You are on page 1of 52

hikmet.

netbülten Ramazan Ayı | 2024

R amazan
Ku r’â n-ı Ke rim Ayı
İÇINDEKILER

04 Işığın Göründüğü Ufuk

11 İslam’da Orucun Önemi

14 Kur’ân ve Ramazan

19 Ramazan’ın Şi’ârı Teravih


Namazı

26 İnanarak Oruç Tutmak

28 Hangi Takvime Uymalıyız?

37 Ramazan İlmihali

46 Bir Kere Daha Bayram


Bir Önceki Ramazan Bültenimizde Yer Alan Konular
- Kararan Dünyaya Rağmen - Günahlara kefaret - Oruç tutmanın farz olmadığı
Apak Bir Ay durumlar
- Ramazan’da Şeytanların
- Allahu Teâlâ buyuruyor ki: Bağlanması - Kadınların özel halleri

- Allah Resûlü buyuruyor ki: - Kötülüklerden Uzak Durma - Oruç Bozmanın Cezası Nedir?

- Allah Resulü Ramazan’ı Nasıl - Unutulan Bir Sünnet: İtikâf - Oruçla İlgili Bazı Merak
Yaşardı? Edilenler
- Kadir Gecesi Hangi Gecedir?
- Ramazan’da Yeni Alışkanlıklar - Fidye
Nasıl Kazanılır? - Kadir Gecesi Nasıl
Değerlendirilir? - Şeker hastaları oruç
- Mukabele Okumanın tutabilirler mi?
Dinimizdeki Yeri Nedir? - Ramazan-ı Şerif Bir Dua
Mevsimidir - Yalan, gıybet, harama
- Ramazan’a Has Bir Namaz: bakmak gibi günahlar
Teravih orucu bozar mı?

- Teravih namazı kaç rekâttır? - Sadaka-i Fıtır (Fitre)

- Teravihi hatimle kılmak - ...Ve Bayram

Bülten Arşivine Git


https://hikmet.net/e-bulten/

DESTEĞİNİZLE GÜZEL YARINLARA!


Sitemize vereceğiniz destekle, hizmetlerimizin daha verimli ve daha
profesyonel olmasına, daha geniş bir daireye yayılmasına katkı
sağlayabilirsiniz.
https://hikmet.net/destek/
Hikmet.net ailesi olarak, destekleriniz için şimdiden teşekkür ederiz.
Işığın
Göründüğü
Ufuk Kudreti Sonsuz mülâhazası sarar; “me-
şakkat teysîri celbeder” fehvâsınca, sı-
kışma da her zaman ferah-fezâ iklim-
şık, karanlıklarla savaşarak ger- lere açılmanın önemli bir rıhtımıdır.

I çek derinliğine ulaşır.. güzellik,


çirkinlikler içinde daha bir be-
İç içe bunalımlarla sarsılıp çeşit-
li kaoslar fâsit dairesi içinde kıvran-
lirginleşir.. iyiler, fâikiyetlerini tam
dığımız şu günlerde, rahatı, huzuru
olarak ancak kötüler arasında ortaya
daha iyi anlayabiliyor.. ışığın kadrini
koyabilir; hiç olmazsa bazıları için bu
daha içten takdir edebiliyor.. imanı ve
böyledir.. toplum, huzura ihtiyaç his-
Hakk’a kulluğu, o derin güzellikleriy-
settiğinde onu daha iyi duyar; duyar
le daha net görebiliyor.. kaynağı iman,
ve onun için ölür ölür dirilir. Rahatı,
vicdanlarımızdaki hakikî güveni daha
gerçek derinlikleriyle ancak meşakkat
engin duyabiliyor.. iyiliklere karşı ar-
görmüşler anlayabilir; Cenneti de sırat
zularımızın köpürdüğünü, kötülükle-
yaşamış, sırattan geçmiş olanlar.. ka-
re karşı da tiksinti duyduğumuzu daha
ranlığın en azgın ânı ışığın şafağını so-
açık hissediyor ve tam bir iyilik banyo-
luklar.. gündüzler, döl yatağı dönemini
su yapmak için kendimizi, şu aydınlık
gecenin bağrında geçirirler; baharlar
günlerin çağlayanlarına salarak son
da karın-buzun sînesinde. Sebepler
bir kez daha Ramazan diyoruz.
bütün bütün tesirsizleşince, ruhları
4
Kim bilir, şimdiye kadar kaç defa Ra- yaşayacağımıza da fazla ihtimal vere-
mazan görmüş, Ramazan duymuş, miyorum.
Ramazan yaşamışızdır; ama, değişik
Evet, şimdiye kadar bu mübarek
olumsuzlukların milleti çepeçevre ku-
ayı, değişik iltifat esintileriyle defaatle
şattığı, iradelerimizin çatırdayıp azim-
idrak ettik ve defaatle Ramazanlaşma-
lerimizin sarsıldığı ve gurbet içinde
ya çalıştık; millet olarak şanlı günler-
gurbetler yaşadığımız böyle kasvetli
deki içli ve derin Ramazanlar.. harb u
bir zaman diliminde, hırpalana hırpa-
darblerin yaşandığı o tozlu-dumanlı
lana tam mazlûmlaşmanın, her gün
günlerin sisli atmosferinde, ziyâsı ve
ayrı bir saldırı karşısında buruklaş-
bereketiyle maytaplar gibi yanıp-sö-
manın hasıl ettiği farklı bir hisle -bu
nen buruk Ramazanlar.. maddî-mâ-
biraz da kulluk insiyaklarımızdan kay-
nevî iç içe yoklukların ortalığı kasıp
naklanıyor- sînelerimizi Rabbimize
kavurduğu hazanlı Ramazanlar.. azim-
açıp en içten duygularla sızlanıyor ve
lerimizi ümitlerimize bağlayıp
“Ey Müsebbibü’l-esbâb, sebepler bütün
“Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder/
bütün uçup gitti! Düşmanların cefâsı,
Halk eder esbâbını bir lâhzada ihsan
dostların da hâl bilmezliği acz ve zaafı-
eder”
mıza inzimam edince yol mülâhazaları-
mızı yoldakilerin hayreti sardı; bahtına duygularını mırıldanarak, iftar-sahur
düştük, bizi takılıp yollarda kalan yal- arası gelip-gidip fevkalâdeden bir kapı
nızların talihsizliğine uğratma!” aralanacağı ümidiyle hep aktif bekle-
yişte bulunduğumuz canlı fakat yetim
diyoruz; diyor içimizi çekiyor; mâruz
Ramazanlar...
kaldığımız ızdırapları duyma ölçüsün-
de, ihtiyaç ve ıztırar hâliyle O’nun kapı- Evet, hem birbirine benzeyen
sının tokmağına dokunuyor; böyle bir hem de benzemeyen bütün bu Rama-
tevhid mülâhazasına iltifatlarının ifa- zanlar, birer inkisâr ve burkuntu faslı
desi sayılan teveccühlerini, yine O’na da ihtiva etmesiyle hep aynı tulû ile tül-
olan itimat ve güvenlerimizle bekliyo- lendi ve gidip aynı gurûblara kapandı;
ruz ki, bu seviyede tabiatlarımızın de- kapandı ve bize o hicranlı günler adına
rinliklerinde duyarak bir başka Rama- bir seher yıldızı şarkısı sunup geçti.
zan yaşadığımızı hatırlamıyorum ve

5
Şüphesiz, bugüne kadar gelip geçen
hemen her Ramazan, sezilebilen veya
sezilemeyen ziyâsı, nuru ve kendine
has tadıyla âdeta başlarımızın üzerin-
de melek kanatlarının rikkatli sesiyle
gelip geçti. Vicdanlarının derinlikle-
riyle bu yumuşak sesleri duyan hüşyar
gönüller, hemen her zaman bir eşref
saate koşuyor gibi, beraberinde bir
ebedî doğuşun müjdesini de getiren
Ramazana yöneldi ve onu duymaya
çalıştılar.
Bazen konjonktüre göre, o gün-
lerin ve gecelerin ilham ettiği mânâlar
ile, tıpkı havada yumuşakça yüzen kuş-
lar gibi rahat, âhenkli, mevzun, halle-
rinden memnun, aynı düzen üzerinde,
belli bir ufka yürüyüş neşvesiyle, hep
güzelliklere konup-kalkarak; çevrenin
isinden-pasından, içlere bulantı lev- keşfetme imkânını verdi. Evet, her uz-
siyatından alabildiğine uzak ve yaşa- vunda ayrı bir ağrı, ayrı bir sızı bulunan
dıkları hayatın daha muntazam, daha bir muzdaribin her an bütün mevcu-
anlamlı, daha derin bir geleceğe aktığı diyetini duyması gibi, biz de yıllardan
hissiyle dopdolu ve gergin.. bazen de, beri yaşadığımız mağduriyet, mahkû-
ümidin, neş’enin sonbaharını yaşıyor- miyet ve mazlûmiyetler sayesinde, ses-
muş gibi tam bir inhizam içinde; ira- siz ama derinden, âheste âheste fakat
deleri sarsılmış, azimleri kırılmış, bek- kararlı, sımsıkı hak mülâhazasına bağ-
lenti ufukları daralmış, ruh atlasları lı, ancak hakkın da hiçbir zaman biri-
renk atmış, korkunç bir çözülme ve bir leri tarafından bağışlanacak bir sadaka
ayrışma ile sürekli bir irtifâ kaybede- olmadığı şuuruyla ve tam bir metafizik
rek, ruh ve mânâ dinamikleri itibarıyla gerilim içinde geleceğimiz adına yep-
kendi semâlarının üveyki iken, ayakla- yeni günlere kapı aralayan bir Rama-
rının altındaki arzın sürüm sürüm ta- zanla el eleyiz.. el eleyiz ve meltemler
lihsizleri haline gelmişlerdir. gibi yumuşak, hareketsiz akan yüksek
debili suların görünüşlerindeki sessiz-
Şimdilerde, türlü türlü baskı ve lik ve tabiî mehâbetine denk bir karar-
dayatmalar, tagallüpler, tahakkümler, lılıkla gözleri gönülleri doldura doldu-
istibdatlar bize varlığımızı yeniden ra kendi özümüze doğru yürüyoruz.
6
Evet, bizimle aynı duyguyu pay- Sabahlara kadar kendilerine rağ-
laşanlar bazen, havada kanat çırpma- men par par yanıp eriyen mumlar
dan duran kuşlar gibi mevzun, kendi- gibi, çevrelerine ışık saçıp hep karan-
lerinden emin, daha yüksek irtifâlara lık yudumlayan, yaşamayı boş verip
açık ve geniş intihab yelpazeleriyle; ömürlerini yaşatmaya adayan bu kah-
bazen, her şeye rağmen bir kısım se- ramanlar, ellerinde milletin mânâ ve
çenekleri -li hikmetin- kullanmadan ruhunu seslendiren enstrümanları,
aktif bekleyişleriyle; bazen de, kendi- dillerinde geçmişimizin özünden, usâ-
lerinden beklenenin kat kat üstünde resinden süzülüp gelmiş argümanları
bir temkin ve ciddiyetle hep dilbeste bize muhteşem günlerimizi iade etme
oldukları mefkûrelerine yürüyorlar. gayreti içinde çırpınıp duruyorlar. Biz
de onların bu ulü’l-azmâne gayretle-
Yürüyorlar oruçla, terâvih-
rini, bu gayretlerle yükselen zamanı,
le, mâbetle meleklerin Hakk’a yü-
gelip geçici bir âna sıkıştırılmış vakit-
rüdükleri gibi.. fevkalâde yumuşak,
çik olarak değil de; özüyle, vâridatıyla,
olabildiğine rikkatli, gözlerinde yaş,
vadettikleriyle hiçbir zaman tam geç-
sînelerinde ürperti bütün samimi-
meyen, bir ucu en kadîmlerden daha
yetleriyle yürüyorlar durmadan.
kadîm ve mâzinin şanlı bir dönemin-
de, diğer ucu da sonsuza namzet ve
hâle yaslanmış birbirinden muhteşem
bütün devirleri, zaman ve mekan üstü,
ruhun rasat noktasından, derin bir
temâşâ zevki içinde seyrediyor ve iman
sayesinde ne olmazların olur hâle gel-
diğini hayretle müşâhede ediyoruz.
Gerçeğe açık bu rüyalarda, onları
çağrıştıracak sâikleri bulabilenler için,
her yeni gün kim bilir ne bilinmezle-
re kapılar aralar, bize ‘’buyurun’’ eder,
mağmûm gönüllerimize inşirah üfler
ve bizi kendimize ve hâle takılı olma-
dan kurtararak imanın, ümidin en fe-
rah-fezâ iklimlerinde gezdirir.
Ramazan, hem en münasip bir
dua, münâcât ve Hakk’a yönelme mev-
simi, hem de çok canlı bir tedâî kayna-
ğıdır.
7
Onun gökkuşağı gibi rengârenk atmos- yer yer O’nun rahmet tecellileri karşı-
ferinde, gönüller her zaman buhur- sında ra’şelerle ürperir, zaman zaman
danlar gibi tüter; her seher bir şehrâyin da üns esintileriyle sarıldığımızı hisse-
gibi tüllenir; her koyda yüzlerce bül- der gibi olur;
bül öter. Ramazanın ışıktan ikliminde “Ey Rab Seni bilmemek hasret, yakınlık ateş,
her hâl, her tavır, her duygu, her iba- Sînelerde yanan kor ocaklardakine eş..
det, bize sadece şanlı geçmişimizden Hele aşkın hele aşkın, aşkın tam bir Cennet.!
bazı sesleri, bazı sözleri, bazı düşünce- Ne olur aşkınla dirilmeme inayet et!”
leri, bazı mülâhazaları taşımakla kal-
diye mırıldanır, ufkumuzla bütünlüğü-
maz; onun sihirli atmosferinde bazen
müzü gözden geçirir ve içinde bulun-
tâ öteler ötesinden dahi neler duyar
duğumuz havaya öyle uyarız ki, hem
ve neler dinleriz.! Hele bu Ramazan,
en saf neş’elerle coşan bir çocuk, hem
bir uzun imsak döneminden sonra,
de bin âhı birden duyabilen bir hassas
asırlar boyu süregelmiş bir sessizliği
ruh gibi, iki kutuplu bir dünyanın mer-
yırtan Ramazan ise... Ramazanın böy-
kez noktasında, elemi zevklerine eş,
le bir aydınlık kaynağı olduğuna ina-
endişeleri sevinçleriyle at başı, ümitle-
nan bizler, küçüklüğümüz ölçüsünde
ri her zaman temkine dayalı, korkuları
değil, Ramazanın büyüklüğü ve Hak
recâ payandalı, ikilemler içinde ama
rahmetinin enginliği nispetinde onda
mutlaka tevhid hedefli en engin duy-
öyle bir âhenge erer, öyle yerli yerine
gularla ufuktan ufuğa koşarız; koşar
oturur ve öyle ufkî bir derinliğe ereriz
ve âdeta ruhlarımızın kubbesi çatlayıp
ki, gönlümüz Hakk’a en yakın olmanın
da açıkta kalacakmışız gibi bir hisle
huzurunu duyar ve bütün benliğimiz
ürpeririz.
8
Bazen, bu mübarek günler içinde benliğimizi saran bir kısım sihirli esin-
yaşadığımız kutlu saat ve dakikalar, iç tilerle gündelik düşüncelerden bütün
dünyamızı öyle ifşâ eder ve sırlarımızı bütün sıyrılır ve âdeta uhrevîleşiriz.
öyle açığa vurur ki, ifade etmeye muk-
Bu türlü ahvalde çok defa eşref
tedir olamadığımız düşüncelerimizin
saatler ruhlarımıza kendi büyülerini
böyle net seslendirilmesi karşısında,
üfler ve gönüllerimizde Sonsuzun ate-
sevindiğimiz aynı anda, gözün, kula-
şini tutuştururlar. Böyle anlar bize, o
ğın kalbin önüne geçmiş olmasını dü-
kadar içli, o kadar tatlı, o kadar mûnis
şünerek, haddimizi aşmış olma mülâ-
ve o kadar yumuşak gelir ki, böyle bir
hazasıyla da iki büklüm oluruz.
süreçte zamanın sâniyeleri, sâliseleri
Ramazan esintileri bazen o ka- o kendilerine has nefâsetleriyle ruh-
dar hâle uygun, yumuşak, mûnis ve larımızın derinliklerine sindikçe, bir
beklenenin üstünde cereyan eder ki, vuslat çağına girdiğimiz hülyalarına
gönüllerimiz çok defa tartamadığı- kapılarak varlığımızın kubbesi çatla-
mız hislerle dolar-taşar ve biz sırlı bir yacakmış da öteye geçecekmişiz gibi
akıntıyla kendimizi cennetlere taşıyan oluruz.
bir köprüde veya bir mecrada sanırız;
sanırız da, bu akıntı kesilecek, bu seya-
hat sona erecek; erecek de farkına var-
madan rıhtımına kadar ulaştığımız bu
Cennet koridorundan dökülecekmişiz
mülâhazasıyla ürpeririz.
Ne var ki, arkadan hiç beklen-
medik şekilde daha derin bir tedâî ve
kabaran yeni bir dalgayla, tekrar hu-
dutlarımızı aşarak kendimizi onun
cebrî-lutfî çağlayanları içinde bulur;
hiçbir şey olmamış gibi bu enfüsî se-
yahat ve müşâhedeye devam ederiz.
Ramazanda hemen her gece, uzun bir
yolculuğa hazırlanıyor olma çağrışım-
larıyla yataklarımızdan fırlar, bedenin
arzularına bir noktada kerte vurur;
dünyaya kapalı, Dost’a açık duygular-
la O’na mahrem olacakmışız gibi bir
hisle koşar ve sevinçle köpüren bir hâl
alırız; alırız da dört bir yandan gelip
9
Aslında, “Cânı Cânan dilemiş ver-
memek olmaz ey dil/ Ne nizâ eyleyelim
o ne senindir ne benim” mülâhazasını
paylaşanlar için bu tabiî bir vetiredir.
Bu ledünnî hisler içinde ömrün
dakika ve saatleri o kadar halâvetli ge-
çer ki, onların üzerimizden böyle sür’at-
le gelip geçmelerinden âdeta rahatsızlık
duyar ve “keşke bu şirin zaman parça-
cıkları hiç geçmese, zaman çağlayanı
bu kadar hızla akmasa; akmasa da, if-
tar vaktinde yudumladığımız soğuk bir
şerbeti, akıp geçtiği her noktada duyup
zevk ettiğimiz gibi bu kutlu dakikaların
sâniye, sâlise ve âşirelerini de öyle his-
setsek” temennisinde bulunuruz.
Güneş her sabah bizim bu duygu-
larımız üzerine doğar; her öğlen mina-
relerden yükselen ezanlarıyla bizde bu
hisleri çağrıştırır geçer; her gurûp ruhla-
rımıza hem sevinç hem de hüzün kâse-
lerini birden sunar; her gece, bir halvet
büyüsüyle gelir ve bizi bürür; bürür ve
dilimizin bağını çözer, bize içimizi dök-
memizi fısıldar. Biz de bu sese, seccâ-
delere koşarak, hasret ve hicranlarımızı
söyleyerek, sevinçlerimizi mırıldanarak,
bazen inleyerek, bazen de çığlık çığlık
seslerimizi yükselterek cevap veririz.
Böylece düşünce ufkumuzda hep
aynı ruh, aynı mânâ ve sürekli O’nunla
irtibat yollarını araştıra araştıra bir koca
ay, “gitme” deyip yalvarmamıza rağmen
çeker-gider; çeker-gider ama, onun hilâ-
linin gurûba kapanmasını müteâkip de,
güneşler gibi ufkumuzu aydınlatan bay-
ramla yüz yüze geliriz.
10
İslâm’da
Orucun
Önemi
ruç, Cenâb-ı Hakk’ın,

