You are on page 1of 7

HİLAFET VE GÜNÜMÜZ VAKASI

Hamd âlemlerin Rabbi olan yüce Allah’a aittir. Güzel akıbet muttakilerindir. Düşmanlığımız
zalimleredir. Salât ve selam âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Peygamberimiz Muhammed
(sallallahu aleyhi ve sellem)’e, pak ailesine ve güzide ashabına olsun.
Ey bizlere şah damarımızdan daha yakın olan Rahman ve Rahim olan yüce Allah’ım! Yazdıklarımızı,
okuduklarımızı, niyetlerimizi ve amellerimizi riyadan, menfaatten ve nefsî paylardan arındırıp sadece
Kendi zatın için kıl. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Sana sığınırız.
Bizleri, hayır kapıları açan ve şer kapılarını kilitleyen anahtarlar eyle. Allah’ım! Bu yazdıklarım eğer
Müslümanlara fayda verecekse, anlayan kalplere ulaştır ve bereketli kıl. Yok, eğer zarar verecekse, o
vebalden Sana sığınırım. Ve bu yazımı unutulanlardan eyle Allah’ım.
Muhterem kardeşlerim! Malumunuzdur ki insanlar toplu hâlde yaşamaya mecburdurlar. Her bir
toplumu yöneten, onların işlerini düzene koyan ve sorunlarını çözen yöneticileri ve idarecileri vardır.
Bizden önce yaşamış ehl-i kitabı (Yahudi ve Hristiyanlar) peygamberleri yönetmiş,
peygamberlerinden sonra din âlimleri gözetiminde kralları yönetmiş, önce Avrupa’da sonra bütün
dünyaya laiklik yayılmadan önce bu milletlerin hayatları dini kurallara göre düzene konmuştu. Aynı
şekilde biz Müslümanlar buna benzer merhalelerden geçtik. İslam ilk olarak Rasûlullah ( sallallahu
aleyhi ve sellem)’a gelince, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) İslam ümmetinin idarecisi olmuş,
vefatından sonra Raşid halifeler bu işi üstlenmişlerdir.
Müslümanların yönetim mekanizmasının en yüksek konumunda bulunan kişiye “İmamu’l-Â’zam”
yani halife denir. Halife “Ha-Le-Fe “ kökünden türemiş ve “yerine geçti” “yerine geçen” anlamı
taşımaktadır. Şer’î manası ise, Rasûlullah ( sallallahu aleyhi ve sellem)’den sonra Müslümanların din ve
devlet işlerini düzene koyan, sorunlarını çözen ve yöneten kimse anlamını taşımaktadır.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ettikten sonra, ashab-ı kiram halifeyi tayin etmek ve başa
geçirmenin öncelikli ve en acil bir durum olduğunu bilmiş, Efendimizin mübarek bedeni henüz
yıkanırken ashabın ileri gelenleri “Ehlu’l-Halli ve’l-Akd” hemen toplanmış, Ebubekir (radiyallahu
anhu)’ yu seçmiş, ona bey’at etmiş, sonra bütün Müslümanlara ilan edip geri kalan bütün
Müslümanların gelip bey’at vermeleri istenmiştir. Akabinde hilafet Raşid halifeler olan Ömer, Osman
ve Ali (radiyallahu anhum)’a intikal etmiş, arkalarından Emevilere, Abbasilere ve sonra Osmanlılara
intikal ederek hata, kusur ve eksikliklerle beraber 1924’e kadar gelmiştir.
Müslümanların başında adil ve ehil bir halife, yönetim biçimleri de şeriat (İslam kuralları) olduğu
zaman ne kadar muazzam bir güce sahip olduklarını anlayan Yahudi, Hristiyan ve uşakları olan
müşrikler, 1924’te laiklerle yardımlaşarak halifeliği yıkıp bu müesseseye son vermişlerdir. Bununla
beraber devletin yürürlüğünden şeriatı da kaldırmışlardır. Yerine Avrupa’dan ithal edilen Cumhuriyet
yönetim sistemini getirmişlerdir. Kaldırılan İslam kanunları yerine de yine Avrupa’dan toplama beşer
ürünü olan kanunlar getirilip hâkim kılınmıştır. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn.
