You are on page 1of 62

LOGOS

İlhan Berk, başlangıcından bugüne, yazdığı şiirlerle hep "günü­


müzün en ilginç ve en genç" şairlerinden biridir. Berk 1918'de
Manisa'da doğdu. İlk yazıları, ilk şiir kitabı Güneşi Yakanların Se­
liimı (1935)'nı da yayımiayan Manisa Halkevi dergisinde çıktı.
Destansı yönünün ağır bastığı, adeta bir Türk Walt Whitman'ı
olarak adiandınidığı dönemde lstanbulı939-47 (1947); Günaydın
Yeryüzü (1952); T ürkiye Şarkısı (1953) ve Köroglu (1955)'nu yayım­
laıruşh. Sonrası; İkinci Yeni'den eski şiirimize, kendi Atiası'nı
kurmaktan düzyazı şiirlere, aforizmalarından harfleri, nesneleri
ve semtleri sevmeye dek genişleyen çok kollu bir şiir ırmağıydı:
Galile Denizi (1958); Çivi Yazısı (1960); Otag (1961); Mısırkalyonig­
ne (1961); Aşıkane (1968); Şenlikname (1972); Taşbaskısı (1975); At­
las (1976); Kül (1978); Istanbul Kitabı 1947-80 (1980); Deniz Eskisi
(Şiirin Gizli Tarihi'ni de içererek) (1982); Delta ve Çocuk (1984);
Galata (1985); Güzellnnak (Şairin Kanı'nı da içererek) (1988); Pera
(1990); Dün Daglarda Dolaştım Evde Yoktum (1993).
Otobiyografik anlatısı Bir Uzun Adam ile, bir şairin gözü ile do­
ğayı ve her derde deva çağcıl bir aklar dükkanını bize sunan ko­
kulu Şifa/ı Otlar Kitabı'nı ise 1982'de yayımlamıştı. 1994 yılında
ise, yapıtiarına bir de Deneme/Günlük ekledi: lnferno. Resim
yapan ve resim üzerine de yazan (Turan Erol, 1990) Berk, Baş­
langıandan Bugüne Beyit Mısra Antolojisi, Dünya Edebiyatından
Aşk Şiirleri, Arthur Rimbaud'dan Seçme Şiirler, Aşk Elçisi, Dünya
Şiiri ve Ezra Pound: Seçme Kaniolar adlı çeviri ve antoloji çalışma­
lanyla da sivrildL
Tüm bu, çok renkli dünyasını döktüğü günlükleri El Yazılarına
Vuruyor Güneş ise ilk kez 1983'te yayımlanmışh. Berk'in yapıtla­
nndan Kül 1979 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü'nü, Istanbul Kitabı
1980 Necatigil Şür Ödülü'nü, Deniz Eskisi 1983 Yeditepe Şiir Ar­
mağanı'nı, Güzel Innak'sa 1988 Simavi Edebiyat Ödülü'nü (F.
Edgü ile) kazandı.
Şairin son kitabı Asılı Eros (çeviri şiirler, 1996); Logos'un
ardından yine YKY'den çıkıyor.
İlhan Berk'in YKY'deki
öbür yapıtları

El Yazılarına Vuruyor Güneş 1955-1990 (Günlük, 1992)


Uzun Bir Adam (Anlatı, 1993)
İnferno (Deneme-Günlük, 1994)
Kanatlı At (Söyleşiler, 1994)
Asılı Eros (Çeviri Şiir, 1996)
ILHANBERK

Logos

DENEMELER

0110
Edebiyat- 160
ISBN 975-363-590-7

Logos 1 İlhan Berk

1. baskı:1500 adet, İstanbul, Eylül1996

Yayma Hazırlayan: Birhan Keskin


Kapak Tasarım: Pınar Kazma Çınar
Ofset Hazırlık: Nahide Dikel
Düzelti: Birhan Keskin
Yayın Koordinatörü: Aslıhan Dinç
Baskı: Şefik Matbaası

©Yapı Kredi Yayınlan Ltd. Şti.,1996


Tüm yayın haklan saklıdır.
Taıutım için yapılacak kısa alıntılar dışında
yayıncının yazılı izni olmaksızın
hiçbir yolla çoğaltılamaz.

Yapı Kredi Yayınlan Ltd. Şti.


Yapı Kredi Kültür Merkezi
İstiklal Caddesi, No: 285 Beyoğlu 800050 İstanbul
Telefon: (0-212) 293 08 24 Faks: (0-212) 293 07 23
İÇİNDEKİLER

