You are on page 1of 227

yöneliş

YÖNELİŞ YAYINLARI : 44

ISBN 9 7 5 -6 9 10-02-X

Eserin Aslı From Ottomanism to Arabism,


Essays on the Origins o f Arab Nationalism, (Londra, 1973)
Dizgi Yöneliş
Kapak Dördüncü Boyut
Baskı-Cilt Umut Kağıtçılık-Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti.

Mayıs 1998, İstanbul


C. Ernest DAWN

OSMANLICILIKTAN
ARAPÇILIĞA

Türkçesi

Bahattin Aydın - Taşkın T E M İZ

yöneSş
Vatan Cad.
Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk.
No: 15/3 Aksaray— İstanbul
T el: (212) 524 07 76
İÇİNDEKİLER

BİRİNCİ BÖLÜM
M E K K E E M İR İ H Ü S E Y İN İB N A L İ
V E A R A P İS Y A N IN IN K Ö K E N İ .................................................................7

İKİNCİ BÖLÜM
A B D U L L A H İB N -İ H Ü S E Y İN , L O R D K İT C H E N E R
V E A R A P A Y A K L A N M A S I D Ü Ş Ü N C E S İ...........................................63

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
A R A P İS Y A N IN D A K İ İD E O L O J İ K T E S İ R L E R ............................. 79

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
B İR İN C İ D Ü N Y A S A V A Ş I S IR A S IN D A K İ
İN G İL İZ -A R A P İL İŞ K İ L E R İ H A K K IN D A Y A P IL A N
S O N A R A Ş T IR M A L A R IN IŞ IĞ I A L T IN D A
H A Ş İM ÎL E R İN A M A Ç L A R I V E P O L İ T İ K A L A R I ........................ 97

BEŞİNCİ BÖLÜM
O S M A N L IC IL IK T A N A R A P M İL L İY E T Ç İL İ Ğ İN E :
B İR İD E O L O J İN İN K Ö K E N İ ................................................................ 135

ALTINCI BÖLÜM
A R A P M İL L İY E T Ç İL İĞ İ’N İN S U R İY E ’D E K İ Y Ü K S E L İŞ İ 165

YEDİNCİ BÖLÜM
B Ö L Ü N M E Y E Y A N S IM A L A R I.......................................................... 199
BİRİNCİ BÖLÜM

MEKKE EMİRİ HÜSEYİN İBN ALİ


VE ARAP İSYANININ KÖKENİ

Y aygın kanaate göre, M illiyetçilik olarak bilinen A vru­


p a ’ya ait yeni ideolojik ve kurum sal bir kom pleksin, A vrupa
dışındaki geleneksel m edeniyetler tarafından benim senm esi
yirm inci yüzyılın en önem li karakteristiklerinden birisidir.
M illiyetçiliğin A vrupa dışındaki gelişim i, bazen bu fikrin kendi
cazibesine atfen am a çoğunlukla da yeni oluşm aya başlayan —
eskiden orta sın ıf şim dilerde ise kitleler olarak adlandırılan—
sınıfa eski düzenle giriştiği m ücadelesinde sağladığı faydalar
açısından ele alınm aktadır.
A rap dünyasındaki gelişm eler yaygın m illiyetçi ilgiye atıf
yapılarak değerlendirilm ekten kurtulam am ıştır. A rap dünyası
dışındakileri, A rap halklarının problem lerine yönelm eye sevk
eden birincil etken, M ekke em iri H üseyin İbn A li’nin 1916
H aziranında başlattığı isyandır. A rapların kendileri bu isyanı
“ A rap İsyanı” olarak adlandınrlar. A rap ve A rap olm ayan pek
çok öğrenci bu hareketi, A rap halkları arasında uzunca bir
süredir gelişm ekte olan A rap uyanışının en son noktası olarak
görm üşlerdir. G enel m utabakata göre, A rap uyanışı veya Arap
isyanı, m illiyetçi duyguların veya m illiyetçilik m askesi altında
kılık değiştirdiği söylenen sın ıf çatışm ası ve değişim inin belli
başlı sosyal güçleri tarafından üretilm iştir.1

1 Richard Coke, The A ra b 's Place in the Sun, (Londra: Thomton Butter
morth, 1929), s. 188-192; Hans Kohn, A H istory o f Nationalism in the East,
Ing. Çev.: Margaret M. Green (New York: Harcourt, Brace and Company,
1929), s. 266-267, 278; ve bunlardan başka, George Antonius, The Arab
A w akening (Philadelphia: Lippincott, 1937), s. 126-132 vd.
1916 ’yı önceleyen on yıl boyunca A raplar arasında m illi­
yetçi hareketin ortaya çıkışından bu yana, H aşim îlerin savaş
öncesi politikalarıyla çok az ilgilenildi. Bu bağlam da, Emir
H üseyin ve oğlu, gerçekte ayaklanm a kökeni ve icrasında ken­
di eserleri olm asına rağm en, kendilerini isyan bildirgesinden
sonra ortaya koym uşlardı. Savaş öncesi m illiyetçilerinin güçlü
olduğu Irak ve Suriye gibi bölgelerde A rablar T ürklere karşı
hiçbir zam an ayaklanm am ışlardır. O nların, A rap O sm anlı su­
bay ve yetkililerinden oluşan A rap H aşim î ordusuna tek yar­
dım lar İngiliz veya A rap kuvvetleri tarafından tutuklanan (veya
bazen bu güçlerden kaçan) söz konusu subay ve yetkilileri
kurtarm ak olm uştur. Baş kaldırının ilk aşam ası tam am iyle
H icaz güçlerince gerçekleştirildi. H icaz dışındakilerin bu baş
kaldırıya ilgileri yalnızca isyan geliştikten sonra ve bu gelişm e
ile orantılı olarak ortaya çıktı. D olayısıyla m illiyetçilik, yalnız­
ca H aşim îleri ulusçu olarak değerlendirm enin derecesi kadar
önem li bir faktör olarak ele alınabilir.
H aşim î ayaklanm asının kökeni ve siyasî konum u,
H aşim îlerin 1916 ’da daha henüz yüzlerini A rapçılığa yeni
çevirm iş olduklarını gösteren en son çalışm alarla oldukça
problem atik bir hal alm ıştır. H enüz yeni ileri sürülm üş bu so­
runun çözüm ü, H üseyin’in, dünyanın bütün M üslüm anları
üzerinde evrensel bir halifelik hakkı için duyduğu bir tutku ile
isyana sürüklendiği şeklinde sunulm aktadır.2 Fakat tıpkı eskisi
gibi bu yeni açıklam a da isyanın iki önem li elebaşısının —
Em ir H üseyin ve oğlu A bdullah’ın— verdikleri belgeler ve
savunm alarla çelişki içerisindedir.3 H içbiri kendisini rom antik

2 Elie Kedourie, En^laıııl and the M iddle East: The Destruction o f the
Ottomcın Emjiire. 1914-1921 (Londra: Bowes and Bowes, 1956), s. 48-56.
Bu tez ilk olarak Sylvia G. Haim tarafından ileri sürüldü, “The Arap Avvakening,
a Source for the Historian?” Die Welt des Islama, n. s., II (1953), 247.
3 26 Haziran 1916 ’da Hüseyin tarafından yayınlanan bildiriye bakınız. Editö­
rü tarafından sahih oldukları söylenen iki metin yayınlanmıştır. İlki, yani
uzun ve içinde bol lâf kalabalığı olan Emir Said’dedir, es-Sevratü’l-
A rabiyyeti I-Kübra, 3 cilt. (Kahire: Isa el-Babı el-Halebi, [1934?]), I, 149-
157; İkincisi Revue du M onde M usulm an’dadır (bundan böyle R M M olarak
geçecektir), XLVI (1921), 4-10, 20-21. Ayrıca Georg Kampfımeyer tara­
fından M itteilungen des Sem inars f ü r Orientalische Sprachen zu Berlin i­
bir devrim ci olarak nitelendirm edi. H er ikisi de, G enç T ürkle­
rin din dışı politikalarına isyan etm ek istem edikleri halde zo­
runda kaldıkları dönem e kadar, seçim lerinde ve tercihlerinde
O sm anlı İm paratorluğu’nun ve İslâm bağının sadık taraftarları
olarak göründüler. D olayısıyla, A rap isyanının kökeni ve onun
m illiyetçilikle olan kesin ilişkisini belirleyebilm ek için daha
derinlikli b ir araştırm aya gerek vardır.

