Professional Documents
Culture Documents
Kırım Türklerinin savaştaki sesi olmak için yazan Cengiz DAĞCI, eserlerini;
kendi hayatında çektiği ve tanıklık ettiği eziyetlerden, sürgünlerden, acılardan ve
soykırımlardan yola çıkarak kurgulamıştır. Bu sebeple eserlerinin her sayfasında
DAĞCI’nın ruhundan ve yaşadıklarından izler bulmamız kaçınılmazdır. Yazar’ımızın
yazdıklarını tam manasıyla anlayabilmek için ilk olarak yazarın hayatından
başlamamız gerektiğini düşünüyorum. Kırım’da savaş ve kıtlığın ortasında doğan
Cengiz DAĞCI çocukluğunu Rus hükümetinin büyük baskı ve eziyetleri altında geçirir.
On yaşındayken Rusların Kırım Türklerini öldürmesine ve ata topraklarından
sürmesine tanık olur. Daha küçücük bir çocukken gördükleri Cengiz DAĞCI’nın
kalbinde derin yaralar açar. İkinci Dünya Savaşı başladığında Rus ordusuna katılmak
zorunda bırakılan DAĞCI Almanlara esir düşer. Eylül 1942’de Almanlardan izin alarak
ata toprağı Kırım’a ailesini görmeye gider. Bu ailesini ve vatanını son görüşü olacaktır.
Bu durumdan Korkunç Yıllar eserinde “Yurdumdan, son olarak 1942 yılının
sonbaharında ayrıldım. Bu ayrılık çok acı oldu. Yurduma bir daha dönemeyeceğimi
hissediyordum. İstasyonda anam, babam, kardeşlerim, hısım akraba toplanmıştı...
Kompartıman penceresinden onlara bakarken hayatımın acı tatlı günlerini
düşünüyordum. Bu onları sonuncu görüşümdü. “ diyerek bahseder. Yıllarca 2. Dünya
Savaşı’nın gölgesi altında ülkeden ülkeye sürüklenir. Kırım Türklerine yapılan soykırım
ve eziyetlere şahit olur. İşte bütün bu yaşadıkları Cengiz DAĞCI’nın eserlerindeki
konuların temelini oluşturmuştur. Şimdi sizlere bu konulardan bahsetmek istiyorum.
YOKSULLUK
Cengiz DAĞCI’nın çocukluğu savaş yıllarına bağlı olarak yoksulluk içinde
geçmişti. Savaş ve zulüm yıllarının kurbanlarından sadece biri olan DAĞCI elbette ki
bu konudan da romanlarında sıkça bahsetmişti: “Ben bütün yaz çarşıda su sattım, yaz
gelince kabak çekirdeği satmaya başladım. Geçim zordu. Fakat biz çok bir şey
istemiyorduk. Akşam bir lokma, sabah bir lokma ekmek, bir bardak su, bazen kuru
peksimet çorbası bize yetiyordu.” otobiyografik özellik gösteren Korkunç Yıllar
romanındaki bu cümleler DAĞCI’nın savaş sebebiyle imkansızlıklar içinde geçen
çocukluğunu okuyucuya yansıtan örneklerdendir. DAĞCI’nın eserlerinde savaşlar
sonucu zor bir hayat yaşayan halktan bahsetmesinin diğer sebeplerinden birinin de
gerçekleri daha çarpıcı bir şekilde yansıtmak olduğunu düşünüyorum. Unutmamalıyız
ki harbe bağlı olarak ağır bedeller ödemek zorunda kalan bu insanlar hayatın gerçek
kurbanlarıydı.
CESARET
DAĞCI’nın eserlerini okuduğumuzda dikkatimizi çeken noktalardan biri de Türk
milletinin cesaretini erkeği, kadını, yaşlısı, çocuğu fark etmeksizin etkileyici bir üslupla
işlemesidir. Vatan ve millet aşkıyla yanıp tutuşan Yazar, kitaplarını sadece zulmü
unutturmamak için değil aynı zamanda Türk halkının düşmana karşı verdiği
mücadelenin ve cesaretin her zaman hatırlanması için de yazmıştı. Onlar da İnsandı
romanında “Kadınız, ama biz de ölümden korkmayız! “ ve “Neden korkacaktı? Türk
yurdunda doğmuştu, Kırım'ın güneşinde büyümüştü. Damarlarında ateş gibi sıcak,
kırmızı Türk kanı akmıyor muydu?” cümleleri, Yoldaşlar eserindeki “Marş! marş!
Teğmenim, arkadan ölüm geliyorsa ilerde bir yerde Tanrı var.” sözleri bu konuyu
belirtmiştir; yine diğer bir eseri Korkunç Yıllar’da da “Her işine, Türk'üm; onun için
yaşıyorum, onun için yapıyorum diye başlarsan sana lüzumlu kuvveti, kabiliyeti,
damarlarındaki kanda bulursun.” diyerek Türklerin cesaretini ve azmini ortaya
koymuştur.
Ayşenur EROL
Niğde Fen Lisesi
9/A NO:154