You are on page 1of 354

---

. .::,r-.~.t",~
~·~.::·· .s:.~:> ~\
-- ,.;. .;. - ~~ .:.:.r. . ~
, • .;;-..~ . ot·'!'
"',;. ..-c."~;,t 1' ~

.. -
.~ı;., ~.. ~\. . _.
f.t',.;..~.~'·~; #>

t:Z ......... · ~ ·~.,.


Ji ':-1-:i-~-~ .:

' .. - ~~­
-...:!-.S'p ' ....
. '<...~Ş...:
... ~

~~'
.
~ ...
TANPINAR'IN MEKTUPLARI
Zeynep Kerman

n
Tanpınar 'ın Mektup/arı'nın yayın haklan Dergfilı Yayınlan ' na aittir.

Dergah Yayınları: 145


Sertifika No: 14420
Türk Edebiyan-Mektup: 1
ISBN: 978-975-995-373-7
l. b. 1974, 2. b. Ağustos 1992, 3. b. Eylül 2001
Gözden geçirilmiş 4. b . Ekim 2007, 5. b. Mart 2013
6. Baskı: Kasım 2014

Dizi Kapak Tasaruru: Işıl Döneray


Kapak Uygulama: Ercan Patlak
Sayfa Düzeni: E. Gökçe Aksoy

Basım Yeri: Ana Basın Yayın Gıda İnş. Tic. A.Ş.


B.0.S.B. Mermerciler Sanayi Sitesi 10. Cad. No: 15
Beylikdüzü I İstanbul
Tel: [212) 422 79 29
Matbaa Senifika No: 20699

Kapak Basım Yeri: Hanlar Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.


Tel: [212) 324 08 82

Cilt: Güven Mücellit & Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti .


Tel: [21 2) 445 00 04

Dağıtım ve Satı ş: Ana Yayın Dağıtım


Molla Fenari Sokak Yıldız Han No: 28 Giriş Kat
Tel: [212) 526 99 41 (3 hat) Faks: [212) 519 04 21
Cağaloğlu I İstanbul
Zeynep Kerman

TANPINAR'IN MEKTUPLARI

DERGAH YAYINLARI
Klodfarer Cad. Altan İş Merkezi No: 3/20 34122 Sııltanahmet f İstanbul
Tel: [2 12) 518 95 79-80 Fax: [212) 518 95 81
www.dergahyayinlari.com f bilgi@dergahyayinlari.com
İçindekiler

Kitap Hakkında Birkaç Söz, 7


Tanpınar'ın Mektuplarının Peşinde, 10
Ahmet Kutsi Tecer'e Mektuplar, 27
Cevat Dursunoğlu'na Mektuplar, 69
Adalet ve Mehmet Ali Cimcoz'a Mektuplar, 76
Tarık Temel'e Mektuplar, 196
Mehmet Kaplan'a Mektuplar, 223
Sabahattin Eyuboğlu ' na Mektuplar, 251
Nur ve Hüseyin Tahsin Salor'a Mektuplar, 262
Niyazi Akı 'ya Mektup, 268
Hüsamettin Bozok'a Mektuplar, 271
Hasan Ati Yücel'e Mektup, 275
Avni Givda'ya Mektup, 277
Macit Gökberk'e Mektup, 280
Suut Kemal Yetkin'e Mektup, 282
Bedrettin Tuncel'e Mektup, 284
Takiyettin Mengüşoğlu 'na Mektup, 286
Kenan Tanpınar 'a Mektuplar, 289
İsmail Hikmet Ertaylan 'a Mektup, 314
Antalyalı Genç Kıza Mektup, 315
Mektupların Listesi , 322
Dizin, 325

5
KİTAP HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ

Ahmet Hamdi Tanpınar'ı maalesef şahsen tanımak saadetine nail


olamadım. Ben Üniversite'ye girmeden o, dünyaya gözlerini kapa-
mıştı. Fakat Üniversite'de, Edebiyat Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı
Kürsüsü'nde, onun profesör, doçent ve asistan olmuş öğrencileriyle
karşılaştım. Onlar Tanpınar'ın düşüncelerinin havası içinde yaşıyorlar
ve onun açtığı yolda ilerliyorlardı.
Ben de onlar vasıtasıyla Tanpınar'ın büyülü havasına kapıldım
ve onun dünyasına girmeğe çalıştım. Lisans tezi olarak seçtiğim
Tanpınar'ın Edebiyat Üzerine Makaleler' ini, Milli Eğitim Bakanlığı
bastırdı. Bu eserin 2. ve 3. baskıları Dergah Yayınevi'nce yapıldı.

Üniversite'den mezun olduktan sonra da Tanpınar'a karşı sevgi ve


alfilcam devam etti. Bazı dostlarına yazmış olduğu mektupları okumuş,
bunlara hayran olmuştum. Onları toplamağa ve bastırmağa karar ver-
dim. Dostlarının çoğu, değerli buldukları bu mektupl arı güzel bir hatıra
olarak saklamışlardı. Bana vereceklerinden şüphe etmekle beraber,
hemen hepsinin kapısını çaldım. Bazıları görüşmek istemedi, bazıları
hasis davrandılar. Fakat bana karşı cömertçe davrananlar da oldu. Bu
cömert insanların başında r<:\hmetli Adalet Cimcoz ile sayın eşi Mehmet
Ali Cimcoz gelir. Sayın Dr. Tarık Temel 'in tavassutuyla ölümünden
birkaç ay evvel görüştüğüm Adalet Cimcoz Tanpınar ' ın kendisine yaz-
dığı bütün mektupları büyük bir lütufkarlıkla bana verdi. Türk edebi-
yatına büyük bir hizmette bulunan rahmetlinin aziz hatırasını saygı ile
anıyorum. Keza Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çok sevdiği dostu, Huzur

7
KİTAP HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ

romanını ithaf ettiği Dr. Tarık Temel ile Prof. Dr. Mehmet Kaplan,
Ahmet Kutsi Tecer'in sayın eşi Meliha Tecer Hanımefendi, rahmetli
Sabahattin Eyuboğlu ve rahmetli Cevat Dursunoğlu, Nur Tahsin Salor
Hanımefendi ve Prof. Dr. Niyazi Akı bulabildikleri mektupları verdiler.
Onlara da bu lütuf ve itimatlarından dolayı çok müteşekkirim.
Mektuplarından da anlaşılacağı üzere, Tanpınar'ın geniş bir dost-
luk çevresi vardır. Onun, daha birçok kimseye mektup yazdığı muhak-
kaktır. Ben maalesef bu kadarını elde edebildim. Bunlara, Tanpınar'ın
müsveddeleri arasında bulduğum bir iki mektubu da ilave ettim.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Cumhuriyet devrinde yetişmiş en büyük
Türk yazarlarından biridir. Ona ait her hatıra, mektup ve vesika, Türk
edebiyatı ve kültürü bakımından bir değer taşır. Umarım ki, bu kitap, elle-
rinde Tanpınar'a ait mektup veya vesika bulunan şahısları, onları neşre
veya İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkiyat Enstitüsü' nde
kurulan Ahmet Hamdi Tanpınar arşivine teslime teşvik eder.
Bu mektuplar şair, hikayeci, romancı, denemeci ve edebiyat
tenkitçisi olan Ahmet Hamdi Tanpınar ' ın hayatını, mizacını ve eser-
lerini aydınlatacak değer ve mahiyettedir. Tanpınar üzerinde araştırma
yapanların bu mektuplardan istifade edecekleri muhakkaktır.
Bulabildiğim mektupları , yollandıkları şahıslara göre ayırdım ve
kendi içlerinde kronolojik olarak sıraladım. Tanpınar, bazı mektupları­
na tarih koymamıştır. Bunlardan bir kısmının tarihlerini zarflarındaki
damgaya göre tespit ettim, bazılarının da muhtevalarını göz önüne
alarak ay ve yılını tespite çalıştım.
Ahmet Kutsi Tecer ve Cevat Dursunoğlu, Tanpınar'ın genç yaşta
tanıdığı insanlardır. Bu sebeple bu mektupları başa aldım. Bilhassa
1931-1959 yılları arasında Ahmet Kutsi'ye yazdığı mektuplar, değerli
yazarın bu yıllardaki maddi ve manevi sıkıntılarını aksettirir. Tanpınar,
daha o yıllarda Avrupa'ya gitme arzusuyla yanar, fakat bu emeline yıl­
lar sonra kavuşur. Adalet Cimcoz, Dr. Tarık Temel, Prof. Dr. Mehmet
Kaplan ve Sabahattin Eyuboğlu'na yazdığı mektupların büyük bir
kısmı Avrupa' dan yollanmıştır. Bunlar Tanpınar'ın çok zengin Avrupa
intibaları ile doludur. Hayatının en verimli ve olgun yaşının mahsulleri

8
TANPINAR'JN MEKTUPLARI

olan bu mektuplarda Tanpınar edebiyat, resim, musiki, mimari yanında


Türkiye'nin meselelerine de temas eder.
Hemen hepsi de eski harflerle yazılmış olan bu mektupları
olduğu gibi yeni harflere çevfrdim . Onlarda okuyucuyu ilgilendiren
Tanpınar 'ın duygu, düşünce , hayal ve nükteleri olduğu için, dedikodu
havası taşıyan bazı cümlelerdeki şahıs adlarını tam olarak vermedim.
Yine bu sebeple, kardeşi Kenan Tanpınar'ın büyük bir itimatla bana
verdiği mektuplardan, çok şahsi ve ailevi meselelere temas etmeyen-
lerden bir seçme yaptım.
Tanpmar'ın Ahmet Kutsi Tecer'e yazdığı iki mektup Tercüme
dergisi Mektup Özel Sayısında, Adalet Cimcoz'a yazdığı bir mektup
Varlık dergisinde , Hüsamettin Bozok 'a yazdığı iki mektup Yeditepe
ve Türk Dili Mektup Özel Sayısı'nda neşredilmiştir. Bu mektupları
da kitaba almayı faydalı buldum. Adalet Cimcoz'a hitap eden mek-
tupta bazı okuma yanlışları vardır. Bende olan aslına göre bu yan_lış­
lan düzelttim. Antalyalı genç kıza yazılan mektubun Tank Temel'deki
farklı nüshasını bu baskıya dahil ettim.

Tanpınar'ın eserlerini tanıyanlar bu mektupları büyük bir zevkle


okuyacaklar, değerli şair ve yazarı zaafları, endişeleri, sıkıntıları, ıstı­
rapları , zevkleri ve nükteleriyle, kısaca insan olarak tanıyacaklar ve çok
seveceklerdir. Tanpınar 'ın eserlerini henüz okumamış olanlar ise , bu
mektuplardan onun eserlerine gideceklerdir.
Tanpınar 'ı sevenleri bir araya getirmekle faydalı bir iş yaptığıma
inanıyor ve seviniyorum.
Kitabı hazırlarken büyük yardımlarını gördüğüm değerli hocam
Prof. Dr. Mehmet Kaplan'a minnettarım. Kitabın tashihlerinde büyük
emeği geçen Prof. Dr. İnci Enginün' e ve benim için birer muamma olan
isimleri aydınlatan Prof. Dr. Aykut Kazancıgil'e çok teşekkür ederim.
Tanpınar'ın hatırasını canlı tutmak için, eserlerini büyük bir özveriyle
basan Dergah Yayınevi ' ne ve sayın Ezel Erverdi ile genç arkadaşlarına
da minnettarım.

ZEYNEP KERMAN

9
TANPINAR'IN MEKTUPLARININ PEŞİNDE

Yıl 1965. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü üçüncü sınıf öğrenci­


siyim. Prof. Dr. Mehmet Kaplan ile tez konusu bak.landa görüşmeye
gitmiştim. Hoca, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın mektuplarını toplamamı
tavsiye etti. Liseden edebiyat öğretmenim rahmetli Behice Kaplan şid­
detle itiraz etti ve kimsenin özel hayatı nı deşmeğe hakkım olmadığını ,
kendisine yazdığı mektuplan vermeyeceğini söyledi. Bu beni yıldırma­
dı, belki de çok sevdiğim ve saygı duyduğum Behice Hanım 'a, kendimi
ispat edebileceğim bir fusatı değerlendirmek istedim. Kaplan Hoca,
rahmetli Cevat Dursunoğlu, Dr. Tarık Temel ve Prof. Dr. Bedrettin
Tuncel'e müracaat etmemi söyledi.
O zaman eski yazım pek iyi değildi. İki gün Jugatlann yardımıyla
rahmetli Cevat Dursunoğlu 'na eski yazıyla bir mektup yazarak, tezimin
konusunu, gayemi anlattım ve Tanpınar'ın kendisine yazdığı mektup-
ları veya fotokopilerini göndermesini rica ettim. Bir hafta kadar sonra
şişmanca bir zarf geldi. Rahmetli Dursunoğlu, dört mektupla yetin-
memiş, Tanpınar'la tanışmalarını, çeşitli hatıralarını da dile getirmişti.

Birkaç ay sonra Ankara'ya gittiğimde, bu olgun, kültürlü, vatan-


perver beyefendiyle tanışma şerefine eriştim. Gönderdiği mektuplarda
birkaç kelimeyi karaladığından dolayı özür dilemesi beni çok mütehas-
sis etmişti.
Prof. Dr. Bedrettin Tuncel'den ağabeyimin okul arkadaşı olan
oğlu vası tasıyla bir randevu talep etmiş, gayemi de belirtmiştim.

10
TANPINAR 'iN MEKTUPLARI

"Görüşecek bir şeyim yok" cevabını alınca hayretler içinde kaldım.


Bir üniversite talebesine böyle bir cevap veren hocayı çok merak ettim
ve adeta baskın diyebileceğim bir tarzda, bir öğle vakti evine gittim.
Kapıyı kendisi açtı, şaşkınlığını atamadan: "Görüşmek istemediğiniz
öğrenci benim" diyerek içeri girdim. Kapıdan doğru çalışma odası ola-
rak da kullanılan geniş bir salona giriliyordu. Yan kapılardan birinden
hanımı içeri girdi. Bedrettin Bey "Bana mektup yazmadı" cümlesini
söylediği anda, hanımı "Şu çekmecede değiller miydi?" dedi. Bedrettin
Bey çok hiddetlendi ve çıkması gerektiğini söyledi. Bu, benim yardım­
sever, daima talebeyle meşgul olan , hatta şahsi dertlerini de halletmeğe
çalışan hocalarımdan çok farklı bir hoca tipiydi.

İstanbul 'a dönünce Dr. Tarık Temel'e gittim. Beyoğlu 'ndaki geniş
muayenehanesinde bana randevu vermişti. Yanında gençliğinde çok
güzel olduğu belli, eskilerin "mihrap yerinde" dedikleri cinsten bir
hanınıefendi vardı. Beni küçük gören, istihfaf eden bir tonla karşıladı
ve hocam aleyhinde konuşmaya başladı. O zaman dayanamadım ve
gençliğin de verdiği bir cüretle "Tanpınar Huzur'u size nasıl ithaf
etmiş, şaştım" dedim.

O gün ağlayarak Kaplan Bey'e, böyle devam ederse mezuniyet


tezini bitiremeyeceğimi , bana başka bir konu vermesini rica ettim ve
fakat mektuplan mutlaka toplayıp neşretmekte kararlı olduğumu söy-
ledim.
Bunun üzerine Tanpınar'ın Edebiyat Üzerine Makaleler' ini topla-
mağa başladım. Mezuniyet tezimin metin kısmı 1968'de, ben Fakülteyi
bitirmeden, Çağdaş Türk Yazarları Serisi'nin ilk kitabı olarak yayın­
landı.

Kitabın piyasaya çıkışından az sonra Dr. Tarık Temel beni tele-


fonla aradı, görüşmek istediğini söyledi. İtiraf ederim, biraz çekinerek
gittim, zira sağı solu belli olmayan, ne yapacağı, nasıl davranacağı
bilinmeyen bir insandı. Sinirlenince, ben de biraz öyleyimdir. Yine
muayenehanesinde buluştuk. Kitabı okumuş, Tanpınar'ın her biri bir
mücevher kıymetinde , derin bir kültürün izini taşıyan makalelerinin
bir araya getirilişini ve özellikle bölümlendirilme şeklini çok beğen-

11
TANPINAR' IN MEKTUPLARININ PEŞİNDE

diğini söyleyerek iltifat etti ve önceki tatsız ve sevimsiz konuşmamıza


temas ederek, "Çok gençtiniz, becerebileceğini ummuyordum" dedi.
Sonra masasının gözünden mektuplarla birlikte bir tabanca çıkardı.
Korkmadım ama şaşırdım. "Bunlarda pek çok insanı rencide edecek
dedikodular var, eğer onları olduğu gibi neşredersen seni vururum"
dedi. Güldüm ve beni ilgilendiren şeyin dedikodu değil, edebiyat oldu-
ğunu söyledim. Adeta ilk seferki davranışını affettirmek ve sevdiği bir
dosta vazifesini yapmak istiyordu. "Asıl güzel mektuplar Adalet'tedir"
diyerek telefona sarıldı ve ona "Sana hemen genç bir hanım gönderi-
yorum. Hamdi' ye hiçbirimizin yapamadığı hizmeti yaptı, bütün mek-
tuplan ona ver" dedi.
Akşam üstüydü. Adalet Cimcoz' un Mecidiyeköy'deki zevkle
döşenmiş geniş çatı katı dairesine gittim. Yaşımı göstermiyordum.
Belki bu yüzden, belki de bizim neslimizin eski harfleri öğrenmesi­
nin mümkün olamayacağı umumi kanaati, Adalet Hanım' da da vardı,
önce birkaç satır okutarak beni imtihan etti, şaşkın bir sevinçle kocası
Mehmet Ali Cirncoz Bey'e seslendi. Benim bu davranışı normal kar-
şılamama da şaşırdılar. Oysa ben ve İnci Enginün , kütüphanelerde,
eski dergi· ve gazeteleri tararken, genellikle emekliler tarafından sık
sık imtihan edilmeğe alışıktık. O gün, hayatımın en mesut günlerinden
birini yaşadım. Tarık Temel'den on üç, Adalet Hanım'dan otuz dört
mektup aldım; ayrıca beni Sabahattin Eyuboğlu'na da tavsiye etti.
Adalet Hanım bir hayli iltifattan sonra, ömrümü böyle eski yazılar
içinde geçirmek yerine aktris olmak isteyip istemediğimi sordu. Böyle
bir hevesim olmadığını duyunca da hayret etti.
Sabahattin Eyuboğlu ' nun Nişantaşı Karakol durağına yakın evine
gittiğimde, bahçedeydi ve üç mektup yanındaydı. Konuşmak istemedi,
hemen mektupları uzattı ve yüzüme baktı. Gitmemi istediğini anladım
ve müsaade istedim.
Büyük bir cömertlikle mektup verenlerden biri de rahmetli Ahmet
Kutsi Tecer' in eşi Meliha Hanımefendi oldu . Kaplan Bey'le ziyaretine
gittiğimiz bu İstanbul hanımefendisi, Tanpınar 'ın samimi bir okuyucu-
su idi. Güzel hatıraları vardı.

12
TANPINAR'IN MEKTUPLAR!

Kaplan Bey 'in verdiği mektuplar ise, bence, bir sanat şaheseriydi .
Talih her zaman insana yar olmuyor. Mektup yazdığından emin
olduğum pek çok dostu veya yakını, belki cimrilikten, belki şahsi
oluşlarından veya çeşitli sebeplerden vermekten çekindiler. Kardeşi
merhum Kenan Bey, otuz beş kadar mektup ve kartını bana getirdi.
Bunları daktilo etmeğe başladım , fakat zannederim onuncu mektuptaki
"Bunları saklama, kimsenin eline geçmesini istemem, saklayabileceğin
cinsten mektup istersen aynca yazarım" cümlesi bana bir vasiyet gibi
geldi. Bunların hi.çbirini kitaba dahil etmedim: Yine de iki yüz elli
sayfalık bir kitap ortaya çıktı. Bu eserin yayınlanmasıyla bazı dostla-
rının bana ellerindeki mektuplan vereceklerini ümit ediyordum, fakat
yanılmışım.

Mektuplar' ın insan ve sanatkar olarak Tanpınar'ı çeşitli ve


bilinmeyen cepheleriyle aydınlattığına ve ona olan ilgiyi arttırdığına
kaniim. Avrupalılar mektup türüne çok önem verirler ve edebiyatçı­
larının mektuplarını mutlaka neşrederler. Bizde bu gelenek maalesef
henüz kurulamamıştır. Cahit Sıtkı ' nın Ziya Osman Saba'ya yazdığı
mektuplarla Tanpınar'ınkiler gerçekten muhteva ve sanat değeri olan
eserlerdir.

• Ancak aradan uzun yıllar geçti. Bu mektuplardaki özellikle maddi konular artık her-
kes tarafından öğrenildi . Yakında yayınlayacağımJz Hatıralar'ında da bu durum
önemli bir yer işgal etmektedir. Bu sebeple, Kenan Tanpınar 'a yazdığı mektuplar-
dan bir seçme yaparak bu yeni baskıya koyrnağa karar verdim. Yine müsveddeleri
arasında bulduğum eniştesine ve Prof. Dr. Takiyerrin Mengüşoğlu ' na yazdığı birer
mektubu, aile ve dostluk ilişkil erine verdiği değeri göstermesi bakı mından eklemeyi
uygun buldum.

13
TANPINAR'IN MEKTUPLARININ PEŞİNDE

\
!i?
1
ıs

.
"
c ~
·= &
.g
~ i!
~

il
"
t:
"
8. 1JJ.~"
~
c:
~
'

\j ·
.
I
\


l ~
...
:::

8.
~
"
-;:
,.

1
o
z
"
-.::

. 1:.a~ ·
;.:ı

ı:
...!$
:::
-:::

~
°'~ ·
ı
~
i
~
8.
..,.

~
4)

t
~

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın pasaportu

14
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

~·'..~ . ,,...:.z:,.,., - J - - ..... ( > •


~-~ (..,,_~.>1 ·0~ -..:~
ş. .;:;;;, "" .. "' "'--- . •.;, ':,. ~:..-_ .;.. '• ,, ',,"..,.
• < ......,, :_...........
. ..

"':'.. ';;:':
. ""t.- ~~~~

15
TANPINAR 'IN MEKTUPLARININ PEŞİNDE

Tarık Temel'e mektup

16
TANPlNAR ' fN MEKTUPLARI

Tarı k Temel'e mektup

17
TANPINAR'lN MEKTUPLARININ PEŞİNDE

Mehmet Kaplan'a mektup

18
TANPINAR'IN MEKTUPLAR]

19
TANPINAR 'iN MEKTUPLARININ PEŞİNDE

Mehmet Kaplan'a mektup

20
TANPINAR ' IN MEKTUPLARI

J...( ~ ot.. \/'~~


G b. R.....JI._ ıtt ..,..:~\'""" ~
~~ ~

--- Mehme
:,_._,~ t Kaplan'a mektup

21
TANPINAR' IN MEKTUPLARININ PEŞİNDE

Sabahattin Eyu bog• ıu ' na mektup

22
f,·~ , ....~ ,4 ~-.
~ 6 ' ~·r '"'"..( .•-~;.~•.F· ~r l' 1' ~ '<\ ...
, ...
1

'"' .•., .,v"'···~


'7~ • .~• •t it , "ı· ı'f· e, 'b. .t• .•t '.'\'-~ \·.. ""'\
:.- · ·' · • ~?·: c •:J:"!• .,... ~• .,'' it.· :. .. r. • .~
•<: .... '
0~
'" · ~~-t;
~·- \ ~ r.. '"~.·t'.... .,··~.ı~1·1.ı,~
ı ... ·~ ·ç- ~-,·':ı;t-· ·
1 t· '" .li:i. ''~·
$. ,,,·

~ e-: ~. •ı - .... -~ r!' .~·' •.. ;I\'. !f' ~ t·e:: ·~- \,


.... ... ' e. r'
~ ı.·
~-; ı .:- - ·~r .. ,-ı·Q . 1,~_ , j .~ '~· ~;. ~:'~· ='-6
1
\"'.' . t l " . ' . t . \- : • • • •\·'t ...

...·\ ~; '.f ''..t,~ r' ~'"\ ~\ - ,t->~ ~..., h'- 1•~·.'ı. ı. . ' .~,..L '.!:, ·~•Ç t• \
.~ -~it•;•; 11.i ';,~" J\?ı\\~:· l';'r·,,\.t, ,.' l~
.
i: • • 1 it '\.•
• ;
~ ~-~ .' \ ~ :r ·c ~"- ~ ı · •• 't.' •• I':, ..\· ~·
\.

,
•~ ıı~.1''ı·t.>
.,• • • ,tı ·•t• • ~-
'
e· -ı,. :-. ~ .. ı• ..
~r . (.-ı'" ı.:· ır•l, ı;: f.1·'.~- .\\\ ~.·t ·~ \. . ,,
. .... t~

. . .. :ı·
t' i .
r
- • ,, " •
h
11 •
t.
• • •.

ı: . . ; ,) · ·- . 'f... 'l,r. \ı t· c. :''" ..t_ ·'\. ·~··~~ ·r• .1._,·'<'; ., ~-


C:. - '!!...
r ·- .- · ••f -l •

""'\ ·t· ,. ,. l • 't f' . '[' t' -· t. ~' "".-..'-'t·


., f
-~\'\
• ·- "-) .- ( r. '.-. •i. ' ~ ,., '• , ı;, '• ,ı ~ ' ~~: ••• ~·r
1 \ • ':"

t 4 ~ ..t ~- ••• t. ' ,;•~\· ' ~,.


\.- '
• ,.

~,•~ l- , _,• .''t .•,.· \... .F~o.t ..• ~ 't ... t". ~ •_--ı ,·1·. ·ırıı•
•~·
-·' ( " ,, . • • 1: ::-·,-. ,t,
,. c-. ..:- ·t• , • h "• . • . "
. ·t ı · - f'f- ~\
.... .
ı ~"
t. t. (· • " ·l • "'

•{ ;:ı ~ • ~ -~ :·.; 'E' c t· ;: .} ·ı· . ·-·: e•.c-• .,. ~'-! .;.. {. ~·


• t' \ 1 1
1 t • • ,; • • , ·• • 1 • ,•

~ •:..·. •~ f'll:-\ J f> 9 f t7,i ~ c ·t: t _...~ .: .{ -~ (" .r- ·l'l ·ı~ ·. t'~
" (, ~. . .
' (\ r- .~ ' •t • tl.• r,• rı \' .,.., ' . t ' .1 ..

~ k- .·o ~•:.l ,,1'ı :'f•· \ ~- "~ -'·'' ·ı -~ i:,1 Cı,.• '!•:r ~ 1


f• •
. .
·~·
'~\ • ~· ı l~ .•
t
'L 1 • \. • \ .... \- " • •'& • -· ' •

r. '.~f-. ••.:\
<' • •< ' 1 > I ' ' Ç '•
' 'i\ t· • !.:
,..t\ ~G; •'İ tr,r., ..· ' :ı, ; 'et ;-, 1: l ,r 'fı ~I C ~' ,.ı •'• '-• (- ı- .
) f -
,,. 1 • , ., \, .J>

. . ., -i:,.fs·l. ....
l'..I. ·
1
... 1.. &. •. ~t . t:·ı. ·t~. ·t·• •·t .f· '.. - •••,, , : . .'. io !" •r ·ı.• q
1 1

. t : r··
. ~ .- ~~ .· !} .~ \:: . ; ;.,...(.: :-- 'İ' •k t.•·{ 3'·-"~ ..
'" L"' . ,ı .... . ~· .r•. ( ı· ~- t.·· ·t ,. t: i ~,. ~'\ , F>• ;ı ·•
l

•/ \;ı'. ... • .;-i ~ ~ • - 1; ı· ..c. _,:,.'··r·~~


'• ·' - • • •• ., . • ' ~ \ ·t\ ,.\.- r: i...ı· ·c 1•:" ,_ c·
~ ·~ ~ • ·• -t.· ·' ,. ,.4 .f' .. "..-. ı,:.._ ~ .ç»..,, ...•- f;••·1· ·~ ','!:- .•;" f'•, c.' "·c·...
J l" ·' • .. '

I' & ..\~-~ • •'-f ı, • l


.• t.

l '
~ J ·:-~~ :.-., "- 1- r. ·! • ı
?: ı) ! ·. ~ f. · 6 .f ·1:..' ~ ·~ ' !. ". ~· 1 I'.~ ~ ı l ~

t · ~~- ~- ~: ... 'I ~ .~ :.:'' t . ._·..-:.,1·~· • 6 .' i.- ·'


r; t• . ' ,.
t.
t ..

.f., t.ıı~.;· '"l. .ı-. _.t, . . . ,.~ ı~-~'>


ı -~.... -~'! t',ı...._~f '!.l>-•t." ~ '" L~• t'~·" ;:1:' · .,..•
ç .•- ' • • \ #o h ' . 1 • , ·

;- . t it. ,f. t. . .!'''t- .t;


• <- 1 1
• I • .r,
.,,. ·t'1 . .. • "
TANPINAR'IN MEKTUPLARININ PEŞİNDE

Adalet Cimcoz'a mektup

24
TANP[NAR' IN MEKTUPLAR]


...
... ~\a~
.
·~ ~"'-~ ..&, .. .-.ı::.ı;' ' ·
c..4:...~...:...,.-':
'"!'.1'9'..ı:-.t .- ~J,1c•~
,. - ,... ,
<l!\>.>&....._u~~-1.J-~
,
.,,ü,., ..... ,,. . -~->--~.,,.. \.!:."
. . ""'-"'~.:~
• •• • - , e.. ... ~
~ .. ,.----......'-~ı.
)t

Adalet Cimcoz'a mektup

25
AHMET KUTSİ TECER'E MEKTUPLAR

1
Şubat 1931 1
Kutsi,
Sana Muhit gazetesi hakkında bir kronik gönderiyorum. Beğenir­
sen ...
Suut bir talebeye, Ziya Talat'ın çıkardığı bir kitabı hülasa ettirdi.
Tashih et ve koy! Yahut koyma. Yazı imzasızdır.
Suut, Ahmet Kemal imzasıyla şiire dair bir kronik yazdı. Bu imza
ile çıkmasında ısrar ediyor ki doğrudur.
Ben Türk Yurdu' nu yazıp göndereceğim. Yalnız tiyatroyu bu mek-
tuptan sonraki mektubumda göndereceğim. Fakat kalsa daha iyi olur.
İki roman ve hikaye compte-rendu 'sü postaya pazartesi verilecektir.
Suut parasızdır.
Behemehal para göndermeni istiyor. Tercümeyi
düzelteceğin anlaşıldı.
Cümleleri çok kırma , yazık olur. Türk
Yurdu'nu yazıp göndereceğim, Yalnız Necip'e karşı vaziyetim tuhaf.
Düşündürüyor. Ne zaman çıkacaktır. Galiba Emin Bey'den bir yazı
geliyor. Ve minallahü tevfilc
Benim kroniğimin sayfa numaralan altında , yani boş sayfadadır

1
Aylık Tavuk (Tavukçuluk) dergisinin ilk sayısı 1 Şubat 1931 'de yayınlanmıştır. Buna
göre bu mektup 1931 yılı Şubat ayı içinde yazılmış olmalıdır.

27
AHMET KUTSİ TECER 'E MEKTUPLAR

aldanmayasın. Mecmuaya gönderilen iki mektubu gönderiyorum.


Hayırlı havadis demektir.
Mektup bekliyoruz. Suut ve ben gözJerinden öperiz.
A .H. Tanpınar

Edebi havadisler (gazetelerde)


1. Hakimiyet'te Ocaklı tefrikası (Aka Gündüz)
2. Vakit'te Halit Ziya Bey hatıralarını yazıyor
3. Cumhuriyet, Maurois'nın İklimler'ini tercüme etmektedir.
4 . Cumhuriyet'te Cenap yazı yazıyor.
Kitabi yat
Büyük hikaye: Server Ziya Bey Galatasaraylı. Ankara
Mecmua: Tavukçuluk Aylık mecmua sayı : 1 Ankara
Yürüyüş mecmuası

Samsun'da tab edilen bu mecmua idarehanemize gönderilmiştir.


Kozanzade Cenap Muhittin Bey'le arkadaşları çıkarıyorlar.
Ankara'da Türk Ocağı'nda Mösyö Claude Farrere, Pierre Loti
hakkında bir konferans vermiştir. Bu husustaki fikirleri malumdur.

Refik Ahmet' in Claude Farrere dolayısıyla yediği dayak.


Bunlardan da bahsedebilirsin.
Bu nüsha parlak olacak, emin ol.

2
İstanbul , 26 Nisan 19342
Kutsi'ciğim,

Sana hiç mektup yazamamamdan dolayı bana dargın olduğun


muhakkak. Fakat beni affet ve şu melfuf şiirin sana ithafını lütfen kabul
et!
2
Mektup tarihsiz, zarfın üzerindeki damgada 26/4/1934 tarihi var.

28
TANPINAR ' IN MEKTUPLARI

Acele mektubunu bekliyorum. Osman ' ın odasında yazdığım bu


mektupta sana diğer yazılarımdan da bahsetmek isterdim, fakat uzun
sürecek. Mamafih "Yılan" ismindeki bitmemiş şiiri de iskelet halinde
yazayım:

Bendedir korkusu biten şeylerin.


Siz ki aydınlığın hendesesinde
Mahpus yaşarsınız benden habersiz,
Çelik gagasında fecri taşıyan
Mavi kartal benim ... Pençelerimde
Asılmış bir zümrüt gibidir hayat!
Sonsuzluk ısırır geniş kavsinde
Susamış bir ceylan gibi zamanı!

Nusret bu yazıyı olduğu gibi neşretmemi söylüyor; ben eksik


addediyorum. Bakalım sen ne diyeceksin.
"Sfenks"in beğenmediğin yerlerini bana işaret et ve lütfen
" ponctuation"unu da yapıp daktilo ederek gönder!
"Melek" diye bir şiirim daha var! Fakat sen gelmeden bitmesine
imkan yok! Çok rica ederim mektup yaz. Hocalığı m fena değil , fakat
dün ilk ve muazzam potumu kırdım.
Asar-ı Atika müzesinde geziyorduk, İskender'in lahdi diye sıradan
bulunmuş bir lahdin karşısma geçip bir gece evvel hazırladığım traşı
vermeğe başladım . Hademe bereket versin yetişti ve kurtardı.
Gaf bu kadar olur.
Bugün mektebe nasıl gideceğimi bilmiyorum. Utandım. Haydi
kardeşim, bu mektubu böylece kabul et. Osman gözlerinden öpüyor,
ben de senin ve Fazıl'ın gözlerinden hasretle öperim. Dört gözle sizi
bekliyorum. Seni çok göreceğim geldi.
A.H. Tanpınar

29
AHMET KUTSİ TECER'E MEKTUPLAR

3
İstanbul 24 Ekim 19343
Kutsi,
Sana şimdiye kadar mektup yazabileceğim bir ruh rahatını elde
edemedim. Bugün de bu selfunı adeta bir nevi mecburiyetle, binaena-
leyh mahcubiyetle uçuruyorum. Çünkü ben sana böyle bir iş mektu-
bundan evvel, sayfalarca tutan ve son zamanların adeta mu-hasebesini
yapan ve bütün meseleler üzerinde konuşan , havadisler veren bir mek-
tup yazmak isterdim. Yazık ki asabını çok bozuk. Müthiş huzursuzluk
içindeyim ve bir dakika bir yerde rahatça durabilecek halde değilim .
Fakat bütün bunlara rağmen her zaman böyle bir mektuba teşebbüs
ettim. Evde üstünde adın bulunan birkaç talihsiz müsvedde , daha iyi
zamanı bekliyor.

Onlar yine bekleye dursunlar, müsait bir an bana iyice boşalmak


imkanını verdiğizaman, onları okursun; şimdilik:
Senden Güzel Sanatlar Akademisi muavini S. Bey'in müdür
muavinlik maaşına zam yapılması için çalışmanı rica edeceğim. Zaten
Namık Ankara'ya gidiyor. Orada bu işle de meşgul olacaktır. Sen bir
çaresini bulursan beni son derecede minnettar edeceksin. Bu adam
Maarif Müdürlüğünde çalışmış, kendisini beğendirmiş, sevdirmiş bir
arkadaştır ve şimdi de bir dev faaliyeti sarf ediyor. Ricam bu. Mamafih
ihmal etme. Her ne olursa olsun yorul, bu işi yap. Başka yazacak şeyler
na-mütenahi. Fakat başka bir vakte. Eniştene uğradığım yok. Şimdilik
bu mektup burada biter. Gözlerinden öper, affını rica ederim canım
kardeşim.

A.H. Tanpınar
Nasıl, işlerden memnun musun?
Rahatın , sıhhatin nasıldır?
Kitap istiyorsan yaz, göndereyim.
Nurettin' e çok çok sellim, gözlerinden öperim.

3 Mektup tarihsiz, zarfın üzerindeki damgada 24. 10. 1934 tarihi var.

30
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

4
İstanbul, 17 Ekim 19354
Kardeşim Kutsi,
Ben hastayım. Şevket Hıfzı belki biraz anlatmıştır. Fakat asıl
müz'iç ve müzmin devir ondan sonra başladı. Pek fazla kan kaybettim.
Şimdi enjeksiyonla tedavi ettiriyorum. Onun için yolculuk yapmağa
cesaret edemiyorum. Fakat gelirsem sana anlatacağım şeyler çoktur.
Her halde bu ayın 29'unda da bu seyahati yapacağa benzemiyorum.
Senden bir iki ricam var. Bunlardan biri mektupsuzluğu affetmendir.
İkincisi de Cahit Sıtla ' nın işidir. Bu cüssede küçük, pahada büyük
arkadaşı Akademi'ye kütüphaneci tayin ettirelim. İstidasını verdi.
Sen ve Nurettin, Muhip'in işi için tam "mecene'lik" yaptınız; bunu
da yaparsanız, Türk şiirinin bir adamını daha kurtarırsınız. Bu suretle
Kutsi' ciğim sana minnettar olan şairlerin adedi başta ben olmak üzere
üç kişi oluruz.
Görüyorsun ya Kutsi talih ve tesadüf istiyor ki seni yalnız büyük
şair olmakla bırakmıyor, aynı zamanda hami de oluyorsun.
Hem ben seni oraya beyhude göndermedim , elbette angaryam
olacak. Fakat bu angarya değil, bir nevi hazla yapacağını tahmin
ettiğim bir vazifedir. Ne ise ... Cahit Sıtkı şimdi hakikaten muztar vazi-
yette. Sonra mekteQin ve bilhassa Egli'nin istediği gibi bir kütüphane
memurluğunu ancak o yapabilir.

Hele şu müdürlüğü de sen alıp gelirsen ... Ne ise fazla hayal yap-
mayalım.

Muhip için nasıl teşekkür etmeli?


Havadis 1): Necip Fazıl Tohum isminde bir piyes yazdı , 3 perde:
liriko, dramatiko, metafizik.o, trajediko, siyantifıko bir dissertation ...
Piyesin hitamından iki gün sonra Sbakespeare'in eserlerini tenkit etti.
Mamafih piyesi fena de&il. Birinci, ikinci perdede merhum

4
Mektup tarihsiz, zarfın üzerindeki damgada 17. 10. 1935 tarihi var.

31
AHMET KUTSİ TECER ' E MEKTUPLAR

Manakyan'ın bariz tesirleri varsa da üçüncü perdede Necip, konuşan


Necip pek fila kendisini gösteriyor.
2. Bu piyese 40 kişi davetli bulunuyoruz . Benim yanımda da kolej-
li kızlar varmış .

Bu bitti. K'ın lise imtihanları bitmek üzere yani (fizik, kimya ve


tabu ilimler) grupları kaldı. Bu iş de senin gayretinle bitti demektir
yahut bitecek.
Seni bu günlerde kızkardeşimin bir işi için rahatsız edeceğim. O
da babamdan ikramiye meselesidir. Yakında çok çok iyi havadisler
vereceğimi sanıyorum.

Enişteni, ablanı gördüğüm yok. Fakat bir ay sonra falan bizim ev


halkına bir resm-i kabul yapacaklar sanırım.
Gözlerinden öperim.
Cahit'in işini unutma.
Oradan birisinin fişi istenmiş mi ne? Halbuki herif mektepte tard-ı
muvakkat almış bir talebedir. Ayrıca lisan bilmez. Lise mezunu değil.
Ben Nurettin'e kısaca yazacağım, sen anlat.
Yalnız
senin ve Nurettin ' in himaye ettiğiniz bir adamsa o zaman iş
değişir. Cahit sana bu mektubu yazdığımdan habersizdir.

A.H. Tanpınar

5
1935 5
Kutsi,
Bu satırları Peyami'nin evinde ve onunla müştereken yazıyoruz.
Tahmin edersin ki, canım sıkılıyor (benim Hamdi ' nin) çünkü biraz
evvel Peyami bana, neşretmeğe adam akıllı karar vermiş görün düğü
5
Burada bahis konusu olan Kültür Haftası mecmuası 15 Ocak-3 Haziran 1936 tarihleri
arasında çıknu ştır. Buna göre mektubun 1935 yılı sonlarında yazılmış olması muhte-
meldir.

32
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

mecmuasından bahsetti. Yine tahmin edersin ki, bir mecmua bahsi


bütün diğer şeylerden maada bizim (seninle benim) Görüş hayalleri-
mizle kör olası iradelerimiz arasındaki buhran ve iğtişaşa dokunduğu
için canımızı sıkmaktan hali kalmaz. Onun için bir melce bulmak
ihtiyacıyla sana varacağını umduğum bu kağıdın üstüne kendimi attım.
Yalnız garip bir havadis vereyim ki bu kadar deruni ve şahsi duygumu
bana yazdıran yine Peyami' dir (binaenaleyh tekzip edebilirim). Fakat
diyor, o, ben o kadar Hamdi gibi söylüyorum ve sen o kadar Hamdi gibi
yazıyorsun ki Kutsi'nin tekzip edebileceği ne kalıyor bilmem.

Kutsi, senin dahi her defasında hazır bulunduğun o cumalardan


birindeyiz ki, yerimiz yine Peyarni'nin odasıdır, yine masanın üstünde
henüz tombul Eleni'nin pişirdiği telvesi yalanmış kahve fincanları ,
yine başı koparılmış bir aspirin paketi, yine Hamdi' nin Peyami' den
koparmağa çalıştığı birkaç kitap, Hafta mecmuasına örnek olma kabi-
liyetini hfilz telakki edilmiş bir yığın mecmua , yine ne olacağı belirsiz
gün, yine can sıkıntısı, fazla olarak Kutsi'sizliğin azabı, onun hasreti,
şusu, busu ve fazla olarak dışarda güneş ve kar ve yoğurtçu sesi ve
otomobil komaları, filan , falan.
Kutsi, (Hamdi , diyor bana Peyami, şimdi benim içim hep çıka­
racağım mecmuanın hayalleriyle dolu ve şimdi benim içim, senden
ve Kutsi 'den behemehal .ilk nüshaya yetişmesi şart ve kaydıyla bu
mektubu aldığı tarihten azami on beş gün sonra Babıali'de Sühulet
Kütüphanesi'ne göndereceği ve senin aynı tarihte bana teslim edece-
ğin yazıların istekleriyle dolu). Ve yine (madem ki Hamdi , sen bana
bitti mi sözün diye soruyorsun, hakiki olarak bitmedi. Verbalement
bitti). Kutsi , yazdığımız mektubun ne olduğunu ben anlamadım. (Yine
Peyami dikte ediyor) buna rağmen sana muhatap olmaktan aldığım ilk
hızla yazmağa devam ediyorum.

Şimdi içeriye evin kedisi girdi. Peyami onu (gel minnacık cici, vay
vay! Bak ne şikayetçi hayvandır, ne zillidir falan) diye okşadı. Ve kedi
hakikaten hem kendini okşatmak ihtiyacıyla yaklaştı , hem de acı mırıl­
tılar ve boğuk çığlıklar kopararak uzaklaştı. Şimdi mumaileyh kedi
çenesiyle en tüysüz yerini sandalye ayağının yuvarlağına sürtüştürerek

33
AHMET KUTSİ TECER 'E MEKTUPLAR

can sıkıntısında da bize yetişmeğe çalışıyor. Ve galiba da bizi geçiyor,


çünkü onun mektup yazabileceği bir Kutsi'si, bir kurşun kalemi, bir
defteri ve gramer malumatı yok. (Peyami dili olmadığına katiyyen kani
değil!) Nitekim dışarıya kaçtı.

Ahmet Hamdi-Peyami Safa

6
İstanbul, 29 Ocak 1936
Kardeşim Kutsi,
Dün sana telefon ettiğim iş için söylediğim kağıdı zarfın içinde
gönderiyorum. Şu meseleyi halledebilirsen son derecede iyi olacak,
vekili kızdınnış olmayı istemiyorum.
Senin iki mektubunu cevapsız bırakmak asap meselesidir. Mektup
yazamıyorum, dikte suretiyle ancak belki gördüğün makaleleri yazabil-
dim. Onların da ne kötü şeyler olduğunu biliyorsun. Mektup yazmak
değil, iki dakika bir yerde oturamıyorum.

Nembutal ile yaşıyorum. Ne olacağım bilmiyorum? Hakikaten bu


bozuk asap, bu kararsızlık, bu sabırsızlıkla ne yapabilirim. Bu feci bir
şey vesselam .

. Peyami "Eşik"ten kendisinde bulunan birkaç mısraı evvela yanlış


sonra da doğru neşretti. Bilmem nasıl buldun? "Şeytan" son derece
hoşuma gitti. Dün gece senden Yahya Kemal'e bahsediyordum, aşağı
yukarı ezberden okudum. Ne iyi , çalışıyorsun. Bizim neslin yüzünü
güldürecek bir sen varsın. Kıskanıyorum gibi bir şey.
Peyami Kültür Haftası için senden yazı istiyor. Bu hususta çok
musırdır. Yalnızbu işi üzerime aldığım için iyice gecikti. Şiir, makale
ne bulursan gönder.
Hiçbir zaman şu son günlerde olduğu kadar ölüme yakın olmadım.
Adeta bana bir teselli hissi veriyor, bir gün öleceğimi düşünmek. Başka
şeylerden korkuyorum. Zaten ömrüm korku içinde geçiyor.

34
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Euripide tercümesi hakkında yazı yazabilecek kudretim derecesin-


de malumat vereyim: Bu tercümeyi yedi sekiz defa tashih ettim. Her
tarafı berbattır, okunacak vaziyette değil ve eksik. İkmal için 15 Şubata
kadar bana müsaade al. Faik Reşat'la konuş, Cevat'ı gör. Ne yaparsan
yap. Hatta vekile çık. Kağıdı da yolluyorum içinde yazılıdır.
Bizim sanki edebiyatçı olmamızda ne mana var? Hele ben ... Bir
zamanlar yazı yazmak, meşhur olmak ümitlerinden öyle vazgeçtim ki!
Bu ocağı sen Paris'ten gelince tekrar üfledim ... Bugünkü ıstıraplarım­
dan, bir kısmından mesulsün. Pek illa rahattım.
Bu mektuba devam etmek neye yarar. Telefonu bekliyorum. Seninle
konuşacağun . Bir odada tek başına telefon beklemek Maeterlinck'vari
bir şey. Zaten ben Hoffmann'esk bir adam oldum artık.
Gözlerinden çok çok öperim. Mektup istemeğe yüzüm yok.
Gönderirsen başun üstüne ama şu meseleyi hallet. Ve telefon, tel-graf,
mektup, bana en seri cinsinden haberi gönder.
Yunus'tan şimdi bir mektup aldım. Bana beş şiir göndermiş, kendi
şiirleri. Neşret diyor.
Mesure mecmuasında "Arts ... Baellus" diye bir hikaye çıktı ,
küçük sanat mikrobu . Onu hatırladım . Neşredeceğim.

Gözlerinden tekrar öperim. Mümkünse Necip Fazıl'ı birkaç ay


için orada muhafaza et, dedim ya asabım çok bozuk ...
Kardeşin
A.H. Tanpınar

7
İstanbul , 7 Nisan 1936
Kardeşim Kutsi,
Seni İstanbul'da iken hiç göremedim gibi bir şey....... Beni ara-
mışsın, bir nezle ve bir de sari hastalık -diyelim- yüzünden bu saadeti
kaçırdım. Ertesi günü eve uğradım. Aslı gitmiş yurdu kalmış ...

35
AHMET KUTSİ TECER 'E MEKTUPLAR

Her halde yazmışlardır. Bu hazin oldu vesselam, bir daha, daha


makul ve münasip bir programla gel ve zaten seni katiyyen bırakma­
mağa karar verdim.

Ağaç'ı okuyorum; benim şiiri öyle aşağılık bir yere koymuş ki ...
Bir daha Necip'e yazı göndermek değil, hatta selam vermek iştihası
bile kalmadı.
Bugünlerde "Tahsin Efendi" diye bir hikaye yazıyorum: Peyami'ye
vereceğim. Erzurum'a ait, daha doğrusu Erzurum'da gördüğüm bir
adam ve zelzeleden bahseden hatıra kılıklı bir şey. Yalnız , ya dostlar
beni aldattılar, yahut da hakikaten beğendiler, iyi yerleri olan bir şey....
Şiir durdu; musluklar tıkandı yine .
. Sen ne haldesin, "Halay"ı okudum; çok güzel ... Bir havayı taşıyor.
Yalnız sadece intiba veya telkinde gidiyor. Ne bileyim, mesela raksın
pitoreskini de verebilirdin. Manzumeyi zaten evvelden bilirdim; bana
bahsettiğin ve benim de şimdi hakikaten merak ettiğim uzun poem-
de, yani asıl bütünde nasıl bir yer tutacak? Nesir yazmıyor musun?
Boşalmaya o kadar çok ihtiyacımız var ki ...

Ben bu günlerde biraz kafam dinç olsa birçok yazılar yazardım.


Boşalmak, bütün mesele burada. Yazmak sadece eser vermek değil;
kafanın hıfzıssıhhasını da yapıyor. Bu itibarla sırf bir hıfzıssıhha şartı
gözüyle Necip'in yazılarını bile mazur görürdüm. Mazur görülmeye-
cek tarafı: Benim tepemde şiirini neşretmeğe kalkması. Mamafih dos-
tumuzun bir küstah olduğunu evvelden bilirdim. Burhan Ümit'i bize
müdür gönderiyormuşsunuz. Dün haberi geldi. Şu halde Ağaç mühim
bir rüknünü kaybetti demektir. Her hfilde bir dost kazandım. Senden
bir rica:
Bizim hemşirenin evrakı yine Adliye Vekaleti Zat İşleri
Müdürlüğüne gitti. Numarası (15175) dir. Fakat iş çapraşlaştı (bu keli-
meyi galiba şimdi icat ettim). Benimle onun nüfusu aynı senede görü-
nüyormuş , yoksa Arabi' tarihleri mi uymuyormuş, ne haltmış. Bizim
nüfus işleri şu merkezdedir: Babam dört defa annemin ölümünü haber
verdi. Halbuki annem nüfus kaydında yaşar görünüyordu. Kaydını ben

36
TANPINAR'IN MEKTUPLARJ

düşürttüm. Şimdi bu meselenin bir an evvel halledilmesi de aynca


Hizım .
Aksi takdirde paray1 alamayız. Çok rica ederim, Kutsi, git şu
meseleyi hallet. Ne yaparsan yap, bizzat meşgul ol. Para vaziyetim çok
fenadır ve evi kaybederim diye korkuyorum. Ne yaparsan yap ve beni
bu dertten kurtar, aksi takdirde fenayım. Binaenaleyh ilk işin bu olsun.
Bana derhal cevap da yaz.
Burada hayat kendi yürüyüşünde. Ağlr aksak gidiyor i şte. Günler
fazla şeyler ümit ettirmeden geçiyor; her şeyi eski yerinde görmenin
huzuru gitmese, her şey iyidir diyebiliriz.
Ara sıra Yahya Kemal ' i görüyoruz. Üstad kabara kabara sanattan
bahsediyor. Bu günlerde pek bedbin. Senden sonra Peyami birkaç yazı
yazdı aleyhinde. Fakat onlardan bahsetmiyor. Genç şairler için "zavallı
gümüş balıklan Yusuf Ziya ' nın oltasına takıldılar.. ." diyor. Necip için
de bir iltifatı var.
Hilmi Ziya'nın romanını okuyorum. Hiç de fena değil. Kutsi, eski
kaoaatimizde sabitim, bizim edebiyat alemi kepaze bir iilem. içinde bir
tek adam varsa o da sensin.
Bir de başımıza H.A. çıktı. Pazartesi Musahabeleri yapıyormuş.
Yarabbim, H.A . cinsinden bir adamın seliihiyetle şiirden, fikir ve sanat-
tan bahsettiği başka bir memleket acaba dünyada var mıdır ? Yar:;ıbbim,
sen bizi başka kazalardan sakla. Bekle. Pazartesi Musahabeleri ...
Bir düşün şu işini. Hey mübarek Sainte-Beuve' ün ta kendisi...
Fakat bunlara asıl mukabele çalışmakla olabilir. Halbuki ben onun
zevkini kaybettim. Çalışmak, ama nasıl , nerde, hangi kafayla, hangi
asapla ve hangi muhitle? Çünkü sanat belli ki bir collaboration işi ...
Halbuki biz ne kadar yalnızız. Düşün yalnızlığımızı. Sen Ankara'da
Y.N. ile ne yaparsın , ben burada B. ile ne yaparım?
Gözlerinden öperim, bana acele cevap yaz. Nurettin'in de çok çok
gözlerinden öperim. Cevat Bey'e hürmet ve selam.
A.H. Tanpınar

37
AHMET KUTSİ TECER 'E MEKTUPLAR

8
İstanbul , 9 Mayıs 1936
Kutsi,
Sana bir ay kadar evvel bir mektup yazmış ve hatta bir iş de rica
etmiştim. Kemal~i safvet ile beklediğim cevap gelmedi.
Dün hem haberini almak, hem de biraz konuşmak üzere Nurettin'i
aradım.Beni birkaç gün, epeyce, Ankara'ya getirtmek üzere bir iş
düşündüğünüzü söyledi; fena fikir değil, bu günlerde böyle bir değiş­
meye ve seninle birkaç gün baş başa kalmaya fazla ihtiyacım var.
Bu günlerde azanıl depressiyon içindeyim; ifadesi güç bir ruh
haleti ki, muayyen bir sebebi de yok. Fakat birkaç sebep bir araya
gelince -yani beş on münasebetsizlik birleşince- insanın hayatı zehir-
leniveriyor.
Dün Nurettin'le pek az görüşebildim. Fakat garip şey, bu görüş­
mede o kadar çok tayf hazırdı ki ... Ziyaettin Fahri geldi ve der-hal
Maarif'te, Ankara'ya ilk gittiğim seneye, yani senin, sonuna doğru
Avrupa'dan döndüğün yıla ait hatıralar üzerine konuştuk. Düşün bir
kere. Aradan on sene geçmiş ... Bu on sene beni çıldırttı. Bu uzun
zamanda ne yaptım. Hiçbir arzum tahakkuk etmedi , hiçbir gayeye eri-
şemedim. Zamanı sadece sukut-ı hayallerle doldurdum. 34-35 yaşında
olmak ve hiçbir şey yapamamaktan sarf-ı nazar ilerde yapabileceğine
dair en ufak bir ümit bile taşıyamamak ... Geçirdiğim seneler, hakikat
bu ki gelecek olanlardan fazla bir ümit beklemekliğime bile imkan
vermiyor. Üstelik yapılmamış bir hayat da var. Ah ne olurdu, (bizim
nesil ben varım, sen yoksun) kabilinden bağıran zavallıların aklı bir
parça da bende olsaydı. Hani Sultan Mahmut'un Araba dediği gibi (Hiç
olmazsa bir gece rahat uyurdum). Yani bir Peyami Safa, bir Necip Fazıl
olabilmenin ahmakça saadetine ne kadar muhtacım.
Ne oluyoruz, bütün bu kadar ıstırap, mahrumiyet, hayat çeşmesi­
nin başında bir yudum su bile içmeden beyhude bekleyişler, hepsi hepsi
boşuna mı gidecek?

Üç gün evvel, Uon Daudet'nin Goethe için yazdığı kitabı okuyor-

38
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

dum. Okurken içimde muttasıl bir düşünce, daha doğrusu yedi başlı bir
yılan vardı: Muttasıl , bir türlü çalışmaya karar vermeden, bir türlü buna
imkan bulmadan geçen şair ve edebiyat adamı hayatımı düşündüm.
Kendimi hakikaten ne ile teselli edebilirim? Fakat ayrıca bir şey daha var:
Fikrin bendeki kıtlığı; bu kadar, düşüncenin az ziyaret ettiği bir
kafa neye yarayabilir? Fransa'da sade benim gibi en aşağı 20 milyon
okuyucu olduğunu kabul et, meseleyi kendiliğinden halledersin.
Bu kadar sathi oluşuma sebep ne? Bilir misin, öldürücü bir şey
bunları düşünmek. Yemek olacağım yerde sofrada kaşık , filan gibi bir
şey oldum. Beni asıl müteessir eden kupkuru kalışımdır. Goethe benim
iki manzumeyi yarım yamalak yazabildiğim bir sene içinde 3-4 eser,
hem de bütün Avrupa'yı birden sarsan 3-4 eser yazıyordu. Çalışmak ...
Yarabbim, bu şifayı bana ne vakit göndereceksin? Çalışabilsem, yapa-
bilsem ve iyi olmasa, ona da razıyım. Heyhat o da yok. Sana temin
ederim, gittin gideli kafamı bir tek düşünce ziyaret etmedi, bir mesele
beni çekip kendisine götürmedi. Bu kadar yaşadığı dünyayı eskitmiş,
tecessüs ve ihtirasını öldürmüş bir adam ne olabilir? Vakıa bunun
için vaktim de yoktu. Yaşadığım hayat bir "fecondite"yi hiçbir zaman
temin edemez. Bir kere gayet münzevi yaşıyorum. Ve sonra material
meseleleri bana kendimin olacak hiçbir zaman bırakmıyorlar... Fakat,
Kutsi'ciğim bu kadar hayat şartlarının esiri olmak, onların elinden kur-
tulamamak da bizzat kötü bir talih değil midir? Ve bugüne kadar devam
eden bu hal ömrünün sonuna kadar süremez mi?
Velhasil yorgun, bitkin , en can alacak yerinden zehirlenmiş bir
hfildeyim. Onun için kısa bir müddet seninle baş başa bulunmak, benim
için kurtarıcı bir şey olacak. Fakat Nurettin (seni çağırmak için bir iş
bulmak lazım) diyor. Ne işi bulmalı bilmem ki? Sen de düşün , ben de
düşüneyim.

Burada mektep meseleleri de beni sıkıyor. Dünyada en çok sev-


mediğim bir adamla beraber yaşamak mecburiyetini talih neden bana
yükledi? Bu arriviste, bu mühim adam çekilir bir şey değil. Söylemeğe
hacet yok, kafasında dokuz tane kudurmuş aygır koşuşan bu herifle
yaşamak bir azap olacak.

39
AHMET KUTSİ TECER ' E MEKTUPLAR

Vakıa ben bu gibi şeyleri kendimde saklanın ve az taşınrım ...


Bununla beraber beni rahatsız edeceği o kadar besbelli ki ... Daha şim­
diden aldığım paranın çokluğuyla filan meşgul olduğu gibi, bu işe l<ifa-
yet edebilip edemeyeceğimi münakaşa da ediyormuş. Bırak ki bütün
bunlardan maada eve deli girmiştir, yaşamak biraz güçleşti demektir.
Bunlarısana niçin yazıyorum, gizli tutabilirdim. Ayrıca sen müba-
lağa ettiğimede zahip olabilirsin. Fakat çok konuşmama rağmen gayret
münzevi bir adam oldum; boşalmak Hızım.
Kutsi, ister misin ben mesut olayım? Beni bir sene için Avrupa'ya,
maaşımla ve bir parça da yani birkaç yüz liralık bir tetkik seyahati
masrafıyla gönderin.

Bu seneler benim için çok mühimdir. Bir daha Cevat'ı, seni


Yüksek Tedrisat'ta kolay kolay nerden bulacağım?
Bulsam bile k.imbilir gidebilir miyim? Cevat'ı kandır. Biliyorsun
ki Cevat Bey bunu yapabilir. Bana (500) lira ile bir senelik izin verse,
hem gezmiş ve ne bileyim, bir şeyler öğrenmiş olurum, hem de dinleni-
rim. Ben mektepten çıktım çıkal ı geçirdiğim on üç seneyi yaşamadım;
sırtımda bir dağ gibi taşıdım, yorgun ve hitabım. Evvela bu ders denen
(daireden, çemberden) biraz dışarı çık.makJığım ve dinJenmekliğim,
sonra da bu Avrupa ihtibasından kurtulmam lazım. Ne olur beni geniş
insanlıkla bir temas haline getirin.

Ankara'ya gelirsem bunu Cevat'a ben de söylerim. Fakat söy-


lemek ayrı , ısrarla takip ayrı şeyler. Ve zaten ben kendime ait şeyler
üstünde lazım olduğu gibi konuşamıyorum.
Bu Avrupa'ya gitmenin ikinci bir iyiliği de hiç olmazsa bir sene
için mektepten uzak olmamdır, yani bu sene içinde ya ben ölürüm, ya
eşek ölür, ya ...

Bu Avrupa meselesi üzerinde biraz düşün ve harekete geç. Düşün


bir kere o kadar iyi olacak ki ... Dolaşmak, bir kör rüyası gibi sadece
vehim halinde tan1dığım şeyleri yakından ve kendi ışığı , kendi realite-
sinde görmek ...
Belki bu seddi, bir türlü aşamadığım bu eşiği kırabilirim. Harnlet'in

40
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

tereddüdü bir kral için iyi olabilir. Fakat bir sanatkarda daima miskin
ve zavallı bir şeydir. Benim zarımı masanın üzerine atmam Hl.zım.
Fakat o iş için de bir parça kendimi bulmam, bu miskinliğimden kur-
tulmam lazun ...
Zannederim, müsteşar filan buna razı olabilirler. Hele maaşımla
bir senelik izin batta fazlası hakkımdır, diyebilirim. Yalnız o takdirde
sadece 95 lira alacağım, bu çok az bir paradır. Ve yetmez, sonra for-
malitesi de -memleketten çıkmak için- bir tetkik seyahati kelimesine
muhtaç. Kutsi, ben gitmeliyim, buna çalışmalısın ve biraz para vermek
imkanını bulmalısın. Beni bir sonbahar sabahı bir İtalyan peyzajında
ve bir kış gecesi Paris sokaklarında dolaşmış tasavvur etmen, hakiki
bir orkestradan şüphe edilemeyecek bir musikiyi dinlediğimi bilmen
fena bir şey mi?

Mevla görelim n'eyler


N'eylerse güzel eyler

Zannederim ki böyle bir sene beni canlandırır. İkinci mesele B.


burada diye benim Ak:ademi'den ayrılmaya hiçbir niyetim olmadığına
inanmaklığındır. Fakat her ihtimale karşı da asıl dersimi estetiğe nak-
letmeğe çalışman çok iyi olur. Yani (4500) kuruşluk estetik dersi zaten
münhaldir. Bu suretle bir kere estetik ve mitoloji benim oldu mu , sanat
tarihi dersi ilave olarak üzerimde kalır. Bunun faydası, müşarünileyhin
bu husustaki tasavvurunu karşılamamdır. Her ne ise, Avrupa'ya gidince
ilave dersi kaybetsem bile bana çalışma imkanı veren ve asıl branşım
olmağa daha müsait olan ilci saat dersim kalır. Zararımı nasıl olsa teliifi
ediyorum.
Kutsi, şimdi (menfaatleri mevzuubahs olunca Hamdi uzun mektup
yazmasını da bilirmiş) deme. Vakıa senin ahliikın buna müsait değildir;
fakat ben her zaman kendimden şüphe ettim. Yalnız düşü n ki benim
için kurtuluş yolları bunlardır. Her hiilde, bir daha, bir sene daha ve
bugünkü şerait içinde burada kalmak çok güç olacak. Halbuki, bir
Avrupa istirahati -çünkü senenin çemberinde günün işlerini kovalama-

41
AHMET KUTSİ TECER'E MEKTUPLAR

yacağım- bu ölmüş sandığım kökü belki yeniler.


Sen ne alemdesin? Geç kalan bir sual, fakat sen lutfet, bir cevap
ver. Aynı zamanda şu kızkardeşimin işini de kurcala. Adliye Zat İşleri
15 l 75 numara.
Gözlerinden öperim. Cevat Bey'e çok çok hürmetler.
A.H. Tanpınar

9
19376
Kutsi,
Bu sabah hırıltılı bir uykudan telefonunla uyandım. Sana da,
Nurettin'e de ayn ayn teşekkür ederim. Hasta değildim , fakat daha
beter bir halde idim, her şeyden vazgeçmiş bir adam olmağa başla­
ıruştım. Beni sarstınız . Minnettarım. Nurettin 'e yarın yazacağuna göre
şimdi seninle konuşalım.

Evvela ne hfildesin? Ne yapıyorsun? İşlerinin çokluğunu tahmin


edebilirim. Fakat sen işin fevkinde kendini tutabilirsin. Ona yenilmez-
sin. Vakıa ben de öyleyim. Fakat başka şekilde, ben mücadele etmem ,
kenara kaçarım, haydi dostum, geç yiğidim derim. Onun için de kepa-
zelik eksik olmaz. Ne ise kendimizi hicvetmek:tense, yine sana geçe-
yim: Üç manzume neşrettin. Üçünü de ben tanıyorum ve seviyorum .
Bu üç sarsılış -çünkü çocuk gibiyiz, burası malum- elbette sana yeni
çalışma arzuları vermiştir.

Yeni manzumelerin var mı? Ben fena hfilde durgunluğa düştüm;


yazamıyorum , mütemadiyen uğraştığım hfilde yine yazamıyorum.
Bugünlerde iki manzume tecrübe ettim, il<isi de boşa çıktı: Birisi
"Bülbül", birisi "Melek".
"Bülbül" aşağı yukarı üç haftarru aldı, fakat hiç bu kadar münase-

6 A.K. Tecer 1937 yılında evlendiğine göre , bu mektubun aynı yıl içinde yazılmış ol-
malıdır.

42
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

betsiz şekilde yorulduğumu bilmiyorum.


Manzumeye (birdenbire) kelimesinin yırtılışındaki çabuklukla
büyülenerek başladım. Bir iki gün ağzımda (birdenbire) gezdi, sonra bu
nagehani teprenmeyi hafızaya, tesadüfün oyunlarına bağlamak istedim:

Birdenbire sanki çıplak


Bir oyunuyla ...

Buraya kadar fena değil , fakat ondan sonrakiler feci, misalle gös-
tereyim:

Birdenbire sanki çıplak


Bir oyunuyla hazanın
Bir kuş sesi düştü berrak
Aynasına hafı zanın
Ve hiç koklanmamış rüya
Gülleriyle doldu odam
Silkindi uykudan eşya
Bahara yol verdi aynam

Bu kendime mahsus bir aynanın mevcudiyetindeki kadınca bur-


juvaziden sarf-ı nazar, bunu manzume kabullenirsen, birçok taraftan
sakat: Kelimeler, teknik, masalın bayağı vuzuhu, hepsi kötü ...

Üçüncü kıt' a biraz daha iyice oldu:

Bir akşamın beyaz fecre


Yolladığı kanlı haber
Herkes ömründe bir kere
Olsun bu davetle titrer

Halbuki ben aynen Mallarrne'den tercüme ettiğim şu beyti koy-


mak isterdim:

43
AHMET KUTSİ TECER 'E MEKTUPLAR

Bütün bir ömürde yalnız


Bir kere duyulan bu sesi (bu ku ş)

yapamadım.

Sonraki tecrübelerde daha zengin bir imaj buldum. Bülbülün sesi-


ni kanlı bir yüz yapmak ve onunla eski bir bahar uyandırmak. Onlar da
aklın kaldı veyahut aşağıda okuyacağın cenin-i salatları doğurdu:

3 Boğuk çığlığı arzunun


Dolaştığı çıplak dalları,
Başında durgun bir suyun
Uyandırdı bir baharı
2 Bu kanlı yüz ki humması
Bir akşam gibi derinde
Güllerin kızıl rüyası
Unutulmaz çemberinde ...

Halbuki bilhassa bu üçüncü kıt'ayı (ve güllerin çemberinde) mıs­


raıyla -tıpkı bir yakut parıltısı üstüne çemberini kapatmış bir yüzük
gibi- bitirmek istiyordum.
Yani kıt'a şimdi benim içimde şu haldedir:

Bir kanlı yüz ki ...


Tutuştu yine derinde

Ve güllerin çemberinde.

Üç haftalık bir üzüntünün işte sana meyveleri. Bittabi bıraktım,


müsait bir zamana; tekrar meşgul olmağa karar verdim.
"Melek" manzumesi de aynı şekilde:

Başında sarardı lambam, saatler


Solgun bir gayretle bu definenin

44
TANPINAR'rN MEKTUPLARI

Çöreklensin diye bu altın ejder.


Ümitsiz yalnızlJğında gecenin
Mısraların beyaz bekaretinde
İstiyordum keneli kanım dolaşsın
(Boğulmuş akisler gibi derinde)!
Her çığlık asırdan asra ulaşsın ...

Bittabi birinci kıt'ayı başka türlü düşünmek de mümkün ve belki


daha iyi olur:

Ve lambam, başında, bir altın ejder


Solgun bir gayretle bu definenin,
Gömüldük bağrına ıssız gecenin,
Bir biUur çağlayan oldu saatler.

Fakat birinci mısram evveıa lüzumsuz bir atıf işareti ile başlaması,
sonra (başında) kelimesinin , defıneden çok uzakta olması kıt'ayı mef-
luç halde bırakıyor. Son mısraı:

Bir altın pırıltı oldu saatler

şeklinde y~pmak da mümkündür, bu takdirde (ejder)e başka sıfat bul-


mak veyahut lambanın mystere'ini sadece kendisine emanet edip oraya
saatlere kafiye olacak başka iki kelime aramak lazım geliyor.
İkinci kıt'a dolmadır. Ne sen , ne ben, ne dostlar yutar. Yalnız birin-
ci mısraı seviyorum . Beyaz bir şey...

Mısraların beyaz bekaretinde

Fakat şöyle de olabilir:

Mısraların ürkek bekaretinde (karanlığında)

Yine birinci kıt'ayı şu tarzda değiştirmek istedim:

45
AHMET KUTSİ TECER' E MEKTUPLAR

Çöreklensin
Kü1çelensin mye bu altın ejder
Gecenin karuyan yalnızlığında
Başında sarardı lambam, saatler

Fakat ne çare ki (yalnızlığında)mn kafiyesi yok. Bir (yığında)


kelimesi var. O da benim işime gelmiyor. Üçüncü kıt'a:

Diyordum bu siyah kısır düşünce


Biraz sonra kızıl bir gül olmalı
Yılan başlı fecir·camda gülünce
Onu aydınlıkla kardeş bulmalı

Diyordum ölümün eşiklerinden


Bu seıam uçmalı en sevgili (ye)

4 Diyordum şüphesiz korkunç bir yıldız


Korkunç bir melek var şüphesiz zfilim
İradesi ...

Görüyorsun, tam bir çıkmaz içindeyim. Ne-halt edeceğimi bilmi-


yorum. Yoksa hepsini bırakıp şunu mu medhedeyim:

Kari ona sen acı


Kutsi bana sen acı!

Sıkınnlarımın hepsi bitmem. Düğünü hala yapamadık. Adamcağız


izinli, hfila gelmedi. Her şey hazırlandı.
Dün mektup aldım. Bu ay içinde o işbiter inşallah. Parasızlık
kemal bfilinde ...Yani düşün ne hfildeyim. Yazın ben bu kemali idrak
edememiştim dersem, daha iyi anlarsın.

Birkaç gün evvel mektebe M . Hanım gelmiş, beni aramış, bula-

46
TANPINAR 'iN MEKTUPLARI

mamış, sonra haber yolladık, geldi. Meğer muallimlikten çıkarılmak


tehlikesinden korkmuş , gittik, Maarif'ten tahkik ettik. Böyle bir ihtimal
olmadığını öğrendik ( ...) Suret-i kat'iyede ayrılıyorlar. Mektepte bir
saat kadar yalnız kaldım. Gayet ciddi davrandım . Adeta müteessir oldu.
Bahriyeli ile dostluklarını inkar etti. Sonra beraber gördüm.
P. Hanım nişanlandı, bunu biliyorsun. Bu kısa müddet zarfında
bizim uzun ahmak yani A.M. ona aşık oldu. Bu da malum. Öteki
P. evlenecekmiş, diyorlar. Sana Ankara'daki kızdan bahsetmiştim.
Üsküdar'da bir müddet dolaşmama rağmen kendisini görememi ştim.
Çarşamba günü Maarif Müdürlüğü ' nden çıkarken rastgeldim. O da
beni düşünüyormuş . Bir müddet konuştuk. Kıza epeyce serzeniş ettim,
beni pek ala beş on sene bekleyebilirdi, acelesi ne idi ? O da ailesi-
nin bu hususta benimle hemfikir olmadığını ima etti. Birtakım gayet
hissi ve benim yüzüme bir maymun hali veren konuşmalardan sonra,
beni mektebe gelip göreceğini vaad etti. "Sizi arar bulurum" dedi ,
fakat Muhip' le ben, iki ahbap çavuş, dün Beyoğlu ' nda ona rastladık.
Yanında kısa boylu bir adam vardı. Kocasıymış. Yüzü gözü şiş içinde.
Dişleri ağrıyormuş. Herif o kadar çelimsizdi ki, önünde durduğumuz
tütüncü dükkanının aynasınd a uzun müddet ve hiç de mütevazı olma-
yan bir hazla kendi yüzümü seyrettim. Armutun iyisini ... efendim , ayı
denilmez, maymun diyelim, yermiş.
Asılfenama giden taraf bu münasebetsiz herifin benim rüyalarımı
yaşaması. Ben Ankara 'dan gelirken, Nurettin'le Bursa'ya uğramıştık.
Bursa'da ve Yalova'da, Nurettin bilir, hep onunla bir seyahat düşün­
müştüm. Kız konuşurken Bursa'ya gittiklerinden bahsetmesin mi?
Muhakkak ki talih yaman talih.
Ne ise, inşallah kızcağızı mesut eder. Doğrusu bu ya, o çocuğun
saadeti benim için birinci derecede ehemmiyetlidir.
Santimantal alimin vaziyeti bu. Daha ne söyleyeyim , yine çar-
şamba günü Maarif Müdürlüğü'nde Tatar Mahmut'la beraberdik.
Gevezelik ettik, filan. Laf arasında saadet meselesi mevzuubahs oldu.
Ben nasılsa ağzımdan (efendimizi kavs-i tecridde görmek isterim)
cümlesini kaçırdım, ne diyeceğimi de bilmiyordum, herif ertesi günü

47
AHMET KUTSİ TECER'E MEKTUPLAR

ölmesin mi? Ölümüne sebep oldum adeta.


Ankara nasıl ? Ne alemde?
Vedat' lara uğruyor musun? Onlar şimdi bir moda çıkarmışlar.
Benimle Necip'i mukayese etmek. Necip zekiymiş, akıllıymış, mükem-
mel şair imiş ... filan da ... Ben de ona yetişmeğe çal ış ıyormuşum , tak-
lit ediyormuşum. Şiir meselesi bir tarafa, ben Necip' in dehasına ve
zekasına muteriz değilim. Ama nedir baoa karşı koz olarak dostumuzu
çıkarmaları? Eğer zeki adam arıyorlarsa , Halil Vedat ikimize de külah
giydirdiği için , ikimizden de zekidir (burada bazı şeyler mülhakatı­
mızda mevzuubahs edilmek üzere terk edilmiştir. Ehemmiyetlerinden
şüphe olunmaya).

Necip İstanbul'da , Edirne'den istifa etmiş, bir nevi mistik cezbe


içinde. Geçen günü Ahmet Muhip'le benden bahsetmiş ve "Hamdi'nin
şiirleri balsız peteğe benziyor, ağızda sadece mum bırakıyor" demiş.
Söz fena değil ama, kızdım.
Gelelim Ankara 'ya. Sevdin mi? Şu işlerimi bitirsem, sadece sizin-
le (sen ve Nurettin' le , Nurettin'i ben fevkalade severim) beraber olmak
için Ankara' ya nakletmek isterdim . Ve çok güzel yaşardık. Burhan ne
yapıyor? Ve sen ne yapıyorsun?

Evlenmek meselesi ne oldu? Evlen , Kutsi evlen ... Ebedi bir şifadır
evlenmek. Ben doğrusu ümit etmekten bıktığım için evlenmeğe derhal
hazırım. Ve sade sen değil, Nurettin 'i de evlendir.

Bu Akademi'den de çabuk bıktım . Sabah akşam kitap okumak.


Her ha.Jde tatlı bir şey değil:
Ol tecrübeden nezd-i kema.Iimde gma var.
Sakınha! Doğru zannetme, nazlanıyorum. Yoksa, hani külahları
değiştiririz. Gelecek seneye bir şiir kitabı neşrine niyet ettim. Fakat şu
şartla ki, aşağıdaki manzumeler bitmeli: 7

Ne içindeyim zamanın +
Sabah+

7
Artı ~areti bitenleri gösteriyor.

48
TANPINAR 'lN MEKTUPLARI

Aynalar+
Yolculuk+
Yağmur
Bülbül
Yavaş yavaş aydınlanan +
Geceler kadar güzelsin
Yılan+
Yıldızlar?
Fırtına
Davet
Eşik
Pınar
Hep aynı gül +
Uyuyan kadın
Servi
Bir gün yatıracaklar
Çember?
Yarasa+
Ayrılık
Ne zaman güneşe diksem
İçimde bir ses konuşur
Onlar ki her akşam
Yıldız yağmuru
Melek
Mağara?
Uyuyan kadınlar?
Bir gül bu karanlıklarda +
Bir kadın başı+
Ayna
Saçlar?
Rüya
Bittabi içlerinde (istifharnlılar), hiç başlanmamış olanlar dahi
bulunan bu manzumelerin gelecek seneye kadar bitmesi müsteb'ad .

49
AHMET KUTSİ TECER 'E MEKTUPLAR

Fakat biterse, kitap çıkarıyorum . Mütebakisi atılmış oluyor.


Hülyaya bak. Sade "Eşik"te 80 mısra eksik. Ötekileriyle beraber
la-ak.al 380-400 mısra ister. Vakıa gün hesabıyla 380 mısra bir senede
yahut sekiz ayda ferah ferah yapılabilir. Fakat 33 manzumeyi sekiz
ayda ikmal ve ıslah etmek için benden çok babayiğit olmak lazım ...
Sözümü geriye aldım Kutsi. Birkaç sene sonra ... Ağabeyine, huzzara,
yengene selam ve hürmet. Bittabi huzzareye ayrıca kalbimin en derin
noktalarından gelen nişanlılık hisleri!

Sıhhatinden haber ver! Gözlerinden öperim canım.


A.H. Tanpınar

10
İstanbul, 6 Ocak 1938
Aziz Kutsi' ciğim,
Geçen gün sana küçük bir hediye göndermek istedim, fakat bera-
berce gidecek olan mektubu nerede kaybettiğimi bilmiyorum. Vakıa
sana aynı haftada iki mektup yazmak benim için zevkli bir şey ama ...
senin hiçbir "commentaire"siz herhangi bir paketi almış olmaktan pek
hoşlanmayacağın da aşikar. Mahut dalgınlık ve beceriksizlik. Kusura
bakma.
Burada olsaydın senden evlilik hakkında bir mülakat alacaktım.
Fakat uzaktasın, böyle bir münasebetsizliği ben mektupta yapmağa razı
olsam bile senin cevaplarını kağıt, kalem gibi şahitlere -hem geveze
şahitlere- emanet etmeyeceğin aşikar.

Ben iyiyim, yani canım sıkılıyor, yalnızım ve ne halt edeceğimi


bilmiyorum. "Sohbet" diye bir şiir yazmak istiyorum. Daha başka
birtakım şeyler var. 'Hepsini birden yazmak istediğim için, hiçbirini
beceremiyorum.
Senin evlenmen beni de bu meseleyi ciddiyetle derpişe sevk etti.
Şimdi artık etrafıma alıcı gözle bakmağa başladım. Ve kadınları evleni-

50
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Jebilir ve evlenilemez diye ikiye ayırmağa başladım. Netice İstanbul'da


evlenebileceğim yedi, sekiz hanım buldum. Şimdilik bu kaba tasniften
ileriye gidemiyorum.
Bu günlerde Akademi'de Mösyö Belling modası var. Cevat Bey'in
ziyaretinden sonra çıktı. Şimdi sadece onun borusunu çalıyoruz.
Yarın akşam Güneş Kulüp'te ziyafet var. Ben müşavir-i has sıfa­
tıyla ... Yarabbim, Yarabbim, evet ben de bu mutena sosyetenin içinde
bulunacağım. Her halde işe verdiği ehemmiyete bakılırsa Mösyö
Belling meselesi ve heykeltıraş! şubesi halledilmiş olacaktır.
Kutsi'ciğim, sen ne yapıyorsun,
ne haldesin? Köroğlu ne vakit
oynayacak? Yazı yazıyor musun? Bunu soruyorum ama cevabını da
kendim veriyorum. Bu günlerde canım müthiş cigara istiyor ve irademi
o kadar kullanıyor ki, gün ortasından bölünecek sanıyorum.
Bu mektup burada biter. Bundan evvel yazdığımı bulursam onu da
gönderirim, gözlerinden öperim. Meliha Hanım'a çok selam ve hürmet.
Saadetinizin naçiz duacısı olduğumu kendilerine iyice anlatıver. Hoşça
kal ve cevap yaz.
A.H. Tanpınar

11
İstanbul, 29 Ocak 1938
Aziz Kutsi 'ciğim,
Evvela geçen mektubuma senden cevap beklemediğimi, cevap
yazmamış olmanla bana hiçbir suretle mazeret borçlu olmadığını söy-
leyeyim. Artık senin usulünü öğrendim: Sen mektup yazılmaz, okunur
diyorsun. Ne yapalım. Gökten ne yağmış ki yer götürmemiş.
Kutsi, benim terfi zamanı geldi . 13 Şubat tarihinde tayin karar-
namem çıkmış idi ve ilk zammı da yine 13 Şubatta almıştım. Şimdi
himmetinle 5500 olmasını bekliyorum.
Benim makaleleri nasıl buluyorsun? Bittabi Cumhuriyet'teki-
Ierini ... Fakat nasıl bulduğunu bana nasıl bildireceksin? Sen mektup

51
AHMET KUTSİ TECER 'E MEKTUPLAR

yazmayınca ... ne ise, bana Zeus gibi bir rüya gönderirsin, malum olur.
Bu günlerde bir parça tehlikeli bir piyes sahnesi neşredeceğim.
Kısacası (Burbranya) kıtasının imparatorluğunu bir gün bir sürü
hayvan başlı mahluk ziyaret ediyor. Bunlar fil, kurt, yılan, ayı , tilki,
fare ve eşek ... ilh. Ve memleketi idarede büyük hükümdara yardım
ettiklerini ve bununla iftihar ettiklerini arz ettikten sonra artık gitmek
için müsaade istiyorlar. Hükümdar "ben sizden aynlınca ne yaparım?"
diye sızlanıyor. Onlar da "ölürsünüz şevketmeab" diyorlar. İmparator
bunun üzerine "demek ölüm diyor, bir cambazhane ahırının kapılarını
açmaktan ibaret öyle mi" diyor ve kemal-i sükunetle ölüyor.
Bu parça, yazmayı tasavvur ettiğim bir piyesin (bu tasavvur beş
seneliktir) ikinci perdesindeki bir kukla oyunudur. Sahne daha ziyade
bizim asken manevradaki mankenleri andıracak bir şekilde tanzim
edilecek. Fakat kuklalar tarafından değil, alelade insanlar tarafından
oynanacak. Yalnız aktörler kuklalara mahsus bir nevi sertlik muhafaza
edecekler.
Kutsi 'ciğim, sana ufak bir paketle birkaç parça tualet eşyası gön-
dermiştim . Fakat kendim postaya veremedim. Mağaza ile yollamıştım.
Acaba geldi mi? Sana yeni evini süslemen için bir iki tablo hazırladım.
Bedri Rahmi ' ninkini de aldıktan sonra göndereceğim. Fakat istiyorum
ki, iki tane kadar da Nurettin'e göndereyim. Biliyorsun, Akademi'de
bulunduğum için resim tedariki benim için gayet kolay. Antalya amba-
rına verdiğim zaman sana ayrıca mektup yazacağım. Sana daha birçok
yazacak şeyler var.
Fakat bugün hava lodos. Azaınl asabım bozuk ve yorgunum. Dün
gece müthiş aldatıldım ve en kepaze gecelerimden birini geçirdim.
Canım sıkılıyor ve korkuyorum.

Cevat Bey'e arz-ı hürmet. Benim maaş işini derhal halledin. Sekiz
senedir 5500' ün peşindeyim.
Meliha Hanım' a çok çok selam ve hürmet. Senin de gözlerinden
öperim aziz Kutsi 'ciğim.
A.H. Tanpınar

52
TANPTNAR'IN MEKTUPLARI

12
İstanbul, 22 Şubat 1938
Kutsi'ciğim,

Bundan birkaç gün evvel sana bir mektup yazmış ve benim maaş
meselemi rica etmiştim. Cevat Bey geldiği zaman bana bu işten kendisi
bahsetti ve meselenin olup bittiğini , gider gitmez imzalayıp yollayaca-
ğını söyledi.

Biliyorum, bu benim (5500) meselesi sekiz seneden beri aktü-ali-


tedir. Aksi bir tesadüfün işe girmesinden çok korkuyorum. Ve şu anda
hfila sadra şifa verir bir havadis gelmemesinden çok korkuyo-rum.
Kutsi'ciğirn, bu mektup eline geçer geçmez, bu işle meşgul ol.
Hızlaştır, ne yaparsan yap, fakat şu çemberi atlayayım. İşlerimiz dost
elinde diye seviniyoruz. Fakat iş, gözü kör olasıca, acaip bir şey galiba,
çünkü bazen dost elini de b1-taraflaştınyor.
Devam edersem serzeniş yapacağım , bu demektir ki nazlana-
cağım. Hakkım da var. İçime öyle geliyor ki, Maarif Vekaleti sırası
gelince beni 45 lira üzerinden tekaüt etmeğe ad~ta söz vermiş gibidir.
Gözlerinden öperim. Nurettin'in de ... Cevat Bey'e arz-ı hürmet
ederim. Ona birçok şeyler söylemek isterdim ama ne ise. Meliha
Hamm'a çok selam ve hürmet. Müthiş canım sıkılıyor, artık gizlemeğe
lüzum yok ...
Kutsi, demir tavında iken dövülür, sırası iken , müddet dolmuşken
bu işi hallediverin. Sonra benim talihim gariptir, hepiniz müteessir
olursunuz. Benim şans öyle şaka falan götürmez ... Haberiniz olsun ...
A.H. Tanpınar

53
AflMET KUTSİ TECER 'E MEKTUPLAR

13
İstanbul, 19398
Kutsi' ciğim,
Evvela... Evvela gözlerinden öpeyim, bu daha sabırsızlanaca­
ğLm bir iştir. Sonra da "Bülbül" manzumesini bu haliyle beğenip
beğenmediğini sorayım . Sana üç günden beri mektup yazmak mec-
buriyetindeyim, fakat bir türlü bu manzumeyi bitirmeden yazamadım.
Manzumenin üzerinde adını görüyorsun, vakıa bu lüzumsuz bir şey­
dir, kabullenirsen bütün çalışmam senin adının sükUnuna iltica eder,
bununla beraber ben bu şiirin senin adının altında çıkmasını istiyorum,
eğer hakikaten bastlmağa değerse, böylece Varlık'a (veriver gitsin!) .
Değiştirilecek yer varsa değiştirirsin.

Sana ve ailene karşı ne kadar minnettarım bilemezsin. Seni deme-


yeyim, biz dosttan ve kardeşten fazla bir şeyiz , fakat eniştenle ablanın
alakasını nasıl ödeyebilirim? Muhabbetten başka bir kapitalim yok.
Olsa da bu işte zaten sökmez. Bugün evde idim, onları meraka düşür­
düğüm için ne kadar mahcubum ve mustaribim. Orada ağabeyinin
meselesini de öğrendim . Geçmiş olsun , başka ne denir?
Sen ne yapıyorsun ? Bana ne vakit uzun mektup yazacaksın? Ben
nasıl olsa, bir iş , bir angarya şeklinde filan olsun sana birkaç kelime
yazıyorum. Kutsi, sen bir ilahsın ama, bir ilah heykeli değilsin, bina-
enaleyh hitaplarımı z cevapsız kalmamah! Vakıa dualarım icabet bulu-
yor, fakat cevap ...
Ben burada çalış ıyorum , fakat boşuna dönen bir değirmen gibi, bir
iş gördüğüm yok, sadece zamanı öğütüyorum. İşte iki ayın meyvasını
gördün, ne kadar tatsız ve iptidai ... İnsan istidadı olmayan işlere gir-
memeli , ben başında gecelik takkesi, sırtında şal entari, köşesinde sade
kahvesini içmekle veyahut ölümü beklemekle vakit geçiren bir müte-
kait hayatının istidatlarıyla doğdum. Nihayet babam gibi bir memur

8 Bu mektup tarihsizdir. Tanpınar "Bülbül" man zumesini Oluş mecmuasının 27 Şubat


1939 tarihli 9. sayıs ınd a neşretmi ştir. Buna göre mektubun 1939 yılı başlarında yazıl­
dı ğı tahmin olunabilir.

54
TANPINAR'IN MEKTUPLAR!

olabilirdim. Şiir, güç şey. "Ol kara da iktidar Hizım".


Son derece ümitsizim, fakat ortaya öyle iddia ile çıktım ki , geriye
dönmek imkansız.
Sana biraz havadis: Geçen akşam Yahya Kemal'i gördüm, yanım­
da Muhip de vardı. Sofraya:

Bezm-i safaya sagar-ı sahba gelir gider


Güya ki cezr ü meddile derya gelir gider

beytini okuyarak geldi, biz derhal komplimanı yapıştırdık; "Bu sizin


gelişiniz beyefendi!" dedik ve iyice dalkawkluk ettik. Üstad sarhoştu,
açıldı. Sağa sola bastı küf~. Nihayet bir yarım saat kadar da bizim
nesirleri medhetti, sonra "şiirden vazgeçin" dedi. " Onu yapmayın, o
benimle bitti. Müsaadenizle bendeniz o işi yaptım. Artık yapamaz-
sınız" diye bir baba nasihatı verdi. Vakıa ilk önce çok kızdım, fakat
bilahare "Bülbül" manzumesi bu söze hak verdi. Şiir Yahya Kemal'le
bitmiyor, burası muhakkak, ama ben bu işi pek beceremiyorum. Kutsi ,
sana geçen hafta Ankara'daki kızdan ve onu burada gördüğümden
bahsetmiştim. Pazartesi günü bir mektup aldım. İstanbul Maarif
Müdürlüğü'ne yazdığı bir istidayı yollamış, takip etmemi istiyor.
Mesele bir ekalliyet mektebinde bir hocalık bulmak meselesi. Vakıa
ümidim yok, çünkü vekaletin bu hususta bir karan varmış, Muallim
Mektebi mezunlarını tercih ediyormuş, fakat sen suyun başındasın.
Orada bel.ki bir şey yaparsın. Bu kızı Talim Terbiye' den Haydar Bey' le
müsteşar da tanır, hiç olmazsa bu sonuncusu aile itibariyle ... Benim
kanalımdan geldiğini söylemeyerek, mamafih söylesen de bir şey
çıkmaz, birkaç saat temin edebilirsen ne ala! Olmazsa, olamayacağını
yazarsın. İstidayı olduğu gibi gönderiyorum, değiştirilmek lazımsa
değiştirirsin. Affet, seni adeta kendi işlerim için Ankara'ya gitmeğe
teşvik etmiş gibi oldum. Fakat ne yapayım, bu meselede çok hassasım.

Bu demek değildir ki öbür meselede hassas değilim. Öbür mesele


dayımın oğlunun meselesidir. Yüksek Muallim Mektebi'nde ( .. ........)
sayesinde imtihana girdi, fena da değilmiş. Yalnız namzetler arasından

55
AHMET KUTSİ TECER' E MEKTUPLAR

talebeyi Vekfilet seçecekmiş. Darüşşafaka mezunlarından L. Efendi'yi


kayırmayı unutma! Çünkü son ümididir, yüreğim parçalanıyor.
Sizinkiler evde değişiklik yapıyorlar, yemek odasını bahçeye
doğru 1 ,5 metre ilerletecekler, doktorun müthiş bir ıslahat meraklısı
olduğunu artık an ladım. Mamafih güzel fıkir, çünkü yukarı oda sokağa
doğru bir taraça daha kazanacak. "Mehtaba göre yer değiştirirsiniz"
diyor, enişten! Görüyorsun ya, Allah razı olsun, bizi düşünenler var.
Bugün bir akraba ziyareti için Suadiye' ye kadar gittim. Tramvaydan
bahse hacet yok. Fakat hiç istemediğim , üşendiğim bu yolculuk o kadar
iyi oldu ki! İstanbul 'un sonbaharı ne kadar güzel oluyor. Bütün yaz
taşındığımız o tozlu yoUar şimdi yapyalnız. Fakat bu yalnızlığın şiirini
nasıl anlatmalı? Her ağaç kızarmış yapraklarla başlı başına bir akşam
olmuş ve denize kadar hep bu yaprakların akşam ve ölüm oyunu devam
ediyor. Deniz bittabi bomboş, yazın altın kahkahalarını düşündüm. Eh
başta saç yok diye ölecek değiliz ya ... Gözün de kendine göre hazları
var ve güzel bir vücudun seyri de bir nimettir. Elverir ki yaz olsun, sen
gel, birleşelim.
Başka yazacak bir şey yok. Sana bu günlerde başka bir mektup
daha yazacağım ve orada mümkün mertebe sadece şiirden bahsedece-
ğim. L.'nin ve kızcağızın işini unutma . Haydar Bey Nebahat' i çok iyi·
tanır ve sever. Ona söylersen sana muhakkak yardım eder. Avni Bey' e
hürmetlerimi söyle, ellerinden öperim, benim bir resmimi almıştı, onu
soruver, daha iyisi sana versin bana gönder. Kuzum Kutsi mektup
yaz. Sana epeyce teşekkü r borçluyum, fakat sonra, söylenecek şeyler
bitince görüyorsun ya senin beytini ben yaşıyorum. Küçük k ı zdan
bahsediyorum:

Elverir ki bir gün bana derinden,


Ta derinden bir gün bana ·gel desin!

Yazın sonlarına doğru bir (mükemmeliyet-i mutlaka) görmüştük.


Şimdi sen ona Ankara' da yaklaşabilirsin. Bilmem ama, böyle bir izdi-
vaç hiç de fena olmaz.

56
TANPINAR' IN MEKTUPLARI

Gözlerinden çok çok öperim. Nurettin' in de gözlerinden öperim.


Ona çok mahcubum.
A.H. Tanpınar

BÜLBÜL
Ahmet Kutsi ' ye
Birdenbire sanki çıplak
Bir oyunuyla hazanın
Bir kuş sesi dü ştü berrak
Boş aynasına zamanın

Bu akşamın
beyaz fecre
Uçurduğu kanlı haber!
Herkes ömründe bir kere
Bu zalim davetle titrer...

Her bahçenin yabancısı


Ve her ümidin üstünde;
Bu ses ki sonsuz acısı
Güllerin üzüntüsünde,

Araştırdıbir bahann
Unutulmuş kokusunu ,
Ay ışığında dalların
Rüya dolu uykusunu.
Ahmet Hamdi

Kutsi,
Bu şiir, göreceğin şekilde neşredilebilecek bir halde değil.
Binaenaleyh sadece oku .. . Bakalım. Bana yazıların ve sıhhatin , maaşın ,
hayat şeklin hakkında mektup yaz. Nurettin 'e hala cevap yazamamak-

57
AHMET KUTSİ TECER 'E MEKTUPLAR

lığımın sebebi cebimde posta parası bulunmamasıdır. Bunu kendisine


anlatmakta hiçbir mahzur yoktur, malını bilir. Her ikinizin de gözleri-
nizden tekrar öperim kardeşim.
Ahmet Hamdi

14
Kırklareli, 20 Ağustos 1940
Kutsi ,
Askerim. Senin kitabın bir çerezden çok başka bir şey. Bu sıkıntı
günlerinde bütün bir nimet ve zevk oldu . Üzerinde konuşulacak üç
problem var. İkisini sonraya bırakıyorum. Üçüncüsü şu: Sanattan vaz-
geçmeyecek miyiz? Adam olmayacak mıyız?
Adresim: Kırklareli Kolordusu topçu kumandanı assubay vekili
teğmenA.H .....

Komik, komiğim vesselam. At üstünde, yaya, emir verirken, alır­


ken, her hal ve şanımda komiğim.
Şiir yazamıyorum , kötü bir şey, yazacağımdan da korkuyorum.
Ah başka türlü bir adam olsam. Sıhhatim iyi. Yalnız sık sık hemoptysie
yapıyor. Ben de üzülüyorum.
Dişlerim çok berbat, piyore başladı. Kitap tercüme ediyorum.
İşsizlikten esniyorum. Küfrediyorum ve geberiyorum.
Bizim üniversitedeki maaş meselesi ne oldu? Şunu bir çıkarın
yahu!
Cevat Bey 'e, eşe dosta selam ve hürmet , gözlerinizden ve
Mehmet'in gözlerinden öperim. Ablana ve hanımefendiye hürmetler.
A.H. Tanpınar

58
TANPINAR 'iN MEKTUPLARI

15
İstanbul , 1942
Sevgili Kutsi,
Sana mektup yazamadığımm sebebi on beş gündür bir kol ağrı­
sından mustarip olmamdandır. Hamdi'ye nüzul inmiş lafı çıkmasın
diye Muzaffer Esat'tan başka kimseye söylemediğim bu hastalık beni
her şeyden mahrum etti. Evvela geçmiş olsun. İnsanlığın büyük ıstırap
kervanına katıldın. Bu hazin bir şey. Velev ki kısa buluşma anlarında
olsun ben o yavruyu etrafımda görmek isterdim. Annesi babası sağ
olsun, inşallah yenileri yetişir.
Benim buradaki hayatım bir cehennemden farksızdır. Sebebi de
parasızlık.Bütçem çok bozuk. Bu berbat bütçe ile ev döşemeye çalış­
mak ne kadar güç olur? Nihayet yapabildim. Şimdi oturabileceğim,
çalışabileceğim, seni misafir edebileceğim bir köşem var.
Her şeyitamam, fakat perdesi yok. Hazin değil mi? Kepenk
arkasında oturuyorum. Bunlar ne kadar basit şeyler, nihayet bir masa,
iki sandalye, İngiliz, Amerikan, Alman, Belçika proleterinin en tabii
şekilde kendisine temin ettiği bir refahın zjcsesuarı bile değil. Ve ben
bir hocayım, üniversite falan, falan , falan. Buna da şükür, büsbütün
perişan olmayalım da.

Kardeşim, sana göndermeyeceğim demedim. Fakat makaleler


gözü kör olmasın, yarından itibaren yeni bir yazı ve çalışma devrine
giriyorum, demektir. Hepsi olur. Elim yoruluncaya kadar yazacağım.
"Şiir ve Rüya"yı (1), (2) diye basarsan göndereyim, daha iyisi yarınki
postayla gönderiyorum.
Kutsi şiir yazamıyorum; numunesini ister misin? İşte:

YAÖMUR
Uyu , gözlerinde renksiz bir perde,
Bir parça uzaklaş kederlerinden ...
Bir ruh gülümsüyor gibi derinden
Mehtabın ördüğü saatler nerde? ...

59
AHMET KUTSİ TECER 'E MEKTUPLAR

Varsınbahçelerde rüzgar gezinsin,


Yağmur ince ince toprağa sinsin,
Bir başka filemden gelmiş gibisin
Dalmış gözlerinle pencerelerde.

Nasıl? Olmuş mu? Olmadı, olmuyor. İstersen neşret. (Fakat bence


birinci kıtayı değiştirmek tazım. Neşredersen bir ruh gülümsüyor gibi
derinden/ Mehtabın ördüğü saatler nerde'yi başa al).9
Altı mısralık bir şey daha var. İstersen onu da yazayım:

Bir bahar saati kadar aydınlık,


Kalbe ümit kad~ yakın ve ürkek,
Bir sabah vaktiydi geldin gülerek ...
Saçların dağınık, göğsün açıktı,
Yüzün sade lezzet, sade ışıktı ,
Bir çoban rüyası kadar güzeldin,
Bir sabah vaktiydi gülerek geldin 10

Bunlara şiir denir mi? Haşa.

Gözlerinden öperim. Aziz dostum ve dostun Bedri'ye selam. Kendisine


ve Kadri'ye, Cevat'a Namık Kemal Antolojisi'ni 11 yakında gönderiyorum.
İmzalar yarına, gözlerinden öperim. Cevat'ın ellerinden öperim.
Kadri'ye, Bedri'ye, Sabahattin'e çok çok selam.
Kardeşin
A.H. Tanpınar

Aziz yengemin ve Mehveş'in sıhhatleri nasıl? Küçüğün gözlerin-


den öperim. Meliha Hanım 'a da çok çok hürmet.

9 Parantez içindeki cümlelerin üstü çizilmiştir.


10
Bütün Şiirleri (Yayınlanmamış Şiirler, XVIII) , Dergah Yay., hzl. İnci Enginün, 7.b.
2005 , s. 156.
11
Antoloj'i 1942 yılında yayınlandığından bu mektup da aynı yıl yazılmış olmalıdır.

60
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

16
İstanbul, 1943 12
Kutsi'ciğim,

Sana karşı ne kadar mahcup , günahkar ve hatta zalimirn? Burasını


biliyorum. Fakat cevabım da var, sen de benim ne kadar bedbaht,
ihmalkar ve eşek olduğumu bilirsin.
İlk zamanlar, aziz yeğenimin akıbetinden bahsetmemek, geçirdi-
ğin felaketi hatırlatmamak için yazmadım. Sonra yazdığım mektubun
postaya verilmemiş olduğunu gördüm. Nihayet bana imzalanmak üzere
gönderdiğin senetleri kaybetttim. Senetleri henüz bulamadım. Bir ay
evvel ya2.dığım mektubu bu mektupla beraber gönderiyorum. Biz et ile
kemik gibiyiz, birbirimizden ayrılamayız. Fakat derhal etle kemikten
birini kendin için tercih etmelisin. Çünkü benim tefessüh etmiş bir
tarafım var. Hareketsiz, iradesiz, beceriksizim.

Başımdan büyük işlere girişiyorum. Ve muvaffak olamıyorum.


Çabalıyorum. Ölü bir kurbağa gibi kalıyorum. Bunaldım. Ve bu bunal-
ma sadece metotsuzluktan.
Biraz metodik olsam çok iş yapacağım.
Ah, beraber olsak. Ama bu beraberliği istediğim gibi yapabilsen.
Cevat'la baş başa verip çalışsanız ve beni hocalıktan kurtarsanız.
Memur yapsanız. Ne iyi olur. Tekrar ve hoca olarak Ankara'ya gelmek
istemem. Fakat mebus olursam, iş değişir. Bıktım artık. Üç gündür
kitaba çalışıyorum, tatilden istifade ederek. Yarın ders başlayacak.
Elveda ... Arabaya koşulacağını. Ne ise, geçelim.
Hikaye çok güzel basılmış. Yalnız ikinci sayfanın ilk satırında
bariz bir hata var; (raporlar) şeklinde çıkan kelime (parolalar) olacak.
Tashih edilirse fena olmaz. Şu hikayeyi ya okumadın yahut okudunsa
fikrini söylememekte ısrar ettin gittin. Halbuki bence en mühim mesele
onu bilmekti. ·
Ben bir hikayeye daha başladım . Ala.iyeli Ahmet. Cenup ifriti

u Muhtevasından anlaşılacağı üzere bu mektup 3 1 Aralık1942 veya 1Ocak1943 tarih-


lerinde yazılmış olmalıdır.

61
AHMET KUTSİ TECER'E MEKTUPLAR

dedikleri şey frenklerin. Antalya'daki çocukluk hayatım beni pek


"obsede" ediyordu. Sonra babamın hatıraları. Babamdan bahsedecek
değilim, fakat çocukluğumun, o senelerin karıştığı güneş ışığı ve
manzarada o da yaşıyor. O manzara, o ışık esas. Mevzu, idailllna şahit
olduğum bir asker kaçağıdır. Bilmiyorum, mahzuru olur mu?

Sana "Şiir ve Rüya"nın 13 ilk kısmını gönderiyorum. Temenni


ederim ki beğenirsin. Vakıa henüz tamaıniyle mevzua girmiş değilim.
"Nedim"i 14 de gönderiyorum. Daha iyi olabilirdi. Fakat bu günlerde
yapamayacağım. "Şiir ve Rüya"yı neşredebilirsin. Ben parça parça
yazdığım için giriş sonra çıkabilir. Her paragraf adeta müstakildir.
Aralıklara dikkat edin yalnız. "Şiir ve Rüya"nm yazılilllş , fakat tashih
ve tebyiz edilmemiş mühim bir kısmı daha var. Onları da gönderirim.
Hiçbir ilim iddiası yoktur. Fakat rüya hakkında mevcut olan ilmi litera-
türü, Bergson'dan Jung ve Jones'a kadar, bazı doktorlar da dahil, göre-
rek yazdım. Eğer rüyayı hala en eski nazariyelerinde, yahut Swedenborg
ve muakkiplerinin, Alman romantiklerinin anladığı gibi , bir nevi metafi-
zik çehresiyle görüyorsam, bu sadece böyle istediğim içindir.
Vaktiyle senden bir kitap alarak okumuştum. Cocteau'nun Secret
Professionnel'i, hatırlıyor musun? Galiba kitabı kaybetmek şerefini de
bendeniz kazanmıştım. İşte onun gibi bir şey. Sakın gerisi gelmez diye
korkmayın, bende öyle üç misli daha tebyiz edilecek var. Ve bir yığın
da not...
"Yunus Emre"yi henüz bitiremedim. Galiba gecikecek, Malum ya,
davulla zurna ile ilan ettim, fakat henüz ya müsveddedir, ya ilk sayfası
ancak yazılmıştır.
Eve taşındım, döşedim. Fena da olmadı. Fikri' bir ahırım var
demektir. Fikri' yemlik yahut bu teşbihi yaptıktan sonra, seni orada
görmek istediğimi tabii söyleyemem.
Neredesin, dostum, neredesin? Hangi mücerret fikrin ağında kay-
boldun? Hangi cazip illusion'u , bir kadın soyar gibi, lezzetle ve hazla
13
"Şiir ve Rüya"nın ilk kısmı 16 Ekim 1943 de Ülkü dergisinde yayımlanmıştu.
14
"Nedim'e Dair Bazı Düşünceler", Ülkü , nu. 53, 1 Birincikanun 1943, s. 2-4; Edebiyat
Üzerine Makaleler, hı:l. Zeynep Kerman , İstanbul: Dergfilı Yay., 20 11 , s. 174-178.