I
M ekke Em iri ve Şerifi4 O sm anlı İm paratorluğu’nun en
im tiyazlı ve saygı değer asilzadesiydi. O nuncu yüzyılın ortala­
rından itibaren M ekke ve H icaz genelde seçkin şerijlerden veya
M uham m ed’in soyundan gelen H icaz doğum lu M ekke em irinin
yönetim inde özerk bir statüye sahipti. K utsallıklarını ve halife­
liğin im tiyazını tasdik ettirm ek üzere, O sm anlı sultanları İs­
lâm ’ın ham iliğine soyunarak kendi m evki ve vaziyetlerini
sağlam laştırm a hedefinde K utsal Şehirlerin him ayesini, en
seçkin yol olarak görüyorlardı.5 Bundan da öte, M uham m ed ve
onun soyundan gelenler — Şerifler— O sm an lı’da em salsiz bir
saygı ve sevgi görm üşler ve zaten var olan im tiyazlı konum ları
ve prestijleri O sm anlı İm paratorluğu süresince artarak genişle­
m işti.6 O sm anlı Sultanları için İslâm o derece önem liydi ki,
M ekke ve M edine’ye yapılan yıllık hac için özel resm î tertip

çinde ikinci defa yayınlanan Aralık 1920 tarihli Hüseyin’le yapılan röpor­
taja da bkz.: XXVI-XXVII (1924), 84-86. Abdullah ibn el-Hüseyin,
M uzekkerâli [Hatıralarım], I. baskı. (Kudils: Matba’ah Bayt al-Muqaddas,
1945); ikinci baskıya ulaşamadım.
4 Harfi harfine, “Mekke Şerifi ve Emiri”; bu, bütün Arap kaynaklarında
kullanılan bir tarzdır.
Şerif. Hz. Peygamberin torunu Hasan’ın soyundan gelenlere, Seyyid: Pey­
gamberin torunu Hüseyin’in soyundan gelenlere denir— ç.n.
5 Şeriflik ve Emirlik tarihî üzerine, bkz.: A. J. VVensinck, “Mekke”, İslâm
Ansiklopedisi, 1. baskı; ve Gerald De Gaury, Rulers o f M ekke (New York:
Roy, [1945]). Halifeliğin diğer anlamı ve kutsal şehirlerin değeri hakkında,
bkz.: Sir Thomas W. Amold, The Caliphate, (Oxford: Clarendon Press,
1924), s. 89-183 ve H. A. R. Gibb, “Some Considerations on the Sünni Theory
o f the Caliphate,” Archives d’Histoire du Droit Oriental, III (1948), 401-410.
6 Jean Sauvaget, Alep (Paris: Geuthner, 1941), s. 196.
hazırlanıyordu.7 A yrıca, M ekke ve M edine’nin dinî ve eğitim
kurum larının sayıları “ iki kutsal şehrin koruyucusu” Unvanını
kazanm aya çok hevesli sultanlar tarafından sürekli arttırılm ıştı.
G üçlü ve saygıdeğer konum ları olm asına rağm en M ekke
Em irleri hiçbir zam an tam bir bağım sızlık iddiasında buluna­
m azlardı. O sm anlılar, H icaz’ı doğrudan bir yönetim le idare
etm e im kanından m ahrum olsalar bile, gerektiğinde karşı ko­
nulam az bir güç ve baskı kurabiliyorlardı. Şerifler birçok rakip
kabileye bölünm üşlerdi. Ö yle ki yabancı güçler, yönetim inden
hoşnut olm adıkları herhangi bir hakim E m iri, ona rakip başka
bir Em iri kullanarak başaşağı edebilirlerdi. 1840’dan sonra
H icaz’ın siyasî hayatı, bir taraftan iki soylu önde gelen kabile­
nin (Dhavvu-Zeyd ve D ahw -'A w n) birbirleriyle olan rekabetleri,
diğer taraftan da O sm anlılar’ın bu bölgede T ürk görevlilerce
üstlenilecek doğrudan bir yönetim kurm a çabaları etrafında
gelişti. Bu tarihten sonra şiddet kullanm a ve birbirini takip
eden ayak oyunları şeklinde inişli-çıkışlı güç gösterim leri ser­
gilendi. Bu çekişm e dönem i boyunca birçok O sm anlı valisi
görevden alınırken, her iki kabileden de birçok seçkin şe rif
zevk ve sefa dolu bir hayat sürm ek üzere T ü rk iy e’ye sürgüne
gönderildi. 1908’deki Jön T ürk devrim i sonrasında Dhawu-
‘A w n kabilesi İstanbul’da, üç çocuğu — A li, A bdullah, Fay­
sal— ile birlikte zam anın M ekke Em iri olan am cası ile anlaşa­
m adığından, zorla 1894’de İstanbul’a gönderilm iş olan H üse­
yin İbn Ali tarafından tem sil edilm işti.8 D haw u-Z ayd ’ın önde
gelen şahsiyetlerinden Ali H aydar bütün h a y a tın rİsta n b u l’da
geçirm işti.9
1908 yazında M ekke Em irliği boşaldığında iki M ekke ka­
bilesi arasındaki iktidar m ücadelesi, m uzaffer İttihat ve Terakki
Partisi ile “ Eski T ürkler” arasındaki m ücadeleye dönüştü. U-
zunca bir süredir A bdülham it ile arası açık olan Ali H aydar

7 Jean Sauvaget, “Esquisse d’un historie de la ville de Damas,” Revue de s


Etudes lslam iques, 1934, s. 468-470.
8 Abdullah, s. 13, 15-17,26.
9 George Stitt, A Prince o fA ra b ia (Londra: George Ailen and Unvvin, 1948),
s. 37-91.
göreve atanm anın yollarını aram ıştı.10 A bdullah’a göre Jön
T ürkler Ali H aydar’ı atam ak için uğraşm ışlardı.11 Fakat İttihat
ve T erakki’nin etkisini sınırlam aya çalışan Sultan ve Vezir-i
A zam K âm il Paşa, H üseyin’i M ekke E m iri olarak atadılar.
İttihatçılar bu atam adan hiç hazzetm ediler.12 Ali H aydar şaş­
kındı.13 H üseyin, M ekke’ye gitm ek üzere yola çıkm adan önce,
Sultan’ın huzuruna çıktı. B urada Sultan, H üseyin’e onu Em ir­
liğe atam asına engel olm aya çalışan İttihadçılara olan güven­
sizliğinden bahsetti. H üseyin, eğer gerekirse A rap ülkelerinin
ve bütün H icaz’ın S ultan’a yardım cı olm aktan geri durm ayaca­
ğına dair tem inat verdi. Fakat A bdülham it, harekete geçm ek
için zam anın uygun olm adığını söyledi. K âm il Paşa, H üseyin’i
yolcu etm eye gem iye geldiğinde beraberinde S ultan’dan bir
m em orandum getirm işti. B urada Sultan, H üseyin’e Em irliği
Sultanlığa bağlayan bağlara ve geleneksel kanunlara uygun
hareket etm esini söylüyordu. Bu, Sultan ile İttihadçılar arasın­
daki ilk çekişm eydi.14

