Professional Documents
Culture Documents
YÖNELİŞ YAYINLARI : 44
ISBN 9 7 5 -6 9 10-02-X
OSMANLICILIKTAN
ARAPÇILIĞA
Türkçesi
yöneSş
Vatan Cad.
Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk.
No: 15/3 Aksaray— İstanbul
T el: (212) 524 07 76
İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM
M E K K E E M İR İ H Ü S E Y İN İB N A L İ
V E A R A P İS Y A N IN IN K Ö K E N İ .................................................................7
İKİNCİ BÖLÜM
A B D U L L A H İB N -İ H Ü S E Y İN , L O R D K İT C H E N E R
V E A R A P A Y A K L A N M A S I D Ü Ş Ü N C E S İ...........................................63
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
A R A P İS Y A N IN D A K İ İD E O L O J İ K T E S İ R L E R ............................. 79
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
B İR İN C İ D Ü N Y A S A V A Ş I S IR A S IN D A K İ
İN G İL İZ -A R A P İL İŞ K İ L E R İ H A K K IN D A Y A P IL A N
S O N A R A Ş T IR M A L A R IN IŞ IĞ I A L T IN D A
H A Ş İM ÎL E R İN A M A Ç L A R I V E P O L İ T İ K A L A R I ........................ 97
BEŞİNCİ BÖLÜM
O S M A N L IC IL IK T A N A R A P M İL L İY E T Ç İL İ Ğ İN E :
B İR İD E O L O J İN İN K Ö K E N İ ................................................................ 135
ALTINCI BÖLÜM
A R A P M İL L İY E T Ç İL İĞ İ’N İN S U R İY E ’D E K İ Y Ü K S E L İŞ İ 165
YEDİNCİ BÖLÜM
B Ö L Ü N M E Y E Y A N S IM A L A R I.......................................................... 199
BİRİNCİ BÖLÜM
1 Richard Coke, The A ra b 's Place in the Sun, (Londra: Thomton Butter
morth, 1929), s. 188-192; Hans Kohn, A H istory o f Nationalism in the East,
Ing. Çev.: Margaret M. Green (New York: Harcourt, Brace and Company,
1929), s. 266-267, 278; ve bunlardan başka, George Antonius, The Arab
A w akening (Philadelphia: Lippincott, 1937), s. 126-132 vd.
1916 ’yı önceleyen on yıl boyunca A raplar arasında m illi
yetçi hareketin ortaya çıkışından bu yana, H aşim îlerin savaş
öncesi politikalarıyla çok az ilgilenildi. Bu bağlam da, Emir
H üseyin ve oğlu, gerçekte ayaklanm a kökeni ve icrasında ken
di eserleri olm asına rağm en, kendilerini isyan bildirgesinden
sonra ortaya koym uşlardı. Savaş öncesi m illiyetçilerinin güçlü
olduğu Irak ve Suriye gibi bölgelerde A rablar T ürklere karşı
hiçbir zam an ayaklanm am ışlardır. O nların, A rap O sm anlı su
bay ve yetkililerinden oluşan A rap H aşim î ordusuna tek yar
dım lar İngiliz veya A rap kuvvetleri tarafından tutuklanan (veya
bazen bu güçlerden kaçan) söz konusu subay ve yetkilileri
kurtarm ak olm uştur. Baş kaldırının ilk aşam ası tam am iyle
H icaz güçlerince gerçekleştirildi. H icaz dışındakilerin bu baş
kaldırıya ilgileri yalnızca isyan geliştikten sonra ve bu gelişm e
ile orantılı olarak ortaya çıktı. D olayısıyla m illiyetçilik, yalnız
ca H aşim îleri ulusçu olarak değerlendirm enin derecesi kadar
önem li bir faktör olarak ele alınabilir.
H aşim î ayaklanm asının kökeni ve siyasî konum u,
H aşim îlerin 1916 ’da daha henüz yüzlerini A rapçılığa yeni
çevirm iş olduklarını gösteren en son çalışm alarla oldukça
problem atik bir hal alm ıştır. H enüz yeni ileri sürülm üş bu so
runun çözüm ü, H üseyin’in, dünyanın bütün M üslüm anları
üzerinde evrensel bir halifelik hakkı için duyduğu bir tutku ile
isyana sürüklendiği şeklinde sunulm aktadır.2 Fakat tıpkı eskisi
gibi bu yeni açıklam a da isyanın iki önem li elebaşısının —
Em ir H üseyin ve oğlu A bdullah’ın— verdikleri belgeler ve
savunm alarla çelişki içerisindedir.3 H içbiri kendisini rom antik
2 Elie Kedourie, En^laıııl and the M iddle East: The Destruction o f the
Ottomcın Emjiire. 1914-1921 (Londra: Bowes and Bowes, 1956), s. 48-56.
Bu tez ilk olarak Sylvia G. Haim tarafından ileri sürüldü, “The Arap Avvakening,
a Source for the Historian?” Die Welt des Islama, n. s., II (1953), 247.
3 26 Haziran 1916 ’da Hüseyin tarafından yayınlanan bildiriye bakınız. Editö
rü tarafından sahih oldukları söylenen iki metin yayınlanmıştır. İlki, yani
uzun ve içinde bol lâf kalabalığı olan Emir Said’dedir, es-Sevratü’l-
A rabiyyeti I-Kübra, 3 cilt. (Kahire: Isa el-Babı el-Halebi, [1934?]), I, 149-
157; İkincisi Revue du M onde M usulm an’dadır (bundan böyle R M M olarak
geçecektir), XLVI (1921), 4-10, 20-21. Ayrıca Georg Kampfımeyer tara
fından M itteilungen des Sem inars f ü r Orientalische Sprachen zu Berlin i
bir devrim ci olarak nitelendirm edi. H er ikisi de, G enç T ürkle
rin din dışı politikalarına isyan etm ek istem edikleri halde zo
runda kaldıkları dönem e kadar, seçim lerinde ve tercihlerinde
O sm anlı İm paratorluğu’nun ve İslâm bağının sadık taraftarları
olarak göründüler. D olayısıyla, A rap isyanının kökeni ve onun
m illiyetçilikle olan kesin ilişkisini belirleyebilm ek için daha
derinlikli b ir araştırm aya gerek vardır.
I
M ekke Em iri ve Şerifi4 O sm anlı İm paratorluğu’nun en
im tiyazlı ve saygı değer asilzadesiydi. O nuncu yüzyılın ortala
rından itibaren M ekke ve H icaz genelde seçkin şerijlerden veya
M uham m ed’in soyundan gelen H icaz doğum lu M ekke em irinin
yönetim inde özerk bir statüye sahipti. K utsallıklarını ve halife
liğin im tiyazını tasdik ettirm ek üzere, O sm anlı sultanları İs
lâm ’ın ham iliğine soyunarak kendi m evki ve vaziyetlerini
sağlam laştırm a hedefinde K utsal Şehirlerin him ayesini, en
seçkin yol olarak görüyorlardı.5 Bundan da öte, M uham m ed ve
onun soyundan gelenler — Şerifler— O sm an lı’da em salsiz bir
saygı ve sevgi görm üşler ve zaten var olan im tiyazlı konum ları
ve prestijleri O sm anlı İm paratorluğu süresince artarak genişle
m işti.6 O sm anlı Sultanları için İslâm o derece önem liydi ki,
M ekke ve M edine’ye yapılan yıllık hac için özel resm î tertip
çinde ikinci defa yayınlanan Aralık 1920 tarihli Hüseyin’le yapılan röpor
taja da bkz.: XXVI-XXVII (1924), 84-86. Abdullah ibn el-Hüseyin,
M uzekkerâli [Hatıralarım], I. baskı. (Kudils: Matba’ah Bayt al-Muqaddas,
1945); ikinci baskıya ulaşamadım.
4 Harfi harfine, “Mekke Şerifi ve Emiri”; bu, bütün Arap kaynaklarında
kullanılan bir tarzdır.
Şerif. Hz. Peygamberin torunu Hasan’ın soyundan gelenlere, Seyyid: Pey
gamberin torunu Hüseyin’in soyundan gelenlere denir— ç.n.
5 Şeriflik ve Emirlik tarihî üzerine, bkz.: A. J. VVensinck, “Mekke”, İslâm
Ansiklopedisi, 1. baskı; ve Gerald De Gaury, Rulers o f M ekke (New York:
Roy, [1945]). Halifeliğin diğer anlamı ve kutsal şehirlerin değeri hakkında,
bkz.: Sir Thomas W. Amold, The Caliphate, (Oxford: Clarendon Press,
1924), s. 89-183 ve H. A. R. Gibb, “Some Considerations on the Sünni Theory
o f the Caliphate,” Archives d’Histoire du Droit Oriental, III (1948), 401-410.
6 Jean Sauvaget, Alep (Paris: Geuthner, 1941), s. 196.
hazırlanıyordu.7 A yrıca, M ekke ve M edine’nin dinî ve eğitim
kurum larının sayıları “ iki kutsal şehrin koruyucusu” Unvanını
kazanm aya çok hevesli sultanlar tarafından sürekli arttırılm ıştı.
G üçlü ve saygıdeğer konum ları olm asına rağm en M ekke
Em irleri hiçbir zam an tam bir bağım sızlık iddiasında buluna
m azlardı. O sm anlılar, H icaz’ı doğrudan bir yönetim le idare
etm e im kanından m ahrum olsalar bile, gerektiğinde karşı ko
nulam az bir güç ve baskı kurabiliyorlardı. Şerifler birçok rakip
kabileye bölünm üşlerdi. Ö yle ki yabancı güçler, yönetim inden
hoşnut olm adıkları herhangi bir hakim E m iri, ona rakip başka
bir Em iri kullanarak başaşağı edebilirlerdi. 1840’dan sonra
H icaz’ın siyasî hayatı, bir taraftan iki soylu önde gelen kabile
nin (Dhavvu-Zeyd ve D ahw -'A w n) birbirleriyle olan rekabetleri,
diğer taraftan da O sm anlılar’ın bu bölgede T ürk görevlilerce
üstlenilecek doğrudan bir yönetim kurm a çabaları etrafında
gelişti. Bu tarihten sonra şiddet kullanm a ve birbirini takip
eden ayak oyunları şeklinde inişli-çıkışlı güç gösterim leri ser
gilendi. Bu çekişm e dönem i boyunca birçok O sm anlı valisi
görevden alınırken, her iki kabileden de birçok seçkin şe rif
zevk ve sefa dolu bir hayat sürm ek üzere T ü rk iy e’ye sürgüne
gönderildi. 1908’deki Jön T ürk devrim i sonrasında Dhawu-
‘A w n kabilesi İstanbul’da, üç çocuğu — A li, A bdullah, Fay
sal— ile birlikte zam anın M ekke Em iri olan am cası ile anlaşa
m adığından, zorla 1894’de İstanbul’a gönderilm iş olan H üse
yin İbn Ali tarafından tem sil edilm işti.8 D haw u-Z ayd ’ın önde
gelen şahsiyetlerinden Ali H aydar bütün h a y a tın rİsta n b u l’da
geçirm işti.9
1908 yazında M ekke Em irliği boşaldığında iki M ekke ka
bilesi arasındaki iktidar m ücadelesi, m uzaffer İttihat ve Terakki
Partisi ile “ Eski T ürkler” arasındaki m ücadeleye dönüştü. U-
zunca bir süredir A bdülham it ile arası açık olan Ali H aydar
26 Abdullah, s. 47-48.
27 RMM , XIII (1911), 356, 361-362.
di.28 O sm anlı Parlam entosu’nda bir m illetvekili olan A bdullah
kendisinden, babasını A rap hareketinin liderliğini kabul etm esi
için ikna etm esini isteyen A rap hareketinin liderleriyle biraraya
geliyordu.29 1911 yılında, O sm anlı P arlam entosu’ndaki A rap
m illetvekilleri A bdullah aracılığıyla H üseyin’e 12 Şubat tarihli
bir m ektup göndererek, T ürklerin boyunduruğundan kurtulm a
çabalarında A raplara önderlik etm esini istediler. M ektup, 35
A rap m illetvekili tarafından im zalanan bir deklerasyonu içeri
yordu ve şöyle deniyordu:
K endi adım ıza ve tem sil ettiğim iz ülk eler adına, M ekke
Em iri H ü sey in ’e güv en iy o r ve onun bütün A rap ülk eler ü-
zerindeki dinî üstünlüğünü kabul ediyoruz. E ğer gerekirse
bunu genel kam uoyuna d a açıklarız...30
28 Abdullah, s. 40-42.
29 Faysal İbn el-Hilsayin, Mrs. Steuart Erskine’den iktibas edilmiştir. King
Faysal o f Iraq (Londra: Hutchinson, 1933), s. 40-41.
30 K. T. Khairallah, Les Regitm s arabes liberes (Paris: Leroux, 1919), s. 32-
33. Bu vesikanın gerçekte olup olmadığı belli değildir ancak içeriği Fay-
sal’ın (yukarıda, 29. not) ve W ahbah'\n (aşağıda 42 nolu dipnot) ifadele
riyle uyum içerisindedir.
31 Harold F. Jacob, K ings o f A rabia (Londra: Mills ve Boon, 1923), s. 118.
32 Abdullah, s. 58-59.
H üseyin’in tavsiyelerini kabul etm eyi reddetm iş olan A sir’in
T ürk kom utan ve M utassarrıfı Süleym an Paşa, Bab-ı A li’den
em ir gelene kadar, H üseyin’in H icaz’dan getirm iş olduğu dü
zenli T ürk birliklerini kom uta etm esi gerektiğinde de ısrar
etm işti. “ Bu olay üzerine bir de A rabların nasıl öldürüldükleri
ni ve O sm anlı ordusu ve kom utanlarının ne tür zalim ane dav
ranışlar sergilediklerini görünce H üseyin, A b h a’dan ayrıldı ve
H aşim î güçleriyle birlikte H icaz’a döndü.”33 H üseyin’in Türk-
lere karşı duyduğu hoşnutsuzluk H icaz’a ulaşır ulaşm az daha
da şiddetlendi. K ara yoluyla geri dönen H aşim î güçleri T aif
yakınlarına ulaştığında H üseyin, valiyi tem silen vilâyet sekre
teri, kom utanı tem silen de M iralay A hm et B ey tarafından kar
şılandı. Sekreter, H üseyin’e, Ş erif N asır İbn M uhsin’in, O s
manlI güçlerinin bozguna uğradığına ve kendisinin (H üseyin)
öldürülm üş olduğuna dair söylentiler yaydığını bildirdi. H üse
yin, T a if e ulaştığında V ali H azım B ey ve içinde Ş erif N asır’ın
da bulunduğu bir bölük tarafından karşılandı. K ızgın olan H ü
seyin valiyi görünce Ş erif N asır’ın görevden alınm asını em ret
ti.
V ali: “O benim le geldi” dedi.
H üseyin: “ Seninle gelm esi hiçbir şey ifade etm ez” dedi.
Vali: “ Ben Sultanın tem silcisiyim ve bu hareket Sultanın
hoşuna gitm ez” dedi.
Hüseyin: “Sultanın tem iz bir tarafını bıraktın m ı? Sen de
ğil ben Sultanın tem silcisiyim ” dedi.
E m ir daha sonra, kum andan M ünir P aşa’yı ve M ekke Ka-
d ısı’nı sorguladı ve birlikleri denetleyip Em irliği gezdi.34
H üseyin’in cüretkarlığı İttihatçı kabinenin sabrını taşırdı.
Fakat, T ü rk iye’nin uluslararası boyuttaki sorunları H üseyin’in
zaferini pekiştirdi. H üseyin, T a if e döndüğünün üçüncü günün
de, Sadrazam tarafından N asır M eselesi dolayısıyla özür dile
m esi gerektiği yolunda uyarıldı. Em ir cevabında, N asır’ın yal
35 A.g.e., s. 68-69.
36 Stitt, s. 137; Olay II Temmuz 1912 ve 23 Ocak 1913 tarihleri arasındaki
bir dönemden yalnızca bir ya da iki yıl önce olarak tarihlendirilmiştir.
37 Abdullah, s. 69-70, 77.
38 A.g.e., s. 58. Bu G. Khuri’nin çevirisine temel teşkil etmiş görünmektedir,
M em oirs o f Kinj> Abdullah o f Transjordarı, od. Philip P. Graves (New
York: Philosophical Library, 1950), s. 83: “Asir den dönüşünden sonradır
ki, babam isyanın temellerini atmaya başladı.”
Ş e rifin yardım için İngiltere’ye yanaştığından em indiler.39
B ununla birlikte, bu raporlar dedikodudan öte bir şeye dayan
m ıyordu. 1912 ve 1913’de H üseyin T ürklere karşı hiçbir ey
lem de bulunm adı ve aslında bunun için bir sebep de yoktu.
V ali M ünir Paşa İttihat ve Terakki P artisi’nin bir üyesi değildi
ve E m ir’le olan ilişkileri atanm asından itibaren oldukça içten
di.40 Ü stelik bu dönem de, H üseyin’in gücü kısa bir süre içeri
sinde büyük oranda artm ış, valinin etkinliği ise oldukça azal
mıştı. H acılara yapılan saldırılar ve gasb eylem leri 1912 yılının
ikinci altı ayında yeniden başladı. M edine’de üç H indistanlı
hacı öldürüldü. Bazılarının iddialarına göre bunlar, Hüseyin
tarafından, M edine’de kargaşa çıkarm ak ve böylelikle de hü
küm eti bu bölgeyi otoritesi altına verm eye ikna etm ek için
kasten gerçekleştirilm işti.41
A sir m uharebesinden önce H üseyin’e A rap hareketinin li
derliğini üstlenm esi için teklifler götüren ve onu ikna etm eye
çalışan A rap m illiyetçileri, bu dönem de, üstelik hem de
A sir’deki olaylar hüküm et ve H üseyin arasındaki ilişkilerin
gerginleşm esine yol açm ışken, ondan yüz çevirm eye hatta
bununla da kalm ayıp ona karşı bir düşm anlık hissi beslem eye
de başladılar.42 1912 baharında, birçok önem li A rap m illiyetçisi
cem aatin lideri, A rabistan’ın bazı bağım sız em irleriyle genel
bir A rap ayaklanm asını kışkırtm ak için gizlice bir araya geldi
ler. K uveyt Şeyhi, M uskat ve M uham m arah’ın Em irleri, İbn
Suud ve Seyyid el-İdrisî görüşm elere katıldılar. Fakat, H üseyin
ya da onun çocuklarıyla yapılan herhangi bir görüşm eye ilişkin
m illiyetçi kaynaklarda hiçbir ifade geçm em ektedir. Bundan,
yaptığı barışın raporları olabilir; Well Is., II (1914), 53; The N ear East, VI
(1914), 283. Hüseyin dahil Arap emirlerinin 1914 baharında yaptıkları
kongreye ilişkin raporları büyük bir ihtimalle temelsizdir; Jung, I, 96; Franz
Stuhlmann, D er K a m p f um Arabian Zwischen d er Turkei und England,
(Hamburg: George Westermann, 1916), s. 55-56.
48 Krş.: “X”. “Les Courants politiques dans le milieu arabe,” RMM, XIX
(1913), 279-280; Brit. Doc., X, bölüm 2, 828-829.
yım lan an , bu em irler ile karşılaştık. E ğer am aç Em irlikte
y en i bir d ü zen lem ey e g itm ek se, çık a b ilecek olayların s o
rum luluğu bana y ü k len eb ile ceğ in d e n , ken d isi ile C id
d e ’d en ayrılacağım bir gem i g e le n e kadar burada kalaca
ğım .
52 Stitt, s. 142-144.
53 Abdullah, s. 80; Said, I, 126.
54 Abdullah, s. 71, 77-80; Krş. Grey ve Mallet, 18 Mayıs 1914, Brit. Doc., X,
Bölüm 2, 828.
Ş e r if in de bu kalbin ve dam arların m uharriki olduğunu ve
h üküm etin Ş e r if in politikalarını d esteklem ekle elde ede
ceği faydaların, H ic az ’da “V ilay etler K anunu” nu uygula
yarak elde edeceklerinden kat be k at fazla olduğunu bil
m elisiniz.
58 Abdullah, s. 90.
28
im kansızlığını açıkça gösterecek son bir çare olarak 1915’te
geçici bir süre için uygulandı.59
Bütün bunlar olurken, H üseyin vakit geçirm eye ve Türk-
lere uzlaşm acı öneriler sunm aya çalıştı. A bdullah ona T alat’ın
önerilerinden bahsedince hüküm ete şu cevabı gönderdi:
O ğlum bana, H icaz dem ir yolunun M ek k e’ye uzatılm ası
hususunda Sadrazam ın düşüncelerini ve önerilerini aktar
dı. Ben, H alife’nin zenginliğini ve refahını düşünürken,
benim durum um üzerine düşünm e lüzum u görülm üyor. Bu
önerilerin, kabilelerin ve kutsal top rak lar d a yaşayan
halkların hayatlarını kazanm a yollarını olum suz yönde
e tkilem iyecek şekilde nasıl u y g u lanabileceğine ilişkin d ü
şüncelerim i ilk fırsatta oğlum la berab er göndereceğim .
II
30
nun uzatılm ası çabalarının bir tarafa bırakılm asına yol açarken
H üseyin ve oğulları için de bir ikilem yarattı. H aşim î cephesin
de savaş, isyanı m eşru kılabilecek şartların değişm esine yol
açtığından, bu çözüm den vazgeçilm esi gereği doğdu.61 Öte
tarafta, O sm anlı D evleti, im paratorluğun savaş gücünü destek
lemesi için H üseyin’e baskılar yapm aya başladı. A bdullah,
A rap gönüllüler uzak bölgelere gönderilirken, T ürk askerleri
nin A rab istan’da konuşlandırılm ası gerçeğinden hareketle
hüküm etin, H icaz’ın savaşa katılm asını, H aşim îlerin gücünü
zayıflatm ak için bir araç olarak kullanabileceğini düşünüyordu.