O mü’minleri mükellef
tuttuğu önemli ibadet-
lerden biridir. Orucun Arap-
çadaki karşılığı olan “savm”,
lügatte mutlak mânâda bir
şeyi terkedip yapmamak an-
lamına gelir. Istılahta ise, oruç
tutmaya ehil kişilerin, ibadet
niyetiyle, fecrin doğuşundan
güneşin batışına kadar yeme,
içme ve ailevî münasebetten Aslında oruç, –aynen diğer ibadetler-
uzak durmalarını ifade eder. de olduğu gibi– bu türlü maddi mânevi fayda
Medine döneminde, hicretin mülâhazalarına bağlanmadan doğrudan doğ-
ikinci yılı Şaban ayında farz ruya Cenâb-ı Hakk’a karşı bir vazife olarak,
kılınmıştır. taabbüdîlik mülâhazasıyla eda edilmelidir. El-
Oruç, İslâm’da çok bette her ibadet, içinde pek çok hikmet ve mas-
önemli bir ibadettir. Onun lahat barındırır. Fakat Allah, taabbüdî olan
için Kur’ân-ı Kerim’de çok sa- amellerle, kendi nazar-ı ulûhiyetinde bir ku-
yıda âyet-i kerimede üzerinde lun kıvamı adına neyi görmek istiyorsa, onun
durulmuş, hatta değişik ce- Cennet’e girmesi adına ne ölçüde bir kıvama
zalarda kefaret olarak takdir ihtiyaç varsa, onları hâsıl eder. Bu açıdan iba-
edilmiştir. Bazı suçlara karşı- detler asıl olarak insanın Allah’a yakın olmaya
lık 60 gün, bazılarına karşılık liyakat kazanması, Cennet’e ve ebedî saadete
ise 3 gün kefaret orucu emre- ehil hâle gelmesi için vaz’ edilmiştir. Dolayısıy-
dilmiştir. Demek ki o, günah- la ibadetlerde, bir kısım dünyevî fayda, masla-
ları, hataları eriten çok önem- hat ve hikmetler sezilse ve görülse bile, onların
li bir ibadet, insanı temizleyen bizim göremediğimiz ve bilemediğimiz daha
ve manen terakki ettiren bir önemli hikmetleri, daha derin tesir ve netice-
ameldir. leri vardır. 11
Bir kere ibadetler, fani olan insa-
nı ebediyete ehil hâle getirir. Yüceler
Yücesi Hazreti Allah’la arasında yet-
miş bin perde olan ve O’nu görmesi
mümkün olmayan insanı, kalb ve ruh
ufkundan Rabbini müşahede edecek
keyfiyete yükseltir.
Dünyada neyi verirse versin, Al-
lah’ın rızasını peyleyecek kadar serve-
te sahip olamayan bir insana, Allah’ın
rızasını kazandırır. İşte oruca da ba-
karken başta bu mülâhazayla bakmak
lazımdır. Yani o, insanın Cennet’e ehil
hâle gelmesi adına bir imkân, Cemâ-
lullah’ı müşahede etmesi için gerekli
olanı elde etme yolunda çok önemli
bir nimettir.
Evet, her ibadetin dünyada bir
kısım faydaları, maslahatları, hikmet-
leri görülebilir. Mesela, zekât bir köp- Nitekim Peygamber Efendimiz (sallal-
rüdür. Çünkü o, fakir sınıfla zengin sı- lâhu aleyhi ve sellem) orucun bu hu-
nıf arasında bir irtibat vesilesidir. Aynı susiyetini şöyle ifade etmişlerdir:
şekilde hac, çok geniş bir kongredir; ‫اح ِت َس ًابا ُغ ِفر َل ُه َما َت َق َّد َم ِم ْن‬ ْ ‫ِيما ًنا َو‬
َ ‫ان إ‬
َ ‫ام َر َم َض‬
َ ‫َم ْن َص‬
o toplantılarda dünyevî bazı faydalar, َ
‫َذ ْنب ِِه‬
neticeler hâsıl olabilir. Fakat oruç iba-
deti bunlardan biraz daha farklıdır. “Kim sevabına inanarak ve mükâfatını
Allah’tan bekleyerek Ramazan orucu-
Her ne kadar insan ve toplum nu tutarsa geçmiş günahları affedilir.”
açısından bir kısım fayda ve maslahat- (Buhârî, îmân 28; Müslim, salâtü’l-müsâfirîn 176.)
ları olsa da ondaki bu faydalar diğer
ibadetler kadar belirgin değildir. Ayrı- Evet, şayet her sene tutulan oruç-
ca bir insanın oruçlu olup olmadığının la insanın geçmiş günahları affedili-
başkaları tarafından takip edilmesi ve yorsa, böyle bir insan kazanmış de-
bilinmesi çok zor olduğu için o, tama- mektir. Onun burnu yere sürtülmez;
men Allah’a aittir. Mükâfatı da mağfi- ne burada ne kabirde ne de mahşer-
rettir. de... İsterseniz, “Bu mekânlarda, bu
konaklarda herhangi bir derbederliğe
maruz kalmaz.” da diyebilirsiniz.
12
Hele neslin ıslahı için oraya-bu-
raya koşturup duranlara Ramazan kim
bilir ne gibi hediyeler takdim ediyor-
dur! Dine ve millete hizmet yolunda
sahur, iftar demeden seyr ü seferler
yapan kutlular kim bilir Ramazan’da
nasıl binlerce senelik semere elde edi-
yorlardır.
Ribât, din ve milletin başına gel-
mesi muhtemel bela ve musibetler
karşısında tetikte olma, inandığı dava-
nın gereğini eda etme, kısacası “adan-
mışlık” vasfını ortaya koyma demektir.
Adanmış bir insanın, hedef ve gayesi
uğrunda atacağı her adım ona ribât
sevabı kazandıracaktır. Ya bu sevap bir
de Ramazan ayının bereketine göre
olursa!.. Herkes elde edebilir mi böyle
bir mükâfatı? Evet, kalbindeki hulûsa,
niyetindeki derinliğe ve Allah’la olan
irtibatının seviyesine göre herkes bu
mükâfattan istifade edebilir.
Bütün bunlar, Ramazan’ın bere-
ketidir. Ramazan’la gelen ve potansi-
yel olarak Ramazan’da bulunan bu fır-
satları değerlendiren bir insan,
Ramazan geçince hayıflanmaz. Çünkü
o, insan-ı kâmil olmaya namzet bir kı-
vam kazanır. Ramazan ayını iyi değer-
lendirmiş ve Cenâb-ı Hakk’ın mağfire-
tine mazhar olmuştur. İki sevinçten
birini her akşam iftar sofrasında yaşa-
mış, diğerini de Rabbine kavuştuğu an
tadacaktır.

13
Kur’ân ve
amazan, Kur’ân-ı Kerim’in yüce
Ramazan
R âlemden beşeriyet ufkuna indiği
kutlu zamandır. Kur’ân, dünyâ semâ-
bulunmaktadır. O da Kur’ân’ın ehemmiye-
tini hatırlatmaktır. Evet, bu teşvik, Kur’ân’ı
sına böyle bir Ramazan ayında doğmuş- gündemde tutmak hikmetine râcidir.
tu. Karanlıklar içinde yolunu kaybetmiş,
Peki, Kur’ân niçin bu kadar ehem-
istikbalinden ümidsiz insanlığın yolunu
miyetlidir? Çünkü Kur’ân Rabbü’l-âlemîn
aydınlatan, ona dünyada olduğu kadar
sıfatıyla Allah’ın, kıyamete kadar gelecek
ebediyet âleminde de kurtuluş ve mutlu-
bütün insanlığa yönelttiği ezelî hitabı-
luk haberi getiren en büyük müjde odur.
dır, talimatlarını ihtiva eden fermanıdır.
Kur’ân müjdesinin tazeliğini korumak, in-
Büyük kâinat kitabının beşer anlayışına
sanların ondan alacakları feyzi artırmak
yapılmış olan ezelî bir tercümesidir. Kâi-
için, bu fermanın insanlığı şereflendirdiği
nattaki varlıkların mânâlarını ve gâyele-
Kadir gecesini bulup ihya etmeyi Kerim
rini doğru şekilde anlatan bir rehberdir.
Mevlâmız: “Bin aydan daha hayırlı, daha
Gözle gördüğümüz bu şehadet âleminde,
verimli bereketli bir zaman dilimi” kılmış-
görünmeyen yüce gayb âleminin lisanıdır,
tır. Bire bin mahsul veren senelik bir bay-
beyanıdır. Uhrevî âlemlerin mukaddes
ram yapmıştır.
haritası, maketidir. Bütün insanlığın her
Ebedî hayatı kazanmak yükümlülü- türlü mânevî ihtiyacına merci olacak ni-
ğü ile dünyâya gönderilen ömür sermaye- telikte ve birçok kitabı çekirdek gibi ihtiva
si mahdut, üstelik israfı ve gafleti çok in- edecek özellikte mukaddes bir kütüphane
sana, seksen küsur yıllık hep mükâfat ve durumundadır.
kârla dolu bir ömrü kazandıran bir gece
Bu dünyâ muazzam bir makina tar-
ne büyük imkân ne muazzam bir lütuftur!
zında düşünülecek olursa, Kur’ân onun
Bu emsalsiz lütuf, ancak o, Ekremu’l-ek-
kullanma kılavuzu, kataloğudur. Kur’ân
remîn’in tükenmez ihsanından kaynakla-
kılavuzu olmadan, insanın ârızasız şekil-
nabilir. Bu bağış sebepsiz olmayıp, elbette
de çalışması mümkün değildir.
dikkatlerimizi çektiği önemli bir husus
14
Böyle mükemmel bir makina imâl eden etmektedir.(Ahmed İbn-i Hanbel, el-Müsned, 1/7; İbn-i
müessese, onu katalogsuz bırakmayacağı Mace, Sünen, Mukaddime, s. 11.)

gibi, o kataloğa göre çalıştıracak uzman- Kur’ân-ı Kerim’in bir nüzûlü vardır,
sız da bırakmayacaktır. Aynen bunun gibi, bir de tenezzülatı vardır. Nüzûlü, o Fur-
dünyâyı yaratan Rabbimiz kılavuz olarak kan’ın beşeriyyet ufkunda ilk zuhurudur.
semavî kitaplar ile insanlığı eğitmek ve Tenezzülatı ise, bazı zatların dediği gibi,
yetiştirmek üzere peygamberleri gönder- okuyanın diri ve uyanık olarak okuduğu
miştir. her defasında Kur’ân semâsından onun
İnsanlık, tekâmül seyri içinde, tek kalbine ve aklına inen yeni mânâlar, yeni
bir dersi dinleyecek seviyeye gelince, mah- tecellîler ve irşadlardır.
dut mekânları aydınlatan yıldızlardan Evet, Kur’ân vahy ile nazil olduğu
sonra, mutlak risalet güneşini izhâr etmiş- gibi onun mânâları da vahy sırrına maz-
tir. Bu güneş doğalı beri, ondan feyz alan har olarak iner, yani Allah Teâlâ’nın il-
milyonlarca insan, örnek hayatlarıyla, ham etmesiyle insan anlayıp özümseme-
mükemmel ahlâklarıyla beşeriyete fazilet ye muvaffak olur. Onu layıkıyla anlamak
nümunesi olmuşlardır. Bu irşâd devam için, insanın, kendisini Kur’ân’a vermesi,
etmektedir de. Fakat unutkan, tembel ve Kur’ân’ın Sahibine yönelmesi lazımdır.
nankör olan insanlar, zamanın geçmesiy- Yoksa, yeryüzünde büyüklük taslayan,
le, büyük nimet olan bu Kur’ân nimetinin Kur’ân karşısında müstağni davranan
kıymetini unutabilecekleri için, büyük bir mağrurların, onunla irtibatları “se-asrifu”
teşvikle onlara hatırlatmak, zihinlerinde bıçağıyla kesilir:
canlı tutmak ihtiyacı vardır. İnsan rûhu-
nun gıdası olan Kur’ân’da esasen mevcut “Yeryüzünde haksız yere büyüklük tasla-
bulunan turfanda olma özelliğini insan- yanları âyetlerimden uzaklaştıracağım (on-
ların bilmeleri, kendileri için önemlidir. ları anlayamayacaklar)” (A’raf sûresi, 7/146).
Zirâ insana hayat veren prensip- Kur’ân’la konuşan, onunla hitab
lerin menbaı odur. Kur’ân-ı Kerim’i hep eden Rahman’ı gözetmeyen, O’na yak-
turfanda “haddan tarıyyen” olarak nite- laşma gayreti içinde olmayanlar, haliyle,
lendiren hadis-i şerif, bu noktaya işaret O’nun ikramlarından yararlanamazlar.