I Şair Gerçekten Olan Şeyi Değil Olabilir Olanı Anlahr • 11


II Bir Sözcüğün Ölümü Demek • 12
III Dilin T üketim Aracı Dışında Kendine
Gelme Eğilimi Vardır • 13
IV Şiirle Buluşmamız Tansıkla Buluşmadır • 14
V Dilin Doğasında Sözün Egemenliğine Karşı Gelen
Bir Dil Vardır • IS
VI imgenin Gücü Belirsizliğindedir • 16
VII Dev Uzaklıf • 17
VIII Nesnesine Arkasını Dönen Bir Dilden Söz Edilebilir • 18
IX Sözcük Her Şeydir • 19
X Dil 'Ben'i Bozguna Uğratır • 20
XI Sesin Beyaz Gömleğim Nerde • 21
XII Şiir Daha Çok Sessizlikleri Yaşar • 22
XIII Şiirin Hayatı Diptedir • 23
XI V Kimi Dizeler Karanlık İmgelerle Yürür • 24
X V Şiir Dilin Alışılmadık Bir Biçimde Kullanılışında Baş Verir • 29
X VI imge ya da Daha Az Bir Gerçek • 30
X VII Sözcükler Yerlerinden aynatıldığında • 31
X VIII Sözcükler Suç İşlemeden Kendilerine Gelemezler • 32
XIX Koşuk Şiir Şiirin Doğasına Karşıdır • 33
XX Dil Yolculuğu Boyunca Hem Bilineni
Hem Bilinmezi Yüklenir • 35
XXI Bir Kıyıya Atılmış Eski Püskü Nesneler • 36
XXII Şiir Sözcüklerin Anlamını Görmemezlikte Yatar • 37
XXIII Yorum Gücü • 38
XXI V Hiçle Yüzleşmedir Şiir • 40
XX V Şiir Dili Doğası Gereği Sayrıldır • 41
XXVI Sözcükler Ölümle Dalaşa Dalaşa Kendine Gelirler • 42
XX VII Biçim İçerik Sözcükleri Öteden Beri Bana Batmıştır • 43
XX VIII Şiir Bir Bakıma Ağacı Yapraklarından Görmeye
Çalışmaktır • 44
XXIX Dil Bilinmeze Yaslanarak Yürür • 45
XXX Biçem Şairde Yıkımdır • 46
XXXI Dil Her Zaman Çalışır • 49
XXXII Tekanlamlı Sözcüklerin Esini Yoktur • 50
XXXIII Dizem Bu Gizli Güç Saklı Su • 51
XXXI V Dil Gösterir Resimler Çekilir • 53
XXX V Kuyucu Arıyordum • 54
XXXVI Şiirde Müzik Sözün Üstünün Çizildiği Yerdedir • 55
XXXVII 'Benim Düşüncelerim Yoktur İmgelerim Vardır' • 56
XXX VIII Şiir Kusursuz Simyacının İşidir • 59
XXXIX Sözlükler Başyapıtlarımdır • 60
XL Şairin Umudu Yoktur • 61
'Gerçek olan varlığında daha da olmayam,
ütopyamsı bir varlığm olanağmı taşır.'

Ernst Bloch
I

Şair Gerçekten Olan Şeyi Değil


Olabilir Olanı Anlatır

Aristoteles'in 'şair gerçekten olan şeyi değil, olabilir olanı an­


latır dediğini biliyoruz. Bunu pekiştirrnek için de Argos'taki Mytis
yontusunu örnek verir: Mytis'in ölümüne neden olan adam yontu­
ya bakarken, yontu birden onun üstüne yürür ve onu öldürür.
Şiirin gerçeğini hiçbir şey bundan daha iyi anlatamaz. Bura­
daki gerçek, gerçeğin kendinden de daha bir gerçektir. Şiirde ger­
çek, gerçeği aştığında gerçektir çünkü.
Şiir, duvaremın elinden düşürdüğü tuğlanın yere düşmesinde
değildir 1 havada asılı kalmasındadır.
Tansıktadır.
Olağanüstündedir.
Octavio Paz bunun için şiirsel yaratışı sihir ve büyüye benze­
tecektir. Şairi de bir büyücü ye.
Öte yandan, Rimbaud 'olabilir olanın' yerine 'bilinmeyeni bu­
lup ortaya çıkarma'yı koyacaktır. Şairi de bir yalvaç gibi (öngören)
görecektir.
Bir şiire böyle bakılmadıkça ondan bir şey anlayamayız.

ll
II

Bir Sözcüğün Ölümü Demek

Bir sözcüğün ölümü demek, dünyamızın daha bir kısırlaşma-


sı,
kemikleşmesi, yoksullaşması demektir.
Giderek de yokolması ...

12
III

Dilin Tüketim Aracı Dışında


Kendine Gelme Eğilimi Vardır

Dilin tüketim aracı olması dışında, kendine gelme, kendi olma


eğilimi de vardır.
Lacan, dilin özneden bağımsız işleyen yapıları olduğunu bul­
du. Bilinçdışmın işleyişi gibi bir işleyişi olduğunu da saptadı.
Öte yandan, dilin tüketim aracı olmaktan çıkhğı, kendine gel-
diği an belki de yalnız şürdedir.
Varlığını neredeyse yalnız onda doğrular.
Yalnız şiirde kendi dilini arar, tüketici, verili dili yadsır.
Şiirin asıl savaşı da buradadır.
Düzyazının verili dilin dışında bir dili yoktur hem.
Dilin kendine gelme, kendi olma eğilimini, bu masum isteği
bağışlamalıyız ona!

13
IV

Şiirle Buluşmamız Tansıkla Buluşmadır

Çam ağacını öğrenmek istiyorsanız


çam ağacına, bamhuyu öğrenmek
istiyorsanız bambuya gidin.
Kanılannızı bir yana bırakın.

(Matsuo Başo)

Şiirle buluşmamız (ki tansıkla buluşmadır bu) neredeyse dün­


yaya yeniden gelmektir. Bu da her şeyi yeni görüyor, dokunuyor,
öğreniyoruz demektir. Bu tavrı da koymaktır. Bu gene şimdiye de­
ğin dünya, insanlar, nesneler üstüne bütün bildiklerimizi bir yana
atarak, ordan bakmaktır. Öte yandan, bunun aynı zamanda büyük
bir boşluğa düşmek; orda emeklemek, bocalamak olduğu da açık­
tır. (Değil mi ki dünyaya yeni geliniyordur). Hem şairler dünyanın
yeni sözlüğünü yazmak için bunu her seferinde üstlenmişlerdir.
Yazmak istenilen şeyle araya başka hiç mi hiç bir şey sokmamak,
yalnız onunla olmak, onu görmek, onu yaşamak; ondan ayn düş­
mernek için buna gerek vardır. Şiiri çırılçıplak karşılamak!
Şairler şiirle her buluşmada bunu yaşarlar.