K endisine T alat P aşa’nın H icaz’a dönm esi ve gönüllü asker
toplam ası yolundaki ricalarını aktaran Enver Paşa ile yaptığı
bir görüşm ede A bdullah, Enver P aşa’ya, gönüllülerin nerede
kullanılacağını sordu. İm paratorluğun H arp N azırı, Arapların,
düzenli birliklerle birlikte K afkasya ve A v ru p a’da kullanıla
caklarını, düzenli T ürk güçlerininse M ısır cephesine gönderil
m iş olduklarını söyleyince, Em ir o zam an gönüllülerin M ısır
cephesinde görevlendirilm eleri gerektiğini söyledi. H üseyin
başka tehlikelerde hissetti. A bdullah, İstanbul’dan dönüp baba
sına İstanbul’da konuşulanları aktarınca, babası Sultana bir
m ektup yazarak savaşa girilm em esini tavsiye etti. İm paratorlu
ğun, A lm an ya’dan gelen destekten m ahrum kalm ası durum un
da, O sm anlı birlikleri teçhizatsız kalabilecekti. Ü stelik, (bunun
H üseyin’i ilkinden daha fazla düşündürm üş olm ası gerekir)
Basra, Y em en ve Hicaz, İngiliz deniz gücünün m uhtem el saldı
rılarına karşı oldukça korum asız durum daydı.62
M ekke Em iri tarafından takip edilen politika, savaş duru
m unun ortaya çıkarabileceği tehlikelerin etkisini azaltm aya
y önelik askerî ve ekonom ik düzenlem elerin alınm ası ricalarıyla
karışık b ir ertelem e politikasıydı. A ğustos ayında Em ir Sadra-
za m ’a bir m ektup göndererek, eğer im paratorluk savaşa gire
cekse derhâl H icaz, Y em en ve A sir’e düzenli birlikler ve gö
nüllüler için üç yıllık erzak, cephane ve teçhizat gönderilm esi
71 Erskine, s. 40.
72 Antonius, s. 152-153, 156. Said’in bu ziyaretinde Faysal’ın Arap liderlerle
görüşmediğine ilişkin iddiası yanlıştır; Said, I, 105-107. Cemal ve Said ta
rafından Faysal’ın gezi programına ilişkin verilen tarihler doğru olamaz
73 Lawrence, s. 69; Erskine, s. 42.
74 Said, I, 106; Erskine, s. 42; Lawrence, s. 96. Cemal, s. 166, Faysal’ın
İstanbul’a seyahatından önce Vahib’in çoktan başka bir yere nakledilmiş
olduğuna işaret etmektedir.
75 Antonius, s. 157.
bakanlara sadakatini bildirip Süveyş K analı’na yapılm ası
plânlanan ikinci saldırıya H icazlı bir birlikle katılm a sözü ver
di.76 Ç anakkale’deki İngiliz saldırısının en üst düzeye ulaştığı
sıralarda Faysal, şartların bir A rap isyanı için çok elverişli
olduğuna inanıyordu.77 İstanbul’da birçok seçkinle görüştü.
Bunların arasından iki general ona H icaz’a dönm esini ve baba
sını, im paratorluğu iflasa doğru sürükleyen İttihatçılar’la iş
birliği yapm a konusunda uyarm asını tavsiye ettiler. A yrıca söz
konusu iki general, M üttefiklere katılarak, H üseyin’in İm para
torluğu korum a görevini üstleneceği kanısında olduklarını da
ifade ettiler. Bunun üzerine Faysal, devrim cilere katılm aya
karar verdi.78
Faysal İstanbul’da iken, el-F atat ve el-A h d 'm liderleri
Hüseyin aracılığıyla İngilizler’e sunulm ak üzere bir protokol
hrzıılam ışlardı. Şam Protokolü, B üyük B ritanya’nın, Aden
hariç M ısır’ın doğusundaki A rap ülkelerinin bağım sızlığını,
sınırları cöm ertçe çizilm iş halde tanım asını ve bütün kapitülas
yon ve im tiyazların kaldırılm asını, karşılığında ise gelecekteki
bağım sız A rap devletinin, B ritanya ile bir savunm a antlaşm ası
yapacağı ve ekonom ide İngiltere’ye büyük öncelikler tanınaca
ğı gibi hususları içerm ekteydi.79 23 M ayıs 1915 ’de Ş am ’a dö
nen Faysal, burada ayaklanm anın dayanak noktası olarak gö
rülm ekte olan A rap tüm enlerinin başka bölgelere nakledilm iş
olduklarını ve isyan taraftarlarının büyük sıkıntı içerisinde
olduklarını gördü. Israrla M ekke’ye dönerek isyanın liderliğini
kabul etm esi ve Şam protokolü tem elinde İngilizlerle görüşm e
si için babasını ikna etm esi istendi. Faysal A rapların ileri sür
düğü şartlan İngilizlerin kabul edip etm eyecekleri konusunda
76 Cemal, s. 213. Said, 1, 106. Dördüncü Ordu kumandanı Ali Fuad Paşa’nın
biyografisini iktibas eder. Ali Fuat’ın biyografisinden alınan bu pasajın ta
mamı Faysal’ın İstanbul’da yaptığı görüşmelere referans yapılarak iktibas
edilse de, Enver’le yapılan görüşme bu zamanda gerçekleşmiş olamaz ve
sadrazama sunulan memorandum Hüseyin’in bir yıl sonra sadrazama gön
derdiği mektupla aynıdır.
77 Lavvrence, s. 69.
78 Erskine, s. 42-43.
79 Antonius, s. 157.
endişeliydi. A m a yine de, teklifi H üseyin’e iletm eyi ve sonra
da isyanın başlatılacağı S uriye’ye dönm eyi kabul etti. A rdın
dan, m illiyetçi liderlerden dokuzu, H üseyin’i A rapların kralı
olarak tanım ayı kabul ettiklerini bildiren bir m anifesto im zala
dılar ve eğer H üseyin İngilizler’le Şam Protokolü tem elinde bir
anlaşm aya varırsa S uriye’de bir isyan başlatacaklarına dair söz
verdiler.80
N ezaket icabı F aysal’m, G üney bölgelerini teftişe çıkm ış
olan Cem al P aşa’yı ziyaret etm esi gerekiyordu. Fakat zam an
kıtlığı dolayısıyla Faysal, C em al P aşa’nm Ş am ’a dönm esini
beklem ek yerine onu K udüs’te ziyaret etm eyi tercih etti. Onu
büyük bir saygı ile karşılayan Cem al P aşa’nın ısrarları karşı
sında Faysal, babasının onun kom utasında 1500 kişilik gönüllü
ordusu yollam ası konusunda Cem al P aşa ile bir m utabakata
vardı. K arargahtaki yetkililere yönelik yaptığı bir konuşm asın
da Faysal, Şehadet şerbetini tatm ak için îslâm düşm anlarıyla
savaşm ak üzere em rindeki güçlerle beraber geri geleceğine dair
peygam ber üzerine yem in etti. D aha sonra da, M edine’ye gide
cek olan trene yetişm ek üzere Ş am ’a döndü.81
Faysal, 20 H aziran’da M ekke’ye döndü. B abasına olan
bitenler hakkında bilgi verdi ve kendisinin isyan saflarına geç
tiğini ilân etti.82 H üseyin, aldığı m alum atlar üzerine T a ife ,
yazlık konağına, hareket etti. B urada çocuklarıyla birlikte,
bundan sonra izleyeceği politikaların m üzakeresini yaptı. Fay
sal, isyandan yana olm asına rağm en zam anın henüz uygun
olm adığını ileri sürerek babasını, İngilizler bütün isteklerini
kabul edene ve Türkler biraz daha sıkışana kadar isyanı ertele
m eye zorladı. A bdullah ise F aysal’ın korktuğunu ileri sürerek
isyanın başlatılm ası gerektiğini iddia etti. Ve şu argüm anı ileri
sürerek onları ikna etm eye çalıştı: “Savaş, A raplar için yalnızca
tek bir sonuca sahiptir. A raplar, savaşın sonucuna göre ya T ür
85 Erskine, s. 45.
86 A.g.e., s. 45; Cemal, s. 214.
87 Hüseyin’den McMahon’a, 18 Şubat 1916, Cmd. 5957, s. 15-16; Erskine, s. 45.
cek bu ittifakı zedeleyebilecek hiçbir şeye im kân verm eyeceği
ni söylüyordu. H üseyin cevaben yazdığı 18 Şubat tarihli m ek
tubunda, gerekli anlayışın gösterildiği ve istedikleri dostluğun
kurulduğu anlamına gelen M cM ahon’ın m ektubundan duyduğu
m em nuniyeti dile getirdi.88 A m a böylelikle, A rapları tem sil
eden M ekke Şerifi ile İngilizler arasında m uğlak bir anlaşm aya
varılm ış oldu.
Politik m eselelerde antlaşm aya varıldıktan sonra, m ütea
kip görüşm eler tam am iyle A raplara yapılacak yardım ları
m üm kün kılacak düzenlem eler üzerine hasr edildi. H üseyin,
M cM ahon’a yazdığı 18 Şubat tarihli m ektubunda, H aşim îlerin
plânlarından bahsetti ve detaylarına kadar inerek gereken para
ve erzak yardım ı ve bunların H icaz’a hangi yolla ulaştırılabile
ceğinden söz etti. 10 M art’ta M cM ahon, H üseyin’e isteklerini
kabul ettiklerini ve onların Şerife ulaştırılabilm esi için gerekli
düzenlem eleri yapm aya başladıklarını yazdı.89 B öylelikle, Su
dan limanı üzerinden para ve erzak yardım ı yapılm aya başlan
dı. Haşiınîler, isyanı 16 H aziran’da başlatm ayı düşünüyorlardı,
ancak M cM ahon A rap güçleri tam anlam ıyla donatılana kadar
isyanın ertelenm esi gerektiği yolunda Ş e r if e baskı yaptı.90
H üseyin, İngiliz hüküm etiyle tam bir antlaşm aya varm ış
olm asına rağm en, T ürklerle olan görüşm elerini de sürdürdü.
O sm anlı hüküm eti, gönüllülerin toplanm ası, donatılm ası ve
eğitilm esi için gereken para ve silâhı gönderm e taahhütünde
bulundu ve N isan ayının başından itibaren H üseyin’e elli ya da
altm ış bin altın Türk Lirası gönderdi.9’ Bu arada, Cem al Paşa
ile yaptığı görüşm elerde Faysal, H üseyin’in gönüllü birlikler
oluşturm ası ve onların liderliğini üstlenm esi durum unda, hü
küm etin, valiyi geri çekip onun yetki ve güçlerini H üseyin’e
devretm esi gerektiğini ileri sürm üştü. C em al Paşa ise gönüllü
lerin bir an önce cepheye gönderilm eleri yolundaki isteğini
yenileyerek, yapabileceği tek şeyin, eğer E m ir’in m evcut hak-
98 Cemal, s. 214-217.
99 Abdullah, s. 106; Said, I, 111. Metinler biraz farklıdır.
100 Cemal, s. 221; Said’deki aynı pasajın Arapça çevirisine de bkz.: 1, 113.
101 Abdullah, s. 106-170; Said, I, 111; İstanbul ve Hüseyin arasında iki tur
mektuplaşmadan daha fazlasını zikretmez.
Faysal’ı babasının ve kardeşi A li’nin davranışları dolayısıyla
uyardı ve ona, A li’ye gönüllüleri alıp bir an önce Ş am ’a gelm e
sini ve M edine V alisi’ne sorun çıkarm am asını yazm asını söy
ledi. Faysal, yine kendisinin ve babasının im paratorluğa olan
sadakatini dile getird i.'02 C em al’in uyarısını daha ciddî bir
tehdit takip etti. N isan ayının sonuna doğru Y em en’e giden
3.500 kişilik yeni bir T ürk gücü M edine’ye ulaştı.103 Bu arada
Türkler, 1.500 gönüllünün teçhizatı için gerekli olan silâhları
M edine’ye gönderm işlerdi. Fakat, H üseyin’in gönderdiği mesaj
Cem al P aşa’nın M ekke’ye cephane gönderm e fikrinden cay
m asına ve H üseyin’e ulaşım güçlükleri dolayısıyla gönüllüle
rin, teçhizatları için gerekli araç gereç ve silâhın bulunduğu yer
olan M edine’ye gönderilm elerinin daha iyi olacağını söylem e
sine yol açtı.’04 Son olarak Enver Paşa, H üseyin’e, hüküm etin
ona ve A raplara hiçbir ayrıcalık tanım aya niyetinin olm adığını
açıkça ifade eden tehdit edici bir te lg raf gönderdi:
B ütün görevliler k en dilerine uygun görülen yetkilerin sı
nırları dahilinde davranm alı, bu sınırların ötesine uzanm a
y a çalışm am alı ve devletin işlerine burunlarını sokm am a-
lıdırlar. A ksi taktirde, hadlerini aşanlara hadleri bildirilir.
G önüllülerin hiç tereddüt etm eden gönderilm eleri ve A-
li’nin M ed in e’den geri çağrılm ası gerek m ek ted ir.105
™ Cemal, s. 2 2 0 -2 2 1.
103 H is Gt. War, I, 228-230; Cemal, s. 223; Said, I, 115.
104 Cemal, s. 222.
105 Said, I, 116-II7, bunu Enver’den Hüseyin’e son telgraf olarak görür.
Cemal, s. 225, 2 Haziran’dan yaklaşık üç hafta önce Enver’in Hüseyin’e
“Ali'nin Medine valisine karşı daha farklı davranması gerektiğine ilişkin bir
telgraf çektiğini nakleder.
önce isyanın başlayacağı yer olarak düşünülm üş olan Suri
y e ’den vazgeçilm esi gereğini doğurdu. S uriye’nin tek alternati
fi H icaz idi.106 M ayıs ayının başından itibaren, Türklerin ey
lem leri daha da tehdit edici olm aya başladığından bir geri adım
atm anın gerekli olabileceği noktasında kara alındı. M ayısın
ortasına doğru Faysal, Cem al P aşa’yı ziyaret etti ve ona, H üse
y in ’in A li’ye, S ina’daki orduya katılm ak üzere gönüllülerle
birlikte yola çıkm ası için talim at verdiğini söyledi. D aha sonra
d a ondan bölükleri K udüs’e sevkedebilm ek için M edine’ye
gitm e izni istedi. Cem al Paşa, biraz tereddüt etse de netice de
F aysal’a izni verdi ve Faysal M ayısın ortasında dem ir yoluyla
M edine’ye gitm ek üzere Ş am ’dan ayrıldı.107
Cem al P aşa’nın H aşim îlere karşı duyduğu şüpheler dola
yısıyla takındığı tavırlar, onların isyan için yaptıkları hazırlıkla
rı hızlandırm alarına yol açtı. F aysal’m Ş am ’dan ayrıldığı gün,
Cem al Paşa, M edine V alisi’ne, Y em en’e gönderilm ek üzere
hazırlanm ış olan özel güçleri M edine’de tutm ası ve onları baş
langıçta A rap gönüllülerin teçhizatı için gönderilen silâhlarla
donatm ası için talim at verdi. Cem al kısa bir süre sonra, D ör
düncü O rdu K om utanı Vekili Fahri P aşa’yı Ali ve F aysal’a
dikkat etm esi ve V ali Basri Paşa ile birlikte şehrin savunm ası
için plânları hazırlam ası talim atıyla M edine’ye gönderdi.108
Fahri, M edine’ye F aysal’dan kısa bir süre sonra ulaştı ve ko
m utayı üzerine aldı. H aşim îler, isyan için gerekli hazırlıkları
henüz tam am lam am ış olm alarına rağm en, Y em enli k eşif gücü
nün gerçekte M ekke E m iri’ni etkisiz hale getirm ek için gönde
rilm iş olduğundan em indiler. D olayısıyla H üseyin, F aysal’a her
an isyan başlayabilir diyerek M ekke’ye doğru yola çıkm ası için
em ir verdi. Faysal bu em ri, A ğustos’a kadar beklenm esi gerek
tiğini söyliyerek cevapladı. Fakat H üseyin, acele etm ek gerek
tiği yolundaki ısrarını tekrarlayarak bu isteğe karşı çıktı.109
A bdullah, 23 M ayıs’ta Sudan lim anından K ahire’ye telg raf
III
A.g.e., s. 117.
117 Cmd. 5957. s. 3. Arapça metin, muhtemelen, “Müslümanlar üzerinde bir
Arap Halifesi” diye tefsir eder: Said'deki resmî olmayan Arapça metne ba
kınız, I, 131 ve krş.: Rossi, s. 21.
ğer taraftan Sir H enry, sınırlara m üdahale edilebilm esi için
vaktin henüz erken olduğ&nu düşünüyordu.118 Bu, H üseyin’in
kafasında tasarlam ış olduklarına tersti. Ö yle ki, 9 E ylül’de
gönderdiği cevabının 2 /3 ’ünü M cM ahon’un sınırların m üzake
resi hususundaki isteksizliğini protesto etm eye ayırdı. T ekrar
tekrar talep ettikleri sınırların zaten A rabların üzerinde ikam et
ettikleri topraklar olduğunu ve onlar tarafından varlıkları için
zorunlu telâkki edildiğini yeniledi. A yrıca m ektubunda H ilâfete
de gönderm ede bulundu ve şöyle dedi:
D eğerli B akan, yegâne g erçek am aç, hayatın devam ı için
gerekli kaynakların garanti edilm esidir.
B unun yanında, A rapların talep ettiği sınırların hiçbiri ya
bancı halkların yaşadığı b ö lgeler değildir. T am am iyle A-
rap halkının ikam et ettiği bölgelerdi. B unun dışındaki
herşey anlam sız kelim e ve Unvanlardan başka b ir şey ifade
etm eyecektir.
H ilâfete gelince, A llah onu tasdik etti ve in san lar d a ondan
m em nun o ld u .119
122 Count Beinstorff, The M en in in o f Count Bernstorff, Ing. Çev. Eric Sutton
(Londra ve Tronto: William Heinemann Ltd., 1936), s. 179, krş.: Kedourie,
s. 56.
123 Bernstorff, s. 181. Arap raporu ve vesikaları için, bkz.: Said, I, 311-314, ki
bunlar Faysal’ın Cemal Paşa’nın isteği üzerine düzenlediği görüşmelerin
Haziran ya da Ağustos sonuna kadar başlamadığını göstermektedir.
yürüttüğü uzun m üzakereler sonucunda ulaşm ayı hedeflediği
ve gerçekleşm em esi ile A rap ayaklanm asına yol açan sonuçtu.
H alifelik m eselesinin geçtiği bütün görüşm elerin tetkiki
gösterm iştir ki, H üseyin halifeliği, bir pazarlık unsuru olm anın
dışında başka hiçbir am aç için değerli görm edi. Tersine, İngi
lizlerin kendisini A rap kralı olarak tanım aları ve desteklem eleri
için tekrar tekrar teşebbüste bulundu.
H üseyin, m illiyetçilerin istedikleri bölgeler üzerinde Arap
egem enliğini tanıyacaklarına dair İngilizler’den söz alm aya
çalıştı. M cM ahon’la olan m ektuplaşm alarında K ilikya’nın
dışarda bırakılm asını kabul etm işti. Fakat Fransız isteklerini
tartışm ayı savaş sonuna bırakm aya istekli görünse de, üzerinde
durulan diğer bölgelere ilişkin A rap iddialarından vazgeçm eyi
reddetm işti. 28 A ğustos 1918’de İngiltere’ye gönderdiği bir
m em orandum da kendisinin ve A rabların isteklerini üstüne basa
basa yeniden dile getirdi. H üseyin’e göre, İngilizler, K ilikya
dışında ilk m ektubunda M cM ahon’dan talep ettiği bölgeler
üzerinde bağım sız bir A rap devletinin kurulm ası noktasında
kendisiyle hem fikirdiler.124
H üseyin’in A rap bağım sızlığı için ısrarı yabancı nüfuzu
nun b ertaraf edilm esi noktasında değildi. B asra ve B ağdat’ta
İngiliz m enfaatlerini garantileyen özel düzenlem elerin yapıl
m ası yönündeki M cM ahon’m şartını kabul etm işti. Fransızların
taleplerinin tartışılm asının savaş sonuna bırakılm asına karar
verdi ve bu karara uym ayarak Fransızları ajite eden Kahi-
re ’deki tem silcisini azarladı. B ununla birlikte, 1917 M ayısında,
Sykes-Picot antlaşm asının genel hüküm leri hakkında Fransız
ve İngilizlerden bilgiler aldıktan sonra hedefini daha da netleş
tirdi. S uriye’nin kuzey batısında belli bazı bölgelerinde Fran-
sızlara özel konum lar verm eye, Fransızların, bu bölgelerin
124 Memorandum için bkz.: Wahbah, s. 318-320, 161: Great Britain, Foreign
Office, Documents on British Foreign Policy, ed. e. L. Woodward ve
Rohan Butler, İst ser., I (Londra: H.M.S.O. 1952), 414, 418-419; Amin
Rihani, M ulûk al-ıırab. 2. ed. (Beyrut: Yusuf Şadir, 1929), I, 60-61
(Ent’lished a s Around the Coasts o f A rabia [Londra: Constable and Co.,
1930], s. 111-112, vesikanın İngilizce versiyonu ne tam ne de kesindir).