62
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

tül tül, parça parça, hayal hayal soymakla meşgulsün? Fikirlerinin


helezonunu merak ediyorum. Sen ki kendini verdiğin her konuşmada
beni Haşim'in ayışığıyla dolmuş kaseleri gibi bin türlü hakikatle dol-
durursun. Artık seni takip edemiyorum. Ne zengin adamsın Kutsi, ne
hasis adamsın Kutsi. Mektupların ne kadar kendinden mahrum. Bu
kadar kendisi için yaşamak olur mu? Bizatihi ve lizatihi ve fizatihi
yaşıyorsun gibi bir şey.
Şayet seni dinleyip de beraber yolculuk yapmasaydım, seninle
konuşmuş olmadan Ankara'dan dönecektim. Bizim konuşmaları­
mız galiba en iyi taraflarım1z olacak. Onları saat saat hatırlıyorum .
Moda'da bir akşam, denizde bir saat, Gazi Terbiye Enstitüsü ve tren.
İstanbul'da da konuşamadık.
Ey huzurun adamı. Fikri bir incinin sedefe yapışması gibi, muay-
yen şartları olan bir saatin kabuğuna yerleştirmeden konuşamaz mısın?
Vallahi sen Proteus'a, deniz ihtiyarına benziyorsun; yüz perende atma-
dan kendini vermiyorsun. Bana mektup yaz. -Şimdi içinden, yazayım
ki sen cevapsız bırakasın , dersin- Hakikaten yaz. Fakat kendin yazmış
ol. Sathından yazma. İçinden yaz. Biliyor musun ki, sen bazı adını
bilmediğim mahlukat gibi kendi kendine derhal bir mahfaza yapar
ve saklanırsın. Sonra bekle, mevsimler geçsin, bu kils tabakası erisin,
kaybolsun, çatlasın, dökülsün ve Kutsi konuşsun.
Sana bu mektubu yazarken tuhaf bir balet-i ruhiye içindeyim.
Faust'taki ithaf gibi, geçmiş günlerimizi geriye çağırmak istiyorum.
(Venez illusions; au matin de ma vie ...) ·
Haydi kardeşim, bir mektup ne olsa bitmesi lazım gelen bir şey.
Ben de burada bitiriyorum. Bana daha derin mektuplar yaz. Talih
kısmet eder de serbest anlar verirse, sana ben de daha alttan ve içten
cevap veririm. Heyhat o kadar az kendimiz oluyoruz ki. Çalışmaktan
korkmuyorum fakat küçük sou.c is'ler beni öldürüyor. Yeni senen senin,
karın, çocuğun için hayırlı olsun. On iki ayı saadetin, huzurun ve çalış­
manın on iki bahçesinde geçir. Aynı temennileri Besim Bey için de
tekrarlıyorum. Gözlerinden hasret ve muhabbetle derin derin öperim.

A.H. Tanpınar

63
AHMET KUTSİ TECER'E MEKTUPLAR

17
Paris, 27 Temmuz 1959 15
Kutsi'ciğim,.

Kaç defa başladım, bir türlü olmadı , arailllza muhakkak birisi


girdi. Seni çektiğim köşede tutamadım . Bugün İstanbul'dan çıkışı­
mın tam ayı. Böyle on bir tane daha bitti mi, elveda hürriyete, elveda
Paris'e ... Bana bu bir aydır ne yaptın diye sorma. Sadece Paris'teydirn.
Ara sıra gittim, geldim, okudum, yazı yazmağa çalıştım. Ama asıl yap-
tığım sadece Paris'te olmaktı. Ve şimdi ki , saat tam dört buçuktur, yani
uçağın hareketine yarım saat vardır, bu bir ayda yalnız Paris'teydirn
demekten başka cevap veremem. Memnun oldum mu? Pek söyleye-
mem. Bazen yalnızlık çok ağır basıyor, bir evi olmamanm acaipliği
insana çeşit çeşit sabırsızlıklar veriyor. Muhayyile, başından reddetti-
ğimiz birtakım şeylerin etrafında dönüyor. Bütün mesele şu ki s ıcaklar
ve otel odamın kötülüğü çalışmama imkan vermediler. Ve insan çalış­
mayınca da her şeyi kaybediyor. Kaç defa "Bu Paris bitti, yenisini geti-
rin!" diyeceğim geldi. Halbuki ne görmesini o kadar düşündüğüm şey­
leri görebilmiş, ne bildiğim ve seveceğimi sandığım şeyleri tanımıştım.
Bununla beraber epeyce yer gezdim ve epeyce film ve tiyatro
gördüm. Tiyatrolar fazla değildi. Fakat senin de hoşlanacağın şeyler­
di, yani "routine"in dışına çıkmış şeyler. Strindberg'in Alacaklılar'ı
ile Ionesco'nun La Cantatrice Chauve'u ve Riyaziye Dersi. Bittabi
oyun ikisinde de güzeldi. Strindberg sahnede iyi oynanırsa değişiyor.
Muazzam bir şey çıkabilir bu piyesten. Çünkü daha çok iyi oynan-
ması da kabildir. Ionesco daha başka türlü. Tiyatro muharriri değil.
Tradition'un dışında kendisine bir iklim aramış ve sembolik diyece-
ğim komiği bulmu ş. Konuşuruz daha. Hiçbir zaman kendisini kabul
ettiremeyecek, hiçbir zaman da tam unutulmayacak. "Limbe"lerde,
tam şeklini bulmamış şeylerin arasında dolaşacak. Asıl şayan-ı dikkat
olan tarafı, bu zalim olmaya çalışan gülüşün arkasında -yahut önün-
de- hiçbir şey bulunmaması. Niye gülüyor? Niçin gülüyor? Neyi teşhir

15
Mektup tarihsizdir, zarfın üzerindeki damganın tarihi 27. Vll. 1959 Paris'dir.
I
64
TANPINAR'IN MEKTUPLARl

ediyor? Her an ciddi birtakım şeyleri kasdettiğini zannediyorsunuz,


sonra böyle bir şeyin mevcut olmadığını anlıyorsunuz. Ionesco, boş
basamaklarla inilen ve çıkılan bir merdivene benzer. Tabii insan ve
cemiyet düşmanı. Ionesco'dan başka kimseyi sevmiyor, beğenmiyor.
Hiçbir koz kendisi için değildir. Köksüz ve topraksız hatta gölgesiz ...
Tabii Aristo'dan çıkılınca böyle oluyor. Semboller tek başlarına kalı­
yorlar. Müşebbeh, müşebbehü'n-bih , vech-i şebih meselesi.
Sinemada daha güzel şeyler gördüm. Mesela dün Courteline'in
şu Memurlar'ını. Harika bir maskaralık. Onun yanı başında Dos-
toyevski'nin Ruslar tarafından yapılan ldiot'su. Bilir misiniz ki bu film
günlerce beni meşgul etti. Çünkü müthiş bir tezadı var. Bir taraftan
yalmz Ruslar tarafından ve Rusya' da çevrilebilirdi. Peyzaj , atmos-
fer, musiki, müthiş mahalli sahneler ki insanı hakikaten şaşırtıyorlar.
Hakikaten mesuttum seyrederken, demek istiyorum. Diğer taraftan
kitabın yalmz birinci kısmı ile iktifa edilmiş. Diğer üç kısım atılmış.
Dostoyevski bu bakımdan biraz da dışarda kalmış. Fakat, garip şey
ama, muvaffak da olmuş. Çünkü Dostoyevski'deki azabı, düşünce­
yi, eşyaya, çehrelere, musikiye falan geçirmiş. Roman olarak, yahut
hikaye olarak da elimize pekala Mösyö Buffet'nin yahut Alexandre
Dumas Fils'in iktifa edebileceği bir senaryo kalıyor. Ve insan bu filmi
görünce -doğrusunu istersen, Ruslardan ziyade Fransızların elinden
çıkması icap eden bu filmi görünce demem lazım , çünkü ortaya atılan
mesele Bourget taraftarlarıyla Rus romanı taraftarlarının arasında o
kadar münakaşaya sebep olan meseledir; bu münakaşaların büyük bir
kısmı gençliğimizde geçti- hem Dostoyevski 'nin hareket noktalarını ,
hem de (biraz da yokluğuyla) biraz da kendi dehasını görüyor. Bittabi
Ruslar işi büsbütün para meselelerine, burjuva ve aristokrat ahlakına
dökmüşler. Yalnız, bir yerde asla sadıklar; yani Idiot İsa'ya, generalin
katibi şeytana benziyor. Fakat Rogojin'le prenses arasındaki o korkunç
sahne, Holbein tablosu arasındaki konuşma , onlar kaybolmuş. Hülasa
kompozisyon meselesini büsbütün başka plana nakleden acaip bir eser
ki, insan namütenahi üzerinde konuşabilir.
Yarın Allah kısmet ederse Londra'ya geçeceğim. Sen ne hfildesin?

65
AHMET KUTSİ TECER'E MEKTUPLAR

Meliha Hanım, çocuklar nasıl? Fakülte'ye gidiyor musun? Kızın tezi


nasıl oldu? Ben daha Fakülte'den doğru dürüst bir havadis mektubu
alamadım .

Aziz Kutsi 'ciğim , yapacak bir yığın iş var, (Var mı acaba?) onun
için mektubu burada kesiyorum. Gözlerinden, hepinizin gözlerinizden
öperim, aziz kardeşim.
A.H. Tanpınar

18
Aix-en-Provence, I. Teşrin (Ekim) 1959
Kutsi'ciğim,

Hala seninle oturup baş başa konuşacağız . Ne yaparsın? Yaş,


Nuh'un güvercini olacak yaş değil. Hastalık yüzünden İstanbul' dan
darmadağın çıktım. Nihayet, yolculuğun tabii dağınıklığı ve açgöz-
lülüğü, yerini yadırgaması var. Seyyah her yerde olabileceği için hiçbir
yerde değil. O zaman da ayak üstü selamlar kalıyor. Üç aydır etrafla
münasebetim bundan ibaret.
Yirmi gündür cenuptayım. Antibes, sonra Sete ve şimdi Aix 'de.
Valery'den sonra Cezanne, yahut Puget, yahut On Dördüncü Louis ...
Acaip bir su otelindeyim. Düştük , diyelim. Yemek salonu ihtiyar,
kendi kendisiyle konuşan kadınlarla dolu. Tıpkı Anadolu Kulübünün
lokantası gibi. Pepsinim nerde? hacımı getirmemişim ...
Kendi içime bir türlü inemediğim için dış filemde dolaşıyorum.
Dün Aix müzesine gittim (Ressam Granet Müzesi). Güzel , ama çok
güzel primitifler gördüm. Birkaç Bizans üslfibu küçük tablo. El kadar
bir doğum tablosu (lacivert ve yaldızlı yatak bir kayığa benziyordu)
güzel bir Filippo gibi. Daha yakınlardan Fontainebleau me~tebinin
bir Parnas sahnesi , haddizatında mühim bir şey değil ama, dans eden
. müzün çehresi fevkalade idi. Yapılan işin dikkati , bu dikkatle yüzün
içeriye çekilişi ve maddesinin sırrını yoklaması, tekrar görünmesi,
hülasa anlatamayacağım bir yığın birbirine bağlı hususilik, L' Ame et

66
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

la Danse ... yazık ki ne onun, ne de Gericault'nun "Oriental"inin fotoğ­


raflan var. Gericault'nun son resmi imiş. Fakat merak edişimin asıl
sebebi modelin kendisi. Ressamın cenaze merasiminde bir Türk, şark
kıyafetiyle tabii, belki de bir Rum falan , çünkü 1824 'te Yunan ihtilfilinin
arifesinde, Avrupa'da epeyce Rum vardı, cepkeninin yenindeki külü
başına serperek cenazenin arkasından yüıüyormuş. Kim olduğunu
kimse bilmiyor, yahut kimsede görmedim. Halbuki burada mavi sırmalı
cepkeniyle, beyaz şalvarıyla, siyah sakalıyl.a iyice görünüyor. Müzenin
asıl güzel harika eserlerinden biri de Mazzola 'nın "Sainte-Anne, Çocuk
ve Meryem"i. HarikuJade bir el senfonisi var. Fakat asıJ mühimi, res-
sam, Sainte-Anne yerine kendi resmini yapmış . Belli ki çocuğu , karısı
ve kendisi. Hatta Sainte-Anne'ın başında bir çeşit kasket var. Kadın
çocuğuyla ve aile saadetiyle o kadar dolu ki! Rönesans'ın öbür yüzünü
bu kadar iyi gösteren eser görmedim diyebilirim. Katedral, Puget'ler ve
çeşmeler. .. Yosunlu bir kayadan yapılmış bir çeşmeye bayıldım. Bundan
iyi bir nehir veya su tanrısı olamaz. Belki de öyledir. Çürıkü buluş ken-
diliğinden olacak şey değil. Arkasında behemehal bir masal lazım.

Dün sabah Cezanne ' ın atölyesine çıktım. Çok sert bir peyzajda
- Marsilya civarında rastlanan cinsten ve bir boğazın kenarında güzel
bir bahçe içinde- fakat modern binalar peyzaja musallat olmağa baş­
lamış. Cezanne'm gizli hendesesesinden, birkaç sene sonra, hiçbir şey
kalmaz, sanırım. Fakat ilerileri var... Burada her taraf Cezanne.
Görüyorsun, nelerle meşgulüm. Dedim ya, içime inemiyorum.
İçim memnu mıntıka oldu. Bunu Sete'de daha iyi hissettim. Valery' nin
mezarına giden yolda , Akdeniz güneşinde birdenbire kendimde her
şeyi yapmacık buldum. Niçin buradayLm ? Halbuki yol boyunca bir
mektepli kadar heyecanlı idim. Belki de yokuş ikinci bir iş olarak
beni adeta uyandırmıştı. Şurası var ki ben her zaman biraz böyleydim.
Çalıştıkça kendimi bulanlardan. Bu seyahatte ise yalruzlığın, muvakkat
yaşamanın getirdiği ruh haliyle büsbütün arttı. Bakalım Paris 'te ne
olacak? Belki orada değişir. Çalışmaya başlayınca, demek istiyorum.
(Bütün mesele şarabın, rakının yerini tutmamasında ve balıkların ızga­
ra yapılmamasında).

67
AHMET KUTSİ TECER'E MEKTUPLAR

Sen ne haldesin? İnşallah benim gibi böyle her rüzgarda bit parçan
dağılmış değilsin. Hakikaten bu çok güç şey. Şüphesiz birçok şeyleri
depoya atıyorum. Fakat neler? Bunu bilmiyorum. Bir şeye yarayacak-
lar mı? O da meçhuL
Günler geçtikçe İstanbuf'·a, dostlara, oradaki benliğime hasretim
artıyor.Dokuz ay daha var. Fakat bu dokuz ayda bitecek bir yığın şey
de var. Ah, hepsinden kurtulup, hür adam olarak İstanJ?ul ' a dönsem ve
yeniden işe başlasam. (Rakı en iyi içkidir).
Antibes'de ve Sete'de denize çok yakındım. Hele Antibes'de
okşamasını ve ayaklarınızın altına yatmasını da bilen bir yırtıcı ile dost
ve komşu ile yatıyordum sanki. (Her akşam değilse bile haftada iki
defa içmeli). Sesi otelin penceresine asılıyordu. Deniz güzel şey. Güzel
ve bıktırıcı. Bir deniz şiirine başladım, fakat bitiremedim.

Ben ayın dördünde falan veya beşinde Paris'teyirn. Birkaç gün


için eski otele ineceğim. Hôtel de Versailles, 60 BdMontparnasse, bili-
yorsun. Mektubunu, ailece sıhhat haberlerini orada bekliyorum .
İnsanın olabileceği şeyi seçip ona çalışması ne iyi şey, ne maz-
hariyet ... Yine kendimden şikayet etmeğe başlayacağım. Gözlerinden
öperim aziz Kutsi 'ciğim. Karını, çocuklarını, Leyla'cığıru iki defa
benim tarafımdan öp. Leyla, istediği bir şey varsa bana yazsın. Sen de
yaz. Fakültedekilere, bilhassa Mazhar'a, Taki Bey'e, Türkolojidekilere
selam. (Domates salatası, balık , kavun, beyaz peynir... biraz çiroz.
Daha fazla meze zarardır).
A.H. Tanpınar

68
CEVAT DURSUNOGLU'NA MEKTUPLAR

19
İstanbul , 2 Haziran 1942
Aziz ve Muhterem Cevat Bey'ciğim 1
Şahsibir muvaffakiyet gibi sevindiğim mebusluğunuzu ufak bir
rahatsızlık esnasında (haber) aldım. Binaenaleyh bu mektubu, bir zafer
ve sevinç narası olmasını istediğim bu satırları çok geç yazıyorum. Sizi
mi, memleketimi mi , kendimi mi, velhasıl kimi tebrik edeyim bilmi-
yorum. Her halde en doğrusu bu sonuncusu olacak. Leopold Levy bir
gün sizi çalışırken görmüş "Bir tabiat kuvvetine benziyor" diye med-
hetmişti. Hayranı olduğum bu kudret ve ondan hiç de aşağı olmayan
faziletiniz ve nihayet hepsinin üstünde hükümran olan zeka, velhasıl
hilkatin cömertçe bahşettiği bütün meziyetleriniz yavaş yavaş hakiki
sahasını buluyorlar, demektir. Ne kadar mesudum. Ben tabiatın ekono-
misinde israf kelimesinin yeri yoktur, diye iddia ederdim. Kazandım.
Vakıa
siz bundan memnun değilsinizdir, öyle ya, Evrak müdür-i
umumiliğini istiyordunuz. Bir zaman da bir belediye reisliği zevkiniz
vardı. Fakat biz memnunuz ve ilerisini emniyetle ve sabırsızlıkla bek-
liyoruz. Kutsi ' nin yanı başınızda olmasına da ayrıca memnun oldum.

1
Cevat Dursunoğlu 'na yazılmış olan bu imzasız mektubu, sayın Meliha Tecer venniştir.

69
CEVAT DURSUNOÖLU' NA MEKTUPLAR

20
İstanbul, 19 Ocak 1943
Aziz ve Muhterem Cevat Bey'ciğim,
Size son derece sevineceğiniz bir havadisi, daha iyisi bir kararımı
bildirmek için bu mektubu yazıyorum. Tabi! anladınız, mebus olmak
istiyorum. Ve benim tarzımda olmak istiyorum. Yani sizin elinizle,
sizin delaletinizle. Tabii bunun en iyi şekli, bavulu hazırlayıp "oldum"
diye Ankara'ya gelmekti. Benden bunu bekleyebilirdiniz. Fakat yazık
ki eskisi kadar genç ruhlu değilim, tarafınızdan davet bekliyorum.
Bu kararı uzun uzadıya düşündükten sonra, nefsimle birçok müna-
kaşa ve hatta muhasebe yaptıktan sonra verdim.
Bu günlerde İstanbul'a gelseydiniz, sizinle daha sarih konuşmak
im.kanını bulur, beni buna sevk eden sebepleri uzun uzadıya anlatırdım.
Yazık ki gelmediniz. Binaenaleyh bütün ümitlerimi bu mektuba bağlı­
yorum. Beni tanıdığınız için, bu arzunun Iaalettayin bir hevesten, bir
hırs veya nefs-i eınmare kabanşından ibaret addetmeyeceğinize, basit
bir yükselme arzusuna kapıldığımı zannetmeyeceğinize eminim. Her
halde, bizim Cevat Bey fırka idare heyetinde iken , hazır şu işi yapıve­
reyim , tam fırsattır diye düşünmedim , buna emin olun. Evvela, bir ruti-
nin içinde yirmi senedir yaşamaktan bıktım, yoruldum. Bugün adeta
mumyalanmış gibiyim. Zannetmeyin ki hocalıktan şikayet ediyorum.
Sevdiğim çok tarafları var, hatta derin surette bağlıyım. Fakat rutin ve
teknik tarafı beni sıkıyor. Şahsi mesaim için imkan ve vakit bırakmıyor.
Halbuki tam velUt durumdayım, ne yapabilirsem şimdi yapabilirim.
Mebus olursam daha geniş vakit bulacağım. Daha rahat olacağım.
Çünkü vazife mesaim, edebi mesaimden ayn olacaktır. Diğer taraftan
hayatla ve cemiyetle temasım daha geniş olacak. Politika çok hoşuma
gidiyor. Ne kendimi boş yere harcamak, ne hasisçe tasarruf etmek,
kıymetlerimi daha fazla bir rayiçle işletmek niyetindeyim. Hayatımda
değişiklik olsun istiyorum. Bunu zihni hıfzussıhham için lüzumlu görü-
yorum. Kırk yaşımı geçtim. Fikirlerim ve sevgilerim var, kendimi , bir
tohum ne kadar yetişebilirse, o kadar yetiştirdim. Faydalı ölabileceğim

70
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

yeri seçmekte hakkım vardır. İşte bu hakkı istimal ediyorum. Şimdi çok
ufuksuzum, bir ufkum olacak. Beni yolun başına getirin, yürümesini
bilirim; aldanmışsam, hesabımda yamJclığımı da söylemeye cesaretim
vardır. Görüyorsunuz ki son derecede açık ve rahat, sizinle benim
konuşmamız lazım geldiği gibi, söylüyorum. Artık fikirle hareketin
arasında bir alem ve mahiyet farkı görmüyorum. Fakat bulunduğum
yerde de hareket edemiyorum, rutinin esiriyim. "Gündelik" şeyler beni
boğuyor. Halbuki içimde başka susuzluklar var.

Nihayet Cevat Beyciğim , ... ve .. .larla akademik cilveleşmekten,


müşterisiz
meta tüccarlığından , ...........2 insanların aleminde yaşa-
maktan bıktım. İstanbul 'da yalnızım. Ankara'ya hoca olarak gelmek
istemem. Tab'an, tekrar hoşuma gitmez. Bunun bende yapacağı dep-
ressiyon altında ezilebilirim.
Kutsi ile sizi de orada epeyce yalnız görüyorum. Bu yalnızlığı
naçiz şahsiyetimle tamamlamak istiyorum. Jestin cömertliğini takdirde
sizi serbest bırakıyorum! Hakikaten Cevat Beyciğim, beni aranızda,
yanınızda görmek istemez misiniz? Sizinle çalışmam hoşunuza gider
samyorum.
1932'de olsaydık , böyle bir şey istemezdim. 1943'te bunu kendim
için çok lüzumlu görüyor ve biliyorum.
İşte size bu işe ne kadar bağlı olduğumu, ne kadar istediğimi yaz-
dım. Bana bu işte sağdıçlık etmekten çekineceğinizi zannetmiyorum.
Beni bu çemberin içinden alın, zannederim ki sizi ne mahcup, ne de
pişman ederim.

Hiç kimseyle konuşmayacağım şekilde her şeyi söyledim . Öyle


sanıyorum ki mesele sizin için yeni değildir. Çünkü Kutsi'ye bir iki
satırla bu arzumu bildirmiştim. Fakat yalnız bir iki satırla ... Ve bu iki
mektup bu hususta biricik teşebbüsümdür.
Şimdi
sizin bu arzumu nasıl telakki ettiğinizi, edeceğinizi öğren­
mek isterim. Dışardan, bana dost bir gözle, mahzur görüyorsanız , onu
da bana bildirmek lutfunda bulunursunuz. Vakıa ben tereddütte deği-
2
Noktal ı yerleri Sayın Cevat Dursunoğlu karalamıştır.

71
CEVAT DURSUNOÖLU'NA MEKTUPLAR

lim, kararımı vermiş bulunuyorum, fakat bu, sizden bir nasihat gelirse
dinlemem demek değildir. Diğer cihetten istersiniz de yapamazsınız.
O takdirde sizi müşkil vaziyette bırakmak istemem. Fakat öyle zanne-
diyorum ki sizin için çok güç olmasa gerektir. Her halde emirlerinizi
bekliyorum, ben vaziyeti olduğu gibi anlattım.
Mektubumu bitirmeden evvel, sizi müşkil bir vaziyette bırakmak
istemediğimitekrar edeyim. Bu takdirde derhal unuturum.
Hürmet, sevgi ve hasretle ellerinizden , gözlerinizden öperim aziz
Cevat Beyciğim.
Daima sizin
A.H. Tanpınar

Ali'ye yazabilirdim, fakat ne yalan söyleyeyim, bu iş olursa, sizin


elinizle olmab. Yazmadım.
Namık Kemal Antolojisi'nin bu kadar gecikmesinden mahcubum.
Size İstanbul' da verecektim. Siz gitmiş bulundunuz, kaldı.
Hürmetler. A.H.
Adresim: Tünel Caddesi, Narmanlı Yurdu, 3. Kapı 1

21
İstanbul, 7 Şubat 1943
Elemin an-asl filemde emeldir aslı
Vasıf-ı Enderun!

Aziz ve muhterem Cevat Bey'ciğim,


Mektubunuzu dün aldım. Kağıdı bugün doldurup gönderiyorum.
İşi tamamiyle size bırakmak.la bahtiyarım. Ancak sizden bir haber
alınca tekrar düşüneceğim. Hatta son karar da sizindir. Olup olmaması
dostluğunuzun ve teveccühünüzün yanında benim için ikinci derecede
kalır bile diyemem. Yalnız bir şeye müteessirim, eğer sizi müşki1 vazi-
yette bırakırsam. Mamafih siz o kadar iyisiniz ki , hoş görürsünüz.

72
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Hastalığınıza çok üzüldüm, geçmiş olsun. Fakat nasıl söyleye-


yim Cevat Bey biraz da kıskanclım. Ben , diş ağrısını sizin yanınızda
gurbet kuşağını çözdüğüm senelerden beri artık duymuyorum . Siz de
"kemale" benim gibi ters tarafından başlasaydınız bu ağrılar olmazclı.
Çünkü benim dişlerim çoktan ezeli ve ebedi Nirvana'nın sükfin kuca-
ğında artık mevcut olmamanın hazlarını tadıyorlar, onları ne talihin sert
ekmeği, ne kahrın yumruğu acıtmıyor! ... Şimdi eğer başımı tezyin eden
son saç tellerine mebu sluğumu gösterebilirsem ne mutlu!
Hocalık meselesinde sizinle aynı düşünüyorum. Hakikaten son
derecede lezzetli! Henüz ayrılmadım. Belki de ayrılmam , buna rağmen
içime hüznü çöktü. Pizarre'ın güzel bir sözü vardır: "Ey ruhum, ebedi
hayat arzusuna beyhude yere kapılma, mümkünün hudutlarını iyice
yoklamakla iktifa et" gibi bir şey. Ben de mümkünün hudutlarını bir
de bu taraftan yoklayayım dedim. Fakat oğluma meslek seçmek icap
etse, hoca ol! derim. Hoca ol, sonra her şey olmak istersin. Hakikati
isterseniz hocalığı daima sevdim.
Bu işin olup olmayacağı meselesi beni hiç düşündürmüyor.
Hakikaten garip bir tabiat var bende. Bir şey istedim mi, teşebbüs
edene kadardır. Ondan sonra unuturum. Mamafih işin içine siz karış­
tıktan sonra her şey iyi gider:

Nefsimde tecrübemle inan söylerim sana

Siz benim iyi talihimsiniz, ...nın kötü talihim olduğu gibi.


Ya olmazsa? Cevat Beyciğim, canınız sağ olsun. Ben sizin eliniz-
den geleni yapacağınıza kaniim. Hayatımız ne kadar dar olursa olsun,
kendisine göre emsalsiz lezzetleri var. Teselli vasıtaları var: Kitaplarım
ve dostlarım beni manen kafi derecede tatmin ediyorlar. Gördüğüm iş
de cemiyette küçük iş değil. Hatta yetişmekliğim lazım gelen dereceleri
yetiştiklerimden daha çok fazla. Dolduramıyorum kafi derecede.
Ben bir talih tecrübesine girdim. O kadar.
Mamafih siz yine "Sezar'ı ve talihini taşıclığınızı" unutmayın .
Mektubum pek karışık oldu. Kusura bakmayın. Çok yorgunum.

73
CEVAT DURSUNOÖLU'NA MEKTUPLAR

Bu Tanzimat kitabı XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi beni pek yoru-
yor. Bu ayın sonunda ilk cildini bitirmiş olacağım. Şimdiye kadar bir
şöhret-i şayia hfilinde aranızda dolaştım. Hepiniz üzerimde bahse girdi-
niz. Ümit ederim ki sizi mahcup etmeyeceğim. Fakat çok yoruluyorum.
Mektubunuzun sonundaki gizlilik vaadine sevindim. Her namzet-
lik gibi bu da iyi bir şey değil. Teşekkür ederim. Kağıtta yer gösterme-
dim , "Neresi olursa olsun" diyemezdim. Siz bir yer buluverin, Kutsi
veya siz yazıverin. İstanbul, Antalya ... filan. Her yer aynı, yani hiç
tanınmam.

Sizi zahmete soktuğuma çok mustaribim. Hakikaten mahcubum


da. Fakat oldu.
Ellerinizden, gözlerinizden hasretle ve hürmetle öper, tekrar tekrar
af dilerim Cevat Beyciğim.
Daima hürmetkarınız
A.H. Tanpınar

Lütfen Kutsi'ye çok selam. Bana mektup yazmıyor, hakkı da var


ya! ... Fakat üzülüyorum. Yazılan nasıl buluyor, tek kelime söylemiyor.
Ve ben bu sükut karşıs ında kucak kucak makalelerle kendimi lüzu-
mundan fazla geveze buluyorum. Mamafih taciz olsun diye ona bir iki
makale daha göndermek üzereyim. Gözlerinden öperim.

22
İstanbul, 31Ocak1961
Aziz Cevat Bey 'ciğim ,
· Size çoktan beri yazmak, Maarif Encümeni Reisliğinizi tebrik
etmek istiyordum. Yazık ki meşguliyetim mani oldu. Şiirlerimi kitap
halinde basıyorum . Bittabi tahmin edersiniz, böyle bir derleme, topar-
lama kolay olmadı. Kırk senenin kirinden ve pasından kurtulmak güç.
Ne ise bir hale yola soktum. Eskileri biraz düzelteyim derken yenilere
başladım. Ve böylece gelecek zamanı da haciz altına almış oldum.

74
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Uyuyan bir hastalık, bütün bir cihaz tekrar uyandı.


Bütün bunlar bana sizinle konuşmak imUnıru vermedi. O psikolo-
jik disposition 'u bulamadım . Milll Eğitim Hazırlık Komisyonu çok iyi
bir fırsat vermişti. Fakat kitabın çıkması eli kulağında bir vakıa oldu-
ğu için maalesef gelemedim, İstanbul'dan ayrılamadım. Hatta vekile
ancak bugün itizar edebildim. İki mektup, beraber gidecek. Ben komis-
yonlarda değil de şfu-ada bulunmayı ve lise meselesini kurcalamayı
isterdim. Maarifte bizim için tek çıkar yol liselerin haysiyetli ve haki-
katen garptaki liseler ayarında lise olmalarıdır kanaatindeyim. Türkiye
için selameti , hakiki münevver yetiştirmekle , sanayileşmek işinde
görenlerden olduğumu bilirsiniz. Hülasa gelmemem alakasızlığırndan
değil, bu kitabın yüzündendir. Matbaa aç kurt gibi peşimde (çıkacak
olan da seksen sayfalık bir şey).
Siz benim tek yatırımım, tek ·iddiamsınız . Siyasi hayata tekrar bu
şekilde girmeniz, bir gün görmek istediğim yerlerde sizi göreceğim
ümitlerini tekrar kuvvetlendirdi. En iyi, en halis başarı temennilerimi
kabul edin. Burada Allah rızası için bizim 147'leri de unutmayın .
İşler biterse kurula katılmak için Ankara'ya geleceğim.
Feyzioğlu ' nu elbette görürsünüz. Vaziyeti bir de siz anlatın.

Bütün dostlara selam ve sevgi. Siz de lütfen bütün kalbimi kabul


edin. Gözlerinizden öperim. Tekrar tekrar hayırlı olsun.
A .H. Tanpınar

75
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

23
Paris, 6 Nisan 1953
Adalet,
Paris'teyim, anladın mı kardeşim, Paris'te. Ve pusulasız, direksiz
bir gemi gibi dolaşıyorum. Bu şehirde göze ilk çarpması icap eden
şeylerin hepsini bitirdim. Şimdi iki şey kaldı: Birincisi paranın verebi-
leceği lezzetler ki onları hiçbir zaman tanıyamayacağız, bir de şehrin
kendisi ve alışmak. Orada kendime ait saatlere, benim olan bir zamana
sahip olmak ... Vala ile Orly ' de ayrıldık. Kucağım o kadar paket dolu
idi ki, klzın elini bile sıkamadım. Benim ile beraber gelen Türkiye'yi
karanlıkta kaybettim. Zannederim ki fazla heyecanlıydı . Hakikaten
yalnızlıktan çekiniyormuş. Bunu benimle beraber anlatır. Seyahatimin
gecikmesinden bayağı memnun oldum. Yol da çok güzel geçti. Air
France hakikaten insanı iyi yedirip içiriyor. Yalnız Milano'dan sonra
ve İsviçre üzerinden geçtiğimizde dağların manzarası beni biraz altüst
etti. Orly'den Invalides'e kadar yol feci bir şey. Gümrük muamelesi,
bavullarımın hu ys u zluğu , tembelliğim, ellerimdeki paketler ve bilhassa
göz nezlem yüzünden tahammül edilmez bir şeydi. Filmim yapılabilir­
di. Bildiğim Fransızcayı da unutmuştum . Bu kadar dolu, her tarafı dolu
ve içinden küçülmüş adam tasavvur edemezsin. Bu ruh halimi, zaman
zaman Paris'te yol sormağa, otobüs istasyonunu sormağa mecbur
oldukça tekrar duyuyorum. (Fayda: Gelirken fazla teferruatlı gelmeyin.

76
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Elinizde bir paketten başka bir şey olmasın . Ve ilk defa gelmiş olsanız
bile, Paris'e üçüncü defa seyahat ettiğinizi düşünün).
Paris çok güzel. Benim değişen ruh hallerim bile bu güzelliği
örtemiyor. Burası evvela vitrinler memleketi. Yalnız çok rahat ayakkabı
lazım. Mütemadiyen yürünüyor. İki vasıta arasında yine sekiz dakika
olsun yürüyorsunuz . Yürümek esas. Şimdi İstanbul'daki hayatımızın
ne kadar tembelce bir şey olduğunu anlıyorum. Biz yürümüyor, gezmi-
yor, kendimizi taşıtıyormuşuz. Sokaklar dümdüz. Yalnız gürültü fazla.
Vitrinler müthiş. Hele kadın eşyası... Harikulade. Bu sabah erkenden
bir delikanlı elime bir Quartier Latin gazetesi tutuşturdu. Kırk beş fran-
gı sulandık. Yüzü öyle şirindi ki , işi olmasa idi, konuşmak için kahve
ikram ederdim. Edebiyat yapıyormuş, şiir yazıyormuş. Adını söyledi
ama unuttum.
Metro korkunç bir şey. Muazzam, imkansız bir şey... Ve ne teşkilat.
Metroyu kavrayan ve yolu şaşırmayan adam yan Avrupalılaşmış
demektir. Bendenize henüz nasip olmadı. Hatta son üç-dört gündür
kaçıyorum bile. Burada hemen hemen günde dört lira yol masrafı
oluyor. Fakat umuınl seviye İstanbul ' un aynı. Hele frangı bir kuruş
addedersen , tam İstanbul fiatı. Şehre yerleşirse iki insan 600 lira ile
İstanbuJ'dan iyi geçinebilir. Karı koca yaşanacak yer.
Nuri için Bergeaud'ya söylemiştim. Mayısta bana müracaat etsin ,
demişti. İstersen hatırlat. Referansı ben yollarım, gelsin görsün. Yalnız
siz orada (Maya) veya dostların vasıtasıyla ailesini geçindirecek kadar
para bulabilir misiniz? Buradaki resim faaliyetlerini gördükçe, bilhassa
Nuri'nin orada kalmasından çok mustarip oluyorum. On ayda değişir.
Bütün genç ressamları Paris'e teşvik et Allah aşkına. Resim Paris'in
en kolay adapte olunacak muhiti. Hele Nuri gelebilse. On ayda nasıl
değişir. Benim gibi kendi dilinde mahpus insanlar için adaptasyon
daha güç galiba. Çünkü müşterek çalışma kabil değil. Paris 'te benim
hayatımdaki en büyük değişiklik uyku ilacına ihtiyacımın azalma-
s ı oldu. Sonra bir de uyku başlangıcındaki rüyalarım garip şekilde
değiştiler. Büyük bir şehirde olduğumu ancak uyumak üzere iken
hatırlıyorum. Ve renkli rüya görüyorum ; tıpkı renkli film gibi. Fransız

77
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

peynirleri harika. Şaraplar nefis. Fakat kahveler ilaç gibi kokuyor ve


kahve içerken kendimi hastahanedeyim sanıyorum. Fransa'da çay evde
yapılacak. Dışarda çay içmeyin. Hatta eğer mümkünse bizim yerli çayı
getirin. (Bu demektir ki, Lipton ile karıştınnaklığım için bana bir paket
inhisar çayı gönderin. İyi bir harman olur sanırım. Bir de biradere yaz-
dım . Benim iki gömlek kaldı orada. Onları bir gelenle bana yollayıver).

Seni çok göreceğim geldi. Yaza sizi behemehal bekliyorum.


Paris'in tadını sen çok iyi çıkarırsın . Bir ay sonra birinci sınıf Parislisin.
Ben maalesef he~üz rahat konuşamıyorum. Sesimi ayarlayama-
dım gitti. Hele telefonda, korkunç ... Karş ımdakini anlamak telaşından
ne halt ettiğimi bilmiyorum.
Gürültüden daima en üst katlarda oda seçiyorum. Bugün bizim
otelde asansör bozuldu . Minare gibi merdivene tırmandım .
Üç mektup birbirini tamamlar ve galiba da halimi anlarsınız .
Mehmet Ali'nin ve senin gözlerinden öperim. Herkese selam, sevgi.
Hasretle
AH. Tanpınar

24
Paris, 6 Nisan 1953
Adalet, Mehmet Ali ,
Bugün pazartesi. Bir hafta evvel sabahleyin İstanbul 'da idim. Ya
şimdi, Montparnasse'da Versailles otelindeyim. Yanımda ne uğurlayı­
cılarım , ne de Vala var. Vata Londra'da. Sizler İstanbul 'dasınız . Ben
avuç içi kadar bir odada. Paris kulağımda bin türlü sesle kendini kuru-
yor, ben bu seslerden şehir üzerine sizin çehrelerinizi çiziyorum. Bu
her an böyle oluyor. İki türlü yaşıyorum . Paris beni daha keşfetmedi ,
ben de pek kendisini görmüş değilim. Dışardan büyük bir kabartmayı
gözlerim kapalı , ellerimle yokluyor gibiyim. Kokusu , rengi, ağaçla­
rının yeşilliği, sesi, İstanbul'u pek hatırlatan sünbüli bir hava. Sonra
yağmur, yağmur ve ara sıra güneş . Odam altıncı katta. Erken uyandım:

78
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Balkondan Paris'e baktım. Manzara adeta kanatlanmış gibiydi .


Bir şehrin içine girmek ne kadar güç. Ben Paris'in kabuğundayım
ve daha resim, hatıra , kitap olarak her yere taşınabilecek şeylerden
başka bir şey görmedim. (İlii.ve 1: Daha ziyade bir kitaptan çıkmış
gibiyim. Yahut başınu çıkarmış gibi).
Bununla beraber şehirde epeyce dolaştım. Metroda sekiz on defa
kayboldum. Passy'de üç saat, benj nereye götürür diye bilmediğim
caddelerde, küçük yollarda gezdim. Bazen ' şehri tek başıma sırtıma
alıp taşıdığım oluyor. Bazen içinden sıynlıveriyorum, ya sizin evde,
ya Maya'da, ya Fenerbahçe'de kendimi buluyorum. Az şekerli ,
chicoree'siz bir kahveye ne kadar muhtacım şu anda. Buranın kah-
velerinde eczahane tadı var. Zaten Paris şehrin rengiyle büyük bir
hastahaneye benzemiyor değil. Bu şehrin bendeki daüssılalarından biıi
olan musiki, tiyatro ve eğlence hayatı ile hiçbir temasım olmadı. Şehrin
kabuğunu yalıyor gibiyim. (İlave II: Mösyö Rufer Paris'te değil. Pipo
tütününü Abidin'e verdim. Magda'nın gelişi benim için bir saadet ola-
cak. Abidin'in hediyelerini verdim. Chagall burada değil).
Yalnız bol bol resim ve ressam gördüm. Resim galiba Paris 'in
en satıhtaki tarafı.
Müzeler hariç daha şimdiden otuz galeri gezdim.
İki meşhur kritik tanıdım. Çinli, Japon, zenci, Cezayirli, Türk, Yunan,
Fransız, İsveçli veya İzlandalı belki yüz ressam ve heykeltıraşla karşı­
laştım. Oturduğum her kahvenin önünden ellerinde tabloları alay alay
gençler geçiyor. İki akşam evvel küçük bir şarapçı dükkanında afişler
yapan , şarkı söyleyen, aslen İtalyan bir Fransızla tanıştım. Adamcağız
adamakıJlı sarhoştu. Nerdeyse kendinin Leonardo'nun torunu olduğu­
nu iddia edecekti. Bize Asya'nın dünya tarihindeki yerini manzum bir
nutukla anlattı. Alakadar olmadığımızı görünce şarkı söyledi; polisler
gelince sustu. Sizi başka yerde görmeliyim, dedi. Beni otuz sene evvel
gördüğünü iddia ediyordu. Yanı başında eski Flaman tablolarındaki o
zayıf, sade göz ve yanak kemiği, ince dudak, papazlara benzeyen bir
kömürcü vardı. Adamın sırtındaki arkadan geçme , geniş yakalı emper-
meabl da -Roma konsülleri büstlerinde tesadüf edilen cinsten- bir
papaz vehmini veriyordu. Yarabbim ne güzel adamdı. Sarhoştu. Fakat

79
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

sarhoş da değildi ,sadece ruhlaşmıştı, Bu kadar ince yüz, bu kadar


uçmağa hazır madde, bu kadar her şeyin ötesinde tebessüm görmedim.
Gevezeliği bile sıkıcı değildi. Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyor­
dum; kelimelerin hepsini yutuyor, değiştiriyordu. Bununla beraber alt-
tan alta her söyledi ğini anlıyor ve kıskanıyordum. Alkol onu mesut edi-
yordu. Benim kaybettiğim ve bir daha bulamayacağımı bildiğim şey.
Notre-Dame'ı, Saint-Severin'i bir akşam ışığında gezdim. Dün sabah
Abidin'le beraber Notre-Dame'a messe'e gittik. Fakat lO 'da gidemedi-
ğimiz için asıl büyük messe'i kaybettik. Notre-Dame'ın içi, daha doğ­
rusu caffiıarı ve dışarıdaki heykeller harika. Faj<at mimarinin kendisi!
Mimar! İstanbul ' un mimarisi . Bir bakışta kavranıyor. Sonra o genişlik,
mesafe fikri, nispet anlayışı. Burada mimari hakikaten bir gemi . Notre-
Dame büyük bir gemi ... Galiba tayyare zırhlılarıyla varabileceği son
kemale varmış. "Nef' kelimesinin manasını yeni anladım. Musee d' Art
Moderne'de Chagall'ı, Vuillard'ı, Bonnard'ı dünya gözüyle gördüm.
Vuillard'ı çok sevdim. Bu kadar güzel olacağını tahmin etmemiştim.
(Yalnız "Kütüphane" adlı tablosu fazla burjuva). (Empresiyonistlerde
epeyce şaşırıyorum). Yazık ki pek az ve galiba orta cinsten Bonnard
gördüm. Ne sansüalist Yarabbim. Beni en çok mesut eden Chagall
oldu. Picasso' dan , Braque' dan bahsetmiyorum, onlar adım başında
karşınıza çıkıyor. İkisi at başı yürüyorlar. "Serenat"ı seyrederken
Helen 'in kopyada çektiklerini anladım. Dehaya ne kadar yaklaşmış ve
ne kadar uzak. Öyle bir lacivertli bir siyahı var ki ... Yahut siyaha yakın
laciverdi. Helene' in tablosunda hatırımda kaldığ ına göre kahverengi
pek hakim. Aslında büsbütün başka. (İlave fil: Fikret Mualla ' yı daha
görmedim. Hiç kitap okuyamıyorum. Çok müstear bir bayatı yaşıyo­
rum sanki. Galiba ikinci defa Paris'e gelirsem Paris'te olabileceğim).
Paris'te ya turist olarak on beş gün kuş bakışı her şeyi görüp
geçmeli ve gitmeli yahut da beş, on sene kalmalı. Üçüncü bir şık var.
Bizim çocukların yaptığı gibi, bugün yarın diyip bir daha ayrılmamalı.
Ben üçünü de yapamayacağım . Bu şehirde çalışmak, yaşamak çok
güç. Bir şeye çalışmak l azım . Fakat şehir hiçbir şeye bağlanmanıza
müsaade etmiyor. Paris son derece b!-taraf. O kadar güzel çalışan bir

80
TANPINAR'TN MEKTUPLARI

ilctisadl makine kurmuş ki. Fransız başında beklemeğe lüzum bile


görmüyor. Şehri açmış, kendisini kapamış . Zaman zaman gelip haya-
tınıza katılıyor, yahut bir tarafına girmenize müsaade ediyor. Satıhta
hep beraber yaşamamız için bir alem kurmuş. Bu günlerde paskalya.
Daireler, resrn1, gayr-i resrn1 tatiller yapmış. Şehre her saat yüzlerce
seyyah sürüsü geliyor. Kahvelerde insanlar durmadan değişiyor. Kara
saplanan bılducın sürüleri gibi yüz İngiliz km, iki yüz Hollandalı veya
İzlandalı kadın birdenbire Montparnasse veya Saint-Gerınain'de, tale-
be mahallelerinde kanat silkiyorlar. Eski metreslere, dostluklara derhal
nihayet verilmiş , hatta bazıları tatile gönderilmiş. Paris yirmi ile otuz
arasında gencin cenneti.

Pertev çok iyi. Bir Ortaçağ rahibi gibi çalışıyor. Bugün çık­
mayacağım, diyor. Ve taştan bir oda içinde akşama kadar oturuyor. Hep
o sakin tebessüm. Hiçbir dargınlığı yok. Abidin dün taşındı. Henriette' i
henüz göremedim. Avni 'yi iki defa gördüm. Avni'nin "Ana Oğul" diye
çok güzel bir tablosu var. Bence harikulade bir memleket resmi. Acaba
Türkiye'ye .alduabilir miyiz? Avni, Ziyad 'ı dört gözle bekliyor. Bence
Ziyad bu tabloyu hükfunete aldırmalı. Bu tablo kaybolmamalı. Bu tablo
Türkiye'de kalmalı. Burada dört Türk ressamı mühim: Fahrünnisa,
Avni, Selim, Nejat. Nejat'ı daha görmedim. Selim ' in abstreleri çok
şaşırtıcı, belki kendi yaşındaki ressamların en iyisi. Fahrünnisa'nın
prensesliğinden, servetinden başka bir kabahati yok. Fakat mühim bir
kabahat galiba, çünkü adım başında insanın ayağına dolaşıyor. Fakat
bu servet, yahut imkan sayesinde valdt buluyor, kendini sanata veriyor.
Avni, Selim para kazanmak için adeta günlerini amelelikle geçirirken,
o çok rahat bir atölyede, mebzul bir malzeme içinde sabahtan akşama
kadar mukaddes sanat sancıları içinde yaşıyor. Fakat muvaffak olmuş .
Resmi var. Her zaman aynı mükemmeliyet mihveri üzerinde değil ama,
var. Bazen dekoratif oluyor, bazen cesaretleri insanın dışında kalıyor,
fakat resim. Tavla zan gibi resim.
Bence Selim de öyle, fakat daha ciddi. Nasıl diyeyim, yüzde yüz
büyüğe nişan almış; hemen hemen de tutturmuş gibi. Birkaç santimetre
farkla, abstre kompozisyon yapıyor. Bu ismi ben buldum. Maniere' i,

81
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

rengi, derinliği, hatta hacmi ihmal etmiyor. Ne kadar sakin, sabırlı


adam ... Bambaşka bir şey. Paris'in mühim bir tarafını bana Avni açacak
sanıyorum, Abidin, Avni, Pertev .. . Şimdilik Selim rehberlik ediyor. Ve
yavaş yavaş Paris'e sokuyor. Ben zavallı hacı leylek, bir türlü tanıma­
dan gezip duruyorum. Aynı yola otuz defa ilk defa görüyormuşum gibi
bakıyorum. Şu Eiffel kulesi olmasa belki daha rahat olacağım, kule, o
köpoğlusu her taraftan karşıma çıkıyor, beni şaşırtıyor. Çocukluğumda
İstanbul'da, dönen macuncu tablaları vardı. Onların mihveri gibi bir
şey. Şehir onun etrafında dönüp dolaşıyor. Büyük eksikliğim hafıza ve
cihet fikrinin noksanı. Bir de haritadan anlamıyorum. Paris'te ise her
şey harita, rehber üzerine kurulmuş. Haritaya bakmasını bilen adam,
Paris'te hiç sıkıntı çekmez. Ben ise Piri Reis'e rağmen, haritadan bir
şey anlamıyorum. Harita benim için gramer gibi bir şey.

Fransızca ağzımda ikinci kelimede şişiyor, büyüyor. Suat İsmail 'in


kocaman eli, heceleri ağzımın içinde buluyor, ayırıyor. Sarhoş olunca
daha rahat konuşuyorum. Fakat kimse benim Fransızcamla alakadar
değil. Yalnız otelin gece nöbetçisi genç, sempatik bir sarhoş, numa-
raları daima şaşırıyor, fakat benim behemehal hata yapacağıma da
ayrıca inanmış . Ben otuz yediyi istiyorum. O kağıda bakıyor, Mösyö
Tompini diyor, d'İstanbul diyor, hayır siz yirmi beşte oturmuyorsunuz.
Yirmi dokuzda da değil, katiyyen. Otuz altıda veya on beşte de otur-
muyorum ... Yarım saat sonra otuz yedinin anahtarı elime geçiyor. Bu
sefer odamı tanıyıp tanımadığımı ısrarla soruyor. Fakat güzel sarhoş­
luğu var. Kaş göz bir tarafta. Dünyada iki hasretim vardı. Biri Paris.
Biri de güzel kadın. Burada ikisini de kaybettim. Hele güzel kadın
adım başında. Geldiğimin üçüncü akşamı Notre-Dame'dan çıktıktan
sonra ki Saint-Michel'de (galiba öyle olacak) bir küçük kahveye git-
tim. Yarabbim çıldıracaktım. On dokuz yirmi yaşında bir kız, belki
de mektebi tatil olduğu için hizmet ediyor, bize konyağımızı getirdi .
Reims' deki meşhur Meryem'in ta kendisi idi. O içten aydınlık tebes-
süm, baharda gül ağaçlarının içini yoklayabilsek, böyle bir tebessüm
buluruz, zannederim. Şimdilik Paris iki insanın tebessümüyle bende
yaşıyor, yukarıda bahsettiğim kömürcü ile bu genç kızın . İkincisini

82
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

göreceğim yeri biliyorum. Fakat birincisini iki akşamdır aynı yerde


aradım. Bulamadım.

Söylemeğe hacet var mı? İstanbul burnumda tütüyor. Sen, Adalet ,


Sabahattin, Bedri, Magda, Mazhar, dostlar hepiniz bende bir vicdan
azabı gibisiniz. Halbuki size karşı bir şey yapmadım, Garip bir his bu.
Hülasa hasretten daha kuvvetli. Acaba daüssıla rru?
Uzun uzun öpüşler, nihayetsiz sevgiler...
A.H. Tanpınar

25
Paris, 15 Mayıs 1953
Hey millet, millet-i muazzama-i yazariye, Mehmet Ali, Adalet,
Evveıa cigaralara, rakılara teşekkür ederim . Böylece kulak çınla­
yışlarından maada kısmetimizi de aldık demektir. Mukabilinde Vala'yı
size iade ettim. Kıza rezil oldum burada. Anlatmıştır. Fakat beni daha
çok üzen şey onun psikolojisi. İnsan Paris' e gelir de bir hafta kalmaz
mı? Ben bile nerdeyse altıncı haftayı geçiriyorum, gık demeden. Biz de
az gürültü koparmadık ama, ne ise ...
Kartlar, Maya'daki toplantılar, AJi'deki gece, buradaki hayatı­
mın yanında, ikinci ve bunun kadar, bundan daha cazip bir hayatım
olduğunu bana hatırlattılar. Ali 'nin evinden hep beraberce Kabataş
iskelesindeki ışıklara bakamadığıma , Kuzguncuk kıyısının sessizliği ni
duyamadığıma, çapraşık yollarda sizinle yürümedi ğime müteessirim.
Eh, ne yapalım beyim, bize de Allah bunu kısmet etmiş ; düz cadde,
terbiyeli nehir, ışıklı şehir...
Adalet'çiğim , dün Paris belediyesi hakkımda şimdiye kadar gös-
terdiği iltifatlar yetişmiyormuş gibi, son büyük bir lütufta bulundu; sırf
benim için yirmi dört saatlik bir vasıta-i nakliye grevi yaptılar. Şehir
halkı birdenbire yer altından fırladı. Caddelerin kalabalığını görme-
liydin. Ve galiba herkes sokakta idi. Otobüsler, dolmuşlar, bisiklet,
motosiklet, ikisinin arasında o arı gibi nesneler, asken kamyonlar,

83
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ ' A MEKTUPLAR

husus1 arabalar, caddeler bir bayram yeri gibiydi. Tesadüfen Opera


taraflarında idim. Akşamüstü yayan dönmeğe mecbur kaldım. Fakat
bundan daha hoşuma giden şey olamazdı. Paris halkının sabırlı, tem-
kinli, şikayetsiz halini unutmamak lazım. Burada Hind-i Çim meselesi
ufak tefek huzursuzluklar yapıyor. Fakat Fransızların devlet denen şeye
mutlak itimatları ve sisteme riayetleri , keyif ehillik.leri ve Petain zama-
nında her sınıf halka (yani çalışanlara) temin edilen sigortalar (mesela
beş çocuklu bir aile 500 liraya yakın zam alıyor ve Picasso dahi bundan
isterse istifade edebilir) ve yine onlara bırakılan tatil zamanları, iş saat-
lerinin azlığı, kurtuluştan sonra bayramların çoğalması, halkı lakayt
yapmış. Fransızlar boş zamanı seviyorlar. Bir Fransız dostum , biz sade-
ce "vacances" yapmaktan hoşlanan çalışkan bir milletiz, dedi. Nisan
paskalya tatili ile geçti, mayısın yarısı kurtuluş bayramları ile. Dün yine
kurtuluş bayramlarından biri vardı. Gece bir dostumla Quartier'de,
Saint-Gemıain'de, Montparnasse'da filan dolaştık. Akademi talebesi
boruları yakalamışlar, sokak başında bando çalıyorlardı. Yanımdaki
Fransız gülmekten katıla katıla "mahsus yanlış çalıyorlar..." diyordu.

Bu günlerde birkaç sergi, ezcümle Abidin'le Pignon' un sergisine


gittik. Bu Pignon, birkaç figüratifle beraber partinin tuttuğu insan-
lardan. Abidin resimlerini beğeniyor. Fakat hakikatte bizimkinden
aşağı. Bedri, Eren, Zeki ondan çok iyilerini ve güzellerini yaptılar.
Ama Lettres Françaises göklere çıkarıyor, ekol yaptı, diye övüyor,
galeriler de galiba tutmağa başladı. Hakikati isterseniz, görebildiğim
kadarında bugünkü resim yani kırkla yirmi arasındakilerin resmi, daha
ziyade abstrecilerde kuvvetli . Onlar da başta Hartung olmak üzere,
Şnayder (herifin adım unuttum, resmi gözümün önünde. Müzede Vala
da gördü), Soulages, buldum, Soulages gibilerin kısmı ki , bizim Selim
de onlardan.
Bunlar prosedeler! Yepyeni bir resme giriyorlar. İyi bir Hartung
gördüm, çıldırıyordum. Şimdi bir Amerikalı almış; kırmızı üzerine
acaip bir şey. Çizgi değil, boya satlıı değil , karmakarışık bir şey... Bir
şey ki gemi kazasını , deniz yangınını hatırlatıyor. Her hfilde şimdiye
kadar tanıdıklarımızdan çok ayrı, müzedekilerden başka bir şey. Hem

84
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

nonfigüratif, hem insanla konuşuyor. Bunların bir lasmı mimariye


doğru, fakat hiçbir hendese oyunu olmadan gidiyor. Soulage o cinsten .
(Bugün Avni'nin sergisi var. Pek şirin oğl an). Yine Abidin'le o gün
bir Yunan heykeltıraşları sergisine gittik. Bence fazla bir şey yoktu.
Sonra da Maison de la Pensee Française'deki Bourdelle'in sergisine
gittik. Doğrusunu isterseniz hazindi. Bir Beethoven başından başka
bir şey yoktu. Nerde Maillol, nerde Bourdelle! Hatta bizim eserini
beğenmeyip yolladığınuz Poisson bile ondan iyiydi. Fakat acele hüküm
vermeyeyim, herifin, yani merhum heykeltıraşın ayrıca bir müzesi de
var, onu göreceğim .
Paris'te iki şey ve bir devir çok canlı: Kurun-ı vusta; camcılık ve
Gotik heykeltıraş!. Fransız dehası Gotiği yaratmış. Bourdelle Gotik
heykeltıraşiden yürümek istermiş gibi geliyor bana. Nitekim otuz sene-
lik resim macerasında daima carncılığın bir izi var. Sade Rouauld'da
değil. Mesela Villon'da bile . Resim için o kadar tehlikeli olan larmı­
zıya düşkünlük, kırmızı , mor ve siyahın kombinezonları hep oradan
geliyor. Ve bittabi ... amma da ukalayım be yahu ... Halbuki ben Adalet'e
Saint-Honore Faubourg'daki dükkanlardan bahsedecektim. Vala'yı,
Leyla'nın ısrarı yüzünden götüremediğim bu caddede bir dükkan vitri-
ninde tek bir lavanta şişesi bir yıldız gibi siyah kadife içinde parlıyor.
Kadın elbiselerinin zarafeti, şapkalar... Camekana şöyle atılmış elbiseyi
al kaç, ilk rastladığın nikah memurluğunda evlen. Kadını ne yapacak-
sın, her şey olduğu yerden, zarif, güzel, emsalsiz ... ben Paris'im! diye
haylarıyordu.

Geldiğimden beri ilk defa olarak gece operaya gittim. Viyana


operası. Mozart'ı çaldılar ve oynadılar. Benim çıldırdığım o küçük
gece musikiyle başladı. Elektra'yla bitti. Harika idi. Elektra artık opera
filan değildi, adını bilmediğim tek bir kadının, Elektra rolünü yapan
kadının raksı idi. Muhteşem ... çıldırtıcı, imkansız bir şey. Les Indes
Galantes'a gideyim mi, gitmeyeyim mi diye düşünüyorum. Bina çok
zengin . Balzac'ın romanlarını andıran bir hali var. Yahut sık sık geç-
tiği için onu hatırlattı. Hakikaten lüks, mermer, ya],dız, resim, heykel,
somaki, yaldız, resim, heykel... Her cins layafet, her milletten insan ve

85
ADALET ve MEHMET ALİ CiMCOZ' A MEKTUPLAR

talebe. Asyalı talebeyi ilk defa Opera'nın galerisinde tırmanırlarken


sevdim. Çok güzel kadın kıyafetleri vardı. Bazılarınm yanında mahsus
gecilciyordum. Saint-Honore caddesindeki şişelerin kokusunu alayım
diye! Yazık 1ci üç bin frangı gözden çıkarclığım halde Moussorgsky'nin
operasını kaçırdım. Zaten bu kırk beş gündür hep fırsat kaçırmak.la
meşgulüm. Paris'te hayat bir nehir gibi durmadan akıyor, sen ancak
ayaklarım ıslatmakla yetiniyorsun. İki pazar evvel Chartres'a gittim.
Oradan beni Marcel Proust'un memleketi olan İle'e götürdüler. Hiçbir
şey bu kadar beni mesut edemezdi. (Bu gece pencereyi açık bırakını­
şım, üzerimde kırıklık var. Masamın gözünde size yazılmış, bitireme-
diğim birkaç mektup bekliyor. Bunu alelacele yazıyorum, cevapsız
kalmış olmayasınız diye).

Cigaralara tekrar teşekkür ederim. Fakat göndermeyin artık.


Günde dört Yenice içtim. Yine bir şeye yaramadı. Goloise'a alıştım.
Ben kendi hesabıma ne çay, ne cigara isterim. Rakıyı da aradığım yok.
Fakat Pertev ' in, Abidin 'in, Avni'nin hoşuna gidiyor. Mehmet Ali' nin
gönderdiği rakıyı bu gece Avni' nin sergisinde hep beraber içeceğiz.
Adalet, Kenan'a söyle: Bana zahmet edip bir şey göndermesin. Sadece
lokumlar (iki kutu) ... yani çok hususi şey de ... Fransızların hoşuna
gidiyor.
Benim bugünlerde bir İspanya seyahati projem var. Bakalım
ne yapacağım? Karar veremiyorum. Romanya lokantasında köfteyi
yedim, nefis. Paris altı ayda, bir senede bitecek iş değil ve on beş günün
hesabı da bir mektuba sığmaz.

Hepinizin gözlerinden öperim, hepinizi kucaklarım. Abidin


Sabahattin'e mektup yazacak. Ben Rufer'in haberini bekliyorum.
Magda'ya daha elim değip yazamaclım. En derin hürmetlerle sevgiler.

86
TANPINAR' IN MEKTUPLARI

26
Mayıs 1953 1
Adalet, Mehmet Ali,
Bu son iki günü şenlikli geçirdim. Tarık ' ın, sizlerin mektuplarınız
beni şaşırttılar adeta. Tesadüfen o günde -Adalet'in kulağı çınlamıştır
her halde- otel değiştiriyordum. Montparnasse'daki otelimi bırak­
mış , efendim, Saint-Michel'deki, evet Saint-Michel'de Rue Royer-
Collard'daki Luxembourg oteline geçmiştim. Efendim bir şey mi
buyurdunuz? Hayır, sadece iktisadi, daha doğrusu mall ve daha iyisi
ekonomiko-finansiye, yani efendim her ikisi birden ve hep beraber,
hülasası birincisi gündt'. 750 frank, ikincisi 500 frank olduğu için.
Zannederim ki, hayatımda yapacağım son iktisat teşebbüsü , mali
vaziyetimi ıslah için hareket budur. Ben devletime benzerim; "Ne
zaman bırakıyorum her şeyi eskisi gibi, oh efendim ne rahat. Ama ne
zaman ki yapazayım iktisat, işte yerim o zaman naneyi". Altıncı katta,
asansörlü, telefonlu, gürültüsü az, geniş , fakat derin olmayan, az çok
ışıklı bir odadan üçüncü katta, Narmanlı Yurdu biçimli, üstelik dar bir
odaya geçtik. Sonra etrafımda bir yığın Çinli, Japon zevat. Meğer ben
ne kadar beyaz ırk taraftarıymışım. Zerre kadar bir şey anlamıyorum
Avrupalı olmayandan, bana antropolojik tuhafiye eşyası gibi geliyor.
Otelin sempatik bir sahibi, çok sempatik ve alt dudağından üst dudağı
bir parça çıkıntılı olduğu için her zaman mütebessim görünen bir de
gerant'ı var. Sonra hakikaten hoşuma gitti bu iş. Leyla Gamsız' la koca-
sı yam başımdalar. O kadar iyi, sessiz, ancak siz isteyince gölge gibi
gelip görünen insanlar ki ... Fakat iktisadi ve mali karar bununla kalma-
dı, bir de alkol ocağı, kahve, çay takımı tedarik ettik. Hülasa yirmi-otuz
liraya başıma öyle dert açtım ki, şimdi hem yazıyorum , hem de yan
gözle yam başımdaki çaydanlığa, daha doğrusu süt kabına bakıyorum .
Orada su kaynayacak, ben onu çaydanlığa dökeceğim, sonra çay pişire­
ceğim, ben içeceğim. Hey Yarabbim, bu gibi budalalıkları gençken hiç

1 Tarihsiz olan bu mektup , muhtevasından anlaşılacağı üzere, 15 Mayıs 1953 ile 4 Ha-
ziran 1953 tarihleri arasında yazılmış olmalıdır.

87
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

yapmamıştım. Muhakkak bunadım. Öyle de sağır bir şey ki, bir türlü
kaynamıyor, nerde ise şaşı olacağım yan tarafa bakm~tan.
Aferin VaHi'ya. BiJeziği doğurtmuş. Ben bileziği, benim ona
verdiğimi, o gece aldım . Ve buraya gelir gelmez de Madam Lucienne
Laroza'ya verdim. Şimdi kadıncağızın kolundadır, muhakkak. Ayıp
olmasa gidip yoklayacağım. Ne çıkar, bir bilezik daima yoklanablJir,
bilezik, küpe. Ya iç çamaşırı olsa idi ne halt ederdim? Bu çayın , çay
suyu diyecektim kaynamasına ihtimal yok. Ne halt edeyim ki bir kere
başladım, üstelik de yere izmarit düşürdüm, kalktım, aradım. Ne ise
ben bileziği kadına verdim. Mahpeyker' in hediyesi olandan bahsedi-
yorum. Acaba bir de Nejat için Aliye Hanım'ın hediyesi bilezik mi
vardı? Vallahi şaşırdım gitti. Hani nerde ise İstanbul'a dönüp bilezik
meselesini tahkik edeyim, diyorum. Bizim çay pişti. Fakat ne çay
Yarabbim .. Yok kardeşim, çayı, kahveci yapar. Ben de oturup mektup
yazarım. Buraya mektup yazmak için gelmiş değil miyim. İş bölümü
modem ilmin ve hayatın esasıdır (haydi hayatın anlayalım, ilmin ne
diye? Demek ki lüzumsuz kelime kullanıyoruz).
Çay bir rezalet, hatta birkaç rezalet, nerdesin ey Narmanlı
Yurdu'nun bana hizmet eden emektarları, nerdesin Hanım, nerdesin
Aptullah, nerdesiniz Nazım Efendi, Meliihat... Vazgeçtim efendim,
mederıl insan, işlerini başkasına gördüren insandır. Şimdi çay sıcakken
bir de kahvaltı etmem lazım, halbuki dün akşam ucuz diye Abidin'in
beni götürdüğü pommefritte' çide yediğim zeytinyağı içmiş patatesler
hala içimde kaynıyor. İktisat, iktisat... Bu kelime birdenbire nasıl haya-
tıma girdi ve girer girmez bütün muvazenemi bozdu. Lanet olsun bütün
iktisatlara ...
Valii' ya bir mektup yazdım, çayın kötü, katran rengi bir şey oldu-
ğunu, benim bu işi beceremeyeceğimi, iktisadın lüzumsuzluğunu söy-
ledim. Hayır, hayır, bunları size söylüyorum. Ben ona sadece bileziğin
benim kendisine verdiğim bilezik olmadığını , eğer kendisine başka
bilezik vermişsem, o bileziğin benim vermiş olduğum bilezik olama-
yacağını, yani benim verdiğim bileziğin şimdi Madam Lucienne'in
kolunda bulunması icap ettiğini, Fatoş'a giden bileziğin o bilezik olma-

88
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

ması lazım geldiğin i anlatmaya çalıştım, meseleyi vuzuhla şöyle vaz'


edebiliriz: Bl , B2 diyelim. Ben Bl 'i verdim ve B2'den haberim yoktu.
Fakat şayet yerine Vala bana B2'yi vermişse o zaman mesele değişir.
İki ihtimal var: Ya ben tek bilezik verdim. Bir daha çay yapmayacağım.
Beceremiyorum. Canım kruvasan varken tereyağı yiyeceğim diye kalk
da gevrekle kahvaltı et. Bunlar manasız şeyler. Ya ben Vala'ya tek
bilezik verdim, yahut da iki tane verdim. Yahut birini verdim, sonra
onu geri alırken bir ikincisini verdim. Yahut Mahpeyker bana iki bile-
zik verdi. Ben farkında değildim. Yahut haberim olmadan bir üçüncü
bilezik verdiler. Fakat bu üçüncü nereden çıktı ? Yok, ben bu işi halle-
demeyeceğim . Hakikaten bir üçüncü bilezik varsa o şimdi kimdedir?
Canım Vala alsın o bileziği , kendi kızının koluna taksın . Olmazsa bana
getirsin, ben birine hediye ederim.
Magdi'nin hastalığına üzüldüm. Memnun olduğum taraf tedaviyi
Sabahattin' in deruhte etmemesi ve doktorlara emanet etmesi daha iyi
olmuş . İyileşmesine tabii çok sevindim. Dikkat etsinler. Zavallı kız!
Rufer burada. Fakat göremedim henüz. İyiymiş. Skolaya uğradığım
zaman Avni ile Henriette'i İsviçre'den gelme bir yığın dünya nimeti kar-
şısmda buldum. Sucuklar, peynirler, larde'lar, jambonJar... Ne sevimli
insanlar onlar. Vallahi doğrusunu isterseniz, insan güzel mahlUk.
Sabahattin sakin insandır. Fakat bu son zamanda sıkıntı fazlalaştı
etrafında. Kim bilir ne kadar ıstırap çekmiştir? Neden ameliyat ola-
madığını pek anlayamadım. Had bir devreye mi girmişti? İltihap mı
var? Her halde İsviçre'de bu işi hallederler. Siz Magdi'yi mümkün
mertebe semirtin, şişmanlasın. Bir de mühim bir mesele var. Fazla
zayıflarda göbek aşağıya düşer, apandisit veya başka hastalık arnzı
verir. Acaba böyle bir şey olmasın. Her halde bakmışlardır ama, geçmiş
olsun. Burada Skola' nın eşiği ni atlar atlamaz Magdi hatırıma geliyor.
Çünkü onun kadar orayı benimseyen kimse yok; hep Skola'dan, şimdi
İsviçre'ye giden o barondan falan bahsederdi. Ve çocuk gibi mesut
olurdu. Avrupa'ya seyahat ederseniz size birkaç nasihatım var:
1. Yanınızda emanet olarak bilezik, falan gibi şeyler getirmeyin,
çünkü çiftleşiyorlar, haberiniz olmadan başkasına gidiyorlar, mektup

89
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

yazıyorlar, bir de Fransızca mektup vardı değil mi? Onun için nenize
lazım? Sadece hafif eşya alın. Mesela çamaşır, falan gidip muayene
ederseniz bir işe yarar. Bilezik alırsanız, yani verirlerse, ya erkek bile-
zik alın, yahut kısır olsun, doğurup başkalarına dert açmasın.
2. Sakın iktisat bahanesiyle yer değiştirmeyin. Zaten hiç oldu-
ğunuz yerden çıkmayın. Bilin ki, her teşebbüste biraz daha kötüsüne
düşersiniz.

3. Çay yapmaya kalkmayın. Şayet yapacak olursanız (inatçı olur-


sanız, titiz olursanız) eşyayı kendiniz alın, çünkü başkası alırsa , sizin
namınıza iktisat eder, ama siz istemeyin, istediğiniz kadar sarf et deyin,
o yine eder. Size tava cinsinden bir "bouillard" alır, süzgeçi içinde çay
ibriği alır, idare edemezsiniz, eliniz ayağınız haşlanır. El ne ise fakat
Paris'te ayak haşlanmasına hiç lüzum yoktur, çünkü ayak bu memle-
kette bütün yükü çeker ve geldiğinizin haftasında en aşağı on bir nasır
peyda olur. Benim ayağım çiçek açmış halde. Yakı içinde. Mübarek
nisanda İstanbul erguvanlarına benziyor.
4. Biliniz ki işi ne kadar geciktirirseniz geciktirin bir otelde daima
mahut yeri dolu bulacaksınız. Bu itibarla odanızı oraya yakın seçin ve
sifon sesini ezberleyin, girdikten sonra da hiç çıkmayın.
5. Meyve almak, yahut başka bir şey almak isterseniz, sabahleyin
erken alın. Çünkü otele kaçta gideceğiniz belli olmaz ve meyvesi soka-
ğa yayılmış memleketten meyve yemeden dönersiniz.

6. Uyumaktan ümit kesin. Uyumak yoktur, pineklemek vardır.


7. Muhtelif cinsten boğaz ağrısı ilaçları tedarik edin ve ağrısın
ağrımasın daima kullanın.
8. Sokakta daima başkalarına ait kadınlar göreceğinize emin olun.
9. Türklerden edeceğiniz istifade Montmartre, Pigalle taraflarını
tanıyabilmenizdir, bunu aklınızdan çıkarmayın.
10. Rehberden telefon numarası bulamayacağınıza emin olun ve
daima bir telefon ve adres defteriniz bulunsun.
11. Vatandaşlara herhangi bir kahvede randevu vermeyin, ya siz
şaşırırsınız, ya onlar. ..

90
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

12. 83 numaralı otobüse otuz sekiz zannederek binmeyin. Şaşkın


tavuğa döndükten sonra evinize en aşağı 4 lira masrafla dönebilirsiniz.

13. Paranızı katiyyen saymayın. Akabinde üç, dört bin frank hiçten
masrafınız çıkar. (Türkiye bütçe yaptıktan sonra iflas etmiştir).
Bu nasihatleri herhangi bir rehberde bulamazsınız. Fakat belki en
lüzumlu nasihatlerdir. Fakat ne çıkar, insan tuttuğu yolda yürüyen bir
biçaredir. Sabah leyin yukarki kısmı yazdıktan sonra Güzin Hanım ' la
bir kütüphaneye gittik. Bir müddet orada kaldım. Gevrekle kahvaltı
pek hafif kaçmıştı. Karnım acıktı. Derhal yeni bir iktisat projesi peşine
düştüm. Oteli meyve haline benzettim, ananas, portakal, muz ... Fakat
rokforu kötü seçmişim. Ananas kesmesini bilmiyorum, netice öğlen
yemeği de berhava oldu. Ananas Aptullah'ta güzel. Kardeşler, ne
yaparsanız yapın, seyahatte iktisada kalkmayın . Bırakın hayat sizi idare
etsin; o akacağı limanı bilir. Daha yazacak çok şey var. Saint-Michel ve
Quartier Latin pek hoş. Paris sabahın ikisine kadar gece bilmiyor. Her
milletten çocuk yollara dökülmüş. Onlar da başka türlü biçare! Adalet,
tayyare yolculuğ undan rahatı yoktur. Yemekler Mehmet Ali' nin anlat-
tığından daha nefis. Çocuksunuz, beşiktesiniz , o bile değil , siz havada
duruyorsunuz, mekan altınızdan kayıyor. Metroya gelince, bak kar-
deşim, ona behemehal bineceksin. Ve binince göreceksin ki, bundan
akıllıca bir hareket yoktur, hatta icat da. Bunlar çok rahat şeyler. Adres
değiştirmek iyi ama, böyle süt dökmüş gibi otelde oturup mektup
beklemek kötü . (Zibidi'nin yanaklarından öperim. Keratayı göreceğim
geldi. Kusura bakmasın , bir daha yapmam).
Paris güzel . Alabildiğine güzel. Yalnız akıllı olmak tazım . Benim
gibi Relations Culturelles'i, falan ziyaret edip başına dert açmamak
lazım. Her gün bir katır yükü vesika, en aşağı on tavsiye mektubu
geliyor. Ben bunları nasıl okuyacağım? O heriflerle ne konuşacağım?
Dersten bıkmadım mı sanki? ... Yarabbim, sen bana acı ! Her muam-
ma çözülene kadar mühimdir. Dün akşam Abidin'in bir dostunun
Baron Dore 'nin evinde, sekizinci katta, taraçadan Paris'i seyrettik.
Güneş bir de baktım Eiffel kulesine bizim yangın fenerleri gibi asıl­
mış . Kuzgun' un kulakları çınlasın , Paris damları muazzam bir abstre

91
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

heykeltıraş! müzesine benziyordu. Nuri'ye çok selam.


Yahya Kemal'in size gelişine çok memnun oldum, demek müba-
rek benim gitmemi bekliyormuş. Olur şey değil! Sultan Aziz meselesi-
nin halledilemeyeceğine kaniim. Magdi'nin , Sabahattin'in , Bedri'n.in,
s izlerin yanaklarınızdan öperim, Magdi'ye tekrar tekrar geçmiş olsun ,
eyvallah dostlar!
A.H. Tanpınar

27
Paris, 4 Haziran 1953
Kardeş,

Geçmiş olsun! Tarık'tan aldığım mektupta idrar yolunda küçük


ve ehemmiyetsiz bir taştan bahsediyor. Fakat ehemmiyetsiz kelimesini
bilhassa kaydediyor. Rakı ve envaı içkilerle anasını bellersin sen o
taşın. İki hafta kadar sizlere mektup yazamadım. Sabahattin'e üç mek-
tup yazdım, üçü de masamın gözünde duruyor, serseri oldum gitti şu
Paris'te. Dünyanın en muntazam serseriliği. Yani işsizlik . Paris' in tadı
kaçtı artık, kararımı verdim, para gelir gelmez İspanya' dayım. Anasını
satayım. Bir de oraları görürüm. Fakat bu, şu anda, yani yağmurlu
Paris'teki kararım. On gündür bir ·çamaşır teknesinde gibi yaşıyo­
ruz. Hele dün ve bilhassa bugün tadını kaçırdı. Bu haftayı Pigalle ve
kabarelerde geçirmek nasipmiş , gariptir ki, zihni faaliyetimin en fazla
olduğu devirdi bu. Fakat gece oldu inu, ben Piga11e' de kendimi buluyo-
rum. Sebebi İstanbul'dan gelen iki kadınla bir koca. Gelmez olaydılar.
Beyhude yere (100) lira gitti; onların da bir iki misli parası. Ben buraya
vatandaş ağırlamaya mı geldim? Fransız .... görmekten mahvoldum.
Nereye gitsen tabak gibi karşına çıkıyor, reklamda, kabarede, ofortta,
resimde, Louvre'da, küçük ve büyük galeride hep o, standard halinde,
münferit, daima karşısında bıktım artık!
Dün, yok evvelki gün Pertev'le M.N.F. de Dufy için yapılan
bir merasime gittik. Hazin bir şeydi. Kırk kişi ya vardı, ya yoktu.

92
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Söylenen şeyler Fransızcanın kendi kendisiyle yoğrulmasından başka


bir şey değildi . Tatsız tuzsuz bir şey vesselam. Galiba Fransızlar bizim
İstanbul bayramına nazire yapmak istediler.
Reşit Safvet Paris'e geldi. Bir enstitüde yarısı Rum bir kalabalık
huzurunda İstanbul fethinin ehemmiyetini anlattı. Biz de dinledik. Bir
iyiliği oldu. S.Z.'yi gördüm. Ne kadar güzel kadın! Pazar günü onun
evinde bir kokteyle gittik. Babası, annesi, eniştesi, teyzesi hep orada
idiler. Ne tuhaf, memleket havası yoktu. Kibar yani b1-taraf, soğuk
domuz yağı gibi, zengin, altın yüklenmiş eşek gibi öküz gibi ve daima
aynı üstün konuşma, sanat himayesi, filan. Fakat S .'in süzgün bakışı ,
ısırmak hevesi veren çenesi, saçları , peltekliği. Hey Yarabbim, Sure-i
Fetih gibi kadın. Bir içim su, Boğaz meyhaneleri gibi derin, yumu-
şak, munis, anlayışlı , mucizevi bir hamakat ve güzellik. Heykellerini
gördüm. Heykel dediğin ancak böyle olur tabu. Bu kadar güzel kadın
elinden çıktığı zaman güzeldir, mükemmeldir, nefistir, iyidir. Ne yapa-
ynn Michel Ange 'ın ter ve sarmısak kokan dehasını? Bana böylesi
lazım:! Kumral saç ve kuvvetli pudra. Bu salı günü Zadkine'in atölyesi.
Tekrar heykel görüyoruz, dehayı selamlıyoruz. Yaşın elli üç ... Hamdi
Bey. Fakat yaş maş yoktur bu dünyada. Akşama doğru bir kahvenin
televizyonunda ........ seyrediyorum. Daha doğrusu saat üçle beş ara-
sında Londra halkı deli gibi ikinci S.' i alkışlıyorlar, ikinci veyahut
birinci S.'i ... Pardon Elizabeth diyecektim. Ben S.'i dünya kraliçesi
ilan ettim gitti. Hele atölyedeki pijaması ile. Başına toplanmış saçları.
Güzel, süzgün bakışlarıyla ... Vay canına yandığım be. Ocak sönmemiş.
Buram buram alev, duman, ateş hepsi var. Fakat Paris'in yağmuru,
Baudelaire'i çıldırtan yağmur.
Klee' nin ofortlarının , desenlerinin sergisinde müthiş canım sıkıldı.
Be pezevenk kumaş deseni yap, muşamba yap, halı yap, resim senin
nene? Resim yapacaksan hakikaten yapabileceğini , yapmak için doğ­
duğunu yap, çünkü belli ki ressam doğmuşsun. Ama ressam dünyayı
değiştirmez, değiştiremez. Sakal kılıyla resim olur mu? Hiddet için-
deyim hala. Paris, resim ve vitrin. Galiba ikincisinde insan daha az
aldanıyor. Çünkü sahibi aldanmıyor. Geçen akşam Lohengrin'de idim.

93
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

Bu akşam Allah kısmet ederse Beethoven dinleyeceğim veya yine ope-


rada bale seyredeceğim. Benim İstanbullu, yahut Ankaralı dostlarım,
hanımlardan bahsediyorum, natüralistlerdeki numaraları ezberden bili-
yorlardı. Anla Mehmet Ali, Avrupa'yı nasıl ve hangi tarafından görü-
yoruz; kürk ticaretine giden hanımlar anlata anlata biçarelere ezber-
letmişler. İşte Türkiye'nin hfili, çürümenin derecesini kendin ölçersin.
Adalet'in nazarı değdi. Mektup yazamıyorum. Yazdıklarım hoşuma
gitmiyor. Paris'in kalabalığından, eğlencelerinden, acaip ve falsolu
panayırından yavaş yavaş içimde, Baudelaire'in azabı, Rilke'nin
yalnızlığı , Mallarme'nin sabrı, Valery'nin keskin dikkati, Bonnard'ın
sansüalitesi doğmağa başlıyor. Ah iyi bir de bu sese de dayanabilsem.
Fakat bu yağmur.
Adalet'in mektuplarını bekliyorum.Ara sıra sen de yaz. Hastalığına
merak etme. Ehemmiyetli şey değildir.
Abidin üç tabloluk bir resme başlamış. Müthiş bir klasik zevkle.
Taslakları gördüm. Çok hoşuma gitti. Galiba Tintoretto ve El Greco
ağır basmağa başladı. Bakalım rengi nasıl idare edecek? Eskizler hari-
ka. Ben ki mücerret resmi seviyorum, bu cins resme feda edebilirim,
fakat dediğim gibi renk meselesi bir iş. Odam Sabahattin'e gönderi-
lecek gazetelerle dolu. Fakat müthiş bir sabırsızlık içindeyim. Bütün
damarlarım kerpetenle koparılıyor gibi. Halbuki fazla içki filan da
içmiyorum. Acaba içmiyor muyum? O da mesele ya: Dün, bir grand
marine, bir viski, bir kırmızı şarap (küçük carafe) iki kadeh köpüklü
şarap içtim. Hayır fazla kaçmış. Ne b .. yersin Paris bu.

Azra geldi. Göremedim. Avni biraz zayıfladı. Pek iyi bilmiyorum


ama, atölyenin sahibesi çok güzeldi. Fakat ne kadar güzel olsa İngiltere
kraliçesi, hayır dünya kraliçesi gibi olamaz! "Sükunet getiremez.
Sükunet dostum esas şeydir" . Fakat pederi ne diye sanat himayesine
kalkar, ne diye o kadar ter ü taze, validesi neden paluzeye bu kadar
benziyor? Ziyad geldi. Vala' dan mektup almadığını, bana bir şey yazıp
yazmadığını söyledi. Vfilii'nın bana borcunu sordu. Kendisine o gün-
lerde hep Vala'nın parasını sarf ettiğimizi, hiçbir borcu olamayacağını
söyledim ki, doğrusu da budur. Bunu Valii'ya söyle. Adalet'in kremini

94
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

yarın alacağım. Benli Belkıs'ı bekliyorum, ona veririm. Yahut bir baş­
kasıyla gönderirim.
Güneş açtı, Sabahattin , Mehmet Ali, Adalet, yaran-ı ba-safa,
güneş açtı. Canım güneş . Canım aydınlık ... İnşallah tamamdır bu. Ve
ben farıilalan yeniden çıkarının. Can sıkıntısı , sabırsızlık gider, per-
denin arkasında Paris diye bir şey, çok güzel, kavranamayacak, ana
rahmi gibi sıcak, sevilen kadın göğsü gibi uyuşturucu bir şey var, ona
kavuşurum. Pencereyi açtım ve baktım gök tertemiz. Köpoğlusu sanki
İstanbul.
Üzerimden bir dağ kalkmış gibi seviniyorum. Mektubu değiştire­
yim mi, hayır! Olduğu gibi kalsın. Bir hafta daha geçer sonra, zararı
yok. Eşya yerli yerine oturdu. Benim adım Hamdi. Seninki Mehmet
Ali. Sokak , karşıki apartman hep yerinde şimdi. Gök S.Z.'nun gözleri
gibi gülüyor. Berrak su gibi. Şu kızın dudakları ve burnunun ucu biraz
Heyecan'a benzese ve onun gibi kendi içinde ve binaenaleyh içimiz-
den konuşsa! Heyecan Paris'e gelecek mi, gelmeyecek mi? Doğru
dürüst anlayamadım ki. Geçen günü hayvanat bahçesinden gelirken bir
kahvede Heyecan'ı andıran yahut aynıyla ona benzeyen küçük bir kız
gördüm. Ve bumunu karıştırmasını bile hoş buldum.
Hülasa kardeşim , Paris'e geleli altmış dört gün oldu. Bir hesaba
göre Paris'i hemen hemen gördüm. Bir hesaba göre de sadece herhangi
okumuş bir seyyah, bir turist gibi dolaştım. Hiçbir şey olmadıysa bir
aşağılık duygusundan kurtuldum. Şehri gördüm ve güzelliklerini , kud-
retini ölçtüm. Fakat hakikaten sevdim mi? Belki de sevdim, ama hasret
taşıyacak kadar değil. Belki buradaki hürriyetimi arayacağım.

Mehmet Ali, hava kapandı. Bu namussuz yağacak ve ben yine


biraz evvel çıkardığım süveteri giymeğe mecbur olacağım. Allah bilir
ne ~akit açar? Paris ' in İstanbul 'dan farkı şu kardeşim: İstanbul 'da bu
mevsimde iki gün edepsizlik yapar, burada ısrar ediyor. Avrupalı inadı.
İstanbul ' u çok göreceğim geliyor böyle havalarda. Siz istediği­
niz kadar yağmurdan , soğuktan, sıkıntıdan bahsedin, kafamda orası
güneş içinde. Adalet' e söyle beyhude yere zahmet etmesin, değmez .
Dünyanın en güzel hayatım yaşıyoruz orada. Buna emin ol. Fakat

95
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

üç-beş gün, bir-iki hafta şöyle görün. Ben dikkat ettim, Avrupalı ne
yapıyorsa iyi yapıyor, çünkü asırların tecrübesiyle bulduğu şeyleri
yapıyor. Seyahate çıkıyor, on beş gün, iki üç ay. Daha mı fazla kalacak,
o zaman yerleşiyor, tezgahını kuruyor. Benim tezgahım, laboratuvarım,
hep kafamın içi. Galiba ondan sıkılıyorum. Bir de Fransızlarla dost
olamadım . Tesadüfün getirdiklerini ben beğenmedim, ısrar etmedim.
Mesela Malraux ile, Sartre'la, Camus ile dost olabilirdim. Fakat onlar
küçük krallar. Benim haddimi aşmışlar. Beynelmilel şöhretleri var. İşte
bu yalnızltk yok mu? İnsanı çıldırtabilir. Kendi nesline dahi sonradan
iltihak edilemiyor. Halbuki onların gençliğinde ben de burada olsay-
dım, şimdi bir yığın dostum olurdu. Bir şey kalıyor: Kayıtsız şartsız
beğendiğin ve sevdiğin adama gitmek. Bugünkü Fransa'da benim
için böyle bir şey yok. Ve yalnızlık yürüyor. Bugün param geldi . Çok
muhtemeldir ki, birkaç gün içinde İspanya'ya hareket edeyim. Böyle
bir şey olursa size yazarım. Fakat pasaport filan yine onunu bulur.
Dönüşte Pen Kulüp'de oturacağım ve Fransa'da kaldığım müddetçe
Fikret Adil ' e dua edeceğim.
Bu akşam operaya gittim. Kuğular Adası 'nı, Gisele'i harikulade
oynadılar. Bileti en son dakikada buldum. İki kadın, ufaklık cinsinden,
yaptığımız kuyrukta mütemadiyen konuşuyorlardı. Bir zabıta memu-
ru, tam Anadolu köylüsü, bizi intizama davet ediyordu. Tabii ben bu
mükemmel Fransızcamla İngiliz geçiniyor, İngiliz alınıyordum. Derken
kadınlar gişedeki kadını kızdırdılar. Kıyamet koptu. Ne ise bileti aldık­
tan sonra operanın karşısındaki kahvelerden birinde bir şey ziftlenme-
ğe gittim. Kuyrukta gördüklerimden biri beni çağırdı ve kendi tertibi
menüyü yememde ısrar etti. (Kerata karılar kendilerini Amerikalı diye
yutturuyorlar. Halbuki Rus yahudisi ikisi de. Evvela Fransa'da idiler.
Amerika'ya gittiler. Şimdi Amerikalıyız diye Fransızları tehdit ediyor-
lar...) diye başladı anlatmağa. (Ben de Amerika'da oturuyorum. Senede
iki defa Fransa' ya gelirim. Bir kere Amerika' dan bahsetmedim ...)
Kendisine bu cinsten azınlıklann beşeriyetin bir derdi olduğunu,
fakat hakikatte bunun kendi talihlerinden geldiğini anlatmağa çalış­
tım. "Yok yok, dedi. Ben İsrael'de de bulundum. Amerika'dan gelen

96
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

Yahudiler orayı da zehirliyorlardı. Amerika hadd-i zatında iyidir, fakat


Yahudi ile birleşti mi korkunç oluyor" dedi.
Gisete'de harikulade bir ölüler dansı var. Dansta bir damar yaka-
layabilirim zannediyordum .Yağmur devam ediyor. Fakat ehemmiyeti
yok. Adalet' le sen bohçalarınızı yapın, gelin. Vallahi kardeşim değmez.
İki ay, dört bin lira ile harikulade olur. Haydi bilemedin beş bin lira.
Hele bir kürk alıp da İstanbul'da devredebilinirse, bedavadan seyahat.
Yeni ev demek eylülde. Talih yardım ederse, ben kanun-ı evvelde
sizi orada ziyaret etmek isterim. Yani izin verirlerse, iki, üç ay daha
kalının. Kalmak istiyorum. Derhal mektup bekliyorum. Adalet bana
kocakarı göndermekten vazgeçsin. Ne yapayım Benli Belkıs'ı, ben
Heyecan'ı istiyorum, bakalım yarın Semiramis ' e bir telefon edeceğim.

Hepinizi namütenahi kucaklarım . Patlıcan kızartması, biberli


salata yiyin ve pasaportları yaptırın . Yağmur elbette durur. Komşunun
çocuğu ölmemiş, iyi oldu. Ayakta gördüm, içim rahatladı. Evdekilerin,
Zibidi dahil, Maya'dakilerin ve Sait'in, Nuri ' nin, Kuzgun'un, Altan'ın
gözlerinden tekrar tekrar öperim.
A.H. Tanpınar

28
Paris, 16 Haziran 1953
Adalet,
Bu mektubu Avenue George-V'de, George-V kahvesinde yazıyo­
rum. Bu sabah mektubunu okuduktan sonra İspanya sefarethanesine
vize için gittim, "Üç çeyrek sonra gel! " dediler. Ben de bu yolun
aşağısına doğru, yeni bir yer görürüm ümidiyle indim; meğer Champs-
Elysees'nin bu meşhur caddesi, bizim mahut Alma meydanına çıkı ­
yormuş; Paris de her şehre benziyor, bitiyor, ezberleniyor kardeşim.
Mehmet Ali'nin pirinç tanesi kadar taşına tabii çok üzüldüm. Fakat
ehemmiyet vermeyin, geçer. O iradesiyle halleder meseleyi . Paris'e
geleceksen daha evvel Paris içinde dolaşmanın sım olan direction ' ları

97
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

öğren . Ve mümkünse bir rehber oku. Ve tamamiyle turist zihniyetiyle


gel. Yani bir yerde dinlenmeğe kalkma; yemeğe ehemmiyet verme.
Bilhassa öğlen yemeğini sandviçle geçirmek itiyadını al ve rehber
elinde (10) gün dolaş. Saat 11 ile 12 arasında içki içme; yemek yersen
uykun gelir. Uykun gelince otele uğrarsın ve gün kaybolur. Oradan
gelmeden evvel bir otele, benim tavsiye edeceğim otele, yani Quartier
Latin oteline yaz. Dünyada bundan güzel otel bulamazsın. Ve 500
frank. Yalnız odanda bir şey pişiremezsin, hatta kahve bile. Tertemiz.
Evinden sonra en iyi rahat edeceğin yer orasıdır. Maalesef ben bu
oteli kaybettim, sana öbür mektubumda tam adresini veririm. Mehmet
Ali'yi getirmeği unutma; çünkü burada öpüşen çiftleri görünce rahat-
sız olman ihtimali vardır; yanında Mehmet Ali bulunsun. Sonra benim
gibi azap içinde kalırsın! Bunu unut.ma, yedekte olsun Mehmet Ali
liizım olur. Sabahattin'in üzüntülerini ve mektup yazış tarzını bir türlü
anlayamadım. Kendisine sor, acaba, (Magdi'ye para gönder!) deseydi
kendi kesemden göndermez miydim? Ben ki bu işleri yedi kat yaban-
cıya yapıyorum. Mesele T.'ın acaipliği, konuşma bilmemesi, hatta
dostlarına karşı gariptir ama, kıskançlığıdır. Ben T.'ın tabiatını bilirim,
bilirim de ne b ... yemeğe yazdım. Mesele şu: Ben hülya kurmadan
bir yerde yaşayamam . Şimdiki hülyam da teşrin-i evvel, teşrin-i sani,
hatta kanun-ı evveli İtalya'da geçirmektir. Yahut Paris'e dönüp bir
ayını yine Paris'te geçirip gerisini İtalya'da geçirmek. Belki daüssıla
buna mani olur, belki para bulamam , belki sürünmekten hı.karım , parça
parça yaşıyorum burada. Hülasa bu his devam eder mi? Hakikaten
ister miyim? Bilmem. Fakat şimdilik hülyam bu. Ve realisation' u için
değil, sağlam realite hissini verecek bir düşünce , bir teşebbüs için de
bu döviz hikayesini hatırladım. Zaten bunu Ziyad söylemişti bana.
Binaenaleyh kardeşim Sabahattin'in üzülmesine sebep görmüyorum.
T. 'ın densizliği! Magdi gelse buraya zannederim ki, en aşağı kendisi ile
20.0QO frank sarf ederim ve bu da tabiidir. İş böyle iken ve kendisinin
de bunu benim için yapacağına eminken, kendisi de böyle yapacağımı
bilirken ne diye T.'ın söylediklerine üzülür? Fakat daha iyisi kavgayı
onunla yapmam; herhalde Sabahattin bana danlrnarnıştır, kendisine iki

98
TANPINAR 'iN MEKTUPLARI

defa mektup yazmaya çalıştım; fakat içime garip bir rahatsızlık çöktü.
Bilirsin ne kadar severim.
Mektubuma La Fregat lokantasında devam ediyorum. Karnım aç
değil, fakat işsizlikten girdim. Çıktıktan sonra da Azra'yı arayacağım.
Yahut oteline senin kremi (choix de voyageur) bırakacağım. On beş
gündür cebimde. A propos, söylemeği unutuyordum, krem-hormon
yok! Hiç olmazsa Elizabeth Arden'in. Bu krem haftada bir kullanılı­
yormuş. Ben bunları pek anlamam. Yalnız bu kremi ararken girdiğim
dükkanların kokusunu ömrümce unutmayacağım. Eşeklik işte. Ne diye
parfümöri tüccarı olmadım. Yalnız burnumla yaşardım ve burun , koku
bütün kainattır. Bu pazar defileden evvel gittiğim Lay'daki gül bahçesi
bile böyle kokmadı. Karşımda Louvre'un duvarlarını örten ağaçlar,
kulağımda Paris'in gürültüsünü yırtan, unutturan bir Türkçe hasreti
-itiraf etmeli, harikuliide bir langouste yedim. Camembert dünyanın
en güzel peyniri, iyi kaşardan sonra ve kaşarı da lütfen Dandirino'nun
yanındaki Rumdan alın-!

Adalet, Mehmet Ali uykudan uyanınca lütfen kendisine gözle-


rinden öptüğümü söyle. Ben beyaz şarabın davetine icabet ederek tatlı
bir hülyaya dalacağım. Nesterin geldi. Koşuya hazırlanmış bir kısrak
gibi pırıl pırıl. Fakat çok malumatlı bir kısrak. Muhakkak kardeşim,
muhakkak Adalet' çiğim, insana her şeyi ama her şeyi, lüzumu kadar
öğreten bir kitap vardır; ve bazı insanlar bunu okumuş bulunuyorlar.
Yahut da ben imkansız şekilde cahil, dikkatsiz ve budalayım. Kızcağız
neler bilmiyor, Paris' i avuçlarının içinden, çıkmış gibi tanıyor. Geçen
akşam defileden sonra kaybolduğumuz Boulogne ormanında yolu der-
hal buldu.
Defile fena olmadı, yalnız ben Mahpeyker'in dostu olan Laroza
ailesiyle geldiğim ve evvelii Versailles'da olacağını sandığım , binae-
naleyh geç kaldığım, sonra da birdenbire içkiye kendimi kaptırdığım
için -eski zaaf: üç duble rakı , dört şampanya, bir martini ve bir porto,
bu sonuncusu sadece uyuz olmak için olacak- pek bir şey anlaya-
madım. Yalnız bir şeyden eminim. Heyecan yoktu; zaten Heyecan
orada olsaydı, imkanı yok Ercüment Ekrem'in kızı bana o kadar şirin

99
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

görünmezdi. Ne yaparsın kardeşim, gözüm hep milli çöplüklerde. Eski


adetim, bir kitabı bitirmeden öbürüne başlayamıyorum! Sen geldiğin
zaman Paris'te bulunup bulunmamama gelince, hiç merak etme. Sen
bir kere gel. Ben elbette seni beklerim. Yalnız eylül çok geç. Ağustosun
son haftasında burada bulunmaya çalışın. Ben Abidin 'e söyleyeceğim,
sen de yaz, işin en iyi şekli burada bir sergi evi ile anlaşmaktır. Fakat
bu sarih, kat'i bir şekilde halledilmelidir. Ve birinci sınıf değilse bile,
ikinci sınıf sergilerden, galerilerden biri olmalı. Bir de resm1 bir mua-
venet, hiç olmazsa manevi şekilde temine çalışın. Ben dikkat ettim,
resm! galerilerde, yani müzelerde bu işlere ayırdık.lan yerlerde mah-
dut sanatkarlara ait sergiler pek muvaffak olmuyor. Onun için burada
husus] bir teşebbüsün bu işi üstüne alması ve bizim sefaretin ufak bir
şekilde desteklemesi daha iyi olur. Sefaretin desteklemesi şu faydayı
temin eder: Bütün gazeteler bahsedebilir ve bahseder de. Aksi takdirde
bir zümre ve onun organları sergiden bahseder. Bu demek değildir ki,
Abidin'in müzaheretinden müstağni kal. Bilakis burada yapılacak her
sanat hareketinde en iyi rehber odur. Benim demek istediğim sadece iş
Gazette de Lettres'e kalmasın. Herhalde Abidin'le mektuplaş. Hele bu
sergi için mesela birine~ sınıf bir ressamdan bir cümle kopanrsan sergi
Paris'te moda olur. Kaldı ki o, sanat münekkitlerinin çoğunu tanıyor.
Sabahattin'in , Mehmet Ali' nin, Vala' nm, senin gözlerinizden öperim.
Cevap yaz . Hepinizin bayramı mübarek olsun, bu ikinci tebrikimdir.
Beni mektupsuz bırakmayın. (İspanya'ya ne zaman gideceğimi bilmi-
yorum. Eylüle bırakabilirim.Yarın gidebilirim. Hiç gitmem. Temmuzda
giderim. Hülasa hiçbir şeye karar verecek halde değilim. Ve galiba
tabiidir. Paris diye bir süvarim var, beni istediği yere sürüyor. Sıska ve
ihtiyar at her mahmuzda bir daha yürüyor! Tekrar gözlerinizden öpe-
rim. Hatice Hanıma, dostların hepsine, Zibidi 'ye selamlar. Yaşa Adalet!
A.H. Tanpınar

100
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

29
Paris, 25 Haziran 1953
Efendim,
Pen. Kulüp'teyiz. Champs-Elysees' yi biliyorsunuz tabii!
Bilmemenize imkan yok. Medeni bir adam behemehal Champs-
Elysees'yi bilir, çapkın adam bilir, Türkiye'den gelen kocasının biti
kadınlar bilir, Parisli fahişe bilir, büyük terziler bilir, basma entari-
sini ancak moda gazetelerinin önünde gözlerini kapadığı, hü1yaya
daldığı zaman sırtından çıkarabilen kadınlar bilir, muhakkak o halde
siz de bilirsiniz, o hfilde Champs-Elysees'de, merhum İngiliz kralı
cennetmekan Beşinci George hazretlerinin -şimdiki kraliçe hazretle-
rinin dedeleridir, Paris anallerinde çapkınlığıyla meşhurdurlar, elbette
bilirsiniz- evet Beşinci George hazretlerinin adına izafe edilen cadde-
nin biraz aşağısında , yani Champs-Elysees , Clemenceau ile Beşinci
George arasında -Clemenceau'yu elbette bilirsiniz, birinci harb-i
umumide Kaplan lakabı vermişlerdi, Fransa ' yı kurtaran adamdır, der-
. ler- evet ikisinin arasında, Marbeuf caddesinin biraz üstünde Pierre
Charron caddesinde, 66 numarada büyükçe bir apartmanın dördüncü
katı. Eski tabirle avlu ve karşı odalara nazır bir oda. Cilalı döşeme,
tül perde , kreton kaplı divan, iki metre genişliğinde şömine, üstünde
kendisini geçen aynası, içine bir at gizlemesi kabil bir gardırop, yanı
başında üç belediye kamyonunu alabilecek bir tualet odası, ayak yolu
ve banyo dışarıda, bu sadece tualet odası, traş olmama, temizlenme-
me, silerek, silinerek temizlenmeme, masaj yapmama, gaz çıkarmama
mahsus oda. Efendim! İşte yeni ikametgiihım. Pen Kulüp'teki odam.
Gouvemante'ımız Madam Maytiç. Yugoslavyalı bir kadın. İstanbul ' da
pek ala, asri bir kerhane işletebilirdi, fakat olmamış, Türkçe bilmiyor,
burada kulüpü idare ediyor. Dört-beş milletten gazeteci, muharrir,
profesör. Madam Maytiç'in hafif bıyıklan var. Sade şefkat, dikkat,
itina ... ve terbiye. Sabahleyin dokuzda kahvaltım. Dokuz buçukta
sıcak suyum . Onda kütüphaneye kadar teşrif, oda temizlenir. Yemekler
dışarda yenecek. Zil yanı başımda. İstediğim zaman kahve, çay
gelir. Misafirlerinize likör, şampanya , filan da ikram edersiniz. Fakat

101
ADALET ve MEHMET ALİ CIMCOZ' A MEKTUPLAR

Türksünüz, kahve çok içersiniz. Madam Maytiç'in kahvesi meşhurdur.


Türk profesör, şair, muharrir, romancı , yani bendeniz sanat münekkidi
sıfatımı da iliive buyurursanız Pen Kulüp' ün hülasasıyım, evet Türk
profesör geldiğinde pek rahatsızdı . Sinoziti artmıştı, geberiyordu, at
gibi öksürüyor, deve gibi homurtular çıkarıyordu . Şimdi li-hamd iyidir,
bugün sabahtan akşama kadar uyudu. Bir gece de akşamdan saba-
ha kadar öksürdü. Şimdi sadece burnunu siliyor, kaşınıyor, öksürük
ilacının tesiri. Biraz da sesi bozuk. Paris havası efendim.