10 A.g.e., s. 86-94, 103.


11 Abdullah, s. 18. Ali Haydar'ın İttihadçılar tarafından desteklendiğine dair
başka kaynaklarda açık deliller yoktur. Fakat, Abdullah’ın Abdül-
hamid’den nefret ettiği, devrimcileri çoşkuyla selâmladığı ve komitede bir­
çok arkadaşının olduğuna dair işaretler mevcuttur. (Ama, Albay olduğu
zamanlardan Mehmet Şevket’i tanımasına rağmen onlarla devrim öncesinde
bir arkadaşlığı olduğuna dair hiçbir açık delil yoktur); Stitt, s. 115-116, 137.
Ali Haydar’ın kızının biyografisinden iki pasaj Abdullah’ın raporunu doğ­
rular görünmektedir, fakat oldukça müphem ve sonraki dönemlere aittirler;
Musbah Haydar, Arabesque, (Londra: Hutchinson, 1945), s. 59, 80.
12 Abdullah, s. 19-20. Şekip Arslan’ııı Abdülhamid’in istemeye istemeye
İttihadçıların baskısı sonucu Hüseyin’i atadığı şeklindeki ifadesi Ali Hay­
dar’ın günlüğü ile çelişki içerisindedir; Şekip Arslan, H adir al-alam al-
islam i’ye notlar ve ekler, Lothrop Stoddard tarafından, çev. Ajjaj Nuwayhid
(Kahire: al-Matba’ah al-Salafiyah, 1343H /l 925), II, 397. Önyargıları da
düşünüldüğünde Arslan, güvenilmez birisidir. Cemal’in Turancılığa sıkıca
bağlı bir lider olduğu, Enver’in ise bu anlamda bağlılığı en az olan kişi ol­
duğu yolundaki iddiaları ve Hüseyin’e olan husumeti düşünüldüğünde bu
daha da bir açıklık kazanır.
13 Stitt, s. I03.
14 Abdullah, s. 27-28. Kâmil ve İttihadçılar arasındaki mücadele çok çabuk
büyüdü, bkz.: İsmail Kemal, M em )irs, ed. Sommeruille Story (Londra:
Constable and Company, 1920), s. 321-325. Daha sonra ki dönemde, en a-
H üseyin politikalarında, A bdülham it’in m em orandum u­
nun genel hatlarını takip etti. O sm anlı Sultanına olan sadakatini
ve dinî hassasiyetini sürekli dile getirdi ki, bunlar H icaz’ı İm­
paratorluğa bağlayan ve M ekke E m iri’nin prestij ve otoritesi­
nin tem elini teşkil eden önem li faktörlerdi. D iğer taraftan da
İttihadçı hüküm etin ve onun H icaz’daki taraftarlarının, kendi
özel konum una tecavüz etm e çabalarına karşı koydu. Hüseyin
C id d e’de, İttihat ve T erakki’nin yerel m ensuplarının oluşturdu­
ğu bir delegasyon tarafından şu sözlerle karşılandı: “Buraya
eski yönetim prensiplerinden vazgeçtiğini ve anayasal kurallara
bağlı olduğunu um duğum uz bir E m ir’e hoş geldin dem eye
geldik... V e çağın ruhunu kavram ış, yapılm ası gereken re­
form ları bilen bir E m ir’i karşılıyoruz.” H üseyin, cevabında,
kendi politikasını da ortaya koym a im kânı buldu: “ Doğrusu,
Sultan 1. S elim ’in Ebu N u m ayy’a verdiği, atalarım ın ve babala­
rım ın topraklarına ayak bastım ; bu topraklar, A llah’ın
şariatından başka hiçbir şeyin baki kalam ıyacağı yerlerdir...
A llah ’ın topraklarının üzerinde hüküm sürebilecek tek anayasa
O ’nun şeriatı ve Peygam berinin Sünnetidir.”15
Eski gelenekler içerisinde kalarak S ultan’a gösterilecek
sadakat, H üseyin için H icaz’daki otoritesini güçlendirebilm esi
ve m akam ının prestijini daim kılabilm esi açısından oldukça
önem liydi. Em irin konum u büyük oranda H acc yollarının gü­
venliğini sağlam asına bağlı olduğundan, H acc yollarını tehdit
eden ve bununla beraber E m irliğe ödedikleri aşar ile önem li bir
gelir kaynağı durum unda olan kabilelerin kontrol edilm eleri
özellikle çok önem liydi. A ralık 1909’daki Hacc m evsim inde,
kabileler, E m ir’i, M ısırlı hacılardan özür dilem ek zorunda
bırakacak şiddette rahatsızlıklar çıkardılar. H acc m evsim i sıra­
sında ve daha sonra, M edine etrafındaki kabileler tarafından
gerçekleştirilen tren yollarına saldırıları her seferinde O sm anlı
birlikleri püskürttüler ve inisiyatifi ele geçirerek, bölgedeki

zindan, Sultan’ın taraftarlarından bazıları bu mücadelede Kâmil’in tarafın-


daydılar, bkz.: Stitt, s. 134, 140-141.
15 Abdullah, s. 34-35.
olayları yatıştırdılar.16 H icaz’ın doğu sınırında bulunan iki
kabile, hacılara saldırm ış ve diğer kabilelerin topraklarına teca­
vüz etm işlerdi. D aha sonra da hukuk dışı davranışlarını sür­
dürm üşler ve E m ir’e aşar ödem eyi reddetm işlerdi. H üseyin, bu
iki itaatsiz kabileyi yola getirm ek için saldırılar düzenledi.
A ncak bütün bu çabalardan sonradır ki, hacc yollarının güven­
likte olduğunu söyleyebildi.17
H üseyin ayrıca, kendisine rakip A rap liderlerden N ecd
Emiri A bdülaziz İbn A bdurrahm an el-S uud ile U teybe kabile­
sinin hakim iyetini ele geçirm ek için kavgaya da tutuştu. Vali
askerî birlikler gönderm eyi reddetse de, 1910 yılının yazında,
Sultanın tem silcisi olarak N ec d ’de kendisine sadakat göster­
meleri gereken bütün em ir ve şeriflere karşı bir sefer düzenledi
ve U teybe’de vergi toplayan Em ir S a ’d ’ın kardeşi A bdülaziz’i
esir aldı. T ürk hüküm etine ve Ş e r if e bağlılığını kabul eden
A bdülaziz ile bir anlaşm a im zalandı.18
H üseyin, kabilelere ve rakip em irlere karşı verdiği m üca­
delesinde Bab-ı A li’nin üyesi olm ayı kendisi için bir avantaj
olarak görse de, H icaz’daki nufuzunu zayıflatm aya yönelik
İttihadçı çabalara m ukavem et etm ekten de geri durm adı. 1909
O cakının başlarında İttihadçılar, H üseyin’in en tem el görevini,
hacc yollarının güvenliğini sağlam a görevini, elinden alm aya
teşebbüs ettiler. Suriyeli hacıların lideri ittihatçı A bdurrahm an
Bey el-Y u su f M ekke’de iken, dönüş yolunun güvenli olm adı­
ğını ve kabilelerin saldırılarından korktukları için geri döner­
ken deniz yolunu kullanacaklarını bildirdi. H üseyin böyle bir
değişikliği kabul edem ezdi. O na göre, Y u s u fu n am acı yeni
E m ir’i y etersiz gösterm eye çalışm ak ve H icaz’daki güvenliği
tem in etm ek olan en tem el sorum luluğunu değersiz kılarak
onun kabileler arasındaki bütün nufuzunu elinden alm ak idi.
D olayısıyla, E m ir hacıların deniz yoluyla geri dönm elerine izin

