You are on page 1of 386

Türkiye' de

AşIK TARZI
ŞttR GELENEG1
ve Rüya Motifi

Prof. Dr. Umay GÜNAY


Türkiye'de Aşık Tarzı Şiir Geleneği. ve Rüya Motifi
Prof Dr. Umay Günay

Akçağ Yayınları: 278


Türk Halk Edebiyatı: 9

ISBN 978-975-338-254-5

©Bu kitabın bütün haklan Akçağ AŞ'ye aittir.

Kapak: Emin Bebek


Sayfa Düzeni: Akçağ Dizgi Ünitesi
Baskı : Erek Matbaası - 342 31 Ol
5. Baskı I Ankara, 2008

Akçağ Basım Yayım Pazarlama AŞ


Tuna Cad. Nu.: 811 Kızılay I Ankara
tel. (312) 432 17 98 - 433 86 51
Belgegeçer: 432 28 52

www. akcag.com .tr


akcag@a�cag.com.tr
İ ÇİNDE KİLER

ÖN SÖZ
1. BASKIYA ....•....•........................•..••...•...•...••.•••................................. 9
il. BASKIYA ....••..•..................•........................................................... 1O
111. BASKIYA ....................................................................................... 12
iV. BASKIYA ....................................................................................... 13
V. BASKIYA ....................................................................................... 1 4

GİRİŞ
A şık Tarzı Şiir Geleneği ve Ö rnekleri Üzerine Yapılan Çalışmalar .... 15

B İRİNCİ BÖLÜM
A ŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ VE MAHSULLERİ
A. Türk Edebiyatı İçinde A şık Edebiyatının Yeri ................................. 33
B. A şık Edebiyatının Mahiyeti ve Teşekkülü Meselesi... ...................... .40
C. A şık Fasılları ......................................... .............................................. 52
.

19. Yüzyıl İstanbul Aşık Fasıllarının Düzeni .. ..................................... 68


.

19. Yüzyıl Kastamonu Aşık Fasıllarının Düzeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7 0


19. Yüzyıl Konya Aşık Fasıllarının Düzeni ...... .................................... 73
20. Yüzyıl Doğu Anadolu Bölgesi Aşık Fasıl larının Düzeni ................ 82

İKİNCİ BÖLÜM ·

RÜYA İLE İLGİLİ İNANÇ ve GÖRÜŞLER


A ŞIK EDEB İYATINDA RÜYA MOTİFİ
A. Rüya Nedir? Rüya ile İlgili Görüş ve İnançlar................................ 1 1 5
B. Aşık Edebiyatında Rüyanın Yeri ve Fonksiyonu ............................ 127
6 Prof. Dr. Umay GÜNAY

C. Rüya Motifinin Tipleri ve Tahlili ..................................................... 135


1. Hikaye Metinlerinden Tespit Edilen Rüya Tipleri .
....... ................... 1 39
l. Kerem ile Aslı Han .
............ ....................................................... 139
2. Aşık Garip ile Şah Sanem ................ . . . ....................................... 142
3. A şık Emrah ile Selvihan ............................................................ 144
il. Aşık Biyografilerinden Tespit Edilen Rüya Tipleri .................. 147
1. A şık Şenlik .
.............. ....................................................... .......... . 147
2. Aşık Nihani .
............... ......... ....................................................... 151
3. Aşık Müdaıni ............................................................................. 153
4. Aşık Meyyiti .......................................... .......................... ......... . 1 55
5. Aşık Umrnani Can ...................................................................... 1 57
6. Aşık Celali . . . . ......... .. .
........................................... ...................... 1 59
7. Aşık Emsati ................................. . . . . .................................... . . . . .. . 161
8. Aşık Kara ................................................................................... 163
9. Aşık Şeref Taşlıova . .
........................ ............... ........................... 165
10. Aşık Murad Çobanoğlu .................................................... . . . ..... 166
1 1 . Aşık Feymani ........................................................................... 168
12. Aşık Sümrnani .......................................................................... 170
1 3 . Aşık Reyhani. .................................. ........ ................................. 174
14. Aşık Zülali .
.................................... .......................................... 111
15. Aşık Pervani . . .
............ ........... .. ................................................. 179
16. Aşık Efkari ............................................................................... 182
17. Aşık Burhani ............................................................................ 1 85
1 8 . A şık Mahzfıni . . .
. . . ............... ................. ..................................... 1 87
ili. Müstakil Rüya Tipleri .
................... ............................................ 188
SONUÇ ....................... .................................................................. 195
SO ZLÜ K .
........................................ .............................................. 197

EKLER ............................................................................................... 211


1. V.M. Zhirmunskii, "The Legend of Singir's Calling"
(Legenda o prizvanii pevtsa in Issledavanido po istarli
kultury narodov vostoka, s. 524) Çev. U. Günay ........... . . . ........... . 2 13
..

il. "Aşık Tarzı Edebiyat Hakkında Düşünceler" ............ . .................... 22 1


fil. "Halk Şiirinde "Ayak" Konusunda Düşünceler" ........ ................... 225
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 7

iV. "XVI. Yüzyıl Saz Şairi Rumelili Karacaoğlan" ............................ 229


V. "XVII. Yüzyıl Saz Şairi Çukurovalı Karacaoğlan" ........................ 240
VI. "Gevheri' ye Dair" ...... .................... ............................................... 26 1
VII. "Develili Seyrani'nin Rüya Motifinin Tahlili" ............................ 266
vm. "Ercişli Emrah ve Aşık Tarzı Şiir Geleneği" .............................. 273
IX. "Cumhuriyet Terkibi ve Barış Manço" ......................................... 282
Aşık Veysel ve Aşık Tarzı Şiir Geleneği ............................................ 285
Pir Sultan Abdal Üzerine Bir Değerlendirme ................. ..................... 305
"Şehriyar ve Heyderbaba'ya SeJam" Destanı ...................................... 329
Karacaoğlan Türkmenistan ' a Yerleşebilir mi ..................................... 345
Türk Halk Hikayelerindeki Örnek İnsan Tiplerinden Meddah
Hikayelerindeki Kusurlu İnsan Tiplerine Geçiş ....................................... 350
Türk Kültürünün Bilgi ve Kültürel Şifre Taşıyıcı Olan Aşık Edebiyatı ... 356
Ahmet Yesevi'den Hareketle Yazılı Kültürün Sözlü Kültüre Etkisi
Konusunda Tespitler ................................................................................. 361
Hacı Bektaş Veli ve Duygusal Olgunluk Kavramı . . . ...... ........................ . . 369
B İBLİYOGRAFYA ........................................... ..................................... 379
I. BASKIYA ÖN SÖZ

"Aşık Tarzı Şür Geleneği ve Rüya Motifi" ismini taşıyan ve doçentlik te­
zi olarak hazırlanan bu çalışma için gerekli malzeme ve bilgiler yazılı ve sözlü
kaynaklardan elde edilmiştir.
Türkiye, Azeri ve Türkmen sahaları olmak üzere bugün de geniş bir alanda
yaşamakta olan Aşık Edebiyatı ürünlerinin tamamını bu çalışma içinde değer­
lendirmek mümkün olmadığı için yalnız Türkiye sınırlan dahilinde 1 9. asırdan
beri yaşamış ve yaşamakta olan aşıkların şiirlerini ve bu edebiyat geleneğinin
icra töresini bütün olarak incelemeye çalıştık.
Bu araştırma "Giriş" kısmıyla beraber üç bölümden ibarettir. Giriş kısmın­
da 1 914 yılından bu yana aşık tarzı şiir geleneği ve örnekleri üzerinde yapılan
çalışmaları mümkün olduğu kadar kronolojik bir sıra dahilinde tanıtmaya ve
değerlendirmeye gayret ettik.
1. Bölümde Türk Edebiyatı içinde Aşık Edebiyatının yerini sebepleri ile be­
lirledikten sonra Aşık Edebiyatının mahiyeti ve teşekkülü konusunda ortaya
atılan görüşlerden hareketle sonuca ulaştık. Bu bölümde ayrıca Aşık Edebiyatı
mahsulleri konusunda bilgi verirken özellikle aşık tarzı şiir geleneği içinde gerek
nicelik gerekse nitelik bakımından önemli bir yer işgal eden aşık fasıllarını hem
tarihi hem de coğrafi durumlarını göz önünde tutarak değerlendirdik. Bu fasılla­
rın bölümleri yanında icra töresinin prensiplerini de tespit etmeye çalıştık. Doğu
Anadolu merkez olmak üzere bugün de Anadolu' nun birçok merkezlerinde canlı
olarak yaşamakta olan Aşık Edebiyatı geleneğinin sistemli deyişmeler
(Müşaare) bölümünü örnekleri ile tanıtmayı ve değerlendirmeyi denedik.
il. Bölümde Aşık Edebiyatının hem mahsulleri hem de temsilcileri için ha­
reket ve başlangıç fonksiyonu gören rüya motifini tahlil ve tiplendirmeden önce
eski ve yeni rüya teorilerini ve rüyanın mahiyeti hakkındaki modem görüşler
yanında büyük dinlerin rüyaları kabul ediş şekillerini özetleyerek insan hayatın­
da ve milletlerin kültürlerinde rüyaların akislerini anlatmaya çalıştık.
Bu çalışmada örnek ve delil olarak sunduğumuz şiirlerin imlalarında iktibas
edildikleri kaynak ve aşıkların söyleme ve yazma şekilleri esas kabul ederek
hece vezninde ve yazılışlardaki hataları, kaynağa sadakat düşüncesi ile düzelt­
medik.
Bu araştırma sonunda ulaştığımız neticeleri _"Sonuç" kısmında özetledik.
Faydalandığm)JZ kaynakların bir bölümünü Bibliyografya'da verdik.
16 Mart 1 980
il. BASKIYA ÖN SÖZ

"Türkiye'de Aşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi" adını taşıyan bu


çalışma 1 986 yılında Atatürk Kültür Merkezi yayınlan arasında basılan "Aşık
Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi" isimli eserimin baskı hataları düzeltilerek
gözden geçirilmiş ve eklerle genişletilmiş ikinci baskısıdır.
Birinci baskıdaki plan ve bölümler aynıyla muhafaza edilmiştir. Araştirma­
nın tamamlandığı 1 980 yılından sonra geçen 1 2 yılda yapılan yeni çalışmaların
tamamı mümkün olduğu kadar tespit edilmiş, gözden geçirilmiş ve Bibliyograf­
ya kısmına eklenmiştir. Kitaptaki bazı iktibas ve şiirlerde kullanılan bugünkü
genç okuyucunun bilmediğini düşündüğüm Osmanlıca ve mahalli kelimeler için
bir sözlük hazırlanmıştır.
Bu çalışmayı tamamladığım yıllarda Türkiye dışında yaşayan Türklerin ge­
leneklerinde de paralel çalışmalar yapıldığı ve onlarda yapılmış çalışmaları gö­
rebildiğimiz takdirde ilk ortak Türk edebiyatı ve bu geleneğin devamı olan Aşık
Edebiyatı konusunda güvenilir ve yeterli araştırmalar yaparak, iyi sonuçlara
ulaşabileceğimizi düşünüyordum. 1 990' lı yıllarda dünyada meydana gelen hızlı
siyasi ve sosyal değişim sonucunda bağımsızlıklarını ilan edebilen Türk Cumhu­
riyetlerinde araştırma yapmak, haberleşmek imkanları doğmuştur. Bu sebeple bu
çalışmanın adına "Türkiye' de" ismini ekleyerek Anadolu sahasında tespit edilen
örneklere dayalı olarak hazırlandığını belirtmek istedim.
Bu eserin sonuna ''EKLER" başlığı altında konuyla i lgili kendi makale ve
bildirilerimle birlikte V. M. Zhirmunskii'nin konuya açıklık getiren bir çalışma­
sının çevirisini koydum. Aşık tarzı şiir geleneğini kaynağından hareketle Anado­
lu sahasındaki örneklere dayanarak tespit ve değerlendirme yaptığım bu çalış­
mada ulaştığım görüş ve kabullerim, Orta Asya Türk örnekleriyle desteklediğini
ve rüya motifinin benzerlerinin Avrupa kültüründe de bulunduğunu gösteren V.
M. Zhirmunskii'nin değerlendirmesinin okuyucuya sunulmasının yararlı olaca­
ğını düşündüm.
Eserin "Sonuç" kısmında: "Usta malı deyişleri muhafaza yanında yenile­
rini de yaratmaya devam eden {ışık tarzı şiir geleneği çağın şartlarına ve ihti­
yaçlarına göre yeni bir terkibe doğru gitmektedir. Aşık Edebiyatı 'nın bir- takım
değişikliklere uğramasını yeni bir hamlenin işaretleri olarak kabul ediyoruz.
Aşık tarzı şiir geleneğinin ulaşacağı terkibin niteliğini tahmin etmek mümkün
olmamakla beraber bu gün bulunduğu noktayı bu çalışmada tespit etmenin ile­
rideki çalışmalara yardımcı olacağı kanaatindeyiz. " demiştim. Geçen on iki yıl
içinde Doğu Anadolu Bölgesinde aşık edebiyatı geleneğinin tarihi şekline yakın
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 11

bir kabul ve birikimle devam ettiği kanaatine varırken hiç beklenmeyen bir çev­
rede sanatçı Barış Manço' nun bu geleneği çağın kabul, zevk, anlayış ve beklen­
tilerine cevap verir tarzda yeni bir oluşumla XXI. yüzyıla taşıdığını fark ettim.
Bu konu ile ilgili görüşlerimi ve değerlendirmemi de EKLER kısmındaki yazı­
larımın arasına dahil ettim.
Kitabımın ikinci baskısını hazırlamak için beni ısrarla teşvik eden meslek­
taş ve öğrencilerime, bu projenin gerçekleşmesini sağlayan Doç. Dr. Mustafa
İsen'e ve yeni yayınlan taramama yardım eden, sözlük kısmını hazırlayan ve
matbaa işlerini üstlenen Yrd. Doç. Dr. M. Öcal Oğuz'a, kitabı basan Akçağ
Y ayınevine gönülden teşekkür ederim.
Kasım 1992
ANKARA
111. BASKIYA ÖN SÖZ

"Türkiye'de Aşık Tarzı Şür Geleneği ve Rüya Motifi" adını taşıyan bu


çalışma 1 993 yılında Akçağ Yayınlan arasında basılan aynı adlı eserimin üçün­
cü baskısıdır.
Bu çalışma, Türk Dili ve Edebiyatı ve Türk Halkbilimi Bölümlerinde ders
kitabı olarak da okutulduğundan ilk baskısından itibaren geniş bir okuyucu kitle­
sine ulaşmıştır. Her araştırıcı hem yaptığı çalışmanın büyük kitlelere ulaşarak
okunmasını ve yeni araştırıcılar tarafından benimsenerek geliştirilmesini arzu
eder. "Aşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi" adını taşıyan ve doçentlik tezi
olarak hazırlanan bu çalışma her iki amacına da ulaşmıştır. İlgili bölümlerde
ders kitabı olarak kullanılmanın yanında kültürle ilgilenen alanı ve ihtisası ede­
biyat olmayan pek çok okuyucuya da hitap etmektedir. Genç folklor araştırıcı lan
tarafından da gerek doktora tezleri gerek daha sınırlı küçük araştırmalar hem
Türkiye içinde çeşitli bölgelerin hem de diğer Türk Topluluk ve Cumhuriyetle­
rinin aşık edebiyatı ürünleri ve halk hikayeleri, destanlar gibi çeşitli edebi mal­
zemeler bu çalışmadaki temele dayandırılarak aynı metotla inceleyen çalışmalar
yapılmaktadır. Bu çalışmalar bu hızla devam ederse yakın gelecekte karşılaştır­
malı çalışmalara başlanabilecektir.
Bütün Türk gruplarının ortak ve ilk edebiyat geleneğinin devamı ve özel bir
tarzı olan Aşık Edebiyatının diğer Türk gruplarda yaşayan şekli beni takip eden
ve diğer yaklaşımları uygulayan genç araştırıcılar tarafından araştırılıp değerlen­
dirildikçe hem edebi geleneklerimizi hem de Türk kültürünün tabiatını anlam­
landırmamıza yardımcı olacaktır. Türk kültürünün sabit ve değişken unsurları
tespit edildikçe kültürümüzün iç dinamiklerini ve kültür alışverişlerindeki etki
ve tepkileri tanımlayarak daha iyi anlayabileceğiz. Türk sanatçılarının mizaçla­
nndaki özel niteliklere de ulaşarak sanatın derinlikleriyle ilgili değerlendirmeler
de yapabileceğiz.
Kitabın ikinci baskısında esas çalışmanın sonuna daha sonraki yıllarda aşık
şiiriyle ilgili yazdığım yeni bildiri ve makalelerimi eklemiştim. Üçüncü baskıda
da Ekler kısmına değerli hoC11 lanmızdan Hasibe Mazıoğlu ve Necmeddin
Hacıeminoğlu Armağanları için hazırladığım ''Pir Sultan Abdal Üzerine Bir
Değerlendirme" ve "Şehri-yar'' ve "Heyder Baba'ya Selam Destanı" başlıklı
iki geniş değerlendirmemi ekledim.
Bu kitabın üçüncü baskısının yapılması için ısrarla talepte bulunan meslek­
taş ve öğrencilerime, meslek dışı okuyuculara ve bu çalışmadaki yaklaşımı akım
haline getiren değerli genç araştırıcı lara, yeni baskının gerçekleşmesindeki kül­
feti üstlenen Arş. Gör. Metin Özarslan'a ve Akçağ Yayınevine gönülden teşek­
kür ederim.
Ekim 1998, Ankara
iV. BASKIYA ÖN SÖZ

"Türkiye'de Aşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya: Motifi" adını taşıyan bu


çalışma, 1999 yılında aynı adla üçüncü baskısı yapılan eserimin dördüncü baskı­
sıdır. Türk tarihinde ve kültüründe sürekliliği temsil eden birikim içinde yer alan
Aşık Edebiyatı ve Rüya Motifi ile ilgili tespit ve tahlilleri aktaran bu çalışma,
2 1 . yüzyılın eşiğinde yaşanmakta olan büyük değişimleri anlamakta, kalıcı ve
değişken unsurlan görmekte yardımcı olacaktır. İnsanlık Tarihi içinde kendi
kimliği ile M.Ö. iV. binden beri var olan Türk milleti kendine has değişen, çeşit­
lenen, gelişen ve kendi adıyla anılan önemli bir kültür birikiminin sahibidir.
Türk milleti, bu uzun tarih içinde pek çok farklı dil ve kültürle karşılaşmış; kül­
tür alışverişlerinde zenginleşerek yeni terkiplere ulaşmış, diğer kültürlerde izler
bırakarak yol almış ve evrensel medeniyete önemli katkılarda bulunmuştur. Türk
kültürünün, tabiatının bütünüyle tespiti ve tahlili için bu çalışmada olduğu gibi
birikimlerin önce monografik tespit, gelişim ve tahlillerinin yapılması daha son­
ra karşılaştırmalı çalışmalann hazırlanması sonuca ulaşmakta önemli bir basa­
mak teşkil etmektedir. Genç araştıncılann kültür alanında yaptıklan çalışmalan
bu perspektife göre planlarnalan Türk kültürünün tanımlanması yolundaki hiz­
metlere büyük katkı sağlayacaktır.
Üniversitelerde hem ders kitabı olarak kullanılan hem de kültür araştırma­
lannda müracaat kaynaklan arasında yer alan bu çalışmamın dördüncü baskısın­
da gözden kaçmış hatalan düzelttim ayrıca diğer baskılarda yer almamış ve
konuyla ilgili olan "Aşık Veysel ve Aşık Tarzı Şür Geleneği" başlığını taşıyan
yazımı "Ekler'' kısmına ilave ettim.
Dördüncü baskıya ulaşan bu çalışmama ilgi gösteren bütün okuyuculara ve
yeni baskının gerçekleşmesi ile ilgili işlemlerle ilgilenen değerli bilim adamı
Prof. Dr. Öcal Oğuz'a ve kitabı yayınlayan Akçağ Yayınevine gönülden teşek­
kür ederim.
Eylül 2005/Girne
Prof. Dr. Umay GÜNAY
V. BASKIYA ÖN SÖZ

Elinizde bulunan kitap, Türkiye'de "Aşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya


Motifi" adını taşıyan çalışmamın beşinci baskısıdır. 1980 yılında tamamlanan
bu çalışmanın gerek Türkiye'de gerekse Türk Cumhuriyet ve Topluluklannda
hala ilgi görmesi ve araştırıcılann bu çalışmayı temel kaynaklar arasında kabul
etmesi benim için gerçekten sevindirici bir sonuçtur. Kitabın her baskısında
sehven yapılmış yazım hatalan en aza indirilmiş ve Ekler bölümüne yeni çalış­
malanm eklenmiştir.
Bu yeni baskı da okuyucuya saygı anlayışıma uygun olarak hatasız yayın­
lanabilmesi için yeniden gözden geçirilmiştir. Genç neslin kitaptan rahat yarar­
lanabilmesi için bazı kısımlarda olabildiğince dilde sadeleştirme yapılmıştır.
Ekler kısmına Karacaoğlan' ın Türkmenistan serüveni ile ilgili bir deneme,
Aşık Edebiyatı ile ilgili iki yeni bildiri ve konuyla bağlantılı olduğunu düşündü­
ğüm Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli ile ilgili daha önce yayınlanmış yazılanın
eklenmiştir. Tekke Edebiyatı başlığı altında incelenen eserler ve kültür birikimi
de Aşık Edebiyatı'nın kaynaklan arasında yer almaktadır. Bilimde sınıflandır­
malar, konuyu daha kolay kavramak ve değerlendirmek için yapılmaktadır. Türk
kültürü batıda ve doğuda olduğu gibi katı sosyal sınıflara dayanmadığından
edebiyat gelenekleri de iç içe gelişmiştir. Zaman zaman edebiyat tarzlannı birbi­
rinden ayırmak imkansızlaşmaktadır. Ara türler birbirinden farklı gibi görünen
tarzlar arasında köprüler oluşturmaktadır. Türk edebiyatında ara türler konusun­
da bağımsız bir araştırma yapılırsa edebiyat geleneğimizi daha iyi anlayabiliriz.
Edebiyat gelenekleri kültürlerin iç dinamiklerini anlamamıza ve çözmemize
yardımcı olan birikimlerdir. Bu sebeble hangi edebiyat tarzında çalışırsak çalışa­
lım, diğerlerini de bilmek gerekmektedir. Bilmezsek doğru kavrayıp doğru de­
ğerlendirmeler yapmamız imkansızlaşır. B u arada tarih edebiyat bağlantısının
önemini de vurgulamak isterim. Edebiyat kültürün bütününe dayanan bir ifade
tarzı ve sanat olduğundan tarih bilmeden edebiyat ve kültür gerektiği gibi kavra­
namamaktadır. Tahliler sığlaşmakta, anlamın derinliklerinden uzaklaşılmaktadır.
Sosyal bilimlerin daima birbirleriyle keşiştikleri alanlann olduğunu hatınmızda
tutmamız gerekmektedir. İhtisaslaşmalarda başan araştırıcıların alt yapılarının
zenginliği ile orantılıdır.
Kitabımın beşinci baskısını yapan Akçağ Yayınevi sahibi ve bütün çalışan­
lanna gösterdikleri alaka için samimi teşekkürlerimi sunanın.

Prof. Dr. Umay Günay


24 Aralık 2007, Lefkoşa/ KKTC
GİRİŞ

AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve


ÖRNEKLERİ ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALAR

Aşık Edebiyatının tam bir bibliyografyası bugüne kadar yayımlanmamıştır.


Adil Özder'in hazırladığı "Saz Şfilrleri Bibliyografyası" ve Türker Acaroğlu
tarafından hazırlanan bildirilerle' "Türk Halk Ozanları ve Destanları Bibli­
yografyası" isimli çalışmalar çeşitli sebeplerle neşredilememiştir. Adil Özder'in
çalışması daktilo edilmiş durumda Milli Folklor Dairesi Arşivinde bulunmakta­
dır. Türker Acaroğlu ise sözü edilen eseri neşredilemeyince çalışmasının muhte­
vasını değiştirerek ve kısaltarak Fıtrat Ozan ile birlikte "Türk Halkbilgisi ve
Halk Edebiyatı Üzerine Seçme Yayınlar Kaynakçası"2 adı altında bir çalışma
neşretmiştir.
Türkiye'nin ve dünyanın çeşitli merkezlerindeki kütüphanelere dağılmış
cönk, yazma, mecmua, kitap, broşür ve periyodik yayınlarda aşık tarzı şiir ve
örnekleri konusunda pek çok malzemenin ve çalışmanın mevcut olduğu hepimi­
zin malfimudur. Güvenilir ve eksiksiz bibliyografya ve kataloga sahip olmayan
bu konuda, yapılacak araştırmalarda değerlendirme ve doğru sonuca ulaşmak
çok zordur.
Aşık Edebiyatı ile ilgili ilk kaynaklar yazmalar dönemi diye adlandırılan
1072- 1 729 yıllan arasındaki devreye aittir. Bugünkü derleme, tespit ve değer­
lendirme anlayışına uygun olmamakla beraber bu edebiyat hakkındaki ilk bilgi­
leri bu devreden kalan eserlerde görmekteyiz. Halk Edebiyatı ve Halk Biliminin
en önemli kaynaklan kabul edilen Divan ü Lugat-it Türk, Dede Korkut Kitabı,
Kutadgubilig, Keşfü'z-Zünun ve Evliya Çelebi Seyahatnamesi Aşık Edebiyatı ile
ilgili çeşitli meselelerde hem asıl kaynak hem de mukayeseli araştırmalar için
yardımcı kaynak özelliklerine sahip eserlerdir.
Sayılan ve muhtevaları tespit edilip değerlendirilmemiş olan cönkler Aşık
Edebiyatı temsilcilerini tanıtan ve bu edebiyatın örneklerini aktaran önemli kay­
naklardır. Aşık Edebiyatının tarihi gelişmesinin, temsilcilerinin tanınması aynca

M. Türker Acaroğlu, "Türk Halk Bilgisi Kaynakçası Üzeriııe /. Ulıulammsı Türk Folklor
ı Koııgresi Bildirileri", 1. Cilt, Ankara 1976, s. 21-47.
Türker Acaroğlu Fıtrat Ozan, Türk Halk Bilgisi ve Halk Edebiyatı Üzeriııe Seçme Ynyııılnr
·

Kaynakça.w, Ankara 1 972.


16 Prof. Dr. Umay GÜNAY

örneklerinin değerlendirilmesi için cönkler başta olmak üzere konu ile ilgili
bütün yazma eserlerinin taranıp kataloglanması gerekmektedir. Cumhuriyetten
bu yana bazı araştırıcılar münferit olarak yazma eserler üzerinde çalışmışlar,
tespit ettikleri aşık isimleri ve bazen biyografileri gibi bilgilerin yanında aşık
tarzı deyişleri de neşrederek bu konuyu aydınlatmaya çalışmışlarsa da umumi
neticelere varabilmek için yeterli değildir.
1729 yılı ile 1 928 yılları arasında geçen eski harfli basmalar döneminde de
yazma eserler mevcut olmakla beraber basma eserler ağırlık kazanmış durumda­
dır. Bu devrede sevilen aşıkların şiirleri divan şfürlerininkilere benzer düzenle­
meler içinde zaman zaman yayınlanmıştır. Aynca halk hikayeleri de bu devirde
çok basılan kitaplar arasındadır. Bu dönemde neşredilen kitap ve mecmualar da
yazmalar döneminde olduğu gibi aşık edebiyatı açısından ele alınıp taranmamış
olduğundan tasnif ve değerlendirmeye tabi tutarak kesin bir şey söylemek müm­
kün değildir.
Bugünkü bilgilerimize göre Aşık Edebiyatı konusunda ilmi çalışmalar Ziya
' 5
Gökalp,' Fuad Köprülü, Rıza Tevfık'in "folklor"u bir ilim olarak tanıyıp tanıt­
malarından ve bu konuda yapılacak derleme ve araştırmaların önemini belirtme­
lerinden sonra başlamıştır.
Mehmed Fuad Köprülü, Halk Bilimini bir ilim dalı olarak tanıttıktan hemen
sonra halk edebiyatı geleneğine dayalı olduğunu kabul ettiği, ancak yaratıcıları
belli olduğu için Halk Edebiyatı ile Divan Edebiyatı arasında bağımsız bir ede­
biyat olarak gördüğü Aşık Edebiyatı'yla ilgili bir inceleme yayınlamıştır.
1914 yılında İkdam Gazetesinde "Saz Şairleri"6 başlığı altında seri dokuz
makale halinde yayımlanan bu inceleme bugün de önemini ve değerini yitirme-

Fuad Köprülü, " Mübahasat-ı Lisaniye ve Edebiye-Saz Şairleri 1 -" ikdam, 3 Mart 1 9 14.
,

___, "Mübahasat-ı Lisaniye ve Edebiye-Saz Şairleri 2- Aşık Tarzının Menşei ve Te­


kamülü", ikdam 7 Mart 1 914.
___ , " Mübahasat-ı Lisaniye ve Edebiye-Saz Şairleri 3- Aşık Tarzı Hangi Şekl-i Haya­
tın ifadesidir?", ikdam, 1 1 Mart 1 9 14.
____ "Mübahasat-ı Lisaniye ve Edebiye-Saz Şairleri 4- Aşık Tarzı Hangi Şekl-i Haya­
,

tın ifadesidir?", ikdam, 16 Nisan 1 9 14.


____, " Mübahasat-ı Lisaniye ve Edebiye-Saz Şairleri 5- Aşık Tarzı Hangi Şekl-i Haya­
tın ifadesidir?'', ikdam, 1 9 Nisan 1 9 14.
____, " Mübahasat-ı Lisaniye ve Edebiye-Saz Şairleri 6- Aşık Fasılları", ikdam, 25 Ni­
san 1 9 14.
____ " Mubahasat-ı Lisaniye ve Edebiye-Saz Şairleri 7- Malumat-ı Tarihiye", ikdam, 2
,

Mayıs 1 9 14.
____, "Mübahasat-ı Lisaniye ve Edebiye-Saz Ş1iirleri 8- Şive ve Lisan", İkdam, 7 Ma­
yıs 1 914.
____ "Mübahasat-ı Lisaniye ve Edebiye-Saz Şairleri 9- Aruz Vezni", İkdam 2 1 Mayıs
,

1 9 14.
Turkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 17

miştir. Köprülü, XVI. asırdan başlayıp XX. asırda son bulduğunu kabul ettiği
Aşık Edebiyatının teşekkülü, gelişmesi ve sonuçlanmasıyla ilgili kendi tabiriyle
ortaya koyduğu hipotezi tespit ettiği yazılı kaynaklara ve İstanbul'da bu geleneği
sürdürüp tüketen sözlü kaynaklara dayanarak hazırlamıştır. Bu incelemesinin
başında Aşık Edebiyatı ve temsilcileri hakkında yazma ve basma eserlerde bilgi
bulabilmenin çok güç olduğunu bazen 8, 10 cilt eserden birkaç cümleden fazla
malumat edinemediğini belirtmiştir. Köprülü bu makalelerinde bu tarzın da di­
ğer edebiyatlar gibi sosyal hayatın ihtiyaçlarından doğduğunu, sosyal ihtiyaçlar
değiştiği için de aşık tarzı edebiyatın kaybolduğunu belirtmiştir. Köprülü' nün bu
hükmü İstanbul ve çevresi için doğru olmakla beraber bütün Anadolu için doğru
değildir. Özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesinde bir ölçüde Orta
Anadolu'da Aşık Edebiyatı ile ilgili umumi bilgileri ve bazı prensipleri ihtiva
eden bu makalelerinden sonra 1 9 1 5 yılında "Türk Edebiyatında Aşık Tarzının
Menşei ve Tekamülü Hakkında Bir Tecrübe"1 isimli bu konudaki ikinci ince­
lemesini neşretmiştir. Bu makalesinde özellikle Aşık Edebiyatı ile ilgili kaynak­
ların kısırlığının sebepleri üzerinde durmuş ve bunu Divan Edebiyatı mensupla­
rının küçümseyici tavırlarına bağlamış ve bu tavrı sergileyen delilleri ortaya
koymuştur. Ayrıca Tanzimat Edebiyatı mensuplarının teorik olarak zaman za­
man bu edebiyata değer vermelerine rağmen pratikte tavırlarının klasik edebiyat
mensuplarından farklı olmadığını örneklerle delillendirrniştir. Aşık tarzı edebi­
yatın önemi ve diğer edebiyatlarla münasebetleri üzerinde de durmuştur.
Köprülü bu umumi değerlendirmelere dayanan araştırmalarından sonra ça­
lışmalarını saz şiiri antolojisi meydana getirecek biçimde yoğunlaştırmıştır.
1929 ile 1 940 yıllan arasında müstakil kitaplar halinde neşrettiği Gevherf,8 Erzu­
• °
rumlu Emrah, XVI. Asrın Sonuna Kadar Türk Saz Şairleri, 1 Kayıkçı Kul Musta­
" " 3 ,.
fa ve Genç Osman Hikayesi, XVll. Asır Saz Şairleri, Aşık Dertli, 1 Aşık Ömer,
Karacaoğlan, ıs XVlll. Asır Saz Şairleri, 16 XIX. Asır Saz Şairlt;ri, 17 XX. Asır Saz

M. Fuad KöprUlli, "TUrk Edebiyatında Aşık Tarzının Menşei ve Tekamülü Hakkında Bir Tec­
rübe", Milli Tetebbu/ar Mecmuası, Cilt, 1, Nu: 2, S. 5-46.
y ___ , XVII. Asır Saz Şairlerinden Gevheri, İstanbul 1929.
'.;) XIX. Asır Saz Şairlerinden Erzurumlu Emrah, lstanbul 1929.
Ml
___ ,

r , XVI. A srın Sonuna Kadar Türk Saz Şairleri, lstanbul 1930.


llJ
___

____ , XVI/. A sır Saz Şairlerinden Kayıkçı Kul Mu.ı-tafa ve Genç Osman Hikdye.ı-i, İstan-
bul 1930.
12
____ , XVI/. A.\·ır Saz Şairleri, İstanbul 1939.
, Aşık Dertli, İstanbul 1940.
14
____

____ ,Aşık Ömer, İstanbul 1940.


___ Karacaoğ/an, İstanbul 1940.
ı�,
,

___, XVlll. Asır Saz Şairleri, lstanbul 1940.


18 Prof. Dr. Umay GÜNAY

'
Şairleri 8 isimli monografık çalışmalan 1 962-1965 yıllan arasında Türk Saz
'9
Şairleri adı altında beş cilt halinde tekrar bazı i!avelerle yayımlanmıştır.
20
Sadettin Nüzhet Ergun Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı, 2 kitap ha­
2 23 24 2'
lindeki "Halk Şairleri, 1 Aşık, 22 Aşık Ömer, Gedal, Halk Edebiyatı Antolojisi,
26 28 29 .3'
Karacaoğlan, Katibi, 21 Kuloğlu, Silleli Sururi, Gevheri, 30 Pir Sultan Abdaz
32 3 4
Bektaşi Şairleri, Beşiktaşlı Gedal-XIX. Asır Saz Şairlerinden ' Hengamf gibi
antoloji ve monografik çalışmalan ile bu sahaya ilk hizmet edenlerdendir. Ça­
lışmalannın birçoğu müteaddit defalar tekrar basılmıştır. İlk çalışmalanndan biri
olan Halk Şairleri isimli eserinin girişinde genel olarak halk edebiyatı konusun­
da bilgi verdikten sonra halk şairlerini dört gruba ayırmıştır: Divan edebiyatının
tesirinde kalmamış ağıtçı kadınlar ve türkü yakan kadın ve erkekler. Hepsi ümmi
olan bu kişileri asıl halk şairi olarak kabul etmiştir. Bu gruba dahil şairlerin eser­
lerinin halkiyat bilimi içinde tetkik edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Eserlerinde
az çok Divan Edebiyatı tesiri taşıyanlan ikinci grup olarak değerlendirmiştir.
Bektaşi şairlerin büyük bir kısmını da bu gruba dahil etmiş ve bu şairlerin ümmi
olmalarına rağmen yaşlı ve tecrübeli aşıklann yanında dinleyerek ve görerek
eğitildiklerini ileri sürmüştür.
Üçüncü gruba ise az çok okur yazar olan saz çalıp aşık tarzında şiir söyle­
yenleri dahil etmiştir. Anadolu' da yetişen şairlerin ekseriyetinin bu gruptan ol­
duğunu ve eserlerinde divan edebiyatının oldukça fazla tesiri olduğunu kabul

17)
·� , XIX. Asır Saz Şairleri, İstanbul 1940.
18)
____

, XX. Asır Saz Şairleri, İstanbul 1940.


ı9
_,

____ ,Türk Saz Şairleri, 5 cilt, Ankara 1965.


20
Sadettin Nüzhet Ergun, Konya Halkiyat ve Harsiyatı (M. Ferid'le müşterek haztr-
____ ,

lannuş.) Konya 1926.


21
____, Halk Şairleri, 2. Kitap, İstanbul 1926.
22
, Aşık, İstanbul 1933.
____
23
___ Aşık Ömer, Hayatı ve Şiirleri, İstanbul 1936.
,
24
___, Gedai, İstanbul 1933.
____,Halk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul 1937.
26
____, Karacaoğlan, Hayatı ve Şiirleri, İstanbul 1933.
27
___, Katibi, İstanbul 1933.
28
____,,Kuloğlu, İstanbul 1 933.
29
___ Silleli Sururi, İstanbul 1 933.
30
,

___, Gevheri, İstanbul 1 928.


31
___,Pir Sultan Abdal, lstanbul 1929.
32
___, Bektfışi Şairleri, lstanbul 1930.
33
___, Beşiktaşlı Gedai, İstanbul 1934.
34
___ Hengami, İstanbul 1934.
,
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 19

etmiştir. Dördüncü grup olarak ise ilim ve irfanları ile tanınan, aruzla kusursuz
şiir yazabilmelerine rağmen milli vezin ve milli şekilleri tercih edenleri kabul
35
etmiştir. Tekke şairlerinin bir kısmını da bu tür şairlerden saymıştır.
Bu sınıflandırmasına göre Sadettin Nüzhet, milli geleneğe dayalı şekil ve
vezinle şiir söyleyen bütün şairleri halk şairi olarak kabul etmiş, ancak bunları
okur yazarlık, klasik kültürün tesiri gibi unsurları göz önüne alarak değerlendir­
miştir.
20. yüzyılın başından itibaren aşık tarzı şiir ve temsilcileri konusundaki ça­
lışmalar ağırlık kazanmaya başlamıştır. Özellikle cumhuriyetten sonra bu çalış­
malar daha da yoğunlaşmıştır.
Cumhuriyetin ilk on yılı içinde Ahmet Talat Onay da Halk şairleri ve Eser­
3
leri ile ilgili bu hızlı çalışmalara Aşık Dertli, 36 Aşık Tokatlı Nuri, 7 Çankırı şairle­
rt8 gibi monografiler yanında bugün de halk şiirinin temel kitaplarından sayılan
°
Halk Şiirinin Şekil ve Nevi adlı değerli araştırması ile katılmıştır. Ahmet Talat
Onay, söz konusu eserinde halk şiirinin kurallarını tespit ederek türleri belirle­
miştir.
0
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Bayburtlu Zihni, 4 Erzurum Şairled ' gibi eser­
leriyle aşıkların gerek hayat hikayelerinin gerekse eserlerinin ortaya çıkmasına
hizmet etmiştir.
4 3 44 5 6
İhsan Ozanoğlu'nun, Andelibf. 2 Celalf.4 Mehd� Meftunf, 4 Meydanf, 4 Ka­
1
lecikli Mirati' gibi K*3- monulu halk şairleri hakkında hazırladığı çalışmalar
yanında Aşık Edebiyat� simli eseri aşık fasıllarını tanıtan sayısı çok az eserler­
den biridir.

@ ---- • S. N. Ergun, Halk Şairleri, 1. Kitap. İstanbul 1927.


____, Ahmet Talat Onay, Aşık Dertli, İstanbul 1928.
c.v ____ , A şık Tokatlı Nuri, Çankırı 193 I.
8
r;ı-..,
____ , Çankırı Şairleri, 2 Cilt, Çankırı 193 I.

�40
____ , Halk Şiirinin Şekil ve Nevi, lstanbul 1928.

Z. Fahri Fındıkoğlu, Bayburt'lu Zihni, İstanbul 1928, 2. Baskı 1959.


41
---- •Erzurum Şairleri, İstanbul 1927.
42
Ihsan Ozanoğlu, Kastamonu'nun Yetiştirdiği Meşhur Adamlar: Andelibi, Kastamonu 1958.
4l
, Aynı seriden Celalf, Kastamonu 1959.
44
____

____ ,, Aynı Seriden Mehdi, Kastamonu 1959.

, Aynı Seriden Meftuni, Kastamonu 1959.


46
____

7 ,,Aynı Seriden Meydani, Kastamonu 1 960.


4
____

C )____ ,, XIX. Asır Saz Şairlerinden Kalecik'li Mirati, Kastamonu I 940.

\:> , A şık Edebiyatı, Kastamonu 1940.


20 Prof. Dr. Umay GÜNAY

49
Vehbi Cem Aşkun da, Büyük Halk ve Saz Şairi Aşık Ruhsatf, Büyük Halk
2
ve Saz Şairi Emrah, 50 Merzifon Şairleri, Si Sivas Şairlerl isimli eserleri ile aşıkla­
rın hayat hikayelerini ve eserlerini tespit ederek gün ışığına çıkarmaya çalışan­
lardandır.
'
Osman Cemal Kaygılı'nın neşrettiği Semai Kahveleri ve Meydan Şfıirlert
adını taşıyan eseri ile Tahir Alangu'nun Çalgılı Kahvelerde Külhanbey Edebiya­
tı Numuneler!' adlı çalışması İstanbul' da XIX. asrın sonlarında aşıkların mekanı
olan çalgılı kahvelerde aşıklık geleneğinin zayıflamasından sonra bu geleneğin
yerini alan alafranga klasik Türk ve halk müziği karışımı fasıllar hakkında bilgi
veren nadir eserlerdir. Bu eserlerin verdiği bilgilere göre yaratıcı aşıkların artık
yetişmemesi sebebi ile eski aşıkların eserlerini ve anonim halk şiiri örneklerini
icra eden sanatkarların yetiştiğini görmekteyiz.
Söz konusu eserler bize bir geleneğin birdenbire doğmadığı gibi birdenbire
de ortadan kalkmadığını anlatmaktadırlar. Osman Cemal Kaygılı bu eserinde
çalgılı kahvelerde bu devirde yaratıcı aşıkların yerini alan yalnızca eskileri nak­
ledip icra eden manici, semaici, koşmacı, destancı, kalenderici diye bahsettiği
sanatkarları tanıtmakta ve klarnet, çığırtma (ince tahta düdük), bir çifte nara,
darbuka, zilli maşa gibi çalgı aletleri eşliğinde düzenlenen eğlencelerin şu düzen
içinde yapıldığını belirtmektedir. Marş (alafranga, polka veya polka ayan başka
bir şey), nihavent makamı, kıvrak alafrangaya yakın şarkılar, kantolar, çiftetelli
gibi oyun havalan, alaturka halk şarkılarından sonra mani havasına geçilir ve
maniler okunur, aşık fasıllarından arta kalan atışma ve hicviyeler de bu bölümde
yer alır. Bundan sonraki bölümde bütünüyle aşık fasıllarından alınan ustamalı
koşma, semai, divan, yıldız, destan ve kalenderiler okunduğunu ve eğlencenin
aşık fasıllarında olduğu gibi bir muammanın çözülmesiyle son bulduğunu nak­
letmektedir.
5
Şükrü (Murad) Elçin'in Kerem ile Aslı Hikfıyesf adlı araştırması Aşık Ke­
rem'in yaşamış bir aşık olduğunu göstermesi bakımından ve Kerem'e ait şiirleri
bir araya getirerek diğer şairlere karışanları ayırt etmesi ile önemli çalışmalardan
biridir.

49
Vehbi Cem Aşkun, Buyuk Halk ve Saz Şairi Aşık Ruhsati, Sivas 1944.

____,, Büyük Halk ve Saz Şairi Aşık Emrah, Sivas 1942.
Si
____ ,,Merzifon Şairleri, Merzifon 1937.
___, Sivas Şairleri, Sivas 1948.
SJ
____ ,, Osman Cemal Kaygılı, İstanbul'da Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri, lsıanbul
1937.
S4
Tahir Alangu, Çalgılı Kahvelerde Külhanbey Edebiyatı Nümuneleri, İstanbul 1943.
ss
ŞilkrU M. Elçin, Kerem ile Aslı Hikılyesi, Ankara 1949.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 21

Mehmet Halid Bayn, aşık tarzı şiir temsilcilerini tanıtıcı v e eserlerini bir
y, '1
araya toplayan Halk Şairleri Hakkında Küçük Notlar, Halk Şiiri-XIX. Yüzyıl,
58 59 60
Halk Şiiri XX. Yüzyıl, Balıkesirli Bir Şair, Aşık Viranf Divanı, Aşık Gevhe­
1
rt gibi eserlerin sahibidir.
Pertev Naili Boratav'ın Anadolu 'da ve Türkmenler A rasında Köroğlu Des­
62 63
tanının İzlerine Dair Yeni Notlar, Halk Edebiyatı Dersleri, Halk Hikayeleri ve
"" 65
Halk Hikayeciliği, Köroğlu Destanı, Halil Vecdi Fıratlı ile birlikte hazırladığı
İzahlı Halk Şiiri Antolojist isimli eserleri aşık tarzı şiir geleneğine, bu gelene­
ğin temsilcileri olan aşıkları tanıtma ve aşık hikayelerinin teşekkülü ve yayılma­
ları meselelerine ışık tutan, bu meseleleri örneklerle izah eden öncü çalışmalar
arasındadır. Pertev Naili Boratav halk şairi terimini geniş anlamda kullanmış,
geleneğe bağlı Türk şiiri unsurları ile yazan ve söyleyen bütün şairleri bu gruba
dahil etmiştir. Bu şairleri işledikleri konulara göre din ve tasavvuf şairleri ve laik
şairler diye ikiye ayırdığı gibi halk şairlerini ayrıca meslek gruplarına (yeniçeri
gibi) ve yaşadıkları çevrelere (köylü, şehirli) göre de değerlendirmeye tabi tut­
muştur.
1
M. Kaya Bilgegil, XVlll. Asır Saz Şairlerinden Kusurt Hasan Eren, Türk
68
Saz Şairleri Hakkında A raştırmalar isimli incelemeleri ile Cumhuriyet döne­
minde çalışmalara katılmışlardır.
69
Süleyman Kazmaz'ın neşrettiği Çıldırlı Aşık flyas Anlatıyor, Rize Halk
70
Şairleri isimli eserleri ile halk şiirinin bölgelere has özelliklerini tanıtmak ve bu
türlü araştırmalar yeterli sayıya ulaşınca mukayeseli araştırmalara kaynak olma
yönünden kayda değer çalışmalardır.

S6
M. Halit Bayrı, Halk Şairleri Hakkında Küçük Notlar, İstanbul 1937.
S1
___, Halk Şiiri XIX. Yüzyıl, İstanbul 1956.
ss
, Halk Şiiri XX. Yüzyıl, İstanbul 1957.
S9
____

, Balıke.ı-irli Bir Şair, İstanbul 1935.


60
____

, Aşık Viranf Divanı, İstanbul 1935.


61
____

___, Aşık Gevheri, Hayatı ve faerleri, İstanbul 1958.


62
Pertev Naili Boratav, Anadolu'da ve Türkmenler Ara.ı-ında Köroğlu Destanı'nın izlerine Dair
Yeni Notlar, İstanbul 1956.
63
, Halk Edebiyatı Dersleri, Ankara 1942.
64
____

, Halk Hik/iyeleri ve Halk Hik/iyeciliği, Ankara 1946.


6S
____

, Köroğlu Destanı, İstanbul 193 1 .


66
____

, İzahlı Halk Şiirleri Antolojisi, Ankara 1943.


67
____

M. Kaya Bilgegil, XVlll. A.ı-ır Saz Şairlerinden Kusuri, İstanbul 1942.


68
Hasan Eren, Türk Saz Şairleri Hakkında Araştırmalar, Ankara 1952.
69
Süleyman Kazmaz, Çıldır'lı Aşık llya.ı· Anlatıyor, Ankara 1946.
70
____ , Rize Halk Şairleri, Ankara 1976.
22 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Murad Uraz, Faruk Rıza Güloğlu, Eflatun Cem Güney, Selami Münir
Yurdatap, Muharrem Zeki Korgunal gibi amatör araştırıcılar ise Cumhuriyetin
ilk yıllarından itibaren hemen hemen bilinen bütün halk şairleri ilgili şiir kitapla­
rı yanında aşık hikayelerinin de büyük bir kısmını halkın anlayıp sevebileceği
bir üslupta kendilerinden de katkılarda bulunarak müteaddit defalar neşretmiş­
lerdir. Bu yayımlar halk arasında aşıklarla ilgili hatıraların ve şiirlerin unutul­
mamasını sağladığı gibi geleneğe de bir bakıma süreklilik kazandırmıştır.
"
İbrahim Aczi Kendi'nin Konyalı Aşık Şem'i Konuşuyor adlı eseri Mevlevi­
liğin Konya aşıkları üzerindeki derin tesirlerini ve aşık tarzı şiir geleneğinin bu
çevrede aldığı şekli anlatması bakımından faydalı bir çalışmadır.
1
Haşim Nezihi Okay, Sümman( ile başlattığı çalışmalarını Bolulu Dertli, '
" "
Dada/oğlu, Seyrani, Köroğlu-Dadaloğlu, 10 gibi araştırmalarla sürdürmüştür.
Özellikle cönk ve yazma eserlere dayanarak sağlıklı ve doğru metin tespiti
yanında aşıkların sık sık birbirine karıştırılan şiirlerini ayırmaya ağırlık veren
11 78
Cahit Öztelli yüzlerce makalenin yanında Zileli Şairler, Karacaoğlan, Halk
'9 '0 '
şiiri XVl-XVll. Asırlar. Halk Şiiri XVlll. Yüzyıl. Dertli Seyranl gibi eserlerin
sahibidir.
Cumhuriyetten sonra halka yönelme ve yeni Türkiye'ye has bir edebiyata
ulaşma gayreti sonunda pek çok araştırıcı, Aşık Edebiyatının temsilcilerini ve
mahsullerini tanıtma gayreti yanında toplumdan gelen talebi de karşılamak için
kendi zevk ve kültürlerine paralel monografi ve antoloji tarzında binlerce kitap
ve makale neşretmişlerdir. Bu eserlerin çoğu birbirinin aynı metotla hazırlanmış,
zaman zaman cönk, yazma ve mecmuaların yanında sözlü kaynaklardan tespit
edilen birkaç yeni şiir veya aşıkların hayat hikayelerine katkıda bulunan bilgi
ilaveleri ile 1928'den bu yana sürekli olarak değişik isim ve kompozisyonlarla
farklı kişiler tarafından yayınlanmış ve yayınlanmaktadır.

71 . ,,..
,---.. lbrahim Aczi Kendi. Konyalı Aşık Şem'i Konuşuyor. Konya 195 1 .
/


� Haşim Nezihi Okay, Aşık Sünımanf, İstanbul 1934, 1948, 1954, 1963.
_!3)
Bolulu Dertli Divanı. Hayatı, Şiirleri, İstanbul 1959.
G;
,

Dada/oğlu; Hayatı Deyişleri, Ankara 1959.


7.�

,

Deı•e/i'/i (Everekli) Seyran/, İstanbul 1953- 1963.


76
___ ,

Köroğlu ve Dada/oğlu, İstanbul 1970.


77
___ ,

Cahit Öz•elli, Zileli Şairler, Samsun 1944.


78
___ , Karacaoğlan; Hayaıı, Sanatı, Şiirleri, İstanbul 1952, 1953, 1 957, 1959, 1963,
1967. Karacaoğlan Bütün Şiirleri. İstanbul 1970.
79
Halk Şiiri XIV-XVII. Yüzyıllar, İstanbul 1955.
80
____ ,

,Halk Şiiri XVll/. Yüzyıl İstanbul 1955.


81
____

---� Dertli Seyran[; Hayatı, Sanatı, Şiirleri, İstanbul 1953, 1964.


Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA M OTİFİ 23

82
Çağımız Halk Şairleri, Eski Şiirimizin Ustaları," Yüzyıllar Boyunca Halk
" 5 0 7
Şairleri, Saz Şiiri Antolojisi, 8 Şiir Defteri, 8 Halk Edebiyatı Antolojisi, 8 Halk
89
Şiiri Antolojisi, " Halk Edebiyatı Şiir ve Dil Örnekleri, Kırk Halk Şairi, 90 Kütah­
"
ya Şairleri, Seçme Halk Şairleri, Sille 'nin Halk Şairleri."2 Türk Halk Edebiya­
93 9 5
tı, Türk Halk Şiiri Antolojisi, 4 Başakların Sesi." Aşık tarzı şiirin modem şiir
değerlendirme metotları ile incelenip popüler yayın olarak halka sunulan yüzler­
ce antolojiden sadece birkaçıdır. Bu eserlerin bir kısmında aşık tarzı şiir gelene­
ğinin hususiyetleri hakkında bilgi verilmekle beraber yenilik getirmeyen çeşitli
uzunluklarda ön söz ve girişler mevcuttur.
xvı. yüzyıldan bu yana yaşadığı bilinen aşıkları ve eserlerini tanıtma gaye­
si güden bu tip antolojiler ve monografiler yanında yaşayan aşıklardan derlenmiş
96 91 "
Ardanuçlu Ejkari, Yalınkat, İki Cihan Dostu, Halk Ozanı Aşık Zamani, Haya­
tı Şiirleri, 99 Bayburtlu Hicran� 100 Hüseyin Çırakman 'ın Deyişleri, 101 Hoş Geldiniz
0 3 04
Erenler, 1 2 Samsunlu Kemali Bülbül, 10 Gürünlü Aşık Sefil Gülhani, 1 Kars 'lı Aşık

�:
/81 -
Refik Ahmet Sevengil, Çağımız Halk Şfiirleri, İstanbul 1967.
\..._/ , faki Şiirimizin Ustaları, İstanbul 1964.
84 ı
____

____, Yüzyıllar Boyunca Halk Şfiirleri, İstanbul 1965.


·� Vasfi Mahir Kocatürk, Saz Şiiri Antoloji.�i. Başlangıçtan Bugüne Kadar Türk Edebiyatının Saz
c Şiiri Tarzında Yazılmış En Güzel Şiirleri, Ankara 1963.
'86 :
Ü , Şiir Defteri. Yunus Emre'den Bugüne Kadar Türk Edebiyatının Her Çeşitten En
Güzel Şiirleri, Ankara 1963.
'87
�;' Yusuf Ziya, Halk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul 1933.
� Eflatun Cem Güney, Halk Şiiri Antolojisi, İstanbul 1959.
Murad Uraz, Halk Edebiyatı, Şiir ve Dil Örnekleri, İstanbul 1933.
90
Cenap Ozankan, Kırk Halk Şfiiri, İstanbul 1960.
91
Mustafa Hakkı, Kütahya Halk Şfiirleri, İstanbul
1928.
92
�· Kemal Akça, Sille'nin Halk Şfiirleri, Konya 1940.
l7 Naim Alkan, Türk Halk Edebiyatı, Ankara 1973.
94
Rauf Mutluay, Türk Halk Şiiri Antolojisi, İstanbul 1972.
9_,
Müjgan Cumbur, Başakların Se.ı·i, Ankara 1968.
96
76 Yaş ve 56. Sanat Yılı Dolayısıyla Bütün Yönleriyle Ardanuçlu Aşık Ejkfirf, Hoyter Der.
Yayınları: 2, Ankara 1976.
97
Aşık Sefil Selimi, Yalınkat, Sivas 1978.
98
Aşık Selmani, iki Cihan Dostu, İstanbul 1971 ,
99
Halk Ozanı Aşık ZLımanf'nin Şiirleri ve Hayatı, Ankara (tarihi yok),
100
İlhan Yardımcı, Baybun'lu Hicrant, İstanbul 1968.
101
Hüseyin Çırakman, Hüseyin Çırakman 'ın Deyişleri, İstanbul 1963.
102
Hoş Geldiniz Erenler, İstanbul 1968.
103
---- •

Samsunlu Kemali Bülbül, Hoyter Ozanlar Dizisi, Na: 3, Ankara 1976.


104
İrfan Ünver Nasrattınoğlu, Gürünlü Aşık Sefil Gülhliııf, Ankara 1976.
24 Prof. Dr. Umay GÜNAY


Hasred gibi XX. asır aşıklannın deyişlerini ihtiva eden kitaplar da oldukça
büyük bir yekün tutmaktadır.
""'
Hikmet Dizdaroğlu'nun, Halk Şiirinde Türler adlı araştırması, Ahmet Ta­
'1
lat Onay'ın Halk Şiirinin Şekil ve Nevi 0 isimli çalışmasından 41 sene sonra
anonim ve aşık tarzı şiir türlerini tespit, tasnif ve değerlendiren tek araştırma
olması sebebiyle bazı eksik ve yanlış değerlendirmelere rağmen takdirle anıla­
cak çalışmalardandır.
Aşık tarzı şiir geleneğini icra tarzı içinde örnekleriyle tanıtan Adil Özder'in
108
Doğu İUerimizde Aşık Karşılaşmaları ile Hasan Kartarı'nın Doğu A nadolu 'da
'<»
Aşık Edebiyatının Esasları isimli çalışmaları bu konuda yeterli incelemeler
olmamakla beraber meseleyi bütün olarak ele alan, icra tarzı ve usulünün öne­
mini belirtmeleri yönünden anılmaya değer eserlerdir.
Aşık tarzı şiir geleneğinin temsilcileri ve mahsulleri üzerinde özellikle
1928'de Latin harflerinin kabulünden bu yana sürdürülen bu münferit ve dağınık
çalışmalar süreli yayınlarla da desteklenmiştir. Halk Biliminin ilmi usullerle
derlenip tespit edilmesi ve değerlendirilmesi yolundaki teşebbüsler aşık tarzı şiir
geleneği ve mahsullerinin derlenip yayınlanmasında da tesirli olmuştur. Halk
Bilimi mahsullerini sürekli biçimde yayınlamayı amaç edinen Halk Bilgisi Ha­
1 1
berleri, 110 Halk Evleri Dergileri, 11 Türk Folklor A raştınnaları, ııı Folklor, 13 Folk­
"' "' 6
lora Doğru, Türk Folklor ve Turizm Dergisi, · Sivas Folkloru, 11 Halk Kültü-

105
Sadi Değer, Karslı Ha.ı-reti, Ankara 1977.
106
Hikmet Dizdaroğlu, Halk Şiirinde Türler, Ankara 1969.
107
Ahmet Talat Onay, Halk Şiirinin Şekil ve Nevi, İstanbul 1928.
108
Adil Özder, Doğu İllerimizde Aşık Karşılaşmaları, Bursa l 965.
109
Hasan Karları, Doğu Anadolu 'da Aşık Edebiyatının Esasları, Ankara 1977.
1 10
Halk Bilgisi Derneğinin· yayın organı olarak neşredilen Halk Bilgisi Mecmuası bir sayı çıktık­
tan sonra 1928 yılından itibaren Halk Bilgisi Haberleri ile 121 sayı çıkmış, Eminönü Halkevi­
nin kuruluşundan sonra bütün haklarını Eminönü Halkevi Dergisi'ne devretmiştir.
ili
1932 yılında bütün illerimizde ve birçok kazalarda kurulan Halkevleri periyodik yayınlar da
yapmışlardır. Bu dergilerinin pek çoğunda sürekli olarak aşıklar ve 3şık tarzı şiirler hakkında
yayın yapılmıştır. Halkevleri Dergileri hakkında bilgi için bkz. H. Mahmut Şakiroğlu "Hal­
kevleri Dergileri" Türk Kültürü XIII, 1 56 (Ekim 1975) s. 59-64.
1 12
Türk Folklor Araştımuıları Dergisi yayın hayatına başladığı 1949 yılından bu tarafa aşıkların
hayat hikayeleri, şiirleri, aşık fasıllarının çeşitli bölümleri ile ilgili malzeme ve inceleme yazı­
lara yer vererek bu tarzın önemli bir kaynağı olmuştur.
llJ
İstanbul Folklor Kurumunun yayını olan Folklor Dergi.l'i 1969- 1971 yılları arasında neşredil­
miştir.
114
İstanbul Boğaziçi Üniversitesi, Folklor Derneğinin yayını olan Folklora Doğru isimli dergi
1969- l 974 yılları arasında muntazaman her ay neşredildikten sonra çok düzensiz aralıklarla
çıkmaktadır.
Merkezi Ankara'da bulunan Türk Folklor ve Turizm Derneği tarafından 1968- 197 1 yılları
arasında neşredilmiş bir dergidir.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 25

117 1 18 119 120 121 1 22 11.1 12-4


rü, Türk Folkloru, Erciyes, Milli Folklor, Tarla, Sıze, Folklor,

Anadolu Folkloru12j gibi dergiler sayfalannı daima aşıklara ve eserlerine açmış­


lardır.
Yukanda söz konusu ettiğimiz halkbilimi sahasına yönelmiş dergiler ya­
1 26
nında edebiyat, sanat ve kültür konulannı işleyen Türkiyat Mecmuası, Türk
121
Dili, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, l?B Türkoloji, 129 Dil Tarih Coğrafya Fakülte
11
Dergisi, 130 Türk Kültürü, 3 Hisarm ve benzeri pek çok periyodik yayında ve ilgili
kuruluşların çıkardıklan yıllıklarda aşık tarzı şiir geleneği temsilcileri ve mah­
sulleri ile ilgili metin, derleme, inceleme, tanıtma gibi yazılar yer almıştır. Ayrı­
ca mahalli dergi ve gazetelerin bazılarında da zaman zaman sürekli veya münfe­
rit olarak çok faydalı derleme ve araştırmalar yayınlanmıştır.
Burada kısaca bahsedebildiğimiz ve bahsedemediğimiz kitap ve periyodik
yayınlarda XVI. yüzyıldan beri yaşanuş ve bugün yaşamakta olan aşıkların ha­
yat hikayeleri ve eserlerinin büyük bir bölümü yayınlanmıştır. Bu çalışmalann

1 16
1 973 yılında Sivas Folkloru adı ile Sivas ve Çevresinin folklorik özelliklerini ve saha ile ilgili
malzemeleri nakletmek gayesi ile yayın hayatına giren bu dergi 1 979 Ağustosundan itibaren
muhtevasını genişleterek Türk Folkloru adını almıştır.
1 17
İstanbul' da 1980-1985 yılları arasında yayınlanmıştır.
1 18
Sivas Folkloru dergisinin adı ve muhtevası değiştirilerek 1979'dan sonra yayına başlamıştır.
1 988'de yayınına bir süre ara vermiş 1 99 1 'de üç sayı yayınlandıktan sonra kapanmıştır.
1 19
Kayseri 'de yayınlanan dergi, 15 yıldır folklor ağırlıklı olarak çıkmaktadır.
120
1989 yılında yayın hayatına geçen dergi, folklor inceleme ve araştırmalarına yer vermektedir.
121
İstanbul'da yayınlanmakta olup, folklora da yer vermektedir, 26 yıldır zaman zaman yayınına
ara verilmekte ise de çıkmaya devam etmektedir.
1 : :�

123
İstanbul'da üç yıldır yayınlanmakta olup, fi.şık tarzı şiirlere ve konulara da yer vermektedir.
124
Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulubü tarafından yayınlanmaktadır.
12.�
Anadolu Folklor Vakfı tarafından Ankara' da yayınlanmaktadır.
126
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine bağlı Türkiyat Enstitüsünün yayın organı olan
Türkiyat Mecmuası 1925 yılından bu yana yayın hayatına devam etmektedir.
127
Türk Dil Kurumu tarafından 195 1 yılından beri yayımlanmakta olan Türk Dili Dergisi Aşık
Edebiyatı ile ilgili araştırmalara aylık dergi içinde yer verdiği gibi Halk Edebiyatı Özel Sayısı
gibi ayrı ciltlerle de bu sahaya hizmet eden dergiler arasındadır.
128
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin periyodik yayınlarından olan Türk Dili ve Edebi­
yatı Dergisi 1 946 yılından beri yayımlanmaktadır.
129
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünce
yayımlanan Türkoloji dergisi de zaman zaman fi.şık tarzı şiir ve temsilcilerine yer vermektedir.
1 30
A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde aynı adla neşredilen dergi 1 942 yılından bu yana
devamlı çıkmaktadır.
131
TUrk Kültürünü Araştırma Enstitüsünce yayınlanan Türk Kültürü Dergisi 1 962 yılından bu
yana kesintisiz çıkmaktadır.
132
Hisar, 1950 yılından beri yayımlanmakta olan bir edebiyat dergisi olmakla beraber zaman
zaman sayfalarında bu konuya da yer vermiştir. Dergi kapanmıştır.
26 Prof. Dr. Umay GÜNAY

taranarak doğru bibliyografyaların hazırlanması ve güvenilir Aşık Edebiyatı


külliyatlarının neşredilmesi için yeterli malzemelerin bu kaynaklarda bulunduğu
kanaatindeyiz.
Yukarıda bahsettiğimiz çalışmaların dışında üniversitelerimizin ilgili fakül­
te ve bölümlerine bağlı olarak Halk Bilimi ve Halk Edebiyatı Kürsülerinin, Kül­
tür Bakanlığına bağlı olarak Folklor Dairesinin kuruluşundanm bu yana yeni
ilmi derleme metotları ile yaşayan Aşık Edebiyatı mahsullerinin sistemli şekilde
derlenerek arşivlerde muhafaza edilmeye başlanmıştır.
Aşık tarzı edebiyatı tahlil ve değerlendirme yönünden de üniversitelerde
bazı önemli çalışmalar yapılnuştır. Amerika Birleşik Devletleri lndiana Üniver­
sitesi Profesörlerinden Dr. İlhan Başgöz'ün "Aşıkların Hayatları Etrafında Te­
şekkül Eden Hikayeler," 1 34 "Türk Halk Hikayelerinde Rüya Motifi ve Şamanlığa
Giriş,"13s "Hikayeci Aşık ve Dinleyicileri,"136 "Türk Halk Hikayelerinin Yapı­
sı,"m "İran Azerbaycanı'nda Hikaye Anlatma Geleneği"m başlıklı İngilizce
olarak yayımlanan araştırmaları halk hikayelerini tahlil ve değerlendirmede
olduğu kadar aşıklık geleneğinin tarihini ve tekamülünü hem sosyal hem psikolo­
jil< yönleriyle açıklayan önemli ve değerli çalışmalardır.
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde
doktora tezi olarak hazırlanan Ercişli Emrah ile Selvihan Hikayesi, 139 Aşık Garip
Hikayesi, 140 Çıldırlı Aşık Şenlik '" isimli araştırmalar söz konusu aşıklarla ve eser-

,'m
\
·. . __/ Muhan Bali, "Ses Bandları ile Tespit Edilen Halk Edebiyatı" Türk Folklor Araştırmaları, Cilt
13, No 260, Mart 197 ! .
�966 yılında Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak kurulan Milli Folklor Enstitüsü daha sonra
Kültür Bakanlığının kuruluşuyla bu bakanlığa bağlı olarak Milli Folklor Araştırma Dairesi
adını almıştır. Son olarak bu daire "Halk Kültürlerini Araştırma Genel Müdürlüğü" adıyla ye­
niden teşkilatlanmıştır. M. Adil Özder, "Milli Folklor Enstitüsü Folklor Gezisi Raporu" Türk
Folklor Araştırmnları, Cilt 1 1 , No 220, Kasım 1967.
134
İlhan Başgöz, "Turkish Folk Stories About The Lives or Mintrels" Journal of American
Folklore, Cilt 65, Ekim Kasım 1952, No 258, s. 331 -333.
13'
____ , "Dream Motifin Turkish Folk Stories and Shamanistic lnitiation" Asian Folklore
Studies, Cilt 26- 1 , Tokyo 1967, s. 1 - 18.
136
İlhan Başgöz, "The Tale Singer And His Audience" Folklore Performnnce and
Communication, Haz. Dan Ben - Amos ve Kenneth S. Goldstein, Paris 1 975. s. 1 43-203.
1 37 ____ , "The Sutructure of The Turkish Romances" Folklore Today 1 976 (lndiana
University).
138
___, "Turkish Hikaye Telling Tradiıion in Azerbaycan, İran" Journal of American
Folklore, Cilt 83, Ekim-Aralık 1 970, No 330, s. 391 -405.
139
Muhan Bali, J!rcişli Emrah ile Selvihan Hikiiyesi, Varyantların Tespiti ve Halk Hikiiyeciliği
.
Bakımından O nemi, Ankara 1 973.
1 40
Fikret Türkmen, Aşık Garip Hikayesi, Ankara 1 974.
141
Ensar Aslan, Çıldırlı Aşık Şenlik, Hayatı, Şiirleri ve Hikayeleri, Ankara 1 975.
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve R Ü Y A MOTİFİ 27

leri ile ilgili pek çok probleme çözüm getirdikleri gibi sıhhatli ve orijinal metin­
leri müracaata hazır duruma getirilmeleri yönünden de faydalı çalışmalardır.
1 973 yılı Ekim ayında Türkiye'de ilk defa düzenlenen 1. Uluslararası Türk
Folklor Semineri dağınık ve münferit çalışmaların bir araya getirilerek tartışıl­
masını ve bazı problemlere çözüm bulmak yönünden atılan ilk adımdır. Aynca
bu seminerde sunulan bildiriler 1974 yılında semineri düzenleyen Kültür Bakan­
1
lığı Folklor Dairesince bastırılrnıştır. 42 Folklor Dairesi 1975 yılında 1. Uluslara­
rası Türk Folklor Kongresi'ni İstanbul' da, 11. Milletlerarası Folklor Kongresini
1981 yılında Bursa'da, III. Milletlerarası Folklor Kongresini 1986 yılında İz­
mir'de, iV. Milletlerarası Türk Folklor Kongresini 1991 yılında Antalya'da
düzenleyerek bu sahada yapılan çalışmaların hızlanmasına, araştırıcıların birbir­
leriyle tanışarak ortak çalışma yapmalarına öncülük etmenin yanında birbirleri­
nin çalışmalarından haberdar olmalarını da sağlamıştır. Bu kongrelerde sunulan
bildiriler kısa sürede yayınlanarak saha ile ilgilenenlerin istifadesine sunulmuş-
143
tur.
Yine ayrı daire, Türk Folklor Araştırmaları ve Türk Folklorundan Derleme­
ler adlarıyla iki süreli yayını her yıl iki defa 1974 ve 1986 yılından beri çıkara­
rak, aşık edebiyatı mahsullerinin yayınlanmasına da imkan sağlamıştır. Bunun
yanı sıra Halk şairlerinin katıldığı şiir yanşmalan da düzenleyen daire, halk
şairlerinin desteklenmesine ve sanatlarını geliştirmelerine öncülük etmiştir. 144
Milli Folklor Araştırma Dairesinin bu çalışmalarının yanı sıra, birçok kişi
ve kuruluş da aşıklık geleneğinin yaşamasında büyük görevler üstlenmiştir.
1
İstanbul' da yayınlanan Folklor ve Etnografya Yılhklan, 4� Fırat Havzası Folklor
ve Etnografya Sempozyumları, 146 Eskişehir Türk Halk Edebiyatı Seminerleri,'47
Erciyes Yöresi Folklor ve Etnografya Sempozyumu,'4" Konya' da yapılan Ulusla­
rarası Folklor ve Halk Edebiyatı Semineri, '49 aşıklık geleneğinin de araştırılıp
incelendiği belli başlı organizasyonlar olmuştur.

12
4 1. Uluslararası Türk Folklor Semineri Bildirileri, Ankara 1 974.
1 43 Kongrelere sunulan bildiriler 5'er cilt halinde yayınlanarak toplam 20 kitap ortaya konulmuştur.
144
Mifad, bu çalışmalarının yanı sıra yaşayan halk şairleri arasında düzenlediği bir anketle de
400 civarında halk şairinin hayatları hakkında bilgi ve şiirlerinden örnekleri içine alan formla­
rı Folklor Arşivi'ne kazandırmıştır.
14�
Anadolu Sanat Yayınları arasında İstanbul' da yıllık periyotlar halinde yayınlanmıştır.
146
Elazığ' da 24-27 Ekim 1 985'te ilki düzenlenmiştir.
17
4 Eskişehir' de 1983 yılından bu yana düzenlenen milli ve milletlerarası boyuttaki bu seminerle­
rin bildirileri 1983, 1 985, 1987 yıllarında yayınlanmıştır.
18
4 İlki 1990'da düzenlenen sempozyumun bildirileri 199 1 yılında yayınlanmıştır. İkincisi ise
1 992' de gerçekleştirilmiştir.
19
4 29 Ekim 1 974'ıe Konya'da yapılan seminerin tebliğleri 1976 yılında Ankara'da yayınlanmış­
tır.
28 Prof. Dr. Umay GÜNAY

1 976 yılından beri İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve


Edebiyatı Bölümünce iki milletlerarası, iki Milli Kongre olmak üzere dört Tür­
koloji kongresi düzenlenmiş, bu toplantılarda Aşık Edebiyatı ile ilgili bildiriler
sunulmuşsa da, bildiriler günümüze kadar yayınlanmamıştır.
Araştırmacıların birçoğu tarafından XX. yüzyılın başında sona erdiği kabul
edilen Aşık Edebiyatı ve bu edebiyatı yaşatan gelenek XX. yüzyılın sonlarına
yaklaştığımız şu günlerde yaşamakta ve yeni temsilciler yetiştirmektedir. Aşık
tarzının son bulmasına sebep olarak gösterilen radyo, televizyon, pikap, teyp ve
benzeri araçların tam aksine bu edebiyatın temsilcileri tarafından sanatlarını
daha hızlı yaymakta ve eserlerini muhafaza etmek de kullandığını görüyoruz. 1so
Avrupa'ya çalışmak üzere giden Türk işçilerinin taleplerini karşılamak üzere
Türkiye' den davet edilen aşıklardan başka orada yetişen aşıkların da varlığını
öğrenmekteyiz.
XX. yüzyılın başında İstanbul ve çevresinde kaybolan Aşık Edebiyatı 151nın
aydınların gözünden uzakta özellikle Doğu Anadolu Bölgesinde tabii şartları
içinde yaşamaya devam ettiği muhakkaktır. Anadolu ' da uzun kış gecelerinde ve
özellikle ramazan aylarında kahvehanelerde her zaman dinleyici bulan ayrıca
düğünlerin en önemli konuğu olan aşıklar yurt çapında ilgiye ve sevgiye mahzar
olarak geleneğin yeniden canlandırılmasında önemli amil olarak gördüğümüz
bazı teşebbüsleri de aşık tarzı şiir geleneği ve örnekleri konusunda yapılan ça­
lışmalara dahil ederek kısaca bu mesele üzerinde durmak istiyoruz.
Bugünkü bilgimize göre Cumhuriyetin kuruluşundan sonra halk şairleri ile
ilk teşkilat 193 1 yılında Ahmet Kutsi Tecer, Muzaffer Sarısözen ve Sivas Bele­
diye Başkanı Hikmet Işık tarafından Sivas'ta kurulan "Halk Şairleri Koruma
Demeği"dir."2 Bu demek 5 Kasım 193 l 'de Sivas çevresinde yaşayan 1 5 halk
şiiirinin iştirak ettiği "Aşıklar Bayramı"nı düzenlenmiş ve bu toplantı ile ilgili
bir de kitapçık yayınlamıştır. ın Bulabildiğimiz bir kaynağa göre bu bayram 3 gün
devam etmiş ve katılan 15 kişiden sadece beşinin aşık olduğu belirtilmekte di­
ğerlerinin sadece usta malı söyleyen saz şiiirleri ve hikayeci aşıklar oldukları
açıklanmaktadır. Aynı kaynakta Aşık Veysel'in de henüz usta malı söyleyen
aşıklardan olduğu aktarılmaktadır.
1 938 yılında Bayburt Ortaokulu Müdürü ve Halkevi Tarih, Dil ve Edebiyat
Kolu B aşkanı Mahmut Kemal Yanbey tarafından 27/2/ 1938-5/3/1938 tarihleri

150
Kültür Bakanİığı, Folklor Dairesinin düzenlediği Halk Ozanları Semineri (Kasım 1 979) için
yapılan bir anket ile bu konuda sayıya dayanan bilgiler tespit edilmiştir.
151
Nevzat Gözaydın, "Almanya' da Çalışan Türk İşçileri Arasında Dil ve Folklor Olayları Üzeri­
ne," Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Cilt 16, S. 307. Şubat 1 975; Türk Folklor Araştırma­
ları Dergisi, Cilt 1 6, S. 324 Temmuz 1976.
1.12
Vehbi Cem Aşkun, "A. Kutsi Tecer ve Halk Şairleri Koruma Derneği," Türk Folklor Araştır­
maları Dergisi, Cilt 2, No 2 1 8, Eylül 1 967.
153
İbrahim Aslanoğlu, Siva.� Aşıklar Bayramı, Sivas 1 965.
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 29

arasında "Saz Şairleri Haftası" düzenlenmiştir. Bu toplantılara Bayburt ve çevre­


sinden beş halk şairi katılmış, usta malı ve telif deyişleri yanında müşaarelere de
yer verilmiştir. M. Kemal Yanbey söylenen deyiş ve müşaareleri yazıya geçire-
u.
rek yayına hazırlamışsa da bugüne kadar basılamamıştır.
7 Mart 1938'de Çoruh Halkevinde kutlanan "Kurtuluş Gecesi"ne Aşık
Efkan ve Aşık Huzuri katılmış, burada her ikisi geleneğe uygun müstakil deyiş­
ler söyledikten sonra karşılıklı deyişmişlerdir. 155
1939 yılında 63 yaşında olan Hasankaleli saatçi Nihani, Bayburt Kayma­
kamlığına müracaat ederek Bayburtlu Aşık Hicrani ile halk huzurunda imtihan
olmak istediğini bi ldirmiştir. Bayburt Halkevi, bu iki aşık için seyirci ve jüri
önünde bir yarışma düzenlemiş ve kazanan aşığa mükafat olarak ortaya 1 000
TL. konmuştur. Yarışmaya talip olan Nihani' nin deyişmelerde usta malı söyle­
diği tespit edilmiş ayrıca Hicrani karşısında
duruma başarısız düşen
Nihiini yarışmanın ikinci kısmını beklemeden memleketine dönmüştür. 156
23 Nisan 1942 gecesi Ankara Radyosu folklor saati, Si vaslılara ayrı lmış
Vehbi Cem Aşkun'un başkanlığında 8 aşığın iştiraki ile halk şiirinin çeşitli dal­
larından örnekler icra edilmiştir.'57
30 Ekim 1 964'de Sivas' ta ikinci "Aşıklar Bayramı" yapılmış ve bu yöreden
on aşık bir araya gelerek jüri ve halk önünde sırayla deyişlerini sunmuşlar ancak
karşılıklı deyişme yapılmamıştır.'58 Sivas'ta üçüncü Aşıklar Bayramı 1 967 yılın­
da yine Sivaslı aşıkların katılmasıyla yapılmış ve Şah Turna isimli bir genç kız
59
aşık olarak dikkati çekmiştir. 1
16 Ağustos 1 964 tarihinde Selçuklu Sultanı Alparslan ' ın Anadolu'ya giri­
şinin 900. Fetih yılı münasebetiyle Kars' ta düzenlenen şenliklerde aşıklara da
yer verilmiştir.160
Ankara'da kurulan "Aşıklar Derneği" 17 Aralık 1 964 Cuma günü A.Ü. Dil
ve Tarih Coğrafya Fakültesi Konferans Salonunda Aşık Sümmani ve Aşık Şen­
lik 'i anma gecesi düzenlemiş ve programın ikinci bölümünde Aşık Sümmani'yi
temsilen Erzurumlu aşıklar Mevlit İhsani, Yaşar Reyhani, Bayram Köroğlu ile

1 54
Vehbi Cem Aşkun, " 1 938'de Bayburt'ta Saz Şairleri Haftası," Türk Folklor Araştırmaları
Dergi.l'i, Cilt 8, No 166, Mayıs 1 963.
U.'i
Behçet Kemal Çağlar, "Çoruh içinde Çoruh-iki Coşkun Şair-" Yeşil Çoruh, Yıl 3, S. 3, Yıl: 1973.
l.'16
' İlhan Yardımcı, "Atış Bakalım Hicrani Baba", Tarla, S. 29/3 1 Ağustos 1 968. s. 1 8-2 1 .
l .'17
"Sivaslılar Ankara' da", Ülkü Cilt 2, S. 15, Mayıs 1942.
1.,8
Muhan Bali, "Sivas Halk Şairleri Bayramı ve Şah Turma," Türk Folklar Araştırmaları Dergi­
si, Cilt 1 1 , No. 2 1 9, Ekim 1 967.
U9
a.g.m.
160
Afife H. Ergenç, "Aşık Şeref Taşlıova", Tarla. Yıl 4, S. 42, 1 969.
30 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Şenlik' i temsilen Karslı aşıklardan Murat Çobanoğlu, Nevzat Polat ve Şeref


1
Taşlıova bu iki usta aşığın deyişlerini ve karşılaşmalarını canlandırmışlardır. 0 1
16 Mayıs 1 965 ' te Erzurum Halkevi ve Halk Eğitimi Merkezince Kars ve
102
Erzurumlu aşıklar arasında bir müsabaka düzenlenmiştir.
Sivas Şarkışla Yüksek Tahsil Derneği yöneticileri Temmuz 1 966'da Şar­
kışlalı aşıkları tanıtmak için Sivas'ta 1 3 Şarkışlalı aşığın katıldığı "Aşıklar Ge­
6
cesi" düzenlemişlerdir. 1 3
4 Haziran 1 976'da Ağrı'da, 24 Kasım'da Hasankale'de, 25-26 Kasım'da
Erzurum'da bölge aşıklarının katıldıkları toplantılar düzenlenmiş, aşıklar müsta­
kil deyişlerinin yanında karşılıklı deyişme tarzında da yarışmışlardır.104
1967 yılında Tarla Dergisi "Büyük Halk Şiiri Yarışması" adı altında Koş­
1s
ma, Muamma, Atışma dallarında bir yarışma düzenlemiştir. 6
1 7- 1 8- 1 9 Ağustos 1 968'de Pasinler (Hasankale) Gençlik Kulübü "Doğuda
Halk Ozanları" adı altında bir yarışma düzenlemiş, atışma-türkü-şiir dallarında
166
yapılan yarışmanın jürisinde Atatürk Üniversitesi hocaları görev almıştır.
7-8 Mart 1969 Artvin Kurtuluş Gecesinde bu bölge aşıkları kendi deyişle­
6
rini sunmuşlardır. 1 7
Türkiye Gazeteciler Sendikasının düzenlediği "Aşıklar Şenliği-!. Altın Saz
Yarışması" 1 97 1 yılında İstanbul 'da Açık Hava Tiyatrosunda atışma-türkü­
1'
muamma dallarında yapılmıştır. 0
23 Nisan 1 97 1 tarihinde Sarıkamış' ta "Türkiye Büyük Aşıklar Yarışması"
düzenlenmiş, Atatürk Üniversitesi öğretim üye ve yardımcılarının da jüri üyesi
olarak katıldıkları bu toplantılarda Doğu Anadolu Bölgesi aşıkları ile diğer böl­
169
gelerden gelen aşıklar yarışmışlardır.
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Cumhuriyetin 50. yılı münasebe­
tiyle 29 Ekim 1 973 gecesi Halk Eğitimi Salonunda "Aşıklar Gecesi" düzenle­
1
miş, bu toplantıya Doğu Anadolu Bölgesinde yaşayan aşıklar katılmışlardır. 10

161
a.g.m.
162
Muhan Bali, "Doğuda Aşıklar Bayraıru," Türk Folklor Araştırmalan Dergisi, Cilt 1 1, Şubat 1968.
163
a.g.m.
164
a.g.m.
16S
Tarla, Yıl 2, S. 1 8, Haziran 1967. s. 29.
166
Doğuda Halk Ozanları Yarışması Başarılı Oldu, Tarla, S. 32, Kasım 1968.
167
Şahin Kaya, "Aşıklarla Bir Konuşma", Tarla, Yıl: 4 S. 37-38, 1969.
1 68
Tahir Kutsi Makal, "Aşıklar Şenliği-Altın Saz Yarışması", Türk Folklor Araştırmaları Dergi­
si, No. 266, Cilt 1 3, Eylül 197 1 .
169
Muhan Bali, Aşık Karşılaşmaları-Atışmalar Türk Folk.lor Araştırmaları Dergüi, Cilt 16, No.
170
3 1 6 Kasım 1975.
Bu toplantının ses bantları Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Araştırma Ensti­
tüsünde bulunmaktadır.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 31

Yukarıda kısaca ve tespit edebildiğimiz kadarını aktarabi ldiğimiz aşık top­


lantıları özellikle Doğu Anadolu Bölgesinde ve diğer bölgelerde de kurtuluş
günleri, festivaller gibi çeşitli vesilelerle düzensiz aralıklarla ve dağınık prog­
ramlar dahilinde yapılmakta ve ilgi görmektedir. Burada 1966 ile 1 979 yıllan
arasında sürekli düzenlenen Konya Aşıklar Bayramlarından aynca bahsetmenin
faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Osmanlı İmparatorluğu devrinde devlet desteği gören aşıklara Cumhuriyet
döneminde devlet eliyle herhangi bir yardım yapılmamıştır. 1 93 1 yılında Ahmet
Kutsi Tecer tarafından Sivas'ta düzenlenen aşıklar bayramı ile bu geleneğin
yaşamakta olduğuna dikkat çekilmiştir. Daha sonraki yıllarda çeşitli vesilelerle
düzenlenen aşıklarla ilgili toplantılar 1 966 yılından itibaren Konya Turizm Der­
neği tarafından sistemli ve düzenli bir şekilde 14 yıl sürdürülmüştür. Konya'da
yapılan aşıklar bayramında yazılı ve sözlü kaynaklardan elde edilen bilgilerin
yardımıyla çeşitli bölgelerin aşık fasılları bölümlerine yer verilmiştir. Bu yarış­
malar aşıkları teşvik edici ve özendirici olmuş, bu toplantılarda derece alan aşık­
lar her yıl daha başarılı olabilmek için gayret sarf etmişlerdir. Konya' da yapılan
bu toplantılarda gelenek içinde tespit edilen aşık fasıllarının belli bölümleri ya­
rışma ve imtihan niteliğinde ortaya konmuştur.
1 966, 1 967, 1 968 yıllarında yapılan aşık toplantılarında aşıklar arasında üç
dalda yarışma düzenlenmiştir. iki veya daha çok aşığın jürinin tespit ettiği bir
ayak üzerinde koşma dörtlüklerini paylaşarak karşılıkla deyişmeleri esasına
dayanan atışma dalı yanında en güzel memleket türküsü ve en güzel memleket
şiiri dallarında önceden hazırladıkları eserleri ile yanşmışlardır. 11 1 1 969 yılında
daha önceki yıllarda yer verilen atışma, en güzel memleket türküsü, en güzel
1
memleket şiiri dallarına askı-muamma dalı iliive edilmiştir. 12 1 974 yılından iti­
baren ise bu dört dala ilaveten lebdeğmez ve doğmaca şiir türlerinde de yarışma­
lar düzenlenmiştir. Aşıklık geleneği içinde aşıklar irtical güçlerini aşık fasılları
içinde yer alan karşılıklı deyişme bölümlerinde ortaya koyarlarken Konya'da
düzenlenen 9. toplantıda yer verilen doğmaca şiir dalı, irtical gücünü suni şekil­
de zorlayan yabancı bir unsur olarak bu geleneğe katılmıştır. Aynca aktüel ko­
nulara da bu yarışmalarda yer verilmiş, Cumhuriyetin 50. yılı münasebetiyle
1 973 yılındaki şiir yarışması "Cumhuriyet" konusunda, 1 974 yılında ise "Kıb­
rıs" konusunda yapılmıştır. 173

171
Ihsan Hınçer, "Birinci Aşıklar Bayramı," Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, No. 208, Cilt
10.
172
Bora Hınçer, "4. Aşıklar Bayramı," Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, No. 245, Cilt 12.
173
Bora Hınçer, "Çeşitli Dallarda ve Cumhuriyetin 50. Yılı Şiir Yarışması", Türk Folklor Araş-
tırmaları Dergisi, No. 29 1 , Ekim 1973, Cilt 13.
32 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Bu toplantılara ilk yıl 1 7 aşık katılmış, bu sayı her yıl artarak son yıllarda
yüze ulaşmıştır. 11• Genç aşıklara değişik yörelerden gelen usta aşıklan dinleme
ve töreyi öğrenerek gelişme imkanı veren bu toplantılar bu aşıklara kendilerini
tanıtma ve deneme imkanını da sağlamıştır.
Konya'da düzenlenen aşık toplantılan bu geleneği canlı tutmakta olduğu
kadar yeni temsilciler yetiştirmekte de tesirli olmuştur. Yukanda da kısaca ifade
ettiğimiz gibi bu toplantıların geleneğe faydalı katkıları yanında bu gelenek için
yabancı ve zorlama olan birtakım unsurlann girmesi yolunda menfi tesirleri de
olmuştur.
XX . yüzyılın başından beri aşık tarzı şiir geleneğine karşı uyanan ilmi ve
.

amatör alaka bu konuda gerek yazma eserlerden gerekse sözlü kaynaklardan


küçümsenmeyecek ölçüde malzemenin ortaya çıkanlmasına ve değerlendirilme­
sine yardımcı olmuştur.
Değişik bölgelerden gelen aşıklann çeşitli vesi lelerle değişik bölgelerde
toplanmalan sonucunda bütün yurtta bu geleneğin ortak bir şekil ve üs lupta
birleşmelerine sebep olmuştur.
Uzun bir tarihe sahip geleneğe bağlı Türk Edebiyatının bugün de yaşamak­
ta olan mahsullerinin teşekkülü, yayılması, muhafaza edilmesi gibi konularda
teorik çalışmalar için yeterli kaynağın mevcut olması büyük bir şans ve imkan
olarak kabul edilmelidir.

174
Feyzi Halıcı, "Konya'da Yapılan Aşıklar Bayramı", Uluslararası Folklor ve Halk Edebiyatı
Ekim 1 975 Konya) Ankara 1976. s. 258-261 .
Semineri Bildirileri (27-29
B İRİNCİ BÖLÜM

AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ


ve
MAHSULLERİ

A. TÜRK EDEBİYATI İÇİNDE AŞIK EDEBİYATININ YERİ


Tarih sahnesine çıktıkları kabul edilen M.Ö. iV. binden beri dünya coğraf­
yası üzerinde çok geniş alana yayılan ve en uzun ömürlü milletlerden biri de
Türklerdir. Uzun bir tarih içinde çok geniş bir meka·na yayılan ve sık sık yurt
değiştirerek pek çok kültür ve dinin tesiri altında kalan aynca farklı medeniyet
seviyelerinde ve her zaman hareket halinde yaşayan milletimizin edebiyatını
değerlendirebilmek çok zordur. Bu zorluğun sebepleri kısaca şöyle özetlenebilir:
Uzun bir tarihi dönem içinde çok mekan değiştirmelerinden dolayı yeterli yazılı
kaynaklar bulunmamaktadır. Farklı coğrafi alanlarda ve farklı kültürlerin tesiri
ile lehçe farkları doğmuş, yaşamak zorunda oldukları şartlar sonucunda medeni
seviyeleri farklılaşmış olduğundan edebiyatları da farklı seviyelerdedir. Tarih
sahnesine çıktıkları günden bugüne çoğalan çoğaldıkça parçalanıp birbirinden
uzaklaşan, zaman zaman büyük başarılar kazanarak büyük imparatorluklar ku­
ran, zaman zaman bütün başanlannı kaybederek kabuğuna çekilerek yaşayan
Türk milletinin bu karışık ve dağınık tarihi içinde ilk günden bugüne daima
tekamül eden, fakat mahiyetini değiştirmeyen ortak milli geleneğe bağlı bir
edebiyatları vardır. İslamiyetten önce Türklerin Orta Asya'da yaşadıkları devir­
lerde bütün Türk boylarında ortak olan bu milli edebiyat İslamiyetin kabulünden
sonra kültürel, dini, sosyal ve politik şartlar altında hem çeşitlenmiş hem de
zaman zaman yazılı kaynaklarda yer almayacak kadar ikinci dereceye inmiştir.
Bu edebiyatın mahsulleri Tanzimat hareketi ve Cumhuriyetten sonra "Halk Ede­
biyatı" genel başlığı altında değerlendirilmeye başlanmıştır.
Edebiyat tarihçileri, Türk Edebiyatını kronolojik olarak İslamiyetten önce
ve İslamiyetten sonra, Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı diye üçe böldükten
sonra İslamiyetten sonraki Türk Edebiyatını Divan ve Halk Edebiyatı şeklinde
incelemek hususunda ortak bir anlayışa sahiptirler. Ana hatları ile doğru olan ve
34 Prof. Dr. Umay GÜNAY

araştırıcılara değerlendirmede kolaylık sağlayan bu sınıflandırmada yer alan


"Halk Edebiyatı" kavramı bu konuda çalışanlar tarafından farklı yorumlandığı
için bu başlık altında veya yanında yer verilen Tekke ve Aşık Edebiyatının bu
sınıflandırmada yerleri muğlak kalmıştır. Bu konuda kendi görüşlerimize geç­
meden önce bu sahada çalışan araştıncılann görüşlerini kısaca özetlemenin ya­
rarlı olacağı kanaatindeyiz.
Rıza Tevfik, "folklor" 1 isimli makalesinde Türk edebiyatını gruplandınrken
anonim halk edebiyatı mahsullerini, Tekke ve Aşık Edebiyatlarını ayn birer
edebiyat şubesi olarak göstermiştir. Bu görüşü ile Aşık Edebiyatı mahsullerinin
Halk Edebiyatı mahsullerinden ayn olarak değerlendirilmesi görüşünü savun­
muştur.
Ziya Gökalp, çeşitli makalelerinde2 Halk Edebiyatı ana başlığı veya Halk
Klasikleri başlığı altında aşıkların eserlerini de toplamıştır.
Sadettin Nüzhet Ergun, Halk Edebiyatı başlığı altına anonim halk şiirleri,
saz şiirleri, tekke şiirlerini dahil ettikten sonra bunları tekrar yazarı bilinenler ve
bilinmeyenler diye ikiye ayırmıştır.3
Fuad Köprülü ise bu konudaki görüşlerini açıkça şöyle ifade etmiştir: "Biz­
de halkiyyat denilen bilgi dalının sınır ve sahasına giren sözlü halk edebiyatı ile
edebiyat tarihinin başlıca inceleme konusunu olan klasik yüksek sınıf edebiyatı
arasında üçüncü bir ürünler silsilesine tesadüf ediyoruz ki Aşık Edebiyatı adı
altında büyük bir kitle teşkil ediyor. Şu son zamanlara gelinceye kadar Türk
memleketlerinin her tarafına, büyük şehirlerden ıssız köylere kadar her yerde
halkın çeşitli tabakaları arasına sokulan, ihtişamlı kibar konaklarında olduğu gibi
fakir kahvehanelerde de bir yer bulan aşıklar, onların edebiyatı, eski Türk be­
dii/güzel sanatlarla ilgili hayatının belki en dikkate değer olmasına rağmen en az
bilineni ve incelenmesi hemen hemen imkansız bir dalı sayılabilir. Şimdiye
kadar ya sözlü halk edebiyatına yahut yüksek sınıf edebiyatına dahil edilerek
özellikleri ve bağımsızlığı bir türlü anlaşılmayan bu aşık edebiyatını layıkıyla
anlamak için, evvela tarihi kaynaklara kadar çıkmak, genel Türk Edebiyatının
tarihi gelişmesinde bu tarzın nasıl doğup, ne gibi değişmelere uğradığını ve en
nihayet nasıl belli bir şekil aldığını sosyal sebepleri ile açıklamak; edebi hayatın
başka ürünleri ile bunun ne dereceye kadar ilgili olduğunu meydana çıkarmak
,,
gerekmektedir. •

Rıza Tevfik "Folk-Lore" Peyam Gazetesi [Edebi ilavesi/. S. 20, 20 Şubat 1 329.
Ziya Gökalp, "Tarih ve Kavmiyyat," Küçük Mecmua, Sayı: 17, 25 Eylül 1 338; Halk Klasikleri
1 . , Diyarbakır 1922, s. 16.
Saadettin Nüzhet Ergun, Halk Şairleri /., İstanbul 1 926.
M. Fuad Köprülü, "Aşık Tarzının Menşei ve Tekamülü", Milli Tetebbu/ar Mecmuası, Cilt il.
No. iV, Eylül/Ekim 1 9 1 5, s. 5-46.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA M OTİFİ 35

Pertev N. Boratav'ın bu konudaki görüşleri5 ise özetle şöyledir:


Folklor, halkiyyat, halkbilgisi, halk edebiyatı, aşık edebiyatı, tekke edebi­
yatı, zümre edebiyatı gibi kavramların sınırlan ve kapsamı üzerinde pek az tartı­
şıldığını açıklamış ve bu konuyu ilgilendiren terminoloji üzerinde durmuştur.
Folklor teriminin işaret ettiği disiplinin içeriğini belirledikten sonra folklor ürün­
lerinin edebi karaktere sahip olanlarının tamamının halk edebiyatına dahil oldu­
ğunu ifade etmiştir. Aşık Edebiyatını bütünüyle Halk Edebiyatından ayırarak bu
konuyu şöyle ifade etmiştir: Aşık Edebiyatı, halkın anlayabileceği dille yazan,
daha çok hece vezni kullanan, saz çalarak diyar diyar dolaşan, çok defa aşık adı
ile kalem ve divan şairlerinden ayrılan şairlerin eserlerinin hepsini içerir... Şahsi
sanat damgası taşıyan ve bu niteliği muhafaza eden eserler (şiir, hikaye, tiyatro)
halkın tasarrufuna geçip folklor eseri gibi yaşayan halk şairlerinin türküleri ile
aynı muameleye tabi tutulmamalıdırlar. Aşık Edebiyatının değerlendirilmesinde
ölçü güzelliktir. Anonim edebiyatta olduğu gibi burada varyantların değer taşı­
madığını mutlaka her şairin orijinal eserinin veya buna en yakın olanının seçil­
mesi gerektiği hususunu ifade ederek bu edebiyat için modem edebiyat tahlil ve
değerlendirme metotlarının geçerli olduğunu belirtmektedir.
Şükrü Elçin' in halk edebiyatı kavramı hakkındaki görüşleri kısaca şöyle­
dir: 6 Türk dilinde ve düşüncesinde "Halk Edebiyatı" tabiri oldukça yenidir. Tür­
kiye'de aşağı yukarı 60-70 yıldan beri "Divan Edebiyatı" dışında kalan saz ve
tekke şiiri nev' inden ferdi mahsullerle, malzemesi dile dayanan, atalar sözü,
destanlar, masallar, hikayeler, fıkralar, bilmeceler, maniler, türküler ağıtlar,
ninniler, vb. gibi ilk söyleyicilerini umumiyetle tespit edemediğimiz eserler, bu
tabirle yaygın hale gelmiştir. Halkçılık, Türkçülük ve Milliyetçilik hareketlerinin
tesiri sonucunda doğduğunu kabul ettiğimiz bu kavramın alanına giren eserleri
ve bunların niteliklerini açıklayabilmek için "halk," "edebiyat" ve "folklor"
kelimelerinin işaret ettiği manalar üzerinde tarihi gelişmelerini de göz önüne
alarak durmuştur. İslamiyetin kabulünden sonra şehir ve kasabalarda kurulan
medrese mensuplarının etkisiyle "havas" ve "avam" ikiliğinin doğduğunu be­
lirtmekte ve bunun sonucunda da Arap ve bilhassa İran edebiyatının taklidi ile
başlayıp gelişen daha sorira "Divan Edebiyatı" adı verilen edebiyatın doğduğunu
ifade etmektedir. Türklerde cemiyetin iç bünyesinden gelen, kesin çizgilerle
belirmemiş bu tabakalaşma zümreleri bazen ayırıp, bazen birleşmesine rağmen
1789 Fransız ihtil3.linin etkisiyle "halk'� ve "millet" kavramlarının batıdaki mo­
dem manası ile ele alındıklarını söylemektooir. Avrupa'daki bu hareketlerin

Pertev N. Boratav, "Folklor, Halk Edebiyatı ve Aşık Edebiyatı," insan, Cilt I, sayı 2, 1 5 Mayıs
1937, s. 137-145.
Şükrü Elçin, "Halk Edebiyatı," Halk Edebiyatı Araytırmaları, Ankara 1977. s. 1 -16.
36 Prof. Dr. Umay GÜNAY

yankılarına paralel olarak Osmanlı İmparatorluğu içinde doğan "Siyasi Tanzi­


mat" bilincinin ardından gelen "Edebi Tanzimat" akımına dahil olan eserler,
"milleti" ve "halkı" Avrupai görüşle arayan eserlerdir. Tanzimatla başlayan
halka dönüş hareketi 1908'den sonra Türkçülük ve Milliyetçilik davalarına para­
lel olarak Türk halkının maddi ve manevi hayatını aramak bulmak düşüncesi ve
"Divan Edebiyatı" yanında bir "Halk Edebiyatı" tasavvuru bu devrin romantiz­
mini teşkil eder. Nazmın dış unsurları bakımından tamamıyla ilk mahsullerin
tekniğine ve an'anesine sadık kalan, hitap ettikleri zümrelerin de zaman zaman
kesin çizgilerle tayin edilmemesi sebebi ile doğuş hususiyetleri ne olursa olsun,
anonim ve kolektif karakter taşıyan mahsullerle, tarihi bir realite olan Tekke ve
Saz şiiri adını alan ferdi eserleri, meddah, karagöz, ortaoyunu hatta kuklayı
"Halk Edebiyatı" adı altında topluyoruz, demektedir.

Yukarıda aktardığımız görüşleri incelediğimizde önce araştırıcıların "Halk


Edebiyatı" kavramının kapsamı üzerinde kesin bir anlaşmaya varamadıkları
görülmektedir. Bu konuda çalışanların bir kısmı halk edebiyatı terimini dar an­
lamda kullanarak yalnızca sözlü anonim edebiyat ürünleriyle sınırlamaktadırlar.
Bir kısım araştırıcılar ise anonim edebiyat ürünleri ile bireysel edebiyat eserleri­
nin ortak bir edebiyat geleneğine dayanmaları ve ortak nazım unsurları taşımala­
rını da göz önünde tutarak halk edebiyatı terimine geniş mana vererek anonim
edebiyat mahsulleri yanında tekke, aşık ve diğer zümre edebiyatlarını da bu
başlık altına dahil etmektedirler.
"Halk Edebiyatı" teriminin kapsamı konusunda farklı düşünen bu araştırıcı­
lar anonim edebiyat ürünleri ile bireysel edebiyat eserlerinin incelenmesinde ayn
usullerin uygulanmasında ve bu ürünlerin ortak bazı unsurlara sahip olduktan
konulannda hem fikirdirler.
Bu konuda doğru ve eksiksiz bir değerlendirme yapabilmek için Türk Ede­
biyatının İslamiyetten önceki ilk şeklini ve muhtevasını daima göz önünde tut­
mak gereklidir.

İslamiyetten önce şekillenen Türk Edebiyatı eserleri ile ilgili elimizde bol
miktarda kaynak ve metin bulunmamasına rağmen mevcut belgeler, Türklerin
tarih sahnesine çıktıkları günden İslamiyeti kabul ettikleri asra kadar geçen za­
man içinde köklü, kendilerine has, mükemmel bir edebiyat geleneğine dayalı
sanat değeri yüksek edebiyat ürünleri meydana getirdiklerini göstermektedir.
Fuad Köprülü' nün yazdığı "Türk Edebiyatının Menşei,"1 "Vezin-Ayini Temsil-

M. Fuad Köprülü, "Türk Edebiyatının Menşei", Milli Tetebbu/ar Mecmuası, Cilt 2, No. iV,
Eylül-Ekim 1 915, s. 5-78.
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 37

ler, İlk Şiirler,"8 "Ozan,"9 "Bahşı,"10 "V-XVI. Asırlarda Türk Şairleri"" isimli
makaleleri İslamiyetten önceki Türk Edebiyatının varlığı, gelişmesi, tabiatı,
türleri, içerikleri ve temsilcileri konularında bizi yeterince aydınlatmaktadır.
11
Bu devrin şiir örneklerini Reşit Rahmeti Arat'ın "Eski Türk Şiiri " adlı ki­
tabında, M. Özerdim'in "Çin'in şimalinde Hanedan Kuran Türklerin Şiirleri""
başlıklı makalesinde ve İslamiyetten sonra tespit edilmesine rağmen
İslamiyetten önceki örneklerin pek çoğunu ihtiva etmesi yönünden Divan ü
Lügat-it Türk'te aynca Türk boylan arasında bugün de yaşamakta olan eski
Türk destanlannda14 bunlara benzer diğer eserlerde görmek mümkündür.
Türk Edebiyatı, İslamiyetin kabulünden ve orta devir Türk tarihindeki siya­
si ve sosyal gelişme ve değişmelerden dolayı iki farklı tarzda gelişme göstermiş­
tir. Arap-Fars edebiyat geleneklerine dayalı olarak başlatılan, gelişme süreci
içinde millileşen Divan Edebiyatı ve Türklerin ilk milli edebiyat geleneklerine
bağlı gelişen, yeni unsurlarla zenginleşen Halk Edebiyatı.
Tanzimattan beri Halk Edebiyatı adı ile anılan ve üç farklı tarzdan oluşan
bu edebiyat geleneği, Türklerin, ilk anayurtları olan Orta Asya edebiyat gelenek­
lerinin, İslamiyet, yerleşik medeniyet, Arap-Fars medeniyet dairesi içinde yeni
ihtiyaç, talep ve zevklere göre gelişmiş ve şekillenmiştir. Türk Halk Edebiyatı
da büyük ölçüde Divan Edebiyatının kaynaklarından beslenmiştir: Kur'an ve
hadisler, peygamber ve evliya menkabeleri, tasavvuf ve tarikatlarla ilgili yazılı
ve sözlü kaynak ve kabuller, İran ve Arap edebiyatlarından tercüme edilen eser­
ler, yerli ve milli malzeme. Yerli ve mi lli malzemenin içine sözlü kültürde mu­
hafaza edilen destanlar, atasözleri, deyimler, bilmeceler, masal, fıkra ve hikaye­
ler, mani, koşma, türkü, ağıt gibi manzum eserler, tarihi hatıralar yanında Divan
Edebiyatı başta olmak üzere dini, ilmi çeşitli yazılı kaynaklar da dahildir. Türk
sözlü kültürünün Selçuklulardan itibaren resmi eğitim ve yazılı kaynaklardan
beslendiği bilinmektedir.
Başlangıcından günümüze kadar devam eden geleneksel Türk şiirinin bütün
tarzlarında (Anonim, Aşık, Tekke) sürekliliği ve ortakliği sağlayan unsurları
şöyle sıralayabiliriz:

M. Fuad Köprtllll, ''Vezin, Ayini Teırniller - lık Şürleı", Türlc FLlebiyatı Tarüıi, İstanbul 1928, s. 1 25- 1 30.
M. Fuad Köprülü, "O?A11 , Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, İstanbul l 934, s. 273-
"

10
292.
11
M.Fuad Köprülll, "Bahşı", İslam Ansiklopedisi, Cllz. 13, İsıanbul l 942.
12 M. Fuad Köprülll, V-XV/. Asır Türk Saz Şairleri, İstanbul l 930.
13 M. Fuad Köprülll, R. Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri, Ankara, l 965.
Muhaddere Özerdim, "Çin 'in Şimalinde Hanedan Kuran Türklerin Şiirleri" Dil Tarih Coğraf-
4 ya Fakülte Dergisi, Cilt 2, S. 5, l 943.
1
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara 197 1 .
38 Prof. Dr. Umay GÜNAY

1. Nazım ögeleri: Hece vezni, nazım birimi olarak dörtlükler. Türk Halk
Edebiyatının temel iki nazım şekli olan koşma ve mani dörtlüklerine dayalı çe­
şitlenen nazım türleri.
2. Müzik eşliğinde nazım: İslamiyetten önce ve sonra halk arasında nazım,
daima ezgili ve müzik aleti eşliğindedir. Anomik, aşık ve tekke şiiri her zaman
ezgiyle okunmuştur, çok kere de müzik aletinin eşliği söz konusudur. Başlangıç­
ta kopuz ve türevleri şiire eşlik ederken zaman içinde müzik aletleri bağlama,
çöğür, ney mey, kudum, tambur, kaval, düdük vb. gibi farklılaşmış, fakat şiir
hiçbir zaman müzikten ayrılmamıştır.
3. İcrada Diyalog: Nazımda diyalog, konuya açıklık getirmek, imtihan şek­
linde soru cevapla bir konuyu öğretmek, belirlenen bir konu ve bir ayakla en
güzel deyişi yaratabilmek için anonim, tekke ve aşık tarzı geleneklerinde her
zaman yer almıştır.
Anonim Halk şiirinde türkülerde," destanlarda,16 manilerde,11 düğün adetleri
ile ilgili küçük dramatik oyunlarda," aşık tarzı şiir geleneği içinde önemli yer
tutan karşılaşmalarda, 1 0 tekke şiiri geleneği içinde cansızı canlı gibi konuşturma
ve soru cevap şeklinde20 örnekleri çeşitli kaynaklarda görmek mümkündür.

4. Orta Asya Türk Edebiyat geleneğine dayalı üç edebiyat tarzında da baş­


langıcından bu yana şiir büyük ölçüde doğmaca yaratılmış, hafızalarda muhafa­
za edilmiş, sözlü nakille yayılmıştır. Bu sebeple varyantlaşma anonim türlerde
olduğu kadar şairi belli aşık ve tekke şiir tarzında da meydana gelmiştir. Bu
özelliklerinden dolayı geç yazıya geçirilen şiirlerin ilk şekilleri kaybolmuştur.
Sözlü gelenekte yaşayan şiirler kolaylıkla bir edebiyat tarzından diğerine akta­
rılmış, zamana ve zemine uyma esnekliği ile yeni unsurlarla zenginleşmiştir.

5. Tanzimat dönemine kadar Türk milletinin tamamına hitap eden anonim,


aşık ve tekke şiirlerinde yaratıldıkları ve yaşadıkları devrin ve çevrenin yaygın
Türkçesi kullanılmıştır. Aşık şiirinin, divan şiirinin etkisiyle şekillenen bir grup

ıs
"Allı Ferik Türküsü" Folklor Postası, Cilt il, S. 14. s. 1 4- 19.
Faruk Sumer, "Yörük Kızı Türküsü" Folklor Postası, Cilt 1, S. 5.
Turgut GUnay, "Doğu Karadeniz B ölgesinde Atma Türkll Geleneği," 1. Uluslararası Türk Folk-
16
lor Kongresi Bildirileri, Cilt il, s. 73-85.
17
Vahit L. Salcı, "Pembe Hanım Destanı," Folklor Postası, Cilt il, s. 17 S. 1 4- 1 5.
"Karşılıklı Maniler," Halk Bilgisi Mecmuası, Cilt 1, S. 1 , s. 28.
18
Nazmi Baycı, "Manisa'da Yaşayan Maniler," Gediz, Kasım 1937, S. 6, s . 1 0 .
Fikret Memişoğlu, "Harput'ta Kına Geceleri," Türk Folklor Araştırmaları, Cilt il, S. 38, s. 603.
Dursun Temir, "Doğankent'te B ayraktar İmtihan Töresi," Türk Folklor Araşurmaları, Cilt il, S.
19 224, s. 4686. •

20
Muhan Bali, "Aşık Karşılaşmalan-AUşmalar," Türk Folklor AraşUrmalan, Cilt XVI, S. 3 1 4-316.
Vasfi Mahir Kocatürk, Tekke Şiiri Antolojisi, Ankara 1 955, s. 247.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 39

örnekleri ve tekke şiirinin bütünüyle medrese eğitim ve öğrenimi altında teşek­


kül eden kısmı hariç tutulmak kaydıyla Arapça kelime sayısı ve gramer birlikleri
bu edebiyatları yaşatan halkın günlük hayatında kullandıkları ile orantılı olmuş­
tur. Ağız özellikleri, arkaik dil kalıntıları her üç edebiyat tarzı örneklerinin dik­
kat çekici özelliği olmuştur.

Bu ortak özelliklerin dışında Anonim, Tekke, anonim ve aşık tarzı edebiyat


gelenek ve örnekleri muhteva, amaç, icra töresi, fonksiyon ve üsluplarıyla bir­
birlerinden farklılık göstermektedirler.

Türk Edebiyatı içinde yabancı edebiyat gelenekleri üzerine kurulmuş, ge­


lişmiş, devrini tamamlamış olan Divanı Edebiyatı ve devam etmekte olan Cum­
huriyet dönemi edebiyatları vardır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Arap ve
Fars edebiyat geleneğine dayalı taklidi aşan orijinal yaratmalara sahip yaygın
söylenişi ile Divan Edebiyatı, devrinin resmi öğretim ve eğitimine paralel geliş­
me göstermiştir. İmparatorluğun çöküş döneminde bu edebiyat son bulmuş ve
yerine Batı edebiyat geleneğine dayalı yeni bir edebiyat kurulmuştur. Batılılaş­
ma dönemi edebiyatı veya Cumhuriyet dönemi edebiyatı adlarıyla anılan bu­
günkü edebiyatımız, taklidi aşmış, orijinal ve başarılı eserlerle ilerlemeye ve
gelişmeye devam etmektedir. Bu edebiyat tarzlarının yanında Türklerin ilk edebi
geleneklerinin devamı olan ve İslamiyetten sonraki dönemde yeni şart ve kabul­
lerin etkisiyle değişen ve gelişen edebi gelenek Tanzimat döneminden itibaren
Halk Edebiyatı adıyla anılmıştır. Pek az terim kapsamı içine giren unsurların
tamamını ifade eder. Çok kere yanlış ve eksikliklerine rağmen yaygınlaşmış
oldukları için kullanılmaya devam edilir. Bu sebeple eski bir tarihe, köklü bir
geleneğe sahip olan üç farklı (anonim, tekke, aşık) edebiyat tarzından oluşan ilk
Türk edebi geleneğinin X. asırla XX. asır arasındaki örneklerinin tamamını Türk
Halk Edebiyatı adıyla anmayı uygun buluyoruz.

