Professional Documents
Culture Documents
--------------------------------------------------------------------------------------------------
Alemlerin efendisi, hastalığı ağırlaşıp, şiddetli ağrılarının olduğu gün, Eshabını mescidde
toplayıp,“Ey Eshabım! Bilmiş olunuz ki, aranızdan ayrılmam yaklaştı. Kimin bende hakkı
varsa, benden istesin. Benim yanımda sevgili olan, benden hakkını istesin veya helal
etsin ki, Rabbime ve rahmetine bunları ödemiş olarak kavuşayım” buyurdu.
Sonra evine çekildi. Alemlerin efendisi, artık son anlarını yaşıyordu, mübarek
dudaklarından,
“Aman! Aman! Ellerinizdeki kölelerinize iyi davranınız! Onların üzerlerine elbise
giydiriniz, karınlarını doyurunuz. Onlara yumuşak konuşunuz. Namaza, namaza devam
ediniz. Kadınlarınız ve köleleriniz hakkında Allahü teâlâdan korkunuz!.. Ey Allah’ım! Beni
yarlıga! Bana rahmetini ihsan eyle!.. Beni Refik-i ala zümresine kavuştur!..” cümleleri
döküldü.
Cebrail aleyhisselam gelince de ona; “Allahü teâlâ kat üç muradım vardır: Biri;
ümmetimin günahkarlarına beni şefaatçı etmesi, ikincisi; dünyada yaptıkları günahlardan
dolayı onlara azab etmemesi, üçüncüsü; Perşembe ve Pazartesi günleri ümmetimin
amellerinin bana arzedilmesidir.” buyurdu.
Cebrail aleyhisselam, Allahü teâlâdan, bu üç arzusunun da kabul edildiği haberini verdi.
Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz rahatladı. Son nefesinde bile “Namaza! Namaza!
Ellerinizdeki kölelerinize...” diye tavsiyede bulunmaktan geri durmamakta idi. eygamberimizin
en son sözü “Kadınlarınız ve ellerinizdeki köleleriniz hakkında Allah’dan korkunuz!”
buyruğu oldu.
Rebiül’evvel ayının on ikinci Pazartesi günü kuşluk vakti, Hz. Aişe, şifa bulması için dua
edince, Peygamberimiz “Hayır! Ben, Allah’dan, Refik-ı ala zümresine katılmayı Cebrail,
Mikail ve İsrafil ile birlikte olmayı dilerim!Ey Allahım! Beni, Refik-ı ala zümresine
kavuştur! Ey Allahım! Bana, rahmetini ihsan et! Beni, Refik-ı ala zümresine kavuştur!”
diyerek duaya devam ediyordu. Sonra, gözü evinin tavanına doğru dikildi ve “Allahım! Beni,
Refik-ı ala zümresine kat!” diye dua etti. Sonra da gözlerini kapadı...
Veda hutbesi
Peygamber efendimiz, miladi 632 hicri 10 yılında, Zilkade ayında hac için hazırlık
yapmalarını emir buyurdu. Kırkbini aşkın, Eshabıyla o sene hacca gitti.
Arefe günü, Arafatta, devesi Kusva üzerinde, hutbe irad etti. Bu hutbeye Veda Hutbesi
denildi. Çünkü bu seneden sonra, bir daha hac etmek nasip olmadı. İşte bu hutbesinde,
Resûlullah efendimiz, şöyle buyurdu:
Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada
ebedi olarak bir daha birleşemiyeceğim.
Ey insanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay
ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle
mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur.
Eshabım! Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bu günkü her hal ve hareketinizden
muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu
vurmayınız! Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulanmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildirilen
kimse, burada bulunup işitenden daha iyi anlayarak muhafaza etmiş olur.
Eshabım! Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin! Faizin her çeşidi
kaldırılmıştır, o ayağımın altındadır. Lakin borcunuzun aslını vermeniz gerekir. Ne zulmediniz,
ne de zulme uğrayınız. Allahü teâlânın emriyle, faizcilik artık yasaktır. Cahiliyetten kalma bu
çirkin adetin her türlüsü, ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz de Abdülmuttalib’in oğlu
(amcam) Abbas’ın faizidir.