14
V

Dilin Doğasında Sözün Egemenliğine Karşı Gelen


Bir Dil Vardır

Dilin doğasında sözün egemenliğine karşı gelen bir dil vardır.


Dili bu sınırda yakalamak;
ordan bakmak;
orda tutmak ...
o sınırdan yazmak.

15
VI

Imgenin Gücü Belirsizliğindedir.

imgenin ('varlığın gölgesi') gücü belirsizliğindedir.


Belirsizliği kışkırtarak, çağaltarak bir başka belirsiz belirlik
önermesindedir.
Bu her seferinde de yinelenir.
Bitimsiz bir gidip gelme, koşuşma, devim.
Kendi söylemini sürekli silmek.
Farklılıklan yakalamak.
imgenin yaşamıdır bu.

16
VII

Dev Uzaklık

Sözcüklerle, söylemek istediğimiz şey arasındaki yolun uzak­


lığına 'dev uzaklık' der Ungaretti. Bunun kısa turulmasını öğütler.
Bir çeşit sözcük ekonomisi diyebiliriz buna. Ayrıkatiarına aman
vermemek: Söylemek istediğimizi söyleyip en kısa yoldan çekil­
mek. Şiir hep böyle bir yolculuğun sonudur hem.
Bu 'dev uzaklığı' sıfıra indirmekte üstüne yoktur Ungaret­
ti'nin. Birkaç sözcük bile yeter çoğun ona. Bu yolu kimi zaman tek
bir sözcüğe indirgerneyi bile düşünmüştür. Dilin buna yetmediği
de bir gerçektir. Ote dil sıraya girer burda. Söylenmeyeni söyle­
mektir bu (bu yokedilmez, ölümcül olanaksızlık cehennem). Öte
yandan, bu dev uzaklığı sözcükler ta baştan da koyarlar. Bunun
tersini de. Her yapı kendi doğasının gereğini getirir. Kimi zaman
bu uzaklığı yalnız üç sözcük, üç sayfaya birden yayılarak yapar
(Aşıkane, s. 153-56); kimi zaman da tek bir sayfada iki küçük harf:
vb (Hamsi, s. 170) yeter buna. Bir ressam, bir besteci için de aynı
olabilir bu. John Cage bu bitimsiz, yıldırıcı, baskıcı uzaklığı, susa­
rak da doldurur (John Cage, Silence). Klee, koca tuali bir iki harf,
bir ay parçası; Beuys da, bir yaprakla çözer sorunu.
'Dev uzaklık' 'bitiş' içinde 'bitmemişliği' taşıyarak da sonuçla­
nabilir. Eksiklik, yarım bırakılmışlık da biitiiniin dalaylı yoldan
kendisidir (örnekleri her alana uzatabiliriz) . Pierre Boulez (sanat
yapıtlannın bitmezliğine inandığından) bu uzaklığı elinden geldi­
ğince 'uzakta tutarak', oraya yaklaşmayarak, yapıtın kendi içinde
dönerek yapar. Böylece bitmemişliğin sonsuzluğunda gidip gele­
cek, yaklaşhkça uzaklaşacaktır. Büyük yapıtı Explosante-Fixe'e hiç
'bitmemiş' bir yapıt diye bakmayı böyle sürdüremeyecek midir?

17
VIII

Nesnesine Arkasını Dönen Bir Dilden Söz Edilebilir

'Düşleyin, küllerim!'

Nesnesine arkasını dönüp oturan bir dilden söz edilebilir.


Kendine, bir kendine çekilen bir dildir bu.
Böylece de kendi kendini yaratan.
Dilin uyku hali.
Konuşmayan, bir şey önermeyen: Sessiz dil.
iletişimsizliği, iletişim bilmek.
Artık burda olmayan, silinmiş, yırtılmış sesler...
Söylenmezi bulmak ...

18
IX

Sözcük Her Şeydir.

Sözcük her şeydir.


Mallarme'nin şiirlerinin zor anlaşılması anlam sorununu hep
gündemde tutmuştur.
Bunun sözcüklerden geldiği biliniyordu. Üstelik sözcükler de
ne bütün bütün eski, ne de yeni idi. Bu durum Mallarme'nin söz­
lük olarak çoğunlukla Littre'yi, Liftre'deki (Littre Sözlüğü hem ba­
şat, hem de yananlamlar bakımından en zengin sözlüktür) sözcük­
lerin, özellikle yananlamlannı kullandığı saptanınca* biraz olsun
sorun çözülmüştür. Elbet yalnız yananlamlarla da bitmiyordu zor­
luk, sözcüklere kazandırdığı yeni anlamlar da o denli önemliydi.
Şairler dünyayı değiştirmeyi, hiç değilse görüneni, bilineni
değiştirmeyi sözcüklerle, sözcüklere verdikleri yeni anlamlarla ya­
parlar.

• Bu, Mallarme'nin bir zamanlar İngilizce öğretmenliği yaptığı bir lisedeki kitaplıkta Littrı!' de
kimi sözcüklerin üçüncü, dördüncü anlamları üzerindeki kurşun kalemi izlerinin (bir Mallar­
me uzmanınca) ortaya çıkarılmasıyla anlaşıldı.