Odayı bir türlü liiyıkı vechiyle işgal edemedim. Eşyam gardırobun


dişinin kovuğunu bile doldurmadı. Duvarlara asacak bir şeyim yok.
Ya Allah dedik, bavuldan Prenses Fahrünnisa'nın hediyesi, boyanmış
taşı çıkardık. Masanın üstüne koyduk. Ne olur a prensesim, şunun
bir tarafına yaldızlı bir taç resmi yapaydın ne olurdu? Frenkler taç
meraklısıdır. Şarklı da olsa prens hayranıdır. Hayır, yok, sadece kilim
ve vitray örneği kırmızı ve mor, yeşil, hülasa birbirini tutmaz renkler.
Duvara, Saint-Germain'in en güzel ressamı - 14 yaşında- Posset'den
aldığımız portreyi astık. Biraz açtı. Elhamdülillah ümmet-i İslam ve
Türk kısmı biç de Frenklerin zannettiği misillu gabi kimseler değildir,
zanlarının hilafına olarak medeni, harasetlU , her türlü marifetten anlar,
saz ve sözün zevkinde hirfet ve zerafet ehli kişilerdir. Nitekim bavul-
dan kitaplarımızı çıkardık. Oda işgal ediyoruz kolay değil. Hiç olmazsa
bazılarının cildi dikkati çeker. Milli propaganda olur. Bol param olsa
ve tıngırdatmasını bilsem bir de taksitle piyano alır kordum. Ta ki kafir
takımından aşağı kalmayalım. Görüyorsunuz ki içtimai bir adamım.
Milli haysiyeti hiç ihmal etmiyorum.
Fakat Paris'te değilim . Acaip bir hai oldu. Hiçbir yerde düdüklü
bomba atmıyorlar. Köprüler üst üste yıkılmıyor, küçük küçük bir yığın
kıyamet yok. Her düşünce kulağınızdan gelen bu sarsıntıda bitmedir.
Hülasa gürültü , gürültü denen şey yok, çıldıracağım. Bu kadar rahat ...
sükUnet ... "sühunet, sıcaklık ... canım. Carnot caddesinde Seine'den beş
yüz adım ilerdeyiz şimdi her sabah fırlarız. Kapı çalınıyor, çiroz gibi
sıska bir kız , yani anasının kızı , nüfus kağıdının , evlilik ilmühaberinin
kızı geliyor, yatağı açıyor. Acaip şey, ipekten couvre-pied, kuş tüyü

102
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

yastık. Elimle kaldırıyorum, kaldırıyorum ama bir şey kaldımuş olmu-


yorum. Şunu bir eczahanede tarttırsam ayıp olur mu acaba? Paris'te
bir cigara ağırlığında talana diş yapıldığını bilirdim ama, iki cigara
ağırlığında yorgan bilmezdim. Yatak örtüsü kar gibi beyaz, Allah vere
de gece uyku sersemi burnumu silmesem ... Tehlikeli şeyler efendim
bunlar, tehlikeli şeyler. İnsan bu kadar temizlik içinde rahatsız olur.
Böylece efendim, yahut hanımefendiler, beyefendiler, yaran-ı safa, Hay
Hak, yar bize bir güzel oda! Yanında kütüphanesi, misafir salonu, fiat
600 frank, gecede ... Evet efendim böylece 53 ' üncü yaşımızın ikinci
gününü, ömrümüzde görmediğimiz bir rahat ve Avrupalıca konfor
içinde, sanki hakiki bir ministro veya ağırlanması gereken bir misafir
imiş gibi geçirdik. İyi mi! İyi! Ama bir şey eksik, bilmediğim bir şey ...
Sahiden unutmuştum. Ömrüm denen traji-komik hikayenin bundan
elli üç sene evvel bir on dokuz haziranda bir yığın viyaklama, aksırık ,
öksürük, babamın sevinci ve heyecanı , anamın sancıları arasında başla­
dığını unutmuştum. İkisi de yoklar bugün, Allah rahmet eylesin!
Mektuba, hatırlamaya çok teşekkür ederim.
Fakat yutmadım. Bilmiyorum ne için yaptığınızı. İnadınıza işte
şu daüssılaya tutulmayacağını. Mükrimin Hahl'in vaktinden evvel
doğuşu gibi, ben de vaktinden evvel kalkıp İstanbul'a gelmeyeceğim.
Biliyorum, orada beni sevenler var, dost sofrası, samimiyet, rakı,
İstanbul akşamları, bize göre çalışma, yani hülya ve daima İstanbul'a
atılan, böylece daha cazip olan emsalsiz projeler. Boğaz bahçeleri,
deniz şıpırtıları, Adalet, Bedri , Sabahattin, Mehmet Ali hepsi var, var
ama, ben işte daüssılaya kapılmamaya karar verdim bir kere. İsteyen
buraya gelsin. Yaşa Adalet! Senin oteli hiç merak etme. Ben ilk önce
serginin büyük, bütün Türk resmini temsil edecek bir şey olduğu­
nu sanmış, sana henüz almadığın ve aldığın mektuplarımda (biraz
da resmi makamların müzabaretini temin et) demiştim. Fakat şimdi
anlıyorum ki, küçük bir şey. O halde Avni veya Abidin iyi bir gale-
ri bulurlar. Fakat çocukları müşkil vaziyette bırakmaman için tablo
adedini ve eb'adını tahminen yaz ki galeriyi bulsunlar. Abidin burada
bu işlerin bir nevi kurdu oldu. Beş sene daha kalsın, sıhhatli ve rnuva-

103
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

zeneli çalışırsa, Paris'te hakiki şöhret yapacak gibi. Binaenaleyh sana


çok yardım edebilir. Avni'nin parasını gönderdiniz mi? Bana bir para
geldi, fakat Avni'ninki olmayacak. Başka (ve beklediğim) bir para idi
sanırım; çünkü döviz haddini geçiyor. Mamafih ben her ihtimale karşı
sıkıntısını karşılayacak bir para verdim ona. Şimdi sizden ricam, para
gönderilİnemişse eğer, dövizin beyhude yanmaması için şu 100 veya
200 lirayı gönderin. Derhal. Ay bitmeden evvel. Gönderildi ise sarih
mektup yazın. Paraya tabii kimin, neyin nesi olduğunu bilmediğim için
dokunmadım, saklıyorum . Avni 'nin, Abidin'in, Pertev'in selamları var.
Dün yemeği onlarda yedim. Avni'nin davetlisi idim.
Abidin, bittabi mücerret resim sergisi perspektifi karşısında biraz
durakladı. Sonra (gökten ne gelir ki yer kabul etmesin!) der gibi başını
salladı. Hülasa galeri meselesi böyle. Zaman meselesine gelince, ağus­
tos ölü mevsim. Binaenaleyh eylül iyidir. Fakat ben ilave izin alamaz-
sam İtalya mahvolur. Cenub'un modası geçti şimdilik. En aşağı eylülü
beklemek tazım -hem İspanya, hem İtalya için- bu itibarla bana izin
liizım. O zainan Paris'te rahat rahat sana mihmandarlık ederim. Bunu
ilerde görüşürüz.
Mehmet Ali, şimdi içimdeki rahatsızlığı anladım. Burada her şey
iyi ama, biraz leyli mektep havası var. Kendimi bir nevi leyli meccani
gibi bir şey sanıyorum . Demek bu imiş. Türk münevveri mektepten
yetişmedir. Leyli mektep ister. Her yaşta onu bulur. Hiç düşünmediği
halde bulur. Kendisi gelir. Bu da öyle oldu. Denis Seurat Pen Kulüp'ün
röprezantanı. O beni buraya yerleştirdi. Burayı bulunca çalışma arzula-
rım kabardı. Her taraf müsvedde şimdi. Dün akşam, hiç beklemediğim
bir anda Paris'i birdenbire içimde buldum. Bütün mucizesiyle, bütün
beşeriliğiyle. Bakın nasıl oldu: Saint-Georges tiyatrosunda Sinek Kızı
adlı bir piyes oynuyordu. Kalktım ona gittim.

Piyes güzeldi. Şaheser değildi. Büyük iddiası yoktu. Hatta iyi


yazılmamıştı, bile denilebilir. Fakat zannediyorum ki Hafi Celse' den ·
sonra zamanımızın rahatsızlığını veren en iyi eserdir. Bir kadın kendi
hayatından kurtulmak istiyor. Galiba esas tema bu. İsterseniz şöyle
diyelim: Pirandello'nun Çıplakların Giyinmesi piyesinin tam tersi. Bir

104
TANPINAR' IN MEKTUPLARI

adam bir burjuva kadını seviyor, yahut istiyor, fakat kadın sevdiği halde
yüz vermiyor, kadının aynını bir randevu evinde buluyor. O mu, değil
mi? Nihayet tam kaçacakları esnada randevu evindeki kadını öldürü-
yor. Ama bu değil işte. Ve bende sabırsızlık başladı. Ne ise geçelim.
Piyesi gelirken getireceğim. Okursunuz. Tiyatrodan çıkınca birdenbfre
Saint-Georges meydanını gördüm. Ne Champs-Elysees, ne Opera, ne
Montparnasse, Ne Boul-Miche, ne sinema, ne fuhuş, ne karnaval...
Sakin, küçük bir seccade gibi meydan. Yarabbim! Küçük bir kahvede
oturdum, yarım saat.. Oyuncular tiyatrodan çıktılar. Yanımdaki masaya
oturdular. Paris'te böyle bir zaman geçirmemiştim. Paris'i tanımak
Iazım. Ne yazık ki vakit yok. Paris çok güzel ve görüldüğünden başka.

Adalet gel, çabuk gel, sadece Saint-Georges sokağı için gel! Otel
adresini sana yazacağım. Hiç merak etme. İstediğin gibi yer buluruz.
Tekrar dostluğa , hatırlamaya teşekkür ederim. İnşallah hep beraber,
aynı sofranın başında, aynı münakaşaları yapa yapa ihtiyarlanz. Vatan
birkaç dosttur diyor Gide. Hakkı var. Evet hakkı var. Ve ben bu mek-
tubu üstad ımın, biricik şairimin , Valeıy 'nin resmi altında bitiriyorum.
Hepinizin gözlerinden hasretle, sevgi ve sevinçli senelere sahip olma
sevinciyle öpeıim kardeşler.
A. Hamdi Tanpınar

30
Paris, 17-20 Temmuz 1953
Adalet, Mehmet Ali, Sabahattin ,
Bütün mektupları aldım. Size yirmi gündür yazmıyorum, o da
başka. Şimdi, mektupsuz, yani hakikaten mesut, arızas ı olmayan günler
başladı , demektir. Artık hafta sonuna kadar kimseden bir şey bekleye-
mem. Yağmurlu Paris havası, biten müzeler, ilk Fransa dışı seyahatimin
yorgunluğu , Hollanda ve Belçika'dan burnumda, yahut kafamda kalan
süt kokusu - hala tereyağı yiyemiyorum- üç gündür Paris'te dolaşıp
duruyorum .

105
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

Seyahatim hakikaten fena geçti, diyemem, Fakat çok canım sıkıl­


dı ve yoruldum. Tek caddeli, kahvelerinde iskambil oynanan, yalnız
sinemaya gidilen memleketler gezdim. Hakikaten eğlence namına
Amsterdam'dan başkasında yalnız sinema vardı. Ve İstanbul'da bizi
sıkan şeyin ne olduğunu öğrendim. Paris yegane şehir galiba bu hususta.

Korfordan vefat etmesi liizım gelen bir millet varsa -demek ki bu


iş olmuyor!- Flamanlar ve Hollandalılar. Zaten nerde ayrılırlar, nasıl
ayrılırlar?

Brugge, Gand bizim Kurbağalıdere'nin tuğla mimarilisi. Mamafih


resme gelince iş değişiyor. Resim harikulade. Van Eyck'lar, Van
Dyck'lar, Ruysdael'ler, Van Layden' ler, Van der Weyden'ler... Hayatın
ihtişamı müzelerde, böyle akıyor sel gibi. Fakat orada da fazla hayale
kapılmamalı! On on beş kişi içinde, hatta yedi, sekiz ... Çünkü sonuna
doğru bütün o portreler, o Hollandalı refahı içinde dantelaya gömülü
azize, _insanı sıkıyor. Hele o martyr tabloları ... O yağlı ballı realizm ...
Brüksel'de güzel olan Bosch'lar, Brueghel'ler, birkaç Cranach ve
küçük Rubens 'ler. Rubens bazı insanlara benziyor; tabloları küçük
eb'adda iken harika ... Büyüyünce kaç! Bir Araplar portresi vardı , bayıl­
dım. Küçük bir Rembrandt halii kafamı zaptetti.

Sabahattin, Van Eyck'ın meşhur kapağı (yahut dolabını) Gand'da


gördüm. Bu dört ayda ilk defa çığlık attım. Fakat gece otele dönünce ...
Allah vermesin. Akşam bastı mı, git müzeye, bir çerçeveye gir, o port-
reler gibi hayatın dışıi:ıda, her şeyi inkar eden bir uykuya dal! -Onun
içindir ki Adalet'e seyahat et behemehal, fakat Mehmet Ali'siz gelme
diyorum-. Bu küçük memleket ressamları, inekleri gibi rahat, muaz-
zam müzelerde en rahat şartlar içinde oturuyorlar. Fakat müze memur-
ları, gardiyanlar, Jakaydl müthiş. Rotterdam müzesinin bazı salonlarını,
perdelerini ben açtırdım , saat on buçukta ...
Belçika ve Hollanda modern resmi fakir. Brüksel modern müzesin-
de Haşim'i hatırlatan güzel bir "Leylekler" gördüm. Ressam yetişmi­
yor değil, kaçıyor. Hollandalılar nasıl yapmışlarsa yapmışlar, adından
başka Hollandalı hiçbir tarafı olmayan Van Gogh'u ölümünden sonra
yakalamışlar, Amhem'de bir yeni müzeye koymuşlar. Nasıl dilenmeğe

106
TANPlNAR'IN MEKTUPLARI

mecbur ettikleri Rembrandt ' ı ben.imsemişlerse öyle benimsemişler.


Mamafih bu sayede Van Gogh'lar Amerika'ya kaçmamış.
Amsterdam'da tabii meşhur "Gece Devriyesi"ni gördüm. Korkunç
bir şey. Hakikaten güzel ve fevkalade. Acaip hususiyetleri var ki, o
müzede etrafıyla beraber olunca yakalanıyor. Derhal umuınl formdan
çıkıyor, başka bi.ı: şey oluyor. Ama daha ziyade büyük eseri, ben.im en
büyük keşfim, Vermeer oldu. Dünyanın en lezzetli realitesi. Denebilir
ki asrının Corot' su. Ustalık itibariyle söylüyorum. Hiç hayatı bulnıu­
yor, çünkü tablo o anı değil, gelecek ve biraz evvelki anları da beraber
veriyor. Kabil değil röprodüksiyonda tadılsın.
Son olarak Chagall'ın en iyi tablolarını belki Amsterdam müze-
sinde güzel Soutine' lerle, hiç ummadığım Zadkine tablolarıyla, çok iyi
bir Picasso ve Lurca ile gördüğümü söyleyeyim. Hollanda bizim, batta
Belçika'nm yapamadığını yapmış, modem bir resim koleksiyonu pey-
dahlamış. Rotterdam'da beş Degas heykeli gördüm. Küçücük şeylerdi,
fakat hakiki musiki parçaları gibiydi .
Bunun dışında Belçika'da tahta işçiliği , dantela - birbirine giriyor-
Hollanda 'da tuğla cadde, temizlik , insanı kusturacak cinsten temizlik,
para sarfı. .. Parayı cebinden çıkardığın anda karşındakinin sade sırtını
görüyorsun! Gerisi yok. Hele otellerde. Kadın olursa hesap gören,
Allah vermesin, merdivenden üç defa çıktın! diye cebinde ne varsa
hepsini alabilir.
Hayır kardeşim , seyahat yalnız olmuyor.
Gelelim size, Adalet, ne vakit geliyorsun? Paris boşaldı fakat bir ay
için. Eylül daha şimdiden bir yığın vaadle -köpoğlular vaadlerini tutarlar
da- kapıda bekliyor. Şurada buluşalım, ömrümüzün güzel bir ayı olur.
Mehmet Ali'yi yakala. Ne olacak yani! Varsın müşteriler beklesin. Hatta
Sabahattin'i de, Mazhar 'ı da .... Yani şu fotoğraf resmen gelemez mi
buraya? Ne sükse yapar. Paris çınlar. Müthiş bir şey olur. Bir teşebbüs!
Olmazsa ikiniz gelin. Enayilik etmeyin, gelin. Dün Paris'in sonbaharını
kapalı gök altında görür gibi oldum. Tuilleries'de neşeden çıldıracaktım.
Çiçek burada görülmeli. Saint-Germain kahveleri Paris'in asıl aşıklarıyla
dolup boşalıyor. Bir here ü merc, bir dalgadır gidip duruyor.

107
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

. Sabahattin sizi derlesin, toparlasın , göndersin! Avni'ye yazın ,


sergi yeri hazırlasın. Sergili, sergisiz kalkın gelin. Zaten ben de ayın on
beşinde buradayım. Her şeyi hazırladım, eğer onlar gelmezse sen gel
Adalet! Burada hiç yalnız kalmazsın. Ve bütün fobilerinden kurtulur-
sun. Hesap etmişler, üç senede bir Avrupa nüfusu yer değiştiriyormuş.
Hiç olmazsa on gün için! Paris'te bulacağın konforu ömründe bir
daha göremezsin. Hem de Hollanda gibi sıkıcı cinsten değil. Hakiki
konfor. İnsanı peşinden kovalamıyor. Emrettiğin zaman geliyor. Şöyle
bir elini çeviriyorsun: Kızlar! diyorsun, Louvre geliyor. Musee d 'Art
Moderne'den geliyor. Bir daha çeviriyorsun , operanm bale heyeti.
Marceau'nun rnimleri , İspanyol raksları , caddeler, insanlar, mağazalar,
bütün medeniyet onda.
Ben haftaya Londra'ya geçiyorum. Gitmeden mektup yazarım .
Bilmem sizden alabilecek miyim? Londra'da maalesef çok kalama-
yacağım. Çünkü Macit geleceğini yazdı. Bilsen , her cins dost nasıl
aranıyor?

Sabahattin sana ayn mektup yazacağım.

Hepinizin gözlerinizden öperim. Hasret ve sevgiyle kucaklarım.


Londra çok yağmurlu ve soğuk.muş . İspanya çok sıcak. Paris'e girince
Fransa içinde kımıldanamıyorum.
Mektup bitti. En güç tarafı kaldı, postaya vermek!
Adres hep aynıdır.
A.H. Tanpınar

20 Sabahı

Kımıldanınca da halt ediyorum. Çünkü her zaman seyahat denen


yoğurt tutmuyor. Evvelki gün bir otomobilli arkadaşla Reims'e,
Meaux 'ya gittik. Üç yüz kilometre gidiş geliş. Katedral, bilhassa
Reims'inki harikuliide. Vitray, heykel , falan, fakat bilhassa bina ... iyi
ama, yirmi dakika, yarım saat! Sonra hususi bir eser, bilhassa sevdi-
ğin bir şey yoksa bitiyor. Yahut yirmi sene , on sene, değil ama, işte
altı ay hiç olmazsa kalacaksın, katedralle haşır neş ir olacaksın; ben o

108
TANPTNAR'IN l\ılEKTUPLARI

durumda değilim ; o halet-i ruhiyede değilim, yani bu tarzda bir şey


yapamadım diye hiçbir kederim yok. Yirmi dakika hani "komşunun
hizmetçisi için evde, mahallede herkes söylüyordu, ben de tattım!"
kabilinden bir dolaşma. Ve otuz sene bu isimleri tesbih gibi çektiğin
için "hah işte bu da oldu!"nun sevinci. Fakat gariptir ki, bu otomobil
gezintisi beni başka yerden yakaladı. Birtalum isimler, köy, kasaba,
şehir isimleri ... Yarabbim ben bunları tanıyorum ama, nerden! derken
Chateau -Thierry ! Chateau- Thierry ... Ulan! derken küçük mezarlıklar
dağ başlarında , süslü ve biçare ve mahzun mezarlıklar... Marne muha-
rebesinin geçtiği yerler... Modası geçmiş bir mesele ... Ama iki milyon
insan, her memleketten gelmiş iki milyon genç karşılıklı ölüm makine-
leri ve kader avcı ve tuzakları olmuşlar... Gitmişler, gelmişler, ölmüşler,
yaralanmışlar. Şimdi otomobil ışıklarının çarpıştıkları sessiz gecede
mitralyözler çatırdamış, büyük toplar durmadan göğü yere indirmiş,
ölüm ferdi macera olmaktan çıkmış, toprak, mayınlarla o sakin , bere-
ketli Fransız toprağı üzerine basılmaz bir şey olmuş ... Muazzam bir
şeydi bu bir saatlik ayrı iki yoldan gidiş geliş. Hülasa nerden başladık?
Nereye gittik, değil mi? Akşam tatlı bir okşama gibi bu sabık mahşerin ,
galiba her zaman bir mahşer olmak talihinden olan bu güzel toprağın
üzerinde akşam, sonra gece ...
Küçük bistrolar, yol işaretleri , otomobillerin acelesi , birbirine
karışan ışıklar, bistrolar... Bu da olmuyor. Çünkü gündüz görmek,
her isimde bildiklerini hatırlamak, yeniden okumak, hatırında tutmak
lazım ... Fakat niye bu gayret? Hangi işine yarayacak? Kafamın bu tara-
fını çeviriyorum. Biliyorum ki lüzumu yok. Üçüncü harb-i umumi'nin
nasıl olsa bir kısım buralarda geçecek. O zaman daha dikkatli olu-
rum. Araziyi de kuş bakışı tanıdığım için ajans haberlerini iyi takip
ederim. Soissons katedrali arkasındaki vücut ve takıldığı çehrelerin
hepsi kaybolmuş eski bir tiyatro maskesine benziyor. Kilise yok , sade
arkasından mavi boşluk, yer yer inmeğe hazır bulutlar görünen pence-
reler var, üçüncü katta sol kulenin penceresinde İsa, çarmıhında insan
kaderinin asıl sırrını prova ediyor. Ama ne işçilik! Oradan ayrılıyoruz.
Fakat harabeyi gezdiren sarhoş kapıcının şehJa gözleri, şarap kokusu ,

109
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ ' A MEKTUPLAR

yedi yüz senelik bir tarihi bir halle masalı yapan acaip konuşması,
uydurduğu yerlerdeki hafif istihzası kafamızdan gitmiyor... (Galiba bu
kısmı daha evvel söylemeliydim). Meaux ka~edrali daha kibar, gecenin
onunda gittiğimiz için kapıları kilitli ... Burada daha talihliyiz, içinde
çok başka şeyler var zannediyoruz, muhakkak gelmeli! Bütün bunlar
iyi değil mi? Tabii dün sabah kafamda muazzam bir fikirle kalkıyorum.
Amiens'e gidip katedrali görmeli. Ruskin'i okumayan var mıdır dün-
yada? Muhakkak Amiens müthiş bir şey olacak! Hadi Nesterin'le kar-
deşini kandır, düş yola! İnsan başına on yedi lira bilet parası! Tren yüz
kilometre ile de gitse yine tıngır tıngır. Ben ise bu yoldan üçüncü defa
geçiyorum; yolda Hamid'ane mısralar, seyahat manzumeleri! Mesela
bir kısmı (vezinsiz tabu):

Anda görülür taştan birçok bebek!


Nisvanı taş görmeği sevmem pek!

Fakat hayır azizim, bütün katedraller birbirine benziyor. Amiens


s.ıkıcı , soğuk, rüzgar kıyamet, sıkıntı. Pazar günü bir taşra şehri .
Yarabbim! Paris'in nesi vardı?

Silin kurbanları iyi niyetimin


Nesterin Dirvana aziz Gültekin

Soğuktan , sıkıntıdan
bitiyorlar... Haytr kardeşim , ben seyahat
yapmasını bilmiyorum. Sayılı
gün denen şeyi n ekonomisi yok bende.
Böyle eşekçesine harcadıktan sonra altı sene dahi bana yetmez.
Akşama yorgun argın bizim mahalleye dönüyoruz. Kendime hiddetten
Champs-Elysees' ye bakmıyorum bile!
İşte böyle Adalet! İnsanda ekonomi fikri olmayınca sade para
değil, asıl kıymetli si,
zaman da kayboluyor. Ulan Notre-Dame' ı gör-
dün, Chartres ' ı gördün, Reims' i gördün, Amiens'in ne lüzumu var?
Ama değil i şte! Gideceksin. Fakat neden cenuba inemiyorum. Hep
şimale! Şinasl'nin "Seyf-i Osmanl ibre-i mıknatıs gibi hep semt-i
şimallyi gösterir!" diye bir lafı vardı. Benim de seyahat ibrem hep

110
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

şimalde ...Ne yapayım! Belki şimdiden sonra akıllanırız. Ve galiba en


akıllı şey Paris'te oturmak. Ama ben İngiltere'ye gitmek istiyorum.
O da bitsin. Varsın cenupta millet güneşten, çiçek kokusundan sarhoş
olsun, ben on beş gün İngiltere'de siyah taş , kımıldamayan çehre gör-
meğe gideceğim. Haydi Allahaısmarladık. Daha beş gün buradayım!
Fakat tertibatımı alıyorum. Siz mektupları gönderin ve eylülde Paris 'e
gelin! Gözlerinizden öperim; hepinizin.
A .H. Tanpınar

Avni'nin parası geldi. Benim fazladan verdiğimle bir tablosunu


alacağım; ikinci tablonun satılmasını bekliyor. Bu kuyuyu doldurama-
yız! Fakat bir şeyler yapmalı! Buraya gelin, çabuk olun. Karar verin.

31
Paris, 9-17 Ağustos 1953
2
Adalet,
Florya plajı ve kum şu anda Paris bulvarları kadar sıcak değil . Yaz
bütün kurnalarını açtı. İki sokak arasında güneşten geçtikten sonra,
eriyen taraflarını gönnek için insan ister istemez arkasına bir bakıyor.
Zaten geçtikten sonra, güneşle temas eder etmez, bir hayalet oluyorsun
ve bu bir iki saniye devam ediyor. Grev ayrı bir kepazelik. Paris halkı ,
yarı çıplak , kahveden kahveye dolaşıyor. Her ağızda bir saman çöpü .
Biraz sonraki ter [okunamadı] malzeme hazırlıyor. Yollarda otobüs
yok. Metroların kapısı zincirli. Parisliler, güzel kadınlarda daha tatlıla­
şan mahut baş sallamasıyla gülümsüyorlar. Fakat ilhamlı bir gülümse-
me. Herkes içinden şakanın hududu nedir? Onu kendi kendine soruyor.
Bu hesaplı hiddet, iki taraflı tartışma bir anda ciddileşiyor, ateş bayramı
yangın olabilir. Ama şimdilik değil ve Parisli daima benimsediği insan-
ların kozuna iştirakten , onların kafa tutuşunu seyretmekten memnun!

2
Bu mektup Tanpınar'ın müsveddeleri arasında bulunmuştur. Grev esnasında yazdığı
ve 32 numaralı mektupta bahsettiği kayıp mektup bu olmalıdır.

111
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

"Şikayet edersem, zavallı adamlara ihanet etmiş olurum ... Biraz sab-
redeyim, biraz daha!" Genç kızlar, kadınlar, havan eli gibi takır takır
yürüyorlar. Zaten şehrin yarısı sayfiyede. Gazeteler kısa mektuplarla
dolu. "İyiyim. Grev bitmeden İtalya'ya gidemeyiz. Otomobille gelme-
ye çalışacağım. Süt için kendini yorma!" "Kendine iyi bak. Cumartesi,
yetişebilirsem cuma, geç vakit oradayım ... çok sevgi!"

Şehir eski çağları yaşıyor. Yani Paris denilen kırk başlı dev birleş­
meden evvelki günleri. Montparnasse ancak Quartier'ye iniyor, Saint-
Germain şöyle hava almak için Montparnasse'a çıkıyor. Yahut Seine
kenarına kadar uzanıyor. Hele iş olmazsa bir sahilden öbürüne, yani
sağ Paris sola, sol sağa hemen hemen hiç geçmiyor. Etoile'in hududu
Louvre, Auteuil' ün hududu Etoile '<lir. Ama Monmartre ve Pigaile dolu
imiş. Daha dolu olan yerler var: Garlar. Modern hayatın bu değirmen
oluklarında şimdi turistler büyük tomruklar, taş yığınları gibi yatıyor­
lar. S.K. Bey dostum vaziyetten pek şikayetçi idi. Ne ise İspanya'ya
kaçtı. Bu maceradan ben 3000 frankla kurtuldum. Gümrük için istemiş­
ti, verdim. Biraz sonra karı-koca ellerinde iki küçük esansla geldiler.
Bizim üç bin frankla ... esansı alınacakmış meğer. Kızayım dedim,
sonra vazgeçtim. Neye kızacaksın? Nasıl kızacaksın? Vatan burada
da bizi muhasara altına almış. İki gündür. A.A. musallat! Karanlıkta
kalmış bir bataklıktan çıkar gibi ağır ağır, nazlı nazlı çamur yığınını
önüme yığıyor, konuşmaya çalışıyor. Cevap vermiyorum, tersliyorum,
"objektif kıymetlerimize büyük takdirim vardır", diyor. "Türk siga-
rası ister misiniz?" diyor. Hanımefendi Allah rızası için bırakın beni!
diyorum. Karıda surat yok. Kızarım, diyorum. Neye kızacaksın, bu
sıcakta nasıl kızacaksın , kızsan ne yapacaksın? Pek aıa İspanya'ya ve
İtalya'ya geçmem mümkün. Fakat Macit mektupla "beni bekle" demiş.
Beklerim demişsin! Ama grev çıkmış. Gelmesi güç. Güç ama ben söz
verdim. Bir de hiç kimseden mektup yok. İzin meselesi ne oldu, bilmi-
yorum. Hülasa beklemek lazım. Kızayım, diyorum( ..... ilh) Londra'ya
gittik öteberi aldık, fakat ne aldık! Apartman edalı bir takım elbise.
Ne zaman, nerede giyeceksin! Aklıma kızayım diyorum ama onu da
yapamıyorum.

11 2
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

2 Ağustos tarihli mektubu dün aklım. Belçika yoluyla bu mektubu


gönderiyorum. Resme teşekkür ederim.
Nihayet dün akşam kızdım. Hem kime biliyor musun? Grevcilere,
daha doğrusu onları behemehal haklı bulmak isteyen bizimkilerden
(bizlerden değil) birine. Ne i.ntiş efendim, posta müvezzii elli iki yaşın­
da tekaüt olacakmış. Elli altısında olursa hiç yaşamadan ölürmüş. Ulan
bizim çalışanlarımız ölümle çalışmaktan kurtulur, çalışmayanlar işsizlik­
ten ölümle kurtulur, yok efendim, bu hikayenin aslı altı seneye çıkarmış.
Hayır efendim çıkmaz. Her hikayenin aslı yirmi seneye, yüz seneye,
hilkat-i Adem'e çıkar. Ortada bir vaziyet var: Benim tabanlarım ... Dün
akşam yemek yediğim yer çok güzeldi. Rüya gibi kadınlar vardı. Elli
liraya hepsi hazırdı. Hatta kırka ... İster istemez S. a verdiğim 30 liraya
acıdım. Evet ortada bir vaziyet var, ondan çıkmak lazım. İspanya, İtalya,
hatta Viyana görülmeli. Bu seferki seyahatim seyahat olmuyor zaten.
Şehirlere gidiyorum: Hu nasılsın? Yerinde misin? Merak etmiştim de,
şöyle bir uğradım. Daha uğrayacağım yerler var, rahatsız olma, bir başka
sefer yine gelirim ... Ama bu da bir kar. İngiltere' de bilhassa gözüm kaldı.
Hiçbir yerini görmedim, göremedim. Ama Londra'yı epeyce gezdim.
Londra muazzam. Şimdi New-York'u merak ediyorum. Cerrahpaşa'da
alt çene kemiğinin yarısı 600 gram gelen bir adam görmüştüm. Londra
işte bu çene kemiği. Alabildiğine büyümüş. Tam ur. New-York daha
büyük urmuş. Tam dahamet. Londra'da sokak bir kabusa benziyor. İki
katlı dört otobüsün yanyana ejderhalar gibi kjvrandığını düşün. İnsanlar
karınca sürüsü. Londra' da gürültü insanı taciz etmiyor, çünkü hududu
yok. Susmuyor. Ancak gece otomobil sesi işitiyorsun. Sekiz milyon.
Uyuyunca sekiz milyon nefes alıyor, uyanınca on iki milyon gidip geli-
yor. Nispetler bizim nispetlerimiz değil! (Geçelim).
Avni cenupta tatil yapıyor. Henriette' i görmedim, beni arıyormuş ,
Pertev çok iyi. Dört yüz sayfalık bir kitabı çıktı. Türk masalına dair.
Yazık ki Almanca.

Abidin Bretagne'dan çok güzel resimlerle geldi. Müthiş peyzajlar.


Ve Roma 'daki resimlerinden daha güzel, daha tabii, daha fazla insanla
konuşuyor. Hele üç dört tanesini pek beğendim. Yalnız Gromaire renk-

113
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

lerine biraz fazla tutunuyor. Bir de sahil kavislerinde çok keskin. Ama
iki resmi harika. Onunla ve Pertev'le çok iyi anlaşıyorum. Yazık ki her
zaman göremiyorum ... Zannediyorum ki Pertev için de, Abidin için de
buradaki ikametleri çok faydalı oluyor ve olacak. Hele Abidin için. İki
sene behemehal kalmalı. Fakat yine onu sizlere rağmen İstanbul'da
arayacağım. Pertev'de gurbetin tesiri daha acı. Türklerle temastan
çekindiğini öğrendim, yüreğim parçalandı.

Londra'da kahve yoktu. Bu grev yüzünden Paris'te de şimdi kah-


veden başka bir şey yok. Hesapları yanlış tutmuşum. İspanya'ya ve
İtalya'ya nisan veya mayısta gitmeliymişim. Yahut Londra'ya Valli
orada iken gitmeliymişim. Ne ise oldu. Acemilik. Seyahatler şehircilik
planı gibi evvelden tanzim edilmeli. Avrupalı öyle yapıyor. İngiliz diyor
ki: Canım kahve istiyor, 1955'te Paris'e gidip kahvelerde oturacağım
ve Fransa'yı göreceğim. 1952-1953'ü program yapmakla geçiriyor.
54-55'te de programı tadil ve ıslah ediyor, bütçesini tanzim ediyor,
aynca seyahat faslı koyuyor, parayı hazırlıyor, yola çıkıyor. Ben otuz
sene hazırlandım, yüzüme gözüme bulaştırdım. Şimdi boyuna İspanya
ve İtalya için hazırlık yapmak istiyorum. Fakat sıcaktan göz açılmıyor.
Bugün Champs-Elysees ' ye gideceğim, mektuplara bakacağım. Sizlerden
mektup olsa ne kadar sevinirim. (İtalya meseleleri de çok karışık).
Daha ne yazayım! Paris'e gelmediğinize iyi ettiniz. Bu grev birkaç
günlük iş değildir. Kapanır ama yine açılır. Hülasa bir iki ay sürer. Paris
veya herhangi büyük bir Avrupa şehrinde bu cinsten bir arızanın ne
demek olduğunu insan ancak burada anlayabilir. Çok rahatsız olurdun.
Yahut çok para giderdi. Mehmet Ali'yi çok göreceğim geldi. Bazen
diyorum kendime, her şeyi bırak, dön İstanbul'a, milletle bir kadeh rakı
iç, anlat anlatacağın şeyleri. Bas küfürleri. Sonra tekrar Paris'e gel... O
masa meğer bulunur şey değilmiş!
Mehmet Ali'nin, Sabahattin'in, Bedri'nin gözlerinizden öperim.
Bütün arkadaşlara sellim. Üç dört gün sonra İspanya'ya geçeceğimi
sanıyorum. Fakat bu mektubu siz ne zaman alırsınız? O bir mesele.
Hoşça kalın.

A.H. Tanpınar

114
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

Yağmurlar başladı.

Dün ilk defa Fikret Mualla'yı gördüm. Üç resim aldım. O kadar


tatlıadam ki ... Yarın akşam bana yemeğe gelecek! Macit gelmiş, bir
türlü bulamadım. Halbuki izin.meselesini öğrenecekti.

32
Paris, Ağustos 1953
Adalet,
İki ağustos tarihli mektubunu yirmi birde aldım . Çok sevindim ve
verdiğin havadislere çok üzüldüm. Evvela V.. .'nın hastalığı ve boşan­
ması. Burada da işte şark çıkıyor meydana. Ama şarkta ve şark hissiliği
içindeyiz, anlatamazsın. Şark görünmeyen bir alev gibidir, bizi muha-
sara etmiştir. Bir adını sağa, sola, ileriye, geriye attın mı yanarsın. Fert
ve cemiyet halinde o olduğun yerde kalmanı ister, kalmam ve çürüme-
ni. Talihimiz bu. Şarkta zıtlarla anlaşabilirsin. Fakat mutavassıt had-
lerle anlaşamazsın. Yüz elli senedir adını başında o kooperatif müdürü
karşımıza çıkar, ber meslekten olur, fakat aynı adamdır! Bildiğin şey ler
tabii. Bir akşam Mehmet Ali bir sanat meselesi dolayısıyla güzel bir
şey söylemişti : Biz iki milletiz; garplı ve şarkl ı. Hikaye bu ...

Burada grev halka halka devama çalışıyor. Fakat bitti demektir.


Bitmeseydi, biz bitecektik. Sefaletin ta kendisi idi. Bulabilirsem o
arada yazdığım bir mektubu ilave edeceğim . Bulamazsam grevi, fası­
ladaki ş iiri sonra anlatırım . Sizin eve çıkamamak hikayeniz de şark
hikayesi. Çünkü pezevenk hesabım yapmaz, yalan söyler, kendini
aldatır, seni aldatır. Mamafih ben memnun oldum. Hiç olmazsa sizin
evin adresini aramayacağım . Ev de şirindi hani ! Fakat ben evsiz ne
yapacağım? Aldırma, gelince düşünürüm. Çünkü gelmek her şeye
rağmen büyük sevinç olacak. Fransa, Avrupa çok güzel! BunJar, emin
ol, muhayyilemizin üstünde güzel şeyler. Bu hayatı bir Fransız, bir
Avrupalı olarak yaşamak, iğreti olarak buralarda gezmemek, muaz-
zam ve bizim tatmadığımız, tadamayacağımız zevkler. Fakat bizim

115
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

deği l ,
biz değiliz. Gelince göreceksin ki içinde bir şey aksıyor insanın!
Düşün bir kere, sade Louvre'a, o bale cihazıyla operaya sahip olmayı!
O İngiltere toprağına, o berekete, o cennete, o refaha ve çalışma fikrine
ve zihniyete sahip olmayı. Tabiatıyla bütün üstünlükler, bir yığın hazin
mukayese ile insana her an hücum ediyor. Ben Avrupa'yı gezmedim
Adalet, yüklendim. Yatana gelince bu yükten kurtulacağım. Yaşasın
davul , rakı, Apostol... Üstelik İstanbul var. Fikret Mualla'yı gördüm.
Gideceğim zamana bırakmıştım bu işi. Resim aldım, yemeğe çağırdım
iki kere. Görsen süslenip, temiz temiz, kolalı gömlek, boyalı ayakka-
bıyla otele bir gelişi var. Tam mösyö . Beni tanıdığı bir lokantaya götür-
dü. Bir anne gibi yiyeceğim yemekleri seçti. Kendisi dişlerini çıkart­
tığı için et yiyemiyor. Vakıa deli. Konuşunca delilik başlıyor. Fakat
hesaplarında ne kadar muntazam. Tabii para meselesi derhal meydana
çıktı. Bana da epeyceye mal oldu. HeJa:ı olsun, eski arkadaşım! Fakat
şimdi yine istiyor. Bakalım kaldı ise veririm, daha hesabı yapmadım.
Kenan'dan mektup alınca yapacağım. Bedri'ye de vaad etmiştim zaten.
İnsan hayatı hep aynı zenbereklerle çalışıyor. Ben kendi hesabıma
göre Fikret'i aradım. Aradıktan sonra onun hesabı başladı. Fakat bir
şey söyleyeyim mi? Fikret Mualla çok terbiyeli, çok kibar hareket
etti. Şaşırdım, belli ki eski Kadıköy züppesi ve cins sanatkar. Onu
gıcır gıcır, dikkatli, otel kapısında, hatta lokantada görsen şaşırırdın.
Hayret... Sonra Fransızların ve Rusların hikayesi başladı. Bu sefer ben
de çıldırıyordum . Bana epeyce resim verdi. Gelince sizlere de veririm,
ama pek iyi değil, yahut hepsi iyi değil.
Macit geldi ... Bana ancak bir ay daha izin koparabilmiş. Bu hesaba
nazaran ancak teşrin-i evvel sonuna kadar buradayım , yani Avrupa'da.
Böyle şey lerin bir de ölçü payı vardır. Kanun-ı evvel de sen, de ama
kimse duymasın! Macit bir gün oturdu, Brüksel' e gitti. Karısı burada
Fuat Ömer'in kızkardeşinde kaldı. Bu hafta gidecek. Meziyet'in taksit-
le alınmış otomobilinde bir iki defa gezdik. Dün de Fontainebleau ' ya
gittik. Oradan da niyetimiz, vakit bulursak , Valvins'e, Stephane
Mallarme'nin evine gitmekti. Rehber bu yeri o şekilde yazmıştı ki,
en aşağı otuz kilometrelik mesafe sanıyordum. Meğer yanıbaşımızda

116
TANPINAR'IN MEKTIWLARI

imiş, Fontainebleau'dan dört buçuk, beş kilometre, yani dış mahallesi


gibi bir şey. Daha iyisi Fenerbahçe-Kalamış. Maalesef evi gezdirme-
diler bana. Seine nehri buralarda güzel. Yoksa Paris'te değil. Paris'te
su sıkılıyor. Fransız zekası, hendesesi -ve tabi! su basması tehlikesi-
sımsıkı hapsetmiş. Burada nehir cennet. Programsız seyahate çıkar
mısın? Dört ay beyhude yere geçti. Hakikat şu ki, Paris'i tanıdım, fakat
Fransa' yı bilmiyorum. Ama hiç olmazsa Londra'dan başka hiçbir şey
göremedim. Fransa'yı daha görebilirim. Ne tuhaf, dokuz kralın sarayı
biçare bir şairin hayatına Fontainebleau' da küçücük bir çerçeve oluyor.
Hülasa Adalet, Mallarme'nin üstünde karısı, çocuğuyla kendi kullan-
dığı arabada -bir de papağan veya dev:ekuşuyla beraber- geçerken
altında genç Valery' nin az kalsın boğulma tehlikesi geçirdiği Valvins
köprüsünü gördüm. Demir kasnaklı, yirmi beş metre kadar uzun tek
yollu bir köprü. Zavallı gafil turistler geçmek için sıra beklerken
dünyanın en tarih! köprüsünden geçtiklerinin farkında değillerdi tabii.
Seine bu köprünün etrafında dünyanın en güzel kıvrımlarından birini
yapıyor. Başında da küçük bir otel var. Yaz tekrar dönerse gidip iki
gece kalacağım. Her iki şair de yanımda!
Nihayet şu Avrupa denilen hakiki realite ile karşılaştım. Bir de
Baudelaire 'in mezarını gördüm.
Belki yarın, yahut öbürsü gün cenuba inerim. Grev korkusundan
az kalsın İspanya'ya kaçıyordum. Halbuki şi~di eylül Paris'te geçecek.
Londra'dan arkası yırtmaçlı bir kışlık elbise aldım. Sıcakta ... yanıyo­
rum.
Senin şıklığına, Mehmet Ali'nin mondenliğine diyecek yok.
General Zahidi'nin macerasını okudunuz mu? Abadan'da İngiliz hari-
ciyesi tabanca ile herifi kaçırmış . Pek güzel hikaye . Zavallı Musaddık.
B ... tan herifti ya! Gerek İran, gerek Fas hadiselerini bütün dikkatinizle
okuyun. Bizim eski ihtilfillerin tam kendisidir. Şark değişmiyor. Ama
fotoğraf gibi aynı.

Yoruldum. Bırakıyorum. Çok yazacak şey var. Fakat artık hasret-


ten bıktım. Özlüyorum, derneğe utanıyorum. Fakat özlüyorum, müm-
kün olsa akşamları bulu şsak ve konuşsak! Sabahleyin yine Avrupa'da

117
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

olsam. Hepinizin gözlerinizden öperim. Ben trenleri öğrenriıeğe gidi-


yorum. Günler pek azaldı. .. Sanki bir altı ay daha verselerdi ne olurdu?
Tekrar gözlerinizden öperim. Adres aşağıda:
Hôtel de Versailles 60 Bd Montparnasse
Paris (XV)
Macit'i hiçbir adressiz, Paris 'te sekiz saatte buldum. Anla artık,
nasıl Paris'liyim! Avni sayfiyede, Henriette burada. Abidin'in çok
güzel Normandiya tabloları var. Pertev çok iyi, karısı bu günlerde gide-
cek. Pertev arslan gibi. Güzin de gidecek. Çok selfunları var.
A.H. Tanpınar

33
Paris, 7 Eylül 1953
Adalet,
Sabahın dokuzu. Coupolle'deyim. Yanımda Fikret Mualla var.
Onun da hepinize selamı var. Onun kahvesi tütüyor. Benim çayım dem-
leniyor. Fikret sabah sabah bir gömlekle gelmiş. Traş bir karış. Doğrusu
çıplak gelmediğine hayret ettim. Fakat hakkımdaki saygı-sızlığına da
kızmadım değil.

Fikret'te Bedri'ye küfretmeğe hafif bir temayül var. Ve Fikret


küfredince salkımlı ediyor. Onun için ben kabahatin Bedri'de olma-
dığını söylüyorum. Hakikat şu ki, Fikret para istiyor. Bedri, Fikret'e
kendi parasından (200) lira gönderebilir. Mektubumu aldığın zaman
Bedri 'ye haber verirsen ve yirmi dört saat içinde Bedri katip Kemal
Bey'e 200 lira bırakırsa bu para hafta başında buraya gelir. Şu şartla
ki, 200 liranın yanına bir de telgraf parası 15 lira eklemek lazım. Yahut
da Kadıköy Yeldeğirmeni orta mektebine (21 'inci orta mektep) telefon
edip Kenan 'ı bulur ve parayı ona verirsiniz. Kenan bugünlerde benim
için çok yoruldu. Yüzüne gülüver, o gönderir. Yalnız ben burada ancak
bir hafta daha kalacağım. Bu işlerin hemen, derhal yapılması lazım. Ta
ki Fikret' in parası için de aynca Paris'te beklemeyeyim.

118
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Ben aynca da Kenan'a yazıyorum. O da mektubumu alınca seni


arasın. Bilirsin ya, ben sizin evde Bedri'ye bu iki yüz liralık döviz için
vaad etmiştim. Mektubumu çarşamba alırsanız, cumaya telgrafla verir-
seniz cumartesi, en geç pazartesi parayı veririm. Fakat Allah aşkına
acele edin.
Ben iyiyim. İspanya ' ya hala geçemedim. Paris bırakılır gibi değil.
Fakat bıktım. Bu hafta kitapları toplayıp postaya veriyorum. Kendim
de ağır boydan fıstıkl soydan cenuba doğru iniyorum. İçimde yeni
ufuk sabırsızlığı var. Güzel mektubunuza cevabımı gelecek haftaya
bekleyin. Gelince: Tek mazeretim bir seyahatte bu kadar görülür, ola-
caktır. Tarık burada. Oğlu burada. Çok selamları var. Mehmet Ali ' nin,
Sabahattin'in, Bedri'nin, Vfila'nın, görürsen İlhan'ın, küçüklerinin ve
en lezzetlisi, sadıkı, encümen-i danişin katibi fısk-ı fücurun yani ey
muhteşem Adalet senin, gözlerinizden hasretle öperim.

A.H. Tanpınar

Adalet,
Hulusi 'ye verdiğin parayı olmazsa sonra ben öderim.
Mektubunu kaybettim. İki satırla Nuri ' nin karısının istediği şey­
leri, mektubumu aldığın gün bana yaz. Sen, Vala, hafif tertip neler
istiyorsanız yazın. Ta ki gelirken mahcup olmayayım . Bilirsin hediye
almasını bilmem! İlhan, Mehmet Ali, Sabahattin kitap filan istiyorlarsa
hafif tertip yine yazsınlar. Çünkü bu posta Paris'ten bir senelik kalkı­
yor. Tekrar gözlerinizden öperim. Fakat mektubu, parayı günü gününe
yazın ve gönderin.

A.H.

Hasret kelimesini ben kullanıyordum. Hoşuma gidiyor, biraz da


siz kullanın, ben biraz alıştım.

Hürmetler selamlar efendim. Abd-i acizi son sıkıntılı senelerim


bertaraf borçlarım ve müthiş muzayakası... bilmem ... tazallum etmek

119
ADALET ve MEHMET ALİ CİNICOZ' A MEKTUPLAR

tatsız bir şey. Özürler dileyerek selamlar ve hürmetler.3


Fikret Mualla

34
Napoli; 9 Ekim 1953
Adalet, dostlar,
Sizi unuttum, diyeceksiniz, değil. Eğer hatırlamak ve düşünmek ,
her zaman düşünmek kafi değilse, yazdığım mektuplar şahit! Fakat
gönderemedim. O başka. Neden? O da başka. İspanya hazin bir mace-
ra oldu . Galiba yoruldum ki, İtalya da benzemek üzere. Ayın beşinde
Roma'ya geldim. Marsilya'da üç gün kaldım. Ne Côte d' Azur'ü, ne
Provence'ı görebildim. Garip değil mi? Seyahatim adeta intihar etti.
Memleket göreyim derken şehirleri ve siteleri kaybettim. Sebep?
Galiba yorgunluk ve biraz da parasızlık!
İspanya mektubumu bununla beraber alacaksınız! Madrit'te son
gün küçük, genç, bir ilah kadar güzel bir boğanın ölümüne şahit oldum.
Hayatımda bu kadar manasız, münasebetsiz iş görmedim. Zavallı boğa­
yı tongaya bastırdılar: Hayvancağız her lahzada banşmağa hazırdı.

Ortadan çekilse, bir tarafa oturup yaralarını yalayacaktı... Ne ise!


Barselon 'da Kurun-ı vustanın en güzel ve muhteşem mahallesini
gördüm . Tam Rönesans devrinde yapılmasına rağmen, katedral ve
etrafındaki yedi-sekiz ev için Rönesans diyemiyorum. Bu mahalleyi
gördükten sonra Endülüs için yukarı İspanya şehirlerini feda ettiğime
müteessirim. Barselon'da yirmi dört saatte yorgunluktan ölecektim.
Güzel Picasso'lar gördüm. Fakat yazık ki asıl Katalan eserlerinin
bulunduğu müzeye gidemedim. Tatil zamanı idi . Gidip gelirken otelde
ceketimi unuttum. Böylece İspanya'dan öbür mektupta yazdığım gibi
Goya'lardan başka karım olmadı.
Roma fevkalade dağınık. İnsan her lahzada kayboluyor. İki bin

3
Bu notun üzerinde Fikret Mualla'nın çizdiği Tanpınar'ın yüzünün yarısını gösteren
bir deseni vardır. Bk. Kapak.

120
TANPJNAR'IN MEKTUPLARI

beşyüz senenin bir arada hücumuna maruz kahyorsunuz. Fakat esası


Romalı. Sonra Rönesans geliyor. Bu kadar tarihinin altında ezilmiş
şehir az gördüm. Çeşmeler, birbiri peşinden gelen meydanlar çok
rahat ve güzel. İnsanı şehirle derhal dost yapıyorlar. Gece saat sekizde
Roma'ya geldim, otele bavulu attıktan sonra bir kahveye çıktım, yirmi
dakika içinde Romalıydım, birkaç gün evvel bıraktığım bir hayatı yaşı­
yordum, sanki.
Bu mektubumu Napoli'den yazıyorum. Tarık'ı uğurlamaya gel-
diın. Öbür gün Roma'ya hareket edeceğim ve bir hafta daha orada
kalıp Floransa'ya geçeceğim. Napoli'den hoşlanmadım. Fazla dağınık,
fazla Bahr-ı Sefıd ve fazla cavul cuvul. Bermutad Pompei'ye gittik,
Sorrente'i uzaktan gördük ve Capri'yi dolaştık. Acaip iskemlelere otu-
rup armut gibi havada sallanarak tepelere çıktım (Tarık bu işte yokum
dedi). Capri güzel. Hatta şeytanı bir güzelliği var. Fakat yalnız otu-
rulmaz. Ah asıl İtalya ' da beraber olacaktık, hatta İspanya'da. Tavsiye
ederim bu iki memlekete yalnız gitmeyin. Tabii İspanya'ya benim bir
daha niyetim yok. Öbür sene bir fırsat çıkarsa, hele sizler de gelir-
seniz, İtalya'ya hazırım! Fakat daha evvel masa etrafında buluşalım.
Zannederim ki, gelecek ayın beşinde, altısında İstanbul'dayım. İtiraf
edeyim ki yoruldum biraz, hatta epeyce.
Gördüğüm yerlerin tadını ç.ıkaramıyorum. Üst üste yığılıyorlar.
Bir seyahat, dört-beş şehir ve peyzaj bir senenin lezzeti olmalı! Benim
gibi açgözlülük etmeyin. Bir de çok, ama çok para lazım.
Haydi dostlar ve sen ey aziz muhatabım Adalet hoşça kalın.
Hepinizin, bütün masa halkının gözlerinizden öperim. Bu pazara benim
şerefime için.

A.H. Tanpınar

Bazı karakuş! hükümlerden:


Picasso'nun asıl dehası (mavi devri) olduğuna kani oldum.
Lautrec'in, Cezıuıne'ın tesiri altında olduğu devirler.
Saint-Pierre çılgınca zengin. Papalığın gururundan başka bir şeyi

121
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTIJPLAR

göstermiyor. Hiç ruhaniyeti yok. Ayasofya ve Süleymaniye yüz defa iyi.


Sixtine'de Michel-Ange hakikaten güzel. Hele bazı parçalar insanı
çıldırtabilir. Gündelik hayat denebilecek şeyler.

Raphael 'lerin içinde fevkaladeler var. Zaten Prado 'dan beri


Raphael'i seviyorum. Fakat keşke yüzde birisi kalsa idi. Localarda
Raphael bollukla insanı eziyor. Sixtine'de Michel-Ange'ın altında ezil-
miş gibi duran iki Botticelli beni çok sarstı, filan falan ... Fakat en güzel
şey muhakkak İstanbul! . Beyoğlu Caddesi bile bana güzel görünüyor.

35
Flo,ransa, 22 Ekim 1953
Yirmi dört saattir o kadar acaip şekilde güzel olan şeyler içinde-
yim ki, sizleri imdada çağırmaktan başka çarem yok! Niçin burada
değilsiniz? Niçin bu eğri büğrü yollarda benimle beraber yürümüyor-
sunuz? Michel-Ange meydanından, İstanbul ' dan sonra dünyanın en
güzel manzarasını seyretmediniz? Niçin beraberce Uffici galerisinde
o harikulade Botticelli'lerin karşısında beni kendime geleyim diye
çimdiklemediniz? Burası şehir değil. Allah'ın bir derdi. Her kaldı­
rım güzel, her şey eski. Zaten İtalya'da eski yeni yok. Çirkin de yok,
diyeceğim ama ... Roma'daki bazı abideler hatırımda. Eğer gönlümü
İstanbul'a vermiş olmasaydım, ki pişman değilim, burayı Paris'e de
tercih ederdim. Ne kadar munis ...Tıpkı büyük bir gül gibi. Zaten İtalya
çok güzel.
Evvelsi gün saat üçe kadar Roma'da, Roma havuzlarının musiki-
sine kendimi kaptırmış dolaşıyordum. Dünyada yağmur altında fıskıye
seyredilen memleket varsa muhakkak İtalya. Çünkü burada, bilhassa
Roma'da her an yağmur yağıyor. Ve her adım başında bir çeşme var.
Çeşme yoksa bir saray vardır, yahut saray harabesi, yahut kilise , yahut
yine onlardan birinin duvarında hiç olmazsa koltuğunun altındaki
tulumdan önündeki yalağı dolduran bir deniz ilahı ... Ne ise çeşme
sesi ... defne kokusu. Yavaş yavaş kendimi ya kanatlı bir mitoloji atı

122
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

yahut da kılıç balığı zannedecek oluyorum. Bugün iki saat muzaffer bir
kumandan gibi defneler arasında, başımda, sağımda, solumda defne ile
yürüdüm. İtalyan bahçeleri çok güzel, Floransa ise her şeyden güzel.
AHah bilir ya, Venedik'ten korkmağa başladım; bu böyle olursa o
kim bilir nedir? Böyle şehir görmedim. Gümüş bir kazana benziyor.
İçindekileri arıtmış.
Hatta Paris'te bile bir Picasso, bir Leonardo, bir ne bileyim
Watteau, filan vardır ki, bizim ufkumuz olur. Burada bütün ism-i haslar
Floransa denen bir mozaik.in taşlan olmuşlar. Michel-Ange'ın önünde
Kolaro'nun veya Degüstasyon' un önünden geçer gibi geçiyorsun;
Botticelli ' ye selam bile vermiyorsun. Yahut ancak görüyorsun! Bu
sabah Ponte Vecchio'dan içimde hep herhangi bir dükkandan şimdi
Cellini çıkacak vehmiyle geçtim , küçük bir dükkfuıın önünde Michel-
Ange'la Leonardo'nun kavgalarına şahit olacağım diye ürktüm ... Ama
bütün bunlar ikinci derecede iş kaldı. Çünkü Floransa acaip terkibine
yarım saat sonra beni de kattı, hiçbirini düşünemez oldum. Roma'da
mazi modern hayatı adım başında buluyor, parçalıyor. Burada mazi,
h§.1, istikbal yok. Gayri muayyen, iç içe bir zaman var, sürüp gidiyor,
mazi neyi ayırabilir ki, seninle beraber sokakta.
Bir kadın çocuğunu çağırdı: Linardo ... Linardo. Belki traş oldu-
ğum berberin adı Filippo idi. Olmazsa ne çıkar sanki? Hem hiçbir şey
değişmiyor.

Michel-Ange meydanı bizim Çamlıca gibi bir tepe. Oradan bütün


Floransa görülüyor.
Akşamüstü ışıklar karşımda ve ayağımın ucunda teker teker
yanarken hep sizleri düşündüm. Bilir misiniz ki artık uzadı.
İstanbul'a, Türkçeye, bizim denizlere, Boğaz'a, sizlere, rakıya
hasretim artık. Üç gün sonra Venedik' e geçiyorum. İkisinde, üçünde
Roma'ya döneceğim . Oradan da tayyare ile dört veya beşinde ver elini
İstanbul... AHah izin verirse.
Galiba kalkan balığı devrine giriyoruz. Belki patlıcan da kalmıştır.
Her akşam patlıcan isterim Adalet!

123
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

Bıçak gırtlağa geldi be ... Yeter artık! Biraz da gördüklerimizi anla-


talım, hakikaten çok hikayem var. Fakat asıl sizlere kavuşmak. Adalet,
ayın ikisinde Roma' da olacağıma göre şu adrese mektup isterim:

(Adım), Albergo Bella Napoli


Via Napoli-Roma
Aman unutma ha! Bir mektup!
Anladın mı kardeşim! Ve havadisler isterim. Kiimuran Hanım'ı
maalesef göremeden Paris'ten ayrıldım. Dişim kırıldı, dişçiye verdim,
dişçi kayboldu. Hareketimden evvel iki gün hep bu diş hikayesi ile
meşgul oldum. Kadıncağız da kayboldu . Affedeceğini bilmeme rağmen
sana da büyük ayıp oldu. Zahmet ettin, lutfettin, kitap gönderdin, almak
dirayetini gösteremedim. Affet. Fakat bilsen ne münasebetsiz günle-
rimdi! Ve Kamuran Hanım'a benim tarafımdan geldiyse itizar et. Aziz
kardeşim ben bu kabalığı yapmazdım. Ama ne yapayım. Dişsiz kalmak
çok güçtü. Hülasa bir dertti.
Daha Abidin'e bir şey yazamadım. Acaba Fikret'i bulup parayı
verdi mi? Elbette bulmuştur.
Yazacak başka bir şeyim (yok]. Hurrem gidiyordu. Benden mek-
tup istedi. Ben tayyare meselesi, para meseleleri ile meşguldüm. Ve
satın alınacak şeylerle kafam dö1u idi. Ancak Tarık'a iki satır yazdım.
Ondan da affet.
Benim gelmem biraz gecikiyor. Sabahattin dekanla temas etsin.
Ve bana dekaıılıktan on günlük izin alsın! Ben de Macit'e yarın yaza-
cağım. Herhalde geldiğim gece 1 l 'de olsa size uğrarım. Ve bir yere
gitmeyesiniz diye de galiba bir telgraf çekerim.
Hepinizin gözlerinizden hasretle, sevgiyle öperim.
Bilmem bu yazıyı okuyacak mısınız? İspanya'daki ceketten sonra
Floransa' da da stilo kaybettik! Allah hayır etsin!
A.H. Tanpınar

Paris'te olmayınca otuz beş gündür Fransa gazetelerini okudukça


üzülüyordum. Üç gündür rahatım. Operalar ve resm1 tiyatrolar grev

124
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

yapmış! Bıktım bu grevlerinden keretaların. Fakat Adalet, Paris ba şka,


hem çok başka ... Hava çok değişik! Buralar Paris yanında köy. Fakat
güzel. Zaman dışı köyler.

36
Paris, 14 Şubat 1955
Kardeş, 4
bu ilk mektup zaruri olarak kısa. Tayyare yolculuğu
ömür oldu. Üç yerde durduk. Giderken Yunan tayyaresiydi. Sonra bir
Amerikan meredine bindik. New York'a gidiyormuş. İstanbul'dan
çıkar çıkmaz New York, Cenubi Afrika, Şimal Kutbu o kadar tabu
şeyler oluyor ki. Nitekim gece saat 11 'de Zürih'e beklerken bindiğimiz
tayyarenin bir kardeşi de Tokyo'ya hareket ediyordu. Tayyare yolcu-
luğu acaip bir şey. Dünya yok, isimler var. Sonra yerde hamamlardaki
göbek taşları gibi beş on dakika dinleneceğiniz uçak meydanları.
Sarsıntı mesafeyi yiyor, hususiyetleri ortadan kaldırıyor, masmavi boş­
lukta bir yığın gürültü içinde yarı şuurlu bir uyku oluyorsunuz. Abidin,
Avni çok iyiler. Avni çiçek aşısı peşinde idi . Ben de aşılandım. Fakat
farkında değilim , yoksa nezle mi aşıladılar bana. Avni' nin Korsika
resimleri güzel. Abidin bir gün evvel sergi açmış. Beyazı ve siyahı
bol, rengi fazla kırçıl , fakat kuvvetli , bazı tehlikelerden hiç çekin-
meyen, heyet-i umumiyesiyle güzel resimler yapmış. Birkaç tanesi
bilhassa güzel. Yazık ki hep aynı şekilde zihni şeyler. Ve bu zihnilikle
müthiş bir buhran beraber yürüdüğü için tesirleri daima acaip oluyor.
Mamafih çok güzel ve beğeniliyor. Şimdiden üç yüz bin franklık
satış var. Desenler harika. Bir yığın oyun var. Hülasa güzel bir sergi.
Cumartesi günü hep onlarla geçti. Tabi] sergide birkaç kişi ile tanıştık.
Çek ressam , Japon heykeltıraş, filan. Arkasından Saint-Germain 'de
Kübalı bir sulh peygamberi şair gördüm. Kitap imzaladı. İspanyolca

4
B aşlıks ı z olmakla beraber Adalet Cimcoz'a gönderi lmiş olan bu mektup tarihsizdir.
Zarfın üzerinde 14.2.1955 tarihi ve Paris damgası var. 1953 yılından sonra Tanpın ar,
1955 yılında ikinci defa Paris'e gitmiştir. Muhteva ve zarfın tarihinden anlaşıld ığına
göre bu , ikinci Avrupa seyahatinden Adalet Cirncoz'a gönderdiği ilk mektuptur.

125
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

yazıyor. Sivil giymiş evkaf hademesi gibi bir herif. Montpamasse'da,


Saint-Germain'de koyu, az açık bir yığın renkli dahi var. Bereket ver-
sin garsonlar ve patronlar Fransız. Cumartesi akşamı yemeği Abidin'le
pansiyonda yedik. Pansiyona birinci gidişimde şoför Bakırcıyan adın­
da Defense Nationale'de yahut Resistance'da on bir yara almış bir
Ermeniydi. Bana brövelerini gösterdi. İkinci gidişimde -ki Abidin'i
alıp sergiye gittik, Güzin'in sıhhatinden korktuğu için(!) telefonla oto-
mobille gelmemi söylemişti- şoför Cezayirli bir Araptı ve yolda birçok
istiklal mücadelesi yaptı. Ben elhamdülillah çektikçe herif yerinden
zıplıyordu. Unuttum, Ermeninin oğlu bilmem ne fakültesinde birinci
olmuş, onun da kilosunu öğrendik. Abidin'de Jean isminde entere-
san bir sinemacı tanıdım. Harika konuşuyor. Bayağı beni heyecana
getirdi. Halis Fransız, bu da beni çok şaşırttı tabii. Paris güzel. Hem
çok güzel. Ölesiye kayıtsız, obur, zevk düşkünü, para ihtiyacı içinde
kıvrana kıvrana geceyi gündüze ekliyor. Biz iğne deliğinde yaşıyoruz .
Portakal, öküz eti, istiridye, resim, reprodüksiyon, heykel, musiki
karma karışık ve hepsi insanı boğacak kadar bol. Kadınlar çok güzel.
Fransızca erişilmeyecek kadar mükemmel. Ben durmadan hesap edi-
yorum, mukayeseler yapıyorum, kendimi bulmağa çalışıyorum. Dün
Petit-Palais'de Courbet'nin sergisine gittim. Palavra, fakat oradaki
Girardin koleksiyonunda çok güzel bir Gromaire, fevkalade iki Maillol
(resim), bir yığın Modigliani, Soutine, Pascin ve bir iki tane de Maurice
Denjs gördüm. Şimdiki mektubum bitiyor, kafamda operada gördüğüm
güzel kadınla kokusundan başka Paris'li bir şey yok. İkisini de size bu
çarşamba gecesi için hediye olarak gönderiyorum. On saat peşinden
yürüyebilirdim. Hepinizin gözlerinizden öperim.
A.H. Tanpınar

126
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

37
Paris, 28 Şubat 1955
Adalet,
Mektubunu bu sabah aldım. Şimdi cevap yazmağa çalışıyorum.
On gündür size hep mektup yazacağım. Gayet budalaca kartlar gön-
dermekle kaldım. Onlar da şuraya buraya. Doğrusu bu ki, bu seyahate
inanmıyorum. Bana Paris oyunu oynuyorum gibi geliyor. Zaman o
kadar kısa ve şehri böyle bir yolculuk i~in o kadar tanıyorum ki ... Daha
iyisi kendi muhitimde ve imkiinlarımda ona alışmışım, demeliydim.
Hülasa hiç şaşırmadım ve hiç de büyülenmedim. Bana İstanbul 'un
uzak ve çok zengin, değişik bir mahallesine bir müddet için taşınmışım
gibi geliyor.
Biraz da sıhhatirnin tesiri oldu bu işte. Günde yedi-sekiz defa
hava değişiyor, zırzır yağıyor, sonra her şeyi yutacak gibi kar fırtınası ,
daha sonra müthiş bir ayaz. Bugün Paris soğuktan titriyor. Cam gibi
bir güneş var. Fakat yerler buz tutmağa başladı bile. At gibi öksürüyo-
rum. Her tarafımda sancı var. Halbuki yapılacak birçok iş de duruyor.
Hiçbir şeyi görmedim, hiçbir şeyi yakalayamadım. Hülasa bomboş
döneceğim.

Aliye' yi prenseste gördüm. Çok latif ve şaşırtıcı idi. İşittiğime


göre getirdikleri arasında bir akşam evvelki ziyafet için taze balık bile
varmış. Aliye'nin ispirto gibi hafif ve uçucu, yarı çocuk ve o kadar
fantastik heyecanı karşısınd_a Fahrünnisa biraz kaba, durgun ve çok
kendi kendisiyle dolu kalıyor. Fakat güzel resimleri var. Fahrünnisa
Fransız camcı lığından çıkabi lecek, çıkartılabilecek her şeyi almışa ben-
ziyor. Şimdi de figürasyona doğru gidiyor. Herhalde bazı tablolarında
fon binbir gece masalı. Fakat hepsinde değil. Büyük ve kompoze eser
yapınca düşüyor. İstiyor ki non-figüratif hikaye etsin. Musiki olsun.
Halbuki tabiatında yok bu işin istediği şey. Bu sefer sofra muşambası
yapıyor. Mamafih son çalışmaları güzel ve hoşuma gitti. Non-figüratif,
küçük, nispetlerini bulmuş eserler için çok güzel.
Nedense bizim arkadaşlar zorla dev olmak istiyorlar. (Ah Nuri

127
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

burada olsa, neler yapar? Nasıl sevilir?) Abidin' in resimleri için kaça-
mak yapmadım. Resimler güzel. Bazıları çok güzel, fakat o da dev
olmak iddiasında. Bu harp sonunda Alman illüstrelerinde kırçıl boyalı
tablolar çıktığını gördün elbette, trajik birtakım resimler. İşte onları
hatırlatan bir tonu var resimlerinin. Fakat bazılarında çok güzel oluyor.
Çıkan tenkitler de bunları söylüyordu. Tabii mecmua ve gazetelerin
istikametlerine göre. Meselil. Lettres Françaises, onun sadece fikir tara-
fını alıyor ve Goya ile münasebetini arıyordu. Observateur'de Estien
daha ziyade Buffet ile mukayese ediyor ve öyle beğeniyordu . Bakalım,
Le Monde ne yazacak!
Benim Abidin' de tenkit ettiğim nokta şu: Bazen fazla şişkin. olu-
yor. Çizgiye kendisini fazla teslim ediyor ve belil.gate düşüyor. Sonra
renklerini az değiştiriyor. Ve nihayette hep aynı mihverin etrafında
kalıyor. Fakat yalnız iki senelik bir devri ihtiva eden bir sergi için bu
zaruri gibi bir şey. Küçük tablolarında, bazı figürlerde çok güzel neti-
celere varmış.
Şurası var ki, Abidin bugün Paris'te yapılan figüratif resmin
ve bilhassa konuşan resmin en iyilerini yapmış gibi görünüyor. Art
Moderne bir tablosunu satın aldı. İyi satış yaptı. Desenleri çok güzeldi
ve hemen hemen kapışı l dı.
Avni de aynı derecede muvaffak. Fakat çocuk, hem fazlasıyla.
Münasebetlerini idare edemiyor. Soyulmaya razı olmuyor. Bir ağın
içinde mahpus gibi. Abidin münasebetlerinde ona yardım ediyor.
Fakat çekingen, muayyen hadlerde durmuş . Resimleri içinde inci gibi
güzelleri var. Ve üslfibu derhal tanınıyor. Ummadık bir yerde gördüm
ve derhal "Avni!" dedim. Bizim Anadolu yaylalarının baharlarına ben-
zeyen ince bir renk anlayışı var. Siyahı koyu ve çağla gibi yumuşak,
arasından çıkıyor.

Selim'in resimlerini hfila göremedim. O kadar gizli ve çekingen


ki ... Beni bir-iki defa aradı. Bir türlü baş başa konuşamadım. Fakat o
da çok beğeniliyor. Mübin -Nahit Hanım'ın hısmı olan genç- yavaş
yavaş meşhur oluyor. Non-figüratifçiler arasında bayağı bir şöhreti var.
Satıyor. Çok güzel, zevkli, biraz fazla zevkli, fakat güzel tablolarını

128
TANPINAR 'TN MEKTUPLARI

gördüm. Ama bana burada kalamaz gibi geliyor. Zaten iki seneden beri
çok değişmiş. Şimdi burada Poliakoff isminde bir ressam pek moda.
Hayatın ve şehrin bir istihzası gibi bir şey. O Bemard Buffet'yi gör-
seniz, kusarsınız. Beni başağrısı tuttu. Hakikatte resim durgun. Non-
figüratif teraziyi kırmış. Öyle bir huzursuzluk getirmiş, o kadar şüphe
yığmış ki etrafa, ressama kımıldamak imkanını vermiyor. Sonra, tam
bir İskenderiye devri hüküm sürüyor. Zaman içinde birbirini takip eden
her şey birbirinin yanı başında. Tarih bir horizontal olmuş. Diyebilirim
ki bizimkiler en kuvvetli. Dün Mübin 'le Fikret Mualla'yı ziyarete
gittim. Berbat ve biçare. Fakat şöhreti başlamış. Fikret Paris hayatının
hakiki şairi gibi bir şey. Sol sahil galerilerinde birçok resmi var. Çok
insan hayran. Fakat kendisini görseniz acırsınız; o kadar çocukça sefil
ve perişan, tam garip kuş. Ve bir kuş gibi bunun farkında değil.
Paris trajik bir şehir. Neşesinde bile bu var. Fransız şarkılarını
şehrin bu tarafını yakalamadan anlamak imkansız. Üç akşam üstüste
metronun açık kısmıyla mahalleme döndüm. Bütün o sokaklar yağmur
ve sis altında bana asıl sevdiğim şairi, Baudelaire'i hatırlattı. Bir şairin
bir şehirde böyle yaşaması ne güzel. Ne yazık ki sanat her zaman hayat-
la bu alışverişi yapamıyor.
Bu şehir müthiş bir şey.
Aktör, hoca, yol gösterici hep o. Onun
sarayında, onun etrafında didişiliyor.
Bazen bir at gibi azıyor, binici-
sini altına alıyor, çiğniyor, bazen bir kadın gibi teslim oluyor, okşu­
yor, şımartıyor, seviyor, yıkıyor. Beş milyon insan onun elinde. Gizli
hevesini yakalayan günün adamı oluyor. İntihar, katil, taç giydirme,
hep ondan geliyor. Butte'de (...) adında, Teolifene benzeyen bir adam
gördüm. Evi Sisler Şatosuyla, Moulin de la Galette'in yanıbaşında
idi. Tiyatro müdürü , lüks kitap tabii, bar sahibi, Valery'nin dostu,
Anouilh'un ortağı, iş adamı ... Evli olmasına rağmen şüphesiz biraz
jigolo ve biraz da ... Bir saat konuştuk. Derhal İstanbul'a gelmeğe
kalktı. Davet edilmesini istedi. Tabu film meselesi. Tiyatro şubesi
açılması fikrini söyledim, yine gelmeğe kalktı. Ebedi namzet. Hatta
bir ara nisanda gelmesinin daha muvafık olacağında bile ısrar etti. Bir
arkadaşı otomobille Yunanistan' a gidecekmiş. Onu hudutta bırakırmış.

129
ADALET ve MEHMEf ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

Bu adam beş milyonun içinde muvaffak oluyor. Çıkarken sersem gibiy-


dim. Abidin 'de iki-üç kişi tanıdım. Onlar da Paris'te muvaffak olmuş,
isim ve şöhret yapmış insanlardı. Saint-Germain'de bir kadın gördüm,
üç milyon franga bir dekorasyon mağazası açmağa çalışıyordu. Birkaç
sene evvel modelmiş. "Dekorasyon hakkında hiçbir fikrim yok, fakat
çok insan tanırım" , diyor. O da muvaffak olacak. Hülasa acaip bir
şey. Biz bunu bir türlü anlayamayız. Abidin'de evvelsi akşam Ganzo
isminde bir prebistoire meraklısı şair tanıdım. Hoş adamdı. Çarşamba
gecesi evindeyiz. Salı gecesi prensesteyim. Paris kayboluyor bu yüz-
den. Ne halt edilir? Bu gidişle galiba İstanbul'a, geldiğimden fazla bir
Paris hasretiyle döneceğim. On beş gün nasıl geçti? Ne yaparsın , bu
böyle işte.
Müthiş hasretim size. Cumaya dönüyorum. Yeşilköy sefası çok
hoşuma gitti . Mehmet Ali ak ıllı adam. Artık dönmeli? Nasıl olsa Paris
kaçırılıyor.

Hepinizin gözlerinizden öperim.


A.H. Tanpınar

38
Paris , Temmuz 19595
Adalet ve dostlar,
Gördüğünüz gibi eski oteldeyim. Fakat kalmağa niyetim yok.
Yol fena geçmedi. Karavel müthiş bir şey. Biraz yoruyor tabii. Çünkü
çabuk inip çıkıyor. "Hava frenlerimizi deneyeceksiniz!" diye bir ses
geliyor ve bir dakika sonra paldır küldür, sanki acemi halayık merdi-
venlerden düşüyormuş gibi bir şey; bir de bakıyorsunuz, Atina veya
Roma'da yahut da Orly'desiniz. İlk değişikliği Roma'da gördüm. Hava
limanı bayağı birkaç misli büyümüştü. Akşam da hafiften bastığı için
geliş-gidiş ışıklarla takip ediliyordu. Havada bir yere kurşun kalem

s Tarihsiz olan bu mektuba, A. Kutsi'ye 27 Temmuz 1959 tarihinde gönderilen mek-


tupla aynı meseleleri ele aldığmdan bu tarih verilmiştir.

130
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

gibi bir şey takılıyor, ışıktan bir stilo sanki, sonra büyüyor, bir tayyare
oluyor, önünüzdeki lenduhanın arkasından üzerinize doğru geliyor.
Siz onu takip ederken öbür yandan gök yırtılıyor, başka bir yerden
başka kıyamet kopuyor, müthiş bir kalabalık, gidiş-geliş ... Orly büs-
bütün değişmiş, Fransa hakikaten bu işe haysiyetini mi koymuş, yoksa
Paris'in turistik inkişafı mı zaruri kıldı, hülasa hava limanını tanıyama­
dım. Muazzam, Tevratı bir şey olmuş.

Piıris bildiğim Paris. Haşin , güzel, gizli ve heva vü hevesi için-


de. Bittabi Montparnasse'da kaldıkça bir şey görmeğe imkan yok.
Şehri tanımak ancak daha esaslı mahallelerde kabil. Burada yalnız
köpük var; yahut da birkaç dehalı ecnebi. Daha gittiğim gece Tevfik
Remzi'nin oğlu ile sevip evlendiği Gaye'yi, Selim' le berabet Patrik' in
evinde oturur buldum. Fakat hava serindi. Ertesi sabah yağmur başladı.
Ben kışlık elbiseleri giydim. Hava hala bozuk ve teşrin aylarını hatırla­
tıyor. Fakat bunun da ayn güzelliği var.

Abidin ben gelmeden evvel sekiz yüz bin liralık kadar resim
satmış ve cenuba inmiş. Avni' nin söylediğine nazaran Antibes'de
şahane bir villa tutmuş. Avni, Abidin'e hayran. Adım başında durup
medhediyor. O da bir-iki gün sonra gidecek; ama tek odalı bir yere.
Henriette' le evlenmişler. Henriette'i hiila göremedim. Avni ile baş başa
komik bir akşam yemeği yedik. Beni Altın Horoz diye bir yere götürdü.
Beyaz Rus lokantası. Duvarlarda acemice resimler. Fena halde 1923.
İhtiyar herifler şarkı söyleyip keman veya balalayka çalıyorlar. Hazin
vesselam. Tahta kaplarda yemek yeniyor. Avni pür-heyecan. Hakiki
kokteyl! Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı ! Fakat resimleri
fena değil. Hatta iyi olanlar çok. Birkaç resminde acaip, dokunaklı bir
safdillik var. Avni safdil. Ve bu tarafı güzel. Buradaki ressam ölçüsüne
göre epeyce masraf etti o gece. Fakat ben mahzun ayrıldım. Belki asa-
bımın bozulmasında o gecenin tesiri vardır.

Şimdi iyiyim. Soutine sergisinde kendime geldim. Yarabbim ne


garip milletiz. Soutine'in bizim ressamlara tesir ettiğini bilirdim. Fakat
bu kadarını bilmezdim. Meğer o canım Bursa peyzajlarına varıncaya
kadar büyük ağaç resimleri o. Bittabi Zeki Faik en fazla tesiri altında

131
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

kalanlardan biri. Eren, Bedri de, ama onlar çabuk çıkmışlar. Soutine
çok büyük ressam. Bazı tablolarında belki Van Gogh kadar büyük.
Fakat taklidi daha imkansız. Charpentier galerisinde resimlerini, o
acaip işkence makinelerini seyrederken bu biçare büyük adamın gece-
lerini , gündüzlerini , yalnızlıklarını düşündüm, bayağı önümde bir uçu-
rum açılmış gibi ürktüm.
Chagall ' ın bir sergisi var. Fakat beğenmedim. Tabu büyük ressam,
büyük ressam ama, bazı. şeyleri çok istismar etmiş . Kanatlı saati, uçan
balığı, ebemkuşağı renkleri insanı yoruyor. Birkaç büyük resmi var o
kadar. Yahudi mistiği ve alayı, köylü poesie'si, Rus fantezisi ve mistiği.
Karışık hülasa.

İdiot filmini gördüm. Kitabı bütün almamışlar. Dahiyane bir ope-


rasyonla birinci kısımda, yani Nastasia'nm Rogojin'le gittiği, öbürle-
rini kovduğu sahneye kadar iktifa etmişler. Ve birçok şeyleri atmışlar.
Vakıa film , romanı paranın aleyhine yazılmış alelade bir satir haline
getiriyor. Fakat öyle bir çekiş , öyle bir vaz-ı sahne var ki, insanı çıl­
dırtıyor. Bütün bir eski Rusya, bütün bir anlayış filmde. Birkaç yerde
hakiki kabuslar var. Ve bu kabus sahneleri Dostoyevski' nin dehas ını ,
romanın hırpalanmasına rağmen , daha iyi veriyor. Sonra harika bir kış
var! Bayağı beni yerimden oynattı. Hele bir sokak çalgıcıları ve onların
şarkıları var, insan hakikaten büyüleniyor. Hülasa Budala film edebiya-
tına bu sefer başka çehreyle, fakat hiç de Dostoyevski ' yi yalanlamayan
bir çehre ile giriyor. Garip bir muvazene de kurmuşlar: Prens İsa olu-
yor, Vanya da sultan ve bunu gözünüzle görüyorsunuz.
Pertev ' le sık sık buluşuyoruz.
Gobelins' de küçük bir oda bulmuş,
karısı yanında. Tatlı,
munis ve daüssıl alı , çalışkan yaşıyoruz. Dün bera-
berce Bibliotheque Nationale 'a gittik; benim kartı değiştirdik. Benim
Fransızcayı sormayın. Bunamış ihtiyarlar gibi konuşuyorum; sap
saman birbirine karışıyor. Yahya Kemal anlatıyordu: Bir mahşer midil-
lisi Kfunil Bey varmış Ali Paşa zamanında. En olmayacak kelimeleri
kullanırmış, ben de öyle. Mamafih açılır.

Paris güzel dostlar, Paris güzel. Bir kere ağaçlı , sonra ilhamlı.
Hakikaten bir şeyler esen bir memleket. Siz ne haldesiniz? Ev sahibiniz

132
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

yani yalı sahibi hazır yapı


ve kredinin imkanları varken, yapıyı yeni
baştan yaptırmanızı hala teklif etmedi mi? Akşam oldu mu , burada
beni bir hüzün alıyor. Bir incir ağacı gözümde büyüyor, suya doğru
sark ıyor, karşı yakada ı şıklar yanıyor. Ve sizler ellerinizde kadehler
bana doğru ve başka bir ışıktan geliyorsunuz. Ulvi'nin kebabı , Füreya
Hanım'ın atkısı, Mehmet Ali' nin angoisse'ı, Kemal Bey' in tebessümü
hepsi gözümde tütüyor.
Benim asistan Tacettin'e kitabı vermiştir inşallah. Henüz verme-
diyse Fakillte'ye telefon etsin, derhal getirir. Hepinizin, isim zikretme-
yeyim, goygoycular gibi hep beraber yaşadığımız için buna hacet de
yok, hepinizin gözlerinizden ve yanaklarınızdan öperim; cevap yazın
ve mektubun perişanlığına bakmayın. Sabahattin bilir. Aynalı bir otel
masasının önünde yazıyorum ve yüzüm hiddetten beni çıldırtıyor.

A.H. Tanpınar

39
Paris, 20 Temmuz 1959
Adalet,
Mektubunu iki gün evvel aldım. Odam öyle sıcak, o kadar her şey
birbiriyle çatıştı ki ancak bugün cevap yazabiliyorum. Evvela teşekkür
edeyim, iki sayfanın içine bütün İstanbuJ'u sığdırmış, göndermişsin.
Benim için mektubun bir çeşit kısa ve tatlı dönüş oldu. Sabahattin ' in
vesait-i nakliye merakına saatlerce güldüm. Hem yolda, otobüste aklı­
ma geldikçe ve her yerde. Fakat sonuna doğru sefaletlerimiz ağır bastı.
Evvela Azra'nın ve Adnan Veli'nin pasaport alamamalarına canım
sıkıldı. Sonra Sabahattin ' in gelmemesi ihtimali beni üzdü. Hiçbir yerde
böyle bir şey olmuyor. Canı isteyen parasını cebine koyup fırlıyor.
Seyahat bu yüzden hiç olmazsa muayyen sınıflarda bizim için olduğu
gibi bir hasret, iştiyak, batta refoulement değil. Sababattin'i halbuki
burada bekliyoruz. Eylülde onunla cenuba inecektik. Öyle ümit ediyo-
rum ki üniversite bir çaresini bulur. Ben maatteessüf T.P.N. in Avignon

133
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

festivaline gidemedim. Çok para gidecekti. Londra ile ikisinden birini


feda lazımdı. Avignon'u feda ettim. Fakat Londra'ya da geçeme-
dim. Çünkü profesör Scbell Almanya'dan gelecek. Beklemek lazım.
Haftaya Allah izin verirse. Can'ın orada olmasına sevindim. Evvela iyi
bir iş. Sonra da bana can yoldaşlığı eder. Çünkü bu mertebanl şehirde
insan hakikaten yalnız kalırsa çıldırabilir. Evvela dil meselesi var.
Sonra İngiliz çapraşıklığı. Dün akşam yatakta Londra haritasına bakar
gibi oldum, çıldıracaktım.
Burada iyi kötü birkaç film gördüm. Fakat Igmar Bergman yoktu
içlerinde. Arar, bulur, görürüm. Son günlerde Rus filmleri Paris'i
epeyce sarmış. Bilhassa Eisenstein'in filmlerini seviyorlar. Potemkin
Kruvazörleri'ni evvelce görmüştüm. Bu sefer Müthiş lvan'ı gördüm.
Çok uzun film. Üç saat sürüyor. Barbar, zengin hatta aç gözlü, hiç-
bir ekonomisi olmayan, romantik bir eser. Ruslar, daha doğrusu asıl
yapan, ihtilalle destanı karıştırmış. Zaten daima yapıyorlar Ruslar
bunu. Korkunç lvan'da ihtilfil nazariyesi, tarih hatası, iyi niyet, hesaplı
romantizm, hakiki deha ve buluş gırla gidiyor. Teferruatının hemen
hepsi güzel başka film bilmem var mJdır? Fakat lvan'ın şahsiyetinin
mübalağası , o romantik jestler hepsini mahvediyor. Sanki herif Kraliçe
Kristin'in Garbo'suna imrenmiş. Bittabi sadece bunun için filme kötü
denemez. Göz, zihin gibi nankör ve hoyrat değil. Teferruata da teşekkü­
rü unutmuyor. Hatta bu teferruat için ister istemez harikulade derneğe
mecbur oluyoruz. Birkaç sahneyi hfila hatırlıyorum. Başta kilisede
İvan'ın çarlığını ilan edişi. Düğün ziyafeti sahnesi. Kazan ' ın alınışı.
Muharebe sahneleri devrin İtalyan ressamlarından alınmış büyük bir
konstrüksiyon ve bittabi çok güzel. Yalnız Kazanlılar tarafı mübalağa
ve karikatür. Bu Kazan 'ın zaptı bizim tarihçilerin atladığı , fakat tari-
himizin neticelerini hemen gördüğü bir hadisedir. Çariçenin kıyafeti,
tebessümü de Fransız Ortaçağ kadınlarının resimleri adeta. Ne kadar
güzel. Ve sinema olduğu için katlolmuyor. Karda ilahi söyleyerek
yürüyen müthiş bir kafıle sahnesi var. Sonuna doğru bittabi -hep filin
keman çalışı kabilinden psikolojik tereddütlerden, azaplardan sonra-
bir içki ve bale var ki emsalsiz. Sonra çarın halasının oğlunun ölümü

134
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

sahneleri geliyor ve ihtiyar halanın -hakiki bir cadı- söylediği türkü ...
hülasa bir çeşit israf ve sefahat. Buna Burbokof'un -adım inşallah
yanlış söylemedim- musikisini de ilave et. Ne var ki fılınden ziyade
tarihl roman. Müthiş surette on dokuzuncu asır. Ve romana çevirince
de katiyen filmdeki yerinde kalmıyor, Michel Zevako'ya kadar iniyor.
Bilmem anlatabildim mi? Sinema dili herhalde bu yanlış görüş, bu
kıymet değişmesi olmasa gerek.

Hemen hemen aynı günlerde Marie Octobre diye küçük, zengin


ama başka türlü zengin bir Fransız filmi gördüm. Hiçbir taşklnlığı yok.
Hatta sinemanın tabu imkanları olan geriye gitmeler, filan da yok. Bir
mukavemet şebekesi, senelerden sonra kendi reislerinin ölümüne sebep
olan adamı arıyorlar ve buluyorlar. Keneli aralarında buluyorlar. Bir
odanın içinde konuşarak, bir uçtan öbür uca gidip gelerek. Bittabi müt-
hiş; Kapalı Celse ve On İkilerin Hiddeti var. Ama güzel film. Tiyatro
olmasına rağmen güzel film. Bu lvan filminin neticesi olarak bir
azaptan kurtuldum. Mahmud-ı Sani mütemadiyen Çekmece gölündeki
kuğuları avlar (bir kış mevsimi). Ben buna müthiş kızardım . Meğer
kuğunun kebabı, çevirmesi yani çok güzel olurmuş. Bunu bana doktor
Laroza'nın karısı söylecli. Mahrnud-ı Sani'yi affettim. (Filmde bir yığın
kızarmış kuğu getirirler).

Bu Laroza'lar Paris'te yegane arabalı dostlarım. Karısı cilt hasta-


lıkları imtihanınıyeni verdi. Bu itibarla aileye hastalıklarım itibariyle de
bağlıyım. Her pazar beni gezdiriyorlar. Geçen hafta Fontainebleau'ya,
VaJvins'e gittik ve Seine yolundan döndük. Daha evvel de Barbizon'da
yemek yemiştik. Naturalistlerin keşfettiği , empresiyonistlere kadar
modası devam eden bir peyzaj.

Bu hafta Beauce'a gittik. Oradan Vendôme' a kadar indik. Loire


sahillerini gördükten sonra döndük. Gidiş-geliş üç yüz altmış kilomet-
reyi aştı. Tabu yorucu. Fakat harika yerler. Fransa'nın buğday ambarı.
Hep sapsarı harmanlar içinde idik. Sarı ağaçların yeşili gözümüzün
önünde doluyor ve boşalıyordu sanki. Bir ara bir rüzgar esti, 'samanlar
tıpkl hangi filmde olduğunu şimdi unuttuğum gazete kağıtlarının bale-
si gibi yolun bir ucundan öbür ucuna havada raks etmeğe başladılar.

135
ADALET ve MEHMET ALİ CiMCOZ' A MEKTUPLAR

Sonra akşam geldi tabii ve ben İstanbul guruplarından birine benzer bir
gurubu Vendôme peyzajının ortasında seyrettim. Loire kıyısı büsbütün
başka idi. Akşam ışığıyla su birleşmiş, biraz gürültülü bir Boğaziçi yap-
mışlardı . Derhal İstanbul'u , sizleri hatırladım ve etrafımda muhakkak
Türkçe konuşulmasını istedim. Galiba yolun uzun bir kısmında (güzel
değil mi?) diye sora sora Laroza'lara Türkçe şiirler okudum. Fakat
Fransa ne zengin. Nasıl biriktirmiş . Dört şato gördük, On dördüncü
Louis'nin dedikoducu ve mutaassıp karısı Madame de Rambouillet'nin
şatosu , Jeanne d 'Arc' ın bir arkadaşının Loire üzerindeki şatosu, yine o
civarda bir şato ve nihayet Ronsard'ın sevgilisi Cassandre'ın ailesinin
çiftlik şatosu. Hepsi en nefis, otantik eşya ile tıklım tıklım dolu. İhtilfil
gelip de ölüleri mezarından çıkarıp yakacak derecede etrafı yıkmasaydı
kim bilir ne olurdu? Sonra nasıl toprağa bağlılar. Bizim İstanbul' da bu
cins insana rastlamamız imkanı yok. Konya'ya, Erzurum'a gidip orada
mesela evinde yapılan reçelin yapılış tarzını size tarif eden insanlara
rastlarsanız hakiki Fransızın eşini bulursunuz. Herkes neden ne çıktı­
ğını biliyor. İşte burada keklik ve sülün avı yapılır. Eskiden ceylan da
vurulurdu. Hakikaten şatonun şöminesinin üstünde kocaman bir cey-
lan, bir tablo gibi uzanmış. Mesut ve mutmain size bakıyor.
İster istemez kendi hayatımızı düşünüyorum. Bizler çocukluğu
bedbaht geçtiği için hayatına ve etrafına küskün yaşayan, eşya ile dahi
barışamayan biçarelere benziyoruz. Bu zihni gerginlikten, inkar ve
hiddetten, dargınlıktan nasıl kurtulacağız?
Kart için çok teşekkürler. Boğaziçi'ne, Hisar'a, Hisar misa-
firlerine, Boğaz sabahlarını benim gözlerimle görenlerin hepsine,
Türkömerler'e, Taci'lere, Ulvi'ciğime , Füreya'ya, Sabahattin'e çok
çok selam. Mehmet Ali başta olmak üzere hepinizin gözlerinizden öpe-
rim. Bugün pazartesi, gelecek salı imkan olursa Londra'ya geçeceğim.
Alacağımı aklınız keserse bir kart atın.

A.H. Tanpınar

136
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

40
Londra, 9 Ağustos 1959
Adalet, Mehmet Ali,
Paris'ten çıktım çıkalı sizlerden habersizim. Ne Şişli 'den, ne
Anadoluhisan şubesinden bir şeyler yok. Belki de mektuplar gelmiştir
de Paris'ten geri dönmüştür. Böyle de olsa merak ettim. Nasılsınız? Ne
hfildesiniz? Geçen günü Via Paris Tacettin'den kasetleri aldım. Ben onu
öyle sormuştum be kardeşim, zahmet etmenin lüzumu yoktu. Kaldı ki,
Paı:is 'te yaptırmıştım . Tacettin' in dostluğuna gelince hiçbir zaman şüphe
edemem ve etmedim. Hakikaten mahcup oldum. Ben ona Paris'ten bir
şeyler yazamadım; sebebi de gözü kör olsun soyadlarının çoğunu bil-
miyorum. Bazılarını sık kullanıyoruz, bazılarını öğrenmek fırsatı olmu-
yor. İsmet Paşa, Allah selamet ve ömür versin, mecliste soyadlarından
gayrısını yasak etmişti . Meğer bir kolaylık imiş. Hülasa Tacettin'e
karşı katmerli mahcubum. Karı-kocayı ne kadar sevdiğimi ve nasıl
hatırladığımı bilmem söylemeğe lüzum var mı ? Fakat hanginizi hatrr-
lanuyorum ki ... Her an beraberimdesiniz. Ulvi, karısı , Füreya, annesi,
İnge'ciğirn ve Ali, Kemal Türkömer ve hanımı , sizler, Sabahattin,
Mehmet Ali ve angoisse 'ı, Teo (Teo'ya Can'ın ve karısının çok selamı
var) hepiniz de, aynı vakti ayrı ayrı dakikalarda çalan saatler gibi içim-
de bir şeyleri yırtıyorsunuz. Bu daüssı la mı? Bilmiyorum. Fakat öyle
de olsa mahcup değilim. Hayatta odun olmaktan çok korktum, fakat
zaman zaman santimantal görünmekten hiç yılmadım. Düşünce gibi
hiss.in de yalnız insanlarda olduğunu iyi biliyorum. Hakikaten bu acaip
şehirde hepiniz , hoşunuza gidecek, benimle beraber beğeneceğinizi,
seveceğinizi veya kızıp öteye iteceğinizi bildiğim şeylerle karşılaşınca,
birdenbire yanıbaşımda peyda oluyorsunuz. Mesela odamdaki viski
şişesini - sizler olmadığınız için pek az içiyorum-, Trafalgar meyda-
nını Sabahattin ve Mehmet Ali ' yi düşünmeden görmeme imkan yok .
Dün sabah büyükçe bir otelde kahve içiyordum; elimdeki fincan ister
istemez beni Füreya'nın atölyesine götürdü. Böyle olunca tabii oradan
çıkar çıkmaz aziz dostum Şerif'e uğradım. Ne hfildeler? Onlara da bir
şey yazamadım. Halbuki burada her yemekte Rozita ile beraberim.

137
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

Çünkü İtalyan yemeklerine beni alıştırdı ve ben artık spagettisiz yemek


yiyemiyorum - yemek bahsi açıldı, Ulvi'nin şişkebabı ve kedisi, neşesi,
denize sarkan incir ağacı hepsi şimdi gözümün önünde- bunlar sonun-
da birike birike hepiniz oluyor, işte o zaman büyük mekanizma işliyor:
Nerdeyiz? Ne işim var .burada? Neden onlar burada değil? Hakikat
şu ki , görmek, işitmek, yeniden tanımak, tatmak, hülasa bütün zihni
ameliyeler insanda bir türlü tamamlanmıyorlar. Yarısı hatırlattıklarında
kayboluyor. Sabahattin, sen, Mehmet Ali, öbür arkadaşlar ne kadar
empressiyonu kendiliğinizden zaptettiniz, ne kadar duygu sizlerde, ben
farkında olmadan tamamlandı tasavvur edemezsiniz!

Bununla beraber bu seyahatten mesudum. Ve bütün bunları siz-


leri buraya çağırır gibi söylüyorum. Londra muazzam bir şey. Uçsuz
bucaksız. Bir kadran ki ibresi 12 milyonla (gündüz) 9 milyon arasında
sallanıyor (gece yarısı). Sokaklarda gezerken çok büyük, tehlikeli fakat
uysal bir hayvanla, bir devle yoldaşlık eder gibiyim, Şüphesiz bu devin
altına aldığı, çiğnediği milyonlarca insan var. Bunu pub'larda, metroda,
gözlerini kapayarak dinlenen insanların yüzlerine baktığım zaman his-
sediyorum. Bu kadar büyük bir şeyin bir şeyleri ezmemesi, yıkmaması
kabil değil. Kaldı ki herkesin öbürlerini bir yük gibi aldığı anlar vardır.
Fakat yolcu bu hesabın dışında kalıyor. O ister istemez satıhta yaşar.
Hele benim gibi kabuğu delmek im.kanı olmayan için ...
Bu seferki seyahatim bana İngilizi daha iyi öğretti. Biz yalnız
mercantile tarafını, giyinişini, sanayiini tanırız. Halbuki evinde yaşa­
yan ve memleketine "evim" diyen bir İngiliz daha var. Yumuşak bir
mahluk. Sadece dinlenmek istiyor. Biraz da mahcup. Fransızca konuşu­
yorsunuz, ne yazık mektepte öğrenmiştim ama, unuttum. Hayatım fır­
sat vermedi. Ve on sekizinci asrın müsternlekecisi, on dokuzuncu asrın
zengin egzantriği karşınızda elma gibi kızarıyor. Ne istediniz? Resyl
mi? Ve eczahanenin içi altüst oluyor. Asıl eczacı gelene kadar size genç
veya ihtiyar kadınlar Resyl yerine çocuk maması, emzik, kına hülasası,
bira hülasası, diş fırçası , bisiklet pompası, bir yığın şeyi gösteriyorlar
ve hepsinden sonra o meşhur sorry. Nihayet eczacı geliyor. Bu sefer
defterler karıştırılıyor, rafların üstüne çıkılıyor, 1 am sorry ! Fakat yine ...

138
TANPJNAR'IN MEKTUPLARI

veya başka eczahane sağlığı. Çıkarken bir sempati iklimini terk etmiş
gibisiniz. Şüphesiz adam içinden bir daha gelmemenize, görünmemeni-
ze dua ediyor, ama siz işin farkında olamazsınız. Diğer bir nokta İngiliz
ampir. Büyükten hoşlanıyor. Evvela imparatorluğu seviyor. Bu tarafını
çok iyi anlıyorum. Ben altı hatta beş yaşında iken coğrafya kitabımızda
Türkiye haritası vardı. Bu haritada Akdeniz'in yansı pembe renkte idi.
Bulgaristan'ın Bulgarya, Bosna ve Hersek'in Avusturya'da olduğunu ,
Mısır'ın, Tunus'un, Cezayir'in, Kıbns ' ın bizim olmadığını evde her-
kes bilirdi ve ben yedisine doğru bunu öğrenmiştim . Fakat bu pembe
renkli harita babamın bütün ahbaplarını yine mesut ederdi. İngiliz de
daha realist şekilde böyle. İlk indiğim otelde - Hotel Royal, hiç de rahat
olmayan ve tek yataklı odaları tabuta benzeyen bir han- holde oturu-
yordum. Çocuklar, büyükler, herkes holün ortasında tıpkı size Aziz
Nesin'in hediye ettiği, içinde lamba bulunan bir küreyi çeviriyorlardı.
Ve hepsinin yüzünde pembe renklerine tesadüf etmekten gelen sevinç
vardı. İmparatorluk devam ediyor, iki büyük muharebeye, o kadar tas-
fiyeye rağmen. Bir İngiliz dostum Hindistan'dan şöyle bahsetti: Ayrıldı
ama yine saatini Big Ben'e göre ayar ediyor (ölecek ama imparatorluk
yine ismen olsun var). İngiliz santimantalitesinin bir tarafını bu impa-
ratorluk kaygısı demeyeceğim, gururu yapıyor. Ona güveniyor, sevi-
yor. Meşin gibi zencileri o yüzden kucaklıyor. Bu imparatorluk zevki
İngiltere'ye müthiş bir büyüklük fikri vermiş. İngiliz - hiç olmazsa
bir zaman için- güzelden ziyade büyüğü ve güzelleştiriciyi aramış.
Bazen büyük, güzele yakın bir tesir yapıyor: Trafalgar meydanında
olduğu gibi. Tek bir sütun, tek bir figür. Daha aşağıda dört yanda dört
arslan. Geçen gece geç vakit, siste bu meydandan yine geçtim. Galiba
Colisee'de, gitmediğim Mısır'da ancak eşi bulunur şeydi.
Mağazaların kapılarında bile bu büyüklük hissi ve arzusu. Nispet
insanı geçecek, ona çok tepeden bakacak. İngilizin üstünde İngiltere
var, diyecek. Mehmet Ali 'nin İngilizlerden bahsedişini ne kadar
çok hatırladım burada. Benim oturduğum otel asır başından: Harika
lambriler, Hint oymaları içindeyim . Fakat gülüncün gülüncü asıl ev
sahibinin yatak odası olacak, odanın kapısı İyoniyen sütun başlıkları

139
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

ve gömme sütunlarla süslü. Öbür odalarda alçıdan aynı süsler. Büyük,


pahalı görünsün de ... Orijinali aramıyor. Halbuki poesie'de en orijinal
adamları yetiştirdi. İngiltere'de müzelerin dışında -yanlış söyledim
Londra'da- sanat eseri reprodüksiyonu kartpostallar göremezsiniz.
Londra'nın günlük hayatı, kraliçenin askerleri, Londra otobüsleri ger-
çekten güzel şeyler ve bu hantal caddelere yakışıyor, hatta yalnız onlar
doldurulabilir ve Piccadilly, Bond Street' in, Tottenham' ın gece ışıkları .
Londra' da geceleyin büyük caddeler daha ziyade bu otobüslerle
mankenlerin. Bu mankenler yarı çıplak, mütebessim, daima kolla-
n açık, aydınlık camların arkasından caddeyi seyrediyorlar. Yalnız
Piccadilly ve civarı kalabalık . Dün Regent Street'te çıplak bir heykel-
den farksız bir mankenin sırtına bir havlu atmışlar, bir çeşit iyi örtün-
memiş ihtiyarlar ve Suzanne figürü yapmışlardı. İngiliz açık şekilde
vicieux. Fransa' da az çok gizli satılan kitaplar, fotoğraflar burada
herkesin önünde satılıyor.
Burada epeyce Türk var. Izgan ve Can başta. Geldiğim günün erte-
si günü BBC'ye gidip onları buldum. Oturduğum oteli onlar buldular.
Biraz pahalıca, fakat Hyde Park' a yakın . Bittabi Can'ı burada bulunca
çok sevindim. Güzel ve dost karısı , arabasından fıldır fıldır bakıp size
gülen küçük Hüsnü ile ömür bir aile. Can'ın bayağı klasik tarafları var.
Hülasa çok seviyorum. Geçen hafta çok görüştük. Fakat BBC'de işler
anlaşılan kolay değil. Bu hafta hiç görünmedi. Bugün dayanamadım ,
tekrar aradtm. Zaten dün akşam onu görmek için ajansın bulunduğu
Bust House'a gitmek için yolumu kaybetmiştim. Belki bu otelden çıka­
rım, Strand Hotel diye şehrin merkezinde bundan da biraz pahalıca bir
otel var, oraya geçerim. Fakat siz buraya mektup yazın. Yaşıma göre
burası biraz uzak. Tiyatroları , sinemaları kaybediyorum. Hakikatte otel-
de değil, büyük bir süt çanağının kenarındayım. Misis Helen ' in isteri !eri
tutmadığı zaman bundan daha rahat yer bulunmaz. Üstelik Hyde Park
bir adım ötede. Geçen akşam ağaçlar arasında batan güneşi seyredi-
yordum. Daha doğrusu puslu havada kıpkırmızı ve geniş bir çember
yapraklar arasında asıldı, durdu. Hyde Park'ın mesaha-i sathiyyesi 45
kilometre. Dedim ya burada nispetler hezeyan halinde. Saydıklarıma ,

140
TANPINAR'CN MEKTUPLARI

saymadıklarıma çok selam. Nişanlanan Kemal Elbirlik miydi? Bana


biraz havadis verin ki etrafa mahcup olmayayım. Hepinizin, Şerif'in,
karısının, Aziz Nesin'in ve diğer arkadaşların gözlerinizden öperim.