16 RM M , VII (1909), 471-473, ve IX (1909), 477-478.


17 RMM , IX (1909). 503; Abdullah, s. 44-45.
18 Abdullah, s. 47. Burada isim yanlış olarak Said diye geçmiştir; Hafız
Wahbah, Jazirah al-arap fı-a l-g am al-ishrin 2. baskı (Kahire: Matba’ah li-
Jannah al-Ta’lif wa al Taıjamah wa al-Nashr, 1946), s. 200, 312-314, Suudi
kaynaklarına dayanmaktadır; RM M , XII (1910), 675-676.
verm edi ve onları kardeşi liderliğinde kara yoluyla Ş am ’a gön­
derdi. E l-Y usuf ise deniz yoluyla tek başına geri döndü.19 İtti­
hat T erak k i’nin üyeleri olan H icaz’daki O sm anlı m em urları,
yerel kom iteler tertip ederek her seferinde H üseyin’e karşı
tepkiler oluşm ası için uğraş verdiler. A ncak, yerel kom itelerin
E m ir’e karşı verdikleri m ücadeleleri, A bdullah ve E m ir’in
yandaşı Şeyh H aşan Ş eybe’nin ilk O sm anlı parlam entosu için
M ekke’den m illetvekili seçildikleri seçim lerde etkili olam adı.
Bu kişilerin seçilm eleri M ekkeli İttihatçılar tarafından, A bdul­
lah ’ın yaşının uygun olm adığı, H asan ’ın ise ne A rapça, ne de
T ürkçe okum a yazm asının olm adığı gerekçe gösterilerek par­
lam entoya gönderilen telgraflarla protesto edildi. Fakat bunlar
sonuç verm edi ve m eclis onları kabul etti. 1909 baharında Fuat
P aşa’nın ilk vali olarak atanm ası ile beraber H üseyin ve İttihat­
çılar arasındaki çatışm a daha da şiddetlendi. Em ir, İstan­
b u l’daki nufiızu sayesinde dört İttihatçı m em urun görevlerin­
den alınm asını ve askerî m ahkem ede yargılanm alarını sağladı.
A radaki çatışm a, valinin, bir kadının söylentilerine dayanarak,
H üseyin’in T a if te m illetvekili olan bir akrabasının, hüküm ete
karşı ayaklanm a tertip ettiği şeklindeki suçlam asıyla en üst
noktasına ulaştı. E m ir’in protestosu sonucu hüküm et valiyi ve
jan d arm a kom utanını geri çekti. Sonraki yıl, H üseyin, İttihatçı
vali vekillinden de rahatsız olm aya başladı ve onu da görevin­
den aldırttı.20 İttihatçılar, bundan sonra H icaz’daki nufuzlarını
kaybettiler. 1911 ’de, yani yeni O sm anlı Parlam entosu için
yapılan 1912’deki seçim lerden birkaç ay önce, M ekke ve C id­
d e ’deki İttihatçı kulüpler her türlü etkinliklerini kaybettiler ve
âdeta “doğal bir ölüm ” ile yok olup gittiler. Seçim lerin sonu­
cunda, A bdullah M ekke’den ve genç kardeşi Faysal da C id­
d e ’den m illetvekili olarak seçildiler.21 1911 yılının başına ge­
lindiğinde, E m ir yalnızca Em irliğinin geleneksel ayrıcalıklarını

19 Abdullah, s. 40-42; Said, I, 104-105.


20 Abdullah, s. 3 5 ,4 4 -4 7 , 51-53, 56; Said, I, 104; RM M , X (1910), 570-571.
21 Memorandum 18 Mayıs 1914 tarihli bir mektupla gönderildi. Sir Louis
Mallet’ten Sir Edward Grey’e, Büyük Britanya Dış İşleri Ofisi, British
Documents on the origin o f the War, ed. G. P. Gooch and Harold Temperly,
X, bölüm 2 (Londra: H.M.SO.O., 1938), 829.
m uhafaza etm ekle kalm am ış, O sm anlı’nm atadığı valinin ko­
num unu da sarsm ıştı. H üseyin’in prestij ve otoritesi o kadar
büyüktü ki, C idde’deki yabancı konsoloslar, yasal olarak vali­
nin yetkisi dahilinde bulunan m eseleleri dahi ona götürüyorlar­
dı.22
H üseyin, daha önce A rap kabilelerine karşı T ürk askerle­
rini kullanm ış olm asına rağm en, ittihatçı politikalar H icaz’ın
çıkarlarına ve fikri ortam ına ters düştüğünden, H icaz’daki sert
O sm anlı kanunlarının ugulanm asm ı engellem e noktasında
kabilelerin desteğine güvenebilirdi. 1909’da V ali Fuat Paşa,
köleliği kaldırm ak için bir teşebbüste bulundu, fakat kabileler
onu, M ek k e’den C id d e’ye giden yolu k e s m e k le . tehdit edip
plânından vazgeçm eye zorladılar.23 H icaz dem ir yolu, İttihatçı
politikaların uygulanabilm esi için ne kadar önem liyse, aynı
şekilde, hüküm ete karşı H icaz kaynaklı tepkinin oluşturulabil­
m esi için de o kadar önem liydi. B aşlangıçtan beri M ekke Emiri
ve taraftarları dem ir yolunun yapılm asına karşı çıkm ışlardı.
1908 N isanında dem ir yolu hattı M edine’ye ulaştığı zam an
m evcut E m ir olayı protesto ederek isyana kalkıştı. İsyan bastı­
rıldı ve dem ir yolu E y lü l’de trafiğe açıldı.24 Jön T ürkler en
baştan itibaren, M edine’deki hattı M ekke üzerinden C idde’ye
uzatm a niyetinde olduklarını ilân etm işlerdi. N itekim , 1911
bütçesinde C idde-M ekke hattının yapım ı için kaynak da ayrıl­
m ıştı.25 1910 yılının yazında H üküm et, H üseyin ve kabilelere
dem ir yolundan beklenen faydanın irtibat kolaylığı sağlam ak
olduğunu bildirdi. H üseyin U teybe üzerine b ir sefere çıkm ışken
M edine M uhafızı Ali Rıza Paşa el-R ikabî büyük bir resepsiyon
verdi ve E m ir’in vekiline artık onun hiçbir fonksiyonu kalm a­
dığını bildirdi. V ekil, hem en bu gelişm eyi M ekke’de Em irliğe
bakan A b d u llah’a aktardı. Ş erif ve K abile liderleri bu hareket­
ten rahatsız oldular ve A bdullah’a te lg ra f çekerek M edine’nin

