Professional Documents
Culture Documents
Tevhid
Tevhid
26/02/2008
ِ الرِح
يم َّ بِ ْس ِم الل ِّه
َّ الر ْحمـَ ِن
دروس العقيدة
من العقيدة الواسطية
EL-AKĠDETU’L VASITIYYE’DEN
AKĠDE DERSLERĠ
Ubeydullah Arslan
Uluslararası İslamabad İslam Üniversitesi Mezunu
Not :
Aşağıdaki şerh, Şeyhul İslam İmam İbn Teymiyye’nin Akidetul Vasıtıyye adlı
Ehl-i Sünnet Akidesini içeren risalesinin şerhidir.
Bu risale her müslüman tarafından okunmalı, ezberlenmeli, okutulmalı, iman edilmelidir.
Aşağıdaki risalede öncelikle Şeyhul İslamın yazdığı ana metin verilmekte sonra da o metin şerh
edilmektedir.
GĠRĠġ :
El Akidetu’l Vasıtıyye ne demektir?
Akide Sözlükte: Rabtetmek, bağlamak, sağlamlaştırmak, iyice bağlamak, kenetlemek demektir.
Akide Istılahta: Ġnsanın hak olsun batıl olsun itikad ettiği hükümler, inançlardır.
Vasıtıyye demek: Vasıt Irak‘ın güneyinde Küfe ile Basra arasında orta bir yerde olduğundan dolayı
isimlendirilen bir diyardır.
الرحِيم
َّ الر ْح َم ِن
َّ ِِب ْس ِم هللا
“ Bismillahirrahmanirrahim. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile ”
Müellif, Allah’ın kitabına ve Rasulullah’ın ( sallallahu aleyhi vesellemin) sünnetine uymak amacı
ile eserine Bismillahirrahmanirrahim diyerek başlamıştır. Rasulullah ( sallallahu aleyhi vesellem)
Sahabiler, Âlimler bir amele ve söze başlarken Bismillahirrahmanirrahim diyerek
başlamışlardır.[4]
1.Delil: ― Kuran surelerinin başında bulunan Bismillahirrahmanirrahimler….‖
2.Delil: ― (Nuh) dedi ki: Binin içerisine! Onun akması da durması da Allah‘ın
adıyladır.(Bismillah )‖ (Hud, 41 )
3.Delil: ― Rasulullah‘ın ( sallallahu aleyhi vesellem) mektuplarına Bismillah diyerek
başlamalarıdır.‖
Taifa Mansura, Fırka Naciye, Ehl-i Hadis, hepsi de aynı topluluk mudur ? Taife Mansura ( İlahi yardıma
mazhar), Fırka Naciye(kurtuluşa ulaşan), Ehl-i Hadis diye isimlenenlerin hepside aynı topluluktur. Bu
Müslümanlar; sağlam İtikadlı, bidatten uzak sünnet ehli Müslümanlardır. İman ve amel ilkelerine kuran ve
sahih sünnetten deliller getirerek iman ederler.Dinin esaslarına ve fürularına; hüccet-delil-beyyineyle
sarılırlar.O halde tüm bu ismi alanlar aynı topluluk olup tek ismi Ehl-i Sünnet ve‘l Cemaat‘tir. Allah bizleri
onlardan eylesin (Allahumme Amin.)
Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat ne demektir ? İtikadlarını, sözlerini, amellerini, Rasulullah ve ashabından alarak
iman ve amel edenlerdir. Ehl-i Sünnet Rasulullah ve ashabının iman ettiği ve amel ettiği yol üzerinde gidenlere
verilen bir isimdir.Ehl-i Sünnet ve‘l Cemaat Rasulullah‘ın, sözlerine, amellerine ve takrirlerine sarılan amel eden
Müslümanlardır.[17]
Cemaat:İtikadlarını, sözlerini, amellerini Rasulullah ve Ashabına dayandıran, bir araya gelmiş topluluktur.
Ġman Allah’a, meleklerine, kitaplarına, resullerine, öldükten sonra diriliĢe iman etmek ve hayrıyla, Ģerriyle
kadere inanmaktır.
Allah’a iman:Allah‘ın kesin olarak Rab, Malik, İlah olduğuna inanmak, zatına layık isim ve sıfatları ispat etmek,
zatına yakışmayan isim ve sıfatlarını nefy etmek, ibadete layık tek ilah olduğunu kabullenmek ve birlemek,
emrettiklerini yerine getirmek, yasakladıklarından uzak durmaktır.
Meleklerine iman:Allah‘ın ismen bildirdikleri meleklerin varlığına, sıfatlarına, kulluklarına, itaat ettiklerine,
evlenmediklerine, isyan etmediklerine iman etmektir.
Kitaplara iman:Allah‘ın indirdiği kitaplara iman etmek, emirlerine tutunmak, yasakladıklarından uzak durmak,
ismen kabullenmek, nur-hidayet- hak beyan ettiğine inanmak.
Resullere iman:Allah‘ın onları kullarına gönderdiğine, bildirdiklerinin doğruluğuna, Allah‘ın emrettiği risaleti
ulaştırdıklarına, aralarında hiçbir fark olmadığına,kuran ve sünnette ismi geçenlere iman etmektir.
Hayır ve Ģerrin Allah’tan geldiğine iman:Zamanını ve mekanını Allah‘ın takdir ettiği başa gelen tüm hayır ve
şerrin Allah‘tan geldiğine inanmaktır. Zira Allah ezeli ilmi ve yüce kudreti ile her şeyin kaderini belirlemiştir.
Öldükten sonra diriliĢe inanmak; Allah‘ın insanı öldürdükten sonra dirilteceğine inanmaktır.
Kadere iman [19] Kader Lüğatta: Bir şeyin miktarını kuşatmak, bilmek, anlamına gelir.
Istılahta: Allah‘ın eşyanın miktarlarını ve zamanlarını ezelden Levh-i Mahfuz da yazmış olduğu sözler ve
amellerdir.
Kaderin şerri ve hayrı takdir edilenlerden başka bir şey değildir. Üzerimize yazılan şer takdir
edilendir ama Allah Fiili değildir. Yani Allah’ın kuluna yazdığı şer gibi gözüken şeyler, bir başka
yönden hayır olabilmektedir.
1.Delil: ―İster yeryüzünde, ister nefislerinizde meydana gelen her bir musibet mutlaka bizim onu
yaratmamızdan önce o bir kitapta yazılmıştır.‖ (el-Hadid, 2)
2.Delil: ―Allah‘ın ilk yarattığı şey kalemdir. Ona Yaz dedi, O Ne yazayım? Deyince, olacak olan her şeyi yaz, diye
buyurdu.‖ (Ebu Davud, Tirmizi, Müsned, sahih hadistir.)
3.Delil: ―Allah yarattıklarının kaderlerini gökleri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce takdir etmiştir. Arşı da su
üstünde idi.‖(İmam Müslim-Tirmizi)
Allah’ın zatını, Allah ve Resulünün sıfatlandırdığı gibi sıfatlandırarak aşağıda gösterilen dört
esas ile iman edeceğiz.[20]
1-Tahrif etmeden iman edeceğiz. Tahrif Lüğatta: Değiştirmek demektir Istılahta : Nassı (ayet ve hadisleri)
lafız veya anlam olarak değiştirmektir. Tahrif üç çeşittir.
1-Anlamı değiĢen Lafız(söz, kelime) Tahrifi : Bazı sapık fırkalar(Muattıla) Allah‘ın konuşma sıfatını inkar
etmek için, ― ve Allah Musa ile konuştu.‖ Ayetinin Allah lafz-ı celalini üstün okuması(Allahe diyerek), aslında
okunması gereken Allahu olarak idi. Bu tür okuma manayı-anlamı değiştirir ki kim böyle değiştirirse (bilerek)
kafir olur.
2-Anlamı değiĢmeyen Lafız ( söz, kelime ) Tahrifi : Mesela Kişinin Elhamdu okuması gereken yerde Elhamde
okumasıdır ki bu insanın hatasıdır.
3-Anlam Tahrifi: Delilsiz olarak bir lafzı(sözü-kelimeyi) açık anlamı dışına çıkarmaktır. Mesela; Allah‘ın elinden
maksat, nimet ve kudret demek. Bu söz hiçbir delile dayanmaz. Mesela yine İstiva manasının sapık fırkaların
yanında İstila, egemenlik olarak manasının doğru olarak kabul edilmesi.
3-Tekyif etmeden iman edeceğiz. Tekyif: Allah‘ın sahip olduğu sıfatların keyfiyetini (nasıllığını)
soruşturmaktır. Allah‘ın elinin, Allah‘ın inmesinin, Allah‘ın yüzünün niteliği, özelliği şu şekildedir diyerek
konuşmaktır. Diyelim ki, Benim bir kalemim var, keyfiyeti şöyle şöyle demek gibidir.
Temsil: Allah‘ın sıfatlarının, yaratılmışların sıfatları gibi olduğuna inanmaktır. Diyelim ki, Kalemim tıpkı şunun
kalemi gibidir demek Ehl-i Sünnet Allah‘ın isimlerini temsilsiz ispat eder, derki Allah hay‘dır, ama bizim
hay‘lığımız gibi değildir, Allah‘ın yüzü vardır, ama yüzü bizim ki gibi değildir.[23]
1.Delil: Onun benzeri hiçbir şey yoktur.‖ Şura, 11 (Allah bu ayette temsili reddetmektedir.)
2.Delil:O‘nun adıyla anılan bir kimse biliyor musun ? Meryem, 65 (Allah benzeri olmadığını ispat etmektedir.)
3.Delil: Kimse O‘nun dengi değildir. İhlas, 4 (Allah dengi olmadığını söylemekle temsili olmadığını ispat
etmektedir. )
4.Delil: Artık Allah hakkında örnekler bulmaya kalkışmayın. (Nahl, 74)
Mümessile (Temsilciler) neye dayanarak temsile yönelmiĢlerdir, delilleri nelerdir ? Mümessile, Allah;
―kitabını anlayabileceğimiz, manalarını idrak edebileceğimiz açık ayetlerle bize bildirmiştir‖ der. Allah el, yüz,
göz diyorsa bu bizim anladığımız, gördüğümüz, bildiğimiz el yüz gözdür. Bu sebeple Allah‘ın eli yüzü gözü insanın
eli ve gözü gibidir, tıpkı diyerek bu inanca yönelmişlerdir.. Delil olarak kendilerine el, yüz, göz kelimelerinin
geçtiği ayetleri delil alırlar.
“Bilakis yüce Allah’ın: “Onun benzeri hiçbir Ģey yoktur ve O her Ģeyi iĢitendir, görendir.”(eĢ-ġura, 11)
buyruğunda dile gerçeğe iman ederler.”
Müellif, Ehl-i Sünnet olan Müslümanların Allah’ı mahlukatına benzetmeden, zatına yakışır
sıfatları ispat ederek ve zatına yakışmayan sıfatları da nefy ederek iman ederler demektedir.
Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat Akidesinin sıfatlar hususunda ki düsturu şura 11. ayeti kerimeye
dayanır. Allah ayetinde iki temel esası beyan ederek iman ve inkar edilmesi gerekenleri belirler.
1.Esas: Allah‘a yaraşır kuran ve sünnetin ispat ettiği (kabullendiği) tüm isim ve sıfatları ispat eder.
2.Esas:Allah‘a yaraşmayan Kuran ve sünnetin nefyettiği (reddettiği) tüm isim ve sıfatları nefy eder.
Ehli Sünnet bu iki esas üzerine bina ettiği sıfatlar konusunda; Hak yoldadır. Zira, diğer sapık
fırkalar ve bidatçi itikadi akımlar kuranın ve sünnetin sınırını aşmışlardır. Fırkalardan kimileri
Allah’ın sıfatlarını (Semi-Basir) ispat edersem Allah’ı beşere benzetmiş olurum diyerek inkara
yönelmiş (Muattıla), kimileri de Allah’ı beşere benzeterek (Müşebbihe)[25] sapık şirk yola
yönelmiştir. Hak yol ise, Allah’ın sıfatlarını 7 yola kaçmadan, Allah ve Resulünün ispat ve
nefyettikleri gibi öylece kabul etmektir.
“Bu sebepten ötürü onlar yüce Allah’ın kendi zatını nitelendirdiği vasıfları ondan nefyetmezler, kelimeleri
kullandıkları yerlerinden (açık anlamlarından) uzaklaĢtırmak yoluna gitmezler. Onlar Allah’ın isim ve
ayetlerine ilhada sapmazlar. Onun sıfatlarını, yaratıklarının sıfatına benzetmezler ve
keyfiyetlendirmezler.”
Öncelikle bilelim ki; Allah kendi zatına hangi isim ve sıfatları ispat etmiş ve hangisi de layık
görmeyip nefy etmişse öylece ispat etmek ve nefyetmek esastır. Zira bu yol Ehl-i Sünnetin
akidede yoludur. Kim Allah ve Resulünün ispat ve nefyettiği isim ve sıfatları ispat etmeyerek ve
nefyetmeyerek kelimeleri kullanılması gereken yerde kullanmazsa sapar. Bir kimse, Allah’ın
elini kudret, istivayı istila gibi tahrif ederek kullanılması bir sapıklıktır. Bu yüzden Ehl-i Sünnet
Allah’ın isim ve sıfatları hususunda; Allah’ın ispat ettiğini ispat eder, nefyettiğini nefyeder,
kelimeleri kullanılması, bilinmesi gereken manada kullanır, isim ve sıfatlarda inkara yönelmez,
Allah’ın sıfatlarını mahluklara benzetmez, sıfatlar hususunda keyfiyetlendirmeye gitmez.
Kelimelerin kullanılması gereken yerde kullanmayarak Ġlhada(eğriliğe) sapmanın hükmü nedir? Kelimelerin
kullanılması gereken yerde kullanılmaması ve böylece eğriliğe sapmak haramdır. Allah‘ın bildirdiklerini, hiçbir
delile-hüccete-burhana dayanmadan, tevil-tahrif-tatil-teşbih etmek asla kabul edilir bir doğru değildir. Bu
sapmadır, Allah korusun, bu inanç biçimi, küfür, büyük günah, olabildiği gibi, günah sahibini özürlü kılacak bir
hata da olabilir. O zaman İlhadın hükmü çeşit çeşittir. Her tahrif küfür hükmünde değildir.[27]
Bazen alimler “nefiyden maksat kemalin ispatıdır” derler bu ne demektir ? Bu sözden maksat, Allah‘ın kendi
zatı için nefyettiği bir sıfatın zıddının Allah için bir kemal sıfat olmasıdır. Mesela, Allah Bakara 255. ayette
―O‘nu ne bir uyuklama alır ne de bir uyku‖ buyurmaktadır. Allah bu ayette uyuklamayı ve uyumayı zatından
nefyetmiştir. Bu nefy, Allah‘ın Diri ve Kayyum olduğunu ve bu sıfatlarında Allah da kemal derecede olduğuna
delildir. Buradaki uyuklama ve uyuma nefyi, Allah‘ın diri ve Kayyum sıfatını ispat eder. Diyelim ki ― Muhammed
tembel ve asi değildir‖ dersek , biz Muhammed hakkında tembelliği ve asiliği nefyetmiş oluruz. Bu nefyin gereği
de ―Muhammedin Çalışkan ve itaatkar ‖ olduğunu, çalışkanlığı da kemal derecede bulunduğunu söylemiş oluruz.
Allah ayetlerinden sapmak ne demek ve ilhada sapanları Allah ayetinde uyarmıĢ mıdır ? Allah ayetinden
sapmak iki türlüdür:
1-Kevni sapma: Allah‘ın yaratan, öldüren, düzenleyen, meydana getiren olarak görmeyerek Nebilere-salihlere-
şıhlara-velilere bu sıfatları vermektir ki bu bir sapmadır.(Yaratan Allah olduğuna ayetler:Fussilet, 37 / Rum, 20-
22-23-24/Sebe, 22)
2-ġeri sapma:Allah ayetlerini inkar etme, yalanlama, tahrif etme, zıddına hareket etmedir.(Hac, 25)
“Çünkü Ģanı yüce Allah’ın adaĢı yoktur, dengi yoktur, eĢi benzeri yoktur.”
O’nun ismi gibi bir isme layık, o ismi hak edecek bir benzeri yoktur. [29]Yani İbn Abbas’ın dediği
gibi;Onun ismine benzer, aynı, tıpkı bir isim yoktur.[30] Allah’ın benzeri, tıpkı aynı ismi ve dengi
yoktur. Onun sıfatlarından birini mahlukatın sıfatına benzetmek, dengi olduğunu söylemek,
sıfatlarını taşıyan aynı isimde zat olduğunu söylemek, caiz değildir.[31]
1.Delil: ―Onun adıyla anılan bir kimse biliyor musun ?‖(Meryem, 65)
Onun dengi yoktur denince:Onun dengi, benzeri, eşit olanı yoktur demektir.
