bırakırlar, soyut ve halihazırda ola
nı, onu yeniden birleştirebilmek için, parçacıklarına bölerler. Kayıtsız şart
sız kabul edilene, aslında değiştirilmek istenmeyene ancak biçimsel, mor
folojik gözüyle bakılır; dahası: Bünyesinde hâlâ hareket halinde olanı for-
mel bir tarzda toparlayarak istikrara kavuşturmak, varoluşa (sırf olduğu gi
bi olduğu için) hayır duaları okumak istenmektedir. Burada, soyut, görü
nürde politik mücadeleden çok uzaklarda olan kategorilerin ve düzenleyi
ci prensiplerin de ruhun ne denli metateorik aktivist hizaya getirilişinden
kaynaklandığı, bu kategorilerle prensiplerin pınarının ruhun ve bilincin he
nüz “ideolojileşme” anlamındaki bilinçli bir “aldatma”nın henüz söz konu
su olmadığı derin boyutlarında bulunduğu çok net bir biçimde ortaya çık
maktadır.
B elli bir düşünce biçim inin veçh esel yapısını n iteleyeb ileceğ i
m iz bir diğer etken, sözüm ona “d üşünsel m o d e lle r" dir, yani her
kesin b elli bir konuya (onunla baş ed eb ilm ek için) düşünerek yak
laştığında, gözünün önünde bulundurduğu m odel.
Örneğin, sağın doğa bilimlerinin konusal modelleri ve bunlardan hare
ketle çıkarsanan kategoriler ve düşünsel yöntemler bir kez emsal teşkil et
tiğinde, varoluşun diğer alanlarındaki şüphe oluşturan unsurun da (örne
ğin toplumsal bünye alanında) buna uygun olarak çözüme ulaştırılabilece
ğine ilişkin umutların doğduğu bilinmektedir. (Toplumsal olayların meka-
nist-atomistik inşa edilişi.)
Bu bağlamda, bütün bunlar (benzeri diğer konularda olduğu gibi) olup
biterken, toplumsal bünyenin tüm tabakalarının öncelikli olarak yalnızca
bu düşünsel modele yönelmemiş olması önemlidir. Örneğin o dönemlerde
büyük arazi sahibi asilzadeler, ya da mağlup edilmiş olan tabakalarla köy
lüler, tarihin suskunlan arasındaydı; eğitimin kazanmış olduğu yeni nitelik
leri, dünyaya yönelmenin yükselişte olan biçimleri, kendilerinkinden çok
farklı bir yaşamsal yapıya tekabül etmekteydi. Yönelimi doğa bilimleri
doğrultusunda olan ve yeni yeni yükselen dünyayla bağlantılı veçhenin bi
çimleri, bu tabakalara adeta dışardan nüfuz etmekteydi. Ve toplumsal güç
oyunları; yukanda sözü geçen suskunluğa bürünmüş tabakaların aynı ya
şamsal koşullardan hareketle sözcülüğünü yapan başka insan gruplarının
tarihin sahnesine yeniden ve biraz daha fazla çıkmasını sağladığında, işlev-
ci-mekaniksel düşünsel modele karşı, anında “organizma” ya da “kişisel-
cilik”le ilgili düşünsel modellere başvurulmuştur. Örneğin Stahl, bu geli
şimin son noktasında bulunarak, düşünsel modeller ile politik akımlar ara
sında daha o zamanlar bir ilişki kurabilmekteydi. (Devlet öğretisi tarihi,
Oppenheimer' in betimlemesinde [System der Sozfo/og/e/Sosyolojinin Sis
temi, cilt II. Der 5?aai/Devlet] görünebileceği üzere, bu konudaki örnekler
için zengin bir kaynak teşkil etmektedir.)
N asıl verim li d üşü nü lebileceğin e ilişkin bir m odel, açık ya da
örtülü b içim iyle, aslında som ut olarak dile getirilen her problem in
ve onun yanıtının arkasında saklıdır; bu türden bir düşünsel m odelin
kökenleri v e yaygınlık alanı incelendiğinde, onun b elli toplum sal
birimlerin dünyasal yorum biçim leri ve konumlandırılmalarıyla
olan bağlantısını keşfetm ek mümkündür. Ayrıca donuk bir Marksist
anlayışa karşı; bu türden toplum sal birimlerin sadece sınıflardan
ibaret olm adığını, aynı zam anda kuşakları, yaşam çevrelerini, sek i
leri, m eslek gruplannı, ekolleri vs. kapsadığını da vurgulamalıdır. Bu
türden farklılaşan toplum sal gruplar ve onlara tekabül eden kav
ramların, kategorilerin ve düşünsel m odellerin farklılıkları dikkate
alınm adığında (yani bu anlamda altyapı-üstyapı problem i tüm aynn-
tılarıyla ele alınm adığında), bilgi m odellerinin ve veçhesel yapıların
düşünce tarihinde m eydana çıkan zenginliklerinin karşılığını ve bu
na tekabül eden altyapının farklılaşmalarında bulmak m ümkün o la
mayacaktır. A ncak bütün söylenenlere karşın, tüm bu grupların ve
toplum sal birimlerin arasında duran sınıfsal tabakalaşm anın en bü
yü k önem e sahip olduğu da inkâr ed ilem ez. Zira, nihai olarak, yu
karıda gösterilm iş olan tüm tekil toplum sal birim ler ancak v e ancak
onları tem ellendiren ve taşıyan üretim ve hâkim iyet ilişkileri bağla
m ında oluşarak d eğişim e uğramaktadırlar. Ancak günüm üzdeki
araştırmacı, düşünsel m odellerin som ut çokluğu karşısında v e onla
rı bir yere “ait kılm a” çabası güderek, kendi dışındaki m evcut top
lum sal birim ve konumlandırılmaları hesaba katmayan kaba bir sı
nıf kavramının ötesine geçm ek zorundadır.
V eçhesel yapıların buna benzeyen bir diğer niteliği ise, bir teo
rinin, soyutlam anın hangi aşam asında duraksadığını ya da bir b ilg i
nin genel olarak oluşm asından ne derece sakındığını inceleyerek or
taya çıkarılabilir.
Zira, bir teorinin bütün ya da tek bir konuyla ilg ili olarak göre
celi bir soyutlam ada duraksayıp ileri aşam adaki bir som utlaştırm a
nın önüne - o som utlaştırm ayı ya “yasaklı” ya da ön em siz ilan ed e
r e k - en gel koym ası, asla bir rastlantı değildir. Çünkü g ö zlem ley e
nin varoluşsal durumu bu konuda da belirleyicidir.