22 H. Kazein Zadeh, “Relation d’un pdlerinage a la Mecque en 1910-1911,"


RM M , XIX (1912), 179-182.
23 RM M , XII (1910), 305.
24 Gertrud Bell, Syria, the Desert and the Sown, (Londra: W. Heinemann,
1907). s. 136; RM M , VI (1908), 262, 264.
25 RM M , IX (1909), 169-170, ve XV (1911), 378.
Em irlikten ayrılm asını protesto ettiler. A bdullah, Bab-ı A li’ye
bir te lg raf çekerek E m irliğin hacc kafileleriyle ilgili olarak
sorum luluğunun eskiden olduğu gibi M edain S alih’e kadar mı
yoksa K utsal Şehirler arasındaki başka birtakım yerlere kadar
mı olduğunu öğrenm ek istedi. Bab-ı A li’nin cevabı: “M edi­
n e’nin te lg ra f hattı ve dem ir yoluyla saltanat m erkezine bağ­
lantısı, irtibat kolaylığı sağlayarak M edine M uhafız B irliği’nin,
vilayete değil de doğrudan İçişleri B akanlığı’na bağlı bağım sız
bir birlik olarak iş görm esine im kân veriyor. Em irliğin sorum ­
lulukları ve haklan eskiden olduğu gibi M ekke’den M edain
S alih ’e kadardır”26 şeklinde oldu. Bu cevap, şim dilik Em irliğin
güç ve im tiyazlarında hiçbir eksilm enin olm ayacağı anlam ına
gelse de, te lg ra f hattının ve dem ir yolunun, başkent ve M edine
arasındaki irtibatın sağlanm asında güvenilir birer vasıta olarak
bahislerinin geçm esi ve böylelikle de M edine’nin İstanbul
tarafından yakın kontrol altında tutulm asının m üm kün olabile­
cek olm ası, H üseyin için hiç de hayra alam et şeyler değildi.
1908’den 1911 ’e kadar geçen sürede, İttihatçılarla olan
anlaşm azlıklarına rağm en H üseyin, Seyyid el-İdrisî’nin
1911’de A sir’deki T ürk birliklerine karşı gerçekleştirdiği is­
yanda Sultanın sadık bir taraftarı olarak kalm ayı yeğledi. Bu
olay H üseyin’e birbiriyle çatışan iki ideoloji — O sm anlıcılık ve
A rapçılık— arasında seçim yapm a im kânını hazırladı. A rap
basınında bu dönem de çok önceden gündem de olan T ürk ve
A rap m illetleri arasındaki çatışm aya ilişkin tartışm alar sayıca
büyük bir artış gösterm işti. A rap gazetelerinin birçoğu O sm anlı
kabinesine karşı düşm anlık içerisindeydiler.27 H üseyin, Arap-
çılığın kendisi için faydalı bir ideoloji olabileceği hususunda
daha önceden bilgilendirilm işti. Suriyeli hacılar 1909 O-
cak ’ında Ş am ’a dönecekleri zam an, A bdullah onlara eşlik etti.
A bdullah, Ş am ’ın soylularından A ta P aşa el-B ekri’nin m isafiri
olduğu sıralarda, ileride halk ve özellikle de Ş am ’ın gençleri
arasında taban bulacak olan A rapçılık ruhunu gördü ve öğren­

26 Abdullah, s. 47-48.
27 RMM , XIII (1911), 356, 361-362.
di.28 O sm anlı Parlam entosu’nda bir m illetvekili olan A bdullah
kendisinden, babasını A rap hareketinin liderliğini kabul etm esi
için ikna etm esini isteyen A rap hareketinin liderleriyle biraraya
geliyordu.29 1911 yılında, O sm anlı P arlam entosu’ndaki A rap
m illetvekilleri A bdullah aracılığıyla H üseyin’e 12 Şubat tarihli
bir m ektup göndererek, T ürklerin boyunduruğundan kurtulm a
çabalarında A raplara önderlik etm esini istediler. M ektup, 35
A rap m illetvekili tarafından im zalanan bir deklerasyonu içeri­
yordu ve şöyle deniyordu:
K endi adım ıza ve tem sil ettiğim iz ülk eler adına, M ekke
Em iri H ü sey in ’e güv en iy o r ve onun bütün A rap ülk eler ü-
zerindeki dinî üstünlüğünü kabul ediyoruz. E ğer gerekirse
bunu genel kam uoyuna d a açıklarız...30

Bütün bunlara rağm en H üseyin, A rapların çağrılarına ku­


lak asm adı. T ürk H üküm eti el-İdrisi’nin bastırılm ası için ondan
yardım istediğinde, o, bu teklifi m em nuniyetle kabul etti.
T ürklere ilk olarak, Y em en’in İmam Y ah y a’sı ile olan sorunla­
rını halletm elerinde yardım cı oldu. İm am ’a m ektup yazdı ve
L ahij sultanından Y ahya üzerindeki etkisini kullanarak barışçıl
bir çözüm e varılm asında yardım istedi.31 D aha sonra da, T ürk
askerleri ve düzensiz A rap birliklerinden oluşan bir güçle,
A bha da kuşatılm ış Türkleri kurtarm ak için H icaz’dan harekete
geçti.32
O sm anlı halifesine olan sadakatine rağm en, A sir’deki o-
laylar, H üseyin’in H üküm et ile olan ilişkilerinde ilk ciddi krize
yol açtı. Q aw z aba-al-Ir m uharebesinde, H icazlı güçlerin başa­
rısız olm aları, A rablar ve T ürkler arasında birbirlerine karşı
büyük bir nefret hissinin gelişm esine yol açtı. B ununla birlikte

28 Abdullah, s. 40-42.
29 Faysal İbn el-Hilsayin, Mrs. Steuart Erskine’den iktibas edilmiştir. King
Faysal o f Iraq (Londra: Hutchinson, 1933), s. 40-41.
30 K. T. Khairallah, Les Regitm s arabes liberes (Paris: Leroux, 1919), s. 32-
33. Bu vesikanın gerçekte olup olmadığı belli değildir ancak içeriği Fay-
sal’ın (yukarıda, 29. not) ve W ahbah'\n (aşağıda 42 nolu dipnot) ifadele­
riyle uyum içerisindedir.
31 Harold F. Jacob, K ings o f A rabia (Londra: Mills ve Boon, 1923), s. 118.
32 Abdullah, s. 58-59.
H üseyin’in tavsiyelerini kabul etm eyi reddetm iş olan A sir’in
T ürk kom utan ve M utassarrıfı Süleym an Paşa, Bab-ı A li’den
em ir gelene kadar, H üseyin’in H icaz’dan getirm iş olduğu dü­
zenli T ürk birliklerini kom uta etm esi gerektiğinde de ısrar
etm işti. “ Bu olay üzerine bir de A rabların nasıl öldürüldükleri­
ni ve O sm anlı ordusu ve kom utanlarının ne tür zalim ane dav­
ranışlar sergilediklerini görünce H üseyin, A b h a’dan ayrıldı ve
H aşim î güçleriyle birlikte H icaz’a döndü.”33 H üseyin’in Türk-
lere karşı duyduğu hoşnutsuzluk H icaz’a ulaşır ulaşm az daha
da şiddetlendi. K ara yoluyla geri dönen H aşim î güçleri T aif
yakınlarına ulaştığında H üseyin, valiyi tem silen vilâyet sekre­
teri, kom utanı tem silen de M iralay A hm et B ey tarafından kar­
şılandı. Sekreter, H üseyin’e, Ş erif N asır İbn M uhsin’in, O s­
manlI güçlerinin bozguna uğradığına ve kendisinin (H üseyin)
öldürülm üş olduğuna dair söylentiler yaydığını bildirdi. H üse­
yin, T a if e ulaştığında V ali H azım B ey ve içinde Ş erif N asır’ın
da bulunduğu bir bölük tarafından karşılandı. K ızgın olan H ü­
seyin valiyi görünce Ş erif N asır’ın görevden alınm asını em ret­
ti.
V ali: “O benim le geldi” dedi.
H üseyin: “ Seninle gelm esi hiçbir şey ifade etm ez” dedi.
Vali: “ Ben Sultanın tem silcisiyim ve bu hareket Sultanın
hoşuna gitm ez” dedi.
Hüseyin: “Sultanın tem iz bir tarafını bıraktın m ı? Sen de­
ğil ben Sultanın tem silcisiyim ” dedi.
E m ir daha sonra, kum andan M ünir P aşa’yı ve M ekke Ka-
d ısı’nı sorguladı ve birlikleri denetleyip Em irliği gezdi.34
H üseyin’in cüretkarlığı İttihatçı kabinenin sabrını taşırdı.
Fakat, T ü rk iye’nin uluslararası boyuttaki sorunları H üseyin’in
zaferini pekiştirdi. H üseyin, T a if e döndüğünün üçüncü günün­
de, Sadrazam tarafından N asır M eselesi dolayısıyla özür dile­
m esi gerektiği yolunda uyarıldı. Em ir cevabında, N asır’ın yal­