İslam âleminde estirilen dinsizlik rüzgârı karşısında 90 seneden beri dünyanın değişik coğrafyalarında
samimi Müslümanlar halifeliği bir daha hâkim kılmak ve getirmek için çok büyük çabalar harcamış ve
çok büyük bedeller ödemişlerdir. Bu uğurda birçok cemaatler kurulmuş ve özellikle son 20 yılda bu
yoldaki cihad sahaları bir hayli çoğalmıştır. Allah-u Teâlâ’ya hamd-u senalar olsun.
İslam ümmetine, gerek dışarıdan saldıran asli kâfirlere ve gerek içeriden onlara yardım eden mürted ve
münafıklara karşı, bu ümmetin en hayırlı evlatları senelerce yılmadan mücadele vermiş, savaşın bütün
acı kayıplarına katlanarak en değerli olan mallarını ve canlarını bu mübarek cihad sahalarında feda
etmişlerdir.
Doğudan batıya doğru yönelirsek; Filipinler, Keşmir, Afganistan, Pakistan, Tacikistan, Dağıstan,
Çeçenistan, Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, Bosna Hersek, Yemen, Somali, Mısır, Libya, Cezayir, Fas
Nijerya ve Mali toprakları mübarek Allah erlerinin kanlarıyla sulanmış ve halen bazı bölgelerde
sulanmaya devam etmektedir. Elhamdulillah.
Nice Mervan Hadidler, Abdullah Azzamlar, Ebu Ömerler, Zerkaviler, Hattaplar, Usame bin Ladinler,
Ebu Leysler, Şamiller, Molla Dadullahlar, Atiyyetullahlar, Ebu Yahyalar, Ebu Zeydler, Ansiler, Haris
Nazzariler, İbrahim Rubeyşler ve binlerce yiğit bu kutlu kervanın yolcuları olmuşlardır.
Islah çalışmaları yapan ve yürüten nice âlim, davetçi ve cemaatler senelerce çalışmış, hâlâ çalışmakta
ve binlerce değerli yiğidini tağutların karanlık hapishane ve zindanlarında kaybetmişlerdir. Özellikle
Mısır’ın, Cezayir’in, Libya’nın, Suriye’nin, Ürdün’ün, Irak’ın, Hicaz ve Yemen’in hapishaneleri ve
cellâtları bu işin başını çekmektedirler. Tüm bu yaşananlara rağmen tağuti sistemlere ve diktatör
rejimlere karşı mücadele Elhamdulillah devam etmektedir.
Samimi olan her bir Müslüman hilafet sistemini ister ve özlem duyar. Bu sistemin geri gelmesi için
çalışır, bu uğurda değer verdiği her şeyini feda eder.
Muhterem kardeşlerim! İslam’a göre her bir amelin bir usûlü ve doğru yapılış biçimi vardır. Allah-u
Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de ve Rasûlullah ( sallallahu aleyhi ve sellem)’in Sünnetinde yemek yemekten
tutun, devlet yönetimine kadar her şeyin kuralı belirtilmiş, Rasûlullah ( sallallahu aleyhi ve sellem)
Efendimiz amelî olarak yani pratik olarak doğru biçimi bizlere öğretmiş ve göstermiştir. Eğer işleri
usûlüne göre yaparsak Allah’ın izniyle muvaffak oluruz. Aksi hâlde pürüzler ve hatalar yakamızı
bırakmayacaktır. Bu hakikati Allah-u Teâlâ Bakara suresi 189.uncu ayet-i kerimesinde şöyle beyan
ediyor:

‫َيْس َأُلوَنك َع ِن األِهَّلِة ُقْل ِهَي َم َو اِقيُت ِللَّناِس َو اْلَح ِّج َو َلْيَس اْلِبُّر ِبَأْن َتْأُتْو ا‬
‫اْلُبُيوَت ِم ن ُظُهوِرَها َو َلـِكَّن اْلِبَّر َمِن اَّتَقى َو ْأُتوْا اْلُبُيوَت ِم ْن َأْبَو اِبَها َو اَّتُقوْا‬
‫َهّللا َلَع َّلُك ْم ُتْفِلُحوَن‬
“Sana hilâl şeklinde yeni doğan ayları sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit
ölçüleridir. İyi davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir. Lakin iyi davranış,
korunan (ve ölçülü giden) kimsenin davranışıdır. Evlere kapılarından girin, Allah'tan korkun,
umulur ki kurtuluşa erersiniz.”1
Buhari (rahimehullah)’ın rivayetine göre müşrikler ihrama girdikleri zaman evlerine kapılardan değil,
arka taraflardan delik açarak girerlermiş. Buna binaen bu ayet inmiştir.