19
X

Dil 'Ben'i Bozguna Uğratır

Dit 'ben'i bozguna uğrahr.


Derin hiçliğe gömülerek ordan bakar.
Şiir, bu bozgunu, bu kral yolu arar.

20
XI

Sesin Beyaz Gömleğim Nerde

Sesin,
beyaz
gömleğim
nerde.

Yukardaki dörtlük uzun süre anlamını değiştire değiştire ya­


şadı bende.
Şiirler zamanla anlam değişimine uğrarlar. Bunda yadırgana­
cak bir şey yoktur. Hem bizim, hem şiirlerin doğası gereğidir bu.
Bir yıl boyunca bendeki ilk anlamını korudu. Belirli, açık bir
anlam değildi bu; ama karanlık da olsa bir anlamdır gene de.
İkinci yıl bendeki anlamını yitirdi, hiç düşünmediğim yerlere
kaydı. Enikonu da belirsizleşti, sise büründü. Gizlendi.
Üçüncü yıl boyunca bütün anlamlarını yitirdi yalnızca bir şey­
ler duyurur, sezdirir gibi oldu, kaldı.
Bugün hala anlamdan anlama gidip gelmesine karşın, karan­
lıklığını koruyor. Şiirin seçtiği gerçeğin bu olduğunu anlayınca da,
bıraktım (şiirlerin de kendince bir anlam üretme haklan vardır).
Hem ne diyor Kavafis: çoğunlukla karanlıktır şiirler ve bu saye­
de başka duygular, benzer durumlara uyabilirler.

21
XII

Şiir Daha Çok Sessizlikleri Yaşar

Şiir en çok sessizlikleri yaşar.


Şiir dili kekemedir. Bu yüzden sessizlikleri sürekli vurgular.
Sürgitlik, kesintisizlik düzyazıya özgüdür.
Şiir sessizlikle dağılıp parçalanarak yol alır.
Şiirin bütün birimleri bunu sayfada (sayfa, şiirin ölüm kalım
yeridir) yaşar.
Düzyazı bu sessizlikleri bilmez.
Şiirdeki bu sessizlik 'sözün ertelenmesinin' ta kendisidir. Şiir
ile düzyazıyı ayıran da budur.
Sözün ertelenmesinden kopardıklanmızdır şiir.

22
XIII

Şiirin Hayatı Diptedir

Şiirin hayatı diptedir.


Çölde.
Kendisiyle özdeşlik peşinde de değildir.

23
XI V

Kimi Dizeler Karanlık lmgelerle Yürür

'Horatius'u hatırlıyorum, dizeleri bittiği


halde, sonuçlanmadığı ve dolayısıyla bağlan­
tısız olduğundan, benim için şairlerin en gi­
zemlisi olmayı sürdüren Horatius'u.

(Borges)

Kimi dizeler, şiirler vardır, karanlık imgeler, uzak çağrışımlar­


la yürür. Bir yerlere oturtamaz, sonuçlandıramazsınız, ama etki­
sinden de kurtulamazsınız. Ne zaman böyle dizeler, şiirlerle karşı­
laşsam, Borges'in yukardaki sözlerini anımsar, soluk alırım.

Gene böyle oldu işte:

ESKİ MÜHÜRLER

Eski mühürleri okumak bizimkisi,


Ardıç kuşlarını vurmak aslanlı yolda,
Eş biçimli sazlarla ördüğüm hasırda,
Kapıları kilitli aynalara karşı,
Yatmak totemlerle ve ardımda yaralı
Ren geyiği, sabah, ölümü çeyrek geçe,

24
Etobur kuş, telaşsız, dönerken havada,
Gemi ve beygir leşlerimiz, arabalar,
Virgüllerin savuran yağmuru altında
Dökülmek yollara, yürümek düşe kalka,
Yaprağa, yosuna, yıldıza baka baka.
Bir ateş bütün gün, bir duman bütün gece!

Eski mühürleri okumak bizimkisi,


Ardıç kuşlannı avlamak ve böylece . . .

(Oktay Rifat)

25
1
1

1
1
xv

Şiir, Dilin Alışılmadık Bir Biçimde Kullanılışında


Baş Verir

Şiir, dilin alışılmadık bir biçimde kullanılışında


baş verir.
Bu dil bulunroadıkça yokhır.
Şiir, bu dilin kullanılışıdır da diyebiliriz.

29
XVI

Imge ya da Daha Az Bir Gerçek

imge, benzetme, benzetişim (simulation), eğretileme, simge


vb. terimleri Latin antikHesinin bir düşünü diye görür Abraham
Moles. Daha çok da benzetme üstünde durur. Varolanı yeniden
üretme, canlandırma diyebiliriz benzetmeye. Gerçeği bir çeşit ye­
nileme, gizleme. "Daha az" bir gerçek.

Benzetme, şairlerin elinde her seferinde böyle yeni bir boyut,


yeni bir anlam kazanır. Giderek gerçeği de aşarak, gerçeğin kendi­
sinden daha bir gerçek olur.

Pessoa, daha da ileri giderek şöyle diyecektir:


"Şair o kadar yetkin bir benzetişimcidir ki, gerçekte duyduğu
acıyı bile yeniden canlandırabilir."

Şairler, kuşkusuz, bütün söz sanatlarını gerçeğe yeni bir gözle


bakmak, yeni biçimlere sokmak, üretmek;
yeniden yapmak için kullanırlar.