33 A.g.e., s. 58-67 (s. 6 7 ’den iktibas). 1912’de, Cidde’deki İngiliz konsolosu


hükümetin, Hüseyin’in Asir’den Arap güçlerini çekmesi için emirler vermiş
olduğunu söyledi; Brit. Doc., X, bölüm 2, 829.
34 Abdullah, s. 67-68.
nızca isyan çıkarm a am acına hizm et edebilecek türden şayialar
yaym ış olduğunu söyledi. Bab-ı Ali, H üseyin’in cevabından
tatm in olm adı. Fakat buna rağm en E m ir kararından dönm eye­
cekti. R am azan ayı (26 A ğustos-24 Eylül 1911) E m irlik ve
vilâyet arasındaki kopuklukta hiçbir iyileşm e olm adan geçti.35
Bu süre içerisinde kabine H üseyin’i azletm eyi düşünm üştü;
D ahiliye N azırı Hacı Adil Bey, H üseyin’in A li H aydar ile de­
ğiştirilm esini önerdi, fakat H arbiye N azırı M em duh Şevket bu
öneriyi uygun bulm adı.36 B ayram gecesinde (25 Eylül 1911)
Jandarm a K om utanı O sm an Bey, H üseyin’in en büyük oğlu
A li’yi ziyaret etti ve V ali’ye (H azım Bey) Em iri ziyaret etmesi
ve ondan özür dilem esi noktasında em ir verildiğinden A li’yi
haberdar etti. Bu sırada, T rip o li’ye İtalyan saldırıları başladı ve
Sait Paşa Sadrazam lığa getirildi. H üseyin, Sadrazam lık ve
E m irlik arasındaki m utabakatı yeniden gözden geçirm ek için
S adrazam ’a bir te lg raf gönderdi. H âzım B ey çabucak başka bir
yere gönderildi ve kom utan M ünir P aşa vali olarak atandı.37
A bdullah, A sir m eselesini H üseyin’in O sm anlI’ya dair fi­
kirlerinde ve ona olan bağlılığında olum suz değişikliklere yol
açan E m irlik ’teki en önem li olay olarak nitelendirse de, görü­
nürde hüküm et ve H üseyin arasında hiçbir ani değişiklik olm a­
dı.38 1911 sonundaki gergin ilişkiler, Jön T ürklerin zihinlerinde
H üseyin’e ilişkin çok güçlü endişeler bıraktı ve H üseyin’in
niyetlerine ilişkin birçok söylenti doğurdu. 1912’de hüküm etin,
isyan hazırlığında olduğu söylenen M ekke Em irini görevden
alacağı şeklinde İstanbul’da söylentiler yayılm aya başladı.
1912 (ya da 1913 )’de A bdullah ve L ord K itchener arasında
K ah ire’de gerçekleşen toplantı İstanbul basınında spekülatif
haberlerin çıkm asına yol açtı. Y üksek rütbeli T ürk görevliler,

35 A.g.e., s. 68-69.
36 Stitt, s. 137; Olay II Temmuz 1912 ve 23 Ocak 1913 tarihleri arasındaki
bir dönemden yalnızca bir ya da iki yıl önce olarak tarihlendirilmiştir.
37 Abdullah, s. 69-70, 77.
38 A.g.e., s. 58. Bu G. Khuri’nin çevirisine temel teşkil etmiş görünmektedir,
M em oirs o f Kinj> Abdullah o f Transjordarı, od. Philip P. Graves (New
York: Philosophical Library, 1950), s. 83: “Asir den dönüşünden sonradır
ki, babam isyanın temellerini atmaya başladı.”
Ş e rifin yardım için İngiltere’ye yanaştığından em indiler.39
B ununla birlikte, bu raporlar dedikodudan öte bir şeye dayan­
m ıyordu. 1912 ve 1913’de H üseyin T ürklere karşı hiçbir ey­
lem de bulunm adı ve aslında bunun için bir sebep de yoktu.
V ali M ünir Paşa İttihat ve Terakki P artisi’nin bir üyesi değildi
ve E m ir’le olan ilişkileri atanm asından itibaren oldukça içten­
di.40 Ü stelik bu dönem de, H üseyin’in gücü kısa bir süre içeri­
sinde büyük oranda artm ış, valinin etkinliği ise oldukça azal­
mıştı. H acılara yapılan saldırılar ve gasb eylem leri 1912 yılının
ikinci altı ayında yeniden başladı. M edine’de üç H indistanlı
hacı öldürüldü. Bazılarının iddialarına göre bunlar, Hüseyin
tarafından, M edine’de kargaşa çıkarm ak ve böylelikle de hü­
küm eti bu bölgeyi otoritesi altına verm eye ikna etm ek için
kasten gerçekleştirilm işti.41
A sir m uharebesinden önce H üseyin’e A rap hareketinin li­
derliğini üstlenm esi için teklifler götüren ve onu ikna etm eye
çalışan A rap m illiyetçileri, bu dönem de, üstelik hem de
A sir’deki olaylar hüküm et ve H üseyin arasındaki ilişkilerin
gerginleşm esine yol açm ışken, ondan yüz çevirm eye hatta
bununla da kalm ayıp ona karşı bir düşm anlık hissi beslem eye
de başladılar.42 1912 baharında, birçok önem li A rap m illiyetçisi
cem aatin lideri, A rabistan’ın bazı bağım sız em irleriyle genel
bir A rap ayaklanm asını kışkırtm ak için gizlice bir araya geldi­
ler. K uveyt Şeyhi, M uskat ve M uham m arah’ın Em irleri, İbn
Suud ve Seyyid el-İdrisî görüşm elere katıldılar. Fakat, H üseyin
ya da onun çocuklarıyla yapılan herhangi bir görüşm eye ilişkin
m illiyetçi kaynaklarda hiçbir ifade geçm em ektedir. Bundan,

39 Wahbah, s. 147, 152; Abdullah, s. 73-74 (Abdullah’ın Kitchener ile yaptığı


görüşmeyle ilgili olarak yukarıya bakınız); Arslan, II, 397.
40 Abdullah, s. 77.
41 Brit. Doc., X. bölüm 2, 829.
42 W ahbah'm şu sözlerine bkz. (s. 199-200): “Şerif Hüseyin Mekke Emirliği­
ne atandığında... bizler bunun Arap toprakları için yeni bir çığır açacağını
düşünmüştük... Fakat beklentilerimizin tersine o, Türklerin elinde Arapları
yola getirmek için bir maşa oldu. Daha sonra o ve oğulları Türklerin
Asir’de el-İdrisî’ye karşı başlattıkları harekete katıldılar. Bütün bunlar
Türklere olan sadakatini göstermek içindi.” Bu konuya ileride tekrar deği­
nilecektir.
m illiyetçilerin, H üseyin’i T ü rk ler’le aynı kategoriye koydukları
anlaşılıyor. Çünkü, en geç 24 N isan 1913 ’de A rap devrim cile­
rinden biri, Irak ve S uriye’deki genel A rap ayaklanm asıyla
birlikte el-İd risî’nin de M ekke’ye yürüm esinin gerekliliğine
ikna edilm esi fikrindeydi.43 1913 senesi K asım sonları veya
A ralık başında, A rap m illiyetçilerinin yapıp ettikleri Irak bası­
nında yer alm aya ve İstanbul’a ulaşm aya başladı'ğında, bu
haberler arasında H üseyin’in, A rap liderlerinin düzenlediği
kongreye katılanlardan birisi olarak bahsi geçm iyordu.44 Ü ste­
lik b ir ifadeye göre, kongrenin gerçekleşeceğine dair söylenti­
ler İstanbul’a ulaştığında hüküm et, H üseyin’in, kabile feisleri-
ne karşı hüküm et yararına ortam ı yatıştırıcı bir unsur olarak
hareket edeceğine güveniyordu.45 B asındaki raporlarda tahm in
edilen katılım cılar arasında H üseyin’in ism i birkaç hafta sonra­
sına kadar (1913 A ralık ayının sonu ya da 1914’ün başı) açıkça
yer alm adı.46 M illiyetçiler bu dönem de, H üseyin’le yakınlaş­
m aya çalışm ış olabilirler. Fakat 1914 Şubatının ikinci yarısın­
da, Irak ve A rabistan’daki hareketlerinin gücüyle Sir Louis
M allet’i etkilem eye çalışan A rap yetkililer tarafından H üseyin,
hâlâ bir taraftar olarak görülm üyordu.47 1912’den 1914 yılının