A.H. Tanpınar

41
Antibes, 14 Eylül 1959
Adalet,
Londra'da çok güzel, istediğim gibi, tam bir havadis ziyafeti mek-
tubunu almıştım . Yazık ki istim üzerinde idim. Paris'te de büsbütün
başka türlü oldu. İnan dostum, Londra' dan Avrupa' ya geçen insan biraz
da yıldız değiştirmiş gibi oluyor. Bütün o bakışınızı alıp götüren güzel
kızlar ve kadınlar, İngiliz örfünün sertliği ve hürriyetsizliği, zengin-
likler, parkların yeşili ile beraber kayboluyor. Yerine büsbütün başka
bir şey geliyor. Şüphesiz Paris çok güzel, hiçbir şeye değişmem ama ...
çirkin tarafı çok. Başta güzel denen şeyin azlığı geliyor tabii. Hakikaten
Anglo-Saksonlar tasavvur edilemeyecek kadar güzel. Fakat işte Paris' in
de kendisine göre bir havası var. Bir hava ki başka yerde bulunmuyor.
Hamid ' le Yahya Kemal 'in farkları bu iki şehirden gelse gerek ... Palavra
tabii. Çünkü Hamid'in ilk gördüğü şehir Paris 'tir. Avrupa şehri demek
istiyorum. Hülasa eski sevgili tekrar saltanatını kurdu, şimdi içmekte
olduğum -Tarık duymasın- cigara gibi. Göğsüm adeta çökük.

Bittabi (S) - Ey naz ü işve yfil ü bfil olan sana. Y.K. geldi.
Hastalandı, iyileşti. Kırıttı,
gezdi, gördüklerini bildiğin tavırlarla bana
anlattı. Dört gün de ona koy. Derken Adnan ... Gayet sevimli, lüks eşya
zekasıyla. İki gün sonra S.'yı Adnan'a teslim ederek ben yola çıktım.
Bu sefer cenubu görmek istiyordum .. Ve Sabahattin'in de orada
olacağmı tahmin ediyordum. 13 saat sonra Fransa denen bahçeden geç-
tik. Hiçbir zaman İngiltere kadar renkli değil, fakat harika güzel. Abidin
çok güzel bir evde oturuyor. Akdeniz balkonunda. Ama Sabahattin
yok. Bergen' den yedisinde gelecek olan Sabahattin' den haber bile

141
ADALEf ve MEHMET ALİ ClMCOZ'A MEKTUPLAR

yok. Doğrusu merak etmeğe başladım. Burada Pertev, Abidin, Avni ,


Pertev' le Abidin ' in karısı sabah akşam birbirimizi görüyoruz. Güzin' in
güzel bir otomobili var. Dün gece Fikret Mualla'ya kart bırakmak ister
gibi Cannes'a gittik. Tabii bütün sahil ışıktan kınlıyordu. Muhteşem
oteller, caddeler, tatil başladığı için hırdavat tarafı gitmiş, zenginler ve
güzeller kalmış bir kalabalık. Turizm denen şeyin kraliçesi. Bir asrın
can sıkıntısı ve rezileti ile beslenen, süslenen bir kadın. Ara sıra bir
otomobilde bizimkilere hiç benzemeyen bir milyoner geçiyor. Sinema
ilanları, mağaza ışıkları , hıncahınç kahveler. Hülasa iki gün sonra
benim için eskiyecek bir yığın şey. Çünkü bu hayata girmemin imkanı
yok. Biliyorum ki, Carlton' da sekiz gece yatsam başka türlü bir insan
olurum . Ama kabil değil . Onun için, sadece şaşıracağım ve benimse-
yemeyeceğim yalancı elmaslar satan bir kuyumcu dükkanı gibi her
tarafım inanamadığım pınltılarla doldu.

Sabahattin'den sonra ikinci hayal sukutu havanın bozmas ı.


Evvelsi akşam, dün sabah o kadar munis olan deniz kudurdu. Galiba
lodos olacak. Acaip bir fırtına denizi ve etrafı altüst ediyor ve bittabi
onunla beraber baş ağrıları, tatsızlık ... Daha çalışmaya başlayamadım.
Zannediyorum ki hava açılırsa burada kalacağım. Romanın mühim bir
kısmını burada bitirmek istiyorum. Allah kısmet ederse, tabii ayrıca
da biraz cenubu görmek. Belki İspanya'ya inerim. Belki de İtalyan
Riviera'sına geçerim. Programda her ikisi de var. Fakat asıl İtalya seya-
hatimi gelecek yaz yapmak istiyorum.
Sizler ne hiildesiniz? Deniz beni berbat etti. Müthiş bir hasret var
içimde. Hiila Tacettin'e geçmiş olsun diyeceğim. Bütün tanıdıklara çok
selam söyle ve Hamdi nefes almak, hepinizi tek tek hatırlamak için
havanın düzelmesini bekliyor, de. Çünkü ne bu pelte gibi gök altında ,
ne gürültü cehenneminde insan hiç de kendisi değil.
Tekrar tekrar hepinizi kucaklarım. Sabahattin için gazetelere ilan
vereyim mi? Mehmet Ali ne yapıyor? Doktor Kemal'in midesi ne
oldu? Haydi gözlerinden öperim canım.
AH. Tanpınar

142
TANPINAR 'iN MEKTUPLARI

Bittabi mektubu veremedik. Böyle bir mektubun da Paris'te bek-


liyor, kağıtlarımın içinde. Daha etrafımı göremedim. Çünkü Abidin
ve Pertev'le, hülasa bizim taife ile balayı yaşıyoruz . Fakat Sabahattin
nerede? Bu adam deli mi? Bu kadar insan nasıl bekletilfr? Bilhassa
ben aşağı yukarı onun hatırı için İngiltere'den döndüm. Bütün bunları
geriye bırakıp iki ay daha kalabilir ve bir İngilizce kursuna devam eder-
dim. Azra onun naffiına müthiş teminat vermiş. Yani herkes yüzde yüz
geleceğini sanıyor. O kartından sonra iki satır bana yazamaz mıydı?
Yoksa hastalandı mı? Hakikaten meraktayım ve üzülüyorum. Bu işte
benim tarafımdan yapılan bir sakatlık var mı , yok mu? Bu da bir mese-
le. Malum ya, bütün kabahatler benimdir. Ne yaparsın? Yaratılış böyle.
Fakat asıl mesele onun ne halde ve nerede olduğu ...
Dün Antibes'de kayboldum. Hiç böyle şehir görmedim. Sahilde
ve ona müvazi biraz daha yukarda iki caddeden başka düz yol yok.
İniş, çıkış, merdiven ve kavis, zaviyeli zaviyesiz bir yığın kavis. Ben
Abidin ' in evinin bulunduğu limana ve istihkarnlara gideyim derken
geçmişim, Juan-les-Pins'in yolunu tutmuşum. Neden sonra aklımız
başımıza geliyor, hadi gerisin geriye ... Fakat bu aşık yolunu şaşırdı
demek için de bul bakalım gideceğim yeri.
Bu sabah hava düzeldi . Büyük bir elmas içinde gibiyim. Karşımda
Vauban ' ın yaptığı bir kilise, başımın üstünde tozlu bir asma, dört
yanım yeşillik ve on adım ötemde masmavi gülümseyen deniz, cenup ...
Cenup güneşi.
Dediğim gibi şimdilik Abidin 'lerle beraberiz. Güzin'in otomo-
bili, yenilik, filan. Fakat onlar az çok bütün bunlara doymuşlar. Ben
ise Saint-Rafael'den İtalyan Rivierası' na kadar gitmek istiyorum.
Mamafih bu akşam yine civarı gezeceğiz. Fakat etrafımı iyi görmek
için biraz da okumam lazım. Galiba bir rehber alacağım.
Boğaz ' dan şikayetin beni çok düşündürdü . Kabahat Boğaz 'ın mı?
Yoksa yaş dediğimiz ayaklarımıza vurulmuş pranganın, hayatımızın
mutlak şeklini almış olmasının mı? Senin için şüphesiz mevzuubahs
değil , ne de Mehmet Ali için ama, yine de bu işte bunun, yahut bu
cins şeylerin payı olsa gerek. Mamafih Boğaz'da deniz kenarının

143
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

sıkıcı bir tarafı bulunduğunu ben çoktan tattım. Akan suyun tatsızlığı.
İpnotizmaya benzeyen , hatta zaman zaman sizi de alıp götüren tatsız­
lık , bunu Kuzguncuk' tan bilirim. İstanbuJ'un en iyi sayfiyesi otomobil
ve biraz fazla paradır.
Adalet'çiğirn aldırma , işte ay açılıyor. Yakında dünyanın dört
tarafından fedakar gönüllüler istenecek. Aya gideriz. İş imkan dahiline
girince ben de merak etmeğe başladım.

Süheyla'yı pek gücendirmişsiniz. Kız bütün gün çalışmış, çaba-


lamış, size pastalar hazırlamış, ıstakozlar buldurmuş , hülasa benim bir
türlü nail olamadığım bin türlü incelikler ve himmetler... Ve hiçbiriniz
gelmemişsiniz .

Haydi bu on beş eylül sabahı faslı da burada bitsin. Üç gündür


Güzin, Aragon' un La Semaine sainte'ini medhede ede bitiremedi ,
üstadın ne mal olduğunu bilmeme rağmen dün kitabı aldım. Aragon 61
yaşında. Benden iki yaş fazla. Belki bana da ümit verecek bir şeyler
yapmıştır. Ah bu yaş meselesi, bu içimizden kendimize tuttuğumuz
korkunç ayna. Hiçbir şey onun kadar zfilirn olamaz. Bu yamyam , bu
korkunç maske hayatın her dönemecinde karşıma çıkıyor.
Doktor Kemal' in hastalığı, bu hastalığın etrafta yaptığı ak.isler,
herkesin kendi hesabına onun etrafında giriştiği iç pazarlık çok hoşuma
gitti. Fakat bana kalırsa Mehmet Ali artık hasta değil. Sadece sana ve
etrafına nazlanıyor; tabii farkında olmadan .

Onun ve senin , saymayayım bütün dostların gözlerinizden öperim.


(Bir itiraf: Bu cenup seyahati değil, cenupta bitlenme, benimkinden
bahsediyorum tabii'. Sabahattin'den haberiniz olursa bana da bildirin)
Haydi hoşça kalın .

A.H. Tanpınar

Adres: Antibes A .M. (Poste restante)

144
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

42
Sete, 26 Eylül 1959
Adaletçiğim ,

15 tarihli mektubun dün elime geçti. Tabii epeyce şaşırdım.


Halbuki arada sana birkaç kart ve uzunca bir mektup göndermiştim.
Sabahattin Antibes 'e birkaç gün için uğradı. Giderken kendisine
Şalimar için talimat! verdim. Vakıa iki bin frank ayırdım ama, sana
gerektiği gibi hürmette kusur etmeyeceği için icabında arttıracağını
tahmin ederim. Hülasa sana bir şişe Şalimar geliyor. Ben Paris'e gel-
dikten sonra ise ara sıra gelen gidenle gönderirim. Bilirsin Fransız malı ,
yoksa Londra'dan Orhan' la gönderirdim. Antibes'de yoktu; yahut ben
bulamadım.

Antibes'de on üç, on dört gün kaldım. Abidin, Avni, Pertev, Güzin


Hanım, annesi , Pertev'in kansı oradaydılar. Küçük bir koloni hfilinde
idik. Güzin iyi otomobil kullanıyor. Beni epeyce gezdirdi. Picasso'nun ,
Matisse'in, modemler içinde en çok sevdiğim ressamlardan biri olan
Soutine'in ve bu yarım asrın bence en büyük ressamı Bonnard'ın gez-
dikleri, yaşadıkları, tabir caizse ilham aldıkları yerleri gördük. Geçen
seferki seyahatimde o kadar boş uma giden Picasso güvercinlerinden
bir çift güvercin Saint-Paul 'e gittiğimiz akşam, çay içtiğimiz taraçada
adeta raks ettiler. Yine bu Saint-Paul'de ve yanı başındaki Cagnes'da,
Bonnard'ın bazı peyzajlarını adeta tanıdım . Bunlar gibi zamanımızın
en büyük palavrasını, Picasso'nun "Harp ve Sulh"unu da gördüm.
B ittabi ne harp, ne sulh, ne de muvaffak eserlerinin Picasso'su. Bu
kadar kötü şaka, bir şöhretin bundan daha ayıp şekilde istismarı kabil
değil. Resimle alakası bile yok. İnsan , Picasso'yu ancak birkaç çizgide
tanıyabiliyor. Fakat ne yaparsın, zamanımızın insanları ahmak olmak-
tan hoşlanıyorlar. Bize bilet satan herif, belki ekmek parası aşkına,
resim edebiyatının bütün hususiyetini saydı, yine bitiremedi. Hakikat
şu ki insanlar aldanmaktan ve aldatmaktan hoşlanıyorlar. Hülasa
Antibes'deki günlerim hiç de fena geçmedi . Kuzguncuk'tan beri denize
bu kadar yakın pek kalmamıştım.
Otelim Nice yolunda bir köyün tam ortasındaydı. Deniz veya sis

145
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

her lahza bulunduğum yere giriyordu. Abidin'in taraçası ise büsbütün


başka bir şeydi, bütün ufku alıyordu. Yazık ki, mevsimi değildi. Ben
geldikten biraz sonra havalar bozuldu, deniz hırçınlaştı, hatta bir iki
hatırı sayılır yağmur bile yağdı.

Sabahattin, hanımlar gittikten sonra meşhur çantasıyla geldi.


Bilirsin, aziz dostumuz film ve fotoğraf merakıyla ebe hanımlara,
seyyar dişçilere benziyor. Daha doğrusu ilk sinemanın çıktığı devir-
lerde böylesi insanlar vardı. Abidin derhal faaliyete geçti, etrafındaki
ressam ve şair dullarıyla -Fransa'daki ressam ve şair ve fiatı hakkında
Abidin'in bu kfilıya kadınları sayesinde bir fikir edindim- Antibes
müzesinde bir matine yaptı. Sur-name müthiş bir muvaffakiyet kazan-
dı. Dün hareketimden evvel Güzin'in telefonundan öğrendiğime [göre] :
Paris'te Musee de l'homme'daki gösterme fevkalade mükemmel olmuş
ve belli-başlı yüz kişi yine bilhassa Sur-name' yi pek sevmişler. Zavallı
cedlerimiz, .bir türlü kitaptan duvara, geniş buuda atlayamamışlar.
Bunu yapsaymışlar, gerçekten bir resim sahibi olacakmışız. Çünkü
Sur-name, eskiye o kadar alışık olmama rağmen, bu sefer ışıkla büyü-
yünce beni de hakikaten sarstı ve Sabahattin'i iki defa öptüm. İki arka-
daş mühim iş yaptılar.

Abidin'in aklına uysaydım, bu sabah Aix yolunu tutacaktım.


Bereket versin ki, insanları hatır kırmamak için dinleyenlerdenim. Sete
harikulade güzel bir yer. Valery'ye ait bir iki hatıradan başka hemen
hiçbir şey, hiçbir sanat eseri yok. Kanallarıyla biraz Anvers'i hatırlatan,
nispeten sakin, şirin bir Akdeniz şehri. Masmavi bir deniz, bir yığın
mavi kanallarda kocaman şilepler bekliyor. Büyükçe bir gar. Ve şehrin
sağında, tepede, Valery'nin o güzel "Deniz Mezarlığı"nda anlattığı
mezarlık. Şehre saat üç buçukta geldim. Dörtte bu mezarlıkta idim.
Yazık ki, kapıcıyı tam bana Valery'nin yattığı yeri göstereceği anda
çağırdılar ve ben bermutad tarifle mezarı bulamadım. Bu arada bir de
efendice düştüm. Şimdi sol omuzum, sağ dizim sızlıyor, ayrıca da fıtık
yerinde hafif bir ağrı var. Ama zararı yok. Üstad için bu sıkıntı değer.
Mezarı, benim gibi ziyarete gelen biri, Sete'li iki delikanlı göster-
diler. Grassi ailesinin mezarı. Büyükçe bir taş üzerinde anne babasının,

146
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

dedesinin adları var. Dipte kenara Paul Valt~ry diye yazmışlar. Doğum
ve ölüm tarihleri, bir de "Deniz Mezarlığı"nın o çok manalı ilci mısraı:

Bu güzel mermeri senin hatınn için parçalıyorum;

Şair, deniz, deniz, bitmeyen deniz. (Hep yeniden başlayan deniz)


dedikten sonra,

Her düşüncenin mükafatı ,


İlahların sükununa uzun bir bakış.

diyor. Vakıa Türkçesi hiç de Fransızcasına benzemedi. Rilke Almancaya


tercüme etmiştir; merak edersen, ki değer, orada da bir ara. Ben bu
kabrin birçok fotoğrafını görmüştüm; fakat hatırımdan çıkmış olacak.
Mısralar hakikaten güzel ve Valery davranışını çok iyi anlatıyorlar
ama, yine de bu ilci mısraı seçmelerine biraz şaşırdım. Çünkü bütün
manzumede bu davranış ve bu kudret var. Ben böyle ilci mısra seçmez-
dim, demek istiyorum. Başkasına bırakırdım. Ne garip şey bu insan
ömrü. Asrını doldur, herkesten , hepsinden üstün zeka ol, sonra birkaç
metrelik taşın altına gir ve kaybol.
Antibes 'den dün ayrılırken içimde ancak bir mektep çocuğunun
duyabileceği bir heyecan vardı. Beni teşyie gelen Abidin'le doğru
dürüst konuşamadım bile. Yazık ki demiryolu, yanlış oldu, gişe memu-
runun yaptığı bir yanlış yüzünden her şey altüst oldu. Herif bana
dokuzda Sete' de olacağını söyledi, halbuki aktarına yapacağım tren
Marsilya'ya dokuzda geliyormuş. Sete'e ise ancak gece yarısı varmak
mümkünmüş. Ne ise bunu trende öğrendik. Marsilya'da kalacağız.
Marsilya'ya çıkınca büsbütün başka bir yanlış ortaya çıktı. Marsilya'ya
kadar turistik dönüş biletim vardı. Trenden inmemek için Antibes'den
gidiş-geliş Sete bileti almak istedim. Herif o kadar ciddi izahattan
sonra bana bir Antibes-Marsilya ve Marsilya-Antibes bileti vermemiş
mi? Ben Konya'da iken Almanca öğrenmeğe karar vermiş, ciddiyetle
çalışıyordum. Günün birinde hocamız mektep için bir Flore ısmarladı.

147
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

Epeyce bekledikten sonra hakikaten büyük ve güzel bir coğrafya atlası


geldi. O zaman ben de Almanca dersini bıraktım. Bu sefer aynı hikaye
hatırıma geldi . Dedim, Fransızcamı anlamadı , Fransızca konuşamıyo­
rum. Sabahleyin turistik kısmı müdürüne bayağ ı korkarak: gittim. Ne
ise adam itizar etti, "mekanik iştir, kusura bakmayın", dedi de biraz
rahatladım. Yoksa dönüyordum hani ... Marsilya macerası da başka
türlü ömür oldu. Meğer şehirde panayır varmış. Otellerde yer bulmak
imkansız. Sainte-Marie diye küçük bir otelde -yanj senede kırk milyon
filan kazanan cinsten- güç bela bir oda bulduk, ama ne oda .. . Sabaha
kadar asansör sesi ve ayak yolu sifonu. Dört nembutal ile ancak bir saat
uyuyabildim. Yağmur şakırtısı da caba.
Otele eşyayı attıktan sonra yemeğe gittim. Yarabbim bu Fransızın
yemek yiyişi. Yanımda karı koca dört kişi vardı. Hepsi o büyük zey-
tinyağı küpleri gibi: Benim ızgaram gelene kadar balık çorbası yediler,
onu yerken garsonla ıstakozun salçasını münakaşa ettiler, ıstakozlar
geldikten sonra sığır etillin pişme hikayesi baş ladı ve bu esnada gar-
sona, lokanta sahibine teşekkürler, her kaşıkta ve yudumda birbirlerine
mesut bakışları , görülecek şeydi .
Odaya mümkün mertebe geç gitmek için yemekten sonra bir fılrn
aradım . Maruzella diye -galiba böyleydi-, bir filme gittim. Çaçaça
aptallığı. Fakat güzel fotoğraflar vardı ve kız da hiç fena değildi, B .' ın
kansı H .'ye benzeyen üvey anne ile aynı adamı seviyorlardı. Meraktan
kurtulman için hemen söyleyeyim ki , üvey anne ile diğer aşığı öldü,
onlar da evlendiler. Sinemadan çıkınca bir yağmur, ama nasıl ? Her
taraf sel. Bereket versin bir taksi buldum. İyi , otele gidiyoruz. Hayır,
herif Nasrettin Hoca'nın ta kendisi. İneğin başını küpten çıkartmak
için hayvanı kesen cinsten. Sola gidemem, burada in. Üstelik de sağır.
Ne ise, anan yahş i , baban yahşi otele kapağı attık , attık ama hem sırıl­
sıklam , hem de pire almışım. Zorla sabahı ettik , biraz sızmışım . Şimdi
maskara, latif bir hava. Şurası var ki, mıntıka değiştirdik. Provence'da
değilim , Languedoc'day1m.

148
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

27 sabahı

Sabahleyin kilise çanlarıyla uyandım. Seksen sekiz sene evvel


çocuk Valery'nin başı ucunda kırılan sesler. Hava hakikaten güzel,
parlak ve mavi. Tam Akdeniz. Şehir Amsterdam veya Venedik'e
benzetilebilir. Ta Fenikeliler zamanından kalma. Bir göl ve iki dil
bu körfez sayesinde dünyanın belli-başh ticaret limanlarından biri
olmuş ... Müthiş İtalyan muhaciri var. Mederu, fakir Akdenizliler. Ah bu
Akdeniz kelimesinin manası. Ah bu ışığın hakiki çocuğu olmak, güneşi
kanında duymak saadeti ... Aşağıda barda balıkçılar, yolcular, sabah
keyfine başlamışlar, beyaz şarap içiyorlar.
Valery'nin de eserleri teşhir edilen müzeye gittim. Üst katta
büyükçe bir salon. "La Jeune Parque" ve "Deniz Mezarlığı" şairinin
birçok deseni, şunun ve bunun yaptığı resimleri, biri Mallarme'nin
(Manet'den), öbürü de Degas'nın kendi yaptığı üç heykelcik, manüsk-
riler. Hülasa zannettiğimden çok zengin bir salon. İki bilmediğim şey
öğrendim: Picasso, Valery'nin iki portresini yapmış (bu herifte iş var).
Bir de kimin yaptığını bilmediğim Valery'nin -kırk-kırk iki yaşlarında
iken- sakallı bir resmi. Sakallı ve şapkalı, hiç kendisi olmayan bir
resim. Valery'nin sakal koyuverdiğini bilmiyordum. Üçüncü sürprizim
-yahut müzenin sürprizi, mamafih böyle de kullanıyorlar- Pignon'un
Valery'nin Ağaç dialogunu tezyin için yaptığı litolar oldu. Belki de
ressamın en güzel eserleri. Fakat bu küçük şehir müzesinde hiç bil-
mediğim bir şey daha öğrendim, meğer Romalıların seyir ve eğlence
için yaptıkları deniz muharebeleri Sete'de, Cannes'da, bütün cenupta
hatta Lyon'da devam ediyormuş. Müzede bu deniz eğlencesini anlatan
Guardi veya Canaletto' nun sanılabilecek güzel de bir tablo var. Sahibi
belli değil. Ben manasına Ego yazılı. Valery'nin karısının .Renoir
tarafından yapılmış gençlik resmi, daha iyisi litografisi de çok güzel.
Bunlara denizden çıkarılmış, Balıkçı'nın Bodrum'da bulduklarına
çok benzeyen birkaç vazoyu -belki Yunan ve belki de Fenikeli- ilave
edebilirsin; üstlerindeki midye kabuklarıyla hala deniz kokan üç bin ,
iki bin yedi yüz senelik şeyler. Sete'de güzel balıkçı kayıkları -burada
yapılıyor, Valery bir yazısında över-, büyük kanalın benim otelimin

149
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

bulunduğu tarafta sahile çok yakın lokantalar var. Dün yemek yediğim
lokanta kanaldan iki üç metre geride bir de kameriye, yahut çardak
yapmıştı. Kendimi Boğaz 'da, Büyükdere'de sandım.

Hülasa Adalet otuz senedir. "Deniz Mezarlığı"m ilk okuduğum


günlerde tasavvur ettiğim hayal nihayet hakikat oldu. Ben Sete'deyim.
Fakat eski heyecanım kalmadı. On beş gün evvel Paris'teki odamda
asrın tek adamını , tek namuslu sanatkarını, konuştuğu dile hürmet
etmesini bilen adamı , zeka prensini daha iyi tanıyordum. Burada
dağıldı . Birden alelade bir turist oldum. Azan emeroitler, para hesap-
ları, yorgunluk, filan ... ve hepsinden beteri, onun için, bir başkası için
duyulan heyecanın gerisin geriye dönmesi. Zalim bir melek tarafından
çiğnenmiş gibiyim , her tarafım ağrıyor. Bu hislerde mezarlıkta geçirdi-
ğim bir saatin de hissesi vardır şüphesiz. Ne yapacağımı bilmiyorum.
Çalışabileceğimi sanırsam ve işe koyulursam burada, sanırım beş on
gün kalırım. Şehir küçük ve güzel. Tanıdık yok. Fakat kalacağımı
sanmıyorum. Yarınki pazar günü bunu öğreneceğim. Eğer bu gece
veya yarın sabah, beni burada tutacak kadar ilerlemiş bir şeye başlamış
olursam, kafamdaki kilit açılırsa kalacağım ...

29 Eylül 1959 Aix-en-Provence


Diyeceğim ama söyleyemedim, evvela mürekkep bitti. Sonra
Sete'den bıktım. Evvelsi gün Montpellier'de idim. Valery'nin M.
Teste' de bahsettiği nebatat bahçesini, pek az şey bulunan -zikre değer­
Montpellier müzesini gördüm. Dün gece Marsilya tarikiyle, efendim,
buraya geldim. Bu sabah erkenden otel aramaya -geceyi geçirdiğim
otelde ayak yolu meselesi feciydi, tabii adamına göre. Sabahattin olsa
pek rahat ederdi- çıktım, nihayet Sixtine hamamları yanında - talihin
istihzası- bizim Çekirge Palas'ın başka ve çok mükemmel şekli bir otel
buldum. Bu arada Cezanne'ın evine kadar gittim. Harika bir manzara-
da, şehrin bir ucunda küçük bir ev, bahçe içinde, yazık ki erken gitmi-
şim , kapalıydı. Tekrar gitmek gerekiyor. Mamafih güç değil. Otelim
müze ile Cezanne 'ın atölyesi arasında, hemen hemen ortada. Tek
pencerem ağaçlık bir bahçeye bakıyor. Cezanne ' ın defalarca yaptığı

150
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

üç ağaçla asılmış adam, yahut kendisini asan adamın evini görüyorsan


burada Cezanne'a ait muameleyi tamamlamış olurum.
Evvelsi akşam Montpellier' de bir kütüphanede Stephane Mallarme
ve Güneş Miti diye bir kitap buldum. Onu okuyorum. Cenuba inince
On dördüncü Louis'in Fransa için ne olduğunu öğrendim . Montpellier,
Sete, bilhassa Beaucaire hep onun imar ettiği yerler. Sete ' in ilk
kanalları Colbert' in, Montpellier'de güzel ne varsa Güneş Kralın. Bir
gezinti yeri var harika. Bittabi ortada heykelli, İskender edalı veya
Roma imparatorlarını taklit eden bir atlı heykeli. Fakat ağaçlar, küçük
kameriye kılıklı su taksim yeri, teraslar harika. Aix ' de henüz hiçbir şey
görmedim. Sadece Cours Mirabeau'nun iki ucundaki çeşmelere hayran
oldum. Ah bizim Anadolu şehirleri .. .
Hepinize selam. Yorgun ve uykusuzum. Gözlerinizden öperim.
A.H. Tanpınar

43
Paris, 22 Ekim 1959
Mehmet Ali, Adalet,
Bu günlerde yine kendi kendime konuşmalarım istikamet değiş­
tirdi, sık sık size hitap ediyorum. Mektup yazmamın deruni ihtiyaç
hfiline geldiğinin işareti, rakı sofrası kompleksi. Üç haftaya yakındır
ki Paris 'teyim. Cenup, fena değildi, fakat pek mahduttu. Müzeler ve
meydanlar bitince her şey bitiyor. Küçük bir şehirde benim gibi bir
yabancı bile herkesi iki günde tanıyor ve üçüncü günü aynı adama
günde beş-altı defa rastladığını fark ediyor. Antibes'de hemen herkesi
günde on defa görüyordum. Aix'de büyük çingene gözlü bir kız vardı ,
o kadar rastladım ki , son günü acaba evli miyiz diye şüpheye düştüm.
Şüphesiz bu iç içeliğin güzel tarafı bulunabilir, ama yerliler için , yemek
masasında , poker masasında , dedikodu, komşu veya dost yatağında,
iş başında. Antalya, Erzurum, Konya, hatta Ankara'da şahit olduğum,
tecrübe ettiğim şeyler. Vilayetler, ya çocuk denecek yaşlarda okuduğu-

151
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

muz Albert Samain'in elegie'leri (Bir saat çalıyor uzakta, ben nereye
gittiğimi bilmiyorum, kalbim seninle o kadar dolu ... Ah bir bilseydim),
yahut da Sartre'ın Bulantı 'sı. Hatta her ikisi birden. Aix'de bütün
ömrümce hatırlayacağım çınarlar ve Bursa'dakilerden çok ayrı çeşme­
ler vardı. Dünyada bu kadar aristokratik şehir olabilir. Otel sahipleri
bile sanki kendilerine takdim edilmemizi bekliyorlar gibiydi. Müzede
çok güzel şeyler vardı. Küçük ve güzel primitifler, Bizans resimleri,
harika İtalyanlar. Fakat hep küçük eb'adda. Çoğu bir tek ressamın
koleksiyonu. Avignon'da Papa sarayı, köprü ve nihayet bu köprünün
XV. Louis devrinden kalma türküsü. Müzede de birkaç güzel Soutine,
bir Gericault, filan. Fakat hepsi bana şimdi can sıkıntısından her lokan-
tanınki ayn ayrı , günde yüz defa belki okuduğum menülerin arasından
geliyor. Günde üç öğün yemeğin ne büyük içtimai nimet olduğunu ve
hiç olmazsa iki buçuk saati nasıl doldurduğunu bu taşra şehirlerinde
anladım. Daha altı. Bir daha saate bakıyorsun, altı buçuk . Bir koşu,
gömlekçinin vitrini, arkasından tek kitapçı , ne ise, yediyi bulduk.
Şimdi lokanta seçelim. Bu menüler de bazı doğurma meraklısı ailele-
rin çocuklarına benziyor, her yaştan , yani her fiattan var. Dört buçuk,
altı, altı buçuk. Yedi buçukla on bir arasındakilerle ahbaplık mümkün.
iV. Henri soslu tavuk, hardallı istakoz kuyruğu , domatesli patlıcan
kızartması... ve bir yığın seçme monoloğu. Sekizde tam yorgunsun, bu
sefer tercihsiz, filan, rastgeldiğin lokanta ve arkasından para hesabı.
Tam para hesabının ortasında, şaraptan kıstığını bir misli ile vermeğe
mecbur olduğun bir hayır cemiyeti şantajı. Genç genç rahibeler siyah
çarşaflara bürünmüşler, ellerinde çanakları hababam sürtüyorlar, bayır
mı , gezme merakı mı? Bazıları da insana hakikaten kutsi lezzetler ve
arzular aşılayacak kadar güzel. Sonra malüller ve clocbard'lar, Yahya
Kemal' in tabiriyle silah arkadaşları; kaldırımda yaptıkları kilise resmi-
nin üzerine kıvrılıp uyuyan seyyah ressamlar. Bereket versin genç kız­
lar seyahate alışmışlar, yolunu şaşırmış güvercinler gibi dolaşıyorlar.
Ve karınları doymağa başlayınca müthiş neşeleniyorlar, kedileşiyorlar.
Seyahatlerim hep ikinci mevkide oldu . Zaten birinci bileti almış
olsaydım da pek bulamazdım gibi bir şey. Bazen, yahut umu-

152
TANPINAR'JN MEKTUPLARI

miyetle kompartımanda yalnızsın. Sete'den, yahut daha doğrusu


Montpellier'den Avigon'a pek eğlenceli geldim. Eski bir kantatris
yolun bir noktasında kompartımana girdi. Bütün Paris'i ve viJayet
kabarelerini, hatta komedi tiyatrolarını dolaşmış bir kadın. Yetmiş
dört yaşında bir sarışın. Korsikalı imiş. Daha üçüncü dakikada benim
gözlerime aşık oldu (yalan söylemiyorum. Bu seyahatte tek şansım bu
kadındır). Bize hayatını anlattı. Şarkı söyledi. Bittabi müthiş folklorcu.
Evi bilmem hangi resm! dairenin yanındaymış. Memurlar bizi işgal
ediyor diye şarkı söylemesini men etmeğe kalkmışlar. Gündüz kendi-
lerini rahat bırakması şartıyla akşamlan ve tatil günleri gelip şarkısını
dinliyorlarmış. Biz de dinledik. Sonra sıhhatinden bahsetti. Tansiyon
yirmi sekiz. Günde dört yüz gram et yemezsem rahat edemem. Sonra
pazılarını hepimize yoklattı. Bayağı pehlivan pazısı... Marsilya'ya
gelene kadar üç şişe bira. Avignon'dan Paris'e seyahatim büsbütün
başka türlü oldu . Hatta biraz aristokratik . Beş kişiydik ve hepimiz
polis romanı okuyorduk. Güzelce bir genç kız, iki ev kadını, Yahudi
olması muhtemel bir iş adamı ve bendeniz. Bir ara polis romanlarımızı
bitirdik. Bu sefer değiştirme başladı. Mecburi tahsilin böylece yüksek
meyvelerini (semerelerini demeliydim) iktitaf ettik.
Bütün bunlar Paris'e nasıl kapağı attığımı size anlatabilir. Hay
Allah 'a şükür, doğru dürüst bir şehir. Evet sıkıntılı. Sabahtan akşama
kadar otomobil önünden kaçacaksın, her lahza motosikletin altında­
sın. Yarabbim ne kötü icat, zannederim ki insanlık kıyamet tablosu
yapmaktan vazgeçtikten sonra, boşluğu başka şekilde doldurmak için
motosikleti icat etmiş. İsrafil'in suru motosiklet gürültüsünün yanında
kaç para eder? Sekiz tekerlekli kamyonlar bile onların yanında sirk
arslanı gibi terbiyeli. Bana kalırsa cancağızım , motosiklet, Mösyö
Sartre'dan sonra, yahut onunla beraber asrımızın tek şımarık çocuğu.
Ve zannederim ki, üstadın asıl tesiri altında kaldığı şey de bu münase-
betsiz icat. Onun cambazlığıyla üzerinize geliyor, onun gürültüleriyle
sizi benirletiyor ve sonunda ... Devam etmeyeyim, belki beğenenler
vardır. Geçen gece son piyesinde idim. Hay Yarabbim, hay Yarabbim ...
Felsefe dersinin adı tiyatro. Küfıiin, zehirleyiciliğin, geç kalmanın -

153
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

kendi üzerinde geç kalma veya gecikme- adı.felsefe. Bütün bunlar da


yenilik ve mesuliyet hissi namına. Altona' ya kapanmış -belki mevzu-
unu dinlemişsinizdir- asil ruhlu bir genç, bir çeşit şantajla ikinci harbe
ve bütün aşağılıklarına iştirak ediyor. Üç sene şanh şerefli Bitler askeri
olduktan sonra Almanya'nın yıkıldığı ümidiyle merhumun günahlarını
ödemek için olacak, babasının evine kendisini hapsediyor. Ve orada
tavandaki yengeçlere hesap vererek, Hitler'in resmini taşlayarak,
kızkardeşini becererek on üç sene azap çekiyor. Bir masal nümunesi:
Benimle yattın? Ne çıkar sanki. Ben yatmadım ki ... cinsiyetti, cinsiyet
yattı .. ferdi böylece sildik, o halde nasıl oluyor da vicdan azabı taşıyor­
sun? Pek ala harpte yaptıklarını da cinse yükleyip (cinse yani espece'e)
rahat edebilirsin . Aksi: Madem ki bu kadar asilsin, o hfilde üç sene
Bitler şenaatine nasıl tahammül ettin? İlk cinayet teklifinde niye ken-
dini öldürmedin? Hitler'i öldürmedin? Yahut kurşuna dizilmeği temin
etmedin, yani bu işin çaresine bakmadın? Ama ıstırap çekecektim.
Yarabbim nasıl biçare bir piyesti. Nasıl mantıksız, nasıl dolandırıcı!
Bulantı'yı yazan, o kadar budalaca yerlerine rağmen büyük romanın
o harikulade yirmi-otuz sayfasını, Situations'lan, hatta Gizli Celse'yi
yazan adam bu piyesi nasıl yazar? İşte asrımızın en korkunç tarafı
burada. Hiç eskimeyen Yunan masallarını nasıl aramazsın? İki bin beş
yüz senenin arasından dipdiri ve zalim ayakta duran Antigone'u, o
biçare Elektra'yı, Oreste'i ... Oedipe'i? Sartre'ın piyesini seyrederken
bizim meşhur Yahudi hikayesinin doğruluğunu bir daha anladım: (İki
bin seneden bana ne? İsa'yı öldürdüğünüzü ben şimdi öğrendim ...)
Ama gecikmiş, bitmiş. Yahudi haklı. Biz yükseğe, bizden yükseğe
bağlayamadığımız için hadiselerimiz sadece aktüalite, binaenaleyh
anekdot kalıyor. Yunan'sa Tanrılara bağlamış. İnsanın kaderi yapmış.
Biz gazeteyi icat eden, onunla duyan insanlarız. Gazete yetişmemiş
gibi radyoyu, filan ... Sartre istiyor ki, kendi altın devri olan felaketleri
unutmayalım. Peki rahatça hatırlat. Ama ben modernim. Teknik kabul
etmem. Peki modem nedir? Modem benim egzistansialist felsefemdir.
Nedir bu? Kızkardeşiyle yatmak ve hayata küfretmek. Dostoyevski ...
Ama Dostoyevski böyle yapmıyordu. Her türlü insan aşağılığına rağ­
men, romanında insan ıstırapları namına (b .. bir şey ya!) orospunun

154
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

ayağını öpen bir kahramanı vardı. Dostoyevski haşa adamı hasta gös-
terirdi, ne ise münakaşayı bir tarafa bırakalım da piyese gelelim.
Bu ahlaklı genç sonunda da kardeşinin karısı ile yatıyor, yahut
ayartıyor. Böylece asil ruhundaki isyan hissini bize iyice duyurduktan
sonra, Almanya'nın hfila ayakta durmasından mustarip, intihar ediyor,
yani bir otomobil kazası hazırlıyor. Dönmeyeceğini anladığımız bir
yola çıkıyor. Rahmetli Yahya Kemal'in bir hatırası vardı: (Kaynanasını
becermerniş Ermeni yoktur ama doktor M ... bu işin tadını kaçırdı)
derdi. Mösyö Sartre da öyle. Bir türlü şu tabii işi doğru dürüst yapma-
ğa razı değil . Yarabbim sen bizi çirkin dahilerin şerrinden koru. Asıl
felaketi, Sartre'ın hiçbir cümlesini feda edememesi. Hiçbir şeyi bizim
anlamamıza bırakmaması. Galiba Gizli Celse'nin filminden gelecek;
ikide bir yandaki kapı, mazi kapısı açılıyor ve Alman zabitleri giriyor,
Almanca emirler veriliyor. Bir insan nasıl tenezzül eder buna! İlla ki
hatırlayın ... diyor. Halbuki yarı Avrupa'yı gezdim, refah içinde boğulan
insanlar. Hiç kimsenin maziye dönme niyeti yok. Amele burjuvalaşı­
yor, farkında değil. Almanya ... dev gibi ayakta.
Shakespeare'le daha şanslı çıktım. Genç bir trup Dördüncü
Henri'yi almışlar, ne istiyorlarsa Shakespeare'e söyletiyorlar; tek keli-
mesini değiştirmeden. Çünkü Shakespeare tiyatro muharriri. Evvela
müthiş bir Ortaçağ vizyonunun çatısını kurmuş. Sonra da Falstaff diye
her şeyi söyletebileceği bir adam koymuş ortaya. Piyesten, Falstaff'ı
ve Shakespeare'i çıkar, orta mektep müsameresi olur. Oyuncular ise,
bilhassa Falstaff'ı oynayan, harika idi. Sokağın Fransızcasıyla, yarı
sarhoş, kirli, pis, sinik nasıl yuvarlandı durdu sahnede.

Comedie-Française'in Tartufje'ü şöyle böyle idi. Bizim sahne-


lerde Moliere daha mı iyi oynanıyor acaba? Yazık ki Jouvet filan gibi
hakikaten büyük artistlerde Moliere göremedim. Fakat Vefık Paşa'nın
kurduğu ananenin bizde çok sağlam bir şey olduğuna inanıyorum. Herif
evveıa bütün Moliere'i Türkçeleştirmiş. O kadar ki, adaptasyonlarını
Fransız sahnesinde seyretsem biraz şaşırırım gibi geliyor. Tartufje'den
evvel Kadınlar Mektebi'nin tenkidi vardı. Küçük bir sahne. Bir nevi
modernizm beyannamesi. Çok güzel bir kadın, tatlı tatlı gülümseye-

155
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTIJPLAR

rek bizi çıldırttı. Yazık ki, öbür piyeste rolü yoktu. Galiba Comedie-
Française'e oyunun manasızlığına rağmen gideceğiz. Düşündükçe
bu kadar güzel şey nasıl mümkün olabilir diye şaşırıyorum. Bu arada
Şarlo'nun Diktatör' ünü (Avignon 'da), eski filmlerden de (okunamadı)
burada gördüm. Diktatör hafifti, yalnız bazı sahnelerde hoşuma gitti.
Köpek hayatına bayıldım, fakat nasıl diyeyim, büyük artist değil. Bir
yerde kalıyor. Yine Modern Zamanlar'ı inşa edip gerisinde dikkatli
davranmalı. Maskara her zaman çekilmiyor, yahut Shakespeare'de
olduğu gibi (Dostoyevski 'de de öyle) dramın içinde, getirdiği değişik­
lik ve cesaretle güzel oluyor. Bu günlerde bilhassa Vanya Amca'ya git-
mek istiyorum. Ben Çehov hikayesini sevmem -ayıp değil ya!- fakat
tiyatrodaki dehasına hilikaten hayranım. Bu yetmiş senenin bence en
büyük tiyatro muharriri Çehov'dur. Birçoklarının peşinde koştukları
şeyleri kendisinde hazır bulan adam. Ne şiir, ne hülya yüklüdür. Bütün
mesele hafiflikte. Shakespeare hafif, Racine hafif, Moliere hafif, hele
Yunanlılar yazmamışlar denebilecek kadar hafif. Gogol hafif. Bir de
Maxime Gorki oynuyor. Sonra Anouilh var. Ama onu merak ettiğim
için göreceğim.
Ne ise bu kadar sanat hayatı kafi. Mübin çok orijinal bir sergi açtı.
Ve iyi kritikler aldı. Fakat ben size bir şey söyleyeyim mi? Resim mazi-
ye karışmış, artık resim olmaktan çıkmış. Tıpkı şiir gibi. Ressamlar ve
tevabii birbirlerini alkışlıyorlar. Yazık, merhum iyi sanattı. Mektubu
burada kesiyorum. Tebyize kalksam günlerce kalacak. Sizden mektup
ve havadis bekliyorum. Doğrusunu isterseniz sıhhatinizi de merak
ediyorum. Beni hiç bu kadar mektupsuz bırakmamıştınız. Acaba diyo-
rum, kendilerini bırakıp da Zibidi ile muhabereye başladım diye bana
darıldılar mı? Emin olun ki onu size tercih etmem. Sükuttan başka
ne bilir? (Hep pot kırıyorum) yahut da münasebetsiz yere havlamayı,
ortalığı pislemeği. Sabahattin'in kulağı çınlasın! Doyamadım oğlana.
Bir istediğiniz var mı? Ulvi tiyatroya dair bir şey istemişti, lütfen yazın.
Sabahattin burada Alain'den para alamamış . Benim kabahatim
oldu. Fakat o da işi hafife aldı. Daha fazla isteyebilirdi. Hatta benim
otelde hesabıma kalabilirdi. Zaten zorla o kadarını da verdim. Ben ilk

156
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

fırsatta Adalet'e tekrar parfümünü gönderirim. Mehmet Ali de bir şey


istiyorsa yazın. Yolcu bulundu mu her şey kolay.
Herkese selam. Magda'ya hoş geldinler. Hepinizin gözlerinizden
hasretle öperim.
A.H. Tanpınar

Mektubun hiiline bakmayın, üç gündür nezleyim. Burası da


İstanbul gibi, hava bir bozuyor, bir açıyor. Otel kaloriferi yaktı.
Akşama kadar... Bittabi giyinmek meselesi yine dert. Dün pardesüye
hırkasını taktım. Bu sabah terden boğulacaktım. Yeleği çıkarmak, hır­
kayı atmak için otele (otomobille) kendimi zor attım. Hep aynı otelde-
yim. Biraz da tembellik, sünepelik ve birçok da imkansızlık yüzünden.
Fransızlar (bulmak) kelimesini (o kadar çok) beyhude yere kullanı­
yorlar. (Denicher) bulup çıkarmak ... Burada gerçekten birçok mese-
leler tesadüfe veya durmadan gezmeğe bağlı. Birincisini bekliyorum.
İkincisi benim için çok güç. Halbuki birincisi ikincisinin içinde. Yani
gezip dolaşan bulabiliyor. Muntazam yemekten, etten bıktım artık.
Muhtasar bir sofra istiyorum. Rakı ve bizim mezeler. Fransız ekmekleri
tam benim istediğim gibi kıtır kıtır. Fakat bizim diş ler eskidi mi ne?
Dayanmıyorlar. Teker teker kırılıyorlar. Dişçi bulacağım. Hülasa haya-
tım olduğu gibi devam ediyor. (Hatta sabırsızlığım da).

Yahu sizi yakaladım bırakamıyorum. Haydi Allahaısmarladık.


Yani dönüşe dokuz ay kaldı. Mazhar'ın gözlerinden öperim.
A.H. Tanpınar

44
Paris, 25 Kasım 1959
Adalet,
Mektubunu ve resmi aldım. Teşekkür ederim. İnsan böyle unutur
mu? Ben sizin namınıza bu seyahatteyim zannediyordum. Resim çok
güzel. Tabii sen de güzelsin, o başka. Fakat çıkartmasını da biliyorsun.

157
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

Haydi, biraz da seni kıskanmış olayım, ben resim çıkartmasını becere-


miyorum. Ya orangutana, ya hapishane kaçkınına benziyor.
Paris başladı. Kıyamet, gürültü. Fakat yorucu. Lenduha şehir, ne
kendisi, ne de aktüalitesi bitiyor. Hele nasırlar yaygarayı basınca, yahut
göz veya zihin ben yokum diye bağırınca , ister istemez, eski Buharalı
hanlar gibi oturduğun yere kapanıyorsun. Sonra birdenbire bir alarm
başlıyor. Ulan, ne yapıyorsun böyle? Paris kınlıyor, sen burada ...
Haydi siliihlannı takın. Silahlarım pardesü ve şapka. Bir gayret ... araba,
otobüs, metro, ne bulursan. Müze, sergi, opera, tiyatro, sinema. Fakat
yetişilir gibi değil. Üstelik sağ ayağımın serçe parmağındaki büyük
nasır. Aman kuzum biraz daha gayret. Nasıl, bücür bulunduğu yerden
beni idare ediyor._
Max Emst'in sergisi kötünün kötüsü idi. Othon Friesz'de bir-
kaç tablo ancak vardı. Fakat onların sayesinde, yani verdikleri
hayal sukutuyla empressiyonistleri bir daha dolaştım; Bonnard'larımı,
Vuillard 'larımı bir daha gördüm. Birincisinde Degas ile Lautrec, Manet
ve Boudin beni adeta yoluma koydular. Jeu de Paume 'dan çıkarken
hakikaten Paris'te idim ve Paris'te olduğuma şükrediyordum.
Gezdiğim sergilerin en güzeJj demeyeceğim, en güzellerinden biri
de Jacquemart müzesindeki Nadar, Constantin Guys ve terzi Worth
sergisi oldu. Son asrın hemen hemen yarısı. Üçüncü Napoleon devri,
Üçüncü Cumhuriyet. Girer girmez evvelii çocukluğumda serpintilerini
annemin dostlarının sırtında gördüğüm, sonra Servet-i Fünun kolek-
siyonlarında -Mai ve Siyah'ın tefrika edildiği yıllarda- seyrettiğim
elbiseler, bir yığın manken, bir vals müziğinde donmuş hareketleriyle
beni selam.ladılar. Sonra eldivenler, yelpazeler, şapkalar, firketeler,
lorgnette'ler, gülünç ayakkabılar... Gülünç ve güzel. Hepsi buruşmuş,
ferini kaybetmiş dantelalar, sararmış şapkalar bir köşecikte can ver-
miş kuşlar gibi tüyleri fersizleşrniş. Sonra birden Constantin Guys'in
mucizeli deseni, birinci sınıf bir Cremone kemanı gibi bu ölü şeyleri
durmadan canlandırıyor, caleche'lerde aynı kadınlar gülümsüyorlar.
Aşıkları onları takip ediyor, küçük bir kız bir İngiliz kırmasıyla uçuyor.
Arada bir İstanbul sokağı -çünkü İstanbul' a geldi- küçük bir carniin bir

158
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

yanı. Kının muharebesinden parçalar. Nadar ' ın fotoğraf panolarında


Nerval 'in ümitsiz bohem yüzü. Baudelaire'in kısılmış dudakları ve acı
bakışları, Ralzac'tan bu yana bütün bir muharrir kafilesi, Victor Hugo
dedemiz, filan falan. Sanki Şer Çiçekleri'ni, Balzac'dan Zola'ya kadar
bütün bir roman edebiyatını tekrar okuyorum. Kapınm yanında mavi
çuhalı, sırmalı, kısa boylu bir adam miyop gözleriyle bana bakıyor,
nerdeyse selfunlaşacağız , meğer bizim Üçüncü Napoleon. Biraz daha
ilerde devrin en tatlı insanlarından biri, Üçüncü Napoleon'un karısı
imparatoriçe Eugenie.
İki akşam evvel gittiğim Offenbacb ' ın Paris Hayatı ' nda bütün bu
kalabalık. Behemehal muasır olmasını isteyen, fakat tarihi çizgiye az
çok riayet eden bir mizansende yine karşımdalar. Güldüler, eğlendiler,
birbirlerini çimdiklediler, mahzun ve mesut ahmaklaştılar. Paris yara-
tamadığı zaman hatırlıyor.

Evvelsi gün Palais de Chaillot'da bir Beethoven konserinde idim.


Eski ihtiyar, ilahi haydut beni dut ağacı gibi silkti. Vallahi kemiklerim
çatırdadı. Leonore' un Üçüncü Uvertürü (Fidelio), Violon Konçerto ve
Beşinci Senfoni. Bayağı resim gibi herif perspektif yapıyor.

O nefesli sazların daüssılası. Miriam Loyar diye bir kadın keman


çalıyordu.Bilmem, ben fevkalade buldum.
Hülasa günler fena geçmiyor. Bedrettin Tuncel geldi. İlk hararetle
Paris'i altüst etti, sonra duruldu. Bazen beraberiz, bazen birbirimizi
atlatıyoruz.

Uopold Uvy Londra'daki sergisinden döndü. Müthiş kritikler


almış. Çok sevindim. Namuslu, haysiyetli ressam. Bilirsin ki Yahudi
sevmem. Yahut Mösyö Moris'ten ve kansından başkasına tahammül
etmem. Fakat Leopold Uvy'yi seviyorum. Baba adam. Burada Türk
talebesine , Türk ressamlarına nasıl dost, tasavvur edemezsin.
Devlet'in mükafat kazanmasına çok sevindim. Her şeyden sarf-ı
nazar hançerin yabancıya gitmemesi iyi oldu. Yeni mükafatlılara teb-
rikler ve devam temennisi.
Seni ve Mehmet A1i 'yi çok göreceğim geldi. Güzel veya tuhaf bir

159
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

şeye rastladım mı, yahut kendimi bir hamakat anında yakaladım mı ,


hep sizinle konuşuyorum. Tacettin, hanımı, Ulvi, Selçuk Hanım hepi-
nize hasretim. Ve hepiniz beraberimdesiniz. Aynı bölüğün atları gibi
olduk, gayet tabii... Zaman zaman arka odada olmak istiyorum. Fakat
öbür yandan da döneceğim zaman azaldı, azalıyor diye ödüm patlıyor.
Çünkü burayı hakikaten seviyorum.
Dün akşam Lurçat'nın sergisi vardı. Kendisi imalathanesi olan
şatoda bulunduğu için, vemissage'da karısı bulundu. Sevimli, alatur-
ka, şişman, güzel, neşeli bir kadın. Abidin'lerin pek ahbabı. Bucherie
denen, Seine kenarında bir lokantada yemek yedik. Harika güzel kadın­
lar vardı. Fakat en güzeli, çıktığımız zamanki acaip, yarı şeffaf sisti .
Güzin beni arabasında yarım saat dolaştırdı. Sis sefası yaptım. Yani
şiirimin ve estetiğimin elemanını seyrettim. Fakat galiba yorulmuşum
ve biraz fazla içmişim. Mektubun kısalığı oradan.
Son havadis: Beş şiir bitirdim. Bir başka mektupta yazarım.
İstediğim cinsten değil, fakat istediğim gibi. Yani ikinci tarzımdan.
Fakat memnunum.
Hepinizi kucaklar, bol bol öperim. Kemal Türkömer 'in güzel
bir mektubunu aldım. Yarın da ona cevap vereceğim. Mektup yaz.
Sevgiler, hürmetler.
A.H . Tanpınar

Bu sefer senden talihim yok. Bazil (yahut Vasil, ben Bazileus diyo-
rum) diye halis mujik bir velet var. Attığım her şeyi masaya koyuyor.
Yerdekileri at! diye sıkı tenbih ettim. Senin mektubunu birinci defa
okuduktan sonra bir iki ziyaretçi kabul ettim. Aşağıya indim. Bir şeyler
oldu. Geldim, ne senin, ne Tarık'ın, ne kardeşimin mektupları var ortada.
Şaşırdım kaldım. Herife soruyorum, "bavula koydum" diyor (bavul-
lardan biri kağıt dolabım. Ne yaparsın!). Ben bir türlü bulamıyorum.
Herhalde, atmadım diye temin ettiğine göre bir yere koydu. Meydana
çıkar. Çıkar ama benim de burnumdan gelir. Kuzum Allah aşkına, gücen-
me, darılma, mühim bir şey vardıysa, bana bir daha yaz. Tek bir odada
yaşamamın güçlüğünü tasavvur edersin. Gözlerinizden öperim.

160
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

45
Paris, 11 Aralık 1959
Adalet,
Mektubunu buldum. Bibliotheque Nationale'da bir tarihin ara-
sından çıktı.
Oraya kadar nasıl gitti? Bilmem. Belki de Karaçelebizade
Abdülaziz Efendi' nin ruhu ve maneviyatı seni bir evlat gibi seçti.
Çünkü medhetmek gibi olmasın ama; sen de bizim eski müverrihler
kadar gözü görür, kulağı işitir cinsten doğmuşsun. Hem görüyor, hem
de seviyorsun. Sade görmek kötü şey. Manasız. İnsanı dışarıda bırakı­
yor. Görmeden sevmek, hayran olmak, o da budalalık ... Sayende bir
hafta evvel bütün dostlarla beraberdim.
Lolita 'cılığı ayıplamayı benden bekleme. İçim gidiyor vallahi. Ne
var ki yaş geçtikçe insanda haysiyet fikri artıyor. Burada anneanne-
sinin ayakkabısını ayağına geçiren sokakta. Çünkü Lolitalar -hakiki
Lolita'dan bahsediyorum- düzgün ayakkabı meraklısı. Saint-Germain
kahvelerinde, Select'te dolu . Galiba tahsil ağır geliyor. Nasıl okumayan
erkek, ressam olmaya karar veriyorsa; .. Mamafih onlar da resimden,
şiirden , bilhassa romandan başlıyorlar. Geçen akşam muhacir kuş cin-
sinden bir Lolita'ya rastladım. Saat ona doğru idi. Komşu sinemaya
gitmek için otelden çıkmıştım. Yumurta gibi bir kız yaklaştı, yolunu
sordu. İlk önce itiyat bu ya, bizim evin adresini vermeğe kalktım,
tabii aklım başıma geldi. Sokağın başına götürdüm. Viyanalı imiş .
Paris' te bir haftadan beri bulunuyormuş filan. Onu kaderine teslim
ederek, ben de hamakatimden memnun, cinai film seyrine gittim.
Bizde Lolita'cılığın dövizi: Murdar öldüğüne yanmaz, öd ağacından
tabut ister, darb-ı meseldir. O, bu değil ama, şöyle bir aşık olsam fena
olmayacak. Fakat kimse haydi demiyor.
Pierre fena oğlan değildir. Fakat bütün Fransız gençleri gibi
kibirlidir. Hemen hepsi çocukluğundan Üç Silahşörü okur ve ciddiye
alırlar. Rahmetli Gerard Philippe'i bilir misin? Nasıl cins at gibi kırı­
tırdı. Hele Fransa ' nın dışında Fransız genci en aşağısı Ondördüncü
Louis sanır kendisini. Bu yüzden müsternlekelerden kovuldular

161
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ ' A MEKTUPLAR

ya. Burada da zenci oğlanlarının, ecnebi gençlerinin muvaffakiyeti


Fransızların fazla kibrinden ve burjuvalığından olsa gerek. Kızlara
durmadan nasihat veriyorlar. Bunlar işittiklerim. Mamafih Pierre'in
bir iki güzel dokümanteri var. Hele Saint-Louis'si hakikaten güzel-
dir. Tabii bütün Fransız filmleri gibi fazla konuşuyor. Turşucunun
hikayesini bilirsin. Adam çırağına sormuş: "Ulan bir haftadır gidip
gelirsin, halii bir okka turşu satmamışsın. Bu ne kepazelik ..." - "Nasıl
satayım, ustacığım, ben daha ağzımı açar açmaz, eşek anırmağa
başlıyor. İmkanı mı var?" demiş. Bunlar da öyle, Fransızcadan imaj
görmeğe imkan yok. Burada Otten diye bir gencin Türkiye için iki
kısımlık filmini gördüm. Herif sanki bütün film boyunca konuşması
yetmiyormuş gibi, üstelik bir de mukaddime olarak konferans veriyor.
Hem ne konferans ... Söyle, Çallı söyle! Cehaletine hayranım kabilin-
den. Her şey kafasında karmakarışık. Film de yer yer öyle ya. Düşün
bir kere yeniçeriler Topkapı sarayında babalarının evi gibi dolaşıyor­
lar. Ama Hazine dairesi yok. Ulı1fe günleri, isyanlar hariç saraya yeni-
çeri girmezdi. Girse bile korkusundan, hürmetsizlik hissinden ölürdü.
Sarayda bostancılar vardı , hademe vardı , içoğlanı vardı. Aynca da
harem ağaları. Bostancıların başı Darüssaade ağasıydı, haremağaları­
nın Kızlar Ağası. Sonra o mehter takımı kepazeliği ... Düşün bir kere
"Ey gaziler"i söylüyorlar. "Ey gaziler" Kırım harbi esnasında çıkan
bir havadır, yeniçerilerin ilgasından otuz, daha doğrusu yirmi dokuz
sene sonra. Dahası var, padişahın kapısında Abdülkadir MeragJ'nin
meşhur rast kıt'asıru okuyorlar: Sabah rüzgarı esti, korkarım fena iş
yapacak, sevgilimi uykudan uyandıracak ... Bittabi sinemada bütün
bunların kimse farkında değil. Ama bizimkilerin yardımıyla yapı­
lan bir filmde bu hataların bulunması ayıp. Filmin kapağında üç
vekfiletin, bilmem kaç umum müdürlüğün adı var. Ayrıca da tanınmış
birkaç kişinin. Musiki parçalan da çok kötü .. Haydi klasik musikiden
anlamasınlar, canım halk havası da yok mu? Radyo musikisi, en aşağı
cinsten fasıl. Buna rağmen film güzel. Fransız dostlarıma bakılırsa
bu sene Türkiye'ye epeyce turist gelecek. Hazır ol. Tanıdıklar gelirse
başındadır. Ben bile birkaç tanesini çağırdım. Meseıa Lurçat gelecek
sene muhakkak orada. Sevgi'nin oynamasını kaçırdığıma mütees-

162
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

sırım. Zaten hepiniz ben olmayınca harekete geçiyorsunuz. Orada


olsaydım avuçlarımı patlatana kadar alkışlardım. Ulvi' nin Polonius'u
da öyle. Herhalde fevkalade idi. Polonius ' un, bu işleri bilmem ama
pek alafrangası alaturkası olmaz gibi geliyor. Belki Ulvi 'yi bekleyen
bir tehlike var. Fazla Ulvi , kendisi, fakat bu sahnede, hakikaten kuv-
vetli bir artist olursa hiç de fena bir şey değildir. Çünkü kuvvetli artist
frenklerin disponibilite dedikleri o çok mühim hassaya maliktir. Sen
ikisinin de benim tarafımdan gözlerinden öp ve tebrik et.
Burada hayatım bildiğin gibi. Balzac'ın meşhur sözüyle, bir gün
lazım olur, diye durmadan yığıyorum, çok okuyorum. Çok şey görü-
yorum. Asıl kendi şiirlerim duruyor ama, vezinsiz beş-on manzume
bitirdim. Bu günlerde Victor Hugo ile fazla meşgulüm. Hatıralarını
okuyorum, müzesinde birkaç defa resimlerini seyrettim. Müthiş
ressam. Nasıl görüyor ve nasıl görünmenin peşinde. Sanki her tab-
losu sonsuzluğa veya boşluğa açılıyor. Tablo dedim ama, hakikatte
desen, pastel ve lavis. Bazen bu teknikleri şaşırtıcı şekilde karıştırı­
yor ve daima güzel neticeler elde ediyor. Müthiş bir ekspresionizrni
var, buluşları var. Mesela bugünkü tiyatronun ışık oyununu resimde
yapıyor. "Leopoldine'in Bir Düşüncesi" diye küçük bir resimde, kızı
ayakta ışıkta duruyor, etrafında düşündüğü şeyler, çiçekler filan göl-
gede. Bazılarında Seurat'ya, hatta olur ve inanılır şey değil , Lautrec'e
yaklaşıyor. Tabii muhakkak bu ressamlar onun eserlerini gördü demek
istemiyorum, fakat onlardan evvel kendi başına bulduğu muhakkak.
Hülasa yepyeni bir alem.
Hatıraları, yahut Jumal'i ise müthiş bir şey. Ama tam manasıyla.
Küçük küçük, bütün bir 1848 isyanı, Napoleon' un gelişi, darbe-i
hükumet, 1870 muharebesi, her şey fıkra fıkra anlatılıyor. Paris muha-
sarasında bir ay şehirde adeta tek kuvvet. İhtilalciler, hükGmet peşinden
ayrılmıyor. Şiirleri okunuyor, parasıyla top döktürülüyor. Biçare çok da
açlık çekmiş. Fareye kadar yemişler. Fare, ahtapot, fil , ceylan ... Hepsi
Nebatat bahçesinden geliyor tabii. En çok yediği at. Bir türlü hazmede-
miyor. Komik şeyler de yazıyor. Mesela "dün Theophile Gautier geldi.
Atını tutup almışlar. Şüphesiz yenecek". Bir hafta sonra "atı kurtardık"
diye seviniyor.

163
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ'A MEKTUPLAR

Hugo'yu okurken şunu anladım: Demokrasiler kralı kaJdmyor-


lar. Krallığı değil. Saltanat, şeflik cemiyet hayatının tabi! müessesesi
olarak devam ediyor. Sadece kral yok, krallık yarışı var. Lamartine,
Üçüncü Napoleon, Hugo , hepsi az çok birer kere kral veya imparator
oluyorlar. Hugo, Lamartine'in akibetinden ders aldığı için manevi
saltanatın peşinde. Hatta ayrıca da bir Avrupa cemfilıir-i müttehidesi
kurma peşinde. Hülasa latif ve şaşırtıcı... Tam zamanında elime geçti.
Müthiş bir nezle üç gün beni odaya tıktı. Keyifli keyifli okudum.

Resimlerini bir daha görmeğe gideceğim. Çünkü ne kadar dikkatli


olursanız olun, her şeyi göremiyorsunuz. Şimdi eskilerin neden o kadar
kuvvetli olduklarını anlıyorum. İnsan bütün ömründe on musiki eserini
dinleyebilir, yirmi kitap okuyabilir --doğrusunu istersen bir manada,
ben de bunu yaptım- ve on beş, yirmi tablo görür. Gerisi duman, lodos
dalgası, aç gözlülük filan. Eskilerin hayatı ancak buna müsaitti . Herkes
kendi kilisesinde çalınan musikiyi dinliyor, bulunduğu şehirde veya
gidebildiği yerdeki resimleri görüyor, beğendiklerini meşk ediyor,
kopya ediyor, sevdiği muharriri adeta insicamlı bir dünya yapıyorlar
ve onun içinde tekrar doğuyorlardı. Bizi hayatımızın bolluğu iflas etti-
riyor. Biz sinemayız . Satıhta kalmağa mahkum.
İnge'nin zarfilll da kaybettim, teşekkür edemem. Karttaki hey-
keller bana bakmıyorlardı , o da başka. Sevgilerimi, hayırlı seneler
temennilerimi lütfen söyle. Hakiye Hanım'a, Füreya'ya çok çok hür-
metler ve selamlar. Mehmet Ali' nin, Sabahattin' in gözlerinden öperim.
Ödül parasının mobilyaya verilmesi hoşuma gitti. Sabahattin'in hayatı
husus! estetikten kurtuldu, demektir. Çok sevindim. Gidince oturacak
yer bulacağız. Demek kendisi yapmağa kalkmadı. Mehmet Ali parayı
ne yaptı? O da sana bir şey alsaydı. Sıkıntıyı sen çektin asıl. Daktilo da
cabası. Selim Efendi'nin halefi kimdir? İnşallah yine bir saray cücesini
başınıza musallat etmediniz. Magdi'ye, bütün dostlara selam, sevgi.
Senin de gözlerinden öperim.
A.H . Tanpınar

Sen, ben geldikten sonra sahneye çıkarsın. Biraz da bana bir şeyler

164
TANPINAR 'iN MEKTUPLARI

kalsın. Mazhar ne hfilde? Hepinizi çok özledim.


Çöplük gözümde tütüyor. Mamafih buradan da pek memnunum.
Tacettin 'e, Celile Hanım 'a çok selfunlar ve sevgiler. Süheyla'yı darılt­
tığına iyi etmedin. Seninle dostluğu çok istiyordu. Mamafih üzülme.
Bir mektup her şeyi düzeltir. Acaba profesörlüğü ne oldu? Fakülte'den
hiç haber alamıyorum. Mamafih bu günlerde Mazhar'a bir mektup
yazacağım. Hoşça kal.

46
Paris, 8 Ocak 1960
Adalet,
Mektubunu lezzetle okudum, fakat kanmadım. Bu kadar az olur
mu? Bütün hikayelerin nihayeti gelecek nüshaya kalmış gibi. Sadece
önümden çok sevdiğim gölgeleri geçiriyorsun. Burada Noel acaip ve
sıkıcı -benim için- oldu. Sanki şartmış gibi bir yığın budalalık yap-
tım. O zaman zaruri görüyordum. Şimdi sadece, ne bileyim, acaip bir
şey.. Noel gecesini Abidin, karısı, birkaç Fransız dostları ve benim
dostum Doktor Laroza ile Sabahattin'in tanıdığı La Bucherie'de
geçirdik. Yemekler iyi, şarap mükemmeldi. Fakat hep bizim hfildeki
insanlar vardı, yani asıl Paris yoktu yahut öbür tarafı. Doğrusu nu
istersen sevdiklerimin arasında bulunmaktan mesuttum. Fakat görme-
diğim, göremeyeceğim şeylerin arasında olmadığım için hfila içimde
bir tuhaf duygu var. Bir şey kaçırmış gibiyim. Ben kendi hesabıma ,
Lido'da veya Veber, yahut Maxime'de isterdim bu işi. Aramızda güzel
bir kadın ve onun hazin istikbali, annesi vardı-. İstanbul'da doğmuş ,
Atina'da büyümüş genç bir ressam, bu hanımın öbür genç aşıkları
masamızı zaman zaman ziyaret ettiler ve genç hanımı galiba dans
için olacak, alıp götürdüler, tekrar getirdiler. Biz Laroza ile edebiyat
münakaşası yaptık. Abidin'in evinde Noel'den evvel yaptığı toplantı
daha iyiydi. Tristan Tzara, Horasyo adında bir İtalyan ressam, onun
karısı, bir-iki şair, mütercim hanım vardı . Görüyorsun ki, Paris'te hiç
eğlenemiyorum . Bütün hafta İstanbul'da dostlara hasret çektim demek

165
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

daha doğrusu. Notre-Dame'daki messe'i kaçırdık. Saint-Julien'e git-


tik, almadılar... Hülasa tam gavurluk bile nasip olmadı. Yılbaşı gecesi
Pertev'lerin yinni beşinci yıldönümüydü. Yazık ki, o davette bulu-
namadım. TVP'nin salonlarında eğlenecektik. Ben Laroza'ya daha
evvel davet edilm iştim. Üç kişi sabahın dördüne kadar Baudelaire,
Verlaine okuduk, Vivaldi , Bach dinledik. Tek eğlencemiz evin çocuk-
ları İsviçre'de olduğu için, canı sıkılan bir kedi yavrusu oldu. Sevk-i
tabitden gelen hareketlerini yüksek bir istidadın neticeleri kabul ettik.
Eğlendik , sevdik ve bittabi içtik.

Hülasa sizin neşeli Noel'e hiç benzemeyen bir gece. Ulvi 'yi de,
karısını da o kadar göreceğim geldi ki ... Bir tek kelime de yazamadım.
Mazhar' la Sabahattin' in arasındaki hadiseye canım sıkıldı. Belki de
heyecandan Mazhar unutmuştur. Rektörün açılış nutkundan pek bahset-
tiler. Merak ettiğim için gayet terbiyeli bir mektupla ve sade soyadında
yanlış yaparak, istedim. Gönderdi. Mühim bir şey değil hatta hiç değil.
Çünkü esas meseleye dokunmuyor. Hocalarımız derslerinde ihtisasları
dahilinde hükumeti tenkit edebilirmiş , insaf yahu, bunu da yapmayacak
mı artık? (Bunu da mı yapmayacak artık? yahut yapmasın). Asıl bah-
sedilecek hürriyet meselesiydi. Üniversitenin bir tek politikası olabilir,
o da hürriyet politikası. Ne ise Paris'ten bunları söylemek kolay, hatta
daha sıkılarmı bile ... Yalnız susmanın aynı olan bu cins konuşmalardan,
onlarla kahraman olanlardan hoşlanmıyorum. Bunlar beyan-ı mazeret
oluyor. Kusura bakmayın , benim böyle ötmem Hl.zım!
Mazhar' la Sabahattin Siyamlı kardeşler gibidir. Beraber yaşama­
nın zaruri çatışmaları olacak tabii. Aşağı yukarı on beş seneyi buluyor
ki beraberler. Ayrıca da Mazhar'm kendine göre huysuzlukları vardır.
Hatta huysuzlukları ve tiryakilikleriyle tutunan insandır biraz da. Bana
kalırsa Magdi hiç üzülmemeli ... Bilakis sevinsin, bir rakipten kurtulu-
yor, demektir. (Tabii şaka söylüyorum. Haziranda yeni film, müşterek
kitap yazma, filan ... birbirine yaklaşırlar. Sabahattin ' le Ma zhar'ın
dostlukları bazı böceklerin aşkına benzer. Mamafih doğurucu bir dost-
luktur).
Burada hayat bildiğin gibi. Büyük ümitler, küçük hayal sukutları,

166
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

arıza şeklinde yenilikler. Birkaç gün evvel A. geleli, konuştuk. Gayet


sevimli çocuk. Bir yığın meselesi var. Dün telefon etmişti, gittim.
İstanbu1 'a beraberinde gidecek genç bir Fransız hanımını tanışttrdı ve
iş aradığını söyledi. Tabii benim -hele burada iken, hatta orada olsam
da- bir yardım ihtimalim yok. Bunu anlattım. Mamafih onlar beraber
seyahat edecekler. Yani çarşambalarında sevimli bir Fransız hanımı
bulunacak. Daha evvel haber verdiğimi lütfen söylemeyin.
Büyük hadise bir hafta evvel F. Hanım'ın gelişi oldu. Bir akşam
otelde bir kart buldum. Avukat F. Hanım beni aramış. Bir müddet ben
de hafızamda F. Hanım'ı aradım . Hiç de dostluğumuz yoktu. Ertesi
sabah bir telefon: "Nerdesin yahu? Hala uyanmadın mı? Tembellik
bu ..." Ben tabii "emredin hanımefendi ...hoş geldiniz. Ne zaman teşrif
ettiniz?" diye biraz araya mesafe koymaya çalıştım. Fakat kadıncağız
dinler mi? Acemi yarış atı gibi bütün maniaları yerinden söküyor.
Selim, Abidin, Avni, Mübin, hepsi arkadaşı. Hepsini merak ediyor. İşi
geciktirmek için saat beşte otelde randevu. Cafe de la Paix'nin üstün-
deki Grand Hôtel'de oturuyormuş. Gidiyoruz. F. Hanım sarhoş. Yalpa
vura vura geliyor. Feliiket. Ertesi akşama (dostlarını da görebilmesi
için) Montparnasse'a davet ediyorum. Selim, Mübin hatırım için bulu-
nacaklar. Neyse çocuklar lutfediyorlar. Yemek yiyoruz, filan. Saat on
bire kadar her şey iyi. Derken Fikret Mualla kopup geliyor. Yine iyi.
F. .. Hanım'la epeyce dostlar. Ben de Mualla'nın o sabah sergisini gör-
müşüm, memnunum. Gerçekten de güzel sergi. Derken Fikret Mualla
nedense alınıyor. Başlıyor kadına küfre. Hem nasıl? Hiçbir gemici
bu cinsini beceremez. Gayet telkinkar, vazıh el kol işaretleri. Onları
tamamlayan kelimeler: Orospu, vesaire ... F. .. Hanım çarpılmışa dönü-
yor. Ne ise hesapları verip çıkıyoruz. Bu hadise de burada kapanıyor ve
kadıncağız da bir daha beni aramıyor.

Camus'ye acıdın mı Adalet? Nasıl gitti adamcağız? Ben doğ­


rusunu istersen çok severdim. İki kitabına bayılırdım: Le Mythe de
Sisyphe ile İsyankar Adam. Romanları da fena değildi ama, asıl bu iki
kitap. Vurulmuşa döndüm. Senin Pierre geldi. Abidin'lerde bir akşam
buluştuk . Bizi zerre kadar sevmemiş. Selçuk mimar1sinden hoşlanmış

167
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

o kadar, İstanbul'a baştan sona kadar itiraz hfilinde. Camie itiraz, mina-
reye itiraz, Ayasofya'daki yazı levhalarına itiraz. Nihayet Ayasofya'nın
avlusundaki taşların yerine konmamış olmasına itiraz. Kendisine
elimden geldiği kadar bu taşların Ayasofya ile bir münasebetleri olup
olmadığını hiç kimsenin henüz bilmediğini, Birinci Dünya Harbi'nde
bir Alman arkeologu tarafından çıkarıldığını, belki de Ayasofya'dan
evvelki binalara ait olduğunu elimden geldiği kadar anlatmağa çalıştım
ve şimdiye kadar Ayasofya'nın hiçbir restorasyon projesinin yapılmış
olmadığını, herkesin binayı böyle kabul ettiğini söyledim. Fakat adam-
cağızın dinlemeğe niyeti yok. Zannederim biraz da cahil. Fakat iyi
sinemacıdır. Tekrar İstanbul'a dönecek sanının. Bir köprü filmi yapa-
cakmış. Bir de İsliim medeniyeti münakaşamız oldu. Tarih bilmiyor.
Ve bittabi tarihi izaha meraklı. Bu tarihin de nasibi bu. Bilmeyen izaha
kalkar, bilen susar. Hiç riyaziye bilmeyenin riyaziyeden bahsettiğini
görmedim. Talihsiz bir bilgi dalı olsa gerek.
Paris'te hiilii kar yağmadı. Yağmur ve sis. Berbat bir hava. Tank
durmadan bir su şehrine gitmemi tavsiye ediyor. Ben Shakespeare
okuyorum. Ha, en mühim meseleyi unutuyordum: Mere Courage'ı
gördüm. Oyun harika idi (Vilar tabii). Onu oynayan kadınla _ yakın­
da tanışacağım. Alkıştan ellerim koptu. Adalet bu kadar güzel oyun
olur. Piyesin kendisi benim seveceğim gibi değil. Anatole France'ın
fıkirlerini tarihi bir melodrama dökmüş. Hatta bu fıkirlerin sahibi olan
şahsı bile almış: Çünkü piyesteki tabur imamı Aumonier ile Anatole
France'taki Abbe Coignard hemen hemen aynı insanlar. Zaten Courage
Anne de Fransız muharririnin Crainquebille'ine biraz benziyor. Fakat
tabii daha trajik. Herhalde, bütün bu kayıtlara rağmen, Paris 'teki en iyi
sahne gecem bu piyes oldu. Hala oyunun güzelliğine hayranım.
Sezuan 'ın İyi İnsanı bana, Courage Anne'den daha iyi, daha olgun
görünüyor. Bittabi Brecht'i hiç tanımıyorum. Belki bugünlerde bütün
eserlerini alırım. Fakat bir şey daha itiraf edeyim: Bütün gayretime
rağmen, istediğim gibi okuyamıyorum. Paris yorucu ve insanın dikka-
tini çok çalıyor. Dünden beri sis korkusundan eve kapandım. Halbuki
aklım sokakta. Opera meydanı ne halde? Champs-Elysees'deki kahve-

168
TANPINAR' IN MEKTUPLARI

ler nasıl? Saint-Germain'de kimler var? Bu acaip memlekette insanın


kıçını sıkıp oturması kabil değil.

Bir de Quatre Sous operasını görmek istiyorum. Hiç olmazsa fil-


mini. Bakalım, sinemacılar bir şey yapabilirler mi? Çünkü opera hatı­
rım için oynanmaz ama kendimi satabilirsem -hiç elimden gelmez, o
da başka- filmini hususi bir seansta seyretmek imkaıunı belki bulurum.
Kış şehirdeki hayatımı tahdit etti. İstanbul'da da şikayet ederdim:
Palto ağır geliyor ve terliyorum. Buna rağmen yine epeyce sürtüyorum.
Atilla beni burada bir zenci romancı ile -Baldwin bilmem neyin
Baldwin 'i- tanıştırdı. Bir romanını almış , henüz okuyamamıştım.
'Benim tuhaf huylarımı bilirsiniz; öyle zenci, Çinli filandan pek hoş­
lanmam. Bana hilkatin acaiplikleri gibi gelir. Ben ari ırkdanım. Bura
rağmen oğlan müthiş sevimli. Ecinni gibi bir şey. Gayet tatlı el işaret­
leri var. Bu işaretler ve güzel gözleriyle yamyam dişlerini unutturuyor.
Yakında, galiba gelecek hafta İstanbul'a geliyor. New York'ta bir piye-
sinde oynayan bir aktörümüze misafir olarak. Herhalde tanıyacaksınız.
Pek şeker şey.
Birkaç küçük ve tamamlayıcı izahat ve havadisle mektubu bitiri-
yorum.
- Shakespeare'e merakım İngilizcesini beraber okumak için.
Bittabi olmuyor; vak'a ağır basıyor, Fransızcasına devam ediyorum,
fakat latif herif.
- Dün akşam gece üçe kadar Racine okudum. Bir hafta evvel
Buc'de Port-Royal'i gördüm. Yani Fransı zcasını fakat yine eser çok
güzeldi. Ağaçların uçları uzaktan kırmızı görünüyordu. Pek az şey
Fransız ovaları , vadileri kadar güzel olabilir.

- Fikret, biz lokantadan kaçtıktan sonra Montparnasse'lı kızlardan


birinin omuzuna bir dudak resmi yapmış , sonra oturmuş yalamış. Zahir
bir nevi vaftiz şekli olacak.
-Abidin'le karısı, F. .. Hanım'ın başına gelenden memnunlar. Ben
daha bu örfe alışamadım.
- Alafranga Reşat Nuri gelmiş.

169
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

- Pazar Postaları elime geçmedi. Mühim bir şey kaçırdım.


Bulursan bana gönderiver. Ben de sana bizim Melih Cevdet'in Yahya
Kemal'in konuşmaları için yazdıklarını tavsiye edeyim. Birinci maka-
leyi okudum ve hayrette kaldım. Bu kadar şöhret ve iddia ve o çocuk-
ça makale. Hele Falih'e dayanması. Falih , Yahya Kemal 'e Fransız
ihtiJfiline dair bir şey sormuş da, Yahya Kemal vak'alar arasında kay-
bolmuş . İyi ama Falih dinlemez. Sadece fetva ister. Sonra o kitaptan
Yahya Kemal ne dereceye kadar mesuldür? Kitabı çıkaran kerata Yahya
Kemal' in bu yazıları gördüğünü iddia ediyor. Halbuki hakikatte Yahya
Kemal değil sözlerinin, mısralarının bile zaptedilmesine tahammül
edemezdi. Şair Melih 'ten ben, Yahya Kemal bu herzeleri yemez, bura-
da bir yanlışlık olacak! diye yazmasını beklerdim. Çocukça istifadeyi
ve hücumu değil.
- Müthiş hasretteyiz. Hepinizin ad ını yazmaya bilmem lüzum var
mı? Başta sen ve kocan , hepinizin gözlerinizden, yanaklarınızdan öper,
iyi yıllar, sıhhat, başarı , saadet temenni ederim.

Mektup yaz ve havadisleri yarım kesme. Sen susunca mernJeketi


ve dostları kaybediyorum.
Tekrar sevgiler, hürmetler ve hasretler.
A.H . Tanpınar
Dört Ahmet'ten biri
A.H. Tanpınar

Vay canına be! Koskoca sene gitti. Hayırlısı olsun ...

47
Paris, 16 Ocak 1960
Adaletçiğim,

Mektubunu büyük bir zevkle okudum. Bu gece ufak bir toplan-


tımız vardı. Abidin, Fikret'in şerefine evine bizi davet etti. Laroza,
Pierre, AJain, bir Fransız gazetecisi, bir sinema musikişinası. Sonuna

170
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

doğru Pierre'in lokanta ortağı -Bucherie'inin sahibi- Elisabeth de


geldi. Nihayet Madam Kerbrant da geldi. Fikret'in getirdiği büyük
rakı şişeleri ortada. Ve arkalarında da sizler, o kadar göreceğim geldiği
İstanbul peyzajı. .. Bittabi içtik. Güzin güzel bir kuru fasulye yapmıştı ,
tarama, falan ...
Tek kelimesiyle vatan yine taarruza geçmişti. Dönüşte Bucherie' ye
de uğradık, orada da patronun ahbabı sıfatıyla iyi tozlanmış bir viski,
fasulye , rakı , viski, memleket hasreti ... Ben kendimi sarhoş sanmıyor­
dum. Halbuki delil kuvvetliydi. Güzin'le eski türküleri meşk ettik bir
saat! Kimsenin sesime itiraz etmediğine göre onlar da benim gibi ola-
caklar. Tabii rahatsız bir gece ... Saat dokuz buçukta çayla beraber senin
mektup ... Zaten başka türlü uyanrnazdım. Bütün yorgunluğum geçti .
Ne muazzam ve eğlenceli fresk ... bütün hayatımız. Öyle ki bazı yerle-
rini kendi yerim olarak boş görüyorum. Tabii bu ilk okuyuş ... Birden
kavranması imkansız. Tarık gazete kupürleri gönderdi. Siyasi cepheyi
o idare ediyor. Said-i Kürd!'nin etrafındaki İsmet Paşa ve Adnan Bey
maçını okudum . Paşa büyük adam. Büyük mübarezeci. Fakat tarihimi-
zin öyle bir devrindeyiz ki, iyi niyet sahibi insanlar ancak kendilerini
kurtarabiliyorlar. Zaten cemiyetlerin zayıf ve buhranlı devrinde büyük
adamın görünmesi de bundan değil mi? İnsan sonsuz olduğuna göre ...
Hülasa bir trajedidir yaşıyoruz.
Adalet'çiğim, şimdi en mühim meseleye gelelim, -yani benim
için- "kitabın yakında çıkacak!" diyorsun. Bu müjde pek hoşum a git-
medi. Sebebi, kitapta bazı burukluklar var. Bir-iki şiir üzerinde biraz
daha çalışmam lazım. Sen de biliyorsun , çifte hayatım şiirlerimle
meşgul olmak imkanını bana pek az verdi. Tembellik belki, belki de
kendini hakikaten hür görememekten gelen bir teknik imkansızhğı.
Şüphesiz daha fazla bu. Seyahatim biraz bana bu imkanı hazırladı.
Şimdi gerçekten bu şiirlerle meşgulüm. Hüsamettin biraz acele etmese
olmaz mı? Bir-iki şiir var ki bitmek üzere. Onların bulunması kitabın
kuvveti olur. Ötekileri antolojiler ve radyo harcamış gibi . Öyle olmasa
da itiraf edeyim ki, bu da benim övüneceğim bir şeydir. Kitapsız meş­
hur olmak! Hacim meselesi ve bir de hakikaten değişecek bazı yerler

171
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

var. Yavaş yavaş oluyorlar. Senden ricam şu: 1) Hüsamettin, ya kitabın


neşrini benim dönüşüme bıraksın. Sonbaharda Allah kısmet ederse
neşrederiz. Ben İstanbul' da olurum, kitabın ilanlarına, propagandasına,
ne bileyim tenkidine yardım olur. Sağa sola iki-üç müliikat versem bir
iştir. Söyleyeceklerim de hazır gibi bir şey. Bütün bunlar kitabın tabii
sıfatıyla onun menfaatine olur. Bana gelince, ben de burada elimde
olan ve şiir kitabımı onlarla beraber (onlar da içinde) düşündüğüm
şiirleri bitiririm. Üç şiir var ki mesela birkaç mısra bekliyorlar. Sonra
"Eşik" manzumesini değiştiriyorum. Belki pek yakında son şeklini
alır. Bu olmadığı takdirde ikinci bir şık kalır: Lutfetsin, o zaman martta
başlasın ve provaları nisanda olmak şartıyla bana göndersin. Herhalde
benim haberim olmadan neşretmesin. Hüsam bizi ve bilhassa seni ve
Mehmet Ali 'yi seven adamdır. Bir akşam çağırın ve konuşun. Ben
yumurta ... kapısına gelmeden iş göremeyenlerdenim, bunu bilirsiniz.
Burada hakikaten bir bakıma yalnız şiirle meşgulüm. Vakıa kısır
tabiatım bir şeyler yapmama daha imkan vermedi. Mamafih sağdan sol-
dan küçük serbest birkaç şiir var. Mademki bahsi açtın. Sana yazıyorum.
Sevgili Adalet, bu mektubu sadece bu iş için kabul et. Gelecek
haftaya daha aktüaliteli bir mektup yazarım. Fransa ve bilhassa Paris
bildiğin veya tasavvur ettiğin gibi. Müthiş bir soğuk var. Daha henüz
sokağa çıkmadım. Sıfın~ altı 13 diye haber aldım. Kar dindi, yağmıyor
ve sokaklar temizlendi. Fakat damlar kar içinde. Soğuk bazen insanı
yoruyor. Hayatı hudutl andırdığı muhakkak. Şimdi daha ziyade sol
kıyıda otııran bir zatım. Doğrusu fazla harekete korkuyorum. Fikret
dün akşam, gideceğini ani olarak bildirdi. Şimdi İstanbul yolunda. Bu
akşam hiç olmazsa telefon eder.

Bedri gelmiş, fakat göremedim. O benim adresimi biliyor. Gelip


ararsa buluşacağız demektir. Sabahattin '!erin ziyafetinde bulunamadı­
ğıma müteessirim. Çok eğlenceli olmuş. Kemal Türkömer'den haber
·yok. Eğer beni aramadan Paris'ten giderlerse üzülürüm.
Hepinizin gözlerinizden öperim. Herkesin ismini yazmıyorum,
köylü mektubuna dönecek korkusuyla. Fakat hepinizi sayıklıyorum.
Hasretler ve sevgilerle (ah bir uçup gelseniz ne iyi olur). İşte sana iki şiir:

172
TANPINAR ' TN MEKTUPLARI

BOÖAZDA GECE6

Bir kadın doğdu bir lahzada


Bir dalganın sağrısından
Siyah , lacivert bir kadın
Köpük köpük saçlarıyla
Yaşadı , sevdi , öldü bir lahzada
Hazdan çığlıklar atarak
Yaşamanın ötesinde
Bu eski Burgonya şarabı sert
Ve buruk lezzetinde
Yavaş yavaş ve adım adım
Yumuşak bir gece gibi ilerliyor bende.
Sanki ömrümü baştan başa toparlayan
Bir rüyanın ortasındayım
İki sevgilim Paris ve İstanbul
El ele raks ediyorlar derinde,
Bütün yazlarımın bahçesinde ...

Bilmem bunlara şiir denir mi? Ötekilerden biraz daha ümitli-


yim. Kitap meselesini unutma! Kusura bakma, burada kesiyorum .
Mektupların beni ihya ediyor, aman yazmamazlık etme. Mehmet
Ali'nin, Sabahattin' in ayrıca gözlerinden öperim.
Burada General de Gaulle On beşinci Louis rolünü oynamakta
devam ediyor. Fakat etraf bıktı. Hafif alayın yerini yavaş yavaş hırçın­
lık alıyor. Zannederim ki Rusya'ya doğru kaymak istiyor. Ve tabiatıyla
mühim siyasi hadiseler çıkabilir.
A.H. Tanpınar

6 Yeditepe, nu. 26, 1-30 Haziran l960; Bütün Şiirleri, hzl. İnci Enginün, 3. bsk. Dergah
Yay. 1989, s. 84.

173
ADALET ve MEHMET ALt CİMCOZ' A MEKTUPLAR

48
Paris, 13 Şubat 1960
Adalet' çiğ im,
İstediğin gibi uzun bir mektup yazmağa kalksam bu mektubu
da alamazsın. Dün İsviçre ve Münib seyahatinden Paris'e döndüm.
Kemal Bey bu seyahatin tafsilatını size anlatmıştır. Ben de hikayesini
ilerde yazacağım. Gelir gelmez mektubunu bulmam benim için tatlı
bir sürpriz oldu. Çok sevindim. Teo'nun kitabına teşekkür ederim.
Abidin'inkini bu akşam vereceğim. Şimdi küçük bir odada bir türlü
kuracak yer bulamadığım bir elektrofona ve radyo ile Musullu tüccarlar
gibi eşyamın üstüne oturarak yaşayacağım, demektir. Musiki meselesi-
ni böyle halletmiş olmama seviniyorum. Cenabeti ne kadar sevdiğimi
bilirsin. Kemal Bey'e namıma teşekkür et. Ben tertip hatasına alıştığım
için Teo'nun üzülmesine biraz şaşırdım. Tashihlerimi Faruk'a yaptıra­
cağım. İyi bir şiir bitti. İki üç tanesi de bitmek üzere. Daha "Eşik"le
"Raks" manzumelerini ele alamadım. Hepinizi çok göreceğim geldi.
Şimdi burada müddet bekleyen bir adam gibiyim. Yani artık sabırsız­
laştım , çöplüğü özlüyorum. Tarık'ın bedbinliğine ehemmiyet verme.
O da benim gibi meyus yaratılmıştır. Bu ayakkabı bizi çıkarır. Büyük
meselelere girmeden mektubu burada kesiyorum. Yakında bir kitapla
birkaç gazete göndereceğim. Fransa'yı oradan öğrenirsiniz, ilk fırsatta
yazmak vaadiyle hepinizi öper kucaklarım .
A.H . Tanpınar

Kemal Bey'e ve Nesibe Hanım'a çok çok hürmet, sevgi ve teşek­


kür. Bütün hafta onların misafiri gibiydim. Nasıl ödeyeceğimi bilmi-
yorum.
Teo'nun kitabı için ayrıca yazamayacağım. "Kırlangıç" manzume-
si pek hoşuma gitti. O kadar istediğim hfilde ben bir türlü bu cins kapalı
şiir yazamadım. Ah, biraz imaja ve musikiye de tenezzül etseydi!
Benim tarafımdan , gelince yahut yazarsan gözlerinden öp. Bütün ayrı­
lıklara rağmen lezzetle okuyacağıma eminim. Taraçadan bir güvercin

174
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

daha uçtu, demektir. Seninkilerle bu üçüncü cilt oluyor. İstediğin kitap


var mı? Şalimar ayrı!
A.H.

49
Paris , Mart 19607
Adalet,
Mektubunu şimdi aldım. Hemen cevap veriyorum. Fakülte'den
hiçbir havadis yok. Alman Filolojisi'nden ölen adamı bilmiyorum.
Frikke ölürse çok acırım, öbürlerini tanımıyorum ...
Mektubun bermutad müthişti. Demek ki hayatın güzelleşmesi ve
manalanmasıiçin edebiyata geçmesi Hızım. Şüphesiz oradaki dostların
hepsiyle alakalıyım. Haberlerini almazsam çıldırabilirim ve benim
İstanbul diye hasretini çektiğim şey de bu dostlar. Ama şimdi senin
mektubundaki hareket, ben orada iken yoktu. Hepsini kaçırıyordum.
Tıpkı şimdi Paris'te, Paris'i kaçırdığım gibi. Bunu İsviçre'de de tec-
rübe ettim. Bilmem neyi sormak için oraya kadar götürdüğüm bir
Arts gazetesinin sayfasında hasretler içinde kendi seyrettiğim film ve
tiyatroları ve sergileri okumuştum. Proust bir şeyi, hem de mühim bir
şeyi bulmuş.

Ulvi'yi nasıl göreceğim


geldi. Karısının konserinde yine bulu-
namayacağım. Sencer'le Sevgi'nin filmleri pek hoşuma gitti . Burada
Atilla'nın getirdiği fotoğraflar arasında Sevgi 'nin resimleri çok güzel-
di. A' nın kızı güzel ama donuk. Yunan heykeli gibi başı var. Güzel,
sansüel dudak, nispetli, biraz derin bakış, iyi bir ten. Bir şey eksik.
Sokulganlık, cümbüş, filan ...

Ahmet Kapancı ile Ayşe geldiler. İki gün buluştuk. Sonra ben
hastalandım. Çünkü burada grip müthiş, derhal eve kapanmazsan azdı­
rabilirsin. Hülasa görmedim fazla. İsviçre sey~ati beni fazla parasız
7
Bu mektup tarihsizdir, fakat 50 numaralı mektupla bu mektubun muhtevası birbirine
çok yakındır. Bu sebeple 1960 yılı 20 Martından önce yazı lmış olmalıdır.

175
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

bırakmasaydı senin Şaliman gönderirdim. Şişeyi aybaşına alıp sakla-


yacağım. Bilir misin ki, Paris 'te tek dükkanda satılıyor. Hülasa yolcu
bulamazsan dönüşümde alırsın. Dün Güzin ve Abidin'le Paris dışında
bir yerde bir hayvanat enstitüsünde, Alain bize çektiği filmleri sesli
olarak gösterdi. Yanında yeni hanınu vardı. Evvela enstitünün kendi
çalışmalarını gördük. Çekirgelerde cinsi hayat ve ses. Bir saat kadar
bir şey tuttu. Şaşılacak şey. Aynı sesi duyduğu için dişi çekirge erkeği
zannıyla herifin eline çıkıyor, elektrik aletlerine tırmanıyor. Tevekkeli
değil bizim kadınlar cami cami güzel sesli hafızların peşinde gezer-
lerdi. Kadın kulak, erkek koklama hissi derlerdi, demek doğru. Fakat
insan tabii çok karışık. Alain 'in filminde harikulade şeyler var. Bir kere
sesler çok güzel. Münir'den Naat-ı Mevlana'yı gayet iyi almış. Hülasa
Dreux'de güzel bir bahar günü biz Itri ve Dede dinledik, bittabi Aşık
Veysel'ler falan da vardı, ama bendeniz pek yoktum. Fotoğraflar da
çok güzel. Bazı renkliler Kadiri zikrinde Goya gibi şeylerdi. Daha film
tanzim edilmemiş. Heyet-i umumiyesi ne olur bilmiyorum. Akşamüstü,
yahut gece bin müşkilatla döndük. Doktor Kemal 'i benim namıma teb-
rik et olmaz mı? Allah hayırlı etsin.
İtalya'da herhalde mayısta olacağım. Çünkü Londra'ya geçmek
istiyorum. Geçmezsem toparlanamam. Ayrıca da British Museum'u
da göreceğim. Göreceğim bir iki kitap var. Kemal Bey'in gönderdiği
İspanya bileti hala duruyor ve ayıptır söylemesi, o kadar istediğim
halde İspanya'dan vazgeçmiş bulunuyorum. Buna benzer bir şey.
Bittabi belli olmaz, yarın Velasquez'ler ve Bosch'lar ağır basar, eşyayı
olduğu gibi bırakır, giderim. Şayet şimdiki psikolojim devam ederse
İspanya yerine İtalya 'yı boylarım, bileti İtalya içi seyahate çeviririm, o
zaman Kutsi Bey'i ve Kemal Türkömer'i bir daha rahatsız ederim. O
da bu suretle benden bıkar.
Makineler için söylediğine çok güldüm. Hayır Adalet, kurcalama
huyum yoktur. Hatta burada iyice öğreneyim diye bir mütehassıs çağır­
dım. Kerata da fazla bir şey bilmiyormuş. Fransız, yani orta Fransız
dünyanın en garip adamı. Herif bana iki bin franga Sorbonne hoca-
lığı yaptı. Saint-Lazare'da Rue de la Pepiniere 'de vaktiyle Kolej'de

176
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

okumuş bir Rusun dükkanı var. Oradan getirmiştim. Disk meselesini


Londra' ya gitmeden burada halledebilirsem, bu adamdan alacağım.
Çünkü Alman eşyasının acentalığım yapıyor. Hülasa, makinelerin
disk noksanından başka bir eksiği yok. Maalesef teyp alamayacağım.
Geldikten sonra çaresine bakmalı. Yani Mehmet Ali alacak. Başka
çaresi yoktur. Hem Sabahattin'e böyle bir cemile yapmağa mecbur-
dur. Moskova'ya ağustostaki oryantalistler kongresine davet edildim.
Bilmem Mazhar bu işi becerebilecek mi? Kendisine yazacağım. O
zaman İsveç-Norveç-Finlandiya' dan başka merak ettiğim yer kalmaz.
Yarından itibaren okuyacağım teze hazırlanıyorum ...

Gönderdiğin kartta, Celile ile Taci' nin imzalarını görünce çok


sevindim. Bu çifti bu kadar sevdiğimi bilmiyordum. Senin mektupla-
rınla uzaktan kendi hayatıma onların penceresinden bakınca anlıyorum
ki, bir çeşit Dicameron' u yaşıyoruz. Dışarısını veba alıp götürüyor,
biz beş-on kişi birbirimizin dostluğuna ve içkiye yaslanmış , onlardan
kuvvet bularak yaşıyoruz . Mehmet Ali de, sen de Türkiye'nin bu uzak
çehresini bilmiyorsunuz. İtalya' da - bu seyahat mümkün olursa- bunu
göreceksiniz. Behemehal. gelin ve mesela beş mayısta Roma'da söz-
leşelim. Kemal Bey bu işi yapar. Çünkü birinci sınıf seyahat acentası.
Elbette anlatmıştır.
Kuzum, yalı hikayesi çok iyi. Fakat başka yer mümkün değil mi?
Mesela Kanlıca, filan. Anadolu Hisarı güzeldir, tepede, yahut tepede
bir köşk tutun. Kemal Bey oraya ısınnuş ama oranın mahremiyeti yok.
Ne ise benim için müsavi. Çünkü Boğaz'ın her tarafı bir. Her tarafı
gözümde tütüyor.
Aristophane mübarek olsun. Yalnız kimseye söyleme, şevkin de
kırılmasın , ben üstadı okumaya tahammül edemedim. Zaten Homiros
denen büyük nasirden başka Yunanlı sevmem, bir de heykellerini seve-
rim. Ama tercüme et, bulunsun. Belki sende severim. Senin Kafka ter-
cümen harika. Ömrümde Yeditepe'yi beklemiş değildim . Daha doğrusu
okumuş değildim, şimdi bekliyorum. Teypten dinleriz. Ayol benim öyle
şıklığını, filan yok. İki ceketle üç pantalondan ibaret. Bir de o yelek.
Mamafih iki yelek daha alacağım, pek hoşuma gidiyor. Bir de ayakla-

177
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

rıını mahveden ve beni ikide bir insan nalbandına gitmeğe mecbur eden
bir ayakkabım. Fakat ne ayakkabı! Sinan yapısı mübarek.
Şairliğin hakikaten ta kendisi. Ben bu iki ınısraı derleyip topla-
maya çalıştım, yahut kendi hikayem hfiline getireyim dedim, olmadı.
Seninkileri başucuma asacağım.
Şiir kitabı ne hfilde? Ben Hüsamettin'e yazacağım. Koyacağım
yeni manzumeler var. Aman acele etmesin . Biraz daha beklesin . Doğru
dürüst bir şey çıkaralım. Siz oturun, onunla konuşun. Ne olur Adalet bu
işi yap. Bana bunu temin et.