1.Delil: ―Kimse de O‘nun dengi değildir‖ (İhlas, 4)
Onun eĢi benzeri yoktur denince:Onun benzeri, aynı sıfatları taşıyan, dengi yoktur.
1.Delil: ―Artık Allah‘a eşler koşmayınız‖ (Bakara, 22)
Allah’ın isminin aynısı yoktur demiĢtik fakat insanlardan kimileri Allah’ın bazı isimlerini(Aziz-Alim)
taĢımaktadırlar ne derseniz ? Bu isimlerdeki ortaklık sıfatlarında ortaklığını getirmez. Eğer Aziz Allah‘a izafe
edilirse bu aziz ismi ancak Allah‘a verilir. Fakat aziz ismiyle insana izafe edilirse bu da ona verilir. Allah‘ın
azizliği ile insanın azizliği birdir demek de mümkün değildir.
Kıyas Üç çeşittir.
1-ġumuli Kıyas:
Külli bir şeyi cüzi olan bir şeye delil göstermektir. Külli verilen hüküm cüzi de içerir.
Mesela: Hayat (diri) diyelim. Her canlı (külli) diridir diyerek bu sebeple Allah da diridir demek ki bu kıyaslama
yolu yanlıştır, Zira Allah kulları ile kıyaslanmayacak kadar yücedir. Allah‘ın diri olmasını insanın diri olması
sebebiyle kıyaslamak sapıklıktır.
2-Temsili Kıyas:
Büyük önerme ile küçük önerme arasındaki benzerliğin varlığına dayalı olan kıyastır.
Mesela: Allah‘ın eli, gözü insanın eli gözü gibidir diyerek kıyaslamaya gitmektir.
Mesela: İnsanı sarhoş eden her şeyin içki olduğunu söylemek ki (esrar-eroin solunum yolları ile alınır ki bunlara
içki demek doğru olur mu ) demek gibi kıyaslamaya gitmek.
3.Evla kıyas:
Yaratılmışlar için sabit olan her bir kemal sıfat, Allah’a daha çok yakışır bir sıfattır diyerek
yapılan kıyastır ki bu kıyas caiz, diğer ikisi asla caiz değildir. İnsanda olan bilme-işitme-görme-
kudret sahibi olma sıfatları yaratan şanı yüce olan Allah için daha evladır.(daha layıktır) Yine
insan yücedir, eğer insanın yüceliği söz konusu ise Allah daha yücedir.
İnsanda olan her bir sıfat Allah’ın verdiği kadarı ile bulunurken, Allah için bu sıfat kemal
derecede bulunur.İnsanda bulunan sıfatları, Allah’a kemal derece de isnad ederken, nassla
sabit olan sıfatları ancak verebiliriz. [32]
ġüphesiz ki O hem kendi zatını, hem de baĢkasını en iyi bilendir. O’nun sözü yaratılmıĢların sözünden daha
ve daha güzeldir. Diğer taraftan Allah’ın Resulleri de O’nun hakkında bilmedikleri Ģeyleri söyleyenlerin
aksine hem doğru sözlüdürler, hem de doğrulukları tasdik edilmiĢ olanlardır.
Allah kendi zatını en iyi bilendir demek, Allah zatına en uygun isim ve sıfatları vermede en layık
olandır, bu sebeple Allah zatına layık olan en güzel isim ve sıfatları layık görmüştür demektir.
Bizler o isim ve sıfatları 4 yola kaçmadan kabul etmeli, iman etmeli, Allah ve Resulünün layık
gördükleri o güzel isim ve sıfatları Allah için layık görmeliyiz. Allah kendi zatına, kullarına,
kainata neyin gerekli neyin layık olduğunu en iyi bilendir, bunda şüphe yoktur. Allah hakkında ve
onun isim ve sıfatları hakkında kıyasa, benzetmeye, inkara gidenlere bu sözler bir reddiyedir.
İmam İbn Teymiyye bu cümlelerle, Ehl-i Sünnet dışı fırkalara cevap vermekte ve Allah kendi
zatına layık gördüğü isim ve sıfatları en iyi bilen olduğundan ona layık olan tüm isim ve sıfatları
kabul etmeliyiz demektedir. Diyelim ki, bir üretici firmanın mühendisleri, patronları mı daha iyi
bilir çıkarılan ürünü kapı önündeki bekçi mi ? Diyelim ki, Bilgisayar mühendisi bir kimse mi daha
iyi bilir Bilgisayardan hiç anlamayan biri mi ?
1.Delil : ―Rabbinin kelimesi doğru ve adil olarak tamamlandı.‖ (Ayette Allah ayetlerinin dosdoğru ve adil olarak
bildirildiğini, tamamlandığını beyan ederek eksiksiz ve en layık olacak bir güzellikte beyan edildiğini bildirir.)
“O’nun sözü yaratılmıĢların sözünden daha ve daha güzeldir.” Sözünden maksad, İsim ve sıfatları yüce olan
Allah, sözlerin, emirlerin, hükümlerin en güzelini söyler ve koyar. Allah ‗dan daha güzel sözlü kim olabilir ?
Allah‘tan daha güzel kim hüküm verebilir ? Allah‘tan daha güzel kimin ismi olabilir ? O en güzel isim ve sıfatların
sahibidir.
1.Delil: ―Hiç şüphesiz en doğru söz Allah‘ın sözüdür.‖ (İbn Mace, Tirmizi, Müsned, Tabarani, Beyhaki, Ebu
Davud, Nesai)
“Diğer taraftan Allah’ın Resulleri de O’nun hakkında bilmedikleri Ģeyleri söyleyenlerin aksine hem doğru
sözlüdürler, hem de doğrulukları tasdik edilmiĢ olanlardır.” Sözünden maksad, Allah Resulleri, Allah
hakkında bildirdikleri isim ve sıfatlar hususunda bilmedikleri haberleri bildirmemişlerdir. Onlar doğru bilgilerle,
en sadık haberlerle ümmetlerini bilgilendirmişlerdir. Allah onları sadıklar olduğunu teyid etmiştir. Rasulullah
insanlara haber vermek istediği isim ve sıfatlar hususunda en iyi bilendir. Rasulullah‘ın bildirdiği ve davet ettiği
yol vahyin yolu olduğundan dolayı eksiklik olması mümkün değildir. O halde, Allah ve Resulünün bildirdikleri tüm
isim ve sıfatlar haktır, iman edilmelidir ve ayrıca en güzel isimlerdir.
1.Delil : ―Eğer bazı sözleri uydurup bize isnad etseydi, biz onu elbette kudretimizle alıverirdik. Sonra kalbinin
damarını elbette koparırdık.‖ (Hakka, 44-45-46 )
Allah’ın isim ve sıfatlarına iman hususunda yapılması gereken temel vacip nedir ?
1-Allah’a zatını vasıflandırdığı gibi kabullenerek inanmalıyız:
Allah’a iman onun isim ve sıfatlarına inanmayı gerektirir. Allah’ın zatı, isimler ve sıfatlarla
vasıflıdır. Allah’ın zatının sıfatları olmadığına inanmak mümkün değildir. Kesinlikle bir zat sıfatla
vasıflıdır, sıfatsız zat olmaz.[33]
2-Allah’ın sıfatları bizlere gaybidir. Bu yüzden nass(ayet ve hadis) da geldiği gibi nass dıĢına çıkmadan inanmalıyız:
Allah’ı Allah ve Resulünün sıfatlandırdığı gibi vasıflandırmak farzdır. Allah hakkında kuran ve
hadise dayanmadan yapılan vasıflandırmalar caiz değildir.
1.Delil: ―Bilmediğin bir şey ardına düşme.‖ (İsra, 36)
Ahmed Bin Hanbel: ―Allah zatı Allah‘ın ve Resulünün sıfatlandırdığı gibi sıfatlandırılmalı Kuran ve hadis dışına çıkmamalıdır.‖
3-Allah kendi zatını vasıflandırmadığı herhangi bir sıfatla vasıflandırılamaz.
Yani Allah’a yakışmayan, zatına vermediği herhangi bir sıfatı vermek asla caiz değildir.
4-Kuran ve sünnette gelen nasslara zahir üzerine bırakarak inanmalı.
Nassla gelen sıfatları zahiri anlamı üzerine kabullenmeli, herhangi bir tevil, tatil, teşbih, temsil,
tekyife gitmeden geldiği gibi inanmalıdır.
5-Akıl, Allah’ın isim ve sıfatlarını kavramada ölçü değildir.
Mücerred akıl asla Allah sıfatlarını kavramada ölçü olamaz, Akıl nassı doğrulamak, manasını
kabullenmek, inanmak zorundadır.
Bundan dolayı yüce Allah “Ġzzet sahibi olan Rabbin onların niteleye geldiklerinden münezzehtir.
GönderilmiĢ peygamberlere selam olsun, alemlerin Rabbi Allah’a da hamd olsun (es-Saffat, 180-182)
buyurmaktadır.
“İzzet, şeref, yücelik sahibi Allah isim ve sıfatlarında eşi, benzeri, dengi, olmadığından dolayı,
Ehl-i Sünnet dışı fırkaların niteleye geldikleri batıl tevillerden, inkarlardan, tahriflerden,
teşbihlerden uzaktır. Yüce Allah, müşriklerin kendisine nispet ettikleri eşi bulunmaktan, çocukları
olmaktan, her türlü eksiklik ve kusurdan uzaktır” demek istemiştir.
1.Delil: “Allah koştukları ortaklardan münezzehtir.” ((el-Haşr, 23)
2.Delil : ― Kendine isim olarak verdiğin yahut kitabında indirdiğin yada mahlukatından herhangi bir kimseye
öğrettiğin yahut gayb ilminde kendi nezdinde kendin için mahfuz tuttuğun, sahip olduğun her bir isimle senden
diliyorum.‖ (Müsned, Albani sahih demiştir.)
Müslüman Rabbini kaç yönde tenzih etmelidir ? Müslüman 5 yönde rabbini tenzih etmelidir.
1-Allah’ı Rububiyyette ortağı olmadığı hususta tenzih etmelidir. Zira bazı insanlar, yerde ve
gökte velilerin yardımcılar olduğuna inanmaktadır.
2-Allah’ı Uluhiyyette ortağı olmadığı hususta tenzih etmelidir. Zira, müşrikler Allah’a ibadette
ortaklar isnad ederler.
3-Allah’ı isim ve sıfatlarında zatına layık olmayandan tenzih etmelidir. Zira, Ehl-i Sünnet dışı
fırkalar, Allah hakkında Allah’a layık olmayan isim ve sıfatları vererek, inkar ederek, benzeterek
sapmaktadırlar.
4-Allah’ı yarattığı mahlukatında hikmetle ve güzelce yaratma hususunda tenzih etmelidir. Zira,
bazı fırkalar Allah’ın alemi, çeşitli varlıkları gereksiz, olarak yarattığına inanır.
5-Allah dinini, şeriatını, Rasulullah sünnetini her tür yanlışlıktan, çelişkiden, eksiklikten,
ayıplılıktan tenzih etmelidir. Zira bazı düzenler ve batılı zihniyetler, Allah’ın nizamını, şeriatını,
dinini günümüz asrında yeterli görmemektedirler.[35]
1.Delil : ―Allah onların niteleye geldiklerinden münezzehtir.‖(Muminun, 91)
2.Delil : ―Sen bizzat kendi zatını övdüğün gibisin‖ (Buhari-Müslim)
“GönderilmiĢ peygamberlere selam olsun, alemlerin Rabbi Allah’a da hamd olsun (es-Saffat, 180-182)
sözünden ne anlamalıyız ? Müellif İmam İbn Teymiyye, Resullerin Allah‘tan aldıkları vahiyleri, emirleri,
hükümleri, isim ve sıfatları olduğu gibi saptırmadan, haksızlığa kaçmadan, batılla karıştırmadan, kullara
duyurduklarından dolayı selamı hak ettiklerini, bu sebeple de onlara selam, esenlik, huzur, rahmet üzerlerine
olsun demektedir. Yanı sıra, övülmeye, hamd edilmeye en layık olanın yalnız Allah olduğu gerçeğini de
bildirmektedir.
Yüce Allah kendi zatını nitelendirdiği ve kendisine verdiği isimlerinde hem nefy, hem de ispatı bir arada
zikretmiĢ bulunmaktadır.
Allah, zatını nitelendirirken ve zatına isim verirken, ispat ve nefy yolunu seçmiştir. Yani, Allah
zatını nitelendirirken ispat ve nefy yolunu seçmiş yine zatına isimler ve sıfatlar verirken zatına
layık olan ve olmayan isim ve sıfatları zikretmiştir. Allah zatına ve kemal sıfatına layık olmayan
her türlü isim ve sıfatları, ayıplıkları, noksanlıkları, zatından nefy etmiş, kemaline yakışır isim ve
sıfatları da ispat etmiştir.
Diyelim ki, Allah zatını nitelendirirken eşi, benzeri, dengi, zıttı, ortağı, oğlu bulunmaktan
cahillikten, acizlikten, unutmaktan, uyuklamaktan, uykudan, zatını nefy etmiştir.
Diyelim ki, Allah zatına isim ve sıfatlar verirken Rahman, Selam, Metin, Semi, Basir, Konuşan,
gören istiva eden, el, yüz, gibi isim ve sıfatları ispat etmiştir.
Nefy’de icmal (toplu ve özlü )ne demektir ? Nefy‘de icmal demek, Aziz ve Celil olan Allah‘ı yüce kemaline
yakışmayan ve çelişen her türlü kusur ve eksiklikleri zatından beri kılmaktır. Kuran ve sünnet hangi sıfatları
zatından nefyetmişse öylece nefiy etmeli, aklıdan ve hevadan sıfatlar nefyetmemelidir.
1.Delil: ―O‘nun benzeri hiçbir şey yoktur.‖ (Şura, 11)
2.Delil: ―O‘nun adıyla anılan bir kimse biliyor musun ?‖ (Meryem, 65)
3.Delil:”Allah onların niteleye geldiklerinden münezzehtir.‖ (el-Müminun, 91)
Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat akidesi ve ehli, asla imamlar, önderler, muallimler olan Resuller
yolundan ister itikadi olsun ister ameli boyutta olsun bir karış ayrılmazlar, uzaklaşmazlar. Ehl-i
Sünnet yolu Resuller, sıdıklar, şehitler, salihler, yoludur.İmam İbn Teymiyye’nin (r.h.) bu sözü
Ehl-i Sünnetin yolunun resul yolu olduğuna delildir.[38]Ehl-i Sünnet dışı yola yönelmek resullerin
yolundan ayrılmak olduğu ve bununda sapıklık olduğu açıkça bu cümlede beyan
edilmektedir.Allah Rasulu Muhammed’in (s.a.v.) sıfatlar hususunda bildirdikleri haberler haktır,
iman eder, doğrular ve o haberlere tabi oluruz. Zira Resul asla yalan söylemez ve bu hususlarda
cahil olamaz.O halde bu cümleden Ehl-i Sünnetin sıfatlar hususunda yolları kitap ve sünnet
olan resuller yoluna itikad ettiğini ve dayandığını[39] öğrendik. Ehl-i Sünnetin yolu sırat-ı
müstakim olarak bilinen Resullerin yoludur. O yol ki, tertemiz sahih bir akide ve tahir bir sünnet
yoludur. Şirk-küfür-dalalet ehli toplulukların yolundan uzak yoldur.Nasslara dayanan, hevayı-aklı
bir kenara bırakan yoldur.
Bu baĢlıkta Ģunu bilmelisin !
Ehl-i Sünnet dıĢı fırkaların sapmalarına sebebiyet veren bu yolların ilk çıkıĢ yeri neresidir ?
Bu sapık fırkaların çıkış yolu Müşriklerin-Yahudilerin-Hıristiyanların-Mecusilerin izledikleri yola
dayanmaktadır. Zira müşrikler ve diğerleri Allah’ın ispat ettiği bir çok sıfatları nefyetmişler, sapık
anlayışlarına uygun tahrif ederek, insana benzeterek, sapmışlardı.Müşrikler Allah hakkında
Rahman sıfatını inkar ederek, Yahudiler Allah’ın fakir olduğunu söyleyerek, Hıristiyanlar İsa’nın
Allah oğlu olduğunu söyleyerek Allah hakkında şirk ve küfür yollara sapmışlardır.Bu şirk ehli
nasıl saptıysa, bir çok fırkalarda onlar gibi onların yollarını karış karış izleyerek batıl yollara
kaymışlardır.İslam ümmetinin bidatleri de bu cahiliye adetlerine yönelmekten dolayı meydana
gelmiştir.[40]
Unutma kardeşim !
Bizlerin Allah hakkındaki bazı sıfatları Resullerden aldığımız doğrudur. Zira, Resuller Allah‘ı en iyi bilen ve
vasıflarını en güzel tanıyanlar ve tanıtanlardır. Resullerin yolu sıratu müstakimdir. Sıratu müstakim ise,
Resullerin üzerinde oldukları, haber verdikleri, amel ettikleri yolun adıdır. Müslüman resullerin yolu olan ehl-i
sünnet yoluna itaat eder. Bizler Allah haklında resullerin bildirdiklerini doğrular ve iman ederiz.