Türk Halk Edebiyatı içinde yer alan Aşık Edebiyatı, milli edebiyat gelene­
ğinin bugün de yaşamaya ve yaratmaya devam eden bölümüdür. Anonim edebi­
yat örneklerinin bir bölümü hafızalarda muhafaza edilmekle beraber fıkra türü
dışında yeni yaratmalar görülmemektedir. Tekke edebiyatı örnekleri de tekkele­
rin kapanışı ile yeni yaratmalara son vermiş gibidir. Aşık Edebiyatı ise başlangı­
cından bugüne yeni şartlara uyarak hayatiyetini sürdürmektedir. XX. yüzyılda
özellikle Doğu Anadolu Bölgesinde tarihi kabul, üslup ve icra töresine uygun bir
tarzda çağın teknolojisinden de (radyo, televizyon, plak, kaset, C.D. basın ve
yayın organlan vb.) yararlanarak yeni bir klasik devir yaşamaktadır.
40 Prof. Dr. Umay GÜNAY

B. AŞIK EDEBİYATININ MAHİYETİ ve


TEŞEKKÜLÜ MESELESİ
Cumhuriyetten önce aydınlarca küçümsenen Aşık Edebiyatı, Cumhuriyet­
ten sonra bu konuda çalışanlarca değişik unsurları göz önüne alınarak teşekkülü
konusunda çeşitli görüşler ortaya konmuştur. Umumiyetle araştıncılar, belli bir
tipi temsil eden bu edebiyatın yaratıcısı olan aşıklar üzerinde durmuşlar, onlann
biyografik hikayelerine göre bu edebiyat eserlerini değerlendirme yolunu seç­
mişlerdir. Sanatçı ile sanat eseri arasındaki bağlantıda muhakkak ki sanatçının
hayat hikayesinin ve mizacının büyük rolü vardır. Ancak Aşık Edebiyatının şu
özelliği onu diğer sahibi belli edebiyat mahsullerinden büyük ölçüde ayırmakta­
dır. Aşık Edebiyatı bireysel bir edebiyat olduğu kadar bir gelenek edebiyatıdır.
Bu edebiyatın temsilcileri mensup olduklan geleneğin kurallanna değer vermek­
te ve bu kurallara titizlikle uymaktadırlar. Bu bakımdan Aşık Edebiyatının ürün­
leri ve temsilcileri incelenirken daima bu özellik göz önünde tutulmalıdır. Aşık
Edebiyatında ustamalı deyişlerle, yaşayan aşıklann kendi yaratmalan yan yana
yaşar. Aşık Edebiyatı ürünleri bireysel olmalanna rağmen sözlü gelenek içinde
folklor ürünleri gibi çeşitlenmektedirler.
Aşık Edebiyatının ilk Türk edebiyatı temsilcileri olan ozan-haksı şair tipi­
nin ve bunlann mensubu bulunduğu edebiyat geleneğinin Anadolu'da tasavvufi
cereyanlar ve tarikat edebiyatlarının da etkisi altında kalarak İslami kurallara
uygun yeni bir sentez olduğu hemen hemen bütün araştıncılarca kabul edilmek­
tedir.'
Aşık Edebiyatının şekillenmesini bu sentezin meydana gelişini açıklayan,
birbirini tamamlayan iki önemli çalışma yapılmıştır. Bunlardan ilki Prof. Meh­
met Fuad Köprülü'ye aittir. Köprülü'nün bu konudaki açıklamalan kısaca şöy­
ledir:2
"Asırlardan beri avam şiirini temsil eden ve sürdüren saz şairleri son za­
manlarda azalmaya ve ortadan kaybolmaya başladı. Eski bir hayat şeklinin,
Orta Çağ hayatının yadigarı olan bu eski ve dilber tarz şiirin kaybolması üzüntü
verici olmakla beraber zaruridir/zarunludur. Sosyal hayat değiştikçe ona bağlı
organlar mutlaka değişir. Yeniçeri hayatı ve derebeylik devri geçince artık saz
şairlerinin eski hayatlarını sürdürmeleri mümkün değildi.
Her edebi şekil her tahlil ve düşüncer tarzı belirli bir cemiyetin, belirli bir
sanatkarın ürünüdür. Yeterli kaynak bulunmadığı için bu tarzın nasıl doğduğu

Nesip Yağmurdereli, "Saz Şairleri, " Dotuş, S. 4, Yıl. 4, Mayıs 1938 Cahit ôztelli, Halk Şiiri
(XIV-XVII. yüzyıl), İstanbul 1955. s. 7-8.
M. Fuad KöprUIU, "Aşık Tarzının Hangi Şekli Hayatın İfadesidir?" "Aşık Tarzının Menşei ve
TekamUIU," lkdam, 7 Mart, 1 1 Mart, 16 Nisan, 19 Nisan 1914.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 41

hakkırula birtakım hipotezlerr ileri sürülebilir. Ortaya atılan hipotezler n e olur­


sa olsun bu edebiyat eski toplum şeklimizin doğal bir ürünüdürr diye düşünmek
doğru olur.
Osmanlı Devleti kurulmadan önce Anadolu 'da mezhebi mahiyette klasik
bir edebiyat kurulmaya başlamıştı. Horasan 'dan gelen dervişlerin, Türkis­
tan 'dan gelen babaların getirdiği bu dini halk edebiyatı diğer söylenişi ile Tekke
Edebiyatı daha ziyade havasa/entellektüellere hitap eder biçimde şekillenmişti.
Bunun yanırula halka yakın bir ladini edebiyat ihtiyacı ile saz şairliği de bu
dönemde başlamış ve zaman zaman dini ve milli eserler meydana getirmiş olma­
lıdır. Bilhassa Hacı Bektaş Veli 'nin duasıyla yeniçeri ocağı kurulduktan ve
Anadolu 'da büyük birtakım başarılar kazanıldıktan sonra halk arasında pek çok
destan söylenildiği bilinmekle beraber, bu eserlerin metinleri mevcut değildir.
Bu devirlerde llşık, baba veya abdal unvanları ile tanınan dervişler en iyi bili­
nen şairlerdir. Daha sonraki devirlerde rastlanılan saz şairleri mutlaka bir tari­
kata mensup olmanın yanırula aynı zamarula sipahi ve yeniçeri ortalarırulandı.
Bazılarının eserlerirule Hurufilik propagarulası da bulunmakla beraber, üslup­
ları asıl dervişlerinkinden çok ayrı ve özeldir. Sultan Selim ve Kanuni Sultan
Süleyman devirlerirule yeniçeriler arasında Bektaşi şairleri yetişmiştir. Bugün
elimizde bulunan eserlerin hemen hepsi bu devirlerden çok sonraki dönemlere
aittir. xvı. yüzyıldan öncesine ait olan türküler, yeniçeri kahramanlık şarkıları,
cenk şarkıları, destanlar bugün tamamıyla yok olmuş gibidir.
Edebiyatların karşılaştırmalı tarihini inceleyen kitaplar, her milletin edebi­
yat gelişmesinin dini konulardan din dışı konulara doğru bir hareket gösterdiği­
ni yazarlar. Bu değerlerulirme Osmanlı edebiyat tarihi için de doğrudur.
Aşık tarzına kaynaklık eden sofiyane Tekke Edebiyatının kuruluşunda hiz­
metleri geçen ve bizim ilk sofi/erimiz olan Kadiri, Bektaşi, Nakşi dervişleri kati­
yete yakın bir ihtimalle "Hoca Ahmet Yesevi" isminde Horasanlı bir Türk sofi­
sinin ve onun takipçilerinin etkisi altında kalmışlardır. Yunus Emre 'nin bizim
Aşık ve Tekke edebiyatımız üzeriruleki etkisi Ahmet Yesevi'nin Türkistan 'daki
etkilerine çok benzer. Divan-ı Hikmet'te ve Yunus Emre Divanı 'rula Ahmet
Yesevi'ye ve Yunus 'a ait olmayan, onlara mal edilmiş parçalar vardır. Lehçe
farkı göz önüne alınmazsa ortaya konan fikirler, dini hikfıyelerr her iki divanda
da aynıdır. Divan-ı Hikmet'ten sonra Doğu Türkleri arasında bizimkinin aynı
bir Tekke Edebiyatı kurulmuş ve bu tekke edebiyatırulan da bizimkine benzer bir
llşık tarzı ortaya çıkmıştır. Pek çok tarihi kanıt Ahmed Yesevi'nin Anadolu Türk­
leri üzerirule büyük manevi nüfuzu/etkisi olduğunu ve şiirlerinin de llşık derviş­
ler tarafirulan çok okuruluğunu göstermektedir. Gerek aristokrat/Divan gerekse
demokrat/Halk edebiyat önce dini şekil almış ve yavaş yavaş dini konulardan
42 Prof. Dr. Umay GÜNAY

din dışı konulara geçmiştir. Saz edebiyatının klasik kam edebiyatından, hatta
anonim türkülerden ve kalem edebiyatından etkilendiği muhakkaktır.
Aşık tarzı ve ona kaynaklık eden tekke edebiyatı Anadolu 'nun fikri ve siyasi
hayatının etkisiyle propaganda amacıyla kurulmuştur. Konya Selçukluları ve
onlara bağlı Anadolu Beylikleri devrinde Horasan 'dan ve Türkistan 'dan birçok
babalar, dervişler, {ışıklar Rum diyarına/Anadolu 'ya geliyorlardı. Bunlar ara­
sında birbirinden farklı emeller besleyenler vardı.
Şeyhlere saygı duyan ve inanan beğler, tasavvuf erbabına daima tekkeler
zaviyeler yaptırarak hizmet ederlerdi. Devamlı savaşlardan bıkıp usanmış olan
halk ise kendilerine bu dünyada nasip olmayan saadeti hiç olmazsa ahirette
temin için onların başına safiyetle birikirdi. Anadolu 'nun M.S. 13. asırdaki karı­
şık devresi tekkelerin ve zaviyelerin artması, Tekke Edebiyatının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlıyordu. Bu sofiyane eğilim Osmanlıların kuruluşundan
sonra da devam etti.
Anadolu 'da Tekke Edebiyatı, Osmanlı padişahlarının ve devlet büyükleri­
nin himayesi ve maddi desteği yanında halkın yakın sevgisi ve bağlılığı ile ku­
rulmuş ve gelişmiştir.. Orhan ve Osman Bey zamanında Arapça ve Farsçanın
rağbet kazanmasıyla sadelikten uzaklaşıldı. Yıldırım devrinde dini edebiyattan
ayrı klasik edebiyat şekillenmeye başlayınca halk arasında da yeni hayat şekli­
nin etkisiyle eski Tekke Edebiyatından farklı ancak görünüşte yine aynı renk ve
kisve altında başka bir edebiyat ihtiyacı ile Aşık Edebiyatı doğdu. Bu devirde
zafer alaylarında söylenecek cenk/savaş destanlarına, bozahane, meyhane alem­
lerinde seslendirilecek tışıkane ve rindane şarkılara, mesire/kır alemlerinde
okunacak koşmalara, deyişlere, kayabaşlarına ihtiyaç vardı.
XV. asrın ilk yarısından sonra Hurufilik, Bektaşi tekke/erine ve oradan ye­
niçeri ocağına girince yeniçeri ortalarındaki şairler, görünüşte tasavvuf rengi
altında daha serbest tarzda mey/şarap ve sevgiliden bahsetmeye başlamışlardır.
Bu devirde Bektaşi Edebiyatı, Tekke Edebiyatından ayrılarak bütünüyle bağım­
sız ve özel bir mahiyet almıştır. Tekke Edebiyatının en dikkat çekici kısmı olan
Bektaşi Edebiyatı diğer tarikat edebiyatlarından sonra Aşık Edebiyatını vücuda
getirmiştir. Bugünkü Aşık Edebiyatında, Bektaşifikir ve eğilimleri ağır basmak­
tadır. Aşıkların bir kısmının Halveti, Kadiri, Mevlevi olmalarına rağmen, hep­
sinde Bektaşi ruh ve edası hakimdir. Aşıkların büyük bir kısmının Bektaşi olan
yeniçeriler arasında yetişmeleri de bu hususta çok etkili olmuştur. "
Fuad Köprülü, Aşık Edebiyatının Türklerin İslamiyeti kabul etmelerinden
sonra Anadolu' ya gelmeden önce şekillenen Tekke Edebiyatının, Anadolu'da
teşekkül eden bir paralelinden doğduğunu kabul etmektedir. Sosyal hayat şartla­
rını ve ihtiyaçları göz önüne alarak yaptığı bu açıklamalarda Tekke Edebiyatının
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 43

özellikle Aşık Edebiyatının doğuşunda etkili olan Bektaşi Edebiyatının bel ke­
miği olan ilk Türk edebiyat geleneğinin etkileri üzerinde durmamıştır.
Prof. Dr. İlhan Başgöz' ün "Türk Halk Hikayelerinde Rüya Motifi ve Şa­
manlığa Giriş "3 isimli incelemesi Türklerin Müslümanlığı kabul etmelerinden
önceki inançları olan Şamanizm ve Şamanlık/ Gök Tanrı Dini etrafında biçimle­
nen kültürlerini, ayin ve törenlerini, halk hikayelerinde tekrarlanan ve kompleks
bir motif olan ıiiya motifinden hareketle İslami şekle ve ruha büıiinüşünü açık­
lamaktadır. Şamanlıktan/ Gök Tanrı Dininden İslami edebiyata İslami edebiyat­
tan din dışı edebiyata geçişi örneklerle delillendirerek Aşık Edebiyatının teşek­
külü ve mahiyetini kanıtlarla açıklayarak, Köpıii l ü' nün bir yönüyle izah ettiği
göıiişünü tamamlayıcı olan bu makaleyi burada özetlemeyi gerekli göıii yoruz.
Bütün halk hikayelerinde ortaya çıkışları ve içerikleri aynı olan (aşk-sanat)
ıiiya motifi belli bir plana sahiptir.
a. Bu ıiiyaların hepsinde ıiiya, manevi veya maddi büyük bir sıkıntının ar­
dından göıiilmektedir.
b. Rüya, büyük sıkıntının ardından hemen göıiilmezse, kahramanın sıkıntı­
larından kurtulmak üzere Tann' ya yalvarması sonucunda ortaya çıkmaktadır.
c. Örneklerin pek çoğunda ıiiya kutsal mevkilerde uyurken göıiilmektedir.
Mezar ve pınarlar ıiiyaların en çok göıii ldüğü ortak mevkilerdir.
d. Rüyada kutsal bir kişi veya kişiler bazen bir genç kızın elinden kahrama­
na aşk badesi sunarlar. Hızır-İlyas, üçler, kırklar, üç derviş, bir pir, sade­
ce bir yaşlı adam veya yaşlı bir kadın, ıiiyalarda yer alan kutsal kişiler­
dir. Kutsal kişilerin çeşitlilik göstermelerine rağmen ıiiyadaki rolleri hep
aynıdır.
1 . Kahramana bir veya üç bardak dolu (bade) sunarlar veya kız ile oğ­
lana birbirlerine sundururlar.
2. KahramAna çok güzel bir kız tanıttıktan sonra adını ve memleketini
söylerler.
3. Şiirlerinde kullanacağı bir mahlas verirler.
4. Kahramanların ihtiyaçları olduğunda yardım edeceklerini belirtir­
ler.
e. Kahraman kutsal kişinin elinden badeyi içtikten sonra vücudunu bir ateş
sarar. Düşer bayılır, ağzından kanlı köpük gelir. Bu halde 3-6-7 gün kalır.

İlhao Başgöz, "Drearn Motif in Turkish Folk Stories and Shamanistie, lnitiation," Asian
Cilt 36- 1 , Tokyo 1967. s. 1 - 18.
Folklore Sıudies,
44 Prof. Dr. Umay GÜNAY

f. Herkes kahramanın deli olduğunu düşünürken yaşlı bir kadın veya erkek
sazın teline dokunur.
g. Saz sesiyle kahraman gözlerini açar. Sazı eline alır, kendine verilen mah­
lasla irticalen şiirler söylemeye başlar. Böylece hem badeli hem de hak
aşığı olur.
Yukarıdaki unsurları ihtiva eden kompleks rüya motifi yalnızca sözlü gele­
nekten derlenen Türk halk hikayelerinde vardır. Avrupa ve Asya halk hikayeleri
ve Orta Çağ romanlarının bir kısmı aşk badesi motifi, diğer bazıları ise rüya
vasıtasıyla aşık olma motifi ihtiva ederlerse de, bu temler hiçbir zaman kahra­
manın şiir kabiliyetini etkilemezler. Bu gerçek, kompleks rüya motifinin kayna­
ğını, Türk halkının kültürel zemininde aramaya sevk eder.
Uzun bir tarihi ve sosyal gelişme içinde dini bir merasimin -Şamanlığa ka­
bul merasiminin- hayali roman motifine dönüşmesini açıklamakta Türk halk
hikayelerinde kompleks rüya motifi değerli bir fırsattır. Bir adayın Şamanlığa
kabul merasimi ile bir adayın sanatkar ve aşık olarak kompleks rüya motifi vası­
tasıyla yeni bir hayata girişi arasında şaşırtıcı benzerlik vardır.
Türk ve Moğollar arasında üç yolla Şaman olunmaktadır. ı: Adayın isteği
olmaksızın davet veya seçim yoluyla kendiliğinden gelen davetle, 2. Şaman
mesleğinin babadan oğula intikali ile, 3. Şahsi taleple Şaman olacak olan kişi, bu
yollardan hangisi ile Şaman olmaya aday olursa olsun ancak iki çeşit talimat
aldıktan sonra Şaman olduğu kabul edilirdi.
1 . Estetik (rüyalar, hayal veya vecd halinin gerçekleşmesi).
2. Geleneksel usulle (Şaman tekniklerini, ruhların fonksiyon ve isimlerini,
mitolojiyi öğrenerek).
Ruhların ve yaşlı Şamanların verdiği bu iki bölümlü talimat, Şamanlığa gi­
rişi teşkil etmektedir. Bazen bu giriş merasimi herkese açık olur, çok zengin ve
çeşitli ayinler yer alırdı. Bunun yanında böyle bir merasim olmadan Şamanın
rüya veya vecd hali ile bu mertebeye ulaşması da olağan kabul edilirdi. Bu kabul
merasimlerinin yaygın örneği şöyle idi:
Bir genç, ölü bir Şamanın ruhu veya ölü Şamanların ruhları tarafından Şa­
man olmaya davet edilirdi. Böyle bir davetle karşılaşan genç, psikoloj ik kriz
geçirir, dalgınlaşır, yalnızlık arar, uykusunda şarkı söyler ve kolaylıkla sık sık
şuurunu kaybederdi. Uyurken ruhu vücudundan kutsal ruhlar, yan tanrı veya
tanrılarla buluşmak üzere ayrılırdı. Şaman adayının, ruhu, bu ruh veya tanrılar
tarafından eğitilirdi. Şaman adayı genç, bir Şamanın davranışlarını, Şaman tek­
niklerini ve gelecekteki yeni hayatında gerekli olan bilgileri öğrenirdi.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 45

Bu sihirli seyahat ve eğitim, adayı Şamanlığa ulaştıran yoldu. Yıldırım


çarpması, yüksek bir ağaçtan düşmek, dayak yemek, çok yorulmak da Şamanlı­
ğa ulaşmaya vesile olurdu.
Ölülerin ruhları tarafından eğitilme inancı, Avustralyalı yerliler arasında da
tespit edilmiştir. İlaç-adamı (eczacı) olmak isteyen Avustralyalı gençler mezarla­
rın yanında uzanır ve uyurlardı.
Sibiryalı Şaman adayları üç veya yedi gün yemeden içmeden vecd içinde
kalırlardı. Şamanizmde üç ve yedi gibi mistik sayıların önemleri büyüktür. Ya­
kutlar arasında Şaman adayı ormanda saklanır, kendini suya atar, ateşe atar veya
bir yerini keserdi. On gün veya daha uzun süre sonra köyüne kan lekeleri içinde
abuk sabuk konuşarak dönerlerdi. Şaman rüyalarında adaylar, mutlaka kan kay­
beder ve yeni kan alırlardı. Asyalı Şamanlar, sihri-dini güçlerini sıcaklığı anlata­
cak ateşle ilgili kelimelerle ifade ederlerdi .
Bu tür trans hali gösteren vecd seyahatlerinin sonunda Samoyet Şamanları­
nın tamburlarını yapacakları ağacı gösteren kutsal tanrıyı da bu rüyalarda tanı­
dıkları ifade edilmektedir. Şamanizmde pek çok rolü olan bu tambur aynı za­
manda Şamanı vecd halinden uyandırmak için de kullanılmaktadır. Şaman bir
tedavi ayininin sonunda vecd halinden çıkamazsa, tambur getirilir ve tellerine üç
kere vurulur. Tambur sesini duyan Şaman trans halinden hemen uyanarak gözle­
rini açar.
Genç bir Şaman adayının Şamanlığa giriş ayininde uyguladığı ve karşılaş­
tığı, mistik, dini güçleri itahlardan veya ruhlardan kazanmak, yeni bir hayata
rüya vasıtasıyla ulaşmak, içten manevi olarak yanmak, vecd halinde belli bir
süre kalmak, kan kaybetmek, yorgunluk, dayak, bir müzik aletinin bu törenler­
deki tesiri gibi unsurların hemen hepsine Türk Halk hikayelerindeki kompleks
rüya motifinde de rastlamaktayız.
Şamanlığa giriş merasiminin üç sahnesi; sıkıntı, önceki şahsiyetin sembolik
ölümü, yeni bir hayata farklı bir kimse gibi başlamak, kompleks rüya motifinde
de söz konusudur. Şamanlığa erişme ayinlerini rüya motifine bağlayan açık
delillerden biri de Şamanların sihirli seyahatlerinde dişi ruhların ortaya çıkışları­
dır. Bu dişi ruhlar, rüya motiflerindeki genç kızların asıl tipleri olarak yorumla­
nabilir. Bir Goldf Şaman, koruyucu dişi ruh ile karşılaşmasını şöyle ifade etmek­
tedir. "Hasta yatağımda uyurken, bir ruh bana yaklaştı, güzel bir kadındı, görü­
nüşü çok ince idi. Yüzü ve giyimi bizim Gold kadınlarımız gibi idi. Bana şöyle
dedi: "Ben Şaman atalarınızdan Ayami, onlara Şamanlığı öğrettim. Şimdi de
sana öğreteceğim, Şaman olacaksın. Seni seviyorum, şimdi kocam yok, sen be­
nim kocam olacaksın, sana eş olacağım. Sana yardımcı ruhlar vereceğim. Onla­
rın yardımı ile iyileşeceksin. Ben de sana bilmen gerekenleri öğreteceğim. "
Gold Şamanı bu rüyayı gördüğünden bu tarafa hep bu kadınla birlikte olduğunu
ifade etmiştir.
46 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Teleüt Şamanlarının da yedinci kutsal gökte yaşayan ilahi bir eşleri vardır.
Şamanların vecd seyahatlerinde buluşurlar ve eşleri, Şamanları yemeğe davet
eder. Rüya motifinde cinsiyet elementi açıktır ve önemli bir yer tutar.

Görüldüğü üzere Türk ve Moğol Şamanlarının başlangıç rüyaları ile sihri­


dini hayatlarını saran unsurlar mistisizmin tesiriyle Anadolu'da hayali şekle
dönüşmüştür. Yarı şair, yan derviş olan Türk sofileri Şamanist kültürlerini Ana­
dolu'ya getinnişlerdir. Putperest kabul edilen bu kültürlerini İslamiyet içinde
mistisizm vasıtasıyla ve hatmi kurallarla yaşattılar.

Anadolu sofilerinin şiirleri ve biyografik menkıbeleri kompleks rüya moti­


finin iki unsurunu daima ihtiva etmektedir. Şiirlerinde inandıkları kutsal pirin
elinden bir kadeh şarap içince dünyanın sımna erdiklerini ifade etmektedirler.

Örnekler:

Çün ol badeden içtik, mest olduk, hayran olduk


Barak Baba
Muhabbet camın içeriz, mest olup serden geçeriz
Dukakizade Ahmet
Senin hüsnündür ey dilber, bu aşk ehlin eder hayran
Senin aşkın şarabıdır ciğerleri eden büryan
İsmail Maşuki (Oğlan şeyh)
İçmeyen vuslat şarabın yar elinden be dem,
Benzer ol mahiye ki ummanı bilmez kandedir.
Sarban Ahmet
Dost elinden dolu içmiş deliyim
Üstü kan köpüklü meşe seliyim
Pir Sultan Abdai
Bir bardak bade içtikten sonra şair-sofiler durumlarını çok kere, içim yanı­
yor, kalbim eridi, çılgın gibiyim, kör uykudan uyandım gibi içenlerin ulaştıkları
vecd halini ima etmektedir. Bu tür şiirlerinde bir bardak şarap içerek vecde dal­
mak halk hikayelerinin kompleks rüya motifinin minyatür şeklidir. Bir bardak
şaraba verilen "dolu," "şarab-ı aşk," "aşk badesi ," "cam u muhabbet" gibi sıfat­
larla kutsal kişi, ruhani lider için kullanılan "Pir," "şah," "Piri Mugan," "Ali,"
"şeyh" gibi sıfatlar şiirlerde ve halk hikayelerinde aynıdır.
Osmanlı klasik şairlerinin şiirlerinde yalnızca şiir imajı olan aşk iksiri moti­
fi, Halveti, Mellimi, Alevi, Bektaşi şairlerinin şiirlerinde ayine başlangıcın ifade­
si olmaktadır.
Türk halk şiirlerinde giriş ayinlerinin nazımla ifadesi çok yaygın olmamak­
la beraber Kalender Abdal kendisinin giriş merasimini şu şiirle ifade etmektedir:
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGI ve RÜYA MOTiFİ 47

Dün gece seyrimde, seyrim içinde,


Hünkar Hacı Bektaş Veli 'yi gördüm
Elfi taç başında nikap yüzünde
Aslı imam nesli Veli'yi gördüm

Geçti seccadeye oturdu kendi,


Cemali nurundan çırağ/ar yandı
İşaret eyledi sakiler sundu
Bize Hak 'tan gelen doluyu gördüm

İçtim ol doludan aklım yitirdim


Çıkardım kisbetim ikrar getirdim,
Menzili gösterdiler geçtim oturdum,
Kement ile bağlı belini gördüm.

Mürşit eteğinden tutmuşum destim,


Bu idi muradım erişti kastım
Bilmem serhoş muyum bilmem ki mestim
Erenler verdiği dilimi gördüm

Kalender Abdal'ım koymuşum seri


Şükür kurban kestim gördüm didarı
Erenler serveri gerçekler eri
Sultan Hacı Bektaşi Veli 'yi gördüm

Bu şiir, Cem Ayini ile Aleviliğe girişi anlatmaktadır. B u tarikatta aday bir
süre tarikatın kıdemli bir üyesi nezaretinde hizmet görür, tarikata kabul edilme­
den önce de bazı imtihanlardan geçirilir. Zor imtihanlardan biri, adayın ölü gibi
kefene sardınldıktan sonra adayın bilmesi gereken ahlaki kurallann kendisine
anlatılmasıdır. Daha sonra kurbanlık hayvan gibi boynuna bir ip takılarak kutsal
yere götürülür. Ayinin yapıldığı kutsal meydan, Muhammed-Ali Meydanı veya
Dar-ı Mansur meydanı diye anılır. Aday burada tarikatın şeyhi önünde niyaz
eder bir durumda durur. Büyük bir şarap küpü getirilir, küpü getiren kimse mür­
şide bir bardak şarap ikram eder, mürşit bir yudum aldıktan sonra aynı bardağı
adaya uzatır. Aday da bir yudum içtikten sonra bardak, törene katılan kadın ve
erkeklere sırayla ikram edilir. Bu törende "dem geldi semahı" oynanır. Tahtacı
Alevileri arasında şarap, mürşide bir hanım tarafından uzatılır, rüya motifindeki
genç kız tarafından teklif edilmesine paralel bir örnektir.
Bütün kabul merasimlerinde olduğu gibi Aleviliğe giriş ayini de Alevilerin
Hz. Muhammed' in, Hz. Ali'nin tarikatına giriş merasiminin gerçekleşme şekli
olarak kabul ettikleri ilk merasimin tekran şeklindedir.
48 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Şiirlerde bade ile ilgili ifadelerin kaynağının bu kabul · merasimlerinden


geldiğine şüphe yoktur. Sofi şairler ulu kişi olarak kabul ettikleri bir liderin elin­
den içilen "bir bardak şarabı" azalığa kabul merasimlerini canlandırmaya işaret
olarak kullanmaktadırlar. Hayali kabul merasimlerinin aksi, Türk sofi ve şairle­
rinin biyografik menkıbelerinde de mevcuttur.
Türkmen şairi Mahdum Kulu, rüyasında Mekke'ye gider, Hz. Muham­
med'in huzuruna çıkar. Peygamber, Mahdum Kulu'ya dua eder ve alnının orta­
sına vurur, sonuçta Mahdum Kulu, tanınmış bir şair olur.
Hakim Süleyman Ata, Hızır İlyas ' ın ağzına tükürmesi ve "konuş, kabili­
yetini göster" demesinden sonra şairlik kabiliyeti kazanır.
Kaygusuz Abdal, mürşidi Abdal Musa'ya kırk yıl hizmet eder ve şeyhi Ab­
dal Musa'nın yazdığı bir parça kağıdı yuttuktan sonra şair olur.
Yunus Emre, şeyhine kırk yıl hizmet ettikten sonra şeyhi Taptuk Emre' nin
sözlerine irticalen şiirle cevap verir. Şeyh Taptuk Emre: "Yunus' un konuşma
zamanıdır." diyerek ona ruhsat verir.
Şeyh Şemseddin Mardini rüyasında Hz. Muhammed' i görür. Hazret-i Mu­
hammed'in Şeyh Bedreddin' e bir parça et sunmasından sonra mistik uyanış
başlar.
Menkıbelerdeki kabul merasimlerinin bütün aynntılannı tespit etmek
mümkün olmadığı gibi Anadolu 'daki bütün tarikatların ayrıntılı ve düzenli ayin­
lerinin olduğunu da düşünmek yanlış olur. Bazı tarikatlara giriş törenleri, yuka­
rıdaki örneklerde olduğu gibi çok kısadır. Mesela Halveti ve Melami düzeninde
ayrıntılı ve genel ayinler yoktur. Bu tarikatlarda pirin adaya bir bakışı tarikata
girmek için yeterlidir. Hamzavi tarikatında kabul töreni hiç yoktur. Mürşit ile
mürit arasındaki karşılıklı sevgi adayın tarikata girişi için yeterlidir.
Anadolu'daki rüya motifine, Şamanlığa ait pek çok unsurun katılmasında
Alevi-Bektaşi tarikatlarının ve bazı diğer tarikatların kabul törenlerinin rolü
büyüktür. Bu şekil değiştirme XVI. yüzyılda gerçekleşmiş olmalıdır. Çünkü bu
devirde Osmanlı merkezi Sünni hükümeti, Batıni tarikatların dini pratiklerine
daha az hoşgörü göstermeye başladı. Özellikle Alevi ve Bektaşi tarikatlarının
üzerinde duruldu. İran' daki Safevi Türkmen Devleti'nin, Anadolu Şiileri üzerin­
deki tesirleri ve Yavuz Sultan Selim'in bunlara uyguladığı büyük baskı, dini
pratiklerini açık olarak yapmalarını büyük ölçüde güçleştirdi . Bu baskı, dini
pratiklerin hayali motiflere dönmesine yardım etti . Aşık şiiri denilen yeni bir şiir
tipinin görünmeğe başlaması da bu devirde olmuştur. Eski ozanların edebiyatı
ile epik tem ortadan kayboldu. İnsan aşkı, halk şiirinin hakim temi oldu. Desta­
nın modem romana doğru tekamülü olan halk hikayelerinin yaratılışı da bu asır­
da yer aldı. İran' la yakın coğrafi ve kültürel bağlan olan Doğu Anadolu bu de­
ğişmenin sahası olarak düşünülebilir.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 49

Yukarıdaki açıklamalara rağmen rüya motifindeki bir bardak şarap daha


fazla açıklama istemektedir. Mukaddes bilgilerin nakledicisi olarak bir bardak
şarap içmek halk hikayelerinin asli elementidir. Bununla beraber Şaman kabul
merasimleri bir bardak şaraba önem vermemektedir. Bazen Şaman merasimle­
rinde bu elementin bütünüyle kaybolduğu da görülmektedir. Şaman ve koruyucu
dişi ruh arasındaki beraber yiyip içmeler akla gelirse de buradaki içki Şaman
mesleğinin kutsal bilgilerini nakleden bir bardak şarap değildir. Bir bardak şa­
rap, Akdeniz kültüründen Türk halk hikayelerine aktarılan yeni bir motif midir?
Bazı tarihi gerçekler bu soruya müspet cevap vermeye müsaittir. Eliade, vecd
haline gelmek için bir şey içmenin İran kaynaklı olduğunu ve İran' ın sihirli-dini
hayatlarına bağlı olduğunu iddia etmektedir. Zerdüştlük devrinden beri İranlılar
esrar içerek veya esrarı şaraba katarak vecd haline gelmeyi biliyor ve uygulu_yor­
lardı. Bütün mistik İslami edebiyatta bir bardak şarabın kaynağı İran 'ın
menkıbevi hükümdarı Cemşid'e atfedilmektedir. Bir fincan şaraba da cam-ı
Cem adı verilmektedir. Mezopotamya, Anadolu ve Eski Yunan'da kutsal ziya­
fetlerde şarap içmek mevsimlik şenlik ve tiyatroların bir parçasıydı. Hristiyanlık
bu geleneği Hristiyanlığa kabul merasiminin bir bölümü olarak muhafaza et­
mektedir. İslamiyetin şaraba düşmanlığına rağmen bir bardak şarabın rolü
İslamiyetin hükmü altında devam etmiştir. Bazen bir bardak şarabın şerbet veya
tuzlu su ile yer değiştirdiği olmuştur. Asya ve Orta doğu halklarının halk hikaye­
lerindeki rüya motifleri incelediğinde bir bardak şarapla ilgili en eski kaynağın
İran kültürüne ait "Odatis ve Zariadres" hikayesi olduğu görülmüştür. Anadolu
dışındaki milletlerde bizim söz konusu ettiğimiz kompleks rüya motifi yoktur.
Ancak rüyada bir genç kız görmek ve ona aşık olmak yaygın bir motiftir.
Arap, İran ve Hint edebiyatlarında halk hikayelerimizde tespit ettiğimiz
kompleks rüya motifinin bazı unsurları ve Şamanlığa giriş töreninin bir kısım
pratikleri mevcuttur. Özellikle Arap hikayesi Abunnazar diğer bütün hikayelere
nispetle en fazla Şaman unsuruna sahip olanıdır. Rohde, Raderrnachen, Krappe
ve Ruben gibi ilim adamları rüya motifinin kaynağının şark olduğunu kabul
etmekle beraber, en ikna edici delilleri W. Ruben ortaya koymuştur.
Paul Saintives, Jean de Vries, Weston gibi folklorcular bu tür kabul mera­
siminin hayali motife dönüşmesini araştırmışlarsa da hiçbir motif Türklere has
olan bu Şamanlığa giriş merasimi unsurlarının halk hikayelerinde tespit edilen
kompleks rüya motifinde olduğu gibi tamam ve bozulmamış olarak ihtiva etme­
diği için yeterli delil bulamamışlardır.
!:1
Hristiyanlığın Avrupa' saz şairlerinin üstüne uyguladığı baskıya benzer bir
baskı da İslam dini kuruniıarınca aşıklara uygulanmıştır. Bu sebeple zaman za­
man bir bardak şarap motifinin kaybolarak yerini bir demet güle veya benzerle­
rine bıraktığı olmuştur. Hristiyanlık da İslamiyet de Paganist kültür izlerini gü­
nah sayarak bunları anlatan ve yaşatanları kınamıştır. Bu sosyal baskı şekil de-
50 Prof. Dr. Umay GÜNAY

ğiştirmede önemli bir unsur olmuştur. Baskıların yoğun olduğu şehir merkezle­
rinde yazılan ve basılan halk hikayelerinde Paganist kültürle yakın bağı olan
rüya motifi ihmal edilmiş veya Şaman dini hayatına kolayca bağlanabilecek
unsurlar değiştirilmiştir. Yalnızca kırsal kesimde yaşayan halk hikayelerinde bu
motif tam şekliyle muhafaza edilmiştir.
İlhan Başgöz' ün Asya'da teşekkül eden Türk ve Moğol Şamanizmine para­
lel olarak açıkladığı halk hikayelerindeki kompleks rüya motifi konusunda ileri
sürdüğü deliller bize aşık edebiyatının teşekkülü konusunda da yeterli ip uçlan
vermektedir. Tarihi ve sosyal şartlara dayanarak bu konuyu aynı paralelde açık­
layan Fuad Köprülü' nün görüşleri yukarıda özetlediğimiz makalede delillerle
desteklenmektedir.
Prof. Başgöz, yukarıda aktardığımız makalesinde Rhode, Radermarchen,
Krappe, Ruhen, Paul Saintives, Jean de Vries'in rüya motifinin şark kaynaklı
olduğu görüşünde birleştiklerini ifade etmektedir. Bu kitabın Ekler bölümünde
tercümesini verdiğimiz V. M. Zhirmunskii' nin bu konudaki değerlendirmesinde
Avrupa geleneğinde de Tann lutfu ile ve rüyada saz ve destan şairi olma imtiya­
zına ulaşan örnekler vermektedir. Hristiyanlıktan önceki pagan kültürlerine bağlı
olarak açıklanan bu örneklerle Şamanizme dayalı Orta Asya, Müslüman Türk
Cumhuriyetlerinden tespit edilen örnekler karşılaştırılmakta ve benzerlikleri
vurgulanmaktadır. Bu noktada karşımıza bir kere daha birbirinden uzak ve etki­
leşim olmayan kültürlerde ortaya çıkan benzer folklor olgu ve hadiselerinin
açıklanmasında göçün mü, çok kaynaklılığın mı söz konusu olduğu sorusu karşımı­
za gelmektedir.

Aşık Edebiyatı temsilcilerinin hayatında hareket noktası olan kompleks rü­


ya motifinin Orta Asya Türk Kültürü kaynaklı olduğunu V. M. Zhirmunskii' nin
çalışmasında da görmek mümkündür. Bu motif dışında da saz şairlerinin sanat­
larını yürütürken doğrudan doğruya bilgi sahibi olmadıkları Şaman atalarının
kabul ve inançlarını taşıdıklarını karşılaştırmalı araştırmalar ortaya çıkaracaktır.
Gerek, Zhirmunskii'nin "Ekler" kısmındaki çalışmasında ve Prof. Dr. Dursun
Yıldırım'ın 1 979 tarihli "Manas Destanı ve Köketey Hanım Ertegüsü" isimli
basılmamış doçentlik tezinde bu ortak kaynaklılığın devamı olan pek çok benzer
kabul ve uygulamayı görmek mümkündür.
İslamiyetten önce Şaman kültür ve geleneğine bağlı bir edebiyata sahip
olan Türkler, İslamiyeti kabul ettikten sonra eski inanç sistemlerini bazı tarikat­
lar içinde sürdürmüşlerdir. Yapılan araştırmalarda Alevi ve Bektaşi geleneğinde
eski Türk inanç ve pratiklerinin diğer tarikatlara oranla daha büyük yer tuttuğu
görülmüştür. Eski Türk edebiyat geleneğinin bir uzantısı olan Aşık Edebiyatının,
Bektaşi tarikatı mensupları arasında yayılıp yeşermesi, yeni kültür ve dinin tesiri
altında bir ölçüde değişerek yeniden şekillenmesi ve gelişmesi bu açıdan çok
tabii görünmektedir.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 51

Bu sahada çalışan araştırıcıların hemen hepsi eldeki yazılı kaynaklara da-


4
yanarak bu edebiyatın XVI. asırda teşekkül ettiğini söylemektedirler.
İslamiyetin kabulü ile terk edildiği düşünülen Ozan-Baksı geleneğinin, beş asır
sonra birden bire İslami biçimde ortaya çıkması kanaatimizce mümkün değildir.
Bu edebiyatın geçiş devri ile ilgili örneklerin şimdiye kadar tespit edilememiş
olması şanssızlıktır. İslamiyetin kabulünden sonra yeni bir yurt edinme gayreti
ve mücadelesi içinde olan Türklerin bu dönemde yeni dini benimseme ve yayma
çabası ile bugün Tekke Edebiyatı adı ile anılan tarzda eser vermeleri ve bunlara
daha çok itibar etmeleri makul bir düşüncedir. Ancak unutulmamalıdır ki bu
konudaki ilk eserler de Arap-Fars edebiyatından daha sonraki yüzyıllarda alınan
nazım şekilleri ve nazım unsurları ile değil milli nazım şekillerimiz ve unsurla­
rımız dahilinde meydana getirilmiştir. Ozan-Baksı geleneği ise bu arada bir
ölçüde tekke tarzında tesirli olurken diğer taraftan yok olmama çabası göstermiş
ve kendi kural ve kalıplarını daima sahip olduğu bir esnekliği kullanarak yeni
şartlara uydurmuştur. XV. yüzyılda yazıya geçirildiği XI-XII. yüzyıllarda teşek­
kül ettiği kabul edilen Dede Korkut hikayelerindeki ozan tipi ve şiir icra gelene­
ği aynca hikaye kahramanlarının zaman zaman karşılaştıkları olaylan ve duygu­
larını anlatmak için sazlarını ellerine alarak deyişler söylemeleri XVI. asırdan
günümüze kadar izlediğimiz Aşık Edebiyatından farklı değildir. Ozan-Baksı
geleneğinin özelliklerinden olan büyücülük, hekimlik, din adamlığı gibi nitelik­
ler İslamiyetten sonra terk edilmiştir. Aşıklar eğitimciliği ve sanat temsilciliğini
üstlenmişlerdir. Aşık Edebiyatının, bazı araştırıcıların ifade ettiği gibi bir zümre
edebiyatı olduğunus söylemek zordur. Bu edebiyatın temsilcileri ve dinleyicileri
Divan Edebiyatı mensuplarında olduğu gibi toplumda ayn bir yer işgal etmezler.
Aşıkların, Osmanlı İmparatorluğunun her tarafında gezdikleri zengin konakla­
rında, saraylarda, tekkelerde, fakir köylerde, kasaba ve kahvehanelerde görün­
dükleri bilinmektedir.°
Eldeki yazma nüshalara göre XVI. asırda biçimlendiği kabul edilen biyog­
rafik halk hikayeleri, aşıkların hazırladıkları hikayelerdir. Hikayesi ve deyişle­
riyle bir edebiyatın aniden son şekli ile teşekkül etmesi kanaatimizce mümkün
değildir. Yazılı kaynaklarda kesin şeklini kazanmış ve işlenmiş edebiyat örnek­
leri olarak XIV. yüzyılda teşekkül etmeye başladığını Dede Korkut Hikayelerine
dayanarak söyleyebiliriz. Bugün de canlı olarak yaşadığı Doğu Anadolu Bölgesi
ve Azerbaycan bu edebiyatın başlangıçtan beri merkezi olarak düşünülebilir.

Cahil Ôztelli, Halk Şiiri, (XV. -XV/l. Yüzyıl) İstanbul 1 955, s. 7-8.
Pertev Naili Boratav, "Folklor, Halk Edebiyatı ve Aşık Edebiyatı," insan, Cilt 1 , s . 2, ıs Mayıs
ı 938, s. ı 4o.
Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, Ankara 1 966, s. ı s ı .
52 Prof. Dr. Umay GÜNAY

C. A ŞIK FASILLARI
Aşık Edebiyatının temsilcileri zaman zaman saz şairi, çöğür şairi, meydan
şairi, son yıllarda bazı çevrelerce halk ozanı terimleri ile anılan aşıklardır. Aşık­
lar, umumiyetle gerçek hayat hikayelerinden farklı olan bir tek şair tipinin hayat
hikayesini benimsemekte ve bu tiple tanınmaktadırlar. Folklora dahil bütün
ürünlerin sabit ve değişken olmak üzere iki tür unsuru vardır. Belli kalıplar için­
de değişebilen unsurlarla yapılan yenilikler folklor ürünlerinde zenginliği ve
yeniliği sağlar. Aşık Edebiyatı temsilcilerinin de folklor ürünlerinde görülen bu
duruma benzer nitelikte ortak tipe sahip oluşları ilgi çekicidir. Diğer edebiyat
tarzlarının temsilcilerinin gerek hayat hikayelerinde gerekse sanatlarını ortaya
koyuş ve sürdürüş şekillerinde böyle bir benzerlik söz konusu değildir.
İslamiyetten önceki Ozan-Baksı geleneğinin İslamiyetten sonra tasavvufi
düşünce ve yeni yaşama biçimi ile birleşmesinden doğan belirli bir şair tipini,
halk şairleri, aşık-şair tipi olarak benimsemişlerdir. Maddi veya manevi bir sı­
kıntı sonunda çoğunlukla kutsal sayılan bir yerde uyku ile uyanıklık arasında
görülen rüyada pir elinden içilen bade veya yenilen bir gıda maddesi ile şiir
söyleme kabiliyeti yanında saz çalma ve dini bilgiler öğrenildikten başka, dünya
ahiret sevilecek bir sevgili ile karşılaşırlar. Halk şairleri gördükleri bu rüya ile
olgun bir kişiliğe kavuşurlar. Rüya sonucunda hem Tanrı aşkı hem sevgilinin
aşkı ile yanarlar; bunun yanında derin bir din bilgisine sahip olurlar. Uyandıkları
anda çok kere bir başka aşık tarafından sorguya çekilirler. Bu sorulara saz eşli­
ğinde kusursuz nazımla ve doğru cevaplar vererek, başlarından geçenleri de
anlatarak "aşık" olduklarını ispatlarlar ve çevrelerinden saygı görmeğe başlarlar.
Çalışmamızın II. Bölümünde rüya motifi üzerinde aynca duracağımız için bura­
da fazla teferruata girmeyi doğru bulmuyoruz. B ir aşıkta aranan bütün nitelikler
ve yeni bir kimlikle uyanan kişi önce kendi çevresinden başlayarak bütün mem­
leketi gezerek kabiliyetini ve hünerini gittiği her yerde ispatlamak zorundadır.
İki aşık karşılaştıklarında irticalen söylediği şiirlerinin kusursuzluğu yanında
geleneğe bağlı icra töresindeki teknik bilgileri yerli yerinde kullanmak ve dini
konularda da bilgi sahibi olmak zorundadır.
Ortak bir şair tipini temsil eden ve ortak bilgi birikimine sahip olan aşıklar
arasında milli şiir geleneği içinde şahsi üslup ve yaratıcılık gücüne sahip olanlar
yeknesaklıktan kurtularak gelenek taşıyıcı olmanın dışında tanınmış ve sevilen
büyük şair niteliğine ulaşırlar.
Aşık Edebiyatı iki ana bölümde incelenebilir: l. Halk Hikayeleri, 2. Aşık
Tarzı şiirler. Aşık Edebiyatı mahsulleri arasında gerek nicelik gerekse nitelik
bakımından önemli bir yer tutan halk hikayeleri başlı başına bir araştırma konu­
su olduğundan burada üzerinde durmayacağız.
Aşık tarzı şiir adıyla anmayı uygun gördüğümüz manzum ürünler günümü­
ze kadar saz şiiri, halk şiiri veya aşık şiiri terimleriyle ifade edilmiştir. Aşık tarzı
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFi 53

şiir daima saz eşliğinde, aşık düzeni veya aşık ayağı adı verilen özel bir akort
sistemi içinde dile getirilmektedir. Bu özelliklerini görmezliğe gelerek bu tarz
şiirleri modem şiir anlayışı ile yayımlamak ve değerlendirmek kanaatimizce aşık
tarzı şiiri yanlış ve eksik değerlendirmeğe sebep olmaktadır. Yabancı bir edebi­
yat geleneği üzerine kurulan divan şiiri XVII. XVill . asırlarda milli şiir niteliği­
ne bürünmüşse de hitap ettiği topluluğun çok sınırlı oluşu sebebi ile bir süre
sonra tepki ile karşılanmış ve bu düşüncenin tesiri ile divan şiirine ve batı şiirine
karşı bizim kendimize has bir şiirimiz var düşüncesi ile anonim halk şiirinin ve
aşık tarzı şiirlerin ezgileri hesaba alınmaksızın yalnızca söz kısımlan tespit
edilmiş ve değerlendirilmiştir.
Aşık tarzı şiiri, ezgilerinden ve icra geleneğinden ayırmak mümkün değil­
dir. Ahmet Talat Onay, "Halk şiirlerini tetkik ederken yalnız eşkfil ve evna 'ı,
yani bu şiirlerin şekil ve mevzua göre arz ettikleri tenevvüatı değil, aynı zaman­
'
da teganniyi de nazardan uzaklaştırmamak lazım gelmektedir" demektedir.
İhsan Ozanoğlu,2 Fuad Köprülü,3 İsmail Habib Sevük.4 Reşid Rahmeti Arat,ı
Hikmet Dizdaroğlu6 halk şiirinde türleri değerlendirirken ezginin ayırıcı bir özel­
lik olduğunu ısrarla belirtmelerine rağmen bu konuda bugüne kadar pek fazla bir
araştırma yapılmamıştır.
Aşık ezgileri ile ilgili çok az inceleme yapıldığını tespit ettik. Göremediği­
miz Eckhard Neubauer'in "Aşık Divani'nin Deyişlerinde Makamlar"1 isimli
bildirisi yanında Aşık Şeref Taşlıova'nın hazırladığı "Kars ve Çevresinde Sazla
ve Sesle Söylenen Aşık Makamlarının İsimleri"8 başlıklı tebliğinde ise aşık tarzı
ezgilerin söz konusu yörede aldıkları isimler ve kısa özellikleri tanıtmakta ancak
nota değerleri hususunda bir açıklama yapılmamaktadır.
Kurt Reinhard' ın "Sivas Vilayeti Aşık Melodi Tipleri"9 adlı bildirisinde
aşık ezgileri Sivas ve bir ölçüde Orta Anadolu' dan derlenen malzemeye dayalı
olarak incelenmiştir. Aşık Veysel Ekolü olarak nitelendirilen bu bölge aşık ezgi-

Ahmet Taliit Onay, Halk Şiirinin Şekil ve Nevi, İstanbul 1928. s. 5.


İhsan Ozanoğlu, Aşık Edebiyatı, Kastamonu l 940, s. 23-28.
Fuad Köpıillü, Edebiyat Araştırmaları, Ankara l 966, s. 128-129.
İsmail Habib Sevük, Edebiyat Bilgileri, Ankara, s. 202-21 3.
R. R. Arat, Eski Türk Şiiri, Ankara 1965.
Hikmet Dizdaroğlu, "Halk Şiirinde Türler", Türk Dili Dergisi, S. 207. s. 214.
Eckhard Neubauer "Drei Makamen des Aşık Diviinı", Studies in Musicology Cilt, I, No. l, Tel
Aviv Üniversity, 197 1 , s. 39-56.
Şeref Taşlıova, Kars ve Çevresinde Sazla ve Sesle Söylenen Aşık Makamlarının İsimleri"
Uluslararası Folklor ve Halk Edebiyatı Semineri Bildirileri (27-29 Ekim l 975) Ankara, l 976, s.
136-142. Taşlıova' nın bu bildirisinde olduğu gibi sadece makam adlarını tespit eden birtakım
çalışmalar daha bulunmaktadır ki, bu konuda bakınız: M. Öcal OGUZ, "Aşık Makamları Üze­
rine Bir Değerlendirme" Milli Folklor l , 7 (Eylül 1990) s. 22-29.
Kurt Reinhard, "Typen von Aşık-Melodien in Viliiyet Sivas," l. Uluslararası Türk Folklor
Kongresi Bildirileri, 3. Cilt, Ankara l 977, s. 291-308.
54 Prof. Dr. Umay GÜNAY

terinin anonim halk türküleri ve ezgilerinden farkları şöyle ifade edilmiştir. Aşık
ezgileri, güftenin mısralarındaki sayısıyla bağlantılıdır. Doldurma veya tekrar
edilen kelimeler açık biçimde telaffuz edilmektedir. Ezgilerde belli motifler sık
sık tekrarlanmakta, türkülerde sazın belli bir bölümü kullanılmaktadır. Türküler­
de ani bitiş veya yavaşlayarak sona ulaşma büyük ölçüde sazı icra edenin arzu­
suna ve sanatına bağlıdır. Aşık ezgilerinde sol sesi ana ton olmakla beraber la ve
mi seslerinin ana ses tonu olarak kullanıldığı örnekler vardır.
Aşık ezgileri, konuşma üslubunun ağır bastığı ezgiler ve ezgilerin ağır ba­
sıp konuşma üslubunun gerilediği iki gruptan oluşur. Konuşma üslubunun yay­
gın olarak benimsendiği örneklerde ezgi yavaşlar ve konuşma ritmine ayak uy­
durur. Ezgi çok kere güftenin arkasındadır, bu üslupta önemli olan sözlerin anla­
şılması olduğu için ezgiden zaman zaman feragat edildiği olur. Sözlerden ziyade
ezgilerin ağır bastığı tiplerde ise bir hece birden fazla nota ile seslendirilir, ezgi­
lerin zenginlik kazandığı bu tipte ise güfteler bir ölçüde daha zor anlaşılır du­
rumdadır.
Aşık ezgileri uzun havalarla kırık havalar arasında bir özellik gösterirler.
Türkülerdeki nakaratlar her zaman açık değildir. Bu daha çok uzun havaların
özelliğidir ki Orta Asya çoban ezgilerinin kalıntılarını taşımaktadırlar. Bu türkü­
lerde ses daima aşağıya çekilmektedir. Birbirini takip eden ezgilerde iniş açık
şekilde kendini hissettirir.
Ahmet Borcaklı'nın "Türk Müziği Tasnif Sistemi Denemesi"10 adını taşıyan
bildirisinde ise Türk Müziği 8 ana gruba ayrılmakta "Geleneksel Türk Halk
Müziği" ana başlığı altında uzun havalar, kırık havalar ve saz eserleri alt grupları
içinde anonim halk türkülerinden bahsedilmekle beraber aşık tarzı ezgilerden
bahsedilmemektedir.
Aşık tarzı şiirler tür yönünden incelendiği zaman anonim halk şiiri türleri
gibi büyük ölçüde mani ve koşma nazım şekilleri ve bu şekillerin çeşitli kompo­
zisyonlarına dayalı değişik türlerin yaygın olduğu görülmektedir. Hece vezni ile
söylenen mani (düz mani, kesik mani) koşma (düz koşma, yedekli koşma,
musammat koşma, ayaklı koşma, zincirbent ayaklı koşma, zincirleme) bu iki ana
tipin değişik tertiplerine dayalı varsağı, semai, destan aşık tarzı şiirde kullanıla
gelen türlerdir.
Bu türler icra geleneğine, konularına, ezgilerine, bölgelere göre de değişik
isimler almaktadırlar. Azerbaycan ve Doğu Anadolu'da cinaslı maniler, bayatı,
sorulu cevaplı maniler akışta, Kerkük ve Güney Anadolu' da horyat veya hoyrat

10
Ahmet Borcaklı, "Türk Müziği Tasnif Denemesi'', /. Uluslararası Türk Folklor Kongresi
Bildirileri, 3. Cilt, Ankara 1977, s. 1 69- 1 98.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 55

isimleri ile anılmakta ve bu tür maniler (bayatı veya hoyrat) koşma dörtlükleri
arasına veya sonuna getirilebilir. 1 1 Cigalı tecnis adı ile anılan bu tür, özellikle ·

Doğu Anadolu aşıkları tarafından çok geliştirilmiştir.


Divan şiirinin tesiri ile XVII. asırdan itibaren aşıkların aruz vezni ile de şi­
irler söyledikleri malllrndur. irticalen yaratılan aşık şiirinde aruz vezninin ezgi­
lerle sağlandığı düşünülmektedir. Özel ezgilere sahip olan aruzlu şiir türlerini
şöyle sıralayabiliriz: Divan (3 failatün failün), Selis, (3 feilatün, feilün), Semai
(4 mefailün), rnusarnrnat semai, ayaklı semai gibi isimler alan ortadan kafiyeli
ve dörtlüklerin arasına kısa mısraların ilave edildiği şekilleri de vardır. Kalende­
ri (rnef ulü, rnefailü, mefailü, feulün). Kalenderi, divan, selis ve semailer, gazel,
murabba, muhammes, müseddes biçimlerinde de yazılabilirler. Aynca hece
vezni ile söylenen Kalenderiler de vardır. 4 rnüfteilün kalıbıyla gazel biçiminde
söylenen satranç türü, saz şairleri arasında XIX. asırdan bu yana tespit edilmişse
de diğer aruzlu türlerin çoğu gibi divan kültürü alan saz şairleri arasında daha
yaygındır.
4 müstef ilatün kalıbıyla söylenen vezn-i aher türünde her mısra kendi için­
de ilk üçü kendi arasında kafiyeli dört eşit parçaya bölünmekte ve ilk mısram ilk
bölümü hariç diğer bölümleri bir alt mısrada tekrarlanmaktadır.
Aşık karşılaşmalarında divan, semai ve kalenderi giriş kısmında yer alan
türlerdendir ve çok kere aşıklar bu türleri 15'li hece vezni ile kendilerine mahsus
makamlarla söylemektedirler.
Kısaca söz konusu ettiğimiz türler dahilinde ve bu türlerin kendilerine mah­
sus ezgileriyle söylenen deyişleri belli bir icra geleneği ve töresine sahiptir. Bi­
lindiği üzere edebiyatta iki türlü yaratıcılık vardır. Halle Edebiyatı dışındaki
edebiyatlara mensup şairler, şiirlerini ölçülü veya ölçüsüz olsun defalarca dü­
şünce süzgecinden geçirdikten pek çok müsvedde yaptıktan sonra son şekli ile
okuyucu önüne çıkarırlar. Bu hazırlık dönemi bazen günlerce bazen yıllarca
sürebilir. B üyük ölçüde sözlü doğup sözlü yaşayan aşık tarzı şiirde ise geleneğe
bağlı şekil ve üsluba uygun olarak belirli bir konu ve ayakla aşıktan deyiş iste­
nebilir, bu tarzda deyiş söyleyebilenler aşık olma imtiyazına sahiptirler.
Aşık tarzı şiirlerin tekniğini Dr. Natalie K. Moyle, Albert B . Lord'un sözlü
teorisine dayanarak önce doktora tezi olarak incelemiş ve bu çalışmanın sonuç­
larını 1. Uluslararası Türk Follclor Kongresinde bir bildiri 1 2 ile sunmuştur. Gerek

il
Turgut Günay, "Doğu Anadolu Bölgesinde Aşık Tarzı Şiirde Yedekli Koşmalar, Türk Follclor
Araşt1rmL1lan Dergisi, Yıl XI, S. 121, Mayıs 1973, s. 571, 583.
12
Dr. Natalie K. Moyle, "The Techniques of Turkish Ministrels," l. Uluslararası Türk Folklor
Kongresi Bildirileri, 2. Cilt, Ankara 1 976, s. 188-258.
56 Prof. Dr. Umay GÜNAY

aşık tarzı şiirin yaratılışı ve gerekse sürekliliği bu bildirilerde kısaca şöyle açık­
lanmıştır.
Parry-Lord' un 13 sözlü teorisine göre her başarılı türkücü ve profesyonel
aşık, formüllü bir şiir dili geliştirmektedir. Bu yolla geleneksel örnekler ve gele­
neksel düzen içinde anında her konuda deyişler söyleyebilmektedir. Bu görüşü
aşıkların hayat hikayeleri ve kendi ifadelerince ilhamın geldiği anda doğan tür­
küler desteklemekteydi. Yalnız aşıklar irticalen yarattıkları deyişlerini ne kadar
çok severlerse sevsinler, ne kadar denerlerse denesinler daha sonraki icraları
sırasında aynen tekrarlayamamaktan şikayetçi idiler. Bu ifade Lord' un sözlü
teorisine aykın düşüyordu. Sözlü teoriye uymayan bir başka husus da profesyo­
nel aşıkların, aşık hikayelerindeki türküleri ezberleme konusundaki ifadeleridir.
Profesyonel aşıkların açıklamalarına göre tanınmış aşıkların deyişlerine aşina
olan dinleyici herhangi bir değişikliğe veya yanlışa müsamaha göstermemekte­
dir. Ancak aşıkların hafızaları da yanılabilmekte bazen bir kelime veya bir mısra
hatta bir kıta unutmaktadırlar. Bu gibi hallerde bu boşluğu dinleyicilerin mem­
m.in kalacağı bazen hiç fark etmeyecekleri şekilde yakın bir materyalle doldur­
dukları da bir gerçektir. Lord buna benzer bir olayla Yugoslavya'da karşılaştığı
türkücülerin aynen tekrarlardan söz etmelerine rağmen gerçekte yalnızca önceki
şairlerin patronlarının tekrar edildiğini tespit etmiştir. Sözlü teoriye göre ezberle
irtical birbirini engellemektedir, yani biri varsa diğeri yoktur. Bir aşığın aklında
bir metin ezberlenerek aynen tekrarlanması fikri yerleştiğinde, irtical (şiir for­
mülleri ile konuşma) kabiliyeti harap olmasa bile büyük ölçüde dumura uğrar.
Türk aşık tarzı hikaye ve türkü söyleme geleneğinde, Lord'un teorisinin ak­
sine, ezber ve irtical (serbest kompozisyon) yan yana yaşamakta ve gelişmekte­
dir. Her aşığın repertuannda usta malı türküler yanında kendi türküleri de yer
almaktadır. usta malı türküleri ezberleyen aşık gerektiği yerde yeni türküler
yaratabilmektedir. Aşıkların ustamalı türküleri ezberlemeğe çalıştıkları gerçek
olmakla beraber zaman zaman sayılan binleri bulan usta malı türkülerin en usta
aşıklar tarafından bile ezberlenmeleri hemen hemen imkansızdır. Bu sebeple
aşıkların hafızasındaki sabit bir metin değil, ancak her türkünün doğru şeklinin
ne olduğuna dair kesin fikirdir. Türkülerin çekirdekleri sabittir ve farklılık yar­
dımcı unsurlarda meydana gelmektedir. Yardımcı unsurlar söyleyenin zevkine
ve seçimine bağlıdır. Bu yolla aşıklar ezberleme konusunda yüzde yüz başarıya
ulaşmamakla beraber bu amaca büyük ölçüde yaklaşmaktadırlar. Bu tarz çalış­
malarda aşıklar çok kere yarattıkları varyantlardan habersizdirler. Kendilerinin
aynen tekrarladıklarına inanmaktadırlar. Aşıkların söz ettikleri vecd hali onlan
kalıplaşmış metin fikrinden bir ölçüde uzaklaştırmaktadır.

13
Albert B. Lord, Singer o/ Tales, U.S.A. 1960.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 57

Ezberleme gayretleri Türk aşıklarını kudretsiz kılmamakta ve hafızasının


yanıldığı hallerde telaşlanmadan irtical güçlerini kullanmalarını sağlamaktadır.
Türkünün çekirdeği ezberlenirken yardımcı unsurlar serbest bırakılmaktadır.
Diğer kültürlerden farklı olarak Türk aşıktan birbirine zıt olan ezber ve irtical
gücünü yan yana yeri geldikçe kullanarak sanatlarını başarı ile yürütmektedirler.
Aşıklık geleneğinde hem usta malı şiirlere hem de aşığın kendi yaratıcılığına
gerek duyulan zamanlar vardır.
Türk aşık şiirinin teknikleri konusunda yapılan bu açıklamalar şiirlerin mu­
hafaza edilmeleri ve yeniden yaratılmaları konularına büyük ölçüde açıklık ka­
zandırmaktadır. Ancak şiir çekirdeği olarak kabul edilen unsurun ne olduğu
açıkça belirtilmemiştir. Bu tarz şiirlerde sabit çekirdek, kafiye + redif diye tarif
edilen ayaklar olmalıdır. Aşık tarzı şiirde bazen bir mısrada bir kelime bazen
bütün mısra halinde kullanılan ayaklar değişmeyen unsur olduğu gibi şiirlerde
kompozisyon bütünlüğünü de her dörtlüğün sonunda tekrar edilerek sağlanmak­
tadır. Hem şekil hem mana bütünlüğü, ayağın bulunduğu mısra'a göre düzen­
lenmektedir. Diğer mısralarda meydana gelecek kelime değişiklikleri şiirin bü­
tününü etkilemediği gibi bazen ilk şiirden daha güzel ve mükemmel işlenmiş
varyantların meydana gelmesine de imkan sağlamıştır.
Yukarıda kısaca bahsettiğimiz geleneksel şiir türleri ve bu türleri destekle­
yen aşık tarzı ezgilerle beraber geleneğe bağlı şiir yaratma ve muhafaza etme
teknikleri ve icra töresi içinde teşekkül eden aşık deyişleri iki ana bölümde ince­
lenebilir.

1. Serbest Deyişler: Bu türlü aşık deyişleri, bir ölçüde yazılı edebiyat mah­
sulleri gibi sanatçının kendi kendine hazırlığını yaptıktan sonra bitmiş hali ile
dinleyici huzurunda sunulmaktadır. Bu türlü deyişler arasında sanat değeri yük­
sek, orijinal ve toplumun duygularına büyük ölçüde tercüman olanlar zamanla
yaygınlaşarak milli türkü repertuanna girmektedirler. �alk şiiri antolojileri ve
tanınmış aşıklara ait monografik eserler büyük birçoğunlukla aşık tarzı şiirin bu
bölümüne dahil örneklerle hazırlanmıştır. Yanlış bir uygulama ile aşık tarzı
şiirin ezgileri bu tür çalışmalarda ihmal edilerek modem şiir kitabı anlayışıyla
deyişlerin yalnızca şiir kısımlan bu çalışmalarda çeşitli tasniflere tabi tutularak
okuyucuya sunulmuştur.
Aşıkların bu türlü deyişleri büyük ölçüde metin halinde yayınlanmakla be­
raber metinden hareketle bu tarz deyişlerin üslup, motif ve benzeri unsurları ele
alınarak değerlendirilmesi yapılmamıştır. Bu deyişlerin aşk, ayrılık gurbet gibi
ferdi duygularla ilgili problemleri dile getirenleri umumiyetle türkü adı ile anıl­
makla beraber bölgelere, işlediği konuya, ezgiye veya şiir türüne göre koşma,
58 Prof. Dr. Umay GÜNAY

varsağı, semai, mani, güzelleme, koçaklama, horyat, ağıt gibi özel adlar da al­
maktadırlar. Küçük veya büyük yankısı olan bir olaya dayalı deyişler destan adı
verilen ezgili türlerde işlenmektedir. Destanlar arasında tabii afet ve ölüm gibi
acıklı olaylan anlatanlar yanında komik unsurların ağır bastığı güldürücü des­
tanlar da vardır.

il. Sistemli Deyişler: Atışma, karşılaşma, deyişme, tekellüm, müşaare gibi


adlar ile anılan sistemli deyişler aşıklık geleneği içinde belli icra töresi içinde
yürütülür. Bir kişinin profesyonel, başarılı aşık olabilmesi için bu töreyi bilmesi
ve bu konuda başarılı olması gerekmektedir. şimdiye kadar taranabilen eski
harfli yazma ve basma kaynaklarda halk hikayeleri hariç tutulmak kaydıyla en
az örnek bu sistemli deyişmelerle ilgili olanlardır. Cumhuriyetten sonra yeni bir
klasik devir yaşadığını kabul ettiğimiz aşık tarzı şiir geleneğine bağlı bu bölümle
ilgili örneklere eksik de olsa süreli yayınlar arasında yer verildiği gibi, Üniversi­
te, Kültür B akanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlü­
ğü arşivinde ve TRT kurumu gibi bazı kurumların arşivlerinde bantlar halinde
muhafaza edildiği bilinmektedir.
Sistemli deyişlerin aslı diyaloga dayanmaktadır. Diyalog insanlık tarihi ka­
dar eski olmalıdır. insanlar birbirleriyle anlaşabilmek ve duygularını birbirlerine
aktarabilmek için konuşmaktadırlar. Duygular günlük konuşma dili ile anlatıla­
madığı için edebiyat, müzik, resim gibi güzel sanatlar doğmuştur.
Halk şiirinin ilk örneklerinden bu tarafa gerek anonim gerek aşık şiiri ve
tekke şiirinde diyalogun yer aldığı örneklerin yaygınlığı dikkati çekmektedir.14
Bir şiirde birden fazla kişinin veya kişileştirilmiş unsurun (bitki, yiyecek, koz­
mik, hayvan vb.) karşılıklı fikir teatisi şeklinde konuşturuluşlarıyla ortaya çıkan
bu tarz, mensup olduğu edebiyatın hususiyetlerine göre şekillenmekte ve fonksi­
yon görmektedir.
Divan Edebiyatında cansız varlıkların kişileştirilerek dramatik bir şekilde
konuşturulmaları münazara terimi ile anılmıştır. 1 5 Aynca gene divan edebiyatın­
da bir şairin beğenilen bir şiirinin kafiye düzeni esas alınarak bu şiire nazireler
yazılmıştır. Aşık tarzı şiirde aynı ayakla karşılıklı deyişmeleri andıran bu nazire­
ler de belki bir ölçüde sistemli deyişmelerin bir benzeri olarak nitelendirilebilir.
İnsanın dışındaki canlı cansız varlıkların konuşturulduğu örneklerde aslında

14
Turgut Günay, "Türk Halk Şiirinde İlk Deyişmc (Müşaare) Örnekleri" Uluslararası Folklor ve
Halk Edebiyatı Semineri Bildirileri (27-29 Ekim 1975 Konya), Ankara 1 976.
Gönül Alpay, "XV. Yüzyılın ilk Yarısında Yazılmış Bir Münazara: Sazlar Münazarası", Araş­
tırma, Ankara 1972, s. 99-132.
Türkiye' de AŞIK TARZI Ş İiR GELENEGI ve RÜYA MOTİFi 59

konuşan ve anlatan daima bir kişi yani şairdir, işitmek istediklerini karşısında
seçtiği varlığa veya varlıklara söyletir. Aşık şiirinde "demeli" veya "dedim dedi"
kavramları ile tanınan şiirlerde şairin sevgili ile konuşması pek çok aşığın dene­
16
diği bir tarzdır.
Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz sistemli deyişler ise birden fazla
şairin karşılıklı söyleşmeleridir. Birden fazla kişinin karşılıklı deyişmelerine ait
örneklere anonim halk şiirlerinde de rastlamak mümkündür. Mani söyleme gele­
neği hemen hemen bütünüyle iki veya daha çok kişinin çeşitli vesilelerle karşı­
lıklı mani söylemelerine dayanmaktadır. Özellikle Hıdrellezde hazırlanan niyet
çömlekleri bu geleneğin Anadolu'da bugün de süren bölümüdür. Türkülerde
17
özellikle Karadeniz Bölgesi atma türkü geleneğinde iki kişinin daha çok mani
türüne dayalı karşılıklı türkü söyledikleri bilinmektedir. Bu tür türkülerde umu­
miyetle iki karşıt durumdaki kişinin keneli durumlarını savunmaları yer almakta
ve bu tartışmalar toplumun değer yargılarına uygun olarak uzlaşmayla sonuç­
lanmaktadır. Bekarlarla evlilerin karşılaşmaları, kadın kız karşılaşması yanında
bir erkeğin veya bir genç kızın birbirlerini evlilik konusunda razı etmek için dil
döktükleri örnekler de varclır.
Karşılıklı deyişmelerin özellikle düğün adetleri arasında yaşayan anonim
örnekleri mevcuttur. Konuyu delillendirmek için bu örneklerden vermeyi faydalı
bulmaktayız.
Harput'ta düzenlenen kına gecelerinde gerek kız gerek oğlan evinde defçi­
lerin idaresinde oyunlar tertip edilir. Kız evinde bir kız, erkek kıyafetine girerek
İsmail adını alır, kızlardan biri de gelin olur, şu karşılıklı türküyü söyler ve oy­
11
narlar.
Kız Küçük lsmail, büyük lsmail
Yaza mı geldin, güze mi geldin?
Şam.şakı vurdun, bize mi geldin?
İsmail Ne yaza geldim ne güze geldim
Şam.şakı vurdum, bir kıza geldim.
Kadınlardan biri çoban kıyafetine girer, diğeri çoban kızı olur, ortaya suyu
temsilen bir yastık konur. Yastığın bir tarafında çoban karşısında çoban kızı
durur:

16
İsmail Aşıkoğlu, "Aşık Şenliği Şiirleri III," Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, No. 1 74, 19
Ocak 1965, Cilt 8.
17
Turgut Günay, "Doğu Karadeniz Bölgesinde Atına TUrkU Geleneği" /. Uluslararası Türle
Folklor Kongresi, Cilt 2, Ankara l 976.
18
Fikret Meınişoğlu, "Harput'ta Kına Geceleri", Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, No. 38
Eylül 1952, Yıl 4 Cilt 22, s. 603.
60 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Oğlan beni sudan geçir


Boz bulanık suyun içir

Olmaz güzel kuzum olmaz


Değirmenin suyu dolmaz

Oğlan beni sudan geçir


Susuzmuşum bir tas içir

Ne verirsin geçireyim
Soğuk sular içireyim

Yusufeli çevresinden bir düğünde derlenen aşağıdaki karşılaşmada mani


19
dörtlükleri kullanılmıştır:

Kızlar Karşıya yaban derler


Mor taşa gaban derler
Kız hatırın kalmasın
Nişanlın çoban derler

Kız Karşı yabansız olmaz


Mor taş gabansız olmaz
Hatırınız kalmasın
Sürü çobansız olmaz.

1943 yılında Kars' tan derlenen, düğün ve benzeri toplantılarda kız erkek
karşılıklı söylenen ve oynanan aşağıdaki türkü aynı zamanda hem deyim hem de
masal halinde yaşayan "Ali Cengiz Oyunu"nun motiflerini ihtiva etmesi bakı­
20
mından ilgi çekici bir ömektir.

Oğlan On dört yaşında kız olsan


Ben size gelecek olsam
Atan anan beni görüp
Seni danlasa ney/ersen

Kız On dört yaşında kız olsam


Sen bize gelecek olsan
Atam anam seni görüp
Beni dan/ayacak olsa

Men bir avuç darı olup


Yere serpilecek olsam

19
Mehmet Gökalp, "Yusufeli Çevresinden Notlar," Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, No. 201
Nisan 1966, Cilt 10.
20
Ferruh Arsunar, "Balalı Tavuk," Ülkü 3. Seri, S. 4, Nisan 1947, Cilt 1, s. 30-3 1 .
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞtlR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 61

Sen dahi bana ney/ersen


Sen dahi bana ney/ersen
Oğlan Sen bir avuç darı olup
Yere serpilecek olsan
Men bir balalı tavuk olup
Seni denersem ney/ersen
Kız Sen bir balalı tavuk olup
Meni denneyecek olsan
Men bir güzel ceylan olup
Dağlara kaçsam ney/ersen
Oğlan Sen bir güzel ceylan olup
Dağlara kaçacak olsan
Men bir mahir avcı olup
Seni av/arsam ney/ersen
Kız Sen bir mahir avcı olup
Meni avlayacak olsan
Men bir kızıl elma olup
Sandığa girsem ney/ersen
Oğlan Sen bir kızıl elma olup
Sandığa girecek olsan
Men bir paslı açar olup
Sandığı açsam ney/ersen
Kız Sen bir paslı açar olup
Sandığı açacak olsan
Men güzel gelin olup
Ortaya çıksam ney/ersen
Oğlan Sen bir güzel gelin olup
Ortaya çıkacak olsan
Men bir güvey olup
Seni atarsam ney/ersen

Aşık karşılaşmalarının önemli bir bölümü olan soru-cevap tarzındaki


deyişmelerin düğün adetleri arasında da yer aldığını görmekteyiz. Doğankent ve
yöresinde, köyden dışarıya verilen kızın düğünü sırasında kız almaya gelen deli­
kanlılar ve köyün delikanlıları karşılıklı birer saf halinde dizilirler. Sıraların
ortasında sorulara cevap verecek yetenekte bir delikanlı yer alır. Bu delikanlıla­
rın ellerine birer bayrak verilir. iki alay karşılaşınca karşılıklı aşık tarzındaki
muammalara benzeyen sorular sorulmaktadır. Ortadaki delikanlı soruyu cevap­
landıramadığı takdirde sıradakilerden bir başkası cevap verebilmektedir. Aşağı­
daki muamma tarzındaki dörtlüklerin tamamı Doğankent' den derlenmekle bera-
62 Prof. Dr. Umay GÜNAY

ber, ilk üç dörtlüğün dışındaki soruların cevaplan tespit edilemediğinden Aşık


21
Selmani' ye çözdürülmüştür.

Sazım öter perde perde


İmtihan olalım hurda
Sana diyorum bayraktar
Kırkların mekanı nerde?

İmtihan mı maksadınız derdiniz


Şimdi artık sözü bize verdiniz
Kırkların mekanın bana sordunuz
Kırkların mekanı arşı aladır

Koluma takdım gelebi


Dolaştım Şam 'ı Haleb 'i
Muhammed dünyaya gelince
Kim çezdi kim beledi?

Arifler dünyayı sırdan eledi


Herkes tülbentten süzdü eledi
Muhammed dünyaya geldiği zaman
Huriler melekler çezdi beledi

Bugünkü günün adı nedir


Yarınki günün adı nedir
Yeraltındaki yeşil caminin
İmamının adı nedir?

Bugünkü günün adı dünyadır


Yarınki günün adı ahirettir
Yeraltındaki yeşil camiin
İmamının adı Hazret-i Muhammed 'dir.

Hak verir kısmetimi gıdamı


Kesmezem dilimden Bari Hüdamı
Yuğurmadan evvel Cebrail Adem 'i
Hiç adem yogiken kimidi Hacı

Hak verir kısmetim, hem de gıdamı


Kesmezem dilimden Bari Hüdamı
Yuğurmadan evvel Cibril Adem 'i
Ervah idi Hakk 'a ulaşan

21
Dursun Temir, "Doğankent'te Bayraktar İmtihan Töresi" Türk Folklor Araştırmaları Dergisi,
No. 224, Mart 1 968, Cilt 1 1, s. 4686.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 63

Ezelden baki Sırrullah'ın sır idi


Mü 'minlerin kalbi dolu nur idi
Ne çekici ne körüğü var idi
Neden hasıl oldu Ali kılıcı?

Ezelden sevdiğim yaratan Allah


Nur örtülü kara donlu Beytullah,
Körüğü gülbenktir, çekici eyvallah
Andan hasıl oldu Ali kılıcı

Bir kuş gördüm sarı çeşme başında


Melekler çağrışır aşkın düzünde
Deniz derya idi dünya yüzünde
Gömleği tersine giyen kim idi?

O kuş ki ruhlardır insan özüne


Melekler çırışır arşın yüzünde
Deniz derya iken dünya yüzünde
Gömleğin tersini Muhammed giydi

Mehdi çıktı diye Bilal bağırdı,


Kırk teknesi vardı hamur yoğurdu
On iki kız seksen oğlan doğurdu
Bunların teker teker manasını isterim

Mehdi çıktı diye Bilal bağırdı,


Kırklar muhabbetten hamur yoğurdu
On iki imam seksen bin er doğurdu
Bunların manası böyle değil mi?

Bil bir nedir? Beş nedir?


Sürünün önündeki koç nedir
Mekke 'de bir koyun kuzulamış
Anası erkek kuzusu dişi bu iş nedir?

Bir Allah, beşler Muhammed'le Hulefa


Sürünün önündeki koç Muhammed Mustafa
Mekke 'deki koyun ise Adem Baba,
Kuzuyu sorarsanız o da Havva Anamız

Bir kuzu gördüm ağzı kapalı


Mevlasına sadık kullar tapalı
Bir han gördüm 360 kapılı
Bunun iptidasını açan kimdir?
64 Prof. Dr. Umay GÜNAY

O kuzu ahrazdır, ağzı kapalı,


Sır saklayan kulun sırrı tapalı
O han insan 360 kapılı
Bunun iptidasını açan Allah 'tır.
Doğankent'te düğünlerde gençler arasında düzenlenen bir nevi eğlence ola­
rak yürütülen bu adetin, aşıklardan kalan bir gelenek olması muhtemeldir. Aşık
Ali Çiftçi yukarıda naklettiğimiz adetin bir benzerini şöyle anlatmaktadır: "Aşık
karşılaşması bizim buralarda düğünlerde, nişan ve şenlik günlerinde yapılır.
Düğünde, bulunan cemaat arasında oturan oğlan başı (oğlan tarafı) kız başına
(kız tarafına) getirin bakalım clşığınızı görelim derler. Oğlan başının Qşığı ile kız
tarafının Qşığı meydana çıkar, beraberce cemaate hoş geldin redifli deyiş söyle­
dikten sonra birbirlerine karşılıklı muamma sorarlar. Muammanın cevabını
,.22
veremeyen aşıA k mat olur.
Özellikle düğün adetleri arasında yer alan anonim karşılıklı deyişmeler aşık
tarzı şiir geleneği içinde önemli bir yer tutmaktadır. Aşık fasılları diye anılan,
belli bir topluluğun önünde belli bir düzen içinde bir aşık adayının denenmesi ve
başarılı olup olmadığına karar vermek için yapılan deyişmelerin dışında başka
gayelerle de aşık karşılaşmaları sık sık yapılır. İki başarılı aşık birbirlerinden
üstün olduklarını göstermek için karşılaşabilirler. Bunun yanında üstünlük iddia­
sı olmaksızın düğün veya benzeri toplantılarda, kahvelerde aşıklar, dinleyicileri
eğlendirmek, yalnızca sanatlarını sergilemek için de karşılaşırlar. Bunların dı­
şında iki aşığın sohbet tarzında kendi kendilerine deyişmeleri de olağandır.
Aşık tarzı şiir geleneği içerisinde önemli bir yer tutan sistemli deyişmeler
bugün de Anadolu'da özellikle Doğu Anadolu Bölgesinde yaşayan aşıklar ara­
sında devam etmektedir.
İki veya daha çok aşığın karşılaşması halinde hal hatır sormaları, birbirleri
ile dertleşmeleri yanında aşık tarzı şiir geleneğinde bir aşığın başarısını gösteren
bu deyişmeler zamana ve zemine göre birbirlerinden farklı bir düzen içinde
gelişme göstermiştir.
Fuad Köprülü, 1 9 14 yılında ikdam gazetesinde yayınladığı "Saz Şairleri"
genel başlığını taşıyan seri makalelerinden altıncısında İstanbul'da XIX. asırda
yapılan aşık fasılları hakkında şu bilgileri vermiştir:23
"Lakin asıl Qşıklar ilim ve edebden daha haberdar ve daha arif, derviş
meşreb adamlardı. Mühim Qşık fasılları asıl onlar tarafından icra olunurdu.

22
1977 yılı Nisan ayında uyguladığımız anketten nakledilmiştir. Yozgat, Sarıkaya kazası, Çıkrık­
çı köyünden 1 330 doğumlu Ali Çiftçi bu yörede yaşayan 3.şıklardandır.
23
Fuad Köprülü, "Aşık Fasılları" lkdanı, 25 Nisan 1914.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 65

Tavuk pazarındaki bu büyük kahve bilhassa "Reis-i Aşıkan "ın yeri olmak itiba­
riyle mühimdi. Senelerce gezip dolaşmış ve her taraftan şairlik kudreti onay­
lanmış belli aşıklardan oluşan Tavuk Pazarı [ışıklar Cemiyetini aşıkların reisi
olan fışık yönetir ve hükümetten resmen maaş alırdı. Rumeli ve Anadolu 'da fışık
tarzı eserler söyleyen şairlerin hükumet memurları tarafindan korunmaları için
bu cemiyetten diploma ve sertifika almalarıgerekmekteydi. Her sene Ekim ba­
şından Şubat sonuna kadar bu çöğü.r [ışıklarının başarılı olanlarından bir kısmı
vilayetlere gönderilirdi. Aşıklar o mahallin genişliğine göre vilayet merkezine,
kasabalara, kazalara dağılırr, nahiye ve köylerede vilayet ve kaza merkezlerin­
deki [ışıklardan bir kısmı seçilerek görevlendirilirdi. Bunlar gittikleri yerin kah­
velerinde oturup fasıllar yapar, ahalinin savaş ve din duygularını coşturacak
destanlar, güfteler, koşmalar okurlar ve en sonunda Diyarbekir ağzı mayalar ve
Urfa edasıyla hareketli makamlardan sonra Cezayir havasını çalıp faslı
bitirirlerdii. Halkın dusygularını canlandırarak ve hükumetin istediği yöne yö­
nelttikleri ölçüde hükumet bu fışık teşkilatını himaye eder, onlara kolaylık göste­
rirdi.
Aşıkların bu eski teşkilatı oldukça düzenliydiı, öyle herkes kolay kolay aşık
olamazdı. Kendisinde [ışıklık heves ve yeteneğini duyan bir genç mutlaka gelip
Tavuk Pazarı Aşıkları Cemiyetine girer önce çırak olarak kabul edilirdi.
Üstadlardan ders alarak saz ve sözde onları taklide başlayan genç eğer kabili­
yet gösterirse kalfa olur ve daha çok yeteneğini geliştirince asıl aşık sayılarak
diploma alırdı. O vakit bunun özel töreni yapılır ve [ışıkların reisi tarafindan o
adaya bir "arakıye "/belge verilirdi. Aşı/darın aynı kıyafeti üniforma gibi giymek
zarunlulukları olmamakla beraber giyim tarzları dervişler gibi ve birbirine ben­
zerdi.. Bazıları "destegül" dedikleri kolsuz hırka giyerler, bellerine kemer bağ­
larlar ve ekseriya yeşil sarık sararlardı. Bir kısmı da haydari/uzun palto giyerek
başlarına dervişlerinkine benzer taç koyarlardı.
Bir gencin fışık olarak kabul edilmesinin bir özel bir usulü ve düzeni vardı.
Ustalığa aday olan öğrenci önce meşhur Çolacıoğlu Ali Paşa peşrevini üstadı­
nın gösterdiği şekilde icra ederdi. Bu peşrev ortada hicaz nağmelerine uğrar ve
ahengin bu değişmesi peşreve başka bir hoşluk verirdi. Aşık Efendi bundan dört
asır evvel Trabzon 'da Ortahisar'da iki çöğür, bir keman, bir de santur ile bu
peşrevi çalarken dinleyenlerin fevkalade duygulanarak hüngür hüngür ağladık­
larını rivayet ediyor.
Çeşitli aşıklar toplanarak icra-yı fasıl ettikleri vakit önce bu peşrev çalı­
nırdı. Sonra Reis-i Aşıkan tarafindan hüseyni, hicaz, saba, eve, rast, uşşak, kür­
di, hüseyni makamlarının kararı meyanı yerli yerinde gezinme ve taksimler icra
edilerek fasla başlanırdı. Taksimi icra eden fışık "ya dost" veya "ya hu " diye
66 Prof. Dr. Umay GÜNAY

başlayarak meşhur bir gazeli özel ezgisiyle okuduktan sonra da nihayet bir beyt­
i müfred eder ve sonra "divan " denilen bir beste {işıkların katılımıi ile iki inme
bir çıkma düzeniyle okunurdu. Bunu her {işığın ayrı çaldıkları birer divan izler
ve sonra reis-i {işıkan bir koşma terennüm ederek 'taşlama ' adı verilen mizahlı
atışmalara başlardı. Kafiyeli çapraşık temiye (muamma) kabilinden telmihlerle
dolu olan taşlamalar pek eğlenceli olur ve diğer {işıklar da reisi takip ederlerdi.
Herhangi bir {işık sualine cevap vermezse herkesin ortasında elinden çöğürü
alınır ve bir latife olmak üzere geçici olarak {işıklıktan çıkarılırdı. Bu uygulama
çok eğlenceli olduğundan bazen yapay olarak düzenlenirdi.
Koşmanın tamamlanmasından sonra yine milli vezinden 'karcığar' maka­
mıyla 'yanık kerem ' bestesi altında milli şarkılar okunur ve hicaz makamıyla
okunan 'garip ' bestesi ahengi artırırdı. Epey devam eden bu fasıldan sonra yatsı
namazı vakti gelir ki, kimisi namaza gider, kimisi istirahat ederdi.
Bir saatten fazla süren bu ara, aşıkların reisinin okuduğu saba makamın­
dan bir gazel ve bir kalenderi ile son bulur ve yine reis, eve veyahut ısfahan
makamlarından müseddes yahut muhammes bir semai söyler. Semai/erden son­
ra sıra destanlara gelir. Reis özel usulü ile hamasi yahut ahlaki, dini bir destan
okur ki huzurda bulunanların üzerinde onların tesiri pek büyüktür. Mizahi des­
tanlar bile güzel bir şekilde değerlendirilir. Aşıklar arasında Nevai 'nin Kerbela
ve Perverf'nin İbrahim destanları pek tanınmış ve benimsenmiştir.
Destanlar tamamlanınca 'dağı ' makamından bülbül koşmasını, yahut
'acem-aşiran ' makamından bir müstezadı iki, üç {işık bir arada söylerler yahut
dübeyt, bahr-ı tevil (aruzun bir kalıbı) acem ağzı sakiname veya Aşık
Emrullah 'ın püskül ve perçem vazıjlarına sahip kalenderisi, bunlardan olmazsa
Tahir ile Zühre makamı, Köroğlu, Genç Osman, Sivastapol, Yemen, Mısır des­
tanlarından biri söylenir. Bu fasıldan sonra {işıklar arasında mühim bir meşgale
sayılan muammaya sıra gelir.
'Lügaz ' yahut 'muamma ' kahvehanenin en çok nazara çarpan bir yerine ve
süslü bir levhaya hatt-ı celf ile yazılır, bazen levhaların etraft yaprak, şal ve
benzeri süslerle süslenir. Bu muamma o memleketin kalem şairlerinden biri
taraftndan bilhassa düzenlenmiş ve {işıkların reisinin zekasına arz olunmuştur.
Bu adeta bir nevi imtihandır. Eğer reis muammayı çözemezse gerek halk arasın­
da gerekse arkadaşları arasında mahcup olur. Meseleye fesad karışmaması için
muammanın çözülmüş şekli düzenleyen taraftndan mühürlenmiş bir zarfa kona­
rak kahveciye teslim olunur. Kahveci onu son fasla kadar saklar.
Muammanın çözüleceği gece şenlik pek ziyade olur. Böyle önemli bir olayı
duyan ne kadar merak sahibi varsa hepsi erkenden kahveye dolarlar. Kahve her
vakitkinden fazla süslenmiş, donanmıştır. Bütün dinleyiciler muamma tepsisine
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 67

ya bir miktar nakit yahut sair kıymetli hediyeler, şallar, çuhalar bırakırlar. Her­
kesin iyice takdir etmesi için ufak paralar hemen liraya dönüştürülür. Eğer mu­
ammayı çövneyi başarırsa bu parayı Qşıkların başkanı alıp arkadaşlarına da
dağı.tacaktır. Aksi takdirde, reis-i Qşıkana toplanan paranın üçte biri verilir.
Paranın üçte ikisi muammanın düzenleyicisine ait olur. Muamma çözülemezse
muamma düzenleyicisinin kahveciden zarf içindeki muamma çözümünü isteyip
okuması lfizımdır.
O gece fasıl başlayınca evvela muammanın üstü örtülür ve birkaç muhtasar
koşma ve divandan sonra yakılan öd ağacının rayıhadar buhurları arasında
Kerbelfi Destanı okunmaya başlar, tıpkı mevlit okunurken olduğu gibi, o esnada .
çubuklar, nargileler söndürülür ve destan büyük bir olgunluk ve huşu ile dinle­
nir. Destanın bitiminde Qşıkların başkanı muamma düzenleyicisi hakkında bir
medhiyelövgü okuyarak muammanın çözümünü söyler. Eğer başarılı olmuşsa,
halkın takdir bakışları altında toplanan para kendisine verilir. Huzura kırmızı
şerbetler dağıtılarak fasıl son bulur.
Eski Osmanlı hayatının mühim eğlencelerinden olan bu muamma halli me­
selesi, Qşıklara her nasılsa klasik şairlerden geçmiştir. Çünkü gerek eski Arap ve
Acem şclirlerinde, gerek bizim klasik şairlerde lugaz ve muamma mühim bir
mevki işgal eder. "
Fuad Köprülü'nün verdiği bu bilgilere dayanarak XX. asrın başında İstan­
bul'da son bulan aşıklık geleneğinden daha önceki asırlarda devlet desteği altın­
da ciddi bir adap ve erkan içinde geliştiğini görmekteyiz. Aşık fasıllarının üç
bölümden ibaret olduğunu üçüncü bölümün bazen ayn bir gece yapıldığını öğ­
renmekteyiz.
istanbul'da yapılan aşık fasıllarını diğer merkezlerde yapılanlarla mukayese
edebilmek için şu şekilde şemalaştırmak mümkündür:
68 Prof. Dr. Umay GÜNAY

19. YÜZYIL İSTANBUL A ŞIK FASILLARININ DÜZENİ

I. Bölüm
Giriş: Reis-i aşıkan, hicaz, hüseyni, saba, evic, rast, uşşak, kürdi hüseyni
gibi klasik musiki makamları ve taksimleri ile faslı açar. Bir gazel ve beyt-i
müfred okuduktan sonra fasıl başlar.
a) Divan, mecliste bulunan aşıkların hepsi iştirak ederler.
b) Divan, meclisteki her aşık ayn ayn birer divan çalar,
c) Koşma (reis-i aşıkan okur)
d) Taşlamalar, çoğunlukla mizahi olan bu taşlamaları meclisteki isteyen
aşıklar söylerler.
e) Muamma, reis-i aşıkan meclisteki aşıklara sıra ile muamma yöneltir. Ce­
vap veremeyen aşığın sazı bir süre için elinden alınır.
t) Hece vezni ve karcığar makanu ile milli türküler okunur.

il. Bölüm
a) Reis-i aşıkan tarafından saba makanunda bir gazel
b) Kalenderi
c) Evic veya Isfahan makamlarından müseddes veya muhanunes bir semai
d) Destanlar
e) Tagı makamından bülbül koşması veya acemaşıran makanundan bir
müstezad iki veya üç aşık tarafından okunur. Bunların yerine dübeyt,
bahr-ı tevil, acem ağzı sakiname okunabildiği gibi Aşık Emrah' ın püskül
perçem kalenderisi veya Tahir Zühre makamı, Köroğlu, Genç Osman,
Sivastopol, Yemen, Mısır destanlarından biri de söylenir.

III. Bölüm
a) Koşmalar
b) Divanlar
c) Kerbela Destanı
d) Muamma tertip edene bir methiye okunur
e) Muamma çözülür
t) Toplanan para ve hediyeler kazanana verilir.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞtlR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 69

İstanbul'da 19. yüzyılda yapılan aşık fasılları, aşıkların başkanının idare­


sinde belli bir sıra ve düzene sahiptir. Klasik Osmanlı kültürünün merkezi olan
İstanbul'da yaşayan aşıklık geleneği klasik makamlar ve aruzlu türler bu fasıl­
larda önemli bir yer tutmaktadır. Faslın son kısmında yer alan muamma tarzı
Anadolu'da yapılan fasıllarda askı adı ile anılmaktadır. Bu türün Arap ve Acem
edebiyatından klasik Osmanlı kültürüne geçtiği Köprülü tarafından ifade edil­
mekle beraber halk edebiyatı geleneği içinde yaşayan bilmecelerden etkilenmiş
olması da ihtimal dahilindedir. Bu konuda karara varmak için erken olduğu ka­
naatindeyiz.
İhsan Ozanoğlu'nun 1940 yılında Kastamonu'da yayımladığı "Aşık Edebi­
yatı" isimli eserde örnek verilmeksizin nakledilen aşık fasılları düzeni bir ölçüde
Fuad Köprülü'nün İstanbul için tespit ettiği aşık fasıllarına benzemekle beraber
bölgeye has özellikleri ile daha değişik bir görünüm sergilemektedir.
70 Prof. Dr. Umay GÜNAY

19. YÜZYIL KASTAMONU A ŞIK FASILLARININ DÜ ZENİ


Aşıklar bir araya geldiklerinde üstad olan başa geçer, geri kalanlar meslek­
teki kıdem ve kudretlerine göre sırayla oturduktan sonra gene sıra ile sazlarının
akordunu yaparlar.

I. Bölüm
Giriş: A. Hayır Dua
Ademi, Muhammedi, mezhep ve tarikata göre pir kabul edilen kişileri ha­
yırla yad eden deyişler söylenir.

B. Taksim
Rast, mahur, hüseyni kandehar, hicaz, hüzzam, evic, ferahnak, şederaban,
uşşak, neva ve buselik makamlarından biriyle taksim geçer. Bu taksimi faslı
idare eden kahya, lonca reisi, üstad aşık yapabildiği gibi tezenesi yanık herhangi
bir aşık da yapabilir. Taksim sırasında girişin orta ve son kısımların şiirle des­
teklenmesi usuldendir. Bu taksim kısmını yapmaksızın divan çalışacak perdeler
üzerinde hızla gezinerek doğrudan doğruya fasıla başlandığı da vakidir.
C. 2 gazel, beşer beyti geçmez. Gazel yerine münacat ve naat söylenebilir.

il. Bölüm

Pişrev
a) Divankari bir gazel (4 failatün)
b) Divanlar
c) Semailer, değişik makamlarda (4 mefailün)
d) Kalenderi, makam ve konulan çok çeşitli olmakla beraber özellikle is­
tihza, tariz, telmih, nükte bu türe has gibidir. Aruz kalıplan ile söylenir.
e) Müstezat, şekil aynen klasik şiirdeki gibi olmakla beraber makamlar ve
konular değişiktir.
f) Methiye yukarıdaki şekillerden biri ile bir kişi veya yer hakkında söylenir.
g) Satranç, müfteilün veya müstefilatün kalıplan ile koşma tarzında söyle­
nir.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 71

111. Bölüm
Aşık tarzı ve anonim tarzda deyişler
a) Koşma, 24 tarzda teganni edilen koşmalardan daha çok garami ve haki-
mane olanları tercih edilir. Bu kısımda usta malı koşmalar sıra ile nakledilir.
b) Bozuk ve Bozlaklar
c) Semai, sekiz heceli koşma tarzında kafiyeli daha çok garami konulan işler.
d) Mani
e) Destan, 12 kıtadan aşağı olmamak üzere karşılıklı söylenir.
f) Tekerlemeler, 12 kıtadan aşağı olmamak şartı ile söylenir.
Bazı fasıllarda destan ve tekerlemenin yerine tekellüm, atışma, taşlama, şa­
yi, şah beyit veya tapşırma bölümleri olan karşılıklı deyişmelerin yapıldığı da
olur.

iV. Bölüm
Dua, bu bölümde aşıkların üstad kabul ettiği bir kimse fasıl sonu duası ya-
par.
Kastamonu'da yapılan aşık fasıllarında dini deyişler yer aldığı gibi başlan­
gıç ve bitişte din büyüklerine ve tarikat pirlerine duaların da yer aldığını görüyo­
ruz. Tekke şiirinin geliştiği önemli merkezlerden biri olan Kastamonu'da aşıklık
geleneği klasik kültür ve musiki unsurları yanında tarikat edebiyatları unsurları
ile de karışmıştır. Verilen şemadaki düzen içinde yapılan aşık fasılları bütünüyle
ustamalı deyişlerle yapılabilir. imtihan mahiyetinde olanlarda konu ve ayaklar
faslı idare eden kahya ve hakem heyeti tarafından verildiği gibi aşıklardan biri
tarafından da verilebilir. Üstünlük iddiası ile yapılan karşılaşmalarda bir bölüm­
de başarısız olmak yarışmayı kaybetmek için yeterli değildir. iki aşıktan da fas­
lın sonuna kadar devam etmeleri beklenir, faslın tamamı değerlendirilerek kaza­
nan aşık belirlenir. Aşıklar berabere kaldıkları takdirde askı asarlar. Muammayı
çözen kazanır. Aynca kasabalarda kendini çevreye kabul ettirmek isteyen aşık
bir kahveye bir askı asarak oradaki aşıkları imtihana davet etmiş olur.
Gerek fasıllardan sonra olsun gerek bir başka aşığı veya aşıkları imtihana
çağırmak için olsun muamma bir kağıda yazılarak muamma tahtasına yapıştırı­
lır. Tahtanın etrafına mum veya pire balı ile çerçeve yapılır. Muammanın çözü­
münü dinlemeye gelenler bu çerçeveye para yapıştırırlar. Bazen de tahtanın
etrafı kağıtlarla veya kumaşlarla süslenerek altına kumbara şeklinde bir kutu
konur. Karşılaşan iki aşık serbest fasıl yapar yalnız tekellümü muamma üzerinde
yürütürler.
72 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Kastamonu'da yapılan aşık fasıllarında istanbul'da olduğu gibi giriş ve bi­


rinci bölümde klasik Türk müziği makamlarının ağır bastığını görüyoruz. Ancak
istanbul'da aşık fasıllarından farklı olarak fasla katılan aşıkların daha çok söz
sahibi oldukları aşıklara devamlı başkanlık eden belli bir aşığın bulunmadığı
gibi aşık tarzı deyişler yanında anonim deyişlere de yer verilmektedir.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 73

19. YÜZYIL KONYA A ŞIK FASILLARININ DÜ ZENİ


Osmanlı İmparatorluğunun önemli merkezlerinden biri olan Konya aşıklık
geleneği yönünden kendine has özellik gösteren bir bölgedir.
İbrahim Aczi Kendi, 19. asrın başlarında Konya'daki Türbe ve Ayak kah­
velerinin aşıkların toplantı ve fasıl yerleri olduğunu bildirrnektedir.24 Aşık Dert­
li' nin sahibi bulunduğu Türbe kahvesine yaşlılar devam ederler, seyyah aşıkların
uğrak yeri olan bu kahveye gençler dahil edilmezlerrniş.
19. yüzyılda tespit edilen örnekleri verdikten sonra Konya'daki aşık karşı­
laşmalarının düzenini tespit etmeğe çalışacağız. Aşık Dertli ile Aşık Şem'i kah­
vesinde karşılaştıklarında ilk söze Şem'i başlar ve bir semai söyler."
A şık Şem'i:

Def-i gam etmek/iğe mecliste ahkfim istenir


Mıtrıbın sazı silkinin destinde bir cam istenir

Kerbeliidan irdi zulmet şiddetli iişıklara


Faslı gül feryadı bülbüllere eyyam istenir

On iki ay intizarı yiire takat mı gelir


Vuslat, iişıkların ferhande bayram istenir

Camerin ihrac ederler sim endamını görür


Bi tekellüf seyrolan mahbubu hümam istenir

Köşe·i vahdetle her gün çektiğim esma yeter


Şem 'i yandırma iilemi elbette akşam istenir.

Aşık Dertli

Koşma

Razımız keşfetmeğe keşşaf olan bir er gerek


Gönlümüz bend etmeğe ancak iki dilber gerek

Sa 'yile olmaz imiş cahı seriri saltanat


Tali-i başta kulun eşrefgerek yaver gerek

24
İbrahim Aczi Kendi, Konyalı Aşık Şem 'i Konuşuyor, Konya 195 1 .
25
İbrahim Aczi Kendi, Konyalı Aşık Şem 'i Konuşuyor, Konya 1951. s. 5-65.
74 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Dürrü safda piyade kalmışım ben ney/eyim


Halden fark etmeğe üstadı büzrühter gerek

Saf olur baştan illa bir kişi


Puse-i sabra tahammül kılmağa bir er gerek

Vasıl olsun sa 'yi göç işle o cahi aksaye


26
Dertli 'ye heyhat ona devletlice bir ser gerek

Aşık Dertli:
Divan
Gel selamet mülkine malik olan şahı gör
Ebr olup eflaki tutmuş eyvahı gör

Ey gözüm görme cemalin efserü hakanını


Hırka-ı abdalım başındaki külahım gör

Ebrü anın Mihrabın görmez taş eyler sücut


Ah seni takvimi bilmez zah idi gümrahı gör

Girme bezmi zahde görme mürai yüzlerin


Derki ebdale gir de beyti hasullahı gör

Dön, ziyaret eyleme İbrahimin bünnadını


27
Dertli 'nin gönlün ziyaret eyle beytullahı gör

Şem'i:
Koşma
Levhi takdiri ezelde cahili kiihil birdir
Makberi ruzü cezadan alivü sa.fil birdir

İlmi zühdü, salahı ko elden sofi


Olacak lutfu huda fadıl-ü cahil birdir

26
a.g.e. s. 15.
27
a.g.e. s. 16.
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 75

Nitekim düştü ubudiyyete şimdi şair


Sühani mecliste hakkıla batıl birdir

Gerçi tanziri muhal etmeye yoktur hünerim


Bende-i bezmi meyde kabili na-kabil birdir

Destgir olsa sana nuru Muhammed şemi


28
Mervei hak haremi Kabe ile babil birdir

Tespit edilen bu örneklerde görüldüğü üzere aşık tarzı nazım türlerinin


aruzlu şekilleri ve bütün şiirlerle yapılan bu karşılaşmada ayak beraberliği de
yoktur. iki aşığın belli bir konu etrafında birbirlerinin görüşünü destekler mahi­
yette sıra ile deyiş söyleyerek sohbet ettiklerini görüyoruz.
1 8 16 ilkbaharında Aşık Dertli' nin kahvesine kendisi ile görüşmek üzere
Borlu Aşık Ülfeti gelir, sazını eline alarak şu koşma ile deyişmeyi açar.29
Aşık Ülfeti:

Evvel böyle yazmış takdirde yazan


Çektiğim cefaya dağlar dayanmaz
Elbet bir gün olur bozulur düzen
Kimsenin çırası tana dek yanmaz

Aşıkların aşkı olmaz mı kat kat


Bir gün yamacına dikilir sırat
Yüz bin öğüd versen etsen nasihat
Gafil insan bu gafletten uyanmaz

Ülfetiyim renk aldım bahri ummandan


İki çeşmim hali değil al kandan
Gafil gelir gafil geçer cihandan
Varıp ahvalini kamile danmaz

28
a.g.e. s. 16.
29
a.g.e. s. 21.
76 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Aşık üıreti:
Koşma

Coşkun derya gibi dalga atmalı


Sabredelim yok zararı gurbetin
Lti 'li gevherden alıp satmalı
Her gün durur aşk pazarı gurbetin

Evvel yaradandan olmalı imdat


Bülbül olan güle etmez mi feryat
Elbet bir gün olur ederler azat
Bin yaşasın ol hünkarı gurbetin

Bu aşkın boynumdan aştı


Hasretlikle didem al kanlar saçtı
Evlddım göndermiş geldi ulaşJı
.. 30
Ulfetiye bu yadigarı gurbetin

Aşık Ülfeti, Aşık Şem'i'nin orada olduğunu öğrenince şu koşmayı söyler:"

Kanat açar ilden ile uçarsın


Bilinmez konağın hanın durnalar
Yad avcılar çoktur nasıl geçersin
Haliniz kamile danın durnalar

Aşık olan aşk kılınun yalarlar


Adet budur bahri game dalarlar
Baz beslerler hem de şahin avlarlar
Sonra akıdır kanın durnalar

Tutun bir kılavuz yoldan şaşmayın


Ülfetinin gizli derdin deşmeyin
Erzurum şitadır ordan geçmeyin
Çevrilip gönlüne varın durnalar

30
a.g.e. s. 21.
31
a.g.e. s. 22.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞiİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 77

Aşık Şem'i:

Semai

Nehri aşkıı kanlı sular döktüğüm didem bilir


Tasıla zehir içer de erbabı işret dem bilir
Yaralansa ciğeri lokmana minnet eylemez
Anların cerrahı her bir yareye merhem bilir

Bir hararet gülde var bülbül bilir anlamaz


Yarin esrarını bilir fişıklar ağyar anlamaz
Maye-i aşk olmasa zatinde hünkar anlamaz
O nasıl iksiri ateş pare-i gülfem bilir

Meclise saki getürse lfile renginde şarap


Ben de versem kendüye hazır ciğerden bir kebab
Bir iki fincan içince aradan kıılkıır hicap
Her ne denlü cahil olsa ademi adem bilir

Verdiler namert elinden içmedik ahı hayat


Sakı-ı gül çehreye sıtkıla ettik inkıyad
Ol vakıt da babı aşkı hu çekip ettik kuşat
32
Sen nasıl rüsvayı aşksın Şem 'f'yi alem bilir

A şık Ülfeti:

Koşma

Aşkın eleğinden bizi yaradan


Eler gelir eler gider bilmem mi?
Kıylu kııli kaldıralı aradan
Neler gelir neler gider bilmem mi?

Taze tıfıl idik geçirüp çağı


Gayri viran ettik bahçeyi bağı
Ferhat şirin için o cesim dağı
Deler gelir deler gider bilmem mi?

32
a.g.e. s. 23.
78 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Gönül ne yatarsın gaflette uyan


Aklını cemeyle var hakka dayan
Ülfeti matlubun gani Mevlddan
33
Diler gelir diler gider bilmem mi?

Şem'i usule uygun olarak hoşluk ve pes adabı için şu irticali divanı söylü-
yor:

Pehlivanı aşk olan hazarda kuvvet gezdirir


İmtihan olmaklığa hasmıyla kisbet gezdirir

Kimini zenciri mihnetle eder dünyada bend


Kimini derviş eder Mevla mücerret gezdirir

Var ise levhi kaderde başına liibüd konar


Bir melek zerrin kafesde mürgi devlet gezdirir

İstemez kimse rizasıyla diyarı gurbeti


Abı dane serpilir insanı kısmet gezdirir

Gül dirahtinde kuru feryad edersin andelip


. 34
Bezme rakı, Şem 'iye pervane şerbet gezdirir.

Bu deyişten sonra adet üzere kahvede "parsa tepsisi" dolaşırken iki aşık
peykeye gelerek pes anlaşması yapmışlardır. Bu örneklerde görüldüğü üzere
Aşık Şem'i ile Aşık Ülfeti karşılaşmasında da Aşık Şem'i ile Aşık Dertli karşı­
laşmasında olduğu gibi belli bir düzen ve belli kurallara göre şiir gibi bir birlik
yoktur. Bir aşığın deyişi ardından gelen diğer aşığın deyişinde farklı ayaklar
kullanılmıştır. Doğu Anadolu'da ve bir ölçüde Kastamonu'da mevcut olan koş­
ma dörtlüklerinin paylaşılması ve aynı kafiye ve aynı hece ölçüsüyle aynı konu­
da bütün bir deyiş söyleme geleneğinin bu örneklerde yer almadığını görmekte­
yiz. Aşık Ülfeti, Konya merkezinde yaşamamış ve Dertli ' nin kahvesine de sey­
yah olarak Bor' dan gelmiştir. Onun halk şiiri nazım türlerinden olan 1 1 heceli 3
kıtalı koşmaları tercih ederek deyişlerini bu tür dahilinde söylediğini görüyoruz.
Ancak bazı mısralardaki hece sayılarındaki eksik ve fazlalıkların şairin kusuru
mu, yazıya geçirenin kusuru mu bunu tespit edebilmek güçtür. B iz kaynak gös­
terdiğimiz eserden örnekleri aynen naklettik. Bu karşılaşmaları yaptığı tarihte

33
a.g.e. s. 24.
34
a.g.e. s. 27.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTiFi 79

okumayı yazmayı Silleli Sururi'den yeni öğrendiği35 Şem'i'nin kullandığı Arap­


ça ve Farsça kelimeler yanında terkipler de dikkat çekicidir. Konya' da aşık tarzı
şiir geleneğinin özünden fazla taviz vererek Mevleviliğin ve klasik kültürün
tesiri altında çok farklılaştığını görmekteyiz.
Evlerde de sürdürülen şiir sohbetlerinden 1 8 17 yılı ilk baharında Hemdem
Çelebi ' nin konağında yap�lan Konya'da tekke şiiri, klasik şiir ve aşık tarzı şiirin
bir arada birbirlerini etkileyerek yaşamalarına örnek teşkil edecek niteliktedir.
Aşık Şem'i, Aşık Silleli Sururi, Hemdem Çelebi, Mevlevi şair ve Neyzen Niyazi
Dede, Hulusi Dede, Derviş Hasan 'ın katıldıkları fasıl şu düzen içinde yapılmış­
tır.
Hemdem Çelebi 1 divan
Aşık Şem'i, Hemdem Çelebi için 1 divan
Hulusi Dede 1 koşma
Aşık Şem'i 1 koşma, 2 divan, 1 Kalenderi.
1 8 1 9 yılında gene Hemdem Çelebi' nin konağında yapılan toplantıya Silleli
Aşık Sururi, Silleli Aşık Medari, Aşık Dertli ve Aşık Şem'i katılmışlardır.
Mevlevi fasıl
Aşık Dertli 4 semai
Aşık Merdani 2 semai
Aşık Merdani saz ve ney eşliğinde bir koşma
Aşık Merdani bir divan
Hulusi Dede, Hemdem Çelebi'nin bir divanını okumuştur.
Aşık Şem'i 1 Kalenderi
Hulusi Dede 1 koşma
Şem'i 1 divan36
Köşklerde yapılan bu özel toplantılarda aşık fasıllarının kendi icra töresinin
özelliklerini bütünüyle yitirdiğini görmekteyiz. Ancak 1 823 baharında Konya
Sulukahve'de yapıldığı bildirilen şu karşılaşma geleneğin bütünüyle terk edil­
mediğine delil kabul edilebilir.37 Sulu Kahve'nin kapısına Aşık Kenzi şu muam­
mayı asar:

Ol nedir ki muallaktır kaşanesi


Temeli yok üstat kendi kurar anı
Zinciri var kemendi var hem şanesi
Sakıt durur liikin yakar nice canı

JS
a.g.e. s.
28.
J6
a.g.e. s. 29-48.
)7
a.g.e. s. 81.
80 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Aşık Kenzi'nin muammasının yanına Aşık Şem'i de şu muammayı asar:

Üç harflidir ağyarı çok


Dostu azdır hem yari çok
Aşık olan tanır anı
Nadir gezer ejkfirı çok
İsmi vardır döner dilde
Eserleri doğru yolda
Yeri meçhul hangi belde
Bir şandır ki ızmarı çok
Sırrı açar sırrı vermez
Her saraya gelir girmez
38
Dili durmaz ikrarı çok

Bir süre sonra iki aşık Sulu Kahve' de dinleyiciler önünde karşılaşırlar. Aşık
Kenzi önce Mevlevi ve hüseyni makamları ile fasıl yapar, bir semai ve bir divan
söyler. Aşık Şem'i tekrar bir divan okur. Bu girişten sonra Aşık Şem'i sazının
eşliğinde muammayı şöyle çözer:

Sinek gibi hırs yoluna uçup girilmez


Ankebut gibi temelsiz tuzak kurulmaz
Küncu vahdet bize mesken ezel kiirı
Emretmeyince bu aşk bir cevap verilmez (örümcek)

Aşık Şem'i Sulu Kahve'nin kapısına astığı muammayı okur, Aşık Kenzi bu
muammayı çözemeyeceğini bir Kalenden ile ifade edince Aşık Şem'i muamma­
sının cevabını kendisi verir:

Üç harfli aşk sultanımız değil mi?


Ağyarı aşk düşmanımız değil mi?
O bir şahtır bulunmaz her gönülde
Bizim hoş bir cismanimiz değil mi?

İsmi döner aşıkların dilinde


Gezer daim doğruluğun yolunda
Yeri anın seher vakti gülünde
Bizim her an canımız değil mi?

38
a.g.e. s. 85.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 81

Sırrı verir nihan eyler ezelden


Sünehatı Hüdayı lem yezelden
Verir safa daim hoşluk güzelden
Her nafhası gülüstanımız değil mi?

Şem 'f söyler aklım hayran karında


Gönül müştak gezer anın zarında
Yarine yar, gözümüz yok ağyarında
39
Bu hal dilde elhanımız değil mi?
Bu örneklere göre Konya merkezinde yetişen aşıkların katıldıkları aşık fa­
sılları klasik edebiyat ve müzik makamları yanında Mevlevi tarikatının tesiri
altında şekillenmiştir. İstanbul ve Kastamonu'da tespit edilen aşık fasıllarının
giriş ve birinci bölümlerinden sonraki bölümlerinde aşık tarzı şiir kendi türleri
ve ezgileri eşliğinde, kendi icra töresi içinde sunulmaktadır. Konya'dan tespit
edilen örneklere baktığımızda aşık tarzının geleneğe bağlı unsurlarının çok za­
yıfladığı açıkça görülmektedir. Ancak Konya çevresinde yaşayan aşıkların eser­
lerine bakarak kaza ve köylerde XIX. asırda aşıklık geleneğinin kendi töresi
içinde yaşadığını en azından bir grubun klasik kültürün ve Mevleviliğin tesirin­
den uzak kalarak geleneğe uygun eserler vermiş olduklarını düşünmek müm­
kündür.

)9
lbrahim Aczi Kendi, Konyalı Aşık Şem 'i Konuşuyor, Konya 1 95 1 , s. 87.
82 Prof. Dr. Umay GÜNAY

20. YÜZYIL DOGU ANADOLU BÖLGESİ


A ŞIK FASILLARININ DÜZENİ

Bugün aşıklık geleneğinin canlı olarak yaşadığı Doğu Anadolu, Güney


Anadolu ve İç Anadolu bölgelerinde özellikle Erzurum ve Kars çevresinde ya­
şayan aşıklar arasında "karşılaşma," "deyişme," "atışma" veya "karşı beri" gibi
adlar alan sistemli deyişmeler en az iki aşığın dinleyici huzurunda veya herhangi
bir yerde karşı karşıya gelerek, birbirlerini sazda ve sözde belli prensipler içinde
denemeleri esasına dayanmaktadır.
Adanalı Aşık Feymani bu konuyu şöyle açıklaıruştır: "Çukurova'da, önce­
leri iki aşık birbirleriyle tesadüfen karşılaştıkları için, tanıdığı bir aşığı görmek
için gittiğinde, haldaş oldukları için, muhabbet etmek üzere, kimlik öğrenmek,
etrafta meclis varsa meclisi eğlendirebilmek için yapılırdı. Sonralan ise üstün
aşık olabilme, konserlerde sahne icabı, yarışmalarda birincilik, diploma, madal­

ya, şöhret ve para için yapılmaktadır."
Aşık tarzı şiir geleneği içinde önemli bir bölüm olan sistemli deyişmelerin
yapılabilmesi için Aşık Feymani'nin de açıkça ifade ettiği gibi iki aşığın karşı
karşıya gelmeleri yeterli sebeptir. Ancak, yukarıdaki ifade de görüldüğü gibi
gelenekten olmayan kişilerin düzenlediği aşık toplantıları aşık karşılaşmalarına
yabancı bazı yarışma dallan ilave etmenin yanında bu karşılaşmaların gayelerine
"
de değişik yönlerden tesir etmiştir. Ayrıca Erzurum ve Kars yöresinde çok
kalabalık bir temsilci yetişmiş ve yetiştirmekte olan bu gelenek bugün Anado­
lu 'nun diğer bölgelerinde yaşayan aşıkları ve aşık edebiyatını tesiri altına almış­
tır.
İki aşığın karşı karşıya gelmelerindeki sebep ve şartlara göre sistemli
deyişmeler kendi içlerinde tür ve muhteva yönünden farklılık göstermektedirler.
Belli bir dinleyici huzurunda yapılan aşık fasıllarının bugün Doğu Anado­
lu' da yaşayan şekli ile takip edilen düzeni şöyledir:
1 . Hoşlama, merhabalaşma gibi deyimlerle anılan giriş bölümünde aşıklar
dinleyicileri selamlamak ve hoş geldiniz demek için çok kere "hoş geldiniz",
"safa geldiniz," "merhaba" gibi rediflere bağlı ayaklarla karşılıklı söyledikleri
koşma dörtlükleri veya ayn ayn söyledikleri divaniler yer alır. Bu bölümde söy-

40
1977 yılında aşıklara uyguladığımız anket cevaplarından alınmıştır. Aşık Feymani asıl adı
41
Osman Taşkaya'dır ve Adana, Kadirli kazası Azaplı köyünde 1942 yılında doğmuştur.
1977 yılı Nisan ayında aşıkların yoğun olduğu bölgelerde uyguladığımız anket sorularına
verilen cevaplar bu hususu doğrulamaktadır.
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÖİ ve RÜYA MOTİFİ 83

lenen deyişlerde dinleyiciler arasında aşıkların ilgisini çeken kişilerden bahse­


dildiği gibi toplantının sebebi ve o anda toplantının yapıldığı yerin özellikleri de
deyişlerde söz konusu edilebilir.
Konya'da yapılan onuncu Aşıklar Bayranunın açılışında Aşık Şeref Taşlıo­
va, Aşık Murat Çobanoğlu, Aşık Çıraği, Aşık Alyansoğlu ve Aşık İlhami' nin
söyledikleri haşlamayı bu bölüme örnek olarak alıyoruz.

Taşlıova: Aşıklar meclisine mihman/ar hoş geldiniz


Böyle hayır dua yoktur erkanlar hoş geldiniz
Amiraller gomutanlar hepiniz gecemize
Ankara 'dan cifder cifder bakanlar hoş geldiniz

Çobanoğlu: Aşıkların yarasına dermanlar hoş geldiniz


Erkanlar sonra sizler lokman/ar hoş geldiniz
Aşıkın gözyaşı derya ucudur deli gibi
Bizlere önder olan gaptanlar hoş geldiniz

Çırağı : Hepinizde ilim derya ümmanlar hoş geldiniz


Bugün dşıklar bayramına mihman/ar hoş geldiniz
Ben gönlümde dostun için hakdan almışam köşkü
Bu hane için misafir sultanlar hoş geldiniz

Alyansoğlu: Aşıkların harmanına erenler hoş geldiniz


Acı tatlı gözünüzle görenler hoş geldiniz
Biz yaralı sizde lohman ilacımız sizdedir
Getirip sargı beziyle saranlar hoş geldiniz

İlhami: Biz gibi aşk oduna yananlar hoş geldiniz


Aşk meydanında pervane dönenler hoş geldiniz
insanoğlu tabiattır kah açılır kah solar
Yerde gökte türlü mana sunanlar hoş geldiniz

Taşlıova: Şeref der ki on yıl oldu, Konya'daki iz bizim


Dilimiz hakkı söyleşir elimizde saz bizim
Dede Korkuddan Yunus 'a divan bizim söz bizim
Biz bir bülbülüz bu bağçeye bağbanlar hoş geldiniz
84 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Çobanoğlu: Çobanoğlu sazı olanlar bizde niyaz olur


Her guşda bir higmet vardır Mevla 'ya pervaz olur
Bazı bakanlara baktım saçları beyaz olur
Gönülleri derya gibi aslanlar hoş geldiniz

Çırağı: Bahçesindeki gül bizde, gülşen bizde, gül bizde


Edeb bizde, erkiin bizde, haya bizde, yol bizde
Bir ilim deryasıyız gunuşacah dil bizde
Vahdi saat içre zamanlar hoş geldiniz

İlhami: Cahilde akıl olmazsa sonu nerede galır


insanlık soyu kibardır daim ilime dalır
Goyunu sağlam güden haggını sağlam alır
42
Süleymanlar sedirinde hakanlar hoş geldiniz

7 Mart 1 938 tarihinde Artvin Halkevinde yapılan toplantıda Aşık Efkan ile
Aşık Huzun' nin dinleyicilere söyledikleri haşlama:

Efkan: Güler yüzlü bize nazır olanlar


Bu ne hoş zamandır Aşık Huzurf

Ruzun: Bizi dinlemeğe hazır olanlar


Hep ehli irfandır Aşık Ejkiirf

Efkan: Saçtılar meclise nurlar, ziyalar


Halkın bütün dertlerine devalar
Misafirlerimiz yüksek simalar
Takdire şayandır Aşık Huzurf

Ruzun: Aşık Ömer halk çocuğu halleri


Bülbül olmuş Artvin 'de dilleri
Yakından halk ile hasbihalleri
A 43
Badii şükrandır Aşık Ejkiirf
2. Hatırlatma, canlandırma denilen bu bölümde aşıklar kendilerinden önce
yaşanuş ve sevilen aşıkların deyişlerini sıra ile söylerler. Aşık fasıllarının diğer
bölümlerinde de zaman zaman usta malı deyişlerin söylendiği olursa da Doğu
Anadolu Bölgesi aşık fasıllarında usta malı deyişler bu bölümde yer alır.

42
Kültür Bakanlığı, Halk Kültürlerini Araşunna ve Geliştinne Genel Müdürlüğü Arşivinden
43 alıruruştır.
Behçet Kemal Çağlar, "Halk Denen Hazineye Doğru," Ülkü Yeni Seri, Cilt 2, s. 24.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 85

Bu ilk iki bölümün farklı olduğu fasıllar da vardır. Bazı aşık fasıllarında ev
sahibi durumunda olan aşık ilk ayağı açarak 15 heceli bir divani ile misafir aşığa
hoş geldin der. Misafir aşık, ev sahibinin deyişine üç kıtalık 15 heceli bir divani
ile cevap verir. Bundan sonra her iki aşık sıra ile üçer kıtalık birer tecnis (yedek­
li koşma) ve birer güzelleme (1 1 heceli düz ayaklı bir kişinin veya bir yerin
güzelliğinden bahseden koşma) söylerler.
3. Tekellüm, aşık fasıllarının en geniş ve en çok hüner isteyen bölümüdür.
Koşma dörtlüklerinin paylaşılarak sıra ile karşılıklı olarak çeşitli konularda ve
çeşitli ayak düzenlerine uyularak daha çok yarışma psikolojisi ile yapılan karşı­
laşmalar bu bölümde kendi içinde 8 gruba ayrılmaktadır. Her fasılda bu sekiz
grubun her birinin yer alması şart değildir.
a. Geleneğe göre en yaşlı veya ev sahibi durumunda olan aşık "düz ayak"
veya "geniş ayak" denilen kafiyeyi sağlayacak kelimelerin bol olduğu bir ayakla
deyişmeyi açar. Bu bölümde konu sınırlaması kıta sayısı sınırlaması yoktur.
Aşıklar karşılaşma sebeplerini dile getirdikleri gibi istedikleri herhangi bir ko­
nuda açılan ayağa uyarak sohbet tarzında söyleşirler.

Aşık Abbas: Gel sennen imtihan olak, gam donun giyin fi.şık
İndi sinene çekecem dağ ile düğüm iişık
Terlan gibi gözlerdim ben her gün evgiih yerini
Şikiir deyin elime de düşüpsen böğün aşık

Aşık Şenlik: Arzuladık geldik biz bögün sizi deyin aşık


Sizde hiç hürmet yok mu kalbi kara, hain aşık
Evvel çok havai gitme sonra pişman olursan
Ne zamanki alt edersen o zaman öğün iişık

Aşık Abbas: Sevda yeli vurdu cana aşk eseri görünü


Cenginen gelip meydana görsen iişık zorunu
Çok açtım sen teki iişıkların sırrını
Yavaş geldin bu meydana, kaçarsan yeğin aşık

Aşık Şenlik: Aslı şirret mazarattan kaçıp kurtulmak haktır


'Zatında hile görünürfitneyi Jelin çoktur
Düşüpsen aslan cengine hiç mi haberin yoktur
İndi tutaram başına bir olmaz oyun iişık

Aşık Abbas: Aşık Abbas abdal olmuş, aşk elinden delidir


On iki imam, "çar yarlar" ol hüdamın kuludur
86 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Açsam gizli matahlarım, lfil-i gevher doludur


Necesen gösterem beyan be beyan {ışık

Aşık Şenlik: Beyan beyan bilirem ne fitneyifeldesen


İstesem zirdest ederem, zaptı mümkün eldesen
Düşüpsen şenlik bahrına, abu umman seldesen
44
Necesen gark edem dibe hilekar lain aşık

İslami inançlar dahilinde İslami olaylar ile ilgili menkıbelere dayanarak


sohbet de tekellümün bu giriş kısmında yer almaktadır. Aşık Şenlik, Aşık
Sümmani ve Aşık Zülali'nin bu konu etrafında karşılıklı deyişlerini örnek olarak
veriyoruz.

Zülali: Türaptan bir avuç hak aldı kaddes


Bu zemin lerzeye bir kere düştü
Beytullah yerine beyt-i mukaddes
Kuruldu Kabeye bir kere düştü

Sümmani: Emr-i hakkın birliğine çok şükür


Hikmet-i sırrını etmelifikir
Semekin batınında eyledi zikir
Yunus da deryaya bir kere düştü

Şenlik: Hitamet celfili sehabet zaman


Sırrı hikmetine erişmez güman
Nuhun tufanında mevc oldu umman
Dünya zelzeleye bir kere düştü

Züıali: İblis ki Eyyub 'e oldu musallat


Hakkı zikreyledi derdine nisbet
Sabrıle felahı buldu akıbet
O derd-i belaya bir kere düştü

Sümmani: Elestü gününde ruhları isbat


Dünyada bulunmaz hiç ona nisbet
Arştan huruç hacerü 'l esvaı
Mekiinı Kabeye bir kere düştü

Şenlik: Dünyaya ki geldi Hatem-i Nebi


Açıldı mümine mağfiret babı

Orhan Özbek, Aşık Şeıılik, Ankara 1969, s. 21 -22.


Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 87

Rüknü baştanbaşa burcu mihrabı


Beytullah secdeye bir kere düştü

Zülali: Beytullah Habibi kıldı muhabbet


Hamd ü şükür olsun buldu akıbet
Hakkın emri ile okunur lanet
iblis karıyaya bir kere düştü

Sümrnani: Ashab-ı kehfler ki kaçtı yagiden


Ecel şerbetini içti sagiden
Gene cana geldi dii rü 'l -biikiden
Bu darü 'l-faniye bir kere düştü

Şenlik: Bu fani dünyaya cümlemiz mihman


Kurt kuş, arş ü kürsi, ins ü cinnü can
Mühür hususunda Sultan Süleyman
Fikri endişeye bir kere düştü

Zülali: Yakub ki başladı ah üfigane


Hak da buyurmuştu ana nişane
idris düzeniyle girdi cinane
Cennetü 'l-Mevliiya bir kere düştü

Sümrnani: Musa Firavunla tutunca bahsi


Kiifirin müstecab oldu duası
Nemrut halikine olunca asi
Ok attı havaya bir kere düştü

Şenlik: Musa 'nın asası mucizat nuru


Yarılınca derya gösterdi yolu
Fani dünya bünyat olandan beri
Ona şev ü ziya bir kere düştü

Zülali: Ben(i) İsrail kavmi ta baştan başa


Musa 'ya iftira ettiler haşa
Harun 'un meftası zeminden arşa
Arz edip semaya bir kere düştü

Sümmani: Sümnıiinf'nin budur söz muhtasarı


Aşk ucundan içtim ab-ı kevseri
88 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Cebrail kanadın gölge eseri


Arş yüzünden aya bir kere düştü

Şenlik: Şenlik der Muhammed işaret kıldı


Ay ikdam eyleyip pervaze geldi
Gökten yere indi payendaz oldu
Kamer haki paye bir kere düştü

Zülali: Züliilf der çünkü emretti Bari


Hiç idrake sığmaz sırrı işari
Muhammed 'in kademenin gubari
45
O arş-ı alaya bir kere düştü

b. Öğütleme adı verilen tekellümün bu ikinci kısmında düz ayakla iki aşık
birbirine nasihatle yol gösterir ve tecrübelerini birbirlerine anlatırlar. Dörtlük
sayısı sınırlı değildir.

Aşık Ummam: Uyan gönül uyan sen bu gafletten


Halk olan eşyadan fırat uyumaz
Eşyayı yaratan başka yaratmış
Ta Adem 'den gelen efrat uyumaz

Aşık Çobanoğlu: Aşıklık kudretten kula yetişir


Dert alır sinesi rahat uyumaz
Çalışanlar mevliisına kavuşur
Her an her dakika saat uyumaz

Aşık Ummani: Bu alemi halk edeni biliriz


Güç yetmeyen kudreti biliriz
Palçığa naklolan canı biliriz
Hazırdır nazırdır bizzat uyumaz

Aşık Çobanoğlu: Mümin kul odur ki nasihat ala


Yaptığı iyilik temelli kala
Düşkündür diye deyme bir kula
Başan belli gelip afet uyumaz

Aşık Ummani: Ummdnf sözünü söylemez naçar


Bu faniye gelen eylenmez göçer

4� -
Orhan Özbek, Aşık Şenlik, Ankara 1969, s. 50-54.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 89

Beşer olan bir gün canından geçer


Vardır geçilecek sırat uyumaz

Aşık Çobanoğlu: Çobanoğlu ders almıştır kudretten


Anlarım elifi cüzi ayetten
Ne dilersen dile gelir himmetten
46
Alemin sahibi kudret uyumaz

c. Bağlama-muamma, aşık karşılaşmalarında çok önemli sayılan bu bölüm­


de iki aşık birbirlerini dini, tasavvufi ve İslami menkıbeler konusunda imtihan
ederler. Bu bölümde çok kere zor ayaklara da başvurulur. Aşıklar birbirlerini
hem bilgi hem de sanat yönünden zorlarlar. Bilindiği üzere Doğu Anadolu ve
Azerbaycan 'da kafiye terimi yerine ayak terimi kullanılmaktadır: Aşık tarzı şiir
geleneğinde kafiye bir redif veya redif grubuna bağlıdır. Bu sebeple ayak, "kafi­
ye + redif birliği" şeklinde ifade edilebilir. Aşık tarzı şiir geleneğinde karşı lıklı
deyişmelerde arkadan gelen aşık söze başlayan aşığın verdiği ayağa uymak zo­
rundadır. Açılan ayağa uygun kafiye bulamayan aşıklar başarısız sayılır. Duru­
ma göre ayak bir kelime olduğu gibi bir mısra da olabilir. Hüner gerektiren ayak
çeşitlerini şöyle sıralayabiliriz. Dar ayak, kafiyesi az olan kelimelerle kurulan
ayak biçimidir, bu tür deyişmelerde kafiye olabilecek en az altı kelime gerekli­
dir. Kapalı ayakta ise ilk kafiye kelimesinde bulunan ünlünün arkadan gelen
ayak mısralarında da sürdürülmesi gerekmektedir. Kapalı ayak hangi ünlü ile
başlanuşsa deyiş sonuna kadar ayak mısralarında bu ünlü ile devam edilir. ikili
ayak daha çok dikkat ve hüner gerektinnektedir. Bu tür ayakta ilk ayak nusraın­
da yer alan iki ayn kelimeye mana bütünlüğüne de uyularak aşağıdaki mısralar­
da kafiye sağlanır. Üçlü ayakta ise kıta içinde ayağı sağlayan nusra veya nusra­
larda bir mana bütünlüğü içinde sıralanan üç ayn kelimeye yeri geldikçe kafiye
tespit edilerek deyiş sürdürülür.
Bağlama, çok kere muamma adıyla anılan bur tür deyişmelerde aşıkların
biri diğerine soru sorar, ikinci aşık birinci aşığın açtığı ayağa bağlı olarak soru­
lan sorunun cevabını taşıyan bir dörtlük söyler. Dörtlük sayısı kısıtlı olmadığı
gibi ikinci aşık birinci aşığın sorusuna cevap verdiği dörtlük içinde karşısındaki­
ne soru da yöneltebilir. Birinci aşığın sorulan bitip hepsi doğru olarak cevap­
lannuşsa o zaman ikinci aşık yeni bir ayak açarak kendisini sorguya çekmiş olan
aşığı imtihan eder.
Soru-cevap şeklinde diyaloga dayanan bu bölüm çok kere muamma adıyla
da anıldığı için aşık tarzı şiir geleneğinde yer alan askı-muamma ile kanştınl-

46
1977 yılında yaptığımız araştırmalarda tespit ettiğimiz malzemelerden aktarılmıştır.
90 Prof. Dr. Umay GÜNAY

maktadır. Askı şeklindeki muammalar daha çok anonim bilmece karakterinde­


dir. Soruların cevaplan canlı veya cansız cisimlerdir. Bağlama grubuna giren
mua mmalar ise iki aşığın birbirinin, bilgisini ve sanattaki hünerini yoklama
esasına dayanmaktadır. Klasik edebiyatta da örnekleri bulunan "ol nedir kim"
ibaresine benzer ibarelerle başlayan lllgazlarla aşık tarzı şiirdeki "ol nedir ki"
ibarelerinin kullanıldığı muammalar arasındaki münasebet ayn bir araştırma
gerektirmektedir.
Bağlama-muamma bölümü için 1968 yılında Adanalı Osman Feymani ile
Tokatlı Selmani arasında yapılan deyişmeyi örnek olarak veriyoruz.

Aşık Feymani: Bir kasırga koptu yınıldı yelken


Bir gemi var deryanın ucu yok
Kaptanı limana varayım derken
Ülkesinde şah var amma tacı yok

Aşık Selmani: Kasırga eceldir, yelken de kefen


Gemi vücut deryasının ucu var
Akıl kaptan fikir ilim bir iken
Sabır şahtır onun çok muhtacı var

Aşık Feymani: Bir şehir var tellalları sağırdır


Bir kervan var yükü gayet ağırdır
Bir çoban var koça kuzu doğurtur
Bir yara var sızlar ama acı yok

Aşık Selmani: Cehennem şehrinde tellal sağırdır


Ölüm kervanının yükü ağırdır
Çoban Allah, Adem 'e kız doğurtur
O yarada ne sızı var ne acı var

Aşık Feymani: Bir dağ vardır yel esince devrilir


Bir gül vardır gün vurunca kavrulur
Bir harman var sürülmeden savrulur
Yığın yığın samanı var çeci yok

Aşık Selmani: O dağ tahtdır yel esince devrilen


O gül Yunus gün vurunca kavrulan
O ömür harmanı hergün savrulan
Yığını kabristan ceset çeci var
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 91

Aşık Feymani: Bir yol vardır hakikatın kapısı


O kapının üç anahtar tapısı
Beş binanın onyedidir yapısı
Oniki kardeş var tek bir bacı yok

Aşık Selmani: Doğru yoldur hakikatin kapısı


Muhammed'le Ali onun tapısı
Beşler on yedi kemerbest yapısı
On iki imama bir de bacı var

Aşık Feymani: Feymanf sır sorar aşkı bilenden


Bir ağaç kırk olmuş binbir bedenden
Bir Uıbe yok olmuş gelip gidenden
Tavaf edenler çok ama hacı yok

Aşık Selmani: Selmani sır alır beyan edenden


Birler kırk olmuş bin bir bedenden
O Uıbe gönüldür gelip gidenden
47
Tavaf olunursa mutlak hacı var

d. Sicilleme, çok kere bağlama bölümüne iddialı giren aşıklardan biri başa­
rısız olduğu taktirde mat eden aşık karşısındakini hicvetmek için onun soy ve
kişiliğini tenkit eder, acı sözler söyler. Aşık fasılları dışında da aşıkların kızdık­
ları kimselere bu tür deyişler söylemeleri olağan sayılır. Sicillemede deyişler
karşılıklı değildir. Sicilleme özellikle Doğu Anadolu Bölgesinde yaygınlık gös­
termektedir. Çıldırlı Aşık Şenlik'in kendisinden usta olduğu iddiası ile ortaya
çıkan aşığın başarısızlığı üzerine söylediği sicillemelerden yalnız birini örnek
olarak veriyoruz.

Aşık Şenlik: Eğer ki dilin lal ise


Ne için alıpsan sazı
Derununda dere eleyip
Sonra söyleyeydin sözü

Kendini bilmez bed asıl


Canıma salıfsan közü
Ustasına lag edenin
Hemişe karadır yüzü

47
1977 yılı nisan ayında iişıklar ar.ısında yaptığımız arııştımıa sonunda derlediğimiz metinlerden.
92 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Ham tay gibi çifte atıp


Dumana katarsan tozu
Mecliste zenne sayarlar
Sen gibi nanecip kızı

Olupsan cilveli kadın


Başına dalarsan bezi
Baharda tüyün dökülür
Ondan hoşotamazsan yazı

Hazanda sıçan ezersen


Toprakta izlersen izi
Gezişin guzoy tülküsü
Cesaretin aran kazı

Ne kırıksan ne de zağar
Ne çaposan ne de tazı
Kasaphanede çok olur
Senin gibi it uyuzu

Yüzün çevir bu yana


Kalbi kirli salahana
Seni katar ol tayfaya
48
Nafakanı yal ederem

e. Yalanlama, aşık fasıllarında yalan söylemeye dayanan en çok ve inanıl­


maz yalanlan bulup söyleme sanatı aynı zamanda kelime hazinesindeki zengin­
liği ortaya koyma bakımından da ilgi çekici bir bölümdür. Anonim halk edebiya­
tı ürünleri arasında çok kere yalana dayalı tekerleme türü ile aşık deyişleri ara­
sındaki yalanlamalar arasında bir bağ olduğu düşünülebilir. Tükellümün bu
kısmı da karşılıklı paylaşılan koşma dörtlüklerinden oluşur. Aşık fasılları içinde
çok sık yer alan bir deyişme çeşidi değildir.
f. Taşlama veya takılma denilen bu bölümde aşıklar bir topluluğun, bir ye­
rin veya birbirlerinin kusurlarını, ayıplarını, kötü ve çirkin taraflarını veya ken­
dilerine garip gelen olaylan dile getirirler. Taşlamalar müstakil şiirler olabildiği
gibi koşma dörtlüklerinin paylaşılması esasına dayalı karşılıklı deyişler şeklinde
de söylenebilir. Aşık fasıllarında çok kere aşıklar birbirlerine takılarak mizahi
bir hava yaratırlar. Taşlama örneğini gene Aşık Şenlik' ten aktarıyoruz. Aşık

48
Orhan Özbek, Aşık Şenlik, Ankara 1969, s. 3 1-32.

Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 93

Şenlik ile oğlu Aşık Kasım ustalık konusunda birbirlerine saldırdıktan sonra
oğlu babadan özür dileyerek taşlama tatlıya bağlanır.

Aşık Kasım: Aşıklar içinde olupsan bir şah


Öz özüne söyletmeden dinnersen
El elden üstündür ta arşa kadar
Sanmaki yalınız ehl-i hünersen

Aşık Şenlik: Tehlike duvara verme yanını


Uçarsa koparır Nuh tufanını
· Ecel-i muallak alıp canını
Ey mi olar bu mecliste gebersen

Aşık Kasım: Bütün Qşıklardan istersen bacı


Karganın şahine yeter mi gücü
Sana bir söz derim zeherden acı
Sazı atıp dipden dibe senersen

Aşık Şenlik: Diplere sinmezem, kemendaram men


Aşıklık ilmini ne bilirsen sen
Öyle bir ok vuram hedengi müjgan
Tekerlenir tepe takla dönersin

Aşık Kasım: Önüne düşüptür bir tükenmez düz


Başlı başlı ölçme dalı geler tez
Ölçülmemiş endaz biçilmemiş bez
Llif atıben hersli hersli cırarsan

Aşık Şenlik: Men sana ne diyem hilekar cazı


Sa/ahana çapo bahar uyuzu
Ustanı bilmezsen şahmaraz tazı
Bacağın kaldırıp çöpe siğersen

Aşım Kasım: Mevlıim bir katreden yarattı seni


Bu mecliste beğenmezsen sen meni
Üfürükle kurupsan ye/değirmeni
Havalesin çok yüksekten sa/arsan

Aşık Şenlik: Zincir zaptedemez kölda yatanı


Beyni kaba hayvan neden utanı
Gel menimle koşma inat kötanı
Hagostan çıkar harvez koyarsan
94 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Aşık Kasım: Koşun çeker askerini basaram


Çeper olar dört yanını keserem
Tipi olup şiddet ile eserem
Soğuk alar el ayağın donarsan

Aşık Şenlik: Aslı kehlen olan olmaz haşarı


Beygirin aleme dokunur şerri
Çok da soğuk olsa çıkmam dışarı
Öz özüne vırlar vırlar kesersen

Aşık Kasım: Men bir cihangirem hem sahipkıran


Kırar dal gaddini ederem viran
Öyle bir ejderem zahmim şahmaran
Heşmeylesem heybetimden erirsen

Aşık Şenlik: Esnemiş nar gibi hasım güderem


Cenge salıp dal gaddini budaram
Seni sağlığına pişman ederem
Ayağınla öz ölümü ararsan

Aşık Kasım: Aşinalık olmasa ahbablık olmaz


Oturan ağalar şad olup gülmez
Baba da oğlun kusuruna bakmaz
Niye töhmet edip beni kınarsan

Aşık Şenlik: Ne diyem sen gibi bivefa dosta


Yıktın bu gönlümü ettin şikeste
Şimdiyeten neden demedin usta
49
Semeri düşürüp cili yersen

g. Tüketmece veya daraltma gibi terimlerle ifade edilen bu bölümde yuka­


rıda söz konusu ettiğimiz zor ayakların yanında dudak değmez adı verilen b, p,
m, f, v, gibi dudak ünsüzlerinin yer almadığı ayaklarla deyişme yapılır. Birbirle­
rinden üstün olduklarını bu bölüme kadar ispatlayamayan aşıklar bu zor ayak­
lardan biri veya birkaçı ile deyişerek hünerlerini göstermek için bu tarzı seçerler.
Bunlardan ikili ayağa örnek vermekle yetiniyoruz.

Aşık Selmani: Şimdi bizim elde çiçekler açmış


Sümbüller bir türlü güller bir türlü

49
Orhan Özbek, Aşık Şenlik, Ankara 1969, s. 37-41.
'
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 95

Bu meydanda lali gevher saçılmış


Mizanlar bir türlü güller bir türlü

Aşık Şeref: Her ne yana baksan sular çağlanır


Yaylalar bir türlü göller bir türlü
Dağlarında sürü sürü dolanır
Koyunlar bir türlü mallar bir türlü

Aşık Selmani: Tatlı söz insanın ciyerin ezer


'Zannetme bu dilden bir kimse bezer
Rengarenk giyinmiş salınır gezer
Yeşiller bir türlü allar bir türlü

Aşık Şeref: Bilirsen böyledir dünyanın çağı


Hayat bir ağaçtır ömür yaprağı
Dillerde meşhurdur Acem kursağı
Atlaslar bir türlü şallar bir türlü

Aşık Selmani: Selmiini'yem meylim tatlı ülfete


Mevliim düşürmesin derdi mihnete
Gelsen bize uğramazsın zahmete
Yürürler bir türlü yollar bir türlü

Aşık Şeref: Şeref vurgun yarin kalem kaşına


Ben de vardım cananımın peşine
Eğri koymuş dingesini başına
so
Zülüfler bir türlü teller bir türlü

h. Uğurlama veya methiye gibi isimlerle anılan faslın son kısmında aşıklar
birbirlerini rahatlatmak beraberliği kabul etmek için güzelleme adı verilen birer
koşma söyledikten sonra gene bir koşmanın dörtlüklerini paylaşarak birbirlerini
meth ederler veya ayn ayn müstakil birer deyişle işi tatlıya bağlarlar. Burada
örnek olarak böyle bir faslın sonunda birbirlerinin hünerine ve bilgisine hayran
kalan iki büyük aşık, Narmanlı Sümmani ile Çıldırlı Şenlik'in söyledikleri met­
hiyeleri naklediyoruz.

Aşık Sümmani: Aşıklar içinde mücevher satan


Ehl-i dil Şenlik 'im sen misen gardaş
Mağribden maşrıka beyan be beyan
Alemde ürüşan sen misen gardaş


Konya Aşıklar Bayrarnı'nda yapılan karşılamalardan 24/X/1967.
96 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Sanki müzeyyendir gevherin şani


Lal-i zer yığınağı mücevher kfi.nf
Bir görenler bir de aruzlar seni
Can içinde şirin can mısan gardaş

Sümmfinf hüddamdır cevher satana


Ben de geldim gardaş sizin vatana
Lüt.fUn hana benzer, hükmün sultana
Bu Çıldır elinde han mısan gardaş

Aşık Şenlik: Merhaba usta Sümmfinf, gevher saçan merhaba


Keta.m-ı Kadim içinde harfi seçen merhaba
Hasret galdık bu dünyada mahitab ziyasına
Dünyanın müzeyyen keyfin koyup geçen merhaba

Kerametin zahir olsa ehli diller başısan


Şenlik'in gözünün nuru, huluskar gardaşısan
Cennetin bihuş bağında müminler yoldaşısaiı
51
Hazreti kırklar yediden bade içen merhaba
Askı, yazılı kaynaklara göresı aşıkların önceden hazırladıkları ve yazıya ge­
çirdikten sonra toplandıkları kahvenin bir duvarına süslü bir çerçeve içinde ası­
lan bir bilmecedir. Bilmeceyi hazırlayan kimse yetkili bir kimseye teslim etmek
zorundadır. Bu bilmeceyi çözen aşık mükafat olarak ortaya konan parayı kaza­
nır. Bilmeceyi çözemezse mükafat bilmeceyi hazırlayan kişiye kalır. Birden
fazla aşık bilmecenin cevabını bulduğu taktirde cevabı en güzel deyişle söyleyen
kazanır. Askının aşık fasılları içindeki fonksiyonu farklılık göstermektedir. Yeni
geldiği bir yerde kendini tanıtmak ve iyi bir aşık olduğunu ortaya koymak için
muamma hazırlayarak asan aşıklar bu yörenin aşıklarını karşılaşmaya davet
etmiş sayılır. Bazı hallerde ise iki aşık karşılaşma sonunda berabere kalmışsa
toplantıda bulunan hakem heyeti içinden birisi bir muamma hazırlayarak asar,
böylece muammayı çözen galip sayılır. Bu çeşit askılı muammalar çok kere
ebcet hesabı ile çözülmektedir.
Askı konusunda yaşayan aşıklar arasında yaptığımız soruşturmada, tespit
ettiğimiz bilgileri toplamak mümkündür.
Karslı Aşık Murad Çobanoğlu: "Muammalar iki çeşittir, biri llşıklar birbir­
lerine soru sorarlar, buna bağlama da denir, ikincisi dinleyiciler arasından bir
kimse mendilin içine bir şeyler koyar, yukarı asar. Mendilin içinde ne olduğunu

�I •

Orhan Özbek, Aşık Şenlik, Ankara 1 969, s. 67-68.


�2
İhsan Ozanoğlu, Aşık Edebiyatı, Kastamonu 1 940.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 97

ğunu bilen lişık mendili indirerek içini açar, buna gizli muamma denir" demekte
ve Taşlıçay kaymakamının Çobanoğlu'nun çözmesi için hazırladığı askıyı Ço­
banoğlu şu deyişi ile indirdiğini belirtmektedir:

Sana yalvarırım yaradan Allah


Beni mahçup etme insan içinde
Hazreti Yusuf'dan kaldı yadigar
Takılır kollara irfan içinde (Saat)

Karip bülbül yad gölünde öter mi


Çalışmayan muradına yeter mi
Ol habib Ali 'ye verdi haremi
Yadigar bıraktı meydan içinde (yüzük)

Bir möhrü nişandır bilirim billah


Çobanoğlu yalvar yarıma Allah
İçinde yazılı tek bir bismillah
Okunur her zaman Kur'an içinde (mühür ve bismillah)

Adanalı Feymani ise bu konuyu şöyle açıklamaktadır: "Manisa 'iıın İncirli­


ova kazasında Abdulvahap Kocaman, Kahramanmaraşlı Hilmi Şahballı, Erzu­
rumlu Yaşar Bayramf sahnede atışırken; dinleyiciler arasında bulunan Erzu­
rum 'un Siviş köyünden Necmettin Yıldırım adlı bir kişi, sahneye çıkı şeklinde bir
mendil attı, bu bir muamma idi. Pfre çağırıp söze başladım. "

Sahnede bulunan aşıklar üçer kıta söylemişlerse de cevabı bulamamışlar.


Feymani aşağıdaki dörtlükte mendilin içinde para olduğunu ifade etmiş:

Mevlam aşık etti gezdirir amma


Sevdiğimi ne diyara gizlemiş
Dostum mendilini etmiş muamma
Belki de içine para gizlemiş
Bu deyişten sonra çözdükleri mendilin içinden 108229894 numaralı bir on
lira çıkmış.
Aşık Veysel Şahbazoğlu ise Arpaçay'ın Kiraz Köyündeki düğün alayında
asılan ve içinde ufak bir Kur'an-ı Kerim, iki çakmak taşı (cinsi Bistane) beş
kuruş olan askıyı şu deyişiyle indirdiğini söylemektedir:

'Zalim askı, gene beni ağlattı


Baştan azim sırrı Kur'an içinde
Dostlar ağ/atmakta nasıl güleyim
Şu kalbim yıkıldı viran içinde (Kur'an-ı Kerim)
98 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Aşkın sürüsüyle olmuşum çoban


Dolaştığım yerler dağlarla yaban
Bazı ateş olur içinde duman
Bulunur cemiyeti irfan içinde (Çakmaktaşı)

Şahbazoğlu gine bahtım karadır


Eyyüp gibi cümle azam yaradır
Beni siz illere salan paradır
Pişman etme mihman içinde (Beş kuruş)

Karslı Aşık Hasreti başından geçen bir askı çözme olayını şu şekilde ifade
etmektedir:
"Iğdır kazasında bir kahvede dinleyicilerin isteği üzerine askı asılmasına
karar verilmişti. Ama bir adam kahveye irice bir mendil getirdi ve mendil asıldı.
Dinleyiciler, fişık bunu çöz dediler. "
Aşık Hasreti üç kıtalık bir türküden sonra mendilin içinde yarasa kanadı ol­
du-ğunu şu dörtlükle açıklamış:

Yarasa ile senin farkın ne imiş


Gece gönlün ile uçduğun yeter
Ne yazık kanadın kırmışlar
Bana imtihan açtığın yeter

Karslı İlhami Demir ise bir düğünde asılan askıyı şu dörtlükle çözdüğünü
ifade etmektedir.

Parmaklarda yüzük ellerde tesbih (yüzük, tespih)


Beyler sedirinde çekerler bugün
Kuluna yardımcı yüce yaradan
İlhami 'yem yerim şekerler bugün (şeker)
Bu aşıkların ifadesine göre askı, bir mendil içine konan bir eşya veya her­
hangi bir başka cisimdir. Aşıklar yalnızca mendilin dıştan görünüşünü görmek­
tedirler, onlara yazılı veya sözlü bir açıklama yapılmamaktadır. Kapalı bir yer­
deki bir cismin ne olduğunu bilme şeklindeki denemeyi Türk masallarında da
görmekteyiz. 53 Askının yazılı şekilde de yer aldığı vakidir. Erzurumlu Reyhani,
bu tür bir askı konusunda bildiklerini şöyle ifade etmektedir:

"Öyle zannediyorum ki eskiden, medrese insanları bir araya toplanır, ge­


len hak fişığına bir muamma asarlarmış. Bu muammayı şifreli ebcet hesabı ile

SJ
Umay Günay, Elazığ Masalları, Erzurum 1975, s. 449-450.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 99

yazarlar altına da muammada sorulan nesneyi içine koydukları bir bohça asar­
larmış. Aşık sorulan muammayı bu şifreli harflere göre çözebilirse ne ala, bile­
mezse fışıklıktan tard diye bir şey yokmuş. Bizim devrimize gelince yazılı kısım
kalkmış, mendilin içine koydukları bir nesneyi, fışık sen bul diye sormaya baş­
lamışlar. Ben 1963 yılında bir ramazan gecesinde Van 'dan Erzurum 'a geldim.
Davut Sulari, Aşık Nevzat Efkô,rf, İhsanf, Nusret Baba, Efganf, Tutaklı Divani,
Erzincanlı Hıdır, Tortumlu Ruhani toplanmışlar asılı olan bir muamma için
beşer onar kıta söylüyorlardı. Verdikleri cevapları jüri kabul etmiyordu. Ben
muammanın üzerindeki yazılara dikkat ettim. Eski ustaların adetlerini Aşık
Huzurf'den dinlemiştim. Yazılardan (A) ateş, (B) billur, (N) nar veya nur, (Y) ile
(Z)yi ters yazar araya bir a koyarsan Ziya diye düşündüm. Bohçanın içinde
yanar bir cisim olmazdı, çünkü bohça yanardı, o zaman bunun ışıklı bir cisim
olduğunu anladım. Ampul, kibrit ve çakmağı buldum. ,,s•

Erzurumlu Reyhani'nin çözdüğü muamma şudur:

Bizim bu muamma üç sırrı taşır


Sihir zannedersen dilin dolaşır
Yalan söyler isen çözmek güçleşir
(A)yı arasan (B)yi bulursun

Muammayı suval ettik erine


Bak işte karşısında gitme derine
Mübarek ramazan ayı yerine
Ebcet hesabında (N)yi bulursun

Muamma nadana esrarmış meğer


Esrarı sezenler dünyayı değer
Sırrın halflerini toplarsan eğer
(Y) a ilaveten (Z)yi bulursun

Aşık Reyhani'nin cevabı:

Bakın bize bir muamma astılar


Dört tara/dan yolumuzu kesdiler
Ya aşıklar hurda niçin susdular
Bir tarafdan baktım fener dediler

Muhan B1Uı, "Atışma Birincisi Yaşar Reyhani," Türk Folklor Araştırmalan Dergisi, Cilt 2,
Mayıs 1968.
100 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Herkes ağlar sızlar ben yane yane


Şaşırdım yolumu gidem ne yane
Hikmet bir çark gibi felek pervane
Çakmağın da çarkı döner dediler

Ara Aşık Reyhan durmadan ara


Hakikat senindir çıkma kenara
Korkarım ki kağıt, tütün sigara
Bu da kibrit ile yanar dediler
Aşıklık geleneği içinde oldukça önemli bir yer tutan askı-muamma töresi­
nin birbirinden farklı üç şekilde ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Daha önce bah­
settiğimiz yazılı kaynaklara göre askı bir mendil olmayıp bilmece ihtiva eden bir
deyiştir. Günümüzde yaşayan aşıklann tecrübelerine göre bir mendil veya bohça
içine gizlenen nesnelerin tespiti için yapılan bir denemedir. Aşık Reyhani ve
5
Aşık Şenlik kaynaklı 5 bilgilere göre asılan bir mendil ve yanında yazılmış bir
muamma söz konusudur. Ancak hepsinde sorulan şey, çevre ile alakalı bir eşya
veya müşahhas nesnelerden biridir. Bu askıya bağlı bilmecelerde manevi kav­
ramlar bilmece içinde yer almamaktadırlar.
Milli Türk edebiyatının ilk temsilcileri olan Ozan-Baksı geleneği içinde ga­
ip bilicilik gibi görevlerin de deruhte edildiğini bilmekteyiz. Türk masallannda
da bir deneme motifi şeklinde yaşayan görünmeyeni bilme tecrübesinin eski
kam edebiyatının kalıntısı olduğu düşünülebilir. Bazı örneklerde görülen ebcet
hesabına dayalı muammalar aşık edebiyatına divan edebiyatından geçmiş olma­
lıdır. Aşık Edebiyatında yer alan askı adetinin anonim halk edebiyatındaki bil­
mecelerle divan edebiyatındaki lügaz geleneğinin birleşmesinden doğduğu şim­
dilik kaydı ile kabul edilebilir kanaatindeyiz.
Doğu Anadolu Bölgesinde yapılan aşık fasıllarında özellikle yarışma nite­
liğini taşıyanlarda galip gelen aşıklara mükafat vermek usuldendir. Çoğunlukla
geçimini il.şıklıktan sağlayan bu aşıklara kahvelerde yapılan fasıllarda dinleyici­
lerden toplanan paralar yanında zenginler değişik armağanlar verirler. 1 93 1
yılından bu yana çeşitli vesilede çeşitli kuruluşların düzenlediği aşık toplantıla­
rında aşıklara paranın yanında madalya, plaket, birincilik, ikincilik, üçüncülük
gibi dereceler verildiği gibi Yunus, Sümmani, Şenlik, Karacaoğlan gibi büyük
şairlerin adını taşıyan ödüller de yer almaktadır.
Buraya kadar İstanbul, Kastamonu ve Konya'da 19. asırda yaşamış ve sona
ermiş aşık fasıllan ile ilgili derleyebildiğimiz bilgileri aktardık. Bugün özellikle

5·�
Orhan Özbek, A şık Şenlik, Ankara 1969, s. 77.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 101

Doğu Anadolu merkez olmak üzere Güney Anadolu ve İç Anadolu Bölgelerinin


bir kısmında ve Karadeniz Bölgesinin doğu kesimlerinde aşıklık geleneği canlı
bir şekilde yaşamaktadır. Yukarıda örneklerini sunduğumuz üçü tarihe mal ol­
muş, biri yaşamakta olan bölgeye has aşık fasıllarında bazı ortak prensiplerin
varlığı dikkatimizi çekti. Aşık fasılları bir aşığın mesleğe girişi veya bölgede
tanınmayan bir aşığın üstünlüğünü gösterebilmesi için imtihan tarzında yapıldığı
gibi iyi vakit geçirebilmek ve aşıkların hünerlerini göstermeleri ve geliştirmeleri
gibi iki gaye ile düzenlenmektedir. Her bölgede aşık fasılları o bölgenin kültür
durumu ile yakından ilgilidir. Ayrıca bölgede çoğunluğun mensup olduğu tari­
katlar da aşık fasıllarında yer alan ezgi, tür ve çalgı aletlerini bir ölçüde etkile­
miştir. İstanbul ve Konya'da yapılan aşık fasıllarında karşılıklı deyişmeler bütün
şiirlerle yapılırken Kastamonu ve Doğu Anadolu Bölgesinde koşma dörtlükleri­
nin paylaşılması ile ortak deyişler meydana getirilmektedir. Kastamonu'da ayn­
ca, divan edebiyatı nazım türlerine dayalı deyişmelerde beyitlerin de paylaşıla­
rak sıra ile söylenmesi söz konusudur. 36 Divan, semai, koşma bütün yurttaki aşık
fasılları içinde ortaken kullanılan türlerdir. Soru-cevap tarzındaki bağlama­
muamrna ve askı muamma aşık fasıllarının vazgeçilmez bölümleri olarak karşı­
mıza çıkmaktadırlar.
Yeterli bilgiye sahip olmadığımız için yukarıda müstakil olarak inceleye­
mediğimiz Çukurova bölgesi aşıklarından Feymani'nin şu ifadesi aşık geleneği­
nin belli bölgelerde kültür ve inanç şartlarına göre şekillendiğini ancak diğer
bölgelerden de bazı adetler aldığını açıklaması yönünden ilgi çekicidir: "Çuku­
rova 'da lişık karşılaşmaları, merhabalaşma, sanat-ilim-muamma, tasavvuf öğü­
dü, koçaklama, koltuklama, bozlak okuma yarışı, güzellemede ustalık, ayrılırken
gönül alma ve elveda bölümlerinden oluşur. Çukurova 'da lişıklık tasavvuf ve
ledün ilmiyle yapıldığı için taşlama ve hiciv lişık karşılaşmalarında yer alma­
mıştır. Doğu,lu lişıklara özenenler onlardan öğrenerek taşlama ve hiciv söyler­
,,s1
ler.
. B ugün Anadolu'da yaşamakta olan aşıklık geleneği ortak bir yapıya doğru
ulaşmaktadır. Aşıklar bir yörede görüp beğendikleri bir tarzı kendi memleketle­
rine götürmekte ve kendi gelenekleri içinde yaşatmaya başlamaktadırlar. Yuka­
rıda Feymani'nin naklettiği Çukurova aşık karşılaşmalarının bölümleri büyük
ölçüde Doğu Anadolu Bölgesinde yaşayan gelenekle aynıdır. Yalnız bölümlere
verilen adlar bölge ağızlarına göre farklılaşmaktadır.

56
İhsan Ozanoğlu, Aşık Edebiyatı, Kastamonu 1940.
57
Adana/Kadirli/Azaplı Köyü 215/1942 doğumlu Osman Taşkaya (Feymani)
102 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Sistemli deyişler adı altında incelediğimiz aşık fasılları yukarıda söz konu­
su ettiğimiz biçimden ibaret değildir. Bugün yaşayan şekli içinde daha değişik
gaye ve şartlarda ortaya çıkan karşılıklı deyişmeler de vardır. Günün şartlarına,
kendi duygulanışlarına veya dostluk durumlarına göre, düşünce ve duygularını
saz eşliğinde çok kere koşma dörtlüklerini paylaşarak bazen karşılıklı müstakil
deyişler söyleyerek dile getirmektedirler.
İki 3şık tesadüfen herhangi bir yerde karşılaştığında tanışmak, birbirinin ni­
yetini anlamak için karşılıklı söyledikleri deyişler, mektup şeklindeki deyişler,
bu çalışmanın ikinci bölümünde incelenen rüya motifi sonunda aşıklığa ulaşır­
ken kendinden geçen aşıkların usta bir aşık tarafından saz ile uyandırılarak ger­
çek aşık olup olmadığını anlamak için genç aşık adayının sorguya çekilmesi
yanında cumhuriyetten sonra aşık tarzı şiir söyleyen aydınlarla deyişmeleri de
sistemli deyişler arasında yer almaktadır.
İki aşığın tesadüfen karşılaşmalarına Posoflu Zülali ile Şenlik'in amcasının
oğlu Bayram Şenlik'in yolda birbirlerine rastladıktan zamanki deyişmeleri ör­
nek olarak verilebilir.

Aşık Zülali: Yerim Posof bu diyara düşmüşem


Söyle çoban ne yandadır Suhara
Garip bülbül yad ellere konmuşam
Söyle çoban ne yandadır Suhara

Bayram Şenlik: Taze nevcivansın cane kıyallar


Bilmem aşık ne yanadır Suhara
Bülbülü boynundan asa koyallar
Bilmem aşık ne yanadır Suhara

Aşık ZüJali: Kimsem yoktur şamdanımı yandıra


Reisem yelkenim pirler kaldıra
İnim bir velvele salam Çıldıra
Söyle çoban ne yanadır Suhara

Bayram Şenlik: Satılmaz marifet var dürlü hüner


Ürüz.ger ters döner yelkenin iner
Yanan şamdanına yel vurur söner
Bilmem aşık ne yanadır Suhara

Aşık Zülali: Çoban sen bakmazsın feryada, dada


Zülali kırklardan içmiştir bade
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTiFi 1 03

Pirler sayesinde yenilmem yada


Söyle çoban ne yanadır Suhara

Bayram Şenlik: Çoban yaylağında koyun götürür


Zihnin zaya verir, aklın yitirir
Pirlerin başına kara getirir
sa
Doğru getsen bu yanadır Suhara

Aşık fasılları dışında yapılan deyişme nevine Aşık Murad Çobanoğlu ile
Aşık şeref Taşlıova 'nın bir sebeple birbirlerine dargın kaldıktan sonra aralarında­
ki kırgınlığı kaldıran şu karşılaşmanın güzel bir örnek olduğu kanaatindeyiz.
Aşık Şeref: Gederem garşıma çıhtı bir maya
Men yahşi diyerem sen ne diyersen
Uzun boylu, ay gabahlı minaya,
Men yahşi diyerem, sen ne diyersen

Aşık Çobanoğlu: Al yüzünde, bah sen siyah hallıya


Sen yahşi diyersen men ne diyerem
Dodağı şerbetli, dili ballıya
Sen yahşi diyersen, men ne diyerem

Aşık Şeref: Meni görüp güzelliğin bildiri


Cilve-i naz ile tişığ öldürü
Gaş oynadı, sınık gönlüm güldürü
Men yahşi diyerem, sen ne diyersen

Aşık Çobanoğlu: Gulah verir cıhan dilde lisana


Canım gurban olsun o şirincana
Sima bedir gaşlar benzir kemana
Sen yahşi diyersen, men ne diyerem

Aşık Şeref: Şeref bu el idi, garip değilem


Gapısında gul olmağa gayılam
Görende az galdı tüşem bayılam
Men yahşı diyerem sen ne diyersen

Aşık Çobanoğlu: Çobanoğlu bu sözleri yaylıya


O şirin dilliye datlı huyluya

SB
Mehmet Gökalp, "Aşık Zlllaii, Şenlik'in Köyllnde" Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Cilt 4,
No. 52, Kasım 1953.
104 Prof. Dr. Umay GÜNAY

O ince belliye uzun boyluya


59
Sen yahşi diyersen men ne diyerem

Şeref Taşlıova' nın açtığı "Men yahşı diyerem, sen ne diyersen ? " ayağı ile
yapılan 6 dörtlükten ibaret olan deyişrne tamamlanınca bu defa Çobanoğlu "Ne
arıyan olur vallah, ne soran olur" ayağı ile öğütleme tarzında bir deyişi açmış­
tır.

Çobanoğlu: Mevldm bir gulunu salmasın derde


Ne arıyan olur vallah, ne soran olur
Bir gulun başına gelmesin bela
Ne arıyan olur vallah ne soran olur

Taşlı ova: Çalış gayıp etme devletin, varın


Ne arıyan olur vallah, ne soran olur
Tersine döner de yığvalın, zarın
Ne arıyan olur vallah, ne soran olur

Çobanoğlu: Garışma dünyada elin halına


Sakın gözün dikme gulun malına
Bir igit düşmesin gurbet eline
Ne arıyan olur vallah, ne soran olur

Taşlıova: Devletin var ise ali diyeller


Her ne söyler isen beli diyeller
Servetten düşersen deli diyeller
Ne arıyan olur vallah, ne soran olur
Çobanoğlu: Çobanoğlu der ki sırdan düşmesin
Talihden yığbaldan, zardan düşmesin
Bir insan dünyada vardan düşmesin
Ne arıyan olur vallah ne soran olur

Taşlıova: Şeref bu sözleri söyler özüne


Haram katma heldl karın azına
Gard.aşın olsa da bakmaz yüzüne
60
Ne arıyan olur vallah, ne soran olur

z. Mahir Baranseli, "Taşlıova ve Çobanoğlu Karşılaşması ve Bir Hüküm," Türk Folklor Araş­
tınnaları Dergisi, Cilt,
13, No. 257.
60
a.g.e. s. 5818.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 05

Öğütleme tarzındaki bu karşılıklı deyişten sonra Taşlıova "Gönlüm alsan


da bir, almasan da bir " ayağını açarak dargınlık konusunun üzerine deyiş baş­
latmıştır.

Taşlı ova: Daldalarda yahşı, yaman söyliyen


Yüze gülsen de bir gülmesen de bir
Ömrüm sarayını veran eyliyen
Gönlüm alsan da bir almasan da bir

Çobanoğlu: Kem sözinen bu sinemi dağladın


Derman olsan da bir, olmasan da bir
Ne yapım insanı kiimil olmasa
Sultan olsan da bir, olmasan da bir

Taşlıova: Sağ başım yasdığa geldikten sonra


Gül benzim sararıp solduktan sonra
O kadar ağla ki öldükten sonra
Yaşım silsen de bir, silmesen de bir

Çoban oğlu: Bu gönlüm ateşe biştikten sonra


Deryada yolunu şaşdıktan sonra
Vücudum dertlere düştükten sonra
Üstüme gelsen de bir gelmesen de bir

Taşlıova: Dara düştüm dost gelmedi peşime


Garip elde neler geldi başıma
Bir baykuş konuftu mezar taşıma
Gelip bulsan da bir bulmasan da bir

Çobanoğlu: Çobanoğlu daim dost merağında


Bülbül feryad eder, gül yaprağında
Veran olmuş gönlüm gam otağında
61
Mehman olsan da bir olmasan da bir

iki aşığın birbirlerine sitem ettikleri bu deyişte ayağı açan Taşlıova


tapşırmadan Çobanoğlu tapşınyor ve "derdimiz var amma dermanımız yok"
ayağı ile yeni bir deyişe geçerek konuyu sitemden dertleşmeye çeviriyor.

61
a.g.e. s. 581 8.
106 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Çobanoğlu: Gevneden oy, bu dünyayı yoruldum


Derdimiz var amma dermanımız yok
Dağlar dumanlanmış, yol vennez bize
Gam yükümüz vardır, kervanımız yok

Taşlıova: içimde sıkıntı gönlümde duygu


Hevesimiz vardır zamanımız yok
Felek neşterini vunnuş sineme
Çıbanımız vardır imkanımız yok

Çobanoğlu: Bülbül olan ti.şık olur gülüne


Feryad ile dolanmaz mı iline
Felek dümenini almış eline
Vapurumuz vardır limanımız yok

Taşlıova: Eyfelek sitemin ne idi bana


Bu yıllar hasretin yetdi bu cana
Gönül denizinde koptu firtına
Sa/dalımız vardır dümenimiz yok

Çobanoğlu: Çobanoğlu sfnen yare olacak


Gel el vurma, pare pare olacak
Dedim dostlar bir gün çare olacak
Ümidimiz vardır, gümanımız yok.

Taşlıova: Şerefder, bilmedim ben böyle halı


Yılların içinde oldum bir deli
Tersine mi esdi gaderin yeli
62
Dennerimiz vardır samanımız yok

Çobanoğlu "gezmeden dünyayı yorulan gönül" ayağını açarak beşinci


deyişmede konuyu gönüle getiriyor.

Çobanoğlu: Sormazlar ki aşık nedir evhalın


Gevneden dünyayı yorulan gönül
Ellere kahrımı açamaz oldum
Feleğe dünyada darılan gönül

62
a.g.e. s. 581 8.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 07

Taşlıova: Şüşeden de yuha yapmışlar seni


Bir ufak nefesde gırılan gönül
Gaderin halına şaşıp gezerim
Gendi yığvalınnan darılan gönül

Çobanoğlu: Feleknen bir oyun oynıyamadım


Aşgın kazanında gaynıyamadım
Sağlam bir ağacı tanıyamadım
O çürük dallara sarılan gönül

Taşlıova: Neler vardır hayalında mesdinde


Aşk lekesi gördüm senin üstünde
Bazı bülbül gibi gülün gasdinde
Bazı darı gibi serilen gönül

Çobanoğlu: Çobanoğlu neden boşanmaz dolun


Kimler bir rengin, gül gibi soldun
Bilmem bu dünyadan Yusuf mu oldun
Mısır'dan Mısı 'ra sürülen gönül

Taşlıova: Şerefder ki, senin büyük zararın


Beş günlük dünyada yoktur bir kfirın
Eyvah gelip geçmiş senin midgarın
63
Geçmez akçe gibi sürülen gönül

iki aşık dargınlıklannın sebebini çok alıngan buldukları gönüle yükleyerek


yine Çoban oğlu 'nun açtığı "gül yarim yarim " ayağı ile tekrar altı dörtlükten
oluşan bir deyiş içinde sohbet etmeye başlıyorlar.

Çobanoğlu: Gönülün bağında bir bar besledim


Sana göndermiştim gül yarım yarım
Ben de söylediğin derde düşmüşem
Gel de bu üstüme gül yarim yarim

Taşlıova: Siyah saçda beyaz teller açıldı


Bakdım ki döküldü tel yarım yarım
Sazım benden küsmüş derdin gizliyor
Perdeler bozulmuş tel yarım yarım

63
a.g.e. s. 5819.
108 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Çobanoğlu: Feryad edip bu sinemi dağlama


El al geydi sen gareler bağlama
Bu dünyada gece gündüz ağlama
Biraz da yüzüme gül yarim yarim

Taşlıova: Dünyamız hancıdır, insan da yolcu


Çalış bu dünyada olma yabancı
Sabah yeli olsun sana haberci
Sesinle döndersen tel yarim yarim

Çobanoğlu: Bu derdimi alem bildikten sonra


Düşmanım üstüme güldükten sonra
Dertli Çobanoğlu öldükten sonra
Getir mezarıma gül yarim yarim

Taşlıova: Şeref der ki hasret kaldım amandır


Yollar yokuş, yüce dağlar dumandır
Ateşinden için inler, kenandır
64
Sevdanla seslenir tel yarim yarim

Son olarak Şeref Taşlıova "tel üzgün geldi " ayağını vererek, sohbet tarzın­
daki bu deyişmeyi tamamlıyoruz.

Taşlıova: Derdim sazdan başka kimse anlamaz


Ona da el attım tel üzgün geldi
Dedim bir menzile varıp gideyim
Dağlar engel oldu, yol üzgün geldi

Çoban oğlu: Dedim ki dostumla edem merhaba


Kaldırdım golumu el üzgün geldi
Postacı dedi ki vardır bir haber
Satırlar bozulmuş el üzgün geldi

Taşlıova: Bilemedim nedir geldi başıma


Mendil veren yok ki gözüm yaşına
Gam kasavet gelir peşi peşine
Aylar mı tersine yıl üzgün geldi

64
a.g.e. 5819.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 109

Çobanoğlu: Gönül defterini aldı gatladı


Gader balon gibi hemen patladı
Süleyman emretti varlık topladı
Karınca yanına fil üzgün geldi

Taşlıova: Şerefder, büyüktür benim bu acım


Eflatun gelse de yoktur ilacım
Vakitsiz gazeli döktü ağacım
Yapraklar gurudu dal üzgün geldi

Çobanoğlu: Çobanoğlu sitem seni dağladı


Aşkın teli kollarımı bağladı
Söyledim derdimi dostum ağladı
65
Bunu eşidenler el üzgün geldi

İki aşığın mektupla deyişmelerine örnek olarak Adanalı Aşık Feymani'nin


19fII/ 1 970 tarihinde Çıldırlı Şeref Taşlıova' ya gönderdiği "maralı maralı " ayak­
lı deyişe Şerefin aynı ayakla verdiği cevap gösterilebilir...

Aşık Feyrnani: Selam salıyom nolur al


Kars 'ın maralı maralı
Senden bana kaldı vebal
Derler sıralı sıralı

Gülün etrafı. dikenlik


Bülbüle vermez esenlik
Sende benlik bende benlik
Sine yaralı yaralı

Yolum düşerse iline


Kemlik getirme diline
Feymô.nf'nin evveli ne
Aslı oralı oralı

Aşık Şeref: Aleyküm selam gardaş


Düştük aralı aralı
Kader bana attı bir taş
Bahtım karalı karalı

a.g.e. 5819.
66
Nisan 1977'de gönderdiğimiz anket sorularına ŞerefTaşlıova'nın verdiği cevaptan alınrnışttr.
110 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Aşıkta benlik olur mu


Kamilde kemlik olur mu
Olsa düzenlik olur mu
Hakk 'a varalı varalı

Buyur bizim serhat ele


Aşıklar cem olmuşlar bele
Şeref karşı çıkar yola
Dostu göreli göreli

Müstakil bir araştırma konusu olan aydın şairlerin aşık tarzı şiir geleneğine
uygun biçimde aşıklarla yaptıkları müşaareler de hayli yekün tutmaktadır. Beh­
çet Kemal Çağlar'ın Aşık Ömer mahlasıyla Müdami, Nihani, Cemal Hoca ile,
Remzi mahlasını kullanan Mehmet Halit Bayrı'nın Huzuri ile, Dr. Turgut
Günay'ın, Firkati mahlasıyla yaptıkları müşaareler bu tarz deyişmelerin yalnızca
bir kısmını oluşturmaktadır. Burada örnek olarak Firkati, Çobanoğlu, İhsani,
İlhami, Alyansoğlu, Taşlıova arasında "Çöl üstündeyim " ayağı ile yapılan
deyişmeyi veriyoruz.

Firkati: Yar yeşil asmanın altında yatar


Ben ise bir asrı çöl üstündeyim
Dolaşır tenimi yareme batar
Dikendeyim, sanman gül üstündeyim

Çobanoğlu: Gönül kervanını yükledim bugün


Vakit tamam oldu yol üstündeyim
Karadan yükümü verdim gemiye
Parçalandı gemi sal üstündeyim

İhsani: Kader benim için kurmuştur tuzak


Geçemem bu dağı kıl üstündeyim
Güneşim karanlık, yollarım uzak
Her yanım fırtına, yel üstündeyim

İlhami: Gönlüm kanatlanmış uçan kuş gibi


Açmış taze fidan dal üstündeyim
Uzakta değilim arama yarim
Senin yüzündeki hal üstündeyim
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 111

Alyansoğlu: Anladım bu dünya vefasız imiş


Bir köpük misali göl üstündeyim
Çalışıp bir yuva kuramaz oldum
Bir cansız kervanın bil üstündeyim

Taşlıova: Aşkın beni öyle hasta etmiş ki,


Gezemem sevdiğim el üstündeyim
Ölüm benim için kurtulmak değil
Ruhum saçındadır, tel üstündeyim

Firkati: Çölde gezer iken seni anarım


Su diye yadını eder kanarım
Bu ne biçim sudur içer kanarım
Kızgın bir köz gibi kül üstündeyim

Çoban oğlu : Yağan yağmurları topraklar emer


Herkez arzusunu Mevld 'dan umar
Yapılmış gümüşten ince bir kemer
Takmışsın sevdiğim bel üstündeyim

İhsani: Benim yaradandan başka yarim yok,


Devletim yok, servetim yok, varım yok,
Hayat elektirik, önde farım yok
Ancak gönüldeki pil üstündeyim

İlhami: Ben medere virgan oldum süzüldüm


Seni sevdim cefa çektim üzüldüm
Aşkın ile tana tane düzüldüm
Kudret takısıyım, bul üstündeyim

Alyansoğlu: Çiçeklerden örnek almış kelebek


Sevdikçe elinde nazlı bir bebek
Hayatım bir arı, kaderim çiçek
Açılmaz kovanım, bal üstündeyim

Taşlıova: Şeyda bülbül gibi bağları gezdim


Senin için solla sağları gezdim
Çoban oldum ben de dağları gezdim
Yeşil üstündeyim, al üstündeyim
1 12 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Firkati: Bir garip aşığım, Firkati adım


Çektiğim yare yaz.ayım dedim
Damga gibi kara mürekkep yedim
Arzuhalde değil, pul üstündeyim

Çoban oğlu: Çobanoğlu derler bende müşkül hal


insan cahil kalır olmaz.sa kemal
Yondular vücudum, oldum bir kaval
Şimdi çoban çalan dil üstündeyim

İhsani: Mevlud İhsani 'ye çoktur oyunu,


Ölçen yoktur bu kaderin boyunu,
Elin yaylağı var, malı koyunu
On nüfus biz sazım tel üstündeyim

İlhami: İlhamf'yim geldim dünyayı gördüm


Ümitle yaşadım kendimi yordum
Büründüm beyaza tabuta girdim
Tez yetiş namaza el üstündeyim

Alyansoğlu: Alyansoğlu derler, böyle soruldum,


Dere oldum aktım aktım duruldum
Yirminci asırda koştum yoruldum
'Zaman geldi geçti yıl üstündeyim

Taşlıova: Şeref der ki, kirpik kaşa değerim


Bazı dolu, bazı boşa değerim
Bazı çırpınırım taşa değerim
67
Beyaz köpük gibi sel üstündeyim

Bu bölümde aşık tarzı şiir geleneği içinde önemli bir yer tutan fasılları ince­
lemeğe çalıştık. Aşık tarzı şiirin İslamiyetten önceki kültür dairesinde teşekkül
etmiş olan milli edebiyat geleneğinin İslamiyetten sonra İslami inanç ve Osman­
lı kültürüyle birleşerek meydana getirdiği yeni bir edebiyat geleneği içinde orta­
ya çıktığını gördük. İslami kabul ve bilgi birikiminden pek çok unsur alan bu
edebiyatın ozan-baksı kültür ve inançlarından da kalıntılar taşıdığını tespit ettik.
Milli edebiyat geleneğine bağlı şiir türleri ve ezgileri yanında irtical teknik­
leri aşıklarda düşünmenin bir parçası haline gelmiştir. Biz, cümle kurarken özne,
tümleç, yüklem gibi cümle ögelerini düşünmeden, çoğumuz da bu unsurları

67
Firkati ile Deyişmeler (basılmamış), Yukarıdaki deyişme Erzurum' da 20 Nisan, 1972 tarihinde
yapılmıştır.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 13

bilmeden, bu kalıplarla doğru olarak maksadımızı anlatabildiğimiz gibi aşıklar


da söz konusu şiir kurallarını ilham ve yaratıcılıkları ile birleştirerek gerektiği
her anda şiirlerini yaratabilmektedirler.
Aşık edebiyatı başından beri bir okul ciddiyeti içinde gelişmiştir. Aşık ede­
biyatının yaşatıldığı çevrelerde yetişen çocuklardan sanat kabiliyetine sahip
olanlar önce usta aşık ve gelenek taşıyıcısı durumda olan aşıkları dinleyerek ve
seyrederek usta malı hikaye ve deyişleri doğru olarak nakletmeyi öğrenirler. Bu
edebiyatın teknikleri yanında gerekli bilgileri de öğrenerek yeterli olgunluğa
ulaşanlar yaratıcılık kabiliyetine sahipseler orijinal deyişler söylemeğe başlarlar
ve kendi çevrelerinden başlamak üzere yurt çapında ün sahibi olurlar. Yaratıcılık
kabiliyeti olmayanlar ise gelenek taşıyıcısı rolünü benimseyerek gelecek nesille­
re ustamalı deyişleri aktararak geleneğin canlılığına hizmet ederler.
Belli kurallara sahip bu edebiyatın uzun süre yaşamasında ve sürekliliğin­
deki en büyük amil muhtevalarını yeni şartlara ve düşünce sistemlerine uydura­
bilme esnekliğidir.
20. yüzyılın başında tamamen ortadan kalktığına inanılan bu edebiyatın
1 992 yılında hata pek çok temsilcisi ile canlı olması bu çağın ihtiyaçlarına uy­
gun yeni bir terkibe doğru gittiğine işarettir. Yalnızca eskileri tekrarlamayıp yeni
bir terkibi yaratabilen bir geleneğin mükemmele doğru ilerlemesi durmamıştır
demektir.
Hiçbir edebiyatın bütün temsilcileri büyük şair, eserlerinin tamamı şaheser
olmadığı gibi aşık edebiyatı içinde aynı şey söz konusudur. Geçmiş asırlar için­
de Karacaoğlan gibi bir büyük şair yetiştiren bu gelenek son bulduğuna inanılan
19. asırda Narmanlı Sümmani, Çıldırlı Aşık Şenlik gibi iki büyük şairden sonra
yirminci yüzyılda Aşık Veysel'i yetiştirmiştir. Bugün haklarında karar vermenin
erken olmasına rağmen Erzurum ve Kars bölgesi aşıklarından Reyhanı, Çoba­
noğlu, İlhami ve Şeref Taşlıova gelecek asırlara ses bırakacak şairler gibi gö­
rünmektedirler.
Türklerin tarih sahnesine çıktıkları günden bu yana gelişmesine devam
eden bu edebiyatın zaman zaman başka kültürlerin ve çağın tesiri altında kalma­
sını zaaf olarak değil, mükemmeli arayışın bir ifadesi olarak kabul ediyoruz.
İKİNCİ BÖLÜM

RÜYA ile İLGİLİ İNANÇ ve GÖRÜŞLER


AŞIK EDEBİYATINDA RÜYA MOTİFİ

'
A. RÜYA NEDİR, RÜYA ile İLGİL İ GÖRÜŞ ve İNANÇLAR

Rüya insanları ilk çağlardan beri meşgul eden bir konu olmuştur. En basit
şekli ile rüya bir kimsenin uyku sırasında zihninden geçen hayal dizisi olarak
tarif edilmektedir. Bu en sade tarifte de görüldüğü gibi rüyanın meydana gelmesi
için insanın uyku halinde olması gerekmektedir. Bu konuda çalışanlar önce uy­
kuyu incelemişler ve uyku halinin hangi safhasında rüyaların görüldüğünü araş­
tırmışlardır.
1929 yılında Eletroencephalogram (EEG) adı verilen insan beyninin çalış­
malarını tespit ederek kaybeden aletin keşfedilmesinden sonra Loomis bu aleti
uyku halindeki değişiklikleri anlamak için kullanmıştır. Loomis' in bu aleti uyku
hali için kullanması Aserinsky ve Kleitman' ın uykunun sürekli derinliğe sahip
bir hal olmadığını iki ayn safhada oluştuğunu bulmalarına yardımcı olmuştur.
Daha sonralan uykuya dalış ile uyanış arasında zaman zaman tekrarlanan
birbirinden farklı beş devre olduğu anlaşılmış ve bu devreler A'dan E'ye kadar
olan harflerle gösterilerek beş tip olarak kabul edilmiştir. Büyük ölçüde benim­
senen bu sınıflamadan sonra bu beş halin belli süreler içinde ortaya çıktığı ve
kabaca her doksan dakikada bütün evrenin tamamlandığı ve tekrar başladığı
uyuyan kişinin kapalı göz kapaklan üzerinde görülebilen hızlı göz hareketi ile
tespit edildi .
REMS adı verilen bu hızlı göz hareketinin bütün bir gece süren düzenli uy­
ku süresi içinde beş kere ortaya çıktığını tespit ettikten sonra REM' !erin yer
almadığı uyku süresinin bir i!a dördüncü safhalarını hızlı göz hareketlerini yok­
luğunu bildirmek üzere NREM şeklinde ifade ettiler. Uyku devrelerini belirle­
yen Dement-Kleitman sistemi büyük ölçüde kullanıldı ve Rechtschaffen ve
Kales tarafından 1 968 yılında genişletilerek düzeltildi. Uyku içindeki bu beş

Bu bölümde uyku rüya ilişkileri ve rüya teorileri ile ilgili bilgiler, Dreams and Dreaming (U.S.
1 973) isimli eserde toplanan ilmi bildirilerden faydalanılarak hazırlanmıştır.
1 16 Prof. Dr. Umay GÜNAY

safhanın bulguları şöyle özetlenebilir. 1. devrede gevşemiş uyanıklıkta göz ha­


reketi ile birlikte göz kapaklan da kırpılır, kaslar serttir. Uykuya geçerken kaslar
gevşer, gözler bir taraftan diğer tarafa yuvarlanır. 2. devrede EEG'nin uygulanı­
şına göre harici reaksiyonlar elde edildiği gibi bu reaksiyonlar kendiliğinden de
ortaya çıkabilir. 3 . ve 4. safhalar yüksek ve yavaş dalgalarla tanımlanmaktadır.
Kayıt ekranının yansından fazlası dalgalarla kaplandığı zaman dördüncü devre­
ye girildiği anlaşılır. Birinci ve üçüncü devrelerin EEG tabloları birbirine ben­
zerse de üçüncü devrede REM' ler seyrektir ve pek çok psikolojik değişiklik bu
devrede yer alır. REM devresi adı ile anılan beşinci satha çok değişik tabirlerle
ifade edilmiştir, mantık dışı uyku, faal uyku, derin uyku, alçak voltaj lı hızlı uy­
ku, birinci devreye ulaşan uyku, D hali gibi. Normal yetişkinlerin normal uyku
alışkanlıkları içindeki gece uykularında meydana gelen Rem devresinin hemen
ardından bir başka uyku devresi gelir. Genç yetişkinlerin gece uykuları uzun bir
süre incelendikten sonra şu neticelere ulaşılmıştır. Uykuya ilk geçişte umumiyet­
le düzene uygun olarak 1 , 2, 3 ve 4. safhalar sıra ile yer alır. 3 ve 4. devrelerin
hakim olduğu yaklaşık 70 dakikalık uykudan sonra ilk REM devresi başlar. Bu
devre gecede 4 ita 6 kere tekrarlanırsa da devre içindeki 4. satha ilk devreden
sonraki devrelerde yer almaz. Aynca ilk REM safhası daha sonrakilerden kısa­
dır, bazen de atlanır. REM-NREM safhaları ortalama 70 dakikadır, sabaha doğru
NREM devreleri kısaldığı için bütün safhalar da kısalır.
Uyku ile ilgili bu bilgiler geliştikçe; rüyanın bu devrelerin hangisinde yer
aldığı veya hangisi ne tip rüyaların bu devrelerle alakalı olduğu konusunda da
araştırmalar yapılmağa başlandı. Neticede rüyaların EEG'de tespit edilen uyku
devrelerinden herhangi birinden diğerine geçişte uyanıklığa yakın bir durumda
meydana geldiği anlaşılmıştır. Aynca canlı rüyaların % 74'ünün REM devresin­
den uyanırken görüldüğü tespit edilmiştir. Bu yüzdenin bu kadar yüksek oluşu­
nun sebebi rüya tarifinde hangi zihin tecrübelerinin kabul edileceği konusundaki
ölçülerdeki farklılıktır. Rüya çeşitli duyguların katkısıyla teşekkül eden canlı
muhayyilenin karıştığı ve ekseriyetle acaip ve gerçek dışı tecrübelerin içinde
anlatıcının da aktif rol aldığı bir anlatım olarak kabul edildiğinde %7 NREM
hatırlamanın sebebi kolayca anlaşılmaktadır. Bunun yanında rüya, bilmeğe ve
kavramağa ait faaliyetlerin duygusal muhayyile dışındaki zihni olayların akta­
rılması ve günlük düşünceye yakın anlatımlar olarak kabul edildiğinde % 74 gibi
yüksek bir oran normal karşılanacaktır. Bu sebeple REM ve NREM çağrışımla­
rında nitelik ve nicelik farkı vardır. Bu araştırmaların sonunda REM ve NREM
devrelerinde görülen rüyaların farklı oldukları ortaya çıkmıştır.
1 . Tipik rüya hususiyeti gösterenler.
2. Daha çok uyanık düşünceleri aksettirenler.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 17

Bütün bu yeni keşfedilen aletlerin yardımıyla insanlann uyku seyri içinde


geçirdikleri safhalardan birinden bir diğerine veya doğrudan doğruya uyanıklığa
geçişte rüyalann görüldi.lğü biyolojik olarak tespit edilmişse de hangi şartlar
rüyalan meydana getirmektedir ve hangi zihni unsurlar rüya görmede etkilidir
gibi pek çok soru hala cevapsızdır. Rüyanın görüldüğü anı aletler tespit etmekle
beraber, rüyanın ne olduğunu gören kişi aktardığı için zihnin ve çalışma şeklinin
aynca şuur altının durumlarını tespit etmek mümkün değildir. Modem psikiyat­
rinin bu konuya yaptığı katkılara geçmeden önce eski medeniyetlerde ve bi.lyük
dinlerde rüyanın yeri ve rüyanın insan hayatı üzerindeki rolleri üzerinde durma­
nın konumuza ışık tutacağı kanaatindeyiz.
Babilliler ve Asurlular, ölü ruhlannın rüyalarda kötil tesirlere sebep olduk­
larına inanırlardı. Bu kötü cinlerden kurtulmak ve onları yenmek için Babil Rü­
ya Tanrıçası Mamu'dan yardım istenirdi. M.Ö. 5000 tarihine kadar inen Babil ve
Asur rüya kitaplarının büyük bir koleksiyonu Asur Kralı Aşumasirpal' in kütüp­
hanesinde bulunmuştur. Bu balçık tabletler çeşitli rüya tipleri hakkında açıklayı­
cı bilgiler ihtiva etmektedirler.
Mısırlılar rüyaları tanrılardan gelen mesaj kabul etmişler ve buna göre açık­
lamışlardır. Onlara göre rüyalarda tanrıların üç rolleri vardı; günah işleyenlerin
tövbe etmelerini isterlerdi, rüya gören kişiyi gelecek tehlikelere karşı uyarırlardı,
rüya gören kişinin sorularına cevap verirlerdi. Mısır rüya tanrısı Serapis idi ve
Mısır' ın her tarafında bu tanrının adına yapılan tapınaklar vardır. Kahinler ve
rüya tabircileri bu tapınaklarda otururlardı. Rüya görmek isteyenler bu tapınak­
larda kalırlar ve dua, oruç gibi pratiklere başvurarak rüya götmeye hazırlanırlar­
dı. Herhangi bir sebeple seyahat edemeyen kimseler bu tapınaklara kendi yerle­
rine vekillerini gönderebilirlerdi. Hükümdar ailesinin rüyaları çok önem taşırdı
çünkü ilahların bu aileye mutlaka görüneceğine inanılırdı.
Çinliler vücut fonksiyonlarını ayarlayan ve vücudun ölümüyle duran maddi
ruh ile ölüm anında vücudunu terk eden ve vücudun zahiri görünüşünü muhafa­
za etmeğe devam eden manevi ruhu birbirinden ayırırlardı. Manevi "ruh" geçici
olarak vücuttan ayrılır, ölülerin ruhları veya canı ile haberleşir ve bu izlenimlerle
vücuda dönerdi. Manevi ruh etrafta gezinirken rüya gören kimse kolaylıkla inci­
nebilir bir halde olurdu. Ruh vücuda dönmeden uyanılırsa çok korkunç şeyler
olabileceğine inandıkları için uykudan aniden uyanmamağa çok dikkat ederlerdi.
Çinliler rüya kaynağı olarak bu manevi ruhun yanında fiziki ve astrolojik
faktörleri de göz önünde tutarlardı. Bir kişinin bir kemerin üstünde uyuması
rüyasında yılan göreceğine işaret sayıldığı gibi rüya tabirlerinde astrolojik un­
surların durumunu da hesaba alırlardı.
1 18 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Hindistan 'da ise kutsal hikmet kitabı Veda M.Ö. 1 500- 1000 yıllan arasında
yazılmıştır. Bu eserde uğurlu uğursuz sayılarla ilgili listelerin yanında rüya liste­
leri de bulunmaktadır. Kötü rüyalardan hasıl olacak kötü olaylardan kurtulmak
için çeşitli ayinlerin yanında özel hazırlanmış sularla yıkanmak da adetti. Aynca
gecenin farklı devrelerinde görülen rüyaların, bu rüyalarda görülen olayların
gerçekleşme zamanına işaret ediyor sayılırdı. Bu görüşe göre gecenin başlangı­
cında görülen rüyaların bir yıldan önce, gece yansından sonra görülen rüyaların
8 aydan önce gerçekleşmeyeceğine inanılır ve gecenin sonunda görülen rüyalar
yanyanya olmuş farzedilirdi. Gene bu esere göre rüyanın muhtevası ile rüya
gören kişinin mizacı arasında bağlantı olduğu kabul edilmektedir.
Eski Yunan inancına göre rüya bir tanrı veya hayatın bir bölümü şeklinde
kişileşmiş olarak kabul edilir ve bu figürün insanı uyurken ziyaret ettiği kabul
edilirdi. Yunan odalarının kapıdan başka girişi olmadığı için bu figürlerin anah­
tar peliğinden girip çıktığına inanılırdı. Beşinci yüzyılda diğer kültürlerle müna­
sebetten muhtemelen Hint kültüründen ruhun vücudu terk ettiği ve tanrıları ziya­
rete gittiği görüşü benimsendi. Suni vasıtalarla rüya görmek Yunanlılarda da
gelişerek sanat haline geldi ve pek çok rüya görme merkezi olarak kullanılan
tapınak yapıldı.
Rüya konusunda en önemli Yunan eserleri Hipokrat, Aristotle ve Eflatun ' a
aittir. Hipokrat astrolojik unsurlarla vücudun fiziki ilişkisine çok önem vermiş­
tir. Hipokrat' a göre rüyada astrolojik unsurlar aydınlık ve yerli yerlerinde iseler
bu vücudun fonksiyonlarının iyi olduğunu gösterirdi. Bir yıldızın donuk ve nor­
mal yerinden yüksekte görünmesi insanın baş kısmında bir yıldızın normal ye­
rinden aşağıda görünmesi barkak kısmında bir hastalığa işaret sayılırdı. Hipokrat
rüyalara büyük ölçüde bedeni hastalıklara işaretleri yönünden önem vermekle
beraber bazı rüyaların ilahi olduklarını da kabul etmiştir.
Aristotle hayvanların da rüya gördükleri görüşünden hareketle rüyaların
ilahi kaynağını reddetmiştir. Teori lerini üç kitapta toplamıştır. Rüya, Uyku ve
Uyanıklık, Uykuda Kehanet. Aristotle rüyaları vücut durumunu gösteren hassas
göstericiler olarak kabul etmiştir. Ona göre dış tesirler uykuda azaldığı veya
bütün bütün ortadan kalktığı için bedeni rahatsızlıklara karşı duyarlık
uyanıkkenden daha belirgindir. Yazılarından birinde rüya imajlarının uyanan
düşüncelerin başlangıç noktası veya uyanış davranışını harekete getirici unsur
olduğunu belirtmektedir.
Aristotle'nin hocası Eflatun rüyaların duygular ile bağlantısı olduğu hususu
üzerinde dJrmuştur. Cumhuriyet adlı eserinin 9. kitabında: "Hepimizde, aramız­
daki en iyi adamda bile uykuda ortaya çıkan aşağılık, canavar bir varlık var-
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 19

dır. " ifadesini kullanmıştır. Eflatun uyku sırasında muhakeme kabiliyetinin


yitime uğradığından dolayı öfke ve arzulann bütün şiddetiyle ortaya çıktıklannı
kabul etmektedir. Bu sebeple zina, öldürme, mukaddes şeylere hürmetsizlik
rüyalarda ortaya çıkmaktadır, demektedir. Değer yargılan üstün olan kişilerin
ahlaken üstün rüyalar görebileceklerini de belirtmektedir.
Romalılar rüya konusunda Yunanlılardan pek çok teorik görüş ve pratik
bilgiler almışlardır. Meşhur Romalıların birçoğunun rüyaları M.Ö. 2. asırda
yazıya geçirilmiştir. "Sezarlann Hayatı" isimli eserde Agustus'un rüyasında
sadaka toplaması gerektiğini gördüğü için sokaklarda dilendiği anlatı lmaktadır.
Agustus, bir arkadaşının gördüğü rüya ile hayatı kurtulduktan sonra rüyalara çok
inanır olmuş.
Rüya ve Hülya İncil'in oldukça büyük bir bölümünü kaplamaktadır. İn­
cil'de rüya anlamında 12 farklı kelime kullanılmaktadır. Bunlardan hangisinin
modem manada kullanıldığını anlamak çok zordur. Hristiyanlar arasında çok
tanınmış başarı lı rüya tabircilerinin yetişmesine rağmen- İncil'de İsa'ya ait rüya
yoktur.
Yahudilikle, çağdaş eski Tevrat' a bağlı haham edebiyatından derlenerek
M.Ö. 660-200 yıllan arasında yazılmış olan Talmud' un son kısmında rüyalarla
ilgili dört paragraf vardır.
Burada kötü rüyaların iyi rüyalara tercih edilmeleri gerektiği yazılıdır. Kötü
rüyaların sebep olacağı sıkıntı, rüyayı göreni uyaracak ve onun hayatında müs­
pet değişiklik yapmasına sebep olacaktır. Görülen bir rüyanın ayn tabircilere
yorumlatıldığında birbirinden farklı, fakat doğru yorumlar dinlemenin rüyaların
çok yönlü manasını göstermesi bakımından ilgi çekici bulunmuştur.
Hz. Muhamrned'e bir kısmı rüyada ilham ettirilen Kur'an'da ise rüyanın
önemli bir yeri vardır. Kur'an ' ın 3, 4, 5, 6, 36, 4 1 , 43 ve 100. ayetlerinde rüya şu
şekilde yorumlanmaktadır:2
Rüyadan bahsedilirken kullanılan rüya ve ahldm kelimeleri birbirinden
farklıdır. Bunlar benzer hadiseler olmakla beraber rüya mücerred ve sübjektif bir
hadise değildir. Rüyanın arkasında ulaşılacak hakiki bir mana gizlidir. Hulüm
ise gerçekte hiçbir manası olmayan boş bir vehim ve hayalden ibarettir. Bu se­
beple tabir ve tevili olmayan bir ihtilam gibi sırf nefsi bir hadise veya şeytani bir
yalan hulüm olmaktan ileriye gidemez. Lisan-ı hakikatte rüya sadık olanın,
ahlam kazip olanın ismidir. Bunlann ikisi de uyku halinde hayal şeklinde ortaya
çıktıklanndan zaman zaman kanştınlmaktadırlar.

Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 2. Baskı, İstanbul 1960 iV. Cilt. s. 2863-2869.
120 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Ekseriyetle rüyalar ferdin nefsindeki gizli şuur hususiyetlerine göre söyle­


yen bir muamma bir lugaz, bir bilmece gibi garip bir temsildir ve leddüni' dir.
Bazı rüyalar aynen gerçekleşir, bazı rüyalann tabiri de beraber görülür, bazı
rüyalar, gören kişinin vicdanında tabir olunamamakla beraber sadık bir rüya
olduklarına dair bir kanaat uyanır.
İslam alimleri rüyalan üç sınıfa ayırmışlardır. Birincisi Allah tarafından
doğrudan doğruya veya bir melek vasıtasıyla gerçekleşen doğru bir telkindir, ki
asıl rüya budur. ikincisi nefsin kendi kendine meydana getirdiği eski hatıraların
mücerred hayallerinin telkinidir. Üçüncüsü şeytani bir telkindir ki bir dış tesir­
den doğmuş yalan bir çağrışım ve hayalden ibarettir.
Hadislerde de rüyalara işaret edilmiş olması İslam dini içinde rüyaya veri­
len önemin kaynağının Kur'an olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Görülen
rüyanın karşısında takınılacak tavır ve tabir edilip edilmemesi de hadislerde
ifade edilmiştir.
"Resulullah (s.a.): "Rüyada beni gören hakikaten beni görmüştür.
Çünkü şeytan benim suretime temessül edemez." buyurmuştur. Bu hadisin
manası bu nevi rüya, rüya-ı sadıka ve salihadır, bunun tevili ve tabiri haktır,
'
demektir.
"Sizden biriniz hoşuna gidecek bir rüya görürse bu rüya Allah'tandır.
4
Onun için Allah'a hamd etsin ve onu söylesin."
"Nübüvvetten sonra biki kalan ancak mübeşşirattır'' diye buyuran
peygamberimize, ashab: "Mübeşşirat nedir· ya Resulallah " dediklerinde ''iyi
rüyadır." karşılığını aldılar. "5
0
"Salih adamın rüyası peygamberliğin kırk altıda biridir."
''Peygamberiniz, en doğru rüya göreniniz, en doğru söz söyleyeniniz­
dir'', buyunnuşlardır. "1
"Onlar için dünya ve ahiret hayatında müjde vardır" ayetinin manasını
Hz. Peygamber, ''Müminin gördüğü veya ona gösterilen güzel bir rüya"
8
olduğunu söylemiştir.
Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Rüya Allah'tan, hülm (karışık rü­
ya, biyolojik rüya, nefis) şeytandandır. içimizden biri hoşuna gitmeyen bir

Buhan, Muhtasan Tecrfd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Ankara 1973, Cilt 12, s. 271, (Tabir 26).
Ebu Hüreyre' den rivayet eden Buhari ve Müslim, El-Camiu 's-Sahih, Mısır 1955.
a.e.g.
Buhari, Muhtasan Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Ankara 1973, (Tabir 3).
Müslim, El-Camiu 's-Sahih, (Rüya 1). Mısır 1955.
Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Ankara 1973, (Tabir 1).
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 121

rüya görürse, sol taraftan sağ tarafa dönsün ve Allah'a sığınsın, o zaman
9
şeytan ve rüya ona zarar vermez."
"Rüyayı ancak sevdiğinize söyleyin. Hoşlanmadığı. bir rüya görürse, o
şeytandır. Onun şerrinden Allah'a istiaze etsin ve onu ldmseye söylemesin,
10
bu takdirde rüyanın zaran dokunmaz" buyurmuştur.
İslamiyet içinde insan hayatı ile ilgili iyi ve kötü olayların habercisi kabul
edilen aynca doğru rüya gören kişiye peygamberliğin 46'da birini bahşeden
Tanrı inancı Türklerin İslamiyetten önce de aşina olduğu bir inanç ve düşünce
tarzı idi. Türk gelenek ve törelerini İslamiyetten önceki hayatlarını aksettiren
Türk destanlarında bu konu ile ilgili pek çok örnek bulunabilir.
Uygur Türeyiş efsanesinde, Böğü Han bir gece uyurken rüyasında beyazlar
giyinmiş bir ihtiyar gördü. ihtiyar ona yaklaştı ve çam kozalağı büyüklüğünde
bir yeşim taşı vererek, "eğer sen bu taşı muhafaza edebilirsen, dünyanın dört
köşesi hep senin buymğun altına girecektir, " dedi. Böğü Han'ın veziri de aynı
il
gece aynı ruyayı gormuştu.
.. •. .. •.

Oğuz Han memleketini oğullan arasında yaşlı veziri Uluğ Türk' ün gördüğü
rüyadan sonra paylaştırrnıştır. Uluğ Türk, rüyasında doğudan batıya uzanan altın
bir yay ile kuzeyden güneye uzanan üç gümüş ok görmüş ve bu rüyayı Oğuz'a
naklederken, "düşüm sana dirlik düzenlik versin, rüyada ne gördü isem Gök
12
Tanrı sözü ile yapsın, " rüyada görülen iyi şeylerin Tann 'nın buyruğuna bağlı
olduğunu göstermektedir.
Şecere-i Terakime'den naklen Toğurmuş isimli bir bey göğsünde bir ağaç
büyüyüp, yükseldiğini, dallarının yapraklarla dolduğunu rüyasında görür, sabah
rüyasında gördüklerini Miran Kahine anlatır. Kahin bunun çok iyi bir rüya oldu­
ğunu, kimseye anlatmamasını söyler. Yıllar sonra Toğrulmuş'un oğlu Tognl,
13
han olur.
Türk Moğol devri yadigarı sayılan şu rivayet de rüyada görülen birtakım
sembollerin Tanrı emri olarak kabul edilişine örnek olarak verilebilir. Hitay
sülalesinin kurucusu olan imparator bir gece rüyasında, başında çiçek ve yaprak­
lardan yapılmış bir çelenk taşıyan bir tören alayına başkanlık eden bir Tanrı
görür. Üzerinde beyaz bir elbise ve bir altın kemer olan Tanrı peşindeki garip 12
hayvanla gökten yere indiğinde 12 hayvandan biri olan kara bir tavşan töreni
izleyen Hitay imparatorunun göğsünden içeri girerek kaybolur. Bu sırada gökten

10
Buhari (Tabir 3), Müslim, (Rüya 1).
11
EbO Said el Hudri'den rivayet eden Buhari ve Mllslim.
12 Bahaeddin Öge!, Türk Mitolojisi, Ankara 197 1 , s. 75.
13 R.R. Arat-Bang, Oğuz Kağan Destanı, İstanbul 1936.
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara 197 1 , s. 289.
122 Prof. Dr. Umay GÜNAY

inen Tanrı, imparatora Chin sülalesinden gelecek elçiyi kabul etmesini söyler.
İmparator ertesi gece de aynı rüyayı görünce, bir Şamana rüyayı tabir ettirir.
Şaman, imparatora Tann 'nın emriyle Chin sülalesine yardım etmesini söyler.
14
İmparator daha sonra Chin sülalesinden gelen yardım çağrısını kabul eder.
Bütün bu örnekler ve Kur' an'da yer alan ayetler ve hadislerin İslamiyetten
önce ve sonra özellikle devlet hayatına telmih eden rüyalara değer verdiklerine
delildir. Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş mücadeleleri sırasında Abdal Kum­
ral isimli bir dervişin gördüğü rüyayı Osmanoğullannın saltanatına yorduğunda,
Sultan Osman önce bu dervişe güzel bir kılıç armağan etmiş ve başarıya ulaşınca
bir de zaviye yaptırmayı vaat etmiştir.
Özetlediğimiz bu görüş ve inançlardaki rüyaların ilahi kaynağı ve gece ge­
zen ruhlar konusu günümüzde kabul edilmemekle beraber gene de bu görüş ve
inançlarda yer alan, geleceğe telmihte bulunan rüyaların varlığı kabul edilmek­
tedir. Aynca söz konusu görüş ve inanç sahiplerinin rüyaya verdikleri önem
rüyaların mühim unsurlar ihtiva ettiklerinden haberdar olduklarını göstermekte­
dir. Eskiden uygulanan astrolojinin yardımı ile rüya tabiri bu asırda da denen­
mektedir. Eskilerin prodromal rüyaları bedeni bozukluklara işaret diye yorum­
lamaları mizaç ile rüya arasındaki muhtemel bağı düşündürmektedir. Modem
rüya laboratuvarında rüya görmeleri için alıkonan insanlarla eski rüya merkezle­
rinde rüya görmeye giden insanlar arasında pek fark yoktur.
1 9. yüzyıldan itibaren rüyaların yorumuda psikolojik bakış açısı benimsen­
di. Şuuraltı kavramı ilk defa bu asınn başında kullanıldı. Bu asrın son
çeğreğinde rüyaların dikkatli incelenmesi sonunda bunalımların sebeplerinin
bulunabileceği görüşü benimsendi. 1833'de Ralph Waldo Emerson; "uyku ile
insanın sonsuz hürriyete ulaştığını, bu sebeple arzuların faaliyete geçtiği görü­
şünden hareketle rüyalardaki imalardan faydalanarak insanların kendi kişilikle­
rini tanıyabileceklerini " belirtti. 1 893 yılında ise James Sally, "Rüya, benliği
sunf örtülerden soyarak tabii çıplaklığı ile teşhir etmektedir. Rüya, şuuraltı ha­
yatının karanlık ve derinliklerinden iç güdülerle yapılan hareketleri, hissedilen
büyük dünya ile bizi bağlayan yanımızı ortaya koyar. Rüya alfabesi yakından
incelenince şifredeki harfier gibi çözülür ve saçma sapanlığını kaybederek ciddi
bir görünüş kazanarak kolayca anlaşılabilir bir mesaj verir" demekle, rüyaların
psikiyatri yönünden incelenmelerinde ilerleme kaydetmiş araştıncılardan biridir.
19. asırda rüyaların ilmi yolla değerlendirilmesi benimsenmiştir. Rüyaların
rüya gören kişinin şahsiyeti ile ilgili önemli özelliklerini kavramada yol gösterici
olduğu kabul edilmiştir.

14
a.e.g., s. 559.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 23

Bu görüşler daha sonraki yıllarda 20. yüzyılda Freud tarafından tekamül et­
tirilerek teori haline getirilmiştir. Psikanaliz ilminin kurucusu olan Freud., zih­
ni mekanizmanın yapısını, bu mekanizmada hangi güçlerin karşılıklı veya birbi­
rine zıt hareket ettiğini anlamak için yürüttüğü çalışmaların sonunda şu temel
neticelere ulaşmıştır:
1 . Zihni karşıtlar yalnız hastalık sırasında değil, normal gelişmede de
önemli rol oynar (içgüdüye bağlı eğilimlerin şuurun veya davranışların
dışına itildiği bastırma halleri, yahut yüceltmelerde olduğu gibi değişti­
rildiği hallerde ortaya çıkan korunma mekanizmalarına dönük bir içe
bakış da bu zıtlıkların bir parçasıdır).
2. Bi linç süreçlerin bilinç ve davranış üstünde dinamik tesirleri vardır.
3. Farklı kişilik yapılan.
4. İçgüdüye bağlı dürtülerin (cinsiyet ve saldırganlık) motivasyon alanın­
daki gücü.
5. Çocukluk devresinde de cinsiyetin var olduğu ve bunun önemi.
Freud'un normal psikolojiye ilk katkısı "Rüya Yorumu " isimli eseridir. Bu
eserinde Freud rüyaları üç kategoriye ayırmaktadır.
1 . Hem hissedilebilen hem de akılla idraki mümkün olan rüyalar ki, çoğu
kere çocukların rüyaları böyledir. Bu rüyalar, günlük hayatın zihin faali­
yetine çok benzemekle beraber hiçbir zaman onlara karışmamaları ile
beyin hücrelerinin tecrit edilmiş güçlerinden doğduğu görüşünü kendi
kendilerine reddetmektedirler.
2. Günlük hayatla ilgili ve açık mana ifade eden rüyalar vardır, ancak bir
yönleriyle öyle tuhaf ve şaşırtıcıdırlar ki, günlük hayatımıza sokmamız
mümkün değildir.
3. Zihin faaliyetinin hiçbir şekli ile bağlantılı olmayan, karışık ve manasız,
duygusuz görünen rüyalar en çok rastlanılan tiptir.
Bu son iki tip, tuhaf hayali unsurlara sahiptir. Öznenin diğer zihni tecrübe­
leri ile alakalı değildir. Uyanıkkenki düşüncelerin arasına sokmak mümkün de­
ğildir. Bunlar öznenin alıştığı dünyanın tecrübeleri ile görünür hiçbir bağlantısı
olmayan, sanki bir başka dünya veya yerde yaşanmış farklı tecrübeler dizisi
gibidir. Freud, işte bu yabancılık duygusundan hareketle hayal (illüzyon) olarak
kabul ettiği rüyaları şekillendiren zihni faaliyetin gerçekten uyanık hayatın tec­
rübelerinin devamı olduğunu kabul etmektedir.
Freud, rüya olaylarının evveliyatını izlerken psikanaliz metodunu kullan­
maktadır. Psikanaliz metodu, özneye bir tem verildiğinde onda ortaya çıkan
serbest çağnşmalann derlenip sıraya konması ve şuurlu zihinle alışkanlık haline
gelmiş olan seçme ve kontrolü ortadan kaldırmaktan ibarettir.
124 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Bu görüşe göre bir kimsenin rüyasının tabir edilebilmesi için onun hayat
hikayesinin bilinmesi ve kendisinin psikanalize tabi tutulmuş olması gerekmek­
tedir. Freud' a göre, insanın şuuraltı olgusu, bastırılmış iç güdülerinin ve kavu­
şulmamış isteklerinin biriktiği bir kavramdır. Uyku hali, şuuru ortadan kaldırdığı
için şuuraltında yaşayan istek ve duygular rüya biçiminde ortaya çıkmaktadır.
Freud'un rüya teorisinin önemli prensipleri şöyle özetlenebilir: Rüyaların
gerçek muhtevası ile rüya gördükten sonraki düşünceleri arasındaki temel ayı­
nın, endişe verici rüyaların, rüyaların istekleri tatmin edici fonksiyonuyla tena­
kuz halinde bulunmadığı prensiplerine dayanmaktadır.
Freud rüyaların bütünüyle psişik kaynaklı olduğu görüşünden hareket et­
mektedir. Rüyaların doğru değerlendirilmesi için iki kavram öne sürmektedir.
1 . Rüya metni,
2. Rüya düşünceleri (rüyanın ne ima ettiği, rüyanın arkasında ne yatmakta
olduğu meselesi).
Bu hazırlık tamamlandıktan sonra, rüya gören kimsenin zihninde "rüya dü­
şüncesi"nin nasıl rüya haline geldiği meselesini çözmek için rüya metninin rüya
düşüncesine çevrilmesi gerekmektedir. Bu işlemden sonra rüya öncesi günün
rüyadaki kalıntıları ele alınmalıdır. Hemen bütün rüyalar, rüya öncesi günün
kalıntı ve hatalarım, çağnşımlarım ihtiva ederler. Rüya gören kimsenin rüyaya
verdiği mana ise önceki günlerin ve yılların hatıraları, düşünceleri, tartışmaları,
olumlu ve olumsuz münakaşaları, ihtilaf ve soruşturmalann tesiri ile ortaya çı­
kar. Rüya, çağnşımların kısaltılmış sembolleri şeklinde ortaya çıkar. Hissi muh­
tevaları yönünden rüyalar üçe aynlırlar:
1 . İstek rüyaları,
2. Endişe verici rüyalar,
3. Cezalandırıcı rüyalar (cezalandırıcı rüyalarda da arzuların tatmini söz
konusudur. B unların içgüdüye bağlı arzuların tatmini yanında zihindeki
_
kontrol edici, ceza verici kısmın arzularım tatmin söz konusudur).
Freud, çalışmaları sonunda zihindeki tenkit edici ve yasaklayıcı bir unsur
olan süper egonun rüyaları da sansürden geçirdiğini fark etti.
Çocukluk devresinde ilk cinsel tecrübelerin çok kere acı verici intiba, endi­
şe, yasak, hayal kırıklığı ve cezalarla karşılaştığı için bunlar şuurun derinliğine
itilir. Psikanalizin önemli görevlerinden biri bu çocukluk hatıralarına has unut­
kanlığı ortadan kaldırmaktadır. Bu bastırılmış hatıraların rüyalarda ortaya çıkma
sebepleri tam olarak izah edilememektedir. Ancak tatmin edilemeyen çocuk
istekleri o kadar kuvvetlidir ki, belki kendileri rüyaların su yüzüne çıkarken
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 125

beraberinde üzüntü verici sonuçlan da sürüklemektedir diye açıklanabilir. Sonuç


olarak Freud, rüyanın bir arzunun tatmini için bir teşebbüs olduğunu iddia et­
mektedir.
İsviçreli psikolog ve psikiyatrist olan C.G. Jung ( 1 875- 1961) Freud ile bir
süre çalıştıktan sonra kendi adını taşıyan bir enstitü kurmuş ve çalışmalannı
burada sürdürmüştür. Jung, Freud'un ferdi şuuraltı görüşüne toplumsal şuuraltı
görüşünü ilave ederek bu alana büyük katkıda bulunmuştur. Toplumsal şuuraltı
kavramının gerek muhtevası gerek kişiyle olan ilişkileri üzerinde yaptığı ince­
lemeler sonunda ilk örnek (archetypes) konusunu aydınlattı. İnsanlığın ortak
bilgi hazinesi kabul ettiği bütün eski dinlerden, mitolojilerden geriye kalan ve
şuuraltı derinliklerine yerleşmiş imgeleri kolektif şuuraltı kavramı ile çözdü.
Jung' ın analiz metotlan ile diğer analiz metotlan arasındaki temel fark,
Jung'ın bu olaylan (rüya, hülya vb.) insanın şahsi tezatlarının muhtevası yanında
pek çok halde kolektif şuuralunın tezahürleri olarak görmesinden doğmaktadır.
Kolektif şuuraltı, ferdi tezatların arkasına geçerek cihanşümul insanlık problem­
lerinin ilk tecrübelerini kapsar.
Jung' ın rüya analiz teori ve metodu kısaca şöyle ifade edilebilir. Jung, rü­
yalar aklın idraki içindeki psikoloji ile izah edilemez demektedir. Ona göre rüya,
şuurlu hedef seçme, maksat, istek ve arzudan müstakil olarak belirli bir fonksi­
yon görmektedir. İstek dışı bir olaydır, tabii olan her şey gibi.
Jung, "Sürekli olarak rüya görmemiz çok muhtemeldir, ancak uyanıkken
aklımız çok gürültü yaptığı için bu rüyalan duyamıyor olabiliriz. Devamlı kayıt
tutmayı başarabilseydik bütünün kesin bir yöne uzandığını görebilecektik, "

demektedir. u Rüyaları manalanna göre şu gruplara ayırmıştır. Belirli şuurlu bir


durumun karşısında rüya, şuuralunın reaksiyonunu aktarabilir. Bu rüya söz ko­
nusu durumu tamamlayarak veya karşılığını vererek, yaşanan günün tesirini
açıkça belirtir. Böyle bir rüya evvelki günün tesiri olmaksızın hiçbir zaman gö­
rülemez.
Rüyayı hasıl eden az veya çok vazıh bir durum olmamakla beraber şuural­
tının kendiliğinden hareketi sonucunda ortaya çıkar. Bu tip rüyada şuurlu halin
rüyaya ilavesi birinci tip rüyadan farklıdır. Birincide şuurlu bölümden şuuraluna
ilerleme mevcuttur; ikinci tipte ise zaman zaman şuur veya şuuraltının lehine
bozulabilen bir denge mevcuttur.
Son tip rüyalarda ise faaliyetin tamamı ve mananın bütün ağırlığı şuuraltına
aittir. Bu tip rüyaların özellikleri kendilerine has olduğu gibi, en zor tabir edilen
rüyalardır. Bu rüyalarda şuurüstüne ait herhangi bir unsuru tanımak mümkün

15
Dreams and Dreming, USA 1973, Jolande Jacobi, Psychology of C. G. Jung, s. 69-80.
1 26 Prof. Dr. Umay GÜNAY

değildir. Bu rüyalar bütünüyle şuuraltını temsil ederler. Rüyayı gören, bu rüyaya


mana veremediği gibi, çok kere neden böyle bir rüya gördüğüne şaşar. Çok kere
böyle rüyalar, zihni bir hastalığın veya şiddetli bir nevrozun ortaya çıkmasından
az önce görülmektedir. Jung'a göre her rüya tabiri bir hipotezdir. Bir rüyanın
doğru tabiri, titiz bir çalışma gerektirir. Bunun için de rüya gören kişinin duygu­
larını psikolojik idrak, terkip kabiliyeti, sezgi, insana ve çevreye aşinalığın ya­
nında şümullü ve derin bir zihni tahsil yapmış olmak gerekmektedir.
Eski medeniyet daireleri içinde, büyük dinlerde rüya olayının nasıl kabul
gördüğünü, aynca ne gibi pratiklerle rüyaların davet edilip tabir edildiğini ve 20.
yüzyılda ilerleyen psikanaliz ve tıp ilmi içinde rüyaların değerlendirilip tahlilini
konumuza yardımcı olacağı düşüncesiyle kısaca özetlemeye çalıştık.
Bütün bu bilgilerden, insanların her devirde, her medeniyette ve her dinde
rüyalara ayn ve müstesna bir yer verdiklerini gördük. Teferruat bir yana bırakıl­
dığı zaman en eski rüya teorilerinden günümüzde kabul edilenler arasında pren­
sip olarak ortaklık görülmektedir. Bugün, ferdi şuuraltı veya ferdi şuuraltı­
kolektif şuuraltı kavramlarıyla açıklanmaya çalışılan ve manidar veya kehanetli
rüyalar diye tavsif edilen rüyalar, eski devirlerde ve dinlerin içinde Tann'nın
buyruğu veya Tann' dan gelen işareti temsil eden, gelecekten haber veren rüyalar
şeklinde değerlendirilmişlerdir. Gerek eski devirlerde gerekse bugün modern
psikiyatrinin en çok ilgilendiği ve değer verdiği rüyalar, bu türden olanlardır.
Dinlerin, ilahi olduğunu kabul ettiği bu tür rüyaları modern psikiyatri hala tam
manasıyla çözememiştir. Psikiyatri bu rüyaların, mantık kurallarından farklı
şuuraltı kurallarının hakim olduğu bir başka dünyanın işaretlerini, tecrübelerini
ifade ettiğini kabul etmektedir. Bu rüyaları normal mantık kalıplarına dökerek
değerlendirmek ve anlamak çok güçtür.
Dinler arasında özellikle İslamiyet içinde insanların biyolojik ihtiyaçlarını
aksettiren rüyalar küçümsenmiş, zaman zaman bunlardan korkulmuştur. Çok
kere içgüdülerin tesiriyle ortaya çıkan bu rüyalar şeytanların oyunu diye kabul
edilmiş ve bunlardan korunabilmek için çeşitli pratiklere başvurulmuştur. Yalnız
Yunanlılar ve Hintliler bu rüyaların bedeni hastalıkların işareti olabileceğini
kabul ederek bu konuda araştırmalar yapmışlardır.
Psikiyatrinin yan şuuraltı, yan şuurüstü dediği ve zaman zaman aradaki
dengenin bir diğeri lehine bozulduğu rüyalar, dinler içinde ve eski medeniyet­
lerde yan ilahi rüyalar olarak nitelendirilmişlerdir.
İnsanlık tarihi boyunca bütün dünyada pek çok bilinmeyenin anahtarı, insa­
nın ve geleceğinin habercisi olarak zaman zaman korkulan, zaman zaman hay­
ranlık duyulan rüyalar edebi eserlerin pek çoğuna konu olmuş, bu eserlerde fark­
lı akisler yaratmıştır.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 27

B. A ŞIK EDEBİYATINDA RÜYANIN YERİ ve FONKSİYONU


Türk Halk Edebiyatının bütün mahsullerinde sık sık rastlanılan rüya motifi,
'
"Türk Halk Edebiyatında Rüya Motifinin Fonksiyonu ve Mahiyeti " başlığını
taşıyan bildiride mahiyetleri göz önüne alınarak altı gruba ayrılmıştır.
1 . Kehanet bildiren veya bir teamül koyan kutsal nitelik taşıyan rüyalar. Bu
tür rüyalarda açıkça ve doğrudan doğruya bir nasihat veya bir emir ve­
rilmektedir. Türk halk hikaye ve masallarında daha çok bu gruptan sözlü
mesaj taşıyan rüyalara rastlanmaktadır.
2. Alegorik mesajlı rüyalar, bu tür rüyalarda tabir ve tefsirle anlaşılan şifre­
li bir dil kullanılmaktadır. Halk hikayesi ve masallarda örnekleri mevcut­
tur.
3. Kompleks tabiatlı rüyalar, bunlarda olağanüstü anlayış ve tabiatüstü güç
gerektiren olaylara işaret edilir. Özellikle masallarda rastlanılan bu tür
rüyalarda bir problemin çözümü için gerekli çareler olağanüstü güçlerle
elde edilir. Bir ejderhanın başının altındaki topraktan bir avuç alabilmek
gibi.
4. Eğitici ve ders verici rüyalar, bazı hikaye ve masallarda rüya kıssadan
hisse çıkarmağa sebep olduğu gibi ahlaki ve ananevi değerlere de işaret
eder. Böyle rüya-lar eğitici ve nasihat verici niteliğe sahiptir. Masal ve
menkıbelerde örnekleri mevcuttur.
5. Aşık biyografileri etrafında teşekkül eden halk hikayelerinde daima aynı
şekilde ortaya çıkan rüyalar, aşık olacak kişinin zihnine kaydedilmiş bir
ilk örneğin (archetype) tekrarlanan şekilleridir. Bu tür rüyalar zihne ve
ruha işlenmiş platonik bir mefhuma bağlı olarak şairin gerçekleştirmek
istediği bir mesaj taşırlar.
6. Hayal-rüya karışımı rüyalarda ise haber verme, ikaz etme gibi realist
olaylara dayalı unsurlar yoktur. Bu rüyalar bütünüyle insanların hayalle­
rini temsil ederler. Bu tür rüyalar daha çok fıkra türü örneklerinde kar­
şımıza çıkmaktadır. Özellikle Nasreddin Hoca'nın '99 Akçe' isimli fık­
rasındaki rüya bu türe iyi bir örnektir.
Gene aynı bildiride rüyalar, aynca halk edebiyatı anlatım türleri içinde oy­
nadıkları roller ve fonksiyonları yönünden yedi grup altında toplanmış ve bazı
rüyaların birden fazla fonksiyon icra ettikleri ifade edilmiştir.

Ferial Ghazoul Hopkins, "The Nature and Function of The Drearn Motif in Turkish Folk
Literature", /. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, 2. Cilt, Ankara 1976, s. 1 33.
1 28 Prof. Dr. Umay GÜNAY

ı. B azı anlatım türlerinde rüya motifi saik durumundadır. Anlatım türünün


başında ortaya çıkan rüyanın muhtevası hikayenin yapısına tesir eder.
Hikaye içindeki hareketler doğrudan doğruya rüyadan neşet eder.
2. Aşık biyografileri etrafında teşekkül eden hikayelerde rüya bu türün ta­
mamında bazen yansına kadar şekil değiştirme unsuru görevi görür. Rü­
ya motifi sıkıntılı ve yeknesak bir hayatı yaratıcı ve hareketli bir hale
dönüştürür. Bu hikayelerde rüya motifi mihver durumundadır.
3. Rüya, hikayeyi birbirine bağlamada çapraz ve tekrar edilen (leit motif)
bir motif fonsiyonuna sahiptir. Aşık hikayelerinde aşık adayı rüyasında
bir genç kız elinden bade içerken aynı anda genç kız da aynı rüyayı gö­
rerek aşık adayının elinden bade içer. Her ikisi de aynı tecrübeleri yaşar­
lar.
4. Rüya, hikayenin çatısını teşkil eder. Bunun yaygın örnekleri fıkra ve
halk temaşası metinlerinde görülmektedir. Orta Oyunlarında muhavere
bölümünde anlatılan inanılmaz olaylar, sonunda rüya olarak açıklanır
(Kavuklu Hamdi).
5. Hikayenin tertibi doğrudan doğruya rüya motifine bağlıdır. Hayırlı Rü­
ya ismini taşıyan masalda olduğu gibi, masal bir rüya ile başlar. Rüyada
gördüklerine bir mana veremez. Rüyasını anne ve babasına anlatmadığı
için evinden kovulur. Bir kuyu içine atılır. Kuyudan bir başka ülkeye
geçer. Hikayenin sonunda yaşadığı olaylarla rüyası mana kazanır ve ta­
bir edilmiş olur.
6. Rüya hikayenin daha sonraki bölümlerini aynen aksettirir. Bu tür rüya­
lar, şekil değiştirmeye sebep olmazlar, yalnızca olacakları önceden bildi­
rerek tedbir tavsiye ederler.
7. Rüya hikayenin sonunda ortaya çıkarak, hikayenin yeniden çözülmesini
sağlar.
Türk Halk Edebiyatı anlatım türlerinde rüyaların mahiyet ve fonksiyonları­
nı umumi olarak değerlendiren bu çalışma bazı yönleriyle münakaşaya açık
olmakla beraber, aşık edebiyatında ortaya çıkan rüya motifini açıklamak ve halk
edebiyatındaki rüyalara toplu olarak bakmak yönünden takdire şayan bir çalış­
madır.
Aşık Edebiyatında şekil değiştirmeye sebep olan rüya motifi iki şekilde ya­
şamaktadır. Halk hikayelerinde kalıplaşmış asıl tipe uygun ve bütün hikayelerde
aynı unsurları muhafaza ederek ortaya çıkmaktadır. Yaşayan aşıkların hayat
hikayelerinde ise şekil değiştirmeye sebep olmakla beraber, aşık hikayelerinde
olduğu gibi aşıkların hayatını bir sevgiliye bağlamamaktadır. Yaşayan aşıklarda
bu motif onlara sanatçı kişiliği kazandırmada yardımcı olmaktadır.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 29

Halk hikayelerinde, hikaye kahramanını aşık olmaya ulaştıran rüya motifi


kompleks bir motiftir. Başka kültürlerde tek tek ortaya çıkan unsurlar aşık ede­
biyatındaki rüya motifinde birbirinin içine girmiş olarak bir arada yaşatılmakta­
dır. Hikaye kahramanı bu rüya ile pir elinden bade içerek Tanrı aşkını, sevgilinin
aşkını ve kendisine toplum içinde müstesna bir yer sağlayacak saz şairi olmak
için gerekli bütün hünerleri ve bilgileri kazanmaktadır. Uyandığı andan itibaren
yeni kişiliği ile çevresinden ilgi, sevgi ve saygı görmeye başlamaktadır.
Antropologlara göre2 ilkel gruplar arasında kişinin günlük hayatı ve şahsi­
yetine bağlı normal rüyaların yanında gelenek yönünden önemli rüyalar vardır.
Birinci tipteki rüyalar "serbest" veya "ferdi" rüyalar, ikinci tiptekiler ise "resmi
rüyalar" veya "kültür örneği" rüyalar diye isimlendirilmektedirler. Bu görüşe
göre "kültür örneği" rüyalar yerli kültürün yaşadığı sürece yaşar ve bu kültür
dağılınca bu rüyalar da kaybolur. Dışarıdan gelen tesirlerde eski kültür dağılınca
bu rüyalar da kaybolur. Dışarıdan gelen tesirler de eski kültür sembollerinin
kaybolmasına sebep olur.
Kültür örneği rüyaların meydana gelmesinde belirli bir şekilde şartlanma
söz konusudur. İlk çocukluk yıllarından itibaren bu tür rüyalara aşinalığın ya­
nında, bu rüyaları benimsemek ve bu konu ile ilgili törenlere katılmak bu şart­
lanmayı sağlamaktadır.
Kültür örneği rüyalar vasıtasıyla gelenekler nesilden nesle aktarılarak de­
vam ettirilir. Bu tip rüyalar, kişiye grup içinde bir yer sağlar, mitolojik figürlerin
yardımı ile şahsi refah da sağlanmaktadır. Aynca bu figürler rüyayı gören kişiyi
muhtemel felfil<etlere karşı uyarırlar. Kuvvetli inanç sistemi rüyalarda görülecek
şeyleri belirlediği gibi görülmeyecek şeyleri de kontrol altında tutar.
İlkel topluluklar arasında rüyaların belirlediği kültür olaylan arasında, yeni
totemlerin keşfi, yerleşme merkezlerinin seçimi, meslek seçimi, şarkı besteleme,
dini merasimler, büyü ve iiaç keşifleri, çocuklara isim verme gibi olaylar sayıla­
bilir. ilkel kültürlerde rüya, hayatın akışı içine yerleşmiştir. Çok kere rüya ile
gerçek arasındaki fark üzerinde durulmaz.
Bu görüşlerin ve Jung'ın rüya teorisinin ışığı altında Türk halk hikayelerin­
deki rüyaların "Kültür Örneği" rüyalar olduklarını kabul etmemek mümkün
değildir. Daha önceki bölümlerde bu rüyaların Şamanlığa giriş merasimlerinin
İslamiyet ve Osmanlı kültürü altında şekil değiştirerek rüya motifine döndükle­
rini açıklamıştık. Şamanlığa giriş merasimleri milletimizin kolektif şuur altında
muhafaza edilmiş, ozan-haksı edebiyat geleneğinin İslamiyet içinde aşık edebi­
yatı geleneği haline dönüşmesi sırasında rüya şeklinde ortaya çıkmıştır.

J.S. Lincoln, The Dream in Primitive Cultures, USA 1935.


1 30 Prof. Dr. Umay GÜNAY

İslamiyetin kutsal kişilerin göründüğü rüyalara verdiği değerin tesiri ile bu rüya­
lar toplum tarafından takdirle kabul edilmiştir.
İslamiyetin kabulünden bir süre sonra küçümsenen ve eski saygıdeğer yer­
lerini kaybeden ozanlar, bu rüyalarla din büyüklerinden aldıkları ruhsat sayesin­
de toplum içindeki eski yerlerine kavuşmuşlardır.
XVI. asırdan bu yana yazıya geçirilen aşık hikayelerinde tespit edilen bu
kompleks rüya motifi bugün yaşayan aşıklar arasında hala görülmekte ve ina­
nılmaktadır. Aşık Edebiyatının temsilcileri için rüya motifi bir hareket ve baş­
langıç noktasıdır. Aşıkların gerçek hayat hikayelerini incelediğimizde rüya gö­
rene kadar belli bir süre ya usta bir aşığın yanında çıraklık yaptıklarını ya da aşık
fasıllarının sık sık icra edildiği, halk hikayelerinin anlatıldığı yerlerde yetiştikle­
rini görmekteyiz. Yazılı kaynakların bu görüşümüzü doğrulamaları yanında soru
listesi gönderdiğimiz ve kendileri ile görüştüğümüz aşıklardan aldığınuz aşağı­
daki cevaplar da bu konuya delil olarak gösterilebilir.
Rüstem Alyansoğlu: " Ustam babamdır, adı Hüseyin Alyansoğlu, mahliisı
Hüseyin 'di. Babamın ustası da kendi babası Aşık Veli'dir. "
İlhami Demir: " Ustam yoktur, fakat {işıklar arasında yetiştim. "
Murad Çobanoğlu: " Ustam, babam Aşık Gülistan Çobanoğlu 'dur. Onun
ustası da Aşık Şenlik 'tir. "
Aşık Efkan: "Biz ced be ced {işığız. Dedem Cesimi, bahası şöhreti, onun
babası Sıtkf, onun babası Selverf. Bana {işıklık usul ve erkanını Abdullah Hoca
tarif etti. "
Aşık Feymani: "Aşıklık geleneğini okuyarak, görerek, dinleyerek ve tatbik
ederek öğrendim. Usta {işıklardanfaydalandım. Bunlardan Aşık Hazım Demirci
ve Aşık Kul Mustafa 'yı sayabilirim. "
Aşık Kara: "Saz üstadım 1946 yılında askerde iken tanıştığın Ürgüplü Ka­
til Şükrü Baba 'dır. "
Aşık Ruhani: "Benim saz ustam Tortum 'un Bağdaşı köyünden Muharrem
idi. Mahliisı Ayvazf, onun ustası Artvinli Huzurf'dir. "
Veysel Şahbazoğlu: "Aslında ustam yoktur, çok {işık meclisinde bulunmu­
şum. Aşıklığın usullerini ve meclis idarelerini oradan aldım. Hece vezni, kafiye,
redifbunlar kendiliğinden geliyor. "
Şeref Taşlıova: "İlk ustam Çıldır'ın Suhara köyünden Aşık Şenlik Baba 'nın
oğlu Aşık Kasım 'dır. Ben ayrıca daha fazlasını çevrede bulunan ehl-i dillerden
ve kendi kendimi yetiştinnemden aldım, çünkü bizim köylerde çobanlar bile
hikaye, türkü söyler. "
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 131

Aşık Ali Çiftçi Yahyaoğulları: "Evet, üstadımız vardı. Kayserili Hacı


Mehmet Kalpaklı, onun üstadı Haceli (Hacı Ali) Baba imiş. "
Bu aşıklar gerek 8.ile yakınlarından gerekse çevreden bu konuda eğitim
gördüklerini açıkça ifade etmektedirler. Bazı aşıklar ise bu konuda daha değişik
cevaplar vermişlerdir. Konuyu aydınlatma yönünden onları da buraya aktarıyo­
ruz.
Aşık Hasreti: "Hiç usta görmedim, ilk ilham aldığım gündem beri beyitler,
türküler söylemeye başladım. Daha sonra kısa bir zamanda kendiliğimden saz
çalmayı da öğrendim. "
Aşık Hacı Karakılçık: "Benim üstadım sadece yüce Rabbimdir. Bana ver­
miş olduğu ilhamlar sayesinde ô.şık oldum. Başka bir üstadın yanında çıraklık
falan yapmadım. Kendi kendimi yetiştirdim. "
Aşık İsmail öner: "Aşıkların kalbi gemiye benzer, denizi gördü mü dur­
maz. Benim ustam mustam yok. Biz klasik sahne adamları değiliz, bizimki kara­
kucak, ağzımıza geleni saçarız. "
Aşık Selmani: "Ben ustaya hizmet etmeyi ve ondan faydalanmayı istesem
bile çevremde usta bir aşık olmadığından ustam yoktur."
Aşık Sefil Selimi: "Ustam halk ve hiç ölmeyen dirilik taşımasıdır. Her halk
ozanı badeli badesiz ayrı bir değerdir. "
Belli bir ustadan ders alsın veya almasın Anadolu' da yaşamakta olan bu ge­
lenek yaradılıştan kabiliyetli olan bu kişilerde bir birikim meydana getirmekte­
dir. Bir kısmı bu birikime şuurlu olarak sahip olmakta bir kısmı ise yukarıdaki
ifadelerinde görüldüğü gibi farkında olmadan yetişmekte ve bir anda bu sanata
ulaştıklarına inanmaktadırlar.
Şuurlu veya şuursuz olarak görerek ve dinleyerek öğrenmeye dayanan bu
hazırlık devresini tamamlayan kabiliyetli kişiler için sıra aşık olmaya gelmiştir.
Ancak burada engelleyici bazı toplum kuralları ortaya çıkmaktadır. Ergenlik
çağındaki çocukların büyüklerin yanında saz çalıp türkü söylemeleri mümkün
olmadığı gibi büyüklerin meclislerine girmelerine de müsaade edilmemektedir.
Aşıkların birçoğu çocukluk çağlarında aşık fasıllarını kapı aralıkları gibi kuytu
yerlerden seyredip dinlediklerini ifade etmişlerdir. ikinci bir engel İslamiyetin
getirdiği kaçgöç müessesesidir. Bu çağa gelen kız ve erkek çocukların birbirle­
riyle görüşmelerine izin verilmez. Aynca ergenlik çağındaki insan, ne çocuktur
ne de büyük. Toplum içinde kendisine yer bulması hemen hemen imkansızdır.
Bütün bu sıkıntıların yanında en önemlisi şair mizacın dürtüleridir. Çünkü
aynı sıkıntıları yaşayan insanların hepsi "aşık" olmamaktadır. Burada yaratıcı
1 32 Prof. Dr. Umay GÜNAY

sanatkar mizacı açıklamak için kısaca Jung' ın bu konudaki görüşlerine yer veri-
1
yoruz:
"Her yaratıcı insan, çelişkili eğilimlerin bir sentezidir. Bir yandan kişisel
hayatı olan bir insan bireyidir, öte yandan kişi-dışı, yaratıcı bir süreçtir. Sanat­
çının en temel niteliklerinden biri, onda, kişisel hayata karşılık, toplumun psişik
hayatının ağır basmasıdır. Sanatın, insanı yakalayan ve bir alet gibi kullanılan
doğuştan gelme bir dürtü olduğu söylenebilir. Sanatçı kendi amaçlarına yönelen
hür bir kimse değildir, kendini sanata ödünç vererek sanatın amaçlarının ger­
çekleşmesini sağlayan bir kimsedir. insanlığın bilinçdışı hayatını taşıyan ve
biçimlendiren "toplumsal insan "dır. Bu güç görev için kimi zaman mutluluğunu
ve sıradan insan hayatını yaşanmaya değer kılan her şeyi bir yana bırakması
gerekir. Sanatçının hayatının çatışmalarla dolu olmaması kabil değildir. Yaratı­
cı ateşin ilahi amıağanını almış kimselerin bu amıağana karşılık çok şey öde­
meleri gerektiği her zaman görülmüştür. Yaratıcı sürecin kadına benzer bir yanı
vardır. Yaratıcı eser şuurdışı derinliklerden, bir başka deyişle anaların alanın­
dan fişkırır. Yaratıcı gücün hakim olduğu her yerde insan hayatı, iş gören irade­
ye aykırı olarak bilinçdışı tarafindan yönetilir ve yoğrulur. Gelişmekte olan
eser, şairin alın yazısı haline girer ve onun psişik gelişmesini belirler. Bilge
adamın temel imgesi, kültür hayatının ortaya çıktığı çağlardan beri, insanlığın
bilinç dışında örtülü ve hareketsiz dumıaktadır. Şuurlu hayat, sahteliğe ve yek­
nesaklığa boğulduğu zaman, bu imgeler harekete geçer ve bireyin rüyalarında,
kahinlerin ve şairlerin görünümünde ortaya çıkarak çağın psişik dengesini yeni­
den kurar. Sanat yaratışının ve sanatın sırrı, bir mistik katılış halinde geriye
dönüşte aranmalıdır. Şairin hayat şekli alaka çekici veya kaçınılmaz bir şey
olabilir ama şairin kendisi açıklanamaz. "
Modem psikiyatrinin de kabul ettiği gibi, şair mizacını açıklamak bugün
için mümkün değildir. Doğuştan böyle bir kabiliyete sahip olan aşık adayların­
da; biyolojik istekler, psikolojik baskılar ve yaratıcılık gücü birleşerek kolektif
şuuraltını harekete geçirmekte ve kültür örneği rüyaları kullanarak yaratıcılığın
bir şekli olan aşıklık mertebesine erişmelerini sağlamaktadır.
Rüyada bir sevgiliyi görerek iişık olma motifi bütün dünya edebiyatlarında
ve ilkel kabilelerin ayini törenlerinde görülmekle beraber, kompleks rüya motifi
'
Türk Aşık Edebiyatına has bir motiftir. Çünkü bu rüyaların ortaya çıkışları ka­
dar muhtevaları da diğer kültürlerinkinden farklıdır. Rüyayı gören kişi, bir sev­
giliye sahip olmanın yanında, Tanrı aşkına ulaşmak için gerekli bilgi, erkan ve
usuller ile birlikte saz şairi vasıflarını da rüyada kazanır.

(Çev. Sel3.hattin Hilav), İstanbul (tarih yok)


Freud, Jung, Adler, Psikanaliz Açısından Edebiyat,
s. 71-78.
W. Ruben, "Raznihan ve Mahfiruze Hikayesi", Ülkü, Ağustos 194 1 .
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 33

Aşık Edebiyatının temsilcileri bu rüya motifi ile sade kişilikten sanatçı kişi­
liğe geçmektedirler. Bu kişilik değiştirmede kolektif şuuraltının yardımı ile kül­
tür örneği rüyalar ortaya çıkmaktadır. Bu motifin tiplerine ve tahliline geçmeden
önce, yaşayan aşıkların rüya-bade motifi hakkındaki düşüncelerini aktarmanın,
bu geleneğin yaşadığını göstermek bakımından faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Aşık Sefil Selimi: "Bade içme geleneğine inanıyorum, çünkü nasıl ki bir
insan bilinmesi lazım gelen herhangi bir şeyi okumadan, tahsil etmeden öğre­
nemezse, fışkın iksiri de (ışığa fışıklığı öğreten ana unsur ve ana kaidedir. "
Aşık İsmail Öner: "Bade gerçek, yüz koyunda bir koç olduğu gibi bin kişi­
de tesadüfeseri olur. "
Aşık Hasreti: "Bade içmek vardır, fakat zahiren rüya alemi ile çok çeşitli
şekillerde ilham vardır. flham Allah 'ın verdiği bir ruh eseri, hiç tükenmeyen bir
aşk ateşidir ve mutlaka doğrudur. "
Aşık Kara: "Bade içme geleneğine inanıyorum, her akan suyun bir menbaı
vardır. Sizin Lokman Hekim 'iniz,"' bizim de pirimiz vardır. "
Aşık Ruhani: "İnanıyorum, bade içen (ışıkların en ağır şekildeki aşk hare­
ketleri badeli fışık olduklarının ispatıdır. "
Aşık Zavallı: "Evet inancım vardır. Aşıklık bir vehbi olarak aniden hakkın
tecellisi ile olur. Hak tarafından bir sevgiye aşka düşer, kendiliğinden söyler.
Ondan bundan öğrenmez. "
Aşık Veysel Şahbazoğlu: "Aslında bade vardır ama içenler ölmez. Badenin
dışında alem-i manada (ışığın gördüğü herhangi bir kimsenin sunduğu, şerbet
misali veyahut yiyecek bir kısım şeyler vardır. Pirin elinden sevgi yemi alan fışık
olabilir. "
Aşık Feymani: "Bade içme geleneğine inanıyorum. "
Aşık Çobanoğlu: "Badeye inanıyorum, sebebi aşkın badesi vardır. ilhamlı
(ışığa rüyasında pirler aşık badesi içirir. "
Aşık Efkaıi: "Bade içme bir rüya aşkın uyanması zamanı gelmiş, bu da
lütfi vasıtadır. O gün uyanır. "
Aşık Taşlıova: "İnanıyorum, görünür şekilde olmasa da hayalf rüya ve il­
hama bağlı olarak bade adı altında elden ve gönülden bade içilir. "
Bu ifadeleri ile aşıklığa ulaşmada rüya-badenin bir basamak bir nevi ruhsat
almak olduğunu kabul eden aşıkların yanında değişik dünya görüşlerine sahip
bir kısım aşıkların rüya-bade konusundaki görüşlerini de aktarıyoruz.

Aşık Kara, beni tıp doktoru zannettiği için Lokman Hekim'i kullanmıştır.(U.G.)
1 34 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Aşık Rüstem Alyansoğlu: "Aşıklarda bade içme geleneğine ben ôşık olarak
inanmıyorum. Aşıklarda sadece ilham vardır, yoksa bunun dışında bade diye bir
şey yoktur. "
Aşık İlhami Demir: "Badeye inanırım fakat bu asırda olmaz. Sebep; millet,
kötü ve küfür devrinde. "
Aşık Hacı Karakılçık: "Bade içme geleneği eski maneviyatçı iişıklarda
mevcuttu. Mesela, Yunus, Karacaoğlan, Kerem gibi ôşıkların bade içtiklerine
inanıyorum ama günümüzdekilerin bade içtikleri sahi değildir. "
Aşık Selmani: "Bade içme geleneğine inanmıyorum. Çünkü ôşıklık kişinin
kabiliyetine bağlı bir sanattır. Bade içtim diyenler üç yüz yıl geriye giderek Ley­
lfı ve Mecnun 'u devam ettiren/erdir. "
Bütün bu görüşlerde aşık olmada bade-rüya motifinin tesirli olduğu inancı
belirtilmekle beraber bir kısım aşıklar bu çağın şartlarının bade-rüya motifinin
ortaya çıkmasına müsait olmadığını belirtmektedirler. Bu olumsuz görüşlere
rağmen rüya motifi ile aşıklığa geçenler veya rüya motifi ile sanatlarını daha
gelişmiş seviyeye ulaştırdıklarını belirten aşılar çoğunluktadır.
Yaşayan aşık tarzı şiir geleneği içinde kültür örneği rüyaların mevcudiyeti
bu geleneği hasıl eden kültürün hala canlı olarak muhafaza edildiğini göstermek­
tedir. Ozan-haksı geleneği Osmanlı kültürü içinde nasıl şekil değiştirmiş ve yeni
bir terkibe ulaşmışsa bugünün aşıklık geleneğinin de Osmanlı kültürü içinde
hasıl olan Aşık Edebiyatı geleneğinden bir ölçüde farklılaşması tabiidir. Folklor
mahsulleri, yaşayan mahsuller oldukları için bunların zaman zaman birtakım
değişikliklere uğramaları ve yeni unsurlarla kaynaşmaları tabiatlarının gereğidir.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 35

C . RÜYA MOTİFİNİN TİPLERİ ve TAHLİLİ


Aşık Edebiyatı geleneği içinde sade kişilikten sanatçı kişiliğe geçişte önem­
li role ve fonksiyona sahip rüya motifi, Orta Asya Türk kültüründe yer alan Şa­
manlığa giriş merasimlerinin İslamiyet ve Osmanlı kültürü altında sembolleşerek
"Kültür Örneği. Rüya Motifi "ne dönüşmesiyle ortaya çıkmıştır.
Bilindiği üzere folklor ürünlerinde ilk örneği tespit etmek hemen hemen
mümkün değildir. İlk örneğe en yakın tipler muhtemel Asıl Tip olarak kabul
edilir. Biyografik aşık hikayelerinde ve yaşayan aşıklann biyografilerinde tespit
edilen rüya motiflerenin tahlili sonucunda bu rüyalann muhtevalanna göre üç
grupta incelenmesinin doğru olacağı sonucuna vardık. Muhtevalan farklı olmak­
la beraber üç grup rüya da sanatçı kişiliğe geçişi sağlayarak gelenek içinde aynı
görevi görmektedir. Kompleks Rüya Motifi adıyla anılan rüyalann ortaya çıkışla­
n, muhtevalan ve sonuçlanmalan halk hikayelerinde ve aşıklann hayat hikayele­
rinde daima ortak bir yapı içinde gerçekleşmektedir. Bu grubu oluşturan komp­
leks rüya motifi örneklerinden en eski yazma nüshalarda bulunanlan "Asıl Tip "
rüyalar olarak benimsedik. Aşıklann hayat hikayelerinde yer alan rüyalan "Asıl
Tip in varyantlan olarak kabul ettik ve Asıl Tiple mukayese ederek değerlendir­
"

dik. Aşık biyografileri üzerinde rüya motifi ile ilgili yaptığınız bu araştırmada,
yapı ve muhtevalanyla kompleks rüya motifinden ayn olmasına rağmen, gelenek
içinde aynı rolü oynayan farklı rüya motifleri tespit ettik. Müstakil Rüya Tipleri
başlığı altında topladığımız bu rüya motiflerinin bir bölümünün muhtevalan
kompleks rüya motiflerininkinden farklı kültür olaylanna dayandığı için bunlan
da Kültür Örneği Rüyalar başlığı altında topladık. Gelenek içinde aşıklığa geçişi
sağlamakla beraber, kişinin günlük hayatının akislerini taşıyan rüyalan Ferdi
Rüyalar grubunda inceledik.
1- Asıl Tip Rüyalar (Halk Hikayelerinde yer alan örnekler)
a. Asıl Tip Rüyalann varyantlan (Aşık biyografilerindeki örnekler)
il- Müstakil Rüya Tipleri
a. Kültür Örneği Rüyalar
b. Ferdi Rüyalar
Aşık hikayelerinde ve aşık biyografilerinde hareketi sağlayan ve sade kişi­
likten sanatçı kişiliğe geçişte önemli rol oynayan kompleks rüya motiflerinin
ortaya çıkışları, muhtevalan ve sonuçlan ortak bir yapıya sahiptir. Bu ortak plan
incelendiğinde aşık adaylannın aşk, sanat ve bilgiye dört safhada ulaştıkları
1 36 Prof. Dr. Umay GÜNAY

görülür. Türk aşık edebiyatında tespit edilen Asıl Tip kompleks rüya motifinin
planı şöyledir:

1. Hazırlık Devresi
a) Çocukluk ve gençlik çağının şartlan
b) Karşılaşılan maddi veya manevi bir sıkıntı
c) Bir sıkıntı veya bir dilekle uykuya dalış. Uyunan yerler, kutsal sayılan
mevkiler olabildiği gibi ıssız ve uzak, kahramanın korku ve yalnızlık
duyduğu herhangi bir yer de olabilir.

il. Rüya
Bu rüya çok kere uyur ile uyanıklık arasında, görenlerde gerçek duygusu
bırakan canlı bir rüyadır.
a) Kutsal kişilerle kutsal sayılan bir yerde karşılaşma.
b) Pir elinden bade içme.
c) Sevgilinin kendisi ile veya resmi ile karşılaşma.
d) Kahramana pirler, bilmesi gereken bilgileri öğretirler.
e) Kahramana bir mahlas verilerek deyiş söylenmesi istenir.
Rüyalarda bu unsurların sırası her zaman aynı değildir, bazen biri diğerinin
önüne geçebilir aynca badeyi pir yerine sevgili sunabilir.

ili. Uyanış

a) Kahraman kendi kendine uyanır, ilk fırsatta eline geçen bir saz ile ba­
şından geçenleri anlatır.
b) Kahraman bir süre (3, 6, 7, 20, 40 gün) baygın yatar ve ağzından bur­
nundan kanlı köpükler gelir. Ehl-i dil bir kişinin sazının tellerine do­
kunması ile uyanır.
c) Kendi kendine uyanır ama bakışları, hali tavrı bir acaiptir. Dünya ile il­
gisi kalmamış gibidir. Herkes deli olduğunu kabul ederken halden anla­
yan bir kişi sazının tellerine dokunarak, aşık adayının çözülmesini sağ­
lar.

iV. İlk Deyiş


Rüyada aşıklığa ulaşan kişilerin uyandıkları zaman söyledikleri ilk deyişleri
gördükleri rüyanın tasviridir. Bu ilk deyişlerde aşık başından geçenleri naklettiği
gibi ilk tapşırrnasını da bu ilk deyişin sonunda yapar.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 37

xvı. asırda teşekkül ettiği kabul edilen Aşık Kerem ile Aslı hikc2yesinden
Kerem'in, gene XVI. asrın ikinci yansında teşekkül ettiği kabul edilen Aşık Ga­
rip ile Şah Sanem hikc2yesinden, Garip'in, yazma nüshalarından iktibas edilen
rüya metinleri XVII. yüzyılda teşekkül ettiğine inanılan Ercişli Emrah ile Selvi
Han hikayesinden Emrah'a ait sözlü kaynaklardan ifade edilen rüya motifini ilk
örneğe en yakın asıl tipler olarak benimsiyoruz. Bu rüya motiflerinin tahlilini
yaptıktan sonra yaşayan aşıkların rüya motiflerini asıl tiplerle mukayese ederek
ilk örneğin varyantıları ve asıl tipten ayrılarak müstakil rüya tiplerini oluşturan
rüyaları değerlendimeye çalışacağız. Aşık hikayelerinde bu tür rüyalarla başla­
yan olaylar gene bu rüyaya bağlı olarak gelişmekte ve rüyadaki sevgiliye ka­
vuşmak için yapılan mücadeleler bazen iyi, bazen kötü bir sonuca ulaşmaktadır.
Yaşayan aşıklar, bu mesleğe kompleks rüya motifi ile başlamakla beraber,
bundan sonraki hayatları birbirinden farklı şekillerde gelişmektedir. Aynca bu
aşıkların rüyalarında gördükleri sevgililer umumiyetle kendi çevrelerinden tanı­
dıkları genç kızlardan biridir. Çok kere bu sevgililerle kavuşup evlenmelerine
rağmen çeşitli sebeplerle bu beraberlik ayrılıkla sonuçlanmakta ve her biri bir­
den fazla evlilik denemesi yapmaktadırlar. Bu aşıkların hayat hikayelerinde rüya
motifi onları sade kişilikten sanatçı kişiliğe ulaştırma fonksiyonu görmekte ve
onlara rahatlıkla çalıp söyleme hürriyeti sağlamaktadır.
Aşık hikayelerinde kahraman 14-16 yaş arasında aşıklık mertebesine eriş­
mektedir. Örneklerde de görüleceği üzere yaşayan aşıklarda bu yaş sının 1 1 ita
50 arasında değişmektedir. Ergenlik çağından sonra görülen rüyalarda sevgili
unsuru belirsizdir ve bazılarında hiç yer almamaktadır.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 39

1. Hik8ye Metinlerinden Tespit Edilen Rüya Tipleri

KEREM ile ASLI HAN

1. Hazırhk Saflıası
a) Bir padişahın oğlu olan Gülşen'i 1 5 yaşına kadar Sofu isimli hocası
okutur.
b) B ir gün Gülşen, Keşiş'in evinin önündeki çınar ağacına konan kuşlara
taş atar. Gülşen' in attığı taş, yedi kat camı delip Keşiş'in kızı Mer­
yem'in gergefinin üzerine düşer.
c) Taşı atanın kim olduğunu merak eden Meryem, pencereden bakarken
Gülşen'i görür. Gülşen, Meryem'i görünce düşer bayılır.

il. Rüya

a) Gülşen gözlerini açtığı zaman kendisini kırklann sofrasında bulur. Padi­


şaha bir elma vererek Gülşen'in doğumunu sağlayan Derviş de orada­
dır.
b) Derviş, Kırklara hitaben, bu benim oğlumdur, birer dolu verin, der.
c) Derviş, Gülşen 'e, artık Meryem senindir, der. Gülşen bunu duyunca ağ­
zı köpürür, bayılır.

ili. Uyanış

Yoldan geçen bir acuze kadın Meryem'in memesini Gülşen 'e emdirerek
onu ayıltır.

iV. İlk Deyiş

Kerem kendisini aramaya çıkan hocasından bir saz ister. Sazını eline alır,
başından geçenleri babasına şöyle anlatır.

Behey baba bir sevdaya düş oldum


Sırrı yarenlere desem ar mıdır
Bencileyin aşka düşen var mıdır
1 40 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Ümidim var düşer benim tuyuma


Ne bilürem o da bana yar mıdır

Dağlar yandı Gülşen 'imden şadımdan


Hayır yoktur ateşimden odumdan
Ol lebleri dört şak olmuş dadından
Bilmem yanağında yanan nar mıdır

Kınamayın dostlar bu Gülşen şahı


Yüreğimden çıkmaz Meryem 'in ahı
Gönül ister anı görsün bir dahi
Göremezsem işim gücüm zar mıdır

Ben Gülşen 'im işte sırrım söyledim


Kereminden bir busecik diledim
Hata ettim bir kabahat eyledim
1
Bu suç ile dünya başa dar mıdır
Kerem'e ait olan bu rüya motifinde masal unsurlarının yer aldığını görmek­
teyiz. Kerem'in doğumu, bir dervişin verdiği elma vasıtasıyla gerçekleşmiştir,
aynca Kerem attığı bir taşın Meryem'in odasının camını kırması i le Meryem'i
görmekte ve düşüp bayılmaktadır. Bu motiflerin hepsi Türk masallarında tespit
2
edilen masal motifleridir. Bu motiflere bakarak XVI. asırda teşekkül ettiği kabul
edilen bu hikayenin ilk halk hikayelerinden biri olduğu düşünülebilir. Hikayenin
diğer bölümlerinde de masal motiflerine rastlanmaktadır. Halk anlatım türleri
arasında birinden diğerine motif aktarılması yaygınsa da, bu hikayede masal
motiflerinin ağır basması ve hikayenin yapısına tesir etmiş olması, bu hikayeyi
bir ölçüde klasik halk hikayelerinden farklı kılmaktadır.
Rüya motifinin, olgunlaşmamış masaldan hikayeye geçiş döneminde teşek­
kül safhasında olduğu görülmektedir. Kerem bu rüyada mahlas almamış ve ilk
deyişinde de Gülşen tapşırmasını kullanmıştır. Sevgili rüyada değil, gerçekte ve
uyku yerine bayılma söz konusudur. Bu baygınlık içinde rüya motifi yer almış­
tır. Kompleks rüya motifinin bir özelliği de rüyalar karşılıklıdır. İki sevgili aynı
anda aynı rüyayı görürler ve birbirlerine karşılıklı aşık olurlar. Bu hikayede ise
bu motif değişiktir. Meryem rüya görmediği gibi, Gülşen' e karşı da ilgisizdir.

Şilkrü M. Elçin, Ankara 1949, s. 3-4-67. (Hikaye-i Kerem Han,


Kerem ile Aslıhan Hikayesi,
Raif Yel.kenci'den alınan
1266 tarihli yazma.)
Eberhard W-P.N. Boratav, Typen Türkischen Volksmaerchen, Wiesbaden 1953.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGI ve RÜYA MOTİFİ 141

Yazma nüshada Kerem' in, " Ya Rab, aşkımın dört bölüğünden birini ona ver. "1
demesinden sonra Meryem, Kerem' e aşık olur. Basma nüshada ise Mirza, "Gel
,,•
imdi, senin adın Aslı, benim adım Kerem olsun. der demez Kara Sultan' ın
kalbine aşk düşer. Burada kahramanın kendi mahlasını kendisinin alması yanın­
da, sevgilisine de mahlas vermesi söz konusudur. Klasikleşmiş halk hikayelerin­
de mahlas çok kere rüyada pirler tarafından verildiği gibi, sevgili de bir mahlas
ile tanıtılmaktadır.
Kerem'e ait bu rüya motifini, ihtiva ettiği unsurlan göz önüne alarak ilk te­
şekkül eden rüya motiflerinden biri olarak kabul ediyoruz. Bu rüya motifini
mukayeselerde kolaylık olmak üzere Asıl Tip1 Kerem şeklinde gösteriyoruz.

ŞUkrU M. Elçin, Kerem ile Aslıhan Hikô.yesi, Ankara 1949 s. 17 .


s. 7.
a.g.e.,
142 Prof. Dr. Umay GÜNAY

A ŞIK GARİP ile ŞAH SANEM

1. Hazırhk Saftıası
a) Maksud, Tifüs Kapısında, ayna camlı kahvedeki şairlerin yanına çırak
girer. Burada altı ay şairlere çıraklık eder, onların fasıllarını dinler. An­
cak oradaki saz şairleri ona yol yordam öğretmedikleri gibi, bir gün bile
eline saz alma fırsatı vermezler.
b) Bir gün Maksud'un ustası berat kandili münasebetiyle Maksud'a para
verir ve evine gönderir. Evine gelen çocuk annesinin giyinmiş ve süs­
lenmiş olduğunu görür. Bu hali annesinin evleneceğine yoran Maksud
ağlamaya başlar. Annesi çocuğun düşüncesinin doğru olmadığını berat
kandili için hazırlık yaptığını anlatır. Daha sonra mahallenin çocukları
helva sohbeti yapmak için Maksud' u da davet ederler. Çocukların ara­
sında bulunan Keloğlan Maksud' dan saz çalmasını ister. Maksud bilme­
diğini söyleyince bütün çocuklar gülüp alay ederler.
c) Maksud, üzgün olarak evine döner, yatsı namazını kıldıktan sonra iki
rekat da hacet namazı kılarak, " Ya Rabbi! Ya bu gece bana şairlik ver,
yahut al benden emanetini, " şeklinde dua ederek ve ağlayarak uykuya
dalar.

il. Rüya
a) Kulağına bir nida gelir, "Aç oğlum gözünü, ne görüp ne seyretsen ge­
rek. "
b) Pir: "İç oğlum bu civanın elinden bu doluyu, Cenab-ı Mevla sizi birbiri­
nize kısmet eyledi. "
c) Maksud kızın elinden doluyu alır içer.
d) Pir, Maksud' a hitaben: "Bir zaman gurbetlik çekilir ama bennurad olur­
sunuz ve bu tası yarın koynunda bulursun. Bir zaman çal çağır, şair ol.
Gönlünü eyle, sazının üstüne saz sözünün üstüne söz gelmesin. " der.
e) Oğlan: "Baba gerçek amma bu nevcihan hangi bağçenin gülüdür ve
adına kim derler, ne diyardan gelir ? " dedi.
İhtiyar: "Oğlum buna Tiflis 'de Hoca Sinan 'ın kızı Şah Sanem derler. "

111. Uyanış
a) Maksud uyandığında koynunda bir altın tas bulur. Giyinip kahveye gi­
der. Ustalarının birinin sazını alarak şu deyişi söyler.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİiR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 143

iV. İlk Deyiş

Bir Berat Gecesi dilek diledim


Şükür muradımı verdi Hak benim
Dilediğim dilek hakka yaradı
Andan okur dilim zikrullah benim

Kavim kardaş bir araya geldiler


Erenlerin bildiği sırrı bildiler
Ayırdılar daldan dala saldılar
Uğruma gelmiştir kıblegiih benim

Bu gece sürdüm erenlerin deminden


Bana içirdiler kırklar camından
Kurtulmadım asla dünya gamından
İşim gücüm oldufikrullah benim

Erenler Maksud 'a yite dediler


Onlar da birbirlerin tuta dediler
Tiflizli Sanemi buta dediler
5
Dostuma düşmüştü doğru rah benim

Aşık Garip'e ait bu rüyada da Asıl Tip1 Kerem'de olduğu gibi mahlas ve­
rilmemiş, Aşık Garip ilk deyişini Maksud mahlası ile söylemiştir. Maksud sevgi­
lisi Şah Sanem'i aramak üzere Tiflis'e gittiği zaman oradaki aşıklar çalıp çağır­
masını beğendikleri için ona "Garip" mahlasını verirler.
Burada Maksud'un aşık oluşu belli bir eğitim döneminden sonra Allah' tan
şairlik dilemesi üzerine gördüğü rüya ile gerçekleşmiştir. Bu hikayede rüya mo­
tifi iki sevgili arasında karşılıklıdır. Maksud' un rüya gördüğü sırada Şah Sanem
de aynı rüyayı görmüş ve Maksud' un elinden dolu içmiştir. İkisinin de aynı anda
hem gönüllerine sevgi ateşi düşmüş hem de dilleri çözülmüştür.
Aşık Garip'in aşık olma motifinde Asıl Tip1 Kerem'de gördüğümüz masal
motifleri kaybolmuştur. Yalnızca Maksud'a saz çalmayı teklif ederek onu müş­
kül durumda bırakma görevini masalların ana tiplerinden biri olan Keloğlan
üstlenmiştir.
Aşık Garip'in rüya motifi ilk örneğe büyük bir yakınlık göstermekte, tam
ve mükemmel bir varyant olarak Asıl Tipi temsil etmektedir. Asıl Tip1 Garip.

Fikret Türkmen, Aşık Garip Hikayesi, Ankara 1974, s. 124 (H. 1 246 İstanbul Belediye Kütüp­
hanesi Muallim Cevdet K. Yazma.)
144 Prof. Dr. Umay GÜNAY

A ŞIK EMRA H ile SELVİHAN

1. Hazırlık Safhası
a) Aşık Ahmed' in Emrah isminde bir oğlu vardır. Emrah babasının peşin­
den saz meclisine gider.
b) Konak sahibi Miloğlu Ahmet Bey, Emrah'ın babasına bakışından saza
ve söze aliika duyduğunu anlar. Baba ile oğulun karşılıklı çalıp söyleme­
lerini ister. Aşık Ahmet, oğlunun o güne kadar eline saz almadığını söy­
İeyerek müsaade vermek istemez. Miloğlu Ahmet Bey, Emrah 'a kendi
bağlamasını verir. Emrah sazı eline alır, tezeneyi sazın teline nasıl vurur­
sa 1 2 tel birden kopar. Emrah öyle dalmıştır ki tellerin koptuğunu fark
etmeden sazın küpüne tezeneyi çalar durur. Babası Aşık Ahmet: "Senin
gibi hayırsız evliit olacağına olmasa idi, ben sana demedim mi usul usul
tellere dokun. Niçin bu telleri kırdın ? " diye sinirlenerek Emrah' a bir sil­
le vurur. Emrah ağlayarak meclisten çıkar.
c) Emrah ağlayarak köyün dışına çıkar, oradaki çeşmeden ağzının kanını
yıkar, abdest alır. Çeşmenin arkasında başını toprağa koyar ve şöyle dua
eder: "Ey yokları var eden Allah, on sekiz bin alemin, herkesin muradını
döne döne veren, herkesi bir mesleğe yetiren sen, ya bana sevda, bilgi
ver, ya hurda emanetini al. "

il. Rüya
Emrah doğruldu, ak sakallı Hz. Piri gördü. Pir sordu:
"Ne ağlıyorsun yavrum, ne oldu sana? "
"Baba, ağladığım bu ki, hem cahilem hem de gafilem, babam beni ne bir
mektebe ne bir ilme koymamış. On dört yaşıma girdim ama bir şeyden haberdar
değilem. Bunun için ağlarım. "
"Pekiyi ne istiyorsun yavrum? "
"Bilgi ve ilim istiyorum, ben de bir mecliste bir cevap söyleyeyim. "
b) "Bak oğlum, Cenab-ı Hak sana o kadar bilgi, o kadar ilim nasip etmiş
ki, şu elimdeki fincanın içinde üç kısmetin vardır oğlum. Al birinciyi, kendi bir­
dir adı bindir, seni, beni, kainatı yaratan bir Allah 'ın aşkına nuş eyle. "
Emrah, ihtiyar pirin elinden birinci yeşil fincandan içti, 366 daman birden
tutuştu. Pir eli kudret gölü doldurdu:
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 145

"Eylen oğlum, ikinci yeşil fincanı al, ikinci nasibin üçler, yediler, kırklar
aşkına nuş eyle. "
Emrah ikinci yeşil fincandan da içti, Pir eli kudret gölü, üçüncü fincanı da
doldurdu:
"Bunu da Miloğlu Ahmet Bey 'in kızı Selvihan li.şkına nuş eyle. "
Emrah üçüncü fincanı da içti.
c) Pir kolunun arasından Selvihan'ı Emrah'a gösterdi. Emrah kızı tutmak
için uzandığında bunun bir hayal olduğunu anladı. O zaman pınarın arkasında
kendini yere vurur, ağzından yeşil köpük gelir.

III. Uyanış
Emrah' ı aramaya çıkan Aşık Ahmet ve köylüler, onu çeşmenin arkasında
ağzından yeşil köpükler gelirken baygın halde bulurlar. Aşık Ahmet, oğlunun pir
sillesinin pir perçesinden çıktığını anlar. Sazının sarı teline dokunur, Emrah
sıçrar, kalkar.

iV. İlk Deyiş


Emrah ile Selvihan hikayesinin varyantları arasında gördüğü rüyayı nakle­
den bir deyişi yoktur. Ancak rüyadan önce kendini cahillikle suçlayan babasına
hitaben söylediği şu dörtlük kendisini küçümseyen babasını sınama üslubuna
sahiptir. Aşık hikayelerinde çoğunlukla aşık adayını sazla uyandıran ehl-i dil
kişiler bu tarz sorularla adayın gerçekten aşık olup olmadıklarını anlarlar. Em­
rah' ın aşıklık istemesinin sebebi babasının kendisini bir mecliste küçük görmesi
yanında Emrah' ın kendisini başarısız bulmasıdır.

Diz vurdum yerlere, sürdüm üzümi


Eğer aşk ehliysen al bu sözümi
Evvelce resulün cemal üzüni
6
Diz çöküp de evel gören kim idi

Bu şiir aşık fasılları içinde bağlama-muamma bölümü deyişlerindendir.


Ancak bu tür bağlama-muammalar aşık fasılları dışında iki aşığın birbirini de­
nemek ihtiyacı duyduğu yerlerde de söylenmektedir. Hikayeye göre Aşık Ahmet
oğlunun bu sorusuna cevap veremediği için deyişme devam etmemiştir.

Muhan Bali,Ercişli Emrah ile Selvihan Hikayesi, Varyantlannın Tespiti ve Halk Hikayeciliği
Bakımından Önemi, Ankara 1973. (Aşık İshak Kemali rivayeti, s. 102-1 08.)
146 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Aşık Emrah' a ait bu kompleks rüya motifi ide Asıl Tip1 Garip'te olduğu
gibi karşılıklı motiflerdendir. Emrah'ın rüya gördüğü anda Selvihan da rüya
görmüş ve dolu içmiştir.
Asıl Tip1 Kerem ve Aslı Tip1 Garip'te olduğu gibi Emrah'ın rüya motifinde
de Emrah'a mahlas verilmemiştir. Emrah, Gülşen ve Maksud gibi daha sonra da
mahlas almamış, kendi ismini tapşırmıştır.

Emrah 'a aşıklık Asıl Tip1 Garip'te olduğu gibi bir toplantıda küçük düşme­
sinden sonra Allah' tan ilim, bilgi ve şairlik istemesi üzerine verilmiştir. Bu iki
asıl tipte de dileğin kabul edilmesi söz konusudur. Aşıklığa ulaşan kişi ne istedi­
ğini bilmektedir.
Bu motifte masal unsurları tamamen kaybolmuştur. Aşık Emrah 'a ait bu
rüya motifi ilk örneğe uygun bir şekilde gelişip sonuçlanmaktadır. Tam ve mü­
kemmel bir varyant olarak asıl tipi temsil etmektedir. Asıl Tip1 Emrah.
Asıl tip olarak kaynaklan, teşekkülleri en eski kabul edilen, çok tanınmış
ve çok yaygın üç halk hikayesinin rüya motiflerini kabul ettik. İlk örneğe uygun­
luk gösteren bu rüya motifleri ile diğer halk hikayelerinin motiflerini karşılaştır­
dığımız zaman aşıklığa başlamada ana unsuru teşkil eden rüya-bade motifinin
aynen tekrarlandığını gördük. Farklılık hazırlık ve uyanış safhalarındaki teferru­
ata dahil maddelerde ortaya çıkmaktadır. Rüyaların muhtevasında bade veren
kişilerin ve sevgililerin değişmesi dışında farklılık yok gibidir. İlk örneğin şema­
sı aynen tekrarlanmaktadır. Masaldan hikayeye geçişi düşündüren Asıl Tip1
Kerem dışındaki halk hikayelerinde aşık olma motifi yerleşmiş, kesin şeklini ve
fonksiyonunu almış bir motif olarak karşımıza çıkmaktadır.
Asıl Tipi tespit ettikten sonra yaşayan aşıkların naklettikleri rüya motifleri­
ni Asıl Tipin varyantları olarak kabul ediyor ve ilk örneğe göre bu motifleri
tahlil ederek asıl tiplere göre değerlendirmeye çalışıyoruz.
Rüya motiflerini örnek aldığımız aşıklar son 100 yıl içinde yaşamış ve ya­
şamakta olanlardır. 1 850 yılında doğan Şenlik ile 1942 yılında doğan Aşık
Feymani arasında yetişme çağlan da hesaba alınınca 1980'e kadar uzanan bir
asır içinde yaşayan şairlerden yalnızca bir bölümünü bu araştırmada değerlen­
dirmeye çalıştık.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 147

il. A şık Biyografilerinden Tespit Edilen Rüya Tipleri

A ŞIK ŞENLİK

1. Hazırlık Saflıası
a) Asıl adı Hasan olan Aşık Şenlik 1 850 yılında Kars, Çıldır, Suhara kö­
yünde doğmuştur. Çevresindeki diğer çocuklar gibi Hasan da gündüzleri
çobanlık yaparak geceleri büyüklerin anlattığı menkıbeleri, köy imamı­
nın okuduğu Ahmediye, Battalgazi, Siret, Hz. Ali 'nin Cenkleri gibi dini
kitapları ve çevresindeki aşıklardan kahramanlık ve ağıt destanları din­
leyerek büyüdü.
b) Hasan, bir gün arada bir yaptığı gibi gene tüfeğini eline alır. Suhara kö­
yü yakınlarındaki Karagöl'e yabani örnek avlamaya gider. Tüfek elinde
pusuya yattıktan bir süre sonra üzerine bir ağırlık çöker.
c) Uyumakla uyanıklık arasında rüya görür.

il. Rüya
a) Hasan' ın karşısına çıkan bir pir, onu cennet bahçesine götürür ve Hz.
Muhammed'in cemalini orada görür.
b) Pir, Hasan' a cennet bahçesinden su içirir.
c) İsminin Salatın olduğu söylenen sevgiliyi de cennet bahçesinde görür.
d) İlahi kudretten Arapça ve Farsça öğrenir.
e) Hasan'a, Şenlik mahlası verilir.

111. Uyanış
Daldığı uykudan uyanamayan Hasan'ı, aramaya çıkan babası ve köylüler
uyandırırlar. Gözlerinden yaşlar akarak etrafını süzer.

iV. İlk Deyiş


Babasının ve köylülerin yardımı ile köye gelen Hasan'ın hiç konuşmaması
yadırganır. Köyün imamı, Hasan'a ne olduğunu, neden konuşmadığını sorar.
Hasan ağır bir makamla başından geçenleri bir deyişle anlatır.

Rüya-yı alemde yattığım yerde


Neçe yüzmin hayal guşuma geldi
Üğ be üğ cismime saldı bir ateş
Sevdiğim Salatın düşüme geldi
148 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Aynına geymişti gaflet lüzumu


Kör oluban açmayaydın gözümü
Bir tagayyır keyfte gördüm özümü
O kadar möhübbeti hoşuma geldi

Şenlik 'em hô.kine gettim yüzünen


Bir kelme danıştım şirin sözünen
Hayıfki bakmadım kıyar gözünen
Sürahi gameti karşıma geldi

Köy imamının Şenlik kimdir sorusu üzerine, Aşık Şenlik, başına gelenleri
daha teferruatlı olarak bir ikinci deyişle dile getirir.

Yığılın ahbaplar yaren yoldaşlar


Bir sağalmaz derde tüştüm bu gece
Hikmet-i pir ile ab-ı Zülalden
Kevser bu/ağından içtim bu gece

Kudret mektebinden verdiler dersi


'Zahirde göründü arş ile kürsi
Hıfzımda zapt oldu Arabi Farsi
. . 7
Lügat-i Imrani (Jbrani) seçtim bu gece

Sefil Şenlik haktan buldu kemali


Bu fikirde vasfı halin demeli
Bedirlenmiş gördüm güzel cemali
. 8
Tagayyır hal olup şaştım bu gece

XJX. asnn ikinci yarısında yaşamış olan Aşık Şenlik'in hayat hikayesi ile
beraber tespit edilen bu rüya motifi bizim şemalaştırdığımız ilk örneğe uygun bir
yapıya sahip olmakla beraber muhteva yönünden bazı değişiklikler göstermek­
tedir.
Aşık Şenlik'e ait rüya motifinde İslami inanç ve akidelerin zımmen değil,
açıkça yer aldıklarını görmekteyiz. Bir pir yardımıyla cennet bahçesine giden
şenlik orada Hz. Muhammed'in yüzünü görmüştür. İslamiyet ne maksatla olursa

Ensar Aslan'ın çalışmasında LUgAt-i fmrani olarak geçen bu kelime Hasan Kartarı'nın, Doğu
Anadolu'da Aşık Edebiyatının Esaslan, (Ankara 1976), isimli çalışmasında LUgat-i lbrani şek­
linde geçmektedir.
Aşık Şenlikle ilgili bilgiler Ensar Aslan'ın, Aşık Şenlik (Ankara 1975) isimli çalışmasından
alınmıştır.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 149

olsun içkiye cevaz vermeyen bir dindir. Cennet bahçesine gidip Hz. Muham­
med'i gören Şenlik, kesin olarak ne olduğu ifade edilmemekle beraber bir çeşit
içki olduğu kabul edilen dolu-bade yerine cennet pınarının suyunu içerek güç
almıştır. Şenlik'ten sonra gelen Kars ve çevresi şairlerinde de artık badenin yeri­
ni su almıştır. Gene bu rüyada açıkça ölümden sonra ulaşılması gereken cennet
katına gidip dönüş söz konusudur. Şenlik' ten sonra yaşamış bazı Aşıklarda bu
ölüm ötesi düşüncelerin daha da gelişmiş şekillerini görmekteyiz.
Muhtevasıyla asıl tip rüyalardan bir ölçüde farklılaşmaya başlayan bu moti­
fi mukayesede kolaylık olmak üzere ATvı Şenlik şeklinde gösterdik.
1 50 Prof. Dr. Umay GÜNAY

A ŞIK NİHANİ

1. Hazırlık Safhası
a) Asıl adı Mustafa Gedik olan Aşık Nihan!, Erzurum, Şenkaya, Bardız na­
hiyesi Göreşken köyünde 1 300 yılında doğmuştur. Çobanlık yaparak ve
çevre aşıkların fasıllarını dinleyerek büyümüştür.
b) Bir gün dolaşmak üzere Oğuz dağındaki ormana girer, ağaçların arasında
tek başına kalmış bir şehit mezan görür. İçi burkulur, korkuyor mu, co­
şuyor mu kendisi de anlayamaz. İki rekat nafile namazı kılayım da
havfım gitsin diye düşünür.
c) Namazı tamamlayamadan kendinden geçer.

il. Rüya
a) Kapağı açılan mezardan ruhlar çıkar. .
b ) Mustafa' ya dolu sunarlar ve senin adın Nihan! derler.
c) Aralarında yüzü arkaya dönük bir kadın rüyasında öldü diye gördüğü
Mustafa için matem tutmaktadır. Kadın Mustafa için yakhğı ağıh söy­
lemektedir. Mustafa ben ölmedim demek isterse de, sesi çıkmaz.

111. Uyanış
Mustafa acaba sahiden mi öldüm düşüncesi ile silkinir ve uyanır.

iV. İlk Deyiş


Rüyasında kendisi için ağlayan ve ağıt söyleyen kadına cevap olarak söy­
lemek isteyip de söyleyemediği deyişi söylemeye başlar.

İnanma sevdiğim yalan habere


Yaradan bozmadı daha işimi
Ölsem razıyım takdir-i kadere
Derdin bundan sonra komaz peşimi

Gülistan figanla dolmamış hele


El değmedik güller solmamış hele
Müjdeler sevdiğin ölmemiş hele
Öldiiriicii etme sen ateşimi
Ttirkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 151

Nihfinl bu halde kalırsam eğer


Sever de beliimı bulursam eğer
Araya araya ölürsem eğer
O zaman gel bekle mezar taşımı

Nihani'nin sesine gelen çobanlar, onu yan zorla köyün düzlüğüne indirir­
ler. Ne hal olduğunu anlamak için de Narmanlı Sümrnani'ye haber salarlar.
Sümmani gelir, sazının tellerine dokunur ve sorar:

Aşık Sümmani: Dinle oğul kulak ver sen bu söze


Uzak yakın sırra erebildin mi
En evvel kim geldi göründü göze
Huzurunda boyun burabildin mi

Aşık Nihani: Rüya aleminde gördük her şeyi


İşlerin künhüne eren/erdeniz
Nur yüzlü üç eren sundu badeyi
Huzurunda boyun buranlardanız

Aşık Sümmani: Ehline esrarı eyle aşikar


Söyle hangi yolda buldular tayyar
Giyimleri nasıl ellerde ne var
Acaba yüz be yüz görebildin mi

Aşık Nihani: Misk ü amber gibi geldi reyhası


Beyaz taçlı yeşil boydan libası
Üç çift elin vardı bir toprak tası
Ayak tozuna yüz sürenlerdeniz

Aşık Sümmani: Gelen aynı Sümmanl'nin başına


Sen de kavrulmuşsun aşk ateşine
Sevda temrenini mermer taşına
Sen de benim gibi vurabildin mi

Aşık Nihani: Ne sorarsın Nihlinl'nin işini


Seyretsene gözden akan yaşını
Aşkın temreniyle gaflet taşını
Çalıp baştan başa yaranlardanız.
152 Prof. Dr. Umay GÜNAY

9
SürnınAni'yle bu deyişmeden sonra Nihani'nin dili çözülür, kendine gelir.
Asıl Tip rüyaların şemasına uygunluk gösteren bu rüya motifinde de ölüm
temi açıkça işlenmiştir. Bir mezar başında korku içinde görülen bu rüyada aşığın
rüyadan önce hissettiği ölüm korkusu rüyada gerçekleşmiş gibi görünmektedir.
Burada aşığın uyanışı iki safhada gerçekleşmiştir. Kendi kendine uyanmış, uy­
kuda söyleyemediği deyişi söylemeye başlamışur, ancak kendine gelebilmesi
usta bir aşık olan Sümmani ile karşılaşbktan sonra olmuştur. Bu rüya da ilk
örneğe uygunluk gösteren ATv1 Şenlik gibi ölüm teminin ağırlık kazandığı bir
motiftir. ATv2 Nihani.

9
Behçet Kemal Çağlar, "Bardızlı Nihaoi," Türle Folklıır Art11tınnalan Dergisi, Cilt, 2, No. 33,
Nisan 1952.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 1 53

A ŞIK MÜDAMi

I. Hazırlık Safhası
a) Asıl adı Sabit Yalçın olan Müdami, Kars ilinin Posof ilçesine bağlı
Varnaza köyünde 1 334 yılında doğmuştur. Babası Kahraman Hoca na­
mıyla tanınmış otoriter bir imamdır. Dini bilgileri Müdami' ye babası
öğretirmiş. Aşık Fakiô ve Aşık Feryadi, Müdami' ye hem ana tarafından
hem de baba tarafından akraba olur. Babasından gizli bu aşıkların fasıl­
larını dinlermiş.
b) Bir gece babası Müdami' yi ezberlemesini söylediği duaları ezberleyip
ezberlemediğini anlamak için imtihan eder. Müdami çalışuğı halde ba­
basının sorularına cevap veremez. Babası çok kızar.
c) Sabit Yalçın bu üzüntü içinde uyur.

il. Rüya
a) Müdami kendini mahşerde görür. İnsanlar sıralar halinde yürümekte ve
bir pirin karşısında durmaktadırlar. Pirler sonra ikileşir, beyaz sakallan
göğüslerine inmekte, yüzleri nur içinde parlamaktadır.
b) Sıra Müdami' ye gelir, o da diğerleri gibi ağır ağır pirlerin önüne gelir.
Pirlerden biri elini omzuna koyar: "Geç kaldın, biçare seni çok bekledik,
sen vefasızlık ettin, bu da senin kısmetine kaldı." deyip kalabalık ara­
sından bir kız çeker getirir. Müdami' nin yanına iteler.
c) Diğer pir Müdami'ye bir saz uzaur; "Bunu çal, derdine yan, giden gider
gelen olmaz. der. Müdami, saz çalmayı bilmediğini söyleyince de, +hiç
"

denedin mi?" diye sorar.

Dl. Uyanış
Müdami uyandığında, babasının sorduğu dualar yanında aruk saz çalıp de­
10
yiş söylemeye de başlamıştır.

iV. İlk Deyiş


Tespit edilemedi.
Müdami' ye ait bu rüya motifinin ilk örneğin şemasına uygunluk göster­
mekle beraber bazı unsurlarda farklılaşmalar olduğunu gördük. Ölüm teması

10
Dr. N. R. Balcıoğlu, "Posoflu Müdami," Türk Follclor Araştırmaları Dergisi, Cilt 7, No. 147,
Ekim 1961.
1 54 Prof. Dr. Umay GÜNAY

ATv1 Şenlik ve ATv2 Nihani' ye göre daha barizleşmiştir. Müdami aşıklığa


ulaşma yolunda pirlerle mahşerde karşılaşmaktadır. Bade motifi tamamen kay­
bolmuştur. Babasının mutaassıf bir Müslüman oluşu Müdami'yi büyük ölçüde
etkilemiştir. Pir tarafından Müdami' ye saz verilmesi, bir ölçüde badenin yerini
almış gibi görünür. Daha sonraki varyantlarda görüleceği üzere bade bazı rüya­
larda yerini yiyecek maddelerine bıraktığı gibi, bilezik, boncuk gibi aletlere de
yer verildiği başka örnekler de mevcuttur. Rüya motifinde şekil değiştirmenin
bir ölçüde yer aldığına bu örnekler delil olabilir.
Gene bu rüyada yer alan Müdami'nin geç kaldığı için ilk kısmetini kaçır­
ması ve yerine belli belirsiz bir başka genç kızın getirilmesi alışılmamış unsur­
lardandır. Yapı itibariyle rüya motifinin ilk örneğine bağlı olan bu varyantı AT3
Müdami şeklinde gösteriyoruz.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞltR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 155

A ŞIK MEYYİTi

1. Hazırlık Saflıası
a) Asıl adı Süleyman Özdolap, 1 3 1 0 yılında Çukurova'da doğmuştur. Kü­
çük yaştan itibaren Sırri mahlası ile şiirler söylemeğe başlamış.
b) Kelam-ı Kadim'de ölmeden ölüm olduğunu duyar. Bu konu çok alaka­
sını çeker.
c) Gene bir gün bu ölmeden ölümün nasıl olduğunu düşünürken uyuyaka­
lır.

il. Rüya
a) Bir cemaatin bir cenaze kaldırmakta olduklarını görür cenazenin kendi­
nin olduğunu anlar.
b) Cemaat cenazenin adı üzerinde anlaşamamış, kimi adına Meyyit, kimi
Süleyman Meyyiti diyorlarmış. İçlerinden birisi şuna doğrudan doğruya
Meyyiti adını verelim, bu cenazeyi öyle kaldıralım, dermiş.
c) İçlerinden biri, "Meyyiti uyan, al bu kadehteki kudret şarabını iç" diye
seslenir. Meyyiti şarabı içer.

111. Uyanış
Meyyiti uyandığı zaman bir huzursuzluk duyar. Tarsus'ta merhum Develi
Hafız Halil Efendiye rüyasını tabir ettirir. Hafız Halil Efendi bunun iyi bir rüya
olduğunu söyler. Sırri mahlasını kullanan Süleyman Özdolap bu rüyadan sonra
Meyyiti mahlasını kullanmaya başlar.11

iV. İlk Deyiş


Tespit edilemedi.
Bu rüya motifi Asıl Tip rüyalardan hem muhteva hem de yapıda farklılık
göstermektedir. Rüyayı gören kişi, rüya görmeden evvel mahlas sahibi bir şair­
dir. Ölüm kavramını merak etmekte ve ölmeden ölümü veya ölüp de dirilişi
öğrenmeğe çalışmaktadır. Ölüm düşüncesi ile uykuya dalan bu şair diğer rüya
motiflerinden farklı olarak pirleri görmez. Kendisini bir cenaze merasiminde
cenaze olarak görür. Cenaze, Meyyiti adıyla kaldırıldıktan sonra kudret şarabın-

il
Raci Damacı. ''Aşık Meyyit!," Türk Folklor Araştımuıları Dergisi, Cilt 6, No. 140. Mart 1960.
156 Prof. Dr. Umay GÜNAY

dan içer ve uyanır. Sevgili ve dini bilgiler burada atlanmıştır. Rüya gören kişi,
yeni bir isimle yeni bir kişiliğe sahip olmuştur. Bu rüyada Alevi ayinlerinde yer
alan bir kişinin kefene sarılarak imtihan edilmesi töreninin tesiri düşünülebilir.
Asıl rüya motiflerinde yeni kişilik kazanılırken çeşitli ruhlar görülmekle beraber
kişinin ölüp dirilmesi açıkça ifade edilmemektedir. Bu rüyada rüya-hayal ara­
sında ruhlar görünmekte ve bazen birtakım başka mekanlar da yer almaktadır.
Meyyiti'nin uyanışı ve rüyasını tabir ettiriş tarzı da aşık geleneğindeki uyanış
safhalarından farklılık göstermektedir. Bade ve mahlas unsurları diğer rüyalarla
ortakliği sağlamaktadır.
Bu rüyayı Asıl Tipten hayli uzaklaşmış bir varyant olarak görmekteyiz.
ATv4 Meyyiti.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 1 57

A ŞIK UMMANi CAN

1. Hazırlık. Safhası
a) Asıl adı Yakup Can olan Ommani, Erzurum'un Tortum kazası
Çamlıyamak köyünde 1917 yılında doğmuştur. Küçük yaştan itibaren
çobanlık yapan Yakup Can işıkları dinleyerek büyümüştür.
b) 1933 yılının bir bahar günü sabahı davarları otlatmak üzere Poseyni
semtine gider. Armutlu mezarlığının yakınlarında üstüne bir ağırlık çö­
ker.
c) Mezarlığa yakın bir yerde uyuya kalır.

il. Rüya
a) Sonradan Hızır-ı Nebi olduğunu anladığı yaşlı bir pir görür.
b) Hızır Nebi Yakup Can' a güzel bir kız gösterir ve kısmetinin bu kız ol­
duğunu söyler.
c) Yeşil aynadan 1 2 kapıyı ve ilmi gösterir.
d) Mahlasının Ommani olduğunu söyler.

111. Uyanış
Akşam vakti arkadaşları Yakup Can'ı bir ağacın altında uyurken bulurlar.
Seslenirler uyanmaz. Dokunurlar ve kaldırırlar. Arkadaşları Yakup Can'ın ha­
lindeki garipliği sezdikleri için onun yanlarında köye getirirler. Yakup Can'a
köylüler ne oldu diye sorunca, o şu deyişi söyler:

iV. İlk Deyiş


Sevimli komşular ne sorduz bana
Esti üzerine rüzigar bugün
Birkaç kelam geldi, şimdi lisana
Edeyim derdimi tişiktir bugün

Hakikattir sözüm, değildir yalan


Vücudum şehrini eyledi talan
Bugün gafletimde yanıma gelen
Bilmedik kimmiş ihtiyar bugün
158 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Aziz dostlar kulak verin sözüme


Bir nari firkattir düştü özüme
Yatarken bir kurban geldi gözüme
Gözlerim görmemiş bir dilber bugün

Huzurunda divan durdum duralı


Secdeyi rahmana vardım varalı
Bir mahi peykeli gördüm göreli
Olmuşum gönülden sevdaklir bugün

Gösterdi gözüme oniki klipı


Bir yeşil aynada elinde abi
Çağırdı divane ol Hızır Nebi
Göründü gözüme beraber bugün

Beyan etti hakkın hidayetini


İşit bu sözümün hakikatini
Aşık membaından emanetini
Bahşetti bizlere yadigar bugün

Deruni derdimi o yara yazdım


Satırları birbir peşine düzdüm
Yedi yıldan bunu istedim gezdim
12
Son oldu Ümmani yara yar bugün

Asıl Tip rüya şemasına uygunluk gösterdiği gibi muhtevada da herhangi bir
değişiklik göstermeyen sıradan bir rüya motifine örnek olarak Ümmani Can' a ait
bu rüya motifi gösterilebilir. ATv5 Ümmani.

12
Halk Şairimiz Ümmanf, Ankara 1968. (Hazırlayan belli değil.)
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 59

A ŞIK CELALi

1. Hazırlık Saflıası
a) Bayburt'un Tahsini köyünde 1 845 yılında doğmuş, asıl adı Ahmet'tir.
Sünür köyünde medrese hocası Hacı Bey' den ders alarak okuma yazma
ve İslami bilimleri öğrenmiştir.
b) Köyünde çobanlık yaparak büyür.
c) Bir gün koyunları otlatmak için köyün yakınındaki dağa çıkar ve orada
uyuyakalır.

il. Rüya
a) Kendisini kırk dervişin karşısında bulur. Kırklardan her biri Ahmed'e bir
konuda ders verirler.
b) Erenlerden biri Ahmet' in koluna bir bilezik takar ve mahlasının Celali
olduğunu söyler.
c) O sırada gördüğü sevgilisi ibrişimden halı dokumaktadır.

111. Uyanış
Celali uyandığı zaman şiddetli bir sıtmanın cezbe halinde vücudunu sardı­
ğını hissediyor. Güttüğü davarları önüne katarak vaktinden evvel köye iner.

iV. İlk Deyiş


Harman yerinde köy hocasına rastlıyor, köy hocası ne olduğunu sorunca,
ömründe ilk defa irticali olarak şu koşmayı söylüyor.

Bir peri aşkından divane oldum


Çağladı gönlümüz, akıyor hocam
Ustadlar elinden bir nağme aldım
Dilim ezber etti okuyor hocam

Oraya cem olmuş kırklar erenler


Bir bakışta arşı kürsi görenler
Devasız dertlere deva verenler
Her biri bir derse bakıyor hocam
160 Prof. Dr. Umay GÜNAY

İndim seyreyledim İrem düzleri


Kudretinden sürmelenmiş gözleri
Oturmıq bir bölük huri kızlan
İbrişimden halı dokuyor hocam

Yaktı Celiili'yi bu aşkın narı


Sağ başta oturmıq kırkların piri
İçlerinde gördüm Horasan eri
13
Hu çekende canlar yakıyor hocam

İlk örneğe yapı itibariyle bütünüyle uyan bir rüya motifi olmakla beraber,
badenin yerini bir bilezik almış olması farklılık yaratmaktadır. ATv6 Celali.

13 ..
Şinasi ôzden, "Celali," Ulkü Yeni Seri, S. 62, 16 Nisan 1944, s. 4-5.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 161

A ŞIK EMSALi

1. Hazırlık Safhası
a) Sivas, Kangal kazası Sekiliyurt köyünde doğan Mustafa'nın adını Delik­
taşlı Ruhsati koyduğu gibi, büyüyünce emsalim olsun diyerek mahlası
olan Emsali' yi doğduğu gün vermiştir. Emsali köyünün hocasından din
dersleri alarak ve Deliktaşlı Ruhsau'yi ve çevredeki diğer aşıkları dinle­
yerek 14 yaşına gelir.
b) Herhangi bir sıkıntı veya açık bir dilek söz konusu olmamakla beraber
doğduğu zaman mahlas verilerek aşık olması beklenmektedir. Burada
açık bir şartlanma mevzu bahistir.
c) Emsali bir gece rüya görür.

il. Rüya
a) İsim babası Ruhsatı bir bahçede oturmuş üç kızla alem yapıyormuş.
b) Bir ara bir deyişle kızlardan birinden su ister. Ruhsati gelen suyu Emsa­
li' ye havale eder. Emsali suyu hemen içer.
c) Su bittiğinde karşısında çok güzel bir kız görür. Başı döner, gözü kararır,
içine kor düşer, alev alev vücudunu sarar.

111. Uyanış
Emsali uyandığı zaman da içini saran ateş devam eder.

iV. İlk Deyiş


Emsali rüyasında gördüğü üç kızı kendi köylerine yakın Kızılnış köyünde
buluyor ve ille deyişini onlara söylüyor.

Kara gözlüm senden ayrı düşeli


Benim çektiğimi bir Allah bilir
Benim sana yakındığım yandığım
Yerde padişahla gökte şah bilir

Şu sinemi ateşlere yaktığım


Gözlerimden kanlı yaşlar döktüğüm
Anca ben bilirim benim çektiğim
Ne Garip, ne Kerem, ne Emrah bilir
162 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Sinemde ycirem var inceden ince


Sızılar yüreğim yari görünce
Yarin yarasını ycir sarar anca
Ne hekim ne doktor ne cerrah bilir.

Kalktı gönül terk eyledi yurdunu


Bulamadım bu sevdanın ardını
Kimse bilmez Emscili'nin derdini
14
Derinden çektiği derinden ah bilir

İlk örnek olarak kabul ettiğimiz rüya motifine uymakla beraber üzerinde
durulması gereken bir rüyadır. Bu rüya psikiyatrinin ısmarlama kabul ettiği tip­
ten bir rüyadır. Rüyanın ortaya çıkışı ve muhtevası diğer rüya tiplerinden farklı­
dır. Çocuk doğduğu anda evde bulunan Aşık Ruhsati çocuğa ad ve mahlas koya­
rak aileyi çocuğun aşık olacağı şeklinde şartlandırmıştır. Bu şartlanma içinde
büyüyen çocuk, gördüğü rüyada pirin yerine Aşık Ruhsati'yi koymuş, muhteme­
len daha önce gördüğü üç kızı da rüyada görevlendirmiştir. Çocuğun gördüğü
rüyada çevresinde olmayan hiçbir unsur yer almamış, bade yerine su içmiştir.
Daha doğru bir ifade ile çocuk çevreyi rüyasında düzenlemiştir. Şartlanmayı
açıkça göstermesi bakımından ve olağanüstü unsurları silerek günlük hayatı Asıl
Tipe uygun bir şekilde vermesi yönünden alaka çekici bir örnektir. ATv7 Emsali.

14
lbrahim Asanoğlu, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Cilt 14, No. 277, Ağustos 1972.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFi 163

A ŞIK KARA

1. Hazırlık Safltası
a) Artvin Şavşat kazası Meşeli köyünde 1927 yılında doğmuştur. Asıl adı
İbrahim Kara' dır ve ilkokul tahsili yapmıştır,
b) 194 1 yılında 14 yaşında iken koyunları otlatm,ak üzere etrafı orman olup
içinden yedi pınar akan Karagöl civarına gider.
c) Çamların uğultusunu, bahar rüzgarını, meleyen kuzuları ve kuşları din­
leyerek göldeki balıklara ekmek atar. Sevdiği kızı düşünerek uykuya da­
lar.

il. Rüya
a) Bir çam ağacının altında oturan bir pir görür.
b) Yaşlı pir İbrahim' e bir elma çekirdeği verir, İbrahim çekirdeği yer.
c) Pir: "Gördüklerini yedi sene kimseye söyleme, dar gününde yetişip mu­
radını vereceğiz." der.

111. Uyanış
İbrahim Kara yattığı yerde üç gün baygın kalır. Ailesi İbrahim Kara'yı bul­
duğunda ayılmıştır ama, hali bir gariptir. 366 daman alevler içinde olduğundan,
anne ve babasının sorularına cevap veremez.

iV. İlk Deyiş


İbrahim Kara'yı evine getirir yatırırlar. Annesi bir bardak süt içirir ve ağla­
yarak gene ne olduğunu sorar. O anda Aşık Kara' nın gözünün önüne bir balık
kanadına benzeyen bir hırka giymiş olan pir gelir ve elini kulağına atarak şu
deyişi söyler.

Bana ne olduysa Mevlamdan oldu


Bir dane çigitle gönlümüz doldu
Yetişti imdada bir baba geldi
A 15
Aşık Kara ile yarıştı bugün

Bu rüya motifi de bir ölçüde asıl tip rüya şemasına uygunluk göstermekle
beraber, günlük hayattan aldığı birtakım tesirler açıkça sezildiği gibi, masallarda

ıs
1977 Nisan ayında 3şıklara uyguladığımız anketten alınmışur.
164 Prof. Dr. Umay GÜNAY

görülen yasaklama fonksiyonu bu rüyada yer almaktadır. Balıklara ekmek atar­


ken uyuya kalan Aşık Kara, rüyasında balık kanadına benzeyen bir hırka giymiş
pir görür. Badenin yerini bir elma çekirdeği almıştır. Masallarda yardımcılık
görevi ile ortaya çıkan pir veya derviş, kahramana bir görev verdikten veya on­
dan bir şey talep ettikten sonra ona dar gününde yardımı vadeder.10 Bu rüyada bu
denemenin bütünüyle yer aldığını görmekteyiz. Gördüğü olağanüstü şeyleri yedi
sene saklayabilirse Aşık Kara yardıma layık görülecektir. Gene yedi sene çile
çekmek Türk masallarında yaygın motiflerden biridir.
İlk örneğe uygun sade bir rüya olarak kabul ettiğimiz bu rüyayı da ATv8
Kara şeklinde gösteriyoruz.

16
Umay GUnay, Elaı.ıg Masallan, Erzurum 1975, s. 225.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 165

A ŞIK ŞEREF TAŞLIOVA

1. Hazırlık Safltası
a) Kars, Çıldır kazası Gülyüzü köyünde 1938 yılında doğmuştur. Ortaokul
2. sınıfa kadar okumuştur. Küçüklükten itibaren köyüne gelen aşıkları
dinler, onların anlattıkları hikayelere kendini öyle kaptınrmış ki zaman
zaman bade içen aşığın kendisi olduğunu zannedermiş. Çocukları, bü­
yüklerin meclislerine almadıklarından düğün ve benzeri toplantılara katı­
lan aşıkları bacadan, kapı aralığından dinlemek için her sıkıntıya kat­
lanmış. Yalnız kaldığı zamanlar içinde dinlediklerini tekrar ederek vakit
geçirmiş. İlkokulda öğretmeni Hasan Kartan, daha sonra Aşık Şenlik'in
oğlu Kasım ve onun oğlu, Aşık Nuri, Şerefin bu isteğini teşvik etmişler.
b) Annesi ve ağabeyi yağmurdan korumak istedikleri ekinleri kaldırmak
için 1 1 yaşındaki Şeref i evde yalnız bırakarak gece çalışmaya giderler.
c) Şeref onları beklerken ocak taşına başını koyup uyuyakalır.

il. Rüya
a) Köyün üst başında dağlık yerde amcasının çobanı Hamza'nın koyunları
otlatuğını görür.
b) Çoban Hamza, Büyük Kekreli'deki bulaktan bir dolça su doldurur ve
şerefe uzatır: "Buraya ki geldin, buyur bunu benden iç. der. "

111. Uyanış
İşlerini bitirip dönen anne ve ağabeyi Şerefi uyandırırlar.

iV. İlk Deyiş


Şeref Taşlıova bu rüyadan sonra ilk söylediği deyişi hatırlamamaktadır.
Çünkü o daha küçük yaşlardan itibaren usta malı aktarmanın yanında kendi
deyişlerini de söylemeğe başlamıştır. Ancak bu rüyadan sonra kendine daha
fazla güvendiğini ve daha içli deyişler söylediğini ifade etmektedir.11
Yukarıda tahlil ettiğimiz asıl rüya tipi unsurlarının çok sadeleştiğini ve ola­
ğanüstü motiflerin kaybolarak yerlerine günlük hayattan aktarılan adet ve pratik­
lerin geçtiğini görmekteyiz. Dış dünyaya açılan aşıklarda rüya motifi bu şekilde
hafifleyerek kaybolmaktadır. Bu rüya Asıl Tipin çok uzaklaşmış zayıf bir var­
yantı olarak kabul edilebilir. ATv9 Şeref.

17
1977 Nisan ayında uyguladığımız ankete ilşığın verdiği cevaptan alınmışur.
1 66 Prof. Dr. Umay GÜNAY

A ŞIK MURAD ÇOBANOGLU

1. Hazırlık Safhası

a) Murad Çobanoğlu 1940 yılında Kars' ta doğmuştur. Aşık Şenlik'in yetiş­


tirdiği usta bir aşık olan Gülistan Çobanoğlu'nun oğludur. Kendini bil­
diği çağdan itibaren saz ve söz meclislerinde büyümüştür. İlkokul beşin­
ci sınıftan aynlmıştır.
b) Yaylaya göçlerini taşıdıkları sıcak bir günde çok susar.
c) Bir kayanın dibinde su içmek için eğilc\iğinde uyuyakalır.

il. Rüya
a) Bir sedirde oturan üç derviş görür.
b) Dervişlerden biri Çobanoğlu' na su verir, Çobanoğlu verilen suyu içer,
içi büsbütün yanmağa başlayınca bunun bade olduğu aklına gelir.
c) Önde duran derviş, mühürlü bir ferman okutur. Çobanoğlu' nu da arala­
rına alarak Kur' an' dan ayetler okurlar.

111. Uyanış

Pınarın yanında kendi kendine uyanır.

iV. İlk Deyiş


Uyanır uyanmaz ilk deyişlerini söylemeye başlar:

Leyle-i Kadir'de cuma gününde


Derin bir uykuda divan gördüm
Üç derviş oturur sagi önünde
Sima bedir nuru nişanı gördüm

Üçü kadem bastı geldi yanıma


Sandım ki bir ateş düştü canıma
Göz çevirdim baktım her bir yanıma
Yazılmış mühürlü fermanı gördüm

Fermanı alınca öndeki derviş


Okudu harfleri ser oldu beyhuş
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTiFİ 1 67

Duman aldı gözüm olmadı görüş


Kesildi ışıklar zindanı gördüm

Murad Çobanoğlu sır oldu beyan


Üç beş ayetinden okuttu Kur'an
Aşk badesini verdi bilmedim o an
18
Uyanır uyanmaz cihanı gördüm

İlk örneğe bütünüyle uygunluk gösteren sade bir rüya motifi olan bu var­
yantı da ATv10 Çobanoğlu şeklinde gösteriyoruz.

IB
1977 yılında uyguladığımız anketten alınmıştır.
168 Prof. Dr. Umay GÜNAY

A ŞIK FEYMANi

I. Hazırlık Saftıası
a) Asıl adı Osman Taşkaya olan Feymani, Adana, Kadirli kazası Azaplı
köyünde 1 942 yılında doğmuştur. Köyünde ilkokula devam ettiği yıllar­
da çevresinde aşıkları dinlemiş, özellikle Aşık Hazım Demirci ve Aşık
Kul Mustafa' nın yanında bulunmuştur. Okumayı yazmayı öğrendikten
sonra aşıktan seyretmenin ve dinlemenin yanında, pek çok aşık hikayesi
de okumuştur. İ lkokulu bitirdikten sonra çobanlık yapmağa başlamış ve
23 yaşına kadar Çoban Osman mahlası ile deyişler söylemiştir.
b) Küçük yaştan itibaren kendi köyünden Gülüzar isimli bir yörük kızına
aşık olmuştur.
c) 1965 yılında 23 yaşındayken davar ve buzağıları otlatmağa gittiği dağ
başında uyuyakalmıştır.

il. Rüya
a) Kendisini iki vadi arasında kıbleye doğru ilerlerken görür. Karşıdan nu­
rani yüzlü, yeşil elbiseli, elinde beyaz gümüş parlak bir tasla gelen ulu
bir zat görür.
b) Bu ulu zatın yanına geldiğinde, ulu zat önlerinden akan çok berrak bir
pınarın suyundan doldurarak: "Feymani şunu iç." der.

ili. Uyaruş
Kendi kendine uyanır ve köyüne döner.

iV. İlk Deyiş


Bu rüyadan sonra Feymani mahlası ile ilk söylediği deyiş şudur:

Aşıklar mektebinde okudum


Hocam bana ilm-i ledün öğretti
Gönül tezgahında kumaş dokudum
Sevda nakışını kadın öğretti.

Bir noktadan hasıl olmuş kainat


Her zerrede gizli binbir hakikat
Yediler marifet üçler tarikat
Kırklar muhabbetin tadın öğretti.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 169

Feymô.ni arifin elinde devran


Alimler ilmine oldular hayran
Gönülden gönüle eyledim seyran
19
Pirim sır şehrinin adın öğretti

Yukarıdaki rüya, asıl tip rüya unsurlarının sadeleştirilmiş ve günlük hayatın


geçtiği mekanlara aktarılmış şeklidir. Ayrıca bu aşık 23 yaşına kadar Çoban
Osman rnahiası ile deyişler söylemiş ve belli bir hazırlık devresi yaşamıştır. Bu
hazırlık devresi içinde oldukça şuurlu olarak kendini yetiştirmeğe çalışmıştır.
Asıl Tip rüyaların ortaya çıkma yaşı olan (14- 16) yaş ergenlik çağını atlatıp
yetişkin bir ergin olma yolunda iken bu rüyanın görülmüş olması sevgili unsu­
runun rüyada yer almamasına sebep olmuştur denilebilir. Feyrnani'nin kendi
ifadesine göre 1 9 zaten kendi çevresinde çok küçükten beri sevdiği bir kız vardır.
Bu rüyada görülen ulu bir zat Feyrnanl' ye sanatını daha fazla geliştirmesi için
bir teşvik olmuştur. Jung'a göre insanın rüyasında bir bilge kişi görmesi ya o
kişinin bir öğretmene ihtiyacı olduğunu ifade eder veya o kişinin yeterli olgun­
luğa eriştiğini gösterir. Feyrnani'nin bu rüyası da kültür örneği rüyaların sade­
leşmiş varyantlarından biridir. ATv 1 1 Feymani:.

19
1977 nisan ayında gönderdiğimiz anket sorularına FeyınAııi'nin verdiği cevaplardan alınmışur.
1 70 Prof. Dr. Umay ÇJÜNAY

A ŞIK SÜMMANI

1. Hazırlık Satbası
a) Çocukluk devresini, köy imamından menkıbe ve cenk hikayeleri dinle­
yerek, babasıyla gittiği Erzurum merkez olmak üzere civar kaza ve köy­
lerdeki meclislerinde bulunarak geçirdi. Asıl adı Hüseyin olan
Sümmani, Erzurum'un Narman kazasının Samikale köyünde 1 86 1 yı­
lında doğmuştur. On bir yaşında çobanlığa başlamıştır.
b) Tespit edilen belirli bir sıkıntı ve açık bir dilek olmamakla beraber şair
mizacın dürtüleri baskı olarak kabul edilebilir.
c) Köyün hayvanlarını otlatmak üzere götürdüğü Ablak Taşı mevkiinde
babasının tavsiyesine uyarak şehit mezarlarını bürüyen otları ayıklarken
uyuyakalır.

il. Rüya
a) Hüseyin, aksakallı bir ihtiyarın kırat üzerinde yanına geldiğini görür.
Hüseyin'e karnının aç olduğunu söyler ve köyün yolunu sorar. Hüseyin
ihtiyar adama kendi yiyeceği olan arpa ekmeğini uzatır. Atlı ekmekten
bir lokma aldıktan sonra geri verir. Hüseyin ekmeği neden yemediğini
sorduğunda ihtiyar; "Hızır ekmek yemez" der.
b) Hızır, Hüseyin'e İsm-i Azam duasını öğretir ve şöyle der: "Oğlum bu
duayı kırk gün oku, beni gördüğünü kimseye söyleme, Kırkıncı gün Ab­
lak Taşı 'na git, Hak tarafından taksiratını alırsın. " der ve kaybolur.
Hüseyin bunun rüya mı hülya mı olduğunu anlayamaz, düşer bayılır.

111. Uyanış
Hüseyin' i baygın bir halde ağzından köpükler gelirken amcası bulur, ku­
caklayarak evine götürür. Evde ayıltırlar.
Bu rüya motifi iki safhada tamamlanmaktadır. Hüseyin uyandıktan sonra
rüyada kendisine tavsiye edildiği şekilde yeniden şuurlu hazırlık safhasına gir­
miştir.

1. 2. Hazırlık Satbası

a) Hüseyin her gün İsm-i Azam duasını okur, kırk günün dolup dolmadığını
bir sopayı çenterek işaretler. Gördüğü rüyayı Hızır' ın tavsiyesine uyarak
kimseye anlatmaz.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 171

b ) Bekleyiş
c) Kırkıncı gün erenler çeşmesinden abdest alır, namaz vakti oldu mu diye
güneşe bakarken uykuya dalar.
il. Rüya
a) Kendisini duvarlan resimlerle süslü bir mağaranın içinde uzun yeşil cüb­
beli üç derviş ve evvelce gördüğü Hızır'ın karşısında görür. Dervişlerin
başlan üzerinde uçan kırk yeşil güvercin birden insan kılığına giriyorlar.
Mağarada meclis kurulur.
b) Hüseyin'e abdest almasını söyledikten sonra iki rekat namaz kıldınrlar.
Ümmi olan Hüseyin'e orada okuma-yazma öğretip bir kağıda yazılı olan
"Gülperi" adını okuturlar.
c) Hüseyin'e üç bardak bade sunarlar. Birinciyi alemleri yaratan alemlerin
Rabbı aşkına, ikinciyi Hz. Muhammed aşkına, üçüncüyü de Çin-i Maçın
Bedahşan şehrinde Bedahşan Eıniri Gülperi aşkına içirirler.
d) Hüseyin badeyi içtiği anda başucunda Gülperi'yi görür. Pirler,
Gülperi'ye de üç bardak bade verirler ve sonuncuyu Sümmani aşkına iç
derler. Gülperi badeleri içtikten sonra ortadan kaybolur.

111. 2. Uyanış
Hüseyin kan ter içinde uyanır, etrafına bakar her taraf karanlık, gökte yıl­
dızlar çıkmış, hayvanlar ortada yok, her taraf ıssız. Yeniden uykuya dalar.

il. 3. Rüya
Hüseyin yanında Hızır'ı görüyor. Hızır:
"Esselamü aleyküm Sümmani" deyince, Hüseyin:
"Sümmani kimdir?"
"Korkma oğlum, sen bu gece ereceğine erdin. Sümmani mahlası sana veril­
di. Uyku aleminde gördüklerini kırk gün kimseye söyleme."
Sümmani' yi köyün camiine götürüp bırakır.

111. 3. Uyanış
Sümmani camide kendine geliyor, kalkıp evine gider, ve kırk gün gene bir
sopayı çenterek bekliyor.
172 Prof. Dr. Umay GÜNAY

iV. İlk Deyiş


Kırk gün tamamlanınca Sümmani halini şu deyişle açıklar:

Uyandım gafletten oldum perişan


Bir nur doldu alemler rüşan
Selam verdi geldi üç dervişan
Lisanları bir hoş sedası tek tek

Aldılar abdesti uyandım hılbdan


Aslımız yapılmış hak ü turabdan
Okudular üç hat yeşil yapraktan
Okudum harfini noktası tek tek

İçtim bıldesini gördüm rengini


Tam on sekiz saat sürdüm cengini
Yar yüzünde gördüm üç beş bengini
Halhalın altında noktası tek tek

Dediler Sümmılnf etme meram


Adamı çürütür dert ile verem
Senin 'çin dünyada görüşmek haram
20
Böyle yazmış kalem hüdayı tek tek

Sümrnani 1 9 . yüzyılda yetişmiş tanınmış Erzurumlu büyük bir aşıktır. De­


yişlerinin makamlarının bir kısmını da kendi bestelemiştir, bunlar Sümmani ağzı
veya Sümmani ayağı diye anılmaktadırlar.
Yukarıda tahlil ettiğimiz Sümmani'ye ait rüya metni iki devrede ortaya çı­
kan üç rüya ihtiva etmektedir. Bundan önce tahlil ettiğimiz rüya metinlerine ve
Asıl Tip olarak kabul ettiğimiz rüya örneklerine göre karmaşık bir yapı göster­
mektedir.
Sümmani'nin rüyası Türk masallarının motiflerini ihtiva etmektedir. Türk
masallarında Hızır' la karşılaşma anında Hızır' ın kahramandan bir şey istemesi
21
ve yol sorarak onu denemesi oldukça yaygın bir motiftir. Aynca sıkıntıya dü­
şen veya bir yere ulaşmak isteyen kişi İsm-i Azam duasını okuyarak bu isteğine
kavuşur.22 Bu da masallarda tespit ettiğimiz unsurlardan biridir. Kırk günlük

20
Mehmet Kardeş, Sümmani ve Bütün Şiirleri, Erzurum 1977, (Basılmamış bir çalışma.) Murad
Uraz, ''Halk Edebiyanııda Bade", Tıirk Folklor Araştırmalan Dergisi, Cilt I, S. 1, Ağustos 1949.
21
Umay Günay, Elazığ Masal/an, Erzurum 1975, s. 223-224.
22
a.g.e., s. 9 1/19-334/5.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 73

sabır denemesi masallarda yaygın bir motiftir.23 Rüyanın belli bir süre anlatıl­
maması İslamiyetin getirdiği pratikler içinde yer almaktadır. Ayrıca halk inanç­
ları arasında görülen bir harikanın anlatılması onun sımnı bozar ve bu sırra ula­
şan kişi ya ölür veya kavuştuğu olağanüstü şeyi kaybeder inancı yaygındır. Bu
inanç birçok efsanelerde fonksiyon gördüğü gibi masallarda da kullanılan bir
motiftir.
Erzurum, gerek halk anlatım türleri gerekse aşık edebiyatı ürünlerinin yaşa­
tıldığı zengin bir bölgedir.24 Bu rüya metni aşık olmada hareketi sağlayan kültür
örneği rüya şemasının gerekli bütün unsurlarına sahip olmanın yanında AT1
Kerem örneğinde olduğu gibi pek çok masal motifi de ihtiva etmektedir.
Ayrıca abdest almak, namaz kılmak, dua etmek gibi İslami pratiklerin de
açıkça yer aldığı zengin bir örnek niteliğine sahiptir. ATv12 Sürnmani.

23
a.g.e., s. 227-228.
24
Sakaoğlu�Tllrkmen-GUnay-Aslan, "Erzurum'da Halk Hikayesi ve Masal Anlatma Geleneği,"
Atatürk Üniversitesi 50. Yıl Armağanı, Ayrıbasım, S. 1 , s. 237-246, Erzurum 1973.
1 74 Prof. Dr. Umay GÜNAY

A ŞIK REYHANi

1. Hazırlık Saflıası
a) Asıl adı Yaşar olan Reyhani, Erzurum'un Hasankale kazasının Alvar kö­
yünde 1 932 yılında doğmuştur. Yaşar, i lkokulu bitirdikten sonra çevre
aşıklann fasıl ve hikaye anlatmalannı dinlemenin yanında pek çok halk
hikayesi de okumağa başlamıştır. Halk hikayeleri arasında en çok Kerem
ile Aslı hikayesini sevmiş ve herkes beş vakit kılarken, kendi tabiri ile o
on beş vakit namaz kılarak Tann' dan aşıklık dilemiştir.
b) Yaşar Reyhani' nin ailesi oturmakta olduklan Tahir Hoca köyünden
Haneg köyüne çermiğe giderler. Sahip olduklan tek ineğe bakması için
Yaşar' ı köyde yalnız bırakırlar. Yaşar Reyhani bu olaya çok üzülmüştür.
c) İneği alarak Zamal Türbesi' nin civannda otlatmağa götürür. Akşam saat­
lerinde o anki halini şöyle ifade etmektedir: "Güneş, akşam güneşi şöyle
bulutların arasından dağın üzerine inmiş, sarı kayalara güneş vunnuş.
Kuşlar uçuşuyor, davarlar köylere dağılıyor. Yani böyle akşamın bir ka­
rışık zamanı. Herkes yuvasına gidiyor, içime öyle bir his geldi ki zannet­
tim ciğerlerim parçalanıyor. " Bu duygular içinde uykuya dalar.

il. Rüya
a) Yaşar Reyhani, rüyasında kendisini kuzey tarafında bir penceresi olan
bir odada görüyor. Yerlere hasır serilmiş, başta Alvarlı Hoca Mehmet
Efendi olmak üzere yedi kişi oturuyor, Yaşar da namaz kılmakta imiş.
Namazı bitirip kalkacağı sırada Mehmet Efendi kolundan tutar, aşağıya
doğru çeker, "sükütçasına dur." der. Yaşar oturur, onlar kendi aralannda
konuşup gülerler.
b) Mehmet Hoca çocuğu utandırmayın der ve içki doldurup Yaşar' a uzatır.
Yaşar haramdır diye kabul etmez. Zamal türbesinde yatan Göreşken
Baba, "Madem ki gönlü yoktur, vermeyin" der ve Yaşar' ın sağ cebine
mavi boncuk gibi bir şey bırakır.
c) Birdenbire orası değişir, fırtına şeklinde bir şey eser. Hatun ismindeki
köyden tanıdığı bir kızın camdan baktığını görür. O anda ihtiyarlar kay­
bolur. Kıza gözleri takılır kendinden geçer.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 75

IH. Uyanış
Yaşar, geceyi türbenin yanında baygın geçirir. Ertesi gün köyden gelenler
onu öyle bulur ve evine taşırlar. İğneciye iğne yaptırırlar. Hocayı okuturlar. Ne
olduğunu öğrenebilmek için ısrar ederler. Yaşar söylemez. Döverler gene söy­
lemez.
Reyhani'nin rüyası onu bir kerede aşıklığa ulaştıramamıştır. İkinci kere ha­
zırlık devresi başlar.

1. 2. Hazırlık Devresi
Yaşar bu olaydan sonra sık sık Zamal türbesine gider olur, oraya gider,
erenler çeşmesinden abdest alır, namaz kılar. Gene bir gidişinde uykuda mı uya­
nık mı seçemediği bir karışık anda ilk rüyasındaki manzaraya benzer bir yer
görür.

II. 2. Rüya
İlk rüyasındaki gibi güneş batıyor, kayalara sanlık vurmuş, oradaki pınar­
dan eğilip su içiyor. Başını kaldırdığında bir çift ayak görüyor, dizden aşağı. ..
gözleri baka kalıyor, ayakları gidiyor. Kendinden geçiyor.

III. İkinci Uyanış


Uyanıyor bir hoş oluyor. Bu türbeye gidiş gelişler devam ediyor. Altı ay
sonra ayakların boyuna kadar olan kısmını görüyor, bir kadın olduğunu hissedi­
yor. Bir sene sonra parça parça seçtiği bu kişinin rüyasında da gördüğü Hatun
isimli kız olduğunu anlıyor.

iV. İlk Deyiş


İşhar-ı şikıirım türbe-i Zamal
Bu sırrı esrarı bana gösterdi
Canda olan varım Cebbar u Celal
Bir muannet yarı bana gösterdi

Gönlümün sultanı ah mu-i pervaz


Bekletme mektubun gayet sık sık yaz
Aramızda hiç olmasın ihtiraz
Çünkü bu ikrarı bana gösterdi
176 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Gördüğü rüyada Yaşar' a mahlas verilmemiştir. Kendisi bir süre Dertli mah­
lasını kullandıktan sonra Bayburtlu Hicrani senin ismin çiçek ismine benzesin
l'I
diye ona "Reyhani" mahlasını verir.
Asıl Tip rüya örneğine birçok bölümleriyle uygunluk gösteren bu rüya, tah­
lilde de gösterildiği üzere iki hatta belli belirsiz bir yıl süren uyku baygınlık
arası krizler içinde görülen hayal-gerçek arası olaylarla sonuca ulaşmıştır. Rey­
hani'nin ifadesine göre, bu rüyaların son bulmasından sonra deyişler söylemeye
başlamışsa da en içli şiirlerini Hatun' la evlenip ayrıldıktan sonra söylemeğe
başlamıştır. Bir kısım aşıkların hayat hikayelerinde belli bir müddet hazırlıktan
sonra gerekli birikime sahip olarak gördükleri rüya, bu kabiliyetlerini açığa vu­
rabilmek için yeterli olabilmektedir. Reyhani gibi bir kısmı ise daha uzun bir
süre bocalamaktadırlar. Bunun akisleri özel hayatlarında da görülmektedir.
Yapı itibariyle Asıl Tip rüyaya uygun bir varyant olan bu rüyanın muhteva­
sında günlük hayat ve dini pratikler aynen yer almıştır. Reyhani'nin rüyasında
gördüğü Alvarlı Mehmet Hoca o zamanlar hayatta olan ve Reyhani'nin tanıdığı
bir hocadır. Her gün gittiği ve namaz kıldığı Zamal Türbesi'nde yatan Göreşken
Baba da, Reyhani'nin, menkıbelerini dinlediği, inandığı bir din büyüğüdür. İyi
bir Müslüman olarak beş vakit namaz kılan Reyhani rüyasında badeyi reddetmiş
bu sebeple cebine mavi boncuk konulmuştur. ATv13 Reyhani.

25
Muhan BaJi, "Atışma Birincisi Aşık Yaşar Reyh3.ıı1", Türk Follclor Araşnnna Dergisi, Cilt ! I,
No. 226, Mayıs I 968.
TUrkiye'de AŞIK TARZI Şİ İ R GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 77

A ŞIK ZÜL ALi

I. Hazırlık Safltası
a) Asıl adı Yusuf olan Zülali, Kars' ın Posof ilçesine bağlı Suskap köyünde
doğmuştur. Yusuf'un köyünden kendinden önce hiç aşık çı kmamakla
beraber, bölge, geleneğin yaşadığı ve başarılı temsilci lerin bulunduğu bir
bölgedir. Doğduğu yıl 1874'dür.
b) Yusuf, çobanlık ettiği mallan 1886 yılında bir sonbahar günü komşu köy
yakınlarındaki Kanlıgöl mevkine götürür. Hayvanları güderken üzerine
gaflet uykusu çöker.

c) Yakındaki mezarlıkta gözünü aldatmak için uykuya dalar.

il. Rüya
a) Mehriban isimli bir peri kızı görür, kız Yusuf'a şöyle der:

Gönül hiibda gördüğünü arzular


Kendi öz tahdının mihmenesidir
Yada düşdü yaralarım sızılar
Şahım sırf ölkenin bir danesidir

Yusuf: Gözüm sen peride gönlüm perişan


Meşakkat gönlümün ham ülkesidir.
Didarın Süleyman vechin hurişan
Yusuf'Zelha onun müpteliisıdır

Bu söyleşmeden sonra Mehriban gözden kaybolur, Yusuf ağlamaya başlar.


b) Yusuf bir pirin geldiğini görür. Pir Yusufa neden ağladığını sorunca
Yusuf şöyle cevap verir:

Hattı tuğrasında kara yazılar


Can kuşu kafesden uçtu gördün mü
Peşi sıra figan eder kuzular
Ceylan bu ovadan geçti gördüm mü

Pir: O bir bülbül idi uçtu bağından


Selvinin dalları kurudu gördüm
Bağmançı befa yok civan çağından
Sürdüğün devranlar eridi gördüm
1 78 Prof. Dr. Umay GÜNAY

c) Züiali mahlası verilen Yusuf, Pirle ikişer hane deyiştikten sonra Pirin di­
van şeklinde sorduğu üç hane söze de karşılık verir ve düşüp bayılır.

111. Uyanış
O akşam köyün çobanları tarafından bulunan Zülali baygın bir halde evine
taşınıyor. Bir hafta hasta yatıyor. kendine geldiğinde halin.i soranlara birkaç
parça şiirle cevap veriyor.

iV. İlk Deyiş


Rüyanın içindeki şiirler Zütali'nin ilk deyişleri olarak kabul edilebilir. Rü­
yayı gördükten sonra diğer aşıklarda olduğu gibi rüyayı ve gördüklerini tasvir
eden deyişini tespit edemedik.
Zülali'nin rüyası da tekrarlanan rüyalar grubundadır. Zülali bir süre saz ça­
larak deyiş söyleyerek vakit geçiriyor. Bir gün bir elma bulur, yansını ısırır,
donuk olduğu fark edince cebine koyar. Daha sonra cebine baktığında elmayı
bulamaz. Bir zaman sonra hastalanan Zülali hasta yatağında şu rüyayı görür.

il. İ kinci Rüya


Mehriban içi elma dolu bir mendil ile Zülali'nin karşısına oturur. Zülali ısı­
rıp yarım olarak cebine koyduğu elmanın da Mehriban'ın mendili içinde oldu­
ğunu görür. Elmasını istediğinde Mehriban: "İgit isen o sırada hepsini yiyey­
26
din. " der.
Asıl Rüya Tipinin ilk örneğine ait pek çok unsur ihtiva eden bu rüyanın da
iki safhada tamamlandığını görmekteyiz. Zülali rüyanın birinci safhasında sevgi­
liyi tanıma ve mahlas almanın dışında olgun sanatını bilir bir aşık olarak görü­
nüyor. Halbuki bu tip rüyalarda aşık adayları şaşkın ve cahildirler. Sanatlarını,
İslami bilgileri bu rüya içinde öğrenirler. Zülali'nin aşık adaylarının rüya gör­
dükten sonra geçirdikleri deneme safhalarını rüya içinde geçirdiğini görmekte­
yiz. Rüyanın içinde Zülali bir aşık adayı görünümünde değil usta bir aşık kimliği
göstermektedir.
Rüyanın ikinci bölümünde yanın bıraktığı elmayı geri alabilmek gayreti
onun birinci rüyada kazanamadıklarını kazanmak gayretinin işareti gibi yorum­
lanabilir. Bazı aşık rüyalarında badenin yerini elma veya elma çekirdeğinin aldı­
ğını örneklerde görmek mümkündür.
Asıl Rüya tipinden hem yapı hem muhteva olarak oldukça uzaklaşmış de­
ğişik bir varyant olan bu rüyayı ATv14 Zülali şeklinde gösteriyoruz.

26
M. Fahrettin Çelik, "Posoflu Aşık Zülali, " Doğuş (Kars Halkevi Aylık Dergisi" Yıl 5, S. ı (42),
Haziran 1 939.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 1 79

A ŞIK PERVANI

1. Hazırhk Saflıası
a) Asıl adı İsmail Çelik olan Pervani, Artvin ilinin Yusufeli ilçesine bağlı
Okar köyünde 5 Mart 1 93 1 yılında doğmuştur. İsmail Çelik, Yusufelili
Muhibbi' nin torunu ve Narmanlı Sümmani'nin çağdaşı Aşık Firari' nin
oğludur. İlkokul tahsili yapmıştır.Tanınmış aşıklara mensup bir aileden
gelmesi gelenekle çok küçük yaşlardan itibaren karşılaşmasına sebep
olmuştur.
b) 1950 yılının Nisan ayında bir çarşamba günü Yusufeli'nin Okar köyü­
nün Saatol yaylasında çift sürerken yorulur.
c) Kuşluk vakti bir kiraz ağacının altına uzanır.

il. Rüya
a) Erenlerin başı Kutup Nebi yanı sıra Hıdır İlyas, Hızır İlyas görünürler.
Kutup Nebi: "Hele gel bakalım Sümmanf'nin yadigarı, çok zamandan
beri seni bu mesleğe eriştinneğe çalışıyoruz. " dedikten sonra şeraret ka­
pısını açtı.
b) Hızır Nebi: "Mısırın Kenan elinden babasının adı Ali Rıza, anasının
adı Fatma, kızının adı Ayşe, ancak biz ona aşıklar meclisinde Nazlıhan
adını verdik. " diyerek yanındaki kızı gösterdi .
c) Kızın elinden üç üzüm tanesi alarak İsmail Çelik'e uzattı, İsmail, Ne­
bi'den aldığı üç üzüm tanesini tekrar Nazlıhan'a verdi.
d) Hızır İlyas ise izhar olan dört kitap bendi ve yedi kafes derinliğindeki
muhit deryalarını ismail Çelik'e gösterdi. İsmail bendi bismillah olan
dört pınardan ikisinin batına ikisinin zahire aktığını görür. Hızır İlyas' la
beraber bir süre gittikten sonra üç taşlı bir değirmen görürler. Bu değir­
menin iki taşı dönmekte diğer bir taşı durmaktadır. İsmail Çelik bunun
sebebini sorduğunda, Hızır Nebi, bu değirmenin Sümmani'nin olduğu­
nu, Sümmani öldüğü için değirmenin dönmediğini söyler. Daha ileride
çok hızlı bir değirm�n görürler. İsmail Çelik bu değirmenin pervane gibi
döndüğünü söyleyince Hızır İlyas, bu değirmenin İsmail Çelik'in oldu­
ğunu söyler ve ona Pervani mahlasını vererek bu adı değirmenin kapısı­
na yazar.
e) Pervani ihtiyar baba ile bareber iki rekat namaz kılar, geriye dönerlerken
önlerine büyük bir umman çıkar, Hıdır İlyas'la beraber bu ummana da­
larlar, yedi deryayı yüzerek bend-i Pervani" ye bismillah olan pınarın ba­
şına gelirler. Burada Kütüp Nebi Pervani' ye 676 sayfa mantık okutur.
1 80 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Hakikatın bağını açarak oniki hicabın hepsini gösterir. Kutup Nebi, "oğ­
lum gözünü yum, " der. Pervani gözünü açtığında yedi kat deryayı, yedi
kat göğü bir kalburun içine aldığını görür. Bunun dışında karanlıktan
başka bir şey göremez.
Kutup Nebi'nin isteği üzerine Hızır dünyada görülemeyecek kadar beyaz
bir ekmek getirir. Ekmeği dörde böldükten sonra Cenab-ı Allah'ın aşıklara kur­
ban gönderdiğini, kurbanın başını Aşık Ömer' in, yüreğini Bayburtlu
Kuddisi'nin, koçun sağ yanını Yusufelili Muhibbi"nin, sol yanının ise Narmanlı
Sümmani'nin yediğini söyleyerek geri kalan kuyruğu bu meclise isterler.
Yemekten sonra Pervani ile Nazlıhan' ı tekrar görüştürürler ve dünyada ka­
vuşamayacaklarını söylerler. Pervani bunun üzerine Nazlıhan' a şu deyişi söyler:

111. İlk Deyiş


Dön beri dön beri yüzün görelim
Bir dakka karşımda dur da öyle git
Eyledim cismimi hep kızıl yara
Derin yaralarım sar da öyle git

Sevdiceğim ben karşında ötüştüm


Şirin dudu gibi lisan konuştum
Göründün gözüme elimden kaçtın
Bana bir teselli ver de öyle git

Perişandır ayrı ince halların


Eyliyor benimle kalmak hallerin
Açıldı goncaların güzel güllerin
Gonca güllerini der de öyle git

Pervanf'nin elden gitti cananı


Gönülferyad eder eylerfiganı
Sevdiceğim bulam nerede seni
Bari bir nişane ver de öyle git.

Bu ilk deyişten sonra Pervani bir deyiş daha söyler ve buna Nazlıhan bu
dünyada görüşemeyeceklerini anlatarak cevap verir.2'
Bu rüya ilk örneğin unsurlarını ihtiva etmekle beraber çok karmaşık ve çok
zengin bir örnektir. Aşık Pervani'nin 1 9 yaşında iken gördüğü bu rüya eski aşık­
ların bazılarının isimleri yanında İslami bilgi ve menkıbelerden açık izler taşı-

27
Mehmet Gökalp (Aladağ), "Yusufelili Pervani," Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Cilt 2, S.
40, Kasım 1952.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTiFi 181

makta, hatta Hz. Muhammed Pervani'ye bir de mucize göstermektedir. Kurban


merasimi İslamiyetteki kurban kesimi ve dağıtımı pratiği yanında Orta Asya av
etlerinin itibarlı kişilere dağıtılışını da düşündürmektedir.
Şaman adaylarının ruhları uyurken bedenlerinden ayrılarak kutsal ruhlarla
buluşur, kutsal ruhlar Şaman adayına bir Şamanın davranışlarını, Şamanlığın
tekniğini ve gelecekteki hayatlarının kültürünü öğretirdi. Bu seyahat sırasında
Şaman adayının kadın ruhlarla yemek yemesi de söz konusu idi.18
Bu rüyadan önce incelediğimiz rüyalarda kutsal ruhlarla buluşmak ve ada­
yın eğitilmesi yer almakla beraber, seyahat yer almamıştır. Bu rüyada Hz. Mu­
hammed tarafından eğitilen Pervani Hızır İlyas ve Hıdır İlyas' la seyahat etmiş,
alemin sımna ermiştir. Asıl Rüya tiplerinde Hz. Muhammed ve Hızır İlyas gö­
rünmekle beraber Hızır efsanesinde yer alan Hızır İlyas' ın kardeşi Hıdır İl­
yas' tan bahsedilmemiştir.
Bu rüya gerek Şamanlığa giriş merasimlerinin gerekse İslamiyetle ilgili
inanç ve menkıbelerin bir terkibi şeklinde ortaya çıkmakta ve bu konularda üze­
rinde durulması gereken pek çok meselenin varlığı görülmektedir.
Aşığın İslami bilgiler konusunda hayli bilgili olduğu kabul edilebilir.
İslamiyete göre böyle din büyüklerinin özellikle Hz. Muhammed' in _yer aldığı
rüyayı gören bir kişi peygamberliğin kırk altıda birine erişmiş sayılmaktadır.
Asıl Tip rüyaların unsurlarını dağınık ve şekil değiştirmiş bir halde muhafaza
eden bu rüyada çok kere rüya sonunda yer alan ilk deyiş de rüyanın içinde orta­
ya çıkmaktadır. ATv ı4 Züıali'de gördüğümüz üzere bu rüya içinde de sevgili ile
deyişme söz konusudur. Aynca gene bu rüyada sevgilinin adı ve mahlası ayn
ayn ifade edilmekte ve açıkça dünyada karşılaşamayacaklan söylenmektedir.
Badenin yerini bu rüyada üzüm tanesi almakla beraber bunlar yenilmemiş
tekrar sevgiliye verilmiştir. Gene diğer rüyalarda yer almayan beyaz ekmek ve
kurban eti bu rüyada yer alan yeni unsurlardandır.
Asıl Tipten hayli uzaklaşmış ve çeşitlenmiş olan bu varyantı ATv 15 Pervani
şeklinde gösteriyoruz.

28
İlhan Başgöz, "Dream Motif in Turkish Folk Stories and Shamanistic Inititation," Asian
Folklore, Cilt : 26- 1 .
182 Prof. Dr. Umay GÜNAY

A ŞIK EFKARI

I. Hazırlık Safhası
a) Asıl adı Adem şentürk olan Efkaıi Artvin, Aranuç, Yolüstü köyünde 24
Haziran 1900 yılında doğmuştur. 1914 yılına kadar medrese tahsili gö­
rür. Birinci Dünya Savaşının çıkmasından sonra okuldan ayrılır ve bir
süre sonra askere gider. 1922 yılında köyüne döner. Aşık Cesimi, Aşık
Selveri, Adem Şentürk'ün atalarıdır. Soğanlı köyü aşıklar ocağından
Abdullah Hoca, Efkaıi'nin ustasıdır. Aşıklık ile ilgili bilgileri Abdullah
Hoca, Efkaıi'ye öğretmiştir.
b) Askerden döndükten bir süre sonra hastalanan Adem Şentürk'e köyün
yakınındaki Acıelma dağında bulunan şehit ziyaretgahına gitmesi öğüt­
lenir.
c) Adem Şentürk, Acıelma dağının eteğindeki Kasımoğlu pınarının yanına
geldiğinde yorulur. Buradaki üç kök ceviz ağacının altına oturur.

il. Rüya
a) Ziyarete gider, bir hisar içinde olan ziyaretin kapısında kalabalık vardır,
sırayla içeri girenler pirin elini öpmektedirler. Sıra Adem Şentürk'e ge­
lince o da içeri girer, pirin önündeki kitapların şimdiye kadar gördükle­
rinden farklı olduğunu anlar. Pir, Adem' e elinin içini öptürür.
b) Adem Şentürk bunun sebebini sorduğunda Pir: "Elimin yazılı olan içini
öptürerek sana marifet verdim. " der.
c) Adem kendisini tekrar ilk uyuduğu yerde görür. Kulağına bir mevlid sesi
gelir. Sesin geldiği tarafa gider, bir odadan içeriye girer, içeride on iki
pir oturmuş Hz. Muhamrned'e mevlid okumaktadırlar. Adem Şentürk
koşar, Kasımoğlu pınarından abdest alır ve gelir, mevlidi dinler. Mevlid
bitince pirlerden biri seslenir: "Belkiya, şerbet getir. " Yüzü beyaz örtü­
lerle kaplı bir kız elinde tepsi bardak ve ibrikle içeri girer. Kız şerbet ik­
ram etmek için eğildikçe saçları yere değer. On iki pir şerbetlerini içtik­
ten sonra sıra Adem'e gelir, ibrikten akan şerbetin rengi değişir, siyah bir
şerbet akar. Adem bu şerbeti içince içini ateş sarar.
d) Pirlerden biri dışarıya çıkıp ezan okur, biri imam olur, hep beraber na­
maz kılarlar. Pirlerden birinin isteği üzerine Belkiya bir defter getirir.
Defteri n dokuzuncu sayfasına Adem Efkaıi yanına da bey, ağa kızı
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 183

Nazmiye hanım diye yazarlar. Belkiya'nın asıl adının bu olduğunu söy­


lerler. İkisinin isimleri aşk defterine yazılmış olur.
e) Belkiya ile Efkari Kasımoğlu pınarına gelirler. Kız iri bir nar çıkartır.
Efkari' ye bu narın taneleri mi çok benim saçlarımın telleri mi diye sorar.
Efkari nar tanelerinin saçlarının tellerinden çok olduğunu söyleyince kız
ikisini de saymayı teklif eder. Kızın saçlarının tellerini ve nar tanelerini
sayarlarken kız Efkari'ye üç nar tanesi yedirir. Kızın saçlarının telleri nar
tanelerinden üç tel fazla gelir. Kız benim saç tellerim daha çok olduğu
için ömrün boyunca sen bana kul olacaksın, der ve gider.

111. Uyanış
Üç kök ceviz ağacının altında baygın buldukları Efkari'yi köye evine taşır­
lar. Hocalara okuturlar. Kırk gün sonra kendine geldiğinde Soğanlı köyünden
Abdullah Hoca Efkari'nin bade içtiğini anlar. Abdullah Hoca sazın tellerine
dokununca Efkari'nin dili çözülür.

iV. İlk Deyiş


Bilmez idim uyumuştum
Kiisımoğlu pınarında
Bir dolu verdiler içtim
Kiisımoğlu pınarında

Bir pirin öptüm elini


Gösterdi aşkın yolunu
Oldum ben aşkın bülbülü
Kiisımoğlu pınarında

Bir güzel geldi, Belkiya


Benzer onbeş günlük aya
Durdum baktım kıya kıya
Kiisımoğlu pınarında

Zannettim doğdu ay durdu


Bana bir narı saydırdı
Üç danesini yedirdi
Kiisımoğlu pınarında

Bir de defter getirdiler


Yazdı ismim bitirdiler
184 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Bir duaya oturdular


Kasımoğlu pınarında

Bir ayna tuttular bana


Baktım seyrettim cihana
Baka kaldım yana yana
Kasımoğlu pınarında

Ejkfıri yazdı mahlasım


Cihana ulaşsın sesim
Yar ile yenildim pesim
Kasımoğlu pınarında

Ejkfırinin bu rüyası
Bahse girip nar sayması
Kırk gün sürdü bu havası
29
Kasımoğlu pınarında

Bu rüya da asıl tip rüya unsurlarının tamamını ihtiva etmekle beraber İsla­
mi inanç ve pratiklerin açıkça yer aldığı bir örnektir. Efkan'nin bu rüyayı gör­
düğü zaman Asıl Tip rüyaların ortaya çıkışlarındaki yaş ortalaması olan
onaltının hayli üzerindedir. Efkaıi'nin 22 yaşında gördüğü bu rüyanın sonunda
Belkıya'nın saçının telleri ile nar tanelerini saydırarak aşığı sınaması ve bir ent­
rika ile ona üç nar tanesi yedirerek onu yenik duruma düşürmesi bu tür rüyalarda
alışılmamış unsurdur. Masallarda rastlanan entrika unsuruna benzerlik gösteren
bu konunun masallardan aktarıldığı düşünülebilir.
Bu rüyayı da ATv ı 6 Efkan şeklinde gösteriyoruz.

29
1977 yılında aşıklara gönderdiğimiz ankete lşığın verdiği cevaplardan alınmıştır.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 185

A ŞIK BURHANi ·

1. Hazırlık Saflıası
a) Bayburt'un Çıphınıs köyünde 1899 yılında doğmuştur. Tataroğulla­
nndan Hüseyin adı ile tanınmaktadır. 39 yaşına kadar fakirlik içinde
ömür sürmüş, her işi denemiştir. 1938 yılında Samsun'da çöpçülük ya­
parken bulduğu Kur'an yapraklarını yerlerden toplayıp yüksek bir yere
kaldırmış.
b) Gece Allah' a şükredip uykuya yatmış.
c) Şu rüyayı o gece görmüş:

il. Rüya
a) Kendisini yedi pirin karşısında bulur. Dört kitaptan Hüseyin'e okuturlar.
b) Hızır, Hüseyin'e bade uzatır ve bu badenin Türkistan Şahı'nın kızı Mih­
riban Hatun aşkına olduğunu söyler.
c) Mihriban'ı Hüseyin'e gösterirler ve o arada Mihriban'a da Burhani aşkı­
na bade içirtirler.

111. Uyanış
Burhani uyandığında vücudunu büyük bir ateş içinde hisseder.

iV. İlk Deyiş

Vilayet Samsun 'da hak divanında


Göründü gözüme pir yavaş yavaş
Açtılar ortaya dört kitap ilmi
Okudum ibare hem yavaş yavaş

Okudum ibare oldum pervane


Kırklarla yediler geldi divane
Nuş edip kadehi sundum dihane
Akıttım gözümden sel yavaş yavaş

Karıştı selimiz derya ummana


O zaman seyrettim çöl Türkistan 'a
Nazlı yar beni bıraktı figane
Göründü gözüme yar yavaş yavaş
186 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Dediler Burhô.nf eyle hizmeti


Ezel taksiminde açmış sohbeti
Sana verilmiştir hakkın himmeti
30
Kavuşmak mahşerde var yavaş yavaş

Bu rüya da asıl tip rüya varyantlanndan olmakla beraber ATv l6 Efkari'de


olduğu gibi ergenlik çağından çok sonra görülen bir rüyadır. İlk örneğin şema­
sından farklı bir şemaya sahip olmadığı gibi muhtevasında da değişiklik söz
konusu değildir. Yalnız rüya 39 yaş gibi bu rüyalar için hayli ileri bir yaşta ve
Kur'an yapraklannın yerden toplanmasından sonra görülmüştür. Bu hali ile
sanki Allah, Kur' an' ı yerden kaldıran Hüseyin' i mükafatlandırmıştır. ATv17
Burhani şeklinde ifade ettiğimiz bu rüya, ileri yaşlarda görülen tipe paralel rüya­
lara örnek kabul edilebilir.

30
Mahmut Kemal Yanbey, "Aşık Burhani ve Şiirleri," Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Cilt 9,
No. 189, Nisan 1965.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 187

ARDAHANLI A ŞIK MAHZÜNİ

I. Hazırlık Safhası
a) Ardahan'ın Hanak nahiyesine bağlı Aşağı Zuma! köyünde 1 87 1 yılında
doğmuş, 1 935 yılında Türk soyadım almış, asıl adı Dursun'dur. Yazıyı
ve İslami ilimleri babasından ve köyün hocasından öğrenmiştir. 25 ya­
şında ailesinin arzusuna uyarak beğenmediği bir kızla evlenir. 35 yaşın­
da ikinci evliliğini yapar.
b) 1921 yılında 50 yaşında iken Temmuz ayında Tekme Dağı' ndan gelen
arkın suyunu komşular kesip kendi bahçelerine almasınlar diye bekle­
meye koyuluyor.
c) Beklerken uykuya dalıyor.

il. Rüya
a) Kendisini bir pirin karşısında buluyor.
b) Pir kimseyle uğraşıp geçimsizlik çıkarmadığı için ona Mahzuni mahlası­
nı verdiklerini söylüyor.
c) Kalabalık bir pir grubunun arasında bir kız görüyor.

III. Uyanış
Uyandığı zaman gördüğü kızı pek iyi hatırlayamıyor. Fakat deyişler söyle­
31
meye başlıyor.

iV. İlk Deyiş


Mahzuni'nin ilk deyişini tespit edemedik.
Hayli ileri bir yaşta görülen bu rüya ATv17 Burhani örneğinde olduğu gibi
bir denemeden sonra mükafat karakteri taşımaktadır. Asıl Tip rüya şemasına
uygun olan bu rüyada, yaşın bu tip rüyaların yapısını fazla etkilemediğini gös­
termektedir. ATv 1 8 Mahzuni.

31
M. Fahrettin Çelik, "Ardahanlı Mahzüni," Doğuş, Yıl 6, S. 1 1 , (52) 6 Nisan 1 940.
1 88 Prof. Dr. Umay GÜNAY

111. Müstakil Rüya Tipleri

Yirminci asırda aşıkların büyük bir kısmı aşıklığa rüya ile başlamaktadırlar
Tespit edilebilen ilk halk hikayelerine göre asıl tip olarak nitelendirdiğimiz tipin
ilk örneğinin şemasına uygunluk gösteren 1 8 rüya örneğini burada tahlil ettik.
Bunların büyük ölçüde ilk örneğin unsurlarını muhafaza ettiklerini gördük. Bu
örneklerin dışında aşıklığa ulaşmada önemli bir basamak olarak benimsenen
rüya basamağını yaşayan aşıkların bir kısmının rüyalarının bu asıl tip dediğimiz
örnekle uyuşmadıklarını gördük. Yapı ve muhteva olarak ilk örnekten ayn olan
ancak fonksiyon itibariyle aşıkların hayatında aynı rolü oynayan bu rüyaları da
aynca değerlendirmeyi uygun gördük.
l. Aşık Bektaş Kaymaz, Malatya' nın Arguvan kasabasına iki saat mesafede
Eymir köyünde 1335 yılında doğmuştur. Annesi, Bektaş Kaymaz' a hamile iken
bir rüya görür. Rüyada bir ses, doğacak çocuğa kendi adının konulmasını ister.
Anne, sese kim olduğunu sorduğunda, sesin sahibinin Hacı Bektaş Veli olduğu­
nu öğrenir. Bektaş Kaymaz bir süre okula gitmişse de Aşık Hüseyin'i tanıdıktan
sonra okulu bırakmıştır. Onun yanında bir zaman çıraklık yapan Bektaş Kay­
maz, rüyalarında Emrah, Fuzuli, Karacaoğlan gibi büyük şairleri görür. Bir za­
man sonra bir gece rüyasında Aşık Hüseyin, Bektaş Kaymaz' a bir doru at hediye
eder. Bunu bir işaret sayan Bektaş Kaymaz, bir saz alır hem çalmağa hem söy­
lemeğe başlar.'2
Aşık Bektaş Kaymaz' ın annesinin rüyasında efsane ve menkıbe hususiyeti
olan görüntü olmaksızın ses duyma motifini görüyoruz. Adını Hacı Bektaş Ve­
li' den alan Bektaş Kaymaz, Türk rüya tabirlerinde at, murat inancına uygun bir
rüya görmüştür. Bütün aşıklarda görüldüğü gibi Bektaş Kaymaz da küçük yaş­
lardan aşıklığa heveslenmiş ve bu yolda elinde olan imkanlar dahilinde hazır­
lanmıştır. Ancak deyişler söylemeye başlaması gene bir rüyadan aldığı ruhsat ile
olmuştur.
2. 1 330 yılında Erzurum'un Çat kazasına bağlı Ağa köyünde doğan ve gene
Erzurum' da 1 97 1 yılında ölen Aşık Kernali'nin aşık olmadan önce gördüğü rüya
müstakil motiflere örnek teşkil edecek niteliktedir.
Babasının ölümü sebebi ile 8 yaşından itibaren nalbant çıraklığı yapan is­
hak Kemali, on beş yaşında büyük sıkıntılar içinde çırpınırken bir gece kendisini
Hacı Mahallesindeki Temir Ağa Çeşmesi' nden su içerken görür. Bu rüya altı ay

32
Şükrü Elçin, "Aşık Bektaş Kaymaz," Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Cilt 7, No. 154,
Mayıs 1962.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 189

boyunca her gece tekrarlanır. Bir gece sağ tarafına döndüğü zaman san bir kağıt­
taki yazılan okumaya başlıyor. Annesi uykusunda yüksek sesle konuşan oğlunu
uyandırıyor. O geceden sonra rüya görmeyen İshak Kemali, içine düşen ateşle
koşmalar söylemeye başlamıştır. Daha sonra Tortumlu Aşık Cemali Baba'ya
çıraklık ederek kendisini yetiştirmiştir.33
Bu rüyada görülen gerçekte mevcut bir çeşmeden altı ay boyunca her gece
su içmek bir ölçüde bade motifinin değişmiş müşahhaslaşmış bir örneği gibi
düşünülebilirse de sunan kimse yoktur. Yattığı yerden bir şeyler okumak ve
öğrenmek asıl tip örneklerdeki aşıklara verilen eğitime paralel görülürse de kut­
sal kişilerden kimse görünmemiştir.
3. 1925 yılında Artvin, Şavşat kazası Arsiyan köyünde doğan Dursun Ali
Erdoğan'ın gördüğü rüya, müstakil tipler arasında en orijinal ve Orta Asya des­
tan ve efsane geleneğinden açık iz taşıması bakımından ilgi çekici bir örnektir.
Dursun Ali, 17 yaşında iken '.Zahide isimli bir kızı sevmekte ve bu sevgisini
açıklayamamaktan ötürü üzüntü duymaktadır. Bir gece şöyle bir rüya görür ve
onu kendisi şu cümlelerle anlatır: "Bir yeşil dağın yamacında ovaya bakarken
ufaktan yeşil bir ışık çıkıp geldi, içime girdi. Ağzıma tatlılık verdi. Uyandığımda
bir hoş idim. " Ertesi gün evlerinin önünü süpüren Dursun Ali' nin sevdiği kız
Zahide: "Sersem sepelek ne geziyorsun ? " diye sorduğunda Dursun Ali şu koş­
mayı söyleyivermiş.

Dinle ey sevdiğim benim sözümü


Bu yaralı gönlüm derman tutamaz
Aşk yolunda feda ettim özümü
Hicran çeken gönül, hicran tutamaz

Sardı vücudumu aşkın elemi


Bahtın defterimdir, kaşın kalemi
Aklım derya olmuş fikrim bir gemi
İradem şaşırmış dümen tutamaz

Önceleri Dursun mahlasını kullanmış ise de Sıtkı Dursunoğlu kendisine


Deryami mahlasını vermiştir.34
Aşık Deryami'nin rüyasında gördüğü ufuktan gelip içine giren ışık, Uygur­
ların M.S. 763 yılında Mani dinini kabul etmelerinden sonra Türk efsanelerinde
görülmeye başlanan ışık motifini düşündürmektedir. Şamanizmde de ışık ile

33
Fikret Türkmen, "Aşık Kemali de ÔldU," Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Cilt 13, s. 262,
Mayıs 197 1 .
3
4 Nejat Birdoğan, "Şavşatlı Deryami (Dursun Ali Erdoğan)," Türk Folklor Araştırmalan Dergisi,
Cilt 8, No. 1 69, Ağustos 1 963.
1 90 Prof. Dr. Umay GÜNAY

ilgili inançlar olmasına rağmen edebiyata aksetmesi Mani dininin kabulünden


sonra olmuştur. Çünkü Manihaizmde ışık, bir prensip, bir felsefe halinde gelişti­
rilmiştir. Bu sebeple Manihaizmin, 'Işık dini' adı ile de anıldığı olmuştur. Uy­
gurlar zamanında benimsenen bu dinin akisleri Uygur Türeyiş efsanelerine ak­
setmiştir. "Tuğla ve Selenga ırmakları akarak Kamlanca adlı bir yerde birleşir­
lerdi. Bu iki ve ırmağın arasında iki ağaç vardı. Bir gün bu iki ağacın arasına
gökten bir ışık inmişti. Bundan sonra ağaçların yanlarındaki dağlar büyümeğe
başlamıştı. Uygurlar bu olaya saygı duyarak buraya yaklaştıklarında güzel
musiki nağmeleri duydular. Her gece buraya bir ışık iniyordu. Işığın etrafinda
otuz defa şimşek çakıyordu. Bir gün aynı yerde beş çadır, çadırların içleri gü­
müş kaplıydı ve her çadırda bir çocuk vardı... "3ı
Işığın doğuma sebep olduğu bir başka efsaneye göre Moğol Hanlarından
Cengiz Han' ın soyundan Alongova çadırında yatarken pencereden birden parlak
bir ay ginniş ve Alangova'yı gebe bırakarak kaybolmuştur. Bu efsanenin bir
kısım varyantları ışığın çadırdan çıkarken arslan, kurt, sarışın bir erkek biçimine
girdiği şeklindedir."
Oğuz Han' ın ilk eşinin gökten parlak bir nur ışığı şeklinde indiği ve başın­
da Kutup Yıldızı gibi bir şeyin parladığı Oğuz Destanı'nda anlatılmakta ve bu
kızdan Gün, Ay, Yıldız isimleri verilen üç oğlunun olduğu malumdur.37
İslamiyetten önceye ait örneklerde ışık üretici ve yaratıcı olarak işlenmiştir.
Jung'a göre yaratıcılık zaten şuurun derinliklerinden anaların alnından fışkır­
maktadır. Bu rüyada da efsanelerde olduğu gibi ışığın Deryami'yi yaratıcılığa,
deyiş üretmeye sevk ettiğini görüyoruz. Yeşil renk gerek, İslamiyetten önce
gerekse İslamiyetten sonra Türkler arasında kutsal bir renk olarak benimsenmiş­
tir. Bu rüya kültür örneği rüyalar için ilgi çekici bir örnektir.
4. Konyalı Mehmet Yakıcı'ya ait olan şu rüya da, müstakil tipler arasında
yer alacak kadar asıl tip rüyalardan uzaklaşmış bir örnektir.
Konyalı Mehmet Yakıcı 1 879 yılında Konya'nın Sarnıç mahallesinde
doğmuş, 1 950 yılında gene Konya'da ölmüştür. Mehmet Yakıcı Konya'da Se­
dirler Mahallesi'nde Mesut Efendi Okulunu bitirdikten sonra bir süre medreseye
devam etmiş, ancak babasının ölümü üzerine okulu bitiremeden ayrılmak zorun­
da kalmıştır. Çiftçilik yapmak üzere kendi köyleri olan Göç köyüne dönmüştür.
Otuz yaşında iken şöyle bir rüya görür:

3S
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara 197 1 , s. 74.
36
Bahaeddin Öge!, Türk Mitolojisi, Ankara 1 97 1 , s. 43.
37
R.R. Arat-Bang, Oğuz Kağan Destanı, İstanbul 1936.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGI ve RÜYA MOTiFi 191

Boynunda saz takılı bir aşığı görünce, gider, sazı aşığın boynundan çıkarır
ve yere vurur. Sonra neden böyle yaptığını düşünerek başını ellerinin arasına alır
ve bir köşeye oturur. O sırada kapı açılır içeri bir pir girer, Mehmet Yakıcı saz
için özür dilemek isterse de yapamaz. Pir, 'Sazımı kırmasaydın sana bir kadeh
verecektim, okur gibi söyleyecektin. Şimdi yanm kaldın. '39 der ve gider.
Aşık Mehmet Yakıcı, bu rüyayı gördükten sonra beş sene müddetle koşma­
larını destanlarını başkalarının yanında söyleyememiştir. 1 9 14 yılında askerliği­
ni yaparken aşıklığını açığa vurmuştur. Rüyada gördüğü aşığın sazını kırması
ferdi psikolojisi ile ilgili olsa gerek, benzerine halk edebiyatı ürünleri arasında
rastlanmadığı gibi, saz, adeta kutsal sayılan bir çalgı aletidir. Aşık Mehmet Ya­
kıcı yukarıda sunduğumuz örnekte sazı kırdığı için bade içememiştir. Ancak bir
başka araştırıcının gene Mehmet Yakıcı' nın ifadesine dayandığını belirterek39
Mehmet Yakıcı' nın bir kadeh bade içtiğini ancak sazı kırdığı için ikinciyi içe­
mediğinden tutuk kaldığını nakletmektedir.
Her iki rüyada da yanın kalan bir şeyler vardır ki, bu onun yanın bıraktığı
medrese tahsiline karşı duyduğu arzu ile ilgili olabilir. Bu rüya örneğinde Meh­
met Yakıcı'nın ferdi şuuraltı, kolektif şuuraltından daha etkilidir ve motifi ferdi
hayatına göre değiştirmiştir.
5. Kahramanmaraş' ın Bozlu köyünde 1 327 yılında doğan Aşık Mehmet'in
gördüğü rüya da ferdi şuur altıyla ilgilidir. Aşıklığa başlamada rüya motifi kul­
lanılmakta ancak rüyanın muhtevası ferdi ı.msurlara bağlı olarak teşekkül etmek­
tedir.
Mehmet'in babası çevrenin tanınmış aşıklarından Aşık Mustafa imiş. Bi­
rinci Cihan Harbi çıkınca Aşık Mustafa ailesini Maraş' a taşır. Mehmet ikinci
sınıfta iken Maraş' ın düşman istilasına uğradığı sırada Aşık Mustafa oğlu
Ökkeş' le beraber şehit olur. Mehmet, okulu bırakarak çalışmak zorunda kalır.
On dört yaşında iken bir arife gecesi şu rüyayı görür, Aşık Mustafa duvarda asılı
sazını alıp oğlu Mehmed' e uzatır, "bu sazım sana emanettir sakın satmayasın,
iyi muhafaza edesin, çalıp söyleyesin " der. Oğluna sazın nasıl çalınacağını öğre­
tir. Mehmet uyandığı zaman ilk deyişini söyler.'°
Aşık Mehmet'e ait bu rüya, ferdi psikolojinin aksidir. Aşık Mehmet baba­
sından beklediği sevgi ve alakayı rüyasında gerçekleştirmektedir. Asıl Tip rüya
motifinin unsurları bütünüyle atılmış ve günlük hayatta gerçekleşmesi mümkün
olaylar rüyaya aktarılmıştır.

)8
İhsan Hıçer, "Konyalı Aşık Mehmet Yakıcı,'' Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Cilt 1, S. 5,
39
Aralık 1 949.
Raşit Usman, "Aşık Mehmet Yakıcı" Konya Dergisi, Cilt 6, s. 40. Şubat 1 942. s. 25.
40
"Aşık Mehmet" Ülkü Yeni Seri, S. 7, Temmuz 1947, Cilt 1, s. 2 1 .
192 Prof. Dr. Umay GÜNAY

6. Veysel Deniz Şahbazoğlu'na ait aşağıdaki rüya da asıl tip rüyanın bazı
bölümlerini ihtiva etmekle beraber masallardan alınan deneme motifi üzerine
kurulmuş müstakil rüya örneklerinden biridir.
1 337 yılında Kars' ın Arpaçay kazasında doğan Veysel Deniz, aşıklan çok
sever ve onlara özenirmiş. Her gece yatarken Allah'a dua eder, Allah' tan aşıklık
istermiş. Gene böyle bir gece, bir ihtiyar kendisine bir sürü koyun verdiğini ve
bunları otlatmasını söylediğini görmüş. İhtiyar geri döndüğünde Veysel'e ko­
yunları iyi otlattığı için bir incir vermiş. Veysel Deniz bu inciri yemiş ve uyan­
mış. Uyandığı andan itibaren türkü söylemek isteği duymuşsa da bunu gerçek­
leştirememiş. Bir süre sonra gittiği bir düğünde iki defa şu deyişi söylemiştir.

İçimden gelen bir sestir nasıl izah edeyim


Mecnun muyum, uslu muyum yaban da şaşar buna
Enerji tecelli etti gönlümün zindanında
Görülmemiş bir ziyadır taban da şaşar buna

Aşkına sadık sarılan sanma yolundan şaşar


Almış olduğun görevi başarı ile başar
Koyunun önü dönerse aksak ileri düşer
Bu takdirin cilvesidir çoban da şaşar buna

Şahbazoğlu sözün söyler bir celalli hal olur


Söz içinden söz kanarım sanma kem hayal olur
Demir var ki kılıç çıkar, demir var ki nal olur
41
Madenin mayasındandır yapan da şaşar buna

Yaşayan aşıklardan derlediğimiz rüyalar üzerinde yaptığımız inceleme so­


nunda burada sunduğumuz 24 örnekte de görüleceği üzere aşık edebiyatı temsil­
cileri için rüya başlangıç noktasını temsil etmektedir. Aşık Edebiyatında mevcut
olan rüya motifi ve rüyalar geleneğe bağlı "kültür örneği" sınıfına dahildir.
Aşıklığa ulaşmada bir basamak olarak kolektif şuur altında yaşayan bu rüyalann
Şamanlığa giriş merasimlerinin İslamiyet ve Osmanlı kültürü altında değişerek
hayal-rüya haline gelenleri Asıl Tip rüyalan temsil etmektedirler. Bugün de ilk
örneğe uygunluk gösteren bu tip rüyalar aşıklığa girişte yaygınlığını muhafaza
etmektedirler. Müstakil rüya başlığı altında incelediğimiz rüyalann bir bölümü
gene kültür örneği rüyaları temsil etmekle beraber aşıklığa girişte kullanılan Asıl
Tip kompleks rüya unsurlarını taşamamakta başka kültür olaylarına dayalı te­
şekkül etmiş rüyalardır. Aşık edebiyatında gerek halk hikayelerinde gerekse bu

41
1 977 yılında uyguladığımız ankete Aşığın verdiği cevaplardan alınınışur.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 193

edebiyatın temsilcilerinden tespit edilen rüyalar hangi tipten olursa olsun hepsi
sade kişilikten sanatçı kişiliğe geçişi sağlamaktadırlar.
Halk hikayelerinde kalıplaşmış şekilde muhafaza edilen rüya motifi sözlü
gelenekte birtakım değişiklikler göstermekte, unsurların bazıları terk edilip yer­
lerine yenileri alınmaktadır. Bu rüyalarda günlük hayatın akisleri fazlalaşmakta
ve olağanüstü unsurlar günden güne azalmaktadır. Bu da kültür örneği rüyaların
teşekkülü ile ilgili bir meseledir. Kültür örneği rüyaları besleyen konu ile ilgili
inançlardır. Bu inançlar zayıfladıkça bu tür rüyaların kaybolması yapılan ile
ilgili olmakla beraber aniden bir başka çevreden fışkınnalan da gene bu tür rü­
yaların özelliklerinden biridir.
SONUÇ

A şık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi başlığını taşıyan bu araştırmada


vardığımız sonuçlan kısaca şöyle özetleyebiliriz:
Aşık tarzı şiir geleneği Türklerin ilk edebiyatı olan ozan-baksı edebiyat ge­
leneğinin İslamiyet ve Osmanlı kültürü altında ulaştığı klasik bir terkiptir. Milli
edebiyat geleneğine dayalı Aşık Edebiyatı bugün de yaşamağa ve yaratmağa
devam etmektedir.
Aşık tarzı şiirin en bariz özelliği gelenekle ferdi yaratıcılığı bir arada bağ­
daştırabilmesidir. Aşık Edebiyatının mahsüllerini bütünüyle ne folklora ne de
ferdi edebiyat mahsülleri içine sokmak mümkündür. İkisinin arasında muntazam
bir denge kurulmuştur. Belli prensiplere sahip olan bu edebiyat bir taraftan da
yaratıcılığa imkan tanıyacak ölçüde zamana ve zemine uyabilme esnekliğine de
sahiptir.
Aşık tarzı şiirin kendine has ezgi düzeni vardır. Bu deyişler daima saz eşli­
ğinde aşık düzeni veya aşık ayağı adı ile anılan özel bir akord sistemi içinde
çalınmaktadırlar. Aşık ezgileri uzun havalarla kınk havalar arasında yer almak­
tadırlar. Özellikle sistemli deyişmelerde ezgi konuşma üslubuna uyarak güfteye
geriden eşlik etmektedir. Serbest deyişlerde ezginin ön plana geçerek ağırlık
kazandığı örnekler vardır.
Aşık tarzı şiir geleneği içinde serbest deyişler kadar belli bir icra töresine
sahip sistemli deyişler de önemli bir yer ve yekün tutmaktadırlar. Sistemli deyiş­
lerin bağlı olduğu icra töresi devir ve çevre kültürüne göre bölgelerde farklılık
göstermiş ve bir ölçüde bugün de göstermektedir. 19. yüzyılda tespit edilen ör­
neklere göre İstanbul, Kastamonu, Konya ve 20. yüzyılda Doğu Anadolu B ölge­
sinde farklı icra töreleri vardır. Ancak bu farklılık daha çok giriş bölümlerinde
icra edildiği yörenin klasik veya tarikat edebiyatlarına bağlı olarak görülmekte­
dir. Fasılların diğer bölümlerinde aşık tarzı şiir örnekleri bütün özellikleri ile
ortaya çıkmaktadırlar.
Aslı, nazımla diyaloga dayanan sistemli deyişmeler, aşık faslı adıyla dinle­
yici huzurunda yapılan fası lların dışında değişik sebep ve şekillerde iki aşığın
karşılaştığı her anda ve yerde yer almaktadır. Aşıklar için ezgi + nazım ögeleri
ile duygu ve düşüncelerini anlatmak irtical güçlerinin gereği olarak ortaya kon­
maktadır. İrtical gücü olmayan bir şairi bu gelenek aşık olarak kabul etmemek­
tedir. Sistemli deyişmelerin bir amacı da zaten aşığın irtical gücünün olup olma­
dığını yoklamaktır.
196 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Aşık Edebiyatında rüya motifi başlangıç ve hareket sağlayan bir motiftir.


Kültür örnek rüya grubuna dahil olan bu rüyalar iki tip göstermektedir. Şamanlı­
ğa giriş merasimlerinin hayal-rüya şeklini almasıyla ortaya çıkan Asıl Tip rüya­
lar yanında, çok yaygın olmamakla beraber, aynı fonksiyonu gören Müstakil
Rüya Tipleri vardır.
Aşık Edebiyatı başından beri bir okul ciddiyeti içinde gelişmiş ve geliş­
mektedir. Bu edebiyata meraklı çocuklar önce usta aşıklar veya gelenek taşıyıcı­
sı durumunda olan aşıkları dinleyerek ve seyederek usta malı deyişleri ve hika­
yeleri doğru nakletmeyi öğrenirler. Aşık tarzı şiirin teknikleri yanında gerekli
bilgileri de öğrenerek yeterli olgunluğa ulaşanlar yaratıcılık kabiliyetine sahipse­
ler, orijinal deyişler söylemeye başlarlar. Yaratıcılık gücüne sahip olmayanlar
gelenek taşıyıcılığı rolünü benimseyerek usta malı deyişleri aktararak geleneği
canlı tutmağa hizmet ederler. Usta aşıklardan da yeri geldiği zaman hatasız ve
eksiksiz usta malı deyişlerden nakletmeleri beklenir.
20. asrın başında bazı araştırıcılarca tamamen ortadan kalktığına inanılan
bu edebiyat, bugün pek çok temsilcisi ile canlı olarak yaşamaktadır. Usta malı
deyişleri muhafaza yanında yenilerini de yaratmağa devam eden aşık tarzı şiir
geleneği çağın şartlarına ve ihtiyaçlarına göre yeni bir terkibe doğru gitmektedir.
Aşık edebiyatının birtakım değişikliklere uğramasını yeni bir hamlenin işareti
olarak kabul ediyoruz.
Aşık tarzı şiir geleneğinin ulaşacağı terkibin niteliğini tahmin etmek müm­
kün olmamakla beraber, bugün bulunduğu noktayı bu çalışmada tespit etmenin
ilerideki çalışmalara yardımcı olacağı kanaatindeyiz.
SÖZLÜK

-A-
ab Su
adab-ı mahsusa: Özel terbiye yolu, usülü, kuralı
addetmek Saymak, itibar etmek
ağyar Gaynlar, başkalar, yabancılar
ahkam Hükümler, emirler
ahraz Ahras, dilsiz
akıbet Nihayet, son
ali Yüce, ulu
amiz .. .le karışık, ... yı içine alan
anda Onda, orda
andelib Bülbül
ankebfit Örümcek
arakıyye Başlık veya bahşiş
arş-ı ala Göğün en yüksek yeri
aşna Aşina, tandık, bildik
avam Halk
azat Hür, serbest

-B-
bab-ı aşk Aşk kapısı
bac Vergi, haraç
bade İçki
baban Bağ bekçisi
bağmancı Bağban, bağ bekçisi
bahr Deniz
bahr-i gam Gam denizi, keder denizi
bala Yavru
Bari Yaratan, yaratıcı
Bari Huda Allah
batın İç, iç yüz, görünmeyen taraf
198 Prof. Dr. Umay GÜNAY

bed-asıl Aslı kötü, soysuz


bedii Güzel, güzellik
bedir Ayın ön dördüncü gecesi, dolunay
befa Vefa
behredar Hisseli, paylı
beli Evet
bend Bağ, bağlama
bende Bağlanmış, köle
beng Esrar, uyuşturucu
beynoş (bi-huş): Akılsız, aklı başta olmayan
beyt Ev, hane
bezm-i mey İçki meclisi
bezm-i zahid Zahid meclisi
bidayet Başlama, başlangıç
bulak Çeşme, pınar, kaynak
burç Kale, hisar çıkıntısı, kule
bünyad Asıl, esas, temel
büryan Biryan, susuz yanılan bir çeşit kebap
büzrühter (büzürg-te): Daha büyük

- C-
cam Kadeh, içki kadehi
cah-ı serir Taht makamı
celal Büyük, büyüklük, ululuk
cem eylemek Toplamak, bir araya getirmek
cemaat İnsan topluluğu
cemal Yüz güzelliği
ceng-cu Cenk arayıcı, kavgacı
cesim İri, büyük
ciğit Çekirdek
cihet Yön, taraf
cil Ot
cinan Cennetler
cırarsın Cır-,cırla-, bağırıp çağır- (ikinci teklik şahıs)
cüz Kısım, parça
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 199

.ç.
çapo Çapar, köpeklere verilen adlardan
Çar-Yar Dört Halife (Hz. Ebubekir, Osman, Ömer, Ali)
çec Savurularak samandan ayınlan tahıl birikintisi
çeper Çift, taş duvar
çeşm Göz

-D-
dad Adalet, doğruluk
dağ Dağı, dağla-, kızgın demirin tene dokunmasıyla ortaya
çıkan iz
dalda Dulda, koruma, himaye etme
danmak Danış-, sor-, inkar etme
danlamak Hesap sor-,
darü'l-baki Ahiret
def-i gam Gamı def etme, atma
dehan Ağız
dem Soluk, nefes
dennemek Tanele-, topla-
dere eylemek Topla-, bir araya getir­
derviş-meşrep Derviş mizaçlı
dervişin Dervişler
dest El
dest-i gir Elinden tutan, yardımcı
devran Dünya, felek, zaman
dıraht Ağaç
didar Yüz, çehre
dide Göz
dindarane Dindarca, dindar olana yakışır biçimde
dilber Gönül alan, gönlü alıp götüren, güzel kadın
dinge Dairevi ince kasnaklı ve süslü başlık
dolu içki, bade
dudu Tfiti, papağan cinsinden bir kuş
dürr-i saf Saf inci
200 Prof. Dr. Umay GÜNAY

-E·
ebr Bulut
eflak Felekler, göğün katlan
efrad Ferdler, kişiler
efser Tac
ehi Sahip, mahir, becerikli
ehl-i hüner Hüner sahibi
elest İnsanlığın yaradılışı, başlangıç ... Allah'ın ruhlara
"Elestü bi-rabbiküm (Ben sizin rabbiniz değil miyim)"
dediği zaman
elhan Nağmeler, ezgiler
endim Beden, boy
endaz Atıcı, atmış
enzir-ı zeki Zeka bakışları
enva' Çeşitler, türler
erbab Ehil, becerikli
erkin Esaslar, uyulacak usuller
ervah Ruhlar
esmi İsimler
esrar Sırlar, gizlenen, bilinmeyen şeyler
eşkil Biçimler, şekiller
evhal Enva!, ahval, haller, durumlar
evsaf Vasıflar
eyyim Günler, zaman
ezel Başlangıcı olmayan geçmiş zaman

-F·
fasl Fasıl, ayrıntı, bölüm
fel Fitne, hile
ferhunde Mesut, mutlu, kutlu
fesad Bozukluk

-G -
gabah Ön, önce
gafil Gaflet içinde olan kişi
gani Zengin, varlıklı, bol
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 201

gark Batma, suya batma


gelep Kelep, yün çilesi ·
gem Gam, keder
gevher Cevher, elmas, bir şeyin aslı, esası
gubar Toz
guzay tülküsü Kuzey tilkisi
gülbeng Gül-bang, tekkelerde ve saraylarda belirli törenler
sırasında topluca okunan dua ve ilahi
güman Zan, san, şüphe
gümrah Yolundan sapmış, bol, gür

-H-
hib Uyku
Hacerü'l-esved : Kabe'nin duvarındaki meşhur kara taş
hagos Pulluğun, sabanın açtığı iz, çizgi
hak-pay Ayak toprağı
Hilık Yaratan, yoktan var eden
halk etmek Yaratmak
harpcôyine Savaş yapmak isteyenlere yakışır şekilde
hasbihôl Görüşüp dertleşme
hat Çizgi, yazı, yol
hatem Mühür, üstü mühürlü yüzük
hatt-ı cefi Bütün İslam yazılarının uzaktan okunabilecek kadar
iri yazılmış nev'i ve sülüs yazısının irisi
havas Saygın olanlar, yüksek tabakaya mensuplar, seçkinler
hemişe Daima
hıtam Yullar, dizgin
hicôb Utanma
himmet Gayret etme, çalışıp çabalama
hitam Son, nihayet
hitam-pezir Sona eren
hozan İşlenmemiş, sürülmemiş ve üzeri yabani otlarla
kaplanmış yer, toprak
hulefa Halifeler
huluskir Dalkavuk
202 Prof. Dr. Umay GÜNAY

huruc Çıkma, çıkış, ayaklanma


hususiyet Özellik
hümam Himmetli, azimli, bir işe sıkı sarılıp başarma
hünkir Hükümdar, padişah
hüsn-i surette İyi bir surette, şekilde

-1 -
ıskat Düşürülme, düşürme
ızmar Gönlünde gizleme

- i -

ibraz Meydana çıkarma, gösterme


ibraz-ı ehliyet Ehliyetli olduğunu gösterme, belgelendirme
icra Yapma, yerine getirme, bir işi yürütme
ictimai Sosyal, toplumla ilgili
ihrac Dışarı atma, çıkarma
ikrar Saklamayıp söyleme, dil ile söyleme, bildirme
iksir Kuvvetli etkisi olan içecek, şurup
ilm-i ledün Allah'ın sırlarına ait manevi bilgi, gayb ilmi
imale Meyi ettirme
indi Şimdi
inkıyad Boyun eğme, kendini teslim etme
ins İnsan
intibah Seçme, seçilme
inzar Erteleme
iptida Birinci, ilk
irem Ad kavmi zamanında şeddad tarafından cennete
benzetilerek yapılan meşhur bağ
irtical Şiiri veya sözü birden bire içine doğduğu şekilde söy­
leme
istidat Kabiliyet, yetenek,
işar Yazı ile bildirme, haber verme
işret İçki, içki içme, içki kullanma
itimad Güvenme, dayanma
itimadname Güven mektubu, bir tür diploma
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 203

-K-
kaddes Cebrail
kadem Ayak
kahil Olgun, orta yaşlı
kamer Ay
kande Nerde
karıya Karia, ansızın gelen büyük bela, şiddetli rüzgar
kasavet Keder, tasa
k8.ş8.ne Mükemmel ev, köşk, malikane
kayıl Razı olma, yetinme
kehlen Küheylan
kem Az, eksik, kötü, fena
kemal-i huşu Gönül enginliğinin olgunluğu içinde
keman Yay, kavis
kemend Uzakta bulunan herhangi bir şeyi tutup çekmek
üzere kullanılan ucu ilmekli ip
kemendar Kemed-dar, kemend atan ...
kemerbest Kemer bağlamış
Kelam-ı Kadim: Kur'an-ı Kerim
keşşaf Keşf edici, açıcı
keşti Gemi
kıble-gah Kıble' nin bulunduğu yer
kıraat Okuma
kil ü kal Dedikodu, boş laf
kırık Melez, piç
kisbet Kisvet, yağlı güreş pehlivanlarının giydiği dar paçalı
meşin pantolon
koşun çek­ Asker çek-
köşe-i vahdet Birlik köşesi, mec. Allah 'a yaklaşmak için dünyadan el
etek çekme
kötan Pulluk, büyük saban
künc-i vahdet Vahdet köşesi
künh Bir şeyin aslı, esası
kürsi Arş-ı azamın altındaki düzlükte olan Levh-i
Mahfu-zun bulunduğu yer
204 Prof. Dr. Umay GÜNAY

-L-
ıa-büd Lazım, gerekli
lain Lanetli, kovulmuş
la'I Kırmızı, kırmızı ve değerli bir taş
layıkıyle Gerektigi gibi, gereğince
lem-yezel Baki, kalıcı (Allah'ın sıfatanndandır)
lerze Titreme, titreyiş
letafet Latiflik, hoşluk, güzellik
levh-i kader Kader levhası
Leyla-i Kadir Kadir gecesi
libas Elbise, giyecek
liva Bayrak

-M-
mağfiret Allah'ın günahlarını bağışlaması, yargılaması
mağrip Batı
mah Ay
mahsfisa Hususi, özel
mahbel Hayvanın gebelik zamanı
mahbub Sevilen, sevgili
môhi Balık
mahir Maharetli, hünerli
mahitab Mehtab, ayışığı
mahiyet Bir şeyin aslı, iç yüzü
mahsulat Hasıl olanlar, elde edilenler, ürünler
marifet Herkesin yapamadığı ustalık
maşnk Doğu, güneşin doğduğu taraf
matah Kıymetli, geçerli
matlub Taleb edilen, istenilen
maye-i aşk Aşkın mayası, esası
mazarrat Zarar verme, zarar, ziyan
mazhar Zarflanmış, zarfın içine konmuş
meder Kuru çamur, balçık
mefta Mevta, ölmüşler, ölüler
mehınan Mihman, misafir, konuk
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGI ve RÜYA MOTİFİ 205

menşe Kök, asıl


menzil Yollardaki konak yeri, mesafe
merasim Tören
Merve Mekke'de bir dağ, hac farizasının yerine
getirilmesinde önemli bir yeri vardır.
mest Sarhoş
meşgale İş, iş güç
mevc Dalga
mevzu Konu
muallak Havada boşta duran, sürüncemede kalan
mucizat Mucizeler
muhannet Muhannes, korkak, alçak, kalleş
muhtasar Kısaltılnuş, kısa
muhteva İç asıl, öz
muktezi Llzım gelen, gereken
mürekkep İki veya daha çok şeyin kanşınundan elde edilen, ka­
nşnuş, tamamlanmış
muteber Saygın, hatırı sayılır
mutemed İtimat edilen, güvenilen
muvakkaten Geçici olarak, bir süre için
muharrik Tahrik eden, çok yakan
mücerret Tecrid olunmuş, soyulmuş
miijgan Kirpik
mülhak Sonradan katılnuş, ilave edilmiş
mürg Kuş
mürg-i devlet Devlet kuşu
mürai İki yüzlü kimse
mürettip Tertip eden, hazırlayan
mürşid İrşad eden, uyaran, bilgilendiren
müstecab Dileği kabul olunmuş
müşabehet Benzeme, benzeyiş
müştak Özleyen, göreceği gelen, can atan
müteakıben Ardı sıra
mütaeallim Bilgi edinen, öğrenen, çırak, öğrenci
müzeyyen Süslü
midan Bilmez, kaba saba
206 Prof. Dr. Umay GÜNAY

-N-

nafaka Yiyecek parası, geçimlik


na-kabil İmkansız, mümkün olmayan
nar-ı firkat Ayrılık ateşi
na-necip Soyu sopu temiz olmayan
nazara çarp- Dikkat çek-
nev ' Tür
nihan Gizli
nikap Peçe, yüz örtüsü
nisbet İlgi, ölçü
nuş et- içki iç

-0-
od- Ateş

-P-
pay-endaz Ayak atan, ayak atmış
pervane Geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebek
pervaz Uçma, uçuş
pir Yaşlı, ihtiyar
pir-i mugan Meyhaneci
puse B use, öpme

-R-
rah Yol
rayiha Koku
rayina-dar Kokulu
raz Sır, gizlenen şey
reis-i aşık8n Aşıklar reisi, başkanı
reis-i uşşak Aşıklar reisi, başkanı
riyaset Reislik, başkanlık
rükn Bir şeyin en sağlam tarafı, temel direği
rüsva Rezil, itibarsız
ruşan Ruşen, aydın, parlak
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞiİR GELENEÖİ ve RÜYA MOTİFİ 207

-S·
sahip-kıran: Her zaman başarı kazanan hükümdar
salahana Salak, alık
siki Su veren, su dağıtan, içki sunan
sa'y Gayret, emek
sehabe Tek bulut
semek Sersem, budala
ser Baş
server Başkan, reis, ulu
sıçan Fare
sınık Kırık, çıkık
sırat Yol
sırrullah Allah sım, Allah'm akıl ermeyen sım
sücut Secde etme
sühan Söz
sünehat Sanihat, çok düşünmeden akla gelen şeyler, doğaçlama
Suhara Kars-Çıldır'a bağlı köy, Aşık Şenlik'in köyü

.ş.
şahmaran Yılanların padişahı
şahmaraz Kötülerin şahı
şamsak Ay çiçeği
şine Tarak
şayan Yakışır, layık
şehadet-name Diploma, vesika, belge
şev ü ziya Gece ve gündüz
şikar Av
şikeste Kırılmış, kırık
şirret Kötülük
şita Kış
şuara Şairler
şubat gayesi Şubat sonu
şumül ŞumUI, içine alma, kaplama
şüşe Şişe
208 Prof. Dr. Umay GÜNAY

-T-
tagayyür Değişme, başkalaşma
tahvil Değiştirme, döndürme, çevirme
takat Güç, kuvvet
taksim Bölme, parçalama, parçalara ayırma
tanzir Benzetme, bir şiirin benzerini yazma, söyleme
tarz-ı telbise Hile yolu, aldatma usulü
tavaf Etrafını dolaşma, hacı olmak için Kabe' nin etrafını
belirli usuller içerisinde dolaşma
tayyar Uçucu, uçan
teberrü Bağış, bağışlama
tecelli Kader, talih, görünme
tefrik Ayırma, seçme
teganni Teganni, zenginleşme
teheyyüc Heyecanlanma, çoşma
tegi Teg, gibi
tekellüf Külfetli, zahmetli iş görme
tekellüm Söyleme, konuşma
telmih Manalı konuşma, açık söylememe
temren Ok, mızrak gibi silahların sivri, temir ucu
tenevvuat Çeşitlenmeler
terlan Tarlan, bir kuş çeşidi
teşrin-i evvel Ekim ayı
tevzi Dağıtma
tezahür Ortaya çıkma
töhmet Birine isnad olunan suç, kabahat
türab Toprak

-U-
umman Büyük deniz, okyanus

- Ü-
üğ be üğ Yüz-be-yüz
ülfet Alışma, yakınlık
ürüşan Ruşen, aydın, parlak
ürüzger Rüzgar
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 209

-V-
vasf Vasıf, nitelik
vecd Kendinden geçme derecesinde dalgınlık
velvele Şaşkınlık, gürültü, patırtı
veran Viran, yıkılmış, harap
vırla- Usandıracak kadar konuşup durmak
virgan Verilmiş, yaratılmış
vuku' Olma, oluş, bir olayın çıkış şekli
vuslat Kavuşma, birleşme

- Y -

yadigar Yad-gar, hatırda tutan, armağan, hediye


yahşi İyi, güzel
yaman Kötü, fena
yığbal İkbal, itibar, kabul görme
yığval Ahval
yuha Yufka, derin olmayan (sığ), ince

-Z-
zağar Bir köpek cinsi
zfilıir Görünen, açığa çıkan, meydanda olan
zahm Yara
zenne Kadın
zer Altın, akçe, para
zir Alt, aşağı
zir-dest El altı
ziya Işık, aydınlık
züıaı Saf, güzel, tatlı su
EKLER
1
V. M. Zhirmunskii, "The Legend of a Singer's Calling''
(Legenda o prizvanii pevtsa in Issledavanido po istarli kultury
narodov vostoka, s. 524)

Beda Venerabilis' in (673-735) Historia Ecclesiastica Gentis Anglorum,


Cilt IV Bölüm 24 (73 1 ) isimli eserinde anlattığı ilk Anglo-Sakson şairi
Caedmon hakkında biyografik efsane vardır.
Beda'ya göre Caedmon, Streanshalk (şimdi Witby) Manastırında Hilda'nın
(657-680) baş rahibe olduğu dönemde rahipti. Şarkı söyleme yeteneği ile meş­
hurdu, bu yeteneği diğer insanlardan öğrenmemiş, Tanrı'dan ona lütuf olarak
verilmişti. Caedmon, i lerlemiş yaşına rağmen ruhani sınıfa girememişti ve şarkı
söylemeyi bile bilmezdi. Ziyafetlerde bir harb misafirler arasında el değiştirile­
rek çalınırdı ve Caedmon her zaman harbı diğerine aktarır ve kenara çekilirdi;
kabiliyetsizliğinden utanırdı. Caedmon bir gece ahırda nöbet tutarken uyuyakal­
dı. Rüyasında bir adam belirdi ve şarkı söylemesini istedi. Caedmon, kabiliyet­
sizliğini anlatarak özür diledi. Adam emrini tekrarladı ve Caedmon' a dünyanın
yaradılışı ile ilgili bir şarkı söylemeye başladı. Sabah uyandığında rüyasında
bestelediği şarkıyı hatırladı ve rahibeye söyledi. Rahibe olayı incelemek üzere
bilginler heyetini topladı ve bilginler, Caedmon' un yeteneğinin Tanrı 'dan geldi­
ğine karar verdiler. Caedmon'un rahipler saflarına alınmasına ve kutsal elyaz­
maları ile eğitilmesine karar verildi. Bilginler tarafından her ne öğretilirse ertesi
gün öğrendiklerini güzel şarkılarla anlatıyordu. Böylece tedrici olarak dünyanın
yaratılışından İsa'nın yeniden dirilişine, ahirete kadar bütün kutsal yazmalardaki
bilgileri şarkı haline getirdi.
Straeonshalk Manastırı Northumbrian prensesi Hilda tarafından kurulmuş­
tur ve yeni Hristiyan olan Angollar arasında Hristiyanlık ilminin ilk merkeziydi.
Kainatın yaratıcısı olarak Tanrı'ya şükreden ilahileri Anglo-Sakson dilinde (yu­
karıda anlatılan Beda'nın hikayesi) en eski el yazmalarından birinde muhafaza
edilmiştir. 8. ile 10. yüzyıllar arasında çeşitli yazarlara ait Eski ve Yeni Tevrat
konularının geleneksel Anglo-Sakson kahramanlık -epik üslup ve şekliyle ya­
zılmış ilahi serisi başlamış oldu. Bu yazarların pek çoğu Kunivsulf gibi Anglo­
Sakson krallarının maiyetinde bulunan ilk şairlerdendi, eski ve dünyevi repertu-
214 Prof. Dr. Umay GÜNAY

arlannın yerine yenisini koydular, Hristiyan temleri kilise tarafından desteklen­


di. Mesela Vita Lindgen; Lindgen'in Kör Frig şairi Banlifin Hristiyan inancı ile
başarılı sohbetini nakletmektedir.
Caedmon' un menkıbesi şairlik lütfuna ulaşmanın kaynağı olarak harikulade
ilhamın (vahiy) eski bir pagan inancının Hristiyan varyantıdır. Bu menkıbenin
orijinal pagan şekli Orta Çağ Avrupa'sında, Avrupa çok erken Hristiyanlaştığı
ve kilisenin pagan inançlarının bütün kalıntılarına karşı sistemli mücadelesinden
dolayı muhafaza edilmemiştir. Veselovski'nin "History of Verse " isimli eserin­
de yalızca bir İskandinav paraleli vardır. Bu saz şairi Hallbjom'a ait eski bir
İzlanda efsanesidir. Saz şairi Thorleifi' nin mezarı üzerinde gördüğü rüya ile şiir
söyleme yeteneği kazanmıştır. Rüyada Halbjorm, zor bir görevi çözmesi gerek­
tiğini söyleyen bir adam gördü. İki çıkış vardı: Ya adamın yapmak üzere olduğu
hal başarıya ulaşacaktı ya da Hallbjom hayalinden vazgeçecekti. O anda adam
Hallbjom' un diline dokundu ve bir dörtlük okudu. Eğer Hallbjom uyandığında
dörtlüğü hatırlarsa şair olacaktı. Hallbjom hatırladı .
Bu tip efsanedeki gibi inançlar toplumun gelişmesinin sosyal ideolojinin
belirli bir basamağına dayanmaktadır. Şairlik mesleği hakkındaki menkıbeler
birbiriyle bağlantısı olmayan ve birbirini etkilemesi mümkün olmayan kültürler­
de bulunmaktadır. Doğu halkları arasından toplanan modem folklor ve
etnografik malzeme çok az sayıdaki yazılı kaynakların tahlilinde kullanılmıştır.
Pek çok Özbek anlatıcısı (baksı) mucizevi meslek edinmelerini Anglo­
Sakson efsanesindekine çok benzer şekilde anlatmaktadırlar. Geleceğin destan
anlatıcısı veya saz şairi genellikle Caedmon gibi sade bir çobandır. Açıkta bir
yerde uykuya dalar ve bir yabancı görür (umumiyetle Müslüman pir, veli) bu
yabancı bir dombra verir ve deyiş söylemesini ister. Anlatıcı rüyasında çalıp
söylemeye başlar. Uyanırken yalnız olduğunu fark eder, fakat şairlik yeteneğine
kavuştuğunu hisseder ve baksı olur.
Kırgız manasçı, çok uzun ve eski destan olan Manas'ı muhafaza edenler de
yukarıdakine benzer bir ilhama ihtiyaç duyarlar, bu gerçek bu türlü tanınmış
halk anlatıcılarının pek çoğunun hayat hikayelerinde kaydedilmiştir. Geleceğin
şairi rüyasında kırk yiğidiyle Manas'ın kendisi tarafından davet edilir. şairlik
lütfunun doğrudan doğruya kaynağı rüyadır. Manasçı olarak seçilen kişi bu gö­
revi reddederse, Manas ona hastalık ve tahilsizlik verir. B u kişi kaderini kabul
edinceye kadar şanssızlıklar devam eder. (Özbek baksılan da benzer olaylan
anlatmışla;dır.)
Kazak varyantı bir ölçüde daha farklı ve Hollbjom' la ilgili İskandinav ef­
sanesini daha fazla hatırlatmaktadır. Geleceğin şairi rüyada kendisiyle aynı kabi­
le veya bölgeden olan ölmüş meşhur bir akıncı ruhu tarafından ziyaret edilir.
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 215

Ruh şair adayına bir dombra verir ve böylece şairlik armağanını nakleder. (E.
lsmailov'a göre)
Necip-oğlan isimli Türkmen halk hikayesinde mucize ilham motifiyle bir­
leşen bir öğretmenden alınır. Kahraman bir tarlada çok yorucu bir işten sonra
uyuyakalır. Rüyada kırk yabancı adam görünür ve her biri birer kase şarap su­
narlar, sonunda kahraman ustası Aşık Aydın'dan şarap alır. Çocuk uyanır ve
harukulade bir baksı olduğunu fark eder.
Vladimirov daha arkaik · hususiyetleri olan bir menkıbeyi Moğol­
Oyratlardan kaydetmiştir. Bu Bay boyundan tanınmış saz şairi Eden-Gonçik'in
efsanesidir. Eden-Gonçik steplerde koyun otlatan bir çocuktu. Bir yaz günü, bir
ejderhaya binmiş bir devin ona yaklaştığını gördü. Daha sonra çocuk bunu rüya­
da mı gerçekte mi gördüğünü tayin edemedi. Dev şaşırmış çocuğa yaklaştı ve
epik söyleyici olmasını ve kahramanlık destanlarını öğrenmeyi isteyip istemedi­
ğini sordu. Çocuk bunu çok uzun zamandır istediğini söyledi. Dev, kral için
beslediği büyi,ik keçiyi verirse çocuğa şairliği öğretmeyi teklif etti. Çocuk heves­
le kabul etti. O anda dev Gonçik'in omuzuna vurdu ve kayboldu. Gonçik kendi­
ne geldiğinde devin gittiğini gördü fakat dev tarafından gösterilen keçiyi bi � kurt
yiyordu. O anda Gonçik şarkı söyleme yeteneğini hissetti. Dev kılığında görü­
nen ejderler kralından armağan olarak aldığı yetenekle meşhur saz şairi oldu.
Valdimirov, Moğol-Oyratlarının saz şairlerinin geçmişin efsanelerini mu­
hafaza etmeleri için olağanüstü güçler tarafından tayin edildiklerini bildirmekte­
dir. Bir Oyrat nakledici eğer bu güçler tarafından yönlendiriliyorsa etrafındaki
her şeyi unutur ve kendisini bütünüyle yaratıcı süreç sarar. Oyratlar bu olağanüs­
tü vecd durumundan olağanüstü güçlerin şairlere hem ilham hem de kafiye ve
aynı zamanda hikaye anlatmanın stresine dayanma gücü verdiklerini düşünmek­
tedirler.
Feodal cemiyetlerde bu efsaneler hakim dinin kabullerine adapte edilerek
şekil değiştirilmiş versiyonlarla ortaya çıkarlar. (Hristiyanlıkta Caedman ve
İslamiyette Özbek ve Türkmen baksı) Böylece bu efsaneleri daha erken sosyal
basamakta görebilmek için karşılaştırmalı eski, daha derin genetik incelemelere
ihtiyacı vardır.
İlkel cemiyetlerde çalışma şarkılarından gelen halk şiiri, sihirli ritüellere
çok yakından bağlıdır. Çünkü kolektif çalışmayla savaşta, avda başarıyı temin
etmeye çalışılır. Şarkının sihirli gücüne inanmaktaki esas budur, ekseriyetle halk
efsaneleri şarkı ve masalları şekil değiştirmiş bir varyantta bağlıdır. Yunan efsa­
nesine göre mesela Orfe'nin şarkı larının hayvanlar, ağaçlar ve dağlar üzerinde
gücü vardır. Orta Çağ Alman Destanı (Gudran) (M.S. 1 2 1 0)ndaki savaşçı şair
Horant' ın şarkılarına sihirli güç atfedilmiştir. Ruslara ait Sadko, Kalevela'nın
216 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Vaynemoinen' inkiler gibi. Bu inanç, destanla halk şiirinin farklılaşmasından


önce sosyal değişmenin başlangıç basamaklarında ortaya çıkan din adamı­
Şamanla destan anlatıcısının birleşik olduğu döneme dayanmaktadır. Bu bağlan­
tı hala şairlik ilhamının mucizevi peygamberlik armağanı olarak olağanüstü
yolla ilahi olarak yavaş yavaş öğretildiği inancı da mevcuttur. Caedmon hakkın­
daki efsaneye benzeyen efsanelerde Şamanın önceden "izninin-tasdikinin" ge­
rekliliği gibi "ilham da" bu inanca uzanmaktadır.
L. Ja. Stemberg Şamanın "tasdikini" yakın zamanlara kadar Şamanizmin
yaygın bir fenomen olduğu Sibirya halkları arasından toplanan bol sayıdaki
malzemeler üzerinde inceledi. Stemberg'e göre Şaman haline gelmek insan
kontrol alanının dışındadır. Bu, istenilerek kazanılan bir armağan değildir, ger­
çekte, çoğunlukta ağır bir sorumluluk kaçınılmaz bir kader olarak kabul edilir.
Şaman adayı ruhu seçmez, ruh onu seçer. Özel "çağırma anı" Şamanist armağa­
nın kazanılmasında esastır.
Aniden genellikle ergenlik çağına geçişte geleceğin Şamanı bayılma ve
halusinasyonlar, histerik nöbetlerle ortaya çıkan sinir hastalığının sert hali ile acı
çeker. Birkaç haftaya kadar uzayan bir dönemde bu hali yaşar. Hemen aniden,
bu nöbetler sırasında veya rüyada, yönetici ruhu görür, ruh kendisinin çağırdığı­
nı haber verir, gence Şaman olmayı emreder ve yardım ve yol göstericilik teklif
eder. Bazen genç bu sorumluluğu reddetmeyi dener ancak sonuçta ruhun tehdit
veya vaatleriyle kaderini kabul eder. Genellikle bu noktada nöbetler ara verir ve
genç sağlığına kavuşur. Bu noktada Şaman olarak hizmete başlar.
Çok uzak olmayan geçmişte Şamanizm inançlarının geçerli olduğu kültür­
lerde sazşairi ile Şaman arasındaki bağlantı hala oldukça kuvvetlidir. G. D.
Sanzheev, Buryat destanlarında böyle bilgilerden haber vermektedir. Buryatlar
için destan söylemek "uliger" ritüel karaktere sahiptir ve Altay Türkleri arasında
olduğu gibi, başarılı av için temel bir unsur kabul edilir. Ava giderken hayvanla­
rın misafiri olmaya gidiyorlarmış gibi Buryatların en iyi kıyafetlerini giymeleri
gereklidir. Av yerine varırken avın hareketini tayin edecek olan orman ve hay­
vanların ruhunun tasvibini istemek üzere çeşitli ritüeller icra ederler. Gece, saz
şairi yeni, beyaz bir keçenin üzerine ve yanan dalların, bir kase sütün veya şara­
bın önünde oturur. Şafak vaktine kadar bütün gece destan okur. Başarılı bir av
için bu tören kesinlikle esastır. Destan söylemenin amacının ruhların efendisi
Taiga'yı memnun etmek olduğuna inanılır.
Buryat inançlarında destan söyleyicisinin davet alması ile Şamanınki ara­
sında çok yakın bağ olması, sonuncu ile Caedmon efsanesi arasında bağlantı
kurma imkanını bize vermektedir. Sanzheev'e göre şarkıcılar kendilerini bir ruh
veya ruhlar tarafından seçilmiş olarak ve destan söyleyicisi olmak zorunda kabul
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 217

ederler. Bu görevi kabul etmedikleri takdirde b u ruhlar tarafından cezalandınla­


caklanna inanırlar. Geleceğin destan söyleyicileri küçük yaşlarda, ruhların
kontroluna girerler ve buna bağlı olarak sık sık rüya görürler ve yalnızlık ararlar.
Bazen gerçekten hastalanırlar. Böylece destan anlatıcı adayları da Şamanın ya­
şadığına benzer yalnız daha hafif bir olgunlaşma denemesinden geçerler, sonuç­
ta, geleceğin şairleri, kendilerini seçen ruhların onlan bırakmayacağına ikna
olurlar ve yaşlı şairlerden birinin yönetiminde çalışmaya başlarlar. Ruhlar da
adaya yardım ederler rüyasında şarkılar duyar ve bazen uyanıkken de bir ses
duyabilir. Eğer bir türkücü kötü icra yaparsa, yalnız dinleyiciler tarafından ceza­
landırılmakla kalmaz aynı zamanda ruhlar ve hikayelerini naklettiği kahramanlar
tarafından da cezalandırılır.
Özbek ve Kırgız kahramanlık destanlarının anlatıcıları halk destan sanatı­
nın gelişmesinde bir basamağı temsil ederler, büyülü ritüelle orijinal bağlantı­
sından oldukça uzaklaşmış bir basamak. Bununla beraber geçmişle böyle bir
bağın varlığını Özbek anlatıcılara verilen haksı adı kuvvetle ifade etmektedir.
Özbek Türkçesinde baksı adı iki anlama gelmektedir; biri çalgı çalarak ve
şarkı söyleyerek hastalıklara sebep olan kötü ruhları kovan Şaman, sihirbaz halk
hekimi, diğeri ise destan söyleyen profesyonel halk anlatıcısı. İki anlam da Orta
Asya'daki diğer Türk lehçelerinden farklı kelimelerle ifade edilmektedir. Türk­
men lehçesinde haksı yalnızca anlatıcı Kazak ve Kırgız lehçelerinde yalnız Şa­
man demektir. Anlatıcı için bu iki lehçe akın veya jirsi, jirau (j ır: şarkı) kullanır­
lar.
Çağdaş Özbek anlatıcıları, Şaman fonksiyonlarını bilmezler ve bunları hiç­
bir zaman denememişlerdir. Bununla beraber, iki işin birlikte yürütüldüğü geç­
mişteki olaylan yeniden anlatırlar. Bu bizi, Özbeklerin de diğer halklar gibi
türkü sanatına sihir gücü atfettiklerine ve türkücülerin işlerini halk ritüellerinden
tedrici olarak farklılaştığına inanmaya götürmektedir.
Yakın zamanlara kadar Kırgız Manasçılan ihtiyaç olduğunda tedavi etme
görevini de üstlenirlerdi. İnsanlar veya hayvanlar hastalandığında veya zor do­
ğumlarda vs. Manas Destanını anlatmaları istenirdi. 19. yüzyılın en büyük Ma"
nasçılanndan Kıldıbek'le ilgili bir menkıbe Callim Raxmatullin tarafından bildi­
rilmiştir. Çocuğu olmayan Osman, buna çare olarak Kıldıbek'in Manas söyle­
mesini ister. Manas söylendikten sonra Osman' ın eşi hamile olur ve bir oğlan
doğurur. Muhtar Anezov Kıldıbek'le ilgili bir başka menkıbe bildirmiştir. Şöyle
ki : O destan söylendiğinde dünyayı sarsarak, sanki Manas ve kırk yiğidinin
atlarının tepinmeleıinden yer sarsılır ve kasırga eserdi.
Bütün bunlar, savaştan önce kahramanlık şarkılarının söylenmesi, savaşçı­
lara kahramanlık hünerleri ilham etmenin yanında ilkel insanların savaş dans ve
218 Prof. Dr. Umay GÜNAY

şarkılarına benzer sihirli ritüel karakterine sahip oldukları sonucuna ulaştırmak­


tadır. Bir açıklama olarak V. La. Vladimirov tarafından kaydedilen Oyrat anlatı­
cı Parcin hakkındaki aşağıdaki hikaye gösterilebilir. Kobolo muhasarasında
sıradan er olarak katılmıştı. Muhasara uzayınca bazı kişiler Bun Erdeni destanını
okumaya başladılar, ancak çok kötü okuyorlardı. Bunları duyan Parcin çok
üzüldü ve müzik aletini alarak söylemeğe başladı. Bütün kuvvet bir anda güçlü
ilham aldı ve artık düşmana karşı imkansız bir mücadele için hazırdılar.
Orta Çağ, Eski Türk elyazmaları hem anlatıcı hem Şaman olan bir tip tür­
kücü-şairin idealleştirilmiş tasvirini vermektedir. Kitab-ı Korkut 16. yüzyıl yaz­
masıdır ve Oğuzlarla ilgili kahramanlık şarkıları dairesini ihtiva etmektedir,
muhtemelen Oğuzlar Sir Derya ve Aral steplerinden (M.S. 1 0. yy'da) göç eder­
ken teşekkül eder. Bu malzeme, 1 1 . yy.da Selçuk hükümranlığının sultanlarının
idaresinde Oğuzların bir bölümünün göçtüğü Kafkasya ve Anadolu' nun bir bö­
lümünde 12.- 1 5 . yüzyıllar arasında bugün sahip olduğumuz şekli almıştır. Şarkı
dairesi bunları kompoze eden şair Korkut' un figürü ile birleşmiştir.
Korkut Ata, boyun akıllı piridir. Bütün zor problemler onun tavsiyeleri ile
çözümlenir, Oğuzlar arasında bilicidir ve her söylediğinin gerçekleştiğine inanı­
lır. Ona danışılmadan hiçbir karara varılmaz ve ne emrederse aynen uyulur.
Korkut geleceğin kahramanına ad ve at verir, kılıcını kutsar, geleceğin kahrama­
nına kız ister. Kahraman, kahramanlık hünerlerini gerçekleştirdiğinde, Korkut
bunları şiirleştirir ve kopuz eşliğinde söyler. Kahramanın şöhreti saz şairine
bağlıdır, çünkü kimin değerli kimin değersiz olduğunu saz şairinin bildiğine
inanılır.
Bir grup atasözü ve halk irfanını yansıtan deyimin Korkut Ata'ya ait oldu­
ğu kabul edilir. Bu atasözü ve deyimler Kitab-ı Korkut'un mukaddemesinde ve
"Atalar Sözü" başlıklı el yazmasında bulunmaktadır. Bu ikinci yazma aynı za­
manda Korkut'u geleneği muhafaza eden ve iyilik ve kötülük peygamberi olarak
tanıtır.
Korkut'la ilgili Orta Asya menkıbeleri, Ebulgazi Han ' ın (M.S. 1600) şece­
re-i Terakime'sinde bulunmaktadır. Bunlar bir ölçüde daha eski yazılı kaynakla­
ra ve bir ölçüde de Türkmen folkloruna dayanmaktadır. Burada Korkut, beş
Oğuz hanının akıllı veziridir; en büyüğü doksan beş yaşına kadar yaşamıştır.
Oğuzlar arasında çok saygı görmüştü bunu desteklemek için Taman Han'dan bir
alıntı yapılmıştır. Destanda olduğu gibi bu şecerede Korkut Han' ın oğlunun
ismini yukarıda verilen tarihe bütünüyle uygun olur. Ebulgazi, Korkut'u 10.
yy'a oturtur.
Korkut, Türkmen, Kazak ve Özbeklerin yaşayan folklorunda da muhafaza
edilmektedir. Kazak geleneğinde, Korkut Ata ilk kopuz çalmayı öğreten ve Ka-
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 219

zak baksılann sihirli formüllerine adını tekrarladıkları ilk baksı'dır (Şaman).


Korkut'un Sir Derya' nın ortayasında sihirli halıya oturup kopuz çalarak ölümü
ertelediğine dair bir menkıbe vardır. Sonuçta uykuya dalar ve ölüm küçük yılan
şeklinde halıya çıkar ve Korkut'u sokar. Korkut'un ölümden kaçtığını gösteren
paralel bir başka menkıbe daha vardır. Burada ne ölü ne diri olduğu söylenir ve
"Korkut'a mezar vermeyin" deyimi kullanılır. Veli Korkut'un mezarı etrafında
biriken başka cins menkıbe ve inançlar da Arsali'ye yakın Sir Derya kıyılarında
vardır. Bölgedeki Müslüman nüfus için mezar kült objesidir. Barthold, Kor­
kut'un bu mezar kültünün çok eski İslam öncesine devirlere uzandığını ve 10.
asır civannda Sir Derya bölgesinde başladığını ileri sürmüştür.
Boyun dini lideri, Şaman, peygamber ve destan geleneğini doğmaca olarak
muhafaza eden olarak Korkut'un imajı, profesyonel kahramanlık destan anlatıcı­
sı imajının farklılaştığı eski karmaşık imajlı şairlerin bütün niteliklerini göster­
mektedir.
Tipik olan bu imaj Nogay-Kazak destanı Edige'de destancının benzer tasvi­
ri ile desteklenmektedir. Edige destanı, tasvir ettiği olaylann hemen ardından
teşekkül etmiştir. 1 5 . yy. başlannda Altın Sürünün meşhur yöneticisi Tokta­
mış ' ın fatihi ve Timur'un müttefiki'nin hayatı. Edige, Timur'a katıldıktan sonra,
öfkeli Toktamış, Cengiz Han'dan başlayan Altın Sürünün bütün hükümdarlarını
bilen yüz seksen yıl yaşayan Sabra-Ciran' ı çağırdı. Bu yaşlı destancıya gösteri­
len ihtimam ve hürmetin bir hikayesi vardır. Bu yaşlı adam peygamber üslubuy­
la Toktamış'a, Edige ve Timur saldınlanyla imparatorluğunun yaklaşan çöküşü­
nü söyler.
Burada, Hazar'ın doğu kıyısında seksen iki yaşında çağdaş kın Murun­
Jirah'ın yan efsanevi soyundan bahsetmek gerekir. Bu akın, uzun Kazak destan
dairesi destanı Kırk Batır'ın ( 1 942) ilk kaynağıydı. Murun-Jirah kendi soyunu
önce tarihi sonra efsanevi olarak Toktamış'ın destanıcısı Sipira-Jirau' ya kadar
indirebi 1 mektedir.
Yazılı edebiyatın gelişmesiyle birlikte şair-şarkıcının daveti motifi yazılı
edebiyatın da motifi haline geldi. Orta Asya Türkmen şairi Mahdum Kulu sözlü
ve yazılı edebiyatın geçiş noktasında duran bir figürdür. Mahdum Kulu, (D.
1730 - Ö. 1 8 . yy. sonlanna doğru) klasik Türkmen edebiyatının kurucusudur.
"İlham" şiirinde Mahdum Kulu, geleneksel hayali "devlet" temi ile şairliğe yük­
seltilmesini tasvir etmektedir. Bu şiire göre armağanı Hz. Muhammed ve dört
halife Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali Şah-ı Merdan'dan gelmektedir. Rüyasında
bunlara İslam mistikleri Behaddin ve Zengiban vasıtasıyla ulaşmıştır. Armağanı
bir içkiyle ona geçmiştir, bu cins efsanelerde yaygın bir motif, Odin' in İskandi­
nav saz şairlerine verdiği bir fincan brazi gibi.
220 Prof. Dr. Umay GÜNAY

İslama dayanmasına rağmen bu şıınn imajı dikkat çekecek ölçüde


Puskin'in İncil'e (Böl. 6, nazım 1-9) dayanan "Peygamber" şiirine benzemekte­
dir. Esas olarak İncil'e ait menkıbe ile Muhammed'in daveti hakkındaki benzer
Kur'an menkıbesi saz şairi, davetleriyle i lgili olanlarla aynı tip menkıbelerdir.
Klasik edebiyattan alınan imaj ve kavramların benzer bir grubu Rönesans
ve Klasisizm döneminde (17. - 18. asırlar) modern Avrupa şiirine dahil edilmiş­
tir. Musa ve Apollo şaire ilham verir ve şairi kendi hizmetlerine çağırarak ona
şairliği armağan ederler. ("ilham etme" ve "armağan'ın Avrupa dillerindeki iki
anlanunı düşünmek gerekir.) Halk anlatıcılarının davetinde tipik arkaik özellik­
lerinin pek çoğu (M.Ö. 8. - 7. yüzyıllar) Theogony'de Hesiod'un ilham kazan­
masıyla ilgili hikayede bulunabilir. Kutsal dağ Helikon yakınlarında koyun otla­
tırken ilham kazanır. Musa, Yunan rapsodisinin sembolü sihirli defne ağacından
kesilmiş bir parça verir ve ona ses duyurur (içine üfler). Daha sonra Helen ve
Latin şiirinde Modern Avrupa şiirinde olduğu gibi, "ilham etmek" ve "armağan"
kavramları ferdi şairlik yeteneği ve sosyal hizmet için standart mecaz haline
gelirler.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÖİ ve RÜYA MOTİFİ 221

il

A ŞIK TARZI EDEB İYAT


HAKKINDA DÜŞÜNCELER c">

Aşık tarzı edebiyat hakkında bilgi veren kaynaklar, bu tarzın en bariz özel­
liğinin "Iadini" ve "öztürkçe" olarak belirtmektedirler. Bu hükümler üzerinde
daha temkinli düşünmek ve elimizdeki kaynaklar ışığında yeniden gözden ge­
çirmek uygun olur kanaatindeyim.
Her edebi gelenek, belli bir kültür birikimi, dünya görüşü ve inanç sistemi­
nin, yaşama tarzının sanatkarlar tarafından özümlenerek kendilerine has pers­
pektiflerden orijinal ifadelerle hasıl olur. Bilindiği üzere Aşık Edebiyatı, klasik
şekli ile XVI. asırda teşekkül etmiştir. Türklerin ilk edebi gelenekleri olan Ozan­
Baksı Edebiyat geleneğinin geniş manada değişen zaman, zemin, inanç sistemi,
dünya görüşü ve yaşama tarzının etkisiyle şekillenen Türk Halk Edebiyatının
(Anonim, Tekke, Aşık) üç kolundan biridir.
Türklerin İslamiyeti kabul ettikleri IX. asırdan XIX. asrın sonlarına,
Tanzimata kadar süren ve Türk İslam Medeniyeti dairesi içinde ortaya konulan
eserlerin ortak vasfını dini muhteva taşımaları teşkil eder. İslamiyetten sonra
gelişen bütün edebiyat tarzlarında İslami dünya görüşü hakimdir. Tekke Edebi­
yatı, diğer tarzlardan farklı olarak bütünüyle İslami inanç ve düşüncenin başka­
larına ulaştırılmasını, propaganda amacını taşır.
Aşık tarzı edebiyatın klasik şekliyle örnekler verdiği XVI. asır, bu asrın ön­
cesinde ve sonrasında dayandığı kültür birikimi düşünülürse bu edebiyat tarzının
bütünüyle ladini karakter taşımasının mümkün olmadığı kolaylıkla anlaşılır.
Bugün, kültür eskiden olduğu gibi tarih içinde insan zekasının ve sanatının en
yüksek başarılan, anlamını taşımamakta, ortak coğrafyada meskun olan insanla­
rın, faaliyet, düşünce, duygu tarzları, maddi ürünleri yanında değer ve sembolle­
rini de kapsayan derin birikimi ifade etmektedir.
Türk İslam Medeniyeti dairesinde teşekkül eden bütün eserler şu kaynakla­
ra dayanıyordu. Kur'an ve hadisler, peygamber ve evliya hikayeleri, tasavvuf,

ı •ı Türk Kültürü Araştırmaları-Mehmet Kaplan için, TKAE Yay., Ankara 1988, s. 100-104.
222 Prof. Dr. Umay GÜNAY

şeh-name başta olmak üzere Fars, Arap ve Hint edebiyatından aktarılan çeşitli
eserler, yerli ve milli malzeme. Bu ortak malzemenin kazanılış, öğreniliş tarzı ve
edebiyata yansıyış şekli farklı edebiyat tarzlarını meydana getiriyordu. Bu se­
beple, divan edebiyatı temsilcileri ile halk edebiyatı temsilcilerinin dünya görüş­
leri, hayata bakış tarzları birbirlerine hiçbir zaman çok uzak olmamış, farklılık
nüanslar halinde ortaya çıkmıştır. Belirgin fark, dil ve üslupta, nazım şekillerin­
de ve sanatın icra töresi çerçevesinde olmuştur.
Osmanlı döneminde her kesimden temsilci yetiştiren ve her kesimde dinle­
yici bulan aşıkların kültür birikimine yukarıda açıkladığımız üzere geniş manada
bakmak gerekir. Aşık tarzı edebiyat, Ozan-Baksı edebiyat geleneğinin Osmanlı
kültür ve üslubu içinde şekillenmiş, gelişmiş yeni bir terkiptir. Osmanlı dönemi­
nin en belirgin ve tesirli unsuru İslamiyet ve tasavvuftur. İslamiyet içinde misti­
sizm diğer dinlerde olduğu gibi doktrin olarak kalmamış, Allah'a erişmek ve
onu bulmak için bir yol ve sanat haline gelirken, düşünme ve davranış tarzları da
teşekkül etmiştir.
Sofizm, dini inançları nazari sistemden uygulamalı hale getirmiştir. Tasav­
vuf, İslami bilgilerin özünü, eski alimlerin irfanını ve hümanizm umdelerini
meczetmiş, çok farklı unsurları özümleyerek yeni kıyafetle takdim etmiştir.
Tasavvuf düşünce ve felsefesi, İslam ruhunun hayati esnekliğini vücuda getiren
inancın çekirdeği olan "ben" ve "Tanrı" ilişkisini düzenlemiştir. Günlük hayata
giren ve herkes nasibince öğrenir ve tatbik eder, prensibinin rahatlığıyla Osman­
lı döneminde din bir vicdan meselesi olmanın ötesinde yaşama tarzı, düşünce ve
değerler sistemini şekillendiren çok önemli ve faal unsur olmuştur.
Meseleye böyle geniş bir perspektifle bakıldığında Aşık Edebiyatı örnekle­
rini değerlendirirken insan hayatı ile ilgili tecrübeler, edebi, tarihi, coğrafi bilgi­
ler yanında İslamiyet ve tasavvufu, tasavvufa bağlı tarikatların etkilerini daima
göz önünde tutmak gerekir inancındayım.
Ozan-Baksı geleneğinin, İslamiyetten sonra tasavvufi düşünce ve yaşayış
tarzı ile birleşmesinden doğan belirli bir tip, aşık-şair tipi olarak benimsenmiştir.
Maddi veya manevi bir sıkıntı sonunda çoğunlukla kutsal sayılan bir yerde uyku
ile uyanıklık arasında görülen rüyada pir elinden içilen bade veya yenilen bir
gıda maddesi ile sade kişilikten sanatçı kişiliğe ve kamil insan mertebesine ula­
şılmaktadır. Bu rüya aşık adayına, sanat gücü (irticalen şiir söyleyebilme-saz
çalabilme), dünyevi ve ilahi aşk, ilim (İslami bilgiler) kazandırmaktadır.
Aşık tarzı şiir örnekleri iki şekilde ortaya çıkmaktadır: Serbest deyişler ve
sistemli deyişler. Serbest deyişler, bir ölçüde yazılı edebiyat mahsulleri gibi
sanatçının kendi kendine hazırlığını yaptıktan sonra bitmiş hali ile dinleyici
huzuruna sunulmaktadır. Bu grupta yer alan şiirlerin büyük kısmı dünyevi konu-
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜ YA MOTİFİ 223

lan, günlük hayatı, işlemektedir. Araştırıcılara ladini hükmünü büyük bir kati­
yetle verdiren örnekler bu bu grupta yer almaktadır.
Atışma, karşılama, deyişme, tekellüm, müşaare gibi adlarla anılan sistemli
deyişler, aşıklık geleneği içinde belli bir icra töresine sahiptir. Aşık adayının,
başarılı ve profesyonel aşık olabilmesi için bu töreyi bilmesi ve bu tarz içinde
başarılı olması gerekmektedir. Bugün halen Doğu Anadolu Bölgesinde canlı
olarak yaşayan aşık fasılları incelendiğinde bu fasıllarda aşıkların birbirlerini
sanat gücü yanında İslami bilgiler açısından da sınadıkları görülmektedir. Kay­
naklar incelendiğinde tarihi geçmişte de benzer fasılların yer aldığı görülmekte­
dir. '
Aşık fasıllarının üçüncü bölümü olan Tekellüm kısnunın girişinde İslami
inançlar dahilinde İslami olaylar ile ilgili menkabelere dayalı sohbet tarzında
karşılıklı deyişler yer alır. Tekellüm'ün, B ağlama-Muamma adıyla anılan kıs­
mında iki aşık birbirini tasavvufi ve İslami konularda imtihan ederler. Cevap
veremeyen aşık yenilmiş sayılır. Aşık fasıllarının diğer bölümlerinde de zaman
zaman İslami olaylara, başta Hz. Muhammed olmak üzere İslam büyüklerine
daima telmihte bulunulmaktadır. Serbest deyişlerin bir kısmında da İslamiyet,
tasavvuf ve tarikatlarla ilgili prensipler, motifler, telmihler yer aldığından zaman
zaman araştırıcılar bazı aşıkların, tekke şairi olup olmadıkları konusunda karar­
sız kalmışlardır. Aşıkların büyük birçoğunluğu belli bir tarikatın temsilcisi ol­
mamakla beraber, Cumhuriyet dönemine kadar Osmanlı hayatı içinde büyük rol
oynayan tarikatlardan etkilenmişlerdir.
Aşık tarzı edebiyat örneklerinin "öztürkçe" ile yazıldığı meselesinde de
"ladini" hükmünde olduğu gibi temkinli değerlendirmeler yapmak gerekir. Ede­
bi eser mensup olduğu medeniyet dairesinin, kültür birikiminin ve inanç siste­
minin kavramlarını, terimlerini ve deyimlerini ihtiva eder. Dili, düşünce ve duy­
gu dünyasının dışında müstakil bir kurum gibi düşünmek doğru değildir. Aşık
Edebiyatının dili dayandığı Türk-İslam Medeniyeti dairesinde teşekkül eden
kültür birikiminin halk tarafından benimsenmiş şekline ve miktarına bağlıdır. Bu
dilin kelime hazinesi, ne Orhun anıtlarındaki ne de Cumhuriyet döneminde kul­
lanılan Türkçenin aynısıdır. Osmanlıcanın halk tarafından benimsenmiş ve kav­
ranılmış şekli Aşık Edebiyatının dilidir. Aynca mahalli deyim ve söyleyişler de
bu edebiyatın kendine has özelliklerindendir.
Aşık Edebiyatı örneklerini anlayıp tahlil edebilmek ve değerlendirebilmek
için araştırıcıların, bu edebiyatı yoğuran Türk kültür birikimini, İslami inanç
sistemini ve heterodoks akımı, kırsal kesimin yaşayış tarzını, bunlara bağlı te­
şekkül eden düşünce ve duygu dünyasını tanımaları, kavramaları gereklidir.

i\ .
1 Umay Günay, Aşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Ank. 1 986.
224 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Aşık tarzı edebiyatın en dışa dönük ve yalnızca maddi dünyaya bağlı gibi
görünen şairi Karacaoğlan' ın aşağıdaki ve benzeri pek çok şiiri konuya yeterince
açıklık getirir kanaatindeyim.

Behey kırlangıç nereden gelirsin


Hani şimdi n 'ittin Hind ü Yemen 'i
Ötme garip bülbül ben de garibim
Sen de bilir misin ahir zamanı

Altı aylık yoldan beri gelirsin


A rayıp yavruyu burda bulursun
Dünyanın fani olduğun bilirsin
Ev yaparsın çamurlayıp samanı

Beytullah 'ı yapan İbrahim Halil


Kadir Mevlam beni eyleme meli!
Hakk 'ın birliğine o da bir delil
Sen de bilir misin vakt ü zamanı

Karacaoğlan der ki nic 'olur hiilim


Gün geçtikçe artmaktadır vebalim
Az yaşa uz yaşa ahırı ölüm
2
Ahirete karşı götür imanı

Karacaoğlan, Bütün Şiirleri, Dergfilı Yayıolan, İstanbul 1 982, s. 93.


Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 225

111

HALK ŞİİRİNDE
"AYAK"
KONUSUNDA DÜŞÜNCELER <•>

Bugüne kadar yapılan çalışmalar, folklor mahsullerinin sabit ve değişken


olmak üzere iki malzemeden oluştuğunu göstermektedir. Halk şiirini de bu açı­
dan değerlendirmek mümkündür.
Edebiyatta iki türlü yaratıcılık vardır. Yazılı edebiyat geleneğine bağlı şair­
ler, ölçülü veya ölçüsüz şiirlerini defalarca düşünce süzgecinden geçirdikten,
pek çok hazırlık yaptıktan sonra, kesin şekli ile okuyucu önüne çıkarırlar. Bu
hazırlık dönemi bazen yıllarca sürebilir. Sözlü geleneğe bağlı aşık tarzı şiirde ise
geleneğin öngördüğü şekiller dahilinde aşık, kendisine verilen ayakla şiir söyle­
mek mecburiyetindedir. İrticalen şiir söyleyebilenler "aşık" olma imtiyazına
sahiptirler.
Aşık tarzı şiirlerin tekniğini Dr. Natalia K. Moyle, Albert B .. Lord 'un sözlü
teorisine dayanarak önce doktora tezi olarak incelemiş ve bu çalışmanın sonuç­
larını 1. Uluslararası Türk Folklor Kongresinde bir bildiri ile sunmuştur. '
Parry-Lord'un sözlü teorisine göre her başarılı türkücü ve profesyonel aşık,
formüllü bir şiir dili geliştirmektedir. Bu yolla geleneksel örnekler ve geleneksel
düzen içinde, anında her konuda deyişler söyleyebilmektedir. Sözlü teoriye göre
aşıklar, kendi şiirlerini ve ustamalı şiirleri ezberlemektedirler. Ancak, aşıklar
arasında yapılan mülakatlara göre aşıklar kendi deyişlerini ve ustamalı deyişleri
her zaman aynen tekrarlayamadıklarını söylemektedirler. Bazen bir kelimeyi
bazen bir mısraı bazen bir dörtlüğün tamamını unatabilmektedirler. Ayrıca, pro­
fesyonel aşıkların açıklamalarına göre biyografik halk hikayelerindeki tanınmış
aşıkların türkülerine aşina olan dinleyici herhangi bir değişikliğe veya yanlışa
müsamaha göstermemektedir. Buna rağmen aşıkların meydana gelen boşluğu

ı•ı Millf Folklor. Cilt 1 , S. 8, Aralık 1 990, s. 32.


Dr. Natalia K. Moyle, "The Tehniques of Turkish Ministrels," /. Uluslarara.l'l Türk Folklor
Kongresi Bildirileri, 2. Cilt 1 976, s. 1 88-258.
226 Prof. Dr. Umay GÜNAY

dinleyicinin hiç fark edemeyeceği veya değişiklikten memnun kalabi leceği şe­
kilde doldurdukları bir gerçektir.
Sözlü teoriye göre ezberle irtical birbirlerini engellemektedir. Biri varsa di­
ğeri yoktur. Bir aşığın aklında bir metin ezberlenerek aynen tekrarlanması fikri
yerleştiğinde, irtical (şiir formülleri ile konuşma) kabiliyeti kaybolmakta veya
büyük ölçüde dumura uğramaktadır.
Türk aşık tarzı hikaye ve türkü söyleme geleneğinde, Lord'un teorisinin ak­
sine ezber ve irtical yanyana yaşamakta ve gelişmektedir. Her aşığın repertua­
nnda ustamalı türküler yanında kendi türküleri de bulunmaktadır. Aşıkların
ustamalı türküleri ezberlemeğe çalıştıkları gerçek olmakla birlikte zaman zaman
sayılan binleri bulan ustamalı türkülerin en usta aşıklar tarafından bile ezber­
lenmesi hemen hemen imkansızdır. Bu sebeple aşıkların hafızasındaki sabit
metin değil, ancak her türkünün doğru şeklinin ne olduğuna dair kesin fikirdir.
Türkülerin çekirdekleri sabittir, farklılık yardımcı unsurlarda meydana gelmek­
tedir. Yardımcı unsurlar söyleyenin zevkine ve seçimine bağlıdır. Bu yol­
la aşıklar, ezberleme konusunda yüzde yüz başarıya ulaşmamakla beraber bu
amaca büyük ölçüde yaklaşmaktadırlar. Bu tarz uygulamalarda çok kere aşıklar
yarattıkları varyantlardan habersizdirler. Aşıkların söz ettikleri vecd hali anlan
kalıplaşmış metin fikrinden bir ölçüde uzaklaştırmaktadır. Ezber gayretleri Türk
aşıklarını kudretsiz kılmamakta ve hafızasının yanıldığı hallerde telaşlanmadan
irtical güçlerini kullanmalarını sağlamaktadır. Türkünün çekirdeği ezberlenirken
yardımcı unsurlar serbest bırakılmaktadır. Türk aşıkları diğer kültürlerdeki uy­
gulamalardan farklı olarak birbirine zıt olan irtical ve ezber gücünü yanyana yeri
geldikçe kullanarak sanatlarını haşan ile yürütmektedirler. Aşıklık geleneğinde
hem ustamalı şiirlere hem de aşığın kendi yaratıcılığına gerek duyulduğu zaman­
2
lar vardır.
Dr. Moyle çalışmasında Türk aşık şiirinin teknikleri konusunda yapılan
açıklamalar şiirlerin muhafaza edilmeleri ve yeniden yaratılmaları konularına
ışık tutmakla beraber şiir çekirdeği olarak kabul edilen unsurun veya unsurların
ne olduğu açıkça ifade edilmemiştir. Bu tarz şiirlerde çekirdek, kafiye + redif,
diye tarif ettiğimiz ayaklardır. Aşık tarzı da bazen bir kelime ve ek, bazen keli­
me grubu bazen de bütün bir mısra, şiir cümlesi şeklinde kullanılan ayaklar,
kafiye ile sağlanan ahenk yanında, şiirde kompozisyon bütünlüğünü de sağla­
maktadır. Yazılı edebiyat gelenekleri içinde yer alan şiirlerde yalnızca ahengi
sağlayan kafiyeden farklı olarak halk şiirindeki ayak, şiir içinde farklı fonksi­
yonlar üstlenmiştir. Ayak, şiirde ahengi sağlamanın yanında anlam bütünlüğü-

a.g.m.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 227

nün kurulmasına da yardımcı olmaktadır. Aynca aşıklar kendi şiirlerini ve


ustamalı şiirleri ezberlerken şiirin aslı ve tamamı yerine ayağı, şiirin konusunu
ve nazım türünü ezberlemekte, gerektiği zaman şiirleri bu bilgilerle yeniden inşa
edebilmektedirler. Sözlü gelenekte sahibi belli şiirlerde varyantlaşma bu yolla
meydana gelmektedir.
Bu bilgilerin ışığında birbirlerinden habersiz iki aşık, aynı ayak ve aynı ko­
nuda birbirine fevkalade yakın şiirler söyleyebilirler. Kelime hazinesi büyük
ölçüde ortak olduğundan kafiye, aynı kelimelerin ard arda gelmesini sağlamakta
ve şiirlerde benzerliğe, bazen benzerlikten öte ayniliğe sebep olabilmektedir
kanaatindeyim. Birbirine yakın şiirlerin birden çok şair adına kayıtlı olmasında
müstensih hatası, bilerek başkasının şiirini kendi adına tapşırma gibi sebeplerin
yanında ayakların bağlayıcılığı gibi yeni bir sebebi de göz önünde tutmak gere­
kir kanaatindeyim. Halk şiirinin ayak indeksi yapıldığı takdirde bugüne kadar
kullanılan ayaklar tespit edilebileceği gibi, ayakların sınırlı sayıda mı yoksa
sonsuz mu türetilebileceği gerçeği de ortaya çıkacaktır. Aynca indeks'in hazır­
lanması, halk şiirinde çeşitli alanlarda daha güvenilir tespitler yapmamıza da
yardımcı olacaktır.

İki şair ismine kayıtlı aynı ayaklı benzer şiirlere örnek:

Ala gözlerini sevdiğim dilber


Ben güzel görmedim senden ziyade
Bilmem huri misin gökten mi indin
Bugün güzelliğin dünden ziyade

Merhametim çoktur benim karıma


Beni görüp mah yüzünü bürüme
Çıkıp eller ile gezip yürüme
Seni seven yoktur benden ziyade

Doğan aylar gibi doğar görünür


Kırmızıları giyip çıkar salınır
Ah ettikçe kara bağrım delinir
Sayılmaz benlerin binden ziyade

Karac 'oğlan aydur bu sözüm çoktur


Alemi seyrettim emsalin yoktur
Sineme vurduğun temrenle oktur
J
Dahi cürüm var mı bundan ziyade

Karacaoğlan, Hayatı, Sanatı ve Bütün Şiirleri, Dergah Yayınları, l st. 1982, s. 59.
228 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Ela gözlerini sevdiğim dilber


Ben güzel görmedim senden ziyade
Bilmem melek misin gökten mi indin
Bugün güzelliğin dünden ziyade
*

* *

Keten gömlek giymiş beyaz dizinde


Arzumiinım kaldı elli gözünde
Kimi gerdanında kimi yüzünde
Sayılmaz benleri binden ziyade

Alları giyerek karşımda duran


Yad/arla salınup yüzüme gülen
Ben güzelim diye bana kurulan
4
Nice seni sevdim senden ziyade

Prof. Dr. Şükrü Elçin, Gevheri Divanı, Ankara 1984, s. 43.


Türkiye' de AŞIK TARZI ŞliR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 229

iV

xvı. YÜZYIL SAZ ŞAİRİ RUMELİLİ


KARACAOGLAN <•>

Türk şiiri denilince ilk hatırlanan isimlerden biri de Karacaoğlan'dır. Kara­


caoğlan' la ilgili çalışmaların başlamasıyla birlikte XVI. yüzyılda Çukurova'da
yaşayan Karacaoğlan'dan başka XVI. yüzyılda yaşamış diğer bir Karacaoğlan'a
ait şiir v e bazı bilgiler tespit edilmekle beraber değerlendirme son yıllara kadar
yapılmamıştır.
Türk Halk Edebiyatı alanında pek çok değerli eser hazırlamış olan Prof. Dr.
Şükrü Elçin, Karacaoğlanlar konusunda önemli olan bu konuya açıklık getirerek
herkesin tanıdığı Çukurovalı Karacaoğlan' dan bir asır önce Rumeli 'de yaşamış
'
olan Karacaoğlan'ın hayatı ve eserlerinin bir bölümünü gün ışığına çıkarmıştır.
XVI. yüzyılda Karacaoğlan'ın yaşadığına delil olan kaynakların varlığı
1 920' li yıllardan beri bilinmekteydi. 2 Ancak bu bilgilerden hareketle iki Karaca­
oğlan birbirinden ayrılmamış, Karacaoğlan mahlasıyla tespit edilen her şiir, her
bilgi XVII. yüzyıl Karacaoğlanı ' na mal edilmiştir.
1 976 yılında Prof. Dr. Şükrü Elçin, eldeki bilgileri, Viyana Milli Kütüp­
hanesinde tespit ettiği XVI. asra ait "Evrak-ı Mecmua"daki şiirlerle destekleye­
rek XVI. yüzyılda Rumeli' de yeniçeri şairi olan ilk Karacaoğlan'ın yaşadığını
3
delillendirmiş ve bu Karacaoğlan'a ait olduğu kesin olan şiirleri yayınlamıştır.
Prof. Dr. İlhan Başgöz de Prof. Dr. Şükrü Elçin'in bu değerlendirmesine
büyük ölçüde katılarak ilave deliller göstermiştir. ' Başgöz, Elçin'den farklı ola-

'•' Bu makale TUrk KUltUr Araşurmaları Prof Dr. Şükrü Elçin'e Armağan, Yıl XXIX/1 -2, 199 1 ,
Ankara 1993, s . 153- 163 yayınlanmıştır.
Prof. Dr. ŞUkıil Elçin, "Halk Edebiyatımızda Kaynaklar Meselesi ve XVI. Asır Ozanı Karaca­
oğlan" Atsız 'a Arnuığan, İstanbul 1976.
Saadettin Nushet Ergun, Karacaoğlan, İstanbul 1927.
Fuad KöpıillU, "Karacaoğlan-Ergun'un Kitabına Tanıtma" Hayat Mecmuası, İstanbul 1927.
Sayı: 4 1 . Saadettin Nushet Ergun, "Karacaoğlan'a Dair," Halkbilgisi Mecmuası, İstanbul 1928.
Ahmet Kutsi Tecer, "Karacaoğlan'a Yeni Bir Bakış" lsıanbul 1954 (Sanat Edebiyatı Dergisi)
sayı 10.
Mehmet Fuad KöpıillU, Türk Saz Şairleri il. lsıanbul 1962. sayfa 33 1 .
Prof. Dr. lıhan Başgöz, "Yozgatlı Karacaoğlan" Cumhuriyet Gazetesi, 28/VIIUl 990.
230 Prof. Dr. Umay G Ü NAY

rak XVI. yüzyılda yaşayan Karacaoğlan'ın Rumelili olmadığını Yozgatlı oldu­


ğunu ileri sürmüştür. Başgöz' ün bir şiire dayanarak verdiği bu hükme katılmak
şimdilik mümkün görülmemektedir. Yozgat'ta XIX. yüzyılda Karacaoğlan mah­
laslı bir şairin yaşadığı hem Yozgatlılar tarafından, hem de Prof. Dr. Başgöz'ün
daha önceki bir çalışmasında ifade edilmektedir.s Eldeki bilgiler bu Karacaoğ­
lan' a ait olmalıdır.
Bugün için mevcut bilgilerden ve şiirlerden hareketle XVI. yüzyılda yaşa­
mış olan Karacaoğlan'ın hayat hikayesi şöyle özetlenebilir. İlk Karacaoğlan,
Rumeli ve Tuna boylannda yaşamış, Kanuni Sultan Süleyman'ın Avrupa sefer­
lerine katılmış ordu şairidir. Kınm'da tespit edilen adına tasnif edilmiş "Karaca­
oğlan ve İsmigan Sultan" hikayesine göre asıl adı ismail'dir ve Belgrad' lıdır.
Pek çok yeniçeri şairi gibi bu Karacaoğlan da Bektaşidir. Rumelili Karacaoğlan
XV. yüzyılın sonunda veya XVI. yüzyılın başlannda doğmuş Kanuni ve İkinci
Selim dönemlerini gördükten sonra III. Murad döneminde ölmüş olmalıdır. Şiir­
lerindeki tarihi hadiselere telmihler bu görüşü desteklemektedir.
Prof. Dr. ilhan Başgöz "Karac' oğlan" isimli kitabında yaşadığı bilinen dört
Karacaoğlan'dan bahsetmekte bunlann dışında aynı mahlası kullanan pek çok
şairin varlığına dayanarak Karacaoğlanlar geleneğinin varlığını ileri sürmekte­
dir. Bu mahlası kullanan şairlerin, Çukurovalı Karacaoğlan üslubunda ve onu
destekleyici şiirler söylediklerinden Karacaoğlanlann şiirlerinin birbirlerinden
aynlmasının fevkalade güç olduğunu ifade etmektedir. Bu hükümlere büyük
ölçüde katılmakla beraber, XVI. yüzyıl Karacaoğlan 'ı ile XVII. Karacaoğlan' ın
dil üslup ve şiir tekniklerinden yararlanarak ayırmanın mümkün olduğu kanaa­
tindeyiz.
Halk şiirinin pek çok problemi ile uğraşmaktan bugüne kadar üslup çalış­
malan yapılamamıştır. Bu konuda birtakım genellemelerle yetinilmiştir. Üslfip
dediğimiz olguda dilin kullanılış biçimini kişinin dünya görüşü, kabulleri ve
kişiliği belirler. Bu sebeple eserin bağlı bulunduğu kültür birikimini, şairin veya
yazann kişiliğini ve kabuller dünyasını tanımak şarttır. Bence Yunus Emre'nin
şu dörtlüğü üslubun bu bağlantısını sergilemektedir:
İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül mistili taşa benzer
Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter
6
Nice yumuşak söylese sözü savaşa benzer

M. Şakir Ü lkütaşır, "Yozgatlı Karacaoğlan" Ahali Gaz. (Samsun) 29 Ekim 1 933; M. şakir
Ü lkUtaşır, "Son Asır Şairlerinden Yozgatlı Karacaoğlan" Yeni Türk 4, 48 (Aralık 1 936). Yılmaz
Göksoy, "Yazgatlı Karacaoğlan" Erciye.ı· Dergisi, Sayı 59- 1 82 Prof. Dr. İ lhan Başgöz, Karaca­
oğlan, İ stanbul 1 984.
Prof. Dr. Faruk Timurtaş, Yunus Emre Divan ı Ankara 1986, s. 47.
,
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞtlR GELENEGİ ve RÜYA MOTiFi 23 1

Ayn bir yazı konusu olarak düşündüğüm Çukurovalı Karacaoğlan' ın üslu­


bu, bu açıdan değerlendirildiğinde onun yaygın Türk Halk şiiri üslubundan fark­
lı olduğundan diğer saz şairlerinden ayrılacağına inanıyorum. Çukurovalı Kara­
caoğlan orta dönem halk edebiyatı içinde yaşama sevincini dile getiren kaderden
şikayet yerine kaderini güzel yaşama çabası içindedir. Rumelili Karacaoğlan'ı
şiirlerinden hareketle aşağıdaki gibi değerlendirmeye çalıştım.
Rumelili Karacaoğlan adına tespit edilen 27 şiirin1 17 tanesi sekizli hece
vezni ile söylenmiştir. Bu 17 şiirin 1 1 tanesi üzerine ilk kaynaklarında varsağı
kaydı konulmuştur. Eski Türk şiiri, İslamiyetten sonra halk şiiri tarzında gelişme
gösterirken ilk örneklere uygun olarak XV ve XVI. yüzyıllarda 8 heceli şiirler
çoğunlukta olmuş, XVII. yüzyıldan itibaren 1 1 heceli şiirler yaygınlaşmıştır.
Rumelili Karacaoğlan'ın şiirlerinde 8 heceli şiirlerin yaygınlığı hem onun XVI.
yüzyılda yaşadığını hem de bu gelişmeyi göstermesi bakımından dikkat çekici­
dir. Şiirlerden 1 1 tanesinin üzerinde varsağı kaydının bulunması, varsağı türü­
nün bu asırda oturmuş, belirli ve bilinen şiir türü olduğunu ve bu ismin belirli bir
bölgeye has bir terim olmadığını göstermektedir. Rumelili Karacaoğlan 'ın adına
kayıtlı varsağılar muhteva ve üslup yönünden incelendiğinde orta öğretim ders
kitaplarında ve bazı halk şiiri türlerini tanıtan kitaplarda verilen "bre, hey nidala­
rıyla başlayan kahramanlık konularını işleyen 8 heceli türdür" hükmünün doğru
olmadığı da anlaşılmaktadır. Varsağılarda konu belirlenmesi belli nidalarla baş­
laması gibi bağlayıcılık yoktur. 1 1 heceli varsağılar hem Rumelili Karacaoğ­
lan' da hem diğer saz şairlerinde tespit edilmiştir.
Şiirin dolayısıyla halk şiirinin de temel temlerinden olan aşk, Rumelili Ka­
racaoğlan' ın şiirlerinin değişmez konusudur. Aşağıda ifade ettiği gibi halk ve
divan şairlerinin ortak özelliği olarak aşk hayat boyu tekrarlanarak yaşanan bir
duygu olarak işlenmektedir.
Varsağı Yine ben bir güzel sevdim
Can içinde cana benzer
Bakışı adam öldürür
Kendisi Sultana benzer

Karadır kirpiği kaşı


Onulmaz bağrımın başı
Kendisi bir hümli kuşu
Yanağı gülnara benzer

Prof. Dr. Şllkrll Elçin, Halk Edebiyatı Araştırmnları-1, Ankara 1 988, s. 1 3-3 1 .
232 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Yoktur çok yerde hubluğu


Güzeldir beni çokluğu
Yarimin göğsü aklığı
Bedr olmuş şol aya benzer

Düzün hey sevdiğim düzün


Şallah (inşallah) ak ola yüzün
Boynu bir karışdan uzun
Bağdiidı turnaya benzer

Karacaoğlan ne durursun
Yari ağyara verirsin
Bundan özge ne umarsın
8
Hurileyin hura benzer

İslamiyet sonrası edebi eserlerde (Divan-Halk) aşk yaygın olarak gözyaşı


içe dönük endişe ve şüphelerle işlenmiştir. Aşkın büyüklüğü ve şiddeti sanki
gözyaşı ile orantılı gibidir:

Varsağı Sağlıktır cihanın varı


Çok ağladım kıldım zarı
Dostlar şol gördüğüm yari
Dün de göremedim bugün de

Gönül içinde gizlimi


Hublar içinde nazlımı
Kaşı çatma ala gözlümü
Dün de göremedim bugün de

Çözüp zülfünün bendini


Yavı kıldım kend-özümü
Gül yanaklı efendimi
Dün de göremedim bugün de

işitin benim zarımı


Kaçırdım elden yarimi
Cihan içinde varımı
Dün de göremedim bugün de

a.g.e., s. 2.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 233

Karacaoğlan eyder kendi


Aşk oduna düştü yandı
Kande idin hey efendi
9
Dünde göremedim bugün de

Halk şiiri geleneğinde dünyayı çaresizlik içinde karamsarlıkla algılamak ve


şikayetçi bir üslupla aktarmak yaygındır:

Varsağı Alemi yaradan Allah


Halüm diye dey ağlaram
Ya nice olur şol gurbetde
Balum deyi dey ağlaram

Yügrük salarlar koşuya


Dime razım naşuya
Yardan ayrılan kişiye
Zulüm deyi dey ağlaram

Pir olmayan aşka gelmez


Koç olmayan kurban olmaz
Yalnız taş duvar olmaz
Yoldaş deyi dey ağlaram

Muhannet kaçar dolanır


Aşk kanda ise bilinir
Şimdi binde bir bulunur
Kardaş deyi dey ağlaram

Karacaoğlan olmuş hasta


Var derdine derman iste
Ecel dedikleri nesne
10
Bir gün deyi dey ağlaram

İslami-tasavvufi kabullerin etkisiyle bu dünyanın nimetleri, mutluluk ve


acılarının geçiciliği inancı şiirlerde de vurgulanmaktadır:
Varsağı Bere hey afet sür devranın
Geçer çağın demedim mi
Harami olmuş gözlerin
Yollar keser demedim mi

a.g.e., s. 23.
10
a.g.e., s. 24.
234 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Yıkılıp bağ ile bostan


Ne umarsın bu nefesden
Huma gibi şol kafesden
Bir gün uçar demedim mi

Be bak şol kaş ile göze


Anlar baki kalmaz size
Bir yakasız gömlek bize
Felek biçer demedim mi

Yürü hey kaşları kalem


Sağ olursam seni bulanı
Göğercinliktir bu alem
Konar göçer demedim mi

Karacaoğlan eyder ciinum


Kurban olsun sana ciinum
Çarlı-ı felek benüm kanum
il
Bir gün içer demedim mi

Yalancı dünya, lani dünya ifadeleriyle geçiciliği vurgulanan bu dünyada


acıların, talihsizliklerin, aksiliklerin sorumlusu ve müsebbibi "felek"tir. "Felek"
kavramı Tanrının lutfunu bozan, iyiliğe, güzelliğe karşı olan anlamlarını da ta­
şımaktadır. Halk arasında "Tanrı lutfetti, felek kıskandı bozdu. deyimi bu anla­
"

yışı aksettirmektedir. Kötü kaderden daima felek sorumludur, şairlerin felekle


kavgası hiç bitmez.
Varsağı Be felek senin elinden
Ah idüben ben ağlarını
Şiim ü seher ağlar gözüm
Yaşımı döker ağlarım

Çağırırım Gani deyi


Gel ağlatma beni deyi
Kimi seversen ben deyi
Yollara bakar ağlarım

Lutf eyle beğüm orandır


Gözümün yaşı biiriindır

il
a.g.e., s . 23.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 235

Kaygılı gönlüm virandır


Hicrüngi çeker ağlarım

Meded senden hey Allahım


Teslinıdür sana şal canını
Mahşer yerinde kefenim
Boynuma takar ağlarım

Karacaoğlan düşüp derde


Gece gündüz yanar 11arda
Hak kadı olduğu yerde
12
Kabrünıden çıkar ağlarım

Rumelili Karacaoğlan' ın Bektaşi inanç ve kabullerini yansıtan varsağısı:


Evvel Allah ahir Allah
Anda11 ulu gelnıemişdir
Hak Muhammed'den sevgili
Hakk 'ın kulu gelmemiştir

Şahı Merdan idi adı


Cömert sofrasın kim kadı
Ali 'ye arslanını dedi
Ayruk Ali gelmemiştir

Pfr olmayan aşka gelmez


Koç olmayan kurban olmaz
Ecel gesle derman olmaz
Hak'daıı rıza gelmemişdir.

Od düşdüğü yeri yakar


Değme dalda gül mü biter
Kudret dilin çok kuş öter
Bülbül ünü gelmemiştir

Karacaoğlan Hakk 'a yalvar


Verdiğine kaııah ol var
Şal alemde eksiksiz yar
13
Kimse bulup gelmemiştir

12
a.g.e., s. 24.
13
a.g.e., s. 25.
236 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Aşık tarzı şiir geleneğinde aşık fasıllan önemli bir yer tutar. Aşık fasıllan
içinde bağlama-muamma denilen bölümde aşıklar birbirlerini İslami-tasavvufi
konularda imtihan ederler. 14 Soru-cevap tarzında yapılan bu bölümlerde aşıklann
birbirlerini sınamalan kadar dinleyicilere bilgi vermeleri de söz konusudur. Sa­
natlan vasıtasıyla seyircilerini hem eğlendirmek hem de eğitmek bu geleneğin
tabii görevidir. Rumelili Karacaoğlan adına kayıtlı aşağıdaki şiir, bağlama­
muamrna tipinde cevaplannın eksik tespit edildiği bir örnektir:
Her sabah her sabah sabak verirsin
Edeb nedir erkan nedir yol nedir
Okuyup da ince dilden bilene
Kitap ııedir iman nedir yol nedir

Gittiğimiz yollar din İslam yolu


Evveli Muhammed ahiri Ali
Üç yüz altmış birdir selvinin dalı
Dallardan biten iki gül nedir

Karacaoğlan der gezdim de geldim


Alemi deftere yazdım da geldim
Deryayı denizi yüzdüm de geldim
ıs
Derya nedir deniz nedir göl nedir

Rumelili Karacaoğlan ordu şairi olduğundan katıldığı seferleri, milleti adı­


na beklediği zaferleri, orduyu yüreklendirici başanlan dile getirdiği şiirlerinde
ferdi duygulannı aksettiren şiirlerin aksine karamsar değil umutlu, kadere boyun
eğen değil yön veren çoşkulu bir üsluba sahiptir:

Hazır ol vaktine Nemçe Kralı


Yer götürmez asker ile geliyor
Patriklerin inmiş tahttan diyorlar
Bir halife kalmış o da geliyor

Yetmiş bin var siyah postal giyecek


Seksen bin var Allah Allah diyecek
Doksan bin var tatlı cana kıyacak
Yüz bini de Tatar Han 'dan geliyor

14
Umay GUnay, Aşık Tanı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Ankara 1986.
"
Prof. Dr. ŞUkrU Elçin, Halk Edebiyatı Araştırmaları, Ankara l 988, s. 27-28.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGI ve RÜYA MOTİFİ 237

Gelen Ahmet Paşam kendidir kendi


Altmış bin dal kılıç kusuru cündi
Kaçma kılfir kaçma ölümün şimdi
Hacı Bektaş Veli kalkmış geliyor

Şevketli efendim Sultanım vezir


Altmış bin kılıçlı yanında hazır
Deryalar yüzünde boz atlı hızır
Benli Boza binmiş o da geliyor

Karacaoğlan der ki burda durulmaz


Gülaş yüze tatlı söze doyulmaz
Gökteki yıldızdan çoktur sayılmaz
16
Yedi iklim dön köşeden geliyor

1 1 dörtlükten oluşan "Ataman Dağları Türküsü " başlığını taşıyan şiir, Ka­
nuni Sultan Süleyman' ın Orta Avrupa seferini anlatmaktadır. Halk şiirinde ya­
şanılan önemli olaylan hikayeci üslupla dile getiren destanla türkülerin kesiştiği
noktada meydana gelen örneklerden biridir. Gerçekci tasvirlerle seferin güçlük­
lerini de dile getiren şiirde arkada kalan güzelliklere duyulan hasretin dile getiri­
1
lişi şairin ifade gücünü sergilemektedir. 1
Rumelili Karacaoğlan, klasik şekli ile XVI. yüzyıldan itibaren yazılı kay­
naklara yansıyan aşık tarzı şiir geleneği çerçevesinde eserler vermiştir. Halk şiiri
geleneği içinde ferdi duygular sevgili ile ilişkiler divan şiirinde olduğu gibi in­
sanın başa çıkamadığı kötü kaderin zaferi ile sonuçlanacağına inanılarak içe
dönük karamsar bir dünya görüşü içerisinde dile getiri lmektedir. En mutlu anlar
bile bu şiirlerde yakında olan mutsuz son endişesi ile dile getirilmiştir. Rumelili
Karacaoğlan'ın dünya görüşü ve üslubu bu geleneğe uygundur. Çukurovalı Ka­
racaoğlan diğer halk şairlerinden bu noktada dünya görüşü ve üslubu ile ayrıl­
maktadır. Çukurovalı Karacaoğlan dünyayı yaşama sevinci ile algılar, dünya
nimetlerini tadına vararak yaşadığını şiirlerinde dile getirir. Onun şiirlerinde
gözyaşı ve şikayet yerine birbiri ardınca yaşanılan, algılanan güzellikler vardır.
Bir endişesi ahirette cennete gidememektir, bunu da Tann'nın, rahmetine bağla­
yarak çözümler:

Kadir Mevlılm senden bir dileğim var


Muhannes kuluna muhtaç eyleme
Cennet-i ıilılyı nasip et bana
Sırat köprüsünden yolum bağlanıa

16 a.g.e., s.
27.
17
a.g.e., s. 22.
238 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Kapımıza kara deve çökünce


Fırtınası şol alemi yıkınca
Cehenneme kül seçilip çıkınca
Kadir Mevlfım o kullardan eyleme

Kadir Mevlam ataş atına özüme


Dünya malı görünmüyor gözüne
Kadir Mevlfım sen bak benim yüzüme
Cehennemin ataşıyla dağlama

Karac 'oğlan hata çıkmaz dilimden


Hocadım da hayır gelmez elimden
Kadir Mevlam asla geçmez kulundan
18
Deli gönül ah çekip de ağlama

Prof. Dr. Şükrü Elçin'in Rumelili Karacaoğlan adına tespit ettiği şiirler ara­
sında yer almayan, Çukurovalı Karacaoğlan adına hazırlanan şiir kitaplarında
bulunan şu şiir de gerek şikayet yüklü duygulan ve Rumeli coğrafyasına ait yer
isimleri açısından Rumelili Karacaoğlan' a ait olmalıdır. Bu tarz yapılacak dik­
katli taramalarla Rumelili Karacaoğlan' a ait başka şiirlerin de seçilebileceğine
inanıyorum.

Evvel baştan medh edelim


Sevdiğim Frenk güzeli
Zahmanımız terk edelim,
Sevdiğim Frenk güzeli

Uçup gönlümün kaygusun


Mushafi var de okusun
Bülbül gibi şakısın
Sevdiğim Bosna güzeli

Hendesi oldum kul gibi


Gözyaşı akar sel gibi
Açılmış gonca gül gibi
Sevdiğim Frenk güzeli

Hergiz aşıklar gülmedi


Gözün yaşın silmedi

18 .
Cahil öztelli, Karacaoğlan, Milliyet Yayınları, Istanbul 1 970, s. 333.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 239

Ahdine vefa kılmadı


Sevdiğim Çerkez güzeli

Dilberim gördüm sürüsün


Ko benim olsun, yürüsün
İçinde severim birisin
Sevdiğim Bulgar güzeli

Karac 'oğlan der: Bulandım


Misk olup aşka boyandım
Cevrin boyasına kandım
19
Sevdiğim şehrf güzeli

Rumelili Karacaoğlan, kendine has özel bir üslubu olmayan aşık tarzı şiir
geleneğini bütün özellikleri ile temsil eden, geleneğin sürekliliğine hizmet etmiş
ferdi duygu ve algılamalar yanında Osmanlı'nın haşmetini, beklenen zaferleri
coşku ile dile getirmiş ordu şairidir.

19
Cahil Ö ztelli, Karacaoglan Bütün Şiirleri, İ stanbul 1 970, s. 3 1 2.
240 Prof. Dr. Umay GÜNAY

xvıı. YÜZYIL SAZ ŞAİRİ


ÇUKUROVALI KARACAOGLAN <*>

Türk edebiyatı içinde en çok tanınan şairlerden biri de Çukurovalı Karaca­


oğlan' dır. XVIl. yüzyılda yaşadığı bilinen Çukurovalı Karacaoğlan' ın hayat
hikayesi de diğer pek çok saz şairi gibi güvenilir tarihi belgelerden ziyade yazılı
ve sözlü rivayetlere göre belirlenmiştir.
Çukurovalı Karacaoğlan' la ilgili rivayetler şöyle sıralanabilir:
"Karacaoğlan, Kozan 'a bağlı Feke ilçesinin Gökçe köyündendir. Barak
Türkmenlerine göre ise Karacaoğlan Barak Türkmenleri soyundandır. Kilisli
Musabeyli Türkmenleri de kendilerinden olduğunu ileri sürerler.
Bir başka rivayete göre ise Karacaoğlan, Gökçeli 'de doğmuş ve 1679 yı­
lında ölmüştür. Bu görüşü destekleyen türkülerin varlığı ifade edilmişse de ör­
nekleri tespit edilememiştir.
Çukurova 'da yaşayan Kozanoğulları, bir sebeple Karacaoğlan 'a kızmışlar
ve onu öldürmek istemişlerdir. Bunu öğrenen Karacaoğlan Van 'a kaçmış ve
şiirlerini burada söylemiştir.
Bir başka söylentiye göre de, Tarsus 'ta Ashab-ı Kehf mağarasına girip bir
daha çıkmamıştır.
Bütün söylentiler Karacaoğlan 'ın Çukurovalı Türkmen boylarından birine
mensup olduğunu doğrulamaktadır. Karacaoğlan bugünkü idarf sınırlarımıza
göre Adana 'da Kozan Dağı civarında Bahçe ilçesinin Varsak köyünde doğmuş­
tur. Bu konuda şairin bazı şiirleri yanında, İbrahim Aczi Kendi tarafından 1942
yılında yayımlanan Akşehirli Hoca Hamdi Efendi 'nin 1875 tarihli seyahat hatı­
raları delil olarak kabul edilmektedir.
Bu seyahatnameye göre: "Garip illerde, özellikle güzel yaylalarda, bülbül­
ler, sümbüller ve nice şah {işiret dilberleri arasında dolaşan, doğuştan, anadan
{işık, gül-ü gülşan Karacaoğlan, Varsak kazasında dünyaya gelmiştir. Babası
Türkmen aşiretlerinden Kara İlyas, fakir olduğu için avcılıkla geçinirken 1604-
tarihinde Kozan derebeylerinden Hüssam Beyin Sayıl adıyla tut-kap asker top­
ladığı zamanda bu gruba dahil edilmiştir. Karacaoğlan 'ın adı Hasan olup, ök-

'*' il. Uluslararası Çukurova Halk Kültürü Sempozyumu'nda bildiri ol arak sunulmuştur.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 24I

süz büyümüştür. Yüzü karayağız ve fakir olduğu için Karacaoğlan adı ile anıl­
mıştır. Karacaoğlan, delikanlı iken hareketli bir genç imiş. Köyünden
Sergengeçti Osman Ağa Karacaoğlan 'ı evlat edinmiş ve fakir bir ailenin kızı ile
evlendinniştir. Karacaoğlan eşini çirkin ve kaba bulduğu için sevmemiş ayrıca
babası gibi Sayıl askerliğine alınırım korkusuyla 24 yaşında Varsak 'tan kaçmış­
tır. Maraş 'ta Zülkadiroğlu Hüssam Bey 'in himayesine girmiş, altı sene burada
kaldıktan sonra diyar diyar gezmeğe başlamıştır. Varsak'a 1 9 sene sonra geri
dönmüşse de burada fazla kalmamış Tarsus yoluyla tekrar yollara düşmüştür.
Ermenek, Karaman, Ankara, Niğde, Kayseri, Sivas 'a uğradıktan sonra Türkmen
aşiretleri arasında gezmiş ve Maraş 'ın yeni beylerinden Ali Bey 'in Taylan yay­
lasında misafir olmuştur. Geri kalan ömrünü Türkmen aşiretleri arasında geze­
rek geçinniş ve Maraş civarında Cezel yaylasında 96 yaşında ölmüştür. Vasiyeti
üzerine tenha bir pınar başına gömülmüş, sazı baş ucundaki bir ağaca asılmış­
tır. Karacaoğlan, karayağız, seyrek sakallı, şuh-meşrep, uzunca boylu Levend bir
adam imiş. "1
Bugünkü kabullere göre Karacaoğlan'ın mezan İçel 'in Mut ilçesi, Çukur
köyünde bir tepe üzerindedir. Bu tepeye Karacaoğlan Tepesi denilmektedir.
Tepenin üzerinde birkaç eski ev temeli, bir su sarnıcı ile harap bir mezar vardır.
Bu tepenin karşısındaki tepe de Karacakız Tepesi adıyla anılmaktadır. "Karaca­
oğlan ile Karacakız, " "Karacaoğlan ile Benli Kız, " "Karacaoğlan ile Yayla
Güzelt' isimli halk hikayeleri Karacaoğlan adına tasnif edilmiş hali< hikayeleri­
dir. Bu hikayelerle ilgili ilmi çalışmalar yapılmanuştır.
Çukurovalı Karacaoğlan'ın şiirlerinin XVII. ve daha sonraki yüzyıl cönkle­
rinde bulunmasından, dil özelliklerinin XVII. asır Türkçesinin özelliklerini taşı­
masından, Gevheri ile atışmasının bulunmasından hareketle XVII. yüzyılda
yaşadığı kabul edilmektedir. Karacaoğlan şiirlerini Güneydoğu Anadolu XVII.
yüzyı l konuşma diliyle söylemiştir. Şair, halk şiiri geleneğinin sabit yapısını
teşkil eden ayaklarla (kafiye-redif) şiirlerini söylemiştir. Yanın kafiye diğer saz
şairleri gibi Karacaoğlan'da da yaygın olarak kullanılnuştır.
Güney illerimizde Karacaoğlan, destan kahramanı gibi kabul görmüş, za­
man içinde velilere ait özellikler de atfedilmiştir. Mutlu günler Karacaoğlan'ın
türküleriyle kutlanırken, hastalara da Karacaoğlan türkülerinin okunmasının şifa
vereceğine inanılmaktadır. Aynca mezarının dilek için ziyaret edildiği de bilin­
mektedir. Türkü söylemek anlanunda "Karacaoğlan çağırmak" deyimi kullanıl­
maktadır.
Çukurovalı Karacaoğlan, aşık tarzı şiir geleneğinin çok başarılı bir temsil­
cisidir. Çukurovalı Karacaoğlan kendine has orijinal üsluba sahiptir. Kendi dö-

Cahit Ôztelli, Karacaoğlan (Bütün Şiirleri), İstanbul 1 970.


242 Prof. Dr. Umay GÜNAY

neminden itibaren günümüze kadar pek çok şairi etkilemiştir. Çukurovalı Kara­
caoğlan' a duyulan sevgi ve saygıdan ötürü pek çok şair onun mahlası ile şiir
söylemiştir. 2
Çukurovalı Karacaoğlan'ın şiirlerine akseden dünya görüşü hayatı algılama
ve dile getiriş tarzı kendinden önce yaşayan Rumelili Karacaoğlan ve diğer pek
çok saz şairinden farklıdır.
Bu noktada divan edebiyatı ile halk edebiyatının dünya görüşleri ve bu gö­
rüşleri dile getirişleri üzerinde durmanın gerekli olduğuna inanıyorum. Divan ve
halk edebiyatı dünya görüşü bakımından şeriat esaslarına ve tasavvuf anlayışına
bağlıdır. Tanrı birliğine ulaşmanın yollarını ve tarzını sistemleştiren tasavvuf
akımı, kalıplaşmış yargılara, kuralcılığa ve biçimciliğe de karşı görüşler geliş­
tirmiştir. Bu yönüyle gerek halk gerek divan edebiyatının dünya görüşünü büyük
ölçüde etkilemiştir. Divan ve halk şairleri özellikle aşk anlayışında, rindlik dü­
şüncesinde, ölüm ve hayat karşısındaki tavırları ile tasavvuf inançlarına bağlıdır­
lar.
Divan ve halk şiirinde işlenen ölüm, tabiat, din, toplum, rindlik, kahraman­
lık gibi konular arasında aşk birinci sırayı alır. Bu çok farklı gibi değerlendirilen
ve algılanan iki edebiyat tarzında da aşk anlayışı döneminin mutlak hükümdarlık
sistemine ve tasavvuf felsefesine bağlı olarak yorumlanmış ve dile getirilmiştir.
Tasavvufa göre aşkın hedefi mutlak güzelliğe sahip olan Tann'nın kendisidir.
Aşk duygusu var olan bir güzele karşı başlarsa da gelişme süreci içinde bu duy­
gu dünyevi likten ilahiye doğru gelişir. Asıl amaç yaradılana ulaşmak değil
yaradana ulaşmaktır. Bu sebeple divan ve halk şairleri bu anlayışla cismani aşkı
geçici ve olgunlaştırıcı, nefsi eğitici hazırlık dönemi olarak kabul ederler. Asıl
değerli ve gerçek aşk, Tann'ya ulaşmak üzere yaşanan süreç içinde Tann ' ya
duyulan aşktır. Bu anlayışla dünyevi aşk da mecazi aşk gibi yüceltilerek tasvir
edilmiştir. Ancak, bu dünyanın geçiciliğine paralel olarak aşık daima bahtsız,
segili de vefasızdır. Bu iki edebiyat tarzının da aşk ve duygular akıl ve şuurla
başa çıkılamayan, ecel gibi insanın kontrolunun dışında başına gelen bir olay
olarak kabul edilmiştir. İnsanın denetleyemediği, sınırlayamadığı, red edemediği
bu büyük duygu yoğunluğu çaresizlik içinde yaşanırken sürekli kaderin kötülü­
ğünden şikayet edilmiştir. İnsanın denetimi ve bilinçli seçimi dışında yaşadığı
aşk olgusuna sebep olan sevgili de bu anlayış içinde zalim bir hükümdar olarak
tasarlanmaktadır. Çünkü bu sevgiliye ya hiç ulaşılamaz, veya ulaşılabilse bile
kısa bir mutluluktan sonra sevgili başka aşıklara yönelir, beraberlik uzun süreli
olamaz. Aşıkların en büyük korkulan sevgiliyi rakibe kaptırmaktır. Gerek divan

İlhan Başgöz, Karacaoğlan, lstanbul 1984.


Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 243

gerek halk edebiyatı büyük ölçüde yaşanan, paylaşılan aşkları değil yaşanama­
mış aşkların acılarını, sitemlerini ve bahtsızlıklarını dile getirmiştir.
Çukurovalı Karacaoğlan bu noktada divan ve halk şairlerinin ortak aşk an­
layışlarından farklı bir anlayışa sahiptir. Bu farklı dünya görüşü onun üslubunu
da mensubu olduğu halk şiiri üslubundan farklı kılar. Çukurovalı Karacaoğlan
madde mana ahengini şiirlerinde dile getirmiştir. O da bu dünyanın faniliğini
bilir, ancak nasıl olsa sona erecek diye yas tutmak yerine bu dünyayı doya doya
yaşamak yolunu seçer. Bu dünyada Tanrının insana lutfettiği nimetlerin tadına
vararak yaşamayı dünya görüşü haline getirir. Ancak, bazı araştırıcıların ifade
ettikleri gibi Çukurovalı Karacaoğlan ahireti yok sayan ladini anlayışın temsilci­
si değildir. Çukurovalı Karacaoğlan hem bu dünyanın bütün güzelliklerine hem
de İslamiyetin iyi kullarına vaad ettiği cennete taliptir.
Karacaoğlan Türk edebiyatı içinde zirve şairler arasında yer alır. Zirve şair­
lerin kültür birikimleri, dünya görüşleri, dünyayı ve hayatı algılama tarzları sıra­
dan insandan farklı ve çok daha zengindir. En önemlisi de algıladıklarını, bek­
lenti ve tespitlerini ifade ediş tarzları sıradan insandan ve vasat şairlerden güçlü
ve mükemmeldir. Bu sebeple Karacaoğlan'ı değerlendirirken onu yalnızca güzel
seven, dünyayı yaşamayı dile getiren bir şair olarak nitelendirmek eksik değer­
lendirme olur düşüncesindeyim. Karacaoğlan, Türk kültürünün XVII. asırda
yetiştirdiği başarılı bir saz şairidir. Yetiştiği çağın ve ortamın olumlu olumsuz
her türlü tecrübe ve bilgisini özümlemiş, bunları estetik biçimde dile getirmiştir.
Aşağıdaki şiir onun dünyaya bakışını oldukça bütünlük içinde veren örneklerden
biridir:

Ömrüm uzun eyle ey Biiri Hüdii


Hamd-ü senfı, şükür etmek isterim
Çalışıp, kazaıııp nefis taam/ar
Dişlerim var iken yemek isterim

Açıldı da ağzın, söyler zeban/ar


Sana muhtaç bunca şahlar, gedalar
Al yeşil hırkalar, türlü libaslar
Böylece münasip geymek isterim

Bir küheylan at ver istemem eşek


Üstü kaplan postu, tek olsun öşek
Kuş tüyünden yastık, yumuşak döşek
Keçeler içinde yatmak isterim
244 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Bir güzel isterim, ahu bakışlı


Gerdanı bir karış benli, nakışlı
inci dişli olsun, hem kara kaşlı
Boynuna sarılıp yatmak isterim

Kalk gönül gezelim, helva alayına


Ol helvalar da dişe kolayına
Her akşam da pirinç pi/avına
Kahvaltıda ballı kaymak isterim

Bamyayı severim, dolma hoş olur


Ballı börek pişer, içi boş olur
Hele zerdali yanında hoş olur
Yedikçe tadına doymak isterim

Sütlü ile tek helise olaydı


Tavuk kızartması sahna do/aydı
O tel helvası da dişe kolaydı
Aranmaz. üşenmez emek isterim

içli köfte gerek yola gidene


Bumbar dolması benzer harane
Baklava ile börek şifa bedene
Yedikçe ellerim yumak isterim

Kar, turunç olmasa, günde yüz serçe


Ya kuzu doldurması nere kaça
Seherden evvel de ekşili paça
Limon bulunmazsa somak isterim

O güzel meyvalar bittiği zaman


Toplayın getirin cümleden heman
Dediler lezzetli şol adıyaman
Anın da kabuğun soymak isterim

Nerede kaldı şekerli kurabiye


Ne demeli fırın eti kebaba
Bazılar da su mu katar şaraba
Neme /azım, adın demek isterim
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞtlR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 245

Kocadım, ihtiyar oldum karda.şiar


Halime rahmedin, bakın yoldaşlar
Döküldü, ağzımda kalmadı dişler
Yağlıca höşmerim koymak isterim

Yedirdin içirdin hepsi de yalan


Ahır ömrümüzü ederler talan
Bu sözüm dinleyip nasihat alan
İşitip tutanı duymak isterim

Azrail göğsüme çöktüğü zaman


Öyle bilin, halim perişan, yaman
Bülbülüm kafeste11 uçtuğu zaman
Cesedimi kabre koymak isterim

Karac 'oğlan der ki, böyle kalaydım


Ziihir, batın muradıma ereydim
Ol gün dahi cemalini göreydim
3
Hakk 'ın didarını görmek isterim

Bu şiirde Karacaoğlan Tanrı 'dan kendisine uzun bir ömür, devrine göre
zengin bir hayat, güzel bir sevgili, nefis yemekler vermesini · istiyor. Şiirin so­
nunda dünya nimetlerinin dünyada kalacağını, ölümden sonra gerekli olanın
Tanrı şefaati olduğunu ifade ederek, "zahir, batın muradıma ereydim " derken
iki cihanda mutlu olmak istediğini, nasihat alanların da böyle yaşamalarını öğüt­
lüyor.
Karacaoğlan, bu dünyanın geçiciliği ve ölümün mukadder olduğu kabulle­
rine diğer saz şairleri gibi aşinadır. Ancak diğer çağdaşları gibi bu konuyu ka­
ramsarlık ve şikayetle ifade etmek yerine Tanrı' ya güvenerek ve inanarak, onun
rahmetine sığınarak dile getirir:

Kadir Mevlam sende11 bir dileğim var


Muhannet kulu11a muhtaç eyleme
Cennet-i filfiyı nasip et bana
Sırat köprüsünden yolum bağlama

Cahil Ôztelli, Karacaoğlan (Bütün Şiirleri), İstanbul 1970. s. 339-341 .


246 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Kapımıza kara deve çökünce


Fırtınası şol alemi yıkınca
Cehenneme kul seçilip çıkınca
Kadir Mevlam o kullardan eyleme

Kadir Mevlfim ataş atma özüme


Dünya malı görünmüyor gözüme
Kadir Mevlfim sen bak benim yüzüme
Cehennemin ateşiyle dağlama

Karacaoğlan hata çıkmaz dilimden


Kocadım da hayır gelmez elimden
Kadir Mevlam asla geçmez kulundan
4
Deli gönül alı çekip de ağlama

Türk halkı İslamiyeti yasakçı ve cezalandırıcı bir din olarak yaşamamış,


Tann 'nın esirgeyici ve bağışlayıcılığına sığınmıştır. Karacaoğlan da bu yaygın
tavrı dile getirmiş, Allah'ın lutfu olan bu dünyanın tadına vara vara şükrederek
yaşamayı di lerken cenneti de beraberinde istemiştir:

Kadir Mevlfim bir dileğim var sana


Kaldır dalgaların sel ver sen bana
Yüz elli keselik malım olsa da
Gönül eğleyecek yar ver sen bana

Sürülerle erkeç/erim yayılsa


Dokuz yerde davullarım döğülse
Kol kol olsa atlı/arım dağılsa
Yüz bin atlı ile yol ver sen bana

Beş yüz atım olsa lahuri şallı


Gümüşten reşmeli kadife çullu
Mevlfim bana verse bir dudu dilli
Sarmaya bir ince bel ver sen bana

Karacaoğlan der ki gönlüm çilede


Yüzbin topun varsa eğer kalede
Yarın mahşer günü Cennet'ô.lô.da
5
El atıp tutmaya dal ver sen bana

Cahil Ö ztelli, Karacaoğlan (Bütün Şiirleri), l stanbul 1 970, s. 333.


Karacaoğ/an, Dergah Yayınları, İ stanbul 1982, s. 5 ! .
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 247

Türk kültürü içinde insana bakışta temel değerler vardır. Bu temel değer­
lerden biri "yiğit" kavramı ile ifade edilir. "Yiğit" kavramı yalnızca kahraman­
lık, iyi ata binip kılıç kullanmakla sınırlı değildir. Yiğit'in güçlü olması gerekli­
dir ancak bu gücün yanında dürüst, sözde duran, güvenilir, hoşgörü sahibi olmak
gibi olgun insan nitelikleri de vardır. Bu sebeple yiğitler mert ve namert olarak
6
iki grupta değerlendirilir. Namertlerin de çok güçlü, savaşçı ve becerikli alanlan
vardır. Karacaoğlan da şiirlerinde mert yiğitlerin nitelikleri üzerinde ısrarla dur­
muş mensup olduğu Türk toplumunun bu konudaki değerlerini pek çok kere
vurgulamıştır.

Gam kasavet çekme divane gönlüm,


Her zaman da dünya başa dar olmaz.
Yıkılıp düşene gülme sakın sen,
Yiğit düşüp kalkmayınca bel 'olmaz.

Avluda bağlıdır yiğdin atı


Her nere varırsa söylenir medhi.
Altuna batırsan iy 'olmaz kötü,
Aslı ham demirden cevherdar olmaz.

Yiğit olan yiğit biner atlanır


Kötüler de her cefaya katlanır
Yiğit gölgesinde yiğit saklanır
Namerdlerde gölge olmaz ar olmaz.

Karac 'oğlan melil mahzun oturur


Ağlamaktan kendi yaşın bitirir
Herkes ateşini hurdan götürür
7
O dünyada ateş olmaz nar olmaz

Yukarıdaki şiirde Karacaoğlan'ın her insan için zaman zaman sıkıntılı gün­
lerin olabileceğini, karamsar olmanın doğru olmadığını ifade edişi onun hayata
daima ümitle bakışını sergileyen sayısız örneklerden biridir. Başarısızlığa uğra­
yanları küçümsemek doğru değildir. Çünkü önemli olan düştükten sonra kalk­
masını bilmek, başarısızlıktan başarıya ulaşmasını bilmektir. Düşüp kalkmasını
bilmeyen yiğitliğini ispatlamamış sayılır. Karacaoğlan 'ın mert yiğidin nitelikle­
rini anlattığı bir diğer şiiri:

Umay Günay, "Dede Korkut Hikayelerindeki Karakterlerin Tahlili" Türk Kültürü Araştırmnla­
rı, Yıl XXVl/2 Ankara 1989, s. 39-57.

Karacaoğlan, Dergah Yayınları, İstanbul 1982, s. 377.


248 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Yiğidin iyisin nerden bileyim


Yüzü güleç kendi yaman olmalı
Kasavet serine çöktüğü zaman
Gönlünün gamını alan olmalı

Benim sözüm yiğit olan yiğide


Yiğit olan muntazırdır öğüde
Ben yiğit isterimfirka dağıda
Yiğidin ba.şında duman olmalı

Yiğit olan yiğit kurtlar gibi bakar


Düşmanı görünce ayağa kalkar
Kapar mızrağını meydana çıkar
Yiğidin ardında duran olmalı

Safi güzel olan şol bazı kötü


Yiğidin densizi iy ' olmaz zati
Gayet durgun ister silahı atı
Yiğit el çekmeyip vuran olmalı

Karac 'oğlan der ki çile çekilmez


Hozan tarlalara sümbül ekilmez
Sak yabancı ile başa çıkılmaz
'
İçinden sıdk ile yanan olmalı

Yiğidin öğüt dinlemeye hazır, aynlıkları birleştirici, terbiyeli ve azimli ol­


ması kahramanlığına ek olarak istenen nitelikleridir.
Aşık tarzı şiir geleneği içinde saz şairlerinin tecrübelerini, toplumun değer
ve doğrularını dile getiren, öğüt veren şiirler söylemeleri yaygın bir uygulama­
dır. Karacaoğlan da bu tarz öğütlemeler söylemiştir:

Dinle sana bir nasihat edeyim,


Hatırdan, gönülden geçici olma.
Yiğidin başına bir iş gelince
Anı yad ellere açıcı olma

Mecliste arif ol kelamı dinle


El iki söylerse sen birin söyle
Elinden geldikçe sen eylik eyle

Cahil Öztelli, Karacaoğlan, lstanbul 1970, s. 73.


Türkiye'de AŞIK TARZI ŞtfR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 249

Hatıra dokunup yıkıcı olma

Dokunur hatıra kendisin bilmez


Asılzadelerden hiç kemlik gelmez
Sen iyilik et de o zayi olmaz
Danlıp da başa kakıcı olma

El ariftir, yokla kendi bendini


Dağıdır/ar duzağını, fendini
Alçaklarda otur, gözet kendini
Katı yükseklerden uçucu olma

Muradım nasihat bunda söylemek


Size layık olan onu dinlemek
Sev seni seveni, zay etme emek
Sevenin sözünden geçici olma

Karac 'oğlan söyler sözün başarır


Aşkın deryasını boydan aşırır
Seni bir mecliste hacil düşürür
9
Kötülerle konup göçücü olma

Bu öğütlemede Karacaoğlan'ın ısrarla vurguladığı yiğidin başına gelen bir


şanssızlığı veya yiğidin başarısızlığının başkalarına söylenmemesi ve yiğide
kendini toparlama şansı verilmesi, mütevazi olmak, kötülerle düşüp kalkmamak
gibi değerlerin ve kabullerin hepsi Türk toplumunun asırlardır savunduğu ortak
kabul ve değer yargılarıdır.
Divan ve halk şairlerinin ortak temalarından biri kaderden ve felekten şika­
yettir. İnsan her türlü güzelliği feleğin dönekliği sebebiyle kaybeder ve dayanıl­
maz acılar çeker. Karacaoğlan'ın şiirlerinde bu manada şikayet, acı çekme, çare­
sizlik dile getirilmez. O hayatta payına düşenler içinde güzeli, iyiyi bulma ve
bunlara şükretmeyi bilir. Aşık ömer'in şu şiiri ile Karacaoğlan'ın aynı mealdeki
şiiri karşılaştırılabilir:

Devlet humasını tutayım derken


Uçurdum kolumdan biiz elden gitti
Cehd idüp ardından yeteyim derken
Hazır turna ile kaz elden gitti

Karacaoglan, Derg!lh Yayınları, İstanbul 1982, s. 45-46.


250 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Hüda 'nın virdiğine olmadım kail


Gönül ata dona dilbere mail
Olmuş iken bir dem devlete nail
Kıymetin bilmedim tez elden gitti

Yine cuş eyledi bu derdli yürek


Sinemi çak etti bu devr-i felek
Mevld 'nın verdiğine kanaat gerek
Gönül çok isterken az elden gitti

Mevldm verse varabilsem yarime


Elim varmaz oldu kisb ü karime
Bir kara dumandır çöktü serime
Kış eyyamı geldi yaz elden gitti

Ömer içini gör bakma dışına


Çektiğin gelmesin kullar başıııa
Kimse rahm eylemez çeşmit�J'aşına
Ağ/ayı ağ/ayı göz elden gitti

Sahip olduklarının değerini bilmediği gibi elindekileri de kaybettiğinden


yakınan Aşık Ömer'in bu şiirine karşılık olarak tespit ettiğimiz Karacaoğlan'ın
aşağıdaki şiirinde aza razı olduğunda hep daha iyisine kavuştuğunu dile getire­
rek şükürle mutluluğunu dile getirişi karamsar dünya görüşü ile nikbin dünya
görüşünü sergilemek açısından ilgi çekicidir:

Deniz kenarında mecnun gezerken


Elime bir cura saz ırası geldi
Nice şükretmeyim Bari Hüda 'ya
Şahin arar iken baz ırası geldi

Ayağına giymiş altundan nalın


Gel dudu dillim gel karşıma salın
Mevla 'dan istedim bir taze gelin
İkbal geri döndü kız ırası geldi

Yarimin giydiği atlasın hası


Silindi gönlümün kalmadı pası
Koynunda beslemiş Gürün alması
Memesin emerken ağz 'ırast geldi

IO
Prof. Dr. Şllkrll Elçin, Aşık Ömer, Ankara 1987, s. 20.
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGI ve RÜYA MOTİFİ 25 1

Karac 'oğlan der ki hazer eyledim


Dostun bahçesine nazar eyledim
Seksen şeftaliye pazar eyledim
il
Sayısın yitirdim yüz ırast geldi

Karacaoğlan, hayatın güzelliklerini ve mutluluklannı şiirlerinde açık bir bi­


çimde dile getirişi ile dönemin halk ve divan şairlerinden aynlır. Aşağıya aldı­
ğımız şiirinde sevgili ile birlikte olmanın, vuslatın verdiği saadeti samimiyetle
ifade etmektedir:

'Zevkim artar gelir gönlümün şanı


Sevdiğim benimle olduğu zaman
Def eder giderir gönlümün gamın
Yar gelip yanımda güldüğü zaman

Söyledikçe lezzet verir sözünde


Ruz u şeb hayali iki gözümde
Huda emri ile o mah yüzünde
Ak güller açılır güldüğü zaman

Aşkın ateşi bu siııemi deler


Divane gönlümü gahi şad eyler
Sanırım vucudum cennette gezer
Yarimi koynuma aldığım zaman

Karac 'oğlan der ki vücudum yandı


Asılzade aslı huridir kendi
Sandım ki gökten de bir melek indi
12
Kolların boynuma sardığı zaman

Karacaoğlan'ın şiir dünyası içinde de dünya her zaman mutlu olayların ya­
şandığı yer değildir. O da diğer şairler gibi zaman zaman dünyanın faniliğini,
dürüst olmayan insan ilişkilerini dile getirir. Ancak diğer şairlerden farklı olarak
olumsuzluktan, çaresizlik, karamsarlık, çöküş ve çözülüşü çağrıştıran üslup
yerine hayatın bir yönü de bu olumsuzluklara katlanmaktır mesajını iletir. Dün­
yanın faniliğini işlediği şiirlerinden biri Şudur:

Ney/eyim şu dünyanın ziynetin


Akibeti ölüm olduktan kelli

il
Mustafa Necati Karaer, Karacaoğ/an, Ankara 1988, s. 82.
12
Karacaoğ/an, Dergah Yayınları, İ stanbul 1982, s. 215.
252 Prof. Dr. Umay GÜNAY

İstemem bahçede bülbüller ötsün


Benim gonca gülüm solduktan kelli

Çöze idim düğümlerin düzünden


Öpe idim gözlerinden kaşından
Güzelliğin sayha kalmış başından
Ben inli boranlı olduktan kelli

Yalanmış dünyanın esası yalan


Felektir muradım elimden alan
Mısr'a sultan olsam istemem kalan
Dost ağlayıp düşman güldükten kelli

Karac 'oğlan der ki bu ne hal bilmem


Gelmişim dünyaya bir daha gelmem
Alem bir yan olsa o y{iri vermem
13
Yarin gönlü bende olduktan kelli

Türk-İslam dünya görüşüne göre bu dünyadaki insanın olumlu ve olumsuz


davranışlarının değerlendirilmesi kıyamet gününde yapılacaktır ve insanlar ken­
di davranışlarına göre cennete veya cehenneme gideceklerdir. Hesap gününden
hiç kimse hiçbir şartta kurtulamayacaktır. En uzun ve en mutlu ömrü yaşayan
Sultan Süleyman da bu dünyadan ayrılmıştır. Pek çok meziyeti olan Süley­
man 'ın da ayrıcalığı yoktur. Karacaoğlan, bu kabulü şöyle dile getirmiştir:
Sultan Süleyman 'a kalmayan dünya
Bu dağlar yerinden yarılır bir gün
Nice bin senedir çürüyen canlar
Hakk 'ın emri ile dirilir bir gün

Ne güzel yapıldı cennet yapısı


Çok aradım görünmedi kapısı
Benim korktucağım Sırat köprüsü
Cehennem üstüne kurulur bir gün

Karşıki dağlar da karlı dağ olsa


Çevre yanı mor sümbüllü bağ olsa
Ağa olsa paşa olsa beğ olsa
Yakasız gömleğe sarılır bir gün

13
Karacaoglan, Dergah Yayınları, !stanbul 1982. s. 1 28.
Türkiye' de ..\ŞIK TARZI ŞİİR GELENEGI ve RÜYA MOTİFİ 253

Bu dünyada ademoğluyuın dersin


Heliili haramı durmayıp yersin
Yeme el malını er geç verirsin
iğneden ipliğe sorulur bir gün

Gökte yıldızların önü terazi


Ülker ile aşar gider birazı
Yarın mahşerde de sorarlar bizi
Hak mizan terazi kurulur bir gün

Karac 'oğlan der ki konup göçersin


Ecel şerbetini bir gün içersin
Sırat köprüsünü elbet geçersin
14
Amelin eline verilir bir gün

İnsan ilişkilerinde zaman zaman iyi niyetli olmayan yaklaşımlar da yer alır
ve bazı insanlarla sağlıklı, güvenli ilişkiler kurmak mümkün değildir. Özellikle
de insanın yabancı olduğu yerlerde güvenilir insanları bilmesi ve seçmesi zor­
dur. Karacaoğlan günlük hayatın bu boyutunu da şiirle dile getirmiştir:

Yaz gelip de beş ayları doğunca


Akar boz bulanık selinden sakın
Gurbet ilde kimse bilmez ahvalin
Sen dur vatanında ilinden sakın

insanın kötüsü iy 'likten bilmez


Kursaksıza öğüt versen de almaz
İnsan çiğ süt emmiş itaat olmaz
Kapında hizmetkar kulundan sakın

Kötü insan doğru girmez yoluna


iyi insan hoş geçinir diline
Elini sunma ki yarin gülüne
Dikeni var batar elinden sakın

Karac 'oğlan der ki eğle gönlünü


Elinden bırakma nazlı yarini
Kimse bilmez ahvalini halini
15
Yakınında olan komşundan sakın

14
Karacaoglan, Dergllh Yayınları, lsıanbul 1982, s. 275.
254 Prof. Dr. Umay G ÜNAY

Karacaoğlan' ın güzeller için söylediği şiirler bütün şiirleri içinde sayı ba­
kımından önemli bir yekün tutar. Ancak Karacaoğlan fiziki güzellikle beraber
Türk toplum kabullerine göre kadının birtakım meziyetlere sahip olmasını da
benimsemiş ve şiirlerinde bunları işlemiştir. Aşağıdaki şiirinde Dede Korkut
Kitabı'nın mukaddemesinde yer alan olumlu ve olumsuz kadın tiplerinin değer­
'•
lendirilmesini hatırlatan kabulleri dile getirmektedir.

Kötü avratlara etmen emeği


Midem çekmez pişirdiği yemeği
Kazandan çıktı bir kıl yumağı
Alman köt'avradı hörü de olsa

Kötü avrat dersen cığıştan düşmez


Üfürür üfürür mancası pişmez
Bir at üste versen kimse değişmez
Alman köt'avradı hörü de olsa

Kaşım yıkmış da yüzün şişirir


Samram samram manca pişirir
Döşeyi yay deyin çulu devşirir
Alman köt 'avradı hörü de olsa

Karac 'oğlan eydür Mevlam yaratır


Çocuğunu varır ele beletir
Kabmı yumaz da ite yalatır
17
Alman köt'avradı lıörü de olsa

Karacaoğlan, şiirlerinde erkek ve kadın için iyi huyun önemli ve gerekli ol­
duğunu vurgulamıştır. Yaşadığı zaman içinde dürüst insanların arkalarında güç­
lü kişiler olmazsa işlerinin yürümediği gerçeği üzerinde durarak devrinin sosyal
sıkıntılarını da anlatmıştır:

Dinleyin ağalar zamane azgın


Yiğidin başmda döner bin kuzgun
Tohumu almış da tarlası bozgun
Yiğit de ne desin day ' olmaymca

I�
Karacaoğlan, Dergah Yayınları, İ stanbul 1 982, s. 228.
16
Muharrem Ergin, Kitab-ı Dede Korkut, Ankara 1 958.
17
Karacaoğlan, Dergah Yayınları, İ stanbul 1 982, s. 56.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÖİ ve RÜYA MOTİFİ 255

Söylerim söylerim sözümden almaz


N'ideyim cahildir halimden bilmez
Bu dostluğun se11i11 boyuna sürmez
Anadan atadan soy almayınca

Amana da deli göııül amana


Kalmadı iyi gün devr-i zamana
Cevheri de denk ettiler samana
Yük masnıtı bulmaz tay olmayınca

Karac 'oğlan der ki yiğitler öğer


Açılmış meyveııiıı dalım eğer
Güzelin kıymeti biıı altın değer
18
Nitmeli güzeli huy olmayınca

Çukurovalı Karacaoğlan'ın şiirlerinde söz konusu ettiği coğrafi alan Rume­


lili Karacaoğlan'dan farklı olarak Anadolu coğrafyası ile masalların uzak ve
güzel diyarlar olarak Türk kültürüne kazandırdığı Orta Doğu ve Uzak Doğu
coğrafyası ile bütünleşmiştir:

Çıktım seyr eyledim Niğde 'yi, Bor'u


Acep gezsem mavi don/um var m 'ola
Güzeller durağı Tokat, Engürü
Acep gezsem ala gözlüm var m 'ola

Hey geri de deli göııül hey geri


Adaııa, İlbeğli, Göksun, Tekir'i
Otuz iki sancak Diyarbekir'i
Acep gezsem ala gözlüm var m 'ola

Hasiri de deli gönül hasiri


Deryada dönüyor kral yesiri
Halep, Trablus, koca Mısır'ı
Acep gezsem ala gözlüm var m 'ola

Yeşil ördek yayılıyor çimende


Mehdi günü doğar ahdı zamanda
Kürt'te Hindistan 'da, Çin 'de, Yemen 'de
Acep gezsem ala gözlüm var m 'ola

18
Karacaoğlan, Dergah Yayınları, lstanbul 1982, s. 35.
256 Prol Dr. Umay GÜNA Y

Karacaoğlan'ın şiir dünyası içinde de diğer şairlerde olduğu gibi ayrılık te­
mi yer almıştır. Karacaoğlan aynlığı tabiat tasvirleri içinde yalnız insanı dağlarla
özdeştirerek işlemiştir:
Yücesinde namlı namlı karın var
Seni yay/ayacak zamanım dağlar
Başında aşmağa yoktur takatım
Kalmadı dizimde dermanım dağlar

Yağmur yağar mor sümbüller bitirir


Yel estikçe kokuların getirir
Sarı çiçek sarvan kurmuş oturur
Karışmış güllere çimenin dağlar

Sarı çiçek sallanıyor naz ile


Dem sürerdim 011 beşinde kız ile
Şimdi öksüz kaldım kırık saz ile
Ah ettikçe tüter dumanım dağlar

Obası olanlar çevrilir konar


Güzeller suyundan içip de kanar
Küpeler kulakta mum gibi yanar
Gördükçe artıyor imanım dağlar

Karac 'oğlan der ki çöktüm oturdum


Bağ bahçe diktim de meyva yetirdim
Alnı top perçemli yavru yitirdim
19
Bir köşende kaldı gümanım dağlar

Sevgililerle pek çok şey paylaşan onlan öğen Karacaoğlan da zaman zaman
vefasızlıktan şikayet ile sevgiliye sitem eder:

Çünkü güzel meylin yoğ idi bende


Ezelden de ikrar vermeye idin
Muhabbettir güzelliğin nişanı
Uğrun uğrun bakıp gülmeye idin

Siyah zülüflerin eyleme perde


Beni de uğrattın bin türlü derde

19
Karacaoğlan, Dergfilı Yayınları, lstanbul 1982, s. 287.
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 257

Ben kendi halimde gezdiğim yerde


Çağırıp bergüıAr vermeye idin

Kanı senin ile yiyip içtiğim


Ulu sahralarda konup göçtüğüm
Şimdi kar eylemez benden kaçtığın
Soyunup koynuma girmeye idin

Karac 'oğlan der ki ey mlih-ı mestim


Kaşın gözün eğme cana mı kastın
Severler güzeli incinme dostum
20
Harcın ise güzel olmaya idin

Vefasızlıktan dolayı duyulan hasreti güzelleme tarzı içinde dile getirdiği şi­
irlerine bir örnek:

Şurda bir güzele meyil eyledim


Eğlenip orada kalasım geldi
Başına sokunmuş gülü nergisi
El sunup ucundan alasım geldi

Kız niçin söyledin bana bu sözü


Yüreğime koydun ateşi közü
Başına sokmuşsun gülü nergisi
Yüzümü yüzüne süresim geldi

Aladır gözü de karadır kaşı


Arasan bulunmaz menendi eşi
Yaylanın karından ak beyaz döşü
Yıkılıp üstüne ölesim geldi

Karac 'oğlan der ki n 'ettim n 'eyledim


Coşkun sular gibi aktım çağladım
Vefasız dilbere meyil bağladım
21
Iradı yollarım göresim geldi

20
Mustafa Necati Karaer, Karacooglan, Ankara 1 988, s. 1 18.
21
Mustafa Necati Karaer, Karacooglan, Ankara 1988, s. 8 1 .
258 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Aynlık temi de Türk halk şiirinin çok yaygın ve ortak temlerinden biridir.
Aşık olmanın temel şartlanndan biri olarak kabul edilen seyahatle yükümlü
olduklanna inanan saz şairlerinin düşünce ve algılan içinde aynlık acıyı berabe­
rinde getirir. Karacaoğlan'ın aynlık acısının öfkesini dağlara yönelttiği dikkat
çekici şiirlerinden biri:
Yüce dağlar ne kararır pusarsın
Aştı derler nazlı yarim başından
Oturmuş derdime dert mi katarsın
Alem sele gitti didem yaşından

Balta değsin ormanların kurusun


Gazel olsun yaprakların çürüsün
Top top olsun geyiklerin yürüsün
A vcıların avın alsın peşinden

Sarp kayalarını taşçılar delsin


Tomurcuk güllerin yad iller dersin
Yarin emaneti var senin olsun
Sakla dağlar boranından kışından

Fenasın da Karac 'oğlanfenasın


Od düşe de döne döne yanasın
Yüce dağlar sen de bana dönesin
22
Ayrı/asın ycireninden eşinden

Divan ve halk şiirinde çoğunlukla sevgiliden aynlığın karşılığı ölüm olarak


işlenir. Aynlık acısı teiafi edilemez bir dert olarak ele alınır. Karacaoğlan da
vefasız güzellere sitem dolu, zaman zaman beddua dolu şiirler söylemekle bera­
ber, kaybedilen sevgili yerine yenisini koymanın aynlık acısını yenmenin müm­
kün olduğunu da dile getirmiştir:

Ala gözlerini sevdiğim dilber


Yar senin ahdına durmaz mı sandın
Hatırın hoş olsun birin bin olsun
Senden cilasını bulmaz mı sandın

Doğru gelenlere doğru varayım


Halden bilenlere kurban olayım

22
Mustafa Necati Karaer, Karacaoğlan, Ankara 1982, s. 1 1 1 .
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 259

Sen birin ' bulmuşsun ben de bulayım


Güzeller güzelin bulmaz mı sandın

Yavrunun yaylası sulaklı otlu


Söyle kömür gözlüm dilleri tatlı
Bir yanı ekinli bir yanı otlu
Şu dünyadan murat almaz mı sandın

Yavrumun gözleri benzer şahana


ismi cismi gelmemiştir cihana
Uykusun gözüne etmiş bahana
Tek yatana sabah olmaz mı sandın

Karac 'oğlan der ki böyle olmasın


Arada engeller murad almasın
Sana senden olmuş benden olmasın
23
Herkes ettiğini bulmaz mı sandın

Türk Edebiyatında Karacaoğlan en çok güzellemeleri ile tanınmaktadır.


Onun işlediği çeşitli konulardan örnekler gördükten sonra mükemmel şairliğine
örnek olarak aşağıdaki medhiyesini veriyoruz:
Nasıl medhedeyim şöyle güzeli
Elinde bergüzar gül ile oynar
Alma yanak kiraz dudak diş sedef
ispir ala gözler mil ile oynar

Cennette misaldir göğsünün ağı


Sineme bastın da ateşten dağı
Korkarım ki yad il bekler bu bağı
Bülbül eğlencesi gül ile oynar

inciden mercandan beyaz yanağı


Meles gömlek koç yiğidin konağı
Seher vakti ıssız koyma sulağı
Telli yeşil turnam göl ile oynar

Salavat getirsin cemalin gören


Bakışın turna da sekişin ceran

23
Dr. Müjgan Cunbur, Karaccwğlan, An.kara 1985, s. 30.
260 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Uğradığın yeri edersin viran


Bülbül has bahçede gül ile oynar

Karac 'oğlan der ki kılayım nazar


Bilezik takmağa kolların çözer
Giyinmiş kuşanmış salınır gezer
24
Gümüş kemer ince bel ile oynar

Çukurovalı Karacaoğlan' ın şiirleri bu güne kadar Rumelili Karacaoğlan ve


diğer Karacaoğlan mahlasını kullanan şairlerin şiirleri ile birlikte değerlendiril­
miştir. Çukurovalı Karacaoğlan genellikle yalnızca maddi dünyayı ve özellikle
aşkta cinselliği dile getiren bir şair olarak tanıtılmıştır. Bu araştırma çerçevesin­
de bu türlü değerlendirmelerin eksik olduğunu göstermeye çalıştık. Rumelili
Karacaoğlan'ın şiirleri büyük ölçüde bugün Çukurovalı Karacaoğlan' dan aynl­
u
mıştır. Rumelili Karacaoğlan halk şiirinin ortak üslllbu ile şiir söylemiş XVI.
yüzyılda yaşamış yeniçeri şairidir. Kendine mahsus özel ve yaratıcı bir üsluba
sahip değildir.
Çukurovalı Karacaoğlan'ın şiir dünyası tek faktörle sınırlı dar perspektifi
aksettirmemektedir. Çukurovalı Karacaoğlan, XVII. yüzyıl kırsal kesimin özel­
likle Türkmen boylarının muhafaza ettiği Türk kültür birikimine sahip günlük
hayatın ihtiyaç ve kabulleri yanında inanç, değer, beklenti, düşünce ve algılama­
ları etkili ve kendine has bir üslupla ifade edebilen estetik çağrışımlara ulaşan
çok yönlü başarılı bir şairdir. Evrensel insan duygu, ihtiyaç ve beklentilerini
milli kabuller zemininde milli zevk ve estetikle yoğurarak milli nazım anlayışıy­
la kendi çağından sonraki asırlara ulaştırmıştır.

24
Dr. MUjgan Cunbur, a.g.e. s. 163.
Prof. Dr. ŞUkrü Elçin, "Halk Edebiyaumızda Kaynaklar Meselesi ve XVI. Asır Ozanı Karaca­
oğlan," Atsız'a Armağan, İstanbul 1976.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 261

VI

GEVHERİ 'YE DAİR <*>

Gevheıi'nin hayat hikayesi de diğer pek çok saz şairi gibi sisler ardında
kalmışhr. Şiirlerinde geçen isimlerden ve tarihi olaylara telmihlerden ve bazı
kaynaklardaki kısa bilgilerden hareketle hayat hikayesi, kelime hazinesi ve üslu­
bundan eğitim ve kültür durumu hakkında tahminler yapılmaktadır. '
Gevheri mahlasıyla tanınan aşığın adı Mustafa'dır. Gevheıi'nin Kastamo­
nulu ve Kırımlı olduğuna dair ayrı ayn rivayetler varsa da hayatının büyük bir
bölümünü İstanbul'da geçirdiği için İstanbullu olması da ihtimal dahilindedir.
Gevheıi'nin İstanbul, Bursa, Şam, Bağdat gibi büyük şehirlerde ve Rumeli 'de
Divan Katipliği yaptığı bilinmektedir. Böyle görevlerde bulunması onun düzenli
eğitim görmüş saz şairlerinden olduğuna delil olarak kabul edilebilir. Gevhe­
ıi'nin şairliği yanında dikkat çekici özelliklerinden biri de bestekarlığıdır. Kendi
adıyla anılan makamın sahibidir.
Her edebi gelenek, belli bir kültür birikimi, dünya görüşü ve inanç sistemi­
nin yaşama tarzının ifadesidir. Klasik şekli ile XVI. asırda örnekleri tespit edilen
Aşık Edebiyatı, Türklerin ilk edebi gelenekleri olan Ozan-Baksı edebiyat gele­
neğinin değişen zaman ve zemin, inanç sistemi, dünya görüşü ve yaşama tarzı­
nın etkisiyle şekillenen Türk Halk Edebiyatının, Anonim, Tekke ve Aşık Edebi­
yah başlıklanyla anılan üç kolundan biridir. Gevheri'nin kültür birikimi de çağ­
daşları gibi Türk-İslam medeniyeti ve kültür dairesinin gerekli kıldığı, İslami
bilgiler, tasavvuf Arap-Fars kaynaklarından aktarılan çeşitli eserler yanında yerli
ve milli malzemenin bu şair tarafından özümlenebilen miktarıncadır.
Şiirlerinde dünyevi aşk teması üzerinde yoğunlaşmasına rağmen Gevhe­
ıi'nin aşağıdaki koşması geleneğin gerekli kıldığı İslami, tasavvufi açıdan dünya
nimetlerine ve nefsin arzularına bakışa aşinalığını sergileyen ilgi çekici örnek­
lerden biridir.

l*' Müli Eğitim, Haziran 1989, Sayı: 86, s. 52.


1
Prof. Dr. Şükrü Elçin, Gevheri Divanı, Ankara l 984.
262 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Nefs-i emmiireye uyup gezdiğim


Gençliğin betası sefahetimdir
Ahiretim koyup dünyam düzdüğüm
Ben de bildim kendi kabahatimdir

Gavvas olup umanlara daldığım


Dalıp dürlü cevahirler bulduğum
Benim bu ilm ile amil olduğum
Kendi akl ü fikrim ferasetimdir

Hiç rahat olmadım uyup sünnete


Yarın ne yüz ile varam ahrete
Meğerfazlı ile girem cennete
Hakka yarar hangi ibadetimdir

Doğruyu koyup da iblise uyan


Dünyaya meyletmez ahiretin sayan
Kimdir bana klir ü kisbi yok diyen
Kar ü kisbim kendi kanaatimdir

Gevheri'ye Hak 'tan oldu hidayet


Günahından rücu etti begayet
Altı bin altı yüz altmış altı ciy_et
2
Şükür lisanımda kıraatimdir

Kesin ölüm ve doğum tarihleri bilinmeyen şiirlerinin XVII. asırda söylen­


diği ve yazıldığı tespit edilen Gevheri'nin etkilendiği ve etkilediği şairlerin kim­
ler olduğunu söylemek bugün için birkaç sebepten dolayı güçtür. Karacaoğlan,
Aşık Ömer, Kul Mustafa Katibi ve Gevheri gibi çağdaş şairlerin bazı şiirlerinde
benzerlikten öte aynilik söz konusudur. Bu şiirlerden bazıları yukarıda adlarını
saydığımız iki veya üç şair adına farklı kaynaklara kaydedilmiştir. Mesela Kara­
caoğlan' ın,
Bir yiğit gurbete çıksa
Gör başına neler gelir

mısralarıyla başlayan şiiri Gevheri Divanında


Bir yiğit gurbette ey/ense kalsa
Hakk 'ın hidayeti ana delildir

a.g.e. s. 362-363.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞiiR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 263

mısralarıyla başlamaktadır. Daha başka benzerlerini, daha sonraki çağlarda ya­


şayan aşıklarda da tespit etmek mümkündür. Bu tür örnekler aşık tarzı şiir gele­
neğinde çözülmesi gereken bir mesele halinde durmaktadır.
Bu tür benzerlikleri nazire geleneği ile veya müstensihlerin yalnış tespitleri
şeklinde açıklayan araştırıcılar çoğunluktadır. Bu sebepler ihtimal dahilinde
olmakla birlikte, ben aşık tarzı şiirin yapısının gözönünde tutulması halinde
ortaya çıkacak bir üçüncü ihtimalin üzerinde durmayı gerekli görüyorum. Şiirin
yapısında sabit unsur görevi gören kafiye + rediften oluşan ayak ve konu
ortakliği de benzer hatta aynı şiirlerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Aşık
tarzı şiirde, ortak dünya görüşü de ortak konu ve söyleyişleri beraberinde getir­
mektedir. Bu sebeplere rağmen Gevheri'nin üstad kabul ettiği Katibi'nin etki­
sinde kaldığı konusunda araştırıcılar hemfikirdirler.
Divan şiiri nazım şekilleriyle de şiirler söylemiş olan Gevheri'nin Divan şa­
irlerinden etkilendiği söylenmektedir. Gevheri gibi kendine has üsluba ulaşan
saz şairleri değerlendirilirken bence meseleye şu açıdan bakmak gerekir. Aşık
tarzı şiir geleneği Ozan-Baksı edebiyat geleneğinin XVI. yüzyılda da Osmanlı
terkibi içinde şekillendiğine göre Divan edebiyatı geleneğini, kültür birikimi ve
dünya görüşü yanında dil ve üslup özelliklerini bu terkibin dışında düşünmek
mümkün değildir. Gevheri de çağdaşları gibi bu karmaşık kültür olgusundan
nasibini almış ancak kendine has üslubu ile iyi bir şair niteliği kazanmıştır. İyi
şair niteliğine sahip bütün şairler gibi usta şairlerden ilham almıştır.
Aşık tarzı şiir söyleme geleneğinin şartlarından biri de iki veya daha çok
aşığın belli konular ve belli ayaklar çerçevesinde karşılıklı şiir söyleyebilmeleri­
dir. Aşık fasılları denilen bu karşılaşmaların belli düzenleri ve protokolleri var­
dır. Aşıkların bu düzene göre hareket etmeleri de görevleri arasındadır. Kaynak­
lara göre Gevheri' nin Aşık Ömer ve Karacaoğlan ile karşılaştıklarına dair bilgi­
ler vardır. Bugüne kadar elimize delil olabilecek nitelikte fasıl örnekleri geçme­
miştir. Diyaloga dayalı şiir grubunda aşıkların teşhis ve intak, kişilendirme ve
dillendirme üslubu ile insan dışı her türlü varlığı ve kavramı söyleştikleri örnek­
ler vardır. İ lk örneği Divanü Lügati' t-Türk'te tespit edilen yaz ile kış karşılaş­
tırmasının3 farklı bir örneğinin Gevheri divanında yer alması Türk şiir gelene­
ğindeki süreklilik açısından fevkalade dikkat çekicidir.

Gök der ki ben şimşek/erim çakarım


Vaktine hazır ol kaddin bükerim
Yüzünde olan benlerin sökerim
Bakmaz mısın üstümdeki duhô.ne

Turgut Günay, "Türk Halk Şiirinde İlk "Deyişme" (MUşhre) Örnekleri", Uluslararası Folklor
ve Halk Edebiyatı Bildirileri, 27-29 Ekim 1975, Konya, s. 253-257.
264 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Yer der ki benden soğuk su akar


Yaz otunca dürlü çiçekler kokar
Yetmiş iki millet seyrdne çıkar
Nazar kıl üstümde olan çimene

Gök der ki sen kabahatin bilsene


Yağan yağmurlardan ibret alsana
Şu iblfs-i laine haber salsana
Varup küfür söyletmesün insana

Yer der ki ben raha doğru giderim


Şimdiki halde garazımı güderim
Derunundan sana bir ah iderim
Bakmaz mısın sen şu ahir zamana

Bu Gevheri der ki geç mdcerddan


Haktır bizim cümlemizi yaradan
Yetmiş iki millet geçti aradan
4
Bir gün olur onlar da gelir divana

Gevheri, aşık tarzı şiir geleneğinin gerekli olan, aşık fasıllarında şiir ve bil­
gi açısından başarılı olma yanında serbest olarak söylediği koşma ve semfillerin­
de de iyi bir şair olduğunu ispat etmiştir. Bunun yanında gazel, semai, müstezat,
Kalenderi, divani gibi aruzlu türlerle de şiirler yazmıştır. Başarı ve şöhretini
sağlayan koşma ve semailerinde birbirine zıt gibi görünen divan üslubu ile halk
üslubunu birbiriyle uzlaştırmış ve kendi üslubuyla kurmuştur. Divan şiiri maz­
munlarıyla söylediği şu koşma bu hükme örnek kabul edilebilir:

Nice medhetmeyim seni bir diinem


Ya var mı akranın güzelsin güzel
Bir ceyran bakışlı çeşm-i mestanem
Seyytıddı r müjgiinın güzelsin güzel

Aşıka lehlerin peymanelerdir


Sana dil vinneyen divane/erdir
Cemalin şem 'ine pervane/erdir
Mihr ü meh hayranın güzelsin güzel

Prof. Dr. Şükrü Elçin, Gevheri Divanı, Ankara 1984, s. 66.


Bu destanın bir benzeri 1941 yılında lsparta'da MevlUtlerde okunan ilfilıiler arasında tespit
edilmiştir. Aşık tarzı şiirlerle anonim şiirler arasındaki ilişkiyi göstermesi açısından dikkate de­
ğer bulduk. Nazik Erik, "Bir Münazara", Ün Mecmuası, Cilt: 8, S. 87-88-89-90.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 265

Naz ile nigahın kimyaya benzer


Arakçının tac-ı Dara 'ya benzer
Cennetü 'l me 'vide havraya benzer
Kadd-i hırlimanın güzelsin güzel

Dünya kıymet değer gerdende hlile


Hamdülillah hüsnün irmiş kemale
Ne gamdır irersin iyd-i visale
Gevheri kurbanın güzelsin güzet
Gevheri'nin şiirlerinin büyük bir kısmı "aşk" temini işler. Aşk temi bizim
edebiyatımızda hasret, sitem, ayrılık, şikayet, özlem, övgü gibi unsurlarla birlik­
te işlenmektedir. Gevheri de Karacaoğlan gibi güzellere aşıktır ama onun şiirin­
de "güzel" Karacaoğlan'daki gibi tabiatla, paylaşılmış mutlu duygu ve hatıralar­
la, ümitle beraber değildir. Gevheıi'nin şiiri, divan ve aşık şiirinde yaygın olan
içe dönük, karamsar, şikayetçi edaya sahiptir. Şu şiir, Gevheıi'nin güzellerle
ilişkisini ve sürekli tekrarladığı "aşk" temini açıklamak için ilgi çekici bir örnek­
tir:
Ta 'n etmesin kimse beni
Yine bir cana çarpıldım
Saçı sümbül deli bülbül
Tilti insana çarpıldım

Yıkıldı gönlümün sadrı


Bilinmez ô.şıkın kadri
Ayın on dördünün bedri
Mah-ı tabana çarpıldım

Figan etmete bülbüller


Nice iller bizi diller
Açılmış yanakta güller
Gül-i handana çarpıldım

Gevherf der gönül verdim


Gonce güllerini derdim
Sıdk ile hüsnünü gördüm
6
Beyaz gerdana çarpıldım

'
a.e., s. 159.
6
a.e., s. 494.
266 Prof. Dr. Umay GÜNAY

vıı.

DEVELİLİ SEYRANi'NİN
RÜYA MOTİFİNİN TAHLİLİ <*>

Seyrani'nin aşık nu yoksa tekke şairi mi olduğu konusu henüz kesin bir çö­
züme ulaşmanuştır. Bu araştırmada Seyrani'nin rüya motifinin tahlilinden ve
şiirlerinden hareketle konuya açıklık getirmeye çalışacağız.
Aşık Edebiyatı geleneği içinde sade kişilikten sanatçı kişiliğe geçişte önem­
li role ve göreve sahip kompleks rüya motifi, Orta Asya Türk Kültüründe yer
alan Şamanlığa giriş merasimlerinin İslamiyet ve Osmanlı kültürü altında sem­
bolleşerek "Kültür Örneği Rüya Motifi''ne dönüşmesiyle ortaya çıknuştır!
Seyrani'nin biyografisinde de diğer aşık biyografilerinde mevcut olan ve
Aşık Tipinin asli unsurlarından biri olan kompleks rüya motifi bulunmaktadır.
Kompleks rüya motiflerinin ortaya çıkışları, muhtevaları ve sonuçlanmalan
daima ortak bir yapıya ve benzer unsurlara sahiptir. Bu ortak plana göre aşık
adayları aşk, sanat ve bilgiye dört safhada ulaşmaktadırlar. Seyrani' nin rüya
tahlili: 2

1. Hazırlık Devresi
a. Çocukluk ve gençlik çağının şartlan: Asıl adı Mehmet olan Seyrani, De­
veli' deki Oruza Camii'nin imamı Cafer Efendi' nin oğludur. Seyrani bir
süre medreseye devam etmiş, fakat tamamlayamadan aynlnuştır.
b. Karşılaşılan maddi ve manevi bir sıkıntı: İmam Cafer, bir gece uyuyaka­
lır ve sabah namazı için mescidi açamaz. Sabah namazına gelen cemaat,
mescidin kapalı oluşuna kızar ve imanun kapısını yumruklarlar. Telaşa
kapılan imam kendisini hazırlanıncaya kadar mescidi açıp kandilleri
yakmağa oğlu Mehmed'i gönderir.

(*J 1 2- 13 Mayıs 1984 tarihinde 4. Develili Aşık Seyrani Seminerinde bildiri olarak sunulan bu yazı,
H. Ü . Ed. Fak. Der. 3.l . 19S5'te yayınlannuştır.
Umay Günay, "Aşık Edebiyatında Rüya Motifinin Tipleri ve Tahlili" Mehmet Kaplan 'a Arma­
ğan, Ötüken Yayınları, İstanbul 1984, s. 1 53-173.
Seyrani'nin hayat hikayesi, HAşim Nezihi Okay, Develili (Everek) Seyrani, İst. 1 %3'ten alın­
mıştır.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 267

c. Bir sıkıntı veya dilekle kutsal sayılan bir yerde uykuya dalış: Burada
Mehmet'in uykuya dalışı söz konusu değil aksine aniden uyandırılması
hali mevcuttur. Bu olay meydana geldiğinde 15 yaşında olduğu belirti­
len Mehmed'in tek başına karanlıkta mescide gönderilmesi sonucunda
ortaya çıkan korku ve heyecan sebebiyle baygınlık sözkonusu olabilir.

il. Rüya
a. Kutsal kişilerle kutsal sayılan bir yerde karşılaşma: Mehmed, kandilleri
yakmak üzere mescidi açtığında, kandillerin yandığını ve muntazam saf­
lar bağlayan yeşil kavuklu, ak sakallı, iri gövdeli mehip kıyafetli, nurlu
simalı bir cemaat göıiir.
b. Pir elinden bade içme: Mehmed, bade içer, ancak bu konuda nasıl ve ne
niyetle olduğunu açıklayıcı bilgiler eksiktir.
c. Sevgilinin kendisi veya resmi ile karşılaşma: Bu konuda bilgi yoktur.
d. Kahramanın aşık olabilmesi için gerekli bilgiler pirler tarafından öğreti­
lir. Bu konuda da bilgi yoktur.
e. MahJas verilir: Mehmed kendine geldiğinde Seyrani mahlasını kullanır
ancak mahJasın verilişi konusunda açıklayıcı bilgi verilmemiştir.

111. Uyanış
Kahraman bir süre (3, 6, 7, 20, 40) gün baygın yatar, ehl-i dil bir kişi tara­
fından çalınan saz sesiyle kendine gelir: Mescidde gördüklerinden bir hafta son­
ra Seyrani'yi babası Develi' nin bağlarında baygın bulur. Kendine geldiğinde bir
tuhaftır. Hak aşığı mertebesine eriştiği anlaşılır.

iV. İlk Deyiş


Seyrani'nin ıii yasını aktaran kaynaklarda bu konuda bilgi olmamakla bera­
ber şu şiiri, ilk deyişi olmasa bile sade kişilikten sanatçı kişiliğe geçişine işaret
eden bir şiir olarak kabul edilebilir.

Bu gece uykuda gördüm bir ma 'nıi


Ne ben yorabildim ne de yoran var
Erenler bir nişan dikmiş meydana
Ne ben vurabildim ne de vuran var

Aktı bir şehire gönlümün nehri


Bir kış baran oldu Huda 'nın kahrı
Alt üst olmuş diye gezdim o şehri
Ne kimse üşümüş ne de buyan var
268 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Bülbül olur güle binbir müsemma


Marifet değildir ilm-i muamma
Seyrani 'yim benim derdim çok amma
3
Ne ben derdim derim ne de soran var

Seyrani'ye ait bu rüya motifi umumi hatları ile diğer aşıkların rüyalarına
benzemekle beraber sevgilinin kendisi veya resmi ile karşılaşma yoktur. Tipik
Aşık adayı rüyalarında da her zaman bütün unsurlar bulunmamakla beraber sev­
gili ile karşılaşma ve bade asli unsur olarak daima ortaya çıkmaktadır.
Seyrani'nin şiirlerinde diğer aşıklarda görüldüğü gibi sevgiliye hasret, güzele
methiye gibi temalar yer almamıştır.
Seyrani, bu rüyayı aşık adaylarının çoğunda görüldüğü üzere onbeş yaşında
çocukluktan yetişkinliğe geçişte ergenlik çağında görmüş, bu rüyadan sonra
ailesi ve çevresi tarafından şair olarak kabul edilmiş ve saygı görmeğe başlamış­
tır.
Bilindiği üzere bu konuda çalışanlar Seyrani'yi birbirlerinden farklı olarak
5 "
Tekke şairi : Alevi-Bektaşi zümre edebiyatının temsilcisi, saz şairi. şeklinde
mütalaa etmişlerdir. B izim incelemelerimize göre ise Seyrani aşık tarzı şiir gele­
neğinin icaplarından olan rüya ile aşıklığa başlama, irticalen şiir söyleyebilme,
müşaarelere katılma ve bu yarışmalarda başarılı olma, halk şiiri tekniklerini
haşan ile kullanabilme gibi hususiyetler yönünden aşık edebiyatı temsilcileri
arasında yer almaktadır.
Burada şu önemli hususu hatırda tutmanın yararlı olacağı inancındayız.
Anadolu sofilerinin şiirleri ve biyografik menkabeleri de kompleks rüya motifi­
nin iki unsurunu daima ihtiva etmektedir. şiirlerinde inandıkları kutsal pirin
elinden bir kadeh şarap içince dünyanın sımna erdiklerini ifade etmektedirler.
Divan şairlerinde yalnızca şiir imajı olarak görülen bade; halveti, melami, Alevi,
Bektaşi şairlerinin şiirlerinde çok kere kabul merasimlerinin ifadesi olmaktadır.
Kompleks Rüya Motifi, Aşık Edebiyatının ayırıcı özelliklerinden biri olmakla
beraber, Tekke ve Tasavvuf edebiyatı temsilcilerine ait menkabelerdeki ve şiir­
lerdeki bade motiflerinin bizim aşık tarzında denediğimiz şekilde tespit edilerek
değerlendirilmesi bu iki edebiyatın gelenek yönünden sınırlarını çizmeğe yar­
dımcı olacaktır.

a.g.e., s. 1 35.
Haşim Nezihi Okay, Develi'li (Everek) Seyrani, İst. 1963.
AbdUlbiki Gölpınarlı, Türk TasavvufŞiiri Antolojisi, lst. (t.y.). s. 269-284.
Cahit Ôztelli, Denli-Seyrani, İst. 1964, M. Fuad Köprülü, Türk Saz Şliirleri, Ank. 1962. s. 535-
536. Pertev N. Boratav-Halil V. Fıratlı, izahlı Halk Şiiri Antolojisi, Ank. 1 943, s. 1 7 1 .
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 269

Bilindiği üzere tasnifler, çalışmalarda kolaylık sağlamak, benzer unsurların


bir araya getirilerek farkların ortaya çıkması ve daha sağlıklı değerlendirmeler
yapabilmek için kullanılmaktadır. Ancak araşhncılann çeşitli unsurları esas
kabul ederek teşkil ettikleri ana başlıklar dışında kalan örneklere de rastlanmak­
tadır. Özellikle sözlü edebiyat temsilcileri Seyrani örneğinde olduğu gibi yazılı
edebiyattan etkilenmenin yanında değişik dünya görüşlerini, inanış sistemlerini
şiirlerinde işlemişlerdir.

Muhabbet btidesin bezm-i ezelden


Nuşeden saki-i ebrar elinden
Bir yar bulup huyu suyu güzelden
Kurtarmış yakasın ağyar elinden
Bülbül hicabından güldür terleyen
Yavru bülbülleri güldür perliyen
Arifin ruhundan Hakkı birleyen
Aşık çile çeker dildar elinden
Nazarını atma Hicaz Aden 'e
Bir can taksim olmuş cümle bedene
Her gönül kabedir tavaf edene
Çıkmış bina değil mimar elinden
Seyrani beyhude gezme her suyu
Alma kulağına her güt/ u güyu
Bir su teskin eder nar-ı tamuyu
7
Serpilip Ahmed-i Muhtar elinden

Yukarıdaki şiirde görüldüğü gibi vahdet-i vücud inancını işlediği şiirlerin


yanında aşağıdaki örnekte olduğu gibi alevi zümre edebiyatının tipik örneği
sayılabilecek şiirleri de vardır.

Kur'an yazılırken arş-ı Rahman 'da


Kudret katibinin elinde idim
Kandil asılırken ulu mekanda
Bülbül idim gonce gülünde idim

Ezel Cebrail 'in ilk selamında


Kırklar derneği aşk aleminde
Muhammed Ali 'nin sır kelamında
Nihan söylenirken dilinde idim

Hişim Nezihi Okay, Develili (Everek) Seyrtini, İst. 1963. s. l 15.


270 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Erenler toprağa bastı kademi


Topraktan halk olup sürdüler demi
Balçıktan yarattı Mevta ademi
Ol zaman atamın belinde idim

Yunus Nebi bahre daldığı zaman


Balığın karnında kaldığı zaman
Ali Zülfikarını çaldığı zaman
Hayber kalesinde kolunda idim

Seyranf'yim buldum aşkın arısın


Kadrin bilmezse vermem yarısın
Bir kuşa seksen bin şehir darısın
8
Rızık verilirken yanında idim

Seyrani'nin şiirleri arasında pek az olan bu türlü şiirlerden genellemelere


gitmenin doğru olamayacağı kanaatindeyiz. Çünkü, Seyrani'nin:

Pintinin dik kulaklısı


Boynu yoğun eşek olur
Pek mülayim yolaklısı
Sanma tunçtan gevşek olur

Yolda koşar ive ive


Çarığını geve geve
Top vaktinde olur deve
Yük vaktinde köşek olur

Dök Seyrani gözden yaşı


Sağlıktır her işin başı
Merdin eğişinin taşı
9
Kuş tüyünden döşek olur

gibi nasihatli taşlamaları yanında;


Eski libas gibi aşıkın gönlü
Söküldükten sonra dikilmez imiş
Güzel sever isen gerdanı benli
Her güzelin kahrı çekilmez imiş

a.e. s. 109- 1 10.


Pertev. N. Boratav, Halil. V. Fıratlı, izahlı Halk Şiiri Antolojisi, Ank. 1943 s. 169.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 271

Bülbül daldan dala yapıyor sekiş


O sebebden gülle ediyor çekiş
Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş
Kıyamete kadar sökülmez imiş

Sevdiğim değildin böylece ezel


Aşkımın bağına düşürdün gazel
ibrişimden nazik sandığım güzel
Meğer pulat gibi bükülmez imiş

Seyrant'nin gözü gamla yaş imiş


Aşk u sevda cümle derde baş imiş
Ben bağrımı toprak sandım taş imiş
10
Meğer taşa tohum ekilmez imiş

gibi aşk ve sevda şiirleri yanında dünyanın geçiciliğini işleyen aşağıda örneğini
sunduğumuz felsefi şiirleri de vardır.
Ne hikmettir şu dünyaya
Gelen ağlar giden ağlar
Soralım yoksula baya
Aslı nedir neden ağlar

Ömrümün defterin dürdüm


Hak-i paya yüzüm sürdüm
Bir acaip kale gördüm
Burc u btiru beden ağlar

Bir deveci yeder deve


Yularından seve seve
Birbirinden ive ive
Deve ağlar yeden ağlar

Seyrani'ye acep n 'olmuş


Derunu derd ile dolmuş
Kimi yitmiş kimi bulm�
1
Bulan ağlar yiten ağlar

Bütün bunlar göz önünde tutulunca Seyrani' yi belli bir düşünce akımının,
inanç sisteminin temsilcisi gibi görmenin doğru olmadığı anlaşılmaktadır.

ıo
a.e. s. 158-169.
il
Penev N. Boratav-Halil V. Fıratlı, izahlı Halk Şiiri Antolojisi, Ank. 1 943, s. 166.
272 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Seyrani, işlediği konulara göre yaşadığı çağın düşünce, inanç sistemleri ve ya­
şama tarzlarını sürekli bir tercihe bağlı kalmaksızın şiirlerine aksettirmiştir.
Seyrani, aşık tarzı edebiyat geleneği ile tekke tarzı edebiyat geleneğini kendine
has bir uslup ve düşünce sistemi içinde terkip etmiştir demek belki onu daha iyi
anlamamıza yardımcı olacaktır.
Develili Seyrani' nin dikkat çekici hususiyetlerinden biri de üslubudur. Şiir­
lerinin tamamını ihtiva eden tenkidli bir nüshanın hazırlanmasından sonra yapı­
lacak üslup çalışması onunla ilgili pek çok problemin halline yardımcı olacaktır.
Üsliip çalışmasıyla beraber Seyrani'nin şiirlerindeki teşbih, istiare, tezat gibi
sanatların tespiti ve tahlili de onun diğer şairlerden farklı olan imaj dünyasını
aydınlatacaktır.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 273

VIII

ERCİŞLİ EMRAH ve
AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGi<"'>

Her edebi gelenek, belli bir kültür birikimi, dünya görüşü ve inanç sistemi­
nin, yaşama tarzının sanatkarlar tarafından özümlenmesi ve eserlerine yansıma­
sı, edebi tarzda yaşanması ile hasıl olur. Aşık edebiyatı geleneği klasik şekli ile
XVI. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Türklerin, ilk ve milli edebiyat gelenekleri olan
Ozan-Baksı edebiyat geleneğinin geniş manada değişen zaman, zemin, inanç
sistemi, dünya görüşü ve yaşama tarzının etkisiyle şekillenmesi sonucunda orta­
ya çıkmıştır. Bugünkü adıyla Türk Halk Edebiyatının, Anonim, Tekke, Aşık
isimleriyle anılan üç kolundan biridir.
Türklerin İslamiyeti kabul ettikleri IX. asırdan XIX. asrın sonlarına kadar
süren, Türk-İslam medeniyet ve kültür dairesi içinde ortaya konulan eserlerin
ortak vasfını İslami dünya görüşü teşkil eder. İslamiyet, dini inanışla beraber
Arap-Fars medeniyet ve kültür unsurlarını da Türk kültür ve medeniyetine dahil
etmiştir. Türk-İslam medeniyeti dairesinde teşekkül eden bütün eserler şu kay­
naklara dayanıyordu: Kur'an ve hadisler, peygamber ve evliya hikayeleri, tasav­
vufi eserler, şehname başta olmak üzere Arap, Fars, Hint (Farsçadan Türkçeye
aktarılan) edebiyatlarından tercüme ve adapte edilen çeşitli eserler yanında yerli
ve milli malzeme. Bu ortak malzemeden seçilenler, öğrenme tarzı (sözlü veya
resmi eğitim ve öğrenim), tercih ve seçme sonucu edebiyata yansıyış şekilleri ile
üslup farklı edebiyat tarzlarını meydana getirmiştir. Divan, Halk Edebiyatı ve bu
edebiyatın Tekke, Aşık, Anonim isimleriyle anılan ara bölümleri. Bu sebeple
Divan, Tekke Aşık ve Anonim edebiyat tarzlarında sergilenen dünya görüşleri,
hayata bakış tarzları birbirlerine hiçbir zaman uzak olmamıştır. Belirgin fark dil
ve üslupta, nazım şekillerinde, edebi türlerde ve sanatın icra töresi çerçevesinde
olmuştur.
Osmanlı döneminde her kesimden temsilci yetiştiren ve her kesimde dinle­
yici bulan Aşıkların kültür birikimleri yukarıda sayılan kaynaklardan beslenmiş­
tir. Kopuz eşliğinde eserler veren ozanlar, Osmanlı kültür ve üslubu içinde Aşık­
şair tipine dönüşmüştür.

<,.. ı Türk Kültürü, S. 316, Ağustos 1 989'da yayınlannuştır.


274 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Türk tarihi hayatı içinde önemli yer tutan Şamanlığa giriş merasimlerinin,
İslamiyetin kabulü ve yeni yaşama tarzının tesirleri altında kompleks rüya motifi
haline dönüşmesi, ozanların aşık kişiliğine bürünmelerine yardımcı olmuştur.'
Maddi ve manevi bir sıkıntı sonunda çoğunlukla kutsal sayılan bir yerde
uyku ile uyanıklık arasında görülen bu rüyalarda pir elinden içilen bade veya
yenilen bir gıda maddesi ile sade kişilikten sanatçı kişiliğe ve kamil insan mer­
tebesine ulaşıldığına inanılmaktadır. Aşık adayı, irticalen şiir söyleyebilme, saz
çalabilme gücünü, dünyevi ve ilahi aşkı, İslami bilgileri bu rüya vasıtasıyla ka­
zanmaktadır.
Ercişli Emrah da aşık edebiyatının bir temsilcisidir. Bu geleneğin öngördü­
ğü bütün şartlan yerine getirmiştir. Onun, Ercişli Emrah ile Selvihan hikayesin­
de yer alan rüyası2 şöyledir:

1. Hazırlık Saflıası:
a. Aşık Ahmed'in Emrah isminde on dört yaşlarında bir oğlu vardır. Emrah
babasıyla saz meclislerine gider.
b. Saz meclisine gittikleri Miloğlu Ahmed Bey, Emrah'ın babasına bakı­
şından saza ve söze aJaka duyduğunu anlar. Baba ile oğulun karşılıklı ça­
lıp söylemelerini ister. Aşık Ahmed, oğlunun o güne kadar eline saz al­
madığı söyleyerek müsaade vermek istemez. Miloğlu Ahmed Bey, Em­
rah' a kendi bağlamasını verir. Emrah, sazı eline alır, tezeneyi sazın teli­
ne nasıl vurursa 12 tel birden kopar. Emrah öyle dalmıştır ki tellerin
koptuğunu fark etmeden sazın küpüne tezeneyi çalar durur. Babası Aşık
Ahmed; "Senin gibi hayırsız evlat olacağına olmasa idi, ben sana deme­
dim mi usul usul tellere dokun. Niçin bu telleri kırdın?" diyerek Emrah'a
bir sille vurur. Emrah ağlayarak meclisten çıkar.
c. Emrah ağlayarak köyün dışına çıkar, orada bulunan bir çeşmeden ağzı­
nın kanını yıkar, abdest alır. Çeşmenin arkasında başını toprağa koyar ve
şöyle dua eder: "Ey yokları var eden Allah 'ım,, on sekiz bin alemin,
herkesin muradını döne döne veren, herkesi mesleğe yetiren sen, ya bana
sevda, bilgi ver, ya burda emanetini al."

il. Rüya:
a. Emrah doğruldu, ak sakallı Hz: Piri gördü. Pir sordu:
"Ne ağlıyorsun, ne oldu sana ? " Emrah:

Umay Günay, Aşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Ankara 1986.
Muhan Bali, Emrah ile Selvihan HikiiyeJi, Ankara 1973. (Aşık İshak Kemfili rivayeti, s. 102-
1 08).
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔ İ ve RÜ YA MOTİFİ 275

"Baba ağladığım bu ki, hem cahilim hem de gafilim. Babam beni ne bir
mektebe ne bir ilme koydu. On dört yaşıma girdim ama hiçbir şeyden haberdar
değilim. Bunun için ağlarım. Pir:
"

"Pekiyi ne istiyorsun yavrum ? " Emrah:


"Bilgi ve ilim istiyorum, ben de bir mecliste bir cevap söyleyeyim. "

b. Pir: "Bak oğlum, Cenab-ı Hak sana o kadar bilgi, o kadar da ilim nasip
etmiş. Şu elimdeki fincanın içinde üç kısmetin vardır oğlum. Al birinciyi, kendi
birdir adı bindir, seni, beni, kainatı, yaratan bir Allah 'ın aşkına nuş eyle. "
Emrah, ihtiyar pirin elinden birinci yeşil fincandan içti, 366 daman birden
tutuştu. Pir eli kudret gölü doldurdu:
"İkinci yeşil fincanı al, ikinci nasibin üçler, yediler, kırklar aşkına nuş ey­
le. " dedi. Emrah ikinci yeşil fincandan da içti. Pir eli kudret gölü, üçüncü finca­
nı da doldurdu:
"Bunu da Mi/oğlu Ahmed Bey 'in kızı Selvihan iişkına nuş eyle " dedi.

c. Pir, kolunun arasından Selvihan' ı Emrah' a gösterdi. Emrah, kızı tutmak


için uzandığında bunun bir hayal olduğunu anladı. O zaman pınarın arkasında
kendini yere vurdu. Ağzından yeşil köpük geldi.

111. Uyanış:
Aşık Ahmed, Emrah'ı ararken onu çeşmenin arkasında ağzından yeşil kö­
pükler gelirken baygın halde bulur. Aşık Ahmed, oğlunun pir sillesi, pir pençe­
sinden çıktığını anlar. Sazının san teline dokunur, Emrah sıçrar, kalkar.
XVII. yüzyıl saz şairlerinden olan Ercişli Emrah' ın açık hayat hikayesini
nakleden kaynaklar mevcut değildir. Erçişli Emrah' ın hayat hikayesini, adıyla
anılan "Emrah ile Selvihan Hikiiyesi'nden ve yardımcı kaynaklarla beraber,
onunla ilgili rivayetlerden hareketle tespite çalışıyoruz.3 Eldeki kaynaklara göre
şimdilik kaydıyla, adıyla anılan hikaye Ercişli Emrah'ın hayat hikayesine büyük
bir benzerlik ve yakınlık göstermektedir. Bu bilgiler ışığında Ercişli Emrah'ın
hayat hikayesi şöyle özetlenebilir: Ercişli Emrah, doğum ve ölüm tarihleri bi­
linmemekle beraber XVII. yüzyılda yaşamış, Karakoyunlu bir aşıktır. Dört veya
altı yaşında geldiği Erciş'te büyümüştür. Bu sebeple Ercişli ve Vanlı Emrah
olarak anılmıştır. Kendisini ve mensubu olduğu milletimizin değerlerini aşağı­
daki şiirde kendine has bir üslupla dile getirmiştir.

Muhan Bali, Emrah ile Selvihan Hikayesi, Ankara 1 973. Doç. Dr. Saim Sakaoğlu, Ercişli
Emrah,Ankara 1987.
276 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Merhamet kıl hanlar öldürme bizi


Feleğin devrinde amanımız var
Pir elinden bile badeler içtik
O yannan ahdi peymanımız var

O yar menim elde küllü vanmdır


Namusumdur gayretimdir arımdır
Alem bilir Selbi menim yarımdır
Bizim Şah Abbas 'tan fermanımız var

Kayguya kanığıh kargıştan beri


Ölümnen pervasız dönmenik geri
Gönülde yattıkça gül üzlü peri
Bizim bu zahmanda seyranımız var

Man Emrah dieller Karakoyunlu


Namertler içinde yiğit uyunnu
Kaz kimi pısmanıh erkek boyunnu
4
Biz Türk 'ük Türklükten dermanımız var

Gerek adıyla anılan halk hikayesinde tespit edilen rüya motifi gerekse zik­
redilen şiirdeki ifadesi, Ercişli Emrah'ın badeli Aşık olduğunu doğrulamaktadır.
Emrah'ın babası, zamanının tanınmış ve geleneği iyi bilen ve uygulayan saz
şairlerinden Aşık Ahmed'dir. Ercişli Emrah, babası Aşık Ahrned'in saz meclis­
lerinde büyümüştür. Gerekli bilgileri dinleyerek ve gözleyerek elde etmiştir.
Teşvik görmediği ve uygulama fırsatı verilmediği için kendine güveni yoktur.
Pek çok aşığın biyografisinde gördüğümüz gibi aşıklık sanatını icra etmeye
başlamak ve sevdiği kızı açıklamak için bir fırsata ihtiyacı vardır. Kompleks
rüya motifi, bu motivasyonu sağlamaktadır. Evlerinde misafir oldukları Miloğlu
Ahmed Bey'in kızı Selvihan'ı, Emrah rüyadan önce görmüş olmalıdır. Ancak
şiir söyleme isteği gibi bu kızı beğendiğini de söylemesine gelenekler elverme­
mektedir. Emrah rüyada, pir elinden ruhsat almıştır. Bundan sonra çevresine, en
önemlisi usta saydığı babasına kendisini ve sevdasını kabul ettirmiş ve onlardan
yardım almayı başarmıştır.
Aşıklar, çoğunlukla rüyadan uyandıktan sonra gördükleri rüyayı ve rüya ile
kazandıkları mertebeleri bir deyişle anlatırlar. Emrah'ın böyle bir deyişi tespit
edilememiştir. Emrah 'ın şiddetle aşıklık istemesinin sebebi, Miloğlu Ahmed
Bey'in saz meclisinde babası Aşık Ahmed'in Emrah' ı küçük görmesidir. Hika-

Doç. Dr. Sfilm Sakaoğlu, Ercişli Emrah, Ankara 1 987, s. 1 13.


Türkiye'de AŞIK TARZI ŞltR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 277

yede Ercişli Emrah kendisine gelir gelmez, babasına hitaben söylediği şu dört­
lük:

Diz vurdum yerlere, sürdim üzümi


Eğer aşk eh/isen al bu sözümü
Evvelce Resulün cemal üzüni
s
Diz çöküp de evvel gören kim idi

Aşık fasıllarının bağlama-muamma bölümlerinde yer alan bilgi ve sanatı


bir arada sınayan şiirlerdendir. Ercişli Emrah aynı dörtlüğü, Isfahanlı Aşık Ab­
bas' a da yöneltmiş,6 babası gibi Aşık Abbas'tan da cevap alamamıştır. Aşık
Edebiyatı geleneği bir kişinin iyi ve başarılı §şık olduğunu kabul etmek için §şık
fasıllarına katılmasını ve bu fasıllarda başarılı olmasını gerekli kılar. Emrah,
kendisini babasına kabul ettirdikten sonra, Tebrizli Mert Cebbar, Horasanlı
Lezgi Ahmed ve Isfahanlı Aşık Abbas' la karşılaşmıştır. Bu fasılların tamamı
tespit edilmiş olmakla beraber, özellikle bağlama-muamma ve askı muamma
bölümlerinin varlığı, Erçişli Emrah'ın başarısının belgelenmesi açısından dikkat
çekicidir. Doğu Anadolu Bölgesinde Aşık fasılları şu bölümlerden oluşur:
Hoşlama, merhabalaşma gibi isimlerle anılan giriş bölümünde, §şıklar dinleyici­
leri selamlamak ve hoş geldiniz demek için çok kere "hoş geldiniz", "safa geldi­
niz", "merhaba" gibi rediflere bağlı ayaklarla karşılıklı söyledikleri koşma dört­
lükleri veya ayn ayn söyledikleri divaniler yer alır. Hatırlatma, canlandırma
denilen ikinci bölümde §şıklar kendilerinden önce yaşamış ve sevilen §şıkların
deyişlerini sıra ile söylerler.
Bu ilk iki bölümün farklı olduğu fasıllar da vardır. Bazı §şık fasıllarında ev
sahibi durumunda olan aşık ilk ayağı açarak 1 5 heceli bir divani ile misafir 8şığa
"hoş geldin" der. Misafir §şık, ev sahibinin deyişine üç kıtalık 1 5 heceli bir di­
vani ile cevap verir. Bundan sonra her iki §şık sıra ile üçer kıtalık birer tecnis
(yedekli koşma-cinaslı) ve birer güzelleme ( 1 1 heceli, düz ayaklı, bir kişinin
veya yerin güzelliğinden bahseden koşma) söylerler.
Tekellüm, aşık fasıllarının en geniş ve en çok hüner isteyen bölümüdür.
Koşma dörtlüklerinin paylaşılarak sıra ile karşılıklı olarak çeşitli konularda ve
çeşitli ayak düzenlerine uyularak daha çok yarışma psikolojisi ile yapılan karşı­
laşmalar bu bölümde yer alır. Bu bölüm kendi içinde yedi gruba ayrılmakla
beraber, her fasılda yedi grubun her birinin yer alması şart değildir. Tekellüm
bölümünün ve aşık fasıllarının en önemli ve yarışmalarda vazgeçilmez kısmı
"bağlama-muamma"dır. Bu bölümde iki §şık birbirini dini-tasavvufi ve İslami
menkıbeler konularında imtihan ederler. Bu bölümde kafiyesi az olan ve zor

6 Muhan Bali, Emrah ile Selvihan Hi/c4yesi, Ankara 1973. (Aşık İshak KemAli rivayeti, s. 108).
a.e., s.
131.
278 Prof. Dr. Umay GÜNAY

ayak denilen kafiyelere de başvurulur. Bağlama-muamma bölümünde aşıklar


birbirlerini hem bilgi hem de sanat yönünden zorlarlar.
Bağlama veya muamma adlarıyla da anılan bu bölümde aşıklardan biri di­
ğerine soru sorar, ikinci aşık birinci aşığın açtığı ayağa bağlı olarak sorunun
cevabını taşıyan bir dörtlük söyler. Dörtlük sayısı kısıtlı ı;ılmadığı gibi ikinci
aşık, birinci aşığın sorulan bitip hepsi doğru olarak cevaplanrnışsa o zaman ikin­
ci aşık yeni bir ayak açarak kendisini sorguya çekmiş olan aşığı imtihan eder.
Bazı aşık karşılaşmaları, yalnızca bağlama-muamma tarzında da yapılabilir.
Ercişli Emrah adına kaydedilen karşılaşmalar bu niteliktedir. Emrah'ın, Selvihan
ile ve diğer vesilelerle söyleşmeleri aşık fasılları dışında aynca değerlendirilme­
si gereken sistemli deyişmelerdir.
Ercişli Emrah, önce babası Aşık Ahmed ile karşılaşmış ve ona şu sorulan
yöneltmiştir:
Hovatın bağları çoktur, eıı yahşisi hangisi?
Üç yüz altmış altı dalın bir hanesi hangisi?
"M " harfini nuş edenler çekerler dad u ahı
Peygamber ki zuhur etmiştir anası hangisi?

Baktım aya gördüm elif, seyreyledim semayı,


Kuruldu mizan terazi, bil tarttılar günahı,
Halil İbrahim Peygamber ne gün yaptı Kabeyi?
Mizan burcunun binası ve mihrabı hangisi?

Derlli Emrah bu sözlere ağlayıp ta kanasın


Nazlı yardır çanı çırağm sen ona pervanesin
Sen bu aşkın dolusunu nuş edip te kanasın
7
Kailim mim nuıı kitabının manası hangisi

Divani türünde söylenmiş bu bağlama-muammanın çözümü ebcedle ve İs­


lami menkıbe ve olayları bilmekle mümkündür. Ercişli Emrah' ın babası Aşık
Ahmed bu birikime sahip olmadığı için bunlara cevap bulamaz ve "Emrah 'ın
sözleri A rapça, Türkçe danışsın " der. Bunun üzerine Emrah, babasına 1 1 heceli
3 tanel i bir koşma ile soru yöneltir:

A ı ·cı idi111 ge::.er idinı salırnda


Gö riinılii göz.ilme iiçtiir ne idi ?
Ol ki111 idi torıııı attı deryaya
Çıkardı ke11rı ra iiçtiir ne idi

a C . , S, 263.
Türkiye' de AŞIK TARZI Şİİ R GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 279

Avcı idim gezer idim bu dağı


Üç yüz altmış altı dalın budağl.
Çek sineme bu düğünü, duvağl.
On iki bent üzre üçtür ne idi?

Emrah der ki gönül haraptır harap


Erenler elinden içmişim şarap
Verende ruhunu ol Ebültrap
8
Ali 'yi götüren söyle ne idi

Aşık Ahmed, bu dörtlüklere de cevap veremez ve oğlunun "daha Türkçe


söylemesi"ni ister. Emrah koşma türünde iki dörtlük daha söyler, babası cevap
veremez. Burada, babanın oğlunu, Arapça söylüyor, Türkçe söylesin şeklindeki
ikazı dikkat çekicidir. Aşık fasıllarının gerekli kıldığı bilgi birikimini ve Osman­
lıca ifadelerin yoğunluğunun yadırgandığını ifade etmektedir. Aşık fasıllarının
XVII. asırdan önceki örneklerinin bulunması bu konuya açıklık getirebilir kana­
atindeyim. Emrah ve çağdaşlarından önceki dönemin fasıllarının uygulama ve
bilgi birikimlerinin ne olduğunu bugün söylemek mümkün değildir.
Ercişli Emrah, babası Aşık Ahmed' den sonra, zamanının güçlü aşıklarından
olduğu rivayet edilen Mert Cabbar'la Tebriz'de karşılaşır. Mert Cebbar da Em­
rah' ın sorularından hiçbirine cevap vermemiştir."
Emrah' ın üçüncü karşılaşması, Horasan'da Lezgi Ahmed isimli saz şairi ile
olur. Bu karşılaşmada ilk sözü Lezgi Ahmed almış, önce Emrah' ı o imtihan
etmiştir. Emrah bütün sorulara cevap vermiştir. Konuya açıklık getirmesi ve bir
aşığın neleri bilmesinin gerekli olduğunu göstermesi bakımından örnekleri ay­
nen veriyoruz:
Dinle bu sözümü ey aşık Emrah,
Evvel o kim Siııa 'ya geldi
Niçin dara düştü Hazret-i Havva
O nice melektir Havva 'ya geldi?

Dinle bu sözümü ey Lezgi Ahmed


Adem halk oldup Sina 'ya geldi
Habil darda idi Hazret-i Havva
Semai melektir Mina 'ye geldi

Ol kimdir ki gece gündüz telaşta


Ol kimdir ki tuşelendi ağaçta

a.e. , s. 264.
a.e., s. 265.
280 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Ol kimdir ki taam geldi Miraç 'ta


Nur güzellik hangi kimseye geldi?

Biz adem oğluyuz hergün telaşta


ZLkeriye tuşelendi ağaçta
Mustafa 'ya taam geldi Miraç'ta
Nur güzellik Yusufüliha 'ya geldi

Lezgi Ahmed özün saldın cefaya


Bütün emeklerim gitti havaya
Nedir ol Davud'a, nedir Musa 'ya
Ol nedir ki Hazret-i İsa 'ya geldi?

Aşık Emrah özün salıp sevdaya


Çok şükürler olsun gani Huda 'ya
Z,eb�r Davut 'adır Tevrat Musa 'rff
_
01 lncildir Hazret-i /sa 'ya geldi

1 1 heceli koşma dörtlükleriyle Emrah da Lezgi Ahmed'e soru yöneltir.


Lezgi Ahmed bu sorulara cevap veremez. Geleneğin öngördüğü tarzda Emrah
sorulann cevaplannı kendisi verir.

Dinle bu sözüm ey Aşık Ahmed


Ol nedir ki hare gider yolu var
Ol nedir ki insan ile dolanır
Tapa bilmez anın fendifiili var

Dinle bu sözümü ey Lezgi Ahmed


Ol dünyadır hara gider yolu var
O şeytandır iidem ile dolanır
Tapa bilmez anın/endi.fiili var

Ol nedir ki boyanuptur boyaksız


Ol nedir ki yola gider ayaksız
Ol nedir ki �oğar elsiz ayaksız
Kırk gün sonra bakarsın eli var

Zağfrandır boyanuptur boyaksız


O ölüdür yola gider ayaksız

10
a.e., s. 266.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 281

Kurbağadır doğar elsiz ayaksız


Kırk gün sonra bakarsın ki eli var

Ol nedir ki her dem her dem alalar


Ol nedir ki el değmemiş yaralar
Ol nedir ki dindiğinden paralar
Ol nedir ki kanadında alı var

Ol göktür ki herdem herdem atalar


Gönüldür ki el değmemiş yaralar
Yarasadır dindiğinden paralar
il
Kelebektir kanadında alı var

Kanaatime göre bu son soru ve cevaplar askı-muamma bölümüne aittir.


Çünkü askı şeklindeki muammalar daha çok anonim bilmece karakterindedir.
Soruların cevaplan canlı veya cansız cisimlerdir. Bağlama grubuna giren mu­
ammalar iki aşığın birbirinin bilgisini ve sanahndaki hünerini yoklama esasına
dayanmaktadır. Aşık fasıllarında berabere kalan aşıklar son olarak askı-muamma
tarzında yarışırlar. Bazen yarışma ve fasıl askı-muamma ile de başlayabilir.
Ancak Emrah, Lezgi Ahmed'in sorularını cevaplamıştır. Lezgi Ahmed' le Em­
rah' ın sorularını cevaplamış olmalıdır. Sonuçta elimizde mevcut olan bu askı­
muamma dörtlükleriyle Emrah' ın galip geldiği düşünülebilir. Klasik edebiyatta
da örnekleri bulunan, "ol nedir kim" ibaresi ile başlayan lllgazlarla askı­
muamma arasında yakınlık sözkonusudur. Ercişli Emrah, daha önce babasını
yenmiş olan Aşık Abbas' la Isfahan'da karşılaşır. Ona yönelttiği ve cevap ala­
madığı dörtlükler bağlama-muamma tarzındadır.12 Aşık fasılları, iki aşık berabe­
re kaldığı takdirde tatlıya bağlanır, medhiye ve uğurlama bölümleri ile sonuçla­
nır. Kaynaklarda Ercişli Emrah' ın bağlama-muamma ve askı-muamma tarzında­
ki karşılaşmaları verilmiş ve Ercişli hep galip gelmiştir. Bu sebeple medhiye­
uğurlama bölümlerine ait malzeme tespit edilememiştir.
Ercişli Emrah, Aşık tarzı şiir geleneğinin öngördüğü, kompleks rüya motifi
ve aşık fasılları ile bilgi sınama şartlarını yerine getirmiş ve adına hikaye tasnif
edilmiş veya etmiş başarılı bir saz şairidir.
Ercişli Emrah' ın ve çağdaşlarının şiirlerinden hareketle XVII. yüzyılda bu
edebiyatı şekillendiren Türk kültür birikimini, İslami inanç sisteminin
heterodoks akıma yansıyan şeklini ve değerler sistemini tespit etmek mümkün­
dür. Bu tespitler için aşık edebiyatında muhteva tahlillerinin yapılması gerekli­
dir.

il
12 a.e., s. 267.
a.e., s. 268.
282 Prof. Dr. Umay GÜNAY

IX

CUMHURİYET TERKİBİ ve
BARIŞ MANÇO <*>

Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte Türkiye Doğu medeniyetinden Batı me­


deniyetine geçiş kararını resmen uygulamaya başlamıştır. Türk kültür ve mede­
niyetinin tarihi gelişimi içinde üç önemli basamaktan geçtiği görülmektedir.
Altı-Bozkır medeniyeti, Yerleşik Arap-Fars medeniyeti ve içinde bulunduğumuz
Batı medeniyeti daireleri bu dönemleri ifade etmektedir.
Bu medeniyet ve kültür dairelerinde birinden diğerine geçişte ihtiyaca ce­
vap vermeyen birtakım unsurlar, kabuller, değerler, kurallar, anlamlar, sanat
türlerinin bir bölümü bütünüyle terk edilirken bir bölümü özünü muhafaza ede­
rek yeni şartlar altında yeni terkipler halinde şekillenmiştir. Türk kültür ve me­
deniyeti, İslamiyetten sonra Arap-Fars medeniyeti ve kültür dairesinde aşılana­
rak XVI. yüzyılda mimanden edebiyata kadar her alanda örneklerini gördüğü­
müz başarılı ve kendine has Türk-İslam sentezi veya Osmanlı terkibi denilen
birikime ulaşmıştır.
Atlı-Bozkır medeniyeti döneminde Türklerin müzik aleti eşliğinde veya ez­
gi ile söylenen büyük bir bölümü sözlü olan gelişmiş edebiyat geleneklerinin
olduğunu biliyoruz. Çeşitli Türk boylarında destan ve şiirleri kopuz eşliğinde
terennüm eden şairlere ozan, baksı, kam, oyun gibi adlar verilmiştir. VII. yüz­
yıldan itibaren sözlü edebiyat geleneği yanında yazılı edebiyat geleneğinin var­
lığını Köktürk ve Uygurlara ait yazıt, el yazması ve tahta harflerle basılmış eser­
lerden izleyebiliyoruz. İslamiyetin kabulünden sonra yazılı edebiyat gelenekleri
olan Ozan-Baksı edebiyat geleneği ise yeni inanç, yaşama şart ve şekilleri altın­
da gelişme ve değişme göstererek XVI. yüzyılda "aşık edebiyatı" geleneği hali­
ne gelmiştir. Aşıklar da ilk atalan gibi şiirlerini müzik aleti eşliğinde terennüm
etmeğe devam etmişlerdir. Kopuzun yerini bağlama ve türevleri almıştır. Epope
tarzı destanların yerini koşma ve mani nazım şekilleri ve bu şekillere dayalı
geliştirilen türler almıştır. Tanzimat hareketiyle başlayan Batılılaşma dönemin-

<,,,ı Millf Folklor 2, 13 (B ahar l 992)'de yayınlanmıştır.


Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÖİ ve RÜYA MOTİFİ 283

den itibaren batı dillerinden tercüme yoluyla ilk edebi geleneğimizin devamı
olan tekke, anonim ve aşık tarzı edebiyat Halk Edebiyatı adıyla anılmaya baş­
lanmıştır.
Aşıklar, Türk kültürünün anlamlar, değerler, kurallar bütününe uygun ahlak
anlayışını temsil eden, yaşatan ve yayan eserler vermişlerdir. Eğlendirme kadar
eğitim ve öğretim sorumluluğunu da üstlenmişlerdir. Öğrendiklerini, gördükle­
rini, algıladıkları estetik duygulan sazları eşliğinde şiir, hikaye ve sohbetlerle
dinleyicilerine ulaştırarak onların gözü, kulağı bir anlamda öğretmeni ve dostu
olmuşlardır.
Cumhuriyetin kuıuluşundan sonra bu gelenek tarihi icra töresi ve estetik
anlayışıyla Cumhuriyetin değer ve kabullerini dile getiren Aşık Veysel gibi bir
büyük temsilci yetiştirmiştir.
xxı. yüzyıla yaklaştığımız şu yıllarda ise aşıklardan çok farklı bir çevrede
yetişen, müzik çevrelerince Hafif Batı müziği veya pop sanatçısı olarak tanıtılan
ancak kendisini bu sınıflandırmaların dışında kabul eden ve Türk bestekan diye
nitelendiren Barış Manço' nun çağın ihtiyaç, talep ve estetiğine uygun yeni bir
oluşumu temsil ettiğini görüyoruz. Bu oluşum kültürdeki sürekli unsurların çağ
ve medeniyet değişiminde nasıl muhafaza edildiğini göstermesi bakımından
fevkalade ilgi çekici bir olgudur.
Genç Türkiye Cumhuriyeti, batı teknikleri Türk kültür birikimini çağdaş
terkiplere yöneltmeyi, Ziya Gökalp'ın ifadesi ile Türk harsını teship etmeyi
amaçlamıştır. Atatürk' ün kurdurduğu Ankara Devlet Konservatuan bu anlayışla
Ahmet Adnan Saygun, Ferit Alnar, Cemal Reşit Rey gibi bestekarlar yetiştirmiş­
tir. Barış Manço'nun güftelerinde ve "Barış Manço ile 7'den 77'ye" isimli TV
programında aşık tarzı edebiyat geleneğinin anlamlar, değerler ve kurallar bütü­
nüne paralel kabullerin dile getirildiğini görüyoruz. Barış Manço, güftelerinde
ismini tapşırarak, Türk milletinin kabul ve değerlerini aktaran atasözü, deyim ve
halk deyişlerini kullanarak, Türk müziğini tek seslilikten özüne sadık kalarak
çok sesliliğe aktararak maziye bağlı hali sergilemiş ve geleceğe umut kapılan
açmıştır. Güftelerinde kullandığı: "Ya nasip ya kısmet, " " Unutma ki dünya fani,
veren Allah alır canı, " "Can bedenden çıkmayınca, " "Sarı çizmeli Mehmet
Ağa, " "Becerikli işini dağdan aşırmış, beceriksiz düz ovada şaşırmış, " "Sarı
sarı bilezikleri takarım kollarına " gibi pek çok tecrübeye dayanan ve duygusal
Türk halk deyişlerini orijinal çok sesli bestelerle çağdaş Türk hayatına ve gele­
cekteki nesillere taşımıştır. "1923-2223 " adlı enstrümantal parçası Cumhuriyet
tarihinin seslendirilmesi olarak değerlendirilebilir. ''7'den 77'ye " adlı TV prog­
ramında gerek Türkiye içinde gerekse Türkiye dışında ilgi çekici tarihi ve coğra­
fi olay, yer, eserleri tanıtması, aşıklann seyahatlerinin dünya coğrafyasına yayı-
284 Prof. Dr. Umay GÜNAY

lışının sonucu şeklinde değerlendirilebilir. Bu seyahatlerle dünyayı çeşitli boyut­


larıyla Türkiye'ye, Türkiye' yi dünyaya tanıtmaktadır.
Halkbilimi, milli kültür birikiminin tarihi süreç içinde bir milletin çeşitli
grupları tarafından farklı ölçülerde muhafaza edilen veri ve varyantlarını incele­
yen ilim dalıdır. Milli kültür birikimimizin önemli bir bölümünil teşkil eden
Ozan-Baksı edebiyat geleneğinin devamı olan aşık tarzının çağın ihtiyaç, zevk,
kabul ve beklentileri çerçevesinde yeni bir oluşumunun temsilcisi ve kurucusu
Barış Manço'dur.
Cumhuriyet terkibi içinde tarihi Aşık edebiyatının milletimizin her seviye­
deki insanına ulaşan bütünleştirici ve olumlu insan tipine özendirici nitelikleri­
nin sürekliliğini sağlayan bu yeni oluşumun adı ne olur sorusunu bugün için
cevaplamak mümkün olmamakla beraber kurucusunun ve ilk başarılı temsilcisi­
nin Barış Manço olduğunu söylemek mümkündür.
Fuad Köprillü'nün bu asrın başında feodal hayat tarzının sonucu olarak or­
taya çıktığını kabul ettiği ve yaşama tarzının değişmesinden dolayı kaybolduğu­
nu söylediği ve dilber tarz olarak nitelendirdiği Aşık edebiyatının 2 1 . yüzyıla
yeni bir boyutta yapıca ve yaratıcı iç dinamiğini muhafaza ederek ulaşmakta
olduğunu görmek, biz kültür araştırıcıları açısından fevkalade dikkat çekicidir.
Jung'un kolektif şuuraltı kavramının bu tür sanat olgularını anlamakta ve
değerlendirmekteki açıklayıcılığını gözden uzak tutmamak gerektiği kanaatin­
deyim.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞtiR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 285

AŞIK VEYSEL ve
AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGi< *>

Kaynaklarda Aşık Veysel' le ilgili şu bilgiler verilmektedir: "Aşık Veysel


Şauroğlu 1 894 yılında Sivas'a bağlı Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde dünya­
ya gelmiştir. Veysel, yedi yaşında iken Sivas'ta meydana gelen çiçek hastalığına
yakalanmış ve sol gözü kör olmuştur. Sağ gözüne perde inmiş, bu gözünün iyi­
leşebileceği ümidi varken bu gözüne değnek batmış ve bu şans da ortadan kallc­
mışur. Veysel'in babası Ahmet Şatıroğlu, birçok Anadolu köylüsü gibi şiire
meraklıymış. Halk şairlerinin, şiirlerini oğluna öğreterek onu avubnaya çalışmış­
tır."1
Bilgi ve tecrübelerimize göre Aşık Veysel'in babasının saz şiirine meraklı
oluşu yalnızca kişisel tercihi değildir. XVI. yüzyıldan itibaren bütün imparator­
luk topraklarında ilk milli Türk şiiri geleneğinin İslamiyet, yerleşik medeniyet,
çağın kültür ve bilgi birikimi, beklenti, ihtiyaç ve zevklerine göre şekillenerek
Aşık Edebiyatı geleneği halinde gelişmiştir. Aşık Edebiyatı, yetenekli kişilerin
kalifiyeli kelimeleri art arda getirerek anlık heyecan ve duygularını dile getirdik­
leri örneklerden oluşmamaktadır. Aşık Edebiyatı geleneği, Türk milletinin yay­
gın eğitimi ve öğretimini sağlayarak sanatçı eğilimleri yönlendirmiş, belirli ka­
buller ve kalıplar içerisinde yeteneklerin yol bulmasına imkan sağlamıştır. Bu
gelenek, Osmanlı Devleti içinde sınırlı sayıda insana ulaşabilen resmi eğitim ve
öğrenimin aşık fasıllar ve hikaye anlatıcıları vasıtasıyla kalabalık kitlelere ulaş­
masında vasıta olmuştur. Halle Edebiyatı genel başlığı altında topladığımız aşık,
tekke ve anonim edebiyat mahsulleri incelendiğinde bunların dayandığı kaynak­
larla Divan Edebiyatının dayandığı kaynakların ortak olduğu görülmektedir.
Kur'an ve hadisler, peygamber ve evliya menkabeleri, tasavvuf ve tarikatlerin
yaygınlaşmış kabulleri, Hint, İran ve Arap edebiyatlarından tercüme edilen eser­
ler (bu eserler Divan Edebiyatı vasıtasıyla Halk Edebiyatına aktarılmıştır) yerli
ve milli malzeme orta dönem Türk kültürünün ortak kaynaklarıdır. Yerli ve milli
malzemenin içine sözlü kültür aracılığı ile aktarılan destanlar, atasözleri, deyim­
ler, bilmeceler, masal, fıkra ve hikayeler, mani, koşma, türkü, ninni, ağıt gibi
manzum eserler yanında tarihi hauralar ve Divan Edebiyatı birikiminin de dahil
olduğunu ifade etmek gerekir.

�*) Hacertepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, cilt 10, sayı l , Temmuz 1 993, s. 21-22.
Ümit Yaşar Oğuzcan; Aşık Veysel, Dostlar Beni Haıırlasın, İstanbul 1985, Aşık Veysel, Haya­
ıı-Şiirleri ve Hakkında Yazılanlar, İstanbul 1972.
286 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Kitlelere ulaştırılan bu kültür birikimi ve zengin kelime hazinesi sayesinde


bugün hayranlık ve takdirle incelediğimiz, estetik zevk aldığımız Aşık Edebiyatı
teşekkül etmiştir. Her sanat, belirli bir kültür birikimine bağlı olarak doğar geli­
şir ve bu kültür birikiminin dağılmasıyla birlikte önce kendi kendini tekrar eder
sonra yozlaşarak yok olur. Bugün Aşık Edebiyatı adı ile andığımız edebiyat
başlangıçta Ozan-Baksı edebiyat geleneği olarak şekillenen ilk milli edebiyatı­
mızın xvı. yüzyılda yeni kültür birikimi, kabuller, ihtiyaçlar, talepler, zevk ve
beklentilerin etkisiyle gelişim ve değişime uğramış devamıdır. Aşık edebiyatı
geleneği bütün Osmanlı topraklannda bilgi ve kültür yayılımında ve haberleş­
mede fevkalade etkili olmuştur. XIX. yüzyılda da tarihe kanşmıştır. Batıya göre
muhafazakar bir hayat tarzının hakim olduğu Doğu Anadolu Bölgesinde tarihi
biçimine sadık kalarak yeni kabullerin bir bölümünü özümleyerek içlerinde Aşık
Veysel gibi başarılı temsilcilerin de bulunduğu kalabalık saz şairi kadrosuyla
hayatiyetini günümüze kadar sürdürmüştür. Sivas ili de bu geleneği canlı olarak
yaşatan bölgelerimizden biridir. Bu sebeple Veysel'in babasının, kör olduğu için
hayatını kendi kendine yeterek sürdürmesi güç olan oğlunu saz şairliğine yön­
lendirmesi tesadüf değildir. Aşık Tarzı Edebiyat geleneği Veysel'in doğduğu ve
yetiştiği dönemde bütün bu bölgenin yaşama ve kendilerini ifade etme tarzlan­
nın belirleyicisi ve öğreticisidir. Bu tabii ortam içinde Veysel de aşık toplantıla­
nnın dinleyicisi ve öğrencisi haline gelmiştir. Sakatlığı sebebiyle başkalanna
bağımlı, çöken bir kişilik yerine, yönlendirilmiş belirli bir öğretim ve eğitimle
şiir söyleme ve saz çalma yeteneği kazanarak kendi kendine yeten, aynı zaman­
da toplum hayatına katkıda bulunan, üreten olumlu bir kişilik kazanmıştır. Aşık
Edebiyatı geleneğinin Türk kültür hayatı içinde sanatçı eğilimleri yönlendirme
ve şekillendirme yanında pek çok sıradan insana da düşünce ve duygulannı
ifade etme yeteneği kazandırması, kelime hazinelerini zenginleştirmesi gibi
fonksiyonlan üzerinde durulmamıştır. Sanatçı ile çevresi arasında karmaşık bir
alışveriş söz konusudur. Bazı açılardan sanatçı çevresinin ve çağının ötesindedir
ancak böyle bir sanatçının eserini sunabilmesi ve onu algılayabilen, sezebilen bir
çevre içinde mümkün olur. Sanatçının eserinin doğup yaşayacağı çevrenin ve­
rimli olması gereklidir. Aşık Edebiyatı geleneği bence bu bakımdan da ilgi çeki­
cidir. Bu gelenek aşık fasıllan ve hikayeci aşıklann kültür birikimlerine ulaşma­
larını sağlamıştır. Bu türlü ortamlarda yaşayan yetenekli kişiler sanatçı kimliğine
ulaşarak mensup oldukları topluluklara yaratıcılıklarının meyvelerini armağan
etmişlerdir. Sözlü kültür birikiminin kaybolduğu günümüzde, yazılı eserler de
geniş halk kitlelerine ulaşıp kültür birikimi halini alamadığından sanat ortamlan
meydana gelememektedir.
Aşık Edebiyatı geleneğinde sade kişilikten sanatçı kişiliğe geçişte hareket
noktası rüya motifidir. Orta Asya Şamanlığa giriş merasimlerinin hayal-rüya
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 287

haline dönüşmesiyle oluşan kompleks rüya motifi önceleri destancıların sade


kişilikten sanatçı kişiliğe geçişlerinde XVI. yüzyıldan itibaren de İslami kabul
ve değerlerle birleşerek aşık kimliğine ulaşmada rol oynamıştır. Aşık Veysel ' le
ilgili kaynaklarda onun böyle bir rüya gördüğüne dair kayıt yoktur. Cumhuriyet­
ten sonra bu gelenek içinde rüya motifine karşı kabullerin farklılaştığını ve bazı
temsilcilerin bu olgunun çeşitli sebeplerle gerçekleşmeyeceğini ifade ettiklerini
biliyoruz.2 Aşık Veysel'in hayat hikayesi içinde rüya motifi tespit edilmemekle
birlikte aşağıda verdiğim şu şiiri, ilhamın ve şiir söyleme yeteneğinin Tanrı
armağanı olarak gönlüne indiğini anlatmaktadır. Aşıklık geleneği içinde rüyadan
sonra söylenen ilk deyişlerin özelliklerini aksettiren bu şiir, onun aşıklık gelene­
ğinin tarihi dönem kabulünü benimsediğini ve samimiyetle ifade ettiğini sergi­
lemektedir:

Kırk yaşımdan sonra kalbime ilham


Erişti Mevla 'dan bir ihsan oldu
Hakk 'ı bilenlere hazırdır her an
İnkar edenlere sır nihan oldu

Varlık noktasını açık gösterdi


İrade-i cüz'ün eline verdi
Hakk 'ı bilen her eşyayı Hak gördü
Vücudun şehrine o sultan oldu

Sağda solda arşta kürste her yerde


Hazırdır mümkirin gözünde perde
Diyen bilmez bilen demez bir ferde
Akıl ermez sırrı bir süphan oldu

'Zahir batın her irenkten görünür


Gani doğar amma gahi dulunur
Nerde baksan orda hazır bulunur
Kim demiş hakkında lamekan oldu

Nuru ile bu alemi kapladı


Azimdir kerimdir gafurdur adı
Sefil Veysel Hak 'tan ister muradı
3
Murad/ar verecek cömertkan oldu

Umay GUnay; Aşık Tarzı Şiir Geleneği ve RUya Motifi, Ankara 1986.
Dostlar Beni Hatırlasın, İstanbul 1985, s. 23.
288 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Aşık Veysel 1 932 yılında Sivas'ta yapılan ilk "Aşıklar Bayramı"na katıldı­
ğı dönemde ustamalı şiirler söyleyen gelenek taşıyıcısı durumundaydı. Aşık
Veysel, ustamalı deyişleri söylediği dönemlerde kendi deyişlerini de yarattığını
ancak bunları cesaret edip dinleyicilere sunamadığını bildirmiştir. Gelenek için­
de sade kişilikten sanatçı kişiliğe geçişi sağlayan rüya motifinin yerini Veysel'in
hayatında Ahmet Kutsi Tecer almıştır. Ahmet Kutsi Tecer'in desteği ve katkıla­
rıyla Veysel' in şiir kişiliğinin oluşum süreci tamamlanmış ve Cumhuriyetin X.
yılında 1 933'te Veysel de "Cumhuriyet ve Glizi Mustafa Kemal Paşa " adlı de­
yişini aynı yıl İstanbul Radyosunda seslendirmiştir. Bu şiir, Cumhuriyet ideolo­
jisini ve Atatürk' ün Türkiye Cumhuriyeti 'ni kurarken verdiği zorlu mücadelenin
destanıdır:

Atatürk 'tür Türkiye 'nin ihyası


Kurtardı vatanı düşmanımıı;dan
Canını bu yolda eyledi feda
Biz dahi geçelim öz canımızdan

Sinesini hedef etti düşmana


Ölmüşken vatanı getirdi cana
Çekti kılıcını çıktı meydana
Gören ibret aldı meydanımıı;dan

Çekildi sancaklar dayanmaz canlar


Şarktan garba gitti Türk 'teki şanlar
O kadar palalar o zabitan/ar
Ayrılmadı asla sağ yanımıı;dan

Dumlupınar Sandıklı 'nın cephesi


Dağları yıkıyor topların sesi
Kahraman askeri hücum etmesi
Cihan sele gitti al kanımızdan

Kaçırdık düşmanı bulunmaz izi


Bir hücumda geçti öte denizi
Siyanet ettiler askerimizi
Vatan memnun kaldı zabitanımızdan

Şeyh Sait de yüzün tuttu isyana


Milletini hor baktırdı vatana
Fakirfukarayı boyadı kana
Öyle şeyhler çoktur külhanımızdan
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 289

Çağırdım Şeyh Said sağır mı diye


Başında sarığı değirmi diye
Tarttılar şeyhleri ağır mı diye
Haberin doğrulttun urganımızdan

Şeriatı düşündüler şerci/er


Birtakım millete fesat verdiler
Her biri bir yerde geberdi/er
Onlar kurtulmadı toplarımızdan

Aklı başında olan düşünür bunu


Şeriatçı oldu tüketen onu
Dağda belde fukaraya soygunu
Veren onlar idi vatanımızdan

Menemen meselesi geldi meydana


Orda birkaç/arı uydu şeytana
Mehdi diye kendi kendin urgana
Taktı kurtulmadı darlarımızdan

Gazi Paşa Hazireti bir kişi


Ne kadar cesaret tuttu bu işi
Sarmıştı vatanı düşman ateşi
Esirgedi bizi ziyanımızdan

iddiacı Türkiye 'nin insanı


Çalışmakla kazandık biz vatanı
Aç kurt gibi parçaladılar düşmanı
Şecaat görünce as/anımızdan

Kurtardık vatanı bu belalardan


Tren hattı küşat ettik her yerden
Terakki etti mektebimiz hep birden
Teşekkür kazandık müşranımızdan

Hükümet de milletini kayırdı


Bir affetti hapisleri koyverdi
Adaletle tebligatlar duyurdu
Çok şeref kazandık bayramımızdan

Türkiye 'yi adalette yaşattı


Dağları deldirdi demir döşetti
290 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Millete bir altın kemer kuşattı


Haşa nankör olman davranınıızdan

Aşık Veysel bunu böyle söyledim


Benden de yadigar bu kalsın dedim
Sözlerim yalan mı dinle efendim
4
Kürre-i arz doldu hep şanımızdan

Veysel'in kendi üslubunu taşımayan ortak halk şiiri üslubunda Türkiye


Cumhuriyetinin kuruluşu ve ilk on yılda yaşanan güçlükleri ve başarılan dile
getiren bu ilk şiir, sonraki şiirleriyle birlikte değerlendirildiğinde onun Cumhu­
riyetle temsil edilen resmi Türk devleti ideolojisinin savunucusu olarak şekille­
nen kimliğinin ilk belirleyicisi olarak kabul edilebilir. Veysel'in vatan sevgisini,
Türklüğe inancını bütün şiirlerinde tespit eunek mümkündür. Ancak bazı şiirleri
bütünüyle bu temleri işlemiştir:

Vatan sevgisini içten duyanlar


Sıtk ile çalışır benimseyerek
Milletine, ulusuna uyanlar
Demez neyime lô.zım, neyime gerek

Herferdin hakkı var, bizimdir vatan


Babamız dedemiz döktüler al kan
Hudut boylarında can verip yatan
Saygıyla anarız, şehit diyerek

Vatan aşkı ile çalışan kafa


Muhakkak erişir öndeki safa
Tesir nüfuz olur her bir tarafa
Herkes onu büyük tanır severek

Olmak istiyorsan dünyada mesut


Hakk 'a halka yarayacak bir iş tut
Çalıştır oğlunu, kızını okut
insan olmak için okumak gerek

Vatan bizim, ülke bizim, el bizim


Emin ol ki her çalışan kol bizim
Ayyıldızlı bayrak bizim, mal bizim
s
Söyle Veysel öğünerek överek

Dostlar Beni Hatırlasın, s. 168.


Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 29 1

Kurtuluş Savaşına asker olarak katılamayışının ıstırabını "Olsaydım Cep-


hede Kahraman Asker" isimli şiirinde dile getinniştir:

Olsaydım cephede kahraman asker


Çalışırdım memleketin işine
İçimde duygular uyanan hisler
Taşırdı beni hudut dışına

Bizi bugün için beslemiş vatan


Ne mutlu bu yolda olaydım kurban
Çekilip karşıma çıkınca düşman
Süngü vursam idi düşman döşüne

İftihar ettiği,m büyük muradım


Türk oğluyum temiz Türk 'tür ecdadım
Şehit ismi yazılsaydı soyadım
Kanım ile mezarımın taşına

Ne yazık ki bana olmadı kısmet


Düşmanı denize dökerken millet
Felek kırdı kolum vennedi nöbet
Kılıç vurmak için düşman başına

Bugünler müyesser olsaydı bana


Minnet etmez idim bir kaşık kana
Mukadder harici gelmez meydana
6
Neler geldi bu Veysel 'in başına

Türk toplumunda çağdaşlaşma sürecini gerçekleştirirken ortaya çıkan tercih


farklılıklarından doğan çatışmaların uzlaşma ile sonuçlanması gerektiğini vurgu­
ladığı şiiri :

Bu nasıl kavgalar çirkin dövüşler


Hepimiz bu yurdun evltitlarıyız
Yolumuza engel olur bu işler
Hepimiz bu yurdun evltitlarıyız

Birleşiriz bir bayrağın altında


Biz Türklerin ikilik yok aslında

Dostlar Beni Hatırlasın, s. 1 6 1 .


Dostlar Beni Hatırlasın, s. 162.
292 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Yanar tutuşuruz vatan aşkında


Hepimiz bu yurdun evliitlanyız

Hedef alıp dövüştüğün kardaşın


Seni yaralıyor attığın taşın
Topluma zararlı yersiz savaşın
Hepimiz bu yurdun evllitlarıyız

Herkes ilim deryasında yüzüyor


Çıkmış ayın çevresinde geziyor
Yazık bize yollanmız uzuyor
Hepimiz bu yurdun evllitlarıyız

Kitaplar yazılmış nasihat oldu


Birlikte güçlenir gençliğin kolu
Gençliğe emanet Atatürk yolu
7
Hepimiz bu yurdun evllitlarıyız

"Türk 'üz türkü çağınnz ayaklı şiiri, ümmetten millete geçişte benimsenin
"

kabul ve değerleri dile getirmektedir:

Dünya dola şarkıyı/an


Türk 'üz türkü çağırırız
Yola gitmeyiz korkyulan
Türk 'üz türkü çağırırız

Türk 'üz Türkler yoldaşımız


Hesaba gelmez yaşımız
Nerde olsa savaşımız
Türk 'üz türkü çağırırız

Türklerdir bizim atamız


Halis Türk 'üz kanı temiz
Şarkı gazeldir hatamız
Türk 'üz türkü çağınnz

Bayramlarda düğünlerde
Toplantıda yığınlarda
Sıkılınca dar günlerde
Türk ' üz türkü çağırırız

Dostlar Beni Hatırlasın, s. 163.


Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve R ÜYA MOTİFİ 293

Yaylalarda yataklarda
Odalarda otak/arda
Koyun gibi koytaklarda
Türk'üz türkü çağırırız

Su başında su/aklarda
Türk 'ün sesi kulaklarda
Beşiklerde be/eklerde
Türk 'üz türkü çağırırız

inler Veysel arı gibi


Bülbüllerin zarı gibi
Turnalar katarı gibi
8
Türk 'üz türkü çağırırız

Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşma çabalarına


"uyan bu gafletten uyuma yurttaş, "9 eğitim ve öğrenimin gerekliliğine "Oku/"10
"Halkevi "" gibi şiirleriyle katkıda bulunmuştur.
Aşıklık geleneği içinde ağıt-destan niteliği taşıyan tüıün örnekleri olarak
"12
"Erzincan ve "Dumlupınar"13 kabul edilebilir. Atatürk' ün ölümünden sonra
söylediği "Ağlayalım A tatürk'e " başlıklı ağıt cumhuriyetimizin kurucusuna
duyduğu samimi sevgi ve minneti ifade etmenin yanında o tarihe kadar söylediği
şiirler içinde şiir estetiğini yakalayan Veysel'in kendi üslubunun belirginleşme­
ye başladığı ilk örnek olarak kabul edilebilir:

Ağlayalım Atatürk 'e


Bütün dünya kan ağladı
Süleyman olmuştu mülke
Geldi ecel can ağladı

Doğu, batı, cenup, şimal


Aman Tanrı bu nasıl hal
Atatürk 'e erdi zeval
Memur mebusan ağladı

lskenderi Zülkameyin

Dostlar Beni Hatırlasın, s. 164.


10 Dostlar Beni Hatırlasın, s. 166.
11
Dostlar Beni Hatırlasın, s . 187.
12 Dostlar Beni Hatırlasın, s. 188- 189.
13 Dostlar Beni Hatırlasın, s. 1 77.
Dostlar Beni Hatırlasın, s. 193.
294 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Çalışmadı bunculayın
Her millet Atatürk deyin
Cemiyet akvam ağladı

Atatürk 'ün eserleri


Söylenecek bundan geri
Bütün dünyanın her yeri
Ah çekti vatan ağladı

Fabrikalar icat etti


Atalığın ispat etti
Varlığın Türk'e terk etti
Döndü çark devran ağladı

Tren hattı tayyareler


Türkler giydi hep karalar
Semerkant'la Buhara/ar
işitti her yan ağladı

Bu ne kuvvet bu ne kudret
Varidi bunda bir hikmet
Bütün Türkler lnönü İsmet
Gözlerinden kan ağladı

Söz sağ olun Türk gençleri


Çalışanlar kalmaz geri
Maraşalın askerleri
Ordular teğmen ağladı

'Zannetme ağlayan gülmez


Arslan yatağı boş kalmaz
Yalnız gidenler gelmez
Her gelen insan ağladı

Uzatma Veysel bu sözü


Dayanmaz herkesin özü
Koruyalım yurdumuzu
14
Dost değil düşman ağladı

14
Dostlar Beni Hatırlasın, s. 173- I 74.
Türkiye' de AŞIK TARZI Şt1R GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 295

Aşık Veysel'in ortak halk şiiri üslubunu aşarak kendine has üsluba ulaşma­
sı şiire başlamasından sonraki yıllarda gerçekleşmiştir. Gerek Divan gerek Halk
şiirinde en çok işlenen temlerden biri de insan ömrünün sınırlılığıdır. İnsan fani­
liğinden her çağda tedirgin olmuş, çaresiz boyun eğdiği bu kaderi çok zengin
teşbih ve çağrışımlarla şiirlere aktarmışhr. Veysel, bu temi yeni bir soluk, ken­
dine ait bir üslup ve etkili bir beste ile şiirleştirmiştir. Veysel' in Türk şiirinde
ayrıcalıklı yerini sağlayan şiirlerinden biri de dünyanın faniliğini işlediği " Uzun
İnce Bir Yoldayım " başlıklı deyişidir:

Uzun ince bir yoldayım


Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece

Dünyaya geldiğim anda


Yürüdüm aynı zamanda
iki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece

Uykuda dahi yürüyorum


Kalmaya sebep arıyorum
Gidenleri ben görüyorum
Gidiyorum gündüz gece

Kırk dokuz yıl bu yollarda


Ovada dağda çöllerde
Düşmüşüm gurbet ellerde
Gidiyorum gündüz gece

Düşünülürse derince
Irak görünür görünce
Yol bir dakka miktarınca
Gidiyorum gündüz gece

Şaşar Veysel iş bu hale


Gah ağlaya gah güle
Yetişmek için menzile
ıs
Gidiyorum gündüz gece

Dostlar Beni Haurlasın, s. 221 .


296 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Kurt Reinhard, "Sivas Vilayeti Aşık Melodi Tiplen.,'16 başlıklı bildirisinde


aşık ezgileri ile anonim halk türkü ve ezgilerinin farklarını şöyle ifade etmiştir:
"Aşık ezgileri güfte mısrasındaki hece sayısıyla bağlantılıdır. Doldurma veya
tekrar edilen kelimeler açık biçimde telaffuz edilmektedir. Ezgilerde belli motif­
ler sık sık tekrarlanmakta ve türküler seslendirilirken sazın belli bölümü kulla­
nılmaktadır. Türkülerde cini bitiş veya yavaşlatarak sona erdirme büyük ölçüde
sazı kullananın arzusuna bağlıdır. Aşık ezgilerinde "sol" sesi ana ton olmakla
beraber "lci " ve "mi " seslerinin ana ses tonu olarak kullandığı örnekler de var­
dır. Aşık ezgileri, konuşma üslubunun ağır bastığı ezginin geri planda kaldığı ve
ezgilerin ağır basıp konuşma üslubunun gerilediği iki tarzdan oluşur. Konuşma
üslubunun öncelikli olduğu örneklerde ezgi yavaşlar ve konuşma ritmine ayak
uydurur. Aşık Veysel 'in deyişlerinde bu üslubun yaygın olduğu görülmektedir.
Bu üslupta sözlerin anlaşılması önemlidir. Veysel de bu besteden ziyade anlama
önem veren saz şairlerindendir. Orta Asya çoban ezgilerinin bazı teknik nitelik­
leri bölge saz şairlerinde ve Veysel 'de açıkça görülmektedir. "
Aşık tarzı şiir geleneğinin önemli özelliklerinden biri de dayandığı kültür
birikiminde, İslami ve tasavvufi kabuller- menkabe ve bilgilerin önemli yer
tutmasıdır. Herhangi bir tarikatın üyesi olmayan saz şairlerinin dünya görüşleri,
kainatı kavrayışları ve örnek insan tipi kabulleri İslami inanç sisteminin Türk
halkınca benimsenen şekline bağlıdır. Tanrı lutfü olarak kendilerine verildiğine
inandıkları şairlik yeteneği ve diğer nimetler için Allah' a şükrederler ve Allah' ın
yüceliğini daima dile getirirler. Veysel'in şiirlerinde de bu kabulü görmek
mümkündür. Türk-tasavvuf kabullerine göre insan Allah yolunda nasibince ilerle­
yebilir. Ancak hep çaba sarf etmekle yükümlüdür:

Heder oldu gençlik çağım


Senin yolunda yolunda ·

Soldu çiçeğim yaprağım


Senin yolunda yolunda

Ben ne idim nasıl oldum


Kcihi doldum kcih boşaldım
Yandım yakıldım kül oldum
Senin yolunda yolunda

Elinde bir dolu içtim


Türlü türlü derde düştüm
Cümle varlığımdan geçtim
Senin yolunda yolunda

16
Uluslararası 1. Folklor Kongresi Bildirileri, III. Cilt, Ankara 1977, s. 291 -309.
Türkiye' de AŞIK TARZI Şİ İR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 297

Dilsiz oldum pepeledim


Yağmur oldum sepelendim
Toprak oldum tepelendim
Senin yolunda yolunda

Sana uzanan el oldum


Kahi uslu kah del oldum
Naçizane Veysel oldum
17
Senin yolunda yolunda

İslami inanç ve kabule göre Allah' ın büyüklüğü ve insanın neden ölümlü


olduğunu bir türlü çözemeyişi ve çaresiz boyun eğişi "Mimar " başlıklı şiirinde
işlenmiştir:

Bu dünyayı kuran mimar


Ne hoş sağlam temel atmış
İnsanlığa ibret için
Kısım kısım kul yaratmış

Kimi yaya kimi atlı


Kimi uçar çift kanatlı
Dünya şirin baldan tatlı
Eyvah balı tuza katmış

Kazması yok küreği yok


Ustası var çırağı yok
Gök kubbenin direği yok
Muallakta bina çatmış

Bu çark böyle döner durmaz


Ehli tişklar yanar durmaz
Aşk meyinden kanar durmaz
Sevgi muhabbet yaratmış

Hep biliriz dünya fani


Oyalıyor seni beni
Adem atdan bu yana
Nice insan gelmiş, gitmiş

17
Dostlar Beni Hallrlasın, s. 19.
298 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Bu dünyaya gelen gülmez


Bir yol var ki giden gelmez
Bu hikmeti kimse bilmez
Ona sır demiş kapatmış

Bu nizamı böyle kurmuş


Kendi çekilmiş oturmuş
Veysel 'e dürlü dert vermiş
18
Durmadan derman aratmış

Dünyanın faniliği ve insanın kaderini istediği gibi yönlendirip şekillendi­


rememesi kabulü hem divan şiirinde hem halk şiirinde ısrarla işlenen temlerden
biridir. İçe dönük insan tipinin ve duygusal kültür yapısının karakteristik niteliği
olen bu kabul Veysel' in şiirlerinde de yer almaktadır:

Dünyada tükenmez murad var imiş


Ne alanı gördüm ne murad gördüm
Meşakkatin adını murad koymuşlar
Dünyada ne lezzet gördüm ne tad gördüm

Ölüm var dünyada yok imiş murat


Gün be gün artıyor türlü meşakkat
Kalmamış dünyada ehli kanaat
İnsanlar içinde çokfesad gördüm

Nuşveran-ı Adil nerede tahtı


Süleyman mührünü kime bıraktı
Resulü Ekrem 'in kanunu haktı
Her ömrün sonunda birferyad gördüm

Var mıdır dünyaya gelip de kalan


Gülüp baştan başa muradın alan
Muradı maksudu hepisi yalan
Ölümü dünyada hakikat gördüm

Dönüyor bir dolap çarkı belirsiz


Çağlayan bir su var arkı belirsiz
Veysel neler satar narkı belirsiz
19
Ne müşteri gördüm ne hesap gördüm
18
Dostlar Beni HaUrlasın, s. 27.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 299

Aşıklık geleneği içinde karderden şikayetle birlikte Tann ile hesaplaşma ve


Tann'ya sitem ifade eden şiirler de vardır. Aslında bu kabulde hayır da şer de
Allah 'tandır, insanın hoşuna gitmeyen şeylerin de bir hikmeti vardır inancı da
dile getirilmektedir. İslamiyet gayba inanmayı şart koşar, bu insanın göremediği,
anlayamadığı, bilmesi mümkün olmayan her şeye inanması zorunluluğunu geti­
rir. Veysel bazı şiirlerinde bu kabulü ve insanın kaderindeki çelişkileri tartışarak
Tann ile hesaplaşmakta, Tann'ya sitem etmektedir:

Bu atemi gören sensin


Yok gözünde perde senin
Haksıza yol veren sensin
Yok mu suçun hurda senin

Kainatı sen yarattın


Her şeyi yoktan var ettin
Beni çıplak dışar'attın
Cömertliğin nerde senin

Evli misin ergen misin


Eşin yoktur bir sen misin
Çark-ı sema nur sen misin
Bu balkıyan nur da senin

Kilisede despot keşiş


Is ' Allah 'ın oğlu demiş
Meryem ana neyin imiş
Bu işin var bir de senin

Kimden korktun da gizlendin


Çok arandın çok iz/endin
Göster yüzün çok nazlandın
Yüzün mahrem ferde senin

Bin bir ismin bir cismin var


Oğlun kızın ne hısmın var
Her bir renkte resmin var
Nerde baksam orda senin

19
Dostlar Beni Hatırlasın, s. 32.
300 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Türlü türlü dillerin var


Ne acaip hallerin var
Ne karanlık yolların var
Sırat köprün nerde senin

Ademi sürdün bakmadın


Cennete de bırakmadın
Şeytanı niçin yakmadın
Cehennemin var da senin

Veysel neden aklın ermez


Uzun kısa dilin durmaz
Eller tutumaz gözler �rmez
Bu acaip sır da senin

Veysel' in "Saklarım Gözümde Güzelliğini " mısraı ile başlayan şiiri ise bü­
tünüyle Tann 'nın kudretini ve ona duyulan şükranı ifade eden şairin ilahi aşka
telmihte bulunması sebebiyle de dikkat çekicidir:

Saklarım gözümden güzelliğini


Her neye bakarsan sen varsın orda
Kalbimde gizlerim muhabbetini
Koymam yabancıyı sen varsın orda

Aşkımın temeli sen bir alemsin


Sevgi muhabbetsin dilde kelamsın
Merhabasın dosttan gelen selamsın
Duyarak alırım sen varsın orda

Çeşitli çiçekler yeşil yapraklar


Renklerin içinde nakşını saklar
Karanlık geceler aydın şafaklar
Uyanır cümlalem sen varsın orda

Hu çeker iniler çalınan sazlar


Kükremiş dalgalar coşar denizler
Güneş doğar perdelenir yıldızlar
Saçar kıvılcımlar sen varsın orda

20
Dostlar Beni Haurlasın, s. 20-21 .
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 301

Veysel 'i söyleten sen oldun mutlak


Gezer daldan dala yorulur ahmak
Sen ağaç misali biz dalda yaprak
21
Meyva çekirdeksin sen varsın orda

Şiirin vazgeçilmez temlerinden olan "aşk" da Veysel'in şiirlerinde orta dö­


nem Türk edebiyatının Divan ve Halk şiiri tarzlarında işlendiği gibi içe dönük,
karamsar bir üslupla işlenmiştir. Sevgili ile paylaşılan, uzlaşılan ortak yaşanan
duygular yerine, sevgilinin verdiği acılar -sevgiliye kavuşamama endişesi, sevgi­
liyi rakibe kaptırma korkulan- Veysel' in şiirlerinde de belirgindir:

Hayal bana yakın yar bana uzak


Sevdası başıma dolanır gitmez
Aşkına düşeli yar bana uzak
Yüz bin öğüt versen biri kiir etmez

Senin aşkın beni kıldı ürüsvay


Düşmüşüm peşinde koşarım hay hay
Kabul et kapında beni de kul say
Dost yolunda ölür aşık ar etmez

Ey beni bu derde giriftar eden


Eski muhabbeti kaldırdın neden
Gönül ister kavuşmayı ölmeden
Gül olmasa bülbül ah ü zar etmez

Beni yakan yansın aşkın narına


Gönül düştü bir zalimin toruna
Bakmaz mısın bu Veysel'in zarına
22
Ah çeker ağlarım yar elim yetmez

Aşık Veysel' in her şiiri hem tarihi hem de Cumhuriyetin ilk dönem Türk
kabul değer ve tecrübelerini dile getirmektedir. Aşık tarzı şiir geleneğinin yaşa­
yan bir kültür olgusu olarak zamana ve zemine uyma esnekliği sonucunda Cum­
huriyet Türkiyesinin beklentilerini, tarihi dönem kabulleri ve değerleriyle bağ­
daştıran Aşık Veysel gibi büyük bir temsilci yetiştirmiştir. Aşık Veysel de diğer
başarılı aşıklar gibi hem bu geleneğin temsilcisi hem de kendi yaratıcılığını kul­
lanarak orijinal şiirlerin sahibidir. Toprakla insan hayatının her dönemindeki

21

22
Dostlar Beni Hatırlasın, s. 22.
Dostlar Beni Hatırlasın, s. 87.
302 Prof. Dr. Umay GÜNAY

ilişkiyi estetik mükemmellikte Veysel gibi şiirleştiren başka bir şair yoktur deni­
lebilir:

Dost dost diye nicesine sarıldım


Benim sadık yarim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır

Nice güzellere bağlandım kaldım


Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sadık yarim kara topraktır

Koyun verdi kuzu verdi süt verdi


Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sadık yarim kara topraktır

Adem 'den bu deme neslim getirdi


Bana türlü türlü meyva yetirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yarim kara topraktır

Kamın yardım kazma ilen bel ilen


Yüzün yırttım tırnağınan el ilen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yarim kara topraktır

İşkence yaptıkça bana gülerdi


Bende yalan yoktur herkes de gönlü
Bir çekirdek verdim dört bostan verdi
Benim sadık yarim kara topraktır

Havaya bakarsam hava alırım


Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sadık yarim kara topraktır

Dileğin var ise iste Allah 'tan


Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan
Benim sadık yarim kara topraktır
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 303

Hakikat ararsan açık bir nokta


Allah kula yakın kul da Allah 'a
Hakk 'ın hazinesi gizli toprakta
Benim slidık ylirim kara topraktır

Bütün kusurlarım toprak gizliyor


Merhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sddık yarim kara topraktır

Her kim ki olursa bu sırra mazhar


Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel 'i bağrına basar
23
Benim sddık ylirim kara topraktır

Aşık Veysel'in, "Benim siidık yarim kara topraktır " ayaklı şiiri Hüsn-ü
Talil sanaunın kullanılışı açısından da hem çok başarılı hem de hemen hemen
her mısrada yer alışı ile dikkat çekici güzel bir örnektir.
Aşık Veysel, Cumhuriyet nesillerinin tamamına ulaşmış, yalnız aşık tarzı
şiir geleneğinin değil, Türk edebiyatının önemli temsilcileri arasında yer almış
saz şairimizdir.
"Dostlar beni hatırlasın " ayaklı şiiri, milletine vasiyet niteliğindedir ve bu
geleneğin en güzel örneklerinden biridir:

Ben giderim adım kalır


Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın

Can kafeste durmaz uçar


Dünya bir han konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın

Can bedenden ayrılacak


Tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın

23
Dostlar Beni Hatırlasın, s. 129- 1 30.
304 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Ne gelsemdi ne giderdim
Günden güne arttı derdim
Garip kalır yerim yurdum
Dostlar beni hatırlasın

Açar solar türlü çiçek


Kimler gülmüş kim gülecek
Murad yalan ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın

Gün ikindi akşam olur


Gör ki başa neler gelir
Veysel gider adı kalır
24
Dostlar beni hatırlasın

24
Dostlar Beni Hatırlasın, s. 14.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞttR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 305

PİR SULTAN ABDAL


ÜZERİNE BİR DEGERLENDİRME

Türk edebiyatının en çok tanınan ve sevilen ancak belgelere dayalı olarak


gerçek kişiliği, hayatı ve eserleri en az bilinen şairlerinden biri de Pir Sultan
Abdal'dır. Pir Sultan Abdal, bazı araştırıcılar tarafından Alevi-Bektaşi Edebiyatı
adıyla anılan edebiyat tarzının, benim kanaatime göre ise Aşık Edebiyatı gele­
neği içinde hayatiyetini sürdüren Alevi-Bektaşi akımının önde gelen en başarılı
temsilcisidir. Türk edebiyatı içinde önce Fuad Köprülü tarafından ifade edilen,
diğer araştıncılarlarca da tekrarlanan Alevi-Bektaşi edebiyatının varlığı konusu
bence tartışmaya açıktır. Divan, Halk ve Cumhuriyet dönemi edebiyatları dedi­
ğimiz zaman her bir edebiyat tarzı gerek edebi türleri ve şekilleri gerek şair ve
yazarlarının kültür birikimleri, şekil, dil, üslup ve estetik anlayışları ve uygula­
maları, tarihi gelişimleri ve bağlı bulundukları edebi geleneklerle birbirlerinden
ayrıdırlar.
Alevi-Bektaşi Edebiyatı adıyla anılan edebiyat, temsilcilerinin alevi olma­
ları ve bu inancın ve tercihin kabullerinin bir kısmının şiirlerde yer alması ve
bazı temsilcilerinin Osmanlı Safevi daha sonra İran çatışmalarında tercihlerini
Osmanlı karşıtı yapmaları dışında gerek şekil, dil, üslup ve estetik anlayışı, ge­
rek kültür birikimi ve edebi gelenek olarak müstakil bir edebiyat olabilecek
örneklere sahip değildir. örneklerinin ve uygulamalarının Aşık ve Tekke edebi­
yat tarzları ile büyük ölçüde örtüşmeleri sebebiyle ben Alevi- Bektaşi inancını
belli bir kabul ve düzen içinde dile getiren halle şairlerinin eserlerinin Aşık ve
Tekke edebiyat tarzları içinde bir akımı temsil ettikleri görüşündeyim. Bazı
şiirlerde belirli bir konunun işlenmesinin, koşma ve mani nazım şekillerinin
türevi olan nefes ve demelerin bütünüyle farklı bir edebiyat meydana getirebile­
ceği görüşüne katılmıyorum. Alevi semahlanndaki ezgi bütünlüğü Orta As­
ya' dan taşınan Türk kültür birikiminin bu grubun Sünni kesimler kadar Arap­
Fars etkisine açık olmadığını gösteren örneklerinden biridir. Sünnet inancıyla
Sünni kesim Arap ve diğer İslam ülkelerinin etkilerine daima çok açık olmuşlar­
dır. Osmanlı Devleti' nde Türk kimliği de diğer imparatorluk üyeleriyle eşdeğer
görülmüştür. Kabul gören kimlik Osmanlı-Sünni Müslüman kimliği olmuştur.
Halk tiyatrosu adı altında toplanan Karagöz, Orta Oyunu ve Meddah hikayele­
rinde Türk kimliği örneği olarak sergilenen Kastamonulu, Kayserili ve Konyalı
306 Prof. Dr. Umay GÜNAY

tiplemelerinde küçümseyici bakış çok açık olarak görülmektedir. Osmanlı'nın


zirve çağlarında Türk kültürünün ve dilinin önemli eserleri olan Orhun Yazıdan,
Türk destanları, Dede Korkut Kitabı, Divan ü Lügat'it-Türk gibi eserlerin bütü­
nüyle unutulmuş olması da dikkat çekicidir.
Alevi-Sünni çatışmasında dini ibadetlerin farklı uygulamalarının gerçek ça­
tışma sebepleri olduğuna inanmak, bu konuya yüzeysel bakmak anlamı taşır
diye düşünüyorum. Farklı siyasi tercihler, kişisel hırs ve öfkeler kadar bilinçaltı
Türk kimliğinin korunmasının da bu anlayışta etkili olduğuna inanıyorum. Çün­
kü Alevi kültürü olarak tespit edilen birikimlerin çok büyük ölçüde Orta Asya
Türk kültür birikimi ile örtüştüğünü biliyoruz. İslamiyetle birlikte Sünni Türk
devletlerinde resmi kabullerle Türk kültürünün büyük bir bölümü Türk dili gibi
Arap ve Fars etkisi ile yeniden şekillenmiştir. X. asırla XX. asır arasındaki Batı
Türk Coğrafyasının eserleri İslam kültür dairesine mensuptur. İslam kültürü
yalnız dini inancı temsil etmez, Arap-Fars ve Türklerin ortak oluşturduğu biri­
kimi temsil etmektedir. Arap ve Fars dilinden ve kültüründen bizim aldıklarımız
çok araştırılmış ve araştırılmaktadır, ancak bu birikime katkılarımız konusunda
pek az düşünülmüş ve pek az araştırma yapılmıştır.
Pir Sultan Abdal'ı ve diğer Alevi-Bektaşi şairlerimizi değerlendirebilmek
için öncelikle Türk sosyal ve siyasi hayatına yansımış bazı savaşların sebebi
olarak yorumlanmış olan Şiiliğin ve Aleviliğin ne olduğunu tarihi olarak nasıl ve
neden geliştiğini kısaca değerlendirmek gereklidir.
Arap-İslam tarihi içinde Hz. Muhammed' in ölümünden sonra halifenin kim
olacağı konusunda çıkan anlaşmazlıklar ve farklı yorumlar Müslümanlığın Sün­
ni ve Şii olarak iki temel mezhebe ayrılmasına sebep olmuştur. Kaynaklara göre
Şia, Hz. Ali' nin halifeliğini kabul etmek ve ondan yana olmak demektir. Taraf­
tar olanların her birine de "Şii" denilmiştir. Hz. Ebubekir'in halifeliğini kabul
ederek Hz. Muhammed ve Ehl-i Beytten (Hz. Muhammed'in ailesinden olmak
ki Hz. Ali de bu aileye mensuptur) yana olanlar ise, Sünni olarak adlandırılmış­
lardır. Hz. Ebubekir ve taraftarları "imamlar Kureyş'tendir" hadisini delil ve
vasiyet kabul ettikleri için Hz. Ebu Bekir'in halife olmasını uygun gördüler ve
bunu kabul ettiler. Hz. Ali ise bu hadisin yanlış yorumlandığını "Ağacı delil
gösterip meyvasını unuttular" diyerek halifenin aileden olması gerektiği görüşü­
nü savunmuştur. Hz. Ali'nin görüşünü kabul edenler halifeliğin Hz. Ali'inin
hakkı olduğuna inanmışlardır. Hz. Ebu Bekir ve Ömer halife oldukları dönem­
lerde otorite ve disiplinleriyle fikir ve grupların çatışmasını önlemişlerdir. Hz.
Osman' ın halifeliği döneminde ise Hz. Ali'nin halife olması gerektiğine inanan­
larla Hz. Ebu Bekir'i haklı bulanlar arasında anlaşmazlıklar başlamıştır. Kendi
dönemlerinde Haşimiler ve Ehl-i Beyt adlarıyla anılan daha sonra Abbasi Devle-
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 307

tinin kuruluşundan sonra Abbasiler diye de anılan kabileler ve Umeyyeoğulları,


aralarında süregelen siyasi rekabet, kin ve düşmanlıklara, halifelikle ilgili kabul­
lerindeki farklılığı da eklemişlerdir. Emevi Devletinin kurucusu Umeyyeoğulları
ile Abbas' ın liderliğinde Haşimiler arasındaki mücadeleye bir de dini anlam
verilmiştir. Şia ile ilgili kabuller Emeviler döneminde bir fikir hareketi halini
almış ve gelişmiştir. Yüzeysel bakıldığında kutsal amaçlar için yapılıyormuş
gibi görünen ancak uzun zamandır devam eden bu siyasi iktidar mücadelesi
sonucunda Emevi Devleti yıkılmıştır. Bu savaşlar sırasında bugün de yası hala
tutulan ve hatırası her yıl belirli ritüellerle Şii taziye törenleri ile anılan Hz.
Ali'nin oğlu Hüseyin, torunu '.Z.eyd ve '.Z.eyd'in oğlu Yahya öldürülmüşlerdir.
Öldürüldükten sonra yakılmışlar ve külleri rüzgarda savrulmuştur. Emevilerin
yıkılmasından sonra kurulan Abbasi Devletinde de halifelik konusunda tam
birlik yoktu. Hz. Ali taraftarlarının verdikleri bu kurbanlara rağmen kendi arala­
rında hilafet ve liderlik konusunda anlaşmazlıklar ve siyasi tecrübelerinin bu­
lunmayışı sebebiyle güçlerini hızla yitirdiler.
Bu kısa tarihi özetten de anlaşıldığı üzere İslamiyetin iki temel mezhebe
ayrılma sebebi Hz. Muhammed'in ölümünden sonra halifelik konusundaki
anlaşamamazlıklardır. İslami inancın ne olduğu Kuran-ı Kerim'de belirtilmekte­
dir. İslami inancın günlük hayata nasıl geçirileceği, uygulama ve pratiklerin
neler ve nasıl olacağı konusunda anlaşmazlıklar pek çok mezhebi doğurmuştur.
Diğer dinler için de bu böyledir. Sünni ve Şii mezheplerinin kurumlaşmaların­
daki kabul ve pratikler her ülkenin önceki inanç sistemleri ve kültürleri doğrul­
tusunda oluşmuştur. Hz. Ali sağlığında: "Benim yüzümden iki anlayıştan birini
benimseyenler, beni sevip aşırılığa kaçanlar ve sevmeyip aleyhimde söyleyenler
helak olacaklardır. " demiştir. Gerçekten de öyle olmuştur, sevmeyenler onun
kafir olduğunu bile söylemişlerdir, sevenlerin bir kısmı ise onu Tanrı kabul ede­
rek ölmediğini söylemişlerdir. Türk edebiyatında Hz. Ali geleneksel anlayışa
uygun olarak efsane ve destan kahramanı olarak işlenmiştir. Hz. Ali Türk edebi­
yatında Oğuz Kağan' a benzer büyük kahraman olarak işlenmiştir. Bölünmeye ve
ikiliğe her zaman karşı ve sağlığında bunu ısrarla ifade etmiş olan Hz. Ali ölü­
münden sonra İslamiyetin temel iki mezhebe ayrılışı milletler arası ve Türk
hayatı içinde dış ve iç çatışmaların, bölünmelerin sebebi olarak kabul edilmiştir.
Mevlana ve Hacı Bektaş Veli de Hz. Ali gibi hayatlarında hep birliği ve beraber­
liği savunmalarına rağmen ölümlerinden sonra onların adına sistemleştirilen
tarikatlar toplumda ayrılık rüzgarlarına hatta zaman zaman fırtınalara sebep olmuş­
lardır.
Türklerin İslamiyeti kabul etmelerinden sonra Orta Asya Türklüğünün de
bir bölümü Sünniliği, bir bölümü Şiiliği benimsemiştir. Şiilik İran'da İslamiyet
öncesi inanç ve İran milli kültürü ile kaynaşarak kurumlaşırken Şiiliği benimse-
308 Prof. Dr. Umay GÜNAY

yen Türkler arasında bu mezhep Alevi ve Kızılbaş adlan ile anılarak İslamiyet
öncesi Türk inanç ve töreleri ile de yoğrularak şekillenmiştir. Aynca kaaatime
göre de İslamiyet öncesi inançlarından vazgeçmeyen ve taviz vermeyen Sünni
Türk boylarının da İslamiyeti önceki inançlarıyla yoğurup yorumlayanları da
alevi olarak nitelendirilmiştir. B üyük bir Türk nüfusu da tarih boyunca içinde
barındıran İran coğrafyasının şilleri ile Türk aleviler arasında daima değişen
oranlarda etkileşim olmakla beraber milli kültürlerin ve İslamiyet öncesi inanç­
ların farklılıkları bu mezhebin iki ülke insanlarınca pratikte büyük ölçüde farklı
gelişmesine sebep olmuştur. Mesela bugün İran'daki uygulamalarda görünen
siyahlara bürünmüş kişilerin kendilerini zincirlerle döverek, canlarına eziyet
ederek yaptıkları taziye törenleri İstanbul'daki bazı Alevi gruplarınca aynen
taklit edilmektedir. Tarihi dönemlerde, Türk Alevilerin dini uygulamalarında
kişinin kendine eziyet ederek acı çekmesi tarzında ritüeller yer almamıştır. Ger­
çekte İslamiyet insanın diğer insanlara eziyet etmesini yasakladığı gibi Tann'nın
eseri olan kendi ruhuna ve bedenine de eziyet etmesini yasaklamıştır. Aynca
İslamiyet ölümün takdir-i ilahi olduğunu kabul ettiği için uzun süreli yas tutma
ve yas törenleri de bu inanca uygun değildir. Vehhabi mezhebi bu kabulü çok
kesin bir şekilde benimsediği için bu mezhebi kabul edenlere gömüldükten sonra
mezar bile yapılmaz. Hayatın safhalarıyla ilgili ritüeller ve inancın somutlaşmış
uygulamaları dini kabul eden halkların kültürel birikimleri ve kabulleriyle şekil­
lenir. Gerçekte inanç soyuttur, somutlaşmış uygulamalar, ritüel ve pratikler milli
ve mahalli kültür olaylan ve anlayışlarıyla açıklanabilir.
XV yüzyıldan başlayarak Orta Asya'da Rus istilasına kadar devam eden
Çağatay-Türkmen rekabeti XVI. yüzyıldan itibaren din uğruna yapıyan kutsal
mücadele kabulüne oturtulmuş ve oluk oluk Türk kanının akmasına sebep olan
Sünni-Şii çatışması adıyla devam etmiştir ve bugün de yeniden canlandırılmaya
çalışılmaktadır. Buradaki fark, Türk hanedanlarının el değiştirmeleriyle birlikte
Çağatayların (Timurlular) yerine Özbeklerin; Akkoyunlu ve Karakoyunluların
yerini ise önce Türkmen devleti olan Safevilerin daha sonra Afşar ve Kaçkarla­
nn geçmesidir.
İran'da XVI-XVill. yüzyıllarda hüküm sürmüş olan Safevi Hanedanı baş­
langıçta Sünni mezhebini kabul ediyordu. Bu hanedan adını Safevi tarikatının
reisi Şeyh Safiyüddin'den almıştır. Seyyid Safiyyüddin İshak-ı Erdebili XVI.
yüzyılda İran Azerbaycan' ındaki Erdebil şehrini merkez edinmiş Halvetiyye ile
Kalenderiyye tarikatlerini birleştirerek Safaviyye ve Erdebiliyye denen tarikatı
kurmuştur. şeyh Safiyyüddin on iki imama işaret olmak üzere 12 dilimli kırmızı
taç giymiştir. Daha sonralan bu taca, aynı soydan gelen Şah İsmail'in babası
Haydar'a nispetle Haydari taç da denmiştir. Bu aileden gelen Hoca Ali ve onun
oğlu Şeyh İbrahim dönemlerinde Safevi tarikatının ünü İran'ın dışına yayılmış-
TUrkiye' de AŞIK TARZI ŞiİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 309

tır. XIV. ve XV. asırlarda Bursa' da bulunan Osmanlı padişahları tarafından da,
şöhretleri yaygın olan bu zatlara hürmet gösterilmiş ve her yıl çeşitli hediyeler
gönderilmiştir. Hoca Ali zamanına kadar Sünni esaslara bağlı olan Safevi tarika­
tı bu şeyh döneminde Şiiliği benimsemeye başlamıştır. Timur, takdir ettiği Hoca
Ali'ye Erdebil şehrini vermiştir. Hoca Ali zaman içinde Anadolu'da yaşayan ve
Osmanlı merkezi hükümeti ile anlaşamayan Batini gruplar arasında taraftarlarını
arttırdı. Timur, Anadolu istilasından geri dönüşte yanında götürdüğü çok sayı­
daki Türkmen esiri Hoca Ali'nin isteği üzerine serbest bıraktı. Bu Türkmen
gruplar hürriyetlerini bağışlatan Hoca Ali'nin müridleri oldular ve onun fikirle­
rini Anadolu'da yaydılar. Hoca Ali'nin torunu olan şeyh Cüneyd zamanında
Safevi tarikatı bütünüyle Şii mezhebinin kabullerine göre şekillenmiş ve aynı
zamanda siyasi örgüt niteliği de kazanmıştır. Karakoyunlu Devletine karşı başa­
rısız bir ayaklanma düzenleyen Şeyh Cüneyd, ülkesini terk etmek zorunda kal­
mış, Osmanlı ve Karamanlı Beyliklerine sığınmıştır. Ancak buralarda da huzur­
suzluk çıkardığından, önce Güney Batı Anadolu'ya sonra Suriye'ye gönderil­
miştir. Burada kurmak istediği devlet Mısır Memluklulannca engellenmiştir.
Buradan sonra Trabzon' daki Rum Pontus Devletini yıkma girişimlerinde bu­
lunmuşsa da bunda da başarıya ulaşamamıştır.
Bir devlet kurmayı amaçlayan ancak başaramayan Şeyh Cüneyd'in ölü­
münden sonra yerine geçen oğlu Haydar, babasının amaçlarını benimsemiştir.
Haydar, Akkoyunlu hükümdarı ve dayısı Uzun Hasan' ın kızıyla evlenerek akra­
balık bağlarını kuvvetlendirmiştir. Haydar'ın şeyhliği döneminde Safevi tarikatı
müridleri de şeyhleri gibi kızıl taçlar giyip üzerine sarık sarmaya başlamışlardır.
Kızıl taç giydiklerinden önceleri bu müridler, daha sonralan ise Aleviliği benim­
seyenler Kızılbaş adıyla da anılmıştır. Şeyh Haydar döneminde Anadolu'da
Erdebil ocağına bağlananlar birbirlerini "şah" diye selamlamaya başlamışlar ve
hac yerine, biz ölüye değil diriye gideriz, inancıyla Erdebil'e gittikleri bilinmek­
tedir. Haydar, babasının öcünü almak ve devlet kurmak amacıyla Şirvan Hü­
kümdarı Ferruh Yessar üzerine saldırmış, ancak burada başarılı olamamış ve bu
savaş sırasında 1488'de ölmüştür. Aralarında sonradan şah olarak tanıdığımız
İsmail'in de bulunduğu çocukları anneleriyle birlikte, Şeyh Haydar'ın ölümün­
den sonra dayıları Yakup Han'ın emriyle Fars şehrindeki Istar kalesine hapse­
dildiler. Sultan Yakup 1490 yılında öl.ünce İsmail ve kardeşleri anneleriyle bir­
likte serbest bırakıldılar. Haydar'ın yerine müridleri, oğlu Ali'yi tarikatın başına
geçirmişler ancak Akkoyunlularla savaşa giren Sultan Ali de bu çarpışmalarda
ölmüştür. Sultan Ali'nin vasiyetine uyarak müridleri halef tayin ettiği İsmail'i
saklayarak korumuşlardır.
Akkoyunlu hükümdarı Sultan Rüstem'in ölümüyle ortaya çıkan saltanat
kavgalarından yararlanan İsmail, çoğu Anadolu'da bulunan Ustaclu, Şamlu,
310 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Kumlu, Hindli, Tekeli, Bayburdlu, Çapanlı, Karadoglı ve Avşar gibi Türk boy
ve oymaklarını kendi çevresinde toplayarak Arran ve Şirvan'ın bir kısmını ele
geçirdi. Daha sonra Azerbaycan' a yürüyerek Akkoyunlulardan Elvent Beyi
yenilgiye uğrattı. Bu başarı ile Tebriz'e dönen İsmail 1 50 1 yılında kendini şah
ilan ederek Safevi Devletini kurmuştur. Safevi Devletinin kurulduğu XVI. asrın
başında İran siyasi birlikten mahrumdu. Şah İsmail, tahta oturur oturmaz on iki
imam adına hutbe okuttu ve kendi adına para bastırdı. Şah İsmail çevresindeki
dağınık beyliklerle savaşarak hepsini kendine bağladı ve hükümranlık alanını
genişletti. Fethettiği yerlerdeki Sünni alimleri öldürttü. Şah İsmail, İsfahan'da
1505 yılında 11. Beyazıt'ın elçilerinin ziyareti sırasında bir Sünni alimi öldürtün­
ce Osmanlılarla münasebetleri bozuldu. Akkoyunlu Hanedanına karşı Şah İsma­
il' in yürüttüğü kıyımdan kurtulup kaçabilenler Osmanlı, Dulkadiroğlu ve Mısır
devletlerine sığındılar. Şah İsmail, 1508- 1509 yılında Bağdat'ı daha sonra Hora­
san ve Merv' i de kendi sınırlarına dahil etmiştir. 15 1 1 yıllarında ise Anadolu'da
Osmanlı hükümranlığı altındaki topraklarda büyük bir isyan çıkartmayı başar­
mıştır. Bu isyanın önde gelen liderlerinden Şah-Kulu mahlasıyla tanınan
Karabıyıkoğlu Osmanlı kuvvetlerine yenileceğini anlayınca Tekelli Türkmen
oymaklarına mensup 15.000 kişilik bir kuvvetle kaçarak Şah İsmail'e sığındı.
Ancak Şah İsmail, yolda kervan soyduğu gerekçesiyle Şah-Kulu'nu öldürttü.
Şah İsmail, dedesi ve babasının ve müridlerinin intikamını almak için baş­
lattığı mücadeleyi dayısının ve ailesinin yönettiği Akkoyunlu ülkesini ele geçire­
rek bir Şii devleti kurarak sürdürdü. Şah İsmail'in karşısında biri Özbekler diğeri
Osmanlılar olmak üzere iki güçlü Türk devleti vardı. Şah İsmail, Özbekleri ye­
nilgiye uğrattıktan sonra müridleri vasıtasıyla Anadolu'ya nüfuz ederek, sürekli
huzursuzluklar çıkartarak Osmanlı hükümetini tedirgin ediyordu. Şah İsmail, il.
Beyazıd zamanında ( 148 1 - 1 5 1 2) Anadolu'ya pek çok taraftarının tarikat mensu­
bu gibi göndermiş bu taraftarlar provakatörlük görevlerini başarıyla sürdürerek
Sivas, Tokat, Amasya, Kırşehir, Çorum, Yozgat ve Antalya illerinde isyanlar
çıkartmışlardır. Bu huzursuzlukları önlemek için il. Beyazıd, Alevilerin İran
seyahatlerini yasaklamış bir kısmını da Rumeli' ye sürmüştür. Osmanlı Devleti
için içten ve dıştan büyük tehlike arz eden Şah İsmail'e karşı Yavuz Sultan Se­
lim tahta geçer geçmez sert tedbirler almıştır. Tarikatların ayin ve pratiklerine
yasak koydurtmuş ve tarikat mensuplarının önde gelenlerini takip ettirmiştir.
Safevi ve Osmanlı devletlerinin gerginleşen ilişkileri sonucunda 23 Ağus­
tos 15 14'te Çaldıran' da iki Türk hükümdarı ve ordusu karşı karşıya geldi. Bu
savaşta Şah İsmail büyük bir yenilgiye uğradı, muharebe meydanını terk ederek
kaçmak zorunda kaldı. Bu yenilgiden sonra Şah İsmail, devlet erkanının isteğine
uyarak bir yaşındaki oğlu şah Tahmasb' ı veliaht tayin etti. Özbekler de bu arada
daha önce kaybettikleri Horasan' ı geri aldılar. Şah İsmail, bundan sonra ömrünü
Kum, Tebriz, Isfahan ve Nahçivan' da geçirdi. 1 524 yılında Azerbaycan' da
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 311

Sarab bölgesinde öldü. Cenazesi, Erdebil'e getirildi ve atası şeyh Safıyüddin'in


yanına gömüldü.
Safevi Devleti de Akkoyunlu Devleti gibi tamamen Türk kadrolarının kur­
duğu bir Türk devleti olduğu için Akkoyunluların devamı sayılabilir. Safevi
tarikatı mensuplarının bazıları Şah İsmail'in soyunu Hz. Muhamrned'e bağlaya­
rak Arap olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak bu doğru değildir, çünkü Şah İsma­
il' in ve Safevilerin atası Şah Safi, kendi döneminde Türkoğlu ve Türk Piri la­
kaplarıyla anılmıştır. Yapılan araştırmalara göre de Erdebilli bir Türk aileye
mensuptur. Şah İsmail'in iktidarı döneminde Türkçe resmi dil olarak kabul
edilmiş ve bütün resmi yazışmalar Türkçe yapılmıştır. Azeri Türk edebiyatının
temsilcisi kabul edilen Şah İsmail, "Hatayi" mahlasıyla Türkçe, Farsça ve Arap­
ça şiirler yazmıştır. şiirlerini hem aruz hem de hece ile yazabilen Şah İsmail
çağının Arap, İran ve Türk kültürünün oluşturduğu İslam kültür dairesinin ortak
birikimine sahiptir. Münferit şiirleri dışında Divanı, Dah-name ve Nasihat-name
başlıklı üç eseri bulunmaktadır.
Şah İsmail' den sonra yerine geçen oğlu Şah Tahmasp döneminde de Os­
manlılarla İran' daki Türk hanedanı arasında açık ve gizli mücadeleler devam
etmiştir. Kanuni Sultan Süleyman' ın gücü ve siyasetiyle Bağdat, Osmanlılara
geçmiş ve arada sessiz sakin dönemler olmuşsa da 1736 yılında Safevi Hanedanı
son buluncaya kadar Osmanlı ile Safevi Devleti arasında zaman zaman rahatsız­
lıklar yaşanmıştır. Safevi hanedanları Alevi mezhebini tercih eden Türkmenleri
kışkırtarak Osmanlı Devleti'ni yıkmayı denemişlerdir. 1
Anadolu ve diğer Türk yurtlarında yaşayan Türk Alevilerin dini ritüel ve
pratikleri İran Şiilerinden oldukça farklıdır. Türk Aleviler İslamiyet öncesi ritü­
el, inanç ve pratikleri büyük ölçüde hem sosyal hayatları hem de dini inanç ve
uygulamaları içinde günümüze kadar taşımışlardır. İran Şiilerinin siyahlar giye­
rek, zincirlerle kendilerini dövmeleri şeklinde tezahür eden taziye törenleri Türk
Alevi gelenekleri içinde yer almazken Şamanlığa giriş merasimlerinin estetik­
leşmiş ritüel ve pratikleri Aleviliğe giriş merasimi olarak bugüne kadar muhafa­
za edilmiştir.2 Türk Sünnilerin Hz. Ali, çocukları Hasan ve Hüseyin'e, 12 imama
Türk Aleviler kadar sevgi ve saygıları vardır. Hz. Ali, Türk kültüründe Türk
destan kahramanlarının nitelikleriyle tasvir edilir, cesaretin, mertliğin ve kahra­
manlığın sembolü olarak kabul edilmiştir. Orta dönem Türk tarihi döneminde
kaleme alınmış bütün kültürel eserlerde bu anlayışı tespit etmek mümkündür.

Bu bölUmdeki tarihi bilgiler, Doğuştan GUnUmUze Buyuk İslam Tarihi, Cilt: 9, İstanbul 1989.
s. 537-556. AbdUlbfilci Gölpınarlı, Alevi Bektaşi Nefesleri, lsıanbul, 1963 ve Meydan
Larousse'da ilgili maddelerden derlenmiştir.
Umay Günay, Aşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Ankara 1992.
312 Prof. Dr. Umay GÜNAY

3
Vahit Lütfi Salcı 'nın ve Saadettin Nüzhet Ergun'un bu alandaki çalışmalan
incelendiğinde özellikle yeniçeri şairlerinin tamamının Bektaşi olduğu görülür.
Dini kabul ve uygulamalardaki tercih farkının tek ölçü olarak müstakil bir ede­
biyat tarzı tesisine ve tespitine yeterli olmadığı görüşündeyim. çünkü inancı
Bektaşi, Alevi veya diğer tarikatlardan herhangi birine bağlı olan şairlerimizin
büyük çoğunluğu aşk, tabiat, vatan sevgisi, günlük tecrübeler, sosyal problemler,
kişilik zaaftan, çağın tarihi vak'alan gibi edebiyatın temel evrensel temlerini
Türk Halk Edebiyatı ve Divan Edebiyatından halk kültürüne akseden ortak ka­
bul, anlayış ve üslubuyla dile getirmişlerdir. Orta dönem Türk tarihinin Türk
edebiyat tarzlarını şekillendiren genel ve ortak birikim ve faktörlerinden bu şair­
leri soyutlayarak yalnız dini veya siyasi inanç ve kabullerine göre değerlendir­
mek bilimsel metotla bağdaşmaz. Dini ve siyasi tercihler şiirlere aksettiği ölçüde
o şairin dünya görüşünün belirlenmesinde belirleyici olur.
Pir Sultan Abdal da XVI. yüzyılda Osmanlı Safevi çatışmalarının etkileri­
nin toplumda canlı olarak taşındığı dönemde yaşamış ve tercihini Safevi hane­
'
danından yana koymuştur. 1 534 yılında Kanuni Sultan Süleyman' ın döneminde
Bağdat' ın Osmanlı ' ya geçmesi üzerine söylediği şiirinde bu tercihini açıkça
görmek mümkündür:

Güzel şahım çok yerlerden görünür


Aslı nedir, neye verdin Bağdat'ı
Akıl erdiremedim senin sırrına
Aslı nedir, neye verdin Bağdat'ı?

Yazık değil mi müminle müslime


Ne getirdin Yezid'i Bağdat üstüne

Aslı nedir, neye verdin Bağdat'ı ?

Yok mu bunda erenlerin yardımı


Ne çekersin bu cevrin derdini
Yiğide ar değil mi vermek yurdunu
Ah Hünkarım neye verdin Bağdat 'ı ?

Çeksen de askerini gelsen idi


Hacı Bektaş Hanına konsan idi
Kırsan ol yezidi olmaz mı idi
Ah Hünkarım neye verdin Bağdat 'ı ?

Vahit LUtfi Salcı, "Kızılbaş Şairleri" Halk Bilgisi Haberleri, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz,
Ağustos, 1 . Teşrin, 2. Teşrin 1940-41 . Saadettin NUzhet Ergun, Bektaşi Şairleri, İstanbul 1930;
Bektaşi Şairleri ve Nefesleri, İstanbul 1944.
A. Gölpınarlı-P.N.Boratav, Pir Sultan Abdal, Ankara 1943.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 313

Ah gidi Yezid hendekler doldurdu


Kırdı Hurmail 'i aldı Bağdat 'ı
Çığrışıp geliyor yeşil ördeği
Ah Hünkarım neye verdin Bağdat'ı?

Pir Sultan 'ım der ki, üçler yediler


Kırklar da anda hazır idiler
Bağdad'ı Basra 'yı verdi dediler
s
Aslı nedir, neye verdin Bağdat'ı

B u şiirde Pir Sultan Abdal' ın Bağdat'ın Osmanlılar tarafından fethinden


duyduğu üzüntü ve Yezit olarak nitelendirdiği Kanuni'yi hünkar olarak benim­
semeyip Safevi Hanedanına hünkar dediği açıkça görülmektedir. Türk edebiya­
unda merkezi hükümetle anlaşamayan şairlerin öncülerinden ve en ünlülerinden
biri de Pir Sultan Abdal' dır.
Türkiye' de siyasi tercihleri hükümetlerden farklı olan şairler son yıllara ka­
dar resınl eğitim ve öğretim sistemine ya hiç alınmamakta veya Pir Sultan Abdal
gibi bazılarının şiirlerinden örnekler verilmekle beraber siyasi tercihleri ise hiç
taruşılmanuştır. Şairin siyasi tercihleri eserlerine yansınuşsa, onlara da şair ola­
rak değil, devlete karşı olan sıradan vatandaşlara uygulanan cezalar uygulanmış
ve takınılan tavırlar takınılnuşur. Türk geleneğinde suçlu görülen kişiler yok
sayılır. Bu sebeple XX. yüzyıl şairlerinden tercihleri ve davranışları farklı olan
Nazım Hikmet ve Nihal Atsız, devlet tarafından yok sayılnuşlardır. Pir Sultan
Abdal'ın şiirleri, hayatı, siyasi ve mezhebi tercihi ile ilgili A. Gölpınarlı, P. N.
Boratav, Fuad Köprülü, Vahit Lütfi Salcı, Hasibe Çatbaş (Mazıoğlu),6 Vehbi
Cem Aşkun, Saadettin Nuzhet, İbrahim Aslanoğlu, Cahit Öztelli gibi pek çok
araştırıcı tarafından bilimsel araşurmalar ve doğru değerlendirmeler yapılmakla
beraber, bazı ideolojik yaklaşımlarla popüler yayınlarda bir kesimin şairi ve
7
temsilcisi olarak yüceltilerek tarihteki aynlıkları körüklemekte kullanılnuş ve
kullanılmaktadır. Kimileri tarafından ölçüsüzce yüceltilmiş ve kavgacı kimliği
günümüze taşınmış, kimileri tarafından sessizlikle değerlendirilmiştir. Pir Sultan
Abdal'ın bestelenmiş deyişleri milli türkü repertuarınuzda önemli bir yer tut­
maktadır.
İyi bir şair olmak, örnek insan, kusursuz bir devlet adanu, doğru politikalar
üreten politikacı olmak veya örnek vatandaş olma gerekliliği ile bağlantılı değil-

Cahit Ôztelli, Pir Sultan Abdal·Bütün Şiirleri, İstanbul 1 971, s. XXXDI.-XXXIV.


Bu Armağan kitabıyla bilim ve eğitim hayatımıza yaptığı büyük hizmetlere teşekkürlerimizi
sunmayı onurlu bir görev kabul ettiğimiz hocamızın meslekteki ille. yazılarından biri: "Pir Sul­
tan Abdal'ın Basılmamış Şiirleri" başlığını taşımaktadır. A. Ü.D. T. C. F. Dergisi, C. 3, S. 3'de
yayınlanmış ve Pir Sultan Abdal'ın 14 şiirini gün ışığına çıkarmıştır.
Köprülüzade Mehmet Fuad, "Bir Kızılbaş Şiir: Pir Sultan Abdal," Hayat Mecmuası, Ankara
1928. s. 64.
314 Prof. Dr. Umay GÜNAY

dir. İyi şiir söylemek her zaman milleti ve devleti için doğru politik tercihleri
yapmayı ve doğru politikalar üretmeyi beraberinde getirmeyebilir. Şair, sanatçı
mizaçlı olduğu için zaman zaman büyük değişiklikleri, birbirinden farklı tercih­
leri, sıradan insan için kusur olarak nitelendirilecek çelişkileri yaşayabilir.
Türk tarihinde ve kültür hayatında önemli bir yer tutan kahraman insan ti­
pine Türk edebiyatı temsilcileri arasında da rastlamak mümkündür. Pir Sultan
Abdal da şiirlerine göre epik dönemlerin kabul gören insan tipi olan kahraman
insan tipini temsil etmektedir. Şiirlerine göre o kendi inancı ve dünya görüşüne
göre dünyayı yeniden ve kendi doğrularına göre düzenleme arzusundadır. Uz­
laşma ve uyum Pir Sultan' ın üslubunda yer almayan kavramlardır. Onun kendi
doğrulan vardır. Dünyayı siyah ve beyaz olarak algılar, farkları ve ara renkleri
kabul etmez:

Eliftir dok.san bin atemin başı


Var Hakk 'a şükreyle, be 'yi neylersin
Vücudun şehrini arıtmayınca
Yüzünü yuğmaya suyu neylersin

Vücudun şehrini verme haraba


Hatır kırıp göçetme saraya
Var bir amel kazan Hakk 'a yaraya
Hakk 'a yaramayan huyu neylersin

Şeytan benlikle dergahtan azdı


Aşık maşukunu aradı gezdi
İki cihan fahrı bir engür ezdi
Fakrıfahrı olmayan meyi neylersin

Sordular kim Bağdat şehiri kanda


/.Al ü güher olan yarim de anda
llm-el yakfn, aynel yakfn ceminde
Cemiyyet olmayan köyü neylersin

Pir Sultan 'ım eydür, okur yazarım


Türap olup ayaklaran tozarım
Ezelden içmişim ser-mest gezerim
8
Pirden içilmeyen doluyu neylersin

Cahit Öztelli, Pir Sultan Abdal, İstanbul 1971, s. 229.


Vücud şehri: İnsanın ruh ve dUşUnce dUnyası.
Haraba: Yıkıntı, harabe.
Dergah: Toplantı yeri.
Engür: üzum.
Fakrı fahn: Hz. Muhammed'in vasıfları, bu dUnyadao vazgeçmiş, Tanrı ilmine adanmış.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 315

Yukandaki şiir görüldüğü üzere İslam dünyasının ortak tasavvuf anlayışı


ile hayatın nasıl yaşanması gerektiğini anlatan bir şiirdir. Ancak bu anlayış Pir
Sultan Abdal'ın üslubuyla iki halden birinin kesin tercihi şeklinde ortaya kon­
muştur. İnsanın olgunlaşma sürecinde yaşayabileceği geçiş dönemlerine ve çe­
lişkilerine hiç hak tanınmamıştır. Mev!ana'da ve Yunus'ta temel tem olarak
ortaya çıkan ve eserlerinde sürekli işlenen hoşgörü, kendisiyle ve çevresiyle
barışık yaşama anlayışı Pir Sultan Abdal'da yer almayan kavramlardır. Yukan­
daki şiir didaktik-epik karakterli şiir örneği olarak fevkalade bir ahenge sahiptir
ve Pir Sultan Abdal' ın Türkçeye hakimiyetiyle şekilenmiş mükemmel bir üsluba
ulaşmıştır.
Pir Sultan Abdal'ın belgelere dayanan kesin hayat hikayesi tespit edileme­
miştir. Şiirlerinden ve onunla ilgili menkıbelerden hareketle ailesinin, Hora­
san 'ın Hoy şehrinden göçerek Sivas'ın Yıldızeli ilçesinin Banaz köyüne yerleş­
tiği kabul edilmektedir. Şiirlerindeki muhteva, tasavvuf bilgisi ve kelime hazine­
si,. Pir Sultan Abdal'ın ciddi bir medrese tahsili ve tekke eğitimi aldığını düşün­
dürmektedir. Bazı araştırıcılarca birden çok Pir Sultan mahlaslı şair olduğu ve
Pir Sultan mahlaslı şiirlerin tümünün Pir Sultan Abdal'a ait olmadığı görüşüne
katılmamak mümkün değildir. Üslup çalışı:naları ilerledikçe Pir Sultan'ın şiirleri
de daha güvenilir biçimde ayrılabilecektir. Ancak sözlü gelenek içinde muhafaza
edilen halk şairlerinin şiirlerini bütünüyle varyantlanndan ayırarak asıl nüsha
tespiti de mümkün görünmemektedir. Pir Sultan Abdal'ın Türk milletinin gön­
lünde taht kurmasına sebep olan onun cesaretini, mertliğini konu alan menkıbe­
ler şöyle özetlenebilir:
Sivas' la Hafik arasında bulunan Sofular köyünde yaşayan Hızır, Banaz'a,
Pir Sultan Abdal ' ın yanına gelmiş ve mürid olmuş. Bir gün Pir Sultan'a:
"Pirim, bana himmet et, bir makama geçeyim, büyük adam olayım. " demiş.
Pir Sultan Abdal:
"Hızır, ben sana dua ederim, büyük adam olursun, gelir beni asarsın. "
demiş. Pir Sultan Abdal' ın hi mmetiyle İstanbul'a giden Hızır, orada ilerlemiş,
Paşa olmuş ve Sivas valisi olarak geri dönmüş. Pir Sultan Abdal'ı makamına
davet etmiş ve pek çok ikramda bulunmuş. Ancak Pir Sultan Abdal ikramlan
kabul etmemiş, Hızır Paşa, neden yemediğini sorunca, Pir Sultan:
"Sen zina ettin, haram yedin, yetimlerin ahını aldın, haram para ile yapıl­
mış yemeği değil ben, köpeklerim bile yemez. " demiş ve Banaz'daki köpeklerine
seslenmiş. Köpekler koşarak gelmişler. Pir Sultan'ın önlerine sürdüğü tepsideki

İhn-el yiikin: Tasavvuf bilgisinden haberdar olma.


Ayn-el yikin: Tasavvuf bilgisinin görme menebesine ulaşmış hali.
Cemiyyet: İnancı onak olan topluluk.
316 Prof. Dr. Umay GÜNAY

yemekleri köpekler de yememiş. Hızır Paşa, Pir Sultan'ın bu davranışını hakaret


kabul etmiş ve onu Toprakkale'ye hapsetmiş. Bir süre sonra eski Pirine kıya­
mamış, huzuruna çağırarak içinde şah adı geçmeyen üç "deme" söylerse onu
affedeceğini söylemiş. Pir Sultan da şu üç şiiri söylemiş:

Hızır Paşa bizi berdar etmeden


Açılın kapılar şaha gidelim
Siyaset günleri gelip yetmeden
Açılın kapılar şaha gidelim

Gönül çıkmak ister şahın köşküne


Can boyanmak ister Ali müşküne
Pirim Ali, on iki imam aşkına
Açılın kapılar şaha gidelim

Her nereye gitsem yolum dumandır


Bizi böyle kılan ahd ü amandır
Zencir boynum sıktı halim yamandır
Açılın kapılar şaha gidelim

Yaz selleri gibi akar çağlarım


Hançer aldım ciğerciğim dağlarım
Garip kaldım şu arada ağlarım
Açılın kapılar şaha gidelim

Ilgın ılgın eser seher yelleri


Yare selô.m eylen Urum Erleri
Bize peyik geldi şah bülbülleri
Açılın kapılar şaha gidelim

Pir Sultan 'ım eydür, mürvetli şahım


Yaram baş verdi sızlar ciğergahım
Arşa direk direk olmuştur ahım
9
Açılın kapılar şaha gidelim

a.e., s. xıx.
Berdar etmeden: Asmadan, dar ağacına çekmeden
Siyiset günleri: Ceza çekmek ve asılma vakti
Şah: Buradaki şah, İran şahı Tahmasb'dır.
Ali müşkü: Hz. Ali'nin gUzel kokusu
Abd ü Aman: Yemin, Aleviliğe giriş merasiminde yapılan yemin.
Peyik: Çavuş, emir getiren, haberci.
Eydür: Söyler.
Mürvetll: MUrUvvetli, mert, iyilik sever.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTiFi 317

Bu şiirin tamamında başına gelen sıkıntılann inancından kaynaklandığını


dile getiren Pir Sultan Abdal üçüncü dörtlükteki: "Her nereye gitsem yolum
dumandır/Bizi böyle kılan ahd ü amandır/Zencir boynum sıktı hlilim yamandır/
Açılın kapılar şaha gidelim " ifadelerinde "Abd ü aman"la Aleviliğe giriş tören­
lerindeki yeminine işaret ederek, bu yemini ettiği için her nereye giderse gitsin
sıkıntıdan kurtulamayacağını anlatmaktadır. İnancı zincir haline gelmiş ve boy­
nunu sıkmış, ölümüne sebep olmuştur.
Aşağıdaki şiir, muhtevasında öfke ve kini barındırmasına ve topumsal uz­
laşmayı sarsmasına rağmen milli türkü repertuanmızda yer alan ve çok sevilen
türküler arasında yer almaktadır.

Kul olayım kalem tutan eline


Katip ahvalimi şaha böyle yaz
Şekerler ezeyim şirin diline
Katip ahvalimi şaha böyle yaz

Allah 'ı seversen katip böyle yaz


Dün ü gün ol şaha eylerim niyaz
Umanm yıkılsın şu Kanlı Sivas
Katip ahvalimi şaha böyle yaz

Sivas illerinde zilim çalınır


Çamlıbel 'ler bölük bölük bölünür
Ben dosttan ayrıldım bağrım delinir
Katip ahvalimi şaha böyle yaz

Münafiğın her dediği oluyor


Gül benzimiz sararuban soluyor
Gidi Mervan şad oluban gülüyor
Katip ahvalimi şaha böyle yaz

Pir Sultan Abdal 'ım hey Hızır Paşa


Gör ki neler gelir sağ olan başa
Hasret koydu bizi kavim kard'%a
Katip ahvalimi şaha böyle yaz

10
a.e. s. XX.
Ahval: Haller, durumlar.
Dün ü gün: Her gUo, her zaman.
Niyaz: Dua etmek, yalvarmak.
Mervan: Alevi ve Bektaşiler kendilerindenolmayan ve onların inançlarına karşı olanlara
Mervan denir. Emevi komutanlarından Muaviye'nin ölUmUnden sonra onun yerine geçen ko­
mutanın adı.
318 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Karşıdan görünen ne güzel yayla


Bir dem süremedim giderim böyle
Ala gözlü pirim sen himmet eyle
Ben de bu yayladan şaha giderim.

Eğer göğerüben bostan olursam


Şu halkın diline destan olursam
Kara toprak senden üstün olursam
Ben de bu yayladan şaha giderim

Bir bölük turnaya sökün dediler


Yürekteki derdi dökün dediler
Yayladan ötesi yakın dediler
Ben de bu yayladan şaha giderim

Dost elinden dolu içmiş deliyim


Üstü kan köpüklü meşe seliyim
Ben bir yol oğluyum yol sefiliyim
Ben de bu yayladan şaha giderim

Alınmış abdestimi aldırırlarsa


Kılınmış namazımı kıldırırlarsa
Siz de şah diyeni öldürürlerse
Ben de bu yayladan şaha giderim

Pir Sultan Abdal'ım dünya durulmaz


Gitti giden ömür, geri dönülmez
Gözlerim de şah yolundan ayrılmaz
il
Ben de bu yayladan şaha giderim

Bu üç şiir de Türkçenin şiirleşme niteliğini göstermesi ve Pir Sultan Ab­


dal'ın Türkçenin şiir dilini yaratmaktaki ustalığı açısından da fevkalade dikkat
çekicidir. Hızır Paşa bu üç şiiri dinledikten sonra Pir Sultan Abdal'ın asılmasını
emretmiş. Pir Sultan Abdal asılmaya giderken vasiyet niteliğindeki şu şiiri söy­
lemiş:
Bize de Banaz 'da Pir Sultan derler
Bizi de kem kişi bellemesinler
Paşa hademine tembih eylesin
Kolum çekip elim bağlamasınlar

il
a.e .s. XXI.
Göğerüben: Yeşillenip büyümek.
Yol oğlu, yol sefili: Tarikat üyesi.
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 319

Hüseyin Gazi Sultan binsin atına


Dayanılmaz çarh-ı felek zatına
Bizden seliim söylen ev külfetine
Çıkıp ele karşı ağlamasınlar

Ala gözlüm zülfün kelep eylesin


Döksün mah yüzüne nikap eylesin
Ali Baba, Hak 'tan dilek dilesin
Bizi dar dibinde eğlemesinler

Ali Baba eğer söze uyarsa


Emir Hüdfi 'nındır kıyarsa
Ala gözlü yavrularım duyarsa
Alın çözüp kara bağlamasınlar

Surum işlemedi kaddim büküldü


Beyaz vücudumun bendi söküldü
Önüm sıra kırklar pirler çekildi
Daha beyler bizi dillemesinler

Pir Sultan Abdal 'ım coşkun akarım


Akar akar dost yoluna bakarım
Pirim aldım seyrangdha çıkanm
12
Daha Yıldız-Dağın yaylamasınlar

Pir Sultan Abdal'ın vasiyet niteliğindeki bu şiiri, İslami inanca bağlılığını


ve bir aile reisinin ölümünden sonra yakınları için duyduğu endişeleri ve nasıl
davranmaları ile ilgili isteklerini ifade eden, şiir estetiği ve üslubu açısından da
çok başarılı bir örnektir. "Emir Hüda'nındır kıyarsa" mısraı İslami inanca göre
Tanrı takdir etmemişse düşmanların Pir Sultan'ı öldüremeyeceklerini vurgula­
ması açısından dikkat çekicidir. Pir Sultan Abdal, Tanrı takdir etmişse ölümden
kaçılmaz, bu sebeple ev halkı dışarıda başkalarının yanında ağlamasınlar, başka­
larına zayıf görünmesinler isteğini çok açık biçimde dile getirmektedir. Bu şiirde
hayatla ölüm arasındaki ince sınırda kalan bir insanın duygu, düşünce ve endişe­
lerini mensup olduğu kültür birikiminin değerleri, kabulleri ve inanç sisteminin

12
a.e. s. XXl1-XXI11.
Ev külfeti: Ev halkı, çoluk çocuk.
Ali Baba: Pir Sultan'ın musahibi. Alevi geleneğinde iki erkek beraberce tarikate girerler ve d�­
ima birbirlerine rehberlik edip yardım ederler. Bu arkadaşa musahip adı verilmiştir.
Dar dibinde bekletmesinler: Darağacında bekletmesinler.
Surum işlemedi: Talihim yar olmadı.
Vücudun bendi: Vücudun damarları.
Daha: Bundan soma, artık.
Dlllemesinler: Dedikodu yapmasınlar, hakkımda konuşmasınlar.
320 Prof. Dr. Umay GÜNAY

derinliğine benimsenmişliğiyle şekillenmiş üslubu Türkçenin en etkili


şöyleyişlerinden biri haline gelmiştir.
Pir Sultan Abdal asıldıktan sonra hırkası darağacında kalmış ve kendisi
kaybolmuş. Herkes onu bir başka yöne giderken görmüş. İran' a gidip şahın hu­
zuruna çıktığı ve orada demeler söylediği rivayet edilmektedir. Kaynaklara ve
şiirlerine göre Pir Sultan Abdal' ın asıl adı Haydar'dır. Sivas ' ın Yıldızeli ilçesi­
nin Çırçır bucağına bağlı Banaz köyünde yaşamıştır. Pir Sultan Abdal'ın şeyhi
zamanının ünlü ve olgun şeyhlerinden biri olan Hasan Efendi'dir. Kaynaklara
göre Hasan Efendi bir süre Hacı Bektaş tekkesinde en yüksek makam olan posta
oturmuş, daha sonra Koyun Baba tekkesinin de postnişini olmuştur. Pir Sultan
Abdal, nefeslerinde pirinden saygı, sevgi ve hayranlıkla bahseder. Pir Sultan
Abdal' ın yardımcısı ve yanında yetişen müridlerinden Kul Himmet ve Kul Hü­
seyin'in isimleri bilinmektedir. Aşağıdaki şiir, Pir Sultan Abdal'ın Kul Him­
met'e verdiği değeri ve görevleri göstermesi bakımından da önemlidir:
Bizden selam söylen Kul Himmet kardaşa
Vücudun şehrini gezsin de gelsin
Yedi kat yer ile yedi kat göğün
Onun manasını versin de gelsin

Benim aradığım Hazret-i Ali


Altından dökülmüş Düldül'ün nalı
Kırk arşın kuyudan kim çıkarmış yolu
Yolun tedarikin görsün de gelsin

Dervişlik dediğin bir kolay iştir


Alinin gördüğü mübarek düştür
Canı yok, cismi yok bu nasıl kuştur
Bu kuşun dilinden bilsin de gelsin

Derviş dediğin arıdır sözü


Araya mı gitti garibin sözü
Demirin üstünde karınca izi
Karanlık gecede görsün de gelsin

Pir Sultan Abdal'ım özümüz darda


Seni sakınınm ağyar nazarda
Çıkmadık canda, kazılmadık mezarda
13
Cenaze namazın kılsın da gelsin
13
Cahil Ôztelli, Pir Sultan Abdal, İstanbul 1971, s. XLIII.
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGI ve RÜYA MOTİFİ 321

Bu şiir, Pir Sultan Abdal ve müridi arasındaki yakınlığın sıradan bir dost­
luktan öte yol erleri arasındaki özel iletişimi gösteren bütünüyle Alevi inanç ve
sembollerini içermesi bakımından da aynca tahlil ve değerlendirilmesi gerekli
örneklerden biridir. Burada Pir Sultan Abdal, Kul Himmet'e tasavvuf öğretisin­
de yer alan şeriat, tarikat, hakikat ve marifet mertebelerini aşarak olgunlaşması
gerektiğini söylüyor ki bu tarz kabul ve olgunlaşma tasavvufa dayalı bütün
tarikatlerin ortak kabulüdür. Son dörtlükte ölmeden evvel bu dünya nimetlerini
ve nefsin isteklerini aşarak, bunlardan vazgeçme olgunluğunu kazanarak Alevi­
likte gerçek yol eri olmanın mümkün olduğunu özel sembol ve ifadelerle fevka­
lade ahenk ve estetikle dile getirmektedir. Bu anlayış da bütün tarikatlerin ortak
hedefleri arasında yer almaktadır.
Menkabe ve bazı rivayetlere göre Pir Sultan Abdal'ın üç oğlu bir kızı var-
mış. Sanem adını taşıyan kızı Pir Sultan'ın ölümünden sonra şu ağıdı söylemiş:

Dün gece seyrimde coşdu dağlar


Seyrim ağlar ağlar Pir Sultan deyü
Gündüz hayalimde gece düşümde
Düş de ağlar ağlar Pir Sultan deyü

Uzundu usuldu dedemin boyu


Yaz bahar ayında bulanır suyu
Yıldız 'dır yaylası Banaz'dır köyü
Çaylar da ağlaşır Pir Sultan deyü

Pir Sultan kızıydım ben de Banaz 'da


Babamı astılar kanlı Sivas 'da
Ağlamam gitmiyor baharda yazda
Darağacı ağlar Pir Sultan deyü

Kemendimi attım dara dolaştı


Koyun geldi kuzuları meleşti
Kafirlerin eli kana bulaştı
Koçlar da ağlaşır Pir Sultan deyü

Pir Sultan Abdal'ım yücedir kanın


Hakk 'a teslim ettin ol şirin canın
Kudretten çekilmiş senin hunun
14
Dostların ağlaşır Pir Sultan deyü

14
Pertev N. Boratav, "Pir Sultan Abdal" Ülkü, Temmuz, 1940, s. 41 1 .
322 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Pir Sultan Abdal' ın kendisi gibi şair olan ve birkaç nefesi tespit edilebilen
oğlu Mehmet, genç yaşında attan düşerek ölmüştür. Pir Sultan Abdal, oğlu
Mehmet için Türle halk şiirinin ortak üslubu ile çok içli bir ağıt söylemiştir:

Sabahınan kalktım ezan okunur


Ezan sesi kulağıma dokunur
Duyar düşmanlarım kına yakınır
Uyan Mehemmed'im, sinem bülbülü

Mehemmed'in atı tavlada bağlı


Ananın babanın ciğeri dağlı
Mehemmed gideli boynumuz eğri
Uyan Mehemmed'im sinem bülbülü

Mehemmed'in atı bağdan boşandı


İndi ak göğdeler yere döşendi
Kılıcın kalkanın eller kuşandı
Uyan Mehemmed'im, sinem bülbülü

Mehemmed'in atın saza koydular


Sinne taşlarını düze koydular
Yaza ahd ettiler güze koydular
Uyan Mehemmed'im, sinem bülbülü

Babası der, bey içinde bey idi


Başı karamanlı kuhi dağ idi
Mehemmed'im ol divanda sağ idi
ıs
Uyan Mehemmed'im, sinem bülbülü

Pir Sultan Abdal'a ait evlat acısını dile getirdiği iki ağıtı daha tespit edil­
miştir. Bazı araştırıcılar bu ağıtlardaki ifadelere göre Pir Sultan Abdal'ın birden
10
fazla evlat acısı gördüğünü kabul etmektedirler. Pir Sultan Abdal'ın oğulların­
dan Ali' nin Banaz, Çam Koru'da, Emir Galib'in Tunceli'de, Pir Mehmet' in
Tokat'ın Daduk köyünde mezarlarının bulunduğuna dair genel bir kabul vardır.
Pir Sultan Abdal'ın mezarının Sivas'ta şimdi Kepçeli adıyla anılan yerde
olduğu rivayet edilmektedir. Bu mezar da Anadolu'daki diğer yatır mezarları
gibi beş metre boyunda bir metreden az daha genişliğe sahiptir. Anadolu' nun
başka yörelerinde bulunan başka mezarların da Pir Sultan Abdal'a ait olduğuna
dair rivayetler vardır. Tarihi kayıtlara göre Van, Kars ve Erzurum Beylerbeyliği
görevlerinde bulunan, İran seferine katılan Sivas ve Diyarbakır valilikleri yapan,

·�
16
Cahil ôztelli, Pir Sultan Abdal (Bütün Şiirleri) İstanbul, 197 1 , s. Ll-LII.
a.e. s. LII-LIII.
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 323

Tuna ve Budin muhafızlıklanndan sonra 1607'de ölen Deli ve Divane lakapla­


rıyla da anılan Hızır Paşa'nın Pir Sultan Abdal'ı astırdığı düşünülmektedir. An­
cak Hızır Paşa'nın Sivaslı olduğuna dair güvenilir belgeler bulunmamaktadır.
Aynca Pir Sultan Abdal'ın yaşadığı çağda bir ayaklanma olmadığı da bilinmek­
tedir.
Pir Sultan Abdal 'ın Osmanlı merkezi idaresiyle çatışmalarının akislerini ta­
şıyan kavga şiirlerinin dışında orta dönem Türk tarihinin ortak Türk-İslam dünya
görüşünü dile getiren şiirleri de vardır:

Dünya benim diye göğsünü germe,


Dünya sana baki kalmaz ne fayda,
Söyleyen dillerin söylemez olur,
Bülbül gibi zar edersen ne fayda ?

Söylersin de sen sözünden şaşmazsın,


Heldlini, haramını seçmezsin,
Kesilir nasibin su da içmezsin,
Hep deryalar senin olsa ne fayda ?

Bir gün seni getirirler evinden,


Ayırırlar vatanından evinden,
Hakk 'ın keldmını kesme dilinden,
Dünya dolu malın olsa ne fayda ?

Sen de dersin söz içinde sözüm var,


Çalarsın, çarparsın, oğlun, kızın var,
Senin şunda üç beş arşın bezin var,
Bütün dünya malın olsa ne fayda ?

Pirsultan Abdal 'ım çökse getirse,


Külli günahlarım alsa getirse,
Dünya benim diye çekse getirse,
17
Dünya sana baki kalmaz ne fayda ?

Bu ve benzeri şiirlerinde Pir Sultan Abdal da aşık ve tekke şairlerinde gö­


rüldüğü üzere bu dünyayı insanın ahiretini hazırlayan imtihan alemi olarak kabu
ettiği ve açgözlülüğün, tamahın ve hırsın boşuna olduğu, dünyanın tamamı bile
insanın olsa gömülürken üç beş arşın bezden başka birşeyi alamayacağı, yaptığı
kötülüklerin çocuklarından çıkacağı ortak kabulünü dile getirmektedir. Bu şiir
gerek içerik gerekse üslup açısından Yunus Emre'nin "Dünya benimdir dersin

17
Vehbi Cem Aşkun,"Pir Sultan Abdal", Türk Dili, Cilt 4, S. 47, Ağustos 1 955, s. 669-679.
324 Prof. Dr. Umay GONA Y

neden yalan söylersin" mısraıyla başlayan şiirine fevkalade yakınlık göstermek­


tedir.
Milli Türkü repertuarımızda yer alan ve çok sevilerek söylenen aşağıdaki
nefesi de bütün tarikatların müridlerine ruhi olgunlaşma sürecindeki güçlükleri
ve bütün çabalara rağmen menzile ulaşmanın Tann'nın lütfuna ve nasip etmesi­
ne bağlı olduğunu aktaran anlayışı sergileyen başarılı, ahenkli ve etkileyici bir
üsluba sahiptir:

Güzel dşık cevrimizi


Çekemezsin demedim mi?
Bu bir rıza lokmasıdır
Yiyemezsin demedim mi?

Yemeyenler kalır naçar


Gözlerinden kanlar saçar
Bu bir demdir gelir geçer
Duyamazsın demedim mi

Girelim Ali sırrına


Çıkalım meydan yerine
Can-u başı Hak yoluna
Koyamazsın demedim mi?

Dervişlik ulu dernektir


Görene büyük örnektir
Yensiz yakasız gömlektir
Geyemezsin demedim mi?

Bak şu aşığın haline


Ne gelse söyler diline
Küfrü imanın yerine
Sayamazsın demedim mi?

Pir Sultan, şahımız


Hakk 'a ulaşır riihımız
On iki imam katarımız
18
Uyamazsın demedim mi?

Alevilerin kabullerine göre Pir Sultan Abdal, Nesimi, Hatayi (Şah İsmail-i
Safavi), Pir Sultan 'ın müridi Kul Himmet, Fazilet-name yazan ve Otman Baba
postnişini Akyazılı Yemini ve XVI. yüzyılın ilk yansında Necefte vefat eden
Virani en büyük yedi şairdir.
18 .
Cahil ôztelli, Pir Sulıan Abdal, lstanbul 197 1 , s. 179-1 80.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 325

Türkçenin şiiriyetini başarıyla eserlerine aktaran Pir Sultan Abdal, yalnız


Alevi-Bektaşi akımının değil, Türk edebiyatının en başarılı şairlerinden biridir.
Pir Sultan Abdal' ın çok sayıda olmamakla beraber, çok duygulu aşk şiirleri de
tespit edilmiştir:

Çoktan beri yollarını göılerim


Gönlümün ziyası dost safa geldin
Şu garip gönlümün bağı bostanı
Ayva ile turunç, nar safa geldin

Yoksa karşımız.da oturan mısın


Serimi sevdaya yetiren misin
Ağır yüklerimi götüren misin
Katar maya ile dost safa geldin

Hindidir yiirimin kaşları Hindi


Bilmem melek miydi, arştan mı indi
Bir su ver yüreğim yandı
Temmuz aylarında kar, safa geldin

Yoksa sevdiğimin ilinden misin


Yoksa has bahçenin gülünden misin
Güzel Muhammed'in terinden misin
Cennet-i iiliida gül, safa geldin

Pir Sultan geyinmiş al ile yeşil


Yiirin sevdaları sere alaşır
Sevdiğim geyinmiş al ile yeşil
19
Çarşılar bezenmiş al, safa geldin

Hayatın zorluğuna, haketmeyenlerin imtiyaz kazanmaları gibi sosyal prob­


lemlere işaret eden aşağıdaki şiirin çok yakın bir varyantı da Develili Seyran!
adına tespit edilmiştir.20 Aşık ve Tekke şiirilerinde sık sık karşılaşılan bu var­
yantlaşma konusunun mutlaka kendi bütünlüğü içinde ele alınıp incelenmesi
gereken öncelikli meselelerimizden biri olduğunu düşünüyorum.21

Şu benim sevdiğim şirin sözleri


Büyüdü sineme, ne dağlar oldu

19
20 a.e. s. 297.
Umay Günay, "Develili Aşık Seyrini'nin Rüya Motifinin Tahlili", H. Ü. Edebiyat Fakültesi
21
Dergisi. C.111, S. 1, Ankara 1985. s. 9-15.
Umay Günay, "Halk Şiirinde Ayak Konusunda Düşünceler" Milli Folklor, Cilt: 1, Yıl : 2, S. 8,
s. 32-34.
326 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Karınca yükünü fil çekemez oldu


Azdı zaman azdı, ne çağlar oldu

Talip gelmez oldu pfr nefesine


Elin alıp gitmez oldu yasına
Dağlar sindi tepeler duldasına
Büyüdü tepeler, ne dağlar oldu

Talip mi benliği elden salmayan


Bahri gibi ummanlara dalmayan
Evveli eğnine şallar bulmayan
Şimdi atlas geydi, ne beyler oldu

Nesimi yüzüldü, Mansur asıldı


Ali'm düldüle bindi küffar basıldı
Nice ulu sularferden kesildi
Aktı gür pınarlar, ne çağlar oldu

Gönül turnam uçtu gitti gölünden


Bülbül vazgelir mi gonca gülünden
Abdal Pir Sultan 'ım çarhın elinden
22
Dideler yaş döktü, kan ağlar oldu

Aşık ve tekke edebiyat tarzlarında önemli bir yer tutan muamma , bağlama­
muamrna gibi isimlerle anılan soru cevap tarzında bilgilendirme veya karşısın­
dakinin birikimini yoklama amacıyla söylenen koşma dörtlüklerinden oluşan
aşağıdaki şiiri örnek vermenin Türk halk şiiri geleneğinin bütünlüğünü göster­
mek açısından önemli olduğuna inanıyorum. Bu örnekte soruların cevaplan yer
almamaktadır:
Oturmuş Arapça Kur'an okursun
Gel bunun manasını ver indi sofu
Ehl-i dil olmazsın irfan içinde
Gel bunun manasını ver indi sofu

Bu bir ağır yüktür, yükünü götür


Arifsen bu sırrın manasın yetür
Anası kız, oğlu koynunda yatur
Gel bunun manasın ver indi sofu

Muhammed Ali 'dir varından yüce


Müminler yuğruldu döküldü saca

22
Cahit Öztelli, Pir Sultan Abdal, İstanbul 197 l , s. 344.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 327

Anası kız oğlu oğlan pir koca


Gel bunun manasın ver indi sofu

Erenlerin kıldan ince yolu var


Dört kapının iki çatal dili var
Bir kuş gördüm ayağında nalı var
Gel bunun manasın ver indi sofu

Pir Sultan Abdal'ım hey şems-ü kamer


Yezid'in boynuna tiğ ile teber
Bir kısrak gördüm ki tayını emer
23
Gel bunun manasın ver indi sofu

Bu şiir, şekil, muhteva ve üslup bakımından aşık karşılaşmalarındaki bağ­


lama muamma ların bir örneğidir. Aşağıdaki şiir gene aşık tarzı şiir geleneğinde
önemli bir yer tutan nasihatnamelere güzel bir örnektir:

Bir öğüdüm vardır sana, söyleyem


En iyi dostundan sakın sen seni
Öğüdüm dinlersen manası budur
En eyi dostundan sakın sen seni

Gelir senin ile güler oynar


A rdınca önünce ayıbın söyler
Bir vakit gelince önüne çıkar
En eyi dostundan sakın sen seni

Senin ile hüsnün bahçesin gezer


Gönül aşk elinden satırlar yazar
A rdınca önünçe kuyular kazar
En eyi dostundan sakın sen seni

Gelir senden önce yükseğe çıkar


Gözlerinden kanlı yaşını döker
Ayağın kayınca urganın çeker
En eyi dostundan sakın sen seni

Pir Sultan Abdal'ım böyle söyledi


indi aşkın deryasını boyladı
Bunu işlemeyen kula söyledi
24
En iyi dostundan sakın sen seni

23
24 a.e. s. 344-345.
a.e. s. 266-267.
328 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Bu şiir Pir Sultan Abdalla birlikte hem Emrah hem de Ruhsati adına tespit
edilmiştir. Bu açıdan bakıldığında Pir Sultan Abdal'ın şiirlerinin güvenilir ör­
neklerini tespit edebilmek için dikkatli ve güvenilir ölçülere dayalı üslup çalış­
masının yapılması şarttır.
B ilimsel Türk Halkbilimi çalışmalarının 19 14'te başladığını kabul edersek
yüz yıla yaklaşan süre içinde Halk şiiri (anonim, tekke ve aşık) alanında büyük
ölçüde şiir metinleri, şairlerin isimleri ve olabildiğince doğru hayat hikayeleri
tespit edilmiştir. Elimizdeki malzemelerle artık Türk Halk Edebiyatının çeşitli
problemlerini çözebilmek için teoriler hazırlamanın ve elimizdeki malzemeleri
doğru tahlil ve değerlendirmenin zamanının geldiği görüşündeyim. Dar anlamda
Türk Halk Edebiyatının geniş anlamda Türk Edebiyatının en büyük temsilcile­
rinden olan Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Develili Seyrani ve
Dadaloğlu gibi şairlerin şiirleri ile ilgili pek çok konu hala bilinmezlikler içinde­
dir. Bu şairlerin eserleri için daha önceleri ifade edildiği ve önerildiği gibi sahibi
belli eserlere uygulanan salt modem edebiyat metotlarının yeterli olmadığı gö­
rülmektedir. Çünkü gerek tekke gerekse aşık edebiyatı ürünleri, bir yönleri ile
ferdi eser olmakla beraber diğer yönleri ile kolektif edebiyata bağlıdır. Herhangi
bir folklor ürünü gibi gerek şairlerin hayat hikayeleri gerekse şiirlerde varyant­
laşma devam etmekte, sözlü kaynaklarda olduğu gibi yazılı kaynaklara akseden
örneklerde de asıl nüshayı tespit başlı başına bir mesele olarak görünmektedir.
Türk halk edebiyatı geleneği ferdi yaratıcılığın orijinal söyleyiş ve algıları­
nı eleyerek bütün eserleri ortak kabullerde birleştirmeye devam etmektedir.
Folklorun bütün fonksiyon ve işlevleri gerek tekke gerekse aşık edebiyatı ürün­
lerinin tamamı için geçerlidir. Folklor araştırmalarında hiçbir ürün tek başına bir
metin olarak ele alınmaz, metnin anlamı folklor hadisesiyle birlikte anlaşılabilir.
Bu sebeple tekke ve aşık edebiyatı ürünlerinin de ortaya çıkışlarından itibaren
yazıya geçtikleri zaman da dahil olmak üzere folklor hadisesi bütünlüğü içinde
onu yaratan ve muhafaza eden, değer veren toplumun kültürel bağlantıları göz
önünde tutularak değerlendirilmesinin gerekli olduğuna inanıyorum. Pir Sultan
Abdal ve şiirleri, Türk kültürünün ve tarihinin tabiatı hesaba alınarak sosyal
psikoloji yaklaşımları ile birlikte folklorun göstergebilim25 gibi yeni metot ve
kabulleriyle ele alındığı takdirde pek çok meselenin güvenilir bir şekilde çözüle­
bileceğini düşünüyorum.

"
Özkul Çobanoğlu, "Aşık Tarzı Şiir Geleneği İçinde Destan TUıil Monografisi" (H.0. Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 1996).
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 329

ŞEHRİYAR ve
"HEYDERBABA 'YA SELAM" DESTANI

Şehriyar mahlası ile tanıdığımız, bugün İran siyasi sınırlan içinde yer alan
Güney Azerbaycanlı Türk şairimizin tam adı, Doktor Seyyid Mehemmed Hüse­
yin Behcet Tebrizi olarak tespit edilmiştir. ' Doktor, tamamlayamadığı tıp fakül­
tesi öğreniminden kalan bir ünvan, peygamber soyundan geldiği için Seyyid
sıfatı, Mehemmed (Muhamrnrnet) Hüseyin ilk adı, Behcet Tebrizi soyadıdır.
Soyadında yer alan Behçet, aynı zamanda Şehriyar'dan önce kullandığı ilk mah­
lasıdır. Mehemmed Hüseyin Behcet Tebrizi, İran 'da eskiden beri uygulanan
Hafız divanından fal açmak suretiyle mahlas alma geleneğine uyarak "Şehriyar"
mahlasını seçmiştir.
Şehriyar, 1 907 yılında Tebriz'in Mirza Nasrullah Çarşı Mahallesinde doğ­
muştur. Şehriyar'ın babası Tebriz'in tanınmış avukatlarından Hacı Mir Ağa
Hoşgenabi olarak tanınan İsmail Musevi, annesi Kövkeb Hanım' dır. 2 Şehriyar
babasını şöyle anlatmaktadır: "Benim rahmetli babam Hacı Mir Ağa Hoşginabi,
hoş sıfatlı bir seyyit idi. Onun asilliği ilk bakışta derhal kendini gösterirdi. Orta
boylu, hoş yüzlü, ağır tabiatlı, şirin sohbetli, keskin bakışlı ve çok cömert idi.
Onun sofrası daima açıktı. Aile üyelerinin sayısı 30-40 kişiye varırdı. Onun
kapısı ister şehirli ister köylü olsun, herkese açıktı. Haddinden fazla şiir ve mu­
siki severdi. Her türlü zanaat ve sanatı yürekten desteklerdi. Aynı zamanda iyi
bir hattattı. İri meşkihatta merhum Hoşnevisbaşı 'nın, ince yazıda ise merhum
Emir Nizam Kerrusi 'nin öğrencisi olmuştu. Genellikle çok sakin, yumuşak, ince
ve halim selim bir adamdı. Lakin hazan da şiddetle sinirlenir, çok kızardı. O
anda tüyleri diken diken olur, gözleri kızarırdı.
Babam, ihtisası olan hukuk ilminde ve mahkemede işlerinde çok bilgili ve
tecrübeli idi. Birçok ihtilaf ve hadiseleri barışla sonuçlandırırdı. Haksızların
davalarını ne kadar paralı ve nüfuzlu olursa olsunlar reddeder, haklıları savu­
nurdu. Yoksul ve mazlum insanların imdadına yetişir, onları düşünürdü. Bazan
da onlara cebinden harçlık verir, konaklama imkanı yaratırdı. Gerçekten o bü­
tün ömrünü mazlumların hakkını savunmada harcardı. Görünüşte herkesle uyu-

Yusuf Gedikli, Şehriyar ve Bütün Türkçe Şiirleri, İstanbul 1990. s. 15.


Zekeriya Terzemi-Çev. İsmet Verçin, "Şehriyar 2" Aşina Yıl: 1 , Sayı: 3, s. 23.
330 Prof. Dr. Umay GÜNAY

şur, kaynayıp karışırdı. Ancak son derece temiz, insaflı ve adaletliydi. Sözü o
zamanki alimlerin indinde çok muteberdi. Hoşgenap seyyidlerinin içerisinde
zannımca iki kişi, bir merhum Hacı Mir Elekber Hoşginabi, bir de benim babam
çok yüksek makamda durmuşlardı. İkisi de çok büyük şöhret ve şahsiyet sahibiy­
diler. Allah onların her ikisine de rahmet eylesin. "3
Şehriyar, annesi Kövkeb Hanımı Fars edebiyatında önemli bir yere sahip
olan "Ey Maderem " başlıklı şiirinde şöyle anlatmaktadır:

Bu evi çeviren bir kadın var


O benim annemdir.
Çağırdığı mahalli türküler,
Anlattığı güzel ve albenili öykülerle
Daha beşikteyken ben, ölüp gidinceye kadar
Saza ve söze kurdu sinir tellerimi
Gülüşüyle şiir ve nağme ekti bağrıma
Sonra göz yaşlarıyla suladı bu ekintiyi
Titreyip bana ışıldadı o ruh ihtizazı
Ve ben bu ruh ihtizazından aldım naz havasını
Ve kendime aşktan yeni bir alem yarattım.
Hayır! O ölmedi, zira ben yaşıyorum hala
O kederimde, şiirimde ve hayalimde yaşıyor.
Şairane mirasimdan ne varsa hep ondandır
Güneşin ve ayın kaynağı söner mi hiç?
O yiğit kadın hiç ölür mü ? O Şehr7ar doğurdu
"Gönlü aşkla dirilen asla ölmez. "

Şehriyar'ın çocukluk yıllan Haydarbaba dağının eteklerindeki Hoşgenap


köyü ve çevresindeki şengülabad, Kayışkurşak, Karaçimen, Kıpçak, Kurugöl,
Karagöl yerleşim birimlerinde, dağlar, ormanlar, pınarlar ve çiçekler arasında
geçer. Ailesi şiir ve müziğe aşina olduğundan çok küçük yaşlarından itibaren
babasından, Sadi'nin Gülistan ' ı, Ebu Nesri Ferahi'nin Nesab adlı Arapça-Farsça
manzum lügati yanında Kuran-ı Kerim'i öğrenmeye başlar. Molla İbrahim'den
altı yaşından itibaren özel dersler alır. İbrahim Molla hakkında Şehriyar şu bilgi­
leri vermektedir:" Molla İbrahim benim öğretmenimdir. O hakikaten çok fazilet­
li bir kişidir. Son kırk beş ytlda mektep açıp öğretim işiyle uğraşmış halkın yar­
dımına koşmuştur. Şimdi de bütün bölge halkı ona müracaat eder, ondan görüş
alır. Günümüzün birçok şöhretli adamı vaktiyle ondan ders almıştır. Çoktan
yükselişlerini ona borçludur. Kimseden yardım istemez, son derece izzetinefisle,

a.e., s. 410-41 ı .
Zekeriya Terzimi- Çev. İsmet Verçin, "Şehriyar 2" Aşina Yıl: 1 , Sayı: 3 , s . 24.
Turkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 33 1

serbestlikle yaşar. Küçücük tarlasından elde ettiği mahsul onun yegane gelir
kaynağıdır. Hayatının bütün yıllarını ya tarlasında çalışıp ailesi için geçim temin
etmekte, ya da köy çocuklarını başına toplayıp okulda ders vermekle geçirmiştir.
5
Okulda verdiği derslerden ücret almazdı." Şehriyar'ın bu türlü değerlendirmele­
ri onun dünya görüşünü kabul ve değerlerini sergilemesi açısından dikkat çeki­
cidir. Türk ahlak anlayışında hizmetin profesyonel olarak yapılması anlayışı
bugün bile tam olarak yerleşmemiştir. İbrahim Molla örneğinde görüldüğü üzere
kişinin sahip olduğu bilgileri ücretsiz olarak aktarması meziyet olarak nitelendi­
rilmiştir. Hizmeti ücretsiz yapmak asalet, ücret karşılığı yapmak asaletsizlik gibi
kabul edilmiştir. Bugün de bütün Türk topluluklarında benzer kabuller devam
etmektedir.
Şehriyar' ın eğitim ve öğretimi konusunda da araştırıcılar arasında görüş
farklılıklarına rağmen6 ilk öğrenimine Tebriz'deki Müttehide Medresesinde
başladığı söylenebilir. Tebriz'de Fuyuzat ortaokulu, Talibiye Medresesi, Tahran
Darülfünununda orta öğretimini tamamladıktan sonra 1923 yılında Tıp Fakülte­
sine başladığında Fars edebiyatı alanında genç bir şair olarak tanınmıştı. Şehri­
yar döneminin imkanları nisbetinde iyi bir eğitim ve öğrenim görmüş ana dilleri
olarak kullandığı Türkçe ve Farsçanın yanında iyi derecede Arapça ve Fransızca
da öğrenmiştir. Bir aşk hikayesi sebebiyle tıp fakültesini bitirmesine birkaç ay
kala üniversiteden ayrılmak zorunda kaldığı ifade edilmektedir. Gene bu dö­
nemde Mazeran Valisi ve Emir Ekrem olarak tanınan Çerağ Ali Han-ı
Pehlevi'nin bu aşk hikayesinin tasvip etmemesi sebebiyle Şehriyar tutuklanır ve
bir ay hapiste kalır ve Tahran'dan sürgün edilir. Şehriyar, Tahran'dan ayrılışın­
dan sonra 1933 yılında babasını kaybetmiş, çok etkilendiği bu ölüm üzerine
Farsça ile "Atamın Mateminde " başlıklı şiirini yazmıştır:

Dedim elinde asa olayım, fakat ne çare


Ayağım çamura saplandı, başıma toprak saçıldı, baba!
Gönül kanı yutarak bir bahçıvan gibi yetiştirdin beni,
Ama bu fidanından bir meyve alamadın baba!
Ah ki zamanın oyunu beni gafil avladı!
7
Senden haberdar olayım derken (ölüm) haberin geldi baba!

Hayatında meydana gelen ve baş edemediği bu sıkıntı ve üzüntülerle Şehri­


yar bunalıma girerek inzivaya çekilmiş ve bu dönemde tassavvufla uğraşarak
Zehebiye tarikatına intisap etmiştir. 1952 yılında Şehriyar, kendisini derinden
etkileyen annesinin vefatı üzerine, Farsça şiirleri arasında en çok tanınan, sevi-

Yusuf Gedikli, Şehriyar ve Bütün Türkçe Şiirleri, İstanbul 1990, s. 409.


Bu konuda tartışmalar ve yorumlar için Yusuf Gedikli ve Zekeriya Tenirni'nin çalışmalarına bakılabilir.
Zekeriya Terzimi, "Şehriyar 3" Aşina, Yıl: 1 , Sayı: 4, s. 46.
332 Prof. Dr. Umay GÜNAY

len ve en çok baskısı yapılan "Ey Maderem " başlıklı şiirini söylemiştir, şiirin
Türçeye tercümesinden bir bölüm:

Kum yolunda, geçen her şey bana somurtuyordu


Dağ kıvrımı bana sövüp uzaklaştı
Ovada eğri büğrü kara çizgiler
Alınyazısı tomarı ve ürkünç haberler
Göl de uzaktan halime ağlıyordu.
Türbenin etrafında sadece bir tavaf ve bir namaz
Okuduğum Yasin suresinde bir damla gözyaşı
8
Anne toprağa gitti.

Şehriyar, annesinin ölümünden sonra Tahran'dan ayrılarak Tebriz'e dön­


müştür. Ziraat Bankasında işe girmiş ve emekli oluncaya kadar bu kurumda
çalışmıştır. 1953 yılnda akrabalarından ilkokul öğretmeni Azize Hanım'la ev­
lenmiş ve iki erkek, iki kız çocuğu olmuştur. Birinci bölümünü Tebriz'de 1954
yılında yazdığı ve Türk dünyası tarafından sevgiyle benimsenen
"Haydarbaba'ya Selam" isimli manzum eserinin, ikinci bölümünü ayrıldıktan
çok uzun seneler sonra 1964 yılında geri dönebildiği Hoşgenap'ta yazmıştır.
1976-77 yıllarında ailesiyle gittikleri Tahran'da eşinin ölümü üzerine, "Ezize Bir
Gelin " adlı ağıtını söylemiştir. Şehriyar'ın Türkçe şiirlerinin büyük bir çoğunlu­
ğu Yahya Şeyda tarafından Tebriz'de 1981-82 yıllarında yayınlanmıştır. Şehri­
yar, 1 8 Eylül 1988 tarihinde Tahran'da vefat etmiş, Tebriz'de şairler mezarlı­
ğında toprağa verilmiştir.
Şehriyar'la ilgili bütün konularda olduğu gibi ilk kitabı ve kitaplarının ya­
yın tarihleri konularında da araştırıcılar arasında uzlaşma sağlanamamış, farklı
kabuller devam etmektedir. Farsça eserlerinin isimleri tahmini yayın tarihlerine
göre şöyle sıralanabilir: "Sada-yı Huda " (Tanrının Sesi) 1305; 1926-27; "Mes­
nevi-yi Ruh ve Pervane " (Ruh ve Pervane Mesnevisi) 1 3 16; 1927-28. "Kitapça"
(Kitapçık) 1 308; 1929-30. Farsça şiirlerinin tamamı aynca Divan Külliyatı adı
ile biraraya getirilmiş ve pek çok baskıları yapılmıştır.
Şehriyar'ın Türkçe eserleri de şöyle sıralanabilir: "Heyderbaba 'ya Selam
(/)" 1954. "Heyderbaba 'ya Selam (il)" 1964. "Türk 'ün Dili " 1 969. "Mehmet
Rahim 'e Mektup " 1970-7 1 . "Sehendim " 1967 ( 1 970?). Yayın tarihleri tespit
edilemeyen şiirleri: "Behcetabad Hatirasi " "El Bülbülü " "Süleyman Rüstem 'e
Cavaplar" "Döyünme ve Söyünme " "Tersa Balası " "Naz Eylemisen " "Türkle­
re Sesleniş " "Derya Eledim " "Türkiye 'ye Heyali Sefer. " Şehriyar'ın şiirleri,
İran, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Türkiye' de tekrar tekrar yayınlanmıştır. Azer-

Zekeriya Terzimi, "Şehriyar 2" Aşina, Yıl : l , Sayı: 3, s. 26.


Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 333

baycan Cumhuriyeti şairleri arasında Şehriyar'ın etkisiyle "Hasret Edebiyatı "


diye isimlendirilen yeni bir akım ortaya çıkmışbr.
Şehriyar, Türk şiir geleneğinin ve Fars şiir geleneğinin çok canlı ve etkili
bir şekilde yaşadığı bir coğrafyada iki dilli (bilingual) olarak yetiştiği için her iki
edebiyat birikimine derinliğine nüffiz etmiş ve kendi sanatkar mizacıyla hisse­
dip, gördüğü ve algıladığı dünyayı, aydın düşüncesiyle yoğurarak hem Farsça
hem de Türkçe şiirleri aynı ustalıkla söylemiştir. Batıda "bilingual" iki dilli
terimi Şehriyar gibi iki dili aynı anda öğrenenler için kullanılmaktadır. Sonradan
yabancı dil olarak öğrenilen ikinci dil hiçbir zaman çocuklukta ve aynı anda aynı
incelikte öğrenilen iki dil birikimine, kullanımına ulaşamamakta ve kültüre tam
anlamıyla nüfuz yeteneği kazandıramamaktadır. Türk edebiyatlarında bu güne
kadar iki dilli şair ve yazarlar konusunda bu açıdan bir araştırma ve değerlen­
dirme yapılmamıştır. Daima girdiği medeniyet dairelerinin geçerli dillerine
önem veren, zaman zaman da ana dilinden vaz geçerek bu dillerle eser veren
Türk aydın ve sanatkarlarının yabancı dillerle ilişkilerinin tahlilinin edebiyat,
kültür ve bilim araştırmalarında bazı meseleleri çözmekte ve anlamakta yardımcı
olacağına inanıyorum. Çünkü dil mantığı hem insanın dünya görüşünü hem de
genel mantığını belirlemekte ve ikinci kültüre o kültürün üyeleri gibi nüfuzunu
sağlamaktadır. Şehriyar, Türkçeyi ve Farsçayı anadili gibi aynı sürede öğrenip
birarada şiir dili olarak başarıyla kullandığı için hem Fars Edebiyabnın hem de
Türk Edebiyatının temsilcisi olma onurunu kazanmıştır.
Zekeriya Terzimi, çağdaş İran şairleri arasında çok değerli bir yere sahip
olarak nitelendirdiği Şehriyar'ın diğer çağdaş İran şairlerinden farklı olan özel­
liklerini şöyle sıralamıştır: "Fars Edebiyatının köklü geçmişi ve görkemi, Fars
şiirini laft.i ve manevi açıdan doruğa çıkaran büyük ve asil şairlerin varlığı göz
önünde bulundurulduğunda Şehriyar, en fasih ve en beliğ sanatsal yapıtlar or­
taya koyarak böylesine ünlü sanat pehlivanlannın yanında şayeste bir mevkiye
oturabilmiştir. Eskilerin üslubunu özellikle gazel kalıbında devam ettirmesine ek
olarak Fransız, Osmanlı Türkiyesi ve Kafkas şair ve yazarlarına fışinalığı 19.
asır romantik edebiyatıyla iç içe olmasını beraberinde getirmişti. Bu husus Şeh­
riyar'ın şiirlerinde açıkça göze çarpmakta ve "Şehriyar Ekolü " olarak adlandı­
nlmaktadır. Şehriyar'ın dünyaca tanınmasını sağlayan bir diğer özelliği, onun
9
Azeri Türkçesi ile yazdığı şiirleridir. "
"Haydarbaba 'ya Selfım "ın birinci bölümü İran' da yayınlandıktan hemen
10
sonra Türkiye'de 1954 yılından itibaren bölüm bölüm Azarbaycan ve Türk

10 Zekeriya Terzimi, "Şehriyar ( ! ) Aşina, Yıl: 1 . Sayı 2. s. 1 8 .


Azerbaycan Dergisi, Eylül-Ekim 1954.Sayı:6-7 (30-3 1 ). Kasım-Aralık 1 954. Sayı: 8-9 (32-33).
Ocak-Şubat 1 955. Sayı: 1 -2 (34-35). Mart-Nisan 1 955. Sayı: 3-4 (36-37). Mayıs-Haziran 1 955.
Sayı: 5-6 (38-39). Temmuz-Ağustos 1 955. Sayı: 7-8 (40- 4 1 ).
334 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Yurdu 1 1 dergilerinde yayımlanmıştır. Şiirin birinci bölilmünün Türkiye'de bilim­


sel yayını, 1 964 yılında "Şehriyar ve Haydarbaba 'ya Selfim " adıyla Ahmet Ateş
tarafından yapılmıştır. 12 Prof. Dr. merhum Muharrem Ergin, Haydarbaba'ya
Selam'ın ikinci bölümünün haberini ve metninin 30 kıtasını Türkiye'de ilk defa
yayımlayan kişidir. 1 1 İkinci bölümün tamamı olan 49 kıta Prof. Dr. merhume
Saadet Çağatay tarafından Azerbaycan Dergisinde beş sayıya bölünerek yayım­
lanmıştır. " Prof. Dr. Ergin "Azerbaycan Türkçesi " isimli çalışmasında
"Haydarbaba 'ya Selam "ın birinci ve ikinci bölümlerini bir arada, inceleme ve
bu şiire yazılan nazirelerle birlikte yayımlamıştır. " Prof. Dr. Çağatay, "Türk
Lehçeleri" adlı kitabının ikinci cildine Haydarbaba 'ya Selam 'dan seçtiği bazı
6
bölümleri örnek olarak almıştır. 1 Yusuf Gedikli "Şehriyar ve Bütün Türkçe Şiir­
11
leri " isimli çalışmasında Şehriyar'ın Türkçe şiirlerinin tamamı ile birlikte
"Haydarbaba 'ya Selam "ın birinci bölümüyle birlikte ikinci bölümünün otuz
bendini yayımlamış ve Şehriyar'ın hayatı ve şiirleriyle ilgili bir inceleme yapmış
Azerbaycan'da ve Türkiye'de bu konuda yapılan ulaşabildiği yayınlan bir araya
getirmiştir. "Haydar Baba 'ya Selfim "ın her iki bölümü Kültür B akanlığı tara­
fından Türk dünyasında bugün kullanılmakta olan Arap, Kiri! ve Lltin alfabele­
riyle yayımlanarak bütün Türk topluluklarının hizmetine sunulmuştur. 18 Zekeriya
Terzimi, Şehriyar' ın sağlığında sesli ve görüntülü olarak tespit ettiği mülakatlar­
dan elde ettiği bilgilerin ışığında Şehriyar'ın hayatı, Fars edebiyatındaki yeri ve
Farsça şiirleri konusunda yayınladığı Farsça çalışmasının bazı bölümlerini Türk­
çeye çevirerek yayımlamıştır. 19
Türkiye'de yukarıda kısaca tanıtılan yayınlar dışında da çeşitli vesilelerle
"Haydarbaba 'ya Selam " adlı iki bölümden oluşan uzun şiirle ilgili değişik yak­
laşımları ve yorumlan içeren pek çok tanıtma, yorum ve değerlendirme yayım­
lanmıştır. Bütün bu değerlendirmelerde, "Haydarbaba 'ya Selam " adlı şiirin
muhammes veya terciibend nazım şekillerinden etkilenerek beşliklerden oluş-
. muş destan benzeri uzun şiir olduğu konusu dile getirilmiştir. Benim kanaatime
göre "Haydarbaba 'ya Selam " Aşık tarzı şiir geleneği ve anonim halk edebiya-

il
12
Türk Yurdu, Ocak-Ekim 1955.
13 TUrk KUltUrU Araştırma EnstitUsU Yayınları, Ankara 1964.
14 Türk Kültürü, Ocak 1965, Sayı: 27. Nisan 1 965, Sayı: 30.
1� Azerbaycan Dergisi, 1 910. Sayı. 202-203-204-205-206.
16 İstanbul 1 97 1 ; ikinci baskı, İstanbul 198 1 ; ilçUncU baskı, İstanbul 1986.
17 Ankara 1972.
18
İstanbul 1990.
19 Selahattin Kılıç-İlhan Şimşek, Haydarbaba'ya Seldm, Ankara 199 1 .
Zekeriya Terzimi-Çev. İsmet Verçin, "Şehriyar ( ! )"Aşina Yıl: 1 . Sayı: 2 . s . 17-23.
---� "Şehriyar (2) Aşina Yıl: 1. S. 3. s. 2 1-30.
___ , "Şehriyar (3) Aşina Yıl: l . S. 4. s. 41-50.
___ , "Şehriyar (4) Name-i Aşina Yıl: 2. S. 1 . s. 19-27.
___ , "Şehriyar (5) Name-i Aşina Yıl: 2. S. 2. s. 23-30.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞltR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 335

tında zengin ve çok çeşitli örnekleri tespit edilen destan türünün20 yeni bir örne­
ğidir. Şehriyar, geleneksel Türk şiirinin destan türüne yeni bir şekil ve estetik
kazandırmıştır. "Haydarbaba 'ya Sellim " şiirindeki nazım birliklerinin klas ık
destan örneklerimizde yaygın olarak karışımıza çıkan koşma ve mani dörtlükle­
rinden farklı oluşu bu eserin destan olarak nitelendirilmesini engellemez. Aynca
Türkiye ve Türkiye dışında genel olarak Türk halk edebiyatında dörtlüklerin
tercih edildiğini kabul etmekle beraber tek tercihin bu olmadığını, ikiliklerin,
üçlüklerin, beşliklerin, altılıkların da örneklerinin var olduğunu biliyoruz. 21 Türk
halk edebiyatı, Türklerin ilk milli edebiyatlarının bütün Türk devlet ve topluluk­
larında yazılı ve sözlü biçimde devam eden ortak biçimi olduğundan, kesin ta­
nım ve tespitler için hem tarihi gelişimi hem de coğrafi yayılımı içinde karşılaş­
tırmalı çalışmaların gerekli olduğuna inanıyorum. Bugün Türkiye'de Türk halk
şiiri nazım türleri ile ilgili bilgiler genellikle Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi
örneklerine dayalı olarak hazırlandığından bizim için kural dışı veya orijinal
gelen bir örnek, Türk kültürünün bütünlüğü içinde başka anlam taşıyabilir. Des­
tan türünün en belirgin özelliği hayatın bütününün veya bir bölümünün hikaye
ve romanda olduğu gibi hem tahkiye hem de izlenim, çağrışım ve yorurnlarlarla
izleyiciye veya okuyucuya aktarılmasıdır. Her destanın en az bir hikayesi vardır.
Bu destanın hikayeleri Haydarbaba Dağı'nın eteğindeki yerleşim birimlerinde
yaşanmış ve yaşanmakta olan hayatların Şehriyar'ın dilinden hafıza ve gönlün­
den süzülerek Türkçenin gücüyle seslendirilmesidir. Büyük Azeri Türk şairi
Şehriyar, iki safhada yazdığı "Haydarbaba 'ya Selôm "ın 76 bendden oluşan,
birinci bölümünde ayrıldıktan sonra dönmek imkanı bulamadığı çocukluk ve ilk
gençlik izlenim ve hatıralarıyla kucakladığı köy hayatını heyecan, özlem, hoşgö­
rü, şevkat ve sevgiyle; 49 bendden oluşan ikinci bölümde ise yetişkin olarak
döndüğü hayalindeki köyde ve çevresinde gelişmenin durduğunu, durağanlığın
getirdiği çöküşle hayatın her safhasında başlayan yozlaşmayı, olumsuz insan
tiplerini, gerçekleri görmekten dolayı hayal kırıklığı ve çaresizlik içinde küskün
ve karamsar bir üslupla aktarmaktadır. Muhteva ve üslup itibariyle Şehriyar'ın
bu şiiri Aşık tarzı şiirin klasik destan türününün başarılı örneklerinden biridir.
Nazım birliklerine baktığımızda Şehriyar, geleneksel Türk şiirinin destan
türünün nazım birliğine yeni bir estetik ve şekil kazandırmıştır. Divan şiiri ile
halk şiirini kucaklaştırarak terci-i bend, muhammes, koşma ve mani nazım şekil­
lerinin çeşitli unsurlarından yeni bir nazım birimi yaratmıştır. Şehriyar'ın beşlik
bendlerinin kendi arasında kafiyeli ilk üçlükleri açıklamaları, olayların, hatırala­
rın, duyguların tasvirlerini veya arzu ve dilekleri; sondaki kendi arasındaki kafi-

20
Özkul Çobanoğlu, "Aşık Tarzı Şiir Geleneği içinde Destan Türü Monografisi," Ankara 1966.
21
(H.Ü. Basılmamış Doktora Tezi).
Kemine, Gayipnazar Gayıla ve Mahtum Kulu gibi Türkmen şairlerde de dörtlüklerden artık ve
eksik örnekler için bakınız: Türkmen-Geldiev, Türkmen Şiiri Antolojisi. Ankara 1 995.
336 Prof. Dr. Umay GÜNAY

yeli ikilikler ise üçlüklerde sergilenen hayat sahneleri ile ilgili yorum ve hüküm
ifadelerini içermektedir. Bir nevi manilerdeki hükme hazırlayıcı dolgu mısrala­
rından sonra gelen anafikirler gibi de değerlendirilebilir. Bu beşlik bendlerin
kendi içinde bütünlüğe sahip kompozisyonları manilerin minyatür kompozis­
yonlarını düşündürmektedir. Bir bend içinde iki ayn grup kafiyenin kullanılışı
söyleyişte yeknesaklığı ortadan kaldırdığı gibi şairi duygu ve düşüncelerini ifade
ederken sürekli kafiyenin getireceği sınırlamalardan kurtarmıştır. Başarılı sanat­
karlar edebi eserlerin şekillerinde de burada görüldüğü üzere yeni yaratmalar
yaparlar. Başarılı eserlerin şekil, üslup ve tür özellikleri daha sonra edebiyat
araştırıcıları tarafından sınıflandınlır, değerlendirilir ve edebi kurallar ve ölçüler
içine dahil edilir.
"Haydarbaba 'ya Selam " destanında beşlik bendlerin tasvir, yorum ve hü­
küm mantığı ile düzenlenmesi bendlere dram özelliği kazandırmıştır. Şiirin bü­
tününde gözümüzde ve gönlümüzde canlanan Güney Azerbaycan' ın hayatı bu
ince ve başarıyla işlenen dramatize tekniği ile sağlanmıştır. Türk halk şiiri icra
töresinde deyişlerin selamla, hatır sormayla başlaması adettendir,
Haydarbaba 'ya Selfım da böyle başlamaktadır:

Heyderbaba yıldırımlar çakanda


Seller, sular şakgıldayıp akanda
Kızlar ona saf bağlayıp bakanda
Selam olsun şevketize, elize
22
Benim de bir adım gelsin dilize.

"Haydarbaba 'ya Selam " destanı, ortak Türk halk şiiri üslubu ile söylen­
miştir. Bu ortak üslubu belirleyen önemli unsurlardan biri de dünya görüşüdür.
Bu eserde de orta dönem Türk edebiyat tarzları olan Divan ve Halk edebiyatla­
rında görülen içe dönük insan tipinin dünya görüşü hakimdir. Olumsuz şartlan
düzeltme, olumluya doğru geliştirme, üreterek zenginleşme yerine yokla yetin­
me, imkansızlık ve haksızlıkları ortadan kaldırmak yerine bulduğunu kader ka­
bulü ile boyun eğerek sabretme, kaderden şikayet, sıkıntılarla başa çıkmak için
çabalamaktansa küserek katlanma, durağan ve duygusal kültür tipinin özellikle­
ridir. Şehriyar, "Haydarbaba 'ya Selfım " destanının bütünde hatıralarını, özlem­
lerini, düşüncelerini, duygularını, eleştiri, beklenti, kızgınlık ve küskünlüklerini,
kişileştirerek muhatap aldığı Haydarbaba dağına anlatmıştır.

Türk kültüründe hatırlanmak ve anılmak önemli ortak kabul ve dileklerden


biridir. Hatırlayıp yadedenler daima hatımaz, kıymetbilir olarak nitelendirilir ve
daima hayır dualarla anılır. Bu iyi dilekler, kabul ve değerler aşağıdaki

22
Yusuf Gedikli, Şehriyar ve Bütün Türkçe Şiirleri, İstanbul 1990. s. 136.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEôt ve RÜYA MOTİFİ 337

bendlerde Haydarbaba dağının tasvirlerinden sonra haşan ile dile getirilmekte­


dir:

Heyderbaba, kekliklerin uçarıda


Kol dibinde tavşan kalkıp kaçanda
Bahçelerin çiçeklenip açanda
Biulen de bir mümkün olsa yad eyle
Açılmayan yürekleri şad eyle

Bayram yeli çardakları yıkanda


Nevruzgülü, karçiçeği çıkanda
Ak bulutlar köyneklerin sıkarıda
Biulen bir yad eyleyen sağ olsun
Derdlerimiz koy dike/sin, dağ olsun

Heyderbaba, .gün dalıvı dağlasın


Yüzün gülsün, bu/ahların ağlasın
Uşakların bir deste gül bağlasın
Yel gelende ver getirsin bu yana
Belki benim yatmış bahtım uyana. 23

Aşağıdaki bendde duygusal ve içe dönük kültürün ortak dünya görüşü in­
sanın kendi kaderinde söz sahibi olamadığı inancı ile çaresizliği açıkça dile geti­
rilmektedir:

Heyderbaba, senin yüzün ak olsun


Dört bir yanın bu/ağ olsun, bağ olsun
Biulen sora senin başın sağ olsun
Dünya kaza kader, ölüm yitimdir
Dünya boyu oğulsuulur, yetimdir. 24

Şehriyar, destanın birinci bölümünü, annesinin: "Oğlum sana büyük şair


diyorlar, sen nece yazıyorsun ki ben anlamıyorum. " sitemi üzerine çocukluk ve
ilk gençlik hatıralarının canlanmasıyla kaleme almıştır. Çocukluğundan beri
görmediği bu yerler ve orada yaşananlar kendi ifadesiyle: " Vakta ki merhum
annem Tahran 'a geldi; onun sihirli tesiriyle geçmiş günlerin eğlenceleri ve
çocukluğumun şen ve mesut anları yavaş yavaş zihnimde canlandı; ölüler dirildi
"
ve o zamanki tablolar bütün renkleriyle yeniden çizildi. " şeklinde açıklanmak­
tadır. Gerçekten de "Haydarbaba 'ya Selam " destanının bütününde Haydarbaba

23
24 a.e. s. 1 36- 1 37.
z.ı a.e. s. 1 37.
a.e. s. 85-86.
338 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Dağı ve çevresi her bendde bir tablo gibi gözümüzde canlanmaktadır. Aşağıdaki
bend, Tahran yolu üzerinde Şibli Dağı'nın eteğinde yer alan büyük bir göl olan
Gurugölü ve üzerinde yüzen ve uçan kuşları canlandıran dikkat çekici örnekler­
den biridir:

Heyderbaba, Gurugöl 'ün kazları


Gediklerin sazag (rüzgarda ıslık) çalan sazları
Ket-Kövşenin (çevre) payız/arı (sonbahar), yazları
Bir sinema perdesidir gözümde
26
Tek oturup seyr ederem özümde

Aşağıdaki bendlerde ise Haydarbaba'nın eteklerine bu bölümü yazdığı dö­


nemde geri dönemeyen Şehriyar' ın üzüntüleri ve özlemleri ile birlikte insanın
çocukluk ve ilk gençlik döneminde hayatın getireceği engelleri, zorlukları ve
yoksunlukları bilememekten dolayı sahip olduğu güzelliklerin ve göreceli mut­
lulukların tam bilincine varamayışı ve ömrünün bu dönemini bir ölçüde boşa
harcayışı anlatılmaktadır:

Heyderbaba, yolum senden geç oldu


Ömrüm geçdi, gelemmedim geç oldu
Hiç bilmedim güzellerin nic ' oldu
Bilmez idim döngeler(dönemeç) var, dönüm var
Yitkinlik (kayıp) var, ayrılık var, ölüm var

Heyderbaba, yiğit emek yitirmez


Ömür geçer, yazık yol bitirmez
Namerd olan ömrü başa yetirmez
Biz de vallah unutmayız sizleri
27
Göremesek helal edin bizleri.
Yukarıdaki bendlerde hüküm ve yorum ifade eden son ikiliklerde dünya
yalnızca kederlerin ve sıkıntıların yaşandığı bir ömrün geçtiği yer olarak nite­
lendirilmektedir. Şehriyar'dan önce Karacaoğlan'ın da söylediği gibi bir ayrılık,
bir yoksulluk, bir ölüm insanın zor katlandığı gerçeklerdir ancak dostluk, güven,
paylaşılan sevgiler, ayrılıklardan sonra kavuşmalar, kazanılan başarılar, şan,
şöhret, zenginlik, sağlık ve idealler gibi hayatı yaşanılır yapan nice güzellikler
de var. Bu zorluklarla birlikte şiirlerinde mutlulukları, güzellikleri, iyilikleri de
dile getirerek dünyayı güzelleştirerek yaşanabilir gösteren, yitenin yerine yenisi­
ni koyan, sahip olamadıkları yerine sahip olduklarına değer veren Karacaoğlan

26
27 a.e. s. 1 37.
a.e. s. 1 37.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 339

dışında gerek Divan, gerek Halk şiirinin ortak kabulüne uygun olarak Şehri­
yar' da da görüldüğü üzere kaza, kader, yoksulluk ve ölüm bu dünyanın temel ve
tek gerçeği gibi işlenmiştir.
Şehriyar'ın "Haydarbaba 'ya Selam " destanı bütün halk şiiri örneklerinde
olduğu gibi Türk halk kültürü alt yapısı üzerine kurulmuştur. Bu destan, Türk
halk kültürü unsurlarının tespitine yönelik tahlil ve tasvirine dayalı bir araştır­
maya kaynaklık edecek niteliktedir. Aynen Dede Korkut Hikayelerinde olduğu
gibi başlı başına kaynak eser olarak geleneksel Türk hayatının bütününün Güney
Azerbaycan varyantlarını örneklemektedir. "Haydarbaba 'ya Selam " ve Şehri­
yar' ın bu destana eklediği açıklamalardan hareketle doğum, evlenme, düğün,
ölüm gelenekleri, masallar, destanlar, atasözleri ve deyimJer, şiirler, bayramJar,
yemekler ve yemek adetleri, halk hekimJiği, el sanatları, halk mimarisi, çocuk
oyunları gibi ortak kültürün bütün alan, kabul ve değerlerinin bu bölgede yaşa­
yan varyantları ile birlikte köyde yaşananlarla ilgili bilgiler bir bölge folklor
araştırma monografisinin gerekli birikimini sergilemektedir. Aşağıdaki bende
bahsedilen Mir Ejder, modem yolların yapılmadığı yerlerde çok önemJi olan yol
gösterici rehber, Aşık Rüstem devrinin başarılı şairidir:

Heyderbaba, Mir Ejder seslenende


Kend'içinde sesden-köyden düşende
Aşık Rüstem sazın dillendirende
Yadındadır, ne korkarak kaçardım?
28
Kuşlar gibi kanat çalıp uçardım.

Aşağıdaki bendde düğün adetleri arasında yer alan iki önemJi pratiğe işaret
edilmektedir. Mutluluk getirmesi dileğiyle düğünlerde bir tepside bir kase pelte
ve sürülmeye hazırlanmış kına misafirlere ikram edilir. Bu pelte ve kınadan
alanlar tepsiye bir miktar para koyarlar. Toplanan para gelinin yardımcılığını
yapan yenge kadına verilir. Gelin at üzerinde damadın evine gelirken, damat
dama çıkarak, bir elmayı gelinin ayağının altına fırlatır. Elmanın parçalanması
gelinle damadın birbirlerine olan sevgilerinin hiç bitmeyeceği anlamını taşır:

Heyderbaba, kendin toyun tutanda


Kız-gelinler hena pelte satanda
Bey geline damdan elma atanda
Benim de o kızlarında gözüm var
A �
Aşıkların sazlarında sözüm var.

28
29 a.e. s. 1 37.
a.e. s. 140.
340 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Hem evlenme hem de bayram geleneklerinin bazı adet ve pratikleri mimari


özellikler çevresinde kalıplaşarak şekillenmişlerdir. Şehriyar'ın telmihte bulun­
duklarından ikisi şöyle özetlenebilir. Köylerdeki evlerin damının ortasında bulu­
nan bacalar tandırın dumanını dışarıya atmanın yanında evin havalandınlması ve
aydınlatılması gibi fonksiyonlara da sahiptir. Nişanlılar bu bacadan birbirlerini
görür ve konuşurlar. Bir genç kızın temizliği ve saflığını sembol alarak Türkiye
Türkçesindeki "Kapıya bacaya çıkmadı" deyimindeki baca kelimesinin gelişi
güzel kullanılmadığını, bir pratiğe işaret ettiğini yukarıdaki örnek açıkca ortaya
koymaktadır. Manas Destanında da Türkiye Türkçesindeki bu deyimin aynı
anlamda kullanıldığını biliyoruz:

Biricik kızım Kanıkey


Yalnız bacadan gün gördü
Suyu yalnız evde içti
Seçilmiş atlara bindi
Uzakdan gelme bal yedi
İnce elbise ile rüzgara çıkmadı
Soğuk nedir hiç bilmedi
Hiç gece kapıya çıkmadı
Dünden kalma yemek;,emedi
Biricik kızım Kanıkey

Aynca Nevruz'da köyün gençleri ve çocukları karanlık bastıktan sonra


kendilerini tanıtmadan çeşitli renklerdeki şallarını bacadan sarkıtırlar. Ev sahibi
şal sarkıtanın kim olduğunu tahmin etmeye çalışarak onun hoşlanabileceği uy­
gun hediyeleri şallara bağlar. Bugün de Türk geleneklerine göre ailede bir ölüm
olmuşsa aile fertleri ilk bayrama katılmazlar, evde misafir kabul ederler. Şehri­
yar'ın nenesinin öldüğü yıl, ailesi Nevruz bayramına geleneğe uyarak katılma­
maktadır. Şehriyar, aşağıdaki bendi şöyle açıklamaktadır: "O yıl benim nenem
rahmete kavuşmuştu. Bu yüzden biz bayram şenliklerine iştirak etmemeliydik.
Ancak ben çocuktum, anlamıyordum, yaramazlık edip, kavga gürültüyle, ağlayıp
sızlamayla bir şal alıp komşumuz teyzemoğlu Gulamgile koştum, dama çıkıp şalı
salladım. Teyzemoğlu Gulam 'ın anası rahmetli Fatma teyze derhal şalın benim
olduğunu bilip merhum Hanım nenemi hatırlayıp ağlaya ağlaya şalıma bir çift
çorap bağladı. Hfılti bile meleklerden güzel o köylü kadının ilahi siması benim
gözlerimin önünde unutulmaz levha gibi canlanır. "31

Şal istedim ben de evde ağladım


Bir şal alıp tez belime bağladım

lO
31
Laya şapiya, Manas Destanı (Basılmamış Mezuniyet Tezi) 1.0. TUrkiyat EnstitUsU s. 94.
Yusuf Gedikli, Şehriyar ve Bütün Türkçe Şiirleri, İstanbul 1990. s. 408.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÖİ ve RÜYA MOTİFİ 341

Gulamgile kaçdım şalı salladım


Fatma hala bana çorap bağladı
32
Han nenemi yada salıp ağladı.

Azerbaycan'da yılın son çarşamba gecesinde gençlerin kısmetlerinin ve


şanslarının açılması için su üzerinden atlayarak okunan "Bahtım benim, seyyid
bahtım bereket A llah, A k ellere kına yaktım, berekallah, A tıl-matıl çerşenbe,
Bahtım açıl çerşenbe "33 tekerlemesiyle birlikte bu adete işaret eden bend şöyle­
dir:

Bak içinin sözü SOVU kağızı (kağıdı)


ineklerin bulaması, ağızı
Çerşenbenin girdekanı (cevizi) mövizi (kuru üzüm)
Kızlar deyer: "Atıl-matıl çerşenbe.
34
Ayna tekin bahtım açıl çerşenbe. "

Türkiye Türkçesinde olmayacak işler için yaygın olarak kullanılan " Çık­
maz ayın son çarşambası " deyiminin yukardaki inanç ve pratiğin karşıtı olduğu
düşünülebilir. Bu _örnekler de karşılaştırmalı çalışmaların ne kadar gerekli oldu­
ğunu düşündürmektedir.
Çocuk oyunlarına işaret eden şu bendlerde koyun ve sığır sürüleri otlamak­
tan dönünce çocuklar sıpaları sürüden kaçırıp kılavuzları taklit ederek üzerlerine
binerler ve türküler okurlar. Bu çocukların büyüklerin yaptıkları işleri taklit
ettiği oyunlardandır ki genellikle kırsal bölgelerde bu tür oyunlarla çocuklar
yetişkinliğe bu yolla daha kolay geçmektedirler. Dünyadaki bütün çocukların
oynadığı kartopu oyunuyla birlikte özel kayakları olmadığı için küreklerle yapı­
lan kayağın daha çok maharet ve çeviklik gerektirdiğine işaret edilmektedir:

Akşam başı nahır (sürü) ile gelende


Godugları (sıpa) çekip vurardıg bende
Nahır geçip gidip yetende kende(köye)
Hayvanlara çıplak binip kovardık
3S
Söz çıksaydı sine gerip (göğüs gerip) sovardık (savardık).

Yaz kabağı gün güneyi dövende


Kend uşağı kar güllesin sevende
Kürekçiler dağda kürek züvende (kayanda)

32
a.e. s. l 40.
n
34 a.e. s. 408.
35 a.e. s. 141.
a.e. s . 141.
342 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Benim ruhum eyle bilin ordadır


36
Keklik gibi batıp kalıp, kardadır.

"Heyder Baba 'ya Selam " destanın tamamı Şehriyar'ın hayat hikayesinin
bir bölümünü sergilemektedir. Ailesi ve çevresinde yaşayan insanlarla ilgili
hatıralarıyla birlikte ilgi çekici tasvir ve karakter tahlilleri de yer almaktadır:

Mir Mustafa dayı, yüce boy baba


Heykelli, sakkallı Tolustoy baba
Eylerdi yas meclisini toy baba
Hoşgenab 'ın abırısı (haysiyeti), erdemi
37
Mescidlerin, meclislerin görkemi.

Benim atam sofralı (mükrim, sofrası herkese açık) bir kişiydi


El elinden tutmak onun işiydi
Güzellerin ahire kalmışıydı
Ondan sonra dönergeler (çarklar) dönüp/er
38
Muhabbetin çırağ/arı sönüp/er.

Mir Sa/eh 'in delisovlug (delidoluluk) etmesi


Mir Eziz 'in şirin şahsey getmesi (muharrem ayında yas tutmak)
Mir Memmed'in gurulması, bitmesi (öfkelenmesi)
Şimdi desek ehvalatdı (hikfıye) nağıldı (masal)
}9
Geçdi, gitti, etti, battı, dağıldı.
Fizı,e hanım Huşgenab 'ın gülüydü
Amir Yahya emgızının kuluydu
Ruhsare artist idi, sevgiliydi
Seyyid Hüseyn Mir Saleh 'i yansılar (taklit etmek)
40
Amir Cafer gayretlidir, kan salar (kan döker).

Hoşgenap Köyü ve çevresindeki yerleşim birimlerinde yaşayan ilgi çekici


insan örneklerini çoğaltmak mümkün, şiirin bütünü kurgusal bir eser gibi çeşitli
sahnelerle, canlı tasvirlerle Şehriyar' ın gözünden ve gönlünden bize hayatının
bu yörede geçen günlerini canlandırarak aktarmaktan öte göstermektedir. Edebi
eserlerin başarısı da temelde bu noktadadır. Söylemekten öte asıl amaç, göster­
mektir.

36

37
a.e. s. 1 42.
38
a.e. s. 1 45.
a.e. s. 145.
39
a.e. s. 145.
40
a . e . s. 1 46.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 343

Destanın ikinci bölümünde çocukluk ve ilk gençlik heyecanlan arkada kal­


dıktan sonra hayatın çileleriyle yoğrulan Şehriyar' ın Haydar Baba Dağı ve çev­
resiyle iletişiminde belirgin bir hayal kırıklığı ve ümitsizliğin hakim olduğunu
görmekteyiz:

Heyder Baba, çektin meni getirdin,


Yurdumuza yuvamıza yetirdin,
Yusufunu uşak iken yitirdin,
Koca Yakub, itmişsem de tapıpsan (bulursun)
41
Kovalayıp kurt ağzından kapıpsan.

Heyder Baba, seni vatan bilmişdim,


Vatan deyip baş götürüp gelmişdim,
Seni görüp göz yaşımı silmişdim,
Halbuki lap (tam) gamlı gurbet sendeymiş.
42
Kara zindan, acı şerbet sendeymiş.

Kim kaldı ki bize buğun (bıyık) burmadı,


Altdan altdan bize kelek kurmadı,
Bir merd oğul bize havar (imdada) durmadı,
Şeytanları kucaklayıp gezdiz siz.
43
insanları ayak/ayıp ezdiz siz.

Duvar yüceldi, gün bize düşmedi,


Zindan karaldı göz gözü seçmedi,
Gündüz gözü benim lambam geçmedi,
Sel de basdı evmiz dolup göl oldu,
44
Çok yazığın evi çönüp çöl oldu.

Evvel başı benden istikbal etdiz.


Sonra çönüp (dönüp) ihlal etdiz
Öz zennince üstadı iğfal etdiz.
Aybı yoktur, geçer gider, ömürdür,
45
Kış da çıkar, yüzü kara kömürdür.

Her şaheser gibi "Haydar Baba'ya Selam da hem Türk Edebiyatının sıra­
"

dan örneklerinin alt yapısına ve bütün niteliklerine sahip hem de kendi bütünlü-

41

42
Kılıç-Şimşek, Haydar Baba 'ya Sellim, Ankara 1991, s. l 13.
41 a.e. s. 147.
44 a.e. s. l 48.
45 a.e. s. 149.
a.e. s. 1 50.
344 Prof. Dr. Umay GÜNAY

ğü içinde Türk edebiyatına getirdiği katkılarıyla orijinal bir eserdir. Bu sebeple


mensubu olduğu Türk grubu aşarak bütün Türk dünyasının ortak eserlerinden
biri olma yolunda hızla ilerlemektedir. Her sıra dışı edebi eser gibi bu destan da
her okuyuşta yeni yorumlara, yeni tespitlere, yeni tahlillere ve çağrışımlara açık­
tır. Şehriyar, hem Fars hem de Türk edebiyatına aynı ölçüde seçkin eserlerle
katkıda bulunmuş, iki dilde dikkat çekici eserler vermiş, benzeri az bulunur bir
ş8.i.r olarak edebiyat tarihlerindeki yerini almıştır.
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞltR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 345

"KARACAOGLAN
*
TÜRKMENİSTAN'A YERLEŞEBİLİR Mİ ?"

"Gazan / Kozan dağından neslimiz.


Arı Türk.men 'dir aslımız.
Varsak'tır durak yerimiz.
Yadellerde yar eğler bizi. "

dörtlüğüyle kendisini tanımlayan Karacaoğlan'ın gerçek hayat hikayesi efsane ve


rivayetler arasında yitip gitmiştir. XVI. yüzyıldan itibaren "Karacaoğlan " adı
Osmanlı coğrafyasının çeşitli köşelerinden bir şekilde ses vermiştir. Eldeki bilgi­
ler ve Çukurovalıların sahiplenişleriyle ölümünden sonra mezarıyla İçel-Mut'a
1
yerleşmiş görünmektedir. Kaynaklara göre ve eldeki şiirlerin üslup araştırmala-
rına göre XVI, yüzyılda Rumeli de ve XVII. yüzyılda Çukyrova'da - Anadolu'da
yaşamış asgari iki Karacaoğlan'ın varlığını göstermektedir. Bu iki Karacaoğlan­
'ın yanında Rumelili - Yozgatlı Karacağlaf olmak üzere bu mahlası kullanan
başka aşıkların da varlığı düşünülmektedir. Türkmenistan'da yaşayan Türkmen
kardeşlerimizin atalarından Karacaoğlan'a duyarsız kalmaları beklenemezdi.
Nitekim 1979'dan itibaren bu coğrafyadan da Karacaoğlan'la ilgili sınırlı da olsa
bilgiler gelmeye başladı ve Karacaoğlan şiirlerinin büyük bölümü değerli Türk­
men ıpeslektaş Kakacan Ataev tarafından Türkmen lehçesine çevrilerek yayın­
landı. Bu bilgiler, Karacaoğlan tapşırmalı şiirler ve pek az sayıdaki belge Kara-

Cahil ôztelli, Karacaoğlan- Bütün Şiirleri. İstanbul 1970; Müjgan Cumhur, Karacaoğlan. Anka­
ra 1985. Mustafa Necati Karaer, Karacaoğlan Anlcara 1982; Karacaoğlan, Dergah Yayınları, ls­
tanbul 1982.
Prof. Dr. Şükrü Elçin, " Halk Edebiyaumızda Kaynaklar Meselesi ve XVI. Asır Ozanı Karaca­
oğlan," Atsız'a Armağan , İstanbul 1976; Prof. Dr. Umay Günay, TUrkiye'de Aşıklık Geleneği
ve Rüya Motifi, Ankara 1999. s. 185-195.
İlhan Başgöz, Karac'oğlan, İstanbul 1999 ; " Sayın ŞUkrU Elçin'e Geciken Bir Cevap" Folklor I
Edebiyat 3 1 ( 2002/3) s. 215- 220. Prof. Dr. ôcal Oğuz, "Birincil Sözlü Kültür Çağı ve
Karac'oğlan Şiiri" Milli Folklor, Sayı: 58 Yaz 2003. s. 31-39.
İlhan Başgöz, " Karacaoğlan Türkmenistan'da" Ulusal KUltUr, Sayı: 4, Nisan 1979. s. 123 -134.
Ali Abbas Çınar, "Türkmenistan'da Karacaoğlan Destanı" Atayurttan - Anayurda
Prof. Dr. Kakacan Ataev, "Garacaoğlan Saçların Gara Deel midir?" Aşkabat 1994.
Annagurban Aşırov, "Karacaoğlan" Türkmen Sesi Gazetesi, No: 7-34; Temmuz 1994.
346 Prof. Dr. Umay GÜNAY

caoğlan'ın Türkrnenistan'a yakın bir dönemde Anadoludan misafir gittiğini gös­


termektedir.

M.Ö. iV. binden itibaren başlayan Türk tarihinde çeşitlenen Türk yurtla­
rında lehçe farklılıklarını doğuran sebepler aynı zamanda edebi uslup, anlayış ve
tarzlarda da çeşitlenmeyi beraberinde getirmiştir. Sözlü kültürün canlı olduğu
dönemlerde göç eden şairler ve eserleri yeni lehçenin, kabullerin ve üslupların
kılığına bürünebilecek zamana sahipti. Ancak sanayi devriminden sonra yazılı
kültürün kurumlaşmasıyla Türkiye ve diğer Türk devletlerinde sözlü kültür biri­
kimi özellikle son elli senede oldukça zayıflamış, medya kültürü ve yazılı kültür
süreci içinde erime noktasına ulaşmıştır. Sözlü kültürler, kendi kabulleriyle ça­
tışmayan dışarıdan gelen pek çok unsur ve eseri özümseyip benimsemeye her
zaman yatkın olmuştur. Bu sebeple özellikle masal, fıkra, efsane gibi türlerin
vatanını ve şiirlerin yaratıcısını tespit etmek çok kere zor olmuştur. Ancak ikinci
bin yıla girdiğimiz bu yıllarda dünyanın sanayi devriminin kurumlaştığı dönem­
dekinden daha hızlı bir değişim ve dönüşüm yaşadığını hep birlikte görüyor ve
hissediyoruz. Sanayi devriminin şekillendirdiği 20. yüzyılda sözlü kültür, kendi
doğal ortamında yaşama şansına sahip olduğu yörelerde bir hatıra gibi dikkat
çekmiş, folklor çalışmalarına hız kazandırmış ve bir ölçüde tespit edilerek kayda
geçirilmiştir. Bugün iletişimin sunuluşu, hızı, görsel malzemelerle şekillenmesi,
insanların tercihine yer bırakmayışı, sözlü birikimlerin eskisi gibi hatıra gibi bile
olsa nakledilmesini ve muhafazasını imkansızlaşmıştır. İnsanlık tarihinin en
büyük değişimi ve dönüşümü yaşanırken eski yüzyılların yaşama tarz ve kabul­
lerinden süzülüp şekillenen türkülerin yaşama alanı bulup bulamayacakları, bu­
lurlarsa hangi kıyafette görünecekler sorularının belki cevaplarından birisini 20.
y�zyılın sonunda Türkmen halkıyla buluşmak üzere göç eden Karacaoğlan şiirle­
ri verecektir.

Civan meni gara dirsen


Kaşlann gara iymes mi / değil mi?
Dol gerdana urıqgan
Zülüflerin kara iymes değil mi?

Men özüm Haknın aşığı


Müesser boldu maşugu
Ak yüzünün yaraşugu
Saçların kara imes değil mi?

Prof. Dr. Kakacan Ataev, " Garacaoğlan Saçlann Gara Deci midir?" Aşkabat 1994.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 347

Siyah zülfnün ucu bunna


Bizni dogru yoldan koyma
Kalem kaşa kara sürme
Çegilgen kara iymes mi?

Olturup şarap içerler


Koç yigit serdin geçerler
Taam üstüne saçarlar
Kalfaklar kara iymes mi

Kızıl güller deste deste


Aşkından oldum men hasta
Ak yüzünde çifte beste
Hatların kara iymes mi?

Açılsa uçmak eyşiği


Aleme tüşer hem ışığı
Hasan Hüseyn 'in beşiği
Örtüğü kara iymes mi?

Karac'oğlan allamı
Men Hakka berdim selamı
Kagız üstüne kalemi
6
Yazılgan kara imes mi?

Karacaoğlan'ın yenilgi kabul etmeyen tabiatını aksettiren "kara" rengin kötil


ve çirkin olmadığını dikkat çekici değerli örneklerle anlatan olumsuzu olumluya
çevriren yaklaşımını fevkalade bir anlabmla aktardığı bu şiirin iki lehçede telaf­
fuzdan öte birikimle ilgili değişimi de göstermesi açısından önemli olduğunu
düşünüyorum.

Bana kara diyen dilber


Gözlerin kara değil mi
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi?