Kaıııpffmeyer in Mit. Sem. Or. Sp„ XXVI-XXVII (1920), 128-130.
A rap devletinin egem enliği altında olduğunu kabul etm eleri
şartıyla razı oluyordu.125
Bütün bunlarla H üseyin, önce İngilizlerin sonra da Fran
sızların, A rap m illiyetçilerin hak iddiasında bulundukları böl
geler üzerinde A rap bağım sızlığını tanım alarını sağlam aya
çalıştı. V e yine, bu bölgeler üzerindeki krallığının İngilizler
tarafından tanınm asını ve desteklenm esini sağlam ak için uğraş
verdi. Bu yolda ilk adım ı, K asım 1916’da kendisini “A rap
ülkesinin kralı” olarak ilân etm ekle attı.126 Ü nvan, içerik olarak
m uğlak olm asına (belki de baştan) ve “A rabistan’ın K ralı”ndan
başka hiçbir anlam ı olm am asına rağm en, İngilizleri oldukça
tedirgin etti.127 İngilizlerin protestosuna rağm en Ş e r ifin yeni
ünvanı üzerindeki ısrarı, önem li bir ih tilâf yarattı. Fakat sonun
da “ H icaz K ralı” Unvanında bir anlaşm aya varıldı.128 Belki bu,
IV
132 Walıbah, s. 161. Şerif, rakip emirler hakkında taşıdığı endişeyi 18 Sefer
1337/23 Kasım I918’de ortaya attığı “Arap Birliği Projesi”nde dile getirdi.
Wahbah, s. 196,316.
Bu sonuncular, her türlü otoriteye karşı sürekli bir kızgınlık ve
küskünlük hali içerisindeydiler ve ancak güçlü ve hakim bir
otorite tarafından sürekli kontrol altında tutularak hizaya geti
rilebilirlerdi. H icaz’ın sınırlarının kabile topraklarına dek ge
nişletilm esi H üseyin’in rakipleri el-İdrisî ve İbn S uud’un etki
sini gösteriyordu. Bu ikisinin siyasî güçleri, d inî gayretleri
harekete geçirm eye dönük propagandaları sayesinde, yeniden
kuvvet kazanm ıştı ve H üseyin için açık bir tehlike arzediyordu.
A rabistan’ın bu yenilm esi zor güçleri karşısında O sm anlı
cılık M ekke Em iri için oldukça avantajlı bir politikaydı. K abile
reislerinin ve rakip em irlerinkine nazaran, O sm anlı çıkarları
H üseyin’inkiler ile daha çok uyuşuyordu. O sm anlı hüküm eti,
hacıların ve kutsal şehirlerin korunm asını büyük bir prestij
m eselesi olarak gördükçe, hacıların güvenliği için ciddî bir
tehdit oluşturan kabilelerin kontrol altına alınm aları, M ekke
E m iri’nin sınırlandırılm asından daha da öncelikli olm uştur.
H üseyin kendi açısından, O sm anlı S ultanı’nın İbn Suud ve
İdrisi üzerindeki sultasına sem pati ile yaklaşıyordu. D olayısıy
la, H üseyin için O sm anlı H üküm eti, rakiplerini kontrol altında
tutm a çabasında bulunm az bir yardım cı idi. Bu yüzdendir ki,
O sm anlı H üküm eti’nin askerî güçleri ve parası yanında olm asa
bile Emir, S ultan’ın sadık kölesi olarak hareket etm ekten geri
durm azdı.
H üseyin için O sm anlıcılık, S ultan’ın hüküm eti ona belli
bir otorite ve özerklik sağladığı sürece anlam lıydı. Em ir, O s
manlI H üküm eti’nin iç karışıklıkları ve dış problem leri dolayı
sıyla kendisi için gerekli gördüğü otoriteyi kurm ada hiçbir
engel ile karşılaşm adı. Jön T ürkler’in siyaseti, M ekke Em irliği
gibi özerk yönetim lerin kökünü kazım a am acındaydı. Fakat Jön
T ü rk ler’in im kânları, önlerine koydukları hedefleri gerçekleş
tirm ek için yeterli değildi. M erkezîleştirm e çabaları ve dış
karışıklıklar O sm anlı H üküm eti’ni, askerî gücünü çok geniş bir
alana oldukça yetersiz bir biçim de yaym ak durum unda bıraktı.
D em ir yollarının uzatılm ası ve köleliğin yasaklanm ası gibi
m odernleştirici önlem ler, kabilelerin çıkarlarını tehlikeye sok
tuğu için kabile reislerinin E m ir’e yanaşm alarını sağladı. Bu
ise, O sm anlI’nın H icaz’daki m üşküllerinin ikiye katlanm ası
dem ekti. D olayısıyla Jön T ürkler’in politikaları H üseyin için
önem li tehlikeler içerse de bunlar fiilî değil potansiyel tehlike
lerdi ve A rabistan’daki daha önem li tehlikelerin yanında çok da
kayda değer şeyler değillerdi.
İttihadçıların M ekke E m iri’nin hoşuna gitm eyen plânları
nı uygulam a çabaları, im paratorluk içindeki m uhafazakâr güç
ler tarafından da hoş karşılanm adı. Jön T ürkler, daha m uhafa
zakâr unsurların yavaş am a etkili m uhalefetiyle karşılaştılar.
D olayısıyla H üseyin, İttihadçıların H icaz’daki hareket alanları
nı sınırlandırm ada “ Eski T ürkler”in yardım ına güvenebilir,
hatta İttihadçıların “kafa dengi” m uhafazakârlar tarafından
yerlerinden edilm elerinin imkânını arayabilirdi.
H üseyin’in O sm anlıcılık politikası tutarlı idi. A rap rakip
lerine karşı O sm anlı H üküm eti’yle, Jön T ürkler’e karşı ise
“ Eski T ürkler’Me iş birliğine gitti. İdeolojik düzlem de siyaseti
ni, geleneksel O sm anlıcılığın, A rap fesat ve hizipçilerine ve
Jön Türklerin ateistliğine karşı verdiği ideolojik m ücadelesi
olarak tanım lam ıştır. H üseyin’in O sm anlıcılığa ve sıklıkla
vurguladığı İslâm ’a olan bağlılığı şüphe götürm ez. K endisinin
tesbit ettiği ideolojik konum u siyasî ilgileriyle uyum içerisin
dedir; dolayısıyla, birçok çağdaşı gibi o da, H ristiyan A vru
p a’nın politik ve entelektüel saldırılarından İslâm ’ı korum anın
tek yolunun M üslüm an bir O sm anlı D evleti’nden geçtiğine
sam im iyetle inanıyordu. A kıldan çıkarılm am alıdır ki, onun
dönem i Pan-İslâm izm in revaçta olduğu bir dönem di. Ö yle ki,
A rabçılık taraftarları dahi, doktrinlerini İslâm ’a referans yapa
rak savunm aya çalışıyorlar ve A rap uyanışının İslâm î uyanışın
zorunlu ilk şartı olduğunu söylüyorlardı.
Jön T ürkler, T ürk devletinde etkin b ir unsur oldukları sü
rece O sm anlıcılık H üseyin için önem li bir risk taşıyordu. Bu
risk, O sm anlınm H aşim îlerden Birinci D ünya Savnşı’na katıl
m alarını istediğinde daha bir arttı. Savaşın başlam ası berabe
rinde, Jön T ürkler ve H üseyin arasında yeni bir krizi ve çatış
mayı da getirdi. Bununla birlikte, T ürklerin A rabistan dışında
kalan bölgelerdeki m eşguliyetleri, H üseyin’e bir oyalam a poli
tikası uygulam a imkânı vererek açık b ir kopm anın gerçekleş
m esini engellem iş olabilir. Savaşın ilk yıllarındaki sonuçlarına
bakarak oyalam a politikalarına devam etti H üseyin. Fakat bir
m üddet sonra İngilizler de H icaz’a ilişkin iddialarda bulunm a
ya başladılar ve böylelikle O sm anlı ve İngiltere arasında kalan
H üseyin bir karara varm ak zorunda kaldı. Bu dönem de H üse
y in ’in oğlu A bdullah hususi bir önem i h aiz şu düşünceyi öne
sürm üştü: “ H aşim îler tarafsız kalm ayı becerseler bile, savaşı
kim kazanırsa kazansın H icaz üzerinde birtakım istekleri ola
caktır.” Ü stelik savaş yeni im kânlar da doğurdu. İlk defa olmak
üzere Hüseyin, İttihadçılardan kurtulmasını sağlayabilecek ve
hatta ona, H icaz’ı ve komşularını kontrol etm e noktasında yardım
cı olabilecek yeni bir müttefik bulmuştu. Bu şartlar altında, Hüse
yin ve İngiltere tarafından desteklenen Arapçılık, Osmanlıcılığa
karşı pratik bir alternatif idi.
Y eni baskılarla kışkırtılm ış, yeni im kânlarla beklentilere
girm iş H üseyin, m eseleleri daha bir uç noktaya taşıdı. O sm an
lıcılık ve A rapçılık arasındaki seçim de, politik realiteler —
soyut düşünceler değil— büyük bir önem i haizdi. A rapçılığın
askerî potansiyeli H üseyin’in kararında önem li bir rol oynam ış
olam azdı. Z ira o, F aysal’ın ayaklanm aya karşı çıkm asına yol
açacak kadar gerilediği bir dönem de isyana girişti. A slında,
Em ir hâlâ O sm anlıcılığı tercih ediyor görünüyordu. Yeni
im kânlarını Türklerle bir antlaşm aya varabilm ek için kullanm ış
ve yalnızca bu çabaları başarısız olduğunda isyan etm işti. Belki
de, İngiliz güçlerinin Irak’ta ve Ç anakkale’deki yenilgileri onu,
A rapçılığın ve O sm anlıcılığın göreceli cazibelerinden daha çok
etkiledi. D ikkatini verdiği en önem li konu elbetteki kom şuları
ile olan problem leriydi. T ürklere en son gidişi ve onlara karşı
isyana kalkışm ası ortak bir am aca sahipti. T ürklerle anlaşm aya
varm ak için yaptığı son teşebbüsünde, ancak H icaz’ın doğu
sundaki bütün düşm anlarının işini bitirdikten sonra İngilizlere
karşı savaşa girebileceğini söylem işti. İsyan ettikten sonra ise,
yeni m üttefiklerini, A rap rakipleri üzerinde üstünlük kurm asına
yarayacak birer güç olarak kullanm aya başladı.
A rap isyanı, m illiyetçiliğin A raplar arasında gelişm esini
sağlayan önem li bir adım dı. Bu, bağım sız bir güç olarak Arap
m illiyetçiliği A rap isyanının kökeninde ufak bir önem e sahip
olsa da böyledir. A rabçıliğin siyasî program ını Ş erif Hüseyin
hazırladı ve uygulam aya koydu. İsyanın kökeni, A rap m illiyet
çiliğin gelişm esi ve yayılm asının incelenm esinde önem li bir
vaka çalışm ası sunm aktadır. Bu vakada ne m illiyetçilik fikrinin
cazibesi ne de sın ıf çatışm ası ve değişim i önem li bir etkiye
sahiptir. H üseyin’in politikaları çatışm anın gereklerini yerine
getirm ek için plânlanm ıştı. A ncak, söz konusu olan çatışm a,
A rap toplum u ve O sm anlı yönetici sınıfındaki rakip unsurlar
arasında gerçekleşen bir çatışm a idi. O sm anlıcılık,
İttihadçıların m erkezîleştirm e politikalarının doğurduğu tehli
keyi b ertaraf etm ek için savaşa kadar kabul edilm iş bir politi
kaydı. D aha sonra A rapçılık kabul edildi. Fakat A rapçılık,
M ekke’nin H aşim îleri için, O sm anlıcılığın daha önce ifa ettiği
görevin bir benzerini yerine getirm ediği sürece anlam lı değildi.
Bu am açlar arasında önde geleni, M ekke E m iri’nin konum u
nun, rakiplerinin — T ürkler kadar A rapların da— tehditlerine
karşı güvence altına alınm ası idi.
A rap m illiyetçiliğinin gelişim inde. A rap isyanı olarak ad
landırılan bu aşam a, Birinci D ünya S avaşı’nın H icaz’da çıkar
ları keşişen birçok farklı politik güç üzerinde yarattığı etki
sonucunda ortaya çıkm ıştır. D olayısıyla, H aşim îlerin yüzlerini
A rapçılığa çevirm eleri, yönetici sın ıf içerisindeki bir züm renin
(H aşim îlerin) yine aynı sın ıf içerisindeki rakipleriyle girdiği
m ücadelesinde bir araç olarak kullanılm ak üzere yeni bir ideo
lojiyi (m illiyetçiliği) benim sem esi olayıdır.
İKİNCİ BÖLÜM
Bu plâna ait ayrıntılı bilgi için Birinci IJölüm’ün 29. sayfasına bakınız— ç.n.
1 Aralık 1916’da Faysal ve Nisan ı'JIT’de Abdullah tarafından T. E.
Lawrence’a verilen bilgi: T. E. Lavvrence, Secret Desputches fr o m Arabitı,
A bdullah’ın bu düşünceleri hangi aşam alardan gerçerek
ve ne zam an geliştirdiği ya da bu gelişm enin arka plânına iliş
kin henüz bir belge yoktur. K esin olarak söylenebilecek tek
şey, T em m uz 1914 ’de bunların A bdullah’a ait görüş ve teklif
ler olduğudur. Ö te yandan plânın ekseriyetle Suriye ve Irak’ta
koşullandırılm ış T ürk ordularındaki A rap kuvvetlere ve İngilte
r e ’nin başını çektiği güçlerin diplom atik desteğine dayanm ası
nın gösterdiği gibi A bdullah’ın, A rap m illiyetçileri ve İngiliz
yetkilileri ile kurduğu tem aslardan önem li ölçüde etkilendiği
dir. H üseyin’in, kabineye girdiği andan itibaren, T ürk hakim i
yetinden m üm kün olduğunca kurtulabilm e niyetine ve Türk
hüküm etinin H icaz’ı T ürk eyalet sistem ine dahil etm eye çalış
m ası er ya da geç H üseyin ile T ürkler arasında bir bölünm e
olacağını H aşim îler’e hatırlatıyordu. Fakat şu soru hâlâ yanıt-
lanam am ıştır: A bdullah’ın zihnindeki bağım sızlık düşüncesinin
gelişim inde, A rap m illiyetçileri ve M ısır’daki İngiliz yetkilileri
ile ilişkilerinin rolü tam olarak nedir?
Bu sorunun, en çok kabul gören cevabı, bu düşüncenin
oluşum unda A rap m illiyetçileri ile tem aslarının belirleyici
olduğudur. A bdullah, gizli bir A rap siyasî örgütünün üyesi olan
bir A rap m illiyetçisi idi ve 1914’den çok daha önce, ailesinin
A rap ulusal bağım sızlık hareketinde öncü rolü üstlenm esi ge
rektiğine inanıyor ve babasının hareketin lideri olm ası için
uğraş veriyordu. U lusal bağım sızlık talebi ile m otive olan ve
T ürklerden kopm aya karar veren Em ir, O sm anlı devletine karşı
y apılacak bir A rap hareketi karşısındaki m uhtem el tutam larını
öğrenm ek üzere M ısır’daki İngiliz tem silcilerini arayıp buldu.2
A ncak A bdullah, anılarında A rap m illiyetçilerinden pek bah-
setm em ekte, bir A rap gizli teşkilatının üyesi olduğunu açık bir
şekilde ifade etm em ektedir. O nun esas üzerinde durduğu konu,
O sm anlı devletinin İslâm î çizgisini sürdürdüğü (A ntonius’tan
7 Abdullah, s. 23-24.
8 Emin Said, es-Sevralü l-Arabıyyetı 'l-Kubra, 3 cilt (Kahire: İsa el-Halebî,
[1934?]), 1,49-50.
9 Örneğin, Sa’id ve Lavvrence’a ilişkin bilgiler, Antonius’la görüşmelerden
daha eski tarihli olan Abdullah ve Faysal’a dayanmaktadır.
destekçisi olarak görülm ediğinin işaretidir.10 1914’de dönem in
gözlem cileri, H icaz’ı İm paratorluğa sadık kalan A rabistan’ın
tek bölgesi ve H üseyin’i en azından tam bir T ürk taraftarı ola
rak değerlendirm ektedirler. I9 0 9 ’dan sonra H üseyin ve Jön
T ürkler arasındaki çekişm elerin artm asına rağm en, 1 9 l4 ’e
kadar H üseyin H icaz’da kararlan kendi başına alm akta, O s
manlI valisinin önem li bir rolü olm am aktadır.11 A ncak 1914
başlarında T ürkler, aynı zam anda üst düzey askerî bir yetkili
olan güçlendirilm iş bir vali atarlar. Y eni valiye, H icaz’da yeni
eyalet yasasının uygulanm ası ve dem ir yolunun H icaz’a kadar
uzatılm ası talim atı verilir. M ekke Em iri ve H icaz halkı, bu yeni
T ürk politikasına karşı çıkar ve O sm anlı ile M ekke E m iri’nin
ilişkileri gerginleşir. 1914 başlarında, A bdullah’ın parlem entoya
katılm ak üzere çıktığı İstanbul yolu üzerinde K ahire’de durm a
sı, bu kriz esnasındadır.12 A bdullah’ın O sm anlıcılık düşünce
sinden tam am en vazgeçm esi bu krizin bir sonucudur.
A b d u llah’ın İngiliz yetlilileriyle tem aslarının tam niteliği
ni, eldeki verilerden çıkarm ak m üm kün değildir. M evcut
doküm anlardaki kanıtlar, K itchener’in 5 Şubat 1914’de A b
dullah ile yaptığı bir görüşm edeki bazı tem aslarla sınırlı olup,
bu konuda yeni delillerin bulunm ası zo r görünm ektedir.13 Bu
24 Sir George Arthur, Life o f L ord Kitchener, 3 cilt, (New York: Macmillan,
1920), II, 281-282, 306.
25 British Docum ents, IX, 2. kısım (Londra: H.M.S.O., 1934), 88.
O sm anlI’nın İtalya karışısında zafer kazanm asına izin veril
m em esi gerektiğini, çünkü A vrupa karşısında bir M üslüm an
ülke tarafından kazanılacak zaferin, tüm M üslüm an dünyayı
harekete geçirebileceği ve A sya ve A frik a’da İngiltere’nin
konum unu olum suz yönde etkileyeceğini düşünm ektedir. A yrı
ca, “ Burada, tedirginlik ve sinir hakim olm aya başlıyor: Arap-
lar’da kaygı ile birlikte gizil hesaplar da var.”26 Böylece
K itchener O sm anlı İm paratorluğu’nun varlığını devam ettire
m eyeceğine, bu yüzden İngitere’nin İm paratorluk’un kendini
korum asına yardım cı olm am ası ve İm paratorluk’taki A rapların
bağım sızlık arayışına girebilecekleri konularında ikna edilir.
Aynı zam anda, A rap toprakları, M ısır ve H indistan’daki İngiliz
hakim iyeti için hayatî olduğundan, A rap bağım sızlık hareketi
ne İngiltere’nin destek verm esi gerektiği fikri ağır basar.27
Ö yle gözükm ektedir ki, O sm anlı İm paratorluğu’nun d a
ğılm a beklentisi içinde olan M ısır’daki İngiliz tem silcisi, M ek
ke Emiri ve Ş e rifin oğlu olan bu önem li A rap şahsiyetinin
yaklaşım larını öğrenm ek için özel bir çaba sarfediyordu. Böyle
bir davranış, hem Türkçe hem de A rapça konuşan, aynı za
m anda yerel dili de konuştuğu sanılan bir kişinin genel yakla
şım ları ile uyum içindedir. Böylece yerel liderlerle şahsen ve
yük bir uyum içindedir ki, her ikisinin de aynı konuşmadan söz etmesi kuv
vetle muhtemeldir.
38 Abdullah ve Antonius.
39 Yalnızca Antonius.
40 Abdullah ve Antonius; Said konuşmayı şöyle özetler: “[Lord Kitchener]
İngiltere’nin Türklerle olan dostane ilişkilerini sürdürmek istediklerini ve
bu çerçevede kadim geleneklerini gözeterek Araplara yardım edebilir.” Ab
dullah, Storrs’un Fitzmaurice’e gönderdiği mektupta şunları söylediğini
aktarır: “Eğer Şerif Hicaz’daki haklarını savunursa, dost bir devletin iç işle
rine karışma hakkı olmayan İngiliz Devleti, Türkiye’ye karşı hac bölgesin
deki sükuneti bozacak, herhangi bir hareketin devamından asla memnun
olmayacaktır.”