1.Delil: ―Rabbim yanılmaz ve unutmaz‖ (Taha, 52) not:Bu söz Musa‘nın (a.s.)Firavuna söylediği bir sözdür ve iman
eder Allah hakkında yanılmadığına ve unutmadığına inanırız.
2.Delil: ‖(Firavun) sizin Rabbiniz kimdir, ey Musa ? dedi. Musa rabbimiz bütün her şeye hilkatini[41] verip, sonra
da doğru yolu gösterendir.‖ (Taha, 49-50) not:biz Musa‘nın (a.s.) sözlerini doğrular Allah hakkında ne demişse
iman ederiz.
Kuran-ı Kerim’in üçte birine denk düĢen Ġhlas suresinde yüce Allah’ın kendi zatına dair belirttiği vasıfları
da bu çerçeve içerisindedir. Yüce Allah bu surede Ģöyle buyurmaktadır :“Deki, O Allah’tır, tektir.
Allah’tır, Sameddir, doğurmamıĢtır, doğurulmamıĢtır. Kimse de O’nun dengi değildir.” (el-Ġhlas 1-4)
Müellif(r.a.) bu sözleri, ”Allah’ın kendi zatına ispat ettiği en güzel sıfatları ve zatından nefyettiği
sıfatları İhlas suresinde çok belirgin bir şekilde görür ve şahid oluruz ” demek için getirmiştir. İbn
Teymiyye ispat ve nefy hususunda en belirgin sure olarak İhlas suresini getirmesi çok
anlamlıdır. Zira İhlas suresi tevhidi, ispatı, nefyi, sıfatların taşıdığı o mükemmel anlamları en
bariz bir güzellikle belirtir. İmam İbn Teymiyye’nin sözünün doğruluğuna dair sahih hadisler
bulunmaktadır. İbn Kayyim, İhlas suresinin Kuranın üçte birine denk olmasıyla alakalı hadislerin
tevatür derecede olduğunu beyan eder.[42] İhlas suresi : Muattıl, Müşebbihe, Mücessime,
Mümessile fırkalarına reddiye vererek, Allah hakkında ispat ve nefy edilmesi gereken isim ve
sıfatları beyan eder.
1.Delil : Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurur : ―Nefsim elinde olana yemin ederim ki şüphesiz ki, O Kuran‘ın üçte
birine denktir.‖(İmam Buhari, Tirmizi, Müsned, İbn Asım fi Sunne )
ġunu bilmen gereklidir kardeĢim ! Allah‘ın bazı sıfatları bazı sıfatlarından üstündür veya Kuran‘ın bazı sureleri
bazı surelerden daha üstündür cümlesi doğru mudur ?
Bu cümle Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat Akidesine göre doğrudur.Allah’ın bazı sıfatları bazı
sıfatlarından üstündür.
1.Delil :”Benim rahmetim gazabıma galiptir.‖ (Buhari) Not : Allah rahmetinin gazabından daha çok ve üstün
olduğunu söylemekle faziletini belirler.
2.Delil : ―Öfkelenmenden rızana sığınırım.‖ (Buhari ) Not : Allah‘ın rızası daha üstün ve güzel ki ona sığınıyoruz,
bu da rıza sıfatının üstünlüğünü beyan eder.
3.Delil : ―Ebi Kab Kuranda en büyük ayet hangisidir diye Rasulullah‘a sordu. Rasulullah (s.a.v.) :‖Allah ondan
başka ilah yoktur.Diridir, Kayyum‘dur.‖ dedi. (İmam Müslim )
Ġhlas suresinde iki tür tevhid olduğu sabittir bunu çok iyi bilmelisin kardeĢim !
1.Ġspat Tevhidi :İhlas suresinde Allah‘ın varlığı, tekliği, samedliği, isim ve sıfatlarında eşi, benzeri, dengi, misli
olmadığı ispat edilir. İşte bu ispat, ―İspat Tevhididir.‖
2.Tenzih Tevhidi :İhlas suresinde Allah‘dan, doğurması, doğurulması, dengi, misli, muhtaçlığı, noksanlığı,
veledinin olması,benzerinin bulunması nefy edilir. İşte bu nefy, ― Tenzih Tevhididir.
Kuranın bazı sureleri (Fatiha-Ayete’l Kürsi gibi) diğer bazı surelere göre üstündür. Zira kelam iki boyutta
nispet edilir.
Kuranın bazı sureleri bazılarından üstündür.
1-Kelamı konuĢan : Diyelim ki Rasulullah‘ın sözü ile Ebu Bekir‘in konuşmaları birdir, aynıdır denilir mi Konuşanın
kimliği üstünlüğü belli eder. Allah kelamı Kuran, bu sebeple üstündür. Zira Konuşan Allah‘tır.
2-KonuĢulan Kelam : Diyelim ki, Kişi Allah ayetlerini-Rasulullah hadislerini-Tevhid ilkelerini beyan eden bir
konuşma yapsa sonrada belli bir müddet sonra havadan, sudan, tabiattan, konuşmuş olsa ilk konuşma ve son
konuşma bir midir, aynı mıdır ? O halde Allah‘ın İhlas suresinde beyan ettiği ― O Allah‘tır, tektir, Allah‘tır,
Sameddir.‖ ayeti ―İki eli kurusun ―(Tebbet suresi ) ayetinden daha üstündür.[43]
Kitabında yer alan en büyük ayette kendi zatını nitelendirmesi de bu kapsam içersindedir ki, bu ayet-i
kerime’de Ģöyle buyurmaktadır: ”Allah O’ndan baĢka ilah yoktur. Diridir, Kayyum’dur. O’nu ne bir
uyuklama alır, ne de bir uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi yalnız O’nundur.
Kuranda en büyük ayet olarak bilinen Ayete’l Kürsinin doğruluğu sahih hadisle
sabittir.Rasulullah (s.a.v.) Nebinin aşağıdaki sözü sözümüze delildir.
1.Delil : ― Ebi Kab, Kuranda en büyük ayet hangisidir diye Rasulullah‘a sordu. Rasulullah (s.a.v.) :‖ Allah ondan
başka ilah yoktur.Diridir, Kayyumdur.‖ dedi. (İmam Müslim )
“ O’nu ne bir uyuklama alır, ne de bir uyku ” ayetini nasıl anlamalıyız ? ― O‘nu ne bir uyuklama alır, ne de bir
uyku ‖ ayeti Allah‘ın kemal derecede ki hayat sıfatını ispat eder. Allah, bu ayette zatından uyuklamayı ve uykuyu
nefyederek bu sıfatların zıddı olan hayat sıfatını en kemal güzellikte ispat eder. Allah‘ın kemal derecede sahibi
olduğu hayat sıfatı uyku ve uyuklamayı nefyetme zorunluluğu getirir. Nasıl olurda En güzel derecede ve en kemal
düzeyde hayat sahibi olan uyuyabilir, uyuklayabilir ? Uyuklama uykudan daha hafif, uyku ise daha şiddetlidir. Bu
iki sıfat noksan sıfatlardır.Bu iki sıfat zayıflıktan, yorulmaktan, acziyetlikten, meydana gelen bir sıfattır.Allah
yorulmaktan, zayıflıktan, acizlikten, dinlenmekten, uyumaktan, uyuklamaktan münezzehtir. Zira tüm bu sıfatları
kullarında sıfat olarak bulunmasını dileyen ve onları yaratan Allah‘tır. Nasıl olurda en üstün sıfat ve isimlere
layık olan Allah zatına noksan sıfatlar verir ?
Allah uyku ve uyuklamayı zatından nefyetmiştir.Bu nefyetme ise Allah’ın kemal derecede hayat
sahibi olduğunu ispat eder.
1.Delil: Rasulullah (s.a.v.) ―Allah uyumaz uyku ona yakışmaz. ― (İmam Müslim )
Allah’ı övmek için“ O’nu ne bir uyuklama alır, ne de bir uyku ”demiĢ olsak kemal bir övgü olur mu ? Allah‘ı
zatından nefyetmiş olduğu sıfatlarla övmek övgü sayılmaz. ―Allah‘ı zatına layık olmayan sıfatlarla övmek medh
sayılmaz.‖ilkesine göre nefy sıfatları övgü taşımaz. Ancak zıddını söyleyerek ispat edersek o zaman övgü niteliği
kazanır.
Allah’ın Ģefaat etme hakkı tanıması neyi ispat eder ? Şefaatin hak olduğuna, şefaat edeceklerin (ancak
tevhid ehli) Allah‘ın razı olduğu kullar olduğuna, kafirlerin Mekke‘de iddia ettikleri putlarının şefaatçiler
olmadığına delalet eder ve ispat eder.
“O, yaratıkların önlerindekilerini, arkalarındakini bilir. “ Bu cümlede Allah‘ın alim sıfatı açık bir ifade ile ispat
edilir. Allah‘ın ilmi, ezeli, ebedi, geçmiş ve gelecek tüm her şeyi içine alan bir ilimdir.Allah alemde olan,
olmayan,olacak her şeyi ezeli ilmi ile bilir Allah‘ın ilmi küçüğü, büyüğü,görünmeyeni içine alan şümullü bir ilimdir.
Allah için geçmiş ve gelecek hiçbir şey gizli kalmaz, zira Allah‘ın ilmi geniş ve kuşatıcıdır. Allah kullarının
yaptıklarını ve yapacaklarını bilir.
“ O’nun ilminden kendisinin dilediğinden baĢka hiçbir Ģeyi kavrayamazlar.” Allah, kullarına neyi bildirmiş,
öğretmiş, dilemişse ancak onu bilirler. Allah‘ın gaybla alakalı ilmine kullarının asla sahip olması mümkün değildir.
İlim, şeri ilim, gaybi ilim, tecrübe yoluyla elde edilen ilim olmak üzere üç çeşittir. Gaybi ilmi ancak Allah,
diğerlerini de kulları bilir. İnsan tecrübe ve çalışma yoluyla tecrübe ve şeri ilimleri elde edebilir. Fakat, Gaybla
alakalı, ilimleri asla bilemez. İşte bu yüzden İnsanlar, Allah‘ın ilmini kuşatamazlar, öğrenemezler, bilemezler.
Kullar Allah‘ın dilediği kadarı ile bilirler.Yukarıdaki cümlede, Allah‘ın öğrettiklerinden başka bir ilimleri
olmadığına delil vardır.Allah nasıl yaratma ve yoktan var etmede tekse, hidayet vermede ve öğretme hususunda
da tek hak sahibidir.
1.Delil :Allah sizi analarınızın karınlarından kendisiniz hiçbir şey bilmediğiniz bir halde çıkardı.‖ (Nahl, 78 )
2.Delil : Senin öğrettiğinden başka bir şey bilmeyiz.‖ (Bakara, 32 )
3.Delil : İmam İbn Teymiyye :―Kullar ancak Allah‘ın öğrettiğini bilirler.‖[51]
4.Delil : İbn Useymin : ― Bizler Allah‘ın zatını, sıfatını, isimlerini, ve şeri ahkamlarını ancak o öğrettiği kadarı ile
biliriz. İnsan ilmi Rabbinin katında çok az bir ilimdir. ‖
O’nun kürsisi gökleri ve yeri kuĢatmıĢtır. Onları koruması O’na ağır gelmez, O çok yücedir, çok
büyüktür.”(Bakara, 255)
Kürsi ne demektir ?[52]
Lüğatta : Döşek ve üzerine oturulan her şeydir.
Istılahta :Kürsi, Arş‘tan ayrı olan Allah‘ın iki ayağını koyduğu yerin adıdır. Kürsi Arş‘ın içerisinde bir düzlüğe
bırakılmış bir halka gibi olduğu sahih hadisle gelmektedir. Arş kürsi‘den büyüktür.[53]
1.Delil : “ Andolsun biz Süleyman‘ı imtihan ettik. Tahtanın üstüne bir ceset bırakıverdik, sonra O, yine eski
haline döndü.‖
2.Delil : İbn Abbas : ― Kürsi Allah‘ın iki ayağını koyduğu yerdir.‖[54]
3.Delil : Rasulullah (s.a.v.) : ― Yedi kat gök ve yedi kat yer, Allah‘ın kürsüsü yanında, ancak geniş çöl bir yere
bırakılmış bir halka gibidir. Arşın kürsüye üstünlüğü ise geniş çölün bu halkaya üstünlüğü gibidir.‖ (Ahmed-Nesai-
Bezzar ibn Ebi Şeybe )[55]
Kürsinin ArĢ veya Ġlim olduğunu söylemek sahih delillerle gelmekte midir ? Kürsünün Arş ve ilim olduğunu
söylemek sahih değildir. Zira sahih delille sabit değildir. İbn Abbas‘ın Kürsiyi ilim diye tefsir etmesi şaz bir
rivayetle gelen bir delildir. Arap dilinde buna dair bir delil getirmekte mümkün değildir. Ebu Mansur el-Ezheri
ise çok daha mükemmel bir söz söyleyerek ― İbn Abbas‘ın ―Kürsi Allah‘ın iki ayağının koyduğu yerdir ‖ rivayetinin
sahih olduğunu ilim ehli ittifakla kabul etmişlerdir. Kürsinin ilmi olduğuna dair ondan rivayet yapan kimse bu
sıfatı iptal etmiş olur.‖ [56] Kürsünün ilim ve arş olarak tevil edilmesi batıldır. Ehl-i Sünnet ve‘l cemaat ittifakla
Kürsünün Allah‘ın iki ayağını koyduğu yer olduğunu söyler.[57]
Kürsünün arĢ olduğunu söyleyen fırka kimdir ? Eşariler; Kürsinin ve arşın bir olduğunu söyleyerek batıl bir
tevil yolunu seçmişlerdir. Kimi Eşariler‘e göre ise; Kürsi ilimdir. Eşariler henüz Kürsinin ilim ve arş olup olmadığı
hususunda ittifak etmiş değillerdir. Bir akidede aynı anda iki ayrı ayrı tevil olur mu ? Kendi aralarında farklı
görüşler ileri sürenler, sahih delile dayanmadan itikad edenler, nasıl bir itikada inanmaktalar ? Ehl-i Sünnet
Kürsi hususunda ittifakla tek bir görüş söyler (ki beyan ettik)
“ Allah’ın kürsisi yerleri ve gökleri kuĢatmıĢtır.” ayeti bize neyi ispat eder ? Kürsünün, gökleri ve yeri
kuşatması Allah‘ın zatının ve kürsünün büyüklüğünü ispat eder. Bu ayet yüce Allah‘ın kudretini, azametini,
kuvvetini, kemal derecede ispat eder. Ayet, Kürsünün Kuranla sabit olduğunu ortaya koyar.
“ Onları koruması O’na ağır gelmez“ ayetini açıklar mısınız ? Allah için yerleri ve gökleri korumak ağır
gelmez. Yerleri ve gökleri korumak Allah‘ı sıkıp yormaz. Allah gökleri ve yerleri emriyle korur. Allah için yerde
ve gökte korunmayacak bir zerre olabilir mi ? Yerlerin ve göklerin sahibi olan Allah yarattığını korumakta aciz
midir ? Asla Allah aciz değildir . Ayet bize yerlerin ve göklerin korunmasının Allah‘a ağır gelmediğini beyan
ederek Allah‘ın azametini ve yüce kudretini ispat eder.
O çok yücedir, çok büyüktür.” ayetini açıklar mısınız ? Ayet, bize Allah‘ın iki yüce ismi El-Ali ve el-Azimi
beyan eder. El-Ali; Allah‘ın kemal derecede ve mutlak yüceliğe sahip olduğunu, Arş‘ın üzerinde olduğunu,bütün
mahlukları üstünde bulunduğunu ispat eder ve açıklar.[58] El-Azim ise, Allah‘ın azametini, yüce üstünlüğünü, ve
büyüklüğünü ispat eder. El-Azim Allah‘ın isimlerinde, sıfatlarında, isim ve sıfatlarında yüceliğini, büyüklüğünü
beyan eder. Allah kullarından Azimdir. Allah kulları üstünde el-Alidir. Allah, Ayete‘l Kürsiyi iki güzel isimle
bitirir, bu iki isim Allah‘ın uluvluğunu ve azametini ispat eden isimlerdir.[59] Ayet bize Allah‘ın zatının,
kudretinin, kulları üstünde yüceliğinin çok açık bir şekilde ispat eder.
“ Bundan dolayı bir gecede bu ayet-i kerime’yi okuyan kimseyi yüce Allah muhafazası altına alır ve
sabaha kadar Ģeytan ona yaklaĢamaz.”
İbn Teymiyye (r..h) İmam Buhari’nin rivayet ettiği hadisin bir bölümünü delil getirerek, bu ayet
okunduğu takdirde Allah okuyanı koruyacağını ve sabaha kadar şeytanın musallat olmayacağını
söyler.