Dikkat edilirse Allah-u Teâlâ bu ayetiyle usûlen yanlış yapan kimseleri uyarıp doğruyu bildiriyor.
Halife gibi çok önemli konumu olan bir kimseyi seçip Müslümanların başına getirmek ve bütün
Müslümanlardan ona itaat etmeyi istemek dinimizin en hassas, en ciddi ve en önemli amellerindendir.
Bu iş o kadar büyük ciddiyet ister ki işin içinde pürüz veya usûlsüzlük olursa Müslümanlar arasında ne
denli büyük kargaşaların çıkmasına, kavga ve kaosun oluşmasına, bölünüp parçalanmaya ve hatta
vaziyet Müslüman kanı dökmeye kadar varabilmektedir. İslam tarihinde bunun misalleri çoktur. Ali
(radiyallahu anhu) ile Muaviye (radiyallahu anhu) döneminde meydana gelen hadiseler, oğlu Yezid’e
karşı Hüseyin (radiyallahu anhu)’nun kıyam etmesi, Abdulmelik bin Mervan döneminde Abdullah bin
Zubeyr (radiyallahu anhu)’ya karşı ikinci halife olarak çıkışında verilen bey’at ve meydana gelen savaş,
bu savaş neticesinde İbn-i Zubeyr’in şehid edilmesi, Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar döneminde
hilafeti ele geçirme ve koruma sebebiyle meydana gelen çekişmeler, bölünmeler ve taht kavgaları tarih
kitaplarında maalesef hatırlamak istemediğimiz anılar olarak uzun uzun anlatılmaktadır. Ve yine
maalesef tarih kendini tekerrür ediyor. Bu asırda -birazdan değineceğim- Irak-Şam topraklarında Ebu

1
Bakara Sûresi 189
Bekir el-Bağdadi halife ilan edildi ve akabinde sorunlar patlak verdi. Patlak veren hadiseleri duydukça
Allah-u Teâlâ’nın her bir sözünde ne denli büyük hikmetlerin saklı olduğu ortaya çıkmaktadır:
“Evlere kapılarından giriniz!...”
Değerli kardeşlerim, ilmî yönüne çok dalmadan, yüzeysel olarak halife seçiminin usûlüne biraz
değineceğim.
Hak taife olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in prensiplerine göre halife seçiminin iki doğru yolu, bir de
istisnai, arızi diyebileceğimiz üçüncü yolu vardır. Asıl olan iki yoldur. Üçüncüsü, mefsedeti (kötülüğü)
giderme ve maslahatı (fayda) celbetme adına uygulanır.
1.YOL: Müslümanların başında var olan halife bir sonraki halifeyi seçer ve seçtiği kimseyi ümmete
arz eder. Ümmet uygun görüp muvafakat ederse o kimse başa geçer. Eğer kabul etmezlerse başa
geçemez. Ümmetten kastı, istişare heyeti olan “Ehlu'l-Halli ve'l-Akd”tır. Bu yöntemin örneği için
Ebu Bekir (radiyallahu anhu)’nun fiilini verebiliriz. Ebu Bekir ( radiyallahu anhu) hastalanınca
kendisinden sonra kimi halife bırakacağı ona sorulur. O da Ömer ( radiyallahu anhu)’yu uygun
gördüğünü ve onu düşündüğünü söyler. Ashabın ileri gelenleri itiraz etmez. Uygun görüp kabul
ederler. Ebu Bekir (radiyallahu anhu) vefat ettikten sonra hilafete Ömer (radiyallahu anhu) gelir.
2.YOL: Halife sonraki kişiyi seçmez. Ümmetin yani “Ehlu'l-Halli ve'l-Akd”ın ictihadına bırakır.