41 Abdullah.
42 Antonius.
43 Abdullah ve Antonius.
44 Abdullah.
K ahire A rap gazetelerinde 5 Şubat 1914’de bildirdiğine göre,
H idiv görüşm e yapm ak üzere önce A bdullah’ı daha sonra Lord
K itchener’i alm ış ve 7 Ş ubat’da K itchener, A bdullah’ı ziyaret
etm iştir.45 B asında çıkan haber önem li bir delil olarak değer
lendirilm em ekle birlikte, A bdullah’ın kendi aktardıkları da göz
önünde bulundurulursa, K itchener’in G rey ’e “ Ş erif A bdullah
dün beni çağırdı” şeklinde sunduğu bilginin gerçeği tam ve
doğru olarak yansıtm adığı görülm ektedir. G erçekten de, Lord
K itchener daha sonra, ilk yazdıklarında ortaya çıkan izlenimi
değiştirm eye çalışm ıştır. 4 N isa n ’da G rey ’e şunları yazm ıştır:
“M ekke Ş erifi’nin, oğlunu bana gönderdiği iddiası gerçeği tam
olarak yansıtm am aktadır. A bdullah Bey, H idiv’e ziyareti sıra
sında beni resm iyetten oldukça uzak bir şekilde ve K ahire’ye
varışından bir süre sonra çağırdı.” A ynı m esajda K itchener,
H icaz’daki durum ile ilgilendiğini şöyle ifade eder: A rap m e
selesi ile ilgilenirken dikkatli olunm asına rağm en, binlerce
Hintli M üslüm an ve M ısırlı tarafından yılda bir defa hac am a
cıyla ziyaret edilen K utsal M ekanlar’a, İngiltere’nin klâsik
politikasında olduğu üzere, ilgisini azaltm asının doğru olm aya
cağını söyler. T ürkiye’nin m erkezî yönetim i güçlendirm e poli
tikasının bir sonucu olarak H üseyin ve T ürkler arasındaki ça
tışm anın, hacıların güvenlik ve refahını olum suz yönde etkile
diğini belirtir.46 G azetedeki iddia ve K itchener’in 4 N isan ’daki
m esajı, A b dullah’ın, K itchener’in kendisini ziyaret edip Os-
m anlı D evleti ve M ekke Em iri arasındaki ilişkiler konusunu
açana kadar, kendisinin T ü rkiye’den A rapların ayrılm ası husu
sunda, İngiliz Tem silcisinin desteğini istem ediği iddiasını
güçlendirm ektedir.
A bdullah’ın Lord K itchener ile tem aslarının tam ve kesin
ayrıntıları belli olm am asına rağm en, bu tem asların genel seyri
ve m ahiyeti oldukça açık görünm ektedir. A bdullah’ın İngiliz
Tem silcisi ile ilk tem ası, 1912 veya 1913’te, tem silcinin onu
çağırm ası ve hacıların durum larının iyileştirilm esi konusundaki
45 British Docum ents, X , 2. kısım, 832. Soruna ilişkin, Kahire basınında başka
herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır.
46 A.g.e„ 830.
m em nuniyetini dile getirm esi ile gerçekleşm iştir. 1914’de
konuyu ilk açan yine Lord K itchener olm uş ve A bdullah’ı
ziyaretinde H icaz’daki siyasî atm osfer konusunda sorular sor
m uştur. A bdullah, K itchener’in konuya olan ilgisinden aldığı
cesaretle, T ürkiye’den A rapların ayrılm ası durum unda İngilte
re ’nin tavrının ne olacağını sorm uştur. İngiliz T em silcisi, İngi
liz H üküm eti’nin bir A rap ayaklanm asına destek verm eyeceği
ni söylem iştir.
A bdullah, N isan’da İstanbul’a dönerken, M ısır’da H idiv’in
tekrar m isafiri olm uş ve Lord K itchener’i çağırm ıştır. Bir şey
ler söylem ek istem iş ancak söyleyem em iştir. Türk yetkililerin
bu görüşm elerden dolayı hoşnutsuzluklarını dile getirm eleri
üzerine K itchener, E m ir ile görüşm elere son verir. Emir, daha
sonra Storrs tarafından çağırılır.47 Storrs, A bdullah’ın “H icaz
A raplarm ın İngiltere’den destek beklem em eleri” ve “ İngilte
re ’nin A rabistan ile tek ilgisinin H indistan hacılarının rahat ve
güvenliği olduğu” konusunda bilgilendirilm esini ister. A bdul
lah’ın başkente ziyaretinin sonuçlarından ve hüküm etin M ek
k e’ye dem ir yolu döşem e kararından m em nun olm adığı görül
m ektedir.48 İki saatlik bir konuşm adan sonra, son olarak A b
dullah, S to rrs’tan M ekke E m iri’ne bir veya yarım düzine
m akinalı silâh verilm esini ister. Silâhların hangi am açla kulla
nılacağı sorulunca, T ürklere karşı savunm a am açlı olarak kul
lanılacağını söyler. Storrs, İngiltere’nin iyi bir m üttefikine karşı
kullanılm ak üzere silâh verem eyeceklerini belirtir ve her ikisi
de dostça ayrılırlar.49
A bdullah’ın K itchener ve Storrs ile görüşm elerinin,
T ürkler’den ayrılm a konusunda ona büyük cesaret verdiği
şüphesizdir. Eğer K itchener görüşm eleri başlatm asa idi, İngil
te re’nin sadece hacıların güvenliği ile ilgilendiği iddiasını ka
ARAP İSYANINDAKİ
İDEOLOJİK TESİRLER
11 A.g.e., s. 25, kol. 1,1. 1; s. 24, kol. 2 , 1. 1, s. 25, kol. 2 , 1. 7 (Arapça metin),
s. 16-17 (çeviri).
12 C. Snouck Hurgronje, “L’Islam et le probleme des races”, RMM , L (1922),
8 - 21 .
A ziz üm m etim izin İslâm î hassasiyeti A raplara has iştiyakı
hususundaki m em nuniyetim izi ifade etm ek ve şim diye ka
dar gösterm iş olduğu yiğitlik, kahram anlık ve A rap o n u
rundan ötürü ve kâfir işgalcileri vatanım ızdan ve to prakla
rım ızdan kovarken bize verdiği destekten dolayı teşek
kürlerim izi sunm ak isteriz. B un u n la b irliktedir ki şerefli
A rap to p raklarının tarihinde altın b ir sayfa açılm ış ve to p
raklarına tam ve sürekli b ir b ağım sızlık sağlayarak büyük
övgüyü hak etm iştir.13
13 RMM , XLVII (1921), s. 26, kol. 1, II. 5-8 (Arapça metin, s. 18-19 (çeviri).
14 Bu doktrinler için bkz.: David Santillana, Insti/Uzjoni di diritto musulmano
mcılichita, 2 cilt, (Roma: Instituto per l’Oriente, [1925-1938]), I, 21-26; H.
A. R. Gibb and Harold Bowen, Islanıic Society and the V/est, 1. cilt: lslamic
Society in the Eighteenth Century, pt. I (Londra: Oxford University Press,
1950), s. 28-29.
15 RM M , XLVII ( 1921). s. 27, kol. I, II. 1-8 (Arapça metin), s. 20-21 (çeviri).
pasajda, onun “m illeti” “kabileler ve A rap cem aatlerini” kap
sam aktadır. İkincisinde ise “m illet” “ İslâm î azim ve Arap
çoşkusu ve gururuna sahip yüce A rap topraklarında yaşayan
cesur ve yiğit insanlardır. Bundan çıkartılabilecek tek sonuç
H üseyin’in “ m illeti” “ A raptır” gerçeğidir. Fakat, onun “m ille
tinin” bütün A rapları kapsadığına dair herhangi bir işaret yok
tur.
N e zam an ki, “m illct” veya “m illî” gibi terim ler özel bir
bölge veya halk referans tın a r a k kullanılsa H icaz ve oradaki
halk kastedilm ektedir. Ü çüncü bildirinin giriş paragrafı bunu
açıkça gösterm ektedir: “ Şim di topraklarım ızın çocuklarına
dinin, m illiyetçiliğin ve insanlığın bize yüklediği sorum luluklar
hakkında bahsetm e zam anı geldi.” Burada, “bizim toprağım ız”
gönderm e yapılan ilk bölge olm alı: İki kutsal bölgenin onlar
tarafından (İttihadçılar) O sm anlı’ya ait diğer bölgelerden daha
az tahrip edilm esi onların H icazlıları; A nadolu, Rum eli, Suriye
ve Irak’ta oturanlardan daha çok sevm eleri dolayısıyla değil
d ir...16 Y alnızca “bizim topraklarım ız” deyim i ile H icaz ayni-
leştirilm em ekte aynı zam anda H icaz, diğer iki A rap bölgesin
den — Suriye ve Irak— ayrı olarak ele alınm aktadır. Bu iki
bölgenin çok net olm asa da benzer bir m anada yalnızca bir
pasajda bahsi geçiyor: “ M edine halkına bakın... İttihadçıların
Suriye ve Irak A raplarına yaptıkları zulüm ve adaletsizlikten
onlar da kurtulam adı...” D aha sonra da M edine halkına yönelik
zalim davranışlar sıralanır.17 Bir başka tanım lam a da, H üse
y in ’in ülkesinin ve insanlarının başına gelen dayanılm ası zor
açlık ve sefaletten bahsederken yapılır.18 Dolayısıyla, H ü se
yin ’in vatanı Hicaz, üm m eti y a da kavm i de H icaz halkıdır.
Bundan dolayı, H üseyin’in üçüncü bildirisi ilk bildirinin
gizli tutulan versiyonundaki ve oğlunun yazılarındaki A rapçılık
teorisini içerm ez. H üseyin m illiyetçiliği yerel anlam da kullan
m ıştır ve bütün A rap m illetine vurgu yapm am ıştır. Şu kesindir
ki, eğer H üseyin, A bdullah’ın yazılarında ve ilk bildirinin gizli
16 A.g.e.,s. 24, kol.1 ,1. 3; s. 25, kol. I, I. 7 (Arapça metin), s. 14-15 (çeviri).
17 A.g.e.,s. 25, kol.2 , 1. 8; s. 26, kol. I, I. 4 (Arapça metin), s. 17-18 (çeviri).
18 A.g.e.,s. 25, kol.1 , 1. 16; s. 24, kol 1 I. 4 (Arapça metin), s. 16 (çeviri).
versiyonunda geçen A rapların M üslüm anlar arasında m üstesna
b ir yere sahip oldukları şeklindeki fikre inansaydı veya onu
kullanm ak isteseydi bunu ilk defa “A rap ülkesinin kralı”
Unvanını kullandığı bildirisinde yapardı. D em ek ki H üseyin ne
ilk bildirinin gizli tutulan verisyonunun yazarıdır ne de ondaki
A rapçılık fikrinin savunucusudur.
H üseyin’in bildirileri şunu açıkça ortaya koym aktadır ki,
ona göre kanunî bir devlet m illî olan değil m üm kün olduğu
kadar çok fazla inanan topluluğu kucaklayan bir İslâm devleti
dir. “ Bab-ı A li’yi tanıyan ilk M üslüm an vali ve em irler M ek
k e’nin em irleri olm uştur. Bu em irler ki O sm anlı yöneticilerin
den, övülm üş O sm anlı ailesinin sultanlarıyla, A llah ’ın Kitabına
ve Peygam berin Sünnetine dosdoğru bir bağlanışla ve bunlar
daki em irlere uym ada gösterilecek şevk ve iştiyakla M üslü
m anlar arasındaki bağları güçlendirm elerini talep etm işlerdir.19
A ynı şekilde, H üseyin’in bahsettiği “ Sünnî O sm anlı Sultanları
ve dünyanın tüm M üslüm anları arasındaki tek bağ, K ur’an ’a ve
S ünnet’e sıkı sıkıya sarılm ak değil m idir?”20 N e zam an ki bu
şartlar yerine getirilir işte o zam an O sm anlı Sultanları birer
halifedir: “M üslüm anların halifelik için lüzum lu gördükleri
koşullan ihlâl etm eleri ve yerine getirm em eleri onların
(İttihadçıların) reddedilm elerini gerektirm ektedir.”21 O sm anlı
hüküm eti şeriata sıkı sıkıya bağlı kaldığı sürece yalnızca hilâfet
m akam ı olm akla kalm az, aynı zam anda gerçek bir “ İslâm dev-
leti”d e22 olur, yani bütün M üslüm anların devleti.
H üseyin’in, A rapların O sm anlı D evleti’nden ayrılm aları
na gerekçe olarak gösterdiği sebepler, A bdullah’ınkilerle he
m en hem en aynıdır. A yrılm a zorunluydu, çünkü Türkler, şeria
tın em irlerine uym aktan vazgeçm işler ve dolayısıyladır ki hali
feliğin şartlarını yerine getirem ez olm uşlardı. H üseyin’in
23 RMM , XLVI (1921), s. 20, II. 11-12 (Arapça metin), s. 6 (çeviri); XLVII
(1921), s. 13, kol. 2, II. 10-12 (Arapça metin), s. 10 (çeviri).
24 RMM , XLVI (1921), s. 20, II. 12-13 (Arapça metin), s. 7 (çeviri).
25 A.g.e., s. 21, II. 1-2 (Arapça metin), s. 7 (çeviri).
26 A.g.e., s. 20, II. 14-15 (Arapça metin), s. 6 (çeviri).
27 A.g.e., s. 20, II. 4-5 (Arapça metin), s. 7 (çeviri); XLVII (1921), s. 13, kol.
I, II. 12-17 (Arapça metin), s. 7 (çeviri); 25, kol. 1, II. 3-4 (Arapça metin),
s. 15 (çeviri); s. 25, kol. I, I. 12 (Arapça metin), s. 15 (çeviri).
28 Modern hilâfet teorisi hakkında bkz.: H. A. R. Gibb, “Some Considerations
on the Sünni Theory o f the Caliphate”, A rchives d ’Histoire du Droit
Oriental, III (1948), 401-410 ve Gibb ve Bowen, I, pt. 1. s. 26-38.
daki kişi A bdullah tarafından yalnızca bir kere “halife” olarak
adlandırılm ıştır, H üseyin ise bunu hiçbir zam an yapm am ıştır.
H üseyin’in bildirilerinde “ halife” kelim esi yalnızca bir kere
İttihadçıların II. A bdülham it’i “halife” olarak tanıdıkları ve
fakat kendisinin böyle düşünm ediğini söylerken geçm iştir.29
M odem hilâfet teorisinin A bdullah ve H üseyin tarafından
kullanılm ası, 19. yüzyıl Y akın D oğu T arih î’nin çarpıcı nitelik
lerinden biri olan P an-İslâm ist hareketi anlam ada önem li kat
kılar sağlam ıştır. O sm anlı hüküm eti, dünya M üslüm anlarının
desteğini kazanabilm ek için kendisini halifelik m akam ı olarak
tanım lam a yoluna gitm iştir. M odem hilâfet teorisine göre,
O sm anlı hüküm eti şeriatı uyguladığı m üddetçe böyle bir
ünvanı taşım ak için tam anlam ıyla geçerli bir sebebe sahiptir.
H üseyin ve A bdullah, O sm anlı hüküm etinin halifelik m akam ı
hususundaki iddiasını haklı görmekteydiler ve birçok Müslümanın
da bu görüşü paylaştıklarına inanm aktaydılar. D olayısıyla, bazı
A vrupalı İslâm cıların, O sm anlI’nın klâsik halifeliğin özellikle
rine sahip olm adığım iddia ederek O sm anlı hilafetiyle alay
etm eleri oldukça yersizdir.30 T ürklerin klâsik hilafete ilişkin
iddiaları M üslüm anların değil, A vrupalIların yararına olm uştur.
B ununla birlikte, evrensel hilâfet, M üslüm an düşünürler
tarafından çoktan, geçm işte kalm ış bir şey olarak ele alınm ış
olsa da, sam im i M üslüm anların nazarında o hep bir ideal olarak
kalm ıştı. 19. yüzyılda İslâm ekonom ik, politik ve fikri olarak
A vrupa karşısında yenik durum a düşünce, dünyanın her yerin
de M üslüm anlar, İslâm ’ı A vrupa’ya karşı koruyacak ve savu
nacak güçlü bir İslâm devleti arar oldular.3’ 19. yüzyılın sonla
rına kadar O sm anlı İm paratorluğu bu yönde düşünen M üslü
32 İleriki sayfalara bkz.: s. 133-140. Hatta bkz.: Charles C. Adams, İslam and
M odem ism in Egypt (Londra: Oxford University Press, 1933), s. 85 ve al-
M u'la n u ıra l-a ra b ia l-a w w a l, (Kahire: 1331 H /l913), s. alif-jim.
kullandığı “ m illet” “m illî” “vatanî” (patriotic) ve “m illiyetçi
lik” terim leriyle benzerlik gösterm ektedir. B ununla birlikte
H üseyin, üm m et ve kavim kavram larını m odern m illiyetçilerin
kastettikleri anlam da değil, atalarının kullandığı gibi kullan
m aktadır. K lâsik A rapça’da, üm m et, bütün M üslüm anları kap
sayan geniş İslâm î üm m etin yanında bir kişinin halkını, toplu
luğunu, kabilesini ve partisini ifade etm ek için kullanılırdı;
M eninski’ye göre, kavim aile, kabile ve kanbağı anlam larına
gelirdi. K lâsik sözlüklerde vatanî kelim esi geçm ezken, “vatan
sevgisi im anın bir parçasıdır” şeklindeki hadis 19. yüzyılın
başlarından önce kullanılm aktaydı.33 B unun içindir ki Hüseyin
geleneksel terim leri kullanıyordu ve bildirilerinde onları gele
neksel politik düşünceyle uyum içerisinde kullanm aktaydı.
A rap isyanının önde gelen iki liderini etkileyen ya da on
lar tarafından halk desteği tem in etm ek için kullanılan ideolojik
tesirler 19. yüzyılda başlayan A vrupa egem enliğine karşı veri
len genel İslâm î tepkide kendini gösterdi. H üseyin ve A bdullah
her şeyden önce bağım sızlığı ve İslâm ’ın ve onun en tem el
kurum u olan şeriatın ve halifeliğin bütünlüğünü korum a iste
ğinde hem fikirdiler. A m a bu isteğin ötesinde onların fikirleri
uyuşm am aktaydı. H üseyin geleneksel Sünnî İslâm ’a bağlı iken,
A bdullah, İslâm ’ın restorasyonunun zorunlu bir şartı olarak
A rap uyanışını görm e noktasında A bduh, Reşid Rıza ve genel
anlam da A rap m illiyetçileriyle bir düşünm ekteydi.
5 Büyük Britanya, Dış İşleri Ofisi yazıları, Şir H enry M cM ahon ve M ekke
Şerifi Hüseyin A rasındaki Yazılmalar, Temmuz 1915-M art 1916, Cmd.
5957 (Avam Kamarası Dönem Raporları, 1938-1939, cilt 27), s. 7-9.
8 Resmî Arap belgeleri için bkz.: Hafız Wahbah, iazirah al-arab fı-a l-q a m
al-ishrin [20. Yüzyılda Arap Yarımadası], 2. baskı (Kahire: Matba’ah li-
Jannah al-Ta’lif wa al-Tarjamah wa al-Nashr, 1946), s. 155.
na değil bilâkis güneyine düştüğü şeklinde karşılık verm işler
dir.7 Bu sorun, Isiah F riedm an’ın yayınlanm am ış resm î kayıt
lardan yola çıkarak daha sonraki İngilizlerin tutum larına ilişkin
tem el yazıtlar üzerine yaptığı araştırm alar yoluyla aydınlığa
kavuşm uş ve bu tartışm alar yeniden gündem e gelm iştir. İngi
lizlerin “districts”/w ilâyât hususundaki kanaatleri 1920’de
H ubert Y oung’ın açıklam alarıyla ilk defa resm î bir nitelik
kazanm ış ve daha sonra dış işlerinde görevli olan W. J. Childs
tarafından 1930’da yazılan bir m em orandum la bu kanaatler
kem ale erm iştir. K onuyla ilgili bütünüyle farklı bir izahat, 1918
yılında henüz dış işlerinde bir m em urken A m old T oynbee
tarafından ileri sürülm üştür. T oynbee bahsi geçen tüm ceyi,
tıpkı daha sonraları A rap sözcülerinin yorum ladığı şekilde
değerlendirm iştir. T oynbee’nin ve A rapların kanaatlerini red
deden Friedm an, İngiliz resm î görüşlerini, diğer görüşlere
yeğlem iştir. Buna karşın, T oynbee görüşlerinde ısrar etm iştir.8
İngiliz resm î m akam larının bahsi geçen tüm ceyi daha
sonraki yorum ları hem belge niteliği olarak hem de edebî ola
rak gerçekten de kabul edilem ezdi. Bu yorum larda edebî ve
m antıksal kanaatlerin çok kat'î olduğu görünüyor. Y ayınlanm ış
olan bir belge ile öyle görünüyor ki, İngiliz resm î görüşü
linguistik (edebî) bir problem den kaynaklanan yanlış bir kav
ram sallaştırm a içerisindedir. İngiliz resm î görüşünün savunu
cuları tartışm anın A rapça vvilâyât kelim esinin “civar”
(environs) yerine vilâyet olarak yorum lanm ası etrafında dön
düğünü ve M cM ahon’un iddialarının yersiz olduğunu iddia
ediyordu.9 İkinci yanlış kavram sallaştırm a şu ki; problem ,
M acM ahon’un yerleşik term inolojiye m ugayir olarak Arap
dilindeki m üphem ifadeye — ki H üseyin ve oğlu A bdullah
10 Jou m . Cont. Hist. V, no. 2 (1970), 104, 108, 116; V, no. 4 (1970), 197;
Britanya, Sömürge Ofisi, 1915 ve 1916’da S ir H enry M cM ahon ve M ekke
Şerifi arasındaki belirli yazışm aları değerlendirm ek üzere kurulm uş bir
K o m ile’nin Raporu, Cmd. 5974 (Avam Kamarası Dönem Raporları, 1938-
1939, cilt 14), s. 8-30.
11 Jou m . Cont. Hist., V, no. 4 (1970), 191-192.
sı gereği birçok ciddî soruyu içinde barındırsa da rapor içsel
olarak kendi kendini doğrulam aktadır.