1.Delil : Rasulullah‘ın (s.a.v.) Ebu Hureyre‘ye şeytandan korunması için söylediği söz, ― yatağına girdiğinde
Ayete‘l Kürsü oku, Allah‘tan başka koruyanın olmaz ve sabaha kadar şeytan sana zarar vermez. ‖ (İmam Buhari)
Yüce Allah’ın Ģu buyrukları da bu kabildendir : O hem ilktir, hem ahirdir, hem zahirdir, hem batındır. O,
her Ģeyi en iyi bilendir.” (Hadid, 3)
Rasulullah (s.a.v.) bizlere bu güzel isimleri çok açık bir dille tefsir etmiştir. Hep birlikte o güzel
isimleri Rasulullah’ın yaptığı tefsirlerle manalarını anlayalım.
Evvel : kendinden önce hiçbir şeyin bulunmadığı manasına gelir.
1.Delil :Rasulullah (s.a.v.) : ― Sen ilksin, senden önce hiçbir şey yoktur.‖ (Müslim )
2.Delil : ―Eğer geri döndürülürlerse yine kendilerine yasaklanan şeylere geri dönerler.‖ (Enam, 28)
Açıklama : Allah gelecekte bile kullarının ne yapacaklarını bilir sözümüze delildir. Allah kafirlerin gerisin geri
dünya döndürülseler yine küfür-şirk-haram yoluna gideceklerini beyan eder.
3.Delil : ―Eğer göklerle yerde Allah‘dan başka ilahlar olsaydı, ikisinin de düzeni bozulup gitmişti.‖ (Enbiya, 22)
Açıklama: Allah eğer olacak olsaydı demekle mümkün olacakları da bilir sözümüze delildir. Allah mümkün
olacakları da bilir. Zira Allah ezeli ilme sahiptir. Allah, eğer yeryüzünde iki ilah olsaydı düzeni biterdi demekle
geleceği, olması mümkün olmayan şeyleri ve olmayacak şeyleri de bildiğini ispat eder.
Rasulullah (s.a.v.) : “ Sen ilksin, senden önce hiçbir Ģey yoktur. Sen Ahirsin, senden sonra hiçbir Ģey
yoktur. Sen Zahirsin, senin üstünde hiçbir Ģey yoktur. Sen Batınsın, senden ötende hiçbir Ģey yoktur ”
(Müslim )
Evvel Allah’ın Kadim ve ezeli olduğuna, Ahir Allah’ın baka, kalıcı ve ebedi olduğuna, Zahir
Allah’ın yüceliğine ve azametine, Batın ise Allah’ın yakın ve beraber oluşuna delalet eder. Allah
bu isimlerinde Evvel ve Ahir Allah’ın zamanı kuşattığını, Zahir ve Batın ise Allah’ın mekanı
kuşattığını ispat eder.
2-Kevni Hikmet : Allah‘ın kulları üzerindeki kazası, yaratma, rızık verme, hayat ve ölüm verme gibi hikmeti.
1.Delil : ― Artık ya babam izin verinceye yahut benim için Allah hükmedinceye kadar, katiyen bu yerden
ayrılmam. O, hükmedicilerin en hayırlısıdır.‖ (Yusuf, 80)
Açıklama : Allah ayetinde Yusuf‘un (a.s.) kardeşinin Allah hakkımızda hüküm verinceye kadar demesi
hakkımızda olması gereken hikmetini verinceye kadar demesidir ve buda Allah‘ın kevni hikmetine delildir. Ayet
kulları üzerinde hükmeden sözümüze açık bir delildir.
Allah’ın alim olduğunu delille ispat ediniz ? Allah zatıyla bilir. Allah‘ın alimliği bildiğine delalet eder. Allah
alimdir ve ilim sahibidir. Alimliği ilim sıfatından ayrı değildir. Mutezile Allah alim fakat bilmeden diyerek ve
sadece Mücerred ismi kabullenmişler ve sıfatını inkar etmiştir. Onlardan kimileri de Allah‘ın alimliğini ispat etme
yolunu tercih etme yerine Allah cahil değildir diyerek inanmıştır. Allah ancak ispat edilen isim ve sıfatlarla
övülür ilkesine göre iman etmeyi düşünmemişlerdir
1.Delil : “ O hakimdir, her şeyden haberdardır (habirdir.) yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ve orada
yükseleni bilir.‖ (Sebe, 1-2)
Açıklama : Ayet Allah‘ın alimliğini ve bilen olduğunu ispat eder.
2.Delil : ― Hiçbir kimse (kendisi hakkında) duyduğu ezaya(isnada-iftiraya) Allah‘tan daha sabırlı değildir.
Kafirler ve müşrikler Allah‘a oğul isnad ederler de sonra Allah yine onları illetler ve afetlerden selamette kılar
ve onları türlü nimetlerle rızıklandırıp yaşatır.‖ (Buhari)
Delil Cümlemiz : ―………………………nimetlerle rızıklandırıp yaşatır.‖
Açıklama : Hadis Allah‘ın rızıklandıran olduğunu beyan etmektedir.
2-Özel Rızık : İnsana verilen iman, salih amel, faydalı ilim, helal kazanç, Allah‘a itaat gibi rızıklar…
1.Delil : ― Onun rızkından yeyin ve dönüş yalnız O‘nadır. ‖
Açıklama : Ayet Allah‘ın verdiği rızıktan yemeyi emretmektedir. Allah kullarına helal rızıkları yemeyi ve
haramlardan da kaçınmayı emreder.
Zu’l kuvveti’l metin demek ise, kuvvete sahip olan demektir. Zu‘l kuvve‘l metin Allah‘ın kuvvetinde herhangi bir
eksilmenin söz konusu olmadığını, zamanla gücünün azalıp, bitmesinin düşünülemeyeceğini ortaya koyar.
İmam İbn Teymiyye; yukarıdaki ayetleri Allah’ın irade ve meşiet sıfatlarını ispat etmek için
getirmiştir. Allah yarattığı tüm varlıklar üzerinde irade ve meşiet sıfat taşıyan zattır.Ayetler Allah
dilemeden , irade etmeden kainatta hiçbir şeyin olmadığını da beyan eder.
“Bağına girdiğin zaman maĢallah (bu Allah’ın dileğidir.) Allah’ın yardımı olmadan (hiçbir Ģeye ) güç
yetirilemez, demeli değil miydin ?” (El-Kehf, 39) : Allah bu ayetinde, iki bahçe sahibi hakkında beyanda
bulunur. Bu iki bahçe sahibinin biri mümin biri de kafir idi. Mümin olan, kafire ― sana bahçeyi verenin Allah
olduğunu, onun dilemesi ile elde ettiğini ifade eden Maşallah diyerek girmeli değil miydin ‖ demişti. Mümin bu
sözleri; ― Allah‘ın dilemesi ile bahçe sahibi olduğunu bildirmek, bu gerçeği kabul etmeye davet etmek, verilen her
şeyin Allah‘ın dilemesi ile olduğunu öğretmek, insanın bu hususta güç ve kuvveti olmadığını anlatmak için ‖
söylemiştir.
“Eğer Allah dileseydi, onlardan sonra gelenler kendilerine apaçık deliller geldikten sonra birbirlerini
öldürmezlerdi. Fakat anlaĢmazlığa düĢtüler de kimi iman etti, kimi de kafir oldu. Eğer Allah dileseydi,
birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat Allah dilediği Ģeyi yapar. (el-Bakara,253)
Ayet, Resuller sonrası gelen ümmetlerin tevhid yolundan saparak birbirlerine haksızlıklar
yaptıklarını, küfür yolu seçtiklerini, birbirlerini öldürmek için çabaladıklarını fakat tüm bu olan
hadiselerin Allah’ın dilemesi ile olduğunu ispat etmektedir. Allah dilemeseydi birbirlerini
öldürmezlerdi. Allah dilediğini yapar.
“ Allah kimi doğru yola iletmeyi dilerse , göğsünü Ġslam’a açar. Kimi de saptırmayı dilerse, onun da
göğsünü gökyüzüne tırmanıyormuĢ gibi –daraltır, sıkıĢtırır…” (el-Enam, 125)
Ayet, sapıklığın ve hidayetin yüce Allah’ın yaratması ile meydana geldiğini ispat eder.Allah kime
hidayet vermek isterse, o kimsenin kalbine bir nur indirir, onun kalbini İslama doğru meylettirir ve
müslüman eder. Kimin de sapmasını-küfre girmesini isterse o kimsenin kalbine de son derece
bir darlık ve sıkıntı verir ve kafirlerden eder. Bu üç ayette Allah’ın kuvvet, irade, Uluhiyyet
sıfatları ispat edilir.
Kevni ve Ģeri irade arasındaki farkı biraz daha açık beyan edecek olursak,
Salih Fevzan el-Fevzan’ı dinleyelim :
1-Kevni irade, Allah’ın sevdiği ve razı olduğu irade olabileceği gibi, sevmediği ve razı olmadığı
iradede olabilir. Fakat Şeri irade ise, Allah’ın sevdiği ve razı olduğu iradedir. Zira Allah günahı
kevni iradesi ile ister (kul istediği ve yapmaya niyet ettiği için) ama şeri iradesi ile razı olmaz.
(Diyelim ki bir insan küfür veya günah bir amel etmek isterse, Allah onu kevni iradesi ile yaratır,
fakat Allah bu amelden asla razı olmaz ve bunu emretmez. )
2-İblisin ve şirkin yaratılması, tevhidin ve imanın yaratılması hepside kevni iradeyi içerir. Fakat
Allah asla şirki küfrü emretmez, hakkı ve güzeli emreder.
3-Kevni irade mutlaka meydana gelir. Fakat, şeri irade meydana gele de bilir gelmeye de
bilir.[65]
2.Delil : Rasulullah (s..a.v) : ―Şüphesiz Allah bir kulu sevdiği takdirde Cibril‘e : Ben filanı seviyorum, sen de onu
sev der. Bunun üzerine Cibril‘de semavattakilere şöyle der. : Şüphesiz sizin aziz ve Celil olan Rabbiniz filan
kimseyi sever, siz de onu seviniz. Bunun üzerine semadakiler o kimseyi sever.‖ (Buhari-Müslim)
Delil Cümlemiz : ― …………Ben filanı seviyorum,……………………………….‖
Açıklama : Hadis, Allah‘ın sevdiğini, bunu da Cibril‘e söylediğine, sevdiği kulunda sevilmesini istediğin hususlarına
delildir.
2.Delil : Rasulullah (s.a..v) : ―Muhakkak Allah her şeye ihsanı yazmıştır. O bakımdan öldürdüğünüz takdirde
güzelce öldürünüz, boğazladığınız vakit güzelce boğazlayınız. Sizden (boğazlayacak) kimse bıçağını iyice bilesin
ve keseceği hayvanı rahatlatsın.‖ (Müslim)
Açıklama : Hadis, ihsanın her şeyde olduğunu, yapılan bir amelde ve söylenen bir sözde ihsan ehli olmayı
emreder.
el-Gafur : Günahkar kullarının günahlarını çokça örten ve onları sorgulamayıp affeden demektir.
el-Vedud : Kendisine itaat edenlere çokça sevgi besleyen ve onlara yardım ve verdiği zaferleriyle onlara yakın
olan demektir.
Yine yüce Allah buyurmaktadır. “ Allah onlardan razı olmuĢtur, onlar da O’ndan hoĢnut olmuĢlardır.”
(Maide, 119) (Tevbe,100) “ Kim de bir mümini kasten öldürürse, cezası orada ebediyen kalmak üzere
cehennemdir. Allah ona gazab etmiĢ, ona lanet etmiĢtir.” (Nisa,93) “Bu böyledir. Çünkü onlar Allah’ı
gazablandıran Ģeylere uydular. O’nun rızasını hoĢ görmediler.” (Muhammed, 28)
İmam İbn Teymiyye bu ayetleri Allah’ın rıza, gazab, lanet, hoşlanmamak, kızmak(saht),
öfkelenmek, öfke duymak sıfatlarını ispat etmek için getirmiştir. Bu sıfatlar, Allah’ın celaline
yakışan sıfatlar olup bunlar yaratılmış varlıkların sıfatlarına asla benzemez. Eşariler ve Mutezile
fırkaları bu sıfatları kabul ettikleri takdirde kullara benzer korkusu ile inkar etmişlerdir. Onların bu
sıfatları inkar etme konusunda şeri delilleri bulunmamaktadır.
2.Delil :―Onun vechinden başka her şey helak olacaktır.‖ (Kasas, 88)
Açıklama : Allah ayetinde yüz olduğunu beyan eder.
3.Delil : Rasulullah (s..a.v.) : ―O‘nun hicabı nur yahut nardır. Eğer hicabını açacak olur ise vechinin parıltıları
yarattıklarından gözünün ulaştığı her bir şeyi muhakkak yakardı.‖ (Müslim)
Açıklama : Hadis, Allah‘ın yüzü olduğunu beyan etmektedir.
4.Delil : Rasulullah (s.a.v.) : ― Kendisi sebebiyle karanlıkların aydınlatıldığı, vechinin nuruna sığınırım.‖ (İbn İshak
siyerinde zikreder, Albani zayıftır.)
Açıklama : Hadis, Allah‘ın yüzü olduğunu ispat eder.
2.Delil : ― Allah‘ın eli dopdoludur. O gece gündüz durmadan infak eder. Hiçbir harcama onda bulunmaz.‖(Buhari
Müslim )
Açıklama : Hadis Allah‘ın eli olduğunu ispat ettiği gibi, Yahudilerin asılsız olarak söyledikleri Allah‘ın eli cimridir
sözüne reddiyedir.
3.Delil : Allah Rasulu çeşitli hadislerinde Allah‘ın parmağı olduğunu, ellerinin yakaladığını ve açtığını söylediği
hadisler bulunmaktadır.Bu hadisler, açıkça elin hakiki bir el olduğunu ve mecaz taşımadığını ve nimet ve kudret
manası asla verilemeyeceğini ispat eder.[66]
"Yine yüce Allah Ģöyle buyurmaktadır:
"Rabbinin hükmü (gele)ne kadar sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin." (et-Tûr, 52/48);
"Onu levhaları ve çivileri olan (gemi) üzerinde taĢıdık. Gemi gözlerimizin önünde akıp gidiyordu."
(el-Kamer, 54/13, 14);
"Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım. Benim gözetimim altında yetiĢtirilesin diye."
(Tâ-hâ, 20/39)
İmam ibn Teymiyye yukarıdaki ayetleri Allah’ın iki gözü olduğunu ispat etmek için
getirmektedir.Allah’ın iki gözü hakiki gözdür, kuran ve sünnetle sabittir, gözden maksad asla
görmek, korumak ve muhafaza etmek (Muattıla böyle demektedir) değildir, göz asla kulların
sıfatı gibi olmayan, Allah’ın zatına layık bir sıfattır.
2.Delil : " Ey insanlar, kendinize acıyınız. Siz ne sağır olan bir kimseye ne de hazır olmayan bir kimseye dua
ediyorsunuz. Aksine sizler semî‘ ve basîr (herşeyi işiten ve herşeyi gören)e dua ediyorsunuz. Hiç şüphesiz
kendisine dua ettiğiniz (o yüce zat) sizden herhangi birinize devesinin boynunun yakınlığından daha yakındır. "
(Buhari-Müslim )
Delil Cümlemiz : ―………….semî‘ ve basîr (herşeyi işiten ve herşeyi gören)e dua ediyorsunuz…..‖
Açıklama : Hadis Allah‘ın işiten, Basir sıfatlarını çok açık ispat eder.
İmam ibn Teymiyye yukarıdaki ayetleri Allah’ın mekr ve keyd sıfatlarını ispat etmek için
getirmiştir. Bu sıfatlar fiili sıfatlardır. Şu kadar var ki bu iki sıfattan onun hakkında isim türetilerek
o mâkirdir (hilekârlık yapandır) ve o kâid’dir (hile yapan, düzen kuran) denilmez. Aksine nass’ın
tesbit ettiği şekilde o mâkirlerin en hayırlısıdır ve o kâfir düşmanlarına keyd yapar (hile yapar,
düzen kurar) denilir.
Kudret ise; var etmek ve yok etmek bakımından mümkün olan varlıklar ile ilgisi bulunan bir sıfattır. Meydana
gelen ve var olan her bir varlık ve oluş, yüce Allah‘ın dilemesi ve kudreti ile ortaya çıkar.
1.Delil : "Allah‘ın dilediği olur ve dilemediği olmaz." (Ebu Davud, Nesai )
Açıklama : Hadis, her şeyin Allah‘ın kudreti ve dilemesi ile meydana geldiğini ispat eder.
2.Delil : " İzzetim, büyüklüğüm ve azametim hakkı için yemin ederim ki, ben oradan (cehennemden) lâ ilahe
illallah diyen herkesi çıkartacağım." (Müslim )
Açıklama : Hadis, Allah‘ın celaline layık olan izzet sıfatını ispat eder.