Ehlu’l-Halli ve’l-Akd üyeleri bir araya gelir, durumu kendi aralarında değerlendirirler; ister içlerinden
ister dışlarından hilafete en uygun ve en layık olan kimseyi seçerler. İhtilaf düştüğü vakit çoğunluk
kimi uygun görüyorsa o kimse halife olarak seçilir. İstişare heyeti olan Ehlu’l-Halli ve’l-Akd o
halifeye bey’at eder. Bunun misali olarak Ebu Bekir ( radiyallahu anhu)’nun halife olarak seçimi
verilebilir. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ederken halife belirlemedi. Ensarın ileri
gelenleri Saideoğulları gölgeliğinde toplanırlar. Muhacirlerin ileri gelenlerinden Ebu Bekir, Ömer ve
Ebu Ubeyde İbnu’l Cerrah (radiyallahu anhum) toplanıp Ensarın yanına giderler. Hilafet mevzusunu
görüşürler. Aralarında ihtilaf çıkar. En son Ömer ( radiyallahu anhu) “ey Ebu Bekir, uzat elini” der ve
bey’at eder. Orada hazır olan Ehlu’l-Halli ve’l-Akd konumunda olan sahabeler de bey’at ederler. O
toplulukta var olan Hazrec kabilesinin ileri geleni Sa’d bin Ubade bey’at etmez. Haricindeki herkes
bey’at edince mescidde bütün sahabeye hilafet ilan edilir. Sahabe-i kiram ve ümmet gelip bey’at
ederler. Böylece mesele hâl olunmuş bir şekilde kapanmış olur.
3.YOL: Bu iki doğru yolun dışında, istisnai sayılan, arızi yani sonradan gelişen bir yol biçimidir. O da
galip gelen, hâkimiyetini kurmuş olan “es-Sultan el-Mutegallip” denen sultana yani halifeye daha
fazla kan dökülmemesi, vahdet ve asayişin sağlanması amacıyla bey’at edilmesidir. Mesela, Emeviler
Devleti zamanında Şam’da Abdulmelik bin Mervan’a halifelik için bey’at verilmişti. Öbür taraftan
Hicaz’da Abdullah İbn-i Zubeyr halifelik ilanında bulunmuş ve ona da bir hayli Müslüman bey’at
vermişti. Her iki halifenin de bölgeleri, kuvvetleri ve valileri bulunuyordu. Karşılıklı süren çekişme ve
savaşlar neticesinde Abdullah bin Zubeyr öldürüldü. İnşallah şehid edildi. Böylece hicaz bölgesine de
Abdulmelik bin Mervan hâkimiyetini kurdu ve galip konumuna geçen halife unvanını aldı.
Müslümanlar daha fazla kan dökülmemesi, daha fazla tefrika ve kargaşaya düşülmemesi ve ümmetin
vahdeti hâsıl olsun diye bey’at etmişlerdir. İşte bu üçüncü yol asli değil, sonradan meydana gelen arızi
bir durumdur.
EHLU’L-HALLİ VE’L-AKD KİMDİR:
Bu söz, “feshetme ve kurmaya yetkili kimseler” anlamındadır. Bu yetkili kimselere halifenin şura
heyeti de denebilir. Bu grup, Müslümanlar tarafından tanınan, ilim, hikmet, dirayet ve adaletlerine
güvenilen kimselerdir. Bu kimseler Müslümanlar tarafından üstün sayılan, sevilip itaat edilen
kimselerdir. Sayıları az da olabilir, çok da olabilir. Yer, şart ve konuma göre sayı farklılığına
sahiptirler. Bu kimseler genel anlamda Müslümanlar arasında kanaat önderleri, aşiret liderleri, âlimler
ve komutanlardan oluşurlar. Örneğin sahabe döneminde Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Ebu Ubeyde
bin Cerrah, Abdurrahman bin Avf, Sa’d bin Muaz ve Sa’d bin Ubade ( radiyallahu anhum) gibi
sahabeler Müslümanlar arasında sözü dinlenen, saygı duyulan ve itaat gören şahsiyetlerdi. Böyle bir
grup genelde halifeye en yakın olan gruptur. Halife bunlarla istişare eder. Onların düşünce ve
tecrübelerinden faydalanır. Onlarla yardımlaşınca daha doğru kararlar alır. Halifenin riddeti yani
dinden dönme, delirmesi, yönetmekten aciz kalması veya ölümü gibi durumlarda kendi aralarında
istişarede bulunup Müslümanlara ya içlerinden veya dışlarından ehil birini tayin ederek onu halifeliğe
getirirler. Bu grup tayin edilmiş halifeye bey’at edince geri kalan Müslümanlar onlardan etkilenerek
veya talimatlarıyla halifeye bey’at ederler.
EBU BEKİR EL-BAĞDADİ’NİN HALİFELİK İLANI:
ABD, NATO devletleriyle yardımlaşarak 2003 yılında Irak’a saldırdı. İşgal edilmesinden bir süre
sonra Saddam Hüseyin yakalanıp idam edildi ve Irak hükümeti düştü. Hristiyan olan “Michel Eflak”ın
kurduğu Arap milliyetçiliğine dayanan Baas ideolojisi Irak’ta yok oldu. Suriye’de de yok olmak
üzeredir. Rabbim bizlere bir an önce yok oluşunu göstersin. Âmin.