Magdi'yi martta bekliyoruz. Mehmet Ali'nin ve bütün dostların


gözlerinizden öperim.
A.H. Tanpınar

50
Paris , 20 Mart 1960
Adalet,
Bahar Paris'te infilak etti, bomba gibi. Dün Bulvar Sebastopol'da
yolumu kaybettim. Birdenbire etrafım çiçek kesildi. Meğer hale gel-
miştim. Yarabbim, ne çiçek mahşeriydi. Sanki bütün Divan edebiyatı,
reyhanları, sünbülleri, menekşe ve laleleri, şakayıkları, ortancalarıyla
orada idiler. Güya isim saydım; en aşağı adını bilmediğim otuz çiçek
daha vardı. Kaldırımlar, yollar o akşam saatinde eski katedrallerin
camlarına benziyordu. Her yerde rengin ve ışığın kasidesi. Sabahlar,
sıhhatim pahasına peşinde koştuğum sisler içinde. Yollar süzgün
bakışlar gibi ... bir noktada eriyorlar. Bir eksiğim var: Deniz ve dostlar.
Sisin boşluğunda tek bir balıkçı kayığı veya vapur teknesi göreme-
mek. Primitif bir tabloda, kimin, Saint-Pierre vardı; kayığında yal-
dızlar içinde tek başına ... İşte ona hasretim. Cocteau'nun Orphee'nin
Vasiyetnamesi'ni gördüm. Birinci cinsten değil, ama yine iyi tarafından
Cocteau. Sinemadan başka bir şey. Cocteau kendi masalında yaşıyor.
Bir de Bartok'un Mavi Sakal'ı var; Opera-Comique'de. Çok merak

178
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

ettim. Bartok'un gittikçe şöhreti artıyor. Hemen hemen klasikler arası­


na girdi. Bugünün şöhreti olmaktan çıktı gibi bir şey, demek istiyorum.
Biz kadrini bilmedik tabii. Arıya misk vermişler hikayesi.
Hüsamettin'den mektubu aldım. Sonbahara kalması iyi oldu.
Hiç olmazsa tashih hataları olmaz. Birkaç şiir de bitmek üzere. Belki
"Raks" ve "Eşik" manzumelerini de adam ederim. Yazık ki çalışma
ile sadece olmuyor. Kızışma ve muhafaza etme, aynı ruh hfili içinde
kalma da lazım. Bir de inanmak lazım. Bu ise etraftan gelebilir. Ben
hatta asnmda yalnızım. Haklı olmak, haklı olduğunu bilmek bir insanı,
bir ordu içinde bile kuvvetli yapabilir. Fakat bir epoque'a karşı.. çok
güç bu. Bu intikal devrinde şiire, benim inandığım tarzda inanmak
ve onu yapmak! Hep kendimi toparlamak ihtiyacındayım. Bazen de
olduğu yerde - hep kendimi- bırakıp, başka tarafa geçmek! Bir kafayı
boşaltmak makinesi icat etseler ne olur? Alkol yapamıyor bunu. Bilakis
her şeyi karıştırıyor, birbiri üstüne yığıyor. Niçin bu işleri böyle aldım?
Niçin kendimi bir yarış atı sandım? Ben ki tembellikten hoşlamnm ve
insan için en büyük saadeti kaygısız yaşamakta bulurum.
Bu işin asılfelaketi, bu beş-altı formada bütün bir ömrün bulun-
masından ve yirmi beş yaşımda yazdığımı bugünkü gözüm ve anlayı­
şımla görmekten geliyor. Bir müzisizmin her şeyin yerine geçtiği ve
Türkçe bulunan bir kafiyenin bir zafer addedildiği devirlerde yazılmış
şeyler. Şimdi şiirden sadece musikiyi istemiyorum. Ne de deruni ve
şahsi herhangi bir hadiseyi karşılamış olmasını. Daha ötede birtakım
şeyler istiyorum. Bir ömrün bütün olması imkanı yok. Onu ismimiz,
resınl tercüme-i haller, dostlarda kalan ve yaşayan hayallerimiz bütün
yapar. Hakikatte insan ömrü parça parça. Sanatta bu şahsiyet bütünü-
nü, öbürlerini unutturan eserler yapıyor. Meğer ki insan Baudelaire
veya Valery olsun. Yani hem kendilerini bir lahzada bulmuş olsunlar,
bir lahza, bir devirde, erken yaşta, hem de bunu devam ettirebilsin .
Verlaine bile bütün değil. Halbuki çok büyük şair.
Binaenaleyh müthiş bir yıkılış içindeyim. Kendi harabemde otu-
ruyorum. Bu, çalışamıyorum demek değildir. Ah bu hürriyet senesi
on sene evvel olmalıydı ve on sene evvel ben birkaç sene dersten, zil

179
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

sesinden uzak kalmalıyd1m. Belki bir şeyler yaptım; fakat tam istedi-
ğimi değil. Benim istediğim insanın ötesiydi, yoksa satıhtan toplama
empresiyonlar, şark sanatlarının tek hususiyeti, her türlü acemjliği
mazur gösteren ve hatta tatlı kılan bir ekspresiyonizm değildi. Musiki
bu derinliği mükemmelleştirmek, ona şekil vermek için lazımdı.
Şiirin ne olduğunu biliyorum ve yapamadım. Dostlar Halk şiirini,
Karacaoğlan'ı filan seviyorlar. Bana bunlar çocuk ağzıyla konuşan
Nasrettin Hoca, bfilcir oldukları için kendilerini genç ve taze zanne-
den ihtiyar kızlar gibi geliyorlar. Satıhtan toplanmış, berkesin malı
şeyler. Ufak onarmalar, göz süzmeler, kedi yavrusu da yapar onu.
Sanat ayrı bir şey. Hele şiir büsbütün ayrı. Şiir, dili, piano filan gibi
şahsi bir filet haline getirmek sanatıdır. Mesela Beetboven'de olduğu
gibi. Sonat, yahut kuartet, solo. Tek başına ve bütün etrafını beraberce
yaratarak ve seni bütün korkularınla, rüyalarınla vererek ve tavla zan
gibi her mümkün hadisenin tesadüfünü ortadan kaldıracak bir şekil ile
kendisini vermek. Bütün mesele vision denen şeyde. Ve ona verilen
şekilde. Çünkü güzel mma kafi değil. İnsan her gün birkaç tane güzel
mısra yapabilir. Fakat böylesi otuz güzel mısradan bir şiir yazamaz.
Güzel mısra inci avcılığı gibi bir şeydir. Şiir inci avcılığı ve eskilerin
dediği gibi mücevher hokkası değildir. Bir taazzuvdur. Biz hep dilde
kaldık. Dilde oynadık. Bütün dikkatimizi dile verdik. Beğenmedik,
süsledik, attık, değiştirdik ve şimdi arzumuz yerine geldi. Dilsiz kaldık.
Mektepte öğretilen bir dille yani ... Sentetik millet buna derler işte . Bak,
nereden başladım, nereye geldim? Türkiye'de cemiyeti itham etmeden
konuşmak kabil değil. Bu sadece cemiyetin kabahati olmasa gerek.
Hepimiz nefsimize karşı müdafaa halinde yaşıyoruz ve hepimiz bizden
üstün bir mücrim arıyoruz.
Kitap hikayesi işte bu ... Fakat sanat ve şiir garip şeyler. İnsan tesa-
düfle de kalabilir. Üç-beş ·manzumenin tesadüfü, gizli bir zenbereğin
oynaması, seni iç hayatının öyle bir yerine getirir ki , eser çıkar. Onun
için çalışmaktan hiç .vazgeçmedim. Ve çalışıyorum da. Şimdi itiraf ede-
yim, günde hiç olmazsa iki saat bitmemiş mısralarıkopye ederim, nasıl
bitireceğimi düşünürüm ve aranın. Bavul dolusu böyle müsvedde var-

180
TANPINAR ' IN MEKTUPLARI

dır evimde. Burada da böyle. Ölmediğime göre daha ümit var demektir.
( ... ) Fakat bir şey söyleyeyim mi? Oradaki hayatınuz hakikaten
güzel. Hani bir Fransız kadını gelmiş de şaşırmıştı. Paris 'te böyle
eğlenmenin ihtimali yok! demişti. Şimdi anlıyorum bunu ... Nerde
Avrupa'da böyle bir alem? Romantikler zamanında biraz varmış. Biz
altmışta devam ettiriyoruz bu işi. Tabii şahsımdan bahsediyorum, işti­
rak edebildiğim nispette.
Hakikatte Osmanlı devam ediyor. Mektubunu okurken Vasıf
Divanı'nı okuyorum yahut Şanizade'den bir tercüme-i hal zannettim. O
kadar eski İstanbul , o kadar bizdik. Ah içimizde hakiki roman dehasıy­
la doğmuş biri çıksa öa bunları yazsa. Türkiye'nin romanı bu işte. Hiç
kimse yaşına ve talihine razı olmuyor. Her yerde olabilir, diyeceksin,
olabilir ama, arkasından birisi çıkar, cemiyete, hayata, büyük realitelere
bağlar.

Taci'nin gözlerinden öperim. Kitap kendisine hediyedir. Kabul


ettiği için mesudum. Yalnız Teo'ya soruver: Ulysse'i iade edecek mi?
O kitapsız olamam. İade etmek niyetinde değilse, memnuniyetle kendi-
me yenisini alırım. Yazdığın kitabı hfila alıp gönderemedim. İstanbul'a
göndermek için Express'leri saklamıştım. Bir türlü elim değmedi.
Sabahattin, Mehmet Ali isterler mi? Böyle şeyler yalnızlıkta çok güç
oluyor.
Ben bu günlerde hep diskle meşgulüm. Fakat hiç memnun deği­
lim. Kemal Türkömer daha ilk gece fark etmişti . Apareyin sesinde bir
acaiplik var. Bir türlü düzeltemedim. Cırtlak çıkıyor. Disklere gelince,
ucuz et almaya kalktım galiba. Rahat dinleyemedim. Bazısını da dinle-
meden aldım, çoğu kötü çıktı. Galiba Paris' te kötü diskler piyasası var
ve ben içine düştüm. Bazılarını başında makine almıyor, bazılarında
da müthiş gürültü, yahut çıtırtı oluyor. Yavaş yavaş, bir iki senede
olacak şeyi iki ayda yapmanın neticesi. Mesela Beethoven kuartetle-
rim çok kötü. Halbuki son dördünü çok severdim. On bin frank yandı.
Böylece de Debussy'lerimden biri kazaya uğradı. Sterio plaklar iyi
çekilmiyor. Pek azı iyi. İki üç Mozart'tan , Beethoven' in piano konçer-
tolarından memnunum. Galiba musikiyi değil, Mozart'ı, Beethoven' i

181
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

(bilhassa Beethoven) ve Debussy'yi seviyorum (bazılarını). Olmazsa


apareyi değiştireceğim. Diskleri de yeniden alacağım. Valery'nin bir
mısraında ·"daima yeniden başlamak" vardır ki, şiirde güzel şey, tam
yerinde. Çünkü deniz için söyler, fakat hayatta bundan kötü talih ancak
büyük felaketlerde olur. Hacet yok, Camus'nün Le Mythe de Sisyphe
hikayesi işte. Ben hep yeniden başlamağa mecburum. Ben ki dikkati
i!ahlaştırnuşımdır, her şeyi ondan beklerim, dikkatsizim ve çabuk
yoruluyorum. Gençliğimi bilmesem ihtiyarladım, derdim. Fakat o da
var, yok değil.
Görüyorsun Paris baharıyla başladım . İhtiyarlıkta bitti. Hiçbir
şeydenmemnun değilim. Hiçbir şeyimi beğenmiyorum.
B. ile D.'yi bir ay evvel gördüm. Yemek yedik beraber. B. çok
iyi ve çok ahmak, yahut hiçbir enteUektöel tarafı yok. Hazin bir şey.
Halbuki çok sevimli. Şahsiyeti ile kabul ettiriyor, sevdiriyor. Dostlara
selam. Kağıt peçeteyi dönüşte çerçeveleteceğim ve saklayacağım.
Kemal Bey'e makineden bahsetmeyin , üzülür. Belki iğnededir kabahat,
bir iğnem var. Hepinizi hasretle, sevgiyle candan kucaklarım. Senin
esansı aldım. Fakat gönderecek yolcu yok. Mektup beklerim. Tekrar
sevgiler, selamlar aziz Adalet.
A .H. Tanpınar

51
Paris, 24 Mart 1960
Aziz Adalet,
Geçen mektubumda pek müteJaşi idim. Elimde bir ucube ile gel-
mek, musiki diye parazit dinleyen bir adam olmak. Aleti tanı-mıyor­
muşum , prospektüsü Almanca olduğu için birtakım adamlar getirmiş­
tim; onlar da meğer markayı bilmiyorlarmış. Ben ise Kemal Bey'in
damadının bana verdiği birçok sağlığı unutmuşum . Nihayet bir dostu-
mun dostu olan meşhur bir operatör geldi. Üç saat makineyi dinledi,
yokladı, basit değişiklikleri yaptı ve bilhassa bu cinsten çok hoparlörlü

182
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

makinelerin icabı bazı şartlan izah etti. Şimdi


makine mükemmel ses
çıkarıyor. Yalnız tiz sesler ağır basıyor. İşe bu sefer ben merak sardım.
Dün beş marka makine dinledim ve anladım ki bir hoparlör daha lazım.
Zaten yeri de var makinede. Fiş yeri. Sesi şimdi çok, hem çok iyi .
Bozuk zannettiğim disklerin yalnız biri hakikaten fena. Anan
yahşi,baban yahşi, onu da değiştirdim. Şimdi tam istediğim gibi sono-
rizeyim. Bittabi bu iş düzelince şiirler düzeldi, kendimi hiç de yadırga­
mamaya başladım.
Bir derdim var. Disk parası yetişmiyor. Çok az disk alabileceğim.
Ortaçağ musikisi hiç alamadım. Rönesans sadece Vivaldi'den ibaret.
Bacb ve Beetboven'lerim eksik. Hülasa öyle bir kadınla evlendim ki
müthiş masraflı. Aparey için bu evlenme benzetmesi hiç de lüzumsuz
değil, yahut gülünç değil. Doktor La Grand makinenizin sesine alışa­
caksınız, çünkü hakikaten dediğiniz gibi bu bir izdivaçtır. Karınızın
huyuna alışmak lazım , yani evvela sesine. Biraz iktisatla yaşayıp
para temin edebilirsem şimdi Beethoven '!erimi tamamladıktan sonra
Brahms ve Chopin'e ve onlardan da modernlere geçeceğim. Tekrar edi-
yorum musikiyi mi, Beethoven' i mi seviyorum? Beethoven'in keman
konçertosunun piyano versiyonu varmış, onu neşrettiler. Gelince din-
lersiniz. Fena. değil , hatta çok güzel. Otelden daha şikayet yok. Yani
henüz bıktırmadım. Bilakis herkes Beethoven kuarteti ve sonat almaya
başladı; otel sahibesi Madam Şumyer başta olmak üzere. Dün Pignon
sergisindeydim. Herif çalışa çalışa kendisine bir kabus alemi tedarik
etmeye muvaffak olmuş. Fakat yalnız kağ ıt ve tuval üzerinde. Oradan
çıkıp insana yapışmıyor. Allah verdiği nispette sanatkar olabiliyoruz.

Sinobizmden nefret ettiğim için modern ressamların karşısında


serseme döndüm yahut La Fontaine'in !'enterne magique seyre-
den Hintlisine "bir şeyler görüyorum ama, seçemiyorum" hikayesi.
Ressamların çoğu şahsiyetten mahrum çocuk. Bizimkiler kadar cahil
hemen hemen. Ezberden konuşuyorlar, fakat arkalarında Fransa ve
ağızlarında Fransızca var.

Nuri'nin bir talebesi geldi. Bir iki gün gördüm. Fransızca bildiği
için vaziyeti iyi. Montpamasse' da görünmüyor. İnşallah modem res-

183
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

min bu bataklığından kendisini kurtarır. Bazen bu Montparnasse hiç


hoşuma gitmiyor. İstidatları iflas ettirme makinesi gibi geliyor bana.
Bugün S.'un ilk konferansı ve onun şerefine verilen kokteyl var. S .K.
acaip bir hindiye benziyor. Kendisini dirhem dirhem satıyor. Fakat kür-
süde ne yapacak? Selçuk mimarisinin ehemmiyetine yükselebilecek mi?
Fransa'da bir sınıf entellektüel ve iilim var ki, bizlerin ilim ve
anlayışını çocuğa karşı baba müsamahasıyla ancak karşılayabilir, iyi
niyeti varsa eğer.
Çok temenni ederim ki kendisini sevdirir. M.K. geldi. Fakat göre-
medim. Bir türlü davranıp Orly'ye gidemedim. Bu hususta beraberiz
demektir. Yani mühim adamı, feza imparatorunu, hüla~a dübb-i ekberi,
ben de filmde göreceğim. Yalnız Feridun Bey dün akşam resm-i kabul-
de kendisine çok dost davrandığını söyledi. Yanından ayırmamış. Allah
hayırlı etsin.

Bana öyle geliyor ki dünya politikasının büyük bir döneme-cinde-


yiz. Yani yüzlerce ihtimalin kapısında . M.K. De Gaulle'e hayran. Tek
sevdiği devlet adamı. De Gaulle'ün vaziyeti burada hakikaten acaipleş­
ti. Hem seviliyor, hem de bir çeşit rahatsızlığın arazı gibi kabul ediliyor
(senin anlayacağın mektuba bir gün sonra orada devam ediyorum).
"Eşik" manzumesini yeni baştan ele aldım. Bu beşincisi oluyor.
İnşallah bu sefer bitiririm.
Dün akşam, belki bir Çin lokantasında yediğim öyle yemeğinden
- bademli tavuk- belki Sorbonne'da ve sefaretteki kokteylin neticesi
-üç şampanya, iki viski- müthiş bir kolit geçirdim. Evvela gaz. Sonra
fıtık çıktı. Dokuzdan on ikiye kadar epeyce çırpındım. Nihayet dok-
tor De La Grand'ı çağırdım, apareye bakan adamı, geldi, "eğer fıtığı
içeriye sokamazsam hastahaneye gideceğiz, ameliyat olacaksın" dedi.
Nihayet menhus içeriye girdi. Bir şey değil herkes içkiden zannede-
cekti. Kepaze olacaktım. Adalet cemiyet hayatı ne korkunç. İnsan ölü-
mün eşiğinde dahi etrafa bırakacağı tesirden korkuyor. Biz hakikaten
Aristo' nun anladığından başka manada içtimai hayvanız. Eskiler ölüm
korkusuyla sokağa çıkarken temiz elbise, çamaşır giyerlerdi. Ben de bu

184
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

işi yapanın.Hülasa şimdi iyiyim, fakat odayı düzeltmek için garsonlara


bırakmaya mecburum. Yani hiç istemediğim hfilde sokağa çıkacağım.
Hastalığım haberi mümkünse aranızda kalsın. Allah izin verirse nisan-
da ben de ameliyat olacağım. Ben de diyorum çünkü Pertev de fıtıktan
ameliyat olacak. Bir garibe daha, bu da zihni bayatın. "Eşik"in değiş­
tirilecek noktasını sancı arasında buldum. Hey Yarabbim. Hepinize
hürmetler. Magdi ne vakit gelecek? Ben bir iki hafta sonra İspanya'ya
gidiyorum. İnge'ye mektup yazamadım. Kusura bakmasın. Paix dans
fes brisements'ı okuduktan sonra göndereceğim. Mahut ilaca mahsus
tabloların bazılarını dekorasyon müzesindeki bir sergide gördüm.
Tamamiyle hesap işi biçare şeyler. Hiçbir şey yok. Şiirler de öyle ...
Darılmayın ama neresini beğendiniz bunun? Bazen kendimi yalnız
sarnıçtaki suyu içmiş o meşhur Çin imparatoruna benzetiyorum. Ne ise
yarın kitabı yollarım.

Hepinize selam, sevgi ve hürmetler. Hepinizi kucaklarım.


Mektubun acelesi biraz da havanın yağmurlu olmasından geliyor. Üç
gündür halbuki firuzeden -zavallı Yahya Kemal- bir alem içindeydik.
Burhan ' a çok acıdım.

A.H. Tanpınar

52
Paris, 18 Nisan 1960
Adalet,
Mektubunu beş gün evvel aldım. Tam klinikten otele döndüğüm
an. Ayakkabılarınu. çıkarmadan uzandığım yatakta okudum. Yaşasın
bizim memleket ... Çünkü dostlar istedikleri kadar kıskan sınlar, siz
sadece ferdi bir hadise demeyin, Balıkçı-R. .. aşkı hakikaten sosyolojik
bir sembol. Türkiye bu aşk macerasındadır; tıpkı Yahya Kemal'in şii­
rinde, yahut mısralannda olduğu gibi:

Eski İstanbul bir ud telindedir.

185
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

Onun için de latiftir, tatlıdır, teselli-babştır. Nasıl güldüğümü


tasavvur edemezsin . Hadiseye gülüyor, S.'e kızıyordum. Çünkü
A.-Balıkçı-R ... vetiresine onu sokmaya kıyamıyordum. Halbuki iyi
niyeti onu öbürleri kadar tuhaf vaziyete sokuyor. Bir hakikat var ki
unutuyoruz: Türkiye bir romancı arıyor. Romancısını. Bir çeşit Gogol.
Bizim çocuklar, Teo filan beyhude telaş ediyorlar. Biz Gogol'ün dev-
rindeyiz.
Maskaralık sokakta yüzüyor. Altın avcı sı gibi toplayacak adam
lazım.

Ameliyatım zor oldu. Bütün tanıdığım doktorlar fıtığın artık


tehlikeli bir devre girdiğinde müttefıktiler. Nihayet 3 ~ martta yattık.
O gün üç buçukta evvela yatakta bir iğne, sonra ameliyat masasında.
Birincisinde gözlerim fal taşı gibi, ikincisinde bir-iki fırari hayaldan
sonra karanlık. Galiba üç buçuk saat nefes alan bir tahta parçasıydım.
Kesmişler, biçmişler, plastik madde, ip , doldurmuşlar. Sonuna doğru
eşya olmaktan çıktım, acı ve sızlanma, huysuzluk makinesi oldum.
Arada sedyeye konulurken filan yaranın açılmasından telaş edip
dikkat etmelerini söylediğimi hatırlıyorum. Gerisi boşluk, son hayal
tepemdeki siyah avizenin camlarındaki akisler, doktor Laroza ' nın, De
la Grand'ın sesleri. Sonra yataktaki vaziyetim. Abidin akşama kadar
benimle kaldı. Zaten Güzin'in arabasıyla gittim geldim. İkinci günü
ayakta idim. Ne çare ki ikinci defa aynı yerden ameliyat olmuştum;
binaenaleyh iyileşme gecikti. Bir prostat rezaleti başladı. Bir an ken-
dimi Kaltapanya imparatorluğunun devlet reisi sandım. Bir an yani
dört gün, sarışın bir hastabakıcı, latif bir şey, günde sekiz-on defa pieta
grubu yapıyoruz. Gümüş tabaklarda yemekler, sidik şişeleri ve dostla-
rın maşallahları. Şimdi Allah'a şükür iyiyim.

Pertev'inki daha kolay geçti. O ilk ameliyattı. Benden daha genç,


daha az yorgun. Hiçbir zaman bu kadar göçebe olmadım. Bavullar hep
kapalı; ve ben istasyonda eşyasının üstüne oturmuş , homurdana homur-
dana tren bekleyen bir kocakarıya benziyorum.
İstanbul 'a çamur yağmasına taaccüp etmedim. Artık Tevraô millet
olduk; her şey yağabilir. Daha doğrusu kudret helvası yağacak değil

186
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

ya! demeli. Ümit edelim ki, bu semavi afet sonuncudur. Gazeteleri


okuyorum. Her şey çok hazin. Bakalım ne olacak? Zannediyorum ki
daha kesinleşecek. Paşa'nın sabrına, asap kudretine hayranım. Keşki
bu Balıkçı olmasaydı ortada ...
Dün Bedri hızar ustası ile, D. ile geldi. Beni mozaiki görmeğe
davet etti. Bitmiş. Gelecek hafta İstanbul'a dönecekmiş. Bakalım senin
esansı verebilecek miyim? Ben daha başka şeyler de, Kenan için aldık­
larımı da vermek istiyorum. Bilmiyorum artık, ev için birtakım şeyler
götürüyormuş .

Kitabı almamanız benim kabahatim değil. Daha doğrusu benim


kabahatim, kendim veremediğim için Abidin'den rica etmiştim. Galiba
unuttu. Eğer göndermernişse ben gönderirim. Ansiklopedi yahut
lexique'e de bakarım. Bu günlerde birçok işim var. Hep ayakta olmam
ve dikkatli olmam lazım . Halbuki çabuk yoruluyorum.
Ameliyat şöyle böyle, doktor parası hariç, 70 bin franga patladt.
Bilmem Üniversite bunu bana yollayabilir mi? Kanuni hakkım. Yarın
mektup yazacağım.
Kemal Bey'e, Nesibe Hanırn'a çok selam ve sevgi. İnge'ye ve
diğer arkadaşlara
da.
Artık seyahatten yoruldum. Şu menhus İspanya seferi de geciktik-
çe gecikti. Bu gidişle gidemeyeceğim gibi.
Aletler çok iyi. Altı gündür otelde sadece musiki dinledim , diye-
bilirim.
Geçen akşam yani çarşamba akşamı radyoda harikulade bir Bach
vardı. Sanki billurdan birtakım mahlukat kimbilir nasıl bir uykudan
uyanmışlar, katıla katıla gülüyorlar ve hatırlıyorlardı . Yazık ki dokto-
rumla konuşurken adll}J kaçırdım. Bu kadar güzel, nostaljik şey işitme­
dim, dinlemedim.
Sabahattin 'in, Mehmet Ali 'nin, hepinizin, başta sen, gözlerini zden
öperim. Mektup yaz.
A.H. Tanpınar

187
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

53
Paris, 23 Nisan 1960
Adalet' çiğim ,
Mektubunu şimdi aklım. Alelacele yazıyorum . Bu Sabahattin'in
hastalığı da nerden çıktı? Nasıl kurt düşüyor birden? Türkiye gülmeğe
gelmiyor fazla. Sabahattin'e çok üzgünüm. Derhal Tarık'a haber ver-
meliydiniz. O bir şeyler yapardı. Emin olun en akıllı doktorumuz odur.
Hiç olmazsa şimdilik.
Benim hastalığım geçti. Bir ameliyattı. Şimdi her gün meraklanı­
yorum, yeniden patladı mı, patlamadı mı? diye. Bereket versin otele
her akşam meccani operatörüm geliyor, yarayı gösteriyorum, "bir şey
yok, hadi gidelim, yemek yiyelim" diyor, gidip bir şişe şarap deviri-
yoruz. On iki gündür oteldeyim. Prostat ilk günler zorlamıştı. Tarık'a
yazmıştım . Şimdi iyiyim, o tarafta yani "urgent" bir şey yok.

Sabahattin için Tarık'a yazdım. Gidip görür. Bilmem Osman


Saka ile arası iyi mi? Saka da çok iyi doktordur. Ben daha ziyade
Harmancı'ya güvenirim. Fakat en iyi yapacağı şey, mayısta ateş geçer
geçmez gidip prevantoryumda yatmasıdır. Zeki Sıtkı onu üç haftada
arslan gibi yapar. Cebimde (tike-tayyare için) bulunmadığından zarf-
lara elimle yazıyorum. Acaba karışıklık mı oluyor? Çünkü ben sana,
uzun mektubuna oldukça uzun bir cevap yazmış , kendi vaziyetimi
anlatmıştım.

Hülasa beni merak etme. Şimdilik iyiyim. Yalnız Sabahattin'in


vaziyetini kollayın. Bugün için, mevcut imkanlarla büyük şey değildir
ama, üzebilir.
Bize nazar değdi.
Kemal Türkömer'e çok çok selam. Bana Sabahattin için mektup
yaz. Hepinizin hasretle gözlerinizden öper, yüz defa kucaklarım, geç-
miş olsun.

Aklımdan başka zorum yok. Dönüşte anlatının.

A.H. Tanpınar

188
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

54
Paris, 11 Mayıs 1960
Adalet,
Mektuplarının ikisini de hemen hemen beklediğim anlarda ve
beklediğim gibi aldım. Hele sonuncusu, saat sekizde evine çekilmek
zarureti · ile bir şaheserdi. Sen artık bizim Madame de Sevigne'miz
oldun ... Evvela sıhhat meselesinden başlayalım. Ben iyiyim. Fakat
benim ameliyat çok güç olmuş. Ben uyutulduğum zaman ikide bir uya-
nıp konuştuğumu biliyorum; fakat bu keyfiyetin adını bilmiyordum.
Meğer buna adıyla sanıyla hezeyan-ı mürte'iş derlermiş. Yahut da baş­
langıcı. Bereket versin başından tedbir almışlar. Bunu pazar günü beni
muayene ederken doktor söyledi. Şimdi iyiyim, çabuk yorulmaktan
başka bir şeyim yok. O da verilen ilaçlar sayesinde geçecek. Kimseyi
korkutmayayım ama, o tarafta içki biraz hafiflerse iyi olur. Benim sıh­
hatim meselelerinde pek fazla içmediğim halde içki arnilrniş. Ne ise,
yorulma keyfiyetine gelince, burada yorulmamak da kabil değil. Paris
bir bahar yapıyor görme. Işık, renk kıyamet gidiyor. Mamafıh sıcaklar
da bastı. Doktor Fikret ikinci defa Paris'e geldi. İki gün ve sadece
Paris'te içmek için. Sabahleyin başladı, dörde kadar. Amerikanca bir
Paris. İçtikçe gelişiyor, hafifliyor, konuşuyordu, hatta biraz da uçu-
yordu. Pazar günü onu tayyaresine göndermeden evvel Port-Royal
taraflarında bir gezinti daha yaptık ve hüsn-i kabul lokantasında yemek
yedik. O kadar yeşillik vardı ki tırtıl filan olacağım sandım. Ormanlar
adeta üstümüze yıkılıyordu.
Fikret'le Mayıs sergisine gittik. Abidin ve Avni'nin resimlerinden
başka yedi-sekiz tablo ancak hoşuma gitti. (Herkes kötülüğünde müt-
tefik) tabu Picasso kendini kurtarıyordu. Unesco'daki freskin hazır­
lıklarını koymuştu, yahut başka bir-iki parçasını. Güzel mi, çirkin mi?
Bittabi hüküm vermek kabil değil. Yalnız Picasso idiler. Şahsiyetiyle
empoze ediyordu. Sosyal olduğunu iddia ettiğimiz bu asır hudutsuz bir
ferdiyetçilik içinde çırpınıp duruyor. Sergide birkaç resim daha vardı;
fakat köşe başından siluetiyle sizi avlayan gece kuşları gibi. Londra'da
böylelerine çok rastladım. Uzaktan ve bilhassa müsait yerden bütün

189
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

bir fantazi coşuyor. Ama Öne gidince kül yığını, yahut renk birikinti-
si. Bittabi Kırmızı-Siyah (Stendhal) en büyük tesiri yapıyordu. Yeşil,
mavi ve sarılarıyla iş gören bu cinsten birkaç lenduha tablo daha vardı.
Meselii sizin taraçaya konup Mehmet Ali'nin masasından seyredilirse
harika olabilir. Fakat yanlarına gitmemek şartıyla. Sürrealistler tam
delirium- tremens halinde. Artık sürrealist de denemez onlara. Daha
ziyade obsede sexuel. Hepsi güzelim kadın vücudunu kesiyorlar, biçi-
yorlar, bazı uzuvlarını çoğaltıyorlar, pul gibi yapıştırıyorlar. Mösyö
Breton böyle istedi ne yapalım? Bir ikisi de pirinç üzerine Fatiha
yazıyorlar. Deli sabrı! Deli muhayyilesi! Deli mantığı!.. Doğru dürüst
pornografi yapsalar, eh, yaşımız da müsait, seyrederdik. O da değil.
Sadece hezeyan ve sadizm. Güzel güzel kadınlar, aile kadınları, kızlar
bu fecaatlerin karşısına geçiyorlar ve dikkatle, ehemmiyetle seyredi-
yorlardı.

Halbuki sürrealizm hakikaten büyük bir şeydi. Büyük bir şey


çıkabilirdi, demek istiyorum, büyük ümitti, hatta garp sanatının son
ümidiydi. Ne yazık ki imansız, tersine dönmüş bir catholicisme, birkaç
Sade gibi mazi yadigarı yolunu kesti.
Heykeltıraşlardan bahsetmiyorum; büsbütün fecaatti. Taştan veya
demirden kanape bile vardı; oturulduğu görülen yerleriyle. Serginin
en güzel eseri, uzun kabarık sakallı, beyaz gömlekli, pembe kravatlı,
çıplak ayakta sandal, gezinen genç heykeltıraş veya ressamdı. Ütüsüz
gömleğin yakaları yukarıya kaldırılmıştı ve yanında geniş siyah şap­
kalı, seyrek ve müzikhollerdeki striptiz kadınları gibi sıkı sıkıya siyah
giyinmiş -fakat soyunmadı- son derecede güzel bir kadın vardı. İkisi
birden çok sevimli idiler. Yazık ki fiyatlarını soramadım. Alıp getire-
mem de. Beslemek liizım. Hemen herkesi tanıyorlardı ve dünyanın en
latif tebessümüyle -tıpkı İstanbul'daki ressam Fikret'in tebessümü-
etrafıyla konuşuyorlardı.

O gün öğlenden evvel Van Gogh'a bir daha gitmiştim. Bu biraz


beni teselli etti. Van Gogh büyük bir hürriyet hareketi! Yalnız çok
güneş var ve bu kadar aydınlık insanı ürkütüyor.

Bu günlerde iki film gördüm. Birisi Ekmek, Aşk ve Fantezi (hayal).

190
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

İtalyan filmi . Harikulade bir komiği , tatlı bir hicvi vardı. Galiba
İstanbul'a geldi. İkincisi de bu sene pek beğenilen Le Vent de souffle.
Modem Romeo-Juliet. Fena değildi. Belkemiği çarpık olmasa hariku-
lade tarafları vardı . Camus' nün Etranger'sinin başka türlüsü. Belki de
hlç benzemiyor. Fakat entellektüelJer modem hayatı bu gözle görmeği
tercih ediyorlar. İlla ki bütün değerler iflas etmiş olsun! Mamafih dedi-
ğim gibi fena değildi.

İşte böyle Adalet! Fikret'le bir gece Fikret Mualla'ya gittik. O sar-
hoş , ben uyamk. Ne dersin, MualJa bizden daha çok akıllı çıktı. Otelin
holüne indi, hastalığından bahsetti. Ve bizi atlattı.
( ........)
Ameliyat ve hastalıklar bana epeyce mal oldu, (120) bin franktan
fazla. Uzun tereddütlerden sonra masraf pusulalarını İstanbul'a dekan
Takiyettin'e gönderdim. Mazhar'ı gör ve iki şeyi anlat. İstediğim para
sadece masrafm yarısıdır. Sonra mecbur olduğum için istemedim. Aksi
takdirde seyahat çok kötü bitecek. Parayı bana Paris'e gönderirlerse
biraz kurtarırım. Cebimde yalnız (100) bin frank var. Erken dönemem,
Amerikalılara borçlanırım. Fakat asıl istediğim şey, hakikaten büyük
tereddütlerden sonra bu parayı istemeğe karar verişimdir.
Sabahattin'den bir kart aldım. İyiymiş. Çok mesudum. Ne kadar
korkmuştum. Tarık da sıhhatı için beni tatmin etti. Mektubunu Mla
bekliyorum. Ne ise, İstanbul' da okuruz.
Zannederim ki vaziyet biraz daha gevşemiştir. Fakat bu muhake-
meler filan, hülasa herkesi merak ediyorum.
Hüsam benden şiir istiyordu. "Boğaz'da Gece" sende olacak.
Bulabilirsen ver.
Pertev ameliyat oldu. Şimdi iyi. Nekahat devri geçiriyor.
Hepinizi nasıl göreceğim
geldi, tasavvur edemezsiniz. Bedri
beni atlattı. Şalimarı gönderemedim. Hata ettiğimi anlıyorum, sadece
şişeyi götürecektim. Ne ise alacağı olsun. Kitap tabii sana gelmedi.
Abidin'den istemeyi bir türlü akıl edemedim. Onlarda kalsın artık.
Şimdi size bir tane yolluyorum; ama şimdi. Haftaya alırsın.

191
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ' A MEKTUPLAR

Ansiklopediye daha başlamadım . Burada büyükçe, yani mühim


bir mesele buldum gibi. Bir-iki gün çalışmak lazım. Hepinizin gözleri-
nizden öperim. Müthiş hasretim. Tahmin edemezsiniz nasıl özlüyorum.
Yaz .demek İstanbul hasreti demektir. İstanbul'u ne hfilde bulacağım o
da başka şey.
Burada bir mektubunu daha alabilirim. Yani gelecek pazarte-
siye kadar buradayım. Sonra İspanya, Allah izin verirse. Mektubu
Takiyettin' in şahsına göndermiştim. Şimdi içime İstanbul' da olmaması
korkusu düştü. Lütfen seyahatte filansa bana derhal yaz. Sana gitmeden
o kağıtlan - ki yüz karamdır, bu vaziyette üniversiteden para istiyorum-
tekrar tanzim edip göndereyim.
Tekrar tekrar gözlerinizden öperim. Mehmet Ali'ciğim ne yapı­
yor? Salatalıklar çıktı mı? Rakı bana memnu gibi bir şey.

A.H. Tanpınar

55
Madrit, Mayıs 19608
Adalet,
Burası İspanya. Madrit. Hangi tfil ve arz dairelerinde, bilmiyo-
rum. Zaten coğrafyanrn yalan söylediği bir devirdeyiz. Meşhur Madrit
sıcağından hoşlanacağım yerde, soğuktan titriyorum.
Dün akşam Şimal otelinde - Allah otel etsin- abdesthane aralığı
gibi bir yerde üç battaniye ile yattım. Bugün bu gördüğünüz, yani
tabelasıyla karşılaştığınız oteldeyim. Birinci sınıf değil, ama rahat. Dil
bilmemek ve ecnebi memleketlere babanın evine gider gibi kollarını
sallaya sallaya gitmenin cezası. Şimdi rahatım, bakır kenarlı lüks bir
odadayım. Işık tabii kıt.

İspanyollar latif insanlar. Geldiğimden beri dört yanımda Akdeniz

8 Tarihsiz olan bu mektup, muhtevasından da anlaşılacağı üzere 20 Mayıs 1960'tan


evvel yazılnuş olmalıdır.

192
TANPINAR'JN MEKTUPLARI

çalkalanıyor. Her an kendimi Hasköy'de ve Tatavla'da sanıyorum.


İspanyolların ufak bir deli tarafları var ki hoşa gidiyor. Memleket
bizden çok zengin . Fakat Avrupa şehirleriyle kabil-i mukayese değil.
Refah yedi-sekiz caddelik bir ana damarın üzerinde ve tek bir semtte
toplanmış. Bir yığın banka ve cortes. Havuz ve fıskıye, kötü heykel ve
güzel bahçe. Dün akşam Dolar· lokantasında idim. Şehrin velisi olan
azizin bayramı hürmetine her taraf donanruştı. Bankalardan birinin
bahçesi de aydınlanmıştı. Kapalı kapısının önünde (içerde) bir nöbetçi
asker bekliyordu. Paranın mahpusu gibi bir şey. Ahali bahçeye, o kadar
güzel kadının, kızın dolaştığı aydınlık sokağa bakıyordu. Biçareye
ne içerisi, ne dışarısı açık. Gelmeden evvel pazar günü Abidin 'le çok
güzel bir gezinti yaptık. Chevreuse civarında İvet denen bir lokantada,
bir çeşit Erenköy bahçesinde, irisler, haşhaş çiçekleri, kırmızı kestane-
ler arasında yemek yedik. Sonra Versailles'ın meşhur su oyunlarını , su
ve fıskıyeden baleyi seyrettik.
Bu sabah erkenden Prado'da idim. Müze tamirde, altüst olmuş.
Fakat bu sayede iki Watteau üst kata çıkmış. Çok güzel Claude
Lorrain'ler, Poussin'ler gördüm.
Fakat asıl sevdiğim Velasquez oldu . Yelasquez için birkaç sayfa
not aldım. Bosch' lar, Titian 'ler kıyamet.
Saat dört buçuk. Her taraftan çan sesleri hücum ediyor.
Ben sefarete gidiyorum. 1) Pasaportum 20 mayısta bitiyor.
Halbuki ben 24 hazirana kadar Avrupa'dayun. Paris'te müracaat ettim
ama, neticesini bilmiyorum. Bir kere bunları da göreyim.
2) Büyük bir not defteri kaybettim. Felaket olur bulamazsam.
Adres kağıtta. Acele mektup beklerim . Acaba parayı gönderecek-
ler mi? Hemen hemen ay sonuna kadar buradayım.
Bütün dostlara selam ve sevgi. Hepinizi kucaklarım.
A.H. Tanpınar

193
ADALET ve MEHMET ALİ CİMCOZ ' A MEKTUPLAR

56
Ankara, Eylül 19609
Adalet, Mehmet Ali,
Neredeyse bir hafta oluyor, sizlere bir şey yazamadım. Buradaki
hayatım bir nevi muhabbet kuşu , vekfilet kapatması gibi bir şey. Henüz
niçin geldiğimi bilmiyorum. Eğer Fakülte Unesco umuınl kongresine
aza olarak beni seçmemiş olsaydı , bittabi bu akşam beraber rakı içer-
dik. Daha beklemeğe mecburum. Hiç olmazsa bir müddet.
Gariptir ki, dışarda seyahat beni rahatsız etmiyor. Fakat mem-
leket içinde odamdan, kitaplarımdan, dostlarımdan ayrılmak acaip
şey. Hülasa sudan çıkmış bir balık gibiyim. Yahut darmadağınık. Her
rastgelenin teklifini kabul ederek yaşıyorum. Ankara güzel. Billur
gibi bir hava var. K.ızılay'ın, Bakanlıklar'm söğüt ve kavakları insanı
büyük resim ufkuna getiriyorlar. Villalar, apartmanlar, lüks binalar
kıyamet. Farkında değildim, şimdi anladım ki, yine tek şehirli memle-
ketiz. İhmal edilen İstanbul' un yanıbaşında yeni başkenti yapmışız. Bu
demektir ki, bir şehirlik bir hayat kuvvetimiz ve yapıcılığımız var. Bu
hal son devirlerin hadiselerini daha iyi anlamama yardım etti. Bittabi
bu mükellef şehir her an hinterlandının tazyiki altında. Binaenaleyh ilci
başlı hüviyeti devam ediyor. Eski şehir, yıkılmış eski Anadolu kasabası
hayatına devam ediyor ve gıcır gıcır otobüslerde yeni Ankara'nın man-
zarasıyla hiç alakası olmayan kılık kıyafette biçareler, bizim Kemal
Yaşar ve Fakir Baykurt' un kahramanları, ağabey, amca, baba , abla,
yenge, hala, nine diye dolaşıyorlar. Hülasa bugünkü imkanlarımızla
yapılan her şey gibi bu iş de yarım. Köylü ve kasabalı şehre hısım
akraba arayarak hücum ediyor.
Yeni vekiller müthiş gayrette . Hepsi etrafına kendilerini beğendir­
meye çalışıyorlar. Hepsi aferin! peşinde. Milli Birlik'ten su sızmıyor.
Bu kadar yalnız istediğ ini söyleyen bir ekip az görülmüştür. Bittabi

9
Unesco toplantısı Eylül 1960'ta yapılmıştır; ayrıca 69. nu maralı mektup-tan da anla-
ş ılacağı üzere, Dr. Tank Temel'e yazdığı 20 Eylül 1960 tarihli mektupta da Tanpınar
aynı konulara temas eder.

194
TANPINAR' IN MEKTUPLARI

bu hal etrafta türlü tefsirlere yol açıyor. Demokratların yaptığı müthiş


bir propaganda her gün , her tarafta Halle Partisi'ni yıkmağa çalışıyor.
İşlerin durgunluğundan müthiş şikayet var. Zannediyorum ki, gazeteler
dahi eskisi gibi okunmuyor.
Dün Müllciye'de idim. Hikmet Çetin diye bir genç bana 28 Nisan
hadiselerini anlattı. Çocuk da, ben de aynı heyecan içindeydik. Ayakta
onun jestlerine adeta iştirak ediyordum. İyi bir sinema sahnesi olabilir-
di. Fakat şehrin umurunda bile değil. O sadece dolabın suyunun çekil-
diğini hissediyor ve onu düşünüyor. Hülasa dönüşümde dahi büyük,
hatta mühim bir havadis verebileceğimi sanmıyorum.
İş yokluğundan musiki tarihi okuyorum. Beş Şehir' in tashihlerini
yaptım ve bol bol, iğrendirecek, mide bulandıracak kadar bezik oyna-
dım . Şimdi saat dört. Bedri'nin evinde yemek yedik. Ben vekalet ara-
basının güzelliğini tekrar takdir fırsatını buldum. Bir parça dinlenmek
niyetindeyim.
Bedri İstanbul' a gelecek ve orada Güzel Sanatlar meselesi için
bir toplantıya riyaset edecek, ben bellci ondan evvel gelirim. Seyahatin
bilançosuna o güzel mont blanc ' ımın kaybı da ilave edilmelidir. Üç
gündür ah kalemim, vah kalemim! diye feryat ettim. Bu sabah bu
kepaze yazacağı satın aldım. Bu vesile ile çok güzel bir darb-ı mesel
öğrendim: El elin eşeğini türkü çağırarak arar.

Hepinizin, bütün dostların gözlerinizden öperim. Hasret ve sev-


gilerle.
A.H. Tanpınar

195
TARIK TEMEL'E MEKTUPLAR

57
Münih, 4 Eylül 1957
Tank' cığım,
Münih'e, kavaklarla süslü caddelerine, rahat ve zengin hayatına
tam alıştığım ve işaretle konuşmayı öğrendiğim zamanda, yani yarın
Viyana'ya geçiyorum. Müzelerden başka bir şey pek görmedim.
Herkese selam. Gözlerinden öperim.
A.H. Tanpınar

58
Paris, Temmuz 1959
Tank'cığım,

Dediğin oldu. Profesör Jean Bernard'ı gittim gördüm. Pazartesi


beni hastahanesine çağırdı. Radyografi, kan tahlili, göğüsten kan, dört
araştırma pikürü falan öğleyi bulduk. Perşembe günü de (yani bugün)
neticeyi alacaktık. Gittim. Sekiz buçuk demişti. Ancak dokuzda yetişe­
bildim. Pikürler hiçbir netice vermediğine göre eski bir parazitin neti-
cesi addediyor. Heyet-i umumiyesiyle sıhhatimi -tam pazartesi akşamı
geçirdiğim ateşe rağmen- şayan-ı memnuniyet buldu. Dikkat edecek-
siniz, o kadar dedi . Arada bir kontrole gitmem liizım geliyor. Eylül

196
TANPINAR'IN MEKTUPLARJ

sonuna randevu verdik. Ben adamı Claude Bernard'ın torunu filan


zannetmiştim. Meğer on beş sene evvel ölen Tristan Bernard 'ın oğlu
imi ş. Hani sakallı ve son derecede Parisli bir mizah muharriri vardı.
İşte onun. Hematolojide beynelmilel imiş. Saint-Louis'deki bu servis
onun için açılmış. Amerikalılar da yardım etmiş. Evine Pertev'le bera-
ber gitmiştim. Kütüphanesine hayran oldum. Bütün tanıdığım kitaplar
oradaydı. Birkaç sene evvel, Rusya' ya çağrılmış. Bu malumatı aldığım
Laroza'ya göre onlardan da klinik yardım görmüş. Yahut hiç olmazsa
büyük ve resınl takdir. Laroza "Benim çok hürmetim var" diyor ve
servisi idare edişine şaşırıyor. "Karım uğramıştı , benim gönderdiğim
hastalar için ayn dosya açtığını görmüş!" Laroza'nın karısı aynı has-
tahanede deri hastalıkları üzerine çalışıyor. Tezini yakında verecekmiş,
çok mühim bir imtihanmış . Kendisi de umunli cerrahmin emrinde
Fakülte'de yardımcı bir ders veriyor. Bu itibarla hayatından memnun.
İyi bir hastahanede çalışıyor, adını unuttum. Ani bir şey olursa beni
yatırmayı vaad etti (Allah saklasın). Laroza'ya göre benim hastalığım ,
her ikisi birden, Leffler hastalığı. Her ne ise böbreklerin muayenesi,
diğer sıhhi meseleler onun üzerinde. Uyku ilaçlarımı nebatileştirecek.

Paris bildiğin yahut bildiğimiz Paris. Şimdi de On Dört Temmuz'a


ve tatile hazırlanıyor. Ben daha yerleşemedim . Zaten Londra'ya geçe-
ceğim. Bugün Londra dönüşünde tutacağım odayı görmeğe gidiyorum.
Avenue du Maine'de Nüzhet Gökdoğan'ın kızı oturmuş. O hem bana,
hem de beni otel sahibine tavsiye etti. On beş gün oluyor, hiçbir şey
yapamadım. Şurası var ki Paris çok sıcak. Güneş adeta nişan alıyor ve
ben de denizden çıkmış balık gibiyim. Sonra bu fıevre tabii.
Daha Fakülte'ye mektup yazamadım. İstanbul ' da her şey benim
için sarılmış bir yara haUnde, açmağa cesaret edemiyorum. Bu kadar
angoisse olduğumu sanmıyordum (Mehmet Ali i şitmesin , tabii). Sen ne
yapıyorsun, oğlan , çocuklar, Bedia nasıl? Bu mektup fazla gecikildiği
için vakitsiz yapılan ziyarettir. Daha tafsilatlısını , daha rahatını haftaya
yazarım. Kruşçev'in Harrirnan'a beyanatı dün akşam epeyce canımı
sıktı . Birkaç sergi ve bir yığın müze gördüm. Fakat hiçbir konsere
gidemedim. İlhan 'a ayrıca mektup yazacağım. Onun, senin , evdekile-

197
TARIK TEMEL'E MEKTUPLAR

rin, Yahya'nın gözlerinizden öperim. Hoşça kalın. Yavaş yavaş daüssıla


başlıyor. Tekrar gözlerinizden öperim.

A.H. Tanpınar

Tarık,

Hep gözlüksüz yazıyorum ve behemehal göndermek niyetiyle.


Hastahane dönüşü Opera meydanına, oradan da bizim kültür ate-
şeliğine uğradım. Nihayet Regence .. iki bira ile iki sandviç yedim.
Kahvesiyle beraber 800 frank. Lipp' te 1000 franktı dün, öyle uzun
boylu oturup yemeğe kalkarsan en kötü lokantada 1400, orta hallilerde
1800 frank. Pahalı. Bana havadan geldiği için fazla koymuyor. Fakat
istediklerimi yapabilmem için -kaç tane için?- eylüle apartman arıyo­
rum. Apartman, stüdyo, hülasa büyükçe oda, mutfak, banyo.
Eğer çalışamazsam, çalışmaya başlamazsam, kendimi bir şeye
vermezsem deliririm. Bugün veya yarın Gabriel'i görmek için Bar-sur-
l'eau 'ya gideceğim. Kenan yine telaş etmiş.
Müşterek dostumuza çok çok selam. Paris'ten kendisi veya çocu-
ğu için bir emri var mı? Delikanlının şiir mecmuası çıktı mı? Çıkıyor
mu? Hepinizin gözlerinden tekrar tekrar öperim. Sıcak, hem nasıl?
Duman attırıyor vallahi, -cigarasızlık, üç gündür aldığım antibiyotik-
lerin tesiri- bugün beni perişan etti. Onun için yazılacak bir yığın şeyi
belki unuttum. Daha müsait bir günde devam ederim. Sen nöbetten ve
ateşten Kenan'a bahsetme. Zaten ben alıştım.

Altmışında seyyah güvercin.


A.H. Tanpınar

59
Paris, 20 Temmuz 1959
Tarık' cığım,

Alelacele şu birkaç satın yazıyorum . Sıhhatim şimdilik şikayet edi-


lecek gibi değil. Yalnız ürtiker aman vermiyor. Hiç bu kadar muannit,

198
TANPJNAR'JN MEKTUPLARI

kendisini unutturmamağa karar venniş hastalık görmedim. Nelerden


kuşkulanmıyor? Naylondan kolalı çamaşıra kadar. Tuz, biberli şeyler,
peynir, konserve ... Hani çok manasız, sıska gebe kanlar vardır, ne
yerlerse kusarlar, onlara benzedim. Derhal tırnaklarım uzun çizgilerle
doluyor, elimin üstü benekleniyor. Tabii şarabın ve kahvenin bol hissesi
var bu işte . İşin garibi ikisinden de kurtulamıyorum. Cigarasızlık içkiyi
zaruri kılıyor ve şaraptan ucuzu yok. Bira gaz yapıyor ve sevmem.
Kahveye gelince uyku iliicının zaruri tamamlayıcısı. Vakıa ikisini de
kısmaya çalışıyorum ama gün oluyor hiç içki içmiyorum, yahut bir bira
ile geçiriyorum. Kahve öğleden sonra yasak. Nihayet gıdam da burada
ister istemez ete bindi. Hayatımda hiç bu kadar yeşil fasulye yemedim.
Bununla beraber iyiyim. Laroza ile her hafta buluşuyoruz . Karısı cilt
hastalıkları ihtisası imtihanını verdi. Şimdi hem iç hastalıkları, hem
de cilt hastalıkları doktorum var demektir. Bu karı kocadan gördüğüm
iyiliği unutamam. İki pazardır beni gezdirip duruyorlar. Dün Orleans
ve Besançon'a kadar gittik. Bir yığın şato gördüm ve bütün ömrümce
görmediğim kadar harman yeri .. Üç yüz altmış kilometre yol. Buna
rağmen uyku yine üç nembutal 'le. Bu korkunç işte. İki akşam evvel
mahsustan ilaç almağı unuttum. Bütün gün fıtıklarını patlayana kadar
gezmiş ol.mama rağmen ancak bir saat uyudum. Bittabi acaip acaip
rüyalar. Geçen akşam da, daha doğrusu pazar gecesi sabaha doğru alt
takım dişi kırılmış gördüm. Şimdi korku içindeyim. Kenan'ın mektubu
da gelmedi.
Londra' ya geçişim biraz gecikti. Cumaya geçecektim. Gelecek
salıya kaldı. Sebebi de Almanya'dan profesör Schell' in gelişi.
Londra'ya geçip de ne yapacağım? O da bir mesele. Alış veriş için pek
az param kaldı. Avrupa müthiş pahalı. Bin frank bizim on liramızdan
daha beter. Avucunuzun içinde ufalıveriyor. Bir yemek, ama doğru
dürüst de değil, bin iki yüz frankı behemehal buluyor. Eğer şöyle ikinci
derecede ağzının tadıyla bir şey yemek istersen, bin sekiz yüz frank .
Bittabi ürtikerin müsaadesi nispetinde jambon ve peynire kendiliğimiz­
den yahut kendiliğinden düştük. Küçük bir stüdyo arıyorum, bulursam
işler biraz düzelir. Eve vereceğim parayı yemekten iktisat etmek müm-

199
TARIK TEMEL'E MEKTUPLAR

kün olur. Çalışmaya henüz başlayamadım. Sıcaklar çok ağır basıyor.


Paris cehennem gibi. Saat dokuz buçukta ortalık ancak kararıyor. Dört
buçukta güneş doğuyor ve kuşlar ötmeğe başlıyor. Ne kadar çok kuş
var Yarabbim. Odam avluya bakıyor. Galiba senin Molla'nın yattığı
odalardan biri. Üç bahçe ardı ardına muazzam bir genişlik yapıyor.
Paris çatıları, Paris bacaları , tavan aralarının pencereleriyle tam bir
Paris dekoruna bakıyorum. Jean Bemard kandan maadasına karış­
madı. Yalnız beni tatmin etti. Göğsünüzden alınan kandan bilhassa
memnunum, dedi. Jean Bemard lösemi hastalığı üzerinde çalışıyor.
Laroza kendisine çok bağlı. Belki de bu meseleyi halledecek, diyor.
Servisi Saint-Louis hastahanesinde. Galiba Amerikan parasıyla yahut
kısmen böyle. Büyük ve yeni bir külliye yaptırmışlar ona. Geçen sene
de Rusya'ya gitmiş. Bizimkileri çok seviyor. Yanında çalışan birkaç
Türk varmış, göremedim. Belki de Yahya Kemal'in gittiği adamdır.
Eylül sonunda yeniden mülakatımız var. Bana kollarımdan dört test
yaptılar. Galiba parazit, sıtma, kist için . Onlar da muayyen bir netice
vermedi. Yahut müspet, lehimde netice verdiler. Hiçbir şey görülmedi.
Fakat kardeşim hastalık sade bronchectasie ve allerji yahut ürtiker
değil ki. Mesela saatte bir uyanışım. Şüphesiz ki bunda prostatın tesiri
var. Böyle bir şey olmasa, insan her saatte bir niye uyansın. Bu gece o
kadar yorgunluktan sonra yine, hem ilaç almak şartıyla, beş buçuk saat
uyudum ve sanki derste imişim gibi elli dakikada bir uyandım.
Mamafih düşünmüyorum. Bütün bunlar yaşımızın icabı. Sakal
bıyık kestik diye altmışa merdiven dayadığırnızı unutacak değiliz ya.
Bu iki hastalık beni kendi yaşıma yahut' biraz daha ileriye götürdü.
Şimdi bu bulunduğum noktada kalabilmek meselesi. Tutunabilirsek ne
ala, tutunamasak onu da kendisi bilir. Yalnız sıhhat ve ölüm korkusuyla
yaşamaktan büsbütün vazgeçmeyi istemem. Bu kadar istibdat hoşuma
gitmiyor. Baş eğmem değil, hoşuma gitmiyor.
Cigara meselesi de böyle. İçmiyorum. Galiba bir müddet de
içmeyeceğim. Hatta bunun için hastahanede sormadım. Fakat beni
sonuna kadar kendi gölgem gibi yaşatacaksa, bugün başlarım. Burada
epeyce canım sıkıldığı günler oldu. Bilmiyorum ama, kendi kendime

200
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

"Bak bugün cigara içebilirdim, ama içemedim" dediğimi hatırlıyorum.


Cigara benim tersine işleyen o acaip irademle alakalı. Hülasa şimdilik
bu işten emin ol, içmiyorum. Gece saat üçten sonra, bütün mesele uyku
meselesi. Ve uyku da, hiç de yukarda dediğim gibi, mutlak şekilde
sıhhatime bağlı değil. Bu gece, saat ikide yukardak:i odada banyoyu
açtılar. Gürültü ile uyandım. Ve bir daha uyuyamadım. Şimdi mahsus
kalkıp bu mektubu beyaza çekiyorum. (Hepsi değil son kısmını).

Memleket işleri hakikaten acınacak hale gircLi. İstikbal için ümit


bırakmıyor. Biraz birbirimize, biraz mederu hayata ve insan gibi yaşa­
mağa alışsak . Ve bilhassa .işbölümünü, mesuliyet fikrini ve Türkiye
diye bir şeyin bizden üstün varlığını kabul edebilsek. Bu seyahatim,
ki kendim bile bazen lüzumsuz görüyordum, bana neler öğretmedi, ne
kadar çok şeyi birkaç senede unuttuğumuzu her adım başında hatırlıyo­
rum. Biz hürriyete ve nizam fikrine beraberce düşmanız. Bize beheme-
hal bir esir sürüsü, bize diş bileyecek bir insan yığını, onun tarafından
yapılacak ithamlar ve ona yapacağımız eziyetler lazım. Biz aksiyonu
teaddi ve tecavüz addediyoruz.
Burada her şey sakin gidiyor. Fransız zaten monarşist, terbiyesini
o yapmış. İyi ciltlenmiş kitaplar vardır, hani , cildi sökülür de yine şek­
lini değiştirmez . Fransız da bu nizam terbiyesini almış. Dün akşam bir
sahne gördüm. Otobüse insan alınıyordu. 30 kişi vardı. İhtiyar, çocuk-
lu, güzel kadın ... Biletçi beşini aldı. Gerisini bıraktı kimse itiraz etmedi.
İşte Avrupa hürriyeti evvelii bu. İnsanı işinde serbest bırakmak ve onun
iyi yaptığına inanmak. Bizde olsa biletçi dövülürdü. Otobüsün şoförü
de aynı saltanatta yürüyor, otobüste şoförün makamını bizde halifeler
alamamıştır. O ne saltanat, ne emniyet, ne itimattır. Biz nizam filcrini,
onun kurulmasını sevmiyoruz. Nizam, zaruretleri tanımanın neticesi-
dir. İsmet Paşa kendisini, biz onu, hep zaruretleri tanımadığımız için
harcadık. Tarihimiz hep bu küçük hata ile doludur. Nasıl ahşap bina
yapmak Türkiye'yi çırçıplak bıraktıysa -nihayet ahşap bina nedir? Bir
yolu seçmekten başka ne olabilir?- zaruretleri tanımamak da bizi bu
hale getirdi . Allah iyi etsin.
Burada De Gaulle'le çok alay var. Hem seviyorlar, hem arı gibi

201
TARIK TEMEL'E MEKTUPLAR

sokuyorlar. Fakat Fransız, Avrupa aslında hizaya girmekten hoşlanı­


yor, hatta ihtilalcisi bile. Kazım bildiğimiz Kazım . İyi çocuk. Sevimli
insan; dün Nüzhet Hanım'ın kızı bana uğramı ştı. Hayat mecmuasında
Adalet'in yazısından bahsetti. "Kazım amcanın Einstein 'la beraber
resmi var" dedi. "Ama ben çok iyi biliyorum. Kazım amca ayın on
dördünde değil on üçünde doğmuştur. Muhakkak takılmak için yaptı­
lar" . Bunu genç, yahut çocuk yaşta bir kız söylüyor. Hakikatte Kazım
operatörlüğü hariç biraz Hamamizade, biraz İbnülemin ve şüphesiz
birçok da Kazım'dır. Hülasa ben severim, hem senin neyine lazım be
birader, bizi belki senelerce mefluç bırakan zatlardan biri çolak olmuş;
büyük felaketti.
Haydi bu sayfa da bitti. Saat beş, yatıyorum. Şu uyku meselesini
bir tanzim etsem. Belki birkaç şok da bana lazı m gelecek. Gözlerinden
bol bol öperim. İstanbul ' dan, ne Fakülte'den, ne de bir yerden mektup
alamıyorum. Yahudilerin günah keçisi gibi bu medeniyet çölünde tek
başıma dolaşıp duruyorum. Soranlara selam . Necmi ve İlhan 'a yaza-
cağım. Aziz dostumuza hürmetler. Çocuklara, hanıma selamlar. Tekrar
gözlerinden öper, kucaklarım.
A.H. Tanpınar

60
Londra, 16 Ağustos 1959
Tarık,

Mektubuna cevap gecikti. Bu da Londra'nın azizliği. O kadar


geniş ve dağınık ki. Görülecek şey namütenahi ve ben tek insanım.
Akşamları yorgunluktan harap, yatağa düştüğüm zaman, "yarın sabah
yazarım" diyorum. Sabahleyin kahvaltı dan sonra British Museum'un
Times gazetesi koleksiyonlarının 170 cildi aşan fihristi geliyor gözü-
mün önüne; haydi diyorum, bu işi gece yaparım. Böylece farkında
olmadan 'haftayı geçirdik.
Burada Z.F.'yi buldum. Kızıyla gelmiş. İngilizce öğrenmeğe

202
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

katiyyen kararlı; sevimli ve münzevi bir ayı gibi yaşıyor. Hep gençli-
ğimin Z.F.'si. Dün onunla beraber sefirin davetlisiydik. Sefarette üçe
kadar kaldık. Müşterek kartımızı elbette aldın. Behice Kaplan, doktor
Fikret, kansı, Ali'nin oğlu hep buradalar. Bir bakıma hiç yalnız deği­
lim. Hakikatte ise yalnızlık müthiş. Çünkü yalnızlık içimde.
Yarın Ziya'nın oteline taşınıyorum. Bir Jcişilik odalar çok dar. İki
Jcişilik bir odayı haftalığına sekiz liraya tuttum. İki buçuk lira karım var.
Hakikatte asıl karım Ziya ile beraber olmak.
Londra'yı nasıl anlatayım bilmiyorum. Hakikaten çok nefis bir
şehir. Şehir değil, bütün bir alem tabu... Bununla beraber daha henüz
merkezinden başka bir şey görmüş değilim. Piccadilly, Strand, Hay
Market, Soho, aşağıda Parliament ve civan, Saint James Parkı ve
benim semtim ... Kadınlar son derece güzel. Hiçbir yerde ihtiyarlığımın
bu kadar yüzüme çarpıldığını hissetmedim .
Şehir, İngilizcenin yokluğundan ve biraz da yaşımdan dolayı
benim için imkansızlıklar memleketi.
Hiçbir yerde bu kadar çok içki içildiğini sanmıyorum. Galiba ben
de Paris 'ten fazla burada içiyorum. Hiç olmazsa günde iki üç bardak
bira içiliyor. Vislcinin kadehi iki şiling. Şişesi otuz üç şiling.
Çoluk çocuğa selam. İlhan'ı çok göreceğim geldi . Henüz büyük
bir iş çıkaramadım.
Görürsen benim tarafımdan gözlerinden öp.
Müşterek dostumuza birçok hürmetler.

Hüseyin meselesini aman ihmal etme ... Senin de gözlerinden öpe-


rim aziz Tarık'çığım.
A.H. Tanpınar

61
Paris, 17 Aralık 1959
Tarık'çığım ,

Mektuplarımız hakikaten karıştı. Birbirini karşılamaz oldu . Geçen

203
TARIK TEMEL'E MEKTUPLAR

mektupta da yazdığım gfüi planographe ile mürekkepleri Nazan'ın


eski kocası ve Midhat Mesut Bey'in oğlu Necdet Sander' le beraber
gönderdim. Belçika üzerinden otomobille gidecekti. On gün içinde
orada olması gerekirdi. Gideli bir ay oldu. Gelmemesine hayret ederim.
Acaba Allah göstermesin kaza mı oldu? Sana ve Kenan'a birer pişirim­
lik kahve de vardı. Eğer ölmemişse, gelir. O zaman başka kimse yoktu
burada. Bedri son iki günde çok meşguldü. Yoksa bir tane daha gönde-
rirdim. Mesele değildi . Eğer gelmezse başka yollarım, ama Allah sak-
lasın , bekleyin! Necdet kitapçı dır, Löbon 'un altındaki yokuşta küçük
bir kitapçı dükkanı vardır. Bedri zaten doğru Ankara'ya gidiyordu ve
her meselede mırın kırın ediyordu. Bittabi senin için değil. Söylesem
getirirdi. Birbirimizi son günlerde görmedik, aynca da düşünmedim,
sen de o zaman almadığını yazmamıştın.
Başımıza bir dert çıktı. Biliyorsun, ben şiir kitabımı Yeditepe
sahibi Hüsamettin Bozok'a satmıştım. Dönüşte çıkmasını istiyordum.
Biraz nazlandı, filan kabul etti. Her şey iyi iken Hüsamettin'den bir
mektup aldım. Ali Püsküllüoğlu diye bir adam Şiirimizin 4 Ahmedi
diye bir antoloji çıkarmış (Haşim, ben, Kutsi, Muhip) ve 19 şiiri birden
almış. Hüsamettin haklı olarak protesto etmemi söylüyor. Kenan'da bir
vekaletname var ve zannederim ki bu işe dair bir madde de var. Ben
Kenan'a, Hamdi Bey'i bulmasını ve Hüsam'la beraber ne yapılması
liizını gelirse yapılmasını yazdım. Sen lutfet bizim noteri bul ve bu
işi eline al. Bazı işlerde gösterdiğin hassasiyetle. Bil ki benim bundan
mühim işim olamaz. 1) Şiir kitabımın hemen hemen yansıdır (satışa
tesir eder), ben kitaburu henüz neşretmemişim. Birçok şiirleri değiştir­
mek isteyebilirim. Bu rakam evvela antoloji haddinin üstündedir. Sonra
antoloji çeşni vermektir, rakamsa bir nevi telif gibi bütüne yaklaşıyor.
2) Dört Ahmet ismi, gülünçlükten sarf-ı nazar, hususi bir antoloji olur.
Bu şekilde antolojiler ise muharrirleri tarafından yapılır ve muayyen
bir gayeleri olur. Meselil. Paulhan'ın antolojisine (üç ciltlik) girmeği
kabul etmeyen Aragon ve Eluard müşterek antoloji yaptılar. Fakat ikisi
de komünistti, estetikleri , siyasi akideleri yakınd ı. Bizim 4 Ahmet'te
böyle bir şey olamaz. Sonra kendileri yaptılar. Bu adam benden böyle

204
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

bir şey istemedi. Tabiimden de bunu istemiş değil. Hüsam'ın kitap


üzerinde şimdi benden fazla hakkı var. 3) Etüt şeklinde bir şey olsa.
Rakam işe ticaret manzarası veriyor. Lütfen, bu işe riyaset et. Kmuldat
Hamdi'yi, iyi bir protesto yazılsın.
Çok rica ederim, lütfen , bu işi halle çalış. Bir protesto yazılsın ve
verilsin. Kitap toplansın . Yahya Kemal'den sonra şimdi sıra bana geldi.
Ölümümü bekleseler bari . Gözlerinden öperim, herkese selam.
A.H. Tanpınar

Selim, İlhan' m talebesi imiş, Galatasaray' dan. "Ben bu kadar hari-


ka ders görmedim" diyor. "Bütün Galatasaray hatta yüksek sınıflardan
talebe kaçar, onun dersine gelirdi" diyor ve çok hürmetlerini söyleme-
mi rica ediyor.
Bana kalırsa bir kitap satın alın, İlhan okusun, protestoyu o yaz-
sın. Edebi kanaatlerimiz değilse bile, vardıkları netice hemen hemen
aynıdır. Müdafaa edilecek maddelerden biri de şudur: Bir antolojide
üç-dört şiir alınır. Bu bir fikir verir. Bu fikir hatta doğru da olmayabilir.
Seçenin zevkine göre, şairin vardığt bir irtifaı gösterir. Yarım kitap (19
şiir) şairi anlatır, irtifa ve zevk meselesinden çıkar, bütün olur. Halbuki
yanın olduğu için bütün eb'adıyla olmaz. Hülasa ölçünün değişmesi,
mahiyetin tahrifine kadar gider.
İlhan 'dan rica ederim, hem çok rica ederim, protestonun esas
hatlarını o çizsin ve Hamdi ile işi halledin. Asabım çok bozuk. Deli
olacağım. Gözlerinden öperim, onun da. SeJam ve sevgi.
A.H. Tanpınar

Ayrıca da benim şiirlerimi, kendim ancak kullanabileceğim bir


şekilde,yani muayyen bir başlık altında neşrediyor: "Ne içindeyim
zamanın". Bu düpedüz hırsızlık ve tecavüz. Kitap çıkmadan nasıl
okuyabilir?
A.H. Tanpınar

205
TARIK TEMEL'E MEKTUPLAR

62
Paris, 11 Ocak 1960
Canım Tarık,

Mektuplarını üstüste aldım. Yazık ki bir nevi kesel -yorgunluktan


daha başka bir şey, daha psikolojik- vaktinde cevap vermeme mani
oldu. İşleri bir türlü sırasına koyamamak, başlanmış şeyleri bitireme-
mek, cenabet oteli ve odayı bir türlü sevememek ... filan ve falan . Ne
ise evvela sıhhatim meselesini söyleyeyim: Yirmi yaşındaki vaziyetim
yok. Altmışa merdiven dayamış bir insanın , ama precedent'ları olan bir
insanın hfili. Tek sıkıntım fıtık. Cenabet hayatıma haciz koymuş gibi.
Hatta kafama da. Baharda ameliyat olacağım. Karar verdim. Havalar
şehirle olan münasebetimi tahdit etti. Bir kere otele girdikten sonra
çıkamıyorum. Okuyorum, yazmaya çalışıyorum. Şiirlerin üzerindeyim.

İsviÇre'de veya benzer bir yerde, okumamak, yazmamak şartıyla


değil ama, bir on beş gün istirahati ben de düşünüyorum. Sen de ara.
Ben de arayacağım. Tabii kış sporlarına gidecek değilim. 2400 franga
böyle dağ otelleri var. Fakat üşütürüm diye korkuyorum. Yalnızım.
Mesel~ sen olsan gidebiliriz. Tarık bazen sen kendi halini unutuyorsun.
Mesela şu İsviçre'de yirmi günden fazla kalamadın. Ben yalnızlığa,
birtakım şeylere senden mütehammilim, fakat bir hadde kadar. İtalya,
hatta Sicilya fevkalade olur. Fakat iki defa yapmış olurum bu yolcu-
luğu. Para meselesi. Param var, fa.Kat muayyen bir muvazene içinde.
Nice falan bana gelmez. Bir kere Nice'den gayrısı çekilmez. Orada da
dokuzuncu derecede bir otelde tek başına pineklemek. Burada Paris'te
biçare bir seyirci olsam da bir hareketin içindeyim. Kendi kendime:

Mestane nukuş-ı suver-i fileme baktık


Her birini bir özge temaşa ile geçtik

deyip avunuyorum. Fransa'nın cenubu Antalya demektir. Hfila o uzun


yağmurların yarım başağrısını , can sıkıntısını kırk senenin arasından
duyuyorum. Ne ise sen de düşün, ben de düşüneyim. Elbette bir şey
buluruz.

206
TANPINAR 'IN MEKTUPLARl

Son mektuplarım asabımın bozukluğu vehmini uyandırabilir, bir


çeşit sabırsJZlığım da yok değil. Fakat eski hastalığım o. Tam istirahate
gelince aziz kardeşim, sen de bilirsin, o maşeri bir terbiye mesele-
sidir ve garplı insanla en büyük farkımızı verir. Tam istirahat, tam
çalışmayı bilenin, zamana tasarruf edenin yapacağı bir iştir. Belki de
yoktur; yalandır. Okumamak, yazmamak, dinlenmek, yani karısıyla ,
metresiyle, dostlarıyla eğlenerek, gülerek yaşamak. Bir kere okuma-
dan, yazmadan yahut yazmaya çalışmadan duramam. Sonra burada
gölgemden ve kafamdaki hortlaklardan başka neyim var? Kim var?
İspanya'ya gideceğim. Ama Madrit, bilhassa göreceğim yer, bir çeşit
Ankara. İnerken, binerken üşütürüm diye korkuyorum. İkinci mesele:
İspanya mı, Almanya-Belçika-Hollanda mı? Buna karar veremedim.
En iyisi on beş, yirmi gün bekleyelim. Şu büyük soğuk dalgası da
geçsin. Paris, insanı " yektir Allah" diye bağırtıyor. Rüzgar sokak baş­
larında ustura gibi çarpıyor, kesiyor. Hararet sıfırın altında. Memleket
için verdiğin haberler hazin. Elimizden ne gelir hayır duadan gayrı.
Farz edelim bizim parti geçti, ne yapabilir? İsmet Paşa yaşadıkça
birçok şey tabii, diyeceksin. Ama değil. O hayatta iken ne kepazelik-
ler oluyor. Matiere'imiz insanoğlu denen mahluk ve bilhassa bizim
insanımız. Hayatın kontrolü bilhassa bizim rejimlerde çok güç. Sonra
İngiltere gibi, hatta diğer memleketler gibi değiliz , politika adamımız
yok. Ekip kuramadık. Bunlar zaman, terbiye, efkar-ı umumiyenin
sevgi ve murakabesi, ceİniyetteki devam arzu ve endişesinin mahsu-
lü olan şeyler. Bittabi başta muayyen bir kültür olmak şartıyla . Sade
bunlar mı? Görgü, iyi misaller ve umumi refah da Hizıın. Biz bunların
hepsinden mahrumuz. Kopuşlar ve düğümlerle devam eden bir mille-
tiz. Üniversite gibi devam eden -iyi kötü- bir müessese bile adamını
yetiştirmiyor. Kıskançlığın meşruiyet kazandığı politikada nasıl adam
ve ekip olur. İki yüz senedir bu milletin tarilıi bir tecilin hikayesidir.
Türkiye'nin deıtlerini biliyoruz. Çorap söküğü gibidir. Çarelerini
bulmak güçtür. Hiç olmazsa bizim gibi onu tarihiyle alanlar için.
Avrupa ' nın halini görüyorum, şark hegemonyasına karşı takındığı
vaziyete bakıyorum ve içim ürperiyor. Tek ümidimiz bir Avrupa birliği-

207
TARIK TEMEL'E MEKTUPLAR

dir, onu da ne Amerika, ne İngiltere, hatta ne de Rusya ister. Fransa'da


da bu fikrin etrafında büyük bir hareket yok.
İlhan 'ın mevzuubahs meselede aksülameline tabii üzüldüm, fakat
şaşırmadım. Bizim dargınlıklarımızın sebepleri bunlar değil mi? Biz
muayyen bir vaziyetin, o muayyen bir vaziyetin adamı. Biz tereddü-
dün adamıyız, o cezrinin. Sonra kendi hayatı var. Bir gün yaşamasına
tahammül edemeyeceğimiz bir hayat. Rüyada görsem korkarım . Biz
tutuşmuş geminin içindeyiz, o gemileri kendisi yakmış. Bununla
beraber bizi sevdiği muhakkak. Ve bunlar sevginin cilveleri. Bize naz
ediyor. Tabii o günkü vaziyetiyle, parasıyla, ev sahibiyle münasebetiyle
bütün bunlar alakalı.
Kartlar meselesinde belki haklı olabilir. Ben Braque 'ın o resim-
lerini sevdim. Fakat size tesadüfen geldi; vitray kartları almıştım.
Zarfları ayrı, kartları ayrı idi. Masaya mürekkep döktüm, zarflar kirlen-
di. Zarf bulamadım. Tekrar almak için de Champs-Elysees' ye çıkmak,
yahut bizim tarafta aramak lazım. Nitekim iki vitray kartı bavulumda
duruyor, dönünce veririm ümidiyle.
Nihayet İlhan'ın bana karşı küçük hiddetleri de olabilir. Kendisini
ihmal ettim sanıyor. İlhan kıskançtır. Hiç olmazsa sevgisinde. Onun
için birçok şeyler aldım, gönderemedim. Halbuki çok sevdiğimi bilir-
sin. Burada en aradığım insanların biridir. Tabii işsiz. Bol vakti var.
Kendisini tanıtma ihtiyacında. Zaman zaman sirke küpü hiiline geliyor.
Fermante adam. Ona vaktiyle siyasi mülteci derdim, kendisi de kabul
ederdi. Munkarız oluşu buradan, fakat bunlar hep bildiğin şeyler. Ne
diye üzerinde duruyorum.
Camus' ye acıdın mı ? Korkunç bir şey. Fakat ölümü garip, kor-
kunç bir sondaj oldu. Fransız münevverinin bugünkü vaziyetini bu
ölüm kadar anlatan hadise yoktur. Sağ ve merkez ona bir adalet adamı ,
doğru adam diye ağladılar. Sollar bu vesile ile açıktan açığa vaziyetle-
rini anlattılar: Biz temiz el değil , temiz kalp sahibi insanlanz, dediler.
Hiçbir şey bugünkü Fransa'yı , hatta dünyayı bir ölünün başındaki bu
mersiyeler kadar anlatamaz: Biz bir iç harbini yaşıyoruz , bütün kıymet-
ler yeniden ele alınıyor, yeni baştan tefsir ediliyor. ·

208
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Camus'nün büyük adam olduğu muhakkak. Güzel bir üslObu


vardı, sağlam bir felsefi görüşle onu besliyordu. Fakat asıl kıymeti
bu iç harbin kendi içinde geçmesiydi. Ruhunu muharebe meydanı
yapmış olanlardan. Büyük romancı değildi, hatta orta derecede bile ...
Fakat devrine bazı kelimeleri mühür gibi basan adamdı: "Abes" ve
"Yabancı"yı dünyaya, hatta bize bile kabul ettirdi. Ben çok acıdım . Bir
gün kahvede rastladım, konuşacaktım, fakat başı çok kalabalıktı. Zaten
beş dakika oturdu, oturmadı. İşte Tarık'çığım ... Günler böyle geçiyor.
Şimdi kısa havadisleri veriyorum. Fikret Adil yarın geliyor, Rahmi dün
gelmiş. Benim Selim'den ve Abidin'den başka gördüğüm Türk yok.

Hasan Ali döndü mü? Mektubuna cevap veremedim. Behemehal


öğren, yaz.

Aziz dostumuza selam söyle. Kusura bakmasın, tebrik kartı gön-


derememekliğim adres meselesidir. Yahut bahanesidir. İlhan gelir,
gelince gözlerini tarafımdan öpersin. İlhan'a kızma. Ha unutuyordum:
Yahu bu Sait deli mi? Tutmuş benim Teselya ile evlendiğimi söy-
lemiş. Bu olur mu? Olacak iş mi? Galiba Noel gecesi Laroza ve onunla
beraber Ortodoks kilisesindeki Saint-Julien ayinine gidişi-mizden ola-
cak. Teselya ' nın bunda kusuru bile yok, ben sürükledim, çünkü bu kili-
sede bazen Türkçe de dua okunuyor dediler. Kız İskoçyalı bir akrabası
ve mahut İtalyan kardinalinin kuzeniyle beraberdi. Ne çabuk işitirler,
nasıl uydururlar? Şaşırdım kaldım. İşittiğime göre Sait tekzip edecek
vaziyette değilim, demiş. Üzüldüm doğrusu. Kuzum söyle, inanmasın
böyle hikayelere.
Bezik masasına çok selam ve sevgi. Hamdi'nin gözlerinden öpe-
rim, tabu Necmi' ciğimin de. Senin rakıyı içerken hep Anadoluhisarı' nda
idim. (Teselya bu günlerde beni çok müşkül vaziyete soktu, sıhhl mua-
yene yaptırdıktan, laboratuvar raporundan sonra anlatırım, ama ben
şüphe etmiyorum). Kardeşçiğim, seni de hasretle, sevgiyle kucaklarım.
Bedia'ya hürmetler, çocuklara sevgiler, saadet temennileri. O ... 'ye de
kartı için ayrıca teşekkür ve sevgi. Eleni bir kahve yap.

A.H. Tanpınar

209
TARIK TEMEL'E MEKTUPLAR

63
Paris, 19 Ocak 1960
Tarık' çığını,

Evveıa gönderdiğin mektup, sonra kupürler geJdi. Yazık ki vak-


tinde cevap veremedim. Jean Bemard'ın randevusunu biraz geciktir-
miştim. Bu pazartesi, yani dün ve bugün (salı) onunla meşgul oldum.
Netice şu: Temmuz (12) bin lökosite mukabil benim eosinophilie yüzde
14 imiş (bunu yazmıştım) şimdi ise (6) bin lökosite mukabil yüzde
(14) imiş. Jean Bernard beni adeta tebrik etti ve hülasası "Allerjinizden
başka bir şeyiniz yok!" dedi. Ne menhus bir şeye yakalanmışım; ne
inatçıymış! Bitmedi, tükenmedi. Şimdi bu vaziyete göre Laroza'nın
karısıyla konuşmak, bu ürtikerin tedavisi ve bunun için de asıl aller-
jinin sebebini araştırtacağım, yahut buna çaJışacağını. Hakikat şu ki,
o kadar sevdiğim halde ızgara etten, velev ki en iyisi olsun, bıktım.
Perhiz dayana dayana peyniri, şarabı da alacak elimden. Ne ise .. Bir
de o tarafı yoklayacağını. Jean Bemard "eve gelin, beni görün" dedi.
Arkamdan hastabakıcıyı da yollamış . Bu sefer daha iyi konuşacağız ,
demektir. Ben kendisine benim mukaddimenin 1 çıktığı Racine külliya-
tını hediye etmiştim (Noel hediyesi olarak). Meğer o, beni İstanbul' da
sanıyormuş. Hatta oraya mektup yazmış , çok memnun. Her neyse gele-
cek hafta ortalarına doğru sana bu hususta daha sarih malumat veririm.
Benim anladığımagöre vakıa şudur: Kötü bir şey yok. Fakat kanı
değiştiren, şimdiJik iHl.ç miktarına ve perhiz derecesine göre muay-
yen bir dereceye indirilmiş bir hastalık da mevcut. Bu vaziyete göre
artık bu taraftan yürümeli gibime geliyor. Sonunda bir şey çıkarabilir.
Gönderdiğin kupürler, Kenan'dan gelen 10, 11, 12 tarihli gazeteler
memleketteki havayı çok iyi anlattılar. Acınacak bir hfil , mahkeme,
münevver efkar-ı umumiyesi , Üniversite, matbuat bir tarafa, başvekil
bir tarafa. Çünkü müdde-i umumilik talepnamesi ile başvekilin nutku
taban tabana zıt. Hükumet mekanizması iki taraflı işliyor, demektir.

1
Theatre de Racine il de, "Preface de Ahmed Hamdi Tanpınar" şeklinde takdim edilen
yazının adı "Bajazet chez Bajazet"dir. Bk. Edebiyat Üzerine Makaleler, 6. bsk.,
Dergfilı Yay. İstanbul , Eylül 2000, s. 509-514.

210
TANPJNAR'IN MEKTUPLARJ

Burada havalar yeniden düzeldi. Fransa'daki soğuk dalgası şimdi­


lik kırıldı. Bu sabah altı buçukta kalktım. Ve yedi buçukta hastahaneye
gitmek için otelden çıktım. Hatta hastahaneye vardığım zaman bile
Paris' te gece idi. Halbuki saat 7.34'te güneş doğuyor. Fakat şehrin
sabah manzarasına hayran oldum. Nasıl acele ve çılgın bir şeydi, tasav-
vur edemezsin. Hüsamettin kitabı tab'a kalkmış. Bana da yazıyor. Ben
ise biraz geciktirmek istiyorum. Bakalım ne olacak? Şu oğlanı kandı­
rabilsen de bu işi benim dönüşüme bıraksa ne olur sanki? Bu hafta ona
bir mektup yazacağım.
Yarın İsviçre hakkında malumat almağa gideceğim. Fakat yal-
nızlıktan ve üşütmekten korkuyorum. Bütün bunlara rağmen -ürtiker
ara sıra baş kaldım1asına rağmen, diyecektim- muayyen bir sıkıntım
yok. Kendimi iyi hissediyorum. Siz orada ne yapıyorsunuz? (Bir de
şiirlerimi bitirememekten mustaribim). İlhan ne halde? İlhan sana şiir­
lerini okuyor mu? Muhakkak ısrar et ve dinle. Boğaz ve İstanbul şiir­
leri harikadır. Hele bir uzun Boğaz şiiri var; musiki gibi bir şey. Hatta
daha parıltılı ve keskin. İkinizi de çok göreceğim geldi. Gözlerinizden
öperim.
Evdekilere selam ve sevgiler. Hepinize hürmetler.
A.H. Tanpınar

Küçük-şişeyi aldım. İbrahim daha gelmedi. Mamafih ben de çayı


hazırladım. Opera'ya geçtiğim bir gün alırım. Bütün dostlara selam.

64
Zürih , Şubat 19602
Tarık ' çığım,

Beklemediğin
bir mektup sana. Birkaç gün evvel Kemal Türkömer
Bey'den bir mektup almış, İsviçre'de olduğunu öğrenmiştim. Hem

2
Tarihsiz olan bu mektup Zürih 'te bulunan Hôtel Bellaria'run antetli kağıdına yazıl­
mıştır. Tanpınar 1960 şubatında İsviçre'ye gitmiştir.

211
TARIK TEMEL'E MEKTUPLAR

İsviçre'yi görmek, hem de Almanya'ya doğru sarkmak için ben de


yola çıktım. Şimcli iki gündür Zürih' te bu oteldeyim . Sıhhatim elham-
dülillah iyi. Her şey yerinde. Buradan Münih'e gitmek niyetimiz var;
oradan da Allah kısmet ederse, Amsterdam ve Brüksel yoluyla Paris' e
döneceğim.

Ameliyatı martta yaptırırım artık. O da Laroza razı olursa. Çünkü


grip salgını var Paris'te. Ondan korkuyor ve pnömoni yapabilir, diyor.
Mamafih ben de bu hususta hiçbir ciddi teşebbüste bulunamadım.
İbrahim'e traş takımını ve suyu verdim. Fakat su ile pudra zaruri
değildir, diyorlar. Yüzün alıştı mı? Ben Kenan için bir tane aldım.
Şimdilik kullanıyorum. Ama bana çok para vererek traş olmamak için
icat edilmiş bir filet gibi geldi .
İsviçre çok rutubetli ve soğuk. Bir hafta evvel davransaydım Kemal
Bey'le dağda olacaktım. Doğrusunu istersen üşütmekten korkuyorum.
İlk alarm işaretinde Paris'e dönmeğe hazır olarak yola çıktım. Sana De
Gaulle hadiseleri için bir mektup yazacaktım. Fakat Fransa' dan çıkar
çıkmaz aktüalitesi bitti o işin. İlhan'a, öbür aziz dostumuza selamlar,
sevgiler. Senin de gözlerinden öperim kardeşim.
Ben burada otelde hep şiirlerle meşgulüm. Hüsam martta basmak
istiyor. Ben sonbahara bırakmak istiyoru_m , bir taraftan da hürriyetimi
kazanmak için varsın çıkartsın, eliyorum. Bazı manzumeleri bitirmekle
meşgulüm.

Münih'te belki bir hafta kalırım. Mektubumu alır almaz cevap


yazarsan iyi olur. Amsterdam'da Teselya ile buluşacağız. Onun niyeti
Finlandiya'da kayak yapmak. Ben cesaret edemiyorum.
İsviçre' deki malikanesine haciz konduğu ve bilmem ne kadar
vergi borcu olduğu için buraya gelemiyor. Hülasa ben Finlandiya'ya
gitmeyeceğim. Verdiğim Münih adresi Kemal Türkömer Bey'in kızının
adresidir. Tekrar gözlerinden öperim.
Mme Mine K. Bahadır

CIO Prof. Mayer


Agnes str. 19/1 München -13

212
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

Kenan'a galiba 19/1 yerine 19/5 yazdım. Görürsen tashih et.


Sevgiler, sıhhatim iyi. Tam istirahatteyim.

65
Paris, Şubat 19603
Tarık ' çığını,

Münih mektubunu aldığım günün akşamında vakitsiz öten horozu


öldürdüm, yani Paris'e döndüm. Gideceğim akşam (çok yorulmuştum)
beş saat içinde bilet almak, eşyayı hazırlamak , bırakacaklanmı ayırmak
icap etti. Sabahleyin saat 7.30'da trene binmiştim. Trende bu yorgun-
luğun acısı çıktı. Rahatsızlandım. Bereket versin Chloromycetin'lere,
ateş 37'yi bulunca başladım . Kemal Türkömer de grip olduğu için
karşılıklı odalarda , telefonla birbirimizin sıhhatini sorarak, müzik
parçalarını haber vererek, üç gün dinlendik. Zürih'e geldiğim gün
soğuk dalgası İsviçre'yi ve bütün Almanya'yı kaplamıştı. Zürih ile
Münih arası tren hakiki buz deryasıydı. Bereket versin iyi giyinmiştim .
İsviçre'den görebildiğim şey Zürih'e giderken gördüğüm karlı peyzajla
Münih yolundaki göller ve dağlar oldu. Trende nefeslerimiz camlarda
durmadan buzdan çam ağaçları, insan karikatürleri yapıyordu. Erzurum
yolculuğundan sonra bu çeşit bir şey görmemiştim. Bittabi beni sıkan
yalnızlıktı. Bereket versin Münih'e çıkar çıkmaz Kemal Türkömer'in
hanımıyla damadını beni bekler buldum. Kemal Türkömer'den bu yol-
culukta gördüğüm dostluğu hiç unutamayacağım.
Perşembe günü, o gittikten sonra ben harekete karar verilim.
Tasavvurum gibi Hollanda'ya, Belçika' ya dönmek bahusus aldı­
ğım radyo ve elektrofonla çok güç olacaktı. Treni de aklım kesmedi.
Bir uçak buldum neyse, Münih'te yalmz müzeyi görebildiğime göre,
zaten Lahey'e, Amsterdam' a gitmek, oralan da kaçırmak olacaktı.
Bütün bunlar yalnız başına yapılacak işler değil. Yaz olsa her şey
kolayd ı. Hülasa Kemal Bey bilhassa gittikten sonra Münih'te kızıyla

3 Tarihs.iz olan bu mektup, İsviçre dönüşü Paris'ten 1960 şubatında yollanmı ştır.

213
TARIK TEMEL'E MEKTUPLAR

damadına musallat olacağımı anladım ve kaçtım. Ben inzivayı seviyo-


rum, yalnızlığı değil.
İyi de etmişim. Çünkü Paris'e gelir gelmez gümrük meselesi çıktı.
Kırk bin frank depozito vermeğe mecbur kaldım. Bittabi İtalya' ya
giderken alacağım. Eğer Hollanda tarücini ihtiyar etseydim vakıa epey-
ce şey belki görürdüm ama .. cicilerimi gümrükte bırakmağa mecbur
kalırdım. Hülasa Paris ' e sağda soldaki alacaklardan saıfmazar, otuz
bin frankla döndüm .. Bereket versin otel yabancı değil. Sen beğen­
miyorsun, ben de beğenmiyorum ama bu otelde ben evimde gibiyim.
Gece yarısı kahve, çay, örtü .. hülasa her şeyi iyi gidiyor. Böyle parasız
kalmanın bir iyiliği olacak. Çalışacağım.

Tarık, mebusluğumda da anladım ki ben yalnız şairim ve şair ola-


bilirim. Şiir de her şey gibi çalışma meselesidir. İnsan bir yığın im.kan
ve bir de atalet yekünudur. O buz tabakasını kıramazsak kendimizi
bulamayız. Ben şimdiye kadar evvela yetişmem şartlarıyla , sonra da
hocalıkla çok zaman kaybettim. Şimdi önümde 4-5 ayım daha var.
Kitabın çıkmasının böyle bir zamana tesadüf etmesi benim için büyük
nimettir. Nasıl olsa onu mayısa kadar atlatırım. Bu iki üç ay içinde de
Allah kısmet ederse epeyce mesele hallederim. "Eşik" sakat çocuk
gibidir. Fakat hayatımda yeri var. O manzume üzerinde ben kendimi
buldum (Bir bakıma da kaybettim). Değişip düzelebilir. Bir melekem-
den çok mesudum. O da hislerimi yenileyebiliyorum. Hangi esere
girsem biraz meşgul olunca havasını buluyorum. Yalnız fazla kalamı­
yorum. Şimdi onu deniyorum.
Opel'e çok sevindim. Anadolu'ya geçeriz, ihtiyacım var. Kaplan
bana dargın gibi. Hiç mektup yaznuyor. Bu sene ağustosta Moskova 'daki
müsteşrikler kongresi beni çok heveslendiriyor. Okunacak bir tez hazır­
lamağa niyetliyim.

Araba sana ve bütün aileye, hepimize mübarek olsun. Bıkma, iyi


şoförara. Moskova dönüşümde -bilmem olacak mı- bol bol gezeriz.
Burada arabasızlık en feci şeyler arasında bir çeşit mağlubiyet gibi.
Kadrini bil.
İlhan'a çok selam. Senin, onun, hepinizin gözlerinizden öperim.

214
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Bedia'ya hürmetler. Ah bir su böreği yapsa da yesek. Bulamadığım tek


şey. Tekrar hasretler, sevgiler.

A.H. Tanpınar

66
Paris, 12 Mart 1960
Tank'çığım,

İki gündür sana yazacağım. Acaip bir tembellik var üstüm-


de. Dönüş zamanı geldi , yahut yaklaştı. Sabırsızlıklar içindeyim.
Avrupa' daki bu hayatım tabii olmadığı , her an kendimi harekete hazır
bulduğum için takvim denen şeyin mühim bir yeri var. Meseıa buraya
geldiğim zaman sonsuz bir zamana sahip gibiydim. Şimdi elimde ,
yahut önümde kısacık bir yol , bir şerit parçası ve kırpıntı var gibi geli-
yor. İnsan zaman ve mekana beraberce yerleşiyor. Bittabi bu ruh hali ,
ki iyi anlatamadım, Fransa'yı, bulunduğum yeri, gördüğüm şeyleri
başka türlü aydınlatıyor. Hafif bir keder, bir daüssıJa ve biraz da vicdan
azabı arasından etrafımı görüyorum. Başka türlü yapsaydım, başka
türlü olurdu. Hayatın her an muhasebesini yapmak itiyadı.
M.K. geldikten sonra İspanya 'ya ineceğim. Bu mühim hadise-
yi görmekten vazgeçemiyorum. Zannederim ki yirmi ikisine doğru
çadırı katlarım. Bu seyahat değil göçebelik. Tebdil-i mekanı sevi-
yorum, devamlı seyahati değil. Ne ise ... İstanbul'a döndükten sonra
her şeyi başka türlü hatırlayacağımı biliyorum. Evvelsi akşam sönük
bir operada idim; Bizet' nin İnci Avcıları. Bu geceyi Cocteau' nun
Orphee 'nin Vasiyetnamesi'nde geçirdim. Film tam manasıyla Cocteau
idi. Yani avant-garde olmağı itiyat etmiş bir adamın filmi. İlk piyesi-
nin hatırasıyla, yahut onun açtığı izde, bütün hayatını ölüm fikrinin
etrafında topluyordu. Cenupta geçiyor, kahramanları, şiirinin temleri ,
hatta aksesuvarı. Çünkü Cocteau'nun şiirinde ve eserinde tiyatro gibi
aksesuvar vardır, ihtiyar şairin durmadan karşısına çıkıyorlar, onu ölü-
müne götürüyorlardı. Bittabi biç reel tarafı yoktu. Cocteau Orphee idi,

215
TARlK TEMEL' E MEKTUPLAR

öliimü de Athena' nın attığı bir okla oldu. Picasso ve ailesi bir demir
tel arkasından bu ölümü seyrettiler. Satie, Debussy, Stravinsky müziği,
bir İspanyol takınu. Hülasa fantastik bir yığın sabun köpüğü , asır başı
modemizmi , kendi havası, kendi deseni. Bir omuzu çarpık yürüdü-
ğünü fark ettim. İstanbul 'da dikkat etmemiştim. Komik sahnelerine
rağmen , insicamsızlığına , irreel taraflanna - invraisemblable diyecek-
tim- rağmen, insanı yakalıyor. Kitapları gibi her an bırakabilirsiniz.
Fakat bırakmıyorsunuz. Sonunda da Cocteau denen adamı bütünüyle
bulduğunu[zu] zannediyorsunuz. Cocteau'nun yalanı veya hakikati tek
probleminiz oluyor. Dönüşte, bu sabah çok düşündüm, ne reddedilecek
bir tarafı, ne kabul imkaru var. Elma gibi, herhangi bir şey gibi , bir
adamla karşı karşıya kalıyorsunuz . Hepsi belki yalan ve cambazlık.
Fakat kendine sadık. Demek sanat elli altmış sene bir yalanı yaşamak,
ona sahnedeki rol gibi inanmak.
Geçen mektubumda yazdığım şeye fazla ehemmiyet vermişsin.
Zaten bu işe karar verirsem kendimi evvela lüzumlu kılanın. Ve davet
ettiririm. Daha koltuğumun altında beş on ok var, merak etme. Bu
sene kazanırlarsa dediğin gibi geçecek. Kazanacaklarını ben de ummu-
yorum. Fakat berikilerin de kalmaları için sebep görmüyorum. Asıl
felaket, dünya politikas ının adamakıllı değişmesidir.
Bu yeni vedet ortalığı altüst etti. Ne talihtir bu ırkın ve milletin
talihi? Nasıl potansiyeldir bu? İki yüz elli senedir, Prut'tan beri dün-
yayı daima hayran etti, şaşırttı. Tarihe geç girdi , fakat tam girdi. Tıpkı
ilk Avrupa seyahatlerinde kumarhaneleri iflas ettiren o grandüklerin
macerası gibi. Bir Fransız dün bana şunları söyledi: "Biz Ruslara aşığız.
Deli , çılgın, kötü terbiye edilmiş olmalarına rağmen. Ve böyle olma-
ları bizi aklı ve terbiyeyi başka türlü görmeğe götürüyor". Hakikatte
Fransızlar M.K.'den Cezayir meselesinin lehlerinde hallini bekliyorlar.
De Gaulle'ün ufak bir anlaşması var gibi. Fakat Cezayir meselesi halle-
dilmez. Biz Arap dilini konuşan milletleri yanlış tanıyoruz ve doğrusu
da kitaplarını hiç okumuyoruz. Osmanlı tarihindeki bütün o isyanlar,
filan ve bilhassa Mısır' da Clebert'in öldürülmesinden sonraki Arap
milliyeti. Cezayir şüphesiz Arap değil tam ama; ne de olsa örnekler kuv-

216
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

vetli. Necrni'nin damadının Belçika'ya tayinine sevindim. Allah hayırlı


etsin. Kendisinden de bir mektup aldım . Belçika'ya gidince göreceğim.
Fakat çocuğun adını bilmiyorum. Burada param nispetinde, hatta bu
nispeti biraz aşarak disk satın alması devam ediyor. Galiba bu elektro-
fonla kendime yeni bir iflas imkanı hazırladım. Tabii şimdilik bir yerde
duracağım. İlban ' a söyle: Güzel piyanolar aldım. Bilhassa Beethoven
konçerto, kuartet ve sonatlarını nispeten tam olacak. Şimdilik eski
reminiscence'larla alıyorum. Bittabi modernleri az tanıyorum. İlhan ' a
selam söyle, gözlerinden öperim. Bu kış güzel saatlerimiz olacak gibi.
Burhanettin Batıman ölmüş. Şaşırdım, çok sıhhafü görünüyor-
du . Bir de Yahya Kemal ve Peyami· vasıtasıyla tanıdığım Tanburi
Salahattin'e çok acıdım. İkisini de fazla sevmezdim. Fakat ölüm kor-
kunç şey.
Birkaç gündür hep Yahya Kemal'i düşünüyorum. Ölmüş bir adam
gibi değil. Tanıdığım bir insan gibi. Ne idi? sualine cevap arıyorum.
Şahsiyetinin bana en büyük farikası snopluktan iz bulunmaması
gibi geliyor. Kendine sadık adamdı. Hepimiz resim, musiki , şu, bu ,
Sartre ' ın tiyatrosu, Cocteau ' nun piyesi, hatta içtimaı meselelerle kendi-
mizi az çok aldatıyoruz, aldatırız. O hiç aldatmazdı. En iptidai bir adam
gibi sevdiğinin ve inandığının ve hatta çok iyi bildiğinin ortasında ve
içinde idi. Kitaptan hala eser yok tabu.
Benim kitap teşrine kaldı. Ve böyle olması iyi oldu. Şiir çalışmala­
rı biten şey değil. İnsanın içinde taazzuv halinde. Bir kelimenin değiş­
mesi bazen bir şiiri kurtarıyor. Bu itibarla gecikmesine memnunum.
Evdekilere çok çok selam ve sevgi. İstediğin varsa yaz. İlhan ' ın
gözlerinden bir daha öperim. Seni de hasretle, sevgiyle kucaklarım ,
öperim kardeşim.
A.H. Tanpınar

İlhan otomobilin keyfini çıkardı mı? Ben geldikten sonra bir


Göreme yapalım. Göreme ve Ürgüp. Boğaz gezintileri ne haJde?
Balıklar nasıl? Dcı.ha ameliyat olmağa karar vermedim.

217
TARIK TEMEL'E MEKTUPLAR

67
Paris, 16 Nisan 1960
Tank,
Mektubun cevabı biraz gecikti. Sebebi evvelil. mürekkebim yoktu,
sonra da odam kapalı bavullarla hiç de yazı yazmak hevesi vermiyor.
Fakat daha evvel kazaya geçmiş olsun. Burada otomobil kazası o kadar
tabiileşmiş ki hastalık veya yatağında ölüm adeta biraz daha fazla
yadırganıyor. Ne ise! Anlattığına göre vücutça bir şey olmamış.

Benim mesane işinde senin nokta-i nazarın doğru galiba. İki gün-
dür mesane tazyiki azaldı ve idrar mesafelendi. İki saat, üç saat kalk-
madığım oluyor. Gecelerse bir, yahut iki defa uyandırıyor. Mamafih bu
pazar bir mütehassısı göreceğiz. Ameliyat beni sarsmış . Halil. kendime
gelemedim. Yorgun, yahut zayıfım. Beş kilo kaybetmişim. Galiba
birini aldım , eğer eczahanenin baskülü doğru ise. Çabuk yoruluyorum.
Yatmak, uyumak istiyorum. Hiçbir ciddi şeyle meşgul olamıyorum.
Konuşmanın bile yorduğu oluyordu. Şimdi tabii çok daha iyiyim. Bu
vaziyette polis romanına, uykuya ve musikiye yüklenmekten daha
başka ne yapabilirdim? Hakikaten musikiye gömüldüm gibi bir şey.

Daha İspanya'ya ne vakit gideceğimi bilmiyorum. Operasyon


paraca beni çok sarstı. Bilmem Fakülte'den alabilecek miyim? Alırsam
çok iyi olacak. Doktorum tam benim istediğim adam. Müthiş musiki
meraklısı. İyi edebiyatçı ve tabii resimden anlıyor. Ara sıra gelip beni
ziyaret ediyor. Geçenlerde bir hastası ölmüş. Pek kederliydi. Beraber
yemek yedik ve bir şişe şarap devirdik. Fakat içkiden eski lezzeti
almıyorum. Daha o tat yok ağzımda . Bir şişe viski dolapta olduğu gibi
duruyor.
İşte böyle Tarık. Mektubunu beklerim. Elime epeyce gazete geçti.
Hazin şeyler oluyor. Mukadder neticeye doğru gidiyoruz gibime geli-
yor. Allah encamını hayretsin.
Nisanın başındanberi havalar çok iyiydi. 22' ye kadar çıktı. Fakat
şimdi mevsim çehresini değiştirdi. Bugün adeta soğuk. Sabahleyin
Coupole'de kahvaltı ettim. Çamaşırlarımı almağa Reine sokağına

2 18
TANPINAR 'TN MEKTUPLARI

gittim. Fakat küçük valizi taşımaktan ürktüm. Yarı yolda otomobile


bindim. Allah vere bir şeyi bozmuş olmayayım.

Doktora göre diki ş çok sağlam. Korkulacak bir şey yok. Laroza
gripten yattı. Pek göremedim. Şimdi de kızlarını almağa Normandiya 'ya
gitti. Paris turistlerle bir etnografya müzesine benziyor. Bu sene Çinlileı
de fazlalaştı. Müthiş Alınan seyyahı var.
Daha ne yazayım? Gözlerinden öperim. Bütün dostlara selam.
A.H. Tanpınar

68
Paris, 29 Nisan 1960
Tarık,

Evveıa anlaşalım. Ben fıtıktan korkmuyorum . Bütün hayatım


boyunca başıma gelen işten , yeniden başlamaktan korkuyorum. Fikir
işlerinde, yazıda, para işlerinde he)J yeniden başlamak. İlave edeceğin,
mükemmelleştireceğin yerde tahtayı baştan silmek ve ... ya tekrarlarsa,
ya tekrar onunla meşgul olmaya mecbur olursam ... Belki bir çeşit tem-
bellik, fakat hürriyetin peşinde bir tembellik. Sonra hasta psikolojisi,
nazlanma ihtiyacı , tatmin ve teyit edilme ihtiyacı da var işin içinde.
Dalkavukların sebeb-i vücudu ne idi sanırsın? Bir şüpheyi gidermek ve
avutmak. Mamafih işin komiğini ben daha evvel gördüm, "exhibition"
kelimesini sarf eder etmez de ayıp yerimi kimseye göstermedim artık.
Fakat bu karar geçen günü Saint-Louis hastahanesinin bevliye kısmın­
da ruz-ı kıyamet tablolarında olduğu gibi muayene olmama mani olma-
dı. Neticede De Vitelt ameliyata ihtiyacım olmadığını , prostatı büyük
bulmadığını söyledi. Pek sevimli adamdı. Büyük, Asuri, siyah gözleri
vardı. Çirkin ve güzel. De la Grande ile Laroza benim kadar, hatta ben-
den fazla sevindiler. Çünkü ben teşhir edilmenin sefaleti içinde her şeyi
unuttum. Kendimi öyle çıplak, tekrar masada, mahrerniyetirnden uzak
görünce, madde gibi ellenip tartıldığımı hissedince, bayağı hayat denen
şeyden iğrendim. Ölümün sefaletini biz idrak etmiyoruz. Mukaddes ve

219
TARIK TEMEL'E MEKTUPLAR

korkunç onu gizliyor. Fakat hastanın sefaleti ve mahremiyetsizliği ...


Doktorlar bunu kabul etmiyorlar. Yalnız hasta olan nahiyeyi, filanı
görürüz, diyorlar. Ben de asıl feci bu ya diyorum, eşya oluyoruz ... De
la Grande büyük bir seyyah. Yakında Türkiye'ye gelecek. Görür ve
çok seversin. Laroza burada aşağı yukarı bilhassa bu ameliyatta senin
yerini tuttu, sana seHimı var. Cerrah kırk bir yaşında. Eğer yaşımı idrak
eden bir adam olsaydım, oğlum, diyebilirdim. Fakat çocuk sahibi olma-
dan baba olunmuyor. İyi arkadaşız.
Fikret İspanya dönüşü, oğlu ve karısı ile geldi. Bizim otelde kaldı.
Müthiş haysiyetli, centilmen, para meselelerinde mükrim ve hassas ve
trajediliydi. Sabahtan içmeğe başlıyor, fakat iyi tahammül ediyor. Tekrar
Amerika'ya geçecek ve kalacak. İngiltere'yi hiç sevmiyor ve Türkiye
dışında kendini biraz yadırgıyor. İki gün Laroza'ların ve Mahpeyker'in
ve öbür arkadaşların davetlisi gibi yaşadık. Pazar günü Rambouillet'de
güzel bir kır gezintisi yaptık. Dört çocuk vardı ve onların masası bir
peri masası gibiydi. Çocuklardan biri, Menes'in büyük kızı. On sene-
dir kan hastası. Jean Bemard'ın himmet ve hazakatiyle yaşıyor. Bütün
aile minnettar. Adı anılınca gözleri parlıyor. Bu gezintide Laroza'yı ve
sıkıntılarını daha iyi tanıdım. O da karısından şikayetçi. Karısı protestan,
kendisi katolik terbiyesinde yetişmiş. Arada müthiş bir tezat var. Bizim
duyamayacağımız bir şey. Fransa'ya ve Avrupa'ya mahsus bir aksama.