15
Her mevsim, Kur’ân mevsimidir.
Kâinatın kalbi olan Kur’ân, her an kan ve-
rir müminlere, âb-ı hayatla sular. Kâinat
kitabının mânâlarının açıklayıcısı, mü-
fessiri olarak devamlı surette mü’minleri
eğitir, onlara rehberlik eder. Ama Rama-
zan’da Kur’ân’ın müslümanların hayatını
şenlendirmesi, daha muazzam boyutlara
ulaşır. Şimdi, dalbastı kiraz misâli dünyâ-
lar dolusu ikramlarıyla hayatımızı şeref-
lendiren bu Sultanı karşılamak için bir
hazırlık gerekmez mi? Evet, gönül misafir-
hanemizi, Rahman’ın misafirhanesi olan
gönlümüzü kirlerden, süprüntülerden,
şehevî isteklerden, hasis menfaatlerden letmek, böylece Kur’ân’ın indirilmesinin
temizlemeye çalışmalıyız. Tâ ki, Kur’ân’ın hikmetini, bir dereceye kadar göstermeye
Sultanı teşrif etsin, nûriyle kalbimizi ay- çalışmak gerekir..(Bediüzzaman Saîd Nursî, Mektû-
bat, s. 413.)
dınlatıp basiretimizi açsın, gül kokusuyla
bizi ta’tir etsin. “Yeryüzü bana mescid kılındı” ha-
dis-i şerifinin hakikati, Ramazan-ı şerifte
İşte Ramazan orucu, bu tahliye,
daha bir şa’şaa ile zuhur eder. İslâm âle-
yani temizleme işini temin eder. Kur’ân’ı
mi bir cami hükmüne geçer. Milyonlarca
karşılama hazırlığına girmiş olur insan.
hafızlar, Kur’ân okuyanlar, o caminin her
Ramazan’ın, Kur’ân’ın nüzûlü ile ilgi-
köşesinden, gökten gelen o semâvî hitabı,
li hikmetlerinden biri şudur: Kur’ân-ı
yeryüzü ahalisine duyururlar. Kur’ân-ı
Hakîm, Ramazan ayında indirildiğinden,
Kerim okumanın, “güzellik ve temizlik”
onun nüzûl zamanını yeniden yaşamaya
anlamına gelen vuzû (abdest) suyu ile kir-
çalışarak, o semavî hitabı güzelce karşı-
lerden, günâhlardan arınmak, temiz bir
lamak için, süflî ihtiyaçlardan, malâyani
mâhiyette bulunup kıbleye dönmek, saygı
şeylerden sıyrılıp meleklik vasfı kazan-
ile oturup mümkünse diz çökmek, aklın
maya, onlara benzemeye çalışmak gere-
telaşsız olduğu bir durumda okumak gibi
kir. Ve bir anlamda Kur’ân-ı Kerim’i, yeni
adaplarından başka tedebbür, tefekkür ve
nazil olmuşçasına okumak veya dinlemek
tebettül (başka her şeyden kesilip Rabbi
gerekir.
ile olmak) şartı da vardır. Kur’ân okuya-
O hitapları, Resul-i Ekrem aley- cak kimsenin, yaptığı öbür hazırlıklardan
hi’s-selamdan işitiyor gibi dinlemek, Haz- sonra, artık huzura kabul saati gelmiştir.
reti Cebrail (as)’dan, hatta Kur’ân’la hitab O kabul vakti, insanın en uyanık, en du-
buyuran Rabbül-âlemîn’den işitiyor gibi yarlı olması gereken vaktidir. Rabb’ine
bir kudsî hâlete mazhar olup, kendisi münacaat edip, O’nunla konuştuğunu bir
tercümanlık ederek başkalarına da din- an bile unutmamalıdır.
16
Kur’ân’ın “sen” diye hitabettiği: fora, fâniye bel bağlamaktan kurtul! Üs-
“şöyle yap”, “uyar”, “infak et”, “ihsan et” tüne saçılmış ölü toprağını silkele artık!
gibi ikinci şahıs buyrukları başta olarak Hakikata uyandığında nasıl olacaksan,
diğer bütün hitaplarından, esas itibariyle şimdiden Öyle ol!
kendisine hitab edildiğini bilecek, onla- “Kasdım budur: Şehre varam
rın arasında kendisine verilen işaretleri Feryad-ü figan koparam!”
bulacaktır. O buyrukların ilkin, kendisine
diyen veli şâirimizin yolunu tut! Zirâ dün-
yöneltildiğini düşünecektir. Sanki yeryü-
yâdan gittikten sonra, artık tekrar gelip de
zünde kendisinden başka bu talimatlara
ona göre hareket etme imkânı yoktur.
muhatap yokmuş gibi, kendi üzerine ala-
caktır. Mü’minin dinî şuuru bakımından Bir Hak dostu, vefatından sonra,
önemi pek fazla olan bu işâretleri almak mânâ âleminde, bir arkadaşına göründü-
için, “tebettül et” yani “Başka her şeyden ğünde, onun dünyâya dönme arzusu için-
kesilip yalnız Rabbine yönel!” (Müzzemmil sûresi, de olduğunu müşahede edince hayretle
73/ 8) buyruğuna uymak kâfidir. sorar: “Nasıl olur, dünyâya dönmek mi
istiyorsun? O da şöyle cevap verir: “Evet,
Meselâ, bu şuur ve hassasiyetle: “Ey
dünyâya dönmek istiyorum. Asamı elime
örtülerine bürünen! Ayağa kalk ve (insanla-
alarak, ev ev dolaşmak, kapıları kırarcası-
rı) uyar!” (Müddessir sûresi, 74/ 1-2) hitabını okur-
na dövüp: “Biliyor musunuz ne fırsatları
ken, onun ilk muhatabının Resulullah
kaçırdığınızı neler kaybettiğinizi?” demek
aleyhisselâm olduğunu bilmekle beraber,
için, dünyâya dönmek istiyorum. Öyleyse,
kendi hissesini de almaya çalışacaktır: “Ey
at bu örtüleri üstünden, Hakkâ, hakikata
rahatlık ve konfor örtülerine bürünen!” “Ey
hizmet için kolları sıvama zamanı çoktan
mal toplamak derdiyle meşgul olup Allah’ın
geldi ve geçmek üzere.” İşte, mezkûr âyeti
dinini, güzel yolunu tanıtmayı ihmal eden!”
okuyan mü’min, üzerinde düşününce, bu
“Ey şöhret afetine müptela olan!” Cüceler
kabil işaretler alacaktır. Hakkı tebliğ etme
ülkesine esir düşen kahraman, ayağının
ve gayret göstermede, yeniden kuvvet ka-
altında karıncalar gibi dolaşan o cücele-
zanacaktır.
rin kendisini bağladıkları ipince ipler-
le yerinden kıpırdayamaz oldu. Sen de
önemsemediğin ve fakat birbirine ekle-
nip duran yüzlerce tûl-i emel alâkalarıyla
dünyâya kazık çaktığını sanıyorsun. Hal-
buki ömrün su gibi akıyor, alâka duydu-
ğun şeyler seni bırakmaya hazırlanıyor.
İlk bakışta görünmeyen fakat ger-
çekte var olan o bağlardan kurtulmanın
yolunu ara, yırt o perdeleri, aç o iç içe zin-
dan kapılarını, çık açık havaya! Allah’a
bağlan, kullara kulluktan, maddeye, kon-
17
Müslüman, Kur’ân’ı okurken meleklerle sedecek, gönlünün kirlerden arınmasını
ünsiyet bulup onlarla selâmlaşacak, on- farkedecek, tertemiz, mis gibi kokan bir
ların duâlarının kendisiyle beraber oldu- vaziyete gelmenin saadetini yaşayacak-
ğunu düşünecektir. Tevhid tarihindeki tır. Hamlıklarının giderildiğini, katılıkla-
selefleri olan o salih insanlarla hemhal rın yumuşadığını anlayıp içinde tatlı, ılık
olacak, insanlığın yıldızları olan Enbiya- esintiler hissedecektir. Başını alıp gitmek-
ya (aleyhimüs selâm) arkadaş olacaktır. ten, Rabb’ini unutup da Allah’ın da kendi
Meselâ Hazreti Yusuf (aleyhisselâm) ile: durumunu kendisine unutturduğu kimse
En yakınlarından gördüğü hıyanete kat- olmaktan, mayasını, aslını unutup ken-
lanmayı, kuyuya atılarak yalnız Allah’tan disini temize çıkarmaktan, hep kendisini
medet ummayı, pek güzel, zengin ve nü- haklı görmekten kurtulacaktır.
fuzlu bir kadından gelen ve dünyâ ehlince
Hülasa: Eşyâyı yerli yerine oturta-
çok cazip olan teklifi reddedip Allah’a sı-
caktır; zaman, mekân, dünyâ, ahiret, eş,
ğınmayı, Rabbinin rızası uğrunda zinda-
iş, evlat, arkadaş, mal, mülk… her birine
na girip orayı medrese-i Yûsufiye’ye (Yu-
layık olduğu yeri vermesini öğrenecek-
suf Eğitim Tesisine) çevirmeyi, işini en iyi
tir. İnsanlık, Kur’ân’ın bu hidayetine pek
ve muhkem yapmayı öğrenmeyi, şefkatli
muhtaç. Biz, ona inanan, inandığını söy-
davranarak insanların gönüllerini kazan-
leyen müslümanlar da ona çok muhtacız.
mayı ve bu nevi maharetlerim de hakikati
Bu hidayet daha büyük bir zuhurla gelsin
tebliğe vasıta kılmayı, sabır gösterme ve
de eşyanın hakikatini bir kere daha ol-
takvadan ayrılmama şartıyla iyilerin ec-
duğu gibi göstersin, her şeyi yerli yerine
rinin zayi edilmeyeceğini, yani onların
koymayı yeniden öğretsin, neyi ve kimi
mutlaka muvaffak olacaklarını, akıbette
seveceğimizi, neye ve kime buğzedeceği-
hakkın üstün geleceğini öğrenecektir.
mizi bildirsin, felaketlerimize son versin.
Hülasa, hayat yolunda ilerlerken Yenilenen Kur’ân mevsimlerinden birine
nebîler, sıddîkler, şehîtler ve sâlihlerin daha girmek üzere olduğumuz şu sıralar-
meş’aleler halinde o yolun karanlıklarını da, bu bahar esintilerinin tatlı okşamala-
dağıttıklarını görerek onların peşinden rını hissetmeye başladığımız şu günler-
giden nurlu kafileye katılacak, onlarla ar- de, Kur’ân’ın hatmi esnasında yapılması
kadaşlık edecektir. müstehab olan şu duayı yaparak o sultanı
istikbal etmeye hazırlanalım:
Kur’ân’ın esas muhatabının ken-
“Ya Rabbî, Kur’ân’ı gönüllerimizin baha-
disi olduğunu bilen, onu bu şuurla oku-
rı, gözlerimizin nuru, hüzünlerimizin cilası
yan mü’min, onun hayat veren nefesiyle,
(gecelerimizin sabahı) kıl.”
şifâlı eliyle kendisini tedâvi ettiğini his-

18
Ramazan’ın
Şi’ârı T
eravih; tervîhanın çoğuludur. Ter
viha, sözlükte; oturma, dinlenme,
ara, mola, teneffüs gibi mânâlara

Teravih
gelen bir mastardır. Dinî terim olarak ter-
vîha, ramazan gecelerinde, dört rekât na-
maz kılındıktan sonra, bir o kadar namaz

Namazı
kılacak miktar oturup dinlen­meye de-
nir. Sonra mecazî olarak her dört rekâta
da tervîha adı verilmiştir. Dolayısıyla
terâvîh; tervîhalardan oluşan namaz,
terviha­lı/dinlenmeli/ molalı namaz de-
mektir.
Arapça kaynaklarda daha çok
“kıyâmu ramazan (ramazan namazı), kı-
yamu’l-leyli fî ramazan (ramazan gecesi
namazı)” şeklinde geçen teravih nama-
zına bu ismin ne zaman verildiği kesin
olarak belli değilse de namazın kılınışına
dayanarak verilen bir isim olduğu düşü-
nülürse, bunun çok erken dönemlerde
verilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Hükmü ve fazileti
Teravih namazı ramazan gecele-
rinde, yatsı namazından sonra, vitir na-
mazından önce kılınan bir namazdır.
Erkek-kadın bütün inananlar için sün-
net-i müekkededir. Nevevî: “Ulemanın
ic­maiyle sünnettir.” demektedir. Çünkü
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)
bu namazı kılmış, kılmaya devam etmiş
ve insanları da bunu kılmaya teşvik et-
miştir. Sahabe, tâbiin ve onlardan sonra
gelen bütün müminler de bu namazı kıl-
mayı günümüze kadar sürdürmüşlerdir.
İslâm tarihi boyunca teravih namazının
edası/ kılınması ve varlığı hakkında kay-
da değer bir tartışma da olmamıştır.
19
Nitekim İmam Azam Hazretleri da yoktur, dolayısıyla bu hadîs-i şerîf, te-
Fıkh-ı Ekber’inde teravih namazının sün- ravih namazını ve onun faziletini beyan
net olduğunu vurgulamıştır.(Ebû Hanife, Fık- etmektedir. Nitekim hadîs-i şerîfte geçen
hu’l-ekber, c.1, s.45.) Rafızîler ise, teravih namazı- (‫)قام‬
َ fiili ile de namazın en önemli bir rüknü
nı inkâr etmişlerdir. olan kıyamı/ayakta durmayı zikrederek,
belagatteki “parçayı zikredip bütünü kas-
İslâm âlimleri arasında teravih na-
tetme yöntemiyle” mecazî olarak nama-
mazıyla alâkalı ihtilâflar, bu namazın var-
zı ifade etmekte­dir. O da bu ayda kılınan
lığıyla ilgili olmayıp, daha çok rekât sayısı
teravih namazıdır. Bilindiği gibi Kur’ân-ı
ve cemaatle kılınıp kılınmaması hakkında
Kerîm’de başka âyetlerde de ruku‘ ve sec-
olmuştur.
de zikredilerek de namaz kastedilmiştir.
Çünkü teravih namazı, sahur gibi, Az önce de ifade ettiğim gibi kaynaklarda
ramazan ayının şiarlarından (ayırıcı işa- da teravih namazı daha çok, aynı kökten
retlerinden, alametlerinden) birisidir. mastar olan “Kiyâmu ramazan (ra­mazan
Sahur­suz, ramazan düşünülemediği gibi namazı), Kıyamu’l-leyli fî ramazan (rama-
teravihsiz bir ramazan da düşünülemez. zan gecesi namazı)” gibi başlıklarla ifade
Teravih namazının bütün Müslümanların edilmekte ve ele alınmaktadır.
gönüllerinde çok ayrı ve önemli bir yeri
vardır. Bu namaz, Âlemlerin Rabbi’nin
katında da değeri olduğuna gönülden
inanılan bir ibadettir. Yaşlısı–genci, kadı-
nı-erkeği, büyüğü-küçüğü ile bütün Müs-
lümanların gönlünde yer etmiş olması ve
benimsenmesi de bunun en açık delilidir.
Buhâri ve diğer hadîsçilerin rivâyet
ettikleri bir sahîh hadiste, Hz. Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem):
‫اح ِت َس ًابا ُغ ِفر َل ُه َما َت َق َّد َم ِم ْن َذ ْنب ِِه‬
ْ ‫إيما ًنا َو‬
َ ‫ضان‬
َ ‫ام َر َم‬
َ ‫َم ْن َق‬
َ
buyurmuştur.(Buharî, Salâtu’t-terâvih, 1.) İslâm
âlimlerinin çoğu bu hadîsi: “Kim inanarak
ve sevabını da Allah’tan bekleyerek rama-
zan ge­celerini -namaz, Kur’ân okuma ve
zikirle- ihya ederse, yani teravih namazını
kılarsa onun – büyük günahlardan olma-
mak kaydıyla (Çünkü büyük günahlar ancak tevbe ve
helâllikle affedilir.) – geçmiş günahları bağışla-
nır.” şeklinde anlamışlardır. Zîrâ ramazan
gecelerine mahsus ve o gecelerde kılınan
namaz teravih namazıdır, başka bir namaz

20
Rekât sayısı tab (ra) zamanında ashab ramazan ayında
yirmi rekât namaz kılıyorlardı.”(Beyhaki, Süne-
İslâm hukukçularından bir grup te- nü’l-kübra, c.II, s.497.)
ravih namazının vitir namazıyla birlikte İmam Malik’in Muvatta’ında –Bey-
onbir rekât olduğu kanaatine varmışlar- hakî’nin de eserinde– Yezid b. Ruman’dan
dır. Bu ko­nuda dayanakları Hz. Peygam- rivâyetlerinde: “Ömer b. el-Hattab (ra) za-
ber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) sünne- manında insanlar yirmi üç rekât namaz
tidir. Çünkü O’nun (sallallahu aleyhi ve kılıyorlardı.”(Beyhaki, Sünenü’l-kübra, c.II, s.496.)
sellem), ne ramazanda ne de ramazan dı- Yani yirmi rekât, teravih üç rekât vitir kılı-
şında bu rekât sayısının üstünde gece na- yorlardı, şeklindedir.
mazı kıldığının görülmediği rivâyet edil-
mektedir. İmam Malik’in kendisi: “Teravih na-
Hz. Aişe’den rivâyet eden çok sayıda mazı vitrin dışında otuz altı rekâttır.” de-
âlim, Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber’in (sal- miş ve Medine halkının amelini/yaptıkla-
lallahu aleyhi ve sellem) ne ramazan ayın- rını buna delil getirmiştir.
da ne de ramazan dışında on bir rekâttan Ez-Zerkânî, el-Muvatta şerhinde buna
fazla namaz kılmadığını söylediğini şöyle açıklık getirmiştir: İbn Habib’in
nakletmişlerdir. Hz. Aişe’nin, Hz. dediğine göre teravih namazı baş-
Peygamber’in (sallallahu aley- langıçta vitirle birlikte on bir
hi ve sellem) gece namazıyla rekât idi. İnsanlar bu namaz-
alâkalı olarak verdiği bil­giler da kıraatı (Kur’ân okumayı)
içerisinde en dikkat çeken uzatıyorlardı. Bu, yani uzun
ifadesi “…O’nun namazları ne süre kıyamda/ayakta Kur’ân
kadar uzun, ne kadar güzeldi!” okuma, onlara ağır geldi. Oku-
şeklindeki sözleridir ki, yukarı- mayı azalttılar ve rekât sayısını
daki sözünde de dikkat çektiği gibi o, artırdılar, artık ondan sonra – vitir dı-
kıyamın uzunluğundan dolayı Peygam- şında- orta bir okuyuşla yirmi rekât kılar
berimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) acı- oldular. Sonra kıraatı tekrar azalttı – vitir
dığını bildirmiştir. Çünkü başka rivâyet- dışında- otuz altı kıldılar ve bu iş böyle
lerde de bildirildiği gibi Hz. Peygamber devam etti…” Ancak bunda icma‘/ittifak
(sallallâhu aleyhi ve sellem) bu namazla- oluşmadığından, bir dönem Medinelere
rında Kur’ân’ı hatme­diyordu, yani teravihi özgü kalıp, daha sonra terk edildiği anla-
hatimle kılıyordu. şılmaktadır.
Böyle olmakla birlikte Şafiî ve Ha- Görüldüğü gibi yirmi rekât teravih
nefîlerin büyük çoğunluğu (cumhuru) ve kılmak da en azından Raşit halifelerin
Ahmed b. Hanbel, teravih namazının -vi- sünnetidir ve onların sünnetine sıkı sıkıya
tir dışında- yirmi rekât olduğu görüşün- bağlı kalmak da Hz. Peygamber’in (sallal-
dedirler. Onlar bu görüşlerine Beyhakî lâhu aleyhi ve sellem) emridir. İslâm âle-
ve diğerlerinin sahih senetle es-Se’dân b. minin teravih namazını yirmi rekât kılma-
Yezid’den (ra) rivâyet ettikleri şu sözünü ları da bu emre bağlılığın bir gereği olarak
delil getirmekte­dirler: “Ömer b. el-Hat- asırlardır süregelmiştir.
21
Cemaatle kılınmasının
ehemmiyeti
İslâm âlimlerinin
çoğu teravih namazının
mescitte cemaatle kılın-
masının evde yalnız başına
kılınmasından efdal oldu-
ğu görüşündedir. Zîrâ bu
namaz, bayram namazları
gibi, İslâm’ın şiarlarından
biridir ve böyle kılmakta
da çok sevap vardır. Çün-
kü genel olarak cemaatle
kılınan namaz yalnız başı- cekinden daha fazla insan çıktı, sabah namazını bi-
na kılınan namazdan yirmi toplandı. Bunun üzerine tirince insanlara döndü,
yedi derece daha üstün ve Hz. Peygamber (sallallahu sonra teşehhüt (ettehiy-
efdaldir. Sahabe, Hz. Pey­ aleyhi ve sellem) ikinci gece yâtu) okudu ve: ‘… şüphe-
gamber (sallallahu aley- de çıktı, onunla namaz kıl- siz bu geceki hâliniz bizce
hi ve sellem) döneminde dılar, insanlar sabahleyin malumdur; fakat ben bu
bu namazı mescid/camide bunu da anlatır oldular, gece namazının (teravihin)
cemaatle kılıyordu. Baş- üçüncü gece mescitteki- sizlere farz olup da sizin
langıçta, üç gece de bizzat ler daha çoğaldı, Hz. Pey­ de onu eda etmekten aciz
Hz. Peygamber (sallallahu gamber (sallallahu aleyhi olacağınızdan korktum
aleyhi ve sellem) bu na- ve sellem) üçüncü gece de (bunun için çıkmadım.)’
mazı onlara kıldırmıştı. Bu çıktı, onunla namaz kıldı- buyurdu”(Buharî, Salâtu’t-terâvih, 1;
durum Raşit hali­feler dev- lar, dördüncü gece olun- Müslim, Salâtu’l-müsâfirin, 25.)
rinde böyle devam etmiştir. ca mescit gelenleri almaz
Şafiî ve Maliki âlim-
İmâm Müslim Sahîh’in- oldu, bunun üzerine Hz.
lerinden bazıları: Teravih
de Hz. Aişe’den (r.anha) Peygamber (sallallahu aley-
namazının evde kılınma-
şu hadîsi rivâyet etmiştir: hi ve sellem) onların yan-
sının daha efdal olduğu
“Hz. Peygamber (sallallahu larına çıkmadı. İçlerinden
görüşündedirler. Bunların
aleyhi ve sellem) gecenin bazı adamlar: “Namaza!
dayanağı da Peygamber’in
son üçte birinde çıktı, mes- Namaza!” diye seslenme-
(sallallâhu aleyhi ve sel-
citte namaz kıldı, insanlar ye ve böylece Hz. Peygam-
lem): “Farz namazlar hâriç,
da onun kıldığı namazı bir- ber’i (sallallahu aleyhi ve
kişinin diğer namazlarını
likte kıldılar, derken insan- sellem) namaza çağırmaya
evinde kılması benim şu
lar sabahleyin bunu bir- başladılar. Hz. Peygamber
mescidimde kılmasından
birlerine anlattılar; bunun (sallallahu aleyhi ve sel­
daha efdaldir.”(Ebu Davud, Salat,
üzerine ikinci gece bir ön- lem) yine çıkmadı, sonun-
205.) hadîsidir.
da sabah namazı olunca