Irak’ın işgalinden bir müddet sonra, gerek Irak topraklarında bulunan ve gerekse dışarıdan gelip
katılan mücahidlerle ABD ve müttefiklerine karşı cihad başlatıldı. Bu cihad sahasında farklı cihadi
gruplar vardı. Bu gruplar arasında özellikle Ebu Musab Zerkavi ( rahimehullah) ve grubu en bariz
gruplardandı. Bir müddet sonra Zerkavi, Usame bin Ladin ( rahimehullah)’a bey’at etti (Rabbim
şehadetini kabul buyursun). Bundan sonra Zerkavi ve grubu Irak el-Kaidesi olarak tanınmaya başladı.
Bir müddet geçtikten sonra Ebu Musab Zerkavi ( rahimehullah) birkaç cihadi cemaatleri, “meclis şura
el-mücahidin” adı altında topladı. Zerkavi’nin şehadetinden sonra yerine Ebu Hamza el-Muhacir geçti
ve “Irak İslam Devleti”ni ilan edip başına Ebu Ömer el-Bağdadi’yi geçirdi. Ebu Ömer el-Bağdadi
(rahimehullah) el-Kaide’ye bağlı olarak biliniyordu. Ancak şöyle bir gerçek vardı ki, bu devlet ilanı
tam hakiki manada devletin oluştuğunu ve güç ve iktidarın Müslümanların ellerinde olduğu anlamına
gelmiyordu. Çünkü o vakitte Müslümanlar zayıf ve özellikle Irak’ta mücadele eden mücahidler
kendilerini gizleyerek hala gerilla usulü cihad edebiliyorlardı. Bir ilde otorite kursalar iki ay sonra
veya kısa müddet sonra orada otoriteyi kaybediyorlardı.
Ebu Ömer el-Bağdadi ve Ebu Hamza el-Muhacir ( İnşaAllah) şehid edildikten sonra, cemaatin başına
Ebu Bekir el-Bağdadi geçirildi. Bağdadi’nin hayattayken Usame Bin Laden ( rahimehullah)’a,
(İnşaAllah) şehadetinden sonra da Eymen ez-Zevahiri’ye bey’atını tazelediği bilinmektedir.
Suriye’de cihad hareketini başlatmak için Irak’tan Suriye’ye Ebu Muhammed el-Cevlani ve birkaç
yardımcısı gönderilmiş ve Suriye’de cihad hareketi Cephetu’n-Nusra adıyla başlamış ve sonrasında da
birçok Müslüman’ın katılımıyla Cephetu’n-Nusra büyük bir cemaat hâline gelmişti. Sonrasında -
tafsilatına giremeyeceğim- ihtilaflar yaşandı. Irak İslam Devleti yeni bir hamle yaparak ismini
değiştirdi. Irak ve Şam İslam Devleti adını aldı ve Nusra Cephesini feshetti. Ancak Nusra Cephesi
böyle bir hamleyi yanlış gördü. Ebu Bekir el-Bağdadi’ye olan bey’atlarını çekip bir üst makama yani
Eymen ez-Zevahiri’ye verdiler. Akabinde maalesef acı hadiseler yaşandı. Bölünme, çekişme ve
çatışmalar oluştu. Müslüman kanı döküldü. Aralarını ıslah etme girişimleri Eymen ez-Zevahiri’den,
değişik âlim ve gruplardan geldiyse de fayda sağlamadı. Hakem ve İslami mahkeme kurulma
çağrılarına maalesef Irak ve Şam İslam Devleti’nden olumlu cevap gelmedi. Kısa bir müddet sonra
Irak ve Şam İslam Devleti el-Kaide’den ayrıldı ve akabinde el-Kaide’nin akide ve metod bozukluğuna
sahip olduğunu beyan etti.