43 Türkiye, Dördüncü Ordu, La Verile su r la questiorı Syrienne, (İstanbul:


Tanine, 1916), s. 102-103, ve 24 Nisan 1913 tarihli Fuad el-Katip’in mek­
tubu, sayfa 103’de iktibas edilen gerçek metinden faksimile olarak kopya­
landı., No. 31.
44 Die Well des Islams, II (1914), 53-54; Bril Doc., X, bölüm 2, 827; Eugene
Jung, La Revolte arabe, (Paris: Libraire Colbert, Ch. Bohrer, 1925), I, 76-
77.
45 Jung, I, 77; eğer bu kimliksiz mektubun bir Arap milliyetçisi kaynaktan
geldiği gösterilebilirse ki, Jungs’un kaynakları böyle gösteriyor, bu Arap
milliyetçilerinin Hüseyin’i hâlâ bir Türk yanlısı olarak gördüklerini kanıtla­
yan hakikî bir delil olacaktır. Ancak, “l’emir ibn Esseoud; l’emir
Abdülaziz, Clıeikh du Nedjed” gibi ifadeler Avrupalı ya da en azından Arap
olmayan bir kaynağı işaret etmektedir.
46 Well İs., 11(1914), 60-61,313-314; Bri: Doc., X, bölüm 2, 827.
47 Brit. Doc., X, bölüm 2, 828, 833. Stephen H. Longrigg, lraq, 1900 to 1950,
(Londra ve New York: Oxford University Press, 1953), s. 47, Hüseyin’in de
görüşmelere dahil edildiğini kabul eder ama ekler: Kongre, hükümetin karşı
çıkması ve şeriflerin tereddütleri dolayısıyla hiçbir zaman toplanamadı. Hü­
seyin’in görüşmeye katılanlar arasında gösterilmesinin sebebi kongrenin ilk
raporlarından ayrı olarak ama onlarla eş zamanlı ortaya çıkan İbn Suud’la
başına kadar H üseyin, hem A raplar ve hem de T ürkler tarafın­
dan bir A rap m illiyetçisi olarak değil de, O sm anlı D evleti’nin
yandaşı olarak görülüyordu.48
Balkan S avaşları’nın bitm esinden sonra Türkler, m erkezi­
yetçi politikalarını şiddetlendirdiler. H icaz üzerindeki kontrol­
lerini yeniden vurgulayıp daha da güçlendirm eye çalışarak
H aşim îleri devrim fikrini ciddi olarak düşünm eye sevk eden ve
belki de A rap m illiyetçilerinin gözlerini bir kez daha M ek k e’ye
çevirm elerine yol açan önem li bir kriz ortam ı yarattılar.
1913’ün sonuna doğru, A rap hareketinin güçlü bir baskı ile
b ertaraf edilebileceğine dair kesin bir inanç taşıyan V ahib Bey,
H icaz’a vali ve askeri birliklerin kum andanı olarak atandı.
V ahib B ey’in selefi ile ilişkileri m üspet olduğundan söz konusu
atı_ma H icaz’da bir politika değişikliği olarak yorum landı.
Şubat 1914’de V ahib, beraberinde yedi piyade taburu ve bir
topçu bölüğü ile vilâyet kanunlarını uygulam ak ve dem ir yolu­
nu M ed in e’den M ekke’ye uzatm ak gibi görevlerle H icaz’a
geldi. V ahib’in yapm ak istediklerine H icaz halkının gösterdiği
sert tepkiden sonra B edevilerin, ülkenin, sahil kesim i ve iç
bölgeleri ile M ekke ve M edine arasındaki yolları kesm eye
başlam aları çok uzun sürm edi ve neticede şehirlerde açlık teh­
likesi baş gösterdi. H üseyin valiyi görm eye gitti. O sırada da,
hüküm et konağının etrafında büyük bir kalabalık toplandı.
H üseyin valiye şunları söyledi:
H icaz halkının, I. Sultan S elim ’in kendilerine verdiği
h aklarına bağlılıklarının ne boyutta olduğunu görüyorsu­
nuz. V ilâyet kanunlarının bu bölgeye uygulanm ası ve
m evcut im tiyazlarından soyutlanm ası için devletten em ir­
ler gelirken, ben bunların m üzakeresinin yapılm am asını
istem iştim . Sonra, B ab-ı A li’den b ana bildirilm eden ya­

yaptığı barışın raporları olabilir; Well Is., II (1914), 53; The N ear East, VI
(1914), 283. Hüseyin dahil Arap emirlerinin 1914 baharında yaptıkları
kongreye ilişkin raporları büyük bir ihtimalle temelsizdir; Jung, I, 96; Franz
Stuhlmann, D er K a m p f um Arabian Zwischen d er Turkei und England,
(Hamburg: George Westermann, 1916), s. 55-56.
48 Krş.: “X”. “Les Courants politiques dans le milieu arabe,” RMM, XIX
(1913), 279-280; Brit. Doc., X, bölüm 2, 828-829.
yım lan an , bu em irler ile karşılaştık. E ğer am aç Em irlikte
y en i bir d ü zen lem ey e g itm ek se, çık a b ilecek olayların s o ­
rum luluğu bana y ü k len eb ile ceğ in d e n , ken d isi ile C id ­
d e ’d en ayrılacağım bir gem i g e le n e kadar burada kalaca­
ğım .

Bu sırada, dışarıdaki kalabalık bağırıyor ve H icaz’ın im ti­


yazlarını elinden alan her türlü değişikliği kınıyordu. D em ir
yolunun M ekke’ye kadar uzatılm am asını istiyorlar ve H üse­
y in ’e, “Kan, D aim a K an” diye bağırıyorlardı. H üseyin, İstan­
b u l’a, m evcudun korunm asını ısrarla isteyen bir te lg raf gön­
derdi. D aha sonra da, kalabalığın “ Kan D aim a K an” sloganları
arasında binayı terk etti. O akşam , D efterdar ve Jandarm a K o­
mutanı güçlerini C idde’ye doğru şehrin dışına çektiler. Fakat,
kabilelerin ellerine düştükleri için C idde’nin M ekke ile ilişkisi
tam am iyle kesildi ve böylece kırsal nüfusun yetiştirdikleri
ürünleri M ek ke’ye ulaştırm aları engellenm iş oldu.49
İttihatçıların H üseyin’i görevinden alm a çabaları, bedevi­
lerin hüküm et politikalarına olan m uhalefetlerinin gücü ve
H üseyin’in “ Eski T ürk devlet adam ları” üzerindeki nüfuzu
dolayısıyla boşa çıktı. V ahib hüküm ete, H üseyin’in azledilm esi
gerektiğini ve bu iş için en az iki tüm enin gönderilm esinin icab
ettiğini söyledi. H üküm et, büyük kargaşaya neden olacağı
endişesi ile V ahib’in önerisini kabul etm edi.50 İstanbul, bede­
vilerin yeni politikalara gösterdikleri m uhalefetin çok sert ol­
duğunu ve H üseyin’in tahriklerinden bağım sız olarak geliştiği­
ni düşünüyordu.51 H üseyin’in yakın arkadaşı Sadrazam Sait
Halim Paşa olaya karışarak, E m ir’e bir ihtar gönderm eyi taah­
hüt etti. A ncak, bu ihtar H üseyin’i kararından caydırm aya yet­
m eyince D ahiliye N azırı T alat Paşa, E m ir’i azletm ek için İz­
m ir’den H icaz’a bir tabur gönderm ek m aksadıyla hazırlıklar
başlattı. Fakat olay Sadrazam tarafından öğrenilince, böyle bir
hareketin F ransa’nın vereceği borç paranın gelişini olum suz