Daha plastik maddeye alışamadım. Bana, beli tazyik etmeden,


içeriye geçirilmiş bir kemer, yahut tokası gibi geliyor. Saat rakkası gibi
bir şey. Bazen, bilhassa merdiven çıkarken kendini hissettiriyor ( ... )
bittiği yerde bazı sızılar var. De la Grande gerek onlar, gerek kolumdaki
romatizma için novokainli bir şey zerk etmeyi teklif ediyor. Ben iğne
yüzünden geciktiriyorum. Fakat sol kolum için zaruri galiba. Çünkü
mafsalın etrafında müthiş sızı var. Bütün bunlar iyi olduğumu anlatan
şeyler değil mi?

Memleket havadislerini senin mektuplarından, elime geçen gaze-


telerden takip ediyorum. Daha da kötüleşecek gibi. Akif Paşa'da
"ayinesi miyim bu cihanın ... " diye bir ayniyet imajı vardır. Türkiye
buna benziyor, her şeyin , her dakikada yeniden başlaması, hatta en

220
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

elemanterden başlaması lazım. Hazin talih ... şarkın öbür yüzünü , asıl
yüzünü görüyoruz. Nizamsızlık, sefalet, konformizm, korkaklık, fert ve
şahsiyet yokluğu, kendisini feda edememek. Galiba hük:Umet, ısrarıyla
bütün bu dertlerin tedavisini hazırlıyor. Kötü günler, korkunç hadiseler
bekleyebiliriz Tarık.
Halil Bey'e ben laf anlatamadım. Zaten karar da veremiyor. İş
sana düşüyor. Kenan'ın seninle konuşmasını yazacağım. Bu havadisler
beni müthiş sarstı. Elim ayağım tutmuyor. Aman bana tafsilatlı mek-
tup yaz. Çünkü bizim gazetelerden bir şey öğrenmek mümkün değil.
İçimde büyük bir korku ve acaip bir ümit var. Sabahattin 'in iyileşmesi­
ne sevindim. Herkese çok selam. Gözlerinden öperim kardeşim.
A.H. Tanpınar

69
Ankara, 20 Eylül 1960
Tarık,

Sana mektup yazamadım. Sebebi de bugün yarın İstanbul'a dön-


mek ihtimalimdi. Halbuki Unesco için dahi kalmam icap etti. Daha
galiba beş gün buradayım.
Kız iyi. İlk günü gittim onlarda yemek yedim. Ev güzel, şirin, iyi
döşenmiş , İrfan ateş gibi, Seyfi bir çeşit melek. Bilge'nin hafif bir nez-
lesi vardı. Dün telefon ettiın. İyiymiş , yarın , yahut öbür gün giderim.
Tek eksikleri hizmetçisizlik. Kadın bulamıyorlar. Bol para verdik-
leri halde.
Bittabi buraya niçin geldiğimi , daha anlamadım . Şu telefon yerine
telgraf çekseydim, işimle gücümle İstanbul'da meşgul olurdum, zan-
nediyorum.
Ankara'da pek az havadis var. Dün akşam iki vekille tanıştım ,
yemek yedik. Her gün mühim bir zatı görüyorum. Ama havadis yok.
Yeniler etraftaki tesirlerini merak ediyorlar, bizimkiler seçimi bekliyor-
lar. Milll Birlik sır küpü halinde susuyor.

221
TARIK TEMEL'E MEKTUPLAR

Vaziyet bu, fırkaya uğradım. Rüştü Bey'i, Kemali Beyazıt'ı gör-


düm. Cevat'la beraber hepsinin selamları var. Hülasa, hülasa, dostluk
festivali içindeyiz.
Ben dolmakalemi kaybettiğim için sadece okuyan adamım.
Hülasa can sıkıntısından aptallaştım.(Eskiden can sıkıntısı sade-
ce asabımı bozardı). Osman'la bezik oynuyoruz. Otomobille git, gel.
İkide bir ishal. Bu arada Beş Şehir adam akıllı tashih edildi.
Şimdi öbür kitabın tab'ına başlanıyor.

Yarın harcırah alırsam bir kalem satın alacağım. Belki yazı yaza-
bilirim, daha doğrusu Beş Şehir'in mukaddimesini.

Gözlerinden öperim. Cumartesiye. Selamlar, Özbek'e de. Bedia


Hanım'a hürmet.
Para meselesi için yakında sana resmi bir protesto gelecek. Ne
yapayım? Dostluk başka, iş başka.
Gözlerinden öperim Necmi' nin de.
A.H. Tanpınar

Kenan hasta idi nasıl oldu?


Bu kalemlerle yazı yazmağa alışamadım, yazamıyorum, sinirleni-
yorum. Kusura bakma.

222
MEHMET KAPLAN'A MEKTUPLAR

70
İstanbul , 18 Şubat 1943
Pişer Birahanesinde
Mehmet Kaplan Bey,
Kardeşim ,
midem çok rahatsız, gelemeyeceğim. Kusura bakma-
yın . Gelin hanıma
ve dostlara hürmet. Gözlerinden öperim. Aranızda
bulunamadığımdan meyus ve müteessirim. Tesellim bir başka zaman
acısını çıkarmayı ümittedir.

A.H. Tanpınar

71
Ankara , 27 Ocak 1944
Kardeşim Kaplan,
Bir yığın can sıkıntısı, üzüntü ve yorucu iş arasında mektubuna
cevap veremedim. O bir tarafa, o güzel makalene de vaktinde teşekkür
etmem lazımdı. Fakat daha iyisi tebrik etmeliyim. Çünkü hakikaten
güzel makaleydi. Artık birinci sınıf bir muharrir olduğuna hiç şüphe
etmiyorum. Sana çok bağlı olduğum için bundan mesudum.
Orhan Seyfi Bey biraderimiz, daha doğrusu Yusuf Ziya Bey'in
biraderi, "Raks" manzumesi için yaptığı latif tenkitten sonra, bu sefer

223
MEHMET KAPLAN' A MEKTUPLAR

de senin yazdığına cevap vermiş. Ben okumadım. Yine kafiyelere


çatıyormuş . Tabu görüşlerimiz ayn. Münakaşaya değmez. Hakikat şu
ki, ben kafiyeye bağlıyım. Yani bir ses müşabehetini 01J sraın sonunda
lüzumlu görüyorum. Aynca kafiyenin ve şekl-i kafiyenin şiirde yeri
olduğuna inanırım. Tedaiyi açar. Fakat çok defa bir aksan müşabeheti­
ni , kafiye benzerini tercih ederim. Benim şeki l dediğim şey, ne vezin-
den, ne kafiyeden gelir. O cümlenin, hayal ve tasavvurun, hülasa ken-
disini tamamlamış yahut tamamlamamış idee poetique'in kendisidir.
"Mest kendi güler altındaki rahş oynardı" mısraı tek başına kafi-
yesiz de güzeldir. Ben kafiyesi zayıf yüzlerce mısra tanırım ki güzeldir.
Fakat onların anladıkları kafiye bende yoktur. Merhum Cenap'ın dediği
gibi, baston sapı gibi mısradan ayn kafiye. Hülasa kendi zaviyelerine
göre haklıdırlar. Fakat ben onların haklanndan bir şey anlamadım.
Ne ise ... Kitabın müsveddelerini göndereyim. Mahur Beste adlı
bir yolculuğa çıktık, Ülkü' de. Canım neler, ne tembellikler istiyor, ben
neler yapıyorum. Çok yorgunum. Başımda bir de "Erzurum" yazısı
var. Behice'ye çok selam ve dostluklar. Senin de gözlerinden öperim
kardeşim .

A.H. Tanpınar

72
Ankara, Ocak-Şubat 19441
Aziz Kaplan'cığım,
Seni bekleyecektim, fakat işlerim çok tersine döndü. Yarın sabah
Toros'Ja gidiyorum. Binaenaleyh görüşemeyeceğiz .
Halbuki seni ve makale-i tedibiyesine hayran olduğum ve belki on
defa okuduğum Cahit Tanyol' u ne kadar görmek isterdim . Ben Maraş ' a
gidiyorum. 22 şubatta burada olacağım. Ve belki de şöyle bir 20 gün
1
Bu mektup tarihsizdir. Prof. Dr. M. Kaplan 28 Şubat l 944'te doçentliğe tayin edildi-
ğine göre, mektubun bu aylarda yazıldı ğı söylenebilir. Mektup "T.B .M.M. Hususi"'
antetli kağıda yazılmı ştır.

224
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

kalacağım. Şehir içinde olacağım için sık sık görüşürüz.

İmtihanın çok güzeldi. Vuzuhlu görüşün, sükunetin, çalışman seni


mümtaz bir fikir adanu yapmak üzeredir. Artık istediğin gibi yazabi-
lirsin .
Müsveddeleri dizdir, hepsini dizsinler. Zannederim bir buçuk
forma filan tutar, yalnız ilk müsveddeleri kolon şeklinde dizsinler,
sayfa yapmasınlar, sonra notlarla sayfa olur. Yani herkes gibi yapsınlar.
Bu benim için, onlar için çok mühimdir. Sütun dizsinler, sayfa eb'adına
sonra taksim edilir. İkide bir değiştirmekle , sayfa yürütmeğe lüzum
olmaz.
Bazı notları ilave ederiz. Zaten azdır.

Gözlerinden öperim. Behice'ye hürmet ve Faruk'a çok çok selam.


Ahmet Hamdi Tanpınar

73
Paris, Temmuz 19532
Kaplan,
Güzel mekt1:1buna maalesef geç cevap veriyorum. Seni taziyet
ederim kardeşim, evet başın sağ olsun. İtiraf edeyim ki mektubunu yüz
defa okudum. Hayatının büyük merhalelerinden birini geçtiğin halde, o
kadar mustarip ve bedbin olmanı anlamıyorum. Yoksa kıymetler altüst
mü oldu? Dünya mı değişti? Sen şimdi yeni bir safha geçirdin. Büyük
bir şey değil ama bir şey. Sevinmeli ve rahat etmelisin. Darılma, ben
insanda, metafizik endişeden ve huzursuzluktan gayrısını kolay kolay
affetmiyorum. Ne oluyorsun be kardeşim? İyi kötü bir vatanımız var.
Dışarıya karşı hür ve müstakiliz. Memlekete kendi çevremizde hizmet
etmek imkanlarına sahibiz. Ayrıca da o korkunç ifriti, büyük azaplar

2
Tarihsiz ve bitmemiş olan bu mektup, Tanpınar' ın müsveddeleri arasında bulunmuş­
tur. Millet Partisi geçici olarak 1953 yılı temmuzunda kapatıldığına göre, mektubun
bu tarihlerde yazıldığını söyleyebiliriz. Mektup Cafe Biard 'ın antetli kağıdına yazıl­
mıştır.

225
MEHMET KAPLAN 'A MEKTUPLAR

ve serzenişler, nefse karşı dargınlıklar mebdeini, hiç olmazsa avutacak


bir mevkümiz var. Yani içimizdeki korkunç münekkitten, o amansız
muhasipten lüzumundan fazla korkmamıza lüzum yok. YaşıIDJz -senin
için bahsediyorum- çok emniyetle geleceğe bakacak bir yaş! O halde
ne diye bedbin olalım ve lüzumsuz yere hayatımızı zehirleyelim?
Bana öyle geliyor ki , biraz kulaklarını okşamak lazım, hatta ister-
sen çekmek! Evvela ihtiraslarının hududunu tayin edemiyorsun, sonra
tarihl realiteyi hiçe sayıyorsun. Ben senin profesörlüğünü hayatımda
tattığım sevinçlerin büyüklerinden biri addediyorum, sen bana Millet
Partisi için mersiye okuyorsun.
İnsan cemiyetle mahduttur. Ve bizim cemiyetimizin determi-
nizmlerini, hatta fatalite'sini sen de biliyorsun. Valery, bir insan ne
yapabilir? diye sorar. Doğrusunu istersen hiç, yani cemiyetin kendisine
verdiği imkanlar kadar birtakım şeyler. Cemiyetin ve hayatın. Yani
mevkiine göre şartların! Hiçbir kaşif yoktur ki keşfini sona erdirmiş
olsun. Bazıları tohum saçar, bazıları tarlayı sürer, bazıları ekinle-
ri biçer, tohumu ıslah eder, filan falan ... Hayat, biz "individu"lerin
değil, zamanın devamıdır. Zorladık mı, ya cemiyetimize veya bütün
insanlığa zarar veririz. Napoloon, Enver Paşa, determinizmi zorlayan
iki kişidir. Zamanımızda bunun daha parlak misalleri vardır. Fakat bu
cinslerin de hakikatte muvaffakiyetsiz ve mağlup olan zahiri muvaf-
fakiyetleri, yine bazı şartları mübalağa ile kullanmalarından gelmiştir.
Hakikaten Valery'nin hakkı vardır: Tek bir insan, birkaç kişi hiçbir
şey yapamaz. Yahut da aksiyonun sarhoşluğunu sonuna kadar tadarlar.
Kendilerine ait olmayan bir geleceği beyhude ve hatta zaruri olarak
harcarlar. En cömert düşüncenin altında en hasis (ben) dövünmesi
mevcuttur bu gibilerinde. Namık Kemal, Ali Paşa bu davanın en güzel
misalidir. Birisi "ben irademle imparatorluğu kurtaracağım" diyordu.
İkincisi , "ben zaruretlere tabi olacağım!" diyordu. Birincisi öbürünü
yıktı. Ali Paşa'ya hiila tarihimizdeki büyük yerini veremiyoruz. Ben,
Kaplan'cığım, ben veremedim bu mevkii! Fakat bu zaferi Namık
Kemal ne pahasına kazandı? Kendi ömründen bahsetmiyorum, bu
hususta az çok cömert adamdı , fakat Abdülhamit istibdadını hazırla-

226
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

mak pahasına. Hatta Sultan Aziz devrini makul haddinden fazla deje-
nere etmek pahasına.
Yahya Kemal'in rakı için güzel bir cümlesi vardır: "Geceyi
aydınlatır, fakat sabahı yakar!" . Millet Partisi'ne ne üzülüyorsun?
Kapanacaktı. Açılması hata idi. Türkiye' nin şartları bunu kaldırmazdı.
Ve lüzum da yoktu. Bir cemiyet hayatında hatalar olur, fakat adım
başında dönülmez. Türkiye yapıcılık devrindedir, devlet otoritesine ve
Avrupalı kafaya muhtaçtır. Ve münevver, maziyle bir yerde köprüleri
atmıştır. Bunlar realitedir. Türk ihtilali, medeniyet ihtilil.Ji olalı İbrahim
Paşa da, sonra da Üçüncü Selim de mağlup olmasaydı, elbette ki ne
imparatorluk kaybolur, ne de Türkiye bugünkü mazisinden soyunmuş ,
mukadderatını elinde tutanlarla büyük kalabalığın arasındaki zihniyet
farkında bocalayan bir memleket olurdu. Fakat olmuş! Ve niçin olmuş?
Olması zaruri olduğu için olmuş. Şimdi bir realite var: Maalesef mazi
bir sistem! Sen ve ben, onun zihniyetini değil, haklarını ve şiirini,
bugünkü hayata manevi destek olabilecek taraflarını ayıklayabiliyoruz.
Ve diyoruz ki, şu hadlerde kalmak şartıyla maziyi bugünle birleşti­
relim, devamı kuralım! Bir inkarda yaşamayalım. Fakat büyük kitle
böyle mi? O bizim kendisine teklif ettiğimiz münferit unsurlardan biri-
siyle karşılaştı mı bütünü istiyor. Asıl manası ve şümulünü kavramadığı
hiddetler, "revendication"lar içinde bütün hayata sahip oluyor. Laf
anlatamazsın ki! Hollandalılar suya rıhtım ve bent yapıyorlar. Çünkü
biliyorlar ki , tabiat unsuru tebeşirle çizilmiş hududu dinlemez. "Elan"ı
kırmak lil.zımdır; yoksa gidebileceği yere kadar bu kudret gider. Biz
1950' de ateşle oynadık. Bence, 27 senenin yalanına Adnan Bey kadar
inanan kimse yoktur. Çünkü o diyordu ki, halk bir noktada kalıyor,
çünkü inkılil.plar kafi derecede zafer kazanmış , hayata hakim olmuş­
tur. Olmamış , görüyoruz! Evvela atın (...) oynadık, azınca ... Evet,
bütün mesele burada. Mümtaz ne derse desin, iktisadi vaziyet, çalışma
vaziyeti değişinceye, yeni bir zaman temposu cemiyete mal oluncaya
kadar, idare eden zümre ile kitle birbirinden ayrı kalacak ve zecri had-
lere müracaat edilecektir. Fransa'da bile zorlukları, hayata getirdiği
müşküller ve manasızlıkları görülen, elle tutulan bir sistem Türkiye' de

227
MEHMET KAPLAN'A MEKTUPLAR

mi bir lahzada muzaffer olacak? Buna imkan var mı? Belçika ve


Hollanda'nın yapamadığını, yalnız Fransa, İtalya veya aktüel zaruret-
lerle Almanya'nın ancak yapabildiği bir şeyi biz mi yapacaktık? Biz ki
etrafımız düşmanla çevrili. Toprağımızın her karışı için birkaç iddia,
tasarruf iddiası birden var. Biz ki en münevverimiz bile garbın kapısın­
dan ancak şöyle bir bakmış!
Biz ki içimizde zıtların uçurumunu taşıyoruz. Elbette yapamazdık.
Nitekim olmadı. Nasıl olur da dünyanın en meşru hakkı olan, dilinde
dua etmeği bile kendimize yakıştıramıyoruz. Asıl . varisin veliahd nam-
zetliği hemen hemen dünya efkannca resmen tasdik edilmiş Fransa
hanedanı, altı milyon partizanın her teklifini, hakikaten makul, aslıyla
beraber yürüyen şartlar koşarak reddediyor. Ve seksen senedir bunu
yapıyor, düşün bir kere! Napoleon hanedanı psikanalizle, otomobil sat-
makla meşgul. Biz ise, ancak bir halife ile tamamlanacak bir sistemin
müdafaasını yapan bir partiye, birtakım ideolojilere nasıl müsaade ede-
biliriz? Türkiye'yi on Osmanlı padişahı yapmıştır. Fakat yirmi dördü
yıkmıştır. Mendil kadar bir vatanda enva-i zaruretler içinde, başta ceha-
letimiz, oturuyoruz. Her an varlık mücadelesindeyiz, hem de en çetin
cinsinden! Şimdi bir de sistem mücadelesine çıkalım. Olur mu bu?

74
İstanbul, 26 Aralık 1958 3
Aziz Kaplan,
Kötü bir ürtiker yüzünden mektubuna cevap veremedim. Bir sabah
kalktım ki bütün vücudum püskürme sivilce dolu. Ve ben her lahza,
şehvetten acıya kadar giden bir yığın ısrarla vücudumu hatırlamağa
mecburum. Çinlilerin gıdıklayarak öldürmesi usulleri gibi bir şey.
Şimdi kolunuz, biraz sonra çenenizin ucuyla diz kapağınızın yanı ve
sağ ayağınızın baş parmağının altı kaşınıyor. Vücut haritanızda kaşın­
ma denen acaip ışıkla onlar aydınlanmış.

3 Prof. Dr. M . Kaplan 1958 yılında Erzurum'a gitmiştir.

228
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Anlaşılan kuvvetli bir zehirlenme geçirdim. Tahlil nümunele-rin-


de SO diye gösterilen, ne olduğunu pek bilmediğim madde, kanımda
yüzde yirmi beş nispetinde (neyin yüzdesi, onu bilmiyorum) artmış. Bu
SO'yu allerjilerde bir müş ' ire gibi almak lazL01. Bütün bunların, mas-
raf, iHiç, enjeksiyon, doktor ve hastahanelere gitmek, kan tahlili , idrar
tahlili, sinir, kaşınma, hepsinin bir kılıç balığından geldiğini düşün . Ya
Kaplan, sade sen değil , balıklar bile bana i.hanet etmeğe başladılar.
Burada hayat bildiğin gibi. Profesör meclislerine Senato içtimaları
ilave edildi. Erbab-ı mesali.h arttı. Her perşembe günü dünyanın en
konforsuz koltuğunda altı saat nutuk dinliyorum. Teklifler, cevaplar,
istihzalar, tavzi.hier, tenvirler ve teviller, tedvinler vesaire ... Fakülte'de
koridor Caferoğlu 'nun işgalinde.
Talebe bildiğin talebe. Yalnız üçüncü sınıf iyi ve uyanık.

Yapmak istediğin işler güzel. İnşallah muvaffak olursun. Yalnız


ben bu işlerin bir tek insanın yapacağı iş olmadığını sana hatırlatmak
isterim. Ocağı daima birisi yakar. Fakat odun veya kömür hazırsa.
Bu kısa ömrümde dört devir gördüm: Hürriyet devri, Mütareke devri ,
Cumhuriyet devri , Demokrasi devri. Buna az çok bildiğimi sandığım
Tanzimat ve Abdül.hamit devirlerini de ilaye edersek, altı devir olur.
Aziz vatanımızda işlerin nasıl başladığını ve nasıl gevşeyerek bitti-
ğini az çok bilirim . Almanca bir darb-ı mesel öğrendim: Türkler gibi
başlamak, Almanlar gibi devam etmek ve İngilizler gibi bitirmek. Bizi
hakikaten iyi anlamışlar. Hiçbir millet bizim kadar ateşle işe koyulmaz
ve yine hiçbiri bizim kadar rahatça vazgeçmez. Orada daha iyi gör-
düğün ve göreceğin şekilde fakirliğimiz, maddl ve manevi her türlü
müdde'ayattan, hayatın potansiyel kuvveti olan, bu hazırlayan ekono-
miden mahrum olmamız, çift maksatlı yaşamamız , işlerin inanmayan
insanların elinde kalması , o kadar güzel ve faydalı hareketlerin daima
yarıda kalmasına sebep olmuştur. Türkiye Üçüncü Alımet'ten beri
daima yeniden başlar. Tarihimizin zaman içinde kırık ve müvazi giden
çizgilerle hülasa edilebilecek birkaç asrı vardır.
Tabii bilirsin, bunları senin şevkini kırmak için yazmıyorum .
Anadolu'da Üniversiteler açılmasına ben de taraftarım. Kaldı ki

229
MEHMET KAPLAN'A MEKTUPLAR

İstanbul ve Ankara üniversiteleri kifayet etmiyor. Fakat hazırlıksızız.


Hoca az. Ecnebi dili meselesini halledemedik. Bütçe meseleleri ve
başka sebepler dışarıya talebe göndermemize mani oldu. Gidenlerin
çoğu gelmedi. Hocalık çekici olmaktan çıktı. Razı olanlar da ruti-
ne düştüler. Hülasa üniversite kadrosunu tedarik bütün bir mesele.
Arkasında ise lise muamması var. Tanzimat' ın .en geç karar verdiği ve o
kadar ciddi başlayan Galatasaray' dan sonra bir türlü halledemediğimiz,
inanmadığımız ve rahat bırakmadığımız lise ...

Bununla beraber seni Erzurum'da bilmekten hoşlanıyo­


rum. Anadolu tecrüben azdı. Onu tamamlıyor veya tazeliyorsun.
Yapabileceğin kadarını da bittabi yapacaksın. Ben Anadolu'yu daima
sevmişimdir. İçimde bir taraf o fakir evlere, dar sokaklara, insanların o
mutlak denecek yalnızlıkta birbirlerine sokuluşlarına aşıktır. Ankara' da
hfila en çok sevdiğim taraf, Kale ve Samanpazarı tarafıdır.
Erzurum' da iken çok gençtim.Yayından yeni çıkmış ok gibiydim.
Belki hiila kendi hfilime ve etrafıma bakıp kahkahaların aksini duya-
bilirim oralarda. Fakat Cevat gibi bir insana da rastlamıştım. Cevat
olmasaydı, belki de tahammül edemezdim.

Anadolu'da ve bilhassa Erzurum'da göreceğin iki şey vardır.


Evvelii bizim şark olduğumuzu, sonra da şarkın yıkılmış olduğunu
gördüğüne eminim, demek istedim. Mecnun'suz, Leylii'sız, Ferhat'sız
ve Şirin'siz bir şark. Fıkaralığın devam ettirdiği, onun neticesi bir
uzaklığın beslediği bazı mevzii hususiyetler. Ve sonra yamalar, yama-
lar... garplı yamalar. Fakat insanlar hoşuna gidecek. Çok munis, acaip
surette mağrur ve sinik, hizmete amade, fakat karşı tarafı da takip
etmekten hiç vazgeçmeyen ve en ufak bir falsoya derhal cevap veren
insanlar. Lisede iken talebemi her lahza kendi ruh halimin kalıbına
dökülür görürdüm. Gayet sıhhatli şekilde beni keşfederlerdi. Hiçbir iyi
niyetimi, hiçbir kaçışımı ve ihanetimi onlardan gizleyemedim.
Kar yağdı mı? Erzurum'un asıl belediye reisi ve belediye teşkilatı
kıştır.
O etrafı temizler, güzelleştirir. Hele ayaz olursa, karlı havalar-
da mehtap sefasının güzel olduğunu da unutma. Sonra dağ var tabii.
Benim gibi denize aşık insanın ağzına yakışmaz ama, hakikat bu ,

230
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

ben dağa ve dağlık yerlere bayılırım. Yazık ki sizler Zigana dağlarını


görmeden Erzurum'a gittiniz. Berna ' yı burada bir defa görebildim.
Gelmiş ve gitmiş. Benim ürtikerin had devrindeydi, lokantada perhi-
ze uygun yemek aramakla meşguldüm . Halbuki havadis verebilirdi .
İnanır mısın dört gündür ne yediğimi, ne kadar kahve içtiğimi deftere
kaydediyorum. Sebebi allerjiyi tazeleyen sebebi bulmak. Bittabi Berna
ile ertesi günü buluşamadım . Onu da, Tatyana 'yı da senin kadar merak
ediyorum.
Doğrusu şu ki, bana yaptığın muziplik bir tarafa, orada kendini
tazeliyebilirsin. İnsanların bazen yalnızlığa ihtiyaçları da vardır. Sonra
eğer tam ekip olursa çok iş görülebilir. Asistanlar işine sevindim . Asıl
taleben onlar olur. Bir doktora sınıfı gibi bir şey. Yalnız ecnebi dili
meselesini unutma.
26 Gecesi tamamlıyorum.

Tatyana geldi , bir defa için görebildim. Dün Yahya Kemal için
Şark Kahvesi'nde bir Mevlid okundu. Biraz ölüm korkusu, başörtü­
lü birkaç hanım , neyin, kemençe ve tanburun sesi ve bilhassa Münir
Nurettin' in sanatı, biraz öd ve buhar kokusu , uhrev) bir alem yarat-
mağa kafi geldi. Şurası var ki, kahve de pek tekke biçimi bir yermiş.
Yadırgamadı bu işi . Ben bittabi musikiden pek çok hoşlandım. Bir de
oturduğum yerden sağa, Beşiktaş' ın üstüne doğru gelen, tam çıkıntı
halinde bir bina grubunu görüyordum. Bulutlu akşam havasında fan-
tastik bir dekor olmuştu. Greco'yu ve bazı İtalyanları hatırlatıyordu .
Bilmem burada on-on beş gün evvel yapılan Yahya Kemal toplantısının
hesabını sana yazdılar mı?

Zavallı adama ne yapılsa yardım oldu .


Fazla uzatmayayım mektubu, yoksa her şeyi yazacağım diye yine
şubata kalır. Yeni senen hayırlı olsun. Senfo , Bema 'nın , Tatyana'nm
gözleriiıizden öperim. Ürtiker biraz hafifledi, fakat perhizi biraz zorla-
yınca picotement'lar başlıyor. Tekrar ve en samimi hislerle muvaffaki-
yet ve sıhhat temennileriyle.
A.H. Tanpınar

231
MEHMET KAPLAN'A MEKTUPLAR

75
İstanbul , 31 Aralık 1958
Aziz Kaplan,
Sana yirmi gün evvel yazdığım bir mektubu, belki de konuşma­
mızı kesmemek, masamJn üstünde seni uzun zaman bulmak için, bir
türlü gönderememiştim . Şimdi ikisini beraber alacaksın . Paris hülyası,
ki hfila pek tahakkuk etmiş sayılmazsa dahi bizim ürtikere kafi deva
olmadı. Bir kere sıhhl', içtimai veya siyası (ilml dememek için), cehll
bir vaziyet teessüs etmesin, kolay kolay başedilmiyor. Vakıa had devri
geçti ve ben On beşinci Louis devrindeki o kart züppeler gibi pudralı
sokağa çıkıyorum artık. Çünkü ... hastalığımdan yü_ züm bembeyazdı.
Kaşınma da nadir anlarda ve pek hafif. Hatta perhiz ve ilaca devam
edilirse hiç yok gibi. Yalnız perhiz çok güç ve ben zayıfladım . Aynca
fosinophile diye bir madde çıktı kanımda. Hatta yüzde yirmi beş,
yüzde yirmi sekiz görüldü. Küstahlık, edepsizlik. Yahut da doğuştan
böyleyim, o zaman iş değişir. Hülasa her laboratuvarda biraz kanım
var. Beyaz gömlekli, gözlüklü, son derece dikkatli doktorlar, milimet-
rekarelerinde benim eosinophile'imi sayıyorlar. istersen bir övünme
vesilesi olabilir. Ama sıkıcı bir şey tabii.. Eninde sonunda sebebini
öğrenemezsem beni rahatsız edecek.

Erzurum hikayesi biraz mühimce, yani vahimce. Ayda bir imtihan,


her hafta kompozisyon çekilir iş değil. Daha doğrusu bu kadarla kalır­
sa çekilir, ama ... Şimdi daha festival devrindesiniz. Asıl realite, gün
bitip ağaçta neşe sönünce ve halkta heyecan tükenince, siz küçük bir
Anadolu şehriyle baş başa kalınca başlayacak.
Beni düşündüren diğer bir mesele de, Erzurum'un talebe şehri
olup olamayacağı meselesidir. Çünkü hakikaten tam Amerikalı gibi,
yani gemici terbiyesiyle zengin bir memleket olarak ve bol para
sarf ederek mücerret bir üniversite yapılsa bile, yine şehrin yardımı
liizımdır. Aııkara'da biz bunu Gazi Terbiye Enstitüsü'nde tecrübe ettik.
Taassuba gelince, ona katlanmak lazım tabii ... Çünkü büyük bir reali-
te. Evvela taassup var, sonra da kültür ve anlaşma yok. Biz milletler
için söylenen bir istiareyi sevk-i talihle tahakkuk ettirmiş bedbaht bir

232
TANPCNAR'IN MEKTUPLARI

milletiz: Baş ve gövde diye hakikaten birbirine yabancı iki kısımdan


füaretiz. Baş, ne kadar baştu, gövde ne derece sağlamdır, onu sorma.
Fakat bu ayrılık var ondan mustaribiz.
Mamafih o adamcağızı , terbiyeli olursa, bir noktada mazur
görebilirsin. Mevlana dilli sistemi içinde. O halde bu sistem.in direği
olandan bahis ister. Yahut zıddıdır, o halde aksülamel yapar. Erzurum
uzun müddet Şii vakıasına karşı koyan merkezlerden biridir. Mesele,
şairi şair, mutasavvıfı mutasavvıf, tarihi tarih olarak alıp almamakta.
Halbuki bunlara henüz kitle soğukkanlılıkla, dışardan bakamıyor.
Kaldı ki, din bizim anladığımız manada kültür de ğil. Ayn bir şey. Onun
yerini tutan fazla bir şey. Mamafih bunlara ehemmiyet vermemeli. Ben
mutaassıp insanla karşılaşınca, benim gibi düşünmek imkanından mah-
rum bir mahlukla karşılaştığıma inanırım ve kaçarım. O değilse, çocu-
ğu adam olur. Fakat asıl sizin oradaki hayatınızı bu cinsten adamlar ne
hfile sokar, diye düşünüyorum . Bana kalırsa Atatürk sistemi hepsinden
iyidir. Mesela rakı için ve sizi sarhoş görmeğe alıştırın. Atatürk Allah
rahmet etsin, hakikaten, can alacak yerlere vurmasını bilirdi. Çünkü
itiyatlar çok defa asıl belkem.iğimiz oluyor, onlara hücum edince , onlar
şaşırınca, eski ayakta duramıyor. O büyük terbiyeci idi. Hürriyetinizi
feda etmeğe alışmayın, demek istiyorum. Derhal isteri başlar. Bu
Mevlana üzerinde de fazla durduk gibi geliyor. Çok korkarım , günün
birinde sünni-şil kavgası yine uyanacak. Nitekim İzmir civarında .
bazı tahtacılara karşı aksülamel başlamış , dediler. Hülasa biz henüz
Comte'un tasnifinde dini devreden çıkmış değiliz. Ben bu meselelerde
kendime göre bir hal çaresine vardığım için o kadar şaşırmıyorum.
Bizi ancak çalışma şeklimiz değiştirebilir. Türkiye sanayileşecek ve
aklileşecek. Yeni köy, yeni ev, yeni iş şekh , yeni insan.

İyi giyin ve dikkatli yaşa. Berna ve Tatyana da öyle yapsınlar.


Erzurum'un havasını çok iyi bilirim. İhtiyarı bol memleketler teh-
likelidir. Aman kendinize dikkat edin. Oraya gidenlere bir hfil oldu.
Meteor gibi gelip kayboluyorlar. Bema'yı göremediğimi söylemiştim.
Tatyana ' yı da öyle bir kere gördüm. Hatta niçin geldiğini bile doğru
dürüst öğrenemedim. Kafesoğlu'nu lıiç göremedim. Benim için Kars

233
MEHMET KAPLAN ' A MEKTUPLAR

teklifi, yahut Erzurum bahara doğru iyi olur. Şimdi hem yazı masam-
dan ayrılamam, hem de pek soğuk. Onu ileride görüşürüz.
Bu günlerde yazılar ve bilhassa şiirler beni pek tazyik etmeğe baş­
ladı. Bir iki gece evde kaldım. Bütün bitmemiş şiirlerimi ortaya attım.
Yarabbim ne kadar çok bitmemiş eser var. Tek mısralar, yarım kıt'alar,
ebauche'lar. Kopuk ve yarım bir yığın dünya. Hepsini tanıyorum, yahut
tanımadan biliyorum. Fakat benden başkasına ne söyleyebilirler. Ufak
bir müzikalite ve bir dil tecrübesi. Küçük bir benzetme veya yanyana
getirme. Geçen gecem bu eksik şiirlerle hakiki bir "orgie" oldu. Ve bit-
tabi bütün bayramlar gibi -rahmetli Valery' nin dediği şekilde- sabaha
hiçbir şey kalmadı. Pek de öyle değil. Çünkü bir iki manzumenin istik-
bali taayyün etti. Hakikaten bu şiir çalışması gayet garip. Bir bakıyorsun
önünde duvar. Tek mısrada her şey bitmiş. Bir kafiye buluyorsun, uzakta
bir çoban ışığı yanmış gibi -sen yazın bunları göreceksin- müphem
bir çeşit muayyenlik kazanıyor. Hendesedekine yakın bir şekil taayyün
ediyor. Aradaki boşluğu dolduruyorsun, beyit oluyor. O beyit sana başka
bir mma veriyor, yahut müphem bir imaj. Tekrar kafiyelerin basamağı
ve bu, tekrar tekrar devam ediyor. Yazık ki çok müşkülpesent olmuşum.
Mesut şekilde müşkülpesent ve bedbaht şekilde kısır. Ve hayatım icabı,
dersler filan, sebatsız , sebatsız diyorum, çünkü bu hafta bir taraftan
romana devam ederken, bir taraftan da geceleri hep şürle meşgulüm.
Bilirsin ki şiir kadın gibi meşgul olunmak istiyor. Uğraşırsan oluyor.
Bildiğin bir "Çin Heykeli" manzumem vardı : Hatta sinirlenerek Behçet
Kemal 'e radyoda okusun diye vermiştim. Geçen akşam o bana musallat
oldu. Tekrar sevdim ve meşgul oldum. Tekrar benim oldu. Birkaç saat
içinde havası , hatta "ambition"u değişti. Çünkü Kaplan, sanat eserleri-
nin - biraz da bizim dikkatimize bağlı- bir kaderleri ve ambition'ları var.
Psikolojik arıza , şaka, teessüri hal , tesadüf olarak, hatta hiç hayalı bağ
olmadığı için ihmale layık gibi doğuyorlar. Bırakırsan öyle kalıyorlar.
Bırakmaz , üstüne birkaç saat eğilirsen iş değişiyor. Çinli kadın heykeli
de biraz üzerinde başka şekilde durunca değişti. Ualettayin yahut nesir-
de verdiğimin başka şekli bir Paris tesadüfü olmaktan çıktı. Şimdi onu
başka planda bitirmem lazım. Hülasa başıma iş açtım .

234
TANPINAR'lN MEKTUPLARI

Benim Erzurum'da birkaç dostum vardı. Hakikatte Erzurumlu iki


dostum, iki kardeşim vardır. Cevat'la kardeşi Sıtkı. Sıtkı'yı bul. Şimdi
galiba mütekait. Bütün bir zevk ve medeniyettir bu Sıtkı dediğim adam.
Eskiden daha hovarda, bir evli için mümkün olacak kadar hovarda
yaşardı. Şimdi işittiğime göre biraz dindar olmuş . Bakma, eski kurttur
ve çok iyi konuşur. Bütün Milli Mücadele'yi, o taraflardaki safualanyla
ve Harb-i Umuınl'yi dinlemek istediğine emin olduğum iç tarafıyla
yaşayan -etinde ve kanında- ve iki defa galiba idam tehlikesi geçiren
bir adam, bir evliya.
O sana başka türlü bir Erzurum açabilir.
Saat dokuz. İtibar] de olsa üç saat sonra yeni sene başlayacak.
Nasıl eski makineyi içimde bütün kuvvetiyle duyuyorum. Yeni sene ...
Dünyanın en gülünç ve itibar! hesabı. Martta, yani resm] sene daha
makuldü. Hiç olmazsa güneş hesaplarına uyar. Fakat rituel ve hurafev]
bizde yaşıyor. Birkaç yere davetliydim, ne yapacağıma, nereye gide-
ceğime karar veremedim. Önümde Queene Anne İskoç viskisi var.
Unesco kanalıyla gelmiş. Galiba açıp bir kadeh içeceğim ve kararımı
vereceğim.

Madem ki yeni senedir ve madem ki inanalım , inanmayalım ,


makine bizde işliyor, her zaman yapmamız lazım gelen şeyi bu sefer
daha ciddi ve daha şumüllü yapalım. Bütün sevdiklerimize güzel ve
iyi yıllar, muvaffakiyetler temenni edelim ve bilhassa bu meyanda
hizmet aşkıyla Erzurum' a kadar gitmiş ve orada kendilerini "nefy ü
hicre mahkOm etmiş" ilim kolonisine de Hak'tan yardım talep edelim.
Gözlerinden çok çok öperim aziz Kaplan. Senin, talebelerinin ve arka-
daşlarının yeni senesi mübarek olsun. (Haberin yok, ben birkaç yudum
içtim). Tatyana ve Bema'ya da çok selamlar, temenniler ve hasretlerimi
söyle.
Madem ki bu işi yaptım, hem de bir Shakespeare mukallidi ağzıy­
la, fakat çok samimi bir kalple, şimdi mektubunun bir noktasını da
cevaplandırayım. Ben senin orada olmandan memnunum, yalnızlığını
duyuyorum, yaşım, çalışma şeklim ve işlerim yüzünden birtakım şeyler
senin üzerinde idi ve sen de bunları çok iyi yapıyordun ve yapacaksın

235
MEHMET KAPLAN'A MEKTUPLAR

da. Bununla beraber Erzurum'da olman sana faydalı olacak. Tabii


bir zaman okuyamayacaksın, fakat yavaş yavaş işler durulur, oku-
maya başlarsın. Fakat hiçbir zaman İstanbul 'daki gibi çalışamazsın.
Amerikan sistemi, araştırmayı _ayırmış , başka şekillerde temin eden ve
sadece -muayyen ölçülerde- insan yetiştinneğe çalışan bir sistemdir.
İstanbul, yani biz daha ziyade, benzetmek gibi olmasın , Sorbonne' un
ve Avrupa' nın sistemindeyiz. Ve sen de ancak bu şekilde faydalı olur-
sun. Bunu niçin yazıyorum. Ha, canın sıkılınca bırak gel! diye. Hiç
yarıda bıraktığın kitap olmadı mı? Ben çoğunu kafamdan bitiriyorum.

Tekrar iyi, en halis temennilerle gözlerinden öperim Kaplan'cığım ,


sıhhatine !

A.H. Tanpınar

76
Londra, 1 Ağustos 1959
Kaplan ' cığım ,
Mektubunu aldığım günlerde Londra' ya geçtim. Cevabım bu
yüzden gecikti. Halbuki konuşacağımız şeyler de çok. Evvela dostların
sesini duymanın sevincini söyleyeyim. Böylece birkaç ağzın birden
yalnız değilsin diye seslenmesi insanı Londra' da bile takviye ediyor.
Her şey yerli yerinde. Bu güzel bir şey.
Bu seyahatin benim üzerimdeki büyük tesiri şüphesiz rutinden
çıkma oldu. Zihnen ne kadar meşgul olsam, değil mi ki çalıştığım
yerden uzağım, o halde tatildeyim. Hastalık dolayısıyla de bu Ja-zımdı.
Hocanın yükleri azaldıkça, muharrir ve şair de yavaş yavaş silkiniyor,
kendisine geliyor.
Vakıa daha henüz büyük ve tam manasıyla çalışamıyorum. Masa ,
dosyalar, müsveddeler yok. Sağda solda otluyorum. Ama içimde bir
şeyin yığıldığıru duyuyorum.

Londra, kendine göre, çok güzel. Büyüklüğünün , hantallığının


verdiği
bir tatlılığı var. Bilmem Behice ne yapacak? Çünkü hakikaten

236
TANPINAR ' IN MEKTUPLARI

büyük, kavranması güç. Gündüz 10 milyon diyorlar, geceyarısı 12 mil-


yon. İkişer milyon atalım, 8, 10 milyon. Fakat Paris gibi hissedilmiyor.
Gürültüsü daha az. O fil gibi otomobilleri, yüz binlerce nakil vasıtası,
motosikletleri, Paris'teki ve İtalya'daki sesi çıkartmıyor. Burada her
şey, belki ölüm kadar sessiz. Polisle sessiz konuşu-yorsunuz, taksi
sessiz sedasız sizi alıp götürüyor, dükkanlar sessiz kabul ediyor. Yalnız
televizyon ve radyo sesli. Caz kendi gürültüsünü, Amerikan modası
eğlence kendi temposunu bırakıruyor.

Dün akşam Tahsin'de idim. Richmond'a yakın bir yerde oturu-


yor. Oturduğu yer şehre dahil. Fakat resınl muameleler Richmond'da
oluyor. Andre Maurois' da daha güzel ve tafsilatbdır bu hikaye: İngiliz
kaldırmadan yenisini ekliyor. Bu itibarla hayat biraz karışık bir maki-
ne oluyor. Yalmz İngiliz gentleman's agreement (bilmem doğru mu
yazdım) haysiyet sahibi insanlar arasında mukaveleye riayetkar. İş
sarpa sardı mı eskisini hatırlatmıyor. Ve benim bu bal hoşuma gidiyor.
Behice dönüşünde çok İngiltere ve Londra hikayesi anlahr. Gene eski
otele yakın bir semtte, yani Bayswater'dayım. Oldukça merkezi bir
yer. Yine nispetlerden şikayetçiyim. Hakikaten Türkiye'den gelmiş bir
insam Avrupa'da en çok şaşırtan şey bu nispetler oluyor. Londra'da
bu birdenbire büyüyüş Paris'ten de fazla. Paris'te beş on sokak yorar
insanı. Burada her şey yoruyor insanı . Belki Hint'te, Çin'de başka tür-
lüdür. Fakat bizde nispetler küçük. Müslüman şark küçük nispetlerle iş
görüyor. Ben burada Guliver Devler Memleketi'nde gibiyim. İnsanlar
için değil, şehrin görülüşü, tabiatın verimi ve İngiliz serveti iddiharı
için söylüyorum.
Oturduğum otel de acaip bir şey. Tam İngiliz konforu ve hususi
hayat dekoru. Belli ki otel diye yapılmamış. Lambriler, avizeler, demir
ve pirinç eşya kıyamet... İki kız sabahtan akşama kadar eski, cilalı
siyah tahtaları, merdiven tırabzanlarını, demir işlerini ovuyorlar. Kızlar
tabu müthiş güzel. Hamid olsaydı yerimde , muhakkak küçüğüyle evle-
nir çıkardı. Benim odam da ikinci derecede bir oda. Fakat galiba bu
kadar güzelinde oturmadım. Banyoda at koştur. Zannederim eski bir
ev olmalı.

237
MEHMET KAPLAN'A MEKTUPLAR

Yazık ki güzel yerlerde pek az kalacağun. Çünkü pahalı, iman-


sızca pahab (Londra'ya göre. Gerçekte ise bana göre pahalı). 30 şiling
kahvaltı ile beraber. Fakat İngilizler kahvaltıyı kısmışlar.
Dün Richmond Park'a gittim. Londra'nın içinde 25 kilometre
mesai-i sathiyye. Düşün bir kere. Ceylanlar, geyikler koşarak geldiler.
Ahbapbk ettik. Fakat tel örgü arasındalar. Bu parktaki kuş vatanını,
yahut doğurnhanesini henüz göremedim.
Filhakika İngilizler bu parkın muazzam bir kısmını kuşlara bırak­
mışlar.

Behice ' nin cigara meselesi için ne yapabilirim, bilmiyorum. Tabii


ona karşı yapabileceğim en büyük dostluk bırakmasını tavsiyedir.
Hakikaten İngiltere'de cigara çok pahalı . En iyisi bir şebeke kurup
muntazaman cigara göndermektir. Bana bir iş düşerse ben de gayret
ederim . Fakat taşıma su ile değirmen dönmez, onu da hatırlatayım.
Çok güç olur.
( ...) Behice'ye çok çok selamlar, ona ara sıra cigara gönderirim.
Dünyanın en enteresan şehirlerinden birinde yaşayacak. Hiç üzmesin
kendini. Fakat Londra çok pahalıymış.
Senin de gözlerinden çok çok öperim. Faruk'a seliim , ayrıca mek-
tup yazacağım.

A.H. Tanpınar

77
Paris, 2 Eylül 1959
Kaplan' cığım ,
Dört gündür Paris' teyim. Londra'dan tren, tayyare , yine tren,
arada beş on satırlık yürüme filan altı saatte geldim. Ama doğrusu şu ki
bu altı saatte bir medeniyetten daha fazla bir şey, adeta bir iklim değişti.
Haritalarda o kadar ehemmiyetsiz olan Manş'ın böyle bir ayrıbk yapa-
cağ.ını hiç ummazdım.

Bu sefer Londra'yı biraz daha iyi tanıdım ve daha çok sevdim

238
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

ve şaşırdım. Çünkü Paris'te Latin yani Akdenizli taraf galip; Napoli ,


Marsilya, Viyana, İstanbul gibi bir şehir. Şüphesiz cetvelin başında. Fakat
örf ve adetteki aynlık nispeti, zaviye meselesi . Londra büsbütün başka.
Orada ayrılan şey istikamet. Fakat ne zengin, ne sevimli, nasıl sancı?
Hülasa, bu sabık deniz imparatorluğunun payitahtında - niçin sabık
dedim, ukalalık, Abdülhak Şinasi'lik bu- Neptün 'ün mağarasında gibiy-
dim. Her tarafta elmas ve mücevher parıltıları, zaman denizinde batmış
medeniyetlerin en.kazı ve ırk fikrinde Iayemutluğu arayan bir kavmin
acaip örf ve adeti. Istıfa denen şeyi, otokritik'i (onlar self-critic diyorlar),
en şaşırtıcı neticeleriyle burada g~rdürn. Sonra nasıl imparatorluk!
Londra bu ağustos ayında hemen hemen İstanbul kadar güneşli ve
sıcak. Büyük meydanlarda turistlerin kenarlarına oturup dinlendikleri
fıskıyeler, geçen sefer olduğu gibi beni üşütmediler. Yollar, kırlar, kır
evleri, kıyafetler rengarenkti.
Hülasa, lüks baskılı bir çocuk kitabını , yalnız İngilizlerin basma-
sını bildiğio kitaplardan birini karıştırır gibiydim. Behice Hanım'ın
o kadar sevdiği Hyde Park'ta, öbür parklarda bütün on sekizinci asır
resmi, oradan atlayarak bütün empressionizmi bulmak mümkündü.
Bununla beraber bizden , cenup milletlerinden çok başka türlü
yetişmiş bir millete misafir olduğumuz ne kadar belliydi. Yukarıda bir
mağara imajı kullandım, emin ol ki beyhude değil. İstediğim zaman
kahve, çay, hatta saatine rastlarsam içki bulduğum, kapısından başka
yerden ışık almayan elli, altmış metre derinlikte otel hollerinin bu ben-
zetmeyi aşıladığına eminim. İngilizler, o kadar kalabalık misafirleriyle
beraber, bu hollerde yüzlerce elektrik ışığının altında ılık bira ve viski
içiyorlar, daha altında hakikaten çok iyi döşenmiş barları var. Kışın
derenin buzunu kırıp yıkanan insanlar için garip değil mi?
Denilebilir ki bu sevimli millet başkalarına benzememeyi, hatta
onları yok bilmeği, kendilerine bir çeşit hayat dusturu ve etik yap-
mışlar. Aynca da örf ve adet namına bir yığın işkence icat etmişler,
memnun ve mesut tahammül ediyorlar. Biz böyleyiz! Biz kendimize
benzeriz! Londra' nın benim üzerimdeki tesiri başka bir yıldızda olmak
gibi bir şey oldu.

239
MEHMET KAPLAN'A MEKTUPLAR

Bütün bunlara kadın ve bilhassa genç kız güzelliğini ilave etmek


lazım. Paris'e gelir gelmez güzel ve çirkinin ne olduğunu öğrendim.
Paris 'te güzel bir kadın bir nispet meselesi. İngiltere' de güzel kadın,
güzel çocuk tabii bir şey.
Hemen her gün Hamid'e ve "Karnaval" şiiri için Yahya Kemal ' e
hak veriyordum. Ne garip şey, üst dudağın biraz kısalığı ve inceliği,
İngiliz kadınının tebessümünü kendi içinizde bir şey yapıyor. Otobüste
otururken birdenbire çok sivri bir tebessüm bir yerinizi deliyor.
Bakıyorsunuz bir genç kız, evvelsi akşam, her akşam gördüğünüz bir
rüya gibi yanıbaşınızdan size bakıyor. Hayır, Shakespeare dünyanın en
doğru konuşan adamı. Ne Ophelia, ne Juliet ve Desdemona yalan değil­
ler. Ah şu Hamid ne olurdu biraz dile sadık olsaydı ve daha az romantik
olsaydı da, bize tam bir Londra verseydi. İngiliz kendisine şaşıramıyor.
Nasıl şaşırsın, sokakta siyah köpeğini ninni söyler gibi bir sesle okşa­
yıp seven bu çocuk kendi oğlu. Yüzlerce sefaletine ayrıca şahit oluyor.
Şemsiyesini ciddiyetle sallayarak bir elinde sepeti işinden dönen,
meydanları ve caddeleri adeta vasıtalara meydan okuyarak geçen ve
her tehlikenin sonunda kendisine gülen bu kız kendi kızı... filan falan.
İngiliz güzelliğiyle çok husus! ve yaşıma münasip bir temasım
oldu. Reis-i cumhur hazretlerini muayene eden. ve galiba operasyon
yapan doktor Millen' e fırsattan istifade ederek gitmeği İstanbul' dan
kararlaştırmıştım. Tavsiyeler, randevular, falan . Nihayet muayene edil-
dik. Radyografimizin çekilmesi lazım geldi. Kliniğin üst katında çırıl­
çıplak bir masa üzerine yatırıldım. İçimde hep ameliyat korkusu, filan
bekliyorum. Birdenbire kapı açıldı ve hiç görmediğim şekilde güzel,
galiba hiç unutamayacağım kadar güzel bir hastabakıcı girdi. Aradığını
aradı , buldu , beni selWadı çıktı. Bilir misin ne oldum? Anlatamam ki.
Hakikaten illumination gibi bir şeydi.
Musikiden başka hiçbir şey üzerimde böyle bir tesir yapmadı.
Sanki tabaka tabaka bütün sırlar, perdeler önümde açıldı. Sanki yirmi
yaşında idim. Ve doğrusunu istersen çoktan beri , senelerden beri unut-
tuğum bir hakikati, kendi hakikatimi buldum: Güzel irreel'dir. Güzel
keşiftir. Güzel maddeyi "idea" yapar.

240
TANPJNAR'IN MEKTUPLARI

Londra sokaklarında gezerken nıçın İngiliz edebiyatının daha


ziyade genç kız üzerinde durduğunu anlar gibi oldum; nitekim Paris 'te
de Fransızların daha ziyade olgun kadından bahsetmelerinin sebebini.
Belki Ruslar da böyledir. Yalnız İngiltere ' de, göz çizgisinden ayrılma­
mak, yüzde, büstte kalmak lazım. Hastabakıcım için söylemiyorum,
fakat gözlerim daha mütevazı şeyler aradığı zaman çok defa sukut-ı
hayale uğradım. Bacak ya çok ince yahut şekilsiz. Çünkü Fransız kızı
çok defa çelimsiz ve biraz budala. Dönüşümde Montpamasse' da bir
yığın leblebi şekeri gördüm. Gevezelikle, arkadaşlıkla vaziyeti kurta-
rıyorlar.

Ne ise, geçelim .. . İtalya ' yı istisna ediyorum. Bu kadar güzel


Rönesans rüyası başka yerde görmedim. Görüyorsun ki Londra beni
sarmıştı. Paris'e acaip bir hayal sukutuyla girdim. Sokaklar dardı ,
insanlar çirkin ve gürültülüydü. Hatta yıkanıp giyindikten sonra, yanı
başımda gölgem , oturduğum kahvede bile - bu saadet İngiltere 'de
azdır, hatta imkansız derecede- fazla mesut değildim. Sanki Paris'ten
İstanbul'a dönmüşüm gibi bir şey. Sadece tabii hayata avdet etmenin
emniyeti vardı.
Görüyorsun ki İngiltere'den şikayetçi değilim. Yalnız bir üzün-
tüm var. Behice 'ye veda edemedim. Hatta çok az görebildim. Evvela
verdiğin adreste bulamadım. Oteli terk etmiş. Sefaretten yeni adresini
öğrendim, ama bir hafta geçti. Eğer Bayswater'daki evimde kalsaydım
daha sık görebilirdim. Semt aynı idi. Fakat hastalığım, fiere mukad-
dimesi Osman Saka 'nın bulunduğu otele geçmeğe sevk etti beni. Son
günlerim ise muayeneler, hafif ateş yoklamaları içinde geçti . Hülasa
son iki haftada Behice'yi ancak bir defa görebildim.
Karını Londra' da daha iyi tanıdım. İmkanlarının azlığına, güç-
lüğüne rağmen çok neşeliydi. Son görüşümde Berna ile bana çay ve
viski ikram etti. Küçük otel odasını munis bir ev yapmıştı. Doğrusunu
istersen bu kadar akıllı , iradeli ve cesur olduğunu bilmiyordum. Yazık
ki hiçbir faydam dokunamadı. Hatta sonunda ihmal ettim. Yeni adresini
de bilmiyorum. Bema'ya yazıp öğreneceğim. Kenan'dan cigara gelirse
ona göndereceğim. Kendisine yaz. Bana yabancı muamelesi yapmasın.

241
MEHMET KAPLAN'A MEKTUPLAR

Paraya ihtiyacı olursa gönderebilirim. Bunu nezaket olsun diye söy-


lemiyorum; vazifem addediyorum. Zaten oradayken kendisine teklif
ettim. O kadar ısrarla reddetti ki vazgeçtim .
Behice'yi merak etmene hiç lüzum yok. (Bunu sana daha evvel
yazmalıydım). Sana iyi bir İngilizce ile ve sağlam bir İngiltere bilgisi
ve hiç tahmin edemeyeceğin birtakım iktisadi itikatlarla döneceğine
emin ol.
Benim hayatım tasavvur edeceğin gibi geçiyor, çok okuyorum.
Hatta az çok çalışıyorum, geziyorum, görüyorum ve yığıyorum. Sonu
ne olacak, bilmiyorum. Şüphem kendimden değil, yaşımdan geliyor.
Altmışa girmek üzereyim. Bir tek ümidim aynaya bakmadığım ve ken-
dimi yıkmağa çalışmadığım zamanlarda bu rakamı hatırlamamamda.
Evet yaşımı zaman zaman unutuyorum. Eğer şiirin damarı tekrar bir
şeyler akıtırsa, kurtuldum demektir.

Çünkü mizacımız , tecrübemiz ve irademiz ne olursa olsun, yaşın


kendine göre bir realitesi var. İki üç hafta evvel, Cambridge'e gidiyor-
dum. Trende dev cüsseli fakat ihtiyar bir adama rastladım. Karşımdaki
sırada, başını, önündeki masaya koyduğu eline dayamış, bana bakıyor­
du. Büktüğü orta parmağına, sanki ağrıyan bir yere masaj yapıyormuş
gibi dayamıştı. Ve ben olduğum yerden bu başı bütünüyle görüyor-
dum. Bir ara bakıştık. Birdenbire ürperdim. Bakış, bu dayanma, bütün
bu yorgunluk, Yahya Kemal'de gördüğüm şeylerdi . İster istemez
düşündüm. Elli-altmış sene bu baş çalışmıştı. İhsaslar, düşünceler,
ihtiraslar, nefret ve kinler girmişler, çıkmışlar, etrafında dolaşmışlardı.
Şimdi hepsini kovalamış, yahut hepsi gitmiş, tek başına, mukadder
değişmenin son merhalesine açılan eşikte tek başına bekliyor gibiydi.
İhtiyarlık ... cesametler, devam eden şeyler, yani zaman, kendiliğinden
tabakalar vücuda getiriyor. Öyle ki tekrar kendimiz olmak için bir yığın
ameliyeye, nadasa, derinden hatırlamaya mecbur oluyoruz. Gencin
seçmek ihtiyacı yoktur. Hatta tanzime bile ihtiyacı yoktur. Düşünce,
anafikir varlığın kendi hamlesindedir. Fakat yaşlı adam ...
Görüyorsun ki olmak veya olmamak meseleleri içindeyim.
Fakat bu ve sana söyleyeceğim diğer şeyler başka mektuba kalsın.

242
TANPINAR 'iN MEKTUPLARI

Aziz Kaplan bana daima yaz. Cevap beklemeğe lüzum yok ki ... Biz
birbirimizle konuşmağa muhtaç insanlarız. Aradaki fark, ben gurbette-
yim ve bütün bir cemaatle zaruri şekilde muhabere ediyorum (elimden
geldiği kadar) . Sen benden bu hususta biraz daha iyisin.

Mektubunu beklerim. Sevgi ve hasretle gözlerinden öperim canım.


A.H. Tanpınar

78
Antibes , 23 Eylül 1959
Aziz Kaplan,
On gündür Antibes 'deyim. Cenup ışığı. Deniz uğultusu. Bazen
lodos yahut keşişleme, kabaran rüzgar, yukarı tarafların meşesi yerine
- Trianon'da harika bir meşe görmüştüm- çınar ve çam, bizimkilerden
çok açık yeşil bir servi, çilekli dedikleri siyah üzüm asmaları , sardun-
yalar. Bu asmalardan bir tanesi bizim otelin bahçe kapısında durma-
dan beni tahrik ediyor, hep hırsızlık yapıyorum ve yakalanıyorum .
Şüphesiz şimal ve Normandiya kadar zengin bir tabiat değil. Fakat
cenup. Mesela şu deniz uysal bir deniz, ama son derecede edepsiz. Beş
gündür etrafı gürültüye boğdu. Geceleri onun huzurs uzluğunu, tabiatı
Sinop 'ta veya Antalya' da imişim gibi penceremde hissetmenin lezzeti
başka şey. Belki yaş, belki yalnızlığım beni hep çocukluğuma götür-
düğü için Boğaz'dan bahsetmiyorum, halbuki bu akşamki manzara
Boğaziçi veya İstanbul'du ; körfez, yarım aydan dökülen ışıkla, birkaç
fenerin aksiyle ve bilhassa sükünetiyle büyük ve mavi bir mücevher
olmuştu . Lunik I devrinde aydan bahsetmek küstahlığı!

Ne yapayım ki ay var. Bizi istedikleri kadar milyar hesabına, ışık


senesine ve saniye süratlerine boğsunlar, sfilcin bir körfezin sularında
veya bir ormanın üstünde ay yine eski aydır. Büyük masallar insa-
noğlunun kafasında ve kanındadır. Hiç kimse bir şeyin peyzajını sade
bilgisiyle yıkamaz. Onu duymamak için daha başka şartlar lazım. Şiirin
ebedlliği de buradan. Antibes dar bir ayakkabıya çok benziyor. Bir

243
MEHMET KAPLAN'A MEKTUPLAR

ucunda Vauban'ın o klasik, etrafı ağaçlı, yerine çok iyi oturmuş, bizim
Yirmi Sekiz Çelebi 'yi kıskandıran kalelerinden biri - Vauban kübizmin
babalarından biri olsa gerek- öbür tarafı epeyce uzun bir dalgakıranla
biten bir körfez, dalgakıranın ötesinde Juan-les-Pins, Juan le Golfe'un
sahilleri uzanıyor ve hemen arkalarından da Cannes'ın Antibes'den
çok geniş limanı geliyor. Ben bu iki şehrin komşuluğunu çok kolay bir
mısrada birleştirdim:

Cannes la frivole et Antibes tumultueuse!


Şehrin kendisi bir yığın tepenin üstünde. Asıl kale tarafı , Grimaldi
şatosunun etrafında toplanıyor. Birkaç asırlık aristokrat ve zengin
evleri, bazen ancak iki kişinin yanyana geçebileceği sokaklarda, ken-
diliğinden bir Romeo-Juliet dekoru yapıyorlar. Bazen de bir duvardan
öbürüne üstten köprüyle taşıyor. Ve siz kemerin altından geçerken ister
istemez on yedinci asra veya daha evveline geçiyorsunuz. Şehrin yeni
kısmı sağ tarafa yapılmış ve bir de soldaki berzahın üstünden öbür
tarafa geçmiş . Eğer sağ elinin baş parmağı biraz uzunsa Antibes'in, iki
parmak arasını epeyce açarak ve biraz meyilli tutarak maketini yapa-
bilirsin. (Baş parmağın son boğumu Vauban'ın kalesi olur) . Mamafih
bu zahmete girme.
Otomobilli dostların fedakarlığı sayesinde etrafı epeyce gezdim .
Nice yolunda, hemen hemen şehrin yanı başında Femand Leger' nin
meşhur müzesi var. Vallauris'de yani biraz ötede küçük bir on üçüncü
asır chapel'inde Picasso'nun "Harp ve Sulh"ü Roman tezyinatıiı yeri-
ni almış. Birincisini sevmediğimi bilirsin. Bir idenin emrinde sanat
olmuyor. Leger popüler sanat yapmak istemiş , bir yığın renkli bumbar
şişirmiş. İdeoloji tabii benimsedi. Şimdi bir Virgile peyzajının bir nevi
mabedi var demektir. Fakat sanat... Daha iyisi bir Fransız gibi "tant
pis" diyelim. Mösyö P.[icasso] şüphesiz daha başka türlü. O asrın
kralı. Paris 'te bir kral gibi beklendiği günleri ve bir kral gibi bütün
bir saray halkıyla dolaştığını birkaç defa gördüm. Vallauris'de meşhur
çinilerini ve tabaklarını yapmıştı . Fakat "Harp ve Sulh" güzel değil.
Fazla Picasso. Sanat tekniktir ama, teknik de adeta biyolojik bütün bir
nizamın etrafında namuslu oyundur. Tabii' Picasso deseni var, Picasso

244
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

negri bulunduğu gibi. Fakat üstat kendi adının bankasına fazla yatm-
yor. Ne harbi harp, ne sulhü sulh olmuş ... Mamafih, keşke harplerimiz
onun tasavvuru gibi olsaydı! Burada Cagnes'a yakın bir yerde, bir de
Matisse'in meşhur chapel'i var. İki defa gittim, yazık ki göremedim .
Günler rastlamadı. Bu Cagnes ile biraz ötesindeki Saint-Paul, Antibes
havalisinin iki incisi. Sert iki tepe üstünde hemen hemen Kurun-ı vus-
tadaki hudutları ve mimarisiyle kalmı ş iki küçük kubbe. Her ikisi de
uzaktan her türlü derinlikten mahrum profilleriyle görülüyorlar. Sanki
iki büyük opera dekoru. Fakat içine girince üç beş adımlık yollardan
genişliyorlar. Yollar sadece tesadüften ibaret ve ufuk daima komşunun
duvarı, yahut korkuluk duvarının altındaki uçurum veya kemerli mer-
diven sokak. Hülasa rüyaların o hareketli tesadüfüyle insan hayatının
muayyeniyeti el ele vermiş. Çiçek vazoları , şarabi Marsilya kiremidi,
hasır, nefis tahta işleri , belki de ta Fenikelilerden kalma nizamıyla dar
cepheli evler, sarmaşıklı duvarlar, büyük kandil fenerler. Bu evlerden
birinde kırk elli milyon edebilecek hediye tablolar arasında şair Andre
Verdet'yi ziyaret ettik. Bize son kitabını verdi: Picasso ve Keçisi.
Meşhur keçinin yüzlerce diyebileceğim fotoğrafı , bazı izahat ve iki
kendi şiiri. Bu kitap için iki desen almış , satarsa 'bir buçuk milyon
frangı var. Bu kadar varidatlı keçiye az rastlanır. Picasso' nun kazan-
dıklarından maada etraf da mütemadiyen kazanıyor. Zavallı bizim tiftik
keçileri. Kendi kendime meşhur mısraı bozarak mırıldanıyorum:
Bazen keçilerin de olurmuş hayırlısı. ..

Fakat ev çok hoştu . Karanlıkta bir odadan öbürüne gitmek imkanı


olmayan bir şey. Şirin , güzel bir "casse-cou" , Hülasa beton sokakları
ve fantastik evleriyle Saint-Paul, bir çeşit harp gemisi gibi zamanın
ortasında duruyor. Cagnes daha başka türlü. Orada Grimaldi şatosu
kasabanın ehramını ş irin bir meydanla bitiriyor. Bu şatoda ben gelme-
den üç gün evvel büyük bir maskeli balo verilmiş. Cagnes'm şöhreti
ikinci harple başlıyor. Paris'ten kaçan zenginler burada yok pahasına
evleri almışlar. Dışlarını bozmadan - bizim bilmediğimiz şeylerden
biri- düzeltmişler. Şimdi bütün bir kozmopolis orada yaşıyor. Her mil-
letten hürriyeti içkide, eğlencede ve sanatkarane hayatta bulan , bazısı

245
MEHMET KAPLAN'A MEKTUPLAR

da hakikaten sanatkar insanlar. Karışık muaşakalar, dedikodu kıyamet.


İki saatin içinde beş zina, üç sevicilik hikayesi dinledik. Şatonun bir
tarafında küçük bir sergi var. Resim sergisi. Cezayirli musikişinas
yahut mugannj Mevcuhi'nin resimleri en iyisi idi. Bir de dünyanın en
zevkli kadın ayakkabıcısının ayakkabıları. Bize şehrin hikayesini anla-
tan, bu adamın beyaz Rus karısı idi. Meydandaki auberge'de Brigitte
Bardot oturuyormuş. Fakat görünmedi. Gebe ve üstelik bir kalp krizi
yahut asap krizi geçirmiş.
Bütün bu şeyleri, bilhassa Saint-Paul'ü, Vallauris'i açan modem
sanat, Juan-les-Pins falan da öyle, Paris'te sergisini gördüğüm ve çok
sevdiğim Soutine de buralarda bir yerde oturuyormuş. Yazık ki kitap-
larım yanımda değil. Ve bizim otelci kadın da çok cahil.

İki defa Cannes'a, bir defa Nice'e gittim. Son Cannes gezintimde
Sabahattin Eyuboğlu beraberdi. Yazık ki yemek bizi şişirdi ve gazi-
noya şansımızı denemeğe gitmeruk. Belki bir gece birkaç bin frank
Monaco'da kaybederim, yahut kazanırım. Mesele büyük ruleti görmek
meselesi. Bilirsin büyük üstadımız Dostoyevski müthlş bir ruletçi idi.
Karısının etekliğine, kendi saat, pardösü ve yeleğine kadar Baden-
Baden 'de rulette kaybederdi. Modem sanatkarlar meşhur hikayede
olduğu gibi, kurdun başından ders aldıkları için böyle maceralara gir-
miyorlar. Onlar sadece para kazanıyorlar ve etraflarına kazandırıyorlar.
Azizim şimdi mürekkebi doldurmağa aşağıya indim, aşçı sarmısaklı
bir yemek yapıyordu , birdenbire acıktım. Halbuki saat daha on buçuk.
Antibes' de Grimaldi şatosunu müze yapmışlar. Bir yığın Picasso
resim ve seramiği var. Seramikleri Vallauris'te yapıyordu. Ve bittabi
çok güzel şeyler. Hatta harika şeyler. Picasso' nun bütün çizgi ve renk
ustalığı, medeniyetlerin sesiyle konuşma sırrı, o büyüye kadar giden
inanma ve masalını yaratma ihtiyacı , hepsi bu sergilerde en magistral
şekilde konuşu yor. Gariptir, müzeyi ilk gezdiğim gün iki beyaz güver-
cin, kendisinin modellik ettiği şekilde , belki de kumru, göğüslerini
germişler, acaip, seksüel, komik ve mağrur bir kabile oyununu oynu-
yorlarmış gibi müzenin avlusunda geziruyorlardı. Bu kadar tatlı ve
tabiatla sanat eseri arasında şey az gördüm.

246
TANPINAR' IN MEKTUPLARI

Müzede bir de Germaine Richier adında bir kadın heykeltıraşın


heykelleri var. İçlerinde birkaçı, üslfibunu bozarak bulunanlardan
olmasına rağmen çok güzel. Bilhassa büyükçe bir yarasa ile birkaç
baş . Zühtü non-figuratife kaçmasaydı. .. Fakat modern, sanatkarları
avlıyor ve kız kaçırır gibi kaçırıyor. Serginin üst kısmında bilhas-
sa kırk elli Hartung var. Bu ressamı çok sevmiştim. Bu sefer onun
hakkında düşündüklerimi kontrol etmek imkanını buldum. Bu kadar
basit şeylerle bu kadar muazzam hisleri telkin etmesine yine şaşırdım.
Hartung'da Unamuno'nun bahsettiği "sentiment tragique de la vie" var.
Tabii İspanyol filozofunun anlattığı şekilde, dini kaynaklarına sıkıca
bağlı değil. Belki yokluğu, belki insan yalnızlığıyla onu veriyor. Ve
hakikaten bunu duyuyor ve duyuruyor. Macerasını bilirsin. Faşizmden
kaçarak Fransa'ya gelmiş, Fransız ordusunda dövüşmüş, bir bacağını
kaybetmiş. Kimbilir belki de kendi bacağını kendisi kestiğini sanı­
yor. Üç gün evvel bu müzede, İtalya'da bir film toplantısından gelen
Sabahattin, birkaç kişiye bizim üniversitenin yaptığı kısa metreleri
gösterdi. Bütün Antibes münevverleri, mirasyedi kadınlar, şöhretsiz
ressamlar Surname'nin renklerine hayran oldular. Şimdi Paris' te ve
bugün gösteriyor.
Daha ne yazayım? Münakaşa edilecek, anlatılacak birçok şey var.
Bilhassa Türkoloji kitabı ve kendi çalışmalarım. Fakat onları gelecek
mektuba bırakalım.
Bugünlerde Aragon'un La Sainte semaine adlı, Napoleon'un Elbe
dönüşüne ait kitabını okuyorum. Hazret benim pek hoşuma gitmez
ama, bu sefer güzel ve kuvvetli. Belli ki o da kendi Harp ve Sulh'ünü
yazmak istemiş ve garip şekilde muvaffak olmuş. Bilhassa ressam
Gericault'yu seçmesi ve ona ait bazı sayfalar çok güzel. Fakat daha
bitirmedim. Öbür mektubumda bahsederim. Bu kitabın asıl hoşuma
giden tarafı 62'sinde yazılmasında. Yaşlıların sanatı beni çok meş­
gul ediyor. Neden? Tahmin edersin. Hoşça kal , gözlerinden öperim.
Gelecek ayın onunda Paris' te olacağım Allah izin verirse. Mektubunu
orada beklerim. Adres eski adres.
A.H. Tanpınar

247
MEHMET KAPLAN' A MEKTUPLAR

79
Paris, 28 Şubat 1960
Kaplan,
Doğrusunu istersen mektubun beni çok gafil avladı . Ben Erzu-
rum 'a yazıp hfilini soracaktım. Sesin Londra' dan geldi. Geçmiş olsun.
Meseleyi şüphesiz duymuştum. Fakat bu kadar azacağım tahmin etme-
miştim . Bittabi anlattığın şeyler sadece senin başına gelmesiyle benim
için yeni. Yoksa orada rahat edemeyeceğini, rahat bırakmayacaklarını
biliyordum. Senin istediğin şekilde çalışmalar, kendisine müsait zemin
hazırlayacak diğer şartlarla beraber olur. İktisadi bünyesi düzgün olma-
yan bir cemiyette idealistin çalışması güçtür. Aksi takdirde dünyada
bedbaht milletler bulunmazdı. Çünkü uyanık ve idealist birkaç kişi her
millette ve daima mevcuttur. Yazık ki sana yazdığım son mektubun
ilk şeklini göndermedim ve yırttım. Orada heyecanından korktuğumu
söylüyor ve kendi tecrübelerimi sayıyordum. Şevkini kırarım diye
düşündüm. Ne ise olan olmuş. Bazen felaketin de olurmuş hayırlısı,
de. Madem ki bugün Avrupa'dasın; altı ay serbestsin, gez, dolaş, gör,
düşün, oku, yaz, dinlen. Çünkü bizim her şeyden evvel dinJenmeğe
ihtiyacımız var.

İngiltere masal gibi millet. Tarihinin dağ tarafını iki asır evvel
geçmiş , ovaya inmiş . Bence yeryüzünde hakiki mucize İngiliz muci-
zesidir. Yani tekamülün mucizesi. İngiliz ahmak görünmekten, muta-
vassıt olmaktan çekinmiyor. Fertleri, istemeyerek umumi seviyeyi
aşıyor. Sahamı ister istemez daraltmak yaşına girmeseydim İngiliz
tarihi okurdum. Şüphesiz başka bir cins Roma' nın tarihi gibi büyük
olacak. Her halde üç asırdır insaniyete her şey daha ziyade oradan
geliyor. "Ben biraz da İngilizim, çünkü Shakespeare İngilizdir" . Bu
söz kimin sözüdür bilmiyorum. Fakat on dokuzuncu asrın bütün mace-
rasını ihtiva eder. İngilizce öğrendiğine çok iyi yapıyorsun. Benimki
piç oldu. Bilhassa Londra'nın tadını çıkartmağa çalış. Londra bana
bazen makineden , renkli , latif bir çocuk oyuncağı gibi geldi. Bazen
bir deniz ilfilıının çok zengin su altı mağarasını andırdı. Dünyamn en
kahraman şehirlerinden biri olmasına rağmen daima yumuşak buldum.

248
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Bittabi sert tarafını İngiliz puritanisme'iyle döğüşen on dokuzuncu asır


büyüklerine sormalı. Bir yolcu, hem dil bilmeyen, başka kültürlerde
yetişmiş bir yolcu, iki ayda ne görebilir? Benim gördüklerim sadece
hayran olunacak şeylerdi . Nitekim saat beşe doğru pub'ların önünde
toplanan kalabalığın çocukça sabırsızlığına bayılıyorum . İçkiye olan bu
atılış, bu on milyonluk şehirde , benim yolcu gözlerimden kaçan mühim
taraflar bulunduğunu gösteriyor. Hülasa seni orada bilmekle ve tahay-
yül etmekle daha mesudum. (Bugünkü İngiliz hayatı ve muvazenesi
kendisini biraz da Dickens'in romanlarına borçludur, derler. Doğru ise
eğer nesir ihmal edilecek şey değil).

Sefaretler ve hariciyeciler için söylediklerin doğru . Ya çok büyük-


leriyle görü şmeli , yahut hiç görüşmemeli. (A.'nın Hollanda sefareti
müsteşarı olmasını düşün ve kıyas et. Ben uzaktan ahbabım olduğ u
halde burada Ulvi4 Cemal Bey'i ziyaret etmedim. Orada sefir iyidir).
Paris'e gelmenden bahsediyorum. Eğer mart içinde olursa çok
sevinirim. Nisanda benim o tarafa geçmeğe niyetim var. Cebimde bir
de İspanya bileti, kullanıp kullanmayacağımı henüz bilmediğim bir
silah gibi duruyor. Cigaraya tekrar başlamam - hem oyun olarak- çok
hazin oldu. Göğsüm müthiş ağrıyor ve fena ihtimallerin kapısını açıyor.
Bu günlerde bırakacağım.
Şiirler
için söylediklerine teşekkür ederim. Yalnız bir noktayı
anlatmam Hlzım. Ben şiirde yaptıklarımı biliyorum. Fakat yapmak
istediklerimi de unutmuş değilim. Eğer hoca olmasaydım , sadece
şiirle meşgul olsaydım , belki bir kısmını yapabilirdim. Bu bir sene
bende birçok şeyi tazeledi, dille yeniden bu zaviyeden karşı karşıya
kaldım. Dilin kalesine yeniden girdim. Ne çare ki birkaç ay sonra
İstanbul, Fakülte, dostlar ve sefaletler başlayacak. Şiir kıskanç şey.
İştirak kabul etmiyor. B ildiğin ezell dert. Her eser kendi atmosferinin
mahsulü oluyor. Fakat o halet-i ruhiyeden çıkmamak, kendisini tama-
miyle ona vermek gerekiyor. Sanatın da politikası, hem de mühim
şekilde bir iç politikası var. Behice ne halde? İkiniz de bu işlere üzül-

4
Feridun olmalıdır.

249
MEHMET KAPLAN'A MEKTUPLAR

meyin. Olan en iyisidir, deyin. Bu günlük bu kadar. Sabahleyin Van


Gogh sergisini gezdim. Bu sanatkarı eskittiğimi anladım ve üzüldüm.
Şurası var ki Van Gogh'u hiçbir zaman sevmedim. Yani Leonard' ı ,
Velasquez'i , Rembrandt'ı ve Bonnard ' ı sevdiğim gibi sevmedim.
Yahut o güzel Degas'yı ve bazı Renoir'ları. Tate galeride, Royal gale-
ride çok güzel resimler bulacaksın. Ben sonuncusundaki sevgililerimi
sayayım: Evvela nefis iki Renoir, bir iki güzel Degas, Canaletto'lar ve
Guardi'ler. Bunlar girerken sağ taraftaki iç içe salondadır. Aynca çok
güzel İtalyan primitifleri vardır. Sol tarafta ise sebeb-i icadı resim ve
heykel olan Leonard efendimizin harikulade bir "Kayalarda Meryem"i,
iki bitmemiş Michel-Ange, galiba birkaç veya bir Botticelli vardır.
Resim, musiki ile beraber en güzel sanat. Yazık ki en kötü, sustuğu ve
dejenere olduğu devirdeyiz. Madem ki tekrar başladık, lütfen bana orta
şekilde kaç lira [ile] orada bir ay geçirilebilir yaz. Bir de sterio disklerin
fiatını bildir, öbür klasiklerin de. Alrnanya'dan iki makine aldım. Bir
elektrofon, bir de radyo. Şimdi diskoteğirnin esa~ını kurmak istiyorum.
Behice'ye tekrar selam ve sevgiler. İkinizin de gözlerinizden öperim.
Çocuk nasıl? Sıhhati yerinde mi? Ah bu İngilizler...
A.H. Tanpınar

250
SABAHATTİN EYUBOGLU'NA MEKTUPLAR

80
Paris, 9 Nisan 1953
Sabahattin,
Nihayet bu olmayacak iş oldu ve ben Paris'teyim. Ne kadar kolay-
mış. Paris'e gelmek kolay fakat orada kendini tabii bulmak güç. Bugün
onuncu gün, henüz şehre alışamadım. Fransızcam , midye kabuğu gibi,
kfilı açılıyor, kah kapanıyor, adeta isterik bir Fransızca. Şehri henüz
tanımıyorum. Bende yerleşmedi. Daha ziyade bir panayırda gibiyim.
Oturduğum Montparnasse, gezdiğim Saint-Germain, Luxembourg ,
Saint-Michel tarafları da bu hissi pek yadırgatmıyorlar. Her taraf birbi-
rine benziyor, alabildiğine kahve tentesi, otomobil sesi, gürültü, muaşa­
ka, güzel kadın, caddelere akmış kitap ve resim ... (Burada İstanbul'un
tek hasret etmediğim yeri, Narmanlı Yurdu'dur. Tabii akasyaları düşün­
müyorum).
Geçen gün, Rue de Louis'de - pazar günü- daüssıladan az kal-
sın çıldıracaktım. Garip değil mi ki bir horoz sesi sebep oldu buna.
Kendimi İstanbul 'da sandım. Halbuki hiç olmazsa altı ay İstanbul 'da
horoz sesi dinlememiştim . Kaldı ki Fransa'da en az yadırganacak
seslerden biri bu olsa gerek. Bir lahzada dünyam değişti. Şaşırdım,
kendimi güç buldum. Meğer bir dükkandan geliyormuş. Son derecede
küçük, renkli kuşlar, büyük güvercinler vardı. Bir de papağan. İngiliz
seyyahları şehirle aramda ve geniş bir perde gibi. Daima ve her şeye

251
SABAHATIİN EYUBOGLU'NA MEKTUPLAR

onları aralayıp bakmak tazım. Bu salı günü daha garip bir şey oldu.
Osmanlı Bankası'ndan çıkınca bir cigara içmek istedim. Kibritim yok-
muş. Kibrit araya araya şehrin içinde bir saat yürümüştüm. Nerde ise
sokakta hiddetten bağıracaktım. Ne acaip yerlerden geç.tim Yarabbim.
Hangi tren garı idi, bilmiyorum. Ben üstünden geçiyordum. Yolun ten-
halığı, bi-taraflığı, katılığı, siyah ve uzun parmaklıklar asabımı diken
diken yaptı. Nihayet bir "tabac" levhası buldum. Cigaramı yakınca
dünyada otomobil denen bir kolaylığın mevcut olduğunu düşündüm.
Kaybo lmamıştım.

Acaip karşılaşmalar oluyor. Metroda Lehistanlı bir kadın bana


ineceğim istasyonu gösterdi. Müthiş göz nezlesiydim, kadın beni
ağlıyorum sandı. Hangi milletten olduğumu sordu. Yüzü çok garip ve
munisti. Bir yalnızlık ve gurbet feneri gibi bir şey. Anlattım. Derhal
Türk ve Leh münasebetlerine geçtik. Zavallı kadıncağız, bizim iki yüz
senelik ıstıraplarımızın Jean Sobieski denen bir beyinsiz gayretkeşten
çıktığından habersiz, Leh ve Türk dostluğundan bahsetmeğe başladı.
Bana dinin lüzumuna dair çok mukni şeyler söyledi. Fakat yüzü o
kadar güzeldi ki ... Dün kendisini otobüste gördüm. Ben Louvre'dan
geliyordum. Karşı karşıya oturduk. Çehresinde hep o yalnızlık vardı.
Tekrar vaaz dinlememek için konuşmadım. Yalnız farkında olmadan
dizlerime koyduğu çantasını taşıdım. (Paris bazı taraflarında İstanbul'a
ve bilhassa Beyoğlu'na çok benziyor. Beyoğlu kahvelerinin bir kısmın­
da Paris'i taklit ettiğimiz aşikar. Şehir, tepeli yerlerinde ve orta halli
mahallelerinde çok Beyoğlu. Sacre-Coeur'den Montmartre'a inerken
adeta kendimi istanbul'dayım sandım).
Paris'e bu yaşta ve bu kadar şey bilerek ve hiçbir şeye inanmaya-
rak gelmek çok fena. Şehirle münasebeti insan çok güç tesis ediyor. O
kadar kayıtsızım ki, daha bir akşam gazetesi bile almadım . Müzelerde,
galerilerde, kütüphanelerde hep o bıkkınlık yanı başımda yürüyor. İlk
günlerin alkol alevine benzeyen "enthousiasme"ı sönünce, şimdi ken-
dimi kocaman şehrin içinde adeta tek başıma buluyorum. Tabii şurada
burada kontaktlar oluyor. Louvre'da İtalyanlara, İspanyollara çıldı­
rıyordum. Modern sanatta Chagall adeta beni sarhoş etti. Louvre'da

252
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

"Joconde"u hakikaten tebessüm eder buldum. Muazzam bir şekilde


bu tebessüm mevcut. Hakikaten kendi kendime "ne olsa Paris'teyim"
diyorum ve seviniyorum. (Gros, Delacroix, Gericault... Hiçbiri beni
tutmadı. Fazla tiyatro, filan ... )

Bu sabah merak saikasıyla konsoloshaneye gittim. Kapıdan Tasso


isminde Akademi' den talebem bir genç karşıladı. Çocuğu unutmuşum.
Sonra hatırladım. Konsolos altmışlı.k bir adam. Çiğnenmiş kağıttan
yapılmış bir hali var. Beni görünce ne yapacağını şaşırdı. Cigara içmek
istedim. "Kibrit yok" dedi. Sonra anlaşıldı ki kalp hastasıyrnış. Derhal
parasızlıktan şikayet etti. Hayatımda bu kadar biçare insan görmedim.
Yugoslavya'da, İran'da, Çin'de, Rusya' da bulunmuş. Giderken birden-
bire gayrete geldi, "her emrinize amadeyim" dedi. Gülüşerek ayrıldık.
Kendisine epeyce sıhhi nasihat verdim, izin alır giderse Kazım İsmail'e
tavsiye edeceğimi söyledim . Memnun oldu. Bulvar Haussmann' ı hep
onun ve kendimin karşı karşıya hiillerirnize gülerek yürüdüm.
İstanbul'u ve sizi çok özlüyorum. Fenerbabçe'de Mazhar'ın
evinde, Mehmet Ali'de, yahut Boğaz ' da küçük bir kahvede olmak
saadeti, Maya'da olmak lezzeti. Burada sık sık Türkleri görüyorum.
En sempatikleri tabii Pertev. Fakat daha istediğim gibi onunla konuşa­
madım. Abidin'le karısı Paris'i altüst ediyorlar zannediyordum. Onlar
da benim gibi muayyen daire içinde dolaşıyorlar. Avni çok parasız.
Maalesef ben kendisine yardım edemedim. Para su gibi akıyor. Sebebi
de Montparnasse'da kalışım . Bir türlü idare edemiyorum. Hatta kontro-
lü kabil değil, şimdi kahvaltı için rechaud, fincan, tabak filan alıyorum.
Yemeklerin bir kısmını otelde yiyeceğim ve ilk fırsatta da bulabilece-
ğim bir möbleli eve yahut daha ucuz bir otele geçeceğim. Buraya yedi
yüz elli veriyorum fakat bini buluyor. Dedim ya, Paris'te ya on beş gün
bir turist gibi gezip geçmeli, yahut birkaç sene kalmalı . Fakat'Parisli
olabilmek için - herhangi bir şehirli olmak için- bütün hayatını veya
işirıi oraya nakletmek liizım. Ben ise muallaktayım. Bir çalışabilsem!
Magdi'nin babası Paris'e gelmemiş. Geleceği de belli değil. Avni,
bilinmez diyor, bir gün çıkar gelir. Görsem çok memnun olacağım.
Şehir bu son günlerde beni o kadar sıktı ki, az kalsın, cenuba bir yere

253
SABAHATIİN EYUBOGLU'NA MEKTUPLAR

gidecektim. Meselenin büyük bir tarafı yağmurun adeta bir duvar gibi
aramıza girmesi. Mübareği zaten sevmem.

Mehmet Ali 'ye bir mektup yazmıştım. Fakat bir türlü kısmet olup
da postaya veremedim. Binaenaleyh her ikiniz de mektubumu beraber
alacaksınız, bazı şeyleri tekrara lüzum yok. Viila'dan daha bir haber
alamadım . Ziyad eğer oradan hareket etmediyse, Avni'nin resmi için
söyleyin. Onu, bir çaresine bakıp devlete aldırsın. Avni altı yüz liraya
dahi razı olur. Biraz haksızlık olur ama hiç yoktan iyidir. Ve resim çok
güzel.
Selim'in resimleri de güzel. Çok mücerret ama yeni ve oturaklı.
Fahrünnisa'nm resimlerinde fazla oyun ve fantezi var. Selim'inki daha
kuvvetli. Yarın Fahrünissa 'nın bir sergisinde bulunacağım.
Burada konsolosu, talebe müfettişini , sefiri gördükten sonra
gençlerimiz için ne kadar ciddi çalıştığımızı anladım. Ve hayret ettim.
Bunlar insan değil, adeta mumya.
Fikret Mualla' ya şimdiye kadar rastlamadım. Onun için Kemal'e
para verecekseniz (200)'den fazla vermeyin. Ne olur ne olmaz elimde
döviz bulunsun. Fakat senin ve Magdi için mesele değişir. Ben gelirken
(1000) lira almıştım. Mayıs için (900) düşünüyordum. Fakat bu hesa-
ba göre korkmağa başladım. Tabii bunların hepsi değişecek. Paris'te
çok yeniyim ve ilk ciddi seyahat tecrübem bu. (Bu seyahat sayesinde
kartpostal ve mektup zarfı yaza yaza galiba bizim harflere alışacağım).
Müthiş nezleyim ve mütemadiyen gözlerim akıyor. Ayaklarım
yürümekten kabardı. Sokaklar insanı adeta birbirine devrediyor. Öyle
ki, bazen bir duvarın kenarına dayanıp uyuyacağım geliyor. Ve yine
yürüyorum. Bir Paris romanı yazarsam adını "Yürüyen Adam" koya-
cağım.

Quartier Latin'den bir şey anlamadım. Ucuz (ama kelimesi bu


değil) daha doğrusu fazla edebiyatı yapılmış bir alem. Müthiş zenci
modası var. Bu pezevenkleri biz haremağası ederdik. Avrupa fahri
damat yapmış. Paris'te muaşaka için ya İngiliz ve Amerikan banka-
larından birine dayanmak, yahut kendisini "negrifier" etmek Iazım.

254
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

Masdarı bendeniz icat ettim. Herifler, şehvetli ceylan bakışlarıyla


bazen beni kızdırıyorlar, bazen de çok hoşuma gidiyor. Dün ucuz otel
arıyorduk. Harikuliide bir Fransız çiftiyle karşılaştım. Bütün bir Paul
de Kock romanı çıkabilir. Ben hayatımda bir lahzada beni bu kadar
seven, böyle bir adam görmedim, odayı nerde ise bedava verecekti.
Fakat otel o kadar ışıksız ki. Karyola demir parmaklığıyla hapisha-
neye benziyordu. Ama adam nasıl yalvarıyordu : Karım size çok iyi
bakar. Luxembourg civarında bir otel kapısında bizim tramvaylar
kadar "yasak!" ilanı yapıştırılmıştı. Onları gösterdim. Aldırmayın,
karımın hoşuna gitmek için! Ama kendisi de fazla ehemmiyet vermez,
dedi. Yok, yok, Paris'i seveceğim , hele kulağımda her an çoğalan şu
gürültüye alışırsam. Adalet' i, Mehmet Ali'yi, Magdi 'yi , seni, Eren' i,
Mazhar' ı , Bedri'yi çok göreceğim geldi. Gide'in hakkı varmış.

A .H. Tanpınar

Vatan birkaç dosttan ibaret ... Tamarniyle de değil. Alaturka musi-


ki, kalkan tavası , lodos , az şekerli kahve ve vicdan azapsız konuşu­
lamayan Türkçe ve biraz da ezan sesi lazım. Boğaziçi vapuru lazım.
Lazım oğlu lazım. Yaza gelin! Hepinizi birkaç defa öperim.

A.H.

81
Paris, 17 Haziran 1953
Kardeşim Sabahattin ,
Bugün Opera'ya, Osmanlı Bankası ' na gittim. Avni için gönderdi-
ğini söylediğin para gelmemiş. Kemal'e söyle derhal gö.n dersin. Çünkü
çocuğa söyledim, üzerimdeki para da herhangi bir seyahat ihtimalini
karşılayacak şekilde, yahut miktarda ... Binaenaleyh paranın gönde-
rilmesine himmet et. Hatta istersen Adalet' in göndermesini söylediği
ikinci yüz lirayı da gönderin. Vakıa geri kalan (bu aylık dövizden) 185
lira için N.'e söz vermiştim ama, Avni daha muhtaç ... Ve ben farkında

255
SABAHATTİN EYUBOÖLU'NA MEKTUPLAR

olmadan siz daha evvel davranmış olursunuz.


T.'la olan meseleye fazla ehemmiyet verme. Olabilir ki ben biraz
telaşlı bir mektup yazmışımdır. Yahut T. bu işi çok ciddiye almıştır. Bu
T.'ın tabiatıdır, bilirsin. Yalnız şunu bil ki, sana ait olan herhangi bir
meselede ben ikinci veya üçüncü şahıs değilim. Senin bir başkanım.
Magdi için her emrine hazırım. Yalnız burada döviz meselesi için yüz-
lerce ağız açık. Her gün bir büro gibi bana müracaatlarda bulunuyorlar,
araya adam koyuyorlar, filan falan ... Diğer taraftan ise ben velev ki
manasız olsa, bir hülya kurmazsam yaşayamam. Şimdiki Avrupa hül-
yam da, iznimin iki-üç ay uzatılması. Bunu nerde geçiririm, Paris'te
mi, İtalya'da mı? Onu bilmem. Elimde bu dövizlerden artan birkaç
yüz Jira, yahut bin lira olursa, iş daha kolaylaşır diye düşünmüştüm.
Yani hayalin hesaba dayanan tarafı.. . Ama bu izni alabilir miyim? Altı
aydan daha fazla İstanbul'dan uzak kalabilir miyim? Hatta getirtecek
toptan para bulabilir miyim? Bunlar o zaman düşünülecek şeyler...
Sen diyorsun ki, döviz bulabiliriz. O zaman ala. Bulamayız. Dönerim.
Bunlar mesele mi? Hele senle benim aramda mesele mi var? Dün
bir halt ettim, A .. .'yı uğurlarken Adalet'ten aldığım mektuba sıcağı
sıcağına verdiğim cevabı, hem de zarfsız olarak kıza verdim. Sizlere
her zaman yazdığım gibi, o çırçıplak mektuplardan biriydi. Hem bu
meseleyi münakaşa etmiş , aynı şeyleri söylemiş , hem de N .. A ... G ...
dahil bir yığın dedikodu yapmıştım. Bilirsin ki benim lapsus anlarım
vardır, birdenbire en olmayacak şekilde ahmaklaşmm. Öğleyin yemek-
te içtiğim iki kadeh şarabın tesiri olacak ... Ne ise mektubu öylece kıza
teslim ettiı:n; ben A ... yı severim, acırım, beğenirim, filan ama, bu kadar
mahremiyetimize nasıl sokarım? Kızın öyle bir sivri çenesi ve bumu
var ki, ve mektubu isterken o kadar tecessüs içindeydi ki gözleri, bunu
yapmamak için sadece görmek kafiydi . Fakat oldu. Tekrar Adalet'e
mektup yazmam da lazım. Çünkü gününde cevap verdiğim mektubu
ancak 29 haziranda alacak. Herhalde şimdiden özür dilerim.
Kaplan'ın hocalığına memnun oldum. Ben o çocuğu severim ve
bugün tahminimizden de iyi bir şeyler yapacağına inanmak isterim. Bu
şansı vermek iyi oldu. Kaldı ki ben gelmeseydim belki çoktan profesör

256
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

olmuştu. Buraya dekanlık A.A.'nın, senin ve benim hakkımda ve bütün


şubeyi çekiştiren bir müracaatını göndermiş. Benden fikir soruyor.
Kendileri bilmiyorlar mı? Ne ise bir şeyler yazıp göndereceğim.
Sizin sergi beni gittikçe sarıyor. Avni'ye gelen resimleri pek
beğendim. Beş yüzüncü yıldönümünün en parlak eseri olduğuna emi-
nim. Acaba benim için o afişlerden, fotoğraflardan bir şeyler, yahut
hepsini saklayabilir misiniz? Yani ne bileyim, kaçırdığım şeylerin hep-
sini. Hatta çok enteresanlarını göndermek çareleri yok mu? Ben burada
fethe dair bir şeyler yapmak istiyorum. Aklım hep o hadisede. İstanbul
benim tek sevgim, insanı aşan sevgimdir. Kendimi, milletimi, dilimi
hep onda bulurum. Ve onu severim. Yine bu fetih vesilesiyle eski musi-
kimizin birkaç plağını ortaya çıkarmak için teşebbüs edemez misiniz?
Sen ki Mazhar'la bu işlere kendini vermişsin, artık, bari onu da yapın.
Bir millete başka türlü hizmet edilmez. Yani büyük hizmet diyorum.
Yahya Kemal'in "Türk İstanbul"u çıktı mı? Çıktıysa bir nüsha
gönderin bana. Ben senin için burada her gün gazeteler alıyorum
ve saklıyorum. Odam gazete ambarı oldu. Fakat kim gönderecek
yahut götürecek? Bu işlerde o kadar beceriksizim ki ... Bütün ümidim
Henriette'de. Fakat oğlanın parası gelmediği için göremiyorum. Aman
Kemal'e uğramayı unutma. D ... S .. .'da turnayı gözünden vurmuşuz.
Benim entellektüel bir "curiosite", bir nevi "erudition" sandığım şey­
ler herifte bir iman. Herif "occultiste" ve zır deli. Bunak ve budala.
Küçük sonra. Ölüm ve Rüya Gören Adam adlı bir kitap verdi bana dün
akşam. Okumaya kalktım, mediocrite'nin ta kendisi. Dün gece onun
bir snop kadının evinde verdiği bir konferansı Nesterin'le Gültekin'le
dinlemeğe gittik. Bundan daha saçma şey olamazdı. Nasıl musallat
ettim Fakülteye bu herifi? Ne yapacağız şimdi? Bir b .. yedim ki haddi
hududu yok. Aman kardeşim, ne yaparsanız yapın, kontrat bir seneyi
geçmesin. Yalnız bir sene . Sabri Esat'a rezil oldum, demektir. Bir de
bu akılla ben ... Yok kardeşim, öyle bir faka basmışım ki, basmışız ki ...
Bunu yaymadan, kendi aramızda nasıl hallederiz? Getirmemek kabil
değil. Fakat bir seneden fazlası büyük zarardır. Adamı gördüm.

Paris alaca-bulaca bir havada yazı tüketecek gibi. İnce elbise giy-

257
SABAHAITİN EYUBOÔLU' NA MEKTUPLAR

diın, şiındi
donuyorum . Yün fanilayı hfüa çıkaramadım. Psikolojim de,
yaptığım hataların, beceriksizlikler,in, dalgınlıkların yüzünden bozuk.
Hep kendi aleyhimde düşünüyorum . Ömrümün en tehlikeli muhasebe-
lerini yaşıyorum. Bir an geliyor ki, hayatta insan kendisine karşı ken-
disini itham ediyor. Fakat bu hfil, Paris' i sevmeme, ondan zevk almama
mani olmuyor. Garip değil mi? Gözlerinizden öperim Sabahattiri 'iın.
Bütün sevdiklere selam ve sevgi, hasret.
A .H. Tanpınar

82
Londra, 4 Ağustos 1953
Sabahattin kardeşiın,

Nedir bu Allah aşkına. Sana hiç rahat yok mu? Şimdi de Mualla'nın
geçirdiği kazayı öğrendim. Vakıa -Tarık'ın yazdığına göre- can sıkıcı,
fakat eser bırakmayacak bir işmiş. Çünkü Tarık yüzde yüz katiyetle her
zaman konuşmaz. Ama öyle de olsa yine büyük bir sıkmtı geçirdiniz.
Hele annen kim bilir ne hale gelmiştir? Hakikaten bu sene kader ve
tesadüfler sizi tam denedi. Temenni ederim ki artık bu sonuncudur.
Ve inşallah Magdi de iyileşmiştir. Yahut iyileşmeye yüz tutmuştur.
Mektubun yinni gündür cebimde; ve sana da bir yığın mektup yazdım.
Fakat gönderemedim. Allah bilir ki, ben Magdi'yi senin kadar, seni de
canım kadar severim. Fakat insanın bazen sıhhatinden hicap duyduğu
anlar oluyor. Ben bu son günlerde bu his içinde idim sana karşı. Bütün
bunların niçin olduğunu biliyorum. Ben orada değilim , diye ... Ve
dönünce de eminim Magdi de dönecek, günleri yine eski sicime diz-
meye başlayacağız . Ama ne vakit döneceğim? Macit'in bana yazdığına
göre, ağustosun üçünde, yani dün beniın izin meselem konuşulmuş
olacaktı. Toplandıklarını pek zannetmiyorum. Bilirsin bizimkiler ağır
boydan, fıstıki soydandırlar, gelmezler. Herkes senin gibi değil , yazın
güzel günlerini Kandilli' de kursta harcasın. Bu cins hidemat-ı vataniye
fasıllarına bir son versen ne olur sanki? Sıhhat olsun da ... diyeceksin.

258
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Ben de onu diyorum ama senin yazının canına da okudular. Her neyse
eğer toplanmışlarsa karar verilmiştir ve galiba da menfidir. Ben pek de
bundan müteessir değilim . Yoruldum artık.
Bildiğin g.ibi on gündür Londra'dayım. Civarına üç otomobil
gezintisinden başka gidemedim. Malovi, Baker gölünü, kırtipil bir
şato harabesini gördüm, bir de Windsor şatosunu ... Parasızlık yüzün-
den açılamıyorum. Halbuki gelmişken İskoçya'ya, Canterbury 'a,
Manchester'e, Oxford, Cambridge 'e gitmek isterdim. Vakıa göreceğim
şeylerin ne olduğunu biraz şimdiden biliyorum ama görmek başka türlü
oluyor. Bakalım belki bir şeyler yaparım. Hollanda'da ve Belçika'da
çok canım sıkılmıştı. Hollanda'da en büyük ve belki tek kazancım
Rembrandt'larla Van Gogh'lar olmuştur. Belçika'da da yine resim kur-
tardı. Burada çok muhteşem birkaç tablo gördüm. Resimden gık deme-
me rağmen, Piero della Francesca'lar harika. Vinci' nin "Kayalıklardaki
Meryem"i Paris'tekinden başka türlü. Fakat bilhassa buradaki Uccello
beni çıldırttı. Bir de küçük ve harika bir Pisanello gördüm. Yazık lci
"Uyuyan Venüs" (Giorgione) ve Botticelli 'nin "Venüs'ün Doğuşu"nu
bulamadım. Galiba oldukları yer tamirde.

Müzeler biliyorsun şimdi ayaklandılar, geziyorlar. Vakıa belki bir


gün benim olduğum yerlere de gelirler. Fakat şimdilik daha ziyade git-
tiğim yerlerde aradıklarımı bulamıyorum. Hollanda'da Van Gogh' a güç
yetişmiştim. Arnhem'den Amsterdam'a götürmek üzereydi~er.

Burada bir iki konsere gittim. Harikulade bir Mozart ve Ravel


konseri dinledim. Adını bir türlü öğrenemediğim chef d'orchestre bir
yanın ilfilı gibi bir şeydi. Ravel'in Daphnis et Chloe'sini çalarlarken çıl­
dıracaktım. İngiltere'yi daha ziyade bu konserlerde sevdim. Sabahattin,
İngiltere Fransa'dan yüz bin defa zengin. Fakat gizli. Toprak harika,
hiç olmazsa cenubi İngiltere'de. Hani Fransa denen bahçe diye bir laf
vardır 1ci Fransa için çok manalı bir imajdır, cenubi İngiltere'de tabii bir
ifade, bilinen bir şey oluyor. Kıskançlıktan öleceğim. Korsanlar serveti
bastıkları yerden almışlar, taşımışlar, ganimet getiremediklerini satın
almışlar, satın alamadıklanru taklit etmişler. Ve en debasız şekilde ...
İngiltere mimarisi galiba bu taklit ve bir de aranjmandan ibaret. Fakat

259
SABAHATTİN EYUBOÖLU'NA MEKTUPLAR

tertip, natürle insan hayatının bu kaynaşması müthiş bir şey. Şimdi


anlıyorum dükkanlarını beşte kapatıp eve kaçmalarını, polo veya kriket ·
veya herhangi bir münasebetsizliğe çıldırmalarını.