22
Zeyd b. Sabit’in rivâyet ettiği bir ha- Teravih namazında kıraat/Kur’ân
dîse göre de O şöyle demiştir: Peygamber okuma
(sallallahu aleyhi ve sellem) mescitte ha-
sırdan bir oda edindi. Geceleri orada na- Teravih namazında kıraati uzatmak,
maz kıldı. Öyle ki insanlar onunla cemaat yani uzunca Kur’ân okumak -diğer farz ve
oldular. Sonra bir gece sesini kaybettiler, sünnet namazlarda da olduğu gibi- müs-
duymadılar. Onun uyuduğunu sandılar. tehap yani, istenilen, arzu edilen bir şey-
Bazıları yanlarına çıksın diye öksürerek dir.
boğaz temizleme şeklinde ses çıkardılar. Çünkü Peygamber (sallallâhu aleyhi
Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu ve sellem): “Namazın efdalı kıyamın uzun
aleyhi ve sellem): “Yaptıklarınızın hepsini olmasıdır.” buyurmuştur. Fakat insanlara
biliyorum, sonunda size farz olmasından imamlık yapan kimse­lerin, arkalarındaki
korktum. Şâyet bu namaz size farz olsaydı namaz kılanların durumunu gözetme-
onu yerine getirmezdiniz. Ey insanlar! Bu si, onlardan hepsi için uygun olabilecek
namazı evlerinizde kılınız; çünkü kişinin, miktarda namazı uzatması gerekir. Çün-
farz namazlar dışında, diğer namazları- kü içlerinde zayıf, hasta ve ihtiyacı olanlar
nı evinde kılması efdal/daha değerlidir.” vardır.
dedi.
Bazı fıkıh âlimleri konuyla alâka- Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve
lı hadîsleri toplayarak detaylı bilgi ve- sellem) şöyle buyurmuştur: “Sizden biri-
rip sonunda şunu söylemişlerdir: “Şâyet si insanlara namaz kıldırdığında namazı
Müslüman Kur’an’ı hıfzetmiş birisiyse ya- hafif tutsun; çünkü içlerinde zayıf, hasta,
hut meşguliyetinin onu bu namazını kıl- yaşlılar vardır; ancak tek başına kıldığın-
maktan alıkoyacağından ve o gitmeyince da dilediği kadar uzatsın!”(Müslim, Salat, 37.)
mescitte namaz kılınmasının aksamaya- Nitekim kendisi de, yukarıda belirttiğim
cağından korkmuyorsa, böyle birinin bu gibi, teravihi hatimle kılıyordu.
namazını evinde kılması efdaldır; aksi Enes b. Malik’ten Hz. Peygamber’in
takdirde camide kılması evlâdır.” (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle dediği
rivâyet edilmiştir: “Namaza başlıyorum ve
namazı uzatmak istiyorum, bir­den çocuk
ağlaması duyuyorum, annesinin onun ağ-
lamasından dolayı aşırı derecede onu öz-
leyip ve üzüldüğünü bildiğim için nama-
zımı kısa kesiyorum.”(Buhari, Ezan, 65.)
Burada şuna da dikkat çekmek ve
bu hadîsleri yanlış anlaya­rak namazı iyice
kısaltanlara ve hızlandıranlara şu uyarıda
bulunmakta yarar vardır. Bunların yap-
tıkları -eğer bilinçliyse- namazı küçümse-
me ve onu hafife almaktır.

23
Arapça ifadesiyle tehavun ve istihfaftır. den) daha faydalıdır.
Namazın ruhuyla ve namazda olması ge- Özetlemek gerekirse; teravih nama-
reken huşuyla taban tabana zıt davranış- zı, kadın-erkek bütün Müslümanlar için
lardır. Sanıyorum günümüzde “Böyle bir müekked sünnet bir namazdır. Rivâyetler
teravih anlayışı yoktur.” diye karşı çıkılan farklı da olsa, Hz. Peygamber (sallallahu
teravih namazı da bu tür, ne yaptığının aleyhi ve sellem) bu namazı üç gece asha-
farkında olmayan acelecilerin yaptıkları- bına kıldırmış, dördüncü gece mescit do-
dır. Böyle kan ter içinde bilmem kaç da- lup taşınca onlara na­maz kıldırmak için
kikada bitireceğim diye, hızla kılınan na- çıkmamış ve ashabını kendi hâllerinde
mazın yukarıdan beri anlattığımız rahat bırakmıştır. Buna mazeret olarak da bu
namaz olan teravih namazıyla ne ismen, namazı böyle kıldırmaya devam ederse,
ne şeklen ve ne de ruhen alakası vardır. onlara farz olacağı endişesini taşıdığını
bildirmiştir. Bu da gösteriyor ki bu endişe
Burada genelleme yapmamak ge-
olmasa Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi
rektiğini, te­ravih namazını da yatsı nama-
ve sellem) bu namazı böyle kılmayı arzu
zı gibi ta‘dîl-i erkâna riâyet ederek kıldı-
etmektedir.(Burada farz olma endişesine değişik yorum-
ran imamlarımız çoğunlukta olduğunu lar getirilmiştir; en uygunu, Pey­gamber (sav) şâyet bu namazı
elbette biliyorum. An­cak -beni bağışla- devam ettirirse ashab-ı kiramın da bu namaza devam ettikle­
sınlar- bazı imam arkadaşlarımızın yatsı rini gören bir müçtehit de bunun farz olduğunu zanneder de
namazının farzında dört ve hatta beş ne- kendine farz olur, endişesidir. Çünkü bilindiği gibi, müçtehit
bir şeyin farz olduğunu kanaat getirirse o şeyle amel etmek
feste okudukları Fatiha ve Fil surele­rini, kendisine ve onun içtihadıyla amel edenlere farz olur.)
teravih namazına geçtiklerinde, hızlı teyp
kaydı yapar veya hızlı film çeker gibi, bir Hz. Ebû Bekir döneminde ve Hz.
nefeste okumaya çalışıp, tabir caizse ve- Ömer döneminin başlarında bu şekilde
rip-veriştirmelerinin izah edilir bir tarafı serbestçe teravîh namazı kılınmıştır. An-
ve bir mantığı var mıdır?! Onun için mut- cak, Hicret’in on dördüncü yılında bir
laka Fatiha’dan sonra doğru bir şekilde, gece mescide giden Hz. Ömer (ra), insan-
Kevser Sû­resi gibi -kısa da olsa- bir sure lardan kiminin tek başına, kimilerinin de
yahut ona denk üç âyet veya o ölçüde orta cemaat hâlinde teravih namazı kıldıkları-
ve uzun bir âyeti acele etmeden okumak nı görünce: “Bunları bir imamın arkasın-
gerekir. da toplasak daha iyi olur.” demiş, ashabı-
nı toplayarak onlarla istişare etmiş, onlar
Teravih namazını hatimle kılmak da bunu onaylayınca bir icma hâsıl olma-
sünnet olmakla birlikte buna vakti veya sıyla, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi
imkânı olmayanların kısa sureleri (Fil Sû- ve sellem) zamanından beri insanların
resi’nden Nas Sûresi’ne kadar) tertil üze- Kur’an’ı en iyi okuyanlarından olan Übey
re, ağır ağır okuyarak kıldırmaları (hem b. Ka‘b ve Temim ed-Dâri’yi insanlara yir-
namazın sıhhati bakımından ve hem de mi rekât namaz kıldırmaları için imam ta-
cemaatin bu sûreleri pekiştirmesi yönün- yin etmiştir.

24
Hz. Ömer’in (ra) kendisininse, tera- tir” demesi düşünülemez ve bu mümkün
vihi onlarla birlikte kılmayıp, gecenin geç de değildir.
saatlerinde, gecenin sonuna doğru kıldığı Görüldüğü gibi teravîh namazı bü-
bil­dirilmektedir. Hz. Ömer’in vitri cema- tün Müslümanların icmaıyla/ittifakıyla,
atle kıldırdığı da rivâyetlerde yer almak- yani icma-ı ümmetle sabit olmuş sünnet-i
tadır. Nitekim bir gün insanlar teravih müekkede bir namazdır. Bilindiği gibi ic-
kılarken yanlarına çıkmış, onları cemaat ma-i ümmet de şer‘i delillerden biridir.
hâlinde namaz kılarken görünce: “Bu ne Hz. Paygamber’in (sallallahu aleyhi ve sel-
iyi bir bidattir; fakat keşke gecenin sonun- lem) ashabı, tabiin ve ondan sonra gelen
da kılsalar daha iyi/efdal olurdu!” demiş- bütün İslâm önderleri, mezhep imamları
tir. Burada Hz. Ömer’in “Ne iyi bidattir!” ve bütün Müslümanlar asırlardır, kadı-
sözü tera­vih namazı için söylenmiş bir nıyla-erkeğiyle, büyüğüyle-küçüğüyle bu
söz olmayıp; bu namazı cemaat hâ­linde namazı sevmişler ve kılmışlar ve kılma-
kılmaları, yani cemaat oluşları için söy- ya da devam etmektedirler ve ila nihaye
lenmiştir. Nitekim Hz. Ali (ra) de daha de devam edeceklerdir. Çünkü teravih
sonraları bunu kastederek “Ömer, bizim namazları, sahurlar ve iftar saatleri ra-
mescitle­rimizi nasıl nurlandırdı ise, Al- mazanın ve dolayısıyla İslâm’ın şiarların-
lah da, onun kabrini öyle nurlandırsın!” dandır. Teravihsiz, iftarsız ve sahursuz bir
diyip, onun bu yaptığını onayladığını ve ramazan düşünülmesi mümkün değildir.
memnuniyetini ifade etmiştir.
Yazımı İmam Malik’in, Hz. Peygam-
İmam-ı Azam Ebû Hanife’ye Hz. ber’den (sallallahu aleyhi ve sellem) veya
Ömer’in bu yaptığı sorulunca şu cevabı O’nun değerli öğrencisi İbn Mes‘ûd’dan
vermiştir: “Teravih sünnet-i müekkede- bir rivâyetle bitirmek istiyorum: “Mümin-
dir. Ömer bu işi kendiliğinden ortaya çı- lerin güzel gördükleri şey, Allah katında
karmış, uydurmuş değildir. Bunu ancak da güzel; Müslümanların çirkin gördüğü
elinde mevcut bir asla, Resulullah’tan şeyse Allah katında da çirkindir.”(Hakim,
(sallallahu aleyhi ve sellem) bellediği bir Müstedrek, 3, 83.)
malumata binaen emretmiştir.” demiştir. Allah oruçlarımızı, teravihlerimizi,
(İbn Abidin, II, 43) Yoksa Hz. Ömer’in, Hz. Pey-
sahurlarımızı, fitre ve zekâtlarımızı rızası-
gamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) na uygun ve makbul amellerden eylesin,
kıldığı ve kendinin de gecenin sonuna rama­zan-ı şerîfi bütün insanlığın dertle-
doğru kıldığı teravih namazı için “bidat- rinden kurtulmaya vesile kılsın! Âmin!

25
İnanarak
Oruç Tutmak
Soru: Bir hadis-i şerifte, “Her kim inana- haberdârdır ve yaptığımız her şeyi bil-
rak ve karşılığını sırf Allah’tan bekleye- mektedir. Cenâb-ı Hakk’ın görüp bildiği
rek Ramazan orucunu tutarsa, onun geç- o amellerimiz, mevsimi gelince nema-
miş günahları bağışlanır.” buyurulurken lanmış olarak geriye dönecektir. Ayrıca,
“imanen ve “ihtisaben” kaydı konuluyor. ellerimizi O’na kaldırdığımızda, bir kudsî
Bu ifadeyi nasıl anlamalıyız? hadiste dendiği gibi; “O eller geriye boş
olarak dönmeyecektir.”
Cevap: Peygamber Efendimiz (aleyhi ek-
melüttehâyâ) “Men sâme Ramadâne îmâ- Cenâb-ı Hakk’a karşı teveccüh
nen ve’htisâben gufira lehu ma tekadde- ederken ve O’na yalvarıp yakarırken, her
me min zenbihi” buyurmuş; Ramazan’la şeyden evvel O’nun kullarını gördüğü-
gelen berekete tam inanan, ihlas ve sami- ne, duaları işittiğine ve istekleri yerine
miyetle oruç tutup bu mübarek ayı iba- getirecek güce sahip bulunduğuna tam
det ü taatle değerlendiren ve sevabını da inanmak lazımdır. Yoksa inanmadan el
yalnızca Allah’tan bekleyen mü’minlerin açmak, “Verirse verir, vermezse vermez”
geçmişte işledikleri günahlarının affedi- gibi bir manaya gelir ki, bunun bir say-
leceğini müjdelemiştir. gısızlık olduğu ve öyle birinin çağrısına
icâbet edilmeyeceği bellidir. O, lütfuyla,
“İmanen” kelimesi, inanılması ge-
keremiyle, rahmetinin gazabının önünde
rekli olan her şeye ve oruçla alakalı dinî
olmasıyla ve merhametinin enginliğiyle
hükümlere kalbden inanmayı; orucun
öylelerine de verirse verir; biz “vermez”
farz olduğuna, karşılığında büyük müka-
diye kestirip atamayız. Fakat, O’nun dua-
fat bulunduğuna ve her şeyden öte rıza-yı
ları kabul etmesinin vesilesi evvela O’na
ilahiye bir vesile teşkil ettiğine hiç tered-
gönülden inanmaktır.
düde düşmeksizin iman etmeyi vurgula-
maktadır. İnanacaksın ki, samimiyetle elle-
rini kaldırdığın zaman Allah onları boş
Evet, biz Allah’ın kullarıyız; Allah
çevirmez, yüzünü kara çıkartmaz, seni
da bizim ma’budumuzdur. Bizim O’na
mahçup etmez; aksine, o kapıya bir daha
karşı yaptığımız şeyler O’nun hakkı, bi-
yönelmene vesile olacak şekilde lütuflar-
zim de vazife ve sorumluluğumuzdur.
da bulunur. İşte, “imanen” kaydı böyle
Oruç da, O’nun emri ve bizim görevi-
bir inanmayı ifade etmektedir.
mizdir. O, ibadetlerimizden her zaman
26
“İhtisap” kelimesi de sevabın Allah’tan O’nun lutfedip bize verdiği haklar türün-
beklenmesi manasına gelmektedir; dün- dendir. O öyle lütufkârdır ki, o hakları
yevî beklentilere girmeme, sadece Al- Kendisine karşı kullanmamıza müsaade
lah’ın hoşnutluğunu gözetme ve mükâfâtı etmiş ve kullandırmıştır. Mesela, bir ma-
O’nun rahmetinden umma demektir. Ha- nada, “Siz Bana kullukta bulunun, ibadet
yır işlerinde ve ibadetlerde ihlas ve sa- ü taatinizi yerine getirin -ki bu sizin vazife-
mimiyete aykırı hiçbir husus olmamalı; nizdir- Ben de, öbür âlemde nimetlerimle
riya ve süm’alara girilmemelidir. Hiçbir sizi sevindireyim” demiş ve bir mukavele
amel insanların takdir ve teveccühlerine yaparak bize bazı haklar vermiş; “Kullu-
bina edilmemeli; her ğunuzu yaparsanız Be-
şey Allah için yapılma- nim üzerimde hakkınız
lı ve beklentiler de hep olur” demiştir. Demek
Allah’tan olmalıdır. O ki, hakkı veren de, onu
beklentilerde de yine kullanma imkanı bah-
himmet âlî tutulmalı; şeden de Allah’tır.
yani, yapılan işler dün-
Yoksa, bizim ma-
yevî faydalara bağlan-
hiyetimizde ve rızık
mamalıdır.
olarak bize verilen ni-
Gerçi, Sahabi an- metlerde kaç paralık
layışıyla, ayakkabımı- kendi sermayemiz var
zın bağını bile kaybet- ki, herhangi bir hak-
sek biz onu da Allah’tan kımız olsun! Evet, biz
istemeliyiz.. arkasında mebdeden münteha-
olduğumuz her konu- ya kadar her şeyimiz-
da gayret etmeli, ira- le O’na aidiz ve O’nun
denin hakkını vermeli verdiği haklarımız olsa
ama neticede her şeyi da her şeyden önce bi-
Allah’tan dilemeliyiz. rer kuluz. Öyleyse, bir
Ancak, kulluğumuzu kula yaraşır şekilde ha-
Cenâb-ı Hakk’a sunar- reket etmeli ve sadece
ken, O’nun Ma’bud, bi- Hâlıkımızın, Râzıkımı-
zim de kul olduğumu- zın ve Rabbimizin hoş-
zu hiç hatırdan çıkarmamalı; O’nun hakkı nutluğunu dilemeli, ibadetlerimizi de bu
olduğu için kulluğumuzu O’na tahsis et- niyetle yerine getirmeliyiz.
meliyiz. Dolayısıyla, ibadetlerimizi ihti-
İşte, “ihtisap” tabiri de bu hakikat-
yaç ve isteklerimize bağlamamalı, onları
lere bağlı kalarak, sadece Allah için oruç
vazifemiz olduğu için eda etmeliyiz.
tutmak gerektiğini ve mükâfâtı O’ndan
Haddizatında, Cenâb-ı Hak’tan bir beklemenin lüzumunu belirtmektedir.
şey isteme bizim zatî hakkımız değildir;
27
Hangi takvime uymalıyız?

amaz, İslâm’ın en önemli esasla- Hadislerden öğrendiğimize göre


N rından ve mü’min olmanın en bariz Cebrail Aleyhisselam Allah Resûlü’ne
alametlerinden biridir. Allah Re- (s.a.s) gelerek bir defasında namazları ilk
sûlü’nün ifadesiyle dinin direğidir. vakitlerinde, bir defasında da son vakit-
Kur’ân’da namazı emreden yüz civarın- lerinde kıldırmış ve arkasından da, “İşte
da âyet-i kerime olması da onun önemine bu iki vaktin arasındaki süreler, namazla-
işaret eder. İslam, namaz ibadetini belirli rın vakitleridir.” demiştir (Tirmizî, salât 1;
vakitlere bağlamış ve bu vakitlerde onun Ebû Dâvûd, salât 2)
eda edilmesini farz kılmıştır. “Şüphe yok
İslâm fakihleri de konuyla ilgili
ki namaz, mü’minler üzerinde vakitleri be-
naslardan hareketle vaktin, namazın hem
lirlenmiş bir farzdır.” (Nisa sûresi, 4/103) âyet-i ke-
sebebi hem de edasının şartı olduğunu,
rimesi açıkça bunu ifade eder. Bazı âyet-i
namazın geçerli olması için vaktinde eda
kerimelerde mücmel olarak namaz vakit-
edilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Do-
leri yer alsa da bu konu detaylı olarak ha-
layısıyla beş vakit namazın kendileri için
dis-i şeriflerde izah edilmiştir. Peygamber
tayin edilen vakitlerden önce veya sonra
Efendimiz (s.a.s) hem sözlü beyanlarıyla
eda edilmesi caiz olmayacağı gibi sahibi-
hem de bizzat fiilî uygulamalarıyla beş
ni de sorumluluktan kurtarmaz.
vakit namazın hangi zaman aralıkların-
da eda edilmesi gerektiğini açıklamıştır.
28
Namaz ve Oruç Vakitleri
Namaz vakitleri şu şekildedir: Sa-
bah namazı vakti fecr-i sadıkın zuhuruyla,
yani genel kabul gören görüşe göre ufukta
enlemesine beyazlığın belirmesiyle girer
ve güneş doğuncaya kadar devam eder.
Öğle vakti, güneş tam tepe noktasından
(tan yerinin ağarmasıyla) başlar, güneşin
batı ufkuna meyletmeye başlayınca girer,
batmasıyla sona erer.
her şeyin gölgesi bir misli olunca biter.
Öğle vaktinin bitmesiyle ikindi vakti gi- Takvimlerin Hazırlanması
rer ve güneşin batmasıyla da çıkar. Güneş
Görüldüğü üzere İslam, evrensel-
battıktan sonra akşam vakti girer, şafağın
liğinin bir tezahürü olarak hem namaz
kaybolmasıyla sona erer. Akşam vaktinin
vakitlerini hem de oruç vaktini herkesin
çıkmasıyla da yatsı vakti girmiş olur ve
gözlemle ve küçük bir araştırmayla tespit
bu da ikinci fecrin doğmasına yani sabah
edebileceği kadar oldukça açık ve görü-
namazı vaktinin girmesine kadar devam
nür alametlere bağlamıştır. Günümüzde
eder. (Müslim, mesâcid 173, 176, 177, 178; Ebû Dâvud, salât2,
Tirmizi, salat 1, 114, 115; Nesâî, mevâkît 10, 15)
genellikle Müslümanlar namaz ve oruç
ibadetlerini Kur’ân ve Sünnet tarafından
Namaz vakitleriyle ilgili Ebu Hani- konulan şeri alâmetlere bakarak değil;
fe’nin diğer müçtehitlerden faklı iki içti- farklı kurumlar tarafından hazırlanan
hadı vardır: Birincisi, ona göre öğle na- takvimlere/imsakiyelere uyarak yerine
mazının vaktinin çıkıp ikindinin vaktinin getiriyorlar. Esasen ibadetlerin takvime
başlaması her şeyin gölgesinin bir değil uyarak yerine getirilmesi uygulamasının
iki misli olduğu zamana tekabül eder. yeni olmadığını, bunun tarihinin hicri
İkincisi de akşam namazının vakti şafak- ikinci ve üçüncü asra kadar gerilere gitti-
taki kızıllığın değil beyazlığın yok olma- ğini hatırlatmakta fayda var.
sıyla çıkar ve yatsının vakti de bununla
girmiş olur. Öyle ki güneş ve ayın hareketlerine
bakarak ibadet vakitlerinin belirlenmesi
İslâm’ın diğer önemli bir esası olan için “ilm-i mikat” denilen bir ilim çeşidi
oruç için de aynı şekilde belirli bir zaman ortaya çıkmış ve İslâm astronomisinin
tayin edilmiş ve onun ne zaman başlayıp amaçlarından biri de ibadet vakitlerini
ne zaman sona ereceği bizzat âyet ve ha- tespit etmek olmuştur. Cami ve mescit-
dislerle tespit edilmiştir. “Fecir vakti, sizce lerin müştemilatına muvakkithaneler de
beyaz iplik siyah iplikten (şafağın aydınlı- eklenmiş ve buralarda görev yapan mu-
ğı gecenin karanlığından) ayırt edilince- vakkitler çeşitli aletler vasıtasıyla tespit
ye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar ettikleri namaz vakitleri hakkında farklı
orucu tamamlayın.” (Bakara sûresi, 2/187) şehirler için cetvel ve tablolar hazırlamış
âyet-i kerimesi orucun vaktini bildirir. ve namaz vakitlerini müezzinlere bildir-
Buna göre oruç fecr-i sadıkın girmesiyle mişlerdir.
29
İbadet vakitlerinin takvimlerden Takvimlerdeki Farklılıklar
veya mobil uygulamalardan takip edil- Farklı kurum ve heyetler tarafın-
mesinin büyük bir kolaylık olduğunda ve dan hazırlanan takvimlerdeki namaz va-
Müslümanlar arasında birliğin ancak bu kitlerinde bazı farklılıklar vardır. Fakat
yolla sağlanacağında şüphe yoktur. Ne asıl büyük farklılık, akşam namazının
var ki günümüzde bu konuda bazı kafa çıkma vaktiyle sabah namazının girdiği
karışıklıklarının, soru ve sorgulamaların vakitlerdedir. Şeri ifadesiyle şafak ve fecir
olduğu da bir gerçek. Bunun sebebi ise vaktinin tespitindedir; özellikle de sabah
farklı ülkeler veya kurumlar tarafından namazının başlangıç vaktinde. Çünkü sa-
hazırlanan takvimlerdeki namaz vakitleri bah namazının girme vakti aynı zaman-
arasında bazı farklılıkların bulunmasıdır. da imsak vaktidir, yani oruç ibadetinin
Bu farklılıklar özellikle yüksek enlemler- başladığı vakittir. Bu yüzden takvimlerle
deki bölgelerde daha da fazlalaşıyor. Bu ilgili ihtilaflar daha çok Ramazan ayında
farklılıklar hâliyle Müslümanların kafası- yaşanır.
nı karıştırabiliyor, onlar arasında ihtilaf-
lara sebep olabiliyor, hangi takvime uy- Özellikle son yıllarda hemen her
maları gerektiği konusunda onları şüphe Ramazan’da aynı tartışma gündeme gelir
ve tereddüde sevk edebiliyor. Dolayısıyla ve farklı fikirler ileri sürülür. Dolayısıyla
pek çok Müslüman bir taraftan takvim- biz de burada asıl bu konuya odaklanaca-
lerdeki bu farklılıkların nereden kaynak- ğız.
landığını öğrenmek istiyor, diğer yandan Akşam namazının bitimiyle sabah
da namaz ve oruçlarının sıhhati adına namazının başlangıcı dışında kalan na-
nasıl bir yol takip etmeleri gerektiğini so- maz vakitlerindeki farklılıklar genellikle
ruyor. Bu yazıyı kaleme almamızın sebebi üç beş dakikayı geçmez. Çünkü güneşin
de bu tür sorulara cevap verebilmek. doğduğu, zeval vaktine ulaştığı ve battı-
ğı zamanı tespit etmek oldukça kolaydır.
Herkes az bir çabayla bu vakitleri kendisi
de tespit edebilir. Peki, bu kolaylığa rağ-
men sabah namazının çıktığı, öğlenin
başladığı, öğlenin çıkıp ikindinin girdiği
ve ikindinin bitip akşamın başladığı bu
vakitlerde niye farklılıklar vardır?
Bunun iki temel sebebi vardır: Bi-
rincisi, namaz vakitlerinin başlangıcına
“temkin vaktinin” ilâve edilip edilmeme-
si, ikincisi de güneşin gözlem ve tespitin-
de ortaya çıkan küçük farklılıklardır. Bir
de ikindi vaktinin girmesiyle ilgili İmam
Azam’ın farklı görüşü söz konusudur ki
buna daha önce yer vermiştik.
30
Yatsı ve sabah namazlarının girdiği uzatmışlardır. Ne var ki bu görüş, imsak
vakitlerde ise güneş artık gökyüzünde de- ve sabah namazı vaktine dair gelen ha-
ğildir, bu yüzden gözlenmesi de mümkün dislere ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.s)
değildir. Bu iki namazın başlangıç vakti uygulamalarına aykırı görüldüğü için ço-
güneşe bakarak değil, onun gökyüzüne ğunluk ulema tarafından kabul görme-
yansıyan ışıklarına bakarak tespit edilir. miştir.
Güneş battıktan sonra ışıkları batı Zira Allah Resûlü’nün sabah nama-
ufkundan kaybolacağı ana kadar akşam zını vakit girer girmez kıldığını anlatan
namazının vakti devam eder. Sabahleyin rivayetlerde sahabe, bu vaktin, yanında-
de güneşin ilk ışıklarının doğu ufkunda kinin kim olduğunu tanımayacak veya in-
belirmesiyle birlikte sabah namazı vakti sanların birbirinin yüzünü seçemeyecek
girer. Fakat bunun tespiti gökyüzündeki kadar karanlık olduğunu ifade etmiştir.
güneşin konumunu tespit etmek kadar (Ebû Dâvud, salât 2) Hatta mü’min kadınların
kolay değildir. sabah namazı için mescide geldiklerini
ifade eden Hz. Âişe, namaz bitince ev-
Mesela batı ufkunda son olarak gü-
lerine döndükleri esnada bile ortalığın
neşten kalan veya ilk olarak doğu ufkuna
onların tanınmasına imkan tanımayacak
yansıyan ışıkların niteliğinde ihtilaf edilir.
kadar karanlık olduğunu ifade etmiştir.
İlk dönem fukahasından bu yana bazıları
(Tirmizî, salât 118)
akşam namazının çıkıp yatsının girmesi
için güneşin batı ufkunda bıraktığı kızıllı-
ğın kaybolmasını yeterli bulmuş, bazıları
ise beyazlığın kaybolmasına itibar etmiş-
tir.
Aynı şekilde sabah namazının gir-
mesi ve Ramazan ayında yeme içmenin
bırakılması için bazıları doğu ufkunda ilk
olarak beliren beyazlığı yeterli bulmuş,
bazıları ise beyazlıktan sonra kızıllığın da
ortaya çıkmasını şart koşmuştur.
Hatta bazı modern araştırmacılar,
“Beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye
kadar yiyin, için.” âyetinden hareketle bu
kızıllığın da ufukta iyice yayılması, belir-
ginleşmesi ve herkesçe görülür hâle gel-
mesi gerektiğini şart koşmuş, bu yüzden
güneşin ufka yaklaşma açısını 9 dereceye
kadar düşürmüş ve imsak vaktini güne-
şin doğmasına 35-40 dakika kalana kadar
31
Şafak ve Fecir Vaktinin Farklı 62° enleminin ötesinde kalan bölgelerin
Olmasının Sebepleri 62° enleminin namaz vakitlerini esas ala-
bileceğini belirtmiştir.
Görüldüğü üzere bu konudaki ön-
celikli ihtilaf, yatsı ve sabah namazlarının Bunun yanında, beş vakit namazın
başlangıcı için şeriat tarafından konulan girdiği fakat gündüzlerin çok uzun veya
alametlerin (şafak ve fecir) yorumunda çok kısa olduğu, bu yüzden de oruç, te-
ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra söz ravih, yatsı ve sabah namazlarının edası
konusu şer’i alametlerin tespitine etki gibi ibadetlerin zorlaştığı bölgelerde de
eden; gözlem yapılan yerin yüksekliği, takdir uygulamasına gidilebileceğini sa-
havanın/atmosferin durumu, gözlem ya- vunan ve yılın belirli aylarında takvimle-
pılan yerdeki ışık seviyesi, doğu veya batı rini buna göre hazırlayan bazı kurumlar
ufkunun konumu, bulunulan enlem de- vardır. İşte bu da ihtilafın kaynaklarından
recesi, mevsimler, güneş ışıklarının aletle bir diğerini oluşturmaktadır.
veya çıplak gözle gözlenmesi gibi bir kı-
sım faktörler de takvimlerdeki farklılık-
lara yol açmaktadır. Özellikle gözlemin
çıplak gözle mi yoksa alet yardımıyla mı
yapıldığı önem taşımaktadır. Zira âletler
yardımıyla yapılan gözlemlerde doğu uf-
kunda beliren tan ağarması (fecir) daha
erken tespit edilmekte, bu da çıplak gözü
şart koşanlara göre bir farklılığa yol aç-
maktadır.
Takvimlerdeki ihtilafların diğer bir
sebebi “takdir” uygulamasıdır. Bilindi-
ği üzere Kuzey ve Güney kutbuna doğru
yaklaştıkça günler veya geceler uzamaya
başladığı için normal şartlarda namaz va-
kitleri için belirlenen alametlerin hepsi
görülmez. Ulemanın çoğunluğuna göre
vakit her ne kadar namazın sebebi olsa Gün Batımı ve Gün Doğumu
da bu zahiri bir sebep olup asıl sebep Açıları
emr-i ilâhidir; bu yüzden vakti girmeyen
Şafağın ne zaman kaybolduğu ve
namazların da takdir edilerek kılınması
fecrin ne zaman doğduğu tespit edildik-
gerekir. Takdirin nasıl yapılacağına dair
ten sonra yatsı ve sabah namazlarının
farklı görüşler olsa da en çok kabul gören
girme vakti güneşin batı ve doğu ufkuna
görüş, normal namaz vakitlerinin görül-
yaklaşma açısıyla ifade edilmiştir. Gün
düğü en yakın bölgenin esas alınmasıdır.
doğumu ve gün batımı açılarının tespiti
Türkiye’deki Din İşleri Yüksek Kurulu,
yeni değildir.
32
Asırlardır Müslümanların bildiği ve kuzey kutbuna yaklaştıkça sabit bir
ve uyguladığı şeylerdir. Habeş el-Hâsib, dereceyi esas almak daha zor hâle geli-
Neyrîzî, Bîrûnî ve İbnü’l-Heysem her iki yor. Uzmanların belirttiğine göre güneşin
açıyı da 18, Ebü’l-Hasan İbn Yûnus ve İb- ufuk çizgisine yaklaşma açısı, bulunulan
nü’ş-Şâtır gün doğumunu 19, gün batımı- enleme ve mevsimlere göre değişebiliyor.
nı 17 ve Hasan b. Ali el-Merrâküşî gün do- Hesapla veya gözlemle elde edilen sonuç-
ğumunu 20, gün batımını 16 derece olarak ların dünyanın bütün yerleri için doğru
hesaplamışlardır. (DİA, “İlm-i Mîkât”) olduğunu iddia etmek çok zor. Bu yüzden
ISNA ve Fransa İslâmî Organizasyonlar
Bugüne kadar sabah namazının da
Birliği gibi bazı kurumlar, gözlem yükü-
girdiği vakit olan imsak için tespit edilen
nü hafifletmek, ibadetleri kolaylaştırmak
gün doğumu açısı genellikle 18° veya 19°
ve birliği sağlamak amacıyla beş vaktin
olmuştur. Diyanet 1983 yılına kadar na-
girdiği enlemlerde de gün doğumu ve gün
maz vakitlerinin hesaplanmasında tem-
batımı derecelerinin belirlenmesinde
kin vaktini de göz önünde bulundurduğu
belli ölçüde takdir yöntemine gitmişler-
için 19 dereceyi, takvimlerden temkin va-
dir. Bu yüzden sabah ve yatsı namazları-
kitlerini çıkardıktan sonra ise 18 dereceyi
nın üç beş dakika geciktirilerek kılınma-
esas almıştır. Türkiye’de farklı zamanlar-
sının, oruç tutacaklar için yeme içmenin
da ve farklı yerlerde yaptığı gözlemlerin
üç beş dakika erken bırakılmasının bir
ortalamasının da 17.8 derece olduğunu
zorunluluk olmasa da ihtiyata daha uy-
açıklamıştır. Günümüzde astronomik tan
gun olacağını da hatırlatmışlardır.
olarak da 18° kabul edilmektedir.
Peki, mevcut tabloya göre Müslü-
Aynı şekilde fecrin zuhuru için
manlar namaz ve oruç ibadetlerini nasıl
Egyptian General Survey Authority 19.5
yerine getirecek, bu ibadetlerin vaktini
dereceyi, Pakistan’daki University of Is-
hangi takvime göre tayin edeceklerdir?
lamic Science 18 dereceyi, Suudi Arabis-
Uyulan takvimlerde hata bulunması, on-
tan’daki Ümmü’l-Kura Üniversitesi 18.5
ların oruç ve namaz ibadetlerine halel ge-
dereceyi, Islamic Religious Council of
tirir mi?
Singapore 20 dereceyi, Kanada’da bulu-
nan Muslim World League 18 dereceyi,
Amerika’da yer alan Islamic Society of
North America (ISNA) Amerika için 15,
Kanada için 13 dereceyi, Grande Mosquée
de Paris 15 dereceyi, Fransa İslamî Orga-
nizasyonlar Birliği 12 dereceyi, Abdülaziz
Bayındır’ın başkanlık ettiği Süleymaniye
Vakfı ise 9 dereceyi esas almışlardır.
Bu farklılığın altında yatan sebep-
leri yukarıda izah etmiştik. Burada şunu
hatırlatmakta fayda var. Özellikle güney
33
Hangi Takvime Uymalıyız? şartıdır. Namaza başlamak için vaktin gir-
mesi, girdiğinin bilinmesi gerekir.
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki
Müslümanların tamamının konunun in- Şayet mevcut takvimler arasında
celiklerini bilmesine ve buna göre bir ter- bir tercihte bulunamıyorsak ne yapaca-
cihte bulunmasına imkân yoktur. Aynı ğız? Pek çok meselede olduğu gibi burada
şekilde her bir Müslümanın namaz ve da cumhura uyacağız. Yani çoğunluk ta-
oruç ibadetlerinin başlangıç ve bitiş va- rafından kabul gören ve kendisiyle amel
kitlerini astronomik alametler üzerinde edilen takvimi, yani namaz ve oruç vakit-
gözlem yaparak tespit etmesi gerektiğini lerini esas alacağız. Böyle hareket edil-
ileri sürmek de ibadetleri oldukça zor- mesi, namazların cemaatle kılınmasını,
laştıracaktır. Bu zorluğun farkında olan ibadetlerde birliğin sağlanmasını, davet-
İslâm uleması da uzun asırlardan beri lerde veya toplu programlarda iftar ve sa-
namaz vakitleri için cetveller/takvim- hurların birlikte yapılmasını da kolaylaş-
ler hazırlamış veya bunu tecviz etmiş ve tıracaktır. Ancak biraz önce ifade edildiği
Müslümanlar da ibadetlerini buna göre üzere burada da takvimi hazırlayanlara
yapmışlardır. güvenmemiz ve namaz vakitlerinin sıh-
hatine kanaat etmemiz gerekir.
Takvimlere uymanın caiz olması,
elbette onların doğru olmasına bağlıdır.
Takvimlerde yer alan namaz vakitlerinin
doğru olup olmaması da din tarafından
konulan şeri alâmetlere mutabakat etme-
lerine bağlıdır. Bu da ya gözlem yoluyla
anlaşılır ya da güvenilir ilim ve tecrübe
sahibi kişilerin onay vermesiyle.
Şayet aynı bölgede uygulamada
olan birden fazla takvim var ve bunlar da
birbiriyle çelişiyorsa nasıl hareket etmeli-
yiz?
Eğer gerek takvimi hazırlayan şa-
hıslara veya kuruma olan itimadımızdan
gerekse bizzat kendi gözlem ve araştır-
malarımıza mutabakatından yola çıkarak
bunlardan birinin daha doğru olduğuna
kanaat getiriyorsak ona tâbi oluruz. Çün-
kü herhangi bir vaktin namazını kılabil-
memiz için o vaktin girdiğini bilmemiz,
buna inanmamız gerekir. Daha önce de
belirtildiği üzere vakit, namazın edasının
34
Bazı âlimler ibadetlerde ihtiyatın
esas olmasından hareketle, namaz va-
kitlerini daha geç veren takvimlere göre
amel edilmesi, oruçta yeme içmenin ise
imsak vaktini en erken veren takvime
göre kesilmesi görüşünü (ihtilaf alanı-
nın dışına çıkılmasını) benimsemişler-
dir. Tabii ki bu takvimlerin ehil kişiler
tarafından hazırlanmış olmasını da şart
koşmuşlardır. Buna göre hareket eden
bir kimse, namazlarını bütün takvimlere
göre vakit girdikten sonra kılmış ve aynı
şekilde orucunu da şüpheden uzak kala-
rak tutmuş olacaktır. Çünkü asıl olan (ke-
sin olarak bilinen), mevcut vaktin devam
ediyor olması ve yeni bir vaktin girme-
miş olmasıdır. Bu kesin bilgi zanla değil Sonuç Yerine
ancak yine kesin bir bilgiyle değişir. Bu Özetle İslam, ibadetleri bütün za-
kesin bilgiyi bize verecek olan da uzman man ve mekânlarda yapılabilecek ko-
kişiler tarafından hazırlanan takvimlerin laylık, genişlik ve objektiflik içinde em-
ittifakıdır. Yani hepsine göre yeni namaz retmiştir. Güneş ve Ay’ın hareketlerini
vaktinin girmiş olmasıdır. Fakat mevcut gözlemleyerek, gözlem imkânı olmadı-
takvimlerden birinin daha bilgili ve daha ğında da takdir yöntemine giderek iba-
güvenilir kişilerce hazırlanmış olduğu bi- detlerin rahatça eda edilmesi mümkün-
liniyorsa ona itibar edilmesi gerekir. dür. Modern zamanlarda teknolojinin
Bu yaklaşımın, ihtiyata en uygun gelişmesiyle ay ve güneşin hareketlerini
ve şüpheden en uzak görüş olduğunda takip etmek daha da kolaylaşmış, buna
şüphe yoktur. Dolayısıyla bununla amel göre imsakiyeler hazırlanmış, mobil uy-
etmeye güç yetirebilenler amel ederler. gulamaları yaygınlaşmış ve bu da ibadet
Fakat böyle bir görüş en fazla bir tavsiye hayatını daha da kolaylaştırmıştır.
olarak ileri sürülebilir ve takvanın bir ge- Özellikle yolculuk imkânlarının
reği olarak görülebilir. Böyle bir görüşün, genişlediği günümüzde dünyanın farklı
bütün Müslümanların uymaları gereken ülkelerine giden kimseler bu kolaylıktan
objektif bir mükellefiyet olarak görülmesi istifade etmektedirler. Güvenilir ve ilim
ve genel bir fetva olarak ortaya konulma- ehli insanlar tarafından hazırlandığı sü-
sı doğru olmaz. Çünkü buna göre amel rece takvimlerdeki içtihat kaynaklı fark-
etmek hem mevcut ihtilafları daha da lılıkları problem olarak değil, birer rah-
büyütür, ibadetlerin birlikte yapılmasını met, kolaylık ve genişlik olarak görmek
zorlaştırır hem de yerine göre şahsi göz- de mümkündür.
lem ve araştırmadan bile zor olabilir.
35
Bu farklılıklar karşısında yukarı- tam bir birlik sağlanamasa ve bir kısım
da verilen ölçülere göre hareket edilme- şaz görüşler varlığını devam ettirecek
li ve bu konu ihtilaf ve fitne vesilesine olsa bile, en azından âlimlerin, fetva he-
dönüştürülmemelidir. yetlerinin ve dinî kurumların birlikte
çalışmalar yaparak mevcut ihtilafları en
Kesin bilgiyle veya zann-ı galiple
aza indirmelerini arzuluyoruz. Ne var
sıhhatine inandığı bir takvime tâbi ola-
ki Müslümanlar arasındaki sosyal ve si-
rak namaz ve oruç ibadetlerini yerine
yasi ihtilafların şimdilik buna müsaade
getiren bir kimse kendine düşen sorum-
etmediğini de görüyoruz. Bu birliği sağ-
luluğu yerine getirmiş ve mükellefiyet-
lamak ve mevcut ihtilafları gidermek
ten kurtulmuş olur. Böyle birinin yap-
elimizde olmadığına göre bize düşen
tığı ibadetlerin sıhhatiyle ilgili ileri geri
mevcut şartlarda en güzel şekilde Müs-
konuşmak doğru olmadığı gibi, onun
lümanlığımızı nasıl yaşayacağımıza
kendisinin de ibadetlerinden şüphe et-
dair çözümler bulmaktır. Bu yazıda da
mesi doğru olmaz. Zira içtihadî konu-
bu çözümlere işaret etmeye çalıştık.
larda tek bir doğru yoktur; olsa bile bu
doğrunun kimin yanında olduğu biline- Son olarak şunu belirtelim ki na-
mez. maz vakitleriyle ilgili bu tür tartışmalar
bize işin özünü ve aslını unutturmama-
Mutlak doğru ancak Allah katın-
lıdır. Asıl olan, ibadetlerin ihlas ve sami-
dadır; bizler içtihat ve araştırmayla onu
miyetle yerine getirilmesi ve ibadetler
bulmaya çalışır ve buna göre amel ede-
vasıtasıyla Allah’a kurbiyet kazanılma-
riz. İçtihat şartlarını haiz itimat ettiği-
sı, O’na yaklaşılmasıdır.
miz bir görüşe tâbi olup ibadetlerimizi
yerine getirdikten sonra da onların sıh-
hatine inanır, Allah’ın kabul edeceğini
umarız. Dolayısıyla tek doğrunun ken-
di görüşü olduğunu, başka görüşlerle
amel edenlerin ibadetlerinin batıl ola-
cağını iddia eden kimselere itibar edil-
memelidir.
Çoğu Müslüman gibi biz de Ra-
mazan ve bayramların başlangıcıyla
ve ibadetlerin vakitleriyle ilgili Müslü-
manlar arasında birliğin sağlanmasını;