49 A b d u llah , s. 7 7 , 7 9 -8 0 (s. 7 9 ’dan iktibas): S aid , I, 54 -5 5 , 125-126. Krş.


G rey ve K itch en er, 14 Ş u b at 1914, Brit. Doc., X , b ö lü m 2, 827.
50 A hnıed C em al, M emories o f a Turkish Statesmen, 1 9 1 3 - 1 9 1 9 , (Nevv Y ork:
G . H. D oran C o „ 1922), s. 22 7 -2 2 8 .
51 N em F.ast, VII ( 1914), 171.
yönde etkileyeceği ileri sürülerek m üdahaleye karşı çıkıldı.52
Kriz, H üseyin’in lehine sonuçlandı. H üseyin, S adrazam ’dan,
Em irliğin haklarında ve H icaz’ın im tiyazlarında hiçbir sınırla­
m a olm ayacağını ve tren yolunun M ekke’ye uzatılm asına izin
verilm eyeceğini garantileyen bir cevap aldı. Bu telgrafın cam i­
de okunm asından sonra her şey norm ale döndü.53
Krizin ulaştığı boyutları her iki tarafda, problem üzerinde
acil olarak durm ak gerektiği şeklinde yorum ladı. O sm anlı Par-
lam entosu’nun gelecek dönem toplantılarına katılm ak üzere
İstanbul’a doğru H icaz’dan yola çıkm ış bulunan A bdullah, kriz
süresince M ısır’da kalm ış ve krizin ortaya çıkardığı durum un
veham etini görm üştü.54 E m ir H üseyin ile hüküm et, A bdullah’a,
İstanbul’a dönm esi için ısrar ettilerse de, o kriz bitene kadar
M ısır’dan ayrılm adı.
İstanbul’da bulunduğu süre içerisinde A bdullah, kabineyi,
babasının politikalarının haklılığı konusunda ikna etm eye ça­
lıştı. T alat Paşa A bdullah ile, Sadrazam Sait H alim P aşa’nın
gerçekleşm esine ön ayak olduğu bir görüşm e yaptı. Burada
T alat, A bdullah’a, “kriz sona erdi fakat ne oldu da bütün bunlar
gerçekleşti” diye sordu. A bdullah, T alat’ın sorusunu hüküm etin
H icaz’ın özel konum una son verm eyi ve onu bir O sm anlı vila­
yeti yapm ayı istediğini, fakat Ş e r ifin her şeyin olduğu gibi
kalm ası gerektiğinde ısrar ettiğini söyleyerek cevapladı. Sonra
da, H üseyin’in izlediği politikaların O sm anlı devletinin çıkarla­
rına en uygun politikalar olduğunu iddia etti:
v.

O , (H üseyin) H üküm etin am acının, barışı tesis etm ek ve


hacıların ve haberleşm e yollarının güvenliğini sağlam ak
olduğunu düşünüyor. B ütün bunları g erçekleştirm ek arzu ­
su ile, H icaz’ı “V ilay etler K anunu” na göre yönetm ek isti­
yorsunuz. E ğer H icaz’daki Şerifliği hüküm ete hizm et eden
b ir kurum olarak d ü şü n ü y o r ve İslâm dünyası ile H alifenin
devleti arasında gerçek bir İslâm kardeşliği tesis etm ek is­
tiyorsanız, M ek k e’nin bu siyasetin atan kalbi olduğunu ve

52 Stitt, s. 142-144.
53 Abdullah, s. 80; Said, I, 126.
54 Abdullah, s. 71, 77-80; Krş. Grey ve Mallet, 18 Mayıs 1914, Brit. Doc., X,
Bölüm 2, 828.
Ş e r if in de bu kalbin ve dam arların m uharriki olduğunu ve
h üküm etin Ş e r if in politikalarını d esteklem ekle elde ede­
ceği faydaların, H ic az ’da “V ilay etler K anunu” nu uygula­
yarak elde edeceklerinden kat be k at fazla olduğunu bil­
m elisiniz.

T alat ona, H üseyin’in neden M ekke ve M edine arasında


yapılm ası düşünülen tren yoluna karşı çıktığını sorunca, Em ir
(A bdullah) şunları söyledi: “ K abine A bdülham it’in am açlarını
unutm uş olm alı. A bdülham it H icaz hattının yapım ını, propa­
ganda yapm ak ve R usya’ya O sm anlı’nın kendilerini değil de
İngiltereyi düşm an olarak gördüğünü gösterm ek için kullanm a
niyetindeydi.” V e devam etti:
B ugün Şerifi ilgilendiren şeyler sizi de ilgilendirm elidir.
M erkezi H icaz’da bulunan İslâm î b ir politikanın inşası de­
ğil m idir önem li olan ve bu anlam da d a Şerif, güvenilen ve
görevlendirilen bir kişi değil m idir? Bu hattın inşası, ge­
çim lerini develerle taşım acılık yap an hacıları ta v a f vecibe­
si ve M u stafa’yı ziyarete giden yol k o n u su n d a bilgilendi­
ren insanlara zarar verir. İşte b u dur Ş e r if in size anlatm ayı
becerem ediği ve sizin de anlam akta zo rlan d ığ ın ız şey.

A bdullah, kendisiyle ertesi gün tekrar görüşm ek isteyen


Talat P aşa’nın yanından ayrılırken, uzlaşm acı bir tutum içeri­
sinde olan H arbiye N azırı E nver Paşa ile de görüştü.55
H üküm et, A bdullah’ın tren yolunun y ap ım ın a itirazını bir
ödün ile cevapladı. Em ir ve T alat ertesi gün biraraya geldikle­
rinde, T alat Paşa çok kızgındı. H üküm et gerektiğinde her ay bir
vali değiştirm eyi m ahsurlu görm eyebilirdi, fakat dem ir yolu­
nun M ed in e’den M ek k e’ye, C id d e’den M ekke’ye ve
Y an b u ’dan M edine’ye uzatılm ası b ir zorunluluktu. Abdullah,
dem ir yolunun yapım ı karşılığında H üküm etin verm ek niyetin­
de olduğu birtakım haklarla birlikte geri gönderildi. Şerif, de­
m ir yolunun kaynaklarının üçte birinin üzerinde tam bir kontrol
hakkına sahip olurken, projenin gerçekleşm esi için gereken
kuvvete kum anda edecek ve kabileler için harcanm ak üzere

55 Abdullah, s. 81-88 (s. 84’ten iktibas).


kendisine çeyrek m ilyon Gini* verilecekti. Son olarak, H üseyin
öm ür boyu em irlik yapacak ve bu durum ondan sonra gelen
aile fertleri için de geçerli olacaktı.56
Bu sırada gelişen bazı olaylar, A bdullah’ın aