You are on page 1of 7

ANKARA SOSYAL BİLİMLER ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

KADIN ve AİLE ÇALIŞMALARI Y.L. PROGRAMI

DERS
AİLE SOSYOLOJİSİ

DANIŞMAN
Doç. Dr. HİCRET KİRAZ TOPRAK

AİLENİN OLUŞUM SÜRECİNDE AİLE İÇİ ŞİDDETİN


VARLIĞININ DEĞERLENDİRİLMESİ

HAZIRLAYAN
SEDANUR GÜZEL
25.01.2024
“Hiçbir günah kadınınki kadar büyük değildir diyorlar ama kadınlar
adam öldürmezler, kentleri yakıp yıkmazlar, halkı ezmezler, toprakları
yağmalamazlar, kundakçılık yapmazlar, sahte sözleşmeler
düzenlemezler. Kadınlar şefkatli, nazik, yardımsever, alçakgönüllü,
sağduyulu varlıklardır.”

Christine de Pizan
Aile, toplumların temel birimi olarak kabul edilen ve bireylerin bir araya gelerek
duygusal, ekonomik ve sosyal destek sağladığı bir yapıdır. Aile, genellikle bir ev
içinde bir arada yaşayan bireylerden oluşur ve genellikle ebeveynler ve çocukları
içerir. Ancak aile tanımı, kültürden kültüre ve toplumdan topluma değişiklik
gösterebilir.
Ailenin önemi, bireylerin duygusal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılaması, güvenli
bir ortam sağlaması ve sosyal bağlar kurmalarına yardımcı olmasıyla ilgilidir.
Aile, bireylerin değerlerini, kültürlerini ve davranışlarını öğrenmeleri için birincil
bir ortamdır. Aynı zamanda, destekleyici bir aile ortamı, bireylerin özgüven
geliştirmelerine, kişisel gelişimlerine katkıda bulunmalarına ve yaşamları
boyunca güçlü ilişkiler kurmalarına yardımcı olabilir.
Feminist bir bakış açısından, ailede eşitlik ve adaletin sağlanması önemlidir.
Feminist teoriler, cinsiyet rolleri ve toplumsal cinsiyet normlarına meydan
okuyarak, aile içindeki güç dinamiklerini sorgular ve eşitlik temelinde sağlıklı
ilişkilerin gelişimini destekler. Feminist bakış açısına göre, aile içindeki bireyler
arasında güç dengesi ve rollerin adil bir şekilde dağıtılması, herkesin potansiyelini
en üst düzeye çıkarmasına yardımcı olabilir.
Aile, bireylerin hayatlarını şekillendiren önemli bir kurumdur. Feminist bir bakış
açısından, ailede eşitlik ve adaletin sağlanması, sağlıklı ve destekleyici ilişkilerin
gelişimini destekler. Ailenin meşruluğunu, bireye sağladığı fayda üzerinden
değerlendiren feminist ekol penceresinden aile içi şiddet yine ailenin varlığından
meydana gelmektedir.
Aile içi şiddet, bir aile üyesinin diğer bir aile üyesine fiziksel, duygusal, cinsel
veya ekonomik zarar verme girişimlerini içeren bir davranış modelidir. Bu tür
şiddet, cinsiyet, yaş, sınıf, etnik köken veya diğer sosyal faktörlere dayanabilir.
Aile içi şiddet, ev içinde güvensiz bir ortam yaratır ve bireyler arasındaki ilişkileri
olumsuz etkilemektedir.
Feminist bakış açısından, aile içi şiddet toplumsal cinsiyet normlarına dayanır ve
kadınlara karşı şiddet, genellikle erkek egemen güç ilişkilerinden kaynaklanır.
Feminist teoriler, aile içi şiddeti, cinsiyet eşitsizliği ve güç dengesizliği gibi temel
sorunlarla bağlantılı olarak ele alır. Aile içi şiddetin yaygın bir sorun olması,
feminist aktivistlerin ve araştırmacıların bu konuda farkındalık yaratma, destek
hizmetleri sunma ve yasal düzenlemelerde değişiklik yapma çabalarını artırmıştır.
Aile içi şiddet, kurbanlar üzerinde ciddi fiziksel ve psikolojik etkiler bırakabilir.
Bu nedenle, bu sorunla mücadele, destek sistemlerinin oluşturulması, eğitim ve
farkındalık çalışmalarının yapılması, şiddeti önlemeye yönelik politika ve yasal
düzenlemelerin geliştirilmesi gibi çeşitli alanlarda multidisipliner bir yaklaşım
gerektirir. Feminist bakış açısından, bu mücadelede cinsiyet eşitliği ve toplumsal
cinsiyet normlarının sorgulanması önemli bir rol oynar.
Aile içi şiddetin tarihsel kökenlerini anlamak, feminizmin perspektifinden ele
alındığında, toplumsal cinsiyet normları, güç dinamikleri ve eşitsizlikle ilgili
derinlemesine bir analizi içerir. Tarih boyunca, aile içi şiddetin kökenleri,
patriyarkal sistemlerin, cinsiyet rollerinin ve toplumsal normların etkisi altında
şekillenmiştir.
Öncelikle, aile içi şiddetin kökenlerini araştırmak için antik çağlara kadar gitmek
gerekmektedir. Antik toplumlarda, güç genellikle erkeklerin elindeydi ve kadınlar
genellikle ikinci sınıf vatandaşlar olarak görülüyordu. Bu dönemlerde, aile
içindeki ilişkilerde hiyerarşik bir yapı mevcuttu ve bu, erkeklerin kontrol ve
otoriteye sahip olduğu bir ortamı beraberinde getiriyordu.
Orta Çağ'da, aile içi şiddet, erkek egemen toplumların daha belirgin bir özelliği
haline geldi. Kadınlar, evlilikleri içinde sıklıkla mülkiyet olarak kabul edilir ve
aile içindeki güç dengesizlikleri, şiddetin yaygın bir şekilde uygulanmasına zemin
hazırladı. Toplumsal normlar, kadınların itaatkâr olmalarını ve erkeklere
bağlılıklarını vurguladı.
Feminist analiz, sanayi devrimi ve modernleşme süreçleriyle birlikte toplumun
değişimine odaklanır. Bu dönemde, kadınlar için ekonomik bağımsızlık artmaya
başlasa da, aile içindeki güç dinamikleri ve cinsiyet rolleri hala kadınları ikinci
sınıf vatandaşlar olarak konumlandırmaya devam etti. Kadınların eğitim ve iş
gücüne katılımı arttıkça, aile içi şiddetin görünürlüğü artsa da, bu sorunun
toplumsal bir mesele olarak ele alınması zaman aldı.
19. yüzyılın ikinci yarısında, feminist hareketler ve kadın hakları aktivizmi, aile
içi şiddeti kamuoyunun gündemine taşıdı. Feministler, toplumsal cinsiyet
eşitsizliği, patriyarkal normlar ve cinsiyet rolleri gibi konuları ele alarak, aile içi
şiddetin kökenlerini sorguladılar. Bu çabalar, aile içi şiddeti önleme, mağdurlara
destek sağlama ve toplumsal farkındalığı artırma amacı taşıyan çeşitli yasal
düzenlemelerin ve destek sistemlerinin oluşturulmasına yol açtı.
Feminist ekolden bakıldığında, modernleşme dönemi (özellikle 19. ve 20.
yüzyılın ortaları) aile içi şiddeti etkileyen bir dizi karmaşık dinamikle ilişkilidir.
Modernleşme, endüstrileşme, kentselleşme, eğitim olanaklarındaki artış ve kadın
hakları hareketinin etkisiyle toplumsal yapıda önemli değişikliklere yol açtı.
Ancak, bu süreçler aynı zamanda geleneksel cinsiyet rollerini sorgulayan ve
değiştiren bir dizi çatışmayı da beraberinde getirdi.
Ekonomik Bağımsızlık ve Güç Dinamikleri: Modernleşme, kadınların iş gücüne
katılımını artırdı ve ekonomik bağımsızlıklarını güçlendirdi. Ancak, aile içindeki
geleneksel güç dinamikleri bu değişikliğe hemen ayak uydurmadı. Ekonomik
bağımsızlık kazanmış kadınlar, patriyarkal normlar nedeniyle aile içindeki güç
dengesizlikleri ve şiddetle karşılaşabilirler. Kadınların ekonomik bağımsızlığı,
bazı durumlarda aile içindeki kontrol arzusunu tetikleyebilir ve bu da şiddetin
ortaya çıkmasına neden olabilir.
Cinsiyet Rollerinin Değişimi: Modernleşme, cinsiyet rolleri üzerinde de önemli
etkiler yaptı. Kadınlar, geleneksel olarak atanmış rollerini sorgulamaya başladı ve
daha geniş bir toplumsal katılım arayışına girdi. Ancak, bu değişiklikler bazı