Bu bağlamda, tam da Marksizm ve onun bilgi sosyolojisinin meydana
çıkarttıklarıyla ilişkisi örneğinde olduğu gibi, bir bağlamlılık kendini çoğu
zaman belli bir konumlandırma çerçevesinde gösteren somutlaştırma şek
liyle inşa edebilir. Bu konumlandırmaya bağlı kalan gözlemci, bu türden
bir somutlaştırmanın kendi içinde barındırdığı daha genel ve ilkesel olanı
ortaya çıkarmayı asla kendiliğinden bir biçimde başaramaz. Marksizm,
bilgi sosyolojisinin İnsanî düşüncenin genel anlamda varoluşsal bağlılığı
na ilişkin temel yaklaşımını bu genel biçimiyle, çok daha önceleri ifade
edebilirdi; zira ideoloji öğretisinde, en azından, bu yaklaşıma götüren nü
veleri keşfedebilmişti. Zımnen keşfedilen bu bağlamlılığm yine de genel
bir ifade biçimine ulaşamaması (ya da yalnızca kısmen açığa çıkma); bir
yanda, bu varoluşsal bağlılığının somut varoluşsal durum çerçevesinde,
ama gerçekte de yalnızca karşı tarafta gözlemlenebilmesiydi; öte yanda,
bilgi edinmenin bu somut izolasyonunun içinde saklı genel problematiğe
doğru ilerleyip bununla birlikte ortaya çıkan, kendi konumunu tehdit edici
problemlerin analizinden muhtemelen bilinçaltı nedenlerden dolayı uzak
durulmasıydı. Demek ki tek bir bakış açısının sınırlandıncılığı ve ortaya çı
karttıklarını bilinç dışı yönlendiren iradeci içtepinin etkisi, açığa çıkarılan
ların genel anlamdaki şekillendirilmesinin aşındırılması ve soyutlama yete
neğine ket vurulması biçiminde göstermektedir. Açığa çıkarılanların doğru
dan yansıdığı somutlaştırma biçiminin ötesine gidilmek istenmiyor —da-
hası: Olguyu varoluşsal bağlılık şekliyle anlamanın, genelde İnsanî düşün
ce yapısını içerip içermediğine ilişkin bir s o r u n u n s o r u lm a s ın a b i l e m ü s a
a d e e d ilm e k is te n m iy o r . Marksizmin, sosyolojik gerçeklerin genel ifade
ediliş biçiminden uzak durması, çoğu zaman bakış açısının buna benzer bir
düşünsel yöntemiyle ilgili sınırlandırıcılığından kaynaklanmaktadır: Örne
ğin, Marx ve Lukâcs’ın belirttikleri “şeyleşme”nin az ya da çok genel bir
bilinçsel olgunun, yoksa kapitalist şeyleşmenin, tam da bu olasılığın yal
nızca bir biçimi olup olmadığına ilişkin sorunun sorulmasına müsaade edil
memektedir. Olguların bu örnekte katica somutlaştırılıp tarihselleştirilmesi
belli bir konumlandırılmaya bağlı kalmaktan kaynaklanmaktadır; ki bunun
tam tersi -(Marksizm tarafından haklı olarak vurgulanan) en yüksek dü
zeyli soyutlamaya ve biçimselleştirmeye yönelmek- tam da somut koşul
ların ve yegâne dinamiğin üstünü örtmeye yarayabilir. Bunun bir örneği
“Formel Sosyoloji”dir.
Bu bağlamda, sosyolojinin olabilirliklerinden bir tanesi olarak “For
mel Sosyoloji”nin önemi tartışılmazdır. Ancak kendini sosyolojik prob-
lematiğin daha ileri düzeyli somutlaştırılması karşısında s o s y o lo jin in ta
k e n d is i olarak gösteriyorsa eğer, bu, tarihsel olarak kendisinden önce ge
len burjuva-liberal gerekçelendirme biçiminin teoride soyutlaştırıcı ve ge
nelleştirici bakış açısının ötesine geçemiyor oluşuna benzer bir şekilde, bi
linç dışı motiflerce yönlendirildiği anlamına gelmektedir. Toplumsal prob
lemleri, örneğin kendi antagonizmalarından biri olan kapitalizmin antago-
nizmalarının görünür hale getirilebilecek düzeyde tarihsel açıdan somut
laştırıp bireyselleştirilmesinden uzak durur; aynı burjuva tartışmalarında,
mülkiyetle ilgili bağlantılar, sınıf problemi ve bunların özgürlük ve eşitlik
için taşıdığı önemin kaçınılmaz olarak açığa çıkartabileceği özgürlük prob
lemine, kaderci bir biçimde, her zaman yalnızca ilkesel açıdan ve nispeten
soyut, ama toplumsal alan düzeyinde değil, yalnızca p o l i ti k haklar düze
yinde yaklaşma eğiliminde bulunmak istenildiği gibi.
Kısacası, problem e yaklaşım , ilgili problem atiğin düzeyi, soyut
lama düzeyi, ayrıca da ulaşılm ası istenen som utlaştırılm a düzeyi;
tüm bunlar aynı şekilde toplum sal açıdan varoluşsal bir bağlam lı-
lık içindedirler.
N ihai olarak bir de her bir düşüncenin içerdiği tem el tabakaya,
varsayılan ontolojiye ve onun toplum sal farklılaşm alarına, d eğ in
mek gerekir. Bununla ilgili problem atiğe, tam da düşünce v e idrak
etm ede ontolojinin sahip olduğu büyük ön em n ed en iyle, sadece y ü
zey sel olarak değinm enin anlamı yoktur, bu yüzden bu konuyla il
gili başka betim lem elere de d eğ in eceğ iz (bkz.: “D as konservative
D enken ” [M uhafazakâr D üşünce] adlı eserim e, s. 4 8 9 ve sonrası,
özellik le de s. 494; ayrıca s. 78 ve sonrası, s. 86 ve sonrası, s. 170-
171). Burada yalnızca bu kadarına vurgu yapılmalı: M odem F else
fe bir “Tem el O ntoloji” geliştirm e istem inde ne kadar haklıysa, bu
işe bilgi so sy o lo jisiy le ilgili düşüncelerden yoksun, yani bir yerde
“nahifçe”, girişm ek de bir o kadar sakıncalıdır. Zira, b öyle bir na
hiflik, gerçek bir tem el ontolojinin yerine herhangi bir, rastlantısal,
tarihsel süreçsellik içinde ortaya çıkm ış olan bir ontoloji geliştirm e
nin en kesin güvencesidir.
Bu bağlam da söylenenlerin; varoluşsal durumun ve d üşü ncele
rin yalnızca tarihsel oluşum la ilgili olm adığını, düşünsel sonuca ku
rucu biçim de nüfuz edip onun içeriğinde ve biçim inde kendini bir
şekilde gösterdiğini aydınlatm ak için yeterli olduğunu düşünm ek
teyiz.
B ilgi Sosyolojisinin Yapısı
ve Gücünün N iteliği.
Yukarıda betim lenm iş olan örnekler, bundan b öyle bilgi so sy o
lojisiyle ilgili analizlerin özel yapısını ve gü cü yle bağlantılı temel
niteliğin ortaya çıkarılmasında yardımcı olacaktır.
Bilgi sosyolojisinin içerdiği özel bir araya gelm e biçim i. Tarih
ve toplum la ilgili aynı varoluşsal duruma tekabül ederek aynı dü
şünsel koşullar altında birbiriyle söyleşen iki insan, fikir m ücade
lelerini, her biri farklı toplum sal konumlandırılmalarla dayanışm a
içinde olan ve birbiriyle tartışan iki insandan çok daha farklı biçim
de sürdürebilirler ya da sürdürmelidirler. Biri toplum sal ve tinsel
açıdan hom ojen, diğeri ise aynı açıdan heterojen olan taraflar arasın
daki bu iki farklı m ücadele biçim i birbirinden net bir şekilde ayrıl
malıdır. M ücadele biçim leri arasındaki bu farkın özellik le tam da
günüm üzde problem haline getirilm esi bir rastlantı değildir. Max
Scheler, bir yerde, çağım ızı“dengeler çağı”, yani (şu anki problema-
tiğim ize uygulandığında) eskiden az ya da çok birbirinden tecrit
ed ilm iş biçim de yaşayan yaşam sal çevrelerin (her biri kendini ve
kendi düşünsel dünyasını mutlaklaştırarak) birbirleriyle artık, şu ya
da bu şekilde çatıştıkları bir dünya olarak nitelemiştir. Yalnızca D o
ğu ile Batı, yalnızca Batı dünyasının çeşitli ulusları d eğil, bu ulusla
rın az ya da çok kendi halindeki toplum sal tabakaları, ve nihayet bu
tabakalar içindeki çeşitli m eslek grupları ve son derece ayrıntılaş-
m ış olan bu dünyanın tinsel çevreleri de; hepsi günüm üzde kendi
halinde yaşam anın doğallığından giderek daha çok sökülüp atılm ak
ta ve heterojen gruplarla ve onların tinsel ürünlerinin taarruzu kar
şısında tutunabilmek için m ücadele etm ek zorunda kalmaktadırlar.
Fakat m ücadelelerini ne şek ild e sürdürmektedirler? (Birkaç is
tisna hariç) tinsel güçler sö z konusu olduğu sürece, birbirleriyle
gerçek anlamda anlaşam adan iletişim içindedirler. Yani iletişim de
bulunan karşı tarafın bam başka bir grubun tem silcisi olm ası d olayı
sıyla tinsel yapısı gereği bütünsel anlamda çoğu zam an bambaşka
biri olduğunun bilincinde olunsa bile; fark yalnızca bu konuda b el
li bir konu uğruna girişilen som ut tinsel bir m ücadelede yatıyorm uş
gibi, ama karşı tarafın tüm konumlandırılmaları açısından d eğil, sa
d ece tartışmanın bu noktasında farklıym ış gibi konuşulmaktadır.
B u bağlam da görüldüğü üzere, heterojen taraflar arasındaki bir
araya gelm enin de kendi içinde iki biçim i vardır. Biri, farkın bütün
lüğünün v e onun yapısının som ut bir araya gelm enin yalnızca loş te
m elini oluşturan biçim idir. Burada taraflar için som ut bir araya g e l
m ede tüm am aç ile şiddetli ve ani heyecanların belirginlik kazandı
ğı nokta, bir belirlilik, bir “konu” olmaktadır. Bu “konu”, her bir ta
rafa ait dünya oluşum unun bütünlüğünden çıkm ası nedeniyle, tüm
taraflar için farklı anlamlar taşımaktadır; işlevinin üstündeki örtü
ise karşı tarafın dünya oluşum unun bütünlüğü çerçevesin de en azın
dan kısm en örtülü kalm aya devam etmektedir. “D engeler çağı”nın
zorunlu bir unsuru olarak, anlaşm a sağlam adan iletişim e geçm ek
bu nedenledir.
Öte yandan heterojen tarafla bir araya gelm e; her teorik bir ara
ya g elm e v esilesin i, ilk bakıştaki yan lış anlam ayı ve anlaşamadan
iletişim kurmayı tem el farklılıklarının ayrıntılarına değgin derinlere
inerek açıklığa kavuşturmak, her iki veçhesel yapının farklı varoluş-
sal durumları sonucunda zım nen içerdiği tüm ön koşulları, farklılık
larıyla ortaya çıkarmak ve tam da bu nedenle ifadelerin birbiriyle
doğrudan çatışm asının im kânsız kılınması için de yapılabilir.
Bu gibi durumlarda, bilgi so sy o lo g u , alışılm ış bir tarz olan kar
şı tarafın argümanlarına doğrudan yanıt arayarak onunla bir araya
gelm ekten ziyade, onu - ilk ön ce bakış açısını tespit edip kendi ko
numunun işlev i olarak alarak- anlam aya çalışır.
B ilg i so sy o lo g u , bu gibi durumlarda, o an için sö z konusu olan
argümanları, “konu”yu, dikkate almaktan çok , konuşanın bir bütün
olarak düşünsel tem eline (tam da bu tem eli sadece tem ellerden bi
ri, bir kısm ilik, olarak gösterm ek için) vurgu yapm akla suçlanır.
Burada ifade edilenler, ortak bir tem elin olm am asıyla birlikte, ortak
bir “konu”nun da olm adığı belli durumlarda, karşı tarafın argüman
larının g ö z ardı ed ilm esinin m eşruluğunu içermektedir. Zira bilgi
so sy o lo jisi, uyum suzluk içindeki tarafların birbirini anlamadan ko
nuşm asını, doğrudan “konu”ya yönel indiğinde ise, fikir tartışması
içinde olanların algılam a alanına asla girem eyen kısm î farklılıkların
kaynağını, ö zellik le nedensellikleri irdeleyen çok ö ze l bir (“g eçm i
şi sorgulayarak”) soru sorma yön tem iyle konu ederek ortadan kal
dırmayı hedefler. A yrıca ifade etm eye gerek yoktur ki, veçh esel ya
pıların gerçek bir uyum suzluğu sö z konusudur, bu uyum suzluğun
kendini radikal bir anlaşm azlık olarak gösterm esi durumunda ise,
düşünsel tem ele ve tartışanların konumunu bilgi sosyolo jisiy le
bağlantılı olarak dikkate almak gerekir. Fikir tartışmasına aynı dü
şünsel konum içinde v e aynı düşünsel tem elle girildiği sürece, tar
tışm aya gerek kalmaz; fakat bu, yersiz uygulandığında tartışmadan
kaçm anın bir aracı haline bile dönüşebilir.
B ilgi sosyolojisinin ön ko şu lla n olarak m esafe koym a süreçleri.
Köyün dar çevresinde büyüyüp öm ür boyu buradan çıkm ayan bir
çiftçinin oğlu için, bir köylü tarzında düşünüp konuşm ak çok do
ğaldır. Kente g ö ç edip yavaş yavaş kentlinin yaşam tarzına ayak
uyduran bir çiftçinin oğlu için, köylü tarzındaki yaşam a ve düşün
ce doğal olm aktan çıkar. Bu tarzdan uzaklaşm ıştır, ve “köylü” o la
rak adlandırdığı düşünm e biçim ini “kentli” düşünce biçim inden
belki de bilinçli olarak ayıracaktır bundan böyle. B ilgi sosy o lo jisi
nin geliştirm eyi h ed efled iği ilk yaklaşım , tam da bu ayırımda yat
maktadır. B elli bir grubun içinde mutlak olarak değerlendirilen bir
şey, bu grubun dışında olanlar tarafından sadece o gruptan kaynak
lanan (yukarıdaki örnekte “k öylü ” d iye geçen ) k ısm î bir şey olarak
kavranır. G örüldüğü üzere bu türden bir bilginin ön koşulu, m esafe
koymadır.
B ö y le bir m esafe koym a,
a) som ut grup m ensuplarından birinin tarihsel-toplum sal mekân
içerisinde (toplum sal yü k seliş, iltica etm e vs.) g ö ç etm esinden;
b) tüm bir grubun varoluşsal zem ininin, ortaya koyduğu norm
ve kurumlar karşısında kaymasından (bkz.: K. R en n er'in D ie Recht-
sinstitute des P rivatrechts [Ö zel Hukuk’un Hukuki Kurumlan] ad
lı eserinde verdiği örnek);
c) toplumsal bağlılıkları olan iki ya da daha fazla dünyayı y o
rumlama biçim inin aynı toplum sal m ekânda birbirleriyle p en çeleş
m esinden, ve eleştirilerinde m esafeli durmanın (ki b öyle olunca
karşıt düşünce biçim lerinin yaşam sal ve sistem atik dış çizgileri
keşfedilm ektedir) tüm taraflar için ilk başta bir olasılık , daha sonra
ise, sürekli gerçekleştirilen bir düşünsel tutuma d önü şm esin e d eğ
gin birbirlerini o denli analiz edip birbirlerine o denli m esafe k oy
malarından kaynaklanmaktadır. B ilgi sosyolojisinin toplum sal kö
kenlerinin ön celikle son olarak değinilen olasılıklarda bulunduğu
daha ön ce belirtilm işti.
İlişkilendirıne olgusu. Bütün bu söylenenlerden sonra, bilgi so s
yolojisi yöntem inin “ilişkilendirm e” olarak adlandırılm asının ne an
lam a geldiği artık soru işareti olam az. B elli bir (politik dünya görü
şü yle ilg ili, toplum sal) bireysel fikri (örneğin akrabalarının fikrini)
artık “k öylü ” olarak niteleyen, kentliye dönüşm üş olan çiftçi oğlu;
bu bireysel fikri, hom ojen bir karşı taraf biçim inde, yani ifadelerin
içeriksel değerlerine doğrudan yön elm e biçim inde tartışmaktan z i
yade; bu fikri daima dünyayı yorum lamanın belli bir b içim iyle, bu
dünyayı yorum lam a biçim ini ise (onun varoluşsal koşulu olan) b el
li bir toplum sal yapıyla ilişkilendirm ektedir. İfadelerin içeriksel de
ğerlerini, belli bir toplum sal yapıyla ilişkilendirerek nitelemektedir.
Elbette ifade edilenlerden bunların yanlış olduklarına ilişkin bir an
lam çıkm az; - k i, bu konuya daha sonra değinilecektir. B ilg i s o sy o
lojisi; günüm üzde zaten yü zeysel olarak yapılanın ötesin e g eçeb il
m eyi, bir tek tümden tinsel olanın, hangi toplum sal yapıyla bağlan
tılı olarak ortaya çıktığı ve geçerlilik kazandığı problem ini bilinçli ve
sistem atik biçim de koşulsuz sorgulam asının sonuçlarına borçludur.
Tekil tinsel oluşum un belli bir tarihsel-toplum sal özn en in bütün-
lükçü yap ısıyla bu şekilde ilişkilendirilm esini (dünyanın ölçek sizli-
ğ iy le v e d ü zen sizliğiyle ilgili bir öğreti olarak) fe lse fî bir görecilik-
le karıştırmak, (pür bir sıradanlık anlamındaki) “görecilik” kavramı
nı tüm cisim sel ölçüm lerin ışıkça sağlanan ölçen ile Ölçülen arasın
daki ilişkiden kaynaklandığı öğretisine uygulam ak kadar yan
lış olur. İlişkilendirm e; fikri tartışmalardaki sonuçsuzluk anlam ına
gelm ekten ziyade, b elli ifadelerin özünde mutlak olarak d eğ il, an
cak konum landırılm ış veçhesel yapılar bağlam ında dile getirilm esi
anlamını taşımaktadır.
K ısm ileştirm e olgusu. B ilg i so sy o lo jisiy le ilg ili ilişkilendirm eyi
bu anlamda gerçekten uygulanabilir düşünsel bir eylem olarak be
tim ledikten sonra, onu nitelerken kaçınılm az olarak b öyle bir ilişki-
lendirici eylem in anlamsal am acının ne olduğuna, ne hedeflediğine
ve ilişkilendirdiği bir ifadenin geçerlilik değeri hakkında ne sö y le
y eb ileceğ in e ilişkin sorular sorulacaktır. (Teorik bir ifadenin libera
lizm le ya da M arksizm le ilişkili olduğunu ispat etsem b ile, o ifade
nin doğruluğuyla ilgili ne söylem iş olurum ki?)
Bu bağlamda iki ya da üç yanıt verm ek mümkündür:
a) Kendini mutlak olarak ortaya koyan bir ifadenin nerede ko-
num landırıldığımn ortaya çıkarılması sonucunda geçerlilik iddiaları
nın yok olduğunu söylem ek mümkün bir kere. Ve bu anlamda bilgi
so sy o lo jisi ve ideoloji öğretisi içinde, gerçekte bilgi so sy o lo jisiy le
ilgili ilişkilendirm eyi ya karşı tarafın görüşlerini yok ed ici bir m e
kanizm aya ya da gen el yok edici bir m ekanizm aya dönüştüren bir
akım mevcuttur,
b) Buna karşın, bilgi sosyolojisiyle bağlantılı bir ilişkilendirm e-
nin, bir ifadenin doğruluğuyla ilgili hiç, am a hiçbir anlam taşım adı
ğını söylem ek mümkün; zira bir doğrunun kökenleri onun geçerli
ya da geçersiz olm asını etkilem ez. Bir ifadenin liberal ya da m uha
fazakâr olm ası, onun doğruluğu hakkında kendi başına bir şey ifa
de etm ez.
c) Buna karşın, bilgi so sy o lo jisiy le ilgili ifadelerin gerçekleşe-
bilirliğinin değerlendirilm esine ilişkin savunduğum uz üçüncü bir
olasılık mevcuttur. Bu olasılık, ön celik le ilk görüşe karşı çıkm akta
dır, konumlandırılmanın sadece gösterilerek adlandırılmasının henüz
doğrulukla ilgili hiçbir şey sö ylen em eyeceğin i ispat ettiği gibi, bu
görüşün bu bağlam da kısm î bir nitelik taşıdığı tahminini de dile g e
tirmektedir. İkinci görüşe karşı çıkarak, bilgi so sy o lo jisiy le ilg ili id
diaların haksız olarak bir ifadenin sadece gerçek oluşum uyla (Ger-
ç e k ’e ilişkin oluşum la) ilg ili betim lem eleri olarak düşünüldüğü g ö
rüşünü savunmaktadır; zira, tam anlam ıyla gerçekleştirilm iş v e üs
tünde nihai olarak düşünülm üş olan bilgi so sy o lo jisiy le ilg ili her
analiz, ancak analiz ed ilm esi gereken her bakış açısının içeriksel ve
yapısal anlam daki kuşatılm asından ibarettir. B ö y le bir analiz, ter
m inolojik olarak ifade edildiğinde, bakış açısı ile geçerlilik alanının
sadece ilişkilendirilm esi d eğil, aynı zam anda kısm îleştirilm esidir
de. Bunun ne anlam a geld iği, daha sonra değerlendirilecektir.
Ç iftçinin oğlu yla ilgili örneğim izde, bilgi so sy o lo jisiy le ilgili
asıl ifadelerin asıl önem inin ne olduğu gayet net ortaya çıkm ıştı. E s
ki yaklaşım ı “köylü” olarak keşfedip adlandırdığı ve “kentli”nin
karşısına koyduğu zaman; farklı bakış açılarının sadece gerçeklik
bütününün farklı görüş alanlarıyla, farklı kesitleriyle tem ellendiril-
dikleri anlamda kısm î olmadıklarına, daha ziyade farklı bakış açıla
rının am acının ve kavrama yeteneğinin oluştukları ve geçerli olduk
ları yaşam sal m ekândan kaynaklandığına ilişkin b ilgiye daha şim
diden sahip olduğunu görebiliyoruz.
İlişkilendirm e, dem ek ki daha bu aşam ada k ısm îleştirm eye d ö
nüşmektedir; zira sad ece bir ilişkilendirilm enin yanı sıra, bu ilişki-
lendirilm enin bünyesinde taşıdığı ifadelerin (başta mutlak olarak
bakılan) geçerliliğin e ilişkin bir sınırlandırılm aya da gidilmektedir.
Ancak çiftçinin oğlunda gözlem led iğim iz aynı yaklaşım , genel
olarak, tutarlıca geliştirilm iş olan bir bilgi sosyolojisin d e de, (elb et
te bu sefer yön tem sel açıdan kontrol ed ilebilir biçim de) gerçekleş
mektedir. V eçhesel yapının tutarlıca geliştirilm iş olan bir analizi
yardım ıyla kısm îleştirm enin elin e bir “rehber”in yanı sıra ilişkilen
dirme kriterleri de verilm ektedir; farklı konumların kavrama y ete
neği, kategorik aparatlarında, anlam sal zenginliklerinde vs. ölçülür
ve kuşatılır hale gelm ektedir; ayrıca bir konumlandırılmanın ayrıl
m az bir parçası olan anlam sal eğilim (iradeci k olek tif yön elim ve
yaklaşım ), giderek daha net belirlenebilm ektedir; ve aynı deneyim -
sel m ekândaki farklı konumlandırılmalardan hareketle oluşan pers-
pektifçi imajların som ut “n için ”i anlaşılabilir ve kontrol edilebilir
bir hale gelmektedir. (Bununla ilg ili bir d elil olarak veçh esel yapı
nın sosyolojik yöntem ini yukarıda değinilen anlamda uygulanm aya
çalışıldığı “İdeoloji ve Ü topya” bölüm ündeki “Teori ve Pratik”le il
gili analizlere bkz., s. 140 ve sonrası.)
B ilg i so sy o lo jisiy le ilgili yöntem lerin geliştirilm esiyle, kısm îli-
ğin som ut olarak belirlenm esi tinsel bir ölçüm aleti durumuna g e
lecektir. D em ek ki bilgi so sy o lo jisiy le ilgili analiz, kısm ileştirm e
yoluyla, pür ilişkilendirm enin kendini sınırlandırdığı gerçeklerin ba
sitçe tespit edilm esini aşkınlaştırır. Kendi amaçları doğrultusunda
hareket eden b ilgi so sy o lo jisiy le ilgili her analiz, belli bilgilerin
belli bir ortamdan kaynaklandığına ilişkin gerçeğin sosyolojik be
tim lenm esinin ötesindeki bir noktaya ulaşır. O noktaya ulaşan ana
liz, ifadelerin kavrama yeteneğinin imkânlarını ve sınırlarını y en i
den inşa etm esi n ed en iyle aynı zam anda bir eleştiridir de. D em ek
ki bilgi so sy o lo jisiy le ilgili bu analizler, kısm î de olsa, bu bağlam
da anlam sal bir önem taşımaktadırlar. K ısm îliği ise, bakış açısının
kısm îliğinin salt kuşatılm asının, doğrudan fikirler arasındaki nihai
m ücadelenin ve konulara doğrudan değinm enin yerini alam ayacak
olmasındandır. D em ek ki bilgi so sy o lo jisiy le ilgili ifadelerin ön em i
ne ilişkin değer, anlam sal ön em sizlik ile anlam sal önem arasında,
şu ana değin görülm em iş bir orta yerde bulunmaktadır (ki bu, bilgi
so sy o lo jisiy le ilgili ifadelerin ayrılm az bir parçası olan amacının o l
gusal analizinden ve açığa kavuşturma yoğunluğunun analizinden
hareketle tespit edilebilir). B ilgi sosy o lo jisiy le ilgili analizler, olsa
olsa fikir tartışmasının doğrudan zem inini hazırlarlar; bunu da ken
di düşünsel tem elinin konum landırılm asıyla ilgili çelişkileri v e dı-
şınlılığını k eşfetm iş olarak birliği daha yüksek bir d üzeyd e oluştur
m ayı hedefleyen bir zam anda yapmaktadırlar.
B) Bilgi Sosyolojisinin Epistemolojik Sonuçları.
Bu bölüm ün (ikinci bölümün başında yer alan) ilk taslağında, bil
gi sosyolojisinin, bilginin varoluşsal bağlılığı gerçeğine ilişkin bir ö ğ
reti olarak, asıl epistem olojik problematikten bağım sız betimlenebile-
ceğini iddia etm iştik. Bu anlamda, tüm epistem olojik problemleri şu
ana dek ya g ö z ardı etm iş ya da incelenm esini ertelemiştik. Gerçek
lerle ilgili belli bağlamlılıkların tarafsız ve ilkesel fikirlerden arındırıl
m ış bir şekilde geliştirilm esi söz konusu olduğu sürece de ertelem e
olarak böyle bir “ürkeklik” mümkündür, hatta bertaraf edilm iş bir
görev alanının yapay bir şekilde tecrit edilm esi istenilebilir. Ancak
belli gerçekler arasındaki tem el ilişkilerin tespit edilm esiyle elde edi
lecek sonuçlara bir kere ulaşıldığında, asıl problematiklere yavaş ya
vaş yaklaşm anın ve b öylece problemlerin iç dinam iğine özen göster
m e özgürlüğü de yaşanm ış olacaktır. Konudan hareketle önem kaza
nacak asıl problematiklere karşı ilgili olan ve düşüncenin daha yük
sek bir düzeyinde atılması gereken araya sokuşturulmuş birçok dü
şünsel adıma rağmen problemlerin asıl tematiğini gözden kaybetm e
yen birisi ise; (s. 3 0 0 ’de) “kısm ileştirm e” başlığı altında sunulan ger
çeklerin kendi özleri itibariyle pür birer gerçek olarak kabul ed ilm e
sini zorlaştırdıklarını, gerçekliklere yaklaşımı parçaladıklarını ve biz
den epistem olojik derin düşünm eyi talep ettiklerini, nihai ifadelerde
anlamış olacaktır. Gerçi bilgi sosyolojisiyle ilgili ilişkilendirm enin,
anlamsal am acıyla kısm îleştirm eyi de içerm esi, bir yanıyla hâlâ pür
bir gerçekliktir (ki, olgusal olarak tespit edilebilen bu gerçekliği,
içerdiği geçerlilik iddiasını tartışmadan, dikkate almak mümkündü);
ancak konumların -a y n ı zam anda- düşünsel sonuca fiili nüfuzuna
ilişkin gerçeğin açığa çıkm ası, ayrıca bir veçhenin geçerliliğiyle ilgi
li kısm îliğin yöntem sel olarak oldukça kesin belirlenebilm esi (tarafı
m ızca kasıtlı olarak daha ayrıntılı ele alınm ış olan) gerçeği, bu türden
gerçeklerle ilgili bilgilerin, anlamsal ve geçerlilikleriyle ilgili önem
leri doğrultusunda, er ya da geç dikkate alınm asına ve epistem oloji
için sahip oldukları önem leri itibariyle bir problematik haline getiril
m esine yol açacaktır.
D em ek ki bilgi so sy o lo jisiy le ilgili problem atiğin, ep istem olo
jik problem atiğin yerini kendinden hareketle alıp onu yararsız kıl
ması değil; daha doğrusu bilgi sosyolojisiyle ilgili araştırmalarda
sadece gerçekliğin önem ini aşkınlaştıran olguların keşfed ilm esi, v e
günüm üzde yaygın olan epistem olojinin belli yaklaşım larının ve
önyargılarının herhangi bir revizyona tabî tutulmadan bu nitelikteki
gerçeklerin hakkının verilem em esi söz konusudur. K ısm ileştirm e
olgusunda kendini gösteren, tam da bizden, günüm üzde egem en
olan epistem olojinin tem el koşullarının revizyonunu talep eden o
yeni olan (N ovu m ) dır: Zira bu olguda - e n ön em lisin i vaktinden
ev v el ifade etm ek g erek irse- gerçeklerle (İnsanî ifadelerden hare
ketle bakış açısının k ısm iliğin e ilişkin gerçekle) ilgili pür tespitin
anlamsal bir önem taşıdığı, oluşun anlam sal bir oluş olabildiği, d o
layısıyla geçerlilik alanının herhangi bir oluştan koparılabilir bir
özerklik olarak inşa ed ileb ileceğin in en azından çok zorlaştığı bir
örnekle karşı karşıyayız.