36
Ramazan İlmihali
Orucun tarifi Oruçlu iken âdet olunduğunda oruç
bozulur mu?
Oruç; tan yerinin ağarmasından
güneşin batma vaktine kadar, ibadet Oruçlu iken adet görenin oru-
niyetiyle, yeme, içme ve cinsel ilişkiden cu bozulmuş demektir. Bundan sonra
uzak durup nefsi dizginlemektir. yemek yese de yemese de oruç bo-
zulmuştur. Yemek yiyebilir, su içebilir.
Oruç tutmanın farz olduğu kimseler İftara kadar beklemeye gerek yoktur.
Oruç ibadeti, bazı özelliklere sa- Bozulan bu oruç için yerine kaza orucu
hip olan kimselere farzdır. Bu özellikler tutulması gerekir.
şunlardır: Müslüman olmak, ergenlik Hastalık ve oruç
çağında ve akıllı olmak, oruç tutma-
ya güç yetirmek ve yolcu olmamak. Hastalık, insanın hayatî fonksi-
yonlarının muntazam şekilde seyret-
Oruç tutmanın farz olmadığı durumlar memesi veya etraftan gelen uyarıla-
Yolculuk, hastalık, gebelik ve ço- ra cevap verilmeme halidir. Hastalık,
cuk emzirmek hali, aşırı yaşlılık, aşırı oldukça ciddi ve tedavi gerektiren bir
açlık ve susuzluk… gibi oruç tutmaya durum olabileceği gibi basit bir rahat-
mani veya oruç tutmayı çok zorlaş- sızlık da olabilir. Bu ayırımı yapmayı
tıracak veya oruç tutulduğunda bazı yani oruç tutup tutmaması gereken
zararların ortaya çıkacağı durumlar- kimseleri ayırmayı İslâm, Müslüman
da oruç tutmak farz değildir. doktorlara bırakmıştır.

Kadınların özel halleri Oruç tutmayı farz olmaktan çı-


karacak hastalıklar şöyle özetlenebi-
Kadınlardan hayız ve nifaslı olanlar
lir:
bu dönemlerinde bazı ibadetlerden
muaf tutulmuşlardır. Böyle bir du- 1- Tedavisi mümkün olmayan ya da
rumda kadın oruç tutmayacak, na- ciddî bir rahatsızlık sebebiyle bir ame-
maz kılmayacaktır. Ancak bu devre liyat geçirmiş ve mutlaka beslenmesi
Ramazan’a denk gelirse, tutamadığı gereken hastalar...
gün sayısınca başka zaman tuta- 2- Devamlı ilaç kullanmayı gerektiren
caktır. ağır kalp, böbrek, karaciğer hastaları,
ağır şeker hastalığı olan kimseler.
3- Şiddetli ağrılı hastalıkları sebebiyle
ilaç kullanması gereken kimseler.
4- Mevcut hastalığının oruç sebebiyle
daha da ağırlaşabileceğinden endişe
eden hastalar.
Oruç ve niyet

Niyet kalp ile yapılır. Kişinin, oruç


tutmak gayesiyle ağzını bağlaması
manasınadır. Dil ile niyet şart değil-
dir. Ama vesvesenin önünü kesecekse
güzeldir.
Ramazan oruçlarında akşam-
dan itibaren gündüz kuşluk vaktine
kadar niyet edilebilir.
38
Yani geceleyin imsak vaktinden önce
niyet edilebileceği gibi gündüz kuşluk
vaktine kadar da niyet edilebilir, gece
niyet etmek daha faziletlidir. Gündüz
oruca niyetin caiz olması, imsak vaktin-
den sonra bir şey yemeyip içmemeye
ve orucu bozan bir iş yapmamaya bağ-
lıdır.

Geceden oruca niyet edilmiş


olunsa da orucun başlama vakti im-
sak vaktidir. Bundan dolayı imsak vakti-
ne kadar yiyip içmekle oruç da niyet de
bozulmaz.
Oruç Bozmanın Cezası Nedir?
Oruç, niyet edip tutmaya başla-
makla mükellef üzerine borç olur. Bu se-
beble, meşru (hastalık, yolculuk gibi) bir
mazeret olmadıkça, başlanmış orucu
bozmak günahtır. Ayrıca bozulan oru-
cun sonradan gününe gün kaza edil-
mesi de lâzımdır.

Ramazan’da orucu mazeretsiz


olarak ve kasden bozmakta ise kaza ile
birlikte bir de kefaret denilen, iki kamerî
ay (yaklaşık 60 gün) aralıksız oruç tut-
ma cezası vardır.
ibadeti ihlal ettiklerinden dolayı ceza-
Kaza: Hiç tutulmayan veya tutulmaya landırıp uyarmış, hem de bu vesileyle
başlanıp da bozulan bir orucu sonra- toplumdaki bir ihtiyacı gidermiş olmak-
dan tutmaktır. tadır.
Kefaret: Kasden ve mazeretsiz olarak Kefaret, iki ay peş peşe oruç tut-
bozulan Ramazan orucuna ceza olarak makla yerine getirilir. Bu cezayı, yaşlılık,
iki ay aralıksız oruç tutmaktır. Ramazan zayıflık ve hastalıktan dolayı yerine ge-
ayında herhangi bir özür bulunmaksızın tiremeyen kimse, 60 fakiri sabah ve ak-
oruç bozmak, büyük günahtır. Bundan şam olarak iki öğün doyurur. Doyurmak;
dolayıdır ki, Ramazan’da oruç bozan yedirmek suretiyle olacağı gibi, yemek
kimse, Ramazan ayının bu saygınlığını parasını fakire vermekle de olur. 60 fa-
ihlâl ettiğinden dolayı bu ağır cezayla kir yerine bir fakiri 60 gün doyurmak da
karşı karşıya kalmış olur ki, işte buna ke- câizdir.
faret adı verilmektedir.
Oruç tutmaya bedenî gücü yet-
Kefaret, aynı zamanda toplumda- mediği gibi fakir yedirmeye de mâli
ki fakirlerin gözetilmesi, onlara yardım- gücü kâfi gelmeyen bir kimseden ise
da bulunulması için bir vesiledir. İslâm, kefaret cezası kalkar. Artık onun yapa-
oruç ibadetini ihlal edenlere böyle bir cağı şey, Allah’tan af ve mağfiret dile-
cezayı vermekle, hem onları önemli bir mektir.
39
Oruçla İlgili Bazı Merak Edilenler
engelleri de bulunmuyorsa, iğnelerini
iftardan sonra yaptırmaları yerinde olur.
* Unutarak yemek içmek ve cinsî mü-
nasebette bulunmak, unutarak yapılan İğnenin orucu bozup bozmayaca-
bu işler orucu bozmaz. Ancak oruçlu ol- ğı, kullanılış maksadına göre değerlen-
duğunu hatırladığı anda, bu işleri yap- dirilebilir. Ağrıyı dindirmek, tedavi etmek,
mayı bırakması gerekir. Unutarak yi- vücudun direncini artırmak, gıda ver-
yip içen kimse, orucunun bozulduğunu mek gibi maksatlarla enjeksiyon yapıl-
zannederek yemeye devam etse oru- maktadır. Gıda ve keyif verici olmayan
cunu kaza etmesi gerekir. Ancak orucu- enjeksiyonlar, yemek ve içmek anlamı-
nun bozulmadığını bildiği halde yer ve na gelmediklerinden orucu bozmazlar.
içerse hem kaza hem de kefaret gerekir. Hastaya serum veya kan verilmesi de
aynı hükme tabidir. (DİB, Din İşleri Yüksek Ku-
* Uyurken ihtilâm olmak, ağza gelen rulu)
balgamı yutmak, kulağa kaçan su, bo-
ğaza kaçan toz, kan aldırmak, göze sür-
me çekmek orucu bozmaz.

* Geceden cünüp olan kimsenin, yıkan-


mayı sahurdan sonraya, oruçlu vaktine
bırakması orucunu bozmaz.

* Sahurdan dişleri arasında kalmış no-


hut tanesinden küçük bir şeyi yutmak
da orucu bozmaz. Nohut tanesinden
büyük olursa bozar.

* Derideki gözeneklerden içeri giren Diş fırçalamak ve misvak kullanmak


şeyler orucu bozmaz. Buna binaen, yı- Boğaza kaçmamak şartıyla, diş
kanmak ve vücuda sürülen şeyler orucu fırçalamakla oruç bozulmasa da diş
bozmaz. macunu ile fırçalamak oruca zarar verir,
* Abdestte ağza su verip geri boşalttık- mekruhtur.
tan sonra arta kalan yaşlığın yutulması Kokulu ve özel katkı maddeleri içe-
orucu bozmaz. ren macunları da düşünürsek bu zarar
ileri seviyelere çıkar. Macun veya misvak
Enjeksiyon, aşı ve serum
parçaları boğaza kaçarsa ya da su yu-
Çiçek aşısı gibi deri üzerinden ya- tulursa zaten oruç bozulur, kaza gerekir.
pılan aşılar orucu bozmaz. Çünkü deri, Orucun bozulma ihtimali dikkate alına-
vücudun dış kısmındadır. Vücudun içine rak, dişlerin imsakten önce ve iftardan
ilâç ve su gibi maddeler enjekte edildi- sonra fırçalanması daha uygundur.
ğinde oruç bozulur. Dinimiz, hasta ve te-
Krem ve kokular
davi sürecinde olan kişilerin oruç tutma-
malarına izin vermektedir. Bu nedenle, Oruç, vücuda giren şeylerle bozu-
tedavisi devam eden kimseler, sağlık- lur. Dolayısıyla, jöle, krem ve deodorant
larına kavuşup, tedavileri tamamlanın- sürmek orucu bozmaz. Tıraş olurken
caya kadar oruçlarını erteleyebilirler. kanayan yere kan taşı sürmek orucu
Bununla birlikte, Ramazan ayında her- bozmaz. Misk, gül ve gülsuyu koklamak
kesle birlikte oruca devam etmeyi arzu oruçlu için mekruh değildir. Çiçek, esans
ediyorlar ve oruç tutmalarına başka bir koklamakla da oruç bozulmaz, mekruh
da değildir. 40
Fidye
Herhangi bir mazereti sebebiyle
oruç tutamayan kimseler, mazeretleri
sona erdikten sonra bu oruçlarını kaza
ederler. Ancak mazeretin geçmesinden
çok ümidi olmayan ya da yaşlılığından
dolayı oruç tutamayan kimseler için di-
nimiz, “fidye” adı altında bir telafi me-
todu belirlemiştir. Fidye, mazeretli kim-
senin fakirlere yapacağı yardımdır. Her
bir oruç için bir fakiri iki öğün doyuracak
miktarda bir parayı ya da yemeğin ken-
disini fakirlere vermektir. Bu asgari mik-
tardır. Kişi isterse daha fazla da verebilir.

Kefarette olduğu gibi, fidyede de,


hem oruç tutması gereken kimse fidyey-
le mükellefiyetini yerine getirmiş hem
de toplumsal dayanışmanın önemli bir
unsurunu teşkil eden, ihtiyaç sahipleri-
ne yardım ameliyesi yerine getirilmiş ol-
maktadır.

Oruç tutamadığından dolayı fidye


veren kimse daha sonra yeniden oruç
tutabilecek duruma gelirse, fidyesini
verdiği günlerin kazasını yapar.

Hamile/çocuk emziren bir kadın tuta-


madığı oruçlar için fidye verebilir mi?
Oruç için edaya veya kazaya güç
yetirebilen bir kimse, fidye vererek oruç
borcundan kurtulamaz. Hamilelik, ço-
cuk emzirme, geçici hastalık, yolculuk
gibi durumlar oruç tutmamak için birer
özürse de fidye vermek için birer özür
değildir. Bu kişiler daha sonra ilk fırsatta
oruçlarını kaza etmekle yükümlüdürler.

Gebe olan veya çocuk emziren


bir kadın da tutamadığı oruçlarını daha
sonra kaza etmelidir. Fidye vermek-
le mükellef olanlar hiçbir zaman (yani
ömür boyu) oruç tutmaya güç yeti-
remeyecek kimselerdir. Bunlar da çok
yaşlılar ve artık iyileşme ümidi zayıflamış
olan hastalardır.

41
Şeker hastaları oruç tutabilirler mi?

Birçok şeker hastası hiç tereddüt * Kan şekerinde büyük iniş çıkışlar, hi-
etmeden ve hastalıklarını dahi düşün- poglisemi (kan şekeri düşüklüğü) ve
meden Ramazan ayında oruç tutarlar. enfeksiyonun olmaması lazımdır.
Oruç tutmama­nın manevî mesuliyetini
bilen mütehassıs (uzman) hekimler, di- * Bu hastalarda yüksek tansiyon, koro-
yabetik hastaların oruç tutmaları veya ner arter hastalığı, böbrek taşları gibi
tutmamaları ile alakalı kendileri­ne sual ikinci bir ağır hastalığın olmaması la-
sorulsa, cevap vermekte zorlanabilirler. zımdır.
Oruç tutmak ağır şeker hastalarını ris-
ke sokabilir, hipoglisemi denilen kan- * Vücutları perhize cevap veriyor ol­
da şekerin tehlikeli şekilde düşmesi söz malıdır.
konusu olabilir.
* Vücutları ilaç tedavi­sine cevap ver-
Diğer taraftan, Ramazan ayında meli­dir. (Özyazıcı, Din ve bilimin ışığında Oruç ve
oruç tutmanın, Allah’ın em­rine uymak- Sağlık, s. 140-142’den özetle)
tan dolayı manevî bir hazza yol açtığı,
bunun da sakinleştirici bir tesiri olduğu
inkâr edilemez.

Şeker hastaları, stres hâlinin böb-


rek üstü bezlerinden salgılanan kate-
kolamin adlı maddelerin salgılanması-
nı arttırarak kan şekerinin yükselmesine
yol açtığını bilmelidirler. Stres, sıkıntı
halini azaltan herhangi bir şey, meselâ
oruçlunun içinde bulun­duğu ruhî huzur,
şekerin kontrolüne imkân verir. Böylece,
Ra­mazan ayında tutulan oruç, şekerin
kontrolünde fayda sağlayabilir.

Oruç tutabilecek şeker hastaları


için bazı prensip ve ölçüler vardır. Bun-
ları şöylece sıralamak mümkündür:

* Erkek olan şeker hastalarının 20 yaşın


üzerinde olmaları is­tenir. Yani yetişkin-
lerde, yaşlılarda ortaya çıkan diyabet
çeşidi ol­malıdır.

* Yirmi yaşından daha yaşlı olan bayan


şeker hastaları hamile olmamalıdırlar
ve bebeğini emziriyor olmamalıdırlar.

* Şahsın kilosu normal veya biraz şiş-


man olmalıdır.

42
Yalan, gıybet, harama bakmak gibi
günahlar orucu bozar mı?

Öncelikle ifade etmek gerekir ki


bu tür günahlar orucu bozmaz, ancak
kişiyi orucun sevabından mahrum bı-
rakır.
“Nice oruç tutanlar vardır ki orucundan
kendisine kuru bir açlıktan başka bir
şey kalmaz. Geceleri nice namaz kı-
lanlar vardır ki namazlarından kendi-
lerine kalan, yalnız uykusuzluktur.” (İbn-i
Mace, sıyâm, 21).

“Nice oruç tutanlar var ki oruçlarından


payları açlık ve susuzluktur. Ve yine
nice ayakta duranlar / namaz kılanlar
var ki namazından elde ettiği şey yor-
gunluktur.” (İbn Hanbel, 2/373)
Bu ve benzeri hadisleri de naza-
ra alan alimlerimiz, orucun sevabından
tam istifade edebilmek için kişinin bü-
tün âzâ u cevahirine yani bütün organ-
larına oruç tutturması gerektiğini ifa-
de etmişlerdir. Yani insan ağzını yalan,
gıybet vb. şeylerden, gereksiz ve çok Sahur yapmak şart mı?
konuşmaktan uzak tutmalı ve devamlı Nafile oruçlarda da farz oruçta
hayırla meşgul etmelidir. da önemli olan niyettir. Ancak, sahura
kalkmanın ayrı bir ehemmiyeti vardır.
Gözlerini harama bakmaktan
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi
uzak tutmalı, Allah’ın kelâmını okumak-
ve sellem), sahurun bereketinden bah-
la ve kainat kitabını müşahede etmekle
sederek şöyle buyurur:
meşgul etmelidir. Kulaklarını da boş ve
manasız şeylerden uzak tutmalı, onları “Sahura kalkın, çünkü sahur yemeğin-
Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere, güzel de bereket vardır.” (Buhârî, savm, 20).
sözler ve sohbetlerle meşgul etmelidir.
Böylece yeme içme açısından oruç tut- Bu bağlamda sahur yapmak
tuğu gibi aynı şekilde başta dili, gözleri müstehap görülmüştür. Sahurun vakti
ve kulakları olmak üzere bütün organ- ise gecenin sonudur yani son altı da bi-
larına oruç tutturmalıdır ki tuttuğu oruç ridir. Fakat sahuru vaktin çıkıp çıkmadı-
yanına açlık olarak kalmasın, sevabın- ğı hususunda şüpheye düşecek kadar
dan da mahrum kalmasın. geciktirmek mekruh görülmüştür.

43
Fitre ne zamana kadar ödenir?

Sadaka-i Fıtır Fitrenin ödeme zamanı fitre ve-


rilenin en çok ihtiyaç duyacağı andır.

(Fitre)
Fitrenin asıl vakti, bayram günü sabah
namazı ile bayram namazı arasıdır. Bu,
bayram günü fakir fukarayı sevindir-
me, onların da bayram sevincine ortak
olmasını sağlama amacına matuftur.
Gücü yeten Müslümanların Ra- Ancak daha öncesinde de verilebilir.
mazan ayının sonunda, aile fertlerinin Özellikle günümüz şartlarında, ihtiyaç
teker teker hepsi adına ödemekle yü- sahiplerinin bayram günü ihtiyaçlarını
kümlü olduğu sadakaya, “sadaka-i karşılaması ve bayrama hazırlanmala-
fıtır” denir. Ülkemizde halk arasında rı zor olacağından belki bayram öncesi
buna “fitre” denmektedir. Ramazan vermek daha iyi olabilir. Kadir gecesinin
ayının bereketinden istifade ve onu coşkusu ve bereketi bu konuda bize bir
yaşamanın bir teşekkürü olarak verilen kapı olabilir.
fitre, Müslüman için önemli bir uhrevi Fitremizi Kadir gecesinde veya
kazançtır. Kadir gecesi ile bayram arasında ve-
Fitre emri, hicretin ikinci yılında rebiliriz. Fitrenin bayramdan sonraya
Ramazan orucunun farz kılınmasıyla bırakılması ise fakihlerin çoğunluğuna
birlikte gelmiştir. Efendimiz, bir hadisle- göre mekruh, bazılarına göre haram-
rinde hür olsun köle olsun, erkek olsun dır. Fitre, mali bir sorumluluk olması iti-
kadın olsun her Müslüman adına fitre bariyle, ödenmediği sürece kişinin üze-
verilmesi gerektiğini bildirmiştir. (Müs- rinden sorumluluk kalkmaz. Bu nedenle
lim, Zekât 12) Bu hadise dayanarak, Şa- herhangi bir sebepten dolayı vaktinde
fii, Maliki ve Hanbelilere göre fitre farz- verilemeyen fitre, daha sonra da olsa
dır. Hanefi mezhebine göre ise vaciptir. verilmelidir.
Şu kadar var ki, Hanefi mezhebinde va- Kimler fitre verir?
ciple farz arasında pratik açıdan pek
Hanefi mezhebine göre fitre yü-
bir fark yoktur.
kümlülüğü için bayram günü nisab
Fitre ailedeki herkes adına verilir. miktarı mala (80 g altın) sahip olmak
Yükümlülük açısından kadın kendi fit- gerekirken, diğer mezheplere göre, te-
resini, erkek de kendi fitresini ödemek mel ihtiyaçlarından fazla malı olan kim-
zorundadır. Ancak birbirlerinin yerine se fitre vermekle yükümlüdür.
vermelerinde bir mahzur olmaz. Ço- Fitre kimlere verilir?
cuklara gelince şayet kendilerine ait
bir mal varsa ondan verilebilir. Yoksa, Zekât verilebilecek fakir, ihtiyaç
velileri onların fitresini kendi malından sahibi kimselere fitre de verilir. Fitre veri-
vermelidir. lirken, yakından başlamak üzere en çok
ihtiyaç olan yerleri düşünmek ve fitre
Fitre yükümlülüğü için âkil ba- vesilesiyle toplumsal gelişmeye katkıda
liğ olma şartı olmadığı gibi, Ramazanı bulunmayı öne almak önemlidir. Müs-
oruçlu geçirme ve mukim olma şartı lümanlar, hayır adına verdikleri zekât ve
da yoktur. sadakaların nereye, hangi ellere gittiği-
ne ve ne amaçlarla harcandığına dik-
kat etmelidir.
44
kefaretinin anlatıldığı ayette, “çoluk ço-
Fitrenin Miktarı Nedir?
cuğunuza yedirdiğiniz orta halli yemek
Allah Resulü döneminde fitre en çeşidinden…” (Maide Suresi, 5/89) ifadesi
çok tüketilen gıda maddelerinden ve- geçmektedir ki, bu bize bir ölçü vermek-
rilirdi ve bu yüzden de ölçü olarak fıkıh tedir.
kitaplarımızda o zamanın en çok kulla-
nılan ürünleri, arpa, buğday, hurma ve Fıtır Sadakası Ramazan’dan Önce
üzüm ölçü olarak alınmıştır. Verilebilir mi?
Ebû Saîd el-Hudrî Hazretleri bu Fıtır sadakası, yani halkımız ara-
durumu şöyle ifade eder: sında bilinen ismiyle “fitre”, bazı ule-
maya göre Ramazan Bayramı sabahı
“Efendimiz devrinde fitreyi yiyecek
fecrin doğuşuyla yani sabah namazının
maddelerinden 1 sâ’ (yaklaşık 3 kg)
vaktinin girmesiyle; bazı ulemaya göre
olarak verirdik. O zaman bizim yiyece-
ise Ramazan’ın son günü güneşin bat-
ğimiz arpa, kuru üzüm, hurma ve keş
masıyla vacip olur. Bu, vacip oluş vakti-
(yağı alınmış peynir) idi” (Buhârî, Zekât 74).
dir. Ancak daha öncesinde de verilebilir.
Fitre bu gıda maddeleri esas alı-
Fitrenin vacip olmasının önem-
narak verilebileceği gibi, her bölgenin
li hikmetlerinden biri, bayram günü fa-
yaygın olarak tükettiği gıda maddeleri
kir fukaranın sevindirilmesi, bayramda
üzerinden de verilebilir. Bu gıda mad-
ihtiyaç duyacakları şeyleri temin ede-
delerinin kendileri verilebileceği gibi, in-
bilecek kadar ellerine para geçmesi-
sanların ihtiyaçları göz önüne alınarak
nin sağlanmasıdır. Bu manada, olması
para olarak veya başka bir şey olarak
gereken, Efendimiz’in (sallallahu aley-
da verilebilir. Bu hususta maslahat neyi
hi vesellem) emirleri uyarınca, fitrenin
vermekse onun verilmesi daha uygun-
bayram namazından önce fakirin eline
dur.
ulaşmasının sağlanmasıdır. Bayram-
Fitresini para olarak verecek olan dan sonraya bırakmak mekruhtur; bıra-
kimselerin, alt sınır olarak hadiste ge- kıldığı takdirde yine de verilmesi gerekir.
çen gıda maddelerinin 1 sa’ (3 kg. ka-
Ümmetin ameli, fitrenin, amellerin
dar) ücretini fitre olarak hesap etmeleri
sevaplarının bereketlendiği Ramazan
mümkündür.
ayı içerisinde verilmesi olarak gelenek-
Bunun yanında bir fakirin gün- leşmiştir. Bununla birlikte fitrenin, Ra-
lük yemek ihtiyacının tespit edilmesi ve mazan’dan önce de çıkarılması caizdir.
bunun ücretinin verilmesi de uygun- Özellikle, fitreyi verecek kişi eğer ihtiyaç
dur. Ancak bu, hadiste zikredilen temel sahibine kendisi doğrudan vermeyecek
gıda maddelerinin ücretinin altına düş- de bir başkası vasıtasıyla ulaştıracaksa,
memelidir. Alt sınır yakalandıktan son- fitrenin kendi elinden çıkmasından ziya-
ra fazla verilen fitreler konusunda bir de, ihtiyaç sahibinin eline ulaştığı vakti
mahzur yoktur. Bunlar fazladan sadaka dikkate almalıdır. Bu manada, ulaştırıl-
yerine geçer. ması zaman isteyen durumlarda fitre-
nin çok daha önceden çıkarılıp gönde-
Esasen herkes kendi fitre mikta- rilmesi caizdir, hatta daha makul olan
rını kendisi de hesaplayabilir. Bir insan, yoldur. Önemli olan, fitrenin, ihtiyaç sa-
kendi ailesinin günlük ortalama gıda hibine vaktinde ulaşmasıdır.
harcamalarını hesaplayarak buna göre
fitresini verebilir. Zira Kur’ân’da yemin
45
Bir Kere Daha Bayram
amazan gelirken bin nazla ve dolu
R dolu düşüncelerle gelir. Gece-gün-
düz hep gufranla tüllenir durur.
Mîâdı dolunca da kendini duyura duyu-
ra gider. Ne var ki Ramazanlaşan ruhlara
tam bir boşluk yaşatmamak için de bizi,
hayrı, bereketi, neş’esi sıkıştırılmış bir
gün diyebileceğimiz bayrama emanet
eder.
Ramazandan sonra bayramın geli-
şi sürpriz olmasa da, yine de o alışılmışın
çok çok üstünde bir canlılık ve ülfetlerin
eskitemediği bir eda ile ufukta belirir;
bir dolunay gibi yükselir ve gözlerimi-
ze, gönüllerimize kâse kâse heyecan su-
nar. Ramazanla sıcak alaka kurabilmiş
hemen herkes bayramı, ilâhî ihsanların
bir tevzî zamanı füsunuyla duyar, onu
olabildiğine tılsımlı bulur ve onun bu
semavî cazibe ve büyüsüyle muvakkaten
dahi olsa, Ramazanın ayrılış şokunu ol-
dukça hafif hisseder ve koca bir gufran
ayının vedasıyla engin bir ihsan günü-
nün şölenini iç içe yaşar.
Bizler, bayramı hemen her zaman
süratle doğan, bir hamlede gelip tepe-
mize yükselen ve adeta göz açıp-kapa-
ma sürati içinde de ömrünü tamamlayıp
guruba yaslanan bir bedir gibi duyarız.
Çarçabuk gelir, çarçabuk gider ve has-
retlerimizi, hayallerimizdeki resimlerine
emanet eder.

46
Bizler, bayramı hemen her zaman da duyup zevk ettikleri mânevî ihtişa-
süratle doğan, bir hamlede gelip tepe- ma denk bir füsuna bürünür, ve o engin
mize yükselen ve adeta göz açıp-kapa- mânâ ve muhtevasıyla gönüllere işleye iş-
ma sürati içinde de ömrünü tamamlayıp leye mü’minleri, açılabildikleri kadar alır
guruba yaslanan bir bedir gibi duyarız. kalbî ve ruhî hayatın derinliklerine götü-
Çarçabuk gelir, çarçabuk gider ve has- rür, onlara ayları, güneşleri, kehkeşanları
retlerimizi, hayallerimizdeki resimlerine içine alabilecek vüsate erme rampaları
emanet eder. Ancak böyle fevkalâde dar hazırlar, ve herkese “kenz-i mahfî”ye pı-
bir zaman dilimine sıkıştırılmış bayram o rıl pırıl bir ayna olabilme düşüncelerini
kadar zengin, o kadar muhtevalı ve o den- fısıldar:
li cömerttir ki, onda haftaların, ayların
Öyle ki, derecesine göre hemen
vâridâtının meknuz bulunduğunu söyle-
herkes bayramın tedâî ettirdikleriyle uç-
mek mübalağa olmasa gerek.
maya hazır kuşlar gibi gerilir, herhangi
O her zaman semadan ufkumuza bir derinliğe açılıyormuşçasına boyun-
tıpkı bir avize gibi sarkıtılır; sinelerimize larını uzatır.. ve uçup ulaştıkları/ulaşa-
neş’e olur akar, semavîliğe açık gözlere cakları zirvelerin hayretiyle hep mest ü
ışık ziyafetleri çeker.. Ramazanı saygıyla mahmur dolaşır ve bu tek dünya gününü
uğurlayanlara göklerin saygı mesajlarını âdeta cennet zamanlarına çevirirler, evet
sunar.. ve hemen herkese -gönlünün vü- onlar böyle bir hayret sermestisi içinde,
sati ölçüsünde- ukbâ güzelliklerinden ne- her nesnede Hakk’a ait güzellikleri görme
ler ve neler fısıldar.! büyüsüyle mest, zaman sükûtun lisanıyla
en beliğ hutbeler îrâd etmekte ve hemen
Bayram, dünya ve ötelere ait güzel-
bütün mekanlar da, bayram rengi ve bay-
liklerin birbirine karıştığı, insanların bü-
ram deseniyle onlara bestesiz, güftesiz en
tün bir Ramazan boyu değişik ibadetlerle
saf bir mûsıkîden en nefis nağmeler sun-
melekleştiği, meleklerin bu benzerliğe
maktadır.
teveccüh ve iltifat olarak bayramlaşan o
temiz ruhlar arasında tenezzül dalga bo- Zannediyorum eğer bayramın ses-
yuyla uçuşup durduğu ve her şeyin lâhûtî lendirdiği bu mûsıkîyi ve bayramlaşan
bir güzelliğe büründüğü öyle büyülü bir insanların edalarından dökülen şiiri çöz-
gündür ki, onu tam duyup yaşayabilen- mek, dile getirmek mümkün olsaydı, en
ler kendilerini uyanmak istemedikleri enfes şiirlerin bercesteleri bile bu büyülü
bir rüya aleminde sanırlar. Bu mübarek nağmelerin yanında renk atmış, sararmış
günde Ramazanın yaşandığı hemen her kupkuru birer lakırdıya dönüşürdü.
yer ruhanîlerin yıldızlar arası dünyalar-

47
Bazen bayramın gelişiyle-duyanlar Evet bayram her gelişinde duygu,
için-dört bir yanı öyle bir “üns” esintisi düşünce, his ve şuurlarımıza öyle derince
kaplar ki, insan görüp temâşâ ettiği her tesir eder ve benliğimizi öyle yumuşakça
çehrede ötelerin vefasının tüllendiğini sarar ki, onu tıpkı teneffüs edilen bir koku,
görüyormuşçasına ve hem burası hem de dilimizde-damağımızda dolaşan bir lez-
öteler, her iki âlemin birleşik noktasında zet, gönüllerimizde duyulan bir haz ve uf-
bulunuyor olma hülyalarıyla zevkle geri- kumuzda tüllenen bir şölen gibi hissede-
lir, haşyetle ürperir ve kendini bir havf-re- riz; biz hissederiz, o da günün hemen her
ca zemzemesi içinde bulur. Bazen insan, saatinde bize, harflerle, kelimelerle kayıt
bayramda her şeyi olduğundan çok fark- altına alınamayacak ne sözler ne sözler
lı duyar ve farklı değerlendirir: Öyle ki o söyler, her şeyi evirir çevirir kendi uhrevî
kendine hükmeden bir kısım duygu ana- güzelliğinin cazibesine bağlar, hafıza, ha-
forlarıyla göklerin ve yerin iç içe girdiğini, yal ve hatıralarımızı en enfes resimlerle
arzdan kopup bir ölçüde semavileştiğini, süsler ve bir gün çekip gitse de, hayalha-
ruhanîlerin arasına girip onların dünya- nemizde her zaman en tatlı rüyalar gibi
larını paylaştığını sanır; açılır, genişler, hep taptaze kalmasını bilir.
“la mekânî” bir hâl alır ve kendini sahili
olmayan derinliklere salmışçasına mahi-
yetin sınırlarını çok aşkın bir serhadde
ulaşmış gibi olur.
Bayramda duygular o kadar yumu-
şar, ruh öylesine hafifler ve mantık gö-
nülle o denli içli-dışlı olur ki, insan bazen
bu seviyedeki bir farklılaşma karşısında
hayretten hayrete girer. Kim bilir belki
de ona bu ölçüde insanî değerleri hatır-
lattığından ötürü bayramın daha sık gel-
mesini arzu eder... Bütün imanlı gönüller
bayramı duyarlar ama o, bizim ülkemizde
daha bir nazlı, daha bir sevimli, daha bir
şirin ve daha bir candandır; zira yüzlerce
seneden beri hep aziz bir misafir gibi ge-
len, başımıza yümnünü, bereketini boşal-
tan ve bizi şefkatle kucaklayan bayram,
o kadar bizim olmuştur ki onu hep ev-
lerimizde-odalarımızda, mâbedlerimiz-
de-sokaklarımızda bizden biri gibi duy-
muş ve sinelerimizi açarak muânakasına
koşmuşuzdur.

48
Biz, günümüzdeki bayramları, ön- mü’minlere servet ve vâridâtını israf dere-
ceki bayramlara nispeten daha bir ehem- cesinde ikram eder ve onunla şöyle-böyle
miyetli, daha bir kucaklayıcı ve bir mânâ- uzak bir tanışıklığı olanları bile o sihir-
da da koruyucu görüyoruz. Her şeyden li armağanlarıyla sevindirir, ve miadını
evvel o, bizleri, günlük hayatın gündelik doldurarak gidip guruba kapandığında
dedikodularından, “yaşamın” kirli yanla- da zihinlere bıraktığı fotoğraflarla tedâî
rının tozundan-toprağından uzaklaştıra- menfezlerini açık tutar ve her fırsatta duy-
rak, hatta arındırarak kendine benzetir gularımıza bir sürü şey söyler:
ve aktüalitenin isi-pası içinde bunalmış
Öyle ki insan ne zaman onun adı-
günümüzün insanına öteden iksirler sun-
nı ansa, birdenbire hafızasında yüzlerce
mak suretiyle, onu gerçek insanî değerle-
çağrışım vetiresi başlar, onun ismiyle zi-
re uyarır; uyarır ve her yanını saran kirli
hinlerimizde bir sürü mefhum şekillenir.,
duygularını, mülâhazalarını eriterek, çö-
en taze mânâlar sökün eder gelir ve ken-
zerek onu talihinin gülen yüzüyle buluş-
dilerine has çerçeveye oturur, duyguları-
turur.
mızda garip kıpırdanışlar belirir ve hayal-
Bilhassa, hayatını kalb ve ruh sevi- lerimizin vüs’atine göre, zamanın bilmem
yesinde götürebilenler için bayram bazen hangi diliminde yaşadığımız bayramla-
öyle şaşaalı ve pırıl pırıl gelir ki, insan onu rı bütün saniye, dakika ve saatleriyle bir
yaşamadan-duymadan asla bıkmaz ve kere daha yaşar ve o nefis zaman parça-
gündüzün gitmesini, gecenin gelmesini, cıklarını, yaşadığımız hayatın birer derin-
uykunun gelip hayatın üzerine abanması- liği gibi duyarız.
nı kat’iyen istemez. Nasıl ister ki bayram,
49
Evet, onu anınca daha duyar ve kendimi- Evet, o mübarek günleri,
hayalimizde cemaatle tık- zi zaman üstü bir âlemin, kendi insanımızla, cami
lım tıklım camiler belirir.. her iklime açık büyülü bir hariminde, şadırvan ba-
kulaklarımızda tekbir ve koyunda sanırız. şında, mâbed yolunda bü-
tehlil avazı uğuldar durur.. tün hususiyetleriyle önce
Ben şimdilerde, mil-
aşk u şevkin coşturduğu nasıl duymuşsam, bunca
letçe yaşadığımız o mü-
gönüllerden taşan çığlık- uzaklık ve bunca toz du-
barek günlerin hasretiyle
lar birer mızrap gibi si- mana rağmen o günkü
hep içimi çekip dursam da,
nelerimize kalkıp inmeye revnakdarlığıyla ruhumda
bir zamanlar bayramlarla
başlar. Çocukların cıvıl cı- bir kere daha yaşayabiliyo-
aydınlanmış, renklenmiş o
vıl sevinçlerini, yaşlıların rum.
müstesna zaman dilimle-
vakur ve murâkabeyi andı-
rini saat, dakika ve saniye- Evet o eski günlerde
ran duruşlarını, kadın-er-
leriyle duyup tadabiliyor hemen herkes, heyecanla
kek, genç-ihtiyar herkesin
ve dostlarla el ele, gönül dopdolu, saygıyla karşıla-
neş’eyle köpürüp sevgiyle
gönüle bulunduğum o yacağımız bir telaş içinde,
birbirini kucakladıklarını
“eyyâmullah”ı bütün letâ- bir oraya-bir buraya koşar,
bütün canlılığıyla bir kere
fetiyle hissedebiliyorum. yer yer toparlanır, zaman
zaman dağılır, bayramın
ebediyet buudlu güzellik-
lerinden tam nasip alabil-
me atmosferinde, namaz,
va’z u nasihat, Allah’a iç
dökme, cami avlusunda
dostlarla sarmaş-dolaş
olma ve onlarla hasbıhal
etme gibi konularla ken-
dini farklı hallerle ifade
eder, gün boyu Allah ve
Peygamber’e açık durur,
başkalarıyla münasebet-
lerini sevgi ve şefkate bağlı
götürür, çevresine basiret-
le bakar, her şeyi kalbiyle
değerlendirir, vicdanıyla
tartar, ve sabahtan akşama
kadar çeşitli aktivitelerle o
mübarek günün tek santi-
mini dahi heder etmeme-
ye çalışırdı...
50
Ruhlarımız o bayramları bir şiir,
bir mûsıkî gibi dinlerdi ve o günlerde
hemen herkese ve her yerde, kâse kâse
bayram ruhu sunulurdu. Çehrelerdeki
beşâşet, sinelerdeki genişlik birbirine
denk israf hududunda bir cömertlikle,
hep verme ve dağıtma yarışında bulu-
nur, ne olursa olsun herkes o aydınlık
günleri çocuklar gibi pür-neş’e ama
mutlaka bir temkin tavrı içinde yaşar
ve derinleştirirdi.
Dünya durdukça o bayramlar da
bütün canlılığıyla hafızalarımızda ya-
şayacak ve gelecek yeni bayramlarımı-
za birer model teşkil edeceklerdir; mo-
del teşkil edecek ve ömürlerimizin en
ak çizgileri olarak her zaman kanatla-
rını hayallerimizin ufkuna gererek, en
karanlık, en tozlu-dumanlı günlerde
dahi hafızalarımızda bize şehrâyinler
yaşatacaklardır.
Bizler yıllarca, o nurefşân ve ren-
gârenk günlerin füsunuyla yaşadık.
Bir gün -Allah göstermesin- her şeyin
sesi kesilse, ruhanî hazlarımıza zift
püskürtülse ve bütün zevklerimiz acı-
laşsa, biz yine gönüllerimizin derinlik-
lerinde duyduğumuz o rengârenk bay-
ramları hatırlayacak, onların yıllarca
yaşanmış olmasını, bundan sonra da
o tür bayramların yaşanabileceğine
emare sayarak, her zaman canlı dura-
cak ve duygu dumuruna düşmemek
için de sık sık hatıralar albümündeki o
bayram fotoğraflarını karıştırarak nis-
yanla savaşta heyecanlarımızın yanın-
da olmaya çalışacağız.

51
Copyright ©
hikmet.net, 2024
Tüm hakları saklıdır.

You might also like