30
XVII

Sözcükler Yerlerinden aynatıldığında

Sözcükler yerlerinden oynatılıp dünya yolculuklarına başla­


dıklarında yarış atiarına dönerler, her yeri, her şeyi talan ederler.
Dünyada olduklarını da böyle anlarlar. Bu elbet onlar için büyük
bir şeydir. Gördükleri, dokundukları, kokladıklan herşeyin de ıssı
kesilirler. Böyle nice şey de kimliklerine daha bir kavuşur, daha bir
kendi olur. Sözcükler bu yolculuğun sonunda hem büyümüşler,
hem de zenginleşmişlerdir.
Öte yandan, sözcüklerin bu serüvenine yalnız şairler, yalnız
onlar kuşkuyla bakarlar. Bu da şairlerin sözcüklerin ilk hallerine
olan düşkünlüğüyle açıklanabilir ancak. Sözcüklerin ham hali on­
lar için neredeyse herşeydir. Şiirin asıl orda yuvalandığını, asıl sa­
hiliğin de orda çöreklendiğini saptamışlardır çünkü. Sözcükler
dünyayla haşır neşir olmuşlar, yeni anlamlar, yeni duyarlıklar ka­
zanmışlardır ama, zedelenmiş, yıpranmış; zamanla kimlikleri de
değişmiş, kemikleşmişlerdir de. Dünyaya ilk geldikleri gibi değil­
dirler artık: Takmış, takıştırmış, türlü kılıkiara girip çıkmışlardır.
Soy kütükleri dumura uğramış, asıl da sahilikierini yitirmişlerdir.
Bunun sonunda da kökenieri grileşmiştir: Şiir dilinin dışına çıkmış­
lardır. Şiir dilini, yazının öbür türlerinden ayıran da şairlerin bu
köktenci tavrıdır. Bir şeyi daha bilirler: Sözcüklerin asıl zenginliği
bu el değmemişliğinde, hamlığındadır. Hem sözcükler şiir dilinin
dışında başka hiçbir yerde sahiliğini koruyamazlar. Asıl da farklı­
lıklarına (farklılık herşeydir!) varamazlar, farklılığı yaşayamazlar.

31
XVIII

Sözcükler Suç Işlemeden Kendilerine Gelemezler

Sözcükler suç işlemeden, aç kalmadan, acı çekmeden, seviş­


meden kendilerine gelemezler.
Bunun için bizim gelip ellerinden tutmamızı beklerler.

32
XIX

Koşuk Şiir, Şiirin Yapısına Karşıdır

Koşuk şiir, şiirin doğasına karşıdır. İlle de bir kalıba (moule)


girmek ister. Bir sıkıyönetim uygular. Bunu zorunlu kılar. Ölçüyü
bir yana bırakırsak; (çünkü ölçü dilin yapısına ne de olsa ters düş­
mez) uyak tam bir cenderedir.

Çiviyazısı'nı saymazsak uyağı aradım diyemem. Kendi halin­


de bırakhm; gelince de hayır demedim.
Uyak bir sözcüğü kilitler, dondurur bırakır. Anlamı da boğar:
Katlamaz. Kıvancın (şiirin herşeyi) yolunu sekteye uğrahr, devini­
mine ket vurur. Nerdeyse kendisine karşı gelen her şeye ayak dire­
tir. Noktanın yapt��nı yapar: Kapatır şiiri. Asıl da dizerne bela
olur, yolunu hkar: Ozsusuz kalır.
Aşıkane'de kimi şiirler uyağa devinim kazandırmak için hem
bölünmüş, hem yerinden oynahlmış, hem de uyaklar arasında
uzaklık yarahlmışhr. Göz uyağı aramaz, gerek duymaz. Kulak,
düşteymiş izlenimini verir: Bir duvara çarpar gibi gidip çarpmaz.

Koşuk şiir, ancak dua gibi -kendiliğinden- bir yapıya kavuş­


tuğunda erişilmezdir:

33
GEÇEN DAKİKALARI M

Kimbilir nerdesiniz,
Geçen dakikalarım,
Kimbilir nerdesiniz?

Yıldızların, korkarım,
Düştüğü yerdesiniz,
Geçen dakikalarım.

Acaba tütsü yaksam


Görünür mü yüzünüz,
Acaba tütsü yaksam?

Siz benim yüzümsünüz:


Eğilip suya baksam
Görünür mü yüzünüz?

Gitti bütün güzeller.


Sararmış biri kaldı.
Gitti bütün güzeller.

Gün geldi, saat çaldı,


Aranızda verin yer;
Sararmış biri kaldı! ..

(Necip Fazıl Kısakürek)

34
xx

Dil Yolculuğu Boyunca Hem Bilineni


Hem Bilinmezi Yüklenir

Dil, yolculuğu boyunca hem bilineni, hem de bilinmezi yükle-


nir.
Bilinmezi bulgulaması asıl özgürlüğüdür.
Şiir dilinin amacı da budur.

35
XXI

Bir Kıyıya Atılmış Eski Püskü Nesneler

Giacometti, atölyesinin pencere kıyılanna, oraya buraya birik­


miş tozlann alındığını görünce çılgına döner.
Çöpler, artıklar, is-pis, toz-toprak, bir kıyıya atılmış eski püs­
kü nesneler, şeyler derimize yapışmış, bizimle gidip gelen, nerdey­
se de bizim olmuş varhklardır. Atılmaz, anlamazlar. Nice yaşamı­
mıza kanşmışlar, tanık olmuşlardır. Jean Genet, Giacometti'nin
atölyesinden söz ederken: 'Bütün bedeninde atölyesinin gri rengi
var diyecektir. Dahası şunu da ekleyecektir: 'Giacometti zamanla
toz rengini almıştır.
Nesneler, ancak sanatın yansıtabileceği gizemi, büyüyü kuşa­
nırlar.
Nesnelerle her yerde, her zaman yaşarız.
Hem belki de en çok onlarla...

36
XXII

Şiir Sözcüklerin Anlamını Görmemezlikte Yatar

Şiir sözcüklerin anlamını görmemezliğe gelmekte yatar.


Varoluş o zaman gerçekleşir.

37
XXIII

Yorum Gücü

Michel Foucault dilin yonım gücünün şiire Mallarme ile girdi­


ğini yazar. Gerçekten de Mallarme'ye gelene değin Fransız şiiri
(yalnız Fransız şiiri mi? Amerikan şiiri de Poe'ya değin -bunu İn­
giliz, Alman şiirine de uzatabiliriz-) öyküye, olaya, anlatıya, kısa­
ca söze dayalı şiiri en uç noktaya getirmiştir (Hugo, Lamartin,
Vigny vb.). Romantikler nerdeyse dile, dilin yorum gücüne eğil­
memişler, bakmamışlar, onu yalnız tüketim aracı olarak görmüş­
lerdir. Böylece de dil hızla tek anlamın alanına sürülerek varlıksız­
laştırılmışhr. Dilin bir varlık sorunu haline gelmesi simgecilerle ol­
muştur. O güne değin tek anlamla yetinilirken, çok anlamlılık şi­
irin yalnız varlık biçimi olarak kalmamış, şiiri düzyazıdan ayıran
ilkelerden biri de olmuştur.
öte yandan, Mallarme, Poe, Hopkins ile dil yalnız yorum gü­
cü kazanmakla da yetinmemiş, yepyeni boyutlar, anlamlar da ka­
zanarak modern şiiri hazırlamıştır. Şiirin atardamarı olan aşılama­
nın (telkin) herşey demek olduğu da böyle anlaşılmıştır.
Bizim şiirimizde bu anlamdaki değişim de Ahmet Haşim'e
nasip olmuştur:

38
PARILTI

Ateş gibi bir nehr akıyordu


Ruhumla o ruhun arasından;
Bahsetti, derinden ona halim
Aşkın bu unulmaz yarasından.

Vurdukça bu nehrin ona aksi


Kaçtım o bakıştan, o dudaktan,
Baktım ona, sessizce uzaktan
Vurdukça bu aşkın ona aksi.

(Ahmet Haşim)

39
XXIV

Hiçle Yüzleşmedir Şiir

Şiir 'hiç'le yüzleşmedir.


Ya da ölümle.
Her şiir bunu teper.

40
XXV

Şiir Dili Doğası Gereği Sayrıldır

Şiir dili doğası gereği saynldır.


Ordan seslenir.
-İyileşmez.

41
XXVI

Sözcükler Ölümle Dalaşa Dalaşa


Kendilerine Gelirler

Sözcükler ölümle dalaşa dalaşa kendilerine gelirler.


Mutluluklarını da -o tansık- dizelere taşırlar.
Hep duyarım ben bunu:
'Ölüm babamdı cebinden her gün bir şey çıkan.'
(Ali Cengizkan)

'Kışı bekliyorum, nergis çiçeğini.


Oııımla ovmak için, seni.'
(Sina Akyol)

Onmak bilmeyen sevgili başağrılarını, yangınları da ...


Asıl da bozgunu, o vurgunu yaşarlar:
çöz beni sana
dakımabilecek kadar.'
(Yıldırım Türker)

' ... Hafız'ın


Bakın, bakm kapmızm öıliiııde dııa ediyor gölgesi.'
(Lale Müldür)

42
XXVII

Biçim Içerik Sözcükleri Öteden Beri Bana Batmıştır

Biçim, içerik sözcükleri öteden beri bana batmışhr. Bir şeyleri


dışarıda bırakıyor gibi gelir. Önce iki ayrı şey gibi düşünmeye yol
açar. Değildir aslında. Ama ille de ayıracaksak, biçim yerine yapı
demek daha doğrudur sanırım. C. L. Strauss da biçim yerine yapı
demeyi yeğler: 'lçerik yapıda gerçekliğini kazanır.' Biçim onun için
yapıdır. Bir şey daha anlıyoruz: içeriğin bir kimlik kazanması için
yapıya gereksinimi vardır. Yalnız bu da değil; kendini ancak öyle
doğrulayacağı, giderek de öyle varolacağıdır. Gerçekten de şiiri,
her şeyden önce, yapısıyla tanırız. Öte yandan, her şiirin bir tek
yapısı vardır. Bu da tektir. Yinelenemez. Bu, yapının kapalı bir ku­
hı izlenimi vermiş olmasına karşın, o denli de devingen, saydam­
dır. içeriğin bütün isterlerini karşılar. Şiirin yapısında bunu bir
ağaç gibi (şiirin yapısı bir ağaç gibi canlıdır), bütün çıplaklığıyla
görürüz.

43
XXVIII

Şiir Bir Bakıma Ağacı Yapraklarından


Görmeye Çalışmaktır

Ştir bir bakıma ağacı yapraklanndan görmeye çalışmakhr.


Şiire yaklaşımımızda bunu her zaman yaşarız.
Her şey orda yatar.

44
XXIX

Dil Bilinmeze Yaslanarak Yürür

Dil, bilinmeze tutunarak, yaslanarak yürür. Dilin bu birbaşı­


na, kendi kendine bilinmeze olan yokuluğunu hep merak ettim.
Şairlerin dilin üstüne eğilmelerinin nedenlerinden biri hep bu ol­
mamış mıdır?

Dilin bu yolculuğu boyuncaki kendidenliğini, ilk maddiliğini


(bu enderliği, ele geçmezliği), benim aracılığıını en aza indirerek
yakalamak, bunu sezer, duyar gibi olmak, o utkuyu yaşamak, bi­
linmeze tanıklık etmektir.

Daha ilerisini de merak ettim: Dilin parçalanışını, dağılışını,


esrikliğini... (Şiir parçalanmadan yazılmaz)

Körlüğünü de: Çölde yürür gibi olmakhr bu (ama çekirdekle,


çekirdeğin yanısıra yürümek).

Ben dilin parçalanışını, körlüğünü hep yaşadım.

Yokluğunu da elbet: Hiçle olmak (çölden öte bir şey) ...

Sevincim oldu bu.

45
XXX

�içem Şairde Y ıkımdır

Biçem bir yazarın -nerdeyse- her şeyi iken, şairde yıkımıdır.


Öte yandan, yazar gibi şair de başlangıçta bir biçem adamıdır.
Şair biçemle bu tanışmadan sonra ondan hızla uzaklaşır.
Biçem yazarda her seferinde daha bir gelişip yetkinlik kaza-
nırken, şairde tekdüzeliğin, devimsizliğin yerini alarak yokolma­
ya, ölüme yol açar.
Octavia Paz'ın, "şairin biçemi olmaz" derken vurgulamak is­
tediği de budur. Bu gene şiirin ne denli devimsel bir yapı sanatı ol­
duğunu gösterir.
Her şiir yeni bir dili, tekniği, söylemi, kısaca yeni bir yapıyı
getirir.
Bu da her şiirde yaratılır ancak.

46
1
1

1
1

1
1
XXXI

Dil Her Zaman Çalışır

Şiirde sözcükler ikidebir eski coğrafya ile yeni coğrafya ara-


sında gidip gelir.
Ortak bir bilinçaltını böyle oluşturur.
Bir çeşit tarihsellik
Haklı bir buluşma.
Dil, her zaman çalışır.

49
XXXII

Tekanlamlı Sözcüklerin Esini Yoktur

Tekanlamlı sözcüklerin esini yoktur. Durağan, devimsizdir.


Açıklamak, göstermek, anlatmak isterler. Bu yüzden anlamı
da etkisiz hale getirirler. Dondururlar, kocaltırlar.
Görüneni görürler yalnız.
Ben en uzak anlama veririm kulağımı.

50
XXXIII

Dizem Bu Gizli Güç Saklı Su

'Trak/'ın şiirini anlamıyorum ama tonu çok hoşuma gidiyor.'


(Wittgenstein)

Dizem, (bu gizli güç, saklı su) şiirin varoluş ilkelerinden biri­
dir. Şiiri çünkü yalnız uyandırmak, elektriklendirmekle de kalmaz,
dinamosu kesilir: Kana, enerjiye dönüştürür. Şiirin gövdesinde do­
laşmadığı, girip çıkmadığı yer bırakmaz. İmgelemi yürüyüşe geçi­
rerek bilinmez bir yolculuğa çıkar. Böylece şiirin yapısının haberci­
liğini yapar. Şiirin yoğunluk, derinlik kazanması dizemin 'vuruş
hızına bağlı' olarak bir biçim kazanır. Valery bu hızı dansa benze­
tir.
Dizemin gerçekten de canlı bir varlık gibi şiirin içinde bir sa­
atın tiktakları gibi devindiğini, soluk aldığını duyarız. Sözü sıfıra
indirir. (Söz zehirdir şiirde.) Tartar biçer onu, hizaya getirir. Şiirin
yapısının özsuyu kesilir.
Dizem, yani bir şiirin yapısını kurmak için ayaklarını sürüyen
görünmeyen, kavranmayan bu 'sözsüz' ses sözcüklerle buluşma­
yagörsün onları yerinden oynatacak, durmadan da bombardımana
tutacaktır. Durulması, bir uyuma ulaşması (bir anlam kazanması),
şıp diye oturması için de bu sözcüklerin gidip gelmesi kesilmeye­
cektir. Şiirin temelinde yatan bu erke Mayakovski 'Açıklanmaz,
ondan ancak, mıklatıslanmadan, elektriklenmeden söz eder gibi
söz edeceğiz' diyecektir. Yesenin için yazacağı şiirin bu açıklanma­
yan, sözsüz sesi de nice nice didinmeden sonra duyacak (değilmi
ki görülmüyordur), bunu da şöyle not edecektir:

51
Ta-ra-ra 1 ra ra 1 ra ra ra ra 1 ra ra 1
ra-ra-ree 1 ra ra ra 1 ra ra 1 ra ra ra ra 1
ra-ra-ra 1 ra ra-ra 1 rara- 1 ra/ ra ra

Neden sonra da ilk dize baş verecektir:

Gittin diyorlar yukarılarda bir yere

Her şiir böyle bir sese gebedir. Şair nerdeyse hep bu sese (şi­
irin değil mi ki her şeyi) kulağını tutarak, dinleyerek yaşar. Bu iç­
sel olduğu değin, dışsaldır da. Bir yaprağın dalından düşmesinde
de, içimizin bir yerinden kopup gelmesinde de duyulur bu ses.
Kavafis, bu seslerin avcısıdır. Sokaktan geçen iki delikanlının söy­
lediği ('O ne bedenler, ne saçlar, ne yüzler, ne dudaklardı!') türkü­
nün seslerini (sigara paketinin üstüne) şöyle düşürecektir (elbet bir
gün bir işe yarar diye):

Ve de şunu ekleyecektir: 'Eğer belleğim bunun izlerini sakla­


yıp yaratıcı bir heyecan anında geri verirse, kim bilir, belki de sa­
natımda birşeyler kalır bu güzelliğin kısacık geçişinden.'

Dizem, bazen de şiirin konusu, anlamı her şeyi olur çıkar. Şiir
boyunca bir onun ağırlığını, soluğunu duyar oluruz. Böylece mer­
kezgüç işlevini yüklenir.
Dizerne eytişimsel bir ırmak diye bakılmalı.

52
XXXIV

Dil Gösterir Resimler Çekilir

Dil, gösterir, resimler; çekilir.


Anlam neden sonra belirir.

53
XXXV

Ku yucu Arıyordum

Kuyucu arıyordum.
Kuyucuyu bulunca toprağı gösterdim.
"Burdan su çıkar mı?" dedim.
Toprakta gitti geldi, bazı yerlerini kazdı toprağın,
eline aldı, evirdi çevirdi.
Uzun uzun bakh.
"Çıkar da, çıkmaz da. Bilinmez." dedi.

Şairin işi de su bulucusu gibidir: Bilinmez!


Bir şiir bazen başverir gibi olur ama çoğun hiçbir
şey değildir bu.
Bilinmeze bir yolculuktur çünkü şiir.

54
XXXVI

Şiirde Müzik Sözün Üstünün Çizildiği Yerdedir

Şiirde müzik, (ses, ton, kısaca dizern) sözün üstünün çizildiği


yerde (söz kaba kuvvettir, ahirnaclıkça şiirsel işlev gerçekleşmez)
başlıbaşına bir konum kazanır, bazen konunun, anlarnın yerine ge­
çer.
Verlaine, poetikasını (Art poetique) nerdeyse bunun üstüne
kurmuştur: Sözün, söz aracılığıyla müziğe dönüşmesi.
Bu, öte yandan yalnız onun sorunu da olmamıştır; modem
şiirin devlerinin de poetikasını oluşturmuştur.

55
XXXVII

'Benim Düşünederim Yoktur fmgelerim Vardır'

Şiirde düşüncenin çok önemli olduğu vurgulanagelmiştir.


Öte yandan, T. S. Eliot, 'Düşünmek şairin görevi değildir der.
Octavio Paz da hemen hemen öyle konuşur: 'Benim düşüncelerim
yoktur. İmgelerim vardır.'
Bunlara Housman'ın da katıldığını biliyoruz: 'Şiirsel düşünce
diye bir şeyin var olduğuna kendimi ikna edemedim. Şiir söylenen
şey d�ğil, onu söyleme biçimidir.'
Ote yandan, Paul Valery ise düşünceyi yadsımadan yana de­
ğildir; ama bir meyvedeki tat gibi gizlenmesini ister.
'Büyük ozan olmak için büyük filozof olmak gerekir gibisin­
den bir sözün de Coleridge'in olduğu bilinir.
Ama, şu da gerçek: Şiir ister 'söylenenle' ister 'hiç' ile yazılsın
'söyleme' biçimine gelip dayanır.
Şairi de öyle tanımıyor muyuz?

56
XXXVIII

Şiir Kusursuz Simyacının İşidir

'Şiir kusursuz simyacının işidir' der Baudelaire.


Bugün kusursuzluk denli kusur da şiiri besliyor.
Her çağ kendi dilini, biçimini, tekniğini, tarihini getirir.
Çağımız şiiri yetkinliği yadsımamasına karşın, bir anlamda,
yetkinliğin şiirin doğasına karşı olduğunu da buldu.
Böylece şiir doğasına sahip çıkarak üstündeki -kendi dışın­
daki- ağırlığı ath, özgürleşti, çırıl çıplak oldu.
Asıl kimliğine kavuştu.

59
XXXIX

Sözlükler Başyapztlarımdzr

Sözlükler başyapıtlarımdır; onları benimle her yere taşının.

60
xxxx

Şairin Umudu Yoktur

Şiirin varlığı çoğunlukça kuşkuludur. Çoğunluğun usunu


kurcalamaz, kaplamaz. Yaşamına girmez; girmesine de izin ver­
mez; işlerinin elinden tutmaz çünkü. Bu yüzden de onanmaz.
Dışındadır onun. Şu bir gerçek: Şiir amaç gütmez, bir şey öğret­
mez. Bunun için de güven vermez.
öte yandan, çoğunluğun şiire uzak durması anlaşılmaz da
değildir. Bir işe yaramaz çünkü şiir. Anlaşılıverilen bir şey de
değildir. 'Şiirin dediğini diyemeyiz. Onu açımlayamayız' Bu da
çoğunluğa karışmasına ket vurur. Hem karışsa bile çok kısadır bu,
bir şimşek çakmasından öteye geçmez. Hemen eski yerine konur
çoğunlukça: Yokluğa. Bu konuda şiirin elinden gelen hiçbir şey de
yoktur. Yoktur, hiçbir şiir dünyada okuyucu için yazılmamıştır
çünkü.

Nerden bakarsak bakalım: Ebemkuşağıdır şiir, eberokuşağı -o


tansık- ne işe yararsa, şiir de o işe yarar.

Şairin umudu yoktur.

61

You might also like