bireylerde cinsiyet rollerine karşı direnç oluşturabilir. Bu direnç, aile içindeki
şiddeti tetikleyebilir, çünkü kadınlar ve erkekler arasındaki geleneksel rol
beklentileriyle başa çıkmak istemeyen bireyler arasında çatışma yaşanabilir.
Kadın Hakları Hareketinin Etkisi: Modernleşme süreci, kadın hakları hareketinin
yükselişiyle de eşzamanlı olarak gerçekleşti. Kadın hakları aktivizmi, aile içi
şiddeti kamusal bir mesele olarak gündeme getirdi ve bu konuda toplumsal
farkındalığı artırdı. Ancak, bu farkındalık artışı aynı zamanda aile içi şiddetin
boyutlarını ve yaygınlığını da ortaya çıkardı. Kadın hakları hareketi, mağdurlara
destek sağlamak ve yasal düzenlemelerde değişiklik yapmak için çaba harcadı,
ancak bu süreçler de zaman aldı.
Feminist bakış açısına göre, modernleşme döneminde aile içi şiddet, cinsiyet
eşitsizliğinin devam etmesine rağmen, toplumsal değişim ve bilincin artmasıyla
birlikte ele alınmaya başlandı. Ancak, bu süreçler, eski normların hala direnç
gösterdiği ve bazı durumlarda şiddetin devam ettiği bir geçiş dönemini de
yansıtmaktadır.
Aile içi şiddetin tarihsel kökenleri, toplumsal cinsiyet normlarının ve güç
dinamiklerinin evrimiyle yakından ilişkilidir. Feminist perspektif, bu kökenleri
anlamak ve değiştirmek için toplumsal düzeyde bilinç yaratma ve eşitsizlikle
mücadele etme çabalarını vurgular.
Ailenin varlığı ile aile içi şiddet arasında bir korelasyon vardır, ancak bu ilişki
karmaşık ve çok yönlüdür. Ailenin varlığı, bireyler arasındaki ilişkilerin doğasını,
aile dinamiklerini ve sosyal bağları şekillendirir. Aile içi şiddet ise, aile üyeleri
arasında gerçekleşen fiziksel, duygusal, cinsel veya ekonomik şiddetin bir
formudur.
Ailenin varlığı ile aile içi şiddet arasındaki bazı temel korelasyonlar:
Aile Yapısı ve Dinamikleri: Aile yapısı ve dinamikleri, aile içi şiddetin görülme
olasılığını etkiler. Örneğin, ailede iletişim eksikliği, güç dengesizliği, kontrol
arzusu, stres, maddi sıkıntılar gibi faktörler, şiddetin ortaya çıkmasına katkıda
bulunabilir.
Toplumsal Normlar ve Kültürel Faktörler: Toplumun genel normları ve kültürel
değerler, aile içi şiddeti etkiler. Bazı kültürlerde, geleneksel cinsiyet rollerine
dayalı olarak güçlü normlar, şiddeti teşvik edebilir. Aile yapısı ve normlarının aile
içi şiddetle mücadele etmeye yönelik olumlu bir etkisi olabilir veya tam tersine,
bu şiddeti normalleştirebilir.
Eğitim ve Bilinç Düzeyi: Aile içi şiddeti önlemek için eğitim seviyesi ve bilinç
düzeyi önemli bir rol oynar. Daha yüksek eğitim düzeyine sahip ailelerde, aile içi
şiddetin önlenmesine yönelik daha fazla bilinç olabilir. Eğitim, aile üyelerine daha
sağlıklı iletişim becerileri kazandırabilir ve çatışma çözme yöntemleri konusunda
bilinçli olmalarını sağlayabilir.
Ekonomik Durum: Ekonomik sıkıntılar, aile içi şiddetle ilişkilendirilmiştir. Maddi
zorluklar, aile üyeleri arasında gerginlik ve stres yaratabilir, bu da şiddetin ortaya
çıkma olasılığını artırabilir. Aile içinde ekonomik güç dengesizliği, kontrol ve
şiddet arasında bir ilişki oluşturabilir.
Sonuç olarak, ailenin varlığı ile aile içi şiddet arasındaki korelasyon, bir dizi
faktörün etkileşimine dayanır. Bu faktörler, aile yapısı, kültürel normlar, eğitim,
ekonomik durum ve sosyal destek sistemleri gibi çeşitli alanlarda ortaya çıkar ve
ailenin sağlıklı ve destekleyici bir çevre oluşturup oluşturmadığını belirleyebilir.
Aile içi şiddetin nedenleri oldukça karmaşık ve çok yönlüdür. Bu nedenler,
tarihsel, kültürel, sosyal ve bireysel faktörlerin etkileşimiyle şekillenir. Ayrıca,
aile içi şiddetin nedenleri zaman içinde değişebilir. Tarihsel perspektifte aile içi
şiddetin nedenlerine bakıldığında ailenin kendi dinamiklerinden bağımsız olan bir
şiddet olmadığı anlaşılacaktır.
Geleneksel Cinsiyet Rolleri ve Patriyarkal Toplum Yapısı: Tarihsel olarak, pek
çok toplumda geleneksel cinsiyet rolleri ve patriyarkal toplum yapısı, aile içi
şiddetin kökenlerini oluşturmuştur. Erkeklerin ailede otoriteye sahip olduğu,
kadınların ise daha itaatkâr ve ikincil bir konumda olduğu normlar, şiddetin
meşrulaşmasına neden olmuştur. Bu normlar, erkeğin aile içinde kontrol ve güç
sahibi olma beklentisiyle ilişkilendirilmiştir.
Ekonomik Zorluklar ve Stres: Tarihsel olarak, ekonomik zorluklar ve stres, aile
içindeki gerilimi artırarak şiddetin ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştur. İşsizlik,
maddi sıkıntılar ve geçim zorlukları, aile üyeleri arasında gerilimi artırabilir ve bu
da şiddetin ortaya çıkma olasılığını artırabilir.
Eğitim ve Bilinç Düzeyi: Tarihsel olarak, eğitim düzeyi ve bilinç seviyeleri, aile
içi şiddetle ilişkilidir. Daha düşük eğitim düzeylerine sahip bireylerin, şiddetin
kabul edilebilir bir çözüm olduğuna dair inançları olabilir. Eğitim, bireylerin
çatışma çözme becerilerini geliştirmelerine ve şiddetten kaçınmalarına yardımcı
olabilir.
Toplumsal Normlar ve Kültürel Faktörler: Toplumsal normlar ve kültürel
faktörler, aile içi şiddeti etkiler. Tarihsel olarak bazı toplumlarda, şiddetin
kullanılması, aile içindeki sorunları çözmenin bir yolu olarak kabul edilebilirdi.
Bu normlar, şiddeti destekleyebilir ve meşrulaştırabilir.
Kadın Hakları ve Toplumsal Değişim: Kadın hakları hareketleri ve toplumsal
değişim, tarihsel olarak aile içi şiddeti ele almada önemli bir rol oynamıştır.
Kadınların haklarının güçlenmesi, cinsiyet eşitliği mücadeleleri ve toplumsal
değişim, aile içi şiddeti daha fazla görünür kılmış ve bu konuda toplumsal
farkındalığı artırmıştır. Ancak, bu değişimler aynı zamanda geleneksel normlara
karşı direnci de tetikleyebilir ve bu da şiddeti sürdürebilir.
Tarihsel perspektiften bakıldığında, aile içi şiddetin nedenleri, toplumun evrimi,
normların değişimi ve ekonomik faktörler gibi bir dizi karmaşık etmenle
ilişkilidir. Bu nedenlerin anlaşılması, aile içi şiddetle mücadelede etkili stratejiler
geliştirmek için önemlidir.
Sonuç olarak, aile içi şiddetin tarihsel kökenlerine dair yapılan analiz, geleneksel
cinsiyet rolleri, patriyarkal toplum yapıları ve toplumsal değişimin etkisiyle
şekillenen karmaşık bir evrimi göstermektedir. Modernleşme dönemi, ekonomik
bağımsızlık, cinsiyet rollerinin değişimi ve kadın hakları hareketi gibi faktörlerle
birlikte aile içi şiddetin dinamikleri üzerinde etkiler yaratmıştır.
Metinde, aile içi şiddetin genel tanımının yanı sıra feminist bakış açısından, bu
şiddetin genellikle toplumsal cinsiyet normlarına dayandığı ve erkek egemen güç
ilişkilerinden kaynaklandığı belirtilmiştir. Ayrıca, aile içi şiddetle mücadelede
feminist aktivizmin ve araştırmaların önemi vurgulanmıştır.
Son olarak, aile içi şiddetin ciddi fiziksel ve psikolojik etkiler bırakabileceği, bu
sorunla mücadele için multidisipliner bir yaklaşımın gerekliliği ve feminist
perspektifin bu mücadelede önemli bir rol oynadığı vurgulanmıştır.

You might also like