Eshabım! Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım
ilk kan davası Abdülmuttalib’in torunu (amcamoğlu) Rebia’nın kan davasıdır.
Ey insanlar! Harbedebilmek için haram ayların yerlerini değiştirmek, şüphesiz ki, küfürde
çok ileri gitmektir. Bu, kâfirlerin kendisiyle dalalete düşürüldükleri bir şeydir. Bir sene, helal
olarak kabul ettikleri (bir ayı), öbür sene haram olarak ilan ederler. Cenab-ı Hakk’ın helal ve
haram kıldıklarının sayısına uydurmak için bunu yaparlar. Onlar, Allahü teâlânın haram kıldığını
helal, helal kıldığını da haram ederler.Hiç şüphe yok ki, zaman, Allahü teâlânın yarattığı gündeki
şekil ve nizamına dönmüştür. (Devamı yarın)
Hz. Ebû Said’i Hudri hazretleri, doğru bildiği bir hususu söylemekten çekinmezdi. Çok
cesur, fedâkâr ve sabırlı bir zât idi. Temiz ve sade bir yaşayışı vardı. Böyle olmayı severdi.
Muhtaç olanlara yardım eder, onları evine alıp terbiye ederdi.
Peygamber efendimizin âhirete irtihalinden sonra her türlü fitneden uzak olmaya
çalıştıysa da bozuk fırkalardan Haricilerle yapılan Nehrevan harbine katıldı.
Bu savaştan sonra Sevgili Peygamberimiz ile beraber olduğu günlerdeki bir hadiseyi
hatırladı. Bir gün, Peygamberimiz Eshâbına, bir şeyler taksim ediyorlardı. Bir adam gelip: “Yâ
Resûlallah! Adalet üzere hareket et” dedi. Peygamber efendimiz de: “Ben adalet etmezsem,
kim eder?” buyurdu. Bu hadise esnasında Hz. Ömer de orada idi. Bu adama çok kızdı ve
Resûlullaha dönerek: “Yâ Resûlallah! Müsâde buyurursanız, şu adamın kellesini uçurayım”
dedi. Resûl-i ona dönerek: “Hayır, bırak. Onun bir takım arkadaşları olacak ki onlar sizin
namazlarınızı, oruçlarınızı beğenmiyecek. Fakat onlar, bir ok, yayından nasıl çıkarsa,
dinden öyle çıkacaklardır. Bunların içinde öyle bir adam bulunacak ki, memelerinden biri
kadın memesi gibidir. Bunlar, insanlar fetret devrinde iken zuhur edeceklerdir.” (meydana
çıkacaklardır) buyurdukları sırada, “İnsanlar içinde öyleleri vardır ki, sen zekâtı dağıtırken
seni kaşla gözle muaheze ederler” âyet-i kerîmesi nazil oldu. Hz. Ebû Said’i Hudri, “Ben,
Peygamberimizin işaret buyurduğu bu adamı, Hz. Ali’nin öldürdüğünü gördüm. Bu adam aynen
Peygamberimizin tarif ettiği gibiydi.” buyurdu.
Hak ve hakikati müdafaa etmek hakkında duymuş olduğu bir hadîs-i şerîfi hemen her
yerde rivayet ederdi. Fakat, “Hak ve hakikate hizmette kusur ederim” endişesiyle ağlardı.
Rivayet ettiği, herkes tarafından tanınmış olan bir hadîs-i şerîfde Peygamberimiz buyurdular ki:
“İçinizden biri, bir münkeri (yasak edileni) görürse ve ona eliyle mani olabilirse, hemen
ona mani olsun. Eliyle mani olamazsa diliyle, dili ile de mani olamazsa onu kalbiyle
yapsın. Bu da imânın en zayıfıdır.”
Hz. Ebû Said’i Hudri anlatıyor: “Resûlullahın huzuruna gittim. Kadife ile örtünmüş idi.
Sıtma harareti o kadifeden çıkıp, his olunurdu. Elimizi, mübarek bedenine koyamazdık. Hayret
ettik. Peygamberimiz buyurdu ki: “En şiddetli sıkıntı Peygamberlere olur. Ama
peygamberlerin sıkıntılara sevinmesi, sizin ihsanlara sevinmenizden fazladır.”
Sa’d bin Muaz’ın vefâtı Resûlullah ve Eshâb-ı kirâm’ı çok üzmüştü. Gözyaşı döküp ağladılar.
Cenazesinde bütün Eshâb-ı kirâm toplandı. Peygamberimiz cenaze namazını kıldırdı, cenazesini
taşıdı.
Eshâb-ı kirâm Sa’d bin Muaz’ın cenazesini taşırken, Yâ Resûlallah biz böyle kolay taşınan
cenaze görmedik dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz melekler indi onu taşıyorlar buyurdu.
Cenazesi giderken münafıklar da kötülemek için ne kadar da hafif dediklerinde, Peygamberimiz
Sa’d’ın cenazesine yetmişbin melek indi. Şimdiye kadar yeryüzüne bu kadar kalabalıkh alde
inmemişlerdi, buyurdu.
Ebû Said’il Hudri dedesinin şöyle dediğini nakletmiştir: “Sa’id bin Muaz’ın kabrini
kazanlardan biri de bendim. Ona kabir kazmaya başlayınca biz kazdıkça etrafa kabirden misk
kokusu yayıldı.”
Sa’d bin Muaz defnedilirken birisi kabrinden bir avuç toprak almıştı. Sonra onu evine
götürünce o toprak misk oldu. Cenazesi kaber indirilirken Peygamberimiz kabri başında oturup,
mübârek gözleri yaşardı ve mübârek sakalını eliyle tutup çok üzüldü. Hadîs-i şerîfte “Sa’d İbn-i
Muaz’ın ölümünden dolayı arş titredi.” Buyuruldu
Bir defasında Peygamberimize çok kıymetli bir elbise hediye edilmişti. Eshâb-ı kirâm ne
kadar güzel dediklerinde “Sa’d bin Muaz’ın Cennetteki mendilleri bundan daha güzeldir.”
buyurdu.
Sa’d bin Muaz’ın şehid olması mühim bir hâdise idi. O daha ilk müslüman olduğu sırada
onun vasıtasıyla emiri bulunduğu Medine’deki Evs kabilesi tamamen müslüman olmuştu. Bütün
güçleriyle İslâma hizmet ettiler.
Sa’d bin Muaz ancak beş sene kadar Resûlullah (s.a.v) ile beraber bulunu, daima cihad etti.
Seâdetle yaşadı. 37 yaşında olduğu halde genç olarak şehid oldu ve rahmete kavuştu. Hz. Âişe
validemiz, Sa’d bin Muaz’ın (r.a) vefâtı Eshâb-ı kirâm’ı çok üzdü. Odamda olduğum halde Hz. Ebû
Bekir’in ve Hz. Ömer’in O’nun için ağladıklarını işittim, buyurmuştur.
Sa’d bin Muaz hazretleri, buyurdu ki: “Müslüman olduğum günden beri namaz kılarken
hatırıma hiçbir şey getirmedim. Resûl-i ekremin her söylediğinin hak olduğuna inandım, kabul
ettim.”
“Ben üç şeyde kuvvetli olduğum kadar, hiçbir şeyde kuvvetli olmadım. Birincisi namazdadır.
Müslüman olduğumdan beri başladığım hiçbir namazda, bir an önce bitirsem diye hatırıma bir şey
gelmedi. İkincisi; bir cenazeye yardıma çıktığımda cenaze defin edilinceye kadar, ölümden başka
hatırımdan hiçbir şey geçmezdi. Üçüncüsü; Resûlullah’ın her buyurduğunu kabul ettim, bunda hiç
tereddüt etmedim.”