Savaş, kargaşa, bölünme ve çekişme dinmeden ve istikrar sağlanmadan Hicrî 1435 Ramazan’ında Irak
ve Şam İslam Devleti Cemaati sürpriz bir hamle yaparak, ümmetin tanınan ve sevilen liderleriyle
danışmadan sadece cemaatinde olan kişilerle istişarede bulunarak Halifelik ilan etti. İsmini İslam
Devleti olarak değiştirdi. Ebu Bekir el-Bağdadi’nin, Müslümanların halifesi olarak ilan edilmesiyle
beraber dünya üzerinde var olan bütün cihad, ıslah ve davet cemaatlerini iptal etti. Bütün
Müslümanların, cemaatlerini, yapılarını ve oluşturdukları biriklerini bırakarak Ebu Bekir el-
Bağdadi’ye bey’at vermelerini ve ona bağlanmalarını istediler. Bununla beraber, bey’at etmeyen
Müslümanlar, İslam Devleti’nin güçlü olduğu bölgelerde baği (İmama karşı asi olanlar anlamında)
ilan edilerek kanları mubah sayıldı. Bu ilanı pratiğe dökerek güç yetirebildiği yerlerde bey’at etmeyen
Müslüman ve mücahidlerden yüzlerce hatta binlerce kişiyi öldürdüler. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn.
İslam Devleti Cemaati, daha önceleri değer verdiği ve âlimlerimiz diye tabir ettiği sadık âlimlerden
eleştiriler ve itirazlar duydukça onlardan uzaklaştılar. Hatta bu âlimler hasetçi, kindar, bencil ve kibirli
kimseler olarak ilan edildi. Ve işin hakikatinde Bağdadi Cemaati ümmetten ayrılarak kendi ümmetini
tesis etmeye ve büyütmeye başladı.
Tabi bu ihtilaf ve bölünmeler Irak ve Şam topraklarında kalmadı. Afganistan, Yemen, Somali,
Libya, Çeçenistan cihad cemaatlerine ve bütün dünya Müslümanları arasında yayıldı. Şu an
Müslümanlar üç kısma bölündüler. Bey’at edenler, bey’at etmeyenler ve gelişmelere göre davranmayı
bekleyip sessiz kalanlar.
Şam’da patlak veren çatışmanın benzeri yani bey’at etmeyen Müslümanları tekfir etme ve baği
sayma fitnesi Afganistan, Libya, Yemen ve başka bölgelerede intikal ettirilerek maalesef ümmetin
güzel Müslümanları bu fitne ateşinde baği, sahveci ve mürted adı altında katledildi. İnna Lillah Ve
İnna İleyhi Raciun.
HİLAFET İLANI VE İSLAM DEVLETİ CEMAATİ HAKKINDA BAZI
MÜLAHAZALAR:
1- Hilafet ilanı için acele davranıldı. Şartlar oluşmadan, durum olgunlaşmadan semere toplamaya
gidildi. Bir nevi bu durumu, erken doğan ve yaşatılması için küveze konan bebeğe
benzetebiliriz. Hilafet ilanı çok kolay bir şeydir. Ama hakkını, gereklerini yerine getirmek çok
zor olan bir iştir. Bütün Müslümanların idaresini ele almak, onları korumak, aralarında İslam
ahkâmını uygulamak, sorunlarını gidermek, saldırgan kâfirlere karşı onları savunup muhafaza
etmek, iş aş ortamı sağlamak kolay bir durum değildir.
2- Dinimizin en önemli ve Müslümanların birliğini sağlayacak istişare unsuru ile amel edilmedi.
Hâlbuki istişareyi Allah-u Teâlâ Peygamberine emretmiş ve Müslümanları vasfederken “işleri
kendi aralarında istişare iledir” buyurarak tanımlamıştır. Rasûlullah ( sallallahu aleyhi ve
sellem), küçük büyük Müslümanları ilgilendiren her işinde istişare etmiştir. Ebu Hureyre
(radiyallahu anhu) “Ben Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kadar istişare eden birini
görmedim” demiştir. El-Bağdadi’nin hilafet ilanı maalesef dünya üzerinde ümmetin
benimsediği önemli kişilerle istişare edilip ilan edilmedi. Ümmetin hakkı gasp edildi.
3- İslam Devleti Cemaati, kendilerini eleştiren, hatalarını beyan eden kim olursa olsun her türlü
grup, lider, âlim ve Müslüman’a hoşgörü göstermediler. Eleştiren ve hatalarını beyan eden
özellikle değerli âlim ve komutanları düşman edindiler. Kendilerini ümmetten ve ümmetin
ileri gelenlerinden uzaklaştırdılar. Dikkat edilirse İslam Devleti Cemaati bünyesinde dünyaca
tanınmış, güvenilen ve Müslümanlar nezdinde itibar gören bir âlim neredeyse yok denecek
kadar azdır. Maalesef özellikle âlimleri kendilerine küstürdüler. Hâlbuki Ömer ( radiyallahu
anhu) halife iken etrafına Bedir ehlini, sahabenin âlimlerini ve önemli şahsiyetlerini toplayıp
onlarla işlerini istişare ederdi. Hatta Abdullah bin Abbas’ın yaşı küçük olmasına rağmen
bilgili olması hesabıyla onu da istişare heyetine katmıştı.