Yüce Allah’ın :
“ Rahman arĢa istiva etti ’’ buyruğu yedi yerde geçmektedir: (el-Araf) :’’ġüphesiz Rabbiniz O Allah’tır ki
gökleri ve yeri altı günde yarattı,sonra arĢa istiva etti.’’(el –A’raf,7/54)
Yunus (a.s)süresinde Ģöyle buyurmaktadır:’’ġüphesiz ki sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde
yaratan,sonra da arĢ üzerine istiva eden Allahtır.’’(10/3)
er-Rad süresin de Ģöyle buyurmaktadır:
’’Allah O’dur ki gökleri gördüğünüz Ģekilde direksiz
yükseltmiĢtir.Sonra da arĢ üzerine istiva etmiĢtir.’’(er-Rad, 13/2)
Ta-ha süresin de Ģöyle buyurmaktadır:’’Rahman arĢa istiva etti.
El-Furkan süresin de Ģöyle buyurmaktadır:’’Sonra arĢ üzerinde istiva edendir.Rahmandır.’’(el-
Furkan,25/59)
Elif.Lam.Mim es-Secde süresin de Ģöyle buyurmaktadır:’’Allah göklerle yeri ve onların aralarında olanları
altı günde yaratan sonra arĢa istiva edendir.’’(es-Secde,32/4)
El-Hadid süresin de Ģöyle buyurmaktadır:’’O, gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra da arĢ’a istiva
edendir.’’(el-Hadid,57/4)
İbn Teymiyye Allah’ın istiva sıfatını ispat etmek için getirmiştir. Ehl-i sünnet ve’l-cemaate göre
istiva, yüce Allah’ın kendi zatı hakkında haber verdiği şekilde arşı üzerinde kendi yüce zatının
bildiği bir keyfiyet ile yarattıklarından ayrı olmak üzere istiva etmesidir.(yerleşmesi-üstte olması-
yükselmesi-oturmasıdır.) Nitekim İmam Malik ve başkaları da: " İstiva"nın ne demek olduğu (
anlam olarak ) bilinmektedir, ancak keyfiyeti meçhuldür
Yukarıdaki ayetler, Allah’ın uluvluğunu, semada oluşunu, Sema üzerinde bulunduğunu ispat
eder. Aşağıdaki ifadeler Allah’ın uluvluğunu ispat eder.
Seni kendime yükselteceğim (Ayet, Allah’ın sema üzerinde olduğunu ispat eder.)
Allah onu kendi katına doğru kaldırmıştı – (Allah’ın katı semanın üzeridir.)
Güzel söz yalnız O’na yükselir (Allah semada olduğu için ameller ona ve güzel sözler yükselir.)
Göktekinin-(Allah gökte olduğu için denilmiştir. Melek olarak tevil etmek cehmiyyecilik etmektir.)
göktekinin üzerinize taş yağdıran …..(Taş yağdıran Allah‘tır o ise semanın üzerindedir.)
O, gökleri ve yeri altı günde yaratan,sonra da ArĢ üstüne istiva edendir.O yere gireni de, ondan çıkanı
da,gökten ineni de oraya yükseleni de bilendir. Nerede olursanız O, sizinle beraberdir.Allah yaptıklarınızı
çok iyi görendir.’’(el-Hadid, 57/4);
Üç kiĢi fısıldaĢmayı versin,muhakkak O,onların dördüncüleridir.BeĢ kiĢi olmayıversinler,mutlaka O, onların
altıncılarıdır. Ġster bundan daha az veya daha çok olsunlar,nerede bulunurlarsa bulunsunlar,O mutlaka
onlarla beraberdir.Sonra kıyamet gününde kendilerine yaptıklarını haber verir.Gerçekten Allah her Ģeyi
çok iyi bilendir.’’(el-Mücadele,( 58/7);
Tasalanma Ģüphe yok ki Allah bizimle beraberdir.’’(et-Tevbe, )
Çünkü Ben sizinle beraberim iĢitir ve görürüm.’’(TA-Ha,20/46)
Allah sakınanlarla ve daima iyi davrananlarla beraberdir.’’(en-Nahl16/128)
Bir de sabredin.ġüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir,’’(el-Enfal,8/46)
Nice az bir topluluk,daha fazla bir topluluğu Allah’ın izniyle yenmiĢtir.Allah sabredenlerle
beraberdir.’’(el-Bakara,2(249)
İbn Teymiyye Allah’ın kulları ile beraber olduğunu ispat etmek için bu ayetleri delil getirmiştir.
Allah’ın beraberliği zatı ile değil sıfatlarıyla beraber oluşudur. Bu beraber oluş da iki türlüdür:
1-Genel olarak beraber oluĢ : Bu bütün mahlukatı kapsar. Şanı yüce Allah, ilmi, kudreti kahr-u galebesi ve kuşatıcılığı
ile her şeyle beraberdir. Hiçbir şey O‘ndan gizli değildir, hiçbir şey O‘nu âciz bırakamaz. İşte âyet-i kerîmede söz
konusu edilen beraber oluş budur.
2-Geri kalan âyet-i kerîmelerde ise O‘nun resûlleriyle, dostlarıyla, yardımı, desteklemesi, muhabbeti, tevfıki
ve ilhamı ile birlikte oluşunu ifade eden özel bir birlikte oluşudur.
1.Delil : ― Nerede olursanız O, sizinle beraberdir.Allah yaptıklarınızı çok iyi görendir.‘‘(el-Hadid, 4)
Açıklama : Ayet, Allah‘ın kulları ile ilmiyle, işitmesiyle beraber olduğunu ispat eder.
Eğer müĢriklerden biri senden eman dilerse,ona eman ver;ta ki Allah’ın kelamını dinlesin.’’(et-Tevbe,9/6);
Halbuki onların bir zümresi vardır ki Allah’ın kelamını dinlerlerdi de onu anladıktan sonra bile bile onu
tahrif ederlerdi.’’(el-Bakara,2/75);
Allah’ın sözünü değiĢtirmek isterler.De ki Sizler asla peĢimizden gelemezsiniz.Allah daha önceden böyle
buyurmuĢtur.’’(el-Feth, 48/15);
Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku!
O’nun sözlerini değiĢtirebilecek yoktur.’’(el-Kehf,18/27);
Gerçekten bu Kur’an Ġsrail oğullarına hakkında anlaĢmazlığa düĢtükleri Ģeylerin çoğunu anlatır.’’(en-
Neml,27/76);
Bu ise indirdiğimiz bir kitaptır,mübarektir.’’(el-Enam,92/155);
ġayet biz bu Kur’an’ı bir dağa indirse idik, muhakkak ki Allah’ın korkusundan onun,baĢını eğerek dağılıp
parça parça olduğunu görürdün.’’(el-HaĢr,59/21);
Biz bir ayeti diğer bir ayetin yerine getirip değiĢtirdiğimizde-Allah neyi indireceğini en iyi bilen olduğu
halde- : Sen ancak bir iftiracısın dediler- Hayır,onların çoğu bilmezler. Deki:Onu Ruhu’l-Kudüs(Cebrail)
iman edenlere tam bir sebat vermek, Müslümanlara bir hidayet ve bir müjde olmak için Rabbinden hak
olarak indirmiĢtir. Andolsun ki onlarım: Ona muhakkak bir insan öğretiyor, dediklerini biliyoruz. Ġnkara
saparak kastettikleri o kimsenin dili yabancıdır. Bu ise apaçık bir arapçadır.’’
(en-Nahl. 16/101-103)
Kuranın Allah’ın kelamı olduğunu ispat etmek için getirmiştir.
Ehl-i Sünnet Kuran Allah’ın kelamı demek derken Ģunları amaçlar,
1-Kuran Allah’ın kelamı olup, Allah’ın kelamı zatı ile kaimdir.
2-Allah kuranı Cebrail’e işittiği bir sesle indirmiştir, Cebrail de Kuranı Rasulullah’a şanı yüce
Allah’dan işittiği gibi ulaştırmıştır.
3-Allah kelamı mahluk değildir.
4-Kuran Allah’dan bize geldiği gibi yine ona döner.
5-Kuranın mushaflara yazılması Kuranı Allah’ın kelamı olmasından çıkarmaz. Çünkü kelam
gerçek mana ile ilk olarak onu söyleyene izafe edilir. Aldığı kelamı başkasına tebliğ eden
kimseye değil.
6-Kurandaki tüm ayetler Allah’ın kelamı olup, Muhammedin, Musa’nın kelamı değildir. 7-Kuran
Allah’ın kelamı olduğu için Allah kendi sesi işle konuşmuştur. Fakat insanlar Allah’ın kelamını
okurken Allah sesi ile değil kendi sesleri ile konuşmuş olurlar.
(Mesela Kur’ân okuyan kimse: "Elhamdu lillahi Rabbi’l-alemiyn" diyecek olursa, ondan söylediği
işitilen bu söz Allah’ın sözüdür. O kimsenin bizzat kendi sözü değildir. Onu okuyan şahıs ise
Allah’ın sesi ile değil, kendi sesiyle okumuş olur.)
4.Delil : Rasulullah (s.a.v.) : (Yüce Allah) hicâbı açar. Rablerine bakmaktan daha çok sevdikleri herşeyi onlara
verilmiş olmayacaktır. Sonra da: ― İhsanda bulunanlara daha güzeli ve daha fazlası var‖ (Yunus, 10/26)
buyruğunu okudu.‖ (Müslim-Tirmizi-İbn Mace, Müsned)
Açıklama : Ayet, açıkça Allah‘ın cennette müminlere görüleceğine delildir.
b- Fiilî Sıfatlar: Bunlara da yüce Allah‘ın meşîet ve kudreti her zaman ve her an taalluk eder. Bu fiilî sıfatların
ayrı ayrı tecellileri O‘nun meşîet ve kudreti ile meydana gelir. Şanı yüce Allah ezelden beri dilediğini yapandır.
Şimdi de böyledir, ebediyyen de böyle olacaktır. Her zaman için O, söyler konuşur, yaratır, işleri çekip çevirir,
idare eder. O‘nun fiilleri hikmet ve iradesi bağlı olarak kısım kısım meydana gelir.
3-Üçüncü Esas: Yalnızca şanı yüce Rabbimizin kemal sıfatlarına sahib olduğunu bilip, kabul etmek bu sıfatların
hiçbirisinde O‘nun hiçbir ortağının yahut benzerinin bulunmadığına inanmak.
4-Dördüncü Esas: Kitab ve sünnette varid olmuş bütün sıfatları kabul etmek, bunların ilim, kudret, irade, hayat,
semî‘, basar ve buna benzer zatî olanları ile rıza, muhabbet, gazab ve hoşlanmayış gibi fiili sıfatlar arasında
hiçbir fark gözetmemek yine Allah‘ın sahib olduğu belirtilen vech, eller ve buna benzer sıfatlar ile Arşın üzerine
istiva etmek ve nüzul (inmek) gibileri arasında da hiç fark gözetmemek.
Not : Cehmiyye; (isim ve sıfatları inkar eder)Mutezile (isimleri kabul ederken sıfatları inkar )
eder, Eşariler ise (hayat, ilim, kudret, irade, semî’, basar ve kelâm) sıfatlarını kabul eder diğer
sıfatları tevil-tahrif-tatil eder.
"Diğer taraftan Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın sünnetinde (de bu sıfatlar varid olmuĢtur.)
Çünkü sünnet Kur’ân’ı tefsir eder, açıklar, ona delâlet eder, onu yorumlar. Allah Rasûlünün Rabbini
kendileri ile vasfetmiĢ olduğu ve bu hususta bilgi sahibi kimselerin kabul ile karĢılamıĢ olduğu sahih
hadislerde yer alan sıfatların tümüne de aynı Ģekilde iman etmek vacibtir."
Sünnet; Allah’ın ayetlerini, sıfatlarını beyan eden, onları açıklayan, iman edilmesi gerekenleri
bildiren ikinci esastır. Sünnet vahiydir ve onunla amel etmek ise farzdır.
1.Delil : ―Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiştir.‖ (Nisa, 113)
Açıklama : Hikmetten maksad sünnettir, İmam Şafi bu şekilde beyan eder.
2.Delil : "Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi de yasak etti ise ondan sakının." (el-Haşr, 7)
Açıklama : Ayet, Allah Rasulunun emrettiğini yapmanın ve yasakladıklarını da yapmamak gerektiğini beyan eden
farz bir emirdir.
3.Delil : " Dikkat edin gerçek şu ki bana Kur‘ân-ı Kerîm ve onunla birlikte de onun bir benzeri verilmiştir."
(Sahih bir hadistir. Ebû Dâvûd, Ahmed, Müsned, )
Allah her gece dünya semasına iner mi sünnetten delile ispat ediniz ?
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat nüzulün yüce Allah’ın gerçek anlamda ve O’nun dilediği keyfiyette
olmak üzere hakiki bir sıfatı olduğuna iman ederler. Onlar kitab ve sünnette sabit olan bütün
sıfatları kabul ettikleri gibi nüzulü de kabul ederler ve burada dururlar. Herhangi bir
keyfiyetlendirme ve temsile gitmezler. Böyle bir sıfatı reddetmez ve ta’til etmezler. Şöyle derler:
Allah Rasûlü bizlere Rabbimizin indiğini haber vermiş, ancak nasıl indiğini bize haber
vermemiştir. Ayrıca biz yüce Allah’ın dilediğini yapan olduğunu ve herşeye de kadir olduğunu
biliyoruz.
1.Delil : "Rabbimiz her gece, gecenin son üçte biri geriye kaldığında dünya semasına iner ve: Yok mu bana dua
eden, duasını kabul edeyim. Yok mu benden istekte bulunan, ona vereyim. Yok mu benden mağfiret dileyen ona
mağfiret edeyim, der.‖ (Buharî ve Müslim)
Açıklama : Hadis Allah‘ın indiğini açıkça beyan eder.
2.Delil : ―Allah zincirlerle cennete girecek bir topluluğun haline hayret eder‖ (Buhari)
3.Delil : ―Allah filan kişi ile filan hanımdan dolayı hayret etmiştir.‖ (Buhari)
Açıklama : Hadisler Allah‘ın hayret ettiğini ce bu hayret etmenin şanına yakışan olduğunu ispat eder, iman
ederiz.
2.Delil : "Kişinin kendisi ile Rabbi arasında herhangi bir tercüman bulunmaksızın, aranızda Rabbinin kendisi ile
konuşmayacağı hiçbir kimse yoktur." (Buhari-Müslim)
Açıklama : Hadis, Allah‘ın konuştuğuna açık bir delildir.
2.Delil : " Semada bulunanın emini olduğum halde bana güvenmez misiniz? (Buhari-Müslim)
Açıklama : Hadis Allah‘ın semada olduğunu ispat eder.
3.Delil : Peygamber cariye‘ye: "Allah nerede?" diye sormuş, o: Semadadır, diye cevap vermiş. Bu sefer: "Ben
kimim?" diye sormuş, yine cariye: Sen Allah‘ın Resûlüsün deyince, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-: "Sen
bunu azad et, çünkü o mü‘min birisidir." demiştir. (Müslim)
Açıklama : Hadis Allah‘ın semada olduğunu ispat eder.
Yine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Ģöyle buyurmaktadır:
"Ġmanın en faziletlisi nerede olursan ol, Allah’ın seninle beraber olduğunu bilmendir."
(
Tabarani-Beyhaki hasen bir hadistir.)
Bir baĢka hadisinde Ģöyle buyurmuĢtur: "Sizden herhangi bir kimse namaza kalktığında yüzünün döndüğü
tarafa doğru ve sağına sakın tükürmesin. Çünkü yüce Allah onun yüzünü döndüğü taraftadır, ama soluna
yahut ta ayağının altına (tükürebilir.) (Buharî ve Müslim[69])
Bir baĢka hadisinde Ģöyle buyurmaktadır:
"Yedi semavatın [ve arzın] Rabbi! Büyük arĢın Rabbi olan Allah’ım! Bizim Rabbimiz ve her Ģeyin Rabbi,
taneyi ve çekirdeği yaran, Tevrat’ı, Ġncil’i ve Kur’ân’ı indiren. Ben [nefsimin Ģerrinden]] ve alnından
yakaladığın her bir canlının Ģerrinden sana sığınırım. Sen ilk olansın, senden önce hiçbir Ģey yoktur. Sen
ahirsin, senden sonra da hiçbir Ģey yoktur. Sen zâhirsin, senin üstünde hiçbir Ģey yoktur. Sen batınsın,
senden öte bir Ģey yoktur. Benim borcumu öde ve fakirlikten, muhtaçlıktan beni kurtar." (Müslim)
Yine [ashab-ı kiram] zikrederlerken seslerini yükselttiklerinde Peygamber Ģöyle buyurmuĢtur: "Ey insanlar,
kendinize acıyınız. Çünkü sizler ne sağır olan birisine, ne de gaib (hazır olmayan) birisine dua ediyorsunuz.