Evin dışında ve evi olmayan için hayat, konforsuz bir imkan yığını
ve konforhı bir cehennem. Lokanta yok. Kafeterya veya fooddeterya
var. Ben zaten Latin lahikalarını kullanan milletlerden çok korkarım .
Hele Latinlerde olmayan kelimelere bu cins lahikalar eklendi mi, hayat
abeste temel atmıştır. Evet lokanta yok. Herkes elinde tepsi, tabaklar
önünde resm-i geçit yapıyor. İçki yok. Bazı lokantalarda hiç yok, bazı­
larında şahs-ı sani tarafından satılıyor. Yemeğin kendisi de yok. Kahve
yok, kahve, monşer, kahve ... Bir yerde bacaklarını uzatarak oturup bir
yudum içtiğiniz şey ve dinlendiğiniz yer yok. Müzelerin kapısında halk
yerlere, taşlara oturuyor. Biberonlu çocuklar gibi termoslarını çıka­
nyorlar, yemeklerini yiyorlar. Yahut bir "shop"ta herkes ayakta veya
iskemle üstünde bir şeyler tıkınıyor, sanki tren bekler gibi, gaipten bir
düdük ötüyor, kalkıyorlar, koşa koşa gidiyorlar.
Ayakta beklemekten, ayaklarını uzatmaktan -dört asır bu ameliye
sürmüş- İngiliz milletinin boyu uzamıştır. Hülasa umunıl hayat tahmin
edilebileceğinden daha berbat. Fakat çatışma yok. Herkes vazifesini o
kadar müthiş , sabırsızlığını o kadar iyi hazmetmiş ki, yüzde tek çizgi
oynamıyor.

Bununla beraber, ufak tefek isyanlar oluyor. Bu sabah kahvaltıda


bir kadın cigara içmek cesaretini gösterdi, mister Pickwick'e benzeyen
bir İngiliz fena halde hiddet etti. Yüzü kıpkırmızı oldu. Bunun üzerine
ben kendisine cigara ikram ettim ve bir tane de ben yaktım. Kalktı,
gitti. Metrdotel bu hadiseyi şöyle izah etti: İngiltere'de kadınlan ayıp­
lamak çok ayıptır... Bu üç sıfır sözün gerisidir ve bendenizin ayıplan­
dığımı işaret eder.

Fakat akşam oldu mu üç yüz, dört yüz tiyatro, konser salonu dolup
boşalıyor. ingilizin musiki dinleyişi müthiş bir şey. Bir nevi ibadet.
Alkış muazzam ve beş dakika sürebilir. Sonra otobüs bekleniyor, ace-
lesiz, rahat, sinirsiz bekleniyor.
Londra'yı şöyle böyle gezdim. Daha da gezebileceğim. Şehir tam

260
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

görülmüyor, imkansız. En yüksek yerde bile bir tarafı ufkun dışında


kalıyor. Ben Bayswater'da bir otelde kalıyorum. Karşımda beş kilo-
metre sonra adını alan Hyde Park var. Fakat Londra'da otuz park daha
var. Bir cadde bir güne yetiyor. Ama benim gözüm Paris'te. Gel de çık
işin içinden.

Haydi hoşçakal. Geçmiş olsun. Daha uzatırsam bu mektubu da


beğenmem, postaya vermem. Gözlerinden, gözlerinizden öperim.
Herkese selam ve hürmet. Annenin ellerinden öperim.
A.H. Tanpınar

261
NUR VE HÜSEYİN TAHSİN SALOR' A MEKTUPLAR

83
İstanbul
Sultan,1
Güzel mektubunuzu ancak şimdi okuyabildim. Üzerine kitap koy-
muşum, filan ... Fakat daha büyük bir kederim var. Maalesef bu akşam
gelemeyeceğim.

Paris'in tanınmış fılın operatörlerinden bir kan-koca İstanbul'da.


Müşterek dostlar çabuk kaynaştık. Türkiye'ye dair döküman filmi çeke-
cel<ler. Bu geceyi onlarla beraber bir kokteylde geçirmeğe bir hafta evvel
söz venniştim. Ne kadar müteessir olduğumu tahmin edemezsiniz.
Buna talihin ihaneti diyelim.
Geçen akşam Kilyos'a gitmiştim. O gece farkında olmadan bende
çok güzel tesir bırakmış. Bereket versin ki, kışın henüz başındayız ve
sevgili dostların bir yığın toplanma imkanı vereceğine inanıyorum,
daha doğrusu biliyorum.
Nüzhet Hanım çok gecikti. Adeta kıskanmağa başladım. Paris
harika imiş bu günlerde.
En derin hürmetlerimin kabulünü rica ederim. Hüseyin 'imin göz-
lerinden öperim. Arkadaşların hepsine sevgi, selam, saygı , hasret ...
kabulünü.
A.H. Tanpınar

1
Dr. Hüseyin Tahsin Salor'un eşi Nur Tahsin Salor.

262
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Bizim ev malum. Çingene evinde musandra, bende zarf, mek-


tup, kağıt. Fakat zarftan, kağıttan vazgeçtik, mürekkep bulabilsek.
Maazallah dolma kalemlerimiz adeta grev yaptılar.
A.H. Tanpınar
84
Paris
Muhibb-i kadlmimiz, birader-i can-beraberimiz, hazarda karın­
daşumz, seferde yoldaşımız tabib-i hazık ve Calinus-ı sani, tabib-i
bl-müdam Mevlana Hüseyin Salor2 hazretlerine feryadname ve teşek­
kür babında arizamdır:
Name-i nami-i meveddet yani bezm-i işrette tertip kılınan
beyanname-i muhabbet vasıl-ı dest-i tek:rlın ve şükran ü minnet olup,
mefadı malUmumuz oldukda cihan cihan sevinüp izhar-ı sürur ve yedi
gün yedi gece Montparnasse, Monmartre ve diğer mahallat-ı fısk u
fücur-ı Paris'te bayram ve enva şenlikler edüp kemal-i gayret ve cuşişi­
mizden cevap vermeğe tab ve kudret kalmadı desem elbet yalan olmaz.
Nice yalan olsun ki hakikat-ı mahzın ta kendisidir. Siz biraderimiz ve
refikanız hanımefendi ve o meclis-i işrette ve diğer hep beraber tertip
kıldığımız can meclislerinde ve Hüseyin Baykara fasıllarında hazır
olan diğer hem şirelerimiz ve biraderlerimiz bundan asla şüphe etmese-
ler gerektir. Ahvalimiz sual olundukda benim biraderim bu Paris şehri
bilad-ı harreden bir şehir olup merhum Katip Çelebi bilad-ı mutedileden
addetmek ve fezlekesine ol suretle kaydetmekle bir hayli hata kılmıştır.
Şöyle ki bidayet-i temmuzda Mısır, Kahire ve belki Habeş ve Sudan ve
diyar-ı Zengibar ve Hadramut badiyeleri misillO cayır cayır yanmakta
ve bu saydığımız ekalim ve biladdan farkı taştan şeddadi binalarla
müretteb azinı senksar ve kalb-i kafir gibi tünd ve cebbar şehir olmağ­
la bir kerre bu taşlar kızdıkta ve maazallah misl-i cidaran-ı cah1m bir
daha hararetleri ref'e imkan olmayıp derununa düşenleri lahm-ı tandır
gibi kavurup giderler. Faklr hln-i sabavetimde pederimizin meclisine

2
Dr. Hüseyin Tahsin Salor'a yazılmış fakat gönderilmemiş olan bu mektubu,
Tanpınar' ın müsveddeleri arasında bulduk.

263
NUR VE HÜSEYİN TAHSİN SALOR 'A MEKTUPLAR

devam eden suhtegfuı güröhundan ama iilim ve fazıl Mükrimin Halil


Efendi adlı bir pir-i fani var idi kim acaib-i seb'a-i alemi me ' viilarında
ziyaret edip görmüş idi ve hikaye ederdi. Ondan işitmiştim ki bu civar
ahalisi şiddet-i sayftan kendülerin sıyanet için diyar-ı Rumdan firar
ile ol tarafa gelmiş bir sihirbaz metropolitin yani baş papazın mekr
ü sihriyle yeraltında bir şehir kurup adına Metropoliten demişler ve
hemen hemen anda yaşar olmuşlardır. Süphanallah bir garip beldedir
kim bayağı ına'mur ve muntazam yolları ve kara vapurları , dükkan ve
mağazalar bulunup aydınlık meydanları ile yek-nazarda bizim şehir­
lerden ancak mamuriyetleri ile farklıdırlar. Amma mesken kısmı gayet
az olduğundan ve bir de beddualı bulunduğundan merdivenlerinden
inenler hafızalarını derhal kaybederler, bu yüzden ahalisi sefil ve ser-
gerdan, correspondance denen azim ve metin sıçan yollarından ve met-
rizlerden girip çıkarak, bir şimendiferden öbürüne atlayarak aya benim
meskenim, evim, ocağım neresi diye sakitane feryat ve figan ederek ve
belki gözyaşlarını içlerine akıtarak gece yanlarına kadar gezerler ve
bir kez yatacak yerlerin bulamazlar. Anların bu hallerin ve daima nalan
ve sergerdan bir correspondance ' dan öbürüne aktarma olduklarına ve
hassaten her cihette emsaline faik nisvan ve duhteranın ayaklarında
parmak uçlarına iliştirdikleri sandal denilen takunya ile enva yara ve
bere içinde hem-şan-ı nisvandan olan naz ve istiğnayı bırakmadan
koşuştuklarını görüp dilhun olmamak kabil değildir. Amma ne çare ki
sıcak bir emr-i tabii olup tıpkı rüesa-yı Devlet-i Aliyye gibi tahammül
ve sabır ve rıfk ve mülayemet ile geçip gitmesin beklemek en çıkar yol-
dur, nitekim parmak kımıldatmak kabilinden hiillerin başımıza ne azim
beliilar açtığını fakir yine muhibb-i pederimiz olan Mükrimin Efendi
hazretlerinden işitmiştim. İmdi bu metropoliten insan tedbiri ile bu
şehir ahalisi irade-i Rabbaniye karşı gelmenin cezasını görmektedirler.
İşbu metropoliten kelimesine gelince bayağı bizim Rum metropolit-
lerinden gelme bir kelime olduğunu ve taraf-ı Devlet-i Aliyye 'den bu
tarafa ikamete memur edilen bir metropolitin inşa ettiği bazı tarihlerde
müşahede edilmişse de bir kerre de ehline danışılıp sorulması fayda-
dan hali değildir. Benim mirim efendim, Paris ahvali böyle. Londra'ya
gelince o da büsbütün başka türlü başka hevada diger-gun bir belde-i

264
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

muazzamadır ki fesüphanallah surların tamarniyle gezip arşınlamak


hiçbir kula nasip olmamıştır. Raviyan-ı ahbar şöyle rivayet kılarlar
ki işbu Londra şehrini evailde cennet-mekan Sultan Selim Han-ı
Satis hazretleri keşfedip hatta tefsir sahibi Ferruh Efendi 'yi teftiş ve
tecessüs-i ahvaline memur kılmışlardır.

85
Londra, 16 Temmuz 1959
Aziz Hüseyin'ciğim,
Sana iki mektup birden gönderiyorum. Birincisi ahbap meclisinde
okunup vefasızlığımızı affettirmek içindir. Bu ikinci mektupta ciddi bir
meseleden bahsedeceğim.
Londra çok güzel ve pek alıştım . O derecede ki ayrılmak istemi-
yorum. Yahut aybaşı istemeye istemeye Paris 'e döneceğim. Mamafih
bu sene içinde tekrar gelmek ihtimalim var. İngili zcemin piç kalmasına
tahammül etmek hoşuma gitmiyor. Vakıa altmışında dil öğrenilmez
ama, biraz daha manevra kabiliyeti kazanır. Yine mamafih bu bir
tasavvurdur, hatta bulunduğu yerden kop amamanın verdiği bir hülya
da olabilir. Şehir ve etrafındaki sükunet, zenginlik hoşuma gitti. Garp
tarafında Bayswater denen bir yerde oturuyorum. Piccadilly'ye otobüs-
le yirmi dakika.
İşin güzel tarafı, Londra'da bütün bir romaneski yaşamam. Yanlış
anlamayın, mesele şu: Bütün bu semtler ve mahalleler, sokakların
çoğu , romanlarda, biyografi kitaplarında adlarını okuduğum, prestij-
leri içimde yerleşmiş şeyler. Şimdi kendimi onların arasında, yalnız
bana edebiyattan ve resimden gelen hüviyetleriyle böyle adeta laubali,
altalta üstüste görünce, British Museum'dan Piccadilly'ye gelmek
için Leicester 'den geçmek veya yolunu şaşırıp Soho 'ya düşmek filan
gibi haller de irreel zannettiğim, mevcudiyetine başka türlü kani oldu-
ğum şeyler, realite planı na geçmiş oluyor. Bu sokak Byron 'undu , bu
Dickens'indi, ancak kitapta görebilirdim. Şimdi içindeyim falan, filan ...

265
NUR VE HÜSEYİN TAHSİN SALOR' A MEKTUPLAR

Londra'nın büyük bir hususiyeti kadın güzelliği. Üstadın hakkı


varmış, Anglo-Sakson güzeli hakikaten başka bir şey. Irk bizden başka
türlü ıstıfa görmüş. Zarif, kibar, ciltlerinin altında füsunlu bir lamba
yanıyormuş gibi renkli, adeta şeffaf, neşeli ... Dün akşam küçük bir
lokantada yemek yiyordum. İki delikanlı ile genç bir kız karşıma gelip
oturdular. Kız belli ki ikisiyle de flört ediyordu. Kedi cinsinden. Ufak
tefek ve gözlerine, dudaklarına hafif ve tatlı bir istihzayı koyabilen
cinsinden. İstanbul'da olsa güzel bile demezdim. Fakat o kadar latif,
şirin jestleri vardı ki şaşırdım. Bir an hafif bir alayla bir komplimana ,
bir elini pardesüsünün arasından göğsüne doğru tutarak cevap verdi.
Bilmem şehrin kendisinden bahse lüzum var mı? Saatlerce yağ­
mur yağıyor ve siz hiç çamursuz evinize dönebiliyorsunuz. Hyde Park
yeşil, muazzam, yolunuzun dönemecinde. Her gece yemekten sonra bir
saat kadar bu parkta dolaşıyorum. Bu günlerde mehtap var. Tabii bu
kadar rahat ve güzellik insanda korkunç mukayese arzuları uyandırıyor.
Daha doğrusu müthiş mekanizma insanda derhal çalışmağa başlıyor:
Kendi vatanımızı, insanlarımı ister istemez dü şünüyorum, bütün biça-
reliklerimizi sayıyorum. Yahya Kemal, insanın ufku insandır, derdi.
Tek eksiğim işte bu. Sizlerin olmayışınız. Çünkü beraber yoğrulmuşuz .
Hülasa derdim, Hüseyin şuna bak, Mukbil bu ne güzel, Nur Hanım
dikkat edin şu tabloya diyememek. Ve sizden aynı şeyleri duyamamak.
Yalnızlık başka türlü zengin, fakat yorucu.

Vatan teknesinde ömrümüz boyunca o kadar beraber yoğrulmuşuz


ki, şimdi ayrı bulunmak g üç geliyor. British Museum' da, kütüphane-
de çok enteresan şeyler buldum. National Galery ise çıldırıcı. Başım
dönüyor girince. Onlardan çıkınca şark çıplaklığı ve açgözlülüğü beni
gözlerimden mağaza vitrinlerine asıyor. Caddeler kendiliğinden insanı
çekiyor.. . Ve akşama fıtıklar sızlayarak eve dönüyorsun.
Kardeş , neyi anlatayım, acaip bir şey bu . Çalışma hırsı , hasret,
medeni bir kadroda yaşamak huzuru birbirine karşıyor. İngilizlerin de
kendilerine göre dertleri olacak ki , saat beş dedi mi -meyhanelerin açı­
lış saati- halk meyhanelerin, lüks barların kapısında kuyruk yapıyorlar.
Hiçbir memlekette içkinin - belki muayyen saatlere sıkıştırıldığı için-

266
TANPINAR'IN MEKTUPLAR1

bu kadar ciddiye alınclığını görmedim. Ve meyhanede baş başa verip


konuşan iki İngiliz kadar dokunaklı şey azdır.
Bu meseleyi Tank'a da yazıyorum. O da gelip seni görecek.
Hamid ' le bu işi yapmağa çalışın. Burada ay sonuna kadar kala-
cağım. Mümkünse iki satır postaya at. Adres arkada. Mazhar 'a,
Kazım 'a, Mukbil'e çok çok selam. Şiirim olursa Nur Hanım'a gönde-
ririm. Sofrasından uzak kalmak, sohbetini duymamak hazin. Semiye
Hanım ' a , Faiz Bey'e, Nüzhet' e ve bütün dostlara selam ve hürmet.
Senin de gözlerinden öperim aziz kardeşim efendi,m.
A.H. Tanpınar

267
NİYAZİ AKI' YA MEKTUP

86
Paris, 11 Nisan 1960
Niyazi,
Mektubunu hastahaneye girmeden evvel aldım, daha doğrusu
kartını. Gariptir ki sana başlayıp da bitiremediğim - bilmem neden?-
bir mektubu hastahaneye götürmüştüm. Çalışmalarının beni ne kadar
sevindirdiğini sana da söyleyecektim. Belki de iki seyahat arasına
rastladığı için bitirememiştim. Artık dönüş tarafı ağır bastı ğı için onu
göndermiyorum, yani konuşma imkanı başladığı için ...
Vefakarlığına , hakkımda beslediğin hislere teşekkür
ederim.
Başka türlü düşünmeni ak.11m almazdı. Her sevdiğim insan gibi, beni
anlamanı istemekte hak.IJytm ve bunu yaptığın için teşekkür ederim.

Bir fıtlk ameliyatı geçirdim. Şimdi onun sarsıntısından doğan bir


arızanın tedavisiyle meşgulüm. Hayatın sıkıntıları sonuna doğru biri-
kiyor. Tabiat bu gibi muziplikleri dağıtsaydı -bütün ömrümüze- daha
mesut olurduk gibi geliyor.
Çalı şacak yaştasın, çalış. Fakat bir bağlantı noktası
da ara. Bu
bağlantı noktasını yenilerde bulamazsın. Onlar sana bütün hiçbir şey
veremezler. Bütün çalışmaların çocuklarının ilk mektep kitaplarını
okumak gibi olur.
Bu itibarla eski fikrime geliyorum: Eski şiirimizi sev ve eskiyi
tanı.

268
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Ben garpla başladım işe. Fakat bizim eslci şairleri ve eski musiki-
yi tanımadan evvel kendimi bulamadım. Onların nostaljisini tadınca,
kendimi kendi içimde daha yerleşmiş buldum. Bittabi buna bugünle
de gidebilirsin. Fakat Fransızca bilgin, o dünyayı iyi tanıman, yenileri
daima bir pencere gibi görmene sebep olacak. Bu tekamül bütün veti-
resiyle çok gözümüzün önünde.
Eslci öyle değil. O tarihin lejand olduğu mesut müphemJikten geli-
yor. Her tahlili karşılayan bu müphemlik bizde otantik fikrini yaratır.
Bu ister istemez olur. Sonra sevimli adamJardır. Bin türlü üzüntü , buda-
lalık , geçmiş moda arasında halis ve kuvvetli bir tarafları var. Dilin
kurulduğu devirlerden, ana damardan geliyorlar.

Beni mesut eden çalışmalarının -hep eslci mektubuna cevap veri-


yorum- istediğimiz gibi faydalı olması için, boşlukta sallanmaması
için , bu lazımdır.
Bizden evvelki nesillerin hemen hepsi kendilerinden yirmi sene
evvel gelenlerin hatıracısı, filan oldular; fakat anekdotta kaldılar.
Eskinin apolojisini yapmıyorum. Sadece zaruriliğini anlatmağa çalı­
şıyorum. Pek az insan yakın ve uzak maziye benim kadar aksülamel
yapmıştır. Bununla beraber büyük kaynaklardan biri eslciydi ve eskidir.
Hala Nedim' i, Baki'yi göz önünde tutarak yazarım.
Mektubumu burada bitiriyorum. Biraz da gecikmiş bir borcun
edasıoldu.
Hastahaneye girmeden evvel Paris'te Ronsard' a layık bir bahar
başlamıştı. Sisler içinde leylaklar ve güller, ]fileler. Şimdi ne halde
olduğunu bilmiyorum. Fakat mucizeli bir şey olduğunu tahmin ediyo-
rum. Yaıından itibaren bu infilakın başında olacağım. Buna seviniyo-
rum. Beni unutmadığına, hiç de bayrama benzemeyen günlerimi küçük
hatırlamanla bayram yaptığına teşekkür ederim. İki sancı arasında
yazılan bu satırlaıımı mazur gör. Daha geniş konuşacağımız günler
elbet gelecek . Şimdilik Esculape'a borcunu ödeyen - horoz yerine fıtık­
la- ihtiyar bir adamım.
Faruk'a söyle bana yazsın. Benden behemehal cevap beklemesin.

269
NİYAZİ AKI' YA MEKTUP

Gözlerinden öper, sana ve bütün ailene iyi günler, saadet ve başarı


dilerim.
A.H. Tanpınar

Kitabını görmek isterdim. Benimkinin dışında, buradaki Türko-


loglara bırakmak üzere çabuk bir nüsha gönder. Tekrar sevgiler.

270
HÜSAMETIİN BOZOK' A MEKTUPLAR

87
Paris, 7 Eylül 1959
Aziz kardeşim ve dostum,
Seyahate çıktığım günden beri sana yazmak istedim. Fakat olma-
dı.Belki hastalığın tesiri, belki de iklim değiştirmenin, bilhassa manevi
havayı değiştirmenin neticesi. Bu iki ay içinde hiçbir ehemmiyetli
mesele ile meşgul olamadım. Kütüphanelerde, müzelerde, otomatik
vesika çalışmalarından başka bir şey elimden gelmedi. Şimdi yavaş
yavaş açılmış gibiyim. On günden beri Paris'te kendim olarak çalış­
maya başladım. İşte bu çalışmanın içinde, onun heyecanıyla bu selamı
gönderiyorum.
Seyahatimin şimdiye kadar olan kısmından memnunum. Paris,
Londra beni ayrı ayrı yakaladılar. Şimdi artık alıştım. Mukavelemize
göre kitabın çıkma zamanı yaklaşıyor. Ve bu beni çok düşündüıiiyor.
Dinlenmenin , birtakım abes para işlerinin arasından çıkmanın verdiği
bir sükfinetle kitaba bakıyorum , onu gözümün önünde tutuyorum,
doğrusunu ister misin pek beğenmiyorum, hatta korkuyorum. Bana
bir kitap haysiyetiyle tamamlanmamış, birtakım itinalara, daha mahi-
yetlerini bilmediğim dikkatlere, hülasa üzerine bir müddet kapanmaya
muhtaç gibi geliyor. Şiirlerimin aleyhinde bulunduğumu sanma. Bu
iç takvim yapraklarını daima kendileri olarak aldım ve sevdim. Hacı
Bayraro'ın şiirindeki şehir gibi onları söylerken ben kendimi yaptım.

271
HÜSAMETIİN BOZOK ' A MEKTUPLAR

Şimdi öyle ki hangimiz hangimizin çocuğuyuz pek bilmiyorum. Fakat


hayatlarından ve bilhassa kitap denen toplu hayatlarından daha ziyade
benim mesul olduğum aşikar. Kitap bütünlüğü mühim bir şey. Bunu
sen benden iyi bilirsin. Hülasa bir daha gözden geçirmem, tasfiye edi-
lecekleri tasfiye etmem, değiştirilecekleri değiştirmem , değiştiremeye­
ceklerime razı olmam lazım.
Ne yapabiliriz? Zannetme ki büsbütün bırakmayı teklif edece-
ğim. Bu şiirlerin çıkmasını istiyorum. Yerlerine yenileri gelecekler.
Onlardan kurtulmam benim için en büyük sıhhl şart. Fakat en iyi
şartlar altında, mümkünün en iyisiyle olmasın1 istiyorum. Hatınma üç
şey geliyor: 1. Gelecek seneye, dönüşüme bırakmak. 2. Nisana veya
mayısa bırakmak. 3. Mutlaka yakında çıkması lazımsa, kanun-ı saninin
ortasında çıkarmak.

Birinci şartı kabul edersen büyük bir mesele yok demektir. Ben
haziranda döneceğim. Allah izin verirse kitap gelecek teşrin-i sanide
çıkar (tasavvurum budur, asıl bunu tercih ediyorum). Bu olmadığı tak-
dirde neşrinden bir bir buçuk ay evvel müsveddeleri bana göndermeni
(yani dizgi provasın1) rica edeceğim. Bu takdirde de mayısı beklemeyi,
yahut nisanı beklemeyi, fazla görürsen o şartı da kabul etmezsen , hiç
olmazsa kanun-ı saninin on beşinden sonrayı kabul et. Ve kanun-ı
evvelde dizgileri bana bütünüyle gönder. On beşinde bütün değişiklik­
leriyle elinde olur.
........ Aziz Hüsamettin, bütün bu olanlar, benim isteğimle olmamJş
şeylerdir. Buna emin ol. Adresimi yazıyorum. Mektubunu beklerim.
Yanlış yazdım, sabırsızlıkla bekliyorum diyecektim. En iyi hfil tarzın1
seçeceğine eminim. Ayrıca da verilmiş sözüm var. Yalnız kitabın her
zaman senin olduğunu dü şün.
Hasretle, muhabbetle gözlerinden öperim kardeşim efendim.
A.H. Tanpınar

Fikret' e ve dostlara selam. Silin tileri affet.

272
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

88
Paris, 1Mart1960
Aziz kardeşim ve dostum ,
Sana yazmakta biraz geciktim. Dört Ahmetlerin macerası sinir-
lerimi öyle bozmuştu ki ... Şair olduğuma neredeyse esef edecektim.
Halbuki şiir, insanlardan sonra, belki de beraber, tek sevdiğim şeydir.
Mart geldi. Kitabı ne yapacağız? Adalet şüphesiz sana söylemiştir.
Kitabı eylül sonuna çıkartmamız çok iyi olacak. Hem ben istanbul'da
olurum, sana yardım ederim. Tashih işi mühim iş. Hem de elimdeki
manzumeler biter; değişecekler değişir. Bilirsin, başka memleketlerde
müsveddelerin kendisi, yani provalar böyle birkaç ay muharrirde kalır.
Hangi şartlarda çalıştığımızı bildiğim için, bittabi böyle şey mevzu-
ubahis değil. Yalnız daha bence kitap şeklini bulmadı. Bu sene ders-
haneden , mektepten uzak, şiirle baş başa kalmak fırsatını buldum. Bu
bende birtakım şeyleri tazeledi. Hem de devam ederken kesmeyelim,
diyorum .
... Mutlaka bu bahar çıkmasını istiyorsan bana derhal bir mektup
yaz. Ve ben de elimdeki müsveddeleri matbaaya vermeye hazırım .
Ben sana bir hafta içinde, yani mart 12'ye kadar -yahut mektubunu
aldıktan bir hafta sonra- şiirlerin sırasını, sayfa adetlerini, kısımları ve
değiştirdiğim yerleri, yeni bir iki şiirle beraber gönderirim. Böylece
matbaaya verilir. Provaları Paris adresime gönderirsin. Ben mukave-
lemiz esasınca, on beş gün sonra sana iade ederim. Doçentim Faruk,
Doktor Niyazi Akı beraberce tashihe bakarlar. Harfleri sen tayin eder-
sin ve mümkünse, Kutsi' nin yahut Adalet' le Mehmet Ali' nin (daha iyi
olur) reyini alırsın . Tashih çok mühim iş olduğuna göre iki takım prova
gönderirsin. Ben birini tashihi yapacak olan Faruk'a, öbürünü sana
değişmelerle beraber iade ederim.

Böylece nisan onda kitap çıkar, on veya on beş ... Orası İstanbul' daki
çalışmaya bakar.

Aziz Hüsam, seni çok severim.


Çok müşkül zamanımda bu kitabı almıştın. Yalancı çıkmak iste-

273
HÜSAMEITİN BOZOK' A MEKTUPLAR

mem. Fakat bu baharda çıkacaksa, behemehal bu şartlarda çıkmasını


da isterim.
Şimdi fikrimi bir daha söyleyeyim: Sen bu sene epeyce kitap neş­
rettin. Beni dinlersen sonbahara bırak ... Bir kitapçının muharrir veya
şaire müsamahası gerekir. Aynca da mesuliyeti onlarla paylaşması
bana daha makul görünüyor. Her şekilde bana cevabını bildir.
En samimi hislerle, en derin, dost temennileriyle gözlerinden
öperek.
A .H. Tanpınar

274
HASAN ALi YÜCEL'E MEKTUP

89
İstanbul, 1 Temmuz1960
Ali'ciğim, 1

Dün Tevfik Sağlam Paşa'ya uğradım. Zavallı hasta. Daha doğrusu


nekahat devrinde. Koridorda yedi yüz adım yaptığını bana müjdeledi.
"Henüz zayıfım, diyor, fakat yaza doğru kendime geleceğim". Hülasa
niyeti bozuk. Sen geldiğin zaman bezikte ve içki sofrasında camınıza
okumaya hazırlanıyor. Çok üzülmüştüm . Bereket versin tatsızlığı fazla
ileriye götürmedi. Senden çok bahsettik.
Ben bugün Şiirler'i matbaaya verdim; rahatladım; bu mektubu ,
ki on gündür düşünüyordum, yazmak imkanını bu masada buldum.
Sabahleyin Kutsi bende idi. Yine senden, Paris'ten,Ankara'dan konuş­
tuk. Görüyorsun , düşüncem sevahil-i mütecavire vapurları gibi hep
aynı iskelelere uğruyor. Birkaç dosttan çember kapanmış. Allah bu
ahengi bozmasın.
Aziz Ali'ciğim, Beş Şehir işi bitti. Fakat bende dahi kitap kalmadı.
Lütfen bu adamlara söyle. Bana hiç olmazsa otuz kitap daha versinler.
Eş dost beni mahvedecek. Kaldı ki matbaalara, gazetelere de gönde-
remedim. Kitap sonra başlarına ekşir. Halbuki biraz reklamı yapılsa ,

1
Hasan Ali YüceJ'e hitap eden bu mektup, Tanpınar' ın müsveddeleri arasında bulun-
mu ştur.

275
HASAN ALi YÜCEL'E MEKTUPLAR

kitap üçüncü, dördüncü tab'ını yapar. Bittabi bütün bunları söylemem,


bu şikayetler demek istiyorum, sana minnettarlığımı unutma değildir.
Kitaptan çok memnunum. Verdiğin imkana teşekkür ederim.
Bir de İstanbul'a satış için göndermemişler. Hiçbir kitapçıda rast-
lamıyorum. Göndersinler. Ve bana da hakikaten 30 kadar daha versin-
ler! Ali'ciğim lutfedersin, değil mi?
Sonra makaleler için de bir şeyler yapamaz mısın? Ben Üniver-
site'ye borçluyum ve dünyada da ödeyecek hfilim yok. Altmış yaşında
kitaplarımın tab'ı için imkan arıyorum. Ne hazin şey. • Garpta benim
kadar çalışmış adamın neleri olmazdı? Geçelim. Bu hesabın muhake-
mesi yoktur.
Can'ı gördün , torunları da gördün, gözlerin şimdi ışıl ışıldır.
Ankara'dakiler ne filemde? Anneni, küçük Ali' yi, küçük sevgilimi ve
kızların ikisini çok özledim. Tabii hanımefendi, Muammer de bu hesa-
ba dahil. Soğuklar başlayınca , yazı , senin evi , Dragos gecelerini daha
çok hatırlıyorum. En güzel romanı kendi göz kapaklarımızın arkasında
geçmiş günlerimizden birisini, yahut birçoğunu kendisinde toplayan
bir hayalini seyrederken yazıyoruz. Hatırlama, bütün sanatların galiba
annesi.
Maksadım seni selamlamak, hoşgeldin eya hidiv-i ekrem, demek-
tir. Halbuki hastalık hikayesi , şikayetle işi doldurdum. Fakat kötü
havadis vermedim. Bundan mesudum. Bütün aileye çok çok hürmet ve
sevgi. Bezik palasa selam. Gözlerinden hasret ve sevgiyle öperim aziz
kardeşim.

A.H. Tanpınar

Can'dan, Londra ve Paris'ten biraz bahsedersen çok sevinirim. Bu


demektir ki cevap bekliyorum.

276
AVNİ GİVDA'YA MEKTUP

90
19. 10. 29
Avni ,
Mektubunun cevabını biraz geciktirdim. Fakat biraz sonra anlata-
cağım vechile bunda pek o kadar kabahatli değilim. Her şeyden evvel
bilmiş ol ki, babana da ilk mektubu dün akşam yazdım. Bir günlük
bu takaddüm de 80 yaşın 20 yaşa olan takaddümünden başka bir şey
değildir. Bir yazı masasının kurulması ve itiyadın , eşyanın itiyadınm
teessüsü bir iş .. Bugün odamın içinde bir mahkGm gibi gezdim. Hatta
en alışkın olduğum idmanımı bile uzun müddet yapamadım. Yani kitap
okumağa iki gün evvel başlayabildim. Bununla beraber hiç tecrübe
etmedim de değil. Eğer tam sana yazmak üzere bulunduğum zaman bir
dostum gelip bana, Avrupa'ya tekrar talebe göndermek için bir imtihan
açılacağını söylememiş olsaydı, sen Ankara Hukuk Mektebi kayıt def-
terinde 983 nümero ile mukayyet bulunduğunu daha cuma günü, yani
dünden öğrenecektin. O gün bu haberi alınca derhal Vekalet'e koştum.
Filozofıden gönderilip gönderilmeyeceğini öğrenmek istedim . Bana
cevap verecek encümende idi. Ertesi günü Musiki Mektebi'nde dersim
ve nöbetim vardı. Daha ertesi günü cuma idi. Bu aralıkta iki satır yaz-
mamaklığımdan başka kabahatim yok.

Bugün VekiiJet'te fılozofiden talebe gönderilmeyeceğini anladım.


Binaenaleyh bu sene Ankara' dasın ve beraberiz.

277
AVNİ GİVDA' YA MEKTUP

Bu katiyyet beni hem memnun, hem de müteessir etti. Seni


Paris'te bilmek ve düşünmek iyi bir şeydi. Fakat yanımda g9rmek,
itiraf edeyim ki, daha hodbince olsa bile daha iyi bir şey ..
Kardeşim, mektebinizi gördüm. Fena değil, fakat dağınık. Yemek
başka yerde yeniyor, ders başka yerde, yatak başka yerde. Yarın Cevat
Bey' le ufak bir mülakat yapacağım. Eğer sana bir İngilizce .müter-
cimliği bulabilirsek çok rahat olursun. Fakat zannetmiyorum. Ümide
kapı lma, böyle şeyler olursa olur.

Burada Hayat'a roman tefrika edeceğim. Ben tefrikamı yaparken


sen de İngilizceden bir şey tercüme edersin. Benimkinden sonra senin
tercümeni tefrika ettiririz. Seni bayağı bekliyorum. Bunu takvimi unut-
madığımdan anlıyorum. Yirmi sekizde buradasın değil mi? O güne
kadar epeyce canım s ıkılacak. Sen burada en iyi dostum olacaksın
galiba .. Çünkü öteki zevat-ı kiramdan bıktım. Bununla beraber leyli
bir mektep talebesi olduğunu da unutmuyorum. Müdürünüz olan zatla
gayet dostuz. Hem fazlasıyla. Tabii meclis-i müderrisin reisi Cemil
Beyefendi'den bahsetmiyorum. O yarım ilfilı.lardan.
Benim Musild Muallim Mektebi' ndeki hocalığım gayet enfes.
Müdür, nasılsa yahut nedense benim hemen hemen kendisi kadar akıllı
olduğumu öğrenmiŞ. Deli deliyi sever. Sabahtan akşama birbirimize
ilan-ı aşk ediyoruz. Mestanelerin birbirine arz-ı hulfisu ilh ..

Mektepte hoşa gidecek arkadaş da yok değil. Velhasıl ısındım.


Öyle ki orada ders vereceğim günü bayağı bekliyorum. Pazar geceleri
seni mektebin müsameresine davet edebileceğim gibi cuma günleri için
de aynca konser kartı vereceğim. Hatta dostlarını da götürebileceksin.
Burada çalışırsan iyi bir pozisyon yaparsın. Ankara çok güzel..
Berrak bir gök altında nezleli kemiklerimi ısıtıyorum. Üstümde her gün
bir İtalya güneşi var. Sıhhat, kuvvet, çalışma burada .. Bir eksiği var. O
da henüz şehirde ikametgfilumı temin edemedim. Fakat nihayet bir aya
kadar o da olur. Vekalet'teki efendilerin bana iyilik yapmak niyetleri
ve damarlan yine kabardı. Dün bir iş verdiler. Yirmi beş lira havadan
geldi. Bunu senin geldiğin güne saklıyorum.

278
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Senin hareketinden evvel bir mektubunu alacağımı ümit ediyo-


rum. Bir emrin varsa İrfan Bey'in adresine yazarsın. Şimdilik dostluk,
hasret, hürmet Avni'ciğim kardeşim.
Ahmet Hamdi

1. Paso meselesi iflas etti. Çünkü o zat gelmedi.


2. Tribün halledildi. Üç dostunu da davet edebilirsin.
3. Birçok kitap seni bekliyor.
Bak burasını unutuyordum. Sana telgraf çekmiştim. Fakat eline
gelip gelmediğini tahmin edemiyorum. Çünkü parayı verdiğim hademe
henüz -iki gün geçtiği hiilde- makbuzu getirmedi. Herhalde bil ki işin
olmuştur.

279
MACİT GÖKBERK'E MEKTUP

91
1953 1
Mac it,
Geldim geleli sana bir mektup yazmak istiyorum. Fakat Paris
insanı sürüklüyor ve ben oldukça değişik ruh halleri geçirdim. Bazı
tecrübeleri gençlikte yaşamak Hizım. Mesela şu Paris: Mühim bir
anahtarını artık kaybetmişim. O taraftan Paris'e girmemize imkan yok.
Meğer ki şehir çok güzel. İlk günler beni sarstı . Fakat şiddetli bir boğaz
ağrısından odama kapanıp kaldığım bu saatte onu hissediyorum. İklim
beni miskine benzetiyor ve alışmayan için çok tehlikeli. Yavaş yavaş
dost ve ahbaplar tedarik etmeye başladım. Küçük bir motosiklet kazası
geçirdim. Envai sakarlıkl ar yapıyorum. Kah tam şarklı , kah tam Parisli.
Kütüphanelerde ve müzelerde kendimi buluyorum. Paskalya tatilleri
yüzünden daha ciddi bir çalışma başlamadı. Şimdilik resmin peşin­
deyim. Hemen her gün birkaç galeri ve resim görüyorum. İstanbul'a
hasretim. Hatta ne bileyim eğer bu daüssıl ayı beslesem yarın dönerim.
Fakat niyetim, Allah izin verirse gelecek marta kadar buralarda kal-
mak. Allah izin verirse, siz de yardım eder ve izin verirseniz. Zaten
bu kadan da dostların himmetiyle oldu. Paris'te beni asıl şaşırtan şey,
gençlerin buradaki saadetleri. Şehri onlar zaptetmişler. Beş milyonluk

1
Mektup tarihsiz olmakla beraber, Macit Bey' in dekanlığı sırasında yazıldığına göre
l 953 yılı olmalıdır.

280
TANPINAR' IN MEKTUPLARI

şehir amelesiyle , burjuvasıyla, aristokratıyla, ecnebisiyle gençlerin


etrafında dönüyor. Biz ise biçareleri hayatımızın kapısından baktırrru­
yoruz. Bence üniversitenin hakikaten teşekkül edebilmesi için lazım
olan büyük şartlardan biri bu. Fransız resmi makamları bizimkilerden,
bizimkiler Fransızlardan beter. Bizimkiler: "Aman bana dokunmayın ,
beni ziyaret etmeyin, beni görmeyin, aramayın , beni lütfen unutun .
Burası Avrupa. Bu koca ve bela şehirde ben biçare neyim? ... Siz keyfi-
nize bakın. İstanbul 'da karşılıklı intibalarmuzı anlatırız. Burada hayat
çok pahalı. Biz maişet endişesindeyiz". Fransızlar: "Biliyorsunuz biz
Fransa'yı , Fransız kültürünü, Fransız dilini, Fransız diksiyonunu ,
Fransız hükUmetini temsil ediyoruz. Binaenaleyh ben hadd-i zatında
ne olursam olayım mühim adamım. Liberte , egalite ve justice adına
konuşuyorum ..." Anladın mı kardeşim ? Fakat Fransa, sokak hiç böyle
değil. Onlar gayet rahat, mesut. An gibi çalışıyor ve yaşıyor. Biraz
fazla yiyorlar. Yemeği fazla ön plana almışlar. Fakat ne çıkar? Mide
kendilerinin olduktan sonra! Paris halkını metroda görmek lazım.
Bilhassa akşamüstü. Kadınların yorgunluğu. Bir de küçük şarapçı
dükkanlarında. Oradaki cümbüş ayn bir şey. Fakülte ne hfilde? Her
şeyi çok merak ediyorum. Hepinizi çok göreceğim geldi. Burada tiyat-
ro ve film tedrisatı üzerine çalışacağım. Bir de Sorbonne' un edebiyat
kısmının işleyiş tarzını öğrenmek istiyorum ( ...) Sana daha uzun yaz-
mak isterdim, ş iddetli bir boğaz ağrısından rahatsızım. Paris'in havası
acaip ... Mektubumu burada kesiyorum. Gözlerinden öperim kardeşim .
Herkese selam ve hürmet. (Su aygırı bu, herkes içine dahil değildir).
( ...)Bu seyahat biraz da senin ve dostların himmetiyle ve bilhassa
senin himmetinle oldu. Teşekkür ederim . Fakat, arkasından bir altı ay
gelmezse bir şeye yaramayacak galiba. Ama bunu temine çalış ve bana
da ümit ver ki altı ay zehir olmasın. Çünkü çok güzel.

Cumhuriyet Dergi, nu. 249, 16 Aralık 1990


(yayımlayan Osman Senemoğlu)

281
SUUT KEMAL YETKİN'E MEKTUP

92
İstanbul, 1960
Suut'çuğum

Sana mektup yazamadım. Zaten birbirimize yazamıyoruz. Hatta


daha fazlası, İstanbul'a geldin ve beni aramadın. Bütün bunlar birbi-
rimizi sevmememiz değildir. Bundan eminim ama daha sık buluşmak
da istiyorum.
Aziz Suut, çok sevdiğim dostum Adalet Cimcoz Hanım Kaflrn'nın
sevgilisine yazdığı mektupları tercüme etti. Sekiz senelik bir gayretin
mahsulü bir başarıdır bu. Kendisine, Tercüme Bürosu'nda neşrinin en
iyi neşir şekli olduğunu ben söyledim. Birkaç dost da söyledi. Nihayet
istida ile Tercüme Bürosu'na müracaat etti. 1
Kitap çok güzel tercüme edilmiştir. Adalet çok iyi Almanca bilir.
İşi sana havale ediyorum. Müsveddeler de derhal gönderilecektir.
Adalet Hanımefendi 'ye pek çok hürmetler. Kızına selamlarımı ve
sevgilerimi söyle. Öbür, yani İstanbul'daki dostumuz Adalet Hanım
için lutfunu beklerim. Her türlü kolaylığı göstereceğinden eminim. Bu
mektupların Kafka'nın eserindeki yerini sana anlatmama elbette lüzum
yoktur. Aklımdan bile geçmez. Tercümesi hakiki kazançtır.

1
Tercüme kurulunun hazırladığı basılnuş olan listesinde Katka'run Milena'ya yazdığı
mektuplar yoktu. Durumu üzülerek, rahmetli dostuma o zaman bildirmiştim. (S.K.Y.)

282
TANPINAR 'IN MEKTUPLAR!

Gözlerinden hasret ve sevgiyle öperim kardeşim.


A.H. Tanpınar
Sormaya korkuyorum. Arkadaşların işi ne oldu? Hepimiz perişa­
nız.Rektör sıfatıyla istikbal sana mevdudur biraz da.2 Tekrar gözlerin-
den öperim.
Adresim: Gümüşsuyu, Gümüşay apartmanı 68/7 , Beytülmalcı
sokağı.

1
Mektubun yazıldığı tarihte Ankara Üniversitesi Rektörüydüm. Ekte sorulan konu
Milli Birlik hiikfimeti zamanında üniversiteden ç ıkarılan 147 öğretim üyesiyle ilgili-
dir. Durumun düzeltilmesi için çalışmalarımı z vardı. (S.K.Y.)

283
/

BEDRETTİN TUNCEL'E MEKTUP

93
İstanbul, 5 Ocak 1961
Kardeşim Bedri,
Bu akşam
Adalet ve Mehmet Ali Cimcoz'da idim. Adalet, bildiğin
gibi, şöylebir sekiz senedir Kafka' nm sevgilisi Milena'ya mektup-
larını tercüme ediyordu. Nihayet tercüme bitmiş. Bittabi en müsait
neşir imkanı olarak, hatta en sade, en müsait değil, en ciddi Tercüme
Bürosu'nu düşündük; bir istida ile müracaat da etti. Tercümeyi ben
çok beğendim. Adalet Almancayı ana dili olarak bilir, atlaması imkanı
yoktur. Bu işi senin behemehal destekleyeceğini kendisine vaat ettim.
Biliyorsun ki bu mektuplar sade Kafka'nın eserinin anahtarı değildir,
modern halet-i ruhiyenin, yahut psikolojinin, bir çeşit atmosferin de
-Valery'nin dediği gibi birçok kelime ile izahı kabil bir meseledir bu-
en iyi izahını verir. Bu itibarla Türkçede neşri bence çok faydalıdır.
Lutfet, beni yalancı çıkarma .
Ben Kafka'yı Gide vasıtasıyla tanıdım. Galiba sen de. Gide' in
bu mektuplar için çok güzel bir cümlesini hatırlıyorum, fakat yerini
bulamadım ...

Benim Şiirler yakında çıkıyor. Bir yükten kurtuluyorum. İçimde


daha iyi olabilirdi üzüntüsü de yok değil.
Bilmiyorum, cevap umayım mı?

284
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Annenin ellerinden öperim. Nimet Hanım ' ın neşesi biraz yerine


geldi mi? Ona da hürmetlerimi söyle. Senin de -İlhan ' la beraber- göz-
lerinizden öperim, aziz kardeşim.
A.H. Tanpınar

285
TAKİYETTİN MENGÜŞOGLU'NA MEKTUP

94
20 Temmuz 1961
Ayaspaşa - Saat 12 - Gece
Aziz kardeşim Takiyettin,
Mektubun cevabının biraz gecikmesi hayatımın bazı uygunsuz-
lukları yüzündendir; seni unuttuğu_mdan değil. Mektubun beni çok
sevindirmişti . Fakülte'den, odamdan dışarıya bir adım attım mı , seni ve
Mazhar'ı , Ali' yi düşünüyorum. Süheyla'yı düşünüyorum . Fakat dedi-
ğim gibi ne sana yazabildim, ne Ali'yi, Süheyla'yı, öbür arkadaşları
burada görebildim.
Aziz Taki , doğrusunu istersen sen mi diyar-ı gurbettesin , ben
mi? Burasını pek bilemeyeceğim. Bereket versin ki yazı ve çalışma­
larım var. O da olmasa çıldırırım. Bir müddet daha böyle gidecek.
Anayasanın kabulünden sonra aşılacak bir merhale daha var. Bu kadar
kötü bir on sene kolay kolay tasfiye edilemezdi. Elbette birtakım kötü
şeyler de olacaktı. İhtilalin, silah arkadaşı üniversitenin en iyi, en vic-
danlı rükünlerine kıyması hoş değil. Fakat ne yaparsın ki kabahat bizde
oldu . Üniversiteyi vaktinde temizleyemedik. Şimdi fakülte meclisle-
rinden adeta korkuyoruz. Caliban ' ların diyarında kaldık gibi bir şey...
Böyle kardeşim, bazen kendimi bir esarette sanıyorum; bana öyle
geliyor ki her türlü cefayı yapacaklar. Bazen bir rüyadayım zannedi-
yorum, ayaklarımı biraz uzatsam, gerinsem, her şeyden kurtulacağımı

286
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

vehmediyorum. Hülasa hiddetin ve iğrenmenin ne olduğunu bu yedi


sekiz aydır tattım , öğrendim.
Çalışmaların
hakkrnda verdiğin habere çok sevindim . Zaten böyle
olacağında~emindim. Muhit yabancı değil. Maşeri cinnetleri tutmazsa,
Almanlar medeni adamlar. Çalışma imkanları bol ve çalı şmaya hürmeti
bütün Avrupa gibi biliyorlar. Elbette ki güzel eserlerin çıkacak. Bunu
bekliyorum. Bekliyoruz.
Galiba bizim Avrupa ailesine girmemiz bu gibi kazalarla olacak.
Sen bir eser vereceksin, Mazhar bir başkasını, bir öteki bir başkasını
verecek; böylece, tek taraflı alış verişten kurtulacağız. Cevat senden
büyük bir muhabbetle bahsetti. Anayasada sizin için konmuş hususi
bir madde var. Şekli sizleri düşünülerek yapılmış. Hülasa zarar, ziyan
davası hariç, her zaman bir kanunla tashihi kabil olabilecek. Tabii sular
durulduktan sonra. Eminim ki sizleri en iyi şartlar içinde "Gelin , yeri-
nize geçin!" diye çağıracağız .
Bugünlerde çıkmış birkaç makalemi sana göndereceğim. Sırf
memleket havasını alasın diye! Fakat daüssılaya kapılma! Ve hatta ümit
ettiğim gibi işler halledildiği zaman dahi başladığın eseri vermeden dön-
meni istemem. Madem ki bu sıkıntılar başımıza geldi, bari mükafatını
görelim! Beynelmilel adam ol. Felsefe tarihinde adın geçsin. Şimdilik
en kuvvetli hanlar bu işte sizlersiniz. Aileye girmeye mecburuz. ·
Bittabi melek gibi karın, çocukların etrafındayken fazla hasrete,
üzüntüye kapılmazsın. Bazen zulme uğramak insanı büyültür. Herhalde
ahlaken kendisini itham edebilecek bir şey yapmaktan daha iyidir.
Kaldı ki tashih edilecek. Gönderdiğin kartta çalıştığın şehri gördüm.
Çok hoşuma gitti. Seni o peyzaj içinde, Alman musikisi denen muci-
zeyi ve Alman düşüncesini besleyen atmosferde bilmek nedense beni
müteselli ediyor. Ben bu günlerde delice Beethoven'e düştüm, sabah
akşam konsertolarını, kuartetlerini dinliyorum.

Tomris Hanım'a en derin hürmetlerimi söyle. Çocukların yanak-


larını benim için öp, ben de seni hasret ve iştiyakla kucaklarım, aziz
dostum, kardeşim efendim. İnşallah yakında en şerefli ve en muvaffa-
kiyetli dönüşünü kutlarız.

287
TAKİYEITİN MENGÜŞOGLU'NA MEKTUP

Kimseyi görmedim. Selam yazamayacağım. Mektup yazarsan


minnettar olurum. Ben sana elim değdikçe, bilhassa yazdığım roman-
dan vakit buldukça yazarım. Tekrar saadet ve muvaffakiyet dilekle-
rimle.
A.H. Tanpınar

288
KENAN TANPINAR' A MEKTUPLAR

95
Paris, 7 Eylül 1953
Kenan' cığım ,
Mektubunu, parayı aldım. İspanya ' da epeyce param bekliyor.
Fakat senin zahmetin bitmedi. Fikret Mualla' nın burada olduğunu söy-
lemiştim. Onun Bedri Rahmi' de parası olacak. Sen mektubumu alınca
Adalet'e telefon et. Adalet'in numarasını Mehmet Ali Cimcoz' da ara-
yacaksın. Yahut Maya'ya git. Yahut o gece daha iyisi Adalet'in evine
git. Zaten seni çağırıp duruyorlar. Benim eski evin karşı tarafında ,
Löbon' un üstündeki apartman. Birinci katta sokak üstünde, Kolaro'nun
mağazası, onun üstünde terzi Ekonomidis, onun da üstünde Adalet
oturur. Söyle, sana iki yüz on beş lira versinler. Paris'e telgraf havalesi
benim dövizimden bu parayı gönder. Ta ki bu eski dostumuza, senin
de ahbabındır, bu iyiliği yapalım. Çok yoruldun biliyorum, fakat bu
ay kadarı olmaz. Ben gelecek hafta İspanya 'ya doğru yollanıyorum .
Her iki paraya da teşekkür ederim. Fakat hayatımda bu kadar - nazar
değmesin- mesut olmadım. Sana mektup yazıyorum. Sırtımda, yüzüm-
de güneş var. Çay berbat ama İstanbul hatırasıyla lezzet kazanıyordu.
Gözlerimin önünde Paris, Montparnasse manzarasına senin, hemşire­
nin, Halil Bey' in ve Mualla'run, Mesut' un çehreleri düşüyor. Tarık çok
memnun. Kaşınıp duruyor. Selamı var. Oğlu burada. Onun da selamı
var. Çok güzel bir teşrin havasındayız. Her şey iyi, Allah devam ettir-

289
KENAN TANPINAR' A MEKTUPLAR

sin. Aman Kenan perşembe veya cumaya bu parayı verin telgrafla.


15 lira telgraf parası , 200 lira Fikret' in parası. Aman derhal gönderin.
Hepinizin gözlerinizden öperim. Sen bu iş için bir gün dersi atlat.
Hemşirenin ayakkabı, eldiven numaralarını da gönder. Hele ayakkabı
behemehal. Rahat bir ayakkabı alayım: Bali. Ama unutma. Mektubu da
mektubumu aldığın gece yaz. Bugün pazartesi. Ben burada dokuz gün
daha kalacağım. Gözlerinizden bin defa öperim.
H. Tanpınar

96 1
1Eylül 1957
1957 senesi ağustos ayının sonlarına doğruydu. İki nci Dünya
Harbi'nin felaketlerini yavaş yavaş unutmuş ve tabii hayata kavuşmuş
olan güzel fakat yıkık şehirlerini az çok tamir eden, biralarında eski
lezzeti bulmağa başlayan MüniWiler birdenbire şehirlerinde orta yaşlı
bir adamın sağa sola telaşla dolaştığını, kendi kendine bir şeyler mırıl­
dandığını, tramvaylara binip indiğini , vitrinler önünde kanlı denecek
gözyaşları akıttığını görüp şaşırdılar. Bu şaşkınlıkta bahsettiğimiz zatın
acaip hareketlerinden başka yalnızlığının ve bilhassa kıyafetinin tesiri
de vardı. Filhakika bu adamın başında Fransız usulü bir bere vardı.
Fakat pardösüsü çok eskiydi, buna mukabil gömleği büyük bir itina
ile kolalı ve kravatı düzgündü ve garip şey kadınsız geziyor, fakat her
kadına yiyecekmiş gibi bakıyordu. Konuştuğu lisan Fransızca idi , fakat
sıkışınca Münihlilerin hiç tanımadıkları bir dille konuşuyor, yağmur
yağmaya başlayınca hiddet ediyor ve bilhassa Münihlilerin yağmurlu
havalarda seyrini o kadar sevdikleri fıskıyelerin önüne gelince başını
öbür tarafa çeviriyordu. Sofrada iki biradan fazla içmiyor, her masraf
edişinde alnı kırışıyordu . Son derecede namuskar olan, iş saatlerinin
dışında sadece bira içip şarkı söylemekten hoşlanan ve meselesiz yaşa­
masını isteyen Münihlileri şaşırtan bu adam beş günde dört müze, on

1
Hitapsız olan bu ironik mektup kardeşi Kenan Tanpınar ' a yazılmıştır.

290
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

iki resim galerisi gezmiş, dün İngiliz bahçesinde üç saat yolunu kaybet-
mişti. Bugün de saat beşte oraya gidecektir.

Evet, Kenan Beyefendi, Nigar Hanım, Halil Bey dostumuz ve


Mualla Hanım ve Mesut Bey, bu bahsettiğimiz adam Marlius Strasse'de
yaşar, Schultz'da gayet geniş bir odada oturur ve her dakika hesap
yapar. Eğer Münihliler bu zatı garip buluyorsa, o da onların şehirle­
rini garip bulmakta ve bilhassa pahalı bulmakta, hele Münihlilerin
katiyyen Türkçe veya Fransızca bilmemelerini hiç affetmemektedir.
Çarşı imrenecek kadar eşya ile dolu ve kendisi parasızdır. Mamafih
sıhhati -Allah'a şükür- iyidir, stilosunu tamire verdiği ve yeni .bir stilo
almadığı için mektup yazmamıştır. Bu adamın garip huylarından biri de
kurşun kalemle yazmasını sevmemesi ve elinin yorulmasıdır. Bu adam
hepinize hasrettedir. Ve gözlerinizden öper, sıhhat ve saadet temenni
ederim. Zannederim ki Almanya'da da dört gün veya bir hafta ancak
kalır. Hoşça kalın . İnşallah haftaya.
AH. Tanpınar
Kurşun kalemle kart yazılmıyor.

97
Londra, 12 Ağustos 1959
Kenan' cığım,
Mektubunu aldım. Hepinizin sıhhatte olmanıza memnun oldum.
Artık ihtiyarladım galiba. Saçma sapan şeyler söylüyorum. Memnun
oldum ne demek, rahat ettim. Seyahat güzel şey, fakat İstanbul'a müm-
kün olsa da geceleri dönse insan. Çünkü hısım akraba yahut arkadaş,
etrafımızdaki insanlar hayatımızda zannettiğimizden çok mühim yer
tutuyorlar. Sıhhatlerini merak etmek bir tarafa, en küçük zevklerimiz
bile onların yokluğundan perişan oluyor. Mesela şu Londra hikayesi.
Dünyada bir eşi olmayan bir şehir, güzel, masal gibi. Ne yazık ki,
yalnızım. Neyse geçelim bunları. Daima da mektup yazamazsın. Hele
şimdiki fiatlarla. Bense nezaket, can sıkıntısı, iş, mecburiyet, yarı

291
KENAN TANPINAR ' A MEKTUPLAR

İstanbul'la muhaberedeyim. Daha doğrusu ben yazıyorum ve beyhude


cevap bekliyorum. Hülasa haftada bir veya on günde ikiye katlanmak
lazım.

Maaş meselesi doğru. Ben de sordum, öyle dediler. Emekli


Sandığı 'ndan para işine gelince, son senetleri gönder bana, fakat derhal
gönder. Kemal Bey ' le konuş , imza yerlerini göstersin. Ben ona da ayrı
mektup yazarım. Fakülte içinde veya dışında kefif buluruz . Zaten kendi
paramdan bana borç verecekler. Onu böyle yaparız. Fakat parayı alır
almaz, hepsini borçlara verince bankada nasıl hesabımız olacak? Onu
anlamadım. Yahut da ben dönünce olacak demektir. O takdirde evi
badana etmek, perdeler hikayesi, yatak odam, gelince de masam kabil
olur. Koltuklar meselesi de öyle.
Safter' i görmüşsün. Bana hiçbir şey yazmıyorsun. Mualla için ne
dedi? Fikret orada mı? Annesi nasıl? En iyisi görmen. Safter' e telefon
et, sor. (Hacet kalmadı aşağıda göreceksin). Pikap meselesini , radyo
meselesini Fransa 'ya bırakıyorum. Hakikatte bir türlü karar vereme-
dim. İngiltere'de kalayını mı? Kalmayayım mı? Eylülü nerede geçire-
ceğim? Londra'da kalırs am buradan alırım . Ama Paris'e nasıl sokarım?
Çünkü Fransızlar bu gibi eşyadan epeyce gümrük alıyorlar. Fransa' dan
alırsam bir Türkiye gümrüğü vardır. Ondan da evelallah geçiririm.
Safter ne olsa benden genç ve çok becerikli. O pikabı Hollanda'dan ,
plakları Almanya'dan, radyoyu İngiltere' den aldı. Ben onu yapamam.
Paris'te Safter ' inkinden bir pikabı kaça bulursam alacağım. Bir de
radyo tedarik edeceğim , ucuz cinsinden , o kadar. Belki plakları sağdan
soldan alırım. Bütün bunlar eylül, teşrin-i sani , kanun-ı sani ve martta
Allah ' ın izniyle elime geçecek paralardan olacak. Şimdi Londra' dan
artık hiçbir şey alamam. Belki bir şemsiye . Ama şu var ki, Allah' a
şükür, bu sene çıplak değilim. Oradakilerin hepsini azat ediyorum ,
palto, filan . ..
Sıhhatim fena gitmiyor. Fakat ürtiker geçmedi . Dün Picadilly'de
bir dost bana Şimal Denizi ' nden gelme bir ıstakoz ikram etti . Müthiş
kaşındım . Fakat artık eski sabrım kalmadı. Yalnız yumurta ve mümkün
mertebe sütlü şey yemiyorum.

292
TANPINAR 'lN MEKTUPLARI

Burada en çok hoşuma giden şey şehrin kendisi. Londra büyük


bir süt kazanına benziyor. Yumuşak ve rahat. Fakat müthiş surette de
ıslak. Durmadan yağıyor. Geldiğim ilk günler hava hafif yazdı; şimdi
mevsimin ne olduğunu artık unuttum. Neredeyse fanilaları giyip otura-
cağım. Zaten şapkasız sokağa çıkılmıyor. Hayır burası Paris gibi değil.
Fakat sevimJi. Belki de şehrin yabancısı olduğum için; gelip geçici
olduğunu bildiğim için böyle geliyor bana. Sonra İngilizlerin tuhaf-
lıl<ları hoşuma gidiyor. Biçareler bu cennet gibi mernJekette hiç rahat
değiller. Kanun, nizam, kanun, nizam . .. Paris'te hatta İstanbul 'daki
kahveler yok. Kahveler muayyen saatte açılan lokantalar. Çayla, kah-
veyle meyve suları hatta koka kola ile yemek yeniyor. Bazı lokantaların
izni var, bira ve diğer içkileri veriyor. Günün her saatinde kahve ancak
Piccadilly'nin büyük otellerinde var. Oralar da yazın çekilmiyor. Ulan
kırk , altmış hatta seksen metre derinliği olan yerler. Penceresiz yerlerde
ışık elektrikle oluyor ve İngiliz caka satmak için elektrik parasından
çekinmiyor. Binaenaleyh, beş yüz lamba birden ısıtıyor. [Mektup
yarımdır].

98
6 Eylül 1959
Kenan,
Mektubunu şimdi aldım ve çok memnunum. Bu ay hakikaten
seni merak ettim, yani bütün evi. Tabii rahatladım. Bir daha bu kadar
geciktirme. Necdet Bey çok iyi adamdır. Bir telefon et, benden selam
söyle, uzun bir mektubumu yakında alacak. Bu karı kocayı çok seve-
rim ve Londra'da aradım., Çorapları ve pipoyu güle güle kullan. Kahve
meselesi beni üzdü. Faturayı kaybettim. Mümkünse gönderen mağa­
zanın adresini al ve bir de çekilmiş mi, kavrulmuş mu öğren. Vakıa
onların çekili , kavrulmuşu bozulmaz ama dükkan bu işi nasıl görür
bilmiyorum. Gelecek mektubunda bunları yaz. Alt kat komşumun , ev
sahibinin soyadlarını bildir. Telefona müracaat numarasını defterde
buldun mu? Necdet Bey vasıtasıyla (acele etmeden) müracaat edersin.

293
KENAN TANPINAR ' A MEKTUPLAR

Mesele hallolabilir. Yalnız öğren evvela, kullanmadığımız takdirde de


para verilecek mi?
Burada rakı müşterisi çoğaldı. En iyisi postayla ara sıra birkaç
paket Yenice de beraber göndermendir. Beni otomobilleriyle gezdiren
Laroza'nın karısı çok seviyor. Doktor Laroza benim Paris'te, Tarık'ın
ve öbür doktor dostlarımın yerini tutar (Tarık tabii ayn).
Hemşireye, Mualla' ya bir şey gönderemedim. Sebebi de giden
kadın yok. Derhal beklemeleri şartıyla beden numaralarını ikisinin
de yazıver. Sana Orhan diye bir çocukla, adını iyi bilmiyorum, bir
pipo daha gönderdim. Aktör müdür, nedir? Londra'da vermiştim .
Faruk'a bir telefon et, ona veyahut Çeşminur Hanım'a bırakmış mı?
Bırakmamışsa Adalet'e bir sabah telefon et ve Londra'dan gelmiş yeni
aktörü eskiden (okunamadı) sor. Herhalde bulursun. Ora parasıyla elli
lira verdim.
Ben radyo ve pikap, yahut elektrofon peşindeyim. Hepsinin yüz,
yüz elli bin franga çıkmasını istiyorum. Fakat bir musikişinasla beraber
aleti seçmek istiyorum. Galiba teşrin-i saniden sonra olacak. Parayı
idare edebilirsem, bir de buzdolabı çıkarabilsem. Fakat onu daha ziya-
de gelirken İtalya'dan almak niyetindeyim.
Şimdilik iyiyim. Fakat çok çalışmama rağmen henüz bir iş çıka­
ramadım. Mektup çok zaman tutuyor. Şimdiye kadar Yapı ve Kredi'ye
kaç para verdin; hangi borçlar itfa edildi? Bunları bana yaz. Eylülün on
beşine kadar Yapı ve Kredi'ye hiç olmazsa bin beş yüz lira vermeliyiz.
Eğer bankadan para gelirse bin beş yüz lira daha verirsin. Bin lira kalır.
Öbür dört ayda öderiz. Geri para ile ufak borçlan bitirirsin.
Hemşireye çok sevgi ve muhabbet, selam, hasret. Senin ve hepi-
nizin gözlerinizden öperim. Halil Bey hakikaten ameliyat olacak mı?
Kazım'a yazayım mı?

Mualla'yı bu mektupta biraz hafif geçmişsin, nesi var? Üzerine


düşmeden sor.
Ben beş güne kadar cenuba iniyorum. Oradan mektup yazarım.
Senin mektup bana belki geç gelir. Sen Tarık'ı boş bırakma ve Mesut'a

294
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

devamlı iş temin et. Oradan da güçlük çıkmasın başımıza.

Tekrar hepinizin gözlerinizden öperim. Çorapları , pipoyu güle


güle kulJan.
H. Tanpınar

Bana İstanbul'da, Boğaz'da ve Beyoğlu ' nda devlet hesaplarını da


yaz. Radyo ve elektrofon için .
Halil Bey'ciğim, nasılsın? Ne haldesin? Sadece iyilik haberi verip
geçiyorsun. Tavla nasıl? Hemşire ne halde? Gözlerinizden öperim.
A.H. Tanpınar

99
6 Ekim 1959
Kenan,
Mektubunu çok geç aldım. Evvelsi gece Paris'e dönünce, dün
maatteessüf olmadı. Öğlenden sonra çalışmıyorlannış. Bu sabah yap-
tırdım , zarfın içinde. Asıl suret konsoloslukta kalıyor. Bu itibarla imza
ettirmiyorlar. Zannederim ki her şey tamamdır. Parayı aldıktan sonra
dediğim gibi iki bin lira kadarını -mümkünse eğer, çünkü hesabımızı
bilmiyorum- Yapı ve Kredi'ye verirsin. Kalan için de boş senet alırsın,
yahut sen doldurursun. Merkez Barıka'da Kemal Türkömer vardır.
Benim çok iyi dostumdur, çok kibar, tatlı adamdır. İstanbul'un bütün
bir tarafıdır. Ona çık ve vaziyeti anlat. Belki de buraya kadar suretleri
göndermeğe lüzum kalmaz.

Paris'e dönünce, gürültüsüne, otomobil tehlikesine, sinirliliğine


kavuşunca bu şehri ne kadar sevdiğimi başkası için (okunamadı) değ­
mediğine yeniden inandım. Hele şehri, ki çok güzel bir sonbahar güneşi
var, kestanelerin ve çınarların , kara ağaçların yaprakları kızarmış, insan
çıldırır. Sıhhatçe iyiyim, sadece nezleden mustaribim. Bu sabah üstelik
şapkasız çıktım. Ter içindeyim, fakat güneşten ayrılamıyorum.

1) Telefon için teşebbüsü unutma! 2) Komşu hanımın soyadını , ev

295
KENAN TANPINAR'A MEKTUPLAR

sahibinin soyadım yaz. 3) Bizimkilerin ve senin beden numaralarınızı,


ölçülerinizi ver. 4) Naylon gömlek en kolayıdır. Benim numaramda
alırım, fakat sana, şayet alabilirsem, ceket için tam numara lazım.
Hanımların istedikleri naylon yağmurluk ne cin.stir? Senin bir zaman
sırtındaki gibi mi? Çünkü öyleleri ve renklileri de var. Ne olur bir
şey isterken biraz izahat verin. Dükkanların önünde şaşkın tavuğa
dönüyorum. 5) Gönderecek adam bulunca pipo tütünü ve Mazhar
Şevket'e cigara da göndereceğim. Senin bende bir de boyun bağın
var. (Bütün bunları elden geldiği kadar buradan göndermek istiyorum.
Ta ki son dakikada apışmayayım). Bir de sentetik bir fanila buldum.
Yün değil fakat yünün yerini tutuyor. Şu dakikadaki nezleme sebep
o. Çünkü Sete' de çamaşırlarım kirlenince almıştım. Paris 'e gelince
sırtımdan çıkaramadım. Buraya gelince enişteye ve sana birer tane
aldım. Onları peyderpey gönderirim. Fakat öbürleri yani yağmurluklar
için biraz izahat lazım. Senin ceket gelecek aylarda. 6) Elektrikli tıraş
makinesini İngiltere'den aldıgım tıraş sabunu -neredeyse yiyeceğim o
kadar güzel- bitince alacağım. Kullanması hoşuna giderse kendim için
almak üzere elimdekini sana gönderirim. 7) Şiirleri ve Yaz Yağmuru'nu
bekliyorum. 8) Yeditepe'ye git, Hüsamettin'i gör, konuş; benim şiirler
için mektup beklediğimi söyle. 9) Hamdi Selçuk'a çok selamlar. 10)
Mesut'un işini takip et. Tarık şikayet ediyor ondan. Ben de yazaca-
ğım. Azla başlamaktan çekinmesin ve dikkatli olsun. Hülasa evcek ve
Mualla vasıtasıyla da oğlana nasihat verin. Yapması lazım geleni yapın.
11) Evde sinirli olma. Rahat ol. Hayat çok güzel. Kendimiz cehennem
yapmayalım. 12) Eniştenin ameliyatı ne oldu?

Geniş mektup yaz. Beni merak etmeyin. Hemşireyi çok görece-


ğim geldi. Son günlerde merak da etmeğe başladım. Onu, enişteyi,
Mualla'yı , hepinizi kucaklarım. Gözlerinizden öperim.

H. Tanpınar

Şehirden, memleketten, dostlardan havadis beklerim. Mualla'yı


besleyin. A.H.
Parayı geri göndermemişlerse tekrar istetirsiniz. A.H.

296
TANPCNAR' IN MEKTUPLARI

100
İsviçre-Zürih 6 Şubat 1960
Kenan,
Bu mektup İsviçre ' den. Zürih'te küçük, güzel, şirin bir oteldeyim.
Ben 23 numarada, dostum Kemal Türkömer'ler 18 ve 19 numaralarda.
Onu Paris' te bekliyordum. İsviçre'den Almanya' ya gideceğini öğre­
nince, kalktım geldim. Allah kısmet ederse pazartesi günü buradan
Müııih ' e gideceğiz. Ben birkaç gün sonra oradan Amsterdam, Brüksel
yoluyla Paris'e dön.eceğim . O da İstanbul'a dönecek.
İsviçre'den , yolda gördüklerimden başka bir şey görmüş değilim.
Fakat onlar da beni ikinci bir seyahate teşvik eder cinsinden şeyler.
Galiba yazın bir hafta buraya gelip gölleri ve dağları göreceğim. Bu kış
cesaret edemedim. Şiire yardımı olabilir. Bende ressam taraf, göz tarafı
galip. Gözden besleniyorum daha fazla.
Pazartesi gideceğime göre, bana Münih' teki adrese yazın.
Seyahatim devam ederse, Münih' ten Amsterdam adresimi veririm. Yol
üstü olduğum için belki muntazam yazamam, merak etmeyin.
Verdiğim adres Kemal Bey' in kızının Münih adresidir.
Elektrofonu Münih'ten alacağım. Belki radyo ve plakları da alı­
rım. Fransa hududundan nasıl girer artık bilemem.
Kemal Bey Jutfederse senin elektrikli tıraş makinesini onunla gön-
deririm. Remington' dur. Kullanmasını Tank' tan öğrenirsin.
Burada otelde hayatım hemen hemen Tarık'ın istediği cinsten.
Yemek yiyorum, yatıyorum , uyanıyorum, radyo dinliyorum, şiirle
meşgul oluyorum, tekrar uyuyorum. Hiç kendimi bu cinsten bir besiye
çekmiş değildim.

Sizi çok merak ediyorum. Hele İstanbul'a çok kar yağdığını ,


müthiş soğuk olduğunu öğrendikten sonra otelimde mektubunun beni
beklemesine de ayrıca üzülüyorum. Dikkatli olun, kendinize iyi bakın.
Kitapları aldın rru?

Sah veya çarşambaya Münih'te aşağıdaki adreste mektubunu bek-

297
KENANTANPlNAR' AMEKTUPLAR

lerirn. Hepinize selam , sevgiler. Seni ve hepinizi öper ve kucaklarım.


A.H. Tanpınar

(Pour M. Tanpınar)
Mine K. Bahadır
c/o Prof. Mayer,Agnes Str. 1915 , München 13
Allemagne
Bu adres Kemal Bey'in kızının ve damadının adresidir. Tarık'a da
verirsin. A.H.
Gözlük muayenesini yaptınızsa, HaW Bey'in ve senin gözlük
camların için Münih'e yaz. Oradan göndereyim. Bu iş bitsin.

101
9 Şubat 1960
Kenan' cığım,
Bu mektubu Münih'ten yazıyorum. Buralar müthiş soğuk ve nasıl
diyeyim güzel. İsviçre'den dün geldim. İsviçre' den hemen hemen
otelin odasından, yolda gördüğüm göUerden başka bir şey göremedim.
Münih'te iki, üç gün kalacağım. Ondan sonra ağır aksak Paris' e döne-
ceğim. Radyo ve pikabı aldım. Yol masrafımla beraber epeyce para
tuttu, fakat kendi fiatlan Paris'in yarı fiyatı oldu. 768 Mark. Aşağı
yukarı doksan bin frank, iki yüz dolar. Yüzde yirmi iskontosu var.
Fakat gel gelelim yol parası ve otel masrafıyla (yarı masrafı da Allah
razı olsun Kemal Türkömer çekiyor, zaten o olmasaydı bu imkansızdı)
yüz elli bin franga mal oldu gibi bir şey. Yalnız yol paralarını dolar ola-
rak tahsil kabil. Hülasa bu işten kurtulduğuma memnunum, hayırlısıyla
kullanmak nasip etsin Allah.
İstanbul çok soğukmuş. Burada son gazeteleri aşağı yukarı
okudum. Aklım fikrim sizde. Çünkü ısınmış trende, takside, kalori-
ferli Avrupa otelinde[ki) soğukla İstanbul 'da Kadıköy iskelesinin ve
Aksaray pazarının soğuğu aynı değildir. İnşallah hepiniz sıhhattesiniz .

298
TANPINAR' IN MEKTUPLARI

Dün akşam yol yorgunluğu acaip rüyalar gördüm. Allah hayır


etsin. Öyle zannediyorum ki bugün, yahut yarın (eğer İsviçre' den yaz-
dığım mektubu aldınızsa) sizden mektup alırım. Ben gittiğim yerlerden
bir kart atarım. Siz de Paris 'e üç günde bir yazın.
Kısmet olursa hafta sonunda veya gelecek hafta başında Paris 'teyim.
Hepinizi öper, kucaklarım. Hasretler, sevgilerle. Tarık'a telefon et.
Onun da gözlerinden öperim. Uğrayacağını zannediyorum. Lahey'de
Türk sefaretine veya Amsterdam konsolosluğuna benim adresime birer
kart yazsın. Tank d~, sen de. Tekrar gözlerinizden öperim.
H. Tanpınar

102
11 Şubat 1960
Muhterem ve hiddetli bir huzura
Birader-i azizim efendim,
Mektubunuz eteğimi tutuşturdu. Derhal kurşuni gri, beğeneceğini­
zi tahmin ettiğim renkte İngiliz kumaşı (tüvit) bir ceketle onu tutacak
şekilde koyu gri, siyaha yakın bir pantolon ve bir iyi cinsten (kar daha
beyaz değildir) naylon gömlek iştira olunup odam ıza kondu. İnşallah
yolcu bulup gönderirim ve sen de afiyet ve huzurla güle güle giyersin.
Ve inşallah beğenirsin. Ne yapayım , yanımda değilsin ki ... Pantalonu
biraz koyu seçtim, iyi tergaldir. Param olursa bir de tam grisini alırım.
Pardösünü belki bugün alacağım. Tıraş makinenle, bavul da bulursam,
yahut yolda rastlarsam yelekle beraber hepsini gönderirim.
2) Parasız değilim. Yalnız alınacak çok şey var. Kendime elbise
almaktan vazgeçtim. Buradan ayrılırken tenzilatlı iki veya üç kostüm-
lük kumaş alacağım. İstanbul ' da diktiririm. Sana bunu teklif etmedim,
çünkü bura dikişi bir şeyin olsun istiyorum.
3) Pantolon her mevsimde giyilir. Ceket biraz bahar ve kış ceke-
tidir. Yaza gelmez. Yolcu bulursam sana kendim için aldığım bir tergal
gömleği de göndereceğim. Yirmi günde bir ılık suyla yıkayacaksın

299
KENAN TANPINAR' A MEKTUPLAR

ve asacaksın. Çok kirlenmeden yıkama, ceketini koluna al ve gez.


Pantolon ve gömlekler ateşten sakınılmalıdır.
4) Yazlık elbise işi İtalya'da. Param olursa kendime ve sana birer
kat alırım. Pipolar, tütün kesesi, hatta tütün her şeyden evvel yolcu
meselesidir. Kış , Kenan, gezemiyorum. Dizlerim ağrıyor, sonra herkesi
görüyorum; çok para gidiyor. Şimdiye kadar aldıklarım ve al acak:Jarırn
hep kıt kanaat geçinme iledir. Eğer sandöviçi, otelde jambonla peyniri
çıkarırsam hiçbiri alınmaz. Burada orta derecede iyi bir lokantada iyi
bir yemek, hususi bir şarap açtırmazsan , üç kap ve kahvesiyle 1500
Franktır. Şarap açtırırsan 2000 Frank yani 48 liradır. Metroya binme-
den otobüsle gezen bazen bir yolculuk için iki buçuk liradan (bizim
para) fazla veriyor.
5) Otelde fazla eşya biriktirmek istemiyorum. Kaybolmasından
korkuyorum. Erkek hizmetçim iyi, kadınlar açıkgöz, fare gibi. Eğer
çakmakları alsaydım şimdiye kadar biri kalmazdı .

6) Çocuk doğan evde masraf çok olur. Benim pikaptan bahsedi-


yorum. Plak parası çok tutuyor. Daha on dokuz plak alacağım . Şöyle
böyle altmış bin frank eder. Beethoven , Mozart 6 , Bach, Debussy
tarafını mümkün mertebe tamamlamak istiyorum. Musiki şiirde son
güveneceğim yer kaldı. Onun için elzem. Bir de yalnız yaşayan insan
için tek eğlence.
7) Boyun atkısı, boyun bağı, çorap, mendil, gömlek eksik. Bunları
ne zaman tamamlayacağımı bilmiyorum . Bir kısmı İtalya 'ya kalacak.
Bir kısmını da bel.ki hiç alamayacağım. Seninkiler hariç şimdiye kadar
on dört gömlek almışım .
8) Mektuplarını okumuyor değilim , fakat unutuyorum. Bir odaya
tıkıldığım için her şey üst üste yahut bavulda. Adresi, isimleri onun için
bulamadım. Telefonun numarasım da. Necdet' in adresi geldi, öteki kadı­
nın adını ve telefon numarasını bekliyorum. Telefon için, şimdi ak:Jıma
geldi, Avni Bey vasıtasıyla Haluk Şaman'a yazacağım. İstida numarası
bu itibarla mühimdir. Şüphesiz bir yerden eski mektubun çıkar; çıkar
ama, ne zaman? Onun için bu gibi şeylerde kusuruma bakma. Sen olma-
san bunların hiçbirini yapamazdık. Kaç dalda bezim var düşü n.

300
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Kendim için altı kişilik bir sofra örtüsü ile altı kişilik çatal-bıçak,
kahve ve çay takımı filan da almak istiyorum, ama hangi parayla?
Bakalım, belki hepsi olur. Biraz diş sıkmak lazım. İspanya'da on beş
gün ucuz geçinmeğe bakmalı.
Aldırma. Can sağlığı olsun. Tekrar hepinizi ayn ayn kucaklarım.
Çok göreceğim geldi.
H. Tanpınar

103
Paris, 13 Şubat 19602
Kenan ,
Dün akşam Hollanda seyahatinden vazgeçerek Paris'e döndüm.
Evvela param bitmişti. Sonra da eşya ile tren yolculuğu , indirme,
bindirme çok güç olacaktı. Nihayet soğuk yüzünden Almanya'da bir
şey görememiştim. Hollanda ve Belçika da böyle olacaktı. Hayırlısıyla
döneyim dedim. Fransızlar meğer musikiye dair eşya için çok hassas-
mışlar. Kırk bin frank gümrük aldılar. Fransa'dan çıkarken verecekler.
İtalya için böylece kırk bin frank iktisat etmiş oldum.
Eşyayı, yani radyo ile pikabı altı yüz marka (karaborsa ile bin sekiz
yüz liraya) aldım. Fransız frangı ile (70.000 frank) eder. Buna dokuz
gömlek masrafımı koyarsan yüz on beş bin frank eder. Yol masrafımla
yüz altmış bin franga mal oldu. Hülasa kayıp mı ettim, zarar mı ettim
bilmiyorum. Fakat Allah hayırlısıyla kullanmak nasip etsin. Şimdi bir
radyo ile pikabımız, iyi plaklarımız var. Almanya'da ayrıca da senin
(Halil Bey için) üç naylonumsu gömlek aldım. Şimdi cebimde otuz bin
frank ve bir de alacağım olan yirmi bin frank var. Bir de on beş franklık
seyahat biletim bulunduğuna ve aldığım şeylerin Fransa'da en aşağı
yüz yirmi bin frank ettiğine nazaran kaybetmedim. Belki de kazandım.
Şimdi elbiseler ve diskten başka bir şey kalmadı. Sandığı inşallah

2
"Cafü Des Deux Magots" antetli kilğıda yazılmıştır.

301
KENAN TANPINAR ' A MEKTUPLAR

aldın.' Sana çok üzüntü ve yorgunluk veriyorum. Mualla' ya bu sefer


cevap yok, çünkü çok işim var. Bu mektubu acele yazıyorum. Münih'te
sizden mektup almadım. Gelince gönderecekler. Kemal Bey' in damadı
gözlük meselesi için beni tatmin etti. Şayet gözlük camının numarasını
yazmışsanız, ben kendisine mektup yazacağım. Para göndereceğim,
alıp size gönderecek. Bu hususta merak etmeyin.

Bu seyahat bana eşya yükümü öğretti. Radyoyu yanıma aldığım


halde oraya gönderdiğim şeylerle otuz tuttu. Radyo yedi buçuk geliyor.
Pikap on iki kilo. Demek ki daha şimdiden tayyare ile gelecek kırk beş
kiloluk eşyamız var. Şu halde kırk , elli kilo fazlaya ihtiyaç var. Ben
Kemal Bey'e meseleyi söyledim. İspanya biletini de. Mart başında
sana bu hususta yapılacak şeyleri yazarım. Şimdilik bu kadar.
İnşallahhepiniz iyisiniz. Bir kadın yolcu bulursanız haber verin.
Bazı şeyler gönderip etrafı halledeceğim. Küçük şeyler. Bir de erkek
yolcu bulursan işler keka demektir. On yedi gömlek var. Nasıl getiririm
onları? Hepinizin gözlerinizden öperim. Alır almaz bana cevap yaz.

H. Tanpınar

Necdet Bey bana darılmış mı? Yarın kendisine uzun mektup yaza-
cağım.

104
Paris , 19 Şubat 1960
Kenan,
Bu sabah aile postası geldi. Mualla 'yı merak ediyordum. Mektubu
biraz bulanıkça, fakat hoştu. İstediği plakları bilmem alabilir miyim?
Bakalım. Dün çok para sarf ettiğim için bugün bedbinceyim. Hava da
kötü. Hastahanede iken güz gibi günler yaptı. Şimdi bir haftadır meşhur
Paskalya soğuğu içindeyiz. Neredeyse tekrar palto giyeceğim.
Masaya memnun oldum. İnşallah iyi bir şeydir. Geçen mektu-
bunda halıdan bahsediyordun. Aman sakın alma. Gelir gelmez borç

302
TANPINAR 'iN MEKTUPLARI

hikayesine başlamayalım. Olsa da az olsun. Sonra halının iyisi ilci, üç


bin lira meselesidir. Geldikten sonra odaları renklendirmek için iki ,
üç kilim alırız. Yalnız döşeme cilalansın. Onun adamları vardır. Zehra
Hanım (yukarıdaki) bilir. Sorar öğrenirsin. Evvelil. tahtayı yolup hazır­
lar, sonra cilil.larlar.
Rahatımı istersen haziranda da bir hizmetçi bulursun. Güç iş
ama .. . O karıyı istemem. Çok kötü insandı. İyi bir kadın, ev kadını
bulmak lil.zım. Yüz elliye kadar çık. Çünkü her şey onun getireceği
rahata bağlı. Artık tek odada yaşamaktan bıktım.
Yarın Fikret geliyor. Karısı Doktor Laroza'da kalacak. Kendisi ve
oğlu bizim otelde. Oda ayırttım. Üç, dört gün beraberiz demektir.
İspanya'ya gitmek için mayısı bekliyorum. Parayı alıp gideceğim.
Sonra Allah izin verirse İtalya. Fakat fazla kalamayacağım. Birkaç
hadise bütün hesaplarımı altüst etti. Ama ne olsa dışardan, bütçe dışı
şeylerle seneyi geçirdim.

Kenan'cığım, asıl mesele borçsuz kalmakta. Ama ne yapalım ki


olmuyor işte. Mümkün mertebe iktisadi hareket et. Kendin için de. Bu
seyahat üç sene olsa iyiydi, aksi takdirde üç ay olmalıydı. Birincisinde
yerleşir, föncisinde gezer, eğlenir, görürdüm. Şimdi bir çeşit mevkufi-
yet gibi oldu. Bu da para meselesi yüzünden.
Geçen yazı israf ettim. Meğer kışın yerimden kımıldanamıyor­
muşum. Bütün bunlara rağmen bir, iki senelik üst başım temin edildi .
Borçlardan kurtulduk (yenisi olmazsa). Eve, sizlere az çok bir şey
temin edildi. Musilci meselesi (disk işi hariç) halloldu. Ev adama döndü
biraz.
Dünyada yapamazdım bunları. Allah'a çok şükür oldu bu işler.
Şimdi eldeki bir ilci manzumeyi de bitirirsem , ne ala. Sonbaharda şiir
kitabından da kurtulacağım.

Daha fazla el parasıyla ne yapılabilir?

Mualla'ya bulacağın parayı -eğer başladığım büyük hikayeyi


burada bitirirsem- ben veririm.

303
KENAN TANPINAR' A MEKTUPLAR

Kızaçok acıyorum ve çok da seviyorum. Gözlerinden öptüğümü


söyle. Hepinizi hasretle kucaklarım.
H. Tanpınar

105
19 Haziran 19603
Tarihi tekrar yazdık. Tarık'ı gör, eve götür bir akşam. Baksın!
Eniştenin ameliyat meselesinde mütereddidim. Fakat korkumuz
yüzünden adamı malfil yaşatıyoruz. Onu da unutamıyorum. Hoşça
kalın. Bugün çok işim var: Evvela kendime yün çorap alacağım.
Çorapların beşi de yıkanmamJş durumda. Üç gömlek yıkayacağım.
Sonra ayaklarımı yıkayıp nasır kestirmeğe gideceğim. Daha evvel de
çamaşırlarımı çamaşırhaneye vereceğim. Bittabi yük taşımamak için
iki adımlık yere otomobille gidilecek filan, falan.
Sakın mektuplarımJ saklama. Hepsini yırt. Kimsenin eline geçme-
sin. Büyük bir şaire! yakışacak şeyler değil. Sana inşallah saklanacak
gibi bir mektup da yazarım. Malum ya bu gibi şeyleri de temin etmek
lazım.

106
Mart 19604
Kenan,
Mektubunu alalı üç gün oldu. Bugün cevap verebiliyorum. Sebebi
de birçok işler, konferanslara gitme, filan. Ara yerde de fıtık birden
düğümlendi. Müthiş bir tehlike geçirdim. Evvelki gece üç saat kıvran­
dım. Nihayet tanıdığım bir Fransız doktorunu, bizim makineyi kuran

3
Bu tarih 19 Şubat olmalıdır.
4
Mektup tarihsizdir. Ancak muhtevasmdan 1960 Martının son günlerinde yazıldığı an-
laşılmaktadır.

304
TANPINAR 'iN MEKTUPLARI

dostum De La Grande'ı çağırdım. Saat on ikide geldi; eğer şimdi içe-


riye sokamazsam derhal götürüp ame]jyat edeceğim dedi. Fakat soktu.
Şimdi eskisinden rahatım. Ama ameliyat olacağım inşallah . Ve gelir
gelmez de Halil Bey' i bu sefer zorla ameliyat ettireceğim.
Halil Bey'in reçetesini geri gönderdiğimden beri içim rahat değil.
Fakat hakikaten gülünç olacaktı. Burada ancak orada olmayan şeyler
alınır. Eğer fiatını yazmasaydı derhal alırdım. Ama gönderebilir miy-
dim? O başka. Çünkü sağa sola soruyorum kimse yok. Senin eşyalar
kaldı burada. Oda tıklım tıklım dolu. Vallahi çalınacak diye korkuyo-
rum. Tek külliyeili eşyam seninkiler. Beni affetsin ve sakın aklına bir
şey gelmesin. Gözüm gibi severim ve her işinj yapmak isterim. O da
bunu bilir.
Parasız değilim elhamdülillah. Fakat elimde çok kanaatle, dikkatle
harcayacağım kadar para kaldı. Yani idare etmez diye korkuyorum.
Muayyen şeyleri seyahatin başında yapmabymışım. Ne var ki sıhhatim
kıl kadar bir muvazene üzerindeydi. Hfila da öyle. İyiyim elhamdülillah
ama, bir kere korktum. Ne olur ne olmaz diyordum. Birtakım şeyleri o
yüzden ihmal ettim. İnşallah harcırahtan gelecek bakiye para ile onları
da hallederim. Ufak tefek eksikleri. Evvelsi günü sefaretin koktey-
liııdeydim. Sordum soruşturdum , İstanbul'a gidecek kimse yok. Her
gören arz-ı hürmet ediyor, yazımdan bahsediyor filan. Şair ve muharrir
şöhretime had hesap yok. Kimi sarhoşluğumu hatırlıyor, kimi esprimi
naklediyor. Aman şu mısram güzelliği diyor! Fakat İstanbul'a hiçbiri
gitmiyor.
Şimdi iki yerde ümidim var. Birincisi Attila diye bir ressamın
akrabasında. İkincisi de Mustafa Nihat'ın kız kardeşinin kocası olan
tüm generalde. O birini bulurum diye vaat etti. Şeker Bayramı ' nda iste-
diğim gibi yeniler giyemeyeceksin, pek üzülüyorum. Hayırlısı olsun.

Babamın kabririden bahsediyorsun. Elinden geleni yap. Bayramda


Eyüp'e gittiğin
zaman benim namıma on lira sadaka ver. Ahdim var,
adağım demek istiyorum. Ismarladığın şeylerin hepsi gelir. Kravatları
bugün alacağım , o tarafa geçersem. Hepsi olur merak etme!
Buzdolabı ve bazı plaklar Necdet'e düşecek. O zengindir ve hepsi

305
KENAN TANPINAR' A MEKTUPLAR

hallolur. Yalnız İstanbul' da değil, şimdi Amerika' da. Ben beraberimde


yirmi altı disk getirebiliyorum. Alet son günlerde büyük sıkıntı olmuş­
tu. Bahsettiğim doktor meseleyi halletti. Allah razı olsun. Şimdi sesi
çok güzel. Bu seyahatten iki kazancım oldu: Faizli borçların ödenmesi
ve bu aletler. Bir de dinlendim. Birkaç da şiir bitti. Fakat romana, diğer
müsveddelere dokunamadım .
Çeyizim fena değil, fakat eksik. Onları da tamamlarsam her şey
yoluna girer.
Ama bir şey itiraf edeyim: Hani İstanbul' da hiçbir şey almamaya
yemin etmiştim ya, o yemine sadık kalmadığıma müteessirim. Aldığım
şeyler zamanımı yedi. Ama hangi para ile, nasıl? Orasını artık ben
bilirim.
Allah yardımcın olsun.
H. Tanpınar

Masanın yerini değiştirmek istiyorum. Yani uzunluğuna değil enli-


liğine koyacağım. Pencerenin bir kısmını kapayacak. Ahmet'i kafese
koyarsan eve çağır, göster. Ebadı beraber tayin ettik. Eski masa için
sakın sarf etme. Ve ben gelmeden defet, mümkünse. Yani bu işte tek
çare Ahmet'tir, demek istiyorum. Onunla iş göremezsen kalsın!

107
[18 Mart 1960]
Kenan
Mektubunu aldım. Eşyanın beğenilmesine çok sevindim. Odam
patlıyordu. Sebep de şu Paris. Burada herkes az çok kaldırım mühen-
disi. Ve şehrin en büyük eğlencesi vitrin seyretmek. Zaten bakmadan
geçmek kabil değil. Ben de herkes gibi veya biraz daha vitrin seyri
yapıyorum ve bittabi başta kendim, sonra hemşire, sen , Mualla, hepi-
nizi giydiriyorum. Bu itibarla hemşireye kırk kadar manto seçmiştim.
Hepsi en aşağı birbiri kadar güzel. Tercih imkanı güç. Acaba şu daha

306
TANPINAR 'IN MEKTUPLARJ

mı iyi olurdu filan diye düşünüyorum. Muaııa:nın hırkasını sonra


hatırladım. Ona göre bej veya siyah gri bir ceket alırım. Zaten yeşille
bunun arasında tereddüt etmiştim. Yalnız başka bluzla giyerse daha iyi
olur. Hemşireye bir eşarp, bir yün hırka, şapka, Mualla ile ona birer
ucuz (1200 frank) evlik eteklik daha göndereceğim. Adam bulursam
tabii. Şimdilik bunları güle güle giysinler ve kusura bakmasınlar.
(Hemşirenin çantası var zannediyorum. Bunu gizlice öğren , burada
çok pahalı).
Senin elbiseni geçersem İngiltere'den almak istiyorum. O zaman
beraber kendim getiririm. Yok acele istiyorsan o başka. Bütün mesele
adam bulmakta ve bir de karar vennekte. İngiltere'ye gidecek miyim?
Olmak veya olmamak işte bütün mesele. Gidersem elbise yaptıraca­
ğım, gömlek yaptıracağım. İngiltere 'de bunlar bir buçuk aydan aşağı
olmaz. Bir buçuk ay dilini konuşamadığım memlekette yaşamak
hoşuma gitmiyor. Fakat gidersem her şey çok ucuza gelecek. Bir de
aklıma martta İspanya'ya gitmek geliyor. Adam akıllı, rahat memleket.
Paris 'ten biraz daha ucuzmuş. Hele giyim eşyası. Bakalım ne olacak.
Şapkalar İtalya' dan tabii. Sana bir şapka, bir naylon beyaz gömlek, bir
kostüm alacağım. Param fazla olursa, becerirsem bir de benimki cin-
sinden yağmurluk pardösü. Allah izin verirse hepsi olur.
Paris'te bugüne kadar havalar çok iyiydi. Dün konserde o kadar
bunaldım ki, herkesin içinde süveteri çıkarmağa mecbur kaldım.
Trocadero meydanı akşam renklerinde güneş vurmuş bir havuza benzi-
yordu; hafif bir sis ve yine ışıklar.
Para biraz daha olsaydı tabii çok rahat ederdim. Dün akşam ondan
bir buçuğa kadar alışveriş hesabı , kağıt üzerinde proje yaptım ... Fakat
Allah'a şükür her şey iyi. Hatta herkes tarafından kıskanılacak derece-
de. Fakat şöyle tam rahat edecek kadar değil. Biraz açıldın mı vicdan
azabı başlıyor. Hele konser, tiyatro, opera, birinden birine gittin mi ,
ameliyat olmuş gibi çıkıyorsun.
Bütün mesele yemek ve otel parasında. Burada çok temiz şekilde
sabah akşam bin franga karın doyurmak mümkün. Sekiz yüz frankla
bugün jambon, peynir, bir kilo elma (aman bu elmalardan bir yesen),

307
KENAN TANPINAR' A MEKTUPLAR

bir dilim pate (ciğer ezmesi gibi bir şey), bir dilim ringa balığı aldım
ve otelde yarısını yedim. Akşama da Bedri'den aman olur da yine
otelde yersem, elma ve peynir yansına da devam etmek şartıyla sekiz
yüz franga karnımı doyurabiliyorum, demektir. Halbuki lokantada dün
yalnız kendim iki bin altı yüz frank satf ettim, o da garsonlara mahcup
olmamak şartıyla. Çünkü meyve veya tatlıyı atlayarak kahveye geçtim.
Vaziyet bu. Bu şekilde iki ay idare edebilsem her şey düzelir. Fakat
mümkün değil; bir şey çıkıyor. Mesela Bedri'nin gelişi.
Herif pisboğaz ve tembel. En iyi lokanta ve otomobille gezmek,
ne ise .. . Bütün bunları yazmamın sebebini belki anlıyorsun. Bu fırsatı
kaçırmamak istiyorum. Kaldı ki, ben de pisboğaz oldum. İstiridyeye
bayılıyorum. Otele almak kabil değil, açması güç, lokantada yenince
bin iki yüz franktan aşağı çıkamazsın. Hülasası düşe kalka idare edi-
yorum. Şimdi neler alacağımı biliyorum, beş aşağı, beş yukarı olur
zannediyorum; idare edilir.
Burada Paris diye bir sihirbaz var, her gün bir şey çıkarıyor: Sergi,
müze, opera, tiyatro. Bazısını kaçırıyorum, bazısını yakalıyorum, gidi-
yor böyle. Nasırlar azdı. Sağ ayağımın serçe parmağı arsız, yaygaracı
bir çocuk gibi. Mütemadiyen sızlıyor. Nerdeyse kucağıma alıp ninni
söyleyeceğim.
Feride Harum'a ikramına teşekkür ederim. İyi yaptın. Bu kadar
yeter. Yorgunluk hepimizde var. Haftada galiba yirmi altı saat ders veri-
yorsun. Elbette yorulacaksın! Yalnız arzusuzluktan, filan bahsetmen
doğru değil. Tehlikeli yaşlardayız. İhtiyarlığa meydan verme. Neşeli
ol. Gez, sinema, tiyatro gör, eğlen ve oku. Gözlüklerin nasıl? Git,
Naci Bey'e bir muayene ol. Ben buradan cam, çerçeve hazır gönderi-
rim. Hayatın lezzetini çıkarmaya bak. İstanbul çok pahalı biliyorum.
Fakat evi seversen, lezzetini çıkarırsan, odanı iyi tanzim edersen . O
çok mühim bir şey. Evlenseydin çok iyi olurdu. Evlenmedin, o halde
kadın ve çocuk dırıltısı yok. Buna da sevin. Bil ki insan kendi içinde-
dir. Evini neşeyle döşe, yani içini rahat tut, sen rahat edersin. Bu yaşta
hayatın her günü bir fırsattır, piyangodur. Hissene düşenden zevk al.
Çocukluğunda sana nasihat veremedim. Ben de yarı deliydim. Şimdi

308
TANPINAR ' IN MEKTUPLARI

tecrübem var. Nasihatimi dinle. Tütünü azalt, içkiyi mümkünse bırak.


Bol B vitamini, B kompleksi ye. Sık sık muayene ettir kendini. Eksik
vitaminler varsa tamamla . Hayatın asıl tatlı tarafına geldin. Kapını ihti-
yarlık denen münasebetsiz misafirin girmeyeceği şekilde kapa.

Maalesef ditonabeyi bulamadım. Burada yok. Fakat tertibini bana


yollarsan, Fransızların muadili ilacı gönderirim.
Şimdi en mühim meseleye geliyorum. Buzdolabını ben de almak
isterim, zaten ben yazdım. Üç güçlüğü var: 1) Para, 2) Gümrük. Çünkü
ben radyo ve pikap ve disk getireceğim. 3) Ben tayyare ile döneceğim ,
onu nasıl göndermeli?
. Buradan alırsam yüz bin frank. Belki İtalya'da, belki İspanya'da,
belki değil şüphesiz, daha ucuzdur. Niyetim oradan alıp vapurla gön-
dermek. Fakat daha evvel konsoloslııktan meseleyi öğrenmeliyim.
Eğer gümrük varsa imkansız. Şimdi sırasıyla vaktin olduğu zaman,
yani müsait vaktinde yapacağın şeyleri söyleyeyim:
1) Telefonun istida mevzuunu yazdığın mektup kayboldu. Onu bir
daha yaz.
2) İstanbul'da yerli buzdolabı yapılıyormuş . Kaça veriyorlar.
Alacak gibi mi? Bunu ve şartlarını bildir.
3) Türk Ekspres'e benim tayyare borcumu verdin mi? Vermedinse
kalanını ver. Ve iki şeyi öğren: Birincisi, buraya bana eşyam için
serbest bir nakil kağıdı verirler mi? Yani yirmi veya otuz kilodan faz-
lasını getirebilmem için (Paris'ten Marsilya'ya, Marsilya'dan Roma
ve İstanbul'a). Çünkü hiç olmazsa plaklarla ve pikapla kırk, belki de
altmış kilo fazlam olur. (Eşya alacağız, elbise filan ... ). İkincisi , tıpkı
trenlerde olduğu gibi bir marşandiz postası varmış , fazla eşyayı oraya
vermek istiyorum. O ne kadar fark eder. Ben öyle zannediyorum ki,
oradan geldiğim zaman verilmek şartıyla eşyayı gönderebilirsem, buz-
dolabı ve diğer şey için dört bin frank kadar kazanırız.

Yıne aynı Kutsi Bey'den şunu öğreneceksin: Biletimi gönderir-


sem, bana bir Paris-Madrit ve Madrit-Paris kısnu ilave edebilirler mi?
Bütün bunları gelecek ay yapacaksın. Türkömer bana mektup

309
KENAN TANPINAR' A MEKTUPLAR

yazdı . Ben ona cevap yazacağım. Bu cevapta Kutsi Bey 'e istediğim
şeyleri yapmasını söylemesini rica edeceğim . Eğer bunları kurtarırsak
altmış bin frank kazanırım. Çünkü buzdolabı çok mühim. Benim halim
malum, burada biraz pisboğazlık etsem, basurlar dışarıya çıkıyorlar. Bu
itibarla bonfileden başka yiyeceğim kalmadı gibi bir şey. Yani dolabı
ben de istiyorum. O zaman Pendik'ten eti tedarik ederiz.
Nihayet bir borç meselesi var. Onu sana sonra yazarım. Mühim
değil ; fakat çok nazik bir insana. (Türkçesi bizim Necdet Bey' e on
sekiz yahut on yedi İngiliz borcumuz var. Bir uğra, sor, kaç para ve
paramız müsait olduğu zaman da verirsin. Zannederim üç yüz seksen
filan eder). Karı koca gözlerinden öptüğümü de söylersin.
Mualla ' nın mektubu çok hoşuma gitti . Her zaman yazsın.
Halil Bey' e, Nigar Hanımefendi'ye çok çok hürmet. İkisinin
de gözlerinden, yanaklarından öperim. Seni kucaklar öperim aziz
Kenan ' cığım.
Hepiniz sıhhat, saadet ve afiyette olun. Cümlenize Allah ömürler
versin.
H. Tanpınar

Aman Kenan evdekileri hoş tut! Hepsi ihtiyar artık! Pişman olur
insan. Ne kadar iyi kalplisin, sen daha azap çekiyorsun. Kendine iyi
bak. Bugün kar yağacak gibi. A.H. ·
Mesut' a selam , gözlerinden öperim.

18 Mart 1960
Halil Bey 'ciğim, 5

Reçeteyi aldım , fakat gözlüğü alamadım. Üç sebep var, sırasıyla


yazıyorum: 1) Burada bu işler Almanya' dan hem çok kötü (kalite itiba-
rıyla) hem pahalı. Senin gözlük burada on bin franga ancak çıkar. On
bin frank ise bizim parayla iki yüz seksen lira fılandtr. Yani İstanbul

5 Ablasının eşi.

310
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

fiatından pahalı. Hemen hemen üç misli. 2) Reçetede yalnız camlar


var. Bu itibarla güçlük olacak. 3) Yolcu bulmak, zamanında göndermek
güç. Odam küçük bir bedesten oldu. Eşyayı gönderecek adam bulamı­
yorum. Gecikir.
Sana göz gibi mühim meselede hizmet etmek isterdim. Fakat
görüyorsun biraz güç ve pahalı. Madem ki İstanbul 'da var, döviz har-
camayalım bu işe. Kenan benim paramdan yüz, yüz yirmi lira versin.
Yani parasını ben ödeyeyim, oradan alın. Dövizle İstanbul' da olmayan
şeyler alalım. Reçeteyi mektupla gönderiyorum. Kusura bakma. Sana
hizmet etmek isterim. Kime sordumsa akıllıca iş olmaz diyorlar. Hatta
eczacılar bile. Dediğim gibi İstanbul ' dan alın. Benim hesabıma alın.
Her şeyi iyi olsun. İstanbul buradan çok ucuz. Mevcut eşyadan bahse-
diyorum. Hele bu gibi şeylerde hükumet takas filan yaparak ucuz temin
ediyor. Münib olsaydı , olurdu. Ben sana yazdığım zaman İstanbul'da
yok sanıyordum.
Hemşirenin, senin, Mualla'nın, Mesut'un hepinizin gözlerinizden
öperim. Sevgiler, hasretler, afiyet temennileriyle
A.H. Tanpınar

Gözlüğü bir göz doktoruna daha gidip kontrol ettirin. Başka şeye
benzemez. En mühim şeydir. Tekrar ediyorum, çok pahalı olurdu bura-
dan. Madem ki ben hediye ederim, aynı şeydir. Kusura bakma.
Sevgilerle Hakk'a emanet ederim. A.H.