4- Bağdadi Cemaati İslam büyüklerine gerekli saygıyı göstermedi. Gerek yaş olarak gerek ilim,
gerek cihad ve gerek amel bakımından çok ileride olan kimseleri pek önemsemediler. Hâlbuki
yaşlıya saygı göstermek, fazilet ehline ikram edip haklarını bilmek dinimizdendir. Bir gün
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında iki kardeşten biri yani küçük olan konuşup
cereyan eden hadiseyi anlatırken Rasûlullah ( sallallahu aleyhi ve sellem) onu ikaz edip “‫كبر‬
‫“ ”كبر‬Büyüğünü gözet, Büyüğünü gözet” diye uyarmıştır. Yani, bu konu önemli, bırak abin,
büyüğün konuşsun, o anlatsın, demiştir.
Adnani’ni son yaptığı konuşmasında ümmetin sevdiği, sadık alimlerinin övdüğü ve Adnani
belki anasından süt emerken davet, hapishane ve cihad sahalarında hayatını geçirmiş olan
Eymen Ezzavahiri (hafizahullah)’ı haşa ahmak olarak tanıtmakta, sadık cihad alimlerimizi
haşa kitap yüklü eşekler olarak beyan etmektedir!!.
5- Şer’an şartları gerçekleşmemiş ve özellikle âlimlerin neredeyse %95’inin “bu hilafet ilanı şer’î
bir ilan değildir. Şartlar yerine gelmemiştir” diye ilan etmelerine rağmen, Bağdadi’yi şer’î bir
halife görüp bey’at etmeyenleri baği görmeleri, kanlarını mubah saymaları ve hatta bey’at
etmeyen mücahidlerin kanlarını dökmeleri çok büyük bir hatadır. Çünkü Ebu Bekir
Bağdadi’nin halifelik ilanı ehli Sünnet Vel Cemaatin yani sahabeyi kiramın metoduna
uymamaktadır. Meşruluğu kabul edilmezken veya en azından tartışılırken muhalifleri baği ilan
etmek ve kanlarını dökmek büyük bir cürümdür.
Hâlbuki Sa’d bin Ubade, ne Ebu Bekir ( radiyallahu anhu) ne de Ömer (radiyallahu anhu)’ya
bey’at etmediği hâlde hiçbir halife ve sahabe ona dokunmamıştır. Ali ( radiyallahu anhu) iki
rivatetten birine göre, hemen o da Ebu Bekir ( radiyallahu anhu)’ya bey’at etmemiş, Buhari’nin
rivayetine göre 6 ay sonra bey’at etmiştir. Bu kadar müddet bey’at etmemesine rağmen kimse
ona dokunmamıştır.

Şunu da unutmamak gerekir: kanlar, dinimizde vebali ve günahı en büyük unsurlardan olduğu için
dinimiz bu konularda son derece hassas davranmayı ve hatta en ufak bir şüphe dahi oluştuğu zaman
hadleri düşürmeyi emretmiştir.

Hilafet mevzusu bu kadar çekişme ve tartışma içerirken, kâfirlerin her bir taraftan saldırılarını
yoğunlaştırıp el-Kaide, İşid, Cephetu’n-Nusra, Ensaru’l-İslam ve Ensaru’ş-Şeria diye ayırt etmeden
Müslüman kanı dökerken, her gün mücahidlerin üzerlerine binlerce ton bomba yağdırırken kalkıp
muhalif mücahidlere saldırmak, bey’at etmeyen mücahitlerin kafalarını kesip sırtlarına koymak
suretiyle hatıra pozları çekmek! Subhanallah! Bunlar Müslümanların yapacağı doğru amellerden
değildir.

6- Bağdadi Cemaati, âlimleri ve tecrübeli mücahidleri pek önemsemediklerinden dolayı çok fazla
dinî ve dünyevi hatalar işlediler. Rahmetten çok şiddeti, güven vermekten çok korkutmayı,
yakınlaştırmaktan çok uzaklaştırmayı prensip edindiler. Bu hatalar Müslümanların
bölünmelerine, zayıflamalarına, kavga etmelerine, yakalanmalarına, İslam’ın ve
Müslümanların suretini kötü göstermeye, halkın cihaddan ve mücahidlerden soğumalarına ve
kâfirlerin İslam Ümmeti’ne daha fazla saldırmalarına koz vermeye sebebiyet verdi. Maalesef
ümmetin beklediği ve hasret çektiği “hilafet” özlemi bir nevi kâbusa dönüştü.

7- İslamın en sağlam halkası olan Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek ameli suret
değiştirip kötü kimselerden de olsa beyat edenleri sevmek ve en hayırlı kimselerden de olsa
bey’at etmeyenleri buğzetmek ve neredeyse imanlarında şüpheye girme hatta bazılarını
mürted sahveci olarak ilan etme hatası göze çarpmaktadır.

8- Kısacası bu hilafet ilanı Resulullah (s.a.v)’in müjdelediği peygamberlik yolu üzere kurulacak
hilafet değil, zorba ve zalim sultanların halifelik ilanına ve Müslümanları zorla bu ilana boyun
eğdirme eylemlerine benzemektedir.

Son olarak nasihatim şudur: Bu eleştirileri yaparken hedefim Müslümanlara eziyet etmek ve onları
karalamak değildir. Bundan Allah’a sığınırım. Bu yazdıklarımı nasihat babından yazdım. Dinimiz
nasihat dinidir. Bütün Müslümanlara nasihat etmekle sorumluyuz. Bütün Müslümanlar içinde el-
Kaide’siyle, Işid’iyle, Nusra’sıyla, Taliban’ıyla ve diğer gruplarla beraber bir gemi içerisindeyiz.
Birileri geminin başına geçip yanlış yöne sürerse hepimiz yanlışın bedelini öderiz. Yine birileri
geminin tabanını su ihtiyaçlarını karşılamak için delerse ve delmelerine göz yumar müsaade ederse
hepimizin batacağı unutulmamalıdır. Bizler Müslümanız, kardeşiz, dostuz. Birbirimizi yapıcı olarak
eleştirip birbirimize nasihat edeceğiz. Yanlış yapanın elini tutacağız. Zulmüne engel olacağız. Eğer
birbirimizin hatasına ses çıkarmazsak toptan hepimiz helak oluruz.

Şu noktayı da hatırlatmak isterim: Ömer ( radiyallahu anhu) gibi ümmetin en faziletli ikinci
adamı, cennetle müjdelenmesine rağmen, âlim ve Raşid halifelerden olmasıyla birlikte hata yaparken,
yaşlı bir kadın hatasını ona söylemiş ve o hatasından hemen dönmüştür. Buna binaen kalkıp,
Bağdadi’yi ve cemaatinin yapmış oldukları hataları eleştirmek abes değildir, bir cürüm olarakta
değerlendirilmemelidir. Ebu Bekir Elbağdadi ne ne Ömer (r.a)’tan nede raşit halifelerden daha üstün
değildir.
Son olarak diyeceğim şudur: Bu yazımda herhangi bir grubu eleştirip kötü göstermek, diğer grup
hakkında susup onu yüceltmek amacı taşımadım. Bundan Allah’a sığınırım. Meselelere inşaAllah adil
bakmaya, Kur’an ve Sünnet gözlüğüyle bakmaya çalışmaktayım. Başta benim hatalarım
sayılamayacak kadar çoktur. Bununla beraber Bağdadi Cemaati’nin, el-Kaide’nin ve diğer grupların
hataları da çoktur. Önemli olan hata yapmamak değil, önemli olan hatada ısrarcı olmamaktır; bir an
önce tevbe edip hâlimizi düzeltmemizdir. Şartlar yerine geldikten sonra başı simsiyah kuru üzüm gibi
bir köle dahi başımıza geçerse ona bey’at etmeye ve itaat etmeye hazır olmamız gerekir.
Rabbim cümlemizi ıslah eylesin. Kâfirleri helak eylesin. Kâfirlere karşı bizleri muzaffer eylesin. İslam
Ümmeti’ni bu zor ve sancılı hâlinden selamete çıkarsın. Gerçek bir hilafet ve halifelik nimetine
kavuştursun. Allahumme Âmin.

Davamızın sonu yüce Allah’a hamd etmektir.


Musa Ebu Cafer

You might also like