Sizler herĢeyi iĢiten [herĢeyi gören] ve çok yakın olan birisine dua ediyorsunuz. Sizin kendisine dua
ettiğiniz sizden herhangi birinize devenizin boynundan bile daha yakındır." (Buharî ve Müslim)[70]
Yukarıdaki hadisler; Allah’ın kulları ile beraber oluşuna açık delillerdir. Allah’ın kulları ile olan
beraberliği sıfatlarıyla olan birlikteliktir. Daha önceden işlenmişti.
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Ģöyle buyurmuĢtur: "Sizler ondördünde ay’ı onu görmek için
herhangi bir sıkıntı çekmeden gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksinizdir. Bundan dolayı eğer güneĢ
doğmadan önceki bir sabah namazını cemaatle kılmak ve batmadan önceki bir ikindi namazını geçirememek
(vaktinde eda etmek) gücünüz varsa, bunu yapınız."
(Buharî ve Müslim)
Sahih ve mütevatir olan bu hadis-i şerif daha önce mü’minlerin cennette Allah’ı göreceklerine ve
onun kerim zatının, kerim vechine bakmakla nimetleneceklerine delil teşkil etmektedir. Ayrıca;
Hadis Allah’ın üstte oluşuna delildir.Alalh ahirette müminlere görülecektir. Bu ise en güzel ihsan
ve nimet olacaktır.
"... ve Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın Rabbi hakkında bize haberler verdiği benzeri daha baĢka
hadisler de vardır.ġüphesiz ki Fırka-i Nâciye (kurtulmuĢ fırka) olan ehl-i sünnet ve’l-cemaat Allah’ın
kitabında haber verdiği Ģeylere iman ettikleri gibi, bunlara da herhangi bir tahrif ve ta’til, herhangi bir
keyfiyetlendirme ve misillendirme söz konusu olmaksızın iman ederler. Aksine onlar ümmetin fırkaları
arasında vasattırlar. Tıpkı bu ümmetin diğer ümmetler arasında vasat ümmet oluĢu gibi."
Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat; sahih sünnette varid olmuş sıfatlara inanırlar. Tıpkı yüce Allah’ın
Kitab-ı Kerîm’inde haber verdiklerine inandıkları gibi, herhangi bir tahrif, ta’til, keyfiyetlendirme
ve temsil yoluna da gitmezler. Ayrıca bu cümleler Ehl-i Sünnet’in vasat bir yoldadır yani adil ve
tertemiz nebilerin ve resullerin yolunda.
Vasat ne demektir ?
Rasulullah’ın şu hadisiyle tefsir edelim :“Kıyamet gününde Nuh çağırılacak, o: Buyur Rabbim,
emrine hazırım diyecek. Yüce Allah ona: Tebliğ ettin mi? diye soracak. O da: Evet, diyecek. Bu
sefer onun ümmetine: Size tebliğ etti mi? diye sorulacak, onlar: Bize uyarıcı diye bir şey
gelmedi, diyecekler. Bu sefer yüce Allah ona: Senin lehine kim şahitlik eder diye soracak, o da:
Muhammed ve onun ümmeti, diyecek. Onun tebliğ ettiğine şahidlik edecekler. Rasûl de size
karşı şahid olacak. İşte şanı yüce Allah’ın: “Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık. İnsanlara karşı
şahidler olasınız, rasûl de size karşı şahid olsun diye buyruğu bunu anlatmaktadır.” Vasat ise:
adaletli demektir.” Ehl-i sünnet ve’l-cemaat de böyledirler. Onlar sırat-ı müstakim’den sapmış
bulunan ümmetin bid’atçi fırkaları arasında orta yolu tutturmuş vasat fırkadır. Diğer ümmetler
Allah’a şirk koşmuş, emirlerini dinlememiş, nebilerini yalanlamış, Allah’a yakışmayan isimler ve
sıfatlar vermişlerdir. Bu yüzden onlar saparak delalete sürüklenmişlerdir.
CEHMĠYE VE MÜġEBBĠHE:
"Onlar Ģanı yüce Allah’ın sıfatları bahsinde ta’til ediciler olan Cehmiyye[71] ile temsil ehli olan
MüĢebbihe[72] arasındadır (vasattır)lar."
Cehmiyye Allah’ın isim ve sıfatlarını inkar etmiş, Müşebbihe ise Allah’ın sıfatlarını kullarının
sıfatlarına benzetmiştir. Ehl-i Sünnet bu iki sapık fırkanın arasındadır. Yani vasattır o, Allah’ın
isim ve sıfatlarını celaline layık olarak kabul eder ve 7 yoldan kaçınarak iman eder.
CEBRĠYE VE KADERĠYE:
"Onlar aynı Ģekilde yüce Allah’ın fiilleri hususunda da Cebriye[73] ile Kaderiye[74] [ile baĢkaları arasında]
vasattırlar."
Allah’ın fiilleri hususunda ehl-i sünnetin ve sapık fırkaların görüĢleri nelerdir ?
Kulların fiilleri hususunda ileri sürülen görüşler aşağıda verilmiştir.
Ehl-i Sünnet : Kullar işledikleri fiilleriyle Allah‘a itaatkâr ya da isyankâr olurlar. Bunlar yüce Allah tarafından
yaratılmışlardır. Şanı yüce Allah bütün mahlukatı tek başına yaratır, O‘ndan başka mahlukatın yaratıcısı yoktur.
1.Delil : Allah: "Halbuki sizi de, yapıp ettiklerinizi de Allah yaratmıştır." (es-Sâffât, 96) diye buyurmaktadır."
Delil Cümlemiz : ―….. yapıp ettiklerinizi de……‖
Açıklama : Allah, kullarının hayır olsun şer olsun yaptıklarını yaratandır. Allah asla kullarına şerri-batılı
emretmez.
EĢariler : fiillerde kul etki sahibi değil, Allah etki sahibidir.
Mutezile ve Kaderiye : Allah, kulun kudreti ile yaptığı şeyin bizatihi kendisine kadir değildir.Bu görüş kulların
Allah ile yaratıcı olduğunu söylemektir ki bu küfürdür. Bu görüşlerinden dolayı bunlara ümmetin Mecusileri
denilmiştir.
Cebriyye : kulun fiillerinde asla hiçbir etkisi yoktur diyerek hangi fiil olursa olsun onu yapmak zorundadır
(kaderine göre) demiştir.
MÜRCĠE VE VAÎDĠYE:
"Allah’ın vaîdi (tehdidi) hususunda da Mürcie[75] ile Kaderiye’ye ve baĢkalarına mensub Vaîdiye [76]
[arasında] dırlar."
Allah’ın vaidi demek; Allah’ın büyük günah işleyen (şirk dışında) kimseye vaad ettiği tehdit ve
azabın nasıllığıdır.
Ehli sünnet mezhebi : Mürcie‘den olup vaidi (tehdidi) kabul etmeyenler ile vaidi gerekli gören Kaderiye
mensupları arasında orta bir yoldur. Ehl-i sünnete göre büyük günah işleyerek ölen kimsenin durumu Allah‘a
kalmıştır. Dilerse onu cezalandırır, dilerse onu affeder. Az önceki âyetin delâlet ettiği gibi. Bu günahı dolayısıyla
kulu cezalandıracak olursa, elbetteki kâfirler gibi orada ebedi kalmaz. Aksine cehennemden çıkar ve cennete
girer.
Mürcie : Nasıl ki küfür ile birlikte itaatin faydası söz konusu değilse, iman ile birlikte günahın da hiçbir zararı
olmaz. Bunların iddialarına göre iman sadece kalb ile tasdikten ibarettir. İsterse dil ile bunu söylemese, amel
etmese bile.
Ebu Hanife gibi Kufe’lilerin önder ilim adamları :Ameller imandan değildir. Ancak bununla birlikte onlar da ehl-
i sünnet gibi yüce Allah‘ın büyük günah işleyen kimselerden dilediği kimseleri cehennem ateşinde
azablandıracağını kabul etmektedirler.
Vaîdiye’ye gelince, bunlar aklen Allah‘ın isyankâr kimseyi cezalandırması gerektiğini kabul ederler. Tıpkı itaat
eden kimseyi mükâfatlandırması vacib olduğu gibi. Onlara göre büyük günah işleyip, tevbe etmeden ölen kimseye
Allah‘ın mağfiret etmesi caiz değildir. Ancak mezhebleri bâtıldır, kitab ve sünnete muhaliftir.
HARURÎLER:
"Ġman[ın isimleri] ve din hususunda ise Harurîler [77] ile Mutezile arasında ve Mürcie ile Cehmiye
arasındadırlar."
İslam tarihinde ilk itikadi fırkalaşma Ali (r.a.) ve Muaviye (r.a.) arasında meydana gelen savaşın
ardından çıkmıştır. Bu savaş sonrası Hariciler, Rafiziler, Kaderiler, Haruriler oluşmuştur. Onlar
büyük günah işleyen bir hakkında şu görüşleri ileri sürmüşlerdir.
Hariciler-Haruriler-Mutezile : kalbiyle tasdik edip, dili ile ikrar eden ve bütün farzları yerine getirmekle
birlikte bütün günahlardan kaçınan kimseler dışında kimse iman ismine layık değildir, derler. Onlara göre büyük
günah işleyen (murtekib-i kebire)ye her iki kesimin ittifakı ile mü‘min adı verilmez. Bu insan kafir adı verilir mi
verilmez mi bu hususta farklı farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hariciler; bu adama kafir deyip malını-kanını-
canını helal saymışlardır. Mutezile ise bu adam iki menzil arasındadır diyerek imandan çıkmıştır fakat kafir
denilmez demiştir !
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat’in mezhebi ise bu iki mezheb arasında vasat bir mezhebdir. Onlara göre büyük günah
işleyen bir kimse imanı eksik bir mü‘mindir. İşlediği masiyet kadarıyla imanı eksilmiştir. Haricilerle Mutezile gibi,
asla imanı yoktur, demezler. Mürcie ile Cehmiye gibi imanı kâmildir, de demezler. Allah günahının cezasını
çektirir ve cennetine kor isterse affeder cennete koyar.
RAFIZÎLER:
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın ashabı hususunda da Râfızîler ile Hariciler [arasında]]arasında
yer alırlar."
Rafiziler : Ashaba dil uzatırlar, Hasan ve Hüseyni ilahlaştırırlar, Ali‘ye ilah gibi bakarlar, Kuranın eksikliğine
inanırlar, Aişe animize küfrederler, ona habis derler, 5 sahabi dışındakileri kafir görürler, yalan haber ve
nakilde onlar gibi sapık ve yalancı yoktur, ölülerden medet beklerler, ölülerin fayda verdiklerine işittiklerine
inanırlar, 12 imamlarına masumluk verirler, takiyyeyi şeri görürler, halifeleri suçlarlar, Ebu Bekir ve Ömer
hakkında lanet okurlar, her sözleri ali-hasan-Hüseyin şöyle şöyle diye başlar hadislerle konuşmazlar, sünnet
ehline buğz ederler, sünnet eserlerimizi kabullenmezler, Kuran hakkında farklı farklı görüşler ileri sürerler.
Kelamcıdırlar . İslam ümmetinin fitnecilerdirler. Ümmeti ıslah değil yıkmak isteyenlerdir.
Hariciler : Bunlar ashabın savaşa katılanlarına kafirler demişlerdir.
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat’e gelince, onlar da bir kesimin aşırıya gitmesi ile öbürlerinin kusurlu davranması
arasında vasat bir yoldadırlar. Yüce Allah peygamberlerinin ashabının faziletini kabul etmek, onların iman, İslam,
ilim ve hikmet bakımından bu ümmetin en mükemmelleri olduğunu söylemek hususunda hidayete iletmiştir. Ancak
onlar hakkında aşırıya kaçmazlar. Onların masum (günahsız) olduklarına da inanmazlar. Aksine onların haklarını
yerine getirmişler, geçmişteki büyük işleri dolayısıyla İslam‘ın zafere kavuşması ve Rasûlullah -sallallahu aleyhi
ve sellem- ile birlikte cihad etmeleri hususundaki güzel sınavları dolayısıyla onları sevmişlerdir.
"Daha önce sözünü ettiğimiz Allah’a ve Allah’ın kitabında haber verdiği hususlara iman etmek ile
rasûlünden mütevatir olarak nakledilip, ümmetin selefinin icma ile kabul ettiği Ģanı yüce Allah’ın
semavatının üzerinde, arĢının üstünde, mahlukatına âlî
yüce oluĢuna iman etmek de sözünü ettiğimiz bu hususların kapsamı içerisine girmektedir. O Ģanı yüce
Allah nerede olursa olsunlar, kulları ile birliktedir. Onların neler yapmakta olduklarını bilir. Nitekim bu
hususları Ģu buyruğunda bir arada zikretmiĢ bulunmaktadır:
"O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da arĢ üstüne istivâ edendir. O yere gireni de, ondan çıkanı
da, gökten ineni de, oraya yükseleni de bilir. Nerede olursanız O, sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı
çok iyi görendir." (el-Hadid, 57/4)
Yüce Allah’ın: "O sizinle beraberdir" buyruğu yaratılmıĢlar ile karıĢık ve içiçedir demek değildir. Dil böyle
bir anlamayı gerektirmez. [78][Ayrıca bu ümmetin selefinin icma ile kabul ettiğine muhaliftir. Yüce Allah’ın
mahlukatı üzerinde yaratmıĢ olduğu fıtrada da aykırıdır.] [79]Aksine (mesela) ay Allah’ın âyetlerinden ve
yarattıklarının en küçüklerinden olan bir âyettir. O semada yerleĢtirilmiĢtir. Bununla birlikte o yolcu
nereye giderse gitsin, onunla beraberdir, fakat ondan baĢka bir Ģeydir.
ġanı yüce Allah arĢının üstündedir. Mahlukatının üzerinde rakib (gözetleyici)dir. Onların üzerinde
egemendir ve onlara muttalidir... ve buna benzer O’nun rububiyetinin diğer hususiyetlerine de sahiptir.
"Yüce Allah’ın söz konusu ettiği arĢının üzerinde olması, O’nun bizimle birlikte olması gibi bütün bu hususlar
gerçektir ve hakikati üzeredir. Herhangi bir tahrife ihtiyacı yoktur. Bununla birlikte yalan zanlardan
korunması gerekir. Mesela "gökte" (el-Mülk, 67/7) buyruğunun zahiri kabul edilerek semanın onu
gölgelediği yahut ta onu taĢıdığı söylenemez. Bu ilim ve iman ehlinin icmaı ile batıldır. "ġüphesiz Allah’ın
Kürsîsi gökleri ve yeri kuĢatmıĢtır." (el-Bakara, 2/255) "Ġzni ile olması dıĢında Allah gökleri ve yeri zeval
bulmasınlar diye (Fâıır, 35/42) ve semada yerin üzerine düĢmesin diye tutar. (el-Hacc, 22/65); Göklerin
ve yerin emri ile ayakta durması da O’nun âyetlerindendir."
Ayetler Allah’ın uluvluğunu, üstte oluşunu ,sıfatları ile kulları ile beraber oluşunu ispat
etmektedir.
Kur’ân Allah’ın Kelâmıdır: "Allah’a ve kitaplarına imanın kapsamı içerisinde Kur’ân-ı Kerîm’in Allah’ın kelâmı
olduğuna iman etmek de girmektedir. ġöyle ki: Kur’ân-ı Kerîm Allah tarafından indirilmiĢ olup, mahluk
değildir. O’ndan gelmiĢtir, O’na gidecektir. Allah Kur’ân-ı Kerîm’i gerçek anlamı ile konuĢmuĢtur. O’nun
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’a indirmiĢ olduğu bu Kur’ân Allah’ın gerçek manasıyla kelâmıdır,
baĢkasının kelâmı değildir.
Kur’ân-ı Kerîm’in Allah’ın kelâmının nakledilmesi (hikayesi) yahut onun tabiri (ifadesi) olduğunu söylemek
caiz değildir. Aksine insanlar onu mushaflarda okuyup yahut yazdıkları takdirde, bu bile Kur’ân-ı Kerîm’in
gerçek anlamıyla Allah’ın kelâmı olmamasını gerektirmez. Çünkü kelâm gerçek anlamı ile onu ilk olarak
söyleyene izafe olunur. Onu tebliğ eden veya ulaĢtıran olarak söyleyen kimseye izafe olunmaz.
Harfleri ve manaları ile o Allah’ın kelâmıdır. Manalar bir yana sadece harfler Allah’ın kelâmıdır
denilemeyeceği gibi, harfler bir yana sadece manalar Allah’ın kelâmıdır da denilmez.
Bu ayetler daha önce işlenmiştir.
"Yine Allah’a, kitaplarına, meleklerine ve resûllerine iman ile ilgili olarak yaptığımız açıklamaların kapsamı
içerisine Ģunlar da girmektedir: Mü’minler kıyamet gününde Rablerini gözleri ile göreceklerdir. Tıpkı
bulutun olmadığı, havanın açık olduğu bir zamanda güneĢi gördükleri gibi ve tıpkı ondördünde ay’ı herhangi
bir sıkıntı çekmeksizin (ya da birbirleri üzerine çıkmak gereğini duymadan yahut izdiham olmaksızın)
gördükleri gibi göreceklerdir.
Yüce Allah’ı kıyamet arasât’ında bulundukları sırada görecekleri gibi, cennete girmelerinden sonra da -yüce
Allah’ın dilediği Ģekilde- Allah’ı göreceklerdir."
Bu ayetler daha önce işlenmiştir.
Hesaba Ġman:
"Allah (mükellef) mahlukatı hesaba çekecektir. Mü’min kulu ile baĢbaĢa kalacak ve kitab ve sünnette
belirtildiği Ģekliyle günahlarını ona tek tek söyletecektir.Kâfirlere gelince; onlar iyilikleri ve kötülükleri
tartılacak kimseler gibi hesaba çekilmeyeceklerdir. Çünkü onların iyilikleri yoktur. Ancak amelleri sayılıp,
tesbit edilecek ve amellerinden haberdar edilecekler, onları yaptıkları kendilerine söyletilecektir [ve bu
amelleri dolayısıyla rezil edileceklerdir.
Hesaba dair delilleriniz nelerdir?
1.Delil : "Nihayet dönüşleri yalnız Rablerinedir. O da kendilerine yaptıklarını haber verecektir." (el-En‘âm,
6/108)
Açıklama : Ayet açıkça kulların yaptıkları her amelin onlara haber verileceğini ispat etmektedir.
2.Delil : "İnceden inceye hesaba çekilen kimseye azab edilir." Bunun üzerine Aişe -Radıyallahu anh- dedi ki: Ey
Allah‘ın Rasûlu yüce Allah: "O kolay bir hesap ile hesaba çekilecek." (el-İnşikak, 84/8) diye buyurmuyor mu?
Bunun üzerine Rasûlullah -Sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: "O, arz halindedir. Fakat inceden inceye
hesaba çekilen kimse helâk olur." (Buhari-Müslim)
Açıklama : Ayet çok açıktır.
Not : Allah müminleri yanına yaklaştırır hesaba çeker. Ona filan filan ameli işlemedin mi, filan günahı yapmadın
mı diyerek ona her amelini hayır olsun şer olsun söyletir ve varsa günahlarını bağışlar. Kafirlere gelince, dünyada
hep karşılığını aldıklarından ahirette onlara bir nasip kalmaz ve sahifeleri bomboş olarak cehenneme atılırlar.
Havz:
"Kıyamet arasat’ında Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın susuzluğu gidermek için baĢına gelinecek
olan Havz’ı (el-Havdu’l-Mevrûd) vardır. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Etrafındaki kapları
semadaki yıldızlar kadardır. Boyu bir aylık, eni bir aylık mesafedir. Ondan bir defa içen, ondan sonra bir
daha ebediyyen susamayacaktır.
Havuz haktır, her peygamberin havuzu bulunmaktadır, iman etmek farzdır, inkarı ise tevatür
derecede olan bir hadisi inkar etmektir ki çok büyük bir günahtır.
Sırat:
"Sırat da cehennem üzerinde kurulmuĢtur. Sırat cennet ile cehennem arasındaki köprüdür. Ġnsanlar onun
üzerinden amelleri ölçüsünde(ki bir hızla) geçerler. Kimisi bir göz açıp kapayacak kadar hızlı, kimisi ĢimĢek
gibi hızlı geçecektir. Kimisi rüzgar gibi geçecek, kimisi asil bir at gibi geçecektir. Kimisi de binek olarak
kullanılan deve gibi geçecektir. Kimisi koĢarak geçecek, kimisi yürüyerek geçecektir. Kimisi sürünerek
geçerken, kimisi de iyice yakalanıp cehenneme atılacaktır. Çünkü köprünün üzerinde insanları amellerine
göre alıp yakalayan kancalar vardır. Sırat’ın üzerinden geçebilen kimse cennete girer.
Sırat’ın üzerinden geçtikten sonra cennet ile cehennem arasındaki bir köprünün baĢında dururlar. Bu sefer
birinden ötekinin lehine kısas yapılır. Nihayet tertemiz edilip, arındırıldıktan sonra cennete girmeleri için
kendilerine izin verilecektir."
Sırat, usturadan daha keskin, kıldan ince bir kılıç gibidir, iman etmek farzdır, inkar etmek ise
küfürdür.
ġEFAAT TÜRLERĠ:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimizin kıyamette üç Ģefaati olacaktır:
1- Birinci Ģefaat: Aralarında hüküm verilmek üzere Mevkıf’te bulunan kimselere yapacağı Ģefaattir.
Adem, Nuh, Ġbrahim, Musa ve Meryem oğlu Ġsa peygamberler, bu Ģefaati biribirlerine havale edecek ve
sonunda ona ulaĢılacaktır.
2- Ġkinci Ģefaat: Cennetliklere cennete girmeleri için Ģefaatte bulunacaktır.
Bu iki Ģefaat sadece ona mahsustur.
3- Üçüncü Ģefaat: Cehennem ateĢine girmeyi haketmiĢ kimselere yapacağı Ģefaattir. Hem onun, hem diğer
peygamberlerin, sıddîkların ve baĢkalarının bu tür Ģefaat hakları vardır. Cehennem ateĢine girmeyi
haketmiĢ kimselere girmemesi için, oraya girmiĢ kimselere de oradan çıkartılması için Ģefaatte
bulunacaktır.
Ayrıca yüce Allah birtakım kimseleri Ģefaatsiz olarak kendi lutfu ve rahmeti ile cehennem ateĢinden
çıkartacaktır. Dünya ehlinden olup, cennete giren kimselerin cennete girmesinden sonra da cennette bir
fazlalık kalacaktır. Yüce Allah bunun için birtakım kimseleri var edecek ve onları cennete girdirecektir."
ġefaat türlerini açıklar mısınız ?
Birinci Ģefaat:
Aralarında hüküm verilmek üzere Mevkıftekilere şefaatte bulunacaktır" ifadelerinde sözkonusu
edilen şefaat, Şefaat-i Uzmâ’ (Büyük Şefaat)dır. Bütün peygamberlerin kendisi sebebiyle gıbta
edecekleri Makam-ı Mahmuddur.
1.Delil : "Umulur ki Rabbin seni öğülmüş bir makama gönderir" (el-İsra, 17/79)
Açıklama : Ayet büyük şefaati ispat eder.
2.Delil : Rasulullah (s.a.v.) : ― Ey bu eksiksiz davetin, kılınacak olan namazın Rabbi olan Allah‘ım! Muhammed‘e
vesileyi, fazileti ver; onu kendisine vaadetmiş olduğun makam-ı mahmud‘a ulaştır." (Buhari—Tirmizi-Ebu Davud)
Açıklama : Hadis, makam-ı mahmudu ispat etmektedir.
Ġkinci ġefaat :
Cennetliklerin cennete girmeleri için şefaat edecektir." Yani onlar cennete girmeyi hak kazanmış
olmakla birlikte, ancak onun şefaatinden sonra cennete girmeleri için kendilerine izin verilecektir.
1.Delil : ―Şanı yüce ve mübarek olan Allah insanları toplar. Mü‘minler ayağa kalkar; ta ki cennet onlara çokça
yakınlaştırılır. Adem‘e giderler, ey babamız derler. Bizim için kapıların açılmasını iste...‖ (Müslim)
Açıklama : Hadis Rasulullah‘ın cennete girecek olan müminlerin girmeleri için dua edeceğini ispat eder.
KADERE ĠMAN:
"Ehl-i sünnet ve’l-cemaat’ten olan Fırka-i Nâciye (kurtuluĢa eren kesim) hayrı ile Ģerri ile kadere de iman
eder.
Kadere iman da iki derecedir. Her bir derece de iki Ģeyi ihtiva eder."
Hayrı ile şerri ile kaderin şanı yüce ve mübarek olan Allah’tan olduğuna iman etmek, iman
yörüngesinin etrafında döndüğü altı esastan birisidir.
"Birinci derece”
yüce Allah’ın yarattığı varlıkların ne ameller iĢleyeceklerini ezel ve ebed olarak sıfatı bulunan kadim ilmi
ile bildiğine iman etmektir. Ayrıca yüce Allah itaat, masiyet, rızık ve ecel gibi bütün hallerini de bu
ilmiyle bilir. Sonra yüce Allah levh-i mahfuz’da mahlukatın kaderlerini yazmıĢtır.
Allah’ın ilk yarattığı kalem’dir, ona: Yaz dedi, o: Neyi yazayım? Deyince, Ģöyle buyurdu: Kıyamet gününe
kadar olacak Ģeyleri yaz.
Ġnsana isabet eden bir Ģeyin isabet etmeyeceği düĢünülemez. Ona isabet etmedik bir Ģeyin de isabet
etmesi düĢünülemez. Çünkü kalemler kurumuĢ, sahifeler dürülmüĢtür. Nitekim yüce Allah Ģöyle
buyurmaktadır:"Bilmez misin ki Allah gökte ve yerde olan herĢeyi bilir. ġüphesiz ki bütün bunlar bir
kitabtadır. Gerçekten bu Allah’a çok kolaydır." (el-Hac, 22/70);"Ġster yeryüzünde ister nefislerinizde
meydana gelen herbir musibet mutlaka bizim onu yaratmamızdan önce o bir kitabta (yazılmıĢ)dır. ġüphesiz
ki bu Allah’a çok kolaydır." (el-Hadid, 57/22)
ġanı yüce Allah’ın ilmine tabi olan bu takdir kimi yerde icmali olarak (bütün yaratıklar için), kimi yerde de
tafsilî olarak bulunur:
Yüce Allah levh-i mahfuz’a dilediğini yazmıĢtır.
Ġçine ruhun üflenmesinden önce cenini yarattığı vakit de yüce Allah ona bir melek gönderir. Bu melek dört
kelime yazmakla emrolunur. Ona: Rızkını, ecelini, amelini, mutlu mu yoksa bedbaht mı olduğunu yaz -ve
buna benzer Ģeyler- denilir.
Bu anlamdaki takdiri önceleri kaderiye’nin aĢırı gidenleri inkâr ediyor idi. Ancak günümüzde onun inkârcıları
azdır."
1-Yüce Allah’ın her şeyi kuşatan kadim ilmine ve yüce Allah’ın ezelden ebede kadar sıfatı
bulunan bu kadim ilmi ile yarattıkların neler yapacaklarını bilmiş olduğuna, bu ilmiyle onların
itaat, masiyet gibi halleri ile rızık ve ecellerini bütünüyle bildiğine iman etmektir.
2-Yüce Allah bütün bunları Levh-i Mahfuz’da yazıp tesbit etmiştir.
3-Kalem olup biten ve bitecek her şeyi yazmıştır.
"Bu aĢamadaki kaderi Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın: "Bu ümmetin mecusileri" diye adlandırdığı
kaderiye genel olarak yalanlamaktadır. Kabul edenlerin bir kesimi de bu hususta aĢırıya gitmekte, öyle ki
kulun kudret ve ihtiyar (seçme) sahibi olduğunu kabul etmemekte, bunların hüküm ve maslahatlarını Allah’ın
fiillerinden ve hükümlerinden çıkartmaya kalkıĢmaktadırlar."
Ümmetin Mecusileri olarak isimlendirilen Kaderiye ve Cebriye’nin kader hakkındaki görüĢlerini açıklar
mısınız ?
Kaderiye : Bu sapık itikada göre, kullar kendi kudret ve iradesiyle fiillerinin (namaz-dua-adam öldürme-içki
içme) yaratıcısıdır demişlerdir. Bu görüşle, hem Allah‘ı hem de kulları yaratıcı görmektedirler. Onlara göre,
şeytan tüm kötü ve rahatsız edici şeyleri yaratmıştır, bu ise şeytanın yaratıcı olduğunu kabullenmektir.
Cebriye : Bunlar da kaderi kabul etmekte o kadar aşırı gittiler ki, sonunda kulun gerçek anlamda bir fiilinin
olmasını inkar edecek hale geldiler. Hatta onların kanaatlerine göre kulun ne bir hürriyeti, ne bir tercihi, ne de
bir fiili vardır. Tıpkı esen rüzgarın önündeki bir tüy gibidir. Fiillerin kula isnad edilmesi; mecazidir. Namaz kıldı,
oruç tuttu, öldürdü, hırsızlık yaptı denilmesi tıpkı güneş doğdu, rüzgar esti, yağmur yağdı demek gibidir.
ĠMANIN TARĠFĠ:
[Ehl-i sünnet ve’l-cemaat] in inandığı esaslardan birisi de Ģudur: Din ile iman kavl ve ameldir. Kalbin ve
dilin kavli ile kalbin, idilin ve azaların amelidir."Ġman itaat ile artar, masiyet dolayısıyla eksilir."
Ġman : Dile söylemek, kalple tasdiklemek, amelle de uygulamaktadır.Ebu hanife dışında diğer üç imam imanın bu
tarifinde ittifak etmişlerdir. Ebu Hanife‘nin tanımı ise, lafzı olarak farklı olduğu için lafzi ihtilaftır.
"Bununla birlikte onlar mutlak masiyetler ve büyük günahlar sebebiyle -Hâricîlerin yaptıkları gibi- kıble
ehlini tekfir etmezler. Aksine masiyetlerle birlikte iman kardeĢliği sabittir (derler). Nitekim yüce Allah
[kısas âyetinde] [83][255]Ģöyle buyurmaktadır: "Fakat kime kardeĢi tarafından bir Ģey affolunursa, artık
(diyet alan) örfe uyarak istesin." (el-Bakara, 2/178) Yine yüce Allah Ģöyle buyurmaktadır: "Eğer
mü’minlerden iki grub birbirleri ile çarpıĢırlarsa, onların aralarını düzeltin. Eğer onların biri diğerine karĢı
tecavüz ediyorsa, o tecavüz eden grubla Allah’ın emrine dönünceye kadar çarpıĢın. Eğer dönerse ikisinin
arasını adaletle düzeltin ve adaletli olun. Çünkü Allah adaletli olanları sever." (el-Hucurat,
49/9);"Mü’minler ancak kardeĢtirler. O halde iki kardeĢinizin arasını düzeltin." (el-Hucurat, 49/10)
İmam İbn Teymiyye, kişi dinin iman edilmesi Gereken zaruri esaslarını inkar etmediği müddetçe
günahından dolayı kafir denilemeyeceğini ispat için getirmektedir. Bir kimse küfre düşüren söz
ve ameli yapmadığı müddetçe, günahından dolayı tekfir edilemez.
"Ġslam dini üzere bulunan fâsık kimseden [Ġslam]]adını büsbütün kaldırmazlar. Mutezile’nin söylediği gibi de
ebediyyen cehennemde olduğunu söylemezler.
Aksine fâsık da iman adının kapsamı içerisindedir. Nitekim yüce Allah Ģöyle buyurmaktadır:"...O zaman
(katilin) mü’min bir köle azad etmesi gerekir." (en-Nisa, 4/92)
Yüce Allah’ın Ģu buyruğunda olduğu gibi bazan mutlak olarak iman adı kapsamı içerisine de girmeyebilir:
"Gerçek mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer. Âyetleri karĢılarında
okunduğu zaman (bu) onların imanını arttırır." (el-Enfal, 8/2) Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın Ģu
buyruğunda da bu kabildendir: "Zinakâr, zina ettiği vakit mü’min olarak zina etmez. Hırsız, hırsızlık
yaptığı vakit mü’min olarak hırsızlık yapmaz. Ġçki içen, içki içtiğinde mü’min olarak içki içmez. Ġnsanların
değer verdiklerinden ötürü baĢlarını kaldırıp, kendisine bakmalarına sebeb teĢkil edecek herhangi bir malı
haksızca alacak olursa, mü’min olarak almaz."
"[Biz diyoruz ki]]: Böyle bir kimse imanı eksik bir mü’mindir. Yahut imanı ile mü’min, iĢlediği büyük günah
dolayısıyla fasıktır. Bu durumda ona ne mutlak olarak (iman) ismi verilir, ne de mutlak olarak bu (iman)
ismi ondan alınır."
İbn Teymiyye imanlı olan günahkar bir müslümanın ebedi cehennem ehli görülemeyeceğini, kişi
günah amel işleyebileceğini ve bu günahnın da onu iman dairesinden dışarı çıkartmayacağını,
kalplerinde ürperti olmadan yaşayanlarında aynı şekilde iman ehli olabileceklerini, hırsızlık-zina-
içki içme gibi günah amelleri işleyenden asla imanın gitmeyeceğini, günahkar birinin günahı
anında imanın eksik olduğunu ispat etmek için bu cümleleri getirmiştir. İslam dini üzere bulunup
ta haram olduklarına inanmakla birlikte birtakım günahları işleyen fâsıka gelince, ehl-i sünnet
ve’l-cemaat böyle bir kimseden iman adını büsbütün kaldırmazlar ve Mutezile ile Hârîcilerin
dedikleri gibi, onun ebedi olarak cehennemde olduğunu söylemezler. Aksine ehl-i sünnet’e göre
böyle bir kimse imanı eksik bir mü’mindir. Masiyeti kadarı imanından eksilme olmuştur yahut
böylesi fasık bir mü’mindir. Ona mutlak olarak iman adını vermedikleri gibi, mutlak olarak iman
adını da ondan kaldırmazlar.