V ilayetler (districts) üzerine yapılan daha sonraki yorum ,
linguistik ve m antık yönünden hem en hem en tutarsız ve kanıt
ların aksine şüpheli iken, dil yönünden doğru bir açıklam a,
1920 sonrası yapılan açıklam alardan daha fazla kanıt sunan
İngiliz resm î bildirilerinde ortaya konm uştur. T oynbee 1918’de
bu ifadeyi oldukça doğal bir şekilde Ş am ’dan H alep’e kadar
gelen bir hattın doğusuna atfen kullanm ıştır. Bundan iki yıl
evvel, K ah ire’de önem li bir görevli olan D. G. H ogarth da bu
tüm ceyi aynı şekilde kullanm ıştı. T oynbee” in kendi yorum u
nun tam am en özgün olduğuna dair ileri sürdüğü iddia elbette
doğru olabilir ve herhangi bir m antıkî zem inde de reddedile
mez. A ynı zam anda, T o ynbee’nin açıkça ortaya koyduğu bu
yorum farkında olm aksızın H ogarth’ınkinden etkilenm iş de
olabilir, ancak o bunu hiçbir olayda kabul etm em iştir. Y ine de
T oynbee F ilistin’i bağım sız bir A rap dünyasına dahil etm eye
yanaşm adığı ve Y ahudilerin yaptığı söm ürgeleştirm e politika
sına karşı çıkm adığı için, yorum u kendine has bir özelliği havi
değildir. Bu nedenle onun 1918’de yaptığı yorum , H ogarth’ın
M cM ahon’un ifadesini okuyuşunun — dilbilim den anlayan ve
dilbilim sel ön yargıları olm ayan birisi için— anorm al olm adı
ğını, en azından kanıtlam aktadır. H ogarth’ın bizatihi kendisi
açıkça yorum unu linguistik açıdan doğal görm üştür. A nlam ı
üzerinde çok fazla düşünm eye zam anı olm am ıştı. Bu kullanım ı
F ilistin ’i bir A rap bağım sızlık alanına dahil etm e isteğinin bir
sonucu da değildir ve hatta ileride görüleceği üzere o Filistin’i
farklı zem inlerde A rap bağım sızlık alanının dışında tutm uş
tur.12 A slında H ogarth’ın yorum u Clayton ve M cM ahon’un
ifadelerinin etkisi altındadır.
H üseyin’e yazdığı m ektuptan iki gün sonraki bir
doküm anda, M cM ahon “vilayetler”in (districts) civar veya
çevreden fazla bir anlam taşım adığını belirtm iş ve olaya açıklık
kazandırm ıştır. 26 Ekim 1915 ’de Dış İşleri Sekreteri G rey ’e
12 Joum . Cont. Hist., V, no. 2 (1970), 112-114; no. 4 (1970), 187-189, 193-196.
105
gönderdiği bir yazıda Y üksek K om iser’in şöyle dediğini yazı
yordu: “A rap oldukları dahi söylenem eyecek olan S uriye’nin
kuzey sahilinde, Fransız çıkarlarının da tanındığı yerlerdeki bu
vilayetleri (districts) dahil etm em e hususunda... dikkatli dav
randım .” 13 Bu pasajda M cM ahon açıkça, “S uriye’nin kuzey
sahillerindeki ve Fransız çıkarlarının tanındığı yerlerdeki vila
yetleri” (districts) “Şam, H um us, H am a ve H alep vilayetlerinin
(districts) batısında kalan Suriye bölgeleriyle” eşit tutuyordu.
Filistin, S u riye’nin kuzey sahili G az a’da başlıyor kabul edil
m edikçe, ifadenin belirttiği alanda olam azdı. V e bu yüzden
H üseyin M cM ahon’un m ektubunu kesinkes itiraz ettiği şekilde
yorum ladı ve şöyle yanıtladı: “ H alep ve B eyrut vilayetlerinin
her ikisi sahilleri de beraber tam am en A rap vilayetleridir...’’"1
G rey ’e yaptığı benzer açıklam ada M cM ahon da “vilayetler”
(districts)in anlam ım gösterir. Y azısında, “ Şam, Hum us, H am a
ve H alep şehirlerini A rap ülkeleri dairesinde tanım larken”,15
“Şam, H um us, H am a ve H alep şehirlerini” “ Şam, H um us,
H am a ve H alep vilayetlerine (district)” denk tutuyordu, oysa
şehir, vilâyet anlam ına gelm ez. H üseyin’e yazdığı m ektuptan
iki gün sonra M cM ahon S uriye’nin kuzey sahilindeki vilayetle
ri “ A rap ülkeleri dairesindeki” “ Şam, H um us, H am a ve H alep
şehirlerinden” ayrı tutm a ve dahil etm em e niyetinde olduğunu
beyan etm iştir. M cM ahon’un açık tanım lam ası ışığında, niçin
resm î yorum ların ileri sürüldüğüne hayret edebiliriz. Y ine de
bu yorum geliştirilm işti ve diğer bölüm leri de göz önünde
bulundurulm alıdır.
İngiliz hüküm eti asla "vilâyet” (district) üzerine yapılan
yorum lara itim at etm em iştir. 1922 Filistin A rap D elegasyonu
tarafından öne sürülen argüm anın bir sonucu olarak, söm ürge
idaresi “ Şam V ilayeti” nin ortaya çıkışından çıkarılacak resm î
bir sonuca dayandıracağı plânlarından vazgeçm işti ve niyetini
basit bir iddiaya dayandırm ıştı: “A ncak bu söz aynı m ektupta
20 Friedman, Jo u m . Cont. H ist., V, no. 2 (1979), 105. Tibawi, s.228 sadece bir
özet verir; Cmd. 5974, s. 23-24, 26-27.
Ürdün’ü boyd^p boya geçen.
21 Tibawi, s. 228.
söylediklerinden daha fazla bir güvenirliliği yoktur. C layton’un
bu dört şehrin sadece isim lerini kullanm ası şunu gösterir — ki
“districits” kelim esinin kökeni ne olursa olsun, Faruki ile ya
pılan konuşm alarda vilayeti kasteden bir m anada kullanılm a
m ıştır. Benzer bir sonuç M cM ahon’un 1922’de kalem e aldığı
gizli bir m ektupta da görülebilir. Ö nceki Y üksek K om iser
F ilistin’i dışarıda bırakm a niyetinde olduğunu kastetm işti ve
F ilistin’in dışarıda bırakıldığını Ş e r ifin anlayam adığına inan
m ak için H üseyin tarafından m akul bir sebebin ortaya konam a-
dığını iddia ediyordu. A ncak M cM ahon resm î İngiliz delilini
göz ardı etm işti. M ektubunu H üseyin’e bağlam ış ve Faruki ile
şu tarzda bir konuşm a geçm işti.
M ektub um da kendim i ö zellikle Şam , H um us, H am a ve
H alep şehirleri bahsiyle bu b ağlam da sınırlandırm am ın se
bepleri şunlardır: (1) Bu bö lg eler A rapların büyük önem
atfettikleri yerlerdir ve (2) y u karıdakilerden d aha güneyde
yeterli önem i haiz o labilecek b ölgeler düşünem iyorum .
110
1922’de yazdığı gibi, Filistin onun 1915’teki göze çarpacak
şekilde yer alm am ıştı.
M cM ahon’un H üseyin’e yazdığı m ektupta ve Faruki ile a-
ralarm da geçen konuşm aları yazdığı ve G rey ’e gönderdiği
benzer raporda geçen “Şam, H am a, H um us ve H alep bölgeleri”
ifadesi kuzeyde Şam bölgesinden güneyde H alep çevrelerine
kadar uzanan bir alana tekabül ediyordu. H er iki doküm an ve
diğer deliller, M cM ahon’un gizli 1922 anılarıyla aynı yöndedir.
Bu toprak parçası ehem m iyetle İngilizlerle Faruki arasındaki
görüşm elerde ön plâna çıkm ıştır; bu yüzdendir ki M cM ahon
diğer herhangi bir bölgeyi veya yeri üzerinde duracak kadar
önem li görm em iştir. A ncak şu ana kadar hesaba katılan bu
kanıt M cM ahon’un düşüncesinde yerleştiğinden daha fazla
hiçbir anlam taşım am ıştır. M cM ahon’un bu düşünceye neden
sahip olduğu hâlâ belirsizdir.
M cM ahon ve Clayton daha sonraki İngiliz yorum u üze
rinde m utabıktılar. Bu yorum açıkça F aruki’nin A rapların
“ H alep, H am a, H um us ve Şam bölgeleri” dışında hoşnut olm a
yacakları hususunda İngiltere’yi bilgilendirm ediğini im a edi
yordu. Bu görüş son zam anlarda yapılan çalışm alarda veya
basılm am ış kanıtlarla da desteklenm em ektedir. A rapların İn
g iltere’ye sundukları toprak taleplerinin tam am ını bilen
F aruki’nin, İngiltere daha ilk karşı teklifi yapm adan önce bile
fiyatı düşürerek pazarlığa başlayacağını düşünm ek zordur. Ve
kanıtlar gösteriyor ki Faruki her ne dem işse, belirli toprak p ar
çaları hususunda ortaya çıkan bazı İngiliz sorularına cevap
m ahiyetinde söylem iştir. C layton’a göre, Faruki şunu iddia
eder: “ Plânım ız Suriye ve M ezopotam ya ‘da dahil tüm Arap
ülkelerini kuşatır, ancak hepsine sahip olam azsak, sahip olabi
leceğim iz kadarını isteriz.”23 Clayton ayrıca onun şu sözünü de
aktarır: “ S u riye’nin Fransa tarafından işgali M uham m ed üm-
m etince güçlü bir m ukavem etle karşılaşacaktır. Bununla bir
likte, şüphesiz bu üm m et Suriye sorununun çözüm ünde kendi
görüşlerine en uygun bir çözüm le İngiltere’nin nazik hizm etle
30 Tibawi, s. 228. Friedman (Journ. Cont. Hist., V, no. 4 [1970], s. 199), diyor
ki: “Faruki Filistin’i ve Suriye sahil şeridini bir Arap devleti kabul edilen
bölgeden ayırırken özellikle Filistin’den bahsediyordu.” Bunun Faruki’nin
Ekim'deki görüşmelerine mi yoksa Sykes ve Faruki arasındaki bir Kasım
görüşmesine mi tekabül ettiği net değildir.
31 Friedman, Joum . Cont. Hist., V, no. 2 (1970), s. 105-107; V, no. 4 (1970),
s. 199.
32 Hüseyin’in mektupları Cmd. 5957, s. 6 ,9 ; Marmorstein, s. 163.
F aruki’nin A rapların toprak iddialarındaki sınırları kabulü
kendisinden kaynaklanm am aktadır, tersine o İngiltere’nin doğ
rudan yaklaşım ına bir tepki olarak ortaya çıkm ıştır. Faruki en
fazla L übnan’dan İskenderiye’ye kadar olan Suriye sahilinin
F ransa’ya terk edileceğini teslim etm işti. Tam bağım sız ol
m aktan ziyade İngiliz vesayeti altında olan A rap bölgesindeki
Irak’la F ilistin’i dahil etm iş görülüyordu. A ncak F aruki’nin
tam am en bu yönde hareket ettiğine inanm ak için bir neden
yoktur. C lay ton’ın kendi raporu onu, A raplar tüm sahip olabi
lecekleri yerleri elde etm eyi deneyecekler, derken tasvir et
m ektedir. O lsa olsa Clayton F aru k i’yi, A raplar talep ettikleri
her yeri elde edem eyebilirler gerçeğini idrak etm iş olarak ta
nım lar. Faruki H üseyin’e yazdığı ve İngiltere’ye A rapların
hiçbir toprak parçasından vazgeçm eyeceği hususunda ısrar
ettiğini belirtitiği zam an m uhtem elen doğruyu söylüyordu.
F aruki’nin A rapların am açları üzerine ortaya attığı ikinci
ifadesi İngiltere’nin doğrudan suallerinin açık bir sonucudur.
G rey ’in sıkıştırm asının bir sonucu olarak, Sykes K asım orta
sında F aruki’yi resm î bir görüşm eye davet etti. Sykes m evzu
hakkındaki, F ilistin’in bir İngiliz toprağı olm ası gerektiği inan
cını ortaya koydu ve bir aydan biraz fazla bir süre önce açıkça
söylenm em iş olanı, yani hem F ilistin’in hem de kuzey Suri
y e ’nin Fransız etki alanında olduğunu F aruki’ye iletti. S ykes’e
göre, gerek D ayru’l-Z aw r’dan D ar’a ’ya uzanan hattının batı
sındaki tüm alanda ve H icaz dem iryolundan M a’a n ’a uzanan
bölgede, İktisadî im tiyaz tekeline, eğitim kurum lan ve faali
yetleri bağlam ında özel bir konum a ve A vrupalı danışm anlar
ve m em urlar sağlam a hususundaki tek yetkiye F ransa’nın sahip
olm ası gerektiği hususuna Faruki iştirak etm ekteydi. Böyle olsa
bile, Faruki A rapların eğer onlarsız yapabilecek konum da o-
lurlarsa A vrupalIlardan vazgeçebileceklerini söylem iştir.33
S ykes’ın Faruki ile yaptığı görüşm e, F ilistin’i A rap b a
ğım sız bölgesinden tam am en ayrı olarak Şam, H um us, H am a
ve H alep’in batısında kalan topraklar içerisine yerleştirm e
115
gayretinde bulunan Friedm an (V. no. 2, 106-107, 114, n. 97)
tarafından referans alınm ıştır. M antık hatalıydı. A çıklam a tarzı
iki yanlış önerm eden oluşm aktaydı. İlki, Friedm an bu önerm e
sinde tartışm a m evzuu olan bölgenin D ar’a ’dan M a’an ’a uza
nan H icaz dem iryolunun ve Şam, H um us, H am a ve H alep’in
batısında kalan arazi olduğunu söylüyordu =—yani, Suriye sahili
ve Filistin. İkinci yanılgısı, hem M cM ahon’un H üseyin’e yaz
dığı m ektubunda hem de M cM ahon ve C layton’ın Faruki ile
yaptıkları görüşm elerde geçen Şam, H um us, H am a ve H alep
bölgelerinin batısında uzanan arazi gibi, tüm bölgenin tam am en
A rap bağım sız alanından ayrı tutulduğu söyleniyordu. İlk ö-
nerm e, N evakivi ve Friedm an tarafından özetlenen S ykes’m
kendi görüşm e raporuna aykırıdır. Şüphe yok ki tartışm a m ev
zuu olan arazi sadece Suriye sahili veya Filistin değil, tüm
Suriye ve Filistin topraklarıdır. Friedm an bizatihi (s. 106)
F aruki’nin “ Suriye ve Filistin” dediği alanda (burada, sadece
Suriye sahil boyu ve F ilistin değil, tüm bölge kastedilir) Fran
sız ayrıcalığının Faruki tarafından kabul edildiğini belirtir.
B ununla birlikte, F aruki’nin “kuzeyde F ırat’tan güneyde Deir
Z or ve D eraa’ya ve H icaz dem iryolu boyunca M a ’a n ’a uzanan”
yerlerle sınırladığı ve tanıdığı Fransız çıkarlarının bulunduğu
bölgeleri Friedm an tanım am aktadır. H alep, Hum us, H am a ve
Şam bölgeleri D arü’l-Zavvr’adan D ar’a ’ya kadar gelen hattın
doğusuna değil batısına uzanır. Bu nedenle “D e Bunsen Ko-
m itesi”nin raporunda belirtilen ve D ar’a ’dan M a’a n ’a kadar
genişletilen Fransız bölgesinin doğu sınırı S ykes’ın F aruki’ye
tanım ladığı şekliyle tartışm alı hale gelir. Sorun olan bölgenin,
F ilistin’i ve Şam -H alep bölgelerinin batısını içine alm ış olduğu
yönündeki önerm enin yanlışlığı iki önerm enin m antıksal tab a
nına halel getirir — yani sorun olan bölge M cM ahon’un H üse
y in ’e yazdığı m ektubundaki gibi A rap bağım sızlık alanından
ayrı tutulan bölgedir. Filistin Ş am -H alep bölgesi gibi aynı
alana dahil edildiğinden, A rap alanından tam am en ayrı tutulan
bölgede de olamaz.
İkinci önerm e çifte yanlış ihtiva eder. B ir kez daha
F riedm an’ın önerm esi S ykes’ın raporu üzerine yaptığı kendi
özetiyle ters düşer — ki bu özetinde açıkça şunu söyler (s. 106):
Bölge, A rapların Fransızlara teşebbüs im tiyazı, A vrupalı d a
nışm an ve çalışanlar getirm e ile eğitim k urum lan ve faaliyetleri
gibi istisnaî tekeller verm e hususunda m utabık oldukları bir
yerdir. Bu konuşm asında atıfta bile bulunulm ayan Suriye sahil
şeridi gibi, Filistin’in de Arap bağımsızlık alanının dışında tutul
madığı açıktır. Bütün bunlar, tam da Faruki Irak’ta İngiliz danış
man ve çıkarlarını onaylamışken, Suriye ve Filistin’deki Fransız
imtiyazlarını onayladığı varsıyalan m utabakat ile alakalıdır.34 Arap
bölgesinden tam am en hariç tutulan alanlar hakkında hiçbir şey
söylenmemiştir.
Şu halde en iyi haliyle İngilizler F aruki’den “A rapların
bazı İngiliz önerilerini benim seyeceği” kabulünü elde etm işler
di. K uzey Suriye kıyı bölgesinin F ransa’nın m enfaatleri lehine
A rap toprakları dışında bırakılm ası ve İngiltere ve F ransa’ya
A rabistan yarım adasının dışındaki A rap m em leketlerinde özel
bir konum verilm esi bu İngiliz önerileri arasındaydı. Filistin
hususunda, Faruki daha önceleri İngilizlerin özel bir statüye
sahip olm alarını kabul ettiği gibi F ransa’ya da özel bir konum
verilm esini kabul etti.
İngilizlerin Faruki ile yapm ış olduğu görüşm e ve
M cM ahon’un 24 E kim ’de H üseyin’e gönderdiği m ektup aynı
politikaların bir parçasıydı. F aruki’nin kabul ettiği nakledilen
A rap iddialarındaki değişiklikler F aruki’nin değil İngiliz yetki
lilerin ürünüdür. M cM ahon’un H üseyin’e gönderdiği m ektup
bu değişiklikleri ihtiva ediyordu. M cM ahon, S uriye’nin kuzey
kıyılarının hinterlandını A rap bağım sızlık bölgesinin dışında
bırakırken F ilistin’i de herhangi açık b ir gönderm e ile istisna
tutm adı. Fakat M cM ahon’un 24 Ekim 1915’de H üseyin’e gön-
118
dayanak noktasından yoksundu zira, İngiliz tem silcilerinin de
işaret etm iş olduğu gibi, bir m üttefiğinin isteklerinin İngiltere
tarafından kabul edilm em esi m üttefıği ile bir anlaşm a yapm a
dıkça bu istekleri b ertaraf etm eyecektir.38 A ynı zam anda A rap
ların öne sürm üş olduğu iddia yanlıştı. K itchener ve diğer İngi
liz devlet adam ları F ransa’yı, m üm kün olduğu kadar çok A rap
dünyası dışında tutm ak arzusu içindeydiler. Fakat İngiliz hü
küm eti her zam an Fransız m enfaatlerini tanım ıştır ve aslında
İngiltere’nin A rap topraklan hususunda im zaladığı tek resm î
anlaşm a olan Sykes-Picot anlaşm ası Fransa ile yapılm ıştır.
İngiliz hüküm etinin F ilistin’i de kapsayacak şekilde Fran
sa’nın S uriye’deki özel konum unu, resm en kabul etm esi 1915
boyunca İngiliz devlet adam ları arasında şiddetli anlaşm azlık
lara neden oldu. Hiç şüphesiz K itchener, W ingate, Clayton ve
M cM ahon gibi insanlar F ransa’nın bütünüyle dışarda bırakıl
m asını tercih ediyorlardı. Buna rağm en, bu insanların hepsi
F ransa’ya bir şeylerin bırakılm asının lâzım geldiğini biliyorlar
dı. Bu noktadan hareketle, K itchener stratejik olarak fazla bir
önem inin olm adığını düşündüğü ve alm ayı istem ediği F ilistin’i
F ransa’ya verm eyi ve bunun karşılığında Fransızların üzerinde
hak iddia ettiği ve kendisinin stratejik olarak çok büyük önem e
sahip olduğunu düşündüğü İskenderun’un (A lexandretta) İn
giltere tarafından alınm asını arzuluyordu.37 B irçok İngiliz dev
let adam ı, Fransızların İskenderun’u asla bırakm ayacağına
inanıyordu, bundan dolayı İngiltere’nin, K udüs ve uluslararası
denetim e bırakılm ış olan kutsal yerler ile birlikte F ilistin’i de
bizzat kendi konrolüne alm asının gerekliliği gündem e geldi.
“ De Bunsen K om isyonu” taksim e karşı öneride bulundu ve
kabine hiçbir kararı benim sem edi. B ununla biraber M cM ahon,
C layton ve Sykes açık bir şekilde, en sonunda İngiltere’nin
F ilistin’de, burası olm adığı taktirde S uriye’nin daha iyi bir
bölüm ünde, Fransa ile yer değiştireceği faraziyesini (zannını)
kabule doğru hızla ilerliyorlardı.
Nevakivi, s. 26.
39 Fıedman, J o u m . Cont. Hist., V, no. 2, 92, 110 (ilk aktarma Grey’den
McMahon tarafından, 92); Tibawi, s. 231-232 (ikinci alıntı, Grey tarafından
McMahon’daı», s. 232).