E pistem olojinin, gerçeklerle ilgili tespitlerin ep istem olojik fi
kirler için prensipte ön em li olam ayacağına ilişkin ifad ece tem el-
lendirilm esi nedeniyle, bu yeni bilginin de ep istem olojik önem i
doğrultusunda değerlendirilm esi başarılı olmayacaktır. İlham gibi
gelen bu ifadenin ışığında, -g en işletilm iş görüş alanını tem el ala
rak v e problem lerin iç dinam iğini takip ed er ek - daha ilk esel dü
şüncelerde bulunm aya cesaret eden ve ampirik araştırmalardan
kaynaklanan herhangi bir b ilgisel zen gin leşm eye karşı, anında v e
şiddetle “so syolojizm ” sloganı kullanılmaktadır. G erçekler dünya
sından, geçerlilik anlam ında önem li olabilecek hiçbir şeyin türem e
sinin m üm kün olm adığına ilişkin a priori derecesine yü celtilen tes
pitle; a slî olarak bizzat bu önselliğin, ancak ifadelerin belli biçim in
den hareketle belirlenm esi, yalnızca onların bünyesinde olgusallık
kazanması ve buradan da tinsel bilim lere ve ep istem olojik bir aksi
yom a fazlasıyla hızlı yükseltilen bir gerçeklik bağlam lığının fa z la
sıyla erken bir tem el olduğu gözlem ine karşı diretilmektedir. E pis
tem olojinin “tekil bilim ler” karşısında tem el olm ası gereğine işaret
eden ve önsellik derecesine yüceltilen özkorunm ayla, aslında g e
n işletilm iş am piriden insan bilim lerine nüfuz ed eb ilecek canlandı
rıcı bilgi karşısında nihai olarak direnilmektedir. Ö nem siz açıklam a
larla dopdolu olan ve bir özerklik öğretisi olarak bu korumacı jes-
tin, nihai v e fiili olarak (gerçekte), geliştirilm iş am pirinin yarataca
ğı sarsıntılardan payını alabilecek akademik epistem olojinin son
aşam asının korunmasından başka bir işe yaram adığının farkına va-
rılmamaktadır. E pistem olojinin bir bütün olarak değil; sadece da
ralmış bir ampirinin daha erken aşam asıyla ilgilen m ek zorunda kal
m asıyla, bilginin imajının gerçekliğin v e onun tanınabilirliğinin özel
bir kesitinden hareketle, olu ş ile geçerlilik arasındaki ilişkinin sta
b ilize ed ilm esiyle nitelenebilecek yaln ızca tek bir ep istem olojik bi
çim in ebedileştirilm esi sonucunu yaratmıştır. D olayısıyla da koru
manın, aslında epistem olojinin insan bilim lerinden hareketle tekrar
gözden geçirilm esine karşı bir koruma olduğunun farkına varılm a
mak tadır.
B ilg i so sy o lo jisiy le ilgili bilgilerin etki alanı için görüş alanına
yer açm ak am acıyla, epistem olojinin tekil bilim ler karşısındaki ö n
celiğ in e işaret eden ve kendini ön sel bir gü ven le ortaya koyan te
oriyi bir k ez daha gözd en geçirm ek gerekir. Bu (7 J eleştirel v e an
lam lı bölüm den sonra ancak, ep istem olojik problem atiği daha şim
diden içeren epistem olojinin (2) p ozitif betim lenm esinin ilk adım ı
nı atıp, taslağı, kaba hatlarıyla çizm ey e çalışabiliriz.
E leştirel Bölüm.
D em ek ki ilk ön ce, mutlak özerk lik le ve b ilgi teorisinin tekil bi
lim ler karşısındaki mutlak ö n celiğ iy le ilgili problem i sarsıntıya uğ
ratan ya da gen iş kapsam lı şü ph eye düşüren tüm argümanların g ö s
terilm esi gerekir.
E pistem oloji ve tekil bilim. E pistem oloji ile tekil bilim arasında
ki ilişki iki yönlüdür. B ilgi teorisi, kurucu m ekânı itibariyle, tekil
bilim lere kıyasla tem el bir bilim niteliğini taşımaktadır; zira, som ut
olarak algılanan pratikte gerçekleşen b ilgi biçim lerinin ve bu yolla
elde ed ilm iş olan b ilg iy le ilg ili, içeriksel değerlere eşlik eden haki
kat v e doğruluk düşüncelerinin m eşrulaştırıcı zem inini içerm ekte
dir. A ncak bu, som ut olan her epistem olojinin; düşüncelerinin esa
sı olarak bilginin belli tarihsel bir tarzına sahip olduğuna, bilgi ve
algısal düşüncelerini bu tarzdan hareketle biçim lendirdiğine, b öyle-
ce de onunla tem ellendiğine ilişkin açıkça belirlenebilecek olan
gerçeği dışlam az. Prensip olarak bakıldığında (teorik iddiaları açı
sından) tem ellendirici bir önem e sahip olm asına karşın, gerçekte
ilgili bilgisel koşulların varlığıyla tem ellendirilm ektedir. Bu konu
ya zorlaştırıcı anlamda eklenen; bilginin bir bütün olarak kendisine
yansıdığı esastan çıkardığı prensibin, tam da gözünün önünde bulun
durduğu ve tarihsel-toplum sal olarak sunulan esasın ö zelliğ in e ve
kısm iliğine bağlı olmasıdır. Bu yüzdendir ki, İnsanî algılam aya e ş
lik eden tem ellendirici ve daha ilk esel düşünceler; gen el anlamda,
ancak düşünsel pratiği ve b ilgisel paradigmayı, insan gruplarının ve
bu çerçevedeki bilgi biçim lerinin gerçek tarihi aracılığıyla kendile
rine sunulduğu b içim iyle tem ellendirebilirler.
Bu bağlanıldıklar bir k ez g ö z önünde bulundurulduğunda, ep is
tem oloji v e tinle ilg ili öğretinin (sahip oldukları genel tem ellendi
rici önem inden d olayı) özel bilim lerden bağım sız, özerk bir gelişim
gösterm ek zorunda olduğuna ve bunlar tarafından sa r sılm a y a ca ğ ı
na ilişkin düşünce, artık geçerli olamayacaktır. Ancak aralarındaki
ilişki, aşağıdaki anlam da tasavvur ed ild iğin d e, epistem oloji v e tin
le ilg ili öğretinin sağlıklı gelişim in in müm kün o lab ileceği görüşü
daha da yaygınlık kazanacaktır:
Yeni bilgi biçim leri; İlkeler bilim i olasılıklarını ortaya koyduk
tan sonra, yani ep istem olojiyle m eşruluk kazanmadan ön ce d eğil,
son kertede ve daim a k olek tif yaşam sal bağlam lılıktan doğarlar.