1.Delil : "Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler (dostlar) edinmeyin." (el-
Mumtehine, 60/1)
Açıklama : Allah ilk dönem Allah düşmanlarını bilmeden düşman edinen müslümanlara ey müminler diyerek
onların imanlı olduğunu söylüyor.
ĠMAN VE ĠSLÂM:
Ġman ve Ġslam nedir ?Şeri anlamda İman ve İslam bir arada söz konusu edildiği takdirde; İman ile tasdik ve
itikad, İslam ile dil ile ikrar, azalarla amel gibi zahiri inkıyat ve itaat kastedilir. Fakat mutlak iman ve mutlak
İslam deyince bazen birbirinden ayrı olabilir. Hani bedeviler demişlerdi ki biz iman ettik Allah ise onlara iman
ettik değil İslam olduk buyruğunda olduğu gibi. "Bedevi Araplar: İman ettik, dediler. De ki: Siz iman etmediniz,
fakat İslâm olduk, deyiniz..." (el-Hucurat, 49/14)
RAġĠD HALĠFELER:
"Mü’minlerin emiri Ali b. Ebi Talib -radıyallahu anh-’dan mütevatir nakil ile gelmiĢ olan: Bu ümmetin
peygamberinden sonra en hayırlıları Ebu Bekir, sonra Ömer’dir, Ģeklindeki naklin gereğini ikrar ve kabul
ederler.
Üçüncü olarak Osman ve dördüncü olarak Ali (r.anhum)’in faziletli olduğunu söylerler. Nitekim rivayetler
de buna böylece delâlet ettiği gibi ashab-ı kiram’da (halifeliğe) bey’at hususunda Osman -radıyallahu anh-
’ın öncelenmesini icma ile kabul etmiĢlerdir.
Bununla birlikte bazı ehl-i sünnet mensubu kimseler Ebu Bekir ile Osman -radıyallahu anh-’ın öne
geçirilmelerini -ittifak ile kabul etmekle birlikte- Osman ile Ali -radıyallahu anh-’den hangisinin faziletli
olduğu hususunda ihtilaf etmiĢ bulunuyorlar. Kimileri Osman’ı öncelemiĢ ve baĢka bir Ģey söylememiĢ yahut
ta dördüncü olarak Ali’yi saymıĢlar, kimileri de Ali’yi öncelemiĢ, kimileri ise bu konuda bir Ģey
söylememiĢlerdir.
Fakat nihayette ehl-i sünnet Osman -radıyallahu anh-’ın efdal olduğuna, ondan sonra da Ali’nin geldiğine
karar kılmıĢlardır.
Bununla birlikte bu mesele -Osman ve Ali meselesi- ehl-i sünnet’in cumhur’unun kanaatine göre bu hususta
muhalif kanaat kabul eden kimselerin sapık kabul edileceği esas meselelerden değildir.
[Fakat kiĢinin sapık olduğuna hüküm verilmesine sebeb teĢkil eden mesele] hilafet meselesidir. Çünkü onlar
(ehl-i sünnet ve’l-cemaat) Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’dan sonra halifeliğin (sırasıyla) Ebu
Bekir, Ömer, sonra Osman, sonra da Ali’ye geçtiğine inanırlar.
Bunlardan herhangi birisinin halifeliğine dil uzatan bir kimse evindeki eĢĢeğinden de daha ĢaĢkındır."
Raşid Halifeler sırasıyla Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali Bin Talib “Peygamberinden sonra bu
ümmetin en hayırlısı Ebu Bekir’dir. Ebu Bekir’den sonra Ömer’dir. Eğer ben size üçüncü kişinin
adını vermek isteseydim, onu da yapardım.” Buharî’de, (Fethu’l-Barî, 7/54); İbn Ömer -
radıyallahu anh-’dan şöyle dediği kaydedilmektedir: “Biz Peygamber -sallallahu aleyhî ve
sellem- döneminde Ebu Bekir’e denk hiçbir kimseyi görmezdik. Daha sonra Ömer, sonra da
Osman geldiği görüşünde idik. Sonra da Peygamber -sallallahu aleyhî ve sellem-’ın ashabını
birinin diğerinden faziletli olduğunu söylemeksizin, öylece dururduk.” Ayrıca bk. Ahmed b.
Hanbel, Fedailu’s-sahabe, I, 76 Ayrıca ehli sünnet, .Osman’ın, Ali’den faziletli olduğunu kabul
ederler. Buna delil olarak da Ashab-ı Kiram’ın halifeliğe bey’at hususunda Ali’den önce Osman -
radıyallahu anh-’a bey’at etmiş olduklarını gösterirler.
Halifelik hususunda, Ali’nin (r.a.) Osman’dan daha hak sahibi olduğunu söylemek doğru mudur ?
Ali -radıyallahu anh-’ın halifeliğe ondan daha çok hak sahibi olduğunu iddia eden bir kimse bu
ifadelerindeki muhacir ve ensar’ı küçük düşürücü anlamlar ihtiva etmekle birlikte, şiîlik
anlayışının daha ağır bastığı bid’atçi ve sapık bir kimsedir.
EVLĠYÂNIN KERÂMETLERĠ:
"Ehl-i sünnet’in kabul ettikleri esaslardan birisi de evliyânın kerâmetleri ile yüce Allah’ın onlar vasıtası ile
gerçekleĢtirdiği çeĢitli ilim, keĢif, kudret ve tesir kabilinden meydana getirdiği olağanüstü hadiseleri
tasdik etmektir. Ayrıca gerek Kehf suresinde ve baĢkalarında önceki ümmetlerden ve gerekse de bu
ümmetin ilkleri olan ashab-ı kiram ile tabiînden [nakledilen] ile ümmetin diğer [fırkaları] [86][288] ndan
nakledilenleri de (tasdik ederler). Ayrıca bunlar bu ümmet arasında kıyamet gününe kadar devam
edecektir."
Müellif bu sözle “ Peygamberlerinin getirdikleri hidayete tabi olan Allah dostlarına yüce Allah’ın
birtakım kerametler verdiğini kitab ve sünnetin nassları mütevatir bir şekilde ortaya koyduğu gibi,
eski ve yeni olaylar da buna delâlet etmektedir. Keramet olağanüstü bir iştir. Yüce Allah bunu
velilerinden bir velisi vasıtası ile gösterir. Bunu da o kimseye ya dini, ya da dünyevi bir hususta
yardımcı olmak üzere yapar.” demek istemiştir.
"Diğer taraftan ehl-i sünnet ve’l-cemaat’in tarikatı (yolu) batınen ve zahiren Rasûlullah -sallallahu aleyhi
ve sellem-’ın izinden gitmek, ilk önde gidenler olan muhacirler ve ensar’ın yoluna uymak ve Rasûlullah -
sallallahu aleyhi ve sellem-’ın Ģu buyruğundaki vasiyetine uymaktır: "Benim sünnetime ve benden sonra
gelen raĢid ve hidayete erdirilmiĢ halifelerin sünnetine uymaya bakınız. Bu sünnete sımsıkı sarılın ve onu
azı diĢlerinizle kavrayın. Sonradan ortaya çıkartılan iĢlerden sakının. Çünkü hiç Ģüphesiz [sonradan ortaya
çıkartılan] herĢey [bir bid’attir ve her]] bid’at dalâlettir."
En doğru sözün Allah’ın sözü, en doğru yolun Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın gösterdiği yol
olduğunu bilirler. Allah’ın kelâmını, o kelâmın dıĢında kalan çeĢitli insanların kelâmına tercih ederler.
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın yolunu da herkesin yolundan öncelikli bilirler.
ĠĢte bundan dolayı onlara ehl-i kitab ve sünnet adı verilmiĢ, ehlu’l-cemaat denilmiĢtir. Çünkü cemaat
demek [icma] demektir. Bunun zıttı ise ayrılıktır. Her ne kadar (cemaat) lafzı biraraya gelip toplanmıĢ bir
topluluğun kendisinin adı haline gelmiĢ ise de bu böyledir.
Ġcma ise ilim ve dinde dayanak kabul edilen üçüncü esastır.
ĠĢte ehl-i sünnet ve’l-cemaat insanların kabul ettikleri bütün sözler ile din ile ilgisi bulunan gizli ya da
açık bütün amelleri bu üç esas ile ölçüp biçerler.
Esas kabul edilen icma ise selef-i salih’in üzerinde bulundukları yoldur. Zira onlardan sonra ayrılıklar
çoğalmıĢ [ve ümmet arasında yayılmıĢtır.
"Ancak Peygamber, -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın ümmetinin yetmiĢüç fırkaya ayrılacağını, bunların
cemaati teĢkil eden bir tanesi dıĢında cehennemde olacaklarını diye haber verdiğine ve yine ondan rivayet
edilen bir hadiste belirtildiği üzere: "Onlar ise bugün benim ve ashabımın üzerinde bulunduğum yolun
benzeri üzerinde olanlardır." diye buyurduğundan ötürü her türlü Ģaibeden arınmıĢ, katıksız Ġslam’a sımsıkı
yapıĢanlar ehl-i sünnet ve’l-cemaat’i teĢkil ederler.
Sıddîklar, Ģehidler, salihler onlar arasındadır. Hidayetin önderleri, karanlığın aydınlatıcı kandilleri, ardı
ardına nakledilegelmiĢ büyük menkıbeler ile nakledilegelmiĢ faziletlerin sahibleri onlar arasındadır. Ebdal
da onlar arasındadır, müslümanların hidayet üzere oldukları ve [dirayetlerini] kabul ettikleri kimseler olan
[din önderi kimseler] de onlar arasındadır. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın haklarında:
"Ümmetimden hak üzere ilâhî yardıma mazhar bir kesim var olmaya devam edecektir. Onlara muhalefet
edenlerin de, onları yardımsız bırakanların da ona zararları olmayacaktır. Kıyamet kopuncaya kadar bu
böyle kalacaktır." diye buyurduğu ilahi yardıma mazhar olan kesim de onlardır.
Yüce Allah’tan bizleri de onlardan kılmasını, bizi hidayete ilettikten sonra kalblerimizi saptırmamasını,
kendi nezdinden bizlere bir rahmet bağıĢlamasını niyaz ederiz. ġüphesiz ki O çok bağıĢlayıcıdır.
Doğrusunu da en iyi bilen Allah’tır. Muhammed’e, onun aile halkına ve ashabına Allah’ın pek çok salât ve
selâmları olsun."
Fırka Naciye akidesine mensup Müslümanlar; Peygamberin ve sahabilerin inandığı ve amel
ettiği gibi iman eden ve amel edenlerdir. Onlar, Rasulullah ve ashabın yolu üzerinde hareket
ederler ve asla o yolun dışına çıkmazlar. Onlar, her tür şaibeden, şekten, bidatten, şirkten uzak
dururlar. Onlar, hak üzere sebat edip, tevhid-sünnet-cihad yolu üzerinde yaşar ve ölürler.
Kıyamete kadar ayıplanmaları-dışlanmaları asla onlara bir zarar vermeyecektir. Zira onlar Allah
ve Resulünün dinini yüceltmek ve onun rızasını kazanmak için yaşar. Hidayetin önderleri,
karanlığın aydınlatıcı kandilleri, müslümanların hidayet üzere oldukları ve kabul ettikleri kimseler
onlar arasındadır. Onlar, yeryüzünde şirki, küfrü, batıl ve tağutun yollarını kırmak ve yerine Allah
ve Resulünün emrettiği dini yerleştirmek için yaşarlar. Allah bizleri onlardan eylesin. Bu yolda
olan müslümanların ayaklarına Allah sebat ve ecir versin. Son sözümüz Rasulullah’ın meclisin
kefareti hükmünde olan şu duası olmalıdır : “Subhanekellahumme ve bihamdik, Eşhedu enla
ilaha illallah ente ve Estağfiruke ve Etubu İleyk”
[70] "Ey insanlar! Kendinize acıyınız..." hadisine gelince, bu hadis şanı yüce Allah’ın kullarına ne kadar yakın olduğunu ve seslerini yükseltmelerine
ihtiyacının bulunmadığını dile getirmektedir. Çünkü yüce Allah hem gizlice söylenen sözleri, hem de fısıltıları bilir. Hadis-i şerif’te sözü edilen bu yakınlık
kuşatıcılık, ilim, işitmek ve görmek anlamı ile bir yakınlıktır. O’nun kullarının üzerinde oluşuna aykırı değildir.
[71] Cehmiyye: Emevi’lerin sonlarına doğru yayılmış bir fırkadır. Tirmiz’li el-Cehm b. Safvan’a nisbet edilirler. İsim ve sıfatları kabul etmezler. Aynı
zamanda onlar Mürcie ve Cebriye’nin de aşırı kolunu temsil ederler.
[72] Müşebbihe: Mücessime diye de adlandırılırlar. Bunlar ise isim ve sıfatları kabul etmek hususunda Cehmiyye’nin tam zıttıdırlar. Allah’ın
yaratılmışların eli gibi bir eli vardır, (İşitmeleri gibi işitmesi, görmeleri gibi görmesi vardır) demişlerdir. Yüce Allah zalimlerin söylediklerinden alabildiğine
yücedir.
[73] Cebriye: Bunlar Cehmiye ile onların kanaatlerini kabul edip şöyle diyen kimselerdir: Kulların ne iradeleri vardır, ne de itaatleri işleme kudretleri, ne
de yasak kılınmış şeyleri terkedebilme güçleri. Onlar bütün bunları yapmaya mecburdurlar. Cebriye, Kaderiye’nin tam zıttıdır.
[74] Kaderiye: Bunlar da Mutezile ve onların kanaatlerini kabul edip, şöyle diyenlerdir: Şüphesiz şanı yüce Allah kullara kendisine itaat etmelerini
emretmiş, isyan etmelerini yasaklamıştır. İtaat ve masiyet ortaya çıkmadıkça O, kimin kendisine itaat edeceğini, kimin de kendisine isyan edeceğini
bilmez. Kaderiye, Cebriye’nin zıttıdır. Yine daha önce Kaderiye ile ilgili malumat verilmiş bulunmaktadır.
[75] Mürcie: İman kalb ile tasdik, dil ile söylemektir. Ameller ise imandan değildir, diyen kimselerdir. Mürcie’ye mensub Kerrâmiye ise şöyle derler:
İman sadece dil ile söylemektir. Bunların aşırıları (ğulât) ise şöyle derler: O sadece kalb ile tasdiktir. Şehadet kelimelerini dili ile söylemese dahi. Bunlara
göre nasıl ki küfür ile birlikte bir itaatın faydası olmuyorsa, iman ile birlikte günahın da bir zararı yoktur.
[76] Vaîdiye: Bunlar Kaderiye’ye mensub olup Allah’ın tehdidinin mutlaka yerine getirileceğini kabul ederler. Büyük günah işleyen bir kimse tevbe
etmeksizin ölecek olursa, ebedi olarak cehennemde kalır. Yine derler ki: Allah isyankâr kullarını cehennem ve azab ile tehdit etmiştir. O ise verdiği
sözünden caymaz.
[77] Harurîler: Bunlar Ali (r.a)’a kendisi ile Muaviye (r.a) arasındaki hakem tayin etme olayını kabul etmesi üzerine karşı çıkmış kimselerdir. Ondan
ayrılıp, Harura diye bilinen Kûfe’ye iki millik mesafedeki bir yerde toplanıp biraraya geldiler. Buraya nisbet edilerek adlandırılmış oldular.
[85] Bu Ashab-ı kiram’a güzel bir şekilde uyan ve onlardan sonra gelen kimselerin yaptıkları bu dua onların Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın
ashabını mükemmel bir derecede sevip, onlardan övgüyle söz ettiklerini göstermektedir. Esasen ashab-ı kiram böyle bir sevgiye, saygıya layıktırlar.
Çünkü onların üstün faziletleri öncelikle İslam’a bağlanmaları ve İslam uğrunda büyük fedakârlıkları vardır. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın
yakın arkadaşları olmuşlar ve bütün ümmete iyilikte bulunmuşlardır. Zira Peygamberleri Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın bütün getirdiklerini
onlara tebliğ edenler onlardır. Sonradan gelenlerden herhangi bir kimseye ulaşmış bulunan bütün bilgi ve haberler (peygambere ve ashaba dair
rivayetler) onların aracılığı ile ulaşmıştır. Sonradan gelenler aynı şekilde Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’a itaat etmek üzere de ashaba gereken
saygıyı gösterirler. Çünkü Peygamber ashaba dil uzatmayı, onların değerlerini küçümsemeyi yasaklamış, herhangi bir sahabinin yapmış olduğu azıcık bir
amelin başkalarının yapmış olduğu pekçok amelden üstün geldiğini beyan etmiştir. Bu ise onların ihlâslarının mükemmelliğinden, imanlarının samimi
oluşundan dolayıdır.