Utanınm akar terim


Güzellikte yok benzerin

Annagurban Aşırov, "Karacaoğlan," Türkmen Sesi Gazetesi, No: 7 34; Temmuz 1 994.
-
348 Prof. Dr. Umay GÜNAY

En sevgili makbul yerin


Saçların kara değil mi?

Beni kara diye yerme


Mevlam yaratmış hor görme
Ala göze siyah sürme
Çekilir kara değil mi?

Hind'den Yemen 'den çekilir


Gelir Bağdad'a dökülür
Türlü taama ekilir
Biber de kara değil mi ?

Göllere konan kuğunun


Kanadı beyaz çoğunun
Çöldeki Arap beyinin
Çadırı kara değil mi?

illere konup göçerler


Lale sümbül biçerler
Ağalar beyler içerler
Kahve de kara değil mi

Evlerinde sular akar


Güzelleri göze bakar
Hublar yanağına sokar
Sümbül de kara değil mi ?

Karac 'oğlan der maşallah


Bir gün görürüm inşallah
Kara donludur Beytullah
Örtüsü kara değil mi?

Türle kültürü pek çok farklı coğrafyayı yurt edinmiştir, ancak her coğrafya­
da farklı rayihalarla çiçek vermiştir. Edebi eserlerin zeminin oluşturan ortak
hafıza, ortak yaşannuşlıklar sanat eserlerinin somutlaşmasında belki bugüne
kadar düşündüğümüzden daha etkilidir, düşüncesi akla geliyor. Ayn yaşanan
yıllar, aslı aynı olan insanların farklı eserler vermesini beraberinde getiriyor.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 349

Benim kanatime göre hem aydınlan ve araştıncılan, hem de halkı etkileyen


Karaca oğlan'ın en önemli niteliği orta dönem Türk edebiyatıda yaygın olan içe
dönük, karamsar, hayata seyirci kalıp, şikayet ve eleştiri uslubunu şiirleştiren
anlayışın karşısına yaşama sevinci ile çıkan, dünyevi zevklerin tadına varan,
tasavvuf anlayış ve ahlakının halk kabullerince özümsenmiş yansımalarını da
şiirleştiren hayatı bütün karmaşıklığı ve zorluğu ile algılayan ancak bunu yenilgi
ve çaresizlikle kabul etmek yerine her zorun bir çıkışı, her aksiliğin bir çözi.imü
olduğunu, hayatla başa çıkabildiğini veya çıkılabileceğini rahat bir söyleyişle
ifade eden orta dönem, Osmanlı sahası saz şiiri Karacaoğlan'ın 2 1 . yüzyılda
bütün Türk yurtlarında yol alabilmesi dileğiyle.
350 Prof. Dr. Umay GÜNAY

"Türk Halk IDkByelerindeki Örnek İnsan Tiplerinden,


Meddah IDkByelerindeki Kusurlu İnsan Tiplerine Geçiş'' *

"Türk Halk Hikayeleri " genel başlığı altında toplanan türler, Türk Halk
Edebiyatının en karmaşık ve tam anlamıyla çözümlenememiş, istisnası en çok
olan türüdür. Kaba hatlarıyla konularına göre kahramanlık, aşk ve dini hikayeler
başlıkları altında, kaynaklarına göre Türk, İ ran-Hint ve Arap gurupları altında,
yaratıcılarına göre anonim ve aşık hikayeleri, şekillerine göre nesir - nazım karı­
şık, bütünüyle nazım veya nesir gibi tasnifler yanında anlatıcının icrası ve sunu­
mu göz önüne alınarak isimlendirilen "Aşık Hik!iyeleri''; "Meddah Hikayeleri"
veya "Realist İstanbul Hikfiyeleri"(Elçin Şükrü, 1969, s. 4-106; 1 986, s. 672)
gibi karmaşık ve farklı ölçülerle sınıflandırmalar yapılmıştır.
Bu kısa zaman ve bu bildiri sınırlan içinde Halk Hikayelerinin tür ve tasnif
problemlerini tartışmayacağım. Tarihi süreç içinde 15 ve 16. yüzyıllardan itiba­
ren teşekkül etmiş aşık hikayeleri ile klasik şekli ile 18. yüzyılda ortaya çıkan ve
İ stanbul merkezli kabul edilen meddah hikayelerini toplumsal değerlerin ve
ahlak anlayışının karakterlere ve konulara yansıyışları yönünden karşılaştıraca­
ğım.
Meddah hikayeleri genellikle bir anlatıcı tarafından sunulması ve bir metne
dayanması sebebiyle "hikaye" olarak nitelendirilmekle birlikte meddah, sunduğu
hikaye kahramanlarını canlandırarak ve onları karşılıklı konuşturarak rol yapma­
sı , sınırlı da olsa mendil, baston, şapka gibi aksesuarlar kullanarak kılık değiş­
tirmesi, aynca zaman zaman da yanına şarkı veya türkü icracıları ve saz heyeti
de alarak, gerektiğinde efekt uygulamalarıyla seyirci önünde bir hikaye anlatıcı­
sından öte tek kişilik bir tiyatro eseri sergileyen aktör konumundadır. Hikaye
metinlerinin dramatizasyonu konu ve şahıs kadroları yönünden meddah hikaye­
leri, halk hikayelerinden ziyade Halk Tiyatrosu alanını temsil etmektedir. Med­
dahlar da canlandırdıkları hikaye metnini çoğu kez "taklit" olarak nitelendirmiş­
lerdir. (Nutku Ôzdemir, 1 978, s.61-65).

"'
G.Ü. 25-27 Kasım 2004, Mitten Meddaha TUrk Halk Anlauları Uluslararası Sempozyumu
Bildirileri. Ankara.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 351

Meddahın dramatik bir sunucu, aşığın ise epik-estetik sunucu oluşu bu iki
türü birbirinden ayıran önemli bir farktır ve bu fark meddah hikayelerinin içeri­
ğini de etkilemiştir. Meddah hem oyunculuğu hem de sunduğu veya sundurduğu
türkü ve şarkılarla anlatıklarınının gerçekliğini vurgulayarak seyirciyi konuyla
ve karakterlerle özdeştirirken hikayeci-aşıklar hikayenin gerçek olmadığını din­
leyicisine daima hissettirir. Hikayeci-aşık da, gerektiğinde şive taklidi yapmasına
rağmen kahramanlarını türkülerle konuşturarak şiir ve müzikle lirik bir anlatımla
dramatik olmayan epik üslubu icra ederler ve böylece dinleyici-seyirciyi hikaye­
ye yabancılaştınrlar.
Meddah repertuannda bir kısım halk hikayesi de yer almakla birlikte bu
metinlerin dramatizasyonu sırasında, metin, meddah hikayesi formatına ve su­
numuna sokulmuş, karakterler deforme edilmiştir. Meddah hikayelerinin en çok
ilgi çekenleri, meddahların kendi dönemlerinin günlük olaylan ile ilgili kurgula­
dıkları metinlerdir. Bu yeni kurgulanmış senaryolara bazen eski ve klasik hika­
yelerin, masalların, destanların ve efsanelerin de eklendiği örnekler vardır. (Nut­
ku Özdemir, 1978. s. 87-1 10; Elçin Şükrü, 1986, s. 672).
Meddah hikayelerinde, hikaye kahramanları Karagöz ve Orta Oyununda ol­
duğu gibi genellikle İ stanbul'un varlıklı çevrelerine mensuptur. Bu kahramanla­
rın işleri ve meslekleri yoktur, çoğunlukla mirasyedilerdir ve yaşama amaçlan
eğlencedir. Bu hikayelerde mutlu son, Orta Oyunu ve Karagöz' de olduğu gibi ya
bir dükkan sahibi olmak veya varlıklı bir kadınla evlenmektir. Halk hikayelerin­
de ise kahramanlar, halktan veya bir bey I ağa oğlu olabilir, ve mutlaka bir işleri
ve tuttukları işte başarılı olmak mecburiyetleri ve ulaşmaları gereken idealleri ve
amaçlan vardır. Halk hikayelerinin kahramanları serüvenlerini çeşitli coğrafya­
larda yaşarlarken, meddah hikayelerinin kahramanları nadiren mecburi sürgün
veya küskünlükle terk etme dışında İ stanbul'dan ayrılmazlar. Halk hikayelerinin
kahramanları , mesleklerini ve sanatlarını geliştirmek, rüyada gördükleri ideal
sevgiliye kavuşmak, başka çevrelerin aşıklarıyla yarışmak, ün kazanmak ve
kazanç sağlamak üzere uzun süreli seyahatlere çıkarlar. Meddah hikayesi kah­
ramanları için İ stanbul dışına çıkmak bir ceza olarak algılanır.
Meddah hikayelerinde aşka engel olarak görülen kocanın öldürülmesi sıra­
dan bir engeli ortadan kaldırmak gibi işlenir. Meddah hikayelerinde şiddet, vah­
şet ve acımasızlık yaygın olarak görülür. Halk hikayelerinin temel temi olan
mertlik, feragat ve fedakarlık meddah hikayelerinde Orta Oyunu ve Karagöz
metinlerinde yoktur. Halk hikayelerinde ihanet ve arkadan vurmak, bencil dav­
ranmak gibi insani zaaflar hiç hoş görülmez ve affedi lmeyen davranışlar arasın­
da vurgulanır. Halk hikayelerinde şiddet, acımasızlık ve vahşete yer verilmez.
Mücadeleler, şövalyavari üsluplarla yapılır. Kötü karakterli düşmanlar, istisna
gibi sunulur ve ayıplanarak yargılanır ve cezalandırılır. Özellikle 1 8. yüzyıl
352 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Meddah senaryolarının dünyası, herkesin kendi için yaşadığı, başkalarını hiç


düşünmeden yok ettiği karanlık, acımasız ve ahlak dışı bir dünyadır. Bu dünyada
çıkarcı, günün adamı, iki yüzlü , dalkavuk, hırsız ve mirasyediler ayakta kala­
bilmektedir. Böyle bir yaşama tarzı Halk Hikayelerinin bütünüyle yabancısı
olduğu ve ayıplayarak ret ettiği bir yaşama tarzıdır (Nutku Özdemir, 1 978, s.
1 1 1 ).
Halk hikayeleri, masallar gibi daima iyi, dürüst ve yetenekli insanların ka­
zandığı kötülerin cezalandırıldığı, adil bir toplum düzenin hakim olduğu ideal bir
dünyayı anlatırlar. Bu idealleştirilmiş, kusursuzlaştırılmış dünyayı özenli bir
dille ve nazımla zenginleştirerek sunarlar. Meddah hikayeleri ise Karagöz ve
Orta Oyununda olduğu gibi gerçek hayatın acımasızlığını hiç örnek, hatta iyi
insan tipleri yokmuşçasına abartarak insani zaaftan ve eğitilmemiş, olgunlaş­
mamış insan yaratılışını canlandırırlar. Bu çok kişili ve karmaşık ilişkili dünyayı
meddah jest, mimik ve taklitlerle anlatıcılığı aşarak bir oyuncu gibi dramatize
eder.

Sanat, her zaman yaşanılan hayatın seçilmiş sahnelerini veya benzer kurgu­
ları aktarır. Toplumsal değişimle birlikte sanat eserleri de değişir. Meddahlık
geleneği başlangıçta Araplardan Türklere dini hikaye anlatma geleneği olarak
geçmiş, önceleri Hz. Muhammed'in ve ailesinin övgüsü gibi dar bir işlev taşır­
ken, Türk kültürü içinde giderek halifelerin, padişahların övgücüsü durumuna
geçmiş daha sonra bu işlevi tamamen terk edilerek bütünüyle günlük hayata dair
senaryoları canlandıran gerçekçi bir anlatım türü haline dönüşmüştür.

Ana hatlarıyla Karagöz ve Orta Oyununda ve benzerlerini Meddah hikaye­


lerinde gördüğümüz karakterler şöyle gruplandırılmıştır (And Metin, 1 969, s.
276-305):
Eksen Kişiler: Karagöz/Kavuklu - Hacivat/ Pişekar, Meddah hikayelerinde
bu dörtlünün, adı belli ve her metinde aynı şekilde ortaya çıkan belli bir karşılığı
olmamakla beraber bazı hikayelerde bu tiplerin yansımalarını görmek mümkün­
dür. Özellikle Kastamonulu, Uz, Eğinli Harputlu tipleri Karagöz ve Kavuklu
konumundadır. Karagöz ve Kavuklu içe dönük, tepkilerini düşünmeden anında
dışa vuran, olduğundan başka görünme çabası içinde olmayan tiplerdir. Bu
oyunların örnek kişisi gibi sunulan Karagöz ve Kavuklu' nun da ortağını dolan­
dırmak, sıkışınca yalan söylemek, fırsat düşünce çapkınlık yapmak gibi kusurları
bu eserlerde doğal davranışlar içinde değerlendirilir. Bu tiplerin dürüstlük gibi
kabulleri ve açık sözlülükleri hem oyunlarda hem meddah hikayelerinde aptallık,
patavatsızlık ve görgüsüzlük olarak nitelendirilerek sunulur. Düşündüklerini
açıkça söyledikleri için başlarına çeşitli problemler açılır. İki yüzlü davranama­
dıkları ve dalkavukluk yapmadıkları için işleri rast gitmez, bu sebeple yoksuldur­
lar ve geçim sıkıntısından kurtulamazlar. Kolay kandırılırlar.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 353

Hacivat ve Pişekar ise herkesin huyuna suyuna göre gitme, yüze gülüp, ar­
kadan iş çevirme yanında arabulucu ve kavga yatıştırıcı gibi niteliklere sahiptir­
ler. Her kalıba girebilen, kusurlara kolaylıkla göz yumabilen, işine geldiğinde
susan, esnek kişiliklerdir. Görgü kurallarını önemser ve uygularlar. Hacivat ve
Pişekar, karlı işlere ortak olarak, kiracı ve müşteri bulmak gibi aracılıklarla para
kazanırlar. Geçim sıkıntıları yoktur ve varlıklıdırlar. Hacivat ve Pişekar' ın da
meddah hikayelerinde birebir karşılığı olmamakla beraber, Çelebi ve benzeri
mirasyedi olarak sunulan bazı karakterlerde ortak nitelikleri görmek mümkün­
dür.
Kadınlar "Z.enneler" başlığı altında toplanmıştır. Oyun argosunda "gaco"
diye de adlandırılan kadınlar, çeşitli yaş ve toplumsal sınıflardan olmakla birlikte
hepsinin ortak özelliği hem oyunlarda hem de meddah hikayelerinde, dalavera ve
gönül işleriyle ilgili olarak ortaya çıkmalarıdır. Kadınların hepsi olumsuz tipler
olarak çizilmişlerdir. Hepsi ahlak kurallarını çiğneyen, kocalarını aldatan, evlilik
dışı pek çok ilişkiye giren, maddi çıkarlarını önde tutan, kurnaz ve hafif meşrep
kişi lerdir. Hacivat ve Karagöz' ün eşleri ve kızlan da bu olumsuz niteliklerle
görünürler. Ev kadınlarının dışında Kanlı Nigar, Salkım İnci gibi özel isimlerle
anılan orta malı kadınlar da hem meddah hikayelerinin hem de Karagöz ve Orta
Oyunun repertuannda yer alır. Bu kadın tiplerinin yaşlısı, genci hepsi dedikodu­
cu, gönül eğlendirmekten başka hiçbir hedefler olmayan, cahil ve kötü insan
örnekleri olarak işlenmişlerdir. Erkek karakterlerin her birinin olumsuz nitelikle­
ri yanında bazı olumlu özellikleri bulunmakla beraber kadınlarda hiç olumlu
niteliğin bu eserlere yansımamış olması kadınların yalnız cinsel kimlikleriyle
hayata katılmalarından kaynaklanmaktadır. Büyük ölçüde 20. yüzyıla kadar
kadınlar toplum içinde eş, sevgili ve ana gibi cinsiyete dayalı oluşturulan kimlik­
le var olabildikleri ve hayatın çeşitli faaliyet alanlarına katılamadıklan ve etkin
olamadıkları için bütün kültürlerde küçümsenmişlerdir.
Anadolulu Kişiler: Uz, Kastamonulu, Kayserili, Eğinli, Harputlu, Kürt.
Anadolu'lu tipler başlığı altında toplanan örnekler de Orta Oyunu, Karagöz ve
Meddah hikayeleri repertuarlannda ortak kullanılan unsurlardandır. Anadolulu
bu eserlerde Türk veya Hırbo olarak vasıflandırılmıştır. Kastamonulu oduncu,
Bolulu aşçı, yufkacı, kadayıfçı, yoğurtçu, gözlemci veya ayakkabı tamircisi,
leblebici, bekçi gibi çeşitli işlerden birinde çalışırlar. Türk tipinin; boyunun
uzunluğu, iri yan yapısı alay konusu yapılır, bön, kaba ve görgüsüz olarak tasvir
edilmişlerdir. Bu tipin, Orta Oyununda ve Meddah hikayelerinde "İstanbul'un
Taşı Toprağı Altın" örneğinde olduğu gibi baş rolde olduğu metinler vardır. Llz
tipinin elinde bir kemençe vardır ve hızla durmadan konuşur, çabuk kızar ve
hemen yatışır. Gemicilik, kalaycılık, hallaçlık, veya tütüncülük yapar. Kürt veya
Harputlu olarak adlandırılan tip, hamal, aşçı yamağı ve bekçilik yanında ağa ve
354 Prof. Dr. Umay GÜNAY

toprak sahibi de olabilir. Yumuşak huylu çabuk öfkelenmeyen ancak söylenenle­


ri zor anlayan, yetersiz ve kaba bir tip olarak sergilenmiştir.
İstanbul Ağzı, Çelebi, Tiryaki, Bebe Ruhi. Orta Oyunu ve Karagöz'de ağız
taklitleriyle tanımlanan bu tipler meddah hikayelerinde de çoğu kez aynı isim ve
tasvirlerle yer almaktadırlar. Çelebi, kibar aile çocuğudur, nazik, züppe ve çıtkı­
nldımdır. Gençtir ve çoğu kez mirasyedidir veya kadın parası yiyerek hayatını
sürdürür. Güzel konuşur, şiirler okur, gezmeye, eğlenmeye meraklıdır. Vefasız
bir aşıktır. Gönül işerinde ustadır. Hoppa Bey, Züppe Bey, Zampara Bey gibi
lakaplarla veya Rakıcızade Füruzan ffarçın Bey gibi özel isimlerle de anıldığı
olur. Meddah hikayelerinin bir bölümü bu tip üzerine kurgulanmıştır.
Tiryaki, tütün, nargile, kahve, esrar gibi keyif verici madde bağımlısıdır.
Uyuşturucu kullandığından dalgın, ters, huysuz, tembel ve nobrandır. Belli bir işi
yoktur, boş gezer. Cüce olduğu için "Beberuhi" diye anılan özürlü tip de yılışık
ve terbiyesizdir. Çok küfür eder, laf getirir götürür, ara bozar.
Anadolu Dışından Gelenler: Rumelili/ Muhacir, Arnavut, Acem, Arap.
Acem, İran veya Azerbaycan'dan gelir, eli açık, mübalağacı ve şiire düşkündür.
Halı tüccarı, tömbekici, tefeci veya antikacılık gibi iyi gelir getiren iş yerlerine
sahiptir. Eğlence ve dalkavuklardan hoşlanır, bu hizmetleri verenlere çok para
verir. Arap tipi ak ve kara olarak iki grupta canlandırılmıştır. Ak Arap, Suriye,
Şam, Beyrut, Akabe, Yafa, Halep, Bağdat ve Basra'dan gelenlerdir. Mekke kına­
sı, kestane, baklava, fıstık gibi maddelerin ticareti yanında, kahve dövücülüğü,
kökçülük, devecilik gibi meslekleri olanlar da vardır. Elini şakağına koyup gazel
okuması ve fırsatı düştükçe belli etmeden beddua etmesiyle tanıtılır. Kara Arap
ise zenciler için kullanılan bir isimdir. Yan Arapça yan Türkçe konuşur, söyle­
dikleri çoğu kez anlaşılmaz. Aptaldır ve her şeyi zor anlar veya hiç anlamaz. Bu
tipin kadın örnekleri Arap bacı, oyun dilinde Kayarto olarak nitelendirilir. Hala­
yık, uşak, lala olurlar. Arnavut, dürüst, mert ve sayılan bile bilmeyecek kadar
cahil olarak kimliklendiri lmiştir. Eziyet etmekten hoşlanan, çabuk kızan, atak ve
kolay adam öldüren bir tip olarak tasvir edilmiştir. Cesur görünmekle beraber,
sıkıntıya gelince kaçması ile ünlüdür. Celeplik, ciğercilik, bahçıvanlık, bostancı­
lık, koruculuk, bozacılık, kaldırımcılık gibi işlerde çalışır. Rumelili veya muhacir
diye isimlendirilen tip ise pehlivan veya arabacı olarak ortaya çıkar. Çok övünen,
başansızlıklanna bir kulp uyduran bir kişilik sergiler.
Müslüman Olmayan Kişiler/ Zimmi: Rum, Frenk, Ermeni, Yahudi. Osman­
lı' da Müslüman olmayan erkekler zımrni, kadınlar zımmiyye olarak adlandırıl­
mıştır. Orta Oyunu, Karagöz ve Meddah hikayelerinde Frenk, Ermeni, Rum ve
Yahudi tiplemeleriyle ortaya çıkmışlardır. Yahudi, inatçı, cimri ve pazarlıkçı
olarak tanımlanmıştır. Eskicilik, sarraflık, kuyumculuk, tefecilik Yahudi tiplerin
meslekleri arasındadır. Korkak ve yaygaracıdır, kavga dövüşten kaçınır. Ermeni,
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGI ve RÜYA MOTİFİ 355

başkalarını küçümseyen, kendini önemseyen, müzikten, şiirden anlayan bir tip


olarak canlandırılmıştır. Kuyumculuk, lağımcılık, tuhafiyecilik, müzik öğret­
menliği gibi işler yapar. Frenk ve Rum, doktor, eczacı, meyhaneci, terzi veya
tacirdir. İşinde usta, kendini akıllı ve üstün gören bir tiptir.
Özürlüler: Kekeme, Kambur, Hımhım, Kötürüm, Deli, Esrarkeş, Sağır, Ap­
tal/Denyo Bu tiplerin özürleri ve çevreleriyle uyumsuzlukları güldürü unsuru
olarak kullanılır.
Kabadayılar ve Sarhoşlar: Efe, Zeybek, Matiz, Tuzsuz, Sarhoş, Külhanbeyi .
Bu tipler oyunları sonuca bağlar. Güçleri ile yarattıkları korkuyla ortalığı yatıştı­
rır ve geçici düzeni sağlarlar.

Eğlendirici Kişiler: Köçek, Çengi, Kantocu, Hokkabaz, Cambaz,


Curcunabaz, Hayalci, Çalgıcı.
Olağanüstü Nitelikleri Olanlar: Büyücü, Cadılar, Cinler. Bu tipler olağan
üstü güçlerini büyü ile gösterirler.
Orta Oyunu, Karagöz ve Meddah hikayelerinde ortak olan bu tiplere ve se­
naryolara bakıldığında İmparatorluğun çözülme döneminde toplumda yaşanan
kargaşanın ve ahlaki çözülmenin bu eserlere belli ölçülerde abartılarak yansıtıl­
dığı görülür. Halk hikayeleri ve masallar, hayatın güçlüklerine karşı idealleşti­
rilmiş karakterlerle yapay bir dünya yaratırken, Orta Oyunu, Karagöz ve Med­
dah ' ta hayatın ve insanların zaafları ve kusurlan genelleştirilerek sergilenmiştir.
Halk hikaye ve masalları hayatın zorluk ve çirkinliklerinden hayali ve kusursuz
bir dünyaya kaçışın öykülerini anlatırlar. Karagöz, Orta Oyunu ve Meddah ise
hayatın acımasız yönlerine boyun eğerek çoğunluğun yanlışlarını kabulü sergi­
lemektedirler. Türk kültürünün ifratla tefrit arasında gidip gelişlerini bu eserlerde
görmek mümkündür.

KAYNAKLAR
Prof. Dr. Şükrü Elçin, "Kitabi Mensur, Realist İstanbul Halk Hikayeleri"
H.Ü. Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, C. 1, Sayı 1 Mart 1 969. s. 4-
106.
Prof. Dr. Şükrü Elçin, Halk Edebiyatına Giriş, Ankara 1986.
Prof. Dr. Özdemir Nutku, Meddahlık ve Meddah Hikayeleri, Ankara 1 978.
Prof. Dr. Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ankara 1 969.
356 Prof. Dr. Umay GÜNAY

''Türk Kültürünün Bilgi ve Kültürel Şifre Taşıyıcı Olan


A
*
Aşık Edebiyatı"

Türklerin M.Ö. 4000 ' den itibaren izlenebilen tarihleri içinde 16. yüzyıla
kadar Ozan-Baksı veya Kam geleneği olarak süregelen Aşık Edebiyatı' nın fonk­
siyonları ve içeriği açısından incelendiğinde Türk milletine has bir iletişim yolu
olmanın yanında kültür ve bilgi taşıyıcılığı niteliklerine de sahip olduğu bilin­
mektedir. Türk milletinin tarihi geçmişi ile ilgili diğer kültürlerde olduğu gibi
kendileri tarafından kaleme alınmış yeterli sayıda yazılı belge niteliğinde tarih,
hatıra, seyahatname, biyografi gibi eserler bulunmamaktadır. Destanlarla başla­
yan Türk Edebiyatında, Halk edebiyatı ve müziği adı altında incelenen eserler
sanat niteliği kadar hatta zaman zaman daha fazla hem bireysel hem de tarihi ve
toplumsal olaylann, duygulann, kabullerin, tecrübelerin ve kültürün anlamlar,
değerler, kurallar bütünün kodlannı, şifrelerini taşıyan hafıza niteliğindedir. Bu
kodlar bir tür genetik şifreler olarak kabul edilebilir. Aşık Edebiyatı diğer kültür­
lerdeki saz şairi edebiyatlarından farklı fonksiyonlar üstlendiği için diğer kültür­
lerde kaybolurken Türk kültüründe medeniyet değişimlerine rağmen hayatiyetini
sürdürmektedir. 2 1 . yüzyılda da farklı bir isim kazanarak özdeki fonksiyonlarını
muhafaza ederek yeni bir şekle bürünecektir.
2 1 . yüzyıla kadar gerek Türkiye'de gerek diğer Türk Cumhuriyet ve Toplu­
luklannda olduğu kadar 20. yüzyılda yeni göçlerle yerleşilen Avrupa toprakla­
nnda hayatiyetini sürdüren A şıklık geleneği sanat niteliğinin yanında Türk mille­
tinin iletişim yolu ve yöntemi olduğu kadar genetik şifrelerin de taşıyıcısıdır.
Aşık Edebiyatı ve ona bağlı olarak anonim türküler bu açıdan tahlil edilmeli ve
Türk kültürünün kapalı açık kodlan ve şifreleri aydınlatılmalıdır. Kültür, yaradı­
lış ve aile çevresi kadar kişiliğin oluşmasında birinci derecede etken olan biri­
kimdir. Kültür içindeki sağlıklı şifreler kişiliği sağlıklı davranışlara yönelttiği
gibi, sağlıksız şifreler de yanlış ve zararlı davranışlara yöneltebilir. Kültürün
çözümlenmesi hem insanın hem de kültürün karekterindeki özelliklerin kaynak­
lannın ve etkenlerin açıklanmasına yardımcı olur. Kader inancının etkisiyle şe­
killenen ve Türk kültürüyle taşınan kendi sorumluluğunu taşımama alışkanlığın-

*
G.ü Tllrk Halkbilimi Araştırma ve Uygulama Merkezi, Somut Olmayan Kültürel Miras: Yaşa­
.•

yan Aşık Sanatı Sempozyumu, 29-30 Kasım 2007. Ankara.


Turkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA M 'TİFİ 357

daki düzeltme gene bu yolla yapılabilir. Ekip çalışmasının toplumsal hayatımız­


da kurumlaşmamasının sebeplerinden birisi olan ham gururun kaynaklarına ini­
lebilir.
Aşık türkülerinin toplum tarafından kabul görenleri zaman içinde milli tür­
kü repertuarına dahil olmuş ve çoğu kez yaratıcısı da unutulmuştur. Hem Aşık
Edebiyatı içinde yer alan türküler hem de milli türkü repertuarına dahil olan
türküler müzik eseri olmanın ötesinde toplumun kültür kodlarını ve şifrelerini de
muhafaza eden dikkat çekici yapılardır. Aşık ezgileri icra yöntemleri açısından,
konuşma üslubunun öne çıktığı ezgiler ve ezgilerin öne çıkıp güftenin geride
7 .
kaldığı ezgiler olarak iki grupta incelenmektedir. ifadenin öne çıktığı örneklerde
ezgi-müzik yavaşlamakta ve geride fon niteliği kazanmaktadır. Bu üslupta sözler
önem kazandığı için ezgiden feragat edildiği de olur. Kırık havalarla uzun hava­
lar arasında yer alan bu tür aşık türkülerinde mesaj lar daha yoğun olarak yer
almaktadır. Topluma aktardığı birikimi seçebi lmek ve tahlil edebilmek araştırıcı­
ların nitelikleriyle orantılıdır.
Folklor her zaman disipler arası bir alan olmuştur. Bu sebeple de bu alanda
çalışan bilim adamları farklı lisans öğrenimlerinin üzerine biriktirdikleri ile başa­
rılı olmuşlardır. Çünkü folklara dahil hiçbir malzeme yanlız bir şiir, bir türkü, bir
beste, bir hikaye, bir masal, bir gelenek, bir efsane değildir. Türk folklor araştırı­
cılarının da bir derlemeci, bir edebiyat araştırıcısı, bir etnolog, bir antropologdan
öte niteliklere ve bilgi lere ihtiyacı vardır. Bir folklor bilim adamı öncelikle ken­
disinin bir kültür araştırıcısı olduğunun bilincine varmalıdır.
Bireysel, toplumsal,siyasal düşünce, duygu ve tecrübelerini, tarihi hatırala­
rını türkülere döken Türk milletinin neden uzun uzun tahlil ve değerlendirmeler­
le konuşup yazmadığı da bu cümleden olmak üzere sorgulanmalı ve değerlendi­
rilmelidir. Kısa, öz, estetik ifadeler duyguların yoğun olduğu dönemlerde insan­
ları rahatlatmakla birlikte problemlerin çözümüne yardımcı olmadığı ve aynı
problemlerin tekrar tekrar yaşanmasını engellemediği gerçeğinin de artık görül­
mesi gerekmektedir. Bunun anlamı türkülerden vazgeçilmeli değildir. Türkülerin
anlattıkları ve naklettikleri duygu, düşünce ve olayların aynı zamanda açık anla­
tımlara dökülmesi ve tahlil edilerek kötü kadere, çarh-ı feleğe boyun eğmek
yerine çareler bulunmalıdır. Zihinsel ve duygusal bağışıklık sistemlerinin güç­
lenmesi sağlanmalıdır. Türkülerde bireysel yaşanmışlıklar genellikle kültürel
değerlendirme ve kabül lere yaslanarak sunulmaktadır. İstatistiki bilgiler bulun­
madığı için, sayıca az olduğunu sezdiğim yaşama sevinci ve başarı öyküleri

Prof. Dr. Umay Günay, Tiirkiye 'de A şık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, 4. Baskı. Ankara. s.
56-59; Kurt Reinhard, "Typeıı von A şık -Melodien iıı Vilayet Sivm ", 1. Uluslararası Türk Folk­
lor Kongresi Bildirileri, C.3 Ankara 1 977. s. 169-198.
358 Prof. Dr. Umay GÜNAY

içeren türküler hem nitelik hem nicelik açısından tespit edilerek tahlil edilmeli­
dir.
Erzincan 'a ait olduğunu bildiğim ve 1970'li yıllarda Erzurum Radyosunda
icra edilen ancak daha sonra icra edildiğini veya yazılı kaynaklara geçirildiğini
tespit edemediğim şu uzun havanın sözleri Türk kültürüne ve tarihine yabancı
olanlar için acılı bir feryattan başka bir şey ifade etmemektedir:

İlk akşamdan da yüklediler göçümü,


Bilen bilmeyene söylesin suçumu,
Yavrum ağlar, ben çekerim içimi
Haki pantol giyende dar demedin mi?
Sılada nazlı yar var demedin mi?
Yavrum ağlar, ben çekerim içimi.

Estetik açıdan bakıldığında bir şehidin arkasından bir eşin feryadı olarak ni­
telendirilebilecek bu ağıt aslında Türk tarihinde vatan topraklarını muhafaza
etmek için veri len mücadelenin hiç sonlanmadığı; kurulan yuvaların yaşanama­
dan dağıldığını; ana baba evine dönmenin kadının suçu gibi algılandığını; baba­
sını kaybeden çocukların telafisi çok zor olan bir eksikle hayata devam ettikleri­
ni; askerlik görevinin erkekler kadar kadınlara ve çocuklara sorumluluk yükledi­
ğini ifade etmekte ve toplumsal koruma mekanizmalarının da geliştirilmediğini
sergilemektedir. Aslında bu başlıklar Türk toplumu açısından bireysel problem­
leri aşan pek çok sosyal, psikolojik, ekonomik ve politik durumun ifadesidir.
Kültürel kodlar olarak algılanabilecek bu başlıklar geçen yüzyıllarda kader ola­
rak algılanmıştır. Ancak gelişmiş dünya içindeki insan haklan kabulleri çerçeve­
sinde bakıldığında konunun ulusal ve uluslararası boyutları vardır. 1974 Kıbrıs
Barış Harekatından sonra Rumlar Avrupa Birliği İnsan Haklan Mahkemesinde
mağduriyetlerinin hesabını sürekli Türkiye' den sorarak tazminat talep ederken,
daha çok mağdur olan Türkler niye hesap sormamakta ve hak aramamaktadır?
Folklor çalışmaları, başlangıçta Sanayi Devrimi ' yle birlikte hızlı bir deği­
şime giren kültürün geleneksel diye adlandırılan bölümünün derlenmesi ve mu­
hafaza edilmesi ve 19. yüzyılın özellikle son çeyreğinden itibaren batı devletleri­
nin sömürge halklarını yönetmek ve yönlendirmek amaçlan için bilgi toplamak
üzere başlamıştır. Kültürel kodlar çözümlenerek gelişmiş devletlerin fakir halk­
ları ve devletleri yönlendirme ve yönetmelerinde kullanılmış ve kullanılmakta­
dır. Son elli yılda çok hızlı bir ilerleme gösteren Biyoloj ide genetik çalışmalar­
dan dünyanın haberi olmuştur. Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler olarak
nitelendirilen ülke halklarının ve yöneticilerinin kültür genetiği çalışmalarından
haberleri ya olmamış veya önemi kavranamamıştır.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTiFİ 359

Derleme faaliyetleri zaman içinde kültür malzemelerinin sınıflandırılması


ve tahlili ile devam ederken malzemelerin nitelikleri folklor tanımlarının genişle­
tilmesine ve bilimsel araştırma sonuçlarının değerlendirmelerinin zenginleşme­
sine sebep olmuştur. Başlangıçta bazı araştıncılann ifadesiyle insanı tanımak ve
anlamak için yapılan bilimsel çalışmalar zaman içinde kültürlerin tabiatının kav­
ranması ve kültürlerin karşılaştırılması gibi çok fonksiyonel bir anlam daha ka­
zanmıştır.
Folklor çalışmaları bugün Amerika Birleşik Devletleri' nde Kültürlerarası
Karşılaştırmalı çalışmalara dönüşmüştür. Halkbilimi/Folklor adıyla başlayan
bilim dalı, malzemenin dinamikliği ve derinliği sebebiyle 1 00 yıl içinde anlam
ve hedefleri açısından farklılaşmıştır. Başlangıçta dünden kalanları toplarken,
bugün güncel olanı ve oluşmakta olan kültürel olgular da Halkbilimi alanı içine
girmiştir.
Batıda 1 880' li yıllarda başlayan bilimsel çalışmalar Türkiye' de 1 9 1 3- 1 947
döneminde derleme, sınıflandırma, tahlil ve muhafaza etme şeklinde devam
etmiş ancak 1 958'de Atatürk Üniversitesinin ve 1 970' li yıllarda Kültür Bakanlı­
ğında Folklor Dairesinin kuruluşlarından sonra çağdaş çalışmalara paralel çaba­
lar ivme kazanmıştır. 2000'li yıllarla birlikte dünyada Sanayi Devrimi ile birlikte
başlayan büyük dönüşüm, önce bilgi teknolojisine oradan da nana tekolojiye
geçmiştir. Teknolojinin kendine has bir kültür oluşturduğu da bir gerçektir. Bu
açıdan Türk kültürünün sabit ve değişken ögelerini ve bilinç altımıza yer etmiş
kültürel şifreleri bilmek, bu büyük dönüşümde hem kendi kültürümüz hem de
oluşmakta olan evrene! medeniyet açısından önem kazanmıştır. Aşık Edebiyatı,
Türk kültürü açısından diğer kültürlerin benzer birikimlerinden farklı bir anlama,
öneme ve sürekliliğe sahiptir. Ancak bu birikimin çözümlenebilmesi araştıncıla­
nn Türk tarihi ve Türk kültürü alanındaki birikimlerinin niceliği ve niteliği ile
orantılıdır.
Uluslar arası boyutuyla Osmanlı Devleti' ne başkaldıran Ermenilerin
tedbiren zorunlu göçe tabi tutulmasını insan haklan açısından il. Dünya Sava­
şında Bitler Almanya'sının Yahudilere uyguladığı soykırımla eş değer gören
bugünkü dünyayı, Revan Hanlığı'nı ele geçirdikten sonra Türkleri vatanlarından
zorunlu göçe tabi tutarak İran coğrafyasındaki Ermenileri Revan Hanlığı toprak-
s
!arına göç ettiren Rusya'nın yaşattıkları bu dünyayı ilgilendirmemektedir. Tarihi
gerçeklere dayanan Revan Hanlığı'nda yaşananların hatırası bir türkümüzde
yaşamaktadır:
Kırmızı gül demet demet
Sevda değil bir alamet

Prof. Dr. Umay Türkeş-Günay, Türklerin Tarihi, 2. Baskı Ankara 2007. s 389-390.
360 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Balanı nenni, yavrum nenni

Gitti gelmez oldu ol muhannet


Şol Revan 'da balam kaldı
Balam nenni, yavrum nenni

Kırmızı gül her dem olmaz


Yaralara nıelhem olmaz
Balam nenni, yavrum nenni

Ol tabipten derman gelmez


Şol Revan 'da balam kaldı
Balam nenni, yavrum nenni

Kara çadır da dikilmiş


Şol Revan 'da can veren
Biri Mehmet biri Memiş
Şol Revan 'da balam kaldı
Balam nenııi, yavrum ııenni

Revan' ın Erivan' a dönüşümünü Türküyü söyleyenler ve dinleyenler unu­


turken Türküler unutmamıştır. Türk milletinin unutkanlığı bağışıklık sistemini
yok etmekte ve bu sebeple M. Ö. iV. binden beri aynı karmaşık oyunlara düşe­
rek aynı acıları çekmeye devam etmektedir. Unutmamak uyanık olmayı, tedbir
geliştirmeyi alışkanlık haline getirirken savunma reflekslerini hazır tutma beceri­
si kazandıracaktır. Tarih, milletler mücadelesinin hikayesidir. Kültürümüzde
asalet olarak algılanan "Al/ahtan bulsun " deyimi, Türk milletinin dışındakiler
tarafından Türklere ne yapsan yeridir, nasıl olsa unuturlar anlayışı ile hayata
geçmektedir.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 361

"Ahmet Yesevı"'den Hareketle


*
Yazılı Kültürün Sözlü Kültüre Etkisi Konusunda Tespitler''

Bazı araştırıcılar folkloru tarif ederken folklorun saf sözlü kültür olduğunu
10 .
ileri sürmüşlerdir. insanlık tarihinin başlangıcında kültür birikimi sözlü olarak
gelişmekle beraber, medeniyetlerin ilerlemesiyle birtakım bilgilerin yazıyla tes­
piti de yaygınlaşmıştır. Bu sebeple büyük medeniyetler kurmuş milletlerin kültür
birikimlerinde sözlü ve yazılı kültür bir arada gelişmiştir.
Türk kültür tarihi incelendiğinde VII. asra ait Orhun Anıtlan'ndan itibaren
yazılı belgelerle sözlü kültür birikiminin bir arada geliştiği anlaşılmaktadır. Bu­
günkü bilgilerimiz içinde Türk kültürü açısından VII. asırdan önceki dönemler
için saf sözlü kültürden bahsetmek mümkün olabilir.
Türk kültürü açısından özellikle İslamiyet' in kabulünden sonra saf sözlü
kültürden bahsetmek eksik ve yanlış değerlendirmelere sebep olur kanaatinde­
yim. XII . asırdan itibaren izleyebildiğimiz tasavvufi Türk halk edebiyatı ele
alındığında, resmi eğitim ve öğrenim almayan kişilerin de çeşitli yollarla yazılı
kaynaklardan beslendikleri anlaşılmaktadır. Bu edebiyatın dayandığı kültür biri­
kimi Kur'an ve hadisler yanında dini ve tasavvufi nitelikli Arap, Fars ve Türk
kaynaklarıyla şekillenmiştir.
Ahmed Yesevi gibi resmi eğitim görmüş mutasavvıflar sohbetler ve şiirlerle
yazılı eserlerdeki bilgileri geniş halk kitlelerine ulaştırmışlardır. Ahmed
Yesevi' ye ait olduğu kabul edilen Divan-ı Hikmet'in yazılı kültürle sözlü kültür
alışverişini sergileyen niteliklerine delil olarak değerli araştırıcı Prof. Dr. Kemal
Eraslan'dan alıntı yapıyorum: "Divan-ı Hikmet nüshalarının muhteva bakımın­
dan olduğu kadar dil bakımından da önemli farklılıklar göstermesi, nüshaların
değişik şahıslar tarafindan değişik sahalarda vücuda getirildiğini açıkça gös­
termektedir.

Bir kısmı kaybolan veya zamanla değişikliğe uğrayan hikmetler derlenirken


araya aynı ruh ve ifadedeki yeni hikmetler de ilave edilmiş, böylece gittikçe
orjinallerinden uzaklaşılmıştır. Bu bakımdan Divan-ı Hikmet nüshalarını, ortak-

• Milletlerarası Ahmed Yesevi Sempozyumu B ildirileri, Ankara, 1992, s . 25-3 1 .


9 Standart Dictionary of Folklore, Mythology and Legend USA 1 972. s. 398-403.
362 Prof. Dr. Umay GÜNAY

laşa hikmet mecmuaları kabul etmek doğru olur. Hatta Divan-ı Hikmet nüshala­
rında bulunan hikmetlerden hangisinin Ahmed Yesevi'ye ait olduğunu tespit
etmek de mümkün değildir. Bazı hikmetlerde Ahmed-i Yesevi'den birkaç asır
sonra yaşamış olan şahısların zikredilmesi (Nesimi gibi), Yesevi dervişlerinin
söyledikleri hikmetlerin Hace 'nin mahlasını kullanarak Ahmed Yesevi'ye mal
edildiğine delfilet eder. Bu husus tekke edebiyatı geleneği için normal karşılan­
malıdır. Buna benzer bir durumu Anadolu sahasında Yunus Emre ilahilerinde de
görmekteyiz. Hele Divan-ı Hikmet nüshalarındaki hikmetleri M. Xll. yüzyıl mah­
sulü saymak asla doğru değildir. Kime ait olursa olsun bütün hikmetlerin teme­
linde Ahmed Yesevi'nin inanç ve düşünceleri, tarikatın esaslan bulunmakta­
dır. "2
Bu değerlendirmede açıkca ifade edildiği üzere Divan-ı Hikmet, kaynakta
Ahmed Yesevi'nin eseri olarak doğmuş, zaman içinde kolektif anonim eser nite­
liği kazanmıştır. Anonim kolektif eserlerin sözlü kültür birikimine dayandığına
dair yaygın kabuller vardır. Bu kabulün eksik ve yanlış olduğu Divan-ı Hik­
met'te açıkça görülmektedir. Türk halk kültürü İslamiyetin kabulünden sonra
daima yazılı ktiltilrle desteklenerek beslenmiştir. Türk halk kültürünün
Karahanlılardan itibaren günümüze kadar izlediğimiz mahsullerini saf sözlü
kültür ürünleri olarak kabul etmek mümkün değildir. Resmi eğitimin yaygın
olmadığı dönemlerde Ahmed Yesevi' den başlamak üzere resmi eğitim görmüş
veli ve şairler aynca dönemlerinin aydın kişileri sohbetlerle, şiirlerle veya doğ­
rudan doğruya kitap okuyarak okur yazar olmayan büyük kalabalıklarla çağın
gerekli bilgi birikimini, kabullerini iletmişlerdir. Türk folklor ürünlerinde sade
heyecanlardan ve duygulanışlardan öte, düşünce ve bilgiye dayalı derinliği olan
eserlerin meydana gelişinde resmi eğitim çerçevesinde yer alan bilgilerin sözlü
kültür birikimine sürekli aktarılışı fevkalade etkili olmuştur. Türk sosyal haya­
tında Doğuda ve Batıda olduğu gibi sınıfların olmayışı kültürde de müşterekliği
sağlamış, kesin sınırlarla ayrılmış aristokrat sanat ve yaşayışın kalıplaşmasını
engellediği gibi, halkın eğitimli zümrelerle alışverişine imkan sağlamıştır.
11
Prof. Dr. Kemal Eraslan ' ın hazırladığı "Divan-ı Hikmet'ten Seçmeler",
adlı 501 sayfalık değerli çalışmasının 341 sayfası giriş, metin ve tercümeyi kap­
samaktadır. 1 55 sayfası bugünkü okuyucuya metinde geçen bazı konu, yer ve
şahıs adlarını, bugün kullanılmayan Türkçe, Farsça ve Arapça kelimeleri açıkla­
mak üzere hazırlanan anahtar niteliğinde notlar ve sözlükten oluşmaktadır. Bir
başka deyişle, metin hacmi kadar açıklama eklenmiştir. Hikmetleri gerçek ma­
nada anlayabilmek için bu açıklamalara ek olarak okuyucuların İslamiyeti ve
tasavvufu, tarikat erkanını da bilmeleri gerekmektedir. Bu altyapı olmadan 'hik­
metler'i anlamak mümkün değildir. Hikmetlerin uzun asırlar boyunca Doğu
il
Ankara 1 983.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 363

Türkçesini konuşan Türk boylan arasında yayılması bu alt yapının varlığını gös­
termektedir. Hikmetlerin öğretici niteliği konusunda görüş birliği vardır. Ancak,
bu hikmetler yukarıda söz konusu ettiğimiz altyapı olmaksızın geniş dinleyici
kitlelerine ulaşarak etkili olamazdı. Hikmetler, mevcut bilgilerin ve kabullerin
pekişmesi yanında, eksik bilgilerin tamamlanması yolunda katkıda bulunmuş
olmalıdır. Söz konusu alt yapı dağıldıktan sonra hikmetler de sözlü gelenek için­
de kaybolmuşlardır.
Hikmetlerin bir bölümünde aşağıdaki örnekte olduğu gibi açıkca bilgi ve­
rilmektedir.
Muhammed'in bilin zatı Arap 'tır
Tarikatın yolu bütün edeptir

Hakikat bilmeyen insan değildir


Biliniz hiçbir şeye benzemezdir

Biln bi-çün olur hem bi-çigüne


ve bi-şibih olur hem bi-nümune

Kahır/ansa kılar yer ile yeksan


olmakta zelzele yer ile asman

Rahmeylese biliniz rahmeti var


verir olsa tükenmez nimeti var

Muhammed'i tavsif etsem kemine


anasının adı bil sen Amine

Atasının adı Abdullah idi


anadan doğma ölmüş idi

Muhammed'i babası korumuştur


çıplak mı aç mı yoklamıştır

Babasını bilin Abdu 'l-muttalib


gönülde saklayın siz iyi bilip

Babasının atası idi Haşim


işidende akmakta gözde yaşım

Biliniz dördüncüsü Abdul-Menaf


onları bilse her kim gönüldür saf
364 Prof. Dr. Umay GÜNAY

ResUl 'un bilse her kim dört ceddini


kıyamette gezer sekiz cenneti

Babası yedi yaşında ölmüştür


Resul 'u amcasına hem vermiştir

Eba Talib Ali 'nin atasıdır


bütün Arap kavminin ulusudur

Eba Talib olanda iş başında


Muhammed oturur daim önünde

Muhammed'in yaşı on yedi oldu


ki o vakit Hadice onu gördü

Muhammed'i bilin ki tıpkı şunkar


Hadice onu görüp olmakta ziir

Hadice gönülde onu sevmekte


Muhammed aşkına içi yanmakta

Gece gündüz diler onu Hüda 'dan


biliniz sonunda buldu muradın

Görün siz hem Hüda 'nın şivesini


Muhammed bakmaktayken devesini

Hadice 'ye Resal çaker olmuştur


Bu sebeble bil sen onu almıştır

Hadice 'nin Hüda bahtını açmış


Resul'un başına inciler saçmış

Resul 'un yaşları kırka varmıştır


ki ondan sonra Hüda 'dan vahy inmiştir

Ondan sonra Muhammed oldu padişah


Resul ' un gönlünde yar oldu Allah

Muhammed işini Allah bitirdi


insanların hepsi iman getirdi
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 365

Kesul'un başında oldu anuime


kemal budu otuz üç bin sahabe

Resul'a hepisi hizmet kılınmakta


edeple yürüyüp izz.et kılmakta

ResUl huzurunda bir yetim gelir


garip ve mübteldyım diye söyler

Rahim kıldı ResUl onun haline


dileği ne ise getirdi hem yerine

ResUl dedi ben de yetimim


yetimlikte gariplikte büyümüşüm

Muhammed dediler, her kim yetimdir


biliniz o benim hiis ümmetimdir

Yetimi görseniz incitmeyin siz


garibi görseniz dağ etmeyin siz

Yetimler bu cihanda hiir olmuştur


gariplerin işi müşkül olmuştur

Gariplerin işi daim sülUktur


diri değil garip tıpkı ölüdür

Hüdasına garipler malumdur hem


garibi sabah akşam sormuştur hem

Tavsif etmem Alf şfr-i Hüda 'dır


kılıç ile kafiri kırmaktadır

Kafirleri kılar imana davet


vermekte her zaman İslama kuvvet

Mü 'min olanını alıp gelmekte


kabul kılmayanı kırıp gelmekte

Kılıç ele alıp binende Düldül


kafirler kavmine düşmekte gulgul
366 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Elindeki silahı Zülfikar'ı


savaşanda uzatır kırk karı

Alf'nin var idi on sekiz oğlu


Onun her birisidir ulu tuğlu

Alf lslam için kanlar yutmakta


lsliim 'ın tuğunu muhkem tutmakta

Hace Ahmed garipliğe düşmüştür


12
ResUl evladına sözler katmıştır

Hz. Muhammed' in hayatı ve Hz. Ali'nin İslamiyete katkılan hakkında bilgi


veren bu Hikmet'te pek çok Arapça ve Farsça kelime kullanılmıştır. Bu türlü
şiirler vasıtasıyla da Arapça ve Farsça kelime ve kavramlar, İslama ait özel te­
rimler halkın kelime hazinesine kazandırılmıştır.

Bazı hikmetler ise yukarıdaki gibi açık bilgiler yerine tasavvuf terimleri va­
sıtasıyla bu felsefeye işaret etmektedirler. Örnek olarak aldığımız aşağıdaki
Hikmet' te geçen lala olmak, illa olmak, halis olmak, muhlis olmak, fena olmak
ve fena fii ' ilah makamına yükselmek gibi tasavvufi sembollere işaret eden özel
terimleri öğrenmeden şiiri kavramak mümkün değildir. Bu bilgiler de yazılı
kaynaklardan öğrenilmekte ve yazılı kaynaklan çok iyi bilen kişiler tarafından
okur-yazar olmayanlara aktarılmakta ve anlatılmaktadır:

Adım sanım hiç kalmadı la la oldum


Allah yadını diye illa oldum

Halis oldu, muhlis olup fena oldum


13
Fenafff'llah makamına yükseldim işte.

Divan-ı Lugat-it Türk'den itibaren Türk edebiyatı örnekleri arasında iki zıt
unsuru karşılaştırarak tercih yapmak veya yaptırmağa yönelik rnüşaare, deyişrne,
karşılama, söyleştirme adlarıyla anılan şiir tarzının bir örneği de Divan-ı Hik­
met' te bulunmaktadır:

Cennet cehennem savaşır savaşmakta beyan var


cehennem der: Ben üstün ben de Fir'avn Hiimiin var

12
13 Prof. Dr. Kemal Eraslan, Divan-ı Hikmet'ten Seçmeler, Ankara 1 983, s. 285-29 1 .
a.e. s . 63.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTIFİ 367

Cennet der ki: Ne dersin sözü bilmez söylersin


sende Fir' avn var olsa bende Yusuf Kenan var

Cehennem der: Ben üstün hasis kullar bende var


hasis/erin boyunda ateşten zincir-keşan var

Cennet der ki: Ben üstün, peygamberler bende var


peygamberler önünde Kevser, huri, gılman var

Cehennem der: Ben üstün tersa cahud bende var


cahud tersa önünde türlü azap-sii.zan var

Cennet der ki: Ben üstün mü 'min kullar bende var


mü 'minlerin önünde türlü ni 'met-elvan var

Cehennem der: Ben üstün zalim kullar bende var


zalimlere vermeğe zehir zakkum çendan var

Cennet der ki: Ben üstün atim kullar bende var


alimlerin gönlünde ayet hadis, Kur'an var

Cehennem der: Ben üstün münafıklar bende var


münafıklar boyunda ateşten işkil-keşan var

Cennet der ki: Ben üstün zakir kullar bende var


zakirlerin gönlünde zikr ve fikr-i sübhan var

Cehennem der: Ben üstün namazsız/ar bende var


didarını göstermeğe Rahim adlı Rahman var

Cehennem olan dik durdu cennete özür kıldı


14
Kul Hace Ahmed ne bildi, bildirici Yezdan var

Cennetle cehennemin niteliklerinin karşılaştırıldığı bu hikmet, Türk şiir ge­


leneğinin İ slamiyetten sonra gelişen tasavvufi tekke edebiyatı içinde yer alışına
örnek teşkil etmektedir.
Başta Kur'an ve hadisler olmak üzere İ slami ve tasavvufi eserlerden alınan
bilgilerin sözlü geleneğe katılmasında Divan-ı Hikmet gibi halka yakın eserlerin

14
a.e.
368 Prof. Dr. Umay GÜNAY

etkisi büyüktür. Sonuç olarak İslamiyetten sonraki Türk halk kültürü çeşitli yol­
larla resmi eğitim ve yazılı kaynaklarla beslenerek gelişmiştir. XIX. yüzyılda
Türk hayatında başlayan hızlı değişimden Türk halk kültürü de etkilenmiş, bir
taraftan çözülme yaşanırken diğer taraftan yeni oluşumlar şekillenmeye başla­
mıştır. Divan-ı Hikmet, yazılı kültür ve sözlü kültür alışverişine dikkat çekici bir
örnek teşkil etmektedir.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 369

"Hacı Bektaş Veli ve


*
Duygusal Olgunluk Kavramı"

Türk kültürü ve inanışları içinde Hacı Bektaş Veli, milletimizin tamamı ta­
rafından saygı duyulan ve sevgiyle anılan beş büyük Türk velisinden biridir.
Ahmet Yesevl, Yunus Emre, Mevlana Celaleddin Rum1, Hacı Bayram Veli ve
Hacı Bektaş Veli, Türk milletinin kolektif bilinç altında sevgi ve hoşgörü temsil­
cisi olarak nesilden nesile aktarılan beş değerli mutasavvıftır.
Bu beş mutasavvıfla ilgili hayat, topluma katkılan ve eserleri konusunda bu
alanda çalışanların dışında milletimizin somut bilgileri yoktur. Ahmet Yesevl,
Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli ve Hacı Bektaş Veli, milletimizin
ortak hafızasında ermiş kişilerdir. Türk hayatında birleştirici, uzlaştırıcı rol oy­
nadıklarına inanılmaktadır. Ahmet Yesevi dışında Anadolu'da yaşayan bu değer­
li mutasavvıflar ve çevrelerinde halka halka genişleyen takipçileri, Selçuklular­
dan itibaren Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu ve Balkanların ahenkli
Türk yurtlan haline gelişinde çok büyük katkılarda bulunmuşlardır. Mevıana
Celaleddin Rum1 dışında kalan Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli
ve Hacı Bektaş Veli'nin hayat hikayeleri milletimizin yarattığı menkıbe ve riva­
yetlere karışarak hatıralar arasında birbirine benzer hale gelmiştir. Türk halk
geleneği, sevdiği ve saydığı kişileri yücelterek insani ve bireysel niteliklerinden
uzaklaştırarak gönlünde saklamıştır.
Mutasavvıflar kamu vicdanında, insani zaaf ve ihtiyaçlarından anndınlarak
gerçek hayatta bölünmeleri ve yıkıcı aynlıkları doğuran öfke ve kışkançlıklan
ortadan kaldıran her türlü zaafiyeti örten, hayatı güzelleştiren ve uzlaştıran hoş­
görü, sabır, sevgi ve saygı kavramları haline getirmiştir.
Tarihi kaynaklara göre Ahmet Yesevl ocağına bağlı Horasan erenlerinden
olan Hacı Bektaş Veli'nin gerçek hayatını aydınlatacak yeterli belge bulunma­
maktadır. Hacı Bektaş Veli'nin de diğer mutasavvıflarda oldduğu gibi pek azı
vesikalara dayalı bazen birbiriyle örtüşen bazen çelişen menkıbe ve rivayetlere
aksettiği şekliyle hayat hikayesi özetle şöyle tespit edilebilmiştir:
ı6
"Vilayetname" veya " Menakıb-ı Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli isimleriyle
anılan eserdeki bilgilere göre Hünkar Hacı Bektaş Veli, Horasan hükümdarı


G.Ü. Hacı Bektaşi Veli Araştırma Merkezi, Sempozyum Bildirileri 2001
370 Prof. Dr. Umay GÜNAY

İbrahim es-Sani Seyyid Muhammed ile Nişabur'lu alim Şeyh Ahmed'in kızı
Hatme'nin oğludur. Hacı Bektaş-ı
1
.}'eli'nin 1209-1210 yılında doğup 1 270- 1 27 1
yılında öldüğü kabul edilmektedir.

Hacı Bektaş-ı Veli'nin ölümünden yüz yıl sonra yazılmış olan Eflaki'nin
"Menakıbul Arifin" ve iki yüz yıl sonra yazılan Aşık Paşazade'nin " tevarih-i
Al-i Osman" adlı eserlerinde de bazı bilgiler bulunmaktadır. Aşık Paşazade,
Hacı Bektaş'ın Anadolu'ya gelişini şöyle anlatmaktadır: "Bu Hacı Bektaş Hora­
san'dan kalktı, kardeşi Menteş'le önce Sivas'a geldiler, oradan, Baba İlyas'a
uğradılar. Daha sonra Kırşehir'e ve Kayseri' ye geçtiler. Kardeşi Menteş, Hora­
san ' a dönmek üzere yola çıktı ve Sivas'ta şehit oldu. Hacı Bektaş Kayseri 'den
Sulu Karacahöyük'e geldi ve buraya yerleşti. Mezarı, bu vnkü idari yapılanma
�ı
içinde Kırşehir'in Hacı Bektaş kasabasında bulunmaktadır.

Hacı Bektaş Veli, ilk tahsilini Nişapur'da yapmış, Arapça ve Farsçayı çok
iyi öğrenmiştir. Eserleri Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere üç dilde yazıl­
mıştır:

1 . "Kitabu'l Fevfüd", Ahmet Yesevi'nin Divan-ı Hikmet' i üslubunda ya­


zılmış Farsça bir eserdir. Bu kitap "Hacı Bektaş-ı Veli'nin Vasiyetna-
19
mesi" adıyla Türkçeye çevrilmiştir.

2. "Makalat", Hacı Bektaş Veli'nin en tanınmış, en hacimli eseridir. Arıw­


ça olarak yazılmıştır. Manzum, mensur pek çok tercümesi yapılmıştır.
21
3. " Şerh-i Besmele" Türkçe yazılmıştır.

4. "Şathiyye" nazım nesir fanşık


2
bir eserdir. Tuhfetu' s Salikin" adıyla
Türkçe şerhi yapılmıştır.

Türk mutasavvıfların eserleri ve etraflarında oluşan kült incelendiğinde,


verdikleri bilgiler, yaptıkları ve yaptırdıkları uygulamalarla bu yola girenlere
İslami bilgilerle birlikte duygusal olgunluk kazandırmaya çalıştıkları anlaşılmak­
tadır.

16
17 Abdülbaki Gölpınarlı, Manakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli Vilayet-Name, lstanbul 1958.
Ethem Ruhi Fığlalı-Mehmet Aydın, Milli Bütünlüğümüz ve Hacı Bektaş Veli, Atatürk Kültür
18
Merkezi, Ankara 1997, s. 7.
19 a.e. s. 9.
20
AbdUlbaki Gölpınarlı, Manakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli, Vilayet-name, İstanbul 1958. s. 63.
21
Esat Coşan, Makalat, İstanbul.
Hüseyin Özbay, Hacı Bektaş-ı Veli ve En Yeni Besmele Şerhi, İzmir 1985 Rüştü Şardağ, Her
22
Yönü ile Hacı Bektaş-ı Veli ve En Yeni Şerh-i Besmele, İzmir 1985.
Şathiye, mutasavvıfların cezbe anında söyledikleri, şeriatla her zaman uyuşmayan felsefi söz­
lerdir. Şathiyye'nin Türkçe şerhi konusundaki bilgi için bakınız: Abdülbaki Gölpınarlı,
"Bektaş" maddesi. Türk Ansiklopedisi, C. il. s. 33.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞtlR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 371

İ nsanların çocukluktan gençliğe, gençlikten yetişkinliğe yol alışlarında fizi­


ki, fikıi ve mesleki ve duygusal olmak üzere birbirine paralel üç çeşit gelişim
göstermeleri beklenir. Fiziki, fikıi ve mesleki ve duygusal gelişim için ayn ayn
emek sarf etmek gereklidir. Fiziki büyüme sağlıklı barınma ve beslenmeyle; fikıi
ve mesleki hüner kazanmak tercih edilen yolda bilgi edinerek öğrenim ve eğitim­
le, duygusal olgunluk ise içgüdüsel dürtülerin ve duyguların denetim altına alın­
masıyla sağlanır. Bu yolla insanın yaradılışında var olan yıkıcı ve zarar verici
dürtüleri olumlu yaklaşımların öne çıkarılmasıyla kontrol altına alınabilir.
İ nsanlık tarihi içinde bütün toplumlarda fiziki, fikri ve mesleki gelişim bir
düzen içinde sorumluluk duygularıyla eğitim ve öğretimle sağlanabilmiştir. An­
cak duygusal olgunluk kazanmak ve kazandırmak daima daha güç olmuştur.
Duygusal olgunluk kazandırmakta bütün kültürlerde dini ve mistik akımlardan
yararlanılmıştır.
İ slam tasavvufuna göre insan toprak, hava, su ve ateşten oluşan dört unsur­
dan yaratılmıştır. İnsana ateş ve havadan hırs, tamah, şenvet, kıskançlık, haset,
gitne, öfke, cimrilik gibi kendisine ve çevresine zarar veren kötü huylar geçmiş­
tir. İ nsan bu kötü huylarını su ve topraktan aldığı iman, kanaat, fedakarlık, fera­
gat, sabır, dürüstlük ve hoşgörü gibi hasletlerini öne çıkartarak denetleyebilir.
Tasavvufta kamil insan denilen olgun insan örneği orta dönem Türk tarihinde
tarikatlar vasıtasıyla öğretilen duygusal olgunlukla geliştirilmeye çalışılmıştır.
Mevlana ve Yunus Emre eserlerine göre hayattayken ayrılığa vesile olacak bir
tarikatın ve grubun kurucusu olmamışlardır. Mevlana'nın öğretisi ölümünden
sonra oğlu Sultan Velet tarafından bir tarikat haline getirilerek kurumlaştınlmış­
tır.
Hacı Bektaş Veli' nin eserleri incelendiğinde onun Yunus Emre ve Mevla­
na'dan farklı olarak bir tarikat üyesi olmanın yollarını ve mürşid mürid ilişkileri­
nin de kurallarını anlattığı görülmektedir. Hacı Bektaş Veli'nin kurucusu olduğu
Bektaşilik tarikatı ve kabulü yakın tarihte ve bugün Hacı Bektaş'ın eserlerinde
savunduğu kurallardan uzaklaşmıştır. Hacı Bektaş Veli'yi pirleri olarak kabul
eden Alevilerin günümüzde savundukları anlayış ve uygulamalarla Hacı
Bektaş' ın eserlerinde savundukları üst üste gelmemektedir.
Gazi, veli ve alp-eren gibi sıfatlarla anılan orta dönem Türk tarihinin kamil
insan tiplerinin halk arasında yaygınlaştırılmasında Ahmet Yesevi'nin Divan-ı
Hikmet, Yunus Emre'nin "risalet' ün Nushiyye", Mevlana'nın "Mesnevi" ve
Hacı Bektaş Veli' nin "Makalat" adlı eserleri başta olmak üzere benzeri diğer
eserler yanında şiir, şerh ve uygulamalar birinci derecede etkili olmuştur.
Orta dönem Türk tarihinde toplumun eğitim ve öğreniminde öncelikli öne­
me sahip sözlü kültür ve öğretim daima yazılı kaynak eserlerle beslenmiştir. Bu
372 Prof. Dr. Umay GÜNAY

gurup eserlerden olan Hacı Bektaş Veli'nin "Makalat" adlı eseri insanı fikri ve
duygusal olgunluğa yöneltmek üzere düzenlenmiş İslami ve tasavvufi kabulleri
ve kuralları aktaran bir eserdir.
Hacı Bektaş Veli, Makalat adlı eserinin 1. Bölümünde tasavvufi kabbuller
çerçevesinde insanların abidler, zahidler, arifler ve muhibbler sıfatlarıyla tanım­
lanan dört farklı yaradılışı temsil ettiklerini söylemektedir. Bu dört farklı yaradı­
lış aynı zamanda tasavvufta olgunlaşma makaınlannı temsil etmektedirler.
Abidler şeriatı, zahidler tarikatı, arifler marifeti ve muhibbler hakikati temsil
etmektedirler.
Şeriatı temsil eden abidler/kulların İslamiyetin temel kurallarını benimse­
meleri yaradılıştaki olumsuz iç güdülerden uzaklaşmaları beklenir. Ancak bu
gruptakiler kibir, haset, cimrilik ve düşmanlık duygularından arınamadıkları için
gıybet ve dedikodu üreterek birbirlerini incitir ve birbirlerine zarar verirler.
zahidlerinse bütün kaygılan ahirete hazırlanmaktır, bu sebeple korku ile
umut arasında gidip gelerek ve bu dünyayı bütünüyle red ederek hayatı geçirir­
ler.
Ariflerin asıl sudan olduğu için hem kendilerinin hem çevrelerini kötü huy­
lardan anndırarak ömür sürerler. Arifler katında her sözün üç yüzü , önü ve arka­
sı vardır. Mana ehli seviyesindeki arifler katında ise sözün yetmiş iki yüzü ve bir
de ardı vardır. Arifler katında Allah' a şirk koşmak, Allah'ın adına söz söylemek
en büyük günah kabul edildiğinden kendilerini ve çevrelerini antarak Tannya
şirk koşmamaya özen gösterirler.
Hacı Bektaş Veli, "Bilmek gerekir ki, kendisini antmayan/temzlimiyen
başkalannı arıtamaz. . . Vay sana ki içinde, kibir, haset, cimrilik, düşmanlık, ta­
mah, öfke, gıybet, kah�faha ve maskaralık gibi nice şeytan işi varsa, su ile yıka­
nıp nasıl annacaksın?" demektedir.
Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli'nin açıkca ifade ettiği tasavvuf felsefesi­
nin savunduğu görüş, şeriatın kuralan uygulanmalıdır ancak bu kurallar duygu­
sal olgunluk kazanmak için yeterli değildir. Abdestle bağlanan temizlik ibadete
hazırlık anlamını taşır, bundan sonraki basamak ibadetin samimiyetle yapılması
ve kişinin iç temizliğine ulaşması beklenir. Yunus Emre'nin: " Yetmiş iki millet
elin yüzün yummaz değil " mısraı da İslamın şartlarının içselleştirmeden uygu­
landığında insanda bir gelişme sağlanamayacağı anlamındadır. Şeriat kurallarını
red etmek anlamında değildir..

23
Ethem Ruhi Fığlalı - Mehmet Aydın, Milli BUtUnlUğllmUz ve Hacı Bektaş Veli, Ankara 1997, s.
30.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFi 373

Dördüncü grupta yer alan muhibbler, hakikatı temsil ederler. Hakikat Al­
lah'ı bilmek, Allah'ın gerçekliğine teslim olmak anlamındadır. Bunların aslı
topraktır. Toprak teslimiyet ve rızanın sembolüdür. Bu sebeple muhibbler tesli­
miyet ve rızayı içlerine sindirmişlerdir.
Makalat' ın İkinci Bölümünde şeriat, tarikat, hakikat ve marifet başlıkları al­
tında yer verilen onar makamla kulun Allah kavramını kavrayarak Allah'a dost
olmanın yollan anlatılmaktadır.
Eserin Üçüncü Bölümünde şeriatın on makamı, dil ve gönülle iman getir­
mek, ilim öğrenmek, namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak, hacca gitmek,
seferberlikte düşmanla savaşmak, gusul abdesti almak, helal kazanmak, evlen­
mek, kadınların belirli günlerinde ve loğusalıkta ilişkiyi haram bilmek, sünnet ve
cemaat ehlinden olmak, şefkat, temiz yemek, temiz giyinmek, iyliği benimseyip
kötülükten kaçınmak olarak ifade edilmiştir. Bu makamlar İslamın şartlarını
yerine getirmek, toplumsal sorumluluk taşımak, kadınlara saygılı olmak ve sağ­
lık için hijyen kurallarına uymayı ön görmektedir.
Makalat'ın IV. Bölümünde tarikatta ilerlemek için uyulması gereken kural­
lar özetle şöyledir: Pir' den el alarak samimiyetle ve gönülden tövbe ederek mürit
olmaktır. Hacı Bektaş Veli'ye bağlanan üç grup mürid vardır:
1- Mecazi müridler: Dıştan şeyhe teslimiyet içinde görünmelerine rağmen
içten kendi isteklerine uyarlar.
2- Mürted müridler: Şeyhin beğenmedikleri bir halini gördükleri anda yüz
çevirirler.
3- Mutlak müridler: Şeyhe tam teslimiyet içinde olurlar.
Makalat'ta şeyhe tam teslimiyetle açıklanan müridlik, gerçek hayat içinde
tarikatların yozlaşmasını ve çöküşünü hazırlayan uygulamalardandır. Bir şeyh
gerçekten çok iyi yetişmiş ve kamil insan mertebesine ulaşmış kusursuz bir kişi
olsa bile kişilerin iradelerini bir başkasının kontrolüne teslimi doğru kabul edi­
lemez. Çünkü her yetişkin, hayatının çeşitli kararlarında ve dönemlerinde kendi­
ne en uygun seçimin ne olduğunu kendisi bilebilir ve bu yetişkinliğin ön şartıdır.
Osmanlının çöküş yıllarında ve Cumhuriyet döneminde kendini şeyh olarak
kabul ettiren bazı kişiler, bu teslimiyet kabülüne sığınarak devlete isyandan,
cinsel tecize uzanan pek çok istismarı yönlendirmişlerdir.
Batıda tarikat üyelerini toplu intiharlara, ülkemizde devlete ve topluma
uyumsuz, düşmanca tavır ve davranış sergileyen tarikat diye adlandırılan bazı
grupların saldırganlıklarına, genellikle ruh sağlığı bozuk kişilerin kendilerine
verdikleri şeyh ve benzeri Unvanlarla kazandıktan teslimiyet sebep olmaktadır.
374 Prof. Dr. Umay GÜNAY

Duygusal olgunluk kazanmak için kişilerin bilinçli tercihleri ve iradeleri ile


kendilerini geliştirmeleri, sağlıklı bir olgunlaşmaya yardımcı olur. Kendisini
başkasının iradesine teslim eden kişi olumlu veya olumsuz hiçbir türlü gelişme­
nin sorumluluğunu taşımıyor demektir. Türk toplumunda kendi sorumluluğunu
taşımama alışkanlığı bir ölçüde bu tarihi birikimden kaynaklanıyor gibi görün­
mektedir. Duygusal olgunluğun ilk basamağı kişinin kendi sorumluluğunu taşı­
masıdır.
Günlük hayatımızda dersini çalışmayan öğrencinin, örnek öğretmenin vasıf­
larını sayıp dökmesi, vergisini ödemeyen vatandaşın, ben başbakan olsam diye
başlayan hayalleri, işini yapmayan memurun örnek müdür konusundaki yorum­
lan, kendi sorumluluğundan kaçınma örnekleridir.
İ slamiyet temelde ruhban sınıfını kabul etmeyen tek dindir. Ancak diğer
dinlerin ve tarikatların da etkisiyle zaman zaman ruhban sınıfı benzeri kabuller,
hocaya, şeyhe, veliye teslimiyet kavramlarıyla ruhbanlığı temsil eden gruplar
yaratılmıştır.
Bütün tarikatlerde ısrarla üstünde durulan nefsle mücadele kavramı duygu­
sal olgunluk kazanmakta birinci derecede etkili bir yoldur. Ancak burada dikkat
edilmesi gereken önemli noktalar vardır. Bu dünyadan bütünüyle vazgeçmek,
İ slami kabule göre Tann' nın lütfu ve imtihan alemi olan bu dünyayı reddetmek
ve pasif direniş anlamını taşımaktadır. Marifet, bu dünyayı güzelleştirerek, iyliği
ve dürüstlüğü hakim kılarak ve diğer insanlarla sağlıklı iletişim kurarak, ezme­
den ve kendini ezdirmeden, çalışarak yaşamaktır. Bu konuda benzerleri arasında
en sağlıklı bilgileri hem şiirlerinde hem 1Je Risalet' ün-Nushiyye isimli eserinde
Yunus Emre' nin aktardığına inanıyorum.
Makalat'a göre, tarikatta ilerlemek üzere; traş olmak ve elbise değiştirmek,
nefisle savaşarak olgunlaşmak, insanlığı hizmet etmek, kibirlenmeyi önlemek ve
ibadetleri itina ile yapmak için korku ve karamsarlığa karşı ümit, basamak basa­
mak öğretilmektedir. Bütün çabalar Allah'ın indinde makbul kul olmak içinder.
Korku ile ümidi bir arada dengede tutmak önerilmektedir. Müridin asgari yaşa­
ma düzeyi hırka, zembil, makas, seccade, tesbih ve iğne ile sembolize edilmiştir.
Bu eşyalar dervişin dünya nimetlerine kapılmasını engellemek üzere belirlenmiş­
tir.
Dünya nimetlerinin bütünüyle reddedilmesi ve yaşanılan hayata sırt çevir­
mek bu eğtimi almayan veya tercih etmeyen kulların nefslerini azdırarak başka­
larını sömürmelerine ve kolayca haklarına el koyma imkanı sağlayacağı bu öğre­
tiler içinde yer almamıştır. Tarikat mürşitlerinin mensuplarına ve mensup olma-

24
Umay Günay-Osman Horata, Risfilel'Un-Nushiyye, İkinci Baskı., Ankara 2004.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 375

yanlara bütün insanlığa karşı sorumluluklan vardır. Bu sebeple öğretilerinde,


insanlığa zarar vermemeyi etki ve tepki prensiplerini hesaplamaları gerekir.
Tasavvuf insanın kendisine ve dünyada yaratılmış bir canlıya zarar verme­
me temelinden hareketle, hayatın bütününe saygı ahlakına dayanır. Bir kesimin
pasifize edilerek, o kesimin diğer kesime kolay lokma haline getirilmesi tasavvuf
ahlakının özüne aykındır. Allah'ın evi, aksettiği yer olarak kabul edilen gönlün
kınlmaması kavramında, kendi gönlünü kırdırmama sorumluluğu da vardır.
Tarikatta ilerleme basamaklan arasında makam, cemaat, nasihat ve muhab­
bet şeklinde ifade edilmiştir. Aşk, şevk, sefa ve fakirlik de olgunlaşma basamak­
ları arasında önemli kavramlardır. Can cana kavuşursa sevinmek ve keyiflenmek
müridlerin de hakkıdır.
Makalat'ın Beşinci Bölümünde ariflerin mensup olduğu marifet kavramının
basamaklan anlatılmaktadır. İ lk basamak edep, terbiyedir. Tarikat bölümünde de
öğretilen korku Marifet basamaktan arasında da yer almaktadır. Allah korkusuy­
la diğer canlılara eziyet etmemek öğretilmektedir. Allah'tan korkanlara iki cen­
net vadedilmiştir. Marifet kapısında da yol almakta nefs terbiyesi önemlidir.
Açlığın ve kanaatkarlığın insanın sezgilerini geliştirdiğine inanılmaktadır. Sabır
ve kanaat, olgunlaşma sürecinin uygulamalarında önemli eyr tutmaktadır.
Bütün tarikatlar zor şartlara sabretmeyi ve elindekine kanaat ederek başka­
lannın elindekilere tamah etmemeyi tavsiye ederler ve uygulatırlar. Utanmak
olarak ifade edilen kavram, insanın kendi mahremiyetine ve başkalarının mah­
remiyetine saygı göstermesi ve bunlan açıklamaması anlamındadır. Altıncı ba­
samak olarak ifade edilen cömertlik, Allah'ın lutfu olan nimetlerin diğer kullarla
paylaşılması anlamındadır. Marifet kapısının önemli basamaklarından birinin de
bilim olduğu ifade edilmiş ve burada Hz. Muhammed'in şu hadisi zikredilmiştir:
"Dünya alimlerin ilmi, hükümdarların adaleti, cömertlerin el açıklığı, yoksulla­
rın duası üzerinde dunnaktadır. "

Bütün tarikatlarda olgunlaşma yolu olarak kabul edilen ve kibirden uzaklaş­


tıran sükunet ve düşkünlük marifetin basamaklan arasında yer almıştır. Gönül
kırmamak ve insanın Allah'ın kulu olduğunun bilincinde olması anlamında ken­
disini bilip tanıması, her an uyanık olması da marifet kapısında ilerlemenin
önemli adımlan arasında sayılmıştır.
Makalat'ın Altıncı Bölümünde hakikat makamına ulaşmanın ve bu makam­
da kalmanın şartları anlatılmıştır. İ lk şart, toprak kadar alçak gönülllü olmaktır.
Hacı Bektaş Veli' nin: "Bir kişinin incitmesinden incinmemek, aksine, kendine
rastlayan her şeyi Allah 'tan bilmek, başına gelen müsibetlerin tümüne rıza gös­
termek, iradesini Allah 'a terk ve havale etmek; ve istemeyi sadece Allah 'a ait
bilmektir " diye açıkladığı bu bölüm tartışmaya açıktır. Çünkü hayatta, insanlar
376 Prof. Dr. Umay GÜNAY

arası ve toplumlar arası ilişkilerde böyle bütün kötülüklere kayıtsız şartsız rıza
gösterilmesi dünyada kötülüklerin hakimiyetine yardımcı olmak anlamını taşı­
maktadır.
Allah insanları yaratırken onlara irade, akıl, sezgi, zeka gibi pek çok nitelik
vermiş ve bu dünyayı da bir imtihan yeri olarak lütuflarla donatarak yaratmıştır.
Marifet; iyilerin, adaleti sağlayarak, kötüleri eğiterek, dünyayı Allah'ın lütfu
olduğu için güzelleştirerek yaşamaktır. Bu noktada Yunus Emre ile Hacı Bektaş
Veli birbirinden ayrılmaktadır.
Yunus Emre, nefs terbiyesinde ve duygusal olgunlaşmada akla öncelik ve
bütünüyle sorumluluk vermekte ve kötülüklerle savaşmayı öngörmektedir.
Makalat' ın Tarikat Bölümünde, şeyhe tam itaatle, kişinin iradesini başka bir
kişiye devretmesi kadar, burada da Allah adına kötülüklere rıza göstererek kötü­
lüklerin insanlığı ezmesine yardımcı olmak ve rıza göstermek yanlıştır.
Kolektif bilinçaltımıza muhtemelen tarikatların etkisiyle yerleşen "Al­
lah 'tan bulsun " inanışı gerek milletlerarası ilişkilerimizde gerekse insanlar arası
ilişkilerimizde; delilerin, zalimlerin, hırslı ve aç gözlü insanların hakimiyetine
yol açar. Hiçbir din ve ahlak anlayışı insan onurunu, özgürlüğünü ve yaşama
hakkını ve milletlerin bağımsızlığını ortadan kaldıracak böyle bir kabulü öner­
mez ve hoş görmez.
İslamiyetin öngördüğü duygusal olgunluk, ayarlı ve kararlı Müslüman ol­
maktır. Yoksa herkesin ittirip kaktırdığı, Allah'ın lütfu olan kendi varlığına saygı
duymayan ve kendisini saydırmayan insan tipini İslamiyet de diğer dinler de
kabul etmez. Bu yolla Allah'a bırakılıyormuş gibi görünen insan iradesi, başka
kişilere teslim edildiğinden, kişiliğe ve bedenlere eziyet eden Allah değil, kullar
olduğunu da idrak edemez hale gelir. Bunun anlamı, Allah'a şirk/eş koşarak,
irade teslim edilen kişiyi Allah yerine koymaktır ki, İslamiyete göre bundan
büyük günah olamaz.
Hakikat kapısında ilerlemenin basamaklarından biri de yetmiş iki milleti
ayıplamamak olarak ifade edilmiştir. Yunus Emre'nin, " Yaradı/anı severiz
yaradandan ötürü " olarak ifade ettiği anlayış savunulmaktadır. Yaratılmışların
hepsi Allah'ın kullan olduğu için yaratılış sebeplerini anlayamasak bile Allah'a
saygıdan dolayı herkesi hoşgörü ile kabul etmek gerekir.
Hakikat kapısında ilerleyenlerin cömert olması gerekmektedir. Çünkü nimet
Allahındır. Bu sebeple, insanların sahip oldukları nimetleri başka insanlardan
esirgemeye haklan da yoktur. Önemli basamaklardan biri de, nefsin öldürülme­
sidir. Bu, bedenin arzularına ve dünya nimetlerine bütünüyle yabancılaşma an­
lamındadır. Allah kavramı dışındaki her şeyden soyutlanmayı başarmaktır. Öl­
meden önce ölmek kavramı bu hali ifade etmektedir.
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 377

Ben bu kavramın da tartışmaya açık olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir in­


sanın bu dünyayı bütünüyle reddederek ibadete yönelmesi, sorumluluktan kaça­
rak kolaya sığınmaktır. Gerçek duygusal olgunluk, hem bu dünyadaki sorumlu­
luklarımızı taşımak, kendimize ve çevremize karşı görevlerimizi, başkalarına
zarar vermeden onların da haklarına saygı göstererek ibadetlerini yapmakla
mümkündür. Bu dünyanın reddedilmesi, iyiliği ve güzelliği amaç edinenlerin bu
dünyayı reddederek içe kapanmaları ve pasifize olmaları, insanlığa saygısı ve
sevgisi olmayanlara teslimiyet sonucunu doğurur.
Hakikat kapısında, hiçbir canlıya zarar vermeden yaşayan ve öngörülen ku­
ralları yerine getirenlerin seyr ü sü!Cıkta artık kendi nefsinde Allah' ın işaretlerini
fark etmeye başlaması olarak açıklanmıştır. Bundan sonra keramet gösterebile­
cek seviyeye yükselenlerden, bu mucizeleri açıklamamaları istenmektedir. Ke­
ramet açıklamak, hele de bununla övünmek çok ayıp sayılmıştır. Sabrederek
Allah'a kavuşmak için çaba harcamak da bu yola girenlerin görevlerindendir.
Gönül gözüyle kainatı ve ilahi ilmi kavrayanlar tevhid'e/ Allah ' ın birliğine
ulaşmış olurlar.
Hacı Bektaş Veli, diğer mutasavvıflar gibi eserinde gönül kavramı üzerinde
durmakta ve gönül şehrinin biri rahmani, diğeri şeytani iki sultanı olduğunu
ifade etmektedir. Rahmani sultanın adı akıl, yardımcısı iman, bekçisi de fa�irlik­
tir. Fakirlik, tasavvufta ilahi bilgiye sahip kişilerin dünya nimetlerinden vazgeç­
mesi anlamındadır. İlim, cömertlik, haya, sabır, korku, riyazat ve edep, rahmani
sultanın muhafızlandır. Gönül şehrinin ikinci sultanı olan şeytanın bekçileri ;
kibir, haset, cimrilik, aç gözlülük, öfke, gıybet, kahkaha ve maskaralıkla müca­
dele yollan anlatılmaktadır.
Makalat, tevhid anlayışı, Adem' le Havva'nın yaradılışı ve yaratılış felsefe­
sinin açılanmasıyla son bulmaktadır. Hacı Bektaş Veli, Adem'in kendini bilmek,
huzurda olmak ve kabri mekan kılmak gibi üç anlama sahip olduğunu açıklamış­
tır.
Hacı Bektaş Veli, Makalat' ta ve diğer eserlerinde bütün mutasavvıflar gibi
özde insanı, kamil insan mertebesine yükseltmeyi amaçlamıştır. Tasavvufta ön­
görülen şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapılarını geçmeyi başaranlar, eliyle,
diliyle ve beliyle hata işlememeyi öğrenirler.
Bugünkü dille, duygusal olgunluk kazanma yollarından biri, mistik yakla­
şımlardır. Türk-İslam geleneğinde gerek Alevi gerek Sünni kabullerden hareket­
le şekillenmiş bütün tarikatler, müridlerine önce temel İslami şartlan öğretirler,
ikinci basamakta İslam felsefesi olarak şekillenen tasavvufi kabullerin uygula­
maları ile duygusal olgunluk kazandırmaya çalışırlar. Tasavvufun marifet ve
378 Prof. Dr. Umay GÜNAY

hakikat mertebeleri, daha çok bilim ve sezgi gerektirdiğinden her anlamda yete­
neği olanlar bu yolda hedefe ulaşabilir.
Sonuç olarak; Hacı Bektaş Veli yolunu tercih edenler de, diğer tarikat üye­
leri gibi duygusal olgunluk kazanmak üzere çaba harcamaktadırlar.
Cumhuriyet kurulduktan sonra, tekke ve zaviyelerin kapatılmasının sebebi
gerçek anlamda mürşidlik niteliğine sahip olmayan cahil, istismarcı şeyhlerin
zararlarından milletimizi korumak içindir. Bunalım çağlarında dini görünümlü
akımların bütün dünyada yükseldiği bilinmektedir. Hoşgörü adına
hoşgörüşüzlüğü şekillendiren tarikat adı taşıyan gruplarla mücadele etmenin
yolu, milletimize doğru bilgileri ulaştırmaktan geçmektedir.
BİBLİYOGRAFYA

ACAROGLU, Türker-Fıtnat Ozan; Türk Halk Bilgisi ve Halk Edebiyatı


Üzerine Seçme Yayınlar, Ankara, 1972.
ACAROGLU, Türker; Türk Halk Bilgisi Kaynakçası Üzerine /. Uluslarara-
sı Türk Folklor Kongresi Bildirileri, 1 . Cilt, Ankara, 1976.
AÇIKGÖZ, Halil; Aşık Deryami Hayatı ve Şiirleri, İ stanbul, 1 987.
AKBULUT, Ömer; Trabzon Şairleri, Trabzon, 1952.
AKÇA, Kemal; Sillenin Halk Şairleri, Konya, 1940.
AKYÜZ, Hayri ; Şebinkarahisar Şairleri, ? 1952.
ALANGU, Tahir; Çalgılı Kahvelerde Külhanbey Edebiyatı Numuneleri, İ s­
tanbul, 1943.
ALKAN, Naim; Türk Halk Edebiyatı, Ankara, 1973.
ALPAY, Gönül; XV. Yüzyılın flk Yarısında Yazılmış Bir Münazara-Sazlar
Münazarası, Araştırma 10, 1972.
ALPTEKİN, Yrd. Doç. Dr. Ali Berat; Erzurumlu Emrah Bibliyografyası,
Ankara, 1 986.
____ , Çıldırlı Aşık Şenlik Bibliyografyası, Ankara, 1 989.
ARAT, Reşit Rahmeti, Eski Türk Şiiri, Ankara, 1965.
ARISOY, Sunullah; Türk Halk Şiiri Antolojisi, Erzurum, 1978.
ARSUNAR, Ferruh; Balalı Tavuk, Ülkü 3. Seri 4 Nisan 1947, Cilt 1, s. 30-
31.
____ , Anadolu Halk Türkülerinden Örnekler, Ankara, 1948.
ARTAN, Gündüz; Emıeni Kız Türküsü, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi,
No. 137, Aralık, 1960, Cilt 6.
ASLAN, Ensar; Çıldırlı Aşık Şenlik, Hayatı, Şiirleri ve Hikayeleri, Ankara,
1 975.
____ , Doğu Anadolu Saz Şairleri, 2. Kitap, Erzurum, 1 978.
ASLANOGLU, İbrahim; Sivas Aşıklar Bayramı, Sivas, 1 965.
ASLANOGLU, İbrahim; Divriği Şairleri, İstanbul, 1 96 1 .
380 Prof. Dr. Umay GÜNAY

____ , Aşık Veli, Ankara, 1984.


----
, Söz Mülkünün Sultanları, İ stanbul, 1 985.
. / ' , r Sıılımı A bdallar. l stanbul, 1985.
--·--' l nısalı� TFA 14, 227 (Ağustos 1 972).
Aşık Ali Rahmani; "Okul Şiirleri, " ?
AŞIKOÔLU. İ s mai l ; Aşık Şenlik 'in Şiirleri, TFA 8, 175 (Şubat 1964).
___ , Ökiitler Destesi, Ankara, 1987.
AŞK UN, Vehbi Cem; Merzifon Şairleri, Merzifon, 1937.
__ __ , Aşık Emrah, Sivas, 1942.
·----• /;/; ı•iik Halk ve Saz Şairi Emrah, Sivas, 1944.
____ , Sivas Şa irle ri, Sivas, 1948.
____ , 1 948 'de Bayburt 'ta Saz Şairleri Haftası, TFA 8, 166 (Mayıs
1963).
____, A. Kutsi Tecer ve Halk Şairleri Koruma Derneği, TFA 12,
2 1 8, (EYLÜL 1967).
ATALAY, Adil Ali; Gel Kendine Deli Gönül, İstanbul, ?.
ATAMAN, Sadi Yaver; Düğün Adetlerimizden (Gelin-Kız Karşılaşması),
Tarla 7-8, (Şubat-Mart 1945).
ATT İLA, Osman; Büyük Memleket Şiirleri Antolojisi, İ stanbul, 1 964.
____ , Türk Kahramanlık Şiirleri Antolojisi, İ stanbul, 1 967.
BAK İ LER, Yavuz Bülent; Aşık Veysel Hayatı ve Şiirleri, İ stanbul, 1986.
____ , Aşık Veysel, Ankara 1 989.
BALCIOÔLU. N. R.; Posoflu Müdami, TFA 7, 147 (Ekim 1961).
BALi. Muhan ; Sivas Halk Şairleri Bayramı ve Şah Turna, TFA 1 1 , 219
(Ekim 1967).
____ , Doğuda Aşıklar Bayramı, TFA 1 1 , 223 (Şubat 1 968).
____ , A tışma Birincisi Yaşar Reyhanf, TFA 1 1 226 (Mayıs 1968).
____ , Ses Bantlarıyla Tespit Edilen Halk Edebiyatı, TFA 13, 260,
(Mart 1 97 1).
____, Erçişli Emrah ile Selvi Han Hikiiyesi, Varyantların Tespiti ve
Halk Hikayeciliği Bakımından Önemi, Ankara, 1973.
____ , Aşık Karşılaşmaları-Atışmalar-/, TFA 16, 3 14 (Eylül 1 975).
____, Aşık Karşılaşmaları-Atışmalar-il, TFA 16, 3 16 (Kasım 1 975).
BARAN, Ali; Ürgüplü Saz Şairi Mahfi (179 1 - 1 853), Kayseri, 1 946.
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİFİ 381

BARANSELİ, Zenger Mahir; Taşlıova ve Çobanoğlu Karşılaşması v e Bir


Hüküm, TFA 13, 257 (Aralık 1970).
BARLIOGLU, Hikmet, "Alvarlı Reyhanf", Erzurum 1 %4.
BAŞ, Arif; İki Yüzyıl Ötelerden Sesi Gelen Aşık İbrahim, Ankara 1 973, 2.
Baskı, Ankara, 199 1 .
BAŞGÖZ, İlhan; Turkish Folk Stories About The Lives of Minstrels,
Journal of American Folklore Studies, Cilt 65, Ekim-Aralık 1 952, Nu.
258.
____, Dream Motif in Turkish Folk Stories and Shamanistic
lnitiation, Asian Folklore Studies, Cilt 16- 1 , Tokyo, 1967.
____, Turkish Hikaye-Telling Tradition in Azerhaijan, İraıı, Journal
ofAmerican Folklore, Cilt 83, Ekim-Aralık 1 970, No. 330
____ , The Tale Singer and His A ıtdiencc, Foilc!orc Pc;j(,: ınance and
Commumunication, Hazırlayanlar: Dan Ben Amos ve Kenneth S.
Goldein, Paris 1 975.
____, The Structure of the Turkish Romances, Folklor Today 1 976,
(lndiana University).
____, Karacaoğlan, İstanbul, 1984.
____, Yozgatlı Karacaoğlan, Cumhuriyet Gaz. 30 Ağustos, 1 990.
BAYRI, Mehmet Halit; Balıkesirli Bir Şair, İstanbul, 1935.
____ , Halk Şairleri Hakkında Küçük Notlar, İstanbul, 1 937.
____ , İki Aşık Arasında, Ülkü, Yeni Seri 7 (Temmuz 1 Q47).
____ , "Halk Şiiri XX. Yüzyıl, " İstan b u l , i 0.5/

____, "Halk Şiiri XIX. Yüzyıl ", İstanbul, 1 956.


____, Aşık Gevhe �f Hayatı ve Eserleri, İstanbul, 1958.
____ , Aşık Viranf Divanı, İstanbul, 1959.
BERGÜŞAT, Celal; Kaçak Nebi, Ankara, 1988.
____ , BEYANİ, Beyan Ettiklerim, Ankara, 1990.
BİLGEGiL, Kaya; XVlll. Asır Saz Şairlerinden Kusurf, Istanbul, 1 942.
B İLGİN, Bedri; Derunf'nin Şiirleri, Ankara, 1970.
B İRDOGAN, Nejat; Şavşatlı Deryamf, TFA 169, (Ağustos, 1963).
____ , Çağlar Usta da Gitti, TFA 12, 247 (Şubat 1 970).
BİRİNCİ, Nejat; Kahramanlık Şiirleri Antolojisi, Ankara, 1987.
BORATAV, P. N.- H. V. Fıratlı; İzahlı Hak Şiiri Antolojisi, Ankara, 1945.
BORATAV, Pertev Naili; Köroğlu Destanı, İstanbul, 193 1 .
382 Prof. Dr. Umay GÜNAY

____ , Folklor Halk Edebiyatı ve Aşık Edebiyatı, İ nsan 1, 2 ( 1 5 Ma-


yıs 1 938).
____ , Halk Edebiyatı Dersleri, Ankara, 1 942.
____ , Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği, Ankara 1 946.
____ , Anadolu 'da ve Türkmenler Arasında Köroğlu Destanının İzle-
rine Dair Yeni Notlar, İ stanbul, 1956.
____ , Folklor ve Edebiyat 1-11, İ stanbul Türk Folkloru.
____ , 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, İ stanbul, 1 982.
BORÇAKLI, Ahmet; Türk Müziği Tasnif Denemesi, 1. Uluslararası Türk
Folklor Kongresi Bildirileri, 3. Cilt, Ankara, 1 977.
BURCUOGLU, Kemal - Mahmut Özay; Kırklar Meclisi-En Güzel Bektaşi
Şiirleri, Ankara, 1952.
B ÜLBÜL, Aşık Kemali; Yılları Yendim, Ankara, 1 990.
B ÜYÜ KGED İ K, Yaşar; (Uruşlu Aşık Şefkati), Kan Çiçekleri, Ankara 1 985.
ÇELEB İ , Nilgün; 20. Konya Aşıklar Bayramına Katılan Aşıklarla flgili
Sosyolojik A raştınna, Ankara, 1987.
CUNBUR, Müjgan; Başakların Sesi, Ankara, 1968.
____ , Folklor A raştınnalarında Cönklerin Yeri, 1 . Uluslararası Türk
Folklor Semineri Bildirileri, Ankara, 1974.
____ , Karacaoğlan, Ankara, 1985.
ÇAGLAR, Behçet Kemal, Bardızlı Nihanf, TFA 2, 33 (Nisan 1 952).
ÇALAPVERD İ , Hacı; Sivaslı Aşık Ruhsatf, İ stanbul, 1 987.
ÇATAK, Develili Aşık Ali; Derdin Derdim Anadolu, Kayseri, 1 985.
ÇINAR, Ali Abbas; Dertli Bibliyografyası, Ankara, 1 990.
ÇIRAKMAN, Aşık Hüseyin; Hoş Geldiniz Erenler, İ stanbul 1968, İ zmir,
1969.
ÇAGLAR, Behcet Kemal; Çoruh İçinde İki Çoruh-İki Coşkun Şair, Yeşil
Çoruh, 3, 2, 1 953.
ÇELİ K, M. Fahrettin; Posoflu Zülal� Doğuş s. 1 (Haziran 1 939).
____ , Ardahanlı Mahzunf, Doğuş 6, 1 1 (Nisan 1940).
ÇETİN, Kaya Haydar; Posoflu Zülali ile Şenlik Karşılaştınnası, TFA 13,
269 (Aralık 197 1).
ÇIRAKMAN, Hüseyin; Hüseyin Çırakman 'ın Deyişleri, İ stanbul, 1 963.
DAMACI, Raci ; Aşık Meyyitf, TFA 6, 140 (Mart 1 961).
DANİ ŞMEND, İ . Hami; Destan ve Divan, İ stanbul, 1 94 1 .
DERMAN, Gül; Resimli Taşbaskı Halk Hikayeleri, Ankara, 1 989.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 383

Dİ LÇİ N, Cem; Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara, 1 983.


DOG AN, Durali; Yozgat Şair ve Yazarları, Ankara, 1988.
____, Cumhuriyet Koçaklaması, İ stanbul, 1990.
DOGRUYOL, Nuri (Aşık Meczubi); Yunus Gibi - Şiirler, Ankara, 1 982.
DURBULMAZ, Bayram; Vatanımın Bağrında, Yozgat, 1984.
DÜNDAR, Selahattin; Bağdaş, Ankara, 199 1 .
DÜŞTÜ, Aşık Ernini; Gönül Deryası, Ankara, 1 990.
____, Murad, Kerem ile Aslı Hikayesi, Ankara, 1 949.
ELÇ İ N, Şükrü; Kul Ahmed 'in Hayatı ve Şiirleri, TFA 1 26 (Ocak 1960).
____, Aşık Bektaş Kaymaz Hayatı ve Şiirleri, TFA 7, 154 (Mayıs
1962).
____, Halk Edebiyatı Araştırmaları, Ankara 1977; 2. Baskı, Ankara,
1 988 (iki cilt halinde ve genişletilmiş olarak).
____, Halk Edebiyatına Giriş, Ankara 1 98 1 ; 2. Baskı, 1986, (Geniş-
letilmiş olarak).
____, Gevheri Divanı, Ankara, 1984.
____ , Aşık Ömer, Ankara, 1987.
____ , Gevheri, Ankara, 1987.
____ , Halk Şiiri Antolojisi, Ankara, 1 988.
____ Akdeniz 'de ve Cezayir'de Türk Halk Şairleri, Ankara, 1 988.
,,

ELMALILI, Hamdi Yazır; Hak Dini Kur'an Dili, 4 Cilt, 2. Baskı, İ stanbul,
1960.
ERDENER, İ slam; Aşık Şenlik Divanı, Kars, 1 960.
ERDOGAN, Aşık Dursun Ali (Deryam1); Gülme Zarıma, Ankara, 1 990.
EREN, Hasan; Türk Saz Şairleri Hakkında Araştırmalar, Ankara, 1 952.
ERGUN, Saadettin Nüzhet; Halk Şairleri 1, İ stanbul, 1 926.
____, Halk Şairleri il, İstanbul, 1926.
____ , Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı (M. Ferit'le Ortak),
Konya, 1 926.
____ , Gevheri, İ stanbul, 1 928.
____, Pir Sultan Abdal, İstanbul, 1929.
____ , Bektaşi Şairleri, İ stanbul, 1930.
____ , İslamiyetten Evvel Türk Edebiyatı, İ stanbul, 1 93 1 .
____, Aşık, İ stanbul, 1933.
____, Gedai, İ stanbul, 1933.
384 Prof. Dr. Umay GÜNAY

____ , Karacaoğlan 'ın Hayatı Şiirleri, İstanbul, 1933.


____ , Katibi, İstanbul, 1933.
____ , Kuloğlu, İstanbul, 1 933.
____ ., Silleli Sururf, İstanbul, 1933.
____ , Beşiktaşlı Gedaf, İstanbul, 1 934.
____ ., Hengami, İstanbul, 1934.
____ ., Aşık Ömer Hayatı ve Şiirleri, İstanbul, 1936.
____ , Halk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul, 1937.
FEYMANİ, Aşık; Ahu Gözlüm, Ankara, 1989.
FINDIKOGLU, Z. Fahri; Erzurum Şairleri, İstanbul, 1927.
____ , Bayburtlu Zihni, İstanbul, 1928; 2. Baskı, İstanbul, 1 950.
GÖKALP, Mehmet; Aşık Zülali, Şenlik 'in Köyünde, TFA 3, 52 (Kasım
1 953).
____ , Bardızlı Aşık Nihani, Ankara, 1 988.
____ , Yusufelili Şair Keşfi Efendi, Yeşil Çoruh, Sayı 4, 1959.
____ , Tortumlu Aşık Ummani, TFA 7, 150 (Ocak 1962).
____ , Yusufelili Pervani, TFA 2, Sayı 40, Kasım 1 952.
GÜNAY, Turgut; Doğu Karadeniz Bölgesinde Atma Türkü Geleneği, 1 .
Uluslararası Türk Folklor Kongresi, 2 . Cilt. Ankara, 1 976.
____ , Türk Halk Şiirinde flk Deyişme (Müşaare) Örnekleri, Ulusla­
rarası Folklor ve Halk Edebiyatı Bildirileri, 27-29 Ekim 1975, Konya,
Ankara 1 976.
____ , Doğu Anadolu Bölgesinde Aşık Tarzı Şiirde Yedekli Koşma-
lar, Türk Folklor Araştırrnalan, IX, 1 2 1 (Mayıs 1973) s. 57 1 -583.
GÜNAY, Umay; Elazığ Masalları, Erzurum, 1975.
GÜNEY, Eflatun Cem; Halk Şiiri Antolojisi, İstanbul, 1 959.
GÜRÜNLÜ, Aşık Gülhani; Birlik Olunca, Ankara, 1983.
____ , Gönül Ağlayınca, Ankara, 1 990.
HALICI, Feyzi; Konya 'da Yapılan Aşıklar Bayramı, Uluslararası Folklor ve
Halk Edebiyatı Semineri Bildirileri, 27-29 Ekim 1 975 Konya, Ankara,
1 976.
____ , Saz Şairlerinin Diliyle Atatürk, Ankara, 1 98 1 ; 2. Baskı, Anka­
ra, 1 986.
____ , Aşık Şem 'i Hayatı ve Şiirleri, Ankara, 1982.
____ , Halk Şairimiz Ümmani, Ankara, 1968.
Türkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEÔİ ve RÜYA MOTİ Fİ 385

HASRETİ, (Sadi Değer); Karslı Aşık Hasreti, ?


____ , Işıklı Pınar, Ankara, 1989.
HINÇER, İhsan; "Konyalı Aşık Mehmet Yakıcı, TFA 1 , 5 (Aralık 1949).
HOHKINS, Ferial Ghazoul; The Nature and Function of the Dream Motif
in Turkish Folk Literature, 1 . Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bil­
dirileri, 2. Cilt, Ankara, 1976. Dreams and Dreaming, ABD, 1 973.
İVGİN, Hayrettin i. Ü . Nasrattınoğlu; Ölümünün Onuncu Yılında Aşık
-

Veysel 'e Deyişler, Ankara, 1973.


İVGİN, Hayrettin; Dertler Üstüme Üstüme-Aşık Yanık Umman 'ın Hayatı ve
Şiirleri, Ankara, 1988.
KAFKASYALI, Ali; Koca Kartal Azaplı, Ankara, 1987.
KALKAN, Emir; XX. Yüzyıl Türk Halk Şiiri Antolojisi, Ankara, 199 1 .
KAPLAN, Mehmet-Necat B irinci; Atatürk Şiirleri A ntolojisi, Ankara,
1986.
KARA, İbrahim; Nurlar Dökülsün, Ankara, 1 990.
KARABULUT, Halil; Atatürk Destanları, Kadirli, ?.
____, Damlada Derya Gizlidir, Ankara, 1988.
KARAÇ AY, Ali; Selinti, Yerköy, 1979.
KARAER, M. Necati ; Karacaoğlan, Ankara, 1988.
KARDEŞ, Mehmet; Sümmani Bibliyografyası, Ankara, 1982.
KARTARI, Hasan; Doğu Anadolu Aşık Edebiyatının Esasları, Ankara,
1 977.
KAYA, Doğan; Aşık İsmeti Hayatı ve Deyişleri, Sivas, 1 984.
KAYGILI, Osman Cemal; Seçme Halk Şairleri, İstanbul, 1 928.
____, İstanbul 'da Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri, İstanbul,
1937.
KAYNAR, Muhittin; Muhittin Kaynar'ın Şiirleri, Ankara, 1965.
KAZMAZ, Süleyman; Çıldırlı Aşık İlyas Anlatıyor, Ankara, 1946.
____ , Rize Halk Şairleri, Ankara, 1976.
KENDİ, İbrahim Aczi; Konyalı Şem 'i Konuşuyor, Ankara, 1 95 1 .
KOCATÜRK, Vasfi Mahir; Saz Şiiri Antolojisi, Başlangıcından Bugüne
Türk Edebiyatının Saz Şiiri Tarzında Yazılmış En Güzel Örnekleri,
Ankara, 1963 .
____ , Şiir Defteri, Yunus Emre 'den Bugüne Kadar Türk Edebiyatı­
nın Her Çeşitten Güzel Şiirleri, Ankara, 1963.
KOÇOGLU, Bahri; Orta Direk Türküsü, İstanbul, 1 984.
386 Prof. Dr. Umay GÜNAY

KÖKSAL, Hasan ; Aşık Canımoğlu, İpek Han, Deyişler, İ zmir, 1 986.


KÖPRÜLÜ, M. Fuad; Mubahasat-ı Lisaniye ve Edebiye - Saz Şairleri, İk­
dam, 3 Mart, 19 14.
____ , Aşık Tarzının Menşe ve Tekamülü, İ kdam, 1 9 14, 7 Mart.
____ , Mübahasat-ı Lisaniye ve Edebiye - Saz Şairleri-3, - Aşık Tarzı
Hangi Şekl-i Hayatın İfadesidir, İ kdam, 1 1 Mart, 19 14.
____, Mübasahat-ı Lisaniye ve Edebiye - Saz Şairleri-4; - Aşık Tarzı
Hangi Şekl-i Hayatın İfadesidir, İ kdam, 16 Nisan, 19 14.
____ , Mübasahat-ı Lisaniye ve Edebiye - Saz Şairleri-5, - Aşık Tarzı
Hangi Şekl-i Hayatın İfadesidir?, İ kdam, 19 Nisan, 1914.
____, Mübasahat-ı Lisaniye ve Edebiye - Saz Şairleri-6, - Aşık Fa­
sılları, İ kdam, 25 Nisan 1914.
____, Mübasahat-ı Lisaniye ve Edebiye-Saz Şairleri-7 -Malumat'ı
Tarihiyye, İ kdam, 2 Mayıs 1914.
____, Mübasahat-ı Lisaniye ve Edebiye - Saz Şairleri-8 - A şık Tar­
zında Şive ve Lisan, İ kdam, 7 Mayıs 19 14.
____., Mübasahatı-ı Lisaniye ve Edebiye - Saz Şairleri-9 - Aşık Tar­
zında Aruz Vezn i, İ kdam, 2 1 Mayıs 1 914.
____., Aşık Tarzının Menşei ve Tekamülü, Milli Tetebbular Mecmu-
ası, Cilt 2, No IV, Eylül-Ekim 1915.
____., Türk Edebiyatında flk Mutasavvıflar, İstanbul, 1 9 1 9.
____ , Türk Edebiyatı Tarihi, İ stanbul, 1 928.
____ ,, Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi, İ stanbul, 1 935.
____., XVII. Asır Saz Şairlerinden Gevheri, İ stanbul, 1 929, 2. bas.
İ stanbul, 1 939.
____ , XIX. Asır Saz Şairlerinden Erzurumlu Emrah, İ stanbul, 1 929,
2. bas. 1 939.
____ , V-XV/. Asırlarda Türk Şairleri, İ stanbul, 1930.
____ , XVI. Asır Sonuna Kadar Türk Saz Şairleri, İ stanbul, 1 930, 2.
bas. 1940.
____ , XVII. Asır Saz Şairlerinden Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç
Osman Hikayesi, İ stanbul, 1930.
____ , XV/l, Asır Saz Şairleri, İ stanbul, 1939.
____ , Aşık Dertli, İ stanbul, 1940.
____ , Aşık Ömer, İstanbul, 1 940.
____ , Karacaoğlan, İstanbul, 1940.
____ , XVIII. Asır Saz Şairleri, İ stanbul, 1940.
Türkiye' de AŞIK TARZI ŞiiR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 387

____, XIX. Asır Saz Şairleri, İ stanbul, 1940.


____, XX. Asır Saz Şairleri, İ stanbul, 1 940.
____., Türk Saz Şairleri, İ stanbul, 1 940.
____, Edebiyat Araştırmalan, Ankara, 1966.
KÖSEOGLU, Ali Rıza; Hünkô.r Hacı Bektaş Veli Şiirleri Antolojisi, Anka-
ra, 1 988.
KUL Gazi; Rüzgarda Kekik, Ankara, 1990.
KUTLU, Şemseddin; Dertli, Ankara, 1988.
LINCOLN, J. S. "The Dream in Primitive Cultures ", ABD, 1 935.
MAKAL, Tahir Kutsi; Halk Şiiri Antolojisi, İ stanbul, 1 978.
MOYLE, Dr. Natalie K. ; The Tecniqes o/ Turkish Minstrels, 1. Uluslararası
Türk Folklor Kongresi Bildirileri, 2. Cilt, Ankara, 1 976.
MUSTAFA Hakkı ; Kütahya Halk Şairleri, Kütahya, 1 934.
MUTLUAY, Rauf; Türk Halk Şiiri Antolojisi, İ stanbul, 1 972.
NASRATTINOÖLU, İ rfan Ünver; Afyonkarahisarlı Şair Çizmecioğlu Veh-
bi, Ankara, 1 98 1 .
____, Posoflu Aşık Zülali, Ankara, 1 987.
OGUZ, Celal; Yakın Beni, Ankara, ?.
OG UZ, M. Öcal; Yozgatlı Hüzni Hayatı ve Eserleri, Ankara, 1 988.
____, Yozgatlı Hüzni Divanlarından Seçmeler, Ankara, 1 990.
____, Aşık Makamları Üzerine Bir Değerlendirme, Milli Folklor, 1,
7, 1990.
____, Yozgatlı Halk Şairi Nazi, Ankara, 1 992.
OKAY, Haşim Nezihi; Aşık Sümmani, İ stanbul 1 934, Mükerrer baskılar
1948, 1 954, 1 955, 1 963 .
____, Develili (Everekli) Seyrant, İ stanbul, 1953. 2. Baskı 1 963.
____, Bolulu Dertli Divanı, Hayatı, Şiirleri, İ stanbul, 1 958.
____, Dadaloğlu, Hayatı, Deyişleri, Ankara, 1959.
____, Köroğlu ve Dadaloğlu, İ stanbul, 1970.
ONAY, Ahmet Talat; Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev 't, İ stanbul, 1 928.
____, Aşık Tokatlı Nuri, Çankırı, 193 1 .
____, Türk Şiirlerinin Vezni, İ stanbul, 1 933.
ONK, Nizamettin; İslam Eleskerzade, Göğçeli Aşık Elesker, Ankara, 1987.
OYAT, Fazıl; 20 Halk Şairi, İ stanbul, 1948.
OZANKAN, Cenap; Kırk Halk Şairi, İ stanbul, 1960.
388 Prof. Dr. Umay GÜNAY

OZANOÔLU, İhsan; Aşık Edebiyatı, Kastamonu, 1940.


____ , XIX. Asır Saz Şairlerinden Kalecikli Mirati, Kastamonu 1940.
____ , Kastamonu 'nun Yetiştirdiği Meşhur Adamlar: Andelibi, Kas-
tamonu 1 958.
____ , Kastamonu 'nun Yetiştirdiği Meşhur Adamlar: Celali, Kasta­
monu 1 959.
____ , Kastamonu 'nun Yetiştirdiği Meşhur Adamlar: Medhi, Kasta­
monu 1 959.
____ , Kastamonu 'nun Yetiştirdiği Meşhur Adamlar: Meftuni, Kas­
tamonu 1 959.
____ , Kastamonu 'nun Yetiştirdiği Meşhur Adamlar: Meydani, Kas-
tamonu 1960.
ÖGEL, Bahaeddin; Türk Mitolojisi, Ankara, 197 1 .
ÖZBEK, Orhan; Aşık Şenlik, Ankara, 1969.
ÖZDEN, Şinasi; Celali, Ülkü, Sayı 62, Nisan 1944.
ÖZDER, Adil; Doğu İllerimizde Aşık Karşılaşmaları, Bursa, 1 965 .
ÖZDEMiR, z. Ahmet; Avşarlar ve Dadaloğlu, Ankara, 1985.
ÖZKIRIMLI, Atilla; Türk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul, 1 982- 1 983. (4
Cilt).
ÖZTELLi, Cahit; Zileli Şairler, Samsun, 1944.
____ , Karacaoğlan, Hayatı, Sanatı, Şiirleri, İstanbul, 1952. Diğer
baskılar, 1 953, 1 957, 1959, 1963, 1 967.
____ , Dertli-Seyrani Hayatı, Sanatı, Şiirleri, İstanbul, 1 953; 1964.
____ , Halk Şiiri XVI-XVJI. Yüzyıllar, İstanbul, 1955.
____ , Halk Şiiri XVlll. Yüzyıl, İstanbul, 1955.
____ , Kul Nesimi, Ankara, 1969.
____ , Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, İstanbul, 1984 (2. Baskı).
PARLAK, Osman; Bir Demet Gül, Sorgun, 1984.
PÜRLÜ , Kadir; Aşık İsmeti ve Kapı Güzeli, Sivas, 1989.
____ , Aşık Talibi Kılıç Hayatı ve Şiirleri, Sivas, 1990.
PÜSKÜLLÜOÔLU, Ali; Türk Halk Şiiri, İstanbul, 1975.
REHBERİ, (Ozan); Duygunun İncileri, Ankara, 1990.
SAKAOÔLU, Saim; Gümüşhane Masalları, Ankara, 1973.
____ , Sivaslı Aşık Kul Gazi - Sarı Çiçek, Erzurum, 1 980.
TUrkiye'de AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGİ ve RÜYA MOTİFİ 389

____ , Azerbaycan Aşıkları ve El Şairleri- }, İstanbul, 1 985. (Dr. Ali


Berat Alptekin ve Esma Şimşek ile birlikte).
____
, Azerbaycan Aşıkları ve El Şairleri-11, İstanbul, 1 986. (Dr. Ali
Berat Alptekin ve Esma Şimşek ile birlikte).
____ , Dadaloğlu, Ankara, 1986.
____ , Ercişli Emrah, Ankara, 1987.
____ , Senin Aşkınla Kadirlili Aşık Halil Karabulut, Konya, 1987.
____ , Bayburtlu Zihnf, Ankara, 1988.
SAKAOÔLU, Saim - Ali Berat ALPTEKİN; Dadaloğlu Bibliyografyası,
Ankara, 1988.
____ , Turgut GÜNA Y, Halk Şiirinde Atatürk, Erzurum, 1974.
____, Bayburtlu Zihnf Bibliyografyası, Ankara, 1 990.
SAN, Sabri Özcan; Aşık Hicranf, Ankara, 1987.
SARI, Mehmet; İbrahim Oğlu Ömer Şehitler Sırtı Destanı, Çankırı, 1989.
SEFERCİOÔLU, Nejat - Aydın Kuran; Aşık Veysel Bibliyografyası, Anka-
ra, 1983.
SEFERCiOÔLU, Nejat; Karacaoğlan Bibliyografyası, Ankara, 1 98 1 .
SEFİL, Seliırll; Yar Badesi, Sivas, 1963.
____, Kul Yanmasın, Ankara, 1989.
SEVENGİL, R. Ahmet; Yüzyıllar Boyunca Halk Şairleri, İstanbul 1 965 .
____ , Çağımız Halk Şairleri, İstanbul, 1 967.
SEVÜK, İsmail Habib; Edebiyat Bilgileri, ?
SAKAOÔLU, Saim - Turgut GÜNAY; Halk Şiirinde A tatürk, Erzurum
1974.
SEZGİN, Abdülkadir; Bir Ümit Bir Sevgi, İstanbul, 1986.
SİNE, Hayri (A şık Enis); Olsun, İstanbul, 1986.
ŞAFAK, Mevlüt İhsani; Çağlayan Dere, Ankara, 1 990.
TAHSİN, Nihat; Çankırı Halk Edebiyatı, Kastamonu, 1 932.
TAŞLIOVA, Şeref; Gönül Bahçesi, Ankara, 1 990.
TOKDEMİR, Hayrettin; Yangunf, ? 1980.
TÜRK DİLİ Dergisi, Türk Şiiri Özel Sayı m Halk Şiiri, Sayı 445-450
-

(Ocak-Haziran 1 989). (Anonim Halk Şiiri, Türk Saz Şiiri ve Tekke Şi­
iri başlıklarıyla Nevzat Gözaydın, Saim Sakaoğlu ve Abdurrahman
Güzel 'in üç makalesini içine almakta olup, kitap bütünlüğünde yayın­
lanmıştır).
TÜRK İSTİKLAL SAVAŞI DESTANLARI, Ankara, 1 982.
390 Prof. Dr. Umay GÜNAY

TÜRKİ YE BÜYÜK Mİ LLET MECLİS İ , Milli Egemenlik Halk Şiirleri,


Ankara, 1 985.
____ Millf Egemenlik, Barış Şiirleri, Ankara, 1 987.
,,

TÜRKMEN, Fikret; Aşık Garip Hikayesi, Ankara, 1 974.


____., Tahir ile Zühre, Ankara, 1 984.
____, Aşık Kemalf de Öldü, TFA 13, 262 (Mayıs 1972).
URAL, Orhan; Pir Sultan Abdal, Ankara, 1982.
URAZ, Murad; Halk Edebiyatı, Şiir ve Dil Örnekleri, İ stanbul, 1 933.
OSMAN, Raşit; Aşık Mehmet YAKICI, Konya Dergisi cilt 6 s. 40. Şubat,
1 942.
YANBEY, M. Kimal; Aşık Burhanf ve Şiirleri, TFA 9, 1 89 (Nisan 1965).
YARDIMCI, İ lhan; Bayburt'lu Hicranf, İ stanbul, 1 968.
YARDIMCI, Mehmet - Hayrettin İ vgin; Zileli Aşık 'Zefil Necmi, Ankara,
1 988.
YAŞAR, Reyhani; Böyle Bağlar, (Haz. Ali Galip Tutar), Erzurum, 1 967.
____, Kervan, Ankara, 1 988.
YII..Dffi.IM, Dursun; Manas Destanı ve Köketey Hanım Ertegüsü, Ankara,
1 979 (Basılmamış Doçentlik Tezi).
YÖRDEM, Hasan; Nasırlı El, Ankara, 1986.
YUSUF, Ziya; Halk Edebiyatı Antolojisi, İ stanbul, 1 933.
YÜKSEL, Hasan Avni; Aşık Seyranf, Ankara, 1 987.
YÜKSEL, Hasan Avni - Kadir Özdamarlar; Aşık Seyrani Bibliyografyası,
Ankara, 1 99 l.
ZELYUT, Rıza; Halk Şiirinde Gerçekçilik, Ankara, 1 982.
Zhirrnanskii, V. M., The Legend Of Singer's Calling (Leganda o prizvanii
pevtsa in issledavanido po istarli kultury narodov vostoka, s. 524).

You might also like