G erçekte ise durum tam tersinedir: İlkeler bilim inin gelişim i, am
pirik unsurda olup biter; kökten d eğişim leri ise fiili bilgi b içim le
rinde gerçekleşen kökten d eğişim lerd e m eydana gelir. D em ek ki
bilincin daha gen el tabakalarındaki devrim , doğrudan “pratik” idra
kin tabakalarındaki devrim den daha sonra başlar. Ve ilk esel tem el
ler; basamak basam ak gen işleyen “g eçm işi so rg u la ya ra k”, ancak
soru sorm a yöntem i sayesinde, ve esasen oluştukları daha eski bil
gi biçim lerini m eşrulaştırabilecek derecede d eğil, sadece onun d ı
şında daha yeni bilgi biçim lerinin taşıyıcı zem inini oluşturabilecek
derecede giderek daha çok yum uşayıp gelişeceklerdir. Tüm genel,
tem ellendirici fe lse fî disiplinler aynı ö ze l durum içinde bulunm ak
tadırlar: Yapılarını; en belirgin biçim de, kendini daim a p ozitif huku
kun yargıcı ve eleştirisi olarak gösteren hukuk felsefesi bünyesinde
tespit etm ek mümkündür.
Bu b ilgi, tek başına, ep istem oloji ile felse fey e karşı bir anlam
taşımaz. T em ellendirici fikirleri v azgeçilm ez niteliktedir: Zira,
epistem oloji ile fe lse fe y e ilkesel olarak ne kadar karşı olm ak isten
se de, onlara tam da bu ilk esel biçim de karşı çıkm aktan başka çare
olm azdı; ancak bizzat bu ilk esel biçim deki karşı çıkış -te m e l taba
kaya nüfuz ettiğ in d en - kendiliğinden (eo ipso) fe lse fî bir önem ta
şıyacaktır. Her fiili b ilginin, onu m eydana getiren tem ellendirici
onurunu da içinde barındıran ilkesel bir tabakası vardır; ancak yapı
sal anlamda d eğerlendirilm esi gereken bu tem ellendirici konum; te
m ellendirici am açta yatan ön celiğin içindeki m evcut içeriksel tes
pitlerin ön sel teminatı olarak kullanılm ası anlamında, b ilgiyle ilgili
ilerlem eyi en gellem ek am acıyla, ön sel kesin b ilgiler kozunu fiili
deneyim lerden doğan bilgilere karşı kötüye kullanmamalıdır. Zira,
tem ellendirici unsurlar içindeki yanlışlık ya da kısm ilik, daima d o
laysız bilgi süreci sayesin de kazanılan kökten değişim lerden hare
ketle yum uşatılıp yeniden gözden geçirilebilir ve hatta geçirilm eli
dir. G erçekliklerle ilg ili yen i bilgiden hareketle ilkeler tabakasına
düşen ışığın önü, düşünsel tutukluklarca kapanmamalıdır. Yeni y e
ni önü açılan ampirik sahalar tabakasından tem ellendirici unsura
her seferinde tekrar tekrar yeni apaçıklıkların yansım asından oluşan
bakış alanının çok önem li geliştirm e olasılıklarından biri de; tam da
bilgi so sy o lo jisiy le ilgili kısm ileştirm e yardım ıyla daha eski ep iste
m olojiyi k ısm î bir b ilgi biçim i olarak deşifre edip, bizden başka
başka bilgi biçim lerine ait tem ellendirici unsuru, dahası; şim diye
kadar u laşab ileceğim iz tarihsel olarak varolan bilgi biçim lerinin tü
münü m uhtem elen kapsayan tem ellendirici unsuru zım nen bulmayı
talep eden adımdır.
B ö y lec e, şim d iye kadar ki ep istem oloji ve tinle ilgili öğretinin
belli bir bilgi m odelinin inşasında ne dereceye kadar sadece kısm î
bir rol oynadığını gösterebilm enin de önü açılm ış oldu:
3. HÂKİM EPİSTEMOLOJİK
YAKLAŞIMIN KISMÎLİĞİNİN BELİRLENMESİ.
&
Mannheim, belirlenm işliğe en çok tâbi olanların
özgürlükten bahsedenler olduğu, öte yandan,
toplumsal belirlenimde ısrar edenlerin, paradoksal
l .. ----- 'şliğin üstesinden gelme
nda olduğu görüşündedir.
O halde, ıc bahiste en ileri noktada
görünen M e kadar muaftır? Marksizm,
karşı tarafa uyguıaaıgı yoıııem ı Kendine uygulamamaktadır
Mannheim’a göre.
Düşüncenin varoluşa bağlılığım ana sav olarak kabul eden
Mannheim, bu problematiği, sim gesel nitelikte iki kavramla,
‘id eo lo ji’ ve ''ütopya' ile karşılamaya yönelir ve kitabına da,
problemin bu yönünü vurguladığını ifade etmek üzere bu adı
verir.
Ezilenler, mevcut gerçekliği görmezden gelir, somut koşulların
analizini hedefleyen bir düşünce biçimi oluşturamazlar. Onların
düşüncesi ütopiktir. Mannheim, bu görüşüyle, Durkheim’ın
sosyalizmin ezilenlerin “ ö c î çığlığı” olduğuna ilişkin düşüncesini
çağrıştırır. Ama M annheim’ın yüreğinin ütopyalara kaydığı
gözden kaçmaz.
“Serbestçe süzülen entelijensiya”, toplumsal belirlenim ilişkilerini
aşma konusunda özel bir yere sahiptir. Bu tabaka, bilginin
önkoşulu olan “m esafe koym a”mn sosyolojik karşılığıdır.
Entelijensiya, partili olsa bile, bu bütünsel konumunu koruyabilir.
Ezilenlerin ‘bilinen’ argümanlarının uçuculaştığına ilişkin yaygın
bir kabulün olduğu günümüzde, İdeoloji ve Ütopya'nm, ezilenlere
argüman arayışı için bir eksen olacağı umulur.