40 Tibawi, s. 234-235.
m ektedir. Y üksek K om iserliğin H üseyin’e yazdığı m ektupta
y er alan Fransız m enfaatlerine yönelik genel çekinceler husu
sundaki G rey’e yaptığı açıklam a gerçekçi değildir. M cM ahon
ifadesine şöyle başlam aktadır: “ Suriye üzerindeki Fransız iddi-,
alarm ın boyutları hakkında bir bilgi sahibi değilim . K ral haz
retlerinin hüküm etinin bu iddiaları ne dereceye kadar kabul
etm ekte anlaştığı hususunda da bilgim yoktur. Fakat bunun
hem en ardından M cM ahon G rey ’e onun genel çekincesinin
Şam ve H alep bölgesi için geçerli olduğunu F ilistin’in tam am ı
nı kapsam adığını belirtm ektedir. M cM ahon’un ifadesiyle
“B öylece bir yandan Şam, H um us ve H am a şehirlerinin A rap
ülkeleri dairesi içinde olduğunu tanırken, öte yandan da bu
bölgeler üzerindeki bazı Fransız taleplerini de karşılam aya
çalıştım . Zira, Kral hazretlerinin hüküm eti bu topraklarda an
cak m üttefikleri F ransa’nın m enfaatlerini zedelem ediği m üd
d etçe serbestçe hareket edebilir.”41
D ışişleri B akanlığı K ahire üzerinde etkili olm uştu. G rey
M cM ahon’a İngiltere’nin S uriye’de F ransa ile yer değiştirm ek
gibi b ir çaba içerisinde olm am ası gerektiğini ve A raplara böyle
b ir arzusunun olduğunu hissettirm em elidir, diyerek bu yöndeki
ısrarlı tutum unu sürdürdü. N etice itibariyle, K asım ortasında
Sykes Faruki ile bir kez daha tem asa geçm eye çalıştı. Kahi-
re ’deki İngiliz devlet adam ları şim di bir aydan beri yapılm ası
gerekirken yapılm ayıp ihm al edilen ne varsa yaptı. F aruki’ye
Filistin de dahil olm ak üzere tüm S uriye’nin bir Fransız m enfa
at bölgesi olduğu söylendi. B una karşılık F aruki’nin A rapların,
bölgedeki Fransız im tiyazlarını tanıyacağını söylediği nakledi
lir.42
H üseyin’e yazm ış olduğu m ektupta M cM ahon um um î şart
uyarınca Fransız m enfaatleri doğrultusunda F ilistin’i dışarda
bıraktı. Buradaki m aksat, o zam an politik olarak ak tif olan
43 Tırnak ve parantez içine alınmış ekler ihtiva eden, bu ve takip eden alıntılar
Tibavvi’dendir, s. 227.
44 Cmd. 5957, s. 13; Friedman, J o u m . Cont. Hist., V, no. 2 (1970), 107.
Fransızlara ekonom ik ayrıcalıklar ve İdarî alanda danışm anlık
sağlam a hakkının verilebileceğini söylediğini yazıyordu.45
Bundan dolayı, H üseyin’in M cM ahon’a gönderm iş olduğu
m ektubu F aruki’nin söylem iş olduğu farzedilen tavizlerinin
H üseyin tarafından tasvip edildiği şeklinde yorum lam ak daha
da zordur.
H üseyin ve İngilizlerin anlaşm aya vardıkları tek nokta
şuydu: H er iki tarafın iddialarının birbiriyle çatıştığı görüşm e
ler savaş sonuna kadar ertelenecekti. H içbirisi diğerine bundan
daha fazla b ir şey vaad etm edi. H üseyin’in 1 O cak ve 18 Şubat
tarihli ve M cM ahon’un 25 O cak 1916 tarihli m ektuplarında
som utlaşan bu anlaşm a artık değiştirilm eyecekti.4® Fakat bun
dan sonra savaş ertesi yerleşim , H üseyin ve İngiliz görevliler
tarafından savaş boyunca çeşitli vesileler ile tartışıldı. İngilizler
A rapları belirsizliğe m ahkum etm ekle suçlanam azlar ve ne
olursa olsun Faruki ile yapılan konuşm alar ve H üseyin’e gön
derilen m ektuplar Ingilizlere savaş sonrası yerleşim i belirlem e
konusunda m uazzam derecede bir serbestiyet veriyordu. Fakat,
A rapların sözcüsü olarak herkes tarafından tanınan H üseyin’in
M cM ahon’a gönderdiği m ektuplarda ilA'i sürdüklerimin ötesin
de A rapların talipleri konusunda herhangi b ir değişikliğe razı
olacağı hiçbir zam an gösterilem eyecektir.
M ayıs 1917’de Sykes ve Picot gelecek hakkında H üseyin
ile görüştüler. K edourie’nin de yaptığı gibi, Sykes ve P icot’un
K ralı gördükleri zam an “anlaşm ayı onun elinin içine koydukla
rını belki de söylem ek çok zor.” H atta T ib av i’nin “Suriye ve
Irak’ın geleceğine ilişkin A nglo-Fransız antlaşm asının m evcu
diyetinden hiçbir zam an bahsedilm em iştir” şeklindeki beyanını
doğrulayacak çok az haklı neden vardır.47 B u ifade teknik açı
dan belki de doğrudur fakat m aksat m eşru değildir. Resm î bir
A nglo-Fransız antlaşm asının m evcudiyetinden bahsedilm iş
olsa da olm asa da A raplara verilen tek resm î Ingiliz taahhütü
olan M cM ahon’un m ektuplarında, H üseyin’e Fransız m enfaat
48 Kedourie’den alıntı, Eng. and Mid. East, s. 97. Nevakivi, s. 60, ifadesini,
tırnak ve parantezin takip ettiği “Arap istekleri” ile bitiriyor.
49 Kedourie, Eng. and Mid. East., s. 97.
50 Nevakivi, s. 60, parantez içindeki Nevakivi’nin.
nulm ası ve m uhafaza edilm esinin gerekliliği göz önüne alına
rak tüm bu sebeplerden ötürü şu an İngiliz orduları tarafından
işgal edilm iş olan bu bölgeleri kısa bir dönem öçin İngiliz ida
resi altında bırakm ak hususunda anlaşm ak uygun olur. Bunu
her iki tarafın m enfaatlerini özellikle de bölgede hayatî ekono
m ik çıkarları bulunan A rap m illetlerinin m enfaatlerini zedele
m eden yapabiliriz. Bu gayeyle İngiltere işgal süresinin karşılığı
olarak A rap K rallığının kayıplarını telâfi etm ek üzere uygun bir
m eblağ ödeyebilir...51 Bu da yeni krallığın ihtiyaç duyduğu bazı
giderleri karşılam asına yardım cı olacaktır. S ykes’in yazm ış
olduğu raporda H üseyin hâlâ gelecekteki A rap devleti içerisin
de S g iliz ve Fransızların çok az bir yere sahip olm alarını
plân van birisi olarak gösteriliyordu. Kral, A vrupalIların poli
tik haKİarım m üm kün olduğu kadar çok daraltm aya çalıştığını
ve uygulam a gücü olm aksızın A vrupalı danışm anların sadece
danışm a, sıfatıyla çalışm aları gerektiğini ayan beyan ortaya
koydu.52 Sykes-Ficot anlaşm asını kabule yanaşm ayan H üseyin,
Suriye kıyı bölgesi üzerinde tam bir hakim iyet kurm a peşinde
olan Fransız isteklerinin kısıtlanm asını ve buna m ukabil Fran-
sızlara danışm an ve öğretm en sağlam ak gibi bazı özel hakların
verilm esini Picot’tan alm ası gerektiğini düşündü.
Hüseyin ve bir İngiliz tem silci (kom utan D. G. H ogarth,
O cak 1918) arasında yapılan son resm î görüş alış verişinde de
aynı şekilde Kral herhangi bir A rap iddiasından feragat etm e
miştir. K endisinin yapm ış olduğu izahata göre H ogarth İngilte
re ’nin Fransız m enfaatleri lehine alm ış olduğu şartları K ral’a
hatırlattığı zam an Kral nükteli bir referansla F ashüda’ya cevap
verdi. Fakat H üseyin’in protestoya ihtiyacı yoktu. H ogart ken
disiyle beraber A rap bağım sızlığını garanti eden bir mesaj
getirm işti. Bu mesaj bağım sızlığı garanti etm e hususunda İngi
liz diplom atı tarafından bir A rap’a verilen en kesin bağım sızlık
m esajıydı. Z ira H ogart m esajı İngiliz hüküm etinden getirm işti
ve bu mesaj şunu ilân ederek başlıyordu: “M üttefik kuvvetler
OSMANLICILIKTAN
ARAP MİLLİYETÇİLİĞİNE:
BİR İDEOLOJİNİN KÖKENİ
9 Tahtavi, s. 54-55.
değil, fakat aynı zam anda yükselm ek m aksadıyla da ilerlem ek
arzusundaydılar. Reşid, Ali ve Fuat P aşalar gibi Tanzim at re
form cuları ve T ahtavi bu ikinci nesil O sm anlı B atılılaşm a ta
raftarlarına dahildirler.
O sm anlı tebasının ezici bir çoğunluğu Batıyı taklit etm e
gereği ya da lüzumu görm üyordu. A talarının dini olan İslâm
kendileri için kafi derecede yeterli idi. D olayısıyla, dinî ve
kültürel açıdan, birçok O sm anlı M üslüm anı m uhafazakâr bil
görüntü verm ekten kurtulam ıyordu. İlk reform lar m uhafazakâr
M üslüm anların ve çıkar çevrelerinin sert itirazlarına karşı yö
neticiler tarafından ancak gayri ahlâkî ve acım asız önlem ler
vasıtasıyla uygulam aya konabildi. Z ira bu yeni durum O sm anlı
M üslüm anlarının zihinlerinde derin bir karışıklığa sebeb oldu.
Bu derinlik kendini, T anzim at dönem indekiler de dahil olm ak
üzere ilk dönem O sm anlı B atılılaşm a taraftarlarının tem elde en
az Batı karşıtı çoğunluk kadar tutucu olm alarında gösteriyordu.
Tahtavi ve Tanzim at reform cuları B atı’nın bazı cihetler
den D oğu’yu geçm iş olduğunu biliyorlardı. Aynı zam anda
bunlar İslâm ve O sm anlı hayat tarzının köklü bir şekilde sağ
lam ve sahih olduğuna kâni idiler. Bunlar B atı’dan bazı şeyle
rin ödünç alınm asının lüzum una inanm akta ve aradaki uçuru
mun kapatılabileceğini düşünm ektedirler.10 Tahtavi, kendileri
nin “ halifeler zam anında diğer m em leketlere nazaran daha
üstün ve m ükem m el olduklarını” söylüyor ve buna sebep ola
rak da “halifelerin alim leri ve işin ehli insanları göreve getir
m elerini” gösteriyor. Fakat daha sonra M üslam anlar düşüşe,
B atılılar ise yükselişe geçtiler.11 Tahtavi “ Batılı m em leketlerin
m atem atikte, doğa ve fizik bilim lerinde m ükem m eliğin en üst
derekesine ulaştıklarını” söylüyor... “ D iğer taraftan, Tahtavi
İslâm ’ın hâlâ salim , m ükem m el ve H ristiyanlıktan üstün oldu
ğuna kani idi. O, Batılıların bilim ve sanatta bu derece ilerle
işlerini düzenleyen bir araç olarak gören İslâm dünyasının kadim felsefe
geleneğini takip ettiğini söylemektedir. A. Hourani, International Journal
o f M iddle East Studies, I (1970), 90-91, 189’da Keddie’yi eleştirdi, son za
manlarda ortaya atılmış olan argümanlara karşı çıktı ve inanmış bir Müslü
man, dindar bir reformist ve siyasî bir devrimci olan Afgani’nin hayli
kompleks olan hayatı üzerine dikkatleri çektiği A rapic Thought in the Libe
ral A ge, s. 107-12 9 ’da sunduğu görüşlerini teyit etti.
yet sahasında gerçekleştirdikleri daha önceki ilerlem elere yeni
den ulaşacaklardır.19
A rap m illiyetçiliğinin H ristiyan versiyonu Suriyeli M üs
lüm an A rapların teveccühünü kazanam am ıştır. Hatta,
H ristiyanların kendilerini A rap ilm inin üstadları olarak telâkki
etm eleri Suriyeli M üslüm an A rapları incitm iştir. Y azıcı’nıri
iddialarına ve edebiyatla ilgilenen diğer H ristiyan A raplara
yönelik hücum lar çok yaygındı. S uriye’nin M üslüm an A rapları
“A rapça H ristiyanlaştırılam ayacaktır” şeklinde bir savaş narası
benim sem işlerdi.20 Y azıcı’nın seküler A rap m illiyetçiliği ancak
çok az taraftar bulabildi ve — gerek m uhafazakâr, gerekse
m odernist— O sm anlılık 1914 ’e kadar O sm anlı topraklarında
baskın bir ideoloji olarak varlığını sürdürdü. N e gariptir ki,
A rap m illiyetçiliğinin İslâm î bir tem ele dayandırılm ış teorisinin
ana hatları; birinci am acı İslâm ’ın yeniden diriltilm esi ve ken
disi politik yaşam ı esnasında O sm anlı D evleti’nin savunucusu
olm uş A rap Osm anlı m odernistlerinin en tanınm ışı, Mısırlı
M uham m ed A bduh tarafından ortaya konm uştur.
A bduh İslâm ’ın üstünlüğünü tekrar vurguladı. O, İslâm ’ın
kadim ihtişam ını, parlak m edeniyetini, güçlü im paratorluk
dönem lerini ve İslâm ’ın hızlı bir şekilde yayıldığı dönem leri
yad ederek hatırlatır.21 İslâm m ükem m el bir dindir, çünkü o
akıl ve ihtiyaçlara cevap veren bir tem ele dayanır, onun takip
çileri kendi aklî m elekelerini kullanırlar ve M üslüm anlar kendi
inanç esaslarını bilirler. İşte bu M üslüm anların daha önceki
m ahir ilerlem elerinin sebebidir (s. 6-10, 194-223). İslâm tüm
A bduh daha sonra elzem olan dinî uyanışın tem eli olarak
telâkki ettiği klâsik A rap edebiyatı ve dinî çalışm alarının ön e
mini ısrarla vurgulam ıştır.25
D aha sonraki yıllarda A bduh daha önce sahip olduğu si
yasî aktivizm i terketti, fakat tem el düşüncelerinden asla vaz
geçm edi. H ristiyanlar, A raplar ve A vrupalılar İslâm ’ın doğası
itibariyle m odern dünyanın problem lerine cevap verm ede ye
tersiz kaldığını söyledikleri zam an A bduh kuvvetli bir m uka
bele ile İslâm ’ın m ükem m el bir sistem olduğunu doğrulam ış ve
eğer yeniden ıslah edilirse İslâm ’ın m odem hayatın tüm cihet
lerine cevap verebilecek durum da olduğunu beyan etm iştir.
Siyasî aktivizm i bıraktıktan sonra, dinin ıslahı m eselesine daha
çok vurgu yaptı. V e sonunda A bduh A rapça çalışm alarının
25 A.g.e., s. 515-516.
150
canlandırılm asının köklü bir dinî ıslahat için gerekli olduğu
fikrine ulaştı.26
A bduh’un fikirleri, yakın arkadaşları ve sadık talebesi o-
lan Suriyeli M uham m ed R eşit Rıza tarafından benim sendi.
M art 1898’den sonra Reşit Rıza bu fikirleri kendi dergisi olan
E l-M enar vasıtasıyla yaydı. R eşit Rıza aynı zam anda İslâm ’ın
ve D oğu’nın hakları olan ihtişam ve şöhreti nasıl yeniden elde
edebilecekleri sorusuyla da m eşgul olm uştur. O nun cevabı
A b d u h ’unkinin aynısıdır: “ D oğunun kadim ihtişam ının İs
lâm ’ın güçlendirilm esi yoluyla yeniden ihdas edilm esi m üm
kün m üdür? ...diyebilir m iyiz? Evet! B inlerce defa evet!” Reşit
R ıza devam ediyor: “İslâm dininin kökleri ve onun sahih öğre
tisi ve beşerî bilgisi A rap kabilelerini birleştirdi, onları barbar
lığın derinliklerinden m ükem m elliğin doruklarına yükseltti,
onları dünya devletleri üzerinde hükm etm ek ve hakim iyet
kurm akla şereflendirdi, ilim de ve sanatta onlara rehberlik etti.”
R eşit Rıza A bduh’u tekrar ederek, İslâm ’da A llah’ın “hakikî
b ir şeriat” gönderdiğini ve A vrupalı krallıkların yalnız İs
lâm ’dan aldıkları bu şeriat sayesinde izzet ve şe re f sahibi ol
duklarını belirtir. R eşit R ıza’nın teşhis ve reçetesi A bduh’unki
ile hem en hem en aynıdır:
Şurası aşikârdır ki sıratı m üstakim den in h ira f etm eleri do
layısıyla M üslüm anlar d aha önceki başarılarından m ahrum
kaldılar ve bu doğru yola tekrar geri d önm ek M üslüm anla
rın kalblerini birbirine yaklaştıracak, M üslüm anları birleş
tirecek ve M üslüm anlar eski hakim iyetlerini yeniden ihdas
edeceklerdir... Eğer... [M üslüm an ilim adam ları] K u r’a n ’ı
önlerine koyar ve onun m anasını akıllı (inteligently) bir
şekilde yeniden canlandırırlarsa... gökten M üslüm anlar ü-
zerine birlik ruhu d ü şecektir ve üm m etin doğudakileri ve
27 El-M enar, I, no. 40 (1 Şaban 1316/24 Aralık 1989, 2. baskı 1327 H /l 909),
799, 800-801. 885 Reşid Rıza bu fikirleri bir makale dizisinde uzun
uzadıya açıklamıştı: A.g.e., 606-610, 628-633. 649-655, 670-679, 696-704,
722-730.
28 Al-M enur, I, 764-771, 788-793.
lerdir ve ...İslâm bu fetihlerden dolayı büyüdü ve yayıldı. A-
rapların dayandığı tem el çok m uhkem ve onlardan neşet eden
ışık en parlak ışıktır. A raplar sıratı m üstakim üzerinde bulunan
en m ükem m el m illettir.”29
Bu yüzden R eşit Rıza, A b d u h ’un üzerinde önem le durdu
ğu, M üslüm anların genel uyanışının tem eli olarak A rap uyanı
şının gerekliliği fikrini geliştirdi. Aynı zam anda, R eşit Rıza
A rapların M üslüm anların en iyisi olduğu düşüncesini açık bir
şekilde belirtti. B ununla beraber, A bduh uzun bir süre kendi
reform unun O sm anlı Sultanlarının him ayesi altında yapılacağı
na yönelik üm idini ve O sm anlı D evletine olan bağlılığını sür
dürdü. T eoriye politik m uhteva eklem ek, R eşit R ıza’nın arka
daşı olan, bir diğer Suriyeli A rap ’a kaldı. Bu şahsiyet 1898’de
K ahire’ye gelm iş olan A bdurrahm an el-K evakibi’dir.
K evakibi kendi zam anında “şaşkınlığın ve zayıflığın tüm
M üslüm anları kuşattığına” inanıyordu.30 B una rağm en o hâlâ
İslâm ’ın kadim ihtişam ı ile iftihar ediyor ve İslâm ’ın diğer
hayat tarzlarından üstün olduğu yolundaki inancını m uhafaza
ediyordu. M üslüm an olm ayanlar sadece “em pirik bilim lerde ve
fende” M üslüm anlardan üstündürler (s. 9). “İslâm saf, sabit,
doğru ve çok iyi bir şekilde tesis edilm iş bir din olarak kaldı.
İslâm dini diğer dinlerden üstün olduğu gibi diğer dinler hik
mette, düzende ve yapısının kuvveti itibariyle İslâm ’a yakla-
şam am ışlardır bile” (s. 15; cf. s. 67). H atta, H ristiyanlar gerçek
İslâm ’a daha yakın olan P rotestanlığa kadar ilim ve sanat sa
halarında herhangi bir ilerlem e kaydedem em işlerdi. K atoliklik
ve O rtodoksluk “halk kitleleri tarafından destekleniyordu fakat
öğrenim görm üş insanlar nazarında kıym etlerini giderek yitiri
yorlardı, çünkü bilim ve H ristiyanlık çatışm a halindeydi. Bun
ların neticesinde Protestanlık zuhur etti.” M am afih, doğru ve
sa f İslâm ’ı takip eden birisinin ilmi arttığı vakit imanı da arta-
29 İktibas Sylvia G. Haim, “Intomo aile origini della teoria del panArapismo”,
O riente M oderno, XXXVI (1956), 415, 416. Pasajlar 1900’ün Mayıs ve
Temmuzunda yayınlandılar.
30 Abdurrahman el-Kevakibi, U nunu’l-K u m (Kahire: el-Matbaatti’l-Mısriyye
bi’l-Ezher, 1350 H /l931), s. 3. Bu kitap hakkındaki müteakip referanslar
metinde bu ve bunu takip eden paragraflarda verilecektir.