Kenan,
Unuttum: Mozart'tan daha beş disk alınacak. Bilhassa kentetler ve
tek alacağım opera: Cosifan tutti. Sonra Stravinsky'ler var.
Bu filetleri almakla bok yediğimi şimdi anlıyorum. Tabii almasay-
dım çıldırırdım. O da başka . Hülasa evlenmek gibi bir şey. Masraflı ,
müsrif bir karım var şimdi. Hayırlı olsun. A.H.

311
KENAN TANPINAR' A MEKTUPLAR

108
29 Mayıs 19606
Kenan'cığım, hemşire , Halil Bey,
Sevinç delisiyim. Şu anda hiçbir şey yazamam. Allah bir daha
böyle bir idare, böyle namussuzluk göstermesin. Yavaş yavaş Avrupa
matbuatı bizim sevincimize iştirak etmeğe başladı.

Ben on beşinde orada olacağımı zannediyorum. Bir hafta sonra


Paris'ten hareket edeceğim. Bir arkadaşla eşyanın bir kısmını gönder-
mek ihtimalim vardır. Sırasında yazarım.
Bana bol mektup yazın ve sarih havadisler verin . Aynca tayyare
ile -paraya bakmadan- gazete gönderin. Sıhhatim iyi.
Sadece sevincimden aklımı oynatacağım diye korkuyorum.
Hepinizin gözlerinizden öperim.
A.H. Tanpınar

109
[Ankara, 1960]
Kenan,
Geldim geleli yazamadım; bugün, yarın kurtulurum diyordum.
Bittabi seni, hemşireyi, enişteyi pek merak ediyorum. Hastalığın nasıl
oldu? Şimdi, ki yedi gün oldu, burada kalmak icap ediyor; meraktan çat-
layacağım. Onun için iki satırlık bir mektup behemehal yaz. Belvü Oteli-
Ankara. Adres bu. Bir şey yaptığım da yok. Günlerim vekalette eşin
dostun kafasını şişirmek, bezik oynamakla geçiyor. Yalnız Beş Şehir'in
son tashihlerini yaptım ve hasılasını verdim. Vekille beraber Kutsi'yi
bekliyoruz. Zannediyorum ki bir, iki güne kadar gelir. Sonra İstanbul ' dan
Unesco'ya seçiyorlar, bir iki gün de orada çalışacağız. Hesaba nazaran
gelecek salıya İstanbul'a dönerim. Ne okuyabiliyorum, ne yazabiliyo-
rum. Sadece vekille kovalamaca oynuyoruz. Kafam kızmıyor değil.

6 "La Closerie Des Lilas" antetli kağıda yazılmıştır.

312
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Seyahatin bilançosu otel masrafları hariç, otomobil ve cigara mas-


rafı elli lirayı buldu. Üstelik tek gömlekle gelmiştim, her akşam gömlek
yıkamak var. Nasıl unuttum, bilmiyorum. Artık böyle gidecek.
Daha harcırahı almadım. Uykusuzum. Gündüzleri uyuyorum.
Felaket tarafı şu ki , dolma kalemi kaybettim. Aramadığım, başvur­
madığım yer kalmadı , bulamadım. Bu da seyahatin ceremesi olacak.
Bu yüzden çalışamıyorum . Sana ve Tank' a mektup yazamamamın bir
sebebi de bu. Kurşun kaleme alışamadım. Eğer yarın da bulunmazsa bir
kalem satın alacağım. Çünkü Beş Şehir' e mukaddime yazıJacak .
Hepinizin gözlerinizden öperim. Hasretler, sevgiler.
Hiçbir iş yapmıyor , dostluk vergisi ödüyorum.
H. Tanpınar

Eve bir uğra, bak, ne hfilde?

313
İSMAİL HİKMET ERTAYLAN' A MEKTUP

110
9 Temmuz 1956
Kardeşim Hikmet Bey,
Edebiyat Tarihi'nin ikinci baskısı çıktı. Sana gönderiyorum.
Kitaptan bir miktar satın alınması için Maarif'e bir istida yazdım ve iki
nüsha yolladım. Kadri Bey de meseleyi biliyor. Ona da mektup yazdım.
Bu meselenin tahakkuku için senin de himmetini bekliyorum.
Bilhassa paranın derhal verilmesi çok işime yarar. Buna da lütfen gay-
ret et. Birkaç nüsha arkadaşlar için ayırdım, emredersen gönderirim
(bittabi muharrir hediyesi olarak).
Bu vesileyle gözlerinden öper, sıhhat , saadet, başarılar dilerim aziz
kardeşim.

Hamdi Tanpınar
Bir cevap verirsen çok minnettar olurum. A.H.

314
ANTALYALI GENÇ KIZA MEKTUP

111
Antalyalı Genç Kıza,ı
Mektubunuza vaktinde cevap veremedim. Maalesef katibim yok.
Halbuki şair, muhanir ve üniversite hocası olarak işim epey fazla. Lise
sınıflarını, vaktiyle efsanevi denebilecek uzak bir çağda, yani 1918-
1919 yıllan arasında, benim gibi Antalya'da okuyan ve beni merak eden
bir genci hiçbir şekilde bekletmek istemezdim. Edebiyatı gerçekten
seviyor musunuz? Eserimle temasınız var mı? Buralarını bilmiyorum.
Mektubunuzda beni layıkıyla okuduğunuzu gösteren bir emareye rast-
lamadı m. Yalnız lise talebesisiniz ve Antalya'dasınız. Yani 1918-1919
yıllan arasında aşağı yukarı benim yaşadığım hayatı yaşıyorsunuz. İşte
size bunun için yazıyorum. Bulunduğunuz memleketin, belki de orada
doğdunuz, hayatımda mühim bir yeri vardır. Sizin sahillerinizde, o deni-
ze bakarak, o lodos dalgalarını seyrederek, benim gençliğimde şimdi­
kinden çok az verimli olan meyve bahçelerinde dolaşırken ilk şiirlerimi
tasavvur ettim ve edebiyattan başka bir şey yapamayacağımı anladım.
Yavaş yavaş bir hülya adamı oldum. Hayatımı herhangi bir antolojide
bulabilirsiniz. 190l'de doğdum. Babam kadıydı. Bu yüzden çocukluğum

1
Bu mektubun biri daktilo edilmiş, ötekisi Tanpınar'ın el yazısı ile iki nüshası vardır.
Profesör Dr. Mehmet Kaplan, Tanpınar'ın Şiir Dünyası'nda daktilo edilmiş nüsh ay ı
neşretmiştir. Tanpınar' ın yakın arkadaşı Dr. Tank Temel ' in lutfetıniş olduğu mektup ,
esas nüsha olduğundan, biz , burada onu veriyoruz.

315
ANTALYALI GENÇ KIZA MEKTUP

daha ziyade onun Anadolu'da tayin olunduğu yerlerde geçti. İstanbul' da


iki memuriyet arasında kalıyorduk. Ergani madeninde üç yaşımda iken
bir gün kendime rastladım. Çok karlı bir gündü. Ben sıcak ve buğulu
bir camdan karla örtülü bayıra bakıyordum. Sonra birdenbire kar tekrar
yağmaya başladı. Bir çeşit çok lezzetli bir hayranlık içinde kalmıştım. Bu
anı her karlı günde hatırlar ve yağmasını beklerim.

Ergani'den sonra Sinop'a gittik (1908-1910). Orada denizle dost


oldum. Çocukluğumun en büyük zevki bir berzahta kurulu şehrin iki
yanındaki deniz kıyısında oynamaktı. Tophane tarafında (asıl ticaret
limanı) bir yerde Delibaş diye bir ustanın gemi imalathanesi vardı.
Ben yedi , sekiz yaşımda bu geminin gönüllü işçileri içindeydim. Fakat
arka taraftaki büyük kumlukta dalgaların gelişini seyretmekten hoş­
lanırdım. Sonradan Şile ve Kilyos'a benzediğini öğrendim. Hiçbirisi
kumluk sahilde dalgaların birbiri ardınca çığlar halinde gelişi kadar
güzel olamaz. Siirt'te uzak dağlara akşam saatlerinde çöken yalnızlı­
ğı ve yıldızlı geceleri tanıdım. Yazları çok sıcak olan bu memlekette
damlarda yatardık. Yıldızlı gece beni büyülerdi sanki. Sonsuzluk dalga
dalga vücudumu ve ruhumu doldururdu. Bir Sümer rahibi gibi muhay-
yilem hep yıldızlarla meşguldü. Sırrın içinde yüzerdim. Buna akşam
saatlerinde uzak dağların aldığı o korkunç yalnızlığı , o ezici morluğu
ilave edin. Kerkük'de yine damlarda yatardık (1913-1914). Yine gece
ve yıldızlar. Şimdi kaybettiğimiz bu şehre on üç yaşımda gelmiştik.
Üç evde oturduk. Üçünün de geniş bahçeleri vardı. Antalya'ya 1916
sonbaharında geldik. Epeyce büyümüştüm. Tek başıma , geceleri deniz
kıyısında veya kayalıklarda, Hastahanebaşı'nda gezmek hakkım vardı.
Karanlık epeyce inip de kayaların gölgesi beni korkutana kadar orada
kalırdım. Denizin iki manzarası beni çıldırtırdı. Biri bu kayaların sahile
bakan bir yerinde sabah ve akşam saatlerinde durgun denizin ışığıyla
dipteki taş ve yosunlarla aldığı manzara, biri de öğle saatlerinde güneş
vuran suyun elmas bir havuz gibi genişlemesi. Bunlar benim muhay-
yilem için büyük manaları olan şeylerdi : Bu manalar sade güzel değil­
diler, bana bir türlü çözemediğim bir hakikati veya sırrı anlatıyorlardı.
Bir gün İstanbul'a tahsile gönderecekleri gün, Hastahanebaşı'na giden

3 16
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

bu manzara ile bir daha karşılaştım. Fakat büsbütün başka şekilde.


Dostlarım Ali Kemahlı ile Nail' in evlerine gidiyordum . Bu evle yanın­
daki evin arasındaki boşluktan yine güneşin bütün bir saltanat içinde
dinlendiği durgun denizi gördüm. Hiçbir şey insana bu kadar yakın ve
buna rağmen ezici şekilde güzel olamazdı. Manzara, söylediğim gibi
benim için yeni değildi ; gideceğim evin denize bakan herhangi bir
yerinden, Nail ile dama oynadığımız taraçadan da görebilirim. Fakat o
anda yeni bir şey gibi görüyordum. Bir, iki dakika büyülenmiş gibi bu
manzaraya baktığımı hatırlıyorum . Denizin ve aydınlığın dersi miydi?
Böyle olsa bile o anda zihnimde herhangi bir vuzuh yoktu. Sadece
mühim bir şey olduğunu biliyordum. Zaten gördüklerimi zihni hayatı­
ma nakledebilecek bir bilgim yoktu. O devirlerde bu, şiire adam akıllı
kendimi vereceğim devirdi. Çocuk denecek bir seviyede ve sadece
roman okumayı seven bir adamdım. Bununla beraber çözülmesi gere-
ken psikolojik bir muamma karşısında bulunduğumu ve bunun, benim
gördüğümle kaynaşan şey arasında halled ileceğini sezdim. Bu manza-
ranın sırrını çözebilsem, çözersem, çözebilirsem kendim için her şeyi
halletmiş olacağıma kani idim. Fakat henüz çare ve vasıtalara sahip
değildim. Bu ancak büyülenme kelimesiyle anlatılabilecek bir histi.
Fakat galiba bu da yetmez, hakikat şu ki, üzerimde bir türlü çözemedi-
ğim bir sır, gelecek zamana ait bir ders tesiri yapıyorlardı. 1921 yılında
tekrar Antalya'ya tatil için döndüğüm zaman bir gün yine Hastahane
yolunda iki evin arasında tekrar güneşle birleşmiş, güneşin sarayı ve
havuzu olmuş bu su ile karşılaştım. Manzara sadece muhteşemdi. Fakat
bu güzellik bana acaip bir ölüm düşüncesi arasından geldi. Hiçbir şey
bu kadar insana yakın, buna rağmen bu kadar ezici, ondan ayrı olamaz-
dı. Bu şiire adamakıllı kendimi verdiğim sene idi. Birçok şair okumuş­
tum. Yahya Keman, Haşim ' i tanıyordum. Zannederim ki, o gün kendi
şiirimin benim dışımda örneğini gördüm. Bunu gerçekten anladım mı?
Bir insan kendisini ancak hayatının küçük meselelerinden sıyrıldığı,
yahut da onları zihni bir şekle soktuğu zaman bulabilir. Talihimiz
içimizde çok gizli bir yerdedir. Fakat ona erişebilmemiz için birçok
şeylerden kurtulmamız lazımdır. Bu , bende çok geç oldu. 1921 yılında
ise, ben henüz bu çağda değildim. Dilin dışında hiçbir şeyin üzerinde

3 17
ANTALYALI GENÇ KIZA MEKTUP

duramıyordum. Aynı günlerde yine bulunduğunuz memlekette denizin


bir başka manzarasıyla karşılaştım. Güvercinlik denen deniz mağarası­
nı gördüm. Bu mağara suyun hücumuyla, açılıp kapanan aydınlığıyla
benim için mühim bir şey oldu. Dediğim gibi, gördüklerimi henüz
küçük bir keşif haline getirecek seviyede değildim . Fakat estetiğimfo
temeli olan rüya fikri, biraz da bu mağaraya bağlıdır.
Huzur romanımda Antalya' dan bahis vardır. Hastahanebaşı' ndaki
kayalar, Güvencinlik ve deniz, Mümtaz'ın iç hayatının adeta örgüsünü
yaparlar. Fakat dikkatli okumak, gizli bağlan bulmak lazımdır. Bütün
roman bu zemin üstüne düşer. İstanbul denizi ve Boğaziçi geceleri gene
bu senelerde gelir. Fakat asıl hayaller dünyamın bir tarafını çocuklu-
ğumun yıldızlı geceleri ve insana yalnız nefsinin ve aczinin sembolü
dağlar, bir tarafını deniz üzerine anlattıklarım teşkil eder. Bunlar benim
şiirlerimin "algebre" tarafıdır, diyebilirim. Yıldızlı gece ve denize,
dağın içimizde uyandırdığı yalnızlık duygusundan gittim. Deniz insanla
durmadan konuşur. Bununla beraber bu yalnızlık duygusu benden git-
miş değildir. Bittabi bu manzaraları bu şekilde görebilmem için hayata
İstanbul gibi bir deniz şehrinden başlamak gerekirdi. Şiirde ve fikirde
ilk ve galiba yüzünü gördüğüm son hocam Yahya Kemal oldu. Haşim'i
daha evvel okumuş ve sevmiştim. Bu iki şair bana kendilerinden evvel-
kileri unutturdular. Yahya Kemal'in derslerinden -Fakülte'de hocamdı­
ayrıca eski şiirlerin lezzetini tattım. Galip'i, Nedim'i, Bili'yi, Nfüll'yi
ondan öğrendim ve sevdim. Yahya Kemal'in üzerimdeki asıl tesiri şiirle­
rindeki mükemmeliyet fikri ile dil güzelliğidir. Dilin kapısını bize o açtı.
Bazıları bu tesiri başka türlü görüyorlar. Hakikatte estetiğimiz ayndır.
Aşağıda anlatacağım. Yalnız millet ve tarih hakkındaki fikirlerimde bu
büyük adamın mutlak denecek tesiri vardır. Beş Şehir adlı kitabım onun
açtığı düşünce yolundadır, hatta ona ithaf edilmişti. İki defasında da bu
kitap bulunduğum yerde basılmadı ve ben bu ithafı yapamadım. Bende
asıl büyük tesir, Fransız şiirinden ve bu şiirin, Baudelaire-Mallarme-
Valery kolundan geliyor. Fakat bu çizgi de tam değildir. Gerard de
Nerval diye çok mühim bir Fransız şairini, Hoffmann ve Edgar A. Poe,
Faust'u ile Goethe'yi, Dede Efendi'yi, Mozart ve Beethoven'i, Bach'ı,

318
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

sevdiğim Fransız ve İtalyan ressamlarını, Fransız empresiyonist ressam-


ların mühimmini , bazı modernlerin payını da ayırmak lazımdır. Nihayet
bütün bunlara bence en sevdiğim romancı olan Marcel Proust'u da ilave
gerekir. Asıl estetiğim Valery'yi tanıdıktan sonra, (1928-1930) yılların­
da teşekkül etti. Bu estetiği veya şiir anlayışını rüya kelimesi ve şuurlu
çalışma fikirleri etrafında toplamak mümkündür. Yahut da musiki ve
rüya. Valery'nin "velev ki , rüyalarını yazmak isteyen adam bile azanıJ
şekilde uyanık olmalıdır" cümlesini "en uyanık bir gayret ve çalışma
ile dilde bir rüya halini kunna" şeklinde değiştirin, benim şiir anlayışım
çıkar. Bu metodu evvela şekil verici kaide ve unsurlar temin eder. Bu
kaideler ve zaruri unsurlar (vezin ve kafiye) yavaş yavaş bizde hususi
bir şekil alır, yani bizim kendimize mahsus tekniğimiz olur. Ve dile bu
sayede kendi sesimiz ve o sayede de kendi benliğimiz, hayat tecrübemiz
girer. Sesten çok bahsettim; çünkü insan biraz da sestir. Sesimiz nabzı­
mızla beraber değişir. Alelade konuşma anında bile ~ğer çok umunli
bir şeyden bahsetmiyorsak- sesimiz daima değişir. Hislerimiz, heyecan-
larımız, bütün iç varlığımız sesirnizdedir. Çığlık şiirin yansıdır. Bütün
mesele dili bir sesin kendisi yapmaktır. Bu, adım adım, yani mısra mısra
olur. Şu hfilde her mısra şekildir. Sanatta hocalarımdan biri olan ve şiir­
lerini çok sevdiğim Stephane Mallarrne, mısraı "birçok kelimelerden
yapılmış hususi bir dalgalanması olan tek ve uzun bir kelime" diye tarif
eder ki, çok doğrudur. Valery ise, şairde kulağın daima uyanık bulun-
ması gerektiğini söyler ki , aynı şeydir. Çünkü kulağımız şiir işlerinde en
büyük kontroldür. Bence şiir meselelerinde en güç şey, insanın kulağı
ile tam bir işbirliği yapmasıdır. O hem sizin olmalı , hem de sizi idare
edecek kadar dışarınızda , hatta tarafsız olmalı. Ancak bu şekilde şiir
nağme olur. Bizi his ve heyecanlarımıza esir olmaktan kulağımızın dik-
kati kurtarır. O yavaş yavaş şiirle aramıza girer, eseri geçici hislerimizin
ifadesi olmaktan kurtarır. Dilin hamuruna gerektiği gibi şekil vermemizi
temin eder. Şiir hakkında bu tarz düşünen , onu sonunda insandan ayıran
bir adamın niçin roman yazdığını şimdi bana sorabilirsiniz. O zaman
size derim ki, şiir söylemekten ziyade bir susma işidir. İşte o sustuğum
şeyleri hikaye ve romanlarımda anlatırım. Onun için mümkün olduğu
kadar kapalı alemler olmasını istediğim şiirlerimin anahtarlarını roman

319
ANTALYALI GENÇ KIZA MEKTUP

ve hikayelerim verir. Mamafih roman anlayışım şiir anlayışımdan fazla


ayrılmaz. Orada da rüya kelimesi için söylediğim şeyler, hatta rüyanın
nizamı hakimdir. Şu farkla ki, şiirde dolayısıyla kendimin, hikaye ve
romanlarımda kendimle beraber mümkün olduğu kadar hayatımın ve
insanların -kendimden başkalarının- peşindeyim. Ve başkalarına ait
zamanın peşinde .. . Abdullah Efendinin Rüyaları 'nda, Huzur'da sanatı­
mın -eğer üzerinde duracak bir şey varsa- iki kolunun birleştiği yerler
vardır. Şimdi insandan bahsedeyim: Oldukça çalışkanımdır. Kendime
göre derbeder bir intizamını vardır. Hafızam zaman zaman parazit yap-
makla beraber kuvvetlidir. Okumayı çok severim ve okuduğumun esaslı
tarafını kolay kolay unutmam. Çabuk hiddet ederim, fakat insanlarla
münasebette daha ziyade kendimi kabahatli bulurum, hele kızarsam.
Kızmak işi araya girdiği için asıl kabahat daima benimdir. Sorumluluk
duygusu olan insan kızmamalıdır. Kendimi epeyce iyi tanırım. Tabiatım
yahut mizacım, büyük çöküntü ve melankoli anları dışında neşelidir.
Münakaşayı severim, fakat sonunda etrafı kırdığım -kırmağa mecbur
olduğum- için mümkün mertebe çekinirim. Bu demektir ki, kendi
düşüncelerimden başkasını pek beğenmem. Meğer ki, küçükten beni
tanımak. şartıyla doğru düşünen biriyle karşılaşayım. Kendi fikirlerimin
bana karşı tekrarından sinirlenirim. Çünkü benim gibi düşünülürse
benim maymunum olurlar. Tam düşünmezlerse, fikirlerim ve düşüncem
bozulmuş olur. Bazen de onlarda düşüncemin sakat tarafını görürüm.
O zaman her şeyi yeniden kurmak icap eder. Fazla benimsenen fikir-
lerimden daima nefret etmişimdir. Şahsiyete hürmet ederim. İnsanlığı
severim. Fakat her insanı beğenmem ve bütün insanlara acırım. Bu
demektir ki, oldukça yani herkes kadar hodbinimdir. Maymunu sev-
mem, dedim, insana pek benzediği için. Bütün kötü huylarımız bu acaip
hayvanda vardır. Hilkat onu sakat bir aynamız gibi yaratmıştır. Kuşları
hemen hemen bulutlar kadar severim. (Aksi daha doğru olur). Kuşlar
arasında en sevdiğim serçedir. Dünyada bundan latif mahlfik tasavvur
edemem . Fakat asıl sevdiğim hayvanlar at, kedi ve köpektir. Eşek veya
at yük hayvanlarına çok acırım ve biraz da insan talihinin sembolü gibi
bakarım. Cins atları hem severim, hem de binmesini bir türlü öğrene­
mediğim için biraz kızarım. Cins köpek, cins kedi ve cins at, tabiatın

320
TANPINAR'IN MEKTUPLAR!

en büyük lüksleridir. Çiçeklerden gülü, menekşeyi, meyve ağaçlarının


çiçeklerini severim. Büyük ağaçlara çıldırırım. Büyük bir ağaç hem
deniz, hem de serçe gibidir. Rüzgar sesi, ağaç dalları ve yapraklan
arasında insanlaşır. Şiir anlayışımı Şiirler'in birinci ve son manzumele-
rinde bulabilirsiniz. "Ne İçindeyim Zamanın" şiiri, şiir halini , kozmosla
insanın birleşmesini nakleder ki, bir çeşit murakabe (içe dalına) ve rüya
hfilidir. Görüyorsunuz ki, hakiki rüyanın tesadüfleri ve tuhaflıkları ile
ala.kası yoktur. Zaten rüyanın kendisinden ziyade, -benim şiir anlayı­
şunda- bazı rüyalara içimizde refakat eden duygu mühimdir. Asıl olan
bu duygudur. Musiki burada işe girer. Çünkü bu duygu musikişinas
olmamak şartıyla musiki sevenlerde bu sanatın uyandırdığı hisse benzer.
Bunu yaşadığımızdan başka zamana geçmek diye de tarif edebilirim.
Başka türlü ritmi olan ve mekanla, eşya ile içten kaynaşan bir zaman.
İkinci şiir, "Boğaz' da Akşam" şiirin örgüsünü anlatır. Bu şiirde realite
olarak tek bir bulut vardır. Akşamla bu bulut değişir, bir yıldız olarak
gelir, Boğaz sularında yüzer. Böylece bir bulut, bir "objet'' etrafında bir
atmosferin kurulması hikayesi. Burada da musiki ile yine zaman vardır.
Musiki durmadan değişir ve değişerek kendi filentini içimizde kurar.
Şiir ve sanat anlayışımda Bergson 'un zaman telakkisinin mühim
bir yeri vardır. Pek az okumakla beraber o da borçlu olduğum insanlar-
dandır. Fakat 1932 yıllarında Schopenhauer ve Nietzsche'yi çok oku-
duğumu da hatırlatayım. Rüya meseleleri beni Freud ve psikanalistlere
götürdü.
İşte sanatım hakkındaki fikirlerimi öğrendiniz. Ne kazandınız?
Orasını bilmem. Kendime gelince ... İnsan o kadar mühim değildir. Ben
de herkes gibiyim.
Bu mektubu biraz da çocukluğuma göndermiş gibiyim. Bilmem
liseniz hala eski yerinde, yani Ambarlı 'da mı? Sizinle konuşurken , sizi
hep orada tasavvur ettim. Bana vaktiyle olduğum genç adamı hatır­
l attınız. Onun heyecan ve şaşkınlığını yaşadım. Size teşekkür ederim.
Arkadaşlarınıza ve hocalarınıza selam ve dostluklarımı, başarı dilekle-
rimi söyleyin. Minnettarım. Mesut ve çalışkan olun, aziz yavrum.

321
MEKTUPLARIN LİSTESİ

1. Ahmet Kutsi Tecer'e İstanbul Şubat 1931


2. Ahmet Kutsi Tecer'e İstanbul 26 Nisan 1934
3. Ahmet Kutsi Tecer'e İstanbul 24Ekim 1934
4. Ahmet Kutsi Tecer'e İstanbul 17 Ekim 1935
5. Ahmet Kutsi Tecer'e İstanbul 1935
6. Ahmet Kutsi Tecer'e İstanbul 29 Ocak 1936
7. Ahmet Kutsi Tecer'e İstanbul 7 Nisan 1936
8. Ahmet Kutsi Tecer'e İstanbul 9 Mayıs 1936
9. Ahmet Kutsi Tecer'e İstanbul 1937
10. Ahmet Kutsi Tecer'e İstanbul 60cak 1938
11. Ahmet Kutsi Tecer'e İstanbul 29 Ocak 1938
12. Ahmet Kutsi Tecer 'e İstanbul 22 Şubat 1938
13. Ahmet Kutsi Tecer'e İstanbu.I 1939
14. Ahmet Kutsi Tecer'e İstanbul 20 Ağustos 1940
15. Ahmet Kutsi Tecer'e İstanbul 1942
16. Ahmet Kutsi Tecer'e İstanbul 1943
17. Ahmet Kutsi Tecer' e Paris 27 Temmuz 1959
18. Ahmet Kutsi Tecer' e Aix-en-Provence l Ekim 1959
19. Cevat Dursunoğlu ' na İstanbul 2 Haziran 1942
20. Cevat Dursunoğlu ' na İstanbul 19 Ocak 1943
21. Cevat Dursunoğlu ' na İstanbul 6 Şubat 1943
22. Cevat Dursunoğ lu 'na İstanbul 31 Ocak 1961
23. Adalet Cimcoz' a Par is 6 Nisan 1953
24. Adalet ve M. Ali Cimcoz'a Paris 9 Nisan 1953
25. Adalet ve M. Ali Cimcoz'a Paris 15 Mayıs 1953
26. Adalet ve M. Ali Cimcoz'a Paris Mayıs 1953
27. Mehmet Ali Cimcoz' a Paris 4 Haziran 1953
28. Adalet Cimcoz'a Paris 16 Haziran 1953
29. Adalet Cimcoz'a Paris 25 Haziran 1953

322
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

30. Adalet ve M. Ali Cimcoz


Paris
ile Sabahattin Eyuboğlu'na 17-20 Temmuz 1953
3 1. Adalet Cimcoz' a Paris 9-17 Ağustos 1953
32. Adalet Cimcoz'a Paris Ağustos 1953
33. Adalet Cimcoz'a Paris 7 Eylül 1953
34. Adalet Cimcoz'a Napoli 9Ekim 1953
35. Adalet Cimcoz'a Floransa 22 Ekim 1953
36. Adalet Cimcoz'a Paris 14 Şubat 1955
37. Adalet Cimcoz'a Paris 28 Şubat 1955
38. Adalet Cimcoz'a Paris Temmuz 1959
39. Adalet Cimcoz'a Paris 20Temmuz 1959
40. Adalet ve M. Ali Cimcoz'a Londra 9 'Ağustos 1959
41. Adalet Cimcoz' a Antibes 14 Eylül 1959
42. Adalet Cimcoz'a Sete 26 Eylül 1959
Aix-en-Provence 29 Eylül 1959
43. M. Ali ve Adalet Cimcoz'a Paris 22 Ekim 1959
44. Adalet Cimcoz'a Paris 25 Kasım 1959
45. Adalet Cimcoz'a Paris 11 Aralık 1959
46. Adalet Cimcoz'a Paris 8 Ocak 1960
47. Adalet Cimcoz'a Paris 16 Ocak 1960
48. Adalet Cimcoz'a Paris 13 Şubat 1960
49. Adalet Cimcoz'a Paris Mart 1960
50. Adalet Cimcoz'a Paris 20 Mart 1960
51. Adalet Cimcoz'a Paris 24 Mart 1960
52. Adalet Cimcoz'a Paris 18 Nisan 1960
53. Adalet Cimcoz'a Paris 23 Nisan 1960
54. Adalet Cimcoz'a Paris 11 Mayıs 1960
55. Adalet Cimcoz'a Madrit Mayı s 1960
56. Adalet ve M. Ali Cimcoz'a Ankara Eylül 1960
57. Tank Temel'e Münih 4 Eylül 1957
58. Tarık Temel'e Paris Temmuz 1959
59. Tarık Temel'e Paris 20Temmuz 1959
60. Tarık Temel'e Londra 6 Ağustos 1959
6 l. Tarık Temel' e Paris 17 Aralık 1959
62. Tarık Temel'e Paris 1 Ocak 1960
63. Tarık Temel' e Paris 19 Ocak 1960
64. Tank Temel'e Zürih Şubat 1960
65. Tarık Temel'e Paris Şubat 1960
66. Tank Temel'e Paris 12 Mart 1960
67. Tank Temel'e Paris 16 Nisan 1960
68. Tarık Temel'e Par is 29 Nisan 1960
69. Tarık Temel' e Ankara 20 Eylül 1960

323
MEKTUPLARIN LİSTESİ

70. Mehmet Kaplan'a İstanbul 18 Şubat 1943


71. Mehmet Kaplan'a Ankara 27 Ocak 1944
72. Mehmet Kaplan'a Ankara Ocak-Şubat 1944
73. Mehmet Kaplan'a Paris Temmuz 1953
74. Mehmet Kaplan'a İstanbul 26 Aralık 1958
75. Mehmet Kaplan'a İstanbul 31 Aralık 1958
76. Mehmet Kaplan'a Londra 1 Ağustos 1959
77. Mehmet Kaplan'a Paris 2 Eylül 1959
78. Mehmet Kaplan'a Antibes 23 Eylül 1959
79. Mehmet Kaplan'a Paris 28 Şubat 1960
80. Sabahattin Eyuboğlu'na Paris 9 Nisan 1953
81. Sabahattin Eyuboğlu'na Paris 17 Haziran 1953
82. Sabahattin Eyuboğlu'na Londra 4 Ağustos 1953
83. Nur Tahsin Sakır'a İstanbul
84. Hüseyin Tahsin·Salor' a Paris
85.Hüseyin Tahsin Salor'a Londra 16 Temmuz 1959
86. Niyazi Akı'ya Paris 11 Nisan 1960
87. Hüsamettin Bozok'a Paris 7 Eylül 1959
88. Hüsamettin Bozok'a Paris l Mart 1960
89. Hasan Ali Yücel'e İstanbul 1 Temmuz 1961
90. Avni Givda'ya Ankara 19 Ekim 1929
91. Macit Gökberk'e 1953
92. Suut Kemal Yetkin'e İstanbul 1960
93. Bedretti.n Tuncel' e İstanbul 5 Ocak 1961
94. Takiyettin Mengüşoğlu ' na İstanbul 20Temmuz 1961
95. Kenan Tanpınar'a Paris 7 Eylül 1953
96. Kenan Tanpınar ' a 1 Eylül 1957
97. Kenan Tanpınar' a Londra 12 Ağustos 1959
98. Kenan Tanpınar ' a 6 Eylül 1959
99. Kenan Tanpınar'a 6 Ekim 1959
100. Kenan Tanpınar'a İsviçre-Zürih 6 Şubat 1960
101. Kenan Tanpınar 'a 9 Şubat 1960
102. Kenan Tanpı.nar'a 11 Şubat 1960
103. Kenan Tanpınar' a Paris 13 Şubat 1960
104. Kenan Tanpınar'a Paris 19 Şubat 1960
105. Kenan Tanpınar'a Paris 19 Şubat 1960
106. Kenan Tanpınar'a Mart 1960
107. Kenan Tanpınar'a 18 Mart 1960
108 . Kenan Tanpınar'a 29 Mayıs 1960
109. Kenan Tanpınar'a Ankara 1960
110. İsmail Hikmet Ertaylan 'a 9Temmuz 1956
111. Antalyalı Genç Kıza

324
DİZİN

A Ahmet Kemal bk. Yetkin, Suut Ke-


mal
Abadan, 117 Ahmet Vefik Paşa (Devlet adamı , ya-
Abbe [Jerome Coignard] (A. zar, çevirmen, 1823-1891), 155
France ' ın kahramanı) , 168 Air France, 76
Abdullah Efendinin Rüyaları (Tan- Aix bk. Aix-en-Provence
pınar), 320 Aix müzesi bk. Granet müzesi
Abdülaziz (Osmanlı padişahı, 1830- Aix-en-Provence, 66, 150, 322, 323
1876), 92, 161 Aka Gündüz (Romancı, 1886- 1958),
Abdülhamit II (Padişah , 1842-1918), 28
226, 229 Akademi bk. Güzel Sanatlar Aka-
Abdülkadir Meragl (Bestekar, 1360? demisi
- 1435) , 162 Akdeniz, 67 , 139, 141 , 146, 149, 192
Abes (Camus), 209 Ala , Niyazi (Edebiyat araştırmacı­
Abidin bk. Dino, Abidin sı , öğretim üyesi, 1912- 1992),
Acar, Kuzgun (Heykeltıraş, 1928- 8 , 268, 273
1976), 91, 97 Akif Paşa (Şair, devlet adamı , 1787-
Adem Hz., 113 1845), 220
Adil, Fikret (Yazar, 1901- 1973), 96, Aksaray (İstanbul) , 298
209 Aktürel, Teoman (Şair, 1932-2007) ,
Ağaç (Dergi), 36 137, 174 , 181 , 186
Ahmet m (Padişah, 1673- 1736), Akün, Ömer Faruk (Türk edebiyatı
229 profesörü , d . 1925), 174, 225,
Ahmet Haşim (Şair ve yazar, 1887- 238 , 269,273 , 294
1933), 63 , 106, 204, 317, 318 Alacaklılar (Strindberg), 64

325
DİZİN

Alafranga Reşat Nuri bk. Darago, 224, 230, 232, 275, 276, 277'
Reşat Nuri 278,283,312
Alain (Filmci) , 170 An.kara Hukuk Mektebi, 277
Alfüyeli Ahmet (Sahnenin Dışında- An.kara Üniversitesi , 283
kiler), 61 Anouilh, Jean (Fran s ız oyun yazarı,
Albergo Bela Napoli, 124 1910-1987),129, 156
Aµ,83 Antalya, 62, 74, 151 , 206, 243, 315,
Ali Kemahlı (Lise arkadaşı), 317 316, 317,318
Ali Paşa (Devlet adamı, 1815-1871), Antalya ambarı, 52
132, 226 Antibes, 66, 68,131 , 141 , 143, 144,
Aliye bk. Berger, Aliye 145 , 146, 147, 151 , 243 , 244,
Alma meydanı, 97 245,246,247
Almanya, 134, 154, 155, 199,207, Antibes müzesi, 146
212, 213 , 228, 250, 291 , 292 , Antigone (Sofokles), 154
297, 301 , 310 Anvers, 146
Altan, 97 Aptullah Efendi lokantası , 91
Altın Horoz lokantas ı, 131 Aragon, Louis (Frans ız şairi, 1897-
Altona (Almanya), 154 1982), 144,204,247
Ambarlı (Antalya), 321 Arbaş, Avni (Ressam, 1919-2005),
Amerika, 96, 97, 107, 208, 220, 306 56, 81, 82, 85, 86, 89, 94, 103,
Amiens katedrali, 110 104, 108, 111 , 11 3, 118, 125,
Amiens, 110 128, 131, 142, 145, 167, 189,
Amsterdam, 106, 107, 149, 212, 213, 253 , 254, 255, 257, 277 , 279,
259,297,299 300
Amsterdam müzesi, 107 Arbaş , Henriette, 81 , 89, 113, 118,
"Ana Oğul" (Arbaş) , 81 131,257
Anadolu, 66, 96, 128, 151, 177, Arden, Elizabeth (Amerikalı güzel-
194, 214,229, 230,232,316 lik uzmanı , 1882-1966), 99
Anadolu Kulübü, 66 Aristo (Yunan filozofu, M.Ö. 384-
Anadoluhisan, 137, 177, 209 322), 65, 184
Anday, Melih Cevdet (Şair ve ya- Aristophane (Atinalı yazar, M.Ö.
zar, 1915-2002), 170 448-480), 177
Andoğlu, Fikret (Ressam), 190 Arnhem , 106, 259
Anhegger, Mualla (Mimar, 1919- Arıs (Gazete), 175
2009), 258 "Arts ... Baellus", 35
An.kara, 10, 28, 30, 37, 38, 40, 47, Asar-ı Atika Müzesi, 29
48, 55, 56, 61 , 63, 70 , 71, 75 , Asya, 79
151 , 194, 204, 207 , 221, 223 , Aşık Veysel [Şatıroğlu] (Halk şairi,

326
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

1894-1973), 176 187, 300, 318


Atabinen, Reşit Safvet (Yazar ve ta- Baden-Baden, 246
rihçi, 1884-1965), 93 Bahadır, Mine (Türkömer'in kızı) ,
Atatürk, Gazi Mustafa Kemal 212,298
(T.C.'nin kurucusu, 1881-1938), "Bajazet chez Baja.Zet" (Tanpınar) ,
233 210
Atay, Falih Rıfkı (Yazar, 1894- Bakanlıklar (Ankara), 194
1971), 170 Baker gölü, 259
Athena (Zeka tanrıçası), 216 Bakırcıyan , 126
Atina, 130, 165 Baki (Divan şairi , 1526-1600), 269,
Attila (Ressam), 305 318 .
Aumonier (Mere Courage), 168 Baldwin, Jarnes (Amerika11 oyun ya-
Auteuil, 112 zan, 1924-1987), 169
Avenue du Maine, 197 Ballkçı (Cevat Şakir Kabaağaçlı, ya-
Aveoue George-V, 97 zar, 1890-1973), 149
Avignon, 133, 134,152,153,156 Bali (Ayakkabı markası), 290
Avni Bey, 56, 300 Balzac, Honore de (Fransız roman-
Avrupa, 8, 38 , 39, 40, 41 , 67, 89, cısı , 1799-1850), 85 , 159, 163
94, 108, 114, 115, 116, 117,125, Barbizoıı, 135
141 , 155, 164, 181, 193, 199, Bardot, Brigitte (Fransız aktrisi, d.
201 , 202, 207, 215, 216, 220, 1934), 246
236, 237, 248 , 254, 256, 277, Baron Dore, 91
281 , 287 , 298,312 Barselon, 120
Avusturya, 139 Bar-sur-J' eau, 198
Ayasofya, 122, 168 Bartok, Bela (Macar bestekarı, 1881
Ayaspaşa, 286 -1945), 178, 179
Aykut, İlhan Şevket (Şair, öl. 1990), Başaran , Heyecan (Tiyatro sanatçı­
119, 197, 202, 203, 205 , 208, sı ,d. 1930), 95, 97, 99
209,211 , 212,214,217, 285 Batıman, Burhanettin (Öğretim üye-
"Ayna" (Tanpın ar) , 49 si, yazar, 1910-1960), 217
"Aynalar" (Tanpınar) , 49 Baudelaire, Charles (Fransız şairi ,
"Ayrılık" (Tanpınar), 49 1821-1867), 93, 94, 11 7, 129,
159,166, 179, 318
B Baykurt, Fakir (Yazar, 1929-1999),
194
Babıali caddesi, 33 Bayrav, Süheyla (Profesör, 1913-
Bach, Johann Sebastian (Alınan bes- 2008), 144, 165, 286
teklirı , 1671-1721), 166, 183, Bayswater, 237, 241 , 261 , 265

327
DİZİN

Baz, İzgan (Ressam, d. 1943), 140 217, 227, 231, 240, 242, 257,
BBC, 140 266,317,318
Beaucaire, 151 Beyoğlu,11,47 , 122 ,252,295
Beethoven, Ludwig von (Alman Bibliotheque Nationale, 132, 161
bestekarı, 1770-1827), 85, 94, Big Ben, 139
159, 180, 181, 182, 183, 217, Bilge (Temel'in akrabası), 221
287,300,318 "Bir gül bu karanlıklarda" (Tanpı-
Belçika, 59, 105, 106, 107, 113, nar), 49
204, 207, 213, 217, 228, 259, "Bir gün yatıracaklar" (Tanpınar) , 49
301 "Bir kadın başı" (Tanpınar), 49
Belling, Rudolp (Alınan heykeltıra­ Bizans, 66, 152
şı, 1886-1972), 51 Bizet, Georges (Fransız bestekarı,
Belvü Oteli (Ankara), 312 1838-1875), 215
Bengisu, Naci (Tıp profesörü, oftal- Bodrum, 149
molog, 1901-1978), 308 Boğaz, 93 , 103, 123, 136, 143, 150,
Benli Belkıs bk. Söylemezoğlu, 177, 191, 211, 217, 243, 253,
Belkıs 295,321
Bergeaud, Camille (Fransız kültür "Boğaz'daAkşam" (Tanpınar), 321
ataşesi), 77 "Boğaz'da Gece" (Tanpınar), 173,
Bergen, 141 191
Berger,Aliye (Ressam, 1903-1974), Boğaziçi, 136, 243, 255, 318
127 Bond Street, 140
Bergman, Igmar (İsveçli rejisör, Bonnard, Pierre (Fransız ressamı,
1918-2007)' 134 1867-1947), 80, 94, 145, 158,
Bergson, Henri (Fransız filozofu, 250
1859-1941),62,321 Boratav, Pertev Naili (Halk edebi-
Bemard, Jean (Fransız doktor, 1907- yatçısı, yazar, 1907-1998), 81,
2006), 196, 200, 210, 220 82, 86, 92 , 104, 113, 114, 118,
Bemard, Tristan (Fransız yazarı, 132, 142, 143, 145, 166, 185,
1866-1947), 197 186,191,197,253
Besançon, 199 Bosch, Jerome (Hollandalı ressam,
Besim Bey, 63 1450-1516),106, 176,193
Beş Şehir (Tanpınar), 195, 222, 275, Bosna ve Hersek, 139
312, 313, 318 . Botticelli, Sandro (İtalyan ressamı ,
Beşiktaş, 231 1444-1510),122, 123 , 250 ,259
Beyatlı , Yahya Kemal (Şair, 1884- Boudin, Eugene (Fransız ressamı ,
1958), 34, 37, 55, 92, 132, 141, 1824-1898), 158
152, 155, 170, 185, 200, 205, Boul-Miche (Boulvar Michel), 105

328
TANPfNAR'IN MEKTUPLAR!

Bourdeile, Emile (Fransız heykeltı­ Bütün Şiirleri (Tanpınar), 60, 173


raşı, 1861-1929), 85 Bütün , Inge, 137, 164, 185, 187
Bourget, Paul (Fransız yazarı, 1852 Büyükdere, 150
-1935), 65 Byron, Lord (İngiliz şairi, 1788-
Bozok, Hüsamettin (Yazar ve ya- 1824), 265
yayımcı, d. 1916), 9, 171 , 172,
178, 179, 204, 211, 272, 296 c
Brahms, Johannes (Alman besteka-
rı, 1833-1897), 183 Cafü Biard, 225
Braque, Georges (Fransız ressanu, Cafe de la Paix, 167
1882-1963), 80,208 Cafe Des Deux Magots , 301
Brecht, Bertold (Alınan oyun yaza- Caferoğlu , Ahmet (Türk dili profe-
n, 1898-1963), 168 sörü , 1899-1975),229
Bretagne, 113 Cagnes, 145, 245
Breton, Andre (Frans ız şairi, 1896- Caliban (Shakespeare'in Fırtına'sın­
1966), 190 daki fantastik kahraman) , 286
British Museum, 176, 202, 265, 266 Calinus (İslam tıbbını etkileyen
Brueghel, Pieter (Flaman ressamı, eski Yunan filozofu ve doktoru,
1525-1569), 106 öl. 200?), 263
Brugge, 106 Cambridge, 242, 259
Brüksel, 106, 116, 212, 297 Camus, Albert (Fransız yazarı ,
Buc (Kahve), 169 1913-1 960), 96 , 167, 182, 191,
Budala (Dostoyevski), 65 208,209
Budala (Film) , 132 Canaletto, Antonio (Venedikli res-
Buffet, Bemard (Fransız ressamı, sam, 1697-1768), 149, 250
1928-1999),65, 128,129 Cannes,142,149,244,246
Bulantı (Sartre), 152, 154 Cantatrice Chauve, La (Ionesco), 64
Bulgaristan, 139 Canterbury, 259
Bulvar Haussmann, 253 Capri, 121
Bulvar Sebastopol, 178 Carlton oteli, 142
Burbokof bk. Prokofiev, Sergei Carnot caddesi, 102
Burhan Ümit bk. Toprak, Burhan Cassandre Salviati (Ronsard'ın sev-
Ümit gilisi), 136
Burhan, Burhanettin bk. Batunan, Celile Hanım (Taci'nin karısı) , 165,
Burhanettin 177
Bursa, 47, 131, 152 Cellini, Benvenuto (İtalyan ressa-
Bust House, 140 mı, 1500-1571) , 123
"Bülbül" (Tanpınar) , 42, 49, 54, 55 , Cemil Bey (Meclis-i müderrisin re-
57 isi), 278

329
DİZiN

Cenap Şahabettin (Şair ve yazar, Clebert, 216


1870-1934),28,224 Clemenceau caddesi, 101
Cenubi Afrika, 125 Clemenceau , Georges (Fransız dev-
Cerrahpaşa, 11 3 let adamı, 1841-1929), 101
Cezanne, PauJ (Fransız ressamı , Closerie Des Lilas, 312
1839-1906), 66, 67, 121 , 150, Cocteau, Jean (Fransız şair ve ya-
151 zarı , 1889-1963), 62, 178, 215,
Cezayir,79,126,139,216, 246 216,217
Chagall, Marc (Rus ressam ı, 1887- Colbert, Jean-Baptiste (Fransız dev-
1985), 79, 80, 107, 132, 252 let adamı, 1619-1683), 151
Champs-Elysees, 97, 101 , 105, 110, Colisee, 139
114, 168, 208 Comedie-Française, 155, 156
Charpentier galerisi, 132 Comte, Auguste (Fransız filozofu,
Chartres, 86, 110 1798- 1857), 233
Chateau-Thierry, 109 Corot, Jean Baptiste Camille (Fran-
Chevreuse, l 93 sı z re ssamı, 1796-1875), 107
Chopin , Frederic (Polonyalı beste- Cosifan tutti (Mozart), 311
kar, 1810 - ı 849), 183 Côte d'Azur, 120
Cimcoz, Adalet (Yazar ve dublaj sa- Coupolle kahvesi, 118
natçısı, 1910-1970), 7, 8, 9, 12, Courage Anne bk. Mere Courage
24, 25,76, 78, 83 ,85, 86, 87 , 91 , Courbet, Gustave (Fransız ressamı ,
94, 95 , 97, 99, 100, 103, 105- 1819-1877), 126
108, 110, 111, 115-12 1, 123, Cours Mirabeau (Aix-en-Provence'-
124, 125, 127, 130, 133, 137, da l 651 ' de inşa edilen heykel ve
141, 144, 145, 150, 151, 157' çeşmelerle süslü cadde), 151
161 , 165, 167' 168, 170, 171 , Couıteline, Georges (Fransız yaza-
172, 174, 175, 176, 178, 182, ır, 1860-1929), 65
184, 185, 188, 189, 191' 192, Craiııquebille (A. France), 168
194, 202, 255 , 256, 273, 282, Cranach, Lucas (Alman ressamı,
284,289,294 1472-1553), 106
Cimcoz, Mehmet Ali (Avukat), 7, Cremone kemanı , 158
12,76,78,83,86,87,9 1, 94, 95 , Cumhuriyet (Gazete), 28, 51
97 , 98, 99, 100, 103-107, 114, Cumhuriyet Dergi, 281
115, 117, 119, 130, 133, 136-
139, 142, 143, 144, 151 , 157, ç
159, 164, 172, 173, 177, 178,
181 , 187, 190, 192, 194, 197, Çağlar, Behçet Kemal (Şair, 1908-
253,254,255,273,284, 289 1969), 234

330
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

Çallı,İbrahim (Ressam, 1882-1960), Denis, Maurice (Frans ı z ressamı,


162 1870-1943), 126
Çamlıca, 123 "Deniz Mezarlığı" (Valery), 146, 147,
Çehov, Anton (Rus yazan , 1860- 149,150
1904), 156 Desdemona (Othello), 240
Çekirge Palas, 150 Devrim, Nejat (Ressam, 1923-1995),
Çekmece gölü, 135 81 , 88
"Çember" (Tanpınar) , 49 Dıranas , Ahmet Muhip (Şair, 1909-
Çeşminur Hanım (Edebiyat Fakül- 1980), 3J , 47, 48, 55 , 204
tesinde hademe), 294 Dickens, Charles (İngiliz romancı­
Çetin, Hikmet (Siyaset adamı, d . sı , 1812-1870), 249, 265
1937), 195 Diktatör (Film), 156
Çıplakların Giyinmesi (Pirandello), Dino , Abidin (Ressam, 1913-1993),
104 79-82, 84, 85 , 86, 88, 91 , 94,
Çin , 184, 185, 234, 237' 253 100, 103, 104, 113, 114, 118,
"Çin Heykeli" (Tanpınar), 234 124, 125, 126, 128, 130, 131,
141 , 142, 143, 145, 146, 147,
D 160, 165, 167, 169, 170, 174,
176, 186, 187, 189, 191 , 193,
Dağyolu Kemal, 142, 144, 176 209,253
Dandirino, 99 Dino, Güzin (Edebiyat araştırmacı­
Daphnis et Chloe (Ravel) , 259 sı, d. 1913), 91, 118, 126, 142,
Darago, Reşat Nuri (Yazar, çevir- 143, 144, 145, 146, 160, 171,
men, 1891-1962), 169 176, 186
Daudet, Leon (Fransız yazarı, 1867- Dirvana, Nesterin (Öğretim üyesi,
1942), 38 1917-2006),99, 110,257
"Davet" (Tanpınar), 49 Divitçioğlu, Sencer (İktisatçı, d.
Debussy, Claude (Fransız bestekan, 1927), 175
1862-1918),181 , 182, 216, 300 Divitçioğlu , Sevgi (Piyanist, res-
Decameron (Boccaccio), 177 sam, d. 1932), 162, 175
Dede Efendi (Bestekar, 1778-1846), Diyar-ı Rum, 264
176, 318 Doktor Kemal bk. Dağyolu Kemal
Degas, Edgar (Fransız ressamı , Dostoyevski, Fedor Mibaloviç (Rus
1834-1917), 107, 149, 158,250 yazarı, 1821-1881),65, 132, 154,
Degüstasyon, 123 155,156, 246
Delacroix, Eugene (Fran sız ressa- Dördüncü Henri (Shakespeare) , 155
mı, 1798-1863),253 Dört Kuruşluk Opera (Brecht-Kurt
Delibaş Usta, 316 Weill), 168

331
DİZİN

Dragos, 276 Elizabeth il (İngiliz kraliçesi, d.


Dreux, 176 1926), 93, 99
Dufy, Raoul (Fransız .ressamı, 1877- Eluard, (Paul, Fransız şairi, 1895-
1953), 92 1952), 204
Dumas Fils, Alexandre (Fransız ya- Emekli Sandığ ı , 292
zan, 1824-1895),65 Emin Bey bk. Erişirgil, Mehmet
Dursunoğlu , Cevat (İdareci, siya- Emin
set adamı , 1892-1970), 8, 10, Endülüs, 120
69,70, 71 , 72,73,74,222,230, Enginün, İnci (Öğretim üyesi, ya-
235,278 , 287 zar, d. 1940), 9, 12, 60, 173
DursunoğJu , Sıtkı , 235 Enver Paşa (General, devlet adamı,
1881-1922), 226
E Erenköy, 193
Ergani Madeni, 316
Ebüzziya Vfilii (Z. Ebüzziya 'nın eşi, Erhat,Azra (Yazar, 19İ5-1982), 94,
d . 1917), 76, 78,83 , 84,85,88 , 99, 133, 143
89, 94, 100, 114, 119, 254 Erişirgil , Mehmet Emin (Fikir ada-
Ebüzziya, Ziyad (Gazeteci, yazar, mı, yazar, 1891-1965), 27
yayımcı, 1911-1994), 81, 94, 98 , Erkin, Feridun Cemal (Hariciyeci,
254 1889-1980), 184,249
Edebiyat Üzerine Makaleler (Tan- Ernst, Max (Alman ressamı, 1891-
pınar), 7, 11, 62, 210 1976), 158
Edirne,48 Ertaylan, İsmail Hikmet (Edebiyat
Egli, Ernest (İsviçreli mimar, öğre­ tarihçisi, profesör, 1889-1967),
tim üyesi, 1893-1974), 31 314
Eiffel kulesi, 82, 91 Erverdi, Ezel (Yayımcı, yazar, d.
Einstein, Albert (Alman fizik alimi, 1943), 9 '
1879-1955), 202 Erzurum, 36, 136, 151, 213 , 228,
Eisenstein, Sergey (Rus sinema yö- 230, 231, 232, 233, 234, 235,
netmeni , 1898-1 948), 134 236
Ekmek, Aşk ve Fantezi (Film), 190 "Erzurum" (Tanpınar), 224
Ekonornidis (Terzi) , 289 "Erzurumlu Tahsin" (Tanpınar), 36
El Greco (Yunan asıllı İspanyol res- Esculape (Doktorların tanrısı), 269
sanu, 1548-1625),94 ,23 1 "Eşik" (Tanpınar), 34, 49, 50, 172,
Elbe, 247 174,179, 184, 185, 214
Elbirlik, Kemal, 141 Etoile, 112
Elektro (Euripide), 154 Etranger (Camus), 191 , 209
Elektra (Mozart), 85 Eugenie (Fransa imparatoriçesi, 1826

332
TANPlNAR'IN MEKTUPLARJ

-1920), 159 Faust (Goethe), 63 , 318


Euripide (Yunan trajedi yazan, M.Ö. Fazıl, 29
480-406), 35 Fenerbahçe, 79, 117, 253
Euripide tercümesi [Alkestis ve Me- Ferhat (Ferhat ile Şirin) , 230
deia] (Tanpınar) , 35 Ferruh Efendi (Tefsir sahibi) bk.
Express (Gazete) , 181 Ferruh İsmail
Eyuboğlu, Bedri Rahmi (Ressam, Ferruh İsmail (Beşiktaş Cemiyet-i
şair, yazar, 1913-1975), 52, 60, İlmiye başkanı, ?-1840), 265
83, 84, 92, 103, 114, 116, 118, Feyzioğlu, Turan (Profesör, siyaset
119, 132, 172, J87, 191, 195, adamı,1922-1988),75
204, 246 , 255 , 284,289,302 Fındıkoğlu , Ziyaettin Fahri (Öğretim
Eyuboğlu, Eren (Ressam, 1911-1988), üyesi, sosyolog, 1902-1974), 38
84,;132, 255 Fıratlı ,Halil Vedat (Eğitimci , yazar,
Eyuboğlu, Magda (Piyanist, 1924- 1902-1969). 48
2007), 79 , 83 , 86, 89, 92, 98, Fıratlı, Nahit (Edebiyat öğretmeni ,
157, 164, 166, 178, 185, 253 , 1909-2002), 128
254, 255 , 256, 258 "Fırtına" (Tanpınar) , 49
Eyuboğlu , Sabahattin (Yazar, çevir- Fidelio (Beethoven), 159
men , 1908-1973), 8, 12, 22, 23 , Filcret (Ressam) bk. Ürgüp , Fikret
46,60,83 , 86, 89, 92,94, 95,98, Fikret Mualla [Saygı] (Ressam,
100, 103, 105, 106, 107, 108, 1903-1967) , 80, 115, 116, 118,
114, 119, 124, 133, 136, 137, 120, 129, 142, 167, 191 , 254,
138, 141 , 142, 143, 144, 145, 289
146, 150, 156, 164, 165, 166, Finlandiya, 177, 212
172, 173, 177, 181 , 187, 188, Fişer Birahanesi , 223
191 , 221, 246, 247, 251 , 255, Floransa, 121, 122, 123, 124,323
258 , 259 Florya plajı, 111
Eyüp,305 Fontainebleau , 66, 116, 117, 135
Fra FiJippo Lippi (İtalyan ressamı ,
F 1406-1469),66, 123
France,Anatole (Fransız yazan, 1844
Faile Reşat bk. Unat, Faik Reşat -1924), 168
Faiz Bey, 267 Fransa, 39, 78, 96, 101, 105, 108,
Falstaff (Shakespeare'in kahrama- 114, 115, 117, 124, 131, 135,
nı) , 155 136, 140, 141 , 146, 151 , 161 ,
Farrere, Claude (Fransız yazan, 1876- 172, 174, 183, 184, 206, 208,
1957), 28 211 , 212, 215, 220, 227, 228,
Fas, 117 247,251 , 259,281,292,297, 301

333
DİZİN

Freud, Sigmund (Avusturyalı psika- Girardin koleksiyonu, 126


nalist, 1856-1939), 321 Gisele (Bale), 96, 97
Friesz, Emile Othon (Fransız ressa- Givda,Avni (Hukukçu, yazar) , 277,
mı, 1879-1949), 158 279
Frikke, Gerhard (Alman filologu, Gizli Celse (Sartre), 104, 135, 154,
İ.Ü. Alman Filolojisi kurucula- 155
rından, 1901-1980), 175 Gobelins, 132
Fuat Ömer, 116 Goethe, Johann Wolfgang von (Al-
man yazar ve şairi, 1749-1832),
G 38,39,318
Gogol, Nikolai Vasilieviç (Rus ya-
Gabriel, Albert (Prof. Arkeolog, Türk zarı , 1809-1852), 156, 186
sanatı tarihçisi , 1882-1972), 198 Gorki, Maxime (Rus yazan, 1868-
Galatasaray Lisesi, 205 , 230 1936), 156
Gamsız, Leyla (Ressam, 1921-2010), Goya, Francisco Jose de (İspanyol
85,87 ressamı, 1746-1828), 120, 128,
Gand, 106 176
Garbo, Greta (İsveçli aktris, 1905- Gökberk, Macit (Felsefe profesörü,
1990), 134 1908-1993), 108, 112, ll5, 116,
Gaulle, Charles de (Fransız devlet 118, 124, 258, 280
adamı, general, 1890-1970), 173, Gökdoğan, Mukbil (Öğretim üyesi,
184, 201,212,216 1909-1992),266, 267
Gautier, Theophile (Fransız edebi- Gökdoğan, Nüzhet (Astrofizik pro-
yatçısı, 1811-1872), 163 fesörü, ilk kadın dekan, 1910-
Gazette de Lettres, 100 2003), J 97, 202, 262, 267
Gazi Terbiye Enstitüsü, 63, 232 Gökyay, Orhan Şaik (Şair, edebiyat
"Gece Devriyesi" (Rembrandt), 107 araştırıcısı , 1902-1994), 145
"Geceler kadar güzelsin" (Tanpınar), Göreme, 217
49 Görüş (Dergi), 33
George-V (İngiliz kralı, 1865-1936), Grand Hôtel, 167
97 Grand de la (Doktor), 183, 184, 186,
George-V kahvesi, 97 219 ,220,305
Gericault, Theodore (Fransız ressamı, Granet müzesi, 66
1791-1824),67,152,247,253 'Granet, François (Fransız ressamı ,
Gide, Andre (Fransız yazan , 1869- 1772-1849), 66
1951), 105, 255, 284 Grassi ailesi, 146
Giorgione (Venedikli ressam, 1478- Grimaldi şatosu , 244, 245
1511 ), 259 Gromaire, Marcel (Fransız ressamı,

334
TANPINAR 'iN MEKTUPLARI

1892-1971), 113, 126 Halil Bey [Tümer] (Eniştesi), 221 ,


Gros, Antoine (Fransız ressamı , 289, 291 , 294, 295, 298, 301 ,
1771-1875), 253 305 , 310, 312
Guardi, Francesco (Venedikli res- Halil Vedat bk. Fıratlı, Habl Vedat
sam, 1712-1993), 149, 250 Hamarnizade bk. Dede Efendi , 202
Guliver Devler Memleketi (Swift) , Hamlet (Hamlet) , 40
237 Harb-i Umuınl, 235
Guys, Constantin (Fransız ressamı, Harmancı , Nejat (Tıp profesörü, 1914
1802-1892), 158 -1992), 188
Güçhan, Muzaffer Esat (Tıp profe- Harp ve Sulh (Tolstoy), 247
sörü, 1902-1963), 59 "Harp ve Sulh" (Picasso), 145, 244
Gültekin bk. Hotinli, Gültekin Harriman, Averell (Amerikalı ma-
Güınüşsuyu, 283 liyeci ve siyaset adamJ, 1891-
Güneş Kulüp, 51 1968), 197
Güneş Kral bk. Louis XIV Haıtung, Hans (Fransız ressamı , 1904
Gürkan, Kazını İsmai l (Tıp profe- -1989), 84
sörü, operatör, 1904-1972), 202, Hasköy, 193
253 , 267 , 294 Hastahanebaş ı (Antalya), 316, 318
Gürkan, Suat İsmail (Tıp profesörü Hatıralar (Hugo), 163
ve bestekar, 1903-1983), 82 Hatice Hanım , 100
Güvercinlik (Antalya), 318 Hay Market, 203
Güzel Sanatlar Akademisi, 30 , 31, Hayat (Dergi), 202, 278
41 , 48,51,52,195 , 253 Haydar Bey (Talim ve Terbiye), 55,
56
H Helene (Ressam), 80
Hemşire bk. Nigar Hanım
H.A. bk. Yücel , Hasan Ali "Hep aynı gül" (Tanpınar) , 49
Habeş bk. Habeşistan Hind-i Çini, 84
Habeşi stan , 263 Hindistan, 139
Hacı Bayram Veli (Tarikat kurucu- Hint, 237
su, 1352- ?), 271 Hisar bk. Anadoluhisan
Hadramut, 263 Hisar, Abdülhak Şinasi (Romanc ı ,
Hafi Celse bk. Gizli Celse 1883-1945), 239
Hafta (Dergi), 33 Hitler, Adolf (Alman devlet adamJ ,
Hakinıiyet-i Milliye (Gazete), 28 1889-1945), 154 .
Hakiye Hanım (Füreya Koral ' ın an- Hoffmann, Emst Theodor Wilhelm
nesi) , 164 (Alman yazar ve bestekan, 1776-
"Halay" (Tecer), 36 1822), 35, 318

335
DİZİN

Holbein, Sigmund (Alman ressamı , "İçimde bir ses konuşur" (Tanpınar),


1465-1540), 65 49
Hollanda, 105-108 , 207, 213, 214, İkinci Dünya Harbi, 290
228,249,259,292,301 İklimler (Maurois), 28
Homiros (Eski Yunan şairi), 177 İle, 86
Hôtel Bellaria, 211 İlhan bk. Aykut, İlhan Şevket
Hôtel de Versailles, 68, 118 İnal, İbnülem.in Mahmut Kemal (Ta-
Hôtel Royal, 139 rihçi, 1870-1957),202
Hotinli, Gültekin (N. Diıvana' nın kız­ İnci Avcıları (Bizet), 215
kardeşi), 257 İnge bk. Bütün İnge
Hugo, Victor (Fransız şair ve yaza- İngiltere , 94, 111 , 113, 116, 139,
rı , 1892-1885), 159, 163, 164 140, 141 , 143, 207' 208, 220,
Hulusi , 119 237, 238, 240, 241, 242, 248,
Hurrem , 124 259,260,292,296,307
Huzur (Tanpınar), 7, 11 , 318, 320 İnönü , İsmet (Devlet adamı, 1884-
Hüseyin Baykara (Hükümdar, şair, 1973), 137,171,201,207
1430-1505), 263 İpşiroğlu, Mazhar (Öğretim üyesi ,
Hyde Park, 140, 239, 261 , 266 sanat tarihçisi, 1908-1985), 68 ,
83,107,J57,165,166,177,191,
1 253 ,255,257,267,286,287
İran, 117 , 253
ldiot (film) bk. Budala İrfan (T. Temel'in akrabası), 221
ldiot bk. Budala İsa Hz., 65, 109, 132, 154
Indes Galantes, Les (Rameau 'ya, lib- İskender (Makedonya kralı, M.Ö.
rettosu Fuzelier'ye ait opera-bale 356-323), 29' 151
müziği), 85 İskenderiye, 129
Invalides , 76 İskoçya, 259
Ionesco, Eugene (Rumen asıllı Fran- İspanya, 86, 92, 96, 97, 100, 104 ,
sız oyun yazarı , 1912-1994), 64, 108, 112, 113 , 114, 117, 119,
65 120 , 121, 124, 142, 176, 185,
Itri (Bestekar, 1640-1712), 176 187, 192, 207, 215, 218, 220,
Ivan (Korkunç, Rus çarı, 1530- 249,289,301,302,303,307,309
1580) , 134 İsrael, 96
İsrafil , 153
i İstanbul, 2, 3, 8, 11 , 12 , 28, 30, 31,
34,35,38,48, 50,51,53,54, 55,
İbrahim Paşa (Damat, sadrazam, 56,59, 61-64,66,68-72,74,75 ,
1660-1730), 227 77,78,80,82,83,88,90,92,93,

336
TANPINAR' IN MEKTUPLARI

95 , 97, 101 , 103, 106, 114, 116, Jeune Parque, La (Valery), 149
121, 122, 123, 125, 127, 129, "Joconde" (Vinci), 253
130, 133, 136, 144, 157, 158, Jones, Henry (İngiliz filozofu , 1852-
165, 167, 168, 169, 171, 172, 1922), 62
173, 175, 181, 185, 186, 187, Jouvet, Louis (Fransız aktörü, 1887-
190, 191, 192, 194, 195, 197, 1951), 155
202, 210, 211 , 215, 216, 221 , Juan le Golfe, 244
223, 228, 230, 232, 236, 239, Juan-les-Pins , 143 , 244, 246
240, 241, 243, 249, 251' 252, Juliet (Romeo ve Juliet), 240
253, 256, 257 , 262, 266, 273, Jung, Cari Gustav (İsviçreli psiko-
275 , 276, 280, 281 , 282, 284, log ve psikiyatr, 1875-1961), 62
289, 291, 292, 293, 295, 297,
298, 299, 305, 306, 308, 309, K
310,311,312,316,318
İstanbul Üniversitesi, 8 Kabataş, 83
İsveç, 177 Kadı.köy, 116, 118, 298
İsviçre, 76, 89, 166, 174, 175, 206, Kadınlar Mektebi (Moliere), 155
211 , 212, 213 , 297, 298, 299 Kadri Bey, 314
İsyankiir Adam (Camus), 167 Kafesoğlu, İbrahim (Tarih profesö-
İtalya, 98, 104, 112, 113, ı 14, 120, rü, 1914-1984),233
121 ' 122, 142, 176, 177 ' 206, Kafka, Franz (Avusturyalı şair ve
214, 228, 237, 241, 247, 256, yazar, 1883-1924),177,282,284
278 , 294,300,301,303 ,307,309 Kahire, 263
İtalyan Riviera, 142 Kalamış, 117
İyem, Nuri (Ressam, 1915-2005), Kale (Ankara), 230
77,92, 97,119, 127, 183 Kamil Bey (Mahşer midillisi), 132
İzer, Zeki Faik (Ressam, 1905-1989), Kamuran Hanım, 124
131 Kandilli , 258
İzmir, 233 Kanık , Adnan Veli (Yazar, 1916-
1972), 133
J Kanlıca , 177
Kapalı Celse bk. Gizli Celse
Jacquemart müzesi, 158 Kapancı/Kapan1, Ahmet, 175
Jean Sobiesld (Polonya kralı, 1629- Kapancı/Kapan1, Ayşe (ö. 2002), 175
1696), 252 Kaplan, Behice (Edebiyat öğretme-
Jeanne d 'Arc (Fransız milli kahra- ni , 1916-1966), 10, 203, 224,
manı , 1412-1431), 136 225, 236, 237, 238, 239, 241,
Jeu de Paume, 158 242,249,250

337
DİZİN

Kaplan, Mehmet (Öğretim üyesi, Kilyos, 262, 316


kültür ve fikir adamı, 1915- Klee, Paul (İsviçreli ressam, 1879-
1986), 8-13, 18, 19, 20, 21, 101, 1940), 93
214, 223, 226, 228, 229, 232, Kock, Paul de (Fransız yazarı, 1794-
234,235,243,248 , 256,315 1871),255
Karacaoğlan (Saz şairi, 1606-1679), Koçyiğit Köroğlu (Tecer), 5 1
180 Kolaro (Gömlekçi), 123, 289
Karaçelebizade Abdülaziz Efen- Konya, 136,147,151
di (Şeyhülislam, tarihçi ve şair, Koral, Füreya (Seramik sanatçısı,
1591-1658), 161 1910-1997), 133,136, 137, 164
"Karnaval" (Beyatlı) , 240 Korsika, 125
Kars, 233 Kozanoğlu , Cenab Muhiddin (Şair,
Karalan, 120 1892-1972), 28
Katip Çelebi (Bilgin , 1609-1657), Kozanzade Cenab Muhiddin bk.
263 Kozanoğlu , Cenab Muhiddin
"Kayalarda Meryem" (Vinci), 250, Köni , Yunus Kazım (Yazar, 1903-
259 1957), 35
Kazan , 134 Köroğlu bk. Koçyiğit Köroğlu
Kazancıgil, Aykut (Öğretim üyesi , Kraliçe Kristin (Film), 134
jinekolog, yazar, d. 1930), 9, 131 Kruşçev, Nikita (Sovyet devlet ada-
Kazancıgil, Gaye (Ressam, d. 1926), ını , 1894-1971), 197
131 Kuğular Adası, 96
Kazancıgil, Tevfik Remzi (Öğretim Kurbağalıdere , 106
üyesi.jinekolog, 1894-1969), 131 Kutsi Bey (Merkez Bankası) , 176,
Kemal, 254, 255, 257 309, 310
Kemal Bey (Katip), 118, 292 Kuzguncuk, 83, 144, 145
Kemali Beyazıt (Doktor, sağlık ba- Kültür Haftası (Dergi), 32, 34
kanı , 1903-1972),222 "Kütüphane" (Vuillard), 80
Kerkük, 316
Kıbrıs, 139 L
Kının, 159, 162
Kırklareli, 58 La Bucherie, 160, 165 , 171
"Kırlan gıç" (Teo), 174 La Fontaine, Jean de (Fransız şairi,
Kırmızı -Siyah (Stend.hal), 190 1621-1695), 183
Kısakürek, Necip Fazıl (Şair ve ya- La Fregat lokantası, 99
zar, 1905-1983), 27, 31 , 32, 35 , Lahey, 213 , 299
36,37,38,48 Lamartine, Alphonse de (Fransız
Kızıl ay (Ankara), 194 şair ve yazarı, 1790- 1869), 164

338
TANPINAR 'iN MEKTUPLARI

Languedoc, 148 Loti , Pierre (Fran s ı z yazan , 1850-


Laroza (Doktor) , 99, 135, 136, 165, 1923), 28
166, 170, 186, 197, 199, 200, Louis XIV (Fransız kralJ , 1638-
209,210,212,219, 220, 294,303 1715), 66, 136, 151, 161
Laroza, Lucienne (Doktor), 88 , 135 Louis XV (Fransız kralı, 1710-1774),
Lautrec bk. Toulouse-Lautrec 152, 173,232
Lay, 99 Louvre, 92, 99,108 , 112, 116, 252
Le Monde (Gazete) , 128 Loyar, Miriam (Kemancı), 159
Leffi.er (Alerjik akciğer hastalığı), Löbon, 204, 289
197 Lurçat, Jean (Fransız ressamı, tasa-
Leger, Femand (Fran sız ress amı , rımcı, 1892-1966), 160, 162
1881-1955), 244 Luxembourg, 251 , 255
Leicester, 265 Luxembourg oteli, 87
Leonardo bk. Vinci, Leooardo da Lyon, 149
"Leonore'un Üçüncü Uvertütü" (Be-
ethoven), 159 M
Leopoldine (Hugo' nun !azı), 163
"Leopoldine'in Bir Düşüncesi" (Hu- Madrit,120, 192, 207, 309,323
go' nun resmi), 163 Maeterlinck, Maurice (Belçikalı ş air
Lettres Françaises, 84, 128 ve yazar, 1862-1949), 35
Uvy, Leopold (Fransı z ressamı, Magda, Magdi Rufe bk. Eyuboğlu
1882-1966), 69, 159 Magda
Leyla (Leyla ve Mecnun), 230 "Mağara" (Tanpınar) , 49
Leyla bk. Tecer, Leyla Mahmut il (Padişah , 1784-1839),
"Leylekler" (Resim), 106 38 , 135
Lido, 165 Mahur Beste (Tanpınar) , 224
Lipp, 198 Mai ve Siyah (UşaklJgil), 158
Lohengrin (Wagner), 93 Maillol , Aristide (Fransız heykeltı-
Loire nehri, 135, 136 raş ı , 1861-1944), 85 , 126
Londra, 65 , 78, 93 , 108, 112, 113, Maison de la Pensee Française, 85
114, 117, 134, 136, 137, 138, Mallarme, Stephane (Fransız şairi ,
140, 141 , 145, 159, 176, 177, 1842-1898), 43, 94, 116, 11 7,
189, 197. 199, 202, 203, 236, 149, 151, 3 18, 319
237, 238, 239, 240, 241 , 248 , Malovi , 259
258-261 , 264, 265 , 266, 271, Malraux, Andre (Fransız roman c ı sı ,
276, 291 -294 1901-1976), 96
Lorrain , Claude (Fran s ız ressanu, Mana.kyan Mardinos Efendi (Oyun-
1600-1682), 193 cu, rejisör, 1839-1920), 32

339
DİZİN

Manchester, 259 Mengüşoğlu , Takiyettin (Öğretim


Manet, Edouard (Fransız ressamı, üyesi, 1908-1984), 13 , 191 , 192,
1832-1883), 149, 158 286
Maraş, 224, 238 Mengüşoğlu, Tomris, 287
Marbeuf caddesi, 1Ol Mere Courage (Brecht), 168
Marceau, Marcel (Fransız aktörü ve Merkez Banka, 295
pantomimcisi, d. 1928), 108 Meryem Hz., 82
Marie Octobre (Film), 135 Mesure (Dergi), 35
Mame muharebesi, 109 Mesut (Akı:abası) , 289, 291, 294,
Marquis de Sade, Donatien Alphon- 296, 310, '3 11
se François (Frans ı z felsefe ya- Mevcuhl (Cezayirli muganniye, res-
zarı , 1740-1814), 190 sam), 246
Marsilya, 67, 120, 147, 148, 150, Mevlana Celfilettin-i Ruınl (Ş air,
153,239,245 ,309 mutasavv ıf, 1207-1273), 233
Maruzella (Film), 148 Mevlid (Süleyman Çelebi), 231
Matisse, Henri (Frans ı z ressamı, Meziyet, 116
1869-1954),'145, 245 Mısır, 139, 216, 263
Maurois,Andre (Fransız yazarı, 1885 Michel-Ange (İtalyan heykeltıraşı ,
-1967), 28, 237 1475-1564),93, 122, 123,250
Mavi Sakal (Bartok), 178 Michel-Ange meydanı , 122, 123
Maxime (Gazino), 165 Midhat Mesut bk. Sander, Midhat
Maya Galerisi, 77, 79, 83, 97, 253 , Sadullah
289 Milano, 76
Mayer (Profesör), 212, 298 Milena'ya mektuplar (Kafka), 282,
Mayıs sergisi, 189 284
Mazzola (İtalyan ressamı , 1503- Millen (Doktor), 240
1540), 67 Millet Partisi, 225, 226, 227
Meaux, 108 Mimar Sinan ( 1489-1588), l 78
Meaux katedrali , 110 Moda, 63
Mecidiyeköy, 12 Modern Zamanlar (C. .Chaplin ' in
Mecnun (Leyla ile Mecnun), 230 filmi), 156
Mehmet bk. Tecer, Mehmet Modigliani, Amadeo (İtalyan ressa-
Mektuplar (Tanpınar), 13 mı , 1884-1920), 126
"Melek" (Tanpınar), 29, 42, 44 , 49 Moliere (Frans ız oyun yazarı, 1622-
Memurlar (Courteline), 65 1673), 155, 156
Menderes, Adnan (Devlet adamı, Monaco, 246
1899-1961 ),171,227 Monrnartre, 112,263
Menes, 220 Montparnasse, 68, 78, -8 1, 84, 87,

340
TANPINAR'IN MEKTUPLARI

105, 112, 118, 126, 131, 167, Naci Bey bk. Bengisu, Naci
169, 183, 184, 241, 251, 253, Nadar, Felix Toumachon (Fransız
263,289 karikatüristi, 1820-1910), 158,
Mtıntparnasse Bulvarı, 68, 118 159
Montpellier, 150, 151, 153 Nahit Hanım bk. Fıratlı, Nahit
Moran, Berna (Öğretim üyesi, yazar, Nail (Antalya'dan arkadaşı), 317
1921-1993),231 , 233,235,241 Naili (Divan şairi, ?-1666), 318
Moran, Tatyana (Öğretim üyesi, Namık, 30
1910-2007),231,233,235 Namık Kemal (Şair, yazar, siyaset
Moskova, 177, 214 adamı, gazeteci, 1840-1888), 226
Moulin de la Galette, 129 Namık Kemal Antolojisi (Tanpınar),
Moussorgsky, Modest Petrovich 60,72
(Rus bestekarı, 1835-1881), 86 Napoleon Bonaparte (Fransız ge-
Mozart, Wolfgang Amadeus (Avus- nerali, imparatoru, 1769-1821),
turyalı bestekar, 1756-1791), 85, 226,228,247
181,259,300,311,318 Napoleon IIl (Fransız imparatoru,
Mösyö Teste (Valery), 150 1808-1873), 158,159,164
Mualla (Yeğeni) , 289, 292, 294, 296, Napoli, 120, 121, 124, 239, 323
302,303,306,310,311 Narmanlı Yurdu, 72, 87, 88, 251
Muammer, 276 Nasrettin Hoca (1208-1284), 148, 180
Muhit (Dergi), 27 Nastasia (Budala) , 132
Musaddık (İranlı siyaset adamı, National Galery, 266
1881-1967), 117 "Ne içindeyim zamanın" (Tanpınar),
Musee d' Art Modeme, 80, 108, 128 48,205,321
Musee de l'homme, 146 "Ne zaman güneşe diksem" (Tanpı-
Musiki Muallim Mektebi, 278 nar), 49
Mülkiye bk. Siyasal Bilgiler Fakül- Nebahat, 56
tesi NecdetBey,293,300,302,305,310
Mümtaz (Huzur), 318 Necip bk. Kısakürek, Necip Fazı l
Münih,174,196,212,213,297 , 298, Necmi bk. Onan, Necmettin Halil
302, 311 Nedim (Divan şairi, ?-1730), 269, 318
Müthiş lvan (Film), 134 "Nedim'e Dair Bazı Düşünceler"
Mythe de Sisyphe, Le (Camus), 167, (Tanpmar), 62
182 "Nedim" bk. "Nedim'e Dair Bazı
Düşünceler"
N Neptün (Deniz tanrısı), 239
Nerval, Gerard de (Fransız şairi,
"Naat-ı Mevlil.na", 176 1808-1855), 159,318

341
DİZİN

Nesin, Aziz (Yazar, 1915-1995), 139, Ophelia (Hamlet), 240


141 Oreste (Euripide), 154
New-York, 11 3, 125, 169 Orhan bk. Gökyay, Orhan Şaik
Nice, 145,206, 244,246,263 Orhan bk. Özer, Orhan
Nietzsche, Friedrich (Alman filozo- Orhon, Mübin (Ressam, 1924-1981),
fu , 1844-1900),321 128, 129, 156, 167
Nigar Hanım (Ablası) , 291 , 294, Orhon , Orhan Seyfi (Şair ve yazar,
295,296,306, 307 , 310,311,312 1890-1972), 223
Nirvana, 73 "Oriental" (Gericault), 67
Nişantaşı , 12 Orleans, 199
Noel, 165, 166, 209, 210 Orly, 76, 130, 131 , 184
Norınandiya, 118, 219, 243 Orphee (Antikite döneminin en bü-
Norveç, 177 yük mu sikişinası) , 215
Notre-Dame, 80, 82, 110, 166 Orphee'nin Vasiyetnamesi (Film,
Nuh Hz., 66 Cocteau), 178, 215
Nurettin, 30, 31 , 32, 37 , 38 , 39,42, Ortaç, Yusuf Ziya (Şair ve yazar,
47 , 48,52,53,57 1895-1967), 37,223
Nuri bk. İyem Osmanh Bankası, 252, 255
Otten , Mark, 162
o Oxford , 259

Observateur, 128 ö
Ocaklı (Aka Gündüz), 28
Oedipe (Sofokles), 154 Ölüm ve Rüya Gören Adam , 257
Offenbach, Jacques (Alman asılb Özer, Orhan (Edebiyat ve İngiliz­
Fransız bestekarı , 1819-1880), ce öğretmeni , şair, 1930-2001),
159 294
Oluş (Dergi), 54 Özön, Mustafa Nihat (Edebiyat ta-
XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (Tan- rihçisi, yazar, 1896-1980), 305
pınar) , 74
On İkilerin Hiddeti (Film), 135 p
Onan, Necmettin Halil (Şair, edebi-
yat tarihçisi, 1902-1968), 209, Paix dans fes brisements (Henri Mic-
217, 222 haux), 185
"Onlar ki her akşam" (Tanpınar) , 49 Palais de Chaillot, 159
Opera meydanı , 94, 105, 168, 198, Paris,35,41, 64 , 67,68,76-86,90-
211 , 255 95, 97-108, 110, 111 , 112, 114,
Opera-Comique, 178 115, 11 7, 118, 119, 122-135,

342
TANPINAR 'IN MEKTUPLARI

137, 141, 143, 145, 146, 150, 107, 120, 121, 123, 145, 149,
151, 153, 157, 158, 159, 161, 189,216,244,245,246
163, 165, 166, 168, l 70, 172, Piccadilly, 140, 203, 265, 293
173, 174, 175, 176, 178, 181, Pickwick (Dickens'in roman kahra-
182, 185, 188, 189, 191 , 193 , manı) , 260
196, 197' 198, 200, 203, 206, Piero della Francesca (İtalyan res-
207, 210-215 , 218, 219, 225, samı, 1410-1492), 259
232, 234, 237-241, 244-249, Pierre (Sinemacı), 161, 167, 170
251-259, 261-265, 268, 269, Pierre Charron caddesi, 101
271, 273, 275, 276, 278, 280, Pigalle,90;92,112
281, 289, 292-299 , 301, 302, Pignon, Edouard (Fran sız re ssamı,
306,307,308,309,312 1905-1993), 84,149,183
Paris Hayatı (Offenbach), 159 Pirandello, Luigi (İtalyan dram ya-
Parliaınent, 203 zan, 1867-1936), 104
Pascin, Jules (Amerikalı ressam, Piri Reis (Coğrafi eserleri ve harita-
1885-1968), 126 larıyla tanınan denizci, ö. 1554),
Passy, 79 82
Paşa bk. İnönü, İsmet Pisanello (İtalyan ressanu, 1395-
Paulhan, Jean (Fransız tenkitçisi, 1455), 259
1884-1968), 204 Pizarre, François (İspanyol macera-
Pazar Postası (Gazete), 170 peresti, 1502-1548), 73
"Pazartesi Musahabeleri" (Hasan Poe, Edgar Allan (Amerikalı şa ir ve
Ali Yücel), 37 yazar, 1809-1849),318
Pendik,310 Poisson, R. (Fransız ressamı, d.
Pen Kulüp, 96, 101, 102, 104 1900), 85
Petain, Henri Philippe (Fransız ma- Poliakoff, Serge (Ressam, 1900-
reşali, 1856-1951), 84 1969), 129
Petit-Palais, 126 Polonius (Hamlet'in kahramanların-
Peyami Safa (Romancı , 1899-1961), dan), 163
34,36,37,38,217 Pompei, 121
Philippe, Gerard (Fransız aktörü, Ponte Vecchio, 123
1922-1959), 161 Port-Royal, 169, 189
Pınar, Salahattin (Bestekar, tambur Posset (Ressam), 102
üstadı , 1902-1960), 217 Potemkin Kruvazörleri [Zırhlısı]
"Pınar" (Tanpınar), 49 (Film), 134
Picasso ve Keçisi (Verdet), 245 Poussin , Nicolas (Fransız ressamı,
Picasso, Pablo (İspanyol ressamı ve 1594-1665), 193
heykeltıraşı, 1881-1973), 80, 84, Prado müzesi, 122, 193

343
DİZİN

"Preface de Ahmed Hamdi Tanpı­ Reirns, 82, 108, 110


nar" bk. "Bajazet chez Bajazet" Reirns katedrali, 108, l 10
Prokofiev, Sergei (Rus bestekan, Reine sokağı, 218
1891-1953), 135 Relations Culturelles, 91
Proteus (Deniz tanrı sı) , 63 Rembrandt, Harmenszoon van Rijn
Proust, Marcel (Fransız romancısı, (Hollandalı ressam ve gravürcü,
1871-1953), 86, 175,319 1606-1669),106, 107,250, 259
Provence, 120, 148 Renoir, Pierre (Frans ız ressamı,
Prut, 216 1841-1919), 149, 250
Puget, Pierre (Fransız mimar ve hey- Richier, Germaine (Fransız heykel-
keltıraşı , 1622-1694), 66 tıraşı , 1904-1959), 247
Püsküllüoğlu,Ali (Şair, d. 1935), 204 Richmond, 237
Richmond Park, 238
Q Rilke, Rainer-Maria (Alınan şair ve
yazan,1875-1926),94, 147
Quartier Latin, 77, 84, 91, 98, 254 Riyaziye Dersi (Ionesco) , 64
Quartier Latin oteli, 98 Rogojin (Budala), 65, 132
Quatre Sous bk. Dört Kuruşluk Ope- Roma , 79, 113, 120-124, 130, 151 ,
ra 177, 248,309
Romanya, 86
R Romeo-Juliet (Shakespeare), 191 , 244
Ronsard, Pierre de (Fransız şairi ,
Racine, Jean (Fransız oyun yazarı, 1524-1585) , 136,269
1639-1699), 156,1 69 , 210 Rotterdam, 106, 107
Rado , Şevket (Gazeteci, yazar, 1913- Rouauld, Georges (Fransız ressamı,
1988), 31 1871-1958), 85
"Raks" (Tanpınar), 174, 179, 223 Royal galeri, 250
Rambouillet (Semt), 220 Rubens, Peter Paul (Flaman ressa-
Rambouillet, Mme. de (1588-1665), mı, 1577-1640), 106
136 Rue de la Pepiniere, l 76
Raphael (İtalyan ressamı, 1483- Rue de Louis, 251
1520), 122 Rue Royer-Collard, 87
Ravel , Maurice (Fransız bestekiin, Rufer, Alfred (Tarihçi, Bern arşiv
1875-1937),259 müdürü), 79, 86, 89
Refik Ahmet bk. Sevengil, Refik Ah- Rusk.in, Jean (İngiliz tenkitçisi, 1819
met - 1900), 110
Regence, J98 Rusya,65, 132, 173, 197,200,208 ,
Regent Street, 140. 253

344
TANPINAR' IN MEKTUPLARI

Ruysdael, Jacob van (Hollandalı res- (Mazzola), 67


sam, 1628-1682), 106 Sainte-Beuve, Charles Augustin (Fran-
Rüştü Bey (CHP), 222 sız tenkitçisi, 1804-1869), 37
"Rüya" (Tanpınar), 49 Sainte-Marie oteli, 148
Sainte Semaine (Aragon), 247
s Saka, Osman (Doktor, 1900-1979),
188, 241
Saba, Ziya Osman (Şair ve yazar, Salor, Hüseyin Tahsin (Doktor), 265,
1910-1957), 13 266
"Sabah" (Tanpınar), 48 Salor, Nur Tahsin (Yazar, d. 1910),
Sacre-Coeur, 252 8, 262, 263,266,267
"Saçlar" (Tanpınar) , 49 Samain , Albert (Fransız şairi , 1858-
Sade bk. Marquis de Sade 1900), 152
Sağlam, Tevfik (Doktor, 1882-1963), Saınanpazarı (Ankara),230

275 Samsun, 28
Saint-Georges meydanı , 105 Sander, Midhat Sadullah (Yazar, ya-
Saint-Georges sokağı , 105 yımcı , 1892-1961), 204
Saint-Georges tiyatrosu, 104 Sander, Necdet (Yayuncı, çevinnen,
Saint-Germain , 81, 84, 102, 107, 1915-1983), 204
112, 125, 126, 130, 161 , 169, Sartre, Jean-Paul (Fransız yazarı ,
251 1905-1980), 96, 152, 153, 154,
Saint-Honore caddesi, 86 155, 217
Saint-Honore Faubourg, 85 Satie, Erik (Fransız bestekarı , 1866-
Saint James Parkı , 203 1925), 216
Saint-Julien, 166, 209 Schell (Profesör), 134, 199
Saint-Lazare, 176 Schopenhauer, Arthur (Alman filo-
Saint-Louis hastahanesi, 197, 200, zofu, 1788-1860),321
219 SchuJtz (Münih), 291
Saint-Michel, 82, 87, 91 , 251 Secret Prof essionnel (Cocteau), 62
Saint-Paul (Güneyde bir semt), 245, Seine, 102, 112, 117, 135, 160
246 Selçuk Hanım bk. Uraz, Selçuk
Saint-Paul, 145 Selçuk, Hamdi (Avukat, noter),
Saint-Pierre, 178 204,205 , 209,296
Saint-Pierre katedrali , 121 Selçuk, Münir Nurettin (Bestekar,
Saint-Rafael, 143 icracı , 1900-1981), 176, 231
Saint-Severin, 80 Select (Kahve), 161
Sainte-Anne, 67 Selim fil (Padişah, 1761-1808), 227,
" Sainte-Anne , Çocuk ve Meryem" 265

345
DİZİN

Semaine sainte, La. (Aragon), 144 Sorbonne, 176,184,236,281


Semiramis [Öner Muhtaroğlu] (Res- Sorrente, 121
sam), 97 Soulages, Pierre (Fransız ressamı ,
Semiye Hanım, 267 d. 1919), 84
Sencer bk. Divitçioğlu, Sencer, 175 Souline, Halın (Litvanya asıllı Fran-
Senemoğlu , Osman (Öğretim üyesi, sız ress amı , 1894-1944), 107,
d . ) , 281 126, 131 , 132, 145,152,246
Servet-i Fünun (Dergi), 158 Söylemezoğlu,. Belkıs (1917-1972),
"Servi" (Tanpınar), 49 95, 97
Sete, 66,67,68, 145, 146, 147, 149, Stendhal (Fransız romancısı , 1783-
150, 151, 153, 296, 323 1842), 190
Seurat, Denis (Pen Kulüp 'ün röpre- Stephane Ma/larme ve Güneş Miti ,
zantanı), 104, 163 151
Sevengil,RefikAhmet (Yazar, 1903- Strand , 203
1970), 28 Strand Hotel, 140
Sevgi bk. Divitçioğlu , Sevgi Stravinsky, Igor (Rus bestekarı ; 1882
Sevigne, Mme. de (Fransız yazarı, - 1971 ), 216, 311
1626-1696), 189 Strindberg, August (İsveçli yazar,
Seyfi (T. Temel' in akrabası) , 221 1849-1912), 64
Suadiye, 56
Sezar, Jules (Romalı diktatör ve ku-
Sudan, 263
mandan, M.Ö. 101-33), 73
Sultan bk. Salor, Nur Tahsin
Sezuan 'ın İyi İnsanı (Brecht), 168
Sultan Mahmut bk. Mahmut Il, 38
"Sfenks" (Tanpınar), 29
Sur-nllme, 146, 247
Shakespeare, William (İngiliz dram
Sühulet Kütüphanesi, 33
yazarı, şair, 1564-1616), 31, 155,
Süleymaniye Camii, 122
156,168,169,235, 240, 248
Swedenborg, Emanuel (İsveçli ya-
Sicilya, 206 zar, 1688-1772),62
Siirt, 316
Sinek Kızı, 104 ş
Sinop, 243, 316
Situations (Sartre), 154 Şaman , Haluk (Siyasetçi, 1911-1986),
Sixtine, 122, 150 300
Siyasal Bilgiler Fakültesi, 195 Şaruzade (Bilgin, 1771-1826), 181
Siyavuşgil, Sabri Esat (Şair, yazar, Şark Kahvesi, 231
psikoloji profesörü, 1907-1968), Şarlo (Charlie Chaplin, İngiliz aktö-
257 rü , rejisör, 1889-1977), 156
Soho, 203, 265 Şer Çiçekleri (Baudelaire), 159
Soissons katedrali , 109 Şerif, 137, 141

346
TANPINAR'IN MEKTUPLARJ

Şevket Hıfzı bk. Rado, Şevket Tanpınar 'ın Şiir Dünyası (Kaplan) ,
Şeyh Galip (Divan şairi, 1757- 315
1799), 318 Tanyol, Cahit (Sosyoloji profesörü,
"Şeytan" (Tanpınar), 34 d. 1914),224
"Şfü ve Rüya" (Tanpınar), 59, 62 Tarancı, Cahit Sıtkı (Şair, 1910-
Şiirimizin 4 Ahmedi (Püsküllüoğlu), 1956), 13, 31
204, 273 Tarhan, Abdülhak Hamid (Şair,
Şiirler (Tanpınar) , 275, 284, 321 oyun yazarı , 1852-1937), 110,
Şile , 316 141 , 240
Şimal Denizi, 292 Tarim, Safter (Doktor, resim kolek-
Şimal Kutbu, 125 siyoncusu, 1913-1981), 292
Şinasi (Şair, yazar, gazeteci, 1826- Tartuffe (Moliere), 155
1871), 110 Tasso (Ressam, marangoz, d. 1922),
Şirin (Ferluıd ile Şirin), 230 253
Şişli, 137 Tatar Mahmut, 47
Tatavla, 193
T Tate galeri , 250
Tavuk (Tavukçuluk) (Dergi), 27, 28
Tacettin, 133, 136, 137, 142, 160, Tecer, Ahmet Kutsi (Şair, yazar,
165, 177,181 folklorcu, 1901-1967), 28, 30-
Taci bk. Tacettin 35, 37-42, 46,48 , 50-59, 61, 63,
"Tahsin Efendi" bk. "Erzurumlu 64,66, 68,69,71,74,130, 176,
Tahsin" 204,273,275 , 309,3 10, 312
Tahsin (Londra'da), 237 Tecer, Leyla (Tiyatro s anatçı sı, d.
Talu , Ercüment Ekrem (Romancı , 1944), 68
1868-1956)' 99 Tecer, Mehmet, 58
Tamburi Selahattin bk. Pınar, Sela- Tecer, Meliha (Edebiyat öğretme­
tiattin ni), 8, 9, 12, 15, 42, 51, 52, 53,
Tanoğlu , Ali (Coğrafya profesörü, 60,66,69
1904-1978), 286 Temel, Bedia, 197, 209, 215, 222
Tanpınar, Kenan , 9, 13, 86, 116, Temel, Tarık (Röntgen mütehas-
118, 119, 187, 198, 199, 204, sıs ı), 7-12, 16, 17, 87, 92, 119,
210, 212, 213, 221, 222, 241, 121, 124, 141, 160, 168, 171,
289, 290, 291, 293, 295 , 297, 174, 188, 191, 194, 196, 198,
298, 300, 301 , 302, 303, 304, 202, 203, 206, 209, 210, 211 ,
306, 310, 311, 312 213, 214, 215, 218, 219, 221,
"Tanpınar'ın Mektuplarının Peşin­ 258 , 267, 289, 294, 296, 297,
de" (Kennan) , 10 298,299,304, 313,3 15

347
DİZİN

Teo bk. Aktürel, Teoman sörü, 1908-1969),227


Tercüme Bürosu, 282, 284 Tünel Caddesi, 72
Tercüme dergisi Mektup Özel Sayı- Türk Dili Mektup Özel Sayısı, 9
sı, 9 Türk Ekspres Bankası, 309
Teselya, 209, 212 "Türk İstanbul" (Beyatlı), 257
TMatre de Racine Il, 210 Türk Ocağı, 28
Times, 202 Türk Yurdu (Dergi), 27
Tintoretto (İtalyan ressamı, 1518- Türkiyat Enstitüsü, 8
1594), 94 Türkiye Büyük Millet Meclisi, 224
Titian (İtalyan ressamı, 1477-1576), Türkiye, 9, 75 , 76, 81 , 91, 94, 101,
193 139, 162, 177, 180, 181, 185,
Tohum (Kısakürek), 31 186, 188, 201, 207, 220, 227 ,
Tokatlı, Atilla (Çevirmen, yazar, 228,229,233,237,262,292
mütercim, 1934-1988), 169, 175 Türkömer, Kemal, ll8, 133, 137,
Tokyo,125 160, 172, 174, 176, 177, 181,
Tophane (Sinop), 316 182, 187, 188, 211, 212, 213,
Topkapı sarayı, 162 254, 255, 257, 292, 295, 297,
Toprak, Burhan Ümit (Sanat tarih- 298,302,309
çisi , 1906-1967), 36 Türkömer, Nesibe (Ressam, emay
Toros ekspresi, 224 sanatçısı , ö. 2005), 136, 137,
Tottenham, 140 174,187
Toulouse Lautrec (Fransız ressamı, Tzara, Tristan (Rumen asıllı Fransız
1864-1901),121,158,163 şairi, 1896-1963), 165
Trafalgar meydanı, 137, 139
Trianon, 243 u
Trocadero meydanı, 307
Tuilleries, 107 , Uccello, Paolo (Floransalı ressam,
Tuncel, Bedrettin (Öğretim üyesi, 1397-1475), 259
yazar, bakan, 1910-1980), 10, 11, Uffici galerisi, 122
60,159, 175,187,191,195,204, Ulvi Cemal bk. Erkin, Feridun Cemal
255 Ulysse (Joyce), 181
Tuncel, İlhan, 285 Unat, Faik Reşat (Tarihçi, yazar,
Tuncel, Nimet, 285 1899-1964), 35
Tunus, 139 Unesco, 189,194,221,235, 312
Turan, Selim (Ressam, 1915-1994), Uraz, Selçuk (Piyanist, 1927-2003),
81 , 82, 84, 128, 131, 164, 167, 160
205,209,254 Uraz, Ulvi (Tiyatro oyuncusu, 1921-
Turhan, Mümtaz (Sosyoloji profe- 1974), 133, 136, 137' 138, 156,

348
TANP!NAR 'IN MEKTUPLARI

160,163,166, 175, 249 1853-1890), 106,107,132, 190,


Uşaklıgil,Halit Ziya (Yazar, 1866- 250,259
1945), 28 Vanya (Budala) , 132
"Uyuyan kadın" (Tanpınar) , 49 VanyaAmca [Dayı] (Çehov), 156
"Uyuyan kadınlar" (Tanpınar), 49 Varlık (Dergi), 9, 54
"Uyuyan Venüs" (Giorgione), 259 Vasıf Divanı , 181
Vasıf-1 Enderuru (Divan şairi, ö .
Ü 1824), 72
Vauban, Sebastian Le Prestre mar-
Üç Silahşörler (A. Dumas-Pere), 161 quis de (Fransız asken mimar,
Ülken, Hilmi Ziya (Felsefe ve sos- mühendis, 1633-1707), 143, 244
yoloji profesörü, 1901-1974), 37 Veber (Gazino, lokanta), 165
Ülkü (Dergi), 62, 224 Velasquez, Diego (İspanyol ressa-
Ürgüp, Fikret (Doktor, yazar, res- mı , 1599-1660), 176, 193, 250
sarn, 1914-1977), 170, 172, 189, Vendôme, 135, 136
191 , 203,220,303 Venedik, 123, 149
Ürgüp; Mahpeyker (Dahiliye dokto- Vent de souffie, Le (Film), 191
ru, Enver Paşa' nın kızı) , 88 , 89, "Venüs'ün Doğuşu" (Botticelli), 259
99,220 Verdet, Andre (Fransız ressamı ,
Ürgüp, 217 1913-2004), 245
Üsküdar, 47 Verlaine, Paul (Fransız şairi, 1844-
1896), 166, 179
v Vermeer, Jan (Hollandalı ressam,
1628-1691), 107
Vakit (Gazete), 28 Versailles, 68, 78, 99, 118, 193
Vfila bk. Ebüzziya Vfila Versailles oteli, 78
Valery, Paul (Fransız şair ve yazan, Via Napoli , 124
1871-1945),66, 67, 94, 105, 117, Vilar, Jean (Fransız aktörü, 1912-
129, 146, 147, 149, 150, 179, 1971), 168
182,226,234,284, 318, 319 Villon, François (Fransız şairi , 1431-
Vallauris , 244, 246 1463?), 85
Valvins, 116, 117, 135 Vinci , Leonardo da (İtalyan ressa-
Va1vins köprüsü, 117 mı, mimarı , heykeltıraşı , 1452-
Van Dyck (Flaman ressamı , 1599- 1519), 79 , 123, 259
1641), 106 Virgile (Latin şairi, M .Ö. 71-19), 244
Van Eyck, Hubert (Flaman ressamı, Vitelt, de (Doktor), 219
1366-1426), 106 Viva1di , Antonio (İtalyan bestekarı ,
Van Gogh , Vincent (Alman ressamı, 1675-1741), 166,183

349
DİZİN

Viyana, 85, 113, 196, 239 Yimıi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi
Vuillard , Jean Edouard (Fransız res- (?-1732), 244
samı , 1868-1940), 80, 158 "Yolculuk" (Tanpınar), 49
Yugoslavya, 253
w Yunanistan , 129
Yunus bk. Köni, Yunus Kazım
Watteau , Jean Antoine (Fransız res- "Yunus Emre" (Tanpınar), 62
samı , 1684-1721), 123 , 193 Yücel; Can (Şair, 1926-1999), 134,
Weyden, Roger Van der (Flaman res- 137, 140,276
samı, 1399-1464), 106 Yücel, Hasan Ali (Yazar, bakan,
Windsor şatosu , 259 1897-1961), 37, 72, 203, 209,
Worth, Charles Frederich (Modacı, 275,276
1825-1895), 158 Yürüyüş (Dergi), 28

y z
Yabancı bk. Etranger Zadkine, Ossip (Rus asıllı Fransız
"Yağmur" (Tanpınar), 49, 59 ressam ve heykeltıraşı, 1890-
Yalova,47 1967), 93, 107
Yapı ve Kredi Bankası, 294, 295 Zahidi , 117
"Yarasa" (Tanpınar), 49 Zehra Hanım (Komşusu), 303
Ya şar Kemal (Romancı , d. 1922), Zeki, 84
194 Zeki Sıtkı, 188
"Yavaş yavaş ayd ınlan an" (Tanpı ­ Zengibar, 263
nar) , 49 Zeus/Jüpiter, 52
Yaz Yağmuru (Tanpınar) , 296 Zevako, Michel (Fransız romancısı,
Yeditepe (Dergi), 9, 173, 177, 204, 1860-1918), 135
296 Zeyd , Fahrünnisa (Ressam, 1903-
Yeldeğirrneni, 118 1992), 81, 102, 127, 254
Yeşilköy, 130 Zibidi (A. Cimcoz'un köpeği), 91,
Yetkin, Adalet, 282 97, 100, 156
Yetkin, Suut Kemal (Deneme yaza- Zigana dağları, 231
n, 1903-1980), 27, 282 Ziya,203
"Yılan" (Tanpınar) , 29, 49 Ziya Talat, 27
"Yıldız yağmuru" (Tanpınar), 49 Zola, Emile (Fransız romancısı,
" Yıldızlar" (Tanpınar), 49 1840-1902), 159
Yınanç, Mükrimin Halil (Tarihçi, Zürih, 125, 2 11 , 2 12, 213, 297, 323 ,
1898-1961), 103,264,289 324

350
DERGAH YAYINLARI
AHMET HAMDİ TANPINAR
Bütün Eserleri

Saatleri Ayarlama Enstitüsü



Sahnenin Dışındakiler

Beş Şehir


Yaşadığım Gibi

Bütün
• Şiirleri
(Haz: İnci Enginün)

Hikayeler

Yahya Kemal

Mahur Beste

Huzur

Aydaki Kadın


Edebiyat Üzerine Makaleler

Tanpınar'ın
•Mektuplan
(Haz: Zeynep Kennan)

Günlüklerin Işığında
•Tanpınar' la Başbaşa
(Haz: İnci Enginün-Zeynep Kerman)

On Dokuzuncu Asır
•Türk Edebiyatı Tarihi
(Haz: Abdullah Uçman)

Edebiyat Dersleri

Diğer Yazılan

You might also like