You are on page 1of 2

KENDİNE AİT BİR ODA’NIN PSİKANALİTİK FEMİNİSM, BİRİNCİ DALGA

FEMİNİSM VE KADIN- ERKEK EŞİTSİZLİĞİ IŞIĞINDA SIMONE DE BEAUVOIR’IN


İKİNCİ CİNSİYET KAPSAMINDA TEKRAR İNCELENMESİ

INTRODUCTION
1882’de Londra’da dünyaya gelen Virginia Woolf , kadınların ikinci plana itildiği bir
dönemde yaşamış modernist bir yazardır. Viktoria döneminde kadınların obje olarak
görülmesi, sosyal ve ekonomik hayatta ikinci plana atılması dönemin aslında şatafatlı bir
görünüşünün aksine ahlaki ve kadın erkek eşitsizliği tarafının tavan yaptığı bir dönemdir. Bu
dönemde Kendine Ait Bir Odayı yazan Woolf aynı zamanda birinci dalga feminizmin bir
öncüsü olarak kabul edilir. Birinci dalga femnizm, kadınların yasal haklarının korunması ve
kadınların ikinci cinsiyet olarak kabul edilmesi kapsamında ortaya çıkmıştır. Kadınlar
19.yüzyılda toplum tarafından baskı gördüğünden eve hapsedilmiş ve tamamen erkeğin bir
objesi olarak görülmüştür. Bu yüzden birinci dalga feministler, kadının erkeklerle aynı
haklara sahip olması, her alanda yer alması, erkeğin gözetimi altından çıkarak kendi
özgürlüğünü sağlaması gerektiğini savunmuştur. Viktoria dönemine karşı olan Woolf de
Kendine Ait Bir Oda eserinde kadın erkek eşitsizliğini, kadının ötekileştirilmesini karakter
analizleri, iç monologlar kullanarak kadının zihinsel dünyasını detaylı bir şekilde incelemiştir.
Woolf, eserinde kadınların kendine ait bir oda, zaman ve para yaratmaları gerektiğini
savunmuştur. “İstersen kütüphanelerini de kapat ama benim zihnimin özgürlüğünün üstüne
kapatabileceğin ne bir kapı, ne bir kilit ve ne de bir sürgü var.” alıntısında da olduğu gibi
kadınları engelleyen bir sebep olmadığını ve ikinci cinsiyet konumundan çıkmanın kadınlara
bağlı olduğunu vurgulamıştır. Ek olarak kadınların ötekileştirildiğini, toplumda erkeklere bir
insan gözüyle bakılırken kadınlara sadece “kadın “ veya “ diğer “olarak bakıldığını
vurgulamıştır. Bir kütüphaneye giderken bile erkeğe kadının erkeğe muhtaç olduğunu
eserinde de belirtmiştir. Erkeklerle eşit konuma gelmesi için kadınların kendilerini okumaya,
kütüphaneye vermeleri gerektiğini ve kendileriyle daha çok zaman geçirmeleri gerektiğini
savunmuştur. Yazarın kitapta yarattığı karakter de zamanını bir kütüphanede harcamaktadır.
Erkeklerin kadınlar hakkında birçok düşüncesi ve kitabı varken kadınların yazmamasından ve
sesini çıkarmamasından yakınmaktadır. “ Bir yıl içinde kadınlara dair kaç kitap yazıldığı
hakkında bir fikriniz var mı? Bunlardan kaçının erkekler tarafından yazıldığı hakkında?”
Erkekler her konuda öne çıkarken kadın yazarların kendi adını bile kullanamadığından
bahseder. “ Anonim olmak kadınların kanında var. Gizli kalma arzusu hala tutsak etmekte
onları.” Erkeklerin yarattığı kurmacalarda kadın hep ön plandayken gerçek hayatta ise zorla
evlendirilmiş, erkeğe mahkum, herhangi bir hakkı olmayan, kendine ait bir zamanı bile
olmayan, evliliğe mahkum ve sadece annelik görevinde olan bir obje olarak görülür. Erkek
herhangi bir alanda desteklenirken kadın camdan dışarıya bile bakamaz karaktere ve yazara
göre. Bu bağlamda Simoen De Beavoir’ın “İkinci Cinsiyet” eserinde de kadının
ötekileştirilmesi, evlilik ve kadının “diğer” olarak görülmesi konularına değinilmiştir.
Kadınların sadece eş ve anne rolünü üstlenmesinden, ekonomiden uzak , cinsellik açısından
toplum tarafından bastırılmış ve üretkenlikten uzak olmasına değinmiştir. Kadınların “ mutlak
öteki” olarak görüldüğünü ve bunun toplum tarafından kurulmuş bir düşünce olduğunu
savunmaktadır. Ona göre kültür, din, yasalar ve gelenekler kadınları eve mahkum etmiştir.
Evliliğinde kadın, erkek tarafından sahiplenilmeye ve sömürülmeye mahkumdur.“Evliliğin,
bir erkeğin hayatını kısıtladığı çoğu zaman doğrudur…Ama kadınınkini sona erdirir. “ İki
yazarın eserlerinde bu denli kadın erkek eşitsizliği, kadınların sadece cinsel bir obje olarak
kullanılmasının ve bu denli ötekileştirilmesinin temeli ataerkil sistemde yetiştirilmeleridir.
Tamda bu kısımda iki eserin ortsk noktası psikanalitik feminizme dayanır. kadınların
ezilmesinin çocukluktan geldiğini savunur. Kadınların eksik ve ikincil olarak görüldüğünü
söyler. Cinsiyet, toplumsal cinsiyet rolleri ve cinsel kimlik gibi konuları ele alır. Bu açıdan
kendine ait bir oda eserine derinlemesine bakıldığında, Woolf ün erkeklere öncelik verilen bir
dönemde yaşamasına ve okula gönderilmemesine rağmen babasının yardımıyla kütüphanede
kendini geliştirmiştir. Tamda bu sırada ailesinin desteğini hissederken annesinin ani ölümü
hayatının dönüm noktası olmuştur. Bu ölüm aileyi birbirinden ayırır ve Woolf’ün kendi içine
kapanmasına sebep olmuştur. Annesinin ölümü üzerine kardeşleri tarafından tacize uğraması
da onun dışarıya kapanmasına neden olmuştur. Bu da kendini daha çok yazmaya ve okumaya
itmiştir. Bu dönemdedeki Jane Austen, George Eliot,Charlotte Bronte gibi yazarlardan
etkilenmiştir ve onların düşüncelerini eserlerine yansıtmıştır.Bu yüzden işlediği konularda
kadınların sosyal, ekonomik hayatta kendilerini var etmeleri ve göstermeleri gerektiğini,
eğitim hayatlarına daha çok zaman ayırarak toplumun ve erkeklerin baskısı altından
kurtulması gerektiğini işlemiştir.

You might also like