çaktır, çünkü... o, İslâm ’da aklın reddettiği ya da bilim sel in
celem elerin yalanladığı hiçbir şey bulam ayacaktır” (s. 124; krş.
s. 92-94). B inaenaleyh, K evakibi B atı’nın körü körüne taklit
edilm esini reddetti. O üst tabakadaki M üslüm anları, “yabancı
ları kusursuz olarak gören güçsüzler ve babalarına m ükem m el
lik atfeden çocuklar olarak şiddetle eleştirir.” Y abancılar M üs
lüm anları aldattılar ve onları kendi dinlerinden ve gelenekle
rinden utanan insanlar haline getirdiler (s. 160). K evakibi’nin
M üslüm anların hastalıklarına yönelik teşhisi O sm anlı
m odernistlerinin teşhisi ile aynıdır. O şöyle yazıyor: “A taları
mızı dünya üzerinde üstün kılan İslâm ’la hali hazırdaki İs
lâm ’ın... aynı olm adığı hakkında hâlâ şüphesi olan birisi var
m ıdır? Hayır, İslâm ’ın üzerine onun tem elini değiştiren bed
baht bidatların gölgesi düştü” (s. 60). Bu yüzden “M üslüm anla
rın hastalıklarının sebebi dinî noksanlıktır” (s. 200). Aynı za
m anda hastalıklardan kurtulm ak için önerilen çare aynıydı:
Biz, K u r’an bilgim izin doğruluğuna, sahih Sünnete ve
icm anın (ilk dönem deki M üslüm anların bir konu üzerin
deki ittifakı) sürekliliğine olan güvenim izi m uhafaza et
m eliyiz... zira d aha önceki M üslüm anların itikadı üm m etin
göz ardı edem eyeceği bir kaynaktır (s. 12; krş. s. 67).
32 Nisbeten birkaç Hristiyan 20. yüzyılın ilk dönemindeki Arap siyasî hare
ketinin içerisinde tam manasıyla yer almıştır. Bunun yerine onlar Suriye ve
Lübnan milliyetçiliği için çalışmışlardır. El-Yazıcı, makalesinde Suriye
milliyetçiliğinin izlerini gösterir, “Syria” : Sâba. s. 93-95.
33 Edip İshak, El-Durar, yay.: Avni İshak (Beyrut: el-Matbaatü’l-Edebiyye,
1909), s. 105. Bu ve bunu takip eden paragraflarda, bu çalışma hakkınd^ki
daha başka referanslar metin içerisinde verilecektir.
beraber İshak kendi zam anında bir gerilem enin vaki olduğunu
kabul ediyordu: Doğu, “ Batının büyük biraderi olarak onu aldı,
bir bebek gibi büyüttü ve yetiştirdi, şim di de ona yetişkin bir
insan olarak ihtiyacı var” (s. 473). Batı ve Doğu M edeniyetleri
arasındaki farklılığı İshak, D oğu’nun kendi gerçek şeriatından
uzaklaşm asının ve m aneviyattaki ve eğitim deki gerilem enin bir
neticesi olarak gördü (s. 54, 111-112, 201-202). D oğu’nun
yeniden kendi kadim ihtişam ına dönüşü kendi bencil plânları
olan yabancıların gayretleri vasıtasıyla değil, fakat eski parlak
dönem lerini hürm etle yadeden ve zuhur eden bu yeni gerile
m eden dolayı oldukça rencide olan D oğu’nun sam im i vatanse
verlerinin gayretleri sayesinde olacaktır (s. 113-114). İhtiras ve
şevk ateşi bu vatanseverlerin kalplerinde yeniden yanacaktır (s.
174-175). Bunlar utanç verici olan bu bid'atları defedecekler,
gerçek şeriatı ortaya çıkaracaklar (s. 202) ve D oğu’nun eski
büyüklüğüne yeniden kavuşm asına vesile olacaklardır (s. 112,
202-203).
İshak, kendi vatanını konuşm a ve yazılarında D oğu ile
özdeşleştiriyordu. K endisi de, zam anının önem li açm azlarından
olan kendini “ D oğu ile özdeşleştirm e” nin büyüsüne kapılm ıştı.
Bununla beraber o özellikle bir O sm anlı yanlısıydı (s. 96-97,
111-113, 128-129, 382-384). A rap olm akla iftihar ediyordu,
fakat onun A raplar hakkında iyi duygular, O sm anlılık ve D o
ğ u ’ lu olm asının ardında ikincil olarak kalıyordu (s. 149-150,
200).
H atta diğer H ristiyan A raplar İshak’ın yaptığından daha
fazla olarak kendilerini Doğu M edeniyeti ile özdeşleştirdiler.
Ö nem li bir vak'a da, H ristiyan olarak doğan fakat 1860’dan
kısa bir süre önce İslâm iyet’i benim seyen ve daha sonra O s
manlI m uhafazakârlarının en m eşhurlarından birisi olan A hm et
Faris el-Ş id yak’tır. Y azıcı ve İshak, D oğu ve Batı arasında
m evcut olan bir farkla karşılaştıkları zam an D oğunun kadim
ihtişam ında üm it buldular. B unu yapm akla, ister istem ez
H ristiyanlığın değil İslâm ’ın kadim ihtişam ını geri çağırıyor
lardı. İslâm ’ı kabul etm eden önce, Şidyak D oğu M edeniyetini
İslâm ile özdeşleştirm ek suretiyle bu noktayı vuzuha kavuştur
du. A vrupalı bir oryantalistin küçüm ser m ahiyetteki sözlerine
cevaben Şidyak şöyle yazm ıştır: “ A vrupalı profesörler bilgiyi,
onun gerçek şeyhlerinden örneğin Şeyh M uham m ed, M olla
H aşan ve Ü stad Sadi gibi M üslüm an alim lerden alm am ışlardır;
hayır, onlar bilginin üzerinde parazit gibidirler ve bilgiye hak
sız ve hileli bir şekilde m alik olm aktadırlar. H erhangi biri (Av-
rupalı) Rahib Hanna, M atta ve keşiş Turna tarafından bu yanlış
bilgiler çerçevesinde eğitilm ektedir. D aha sonra bu kişi kafası
nı gerçek dışı unsurlarla m eşgul etm ek suretiyle zihnini karaba
sanlarla dolduruyor. Bir şeyler bildiğini sanan bu kişi aslında
bir cahildir.”34 D iğer H ristiyan A raplar dinlerini m uhafaza
etm ek suretiyle Ş idyak’ı takip ettiler.
1914’ten itibaren bazı H ristiyan A raplar Reşit Rıza ve
Kevakibi tarafından geliştirilm iş olan A rap m illiyetçiliğinin
teorisini kabule yönelik önem li bir m esafe katettiler. Bunlardan
birisi de aslen bir Lübnanlı olan N adrah M atran’dır. Onun
m illiyetçiliği ırkî bir tem ele sahipti. 1913’te o şunları söyledi:
“Irksal iftihar, tem el bir erdem dir ve ben A rap m illetinden
başka bir m illet bilm iyorum ki bunun tesirinden A raplar kadar
etkilenm iş olsun.” M am afih o, İslâm ’ın A rap m illetinin övünç
kaynaklarından biri olduğunu sarih bir şekilde ifade etm iştir.
N adrah M atran, “ M üslüm an A rap ordularının” Ş am ’a doğru
ilerlediği zam an H ristiyan A rap G assanîler’in “onların karşıla
rına çıkm ak ve onlarla savaşm ak yerine M üslüm an A raplar ile
kardeşlik duygusu içerisinde nasıl kaynaştıklarını, kendilerini
R om a’nın yanaşm ası yapan dinî ve siyasî bağları nasıl terk
ettiklerini ve kendi atalarının çocukları olan ve kendi dillerini
konuşan M üslüm an A raplar ile nasıl dostluk ve sadakat ant
laşması yaptıklarını” uzun uzadıya tasvir etm iş ve bunun aka
binde şunları söylem iştir: Suriyeli H ristiyan A rapların M üslü
m anların hakim iyetini kabul etm eleri güzel ve hayırlıdır, çünkü
M üslüm anlar A rap topraklarını yöneten A raplardır...” M atran,
İslâm ’ın ihtişam ı ile A rapların ihtişam ının hem en hem en aynı
olduğunu ifade etm eye çalışm ıştır.
158
M üşterek dinî duygular, M üslüm anlar arasında olduğu gi
bi istisnasız bütün m illetlerde de baskın unsur olm uştur.
M üslüm an A rapların, S elçukluların idaresine girm eleri,
E yy ü b îler’in hakim iyetini ve O sm anlı egem enliğini kolay
ca kabul etm elerine şaşırm am ak gerekir. Z ira, o nlar her
zam an bu devletlerin İslâm ’ın şan ve şöhretini artıran ve
halifelerin sancağını d algalandıran y önetim ler olduklarına
inanm ışlardı.35
160
M üslüm an D oğu’nun B atı’yı yakalayabileceğini göster
m eye çalışanların bu gayretleri akim kalm ıştır, çünkü bu in
sanlar enerjilerinin büyük bir kısm ım D oğu’nun gerçekten
üstün olduğu m eselesini açıklam aya hasretm işlerdir. M uhafa
zakârlar, O rtodoks savunm alar ve polem ikler yaparak ve A vru
palIların hayatlarının hoş olm ayan cihetlerini vurgulam ak sure
tiyle H ristiyanlığın hatalı ve yanlış olduğunu gösterm eye ça
lışm ışlar ve sadece bununla yetinm işlerdir. M odem istler ise,
M üslüm anların terk etm iş olduğu gerçek İslâm ’dan Batılıların
çok şeyler öğrendiklerini ve öğrendiklerini kendi bünyelerine
uydurm ak suretiyle ilerlediklerini gösterm eye çalışm ışlardır.
D oğu ve Batı arasındaki rencide edici farkın O sm anlı en
telektüellerinin zihnini m eşgul etm esinin neticelerinden biri de
vatan sevgisine ve m illiyetçiliğe yönelik ilginin ortaya çıkm a
sıdır. Batıcı O sm anlılar, m illiyetçiliğin A v ru p a’nın güçlenm e
sinin ve ilerlem esinin kaynaklarından biri olduğuna inanıyor
lardı ve bu yüzden, nasıl ki askerî ve İdarî alanla ilgili teknikle
rin alınm ası gerekliyse m illiyetçiliğin de alınm ası ve uyarlan
ması gereklidir. Bu inanç, İslâm î bir O sm anlıcılığın İm para
torluğun T ürk tebası arasında um um îleşm esine ve O sm anlılığın
ağır bastığı bölgesel bir M ısır m illiyetçiliğinin M ısır’da neşv-ü
nem a bulm asına sebep oldu. G enel olarak, T anzim at reform
cuları ve A hm et Faris el-Şidyak gibi m uhafazakârlar ve
A fgani, M uham m ed A bduh ve Y eni O sm anlılar gibi
m odernistler O sm anlı İm paratorluğu’nun ve M üslüm an D o
ğ u ’nun H ristiyan B atı’ya karşı m uhafaza edilm esi konusunda
hem fikirdiler.
İslâm î D oğu’nun m odernist gerekçeleri A rap m illiyetçi
teorisinin tem elini olşuturm uştur. D oğu’nun B atı’yı nasıl ya
kalayabileceğini ve hatta, D oğu’nun B atı’nın da fevkinde oldu
ğunu gösterm ek m aksadıyla m odem istler, m ükem m el bir sis
tem olan sa f ve ilk İslâm üzerinde sıkça durm uşlardır.
M odem istlere göre, s a f ve ilk İslâm ’a dönm ek günün prob
lem lerini tedavi etm ek için yeterli, bir çaredir. Fakat
M uham m ed A bduh’un da daha önce belirttiği gibi, ilk İslâm
üzerine yapılan vurgu A rapların, onların dillerinin ve İslâm ’ı
savunan bir m illet olarak kadim tarihlerinin ehem m iyetinin
yükseltilm esini de beraberinde getiriyor.
İslâm, A rap m illiyetçiliğinin olduğu kadar O sm anlıcı-
lık’ın da m erkezini teşkil ediyordu. B ununla beraber, O sm anlı
cılık ve A rap m illiyetçiliği dinî taassubun ve fanatizm in nük
setm esinden öte bir şeydi. B unların her ikisi, sadece
H ristiyanlığa karşı değil fakat aynı zam anda B atı’ya karşı da
bir savunm aydı. H er ikisi de, kıym eti ve yeterliliği Batı tara
fından sorgulanan Doğu m edeniyetinin savunulm asına m atu f
çabalardı. M üslüm anlar gibi H ristiyan O sm anlılar’da, en azın
dan H ristiyan A raplar, İslâm î D oğu ile H ristiyan Batı arasında
ki uçurum un varlığı dolayısıyla üzüntülüydüler. Bu kişiler
D oğu’nun B atı’ya karşı verdiği m ücadelesinde bilfiil yer aldı
lar ve İslâm ’ın kadim ihtişam ıyla iftihar etm ekten geri durm a
dılar.38
O sm anlıcılık gibi A rap m illiyetçiliği de, B atı’nm genel i-
lerlem işliğinin sebep olduğu problem in O sm anlı tebaasının
zihnini m eşgul etm esinin bir neticesidir. Bu zihnî m eşguliyet,
dinin ve hanedanlığın devletin iki tem el unsuru olduğu bölge
lerde m illiyete politik bir m uhteva kazandırılm asına neden
olm uştur. M illiyet, hayatı anlam landırm aya çalışan ve daha da
önem lisi ilerlem eyi getirecek bir sistem peşinde olan düşünce
nin araçlarından biridir. O sm anlıcılar, O sm anlı D evleti’nin
tebaasını teşkil eden farklı etnik unsurları bir m illiyet altında
toplam aya teşebbüs etm işlerdi. A rap m illiyetçileri ise tek bir
m illeti, A rapları, üstün bir konum a yükseltm e derdindeydiler.
A m a neticede her ikisinin de am acı D oğu’nun savunuculuğunu
yapm ak ve Batı karşısında İslâm ’ın ihtişam ını ve gücünü yeni
ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ’NİN
SURİYE’DEKİ YÜKSELİŞİ
’4 Said. 1.53.
188
yanlısı veya m illiyetçi olup olm am asını gözetm eksizin birtakım
kişileri koruyup kollam ışlardır. Bu anlayış kasabaların zanaat-
kâr ve ücrete tâbi züm releri üzerinde de etkili idi. O nların lon
cası ve diğer revaçta olan teşkilatlar bir kasaba soylusunun
him ayesi altındaydı. Bu soylu büyük çoğunlukla ulem a sınıfı
nın bir üyesiydi. M eselâ, A rap m illiyetçiliği teorisinin üreticile
rinden birisi olan A bdurrahm an el-K evakibi 19. yüzyılın son
çeyreği içerisinde büyük bir siyasî sonuç için H alep’teki lon
caların ham isi olarak bu pozisyonunu kullanabilirdi.15
D evlet kadem elerinde m em ur olm ak için girilen rekabetin
bazısı aşağıya doğru olan içtimai hareketliliğin sonucudur. Bir
kaç nesil geçm esinden sonra S uriye’deki O sm anlı aristokrat
aileleri oldukça artm ıştır. V e bu ailelerin bazılarının servetinde,
etkinliğinde ve hüküm ette m em uriyet edinm e yeteneğinde nisbî
bir düşüş görülm üştür. Bu ailelerin m ensuplarının siyasî olarak
m u h alif taraflarda olm aları yaygın bir olay değildi. M eselâ Ebu
N asr ve Ebu H ayr K atip alim lerin çoğunlukta bulunduğu m eş
hur bir Şamlı ailenin m ensubu iki kardeştir. İlki kadı, diğeri de
hatiptir. Ü çüncü kardeş Ebu’l-Feth öğretm en ve aynı zam anda
kütüphane m üdürüdür. A bdülkadir el-H atip bir kadı’nın oğlu
dur ve kendisi de kadı olm uştur. Zeki el-H atip bir hatibin oğlu
dur ve vali olm uştur. Her ikisi de O sm anlı yanlısıdır. O nların
kuzeni ve bir kütüphanecinin oğlu olan M uhibuddin el-H atip
ne dinî hiyerarşi, ne de hüküm et içerisinde bir görev elde ede
bilm iştir. Ve o 1914 öncesi A rap m illiyetçileri arasında yer
alm aktadır.
Bu tü r aşağıya doğru hareketliliğin A rap m illiyetçiliğinin
yükselişindeki etkisini tam anlam ıyla tahm in etm ek güçtür.
Y edi ailenin hem A rap m illiyetçileri, hem de O sm anlıcılar
içerisinde üyeleri m evcuttur. 1914 öncesi m illiyetçilerinden
15 Et-Tabah, VII, 5I6; Meselâ I882’de Şam’da bkz.: Elia Kusdi, “Notice sur
les corporations de Damas" (Arapça) Actes du Sixieme Congress
International des Orientalistes pt. 2 (1885), s. 10-12, 17. yüzyıl örneği için
bkz.: Jean Suvag, Alep: Ess a i su r le developm ent d'u n e grande ville
syrienne, des orif>ines au milieu du X IX siecle, Haut Commissariat de I’Etat
Français en Syrie et au Libon, Services des Antiquites, Bibliothâque
Archeologique et Historique, XXXVI (Paris: Paul Geuthner, 1941), s. 97.
13 ’ü bu tür ailelere m ensupturlar. Bu ailelerin hapsinin içeri
sindeki baskın ve baskın olm ayan gruplar arasında bir m üca
dele olduğu doğru değildir. Fakat, ikisi bu şüphelerin dışındadır
ve ikisinde de olm a ihtim ali vardır. A şağı doğru içtimai hare
ketliliğin diğer türünün daha geçerli olm ası m uhtem eldir. O s
manlI şartları altında tüm aile servetteki nisbî düşüşten etki
lenm ektedir. Bu çalışm ada kullanılan bilgiler bu tür ailelerin
erken dönem deki A rap hareketine üye sağladığı konusundaki
tahm inlere izin verm em ektedir.
N e aşağıya doğru, ne de yukarıya doğru olan hareketlilik
rekabetin içerisinde bir unsurdur. Y üksek statülü savaş öncesi
m illiyetçilerinin büyük çoğunluğu, hüküm ette bir yer edinm e
dışında rakipleri olan O sm anlı yanlılarıyla aynı seviyede idiler.
Eğer aile statüsü bilinenler göz önüne alınırsa, her iki grubun
sayısının yarısından fazlasını toprak sahibi ailelerin üyeleri
oluşturur. A yrıca, toprak sahibi alim lerin ait olduğu ailelerin
m ensupları her iki grup içerisinde de ikinci sırayı teşkil ederler.
H atta bu kişiler m illiyetçilere nazaran O sm anlı yanlıları arasın
da nisbeten daha çok önem liydiler. Z engin ulem a ailelerinin
m ensuplan, m illiyetçilere oranla O sm anlı yanlıları arasında
daha aktiftirler. Bunun tersi de sadece toprak sahibi olan aileler
için geçerlidir. O sm anlı yanlıları ile m illiyetçiler arasındaki
çatışına Ş am ’daki önde gelen toprak sahibi ulem a aileleri ile
önde gelen toprak sahibi aileleri arasında da yansım alarını
bulduğuna dair kesin deliller m evcuttur. Bu ailelerin bazıları o
bölgenin yerlileri olm ayabilir. Fakat bu ihtim ali değerlendir
m ek için elim izde yeterli m iktarda m alûm at yoktur. Sonuç
olarak, devlet hiyerarşisinde yer edinm ek için yapılan şahsî ve
ailevî rekabetten başka bir açıklam a ortaya çıkm am aktadır. Bu
tür rekâbet m illiyetçiler arasında çokça görülen bir şeydi. Şahsî
ve ailevî hizipler arasındaki çatışm a savaş öncesinde tekrar
eden bir faaliyetti. Aynı şekilde 1919-1920 yılları arasında El-
Fatat, m erkezî liderliğin şiddetli çekişm eler sonucu sık sık el
değiştirm esiyle bunalm ıştır.'6
el-F atat
A bdülvahab M üyessir A hm ed Fevzi el-B ekri
A hm ed el-H üseyin A hm ed M eryud
A rif eş-Şihabi A hm ed Kadri
B ehçet eş-Şihabi C em il M erdam
Em in el-M üyessir Faiz eş-Şihabi
H alid el-H akim İsmail eş-Şihabi
M uham m ed Fahri el-B erudi M uham m ed Kâm il el-K assab
M uham m ed eş-Şüreyki M uhibiddin el-H atip
N esip el-Bekri Refik R ızk Sallum
Said el-Beni Sami el-B ekri
Seyfettin el-H atip Suphi el-H üseyni
Şükrü eş-Şurbji T ahsin Kadri
el-A hd
A bdülkadir Sirri A li Rıza el-G azali
A rif el-T avvam Em in Lütfı H afız
M uham m ed İsm ail et-Tabaki M uhiddin el-C ubban
M ustafa ei-V asfı Sadık el-C undi
Selim el-C ezairi Y ahya K azım Ebu eş-Ş erif
Askerî Görevliler
Ahmed el-Lehham A rif el-Tavvam*
Muhammed İsmail el-Tabbaki* M ustafa el-Vasfı*
Yahya Hayatî
Milliyetçi Cemiyetler
Abdulkadir el-Azm Adil el-Azma
A rif el-Hatip Esad el-Hakim
Fevzi el-Gazi Haşan el-Hakim
Hayreddin ez-Zirkani Hüsnü el-Barazi
İbrahim el-Mücahid İhsan el-Cabiri
Lütfü el-Rafai Muhyiddin es-Sadık
Müslim el-Attar M ustafa Barmada
M ustafa Şihabi Nabi el-Azma
Necip el-Armanizi Ömer Ferhat
Raşid Badunis Rıza el-Rifai
Sami es-Sarraç Tevfik el-Hayani
Tevfık eş-Şikakli Y usuf Yasin
Zeki el-Hatip Zeki el-Kadri
E K — IV : E ğiti m
I 865-1876
1914 öncesi Milliyetçiler 1 25 3 75 1 25 4
1877-1888
1865-1888
1914 öncesi Milliyetçiler 2 29 2 29 3 43 3 43 1 14 7
1919-20 M illiyetçileri I 6 15 94 3 19 13 81 16
1889-ı897
1919-20 M illiyetçileri ! 4 22 79 5 18 4 14 19 68 28
T oprak Sahihi 1 13 5 56 5 83 6 43
Top. Sah.-U lem a 1 25 3 38 1 11 3 21
Tiiccar 1 25
Bilinm eyen 2 50 4 50 3 33 1 17 5 36
Toplam 4 8 9 6 14
EK— IX: Baba Mesleği
Toprak Sahibi 9 60 18
Toprak Sahibi-Ulema 3 17 4
Din Görevlisi 2 13 4 12 67 14
Yönetici 1 6 1
Ulema 3 20 6
Tüccar 1 7 2
Fizikçi 1 6 1
Banker 1 6 1
Bilinen Toplam 15 18
Bilinmeyen 36 71 68 79
Toplam 51 86
YEDİNCİ BÖLÜM
BÖLÜNME VE YANSIMALARI
' Yakın Doğu’nun Batı'ya karşı verdiği tepki üzerine yapılan sistemaktik araştır
malar arasında bilhassa şunlar önemlidir: H. A. R. Gibb, M odem Tıends in lalam
(Chicago: University o f Chicago Press. 1945); G. E. von Grunebaum, İslam:
yapılıyor inancından kaynaklanıyordu. Her olayda, dünyevî başa
rıların sırrı olarak tercih edilen fikirler ve ideolojiler görülüyordu.
Batılılaşm a taraftarları için AvrupalIların gücünün temel harcı,
A vrupa uluslarının vatanseverlikleriydi. Bir O sm anlı veya Mısır
veya Arap vatanseverliği de aşağılanan ve geri kalmış halklar için
aynı görevi ifa edebilirdi. Kanun önünde eşitlik ve laiklik arzu
edilen vatanseverliğin zarurî unsurları olarak belli belirsiz alındı.
Parlam enter yönetim in belli bir çekiciliği vardı. Bunun karşılığında
20. yüzyılda toplum sal reform ve sosyalizm , ölm ek üzere olan
Arap ulusu tarafından iyi bir şekilde kullanılabilecek2 ve aslında
Batı gücünün de sırları olan kavramlardı.
Ayrıca, Batı kültürü dış düşm anlara karşı verilen m ücadele
deki faydasının ötesinde bir çekiciliğe sahipti. Üç aşağı beş yukarı,
birçok Osmanlı ve A rap Batı hayranı, Batılıların ve Batılı hayat
tarzının kendilerinden daha üstün olduğuna kani olmuşlardı. Büyük
oranda Batı sosyal adaleti ve fizik bilimleri anlam ına gelen Batılı
laşmanın başlangıcında Batı adaleti ve Batı bilimi ateşli hayranlar
bulmuştu. Bu hayranlık eşit derecede veyahut daha az önemi haiz
bir düşünce ile harman edilmişti: Batı’yı taklit etm e iştiyakının, bir
13 John Gulick, s. 102-i 03. 171: Carsoıı, s. 366, 368; Thoıııas B. Stauffeı. "The
Indııslrinl Warkcr,” S o n u l Forces in lltc M iddia Ecıst, (der.), Sydney Ncltreton
Fıshcr, ( Ithaca, N. Y.: Comcll Univcrsity Press, 1955), s. 87-90; Baer, s. 187-188.
talebin hakikatte hüküm etlere ve geniş ticarî sınıfa m ahsus kaldığı
19. yüzyılda, bu kesim ler Batılılaşm anın yegâne vasıtaları idiler:
Batılılaşm a yanlıları tem elde profesyoneller ve daha az derecede
“beyaz-yaka” lılar idi. 19. yüzyılın sonunda, modern ulaşım tekno
lojisinin gelişi ve m üteakiben m odem endüstrinin tedrici yükselişi
ile birlikte yeni tür işlere olan talep artm ıştı ve devlet destekli temel
eğitim yaygınlaşmıştı.
G özden geçirilen süreç yeni sınıfların neşet etm esinden daha
ziyade m evcut sosyal sınıfların B atıllaştırılm ası olarak en iyi şe
kilde tanımlanır. O rtaya çıkan yeni Batılılaşm ış zevat eski kültürün
yeterince perform ans gösterem ediği alanı doldurm ak ve geçmiş
toplum un fonksiyonlarını ifa etm ek am acıyla eğitilm işlerdi. Pro
fesyonel becerilerin asıl kullanıcısının iktidar olm asından dolayı,
asker olm ayan bütün profesyoneller tem elde ya bürokrattır ya da
devlet memuru. 20. yüzyılın ortalarında bile hukukçular ve mü
hendisler kendilerine — özgür profesyoneller olm aktan ziyade—
istihdam alanı olarak m uhtem elen devlet veya siyaset sahnesini
tercih edeceklerdi. Bununla birlikte, genelde bu yeni zevat uzun
m üddet bu işlevleri üstlenm iş olan aynı insanlardan seçilmişti. Asıl
yenilik bu insanların babaları ve atalarından kökten farklı olarak
alm ış oldukları eğitim di. A rapça veya Farsça yerine artık Fransızca
veya İngilizce zarurî ikinci dil haline gelmişti; klâsik Fars ve O s
manlI şiirinin yerini modern tarih ve A vrupa edebiyatı veya bilmi
almıştı ve tüm bunlar eğitimli bir şahsın em areleri olmuştu. “Ule
m a” açısından değişim daha bir büyüktü. Batılı ticaret ve ceza
yasalarının girişini müteakip, yeni müftü ve kadı nesli kendi mev
kilerini koruyabilm ek için isteyerek bu yeni kültürü benimsediler.
İslâm Hukuku yerine Batı Hukuku ve yönetim i üzerine çalıştılar.
Kadı veya müftü yerine; bürokrat, idareci veya yeni m ahkem elerde
hakim oldular.
Batılılaşm anın Yakın Doğulular üzerinde çok derin psikolojik
etkileri olduğu sık sık söylenir. Genel kam lardan biri de şudur: Batı
etkisine m aruz kalm ak aile içerisinde gerilim e sebebiyet vermiştir.
O ysa son bir çalışm a bunun aksini gösterm iştir. Batılılaşm a tesiri
ne kadar fazla ise aile içerisindeki gerilim de o kadar azdır. Aile
içerisindeki üzüntülerle ve gerilim lerle Batı tesirine m aruz kal
maktan ziyade, fakirlik daha yakından alâkalıdır. Kadının konumu
ve dinin liberalleşmesi sorunları bile herhangi ciddi bir psikolojik
travm aya sebep olmamıştı."* Bir diğer genel kanı ise, kâr güdüsü
nün girişi ile pek çok kişilik bozulm asının başladığına dairdir.
İslâm ’ın riski ve faizi yasakladığı bir gerçektir. Şüphesiz ortalama
bir Arap tüccarı da — risk üretim inde büyük m arifet gösteren pek
çok Batılı serbest m üteşebbis gibi— riskten hoşlanm az. Bir Arap
yatırım cısının ve m üteşibbisinin, K ur’a n ’ın em irlerini ihlalinden
dolayı alacağı cezayı düşünm ekten ziyade serm ayesinin maruz
kalacağı tehlikeler üzerine kafa yorm aktan büyük bir heyecan
duyduğu düşünülebilir.
Şu ana kadar söylediklerim izden A rap dünyasının hiçbir ge
rilim yaşam adığı anlamı çıkmaz. Söylem eye çalıştığım ız şey geri-
limlerin A rap ekonom ik ve sosyal yapısındaki değişim in sonucu
olam ayacağıdır, çünkü bu tür değişim ler kısm en önem siz görün
mektedir. M evcut gerilimleri toplum sal çözülm eye m atuf kılanlar
genellikle sakin, durağan ve değişm eyen bir geleneksel toplum
tablosu ortaya koyarlar. A ncak bu tür bir toplum asla var olmadı.
Burada geliştirilen argüman, şu ana kadar bu yüzyılda gördüğüm üz
gerilimlerin aslen yerli toplum sal ve siyasî yapının içerisinde zaten
m evcut olduğu anlayışıdır. Diğer yandan, siyasî kültür büyük o-
randa uzun süren batılılaşm a sürecinin bir sonucu olarak değişim
geçirmişti. Bunun ötesinde Batılılaşm a ve yerli siyasî yöntem iç içe
geçm iş oldu.
Başından beri iç çatışm a A vrupa tehdidi kadar Batıllılaşma
saiki olmuştu. A vrupalIlara karşı gelişm iş askerî etkinlik gerektiren
silahlar, ulaşım ve iletişim araçları, aynı zam anda, asi idarecileri
veya soyluları bastırm ak için de m erkezî m onark ve vezirler tara
fından kullanılabilir. V atanseverlik kavram ının da benzer bir fay
dası vardır. Tersine, m erkeziyetçilik geliştikçe, yerel soylular veya
m uhalif unsurlar genellikle Batı tarzlı adalet, hukuk, vatanseverlik
veya parlâm entarizm gibi fikirleri m erkezî otoritenin büyümesini
kontrol etm ek am acıyla kullanırlar. A vrupa’dan ve A vrupa’nın
Yakın D oğu’daki faaliyetlerine karşı reaksiyondan kaynaklanan
16 Bu. 1951 senesi boyunca el-Ahram'da çıkan üst sınıftan 58 Mısırlının biyog
rafilerine dayanmakladır Dunların 33’iı veya yaklaşık %57'si silâhlı kuvvet
lerde akrabalaiı olan kişilerdi. Bu 33 ailenin silâhlı kuvvetlerde 84 akrabası
(veya aile başına ortalama 2.5 yakını) vardı.
olm am aları tüm bunların sebebidir. D arbeler ordu içerisinde strate
jik yerlerde bulunan özellikle m erkezde yerleşm iş küçük bir ko
mutan grubu tarafından yapılm aktadır. Kom utanların büyük bir
çoğunluğu darbe yapılana dek tarafsız kalmayı yeğlemişlerdir.
Darbe başarılı olduğu takdirde liderlerini selâm lam ışlar; başarısız
olursa kanun ve düzen savunucularına yanaşm ışlardır. Sonuçta,
yerel soylular gerçek güçlerini arttırm a kabiliyetine hâlâ sahiptirler
ve bu gerçek 1958 Lübnanı’nda açıkça görülm üştür.
A skerî tutum B atı’nın Yakın D oğu’da harekete geçirdiği ay
kırı tem ayülleri gösterir. Ordunun batılılaşm ası m erkezîleşm enin
artm asına sebebiyet vermiştir. Aynı zam anda, bu yeni ordu toplu
mun geri kalanında oluşan bölücü güçlere m aruz kalmıştı. Zaman
zaman bütünleşm e üzerine baskın çıkan bu bölücülük anlayışı
kısmen, Y akın D oğu’daki bölünm eleri ve anlaşm azlıkları m evcut
ve m üstakbel anlaşm a ve iyi niyetleri zayıflatarak arttıran Batı
sorununun bir sonucudur.
Batılılaşma Y akın Doğu toplum u içerisinde yeni kültürel sı
nıflar ortaya çıkardı. M evkilerini Batı profesyonel anlayışı ile
donanm ış kişilere kaptırm a tehlikesi yaşayanlar açıkça direndiler.
Profesyonel yetenekleri tam am en eskiyen yeniçeriler yeni gelen
şeylerin biçimini anlam ışlar ve isyan etmişlerdi. Bu yüzden hepsi
ortadan kaldırılmalıydı. Ulem a ve geleneksel m ünevverler sınıfı
ortadan kaldırılm a tehlikesi taşım ıyorlardı, ancak daha önce rakip
siz sahip oldukları mevkileri şimdi paylaşm ak zorunda kalıyorlardı
ve dahası katiyetle aşağı bir sınıfa indirgendiler. Arapçılık, ağırlıklı
olarak bu tür önem ini kaybetm iş ulem a ve geleneksel aydın sınıfı
tarafından oluşturulm uştur.
Siyasal aktivitenin hedeflerini ortaya koym akla Batı sorunu
am aç ile araçlar arasındaki uyumu ve perform ansla tatmin arasın
daki olması gereken birlikteliği zayıflatm ıştır. U tanç verici pozis
yondan kuvvetli bir durum a geçm e arzusu çeken siyasî sınıflar,
yabancı gücün kaçınılm az sembolleri olan alçaklık duygusunun
işaretlerini yok etm e mücadelesi verdiler. Bu yüzden, Yeni O s
manlIlar zam anından A rap Baas Partisi ve A bdünnasır yönetimine
kadar tüm siyasî aktivistler, tem elde dış işlerle uğraşa gelmişlerdir.
M uhafazakârından modernistine tüm Osm anlıcılar, O sm anlı İmpa-
ratorluğu’nun tek karış toprak kaybetm em esi ve hatta kaybettiği
toprakları geri alması hususunda hem fikir idiler. Arap dünyasının
her bir bölümü yabancı idareden kurtulur kurtulm az milliyetçiler,
bölgede yaşayanlar istesin veya istemesin gözlerini diğer bölgele
rin kurtulm asına çevirdiler. Bu bağlam da A rapların İsrail’e karşı
olan husumeti ilginç olmadığı kadar yeni de değildir ve bu temelde
İsrail’in yaptığı uygun veya uygunsuz davranışlarla alakalı da
değildir. İsrail bir sem boldür, hem de A rap aşağılanm asının en
büyük sembolü.
Kuvvet sem bollerine kafa yorm ak ve buna bağlı olarak dış i-
lişkiler üzerinde yoğunlaşm ak siyasî süreci m uazzam etkilemiştir.
Bu ana kadar, en azından, hedefler yüksek tutulmuştur. Yakın
D oğu’nun ihtişam ına düşm an olanlar yine Y akın D oğu’nun kay
naklarını kullanarak güçlendiler ve üstün geldiler. A vrupa’nın
Arap topraklarını doğrudan yönettiği kısm en o kısa dönem i bir
yana bırakırsak, A vrupa devletleri yine de Yakın Doğu siyaseti
üzerinde karar verme etkisini gösterm iştir. Avrupa, O sm anlı yöne
tim inin Balkanlardaki, Hristiyan bölgeler üzerindeki kontrolüne
engel olmuştur. Hiç kimse “bir A rap ulusu vardır” anlayışını kabul
etmeden evvel M ehm et Ali fetihler yoluyla Arap millî topraklarını
birleştirerek Fransa ve İngiltere’nin feodal krallarının rolünü oy
namıştı. A vrupa askerî gücü, M ehm et A li’nin kendi im paratorlu
ğunu kurm asına m üsaade etmedi. İngiliz ve Fransız askerî güçleri
O smanlı idaresine son vererek ve Verimli H ilal’de Arap idare
vasıtaları oluşturarak Arap m illiyetçiliğine yardım etti. Aynı za
manda, İngiltere ve Fransa Arap liderlerine yeni rakipler ortaya
attılar. Bunların her birinin kendi silâh gücü ve askerî kuvvetleri
vardı. Bu rakipler Arapları hakim devletlerin birleştirilmesi sorunu
ile başbaşa bıraktılar. (Bu, “eğer İngiliz ve Fransızlar bölgeden
çekilse ve Arapları kendi hallerine bıraksa idiler, A raplar O sm an
lIların çekilm esinden sonra tek bir devlet kuracaklardı” demek
değildir). A vrupa bir İsrail devletini kurdu. Filistin’deki Yahudi
topluluğunun 1948-1949 savaşlarında gösterdiği başarılar elbette
reddedilem ez, ancak Filistin’de bir Y ahudi topluluğunun teşkil
edilmesi 20 senelik İngiliz Süngüsünün sonucudur. İsrail Arap
düşm anlarını bertaraf ettikçe, nasıl A vrupa M ehm et A li’yi bir
Henry Tudor olm a ihtimalinden uzak tutm uşsa, o şekilde Arap
liderlerin Arap m illiyetçiliğinin B ism arck’ı, C avour’ı veya
Abraham L incoln’u olm aktan uzak tutabilir.
Batı nezdindeki tesirsizlik siyasî istikrarsızlığa sebebiyet ver
di. İktidarların düşm anı alt etme üzerine geliştirdiği cesur her yeni
felsefe düşm an karşısında hüsrana uğradı. Böylece tüm bunlar
m uhalefete yaradı. Sonuçta Yeni O sm anlılar 1875-1876 Bulgar
krizi tehdidi ile başa geçtiler ve 1877-1878 Türk yenilgisi ile gitti
ler, Jön Türkler 1902 sonrasında yeni yeni ortaya çıkan dış tehdit
lerle güç kazandılar; Jön T ürkler’in O sm anlıcılığı Balkan Savaşları
ve I. D ünya Savaşı yenilgileri esnasında yerini A rapçılığa ve Türk
çülüğe tevdi etti. Arap dünyasının eski devlet adamları İngiltere ve
Fransa’ya karşı verdikleri m ücadele ile kahraman oldular, ancak
sonunda Filistin savaşı yenilgisi ile gözden düştüler. M uhtemelen
M ustafa K em al’in en büyük başarısı da Türk milliyetçiliğine
enjekte ettiği gerçekçiliktir. O Jön Türklerin rom antik yanlısı poli
tikalarını sürdürm eyi reddetmişti. Yine de M. Kemal Musul bölge
si için ölünceye kadar m ücadele etm iş ve sadece kat'î bir İngiliz
muhalefeti ile karşılaşmıştır. En son Kıbrıs m eselesinde de görüle
ceği üzere bu tür m illî şeref meselesi Türk m illiyetçiliğinin bir
parçasıdır.
M illiyetçilerin hayal kırıklıkları en azından A vrupa’dan alı
nabilecek olan yeni fikirlerin geliş kanallarını açık tutm uştur. İlk
nesil milliyetçilerin dış düşmanı yok etmeyi denem eleri ve başarı
sızlığa uğram alarından dolayı, yeni nesil eski fikirleri itham etti ve
yerine Avrupalı en son fikirlerden oluşan yeni form üller ortaya
koydu. M ahm ud’un tam anlam ıyla askerî ve İdarî reformları öne
sürüldü. Bu reform larda başarısız olduğu zam an, anayasalcılık
sorunların çözümü olarak görülm eye başlandı. Ve böylece entegre
milliyetçilik, devlet kapitalizm i ve devlet sosyalizm i İslâm dünya
sında görülm eye başlandı. H obson-Leninist em peryalizm teorisin
den ve sömürgeci idarenin bir ürünü olarak A sya “feodalizm ine”
Batı liberal yaklaşım dan kaynaklanan A raplar arasındaki ayrılm a
ların görüldüğü günüm üze dek m ezkur Uç ideoloji de revaç bul
muştu.
Yakın D oğu’da batılılaşm a bir grup elitin A vrupa m edeniye
tine kıyasla Yakın Doğu İslâm m edeniyetinin bariz acziyetini ve
geri kalmışlığını doğal kabul etm e isteksizliğinden kaynaklanır.
A vrupa’nın siyasî kavramları, özellikle vatanseverlik, milliyetçilik
ve bir sonraki yüzyılda sosyalizm “A vrupa’nın gücü ve zaferi
bunlardan kaynaklanıyor” inancıyla alınmıştır. Aynı zamanda, yeni
yeni ortaya çıkan ideologlar Yakın Doğu kimliği zarar görmüş
olanlara, aslında O smanlı, Arap veya T ür kültürünün tem elde mo
dem çağın öne sürdükleri ile eşit olduğunu gösterm eye çalışıyor
lardı. Toplum un tam am en yeniden yapılanm ası ve İslâm ’ın kay
bolan gücünü ve zaferini Frenklerden geri alabilm esi için geliştiri
len projelerden daha ziyade bu yeni ideolojiler yaralı ruhlar için
ilâç olmada daha başarılı idiler. İç politikada da bu ideolojiler
büyük faydaları haizdi. İdeolojik olarak tanım lanm am ış veya İs
lâm ’ın karşı yorum ları ile açıklanm ış uyuşm azlıklar yeni ideoloji
lerin terimleri ile ortaya kondular. Tem el siyasî usul büyük oranda
aynı kalm asına rağmen, siyasetin ideolojik içeViği özellikle değişi
me uğramıştır. Her bir nesil bir önceki neslin iyi niyetinden şüphe
etm e temayülü gösterse bile, farklı nesil reform ist ve inkılâpçıların
iyi niyetinden şüphe etm ek, m antıksız bir kinizm ’ olacaktır. Moti
vasyonu ve hareket metodu olm aksızın her bir grup, üstünlüğü ele
geçirdikten sonra hedeflerini gerçekleştirm ek için çaba sarfetmişti.
Açıkça ortada olan karışıklıkların ve zahiri başarısızlıkların pek
çoğu, hedeflerin çok muğlak oluşu ve sırf m illî kaynaklarla ger
çekleştirilem eyeceği gerçeği ile açıklanabilir. Güç ve zafer kav
ramları da iyi bir kullanım açısından belirsiz görünüyordu. Hem
D oğu’da, hem de B atı’daki meslektaşları gibi Yakın Doğu aydınla
rı da güç ve zaferi, üretimdeki üstünlük ve savaştaki galibiyetle eş
tutm a tem ayülünde idiler. Y anlış olm asına rağmen bu önyargı,
ekonom i ve kültürde ve hatta siyasî örgütlenm ede pek çok basit
başarının doğm asına sebep oldu. Daha acı olan ise bu ön yargının
sürekli bir hüsranı beslem esiydi. Dünyanın nihaî şekli ne olursa
olsun, m uazzam bir zenginlik ve üstün bir askerî güç, üç yahut dört
m evcut veya muhtemel jeopolitik varlıktan fazlasının korunmasını
makul bulmaz.
OSMANLICILIKTAN ARAPÇILIĞA
ISBN 975-6910-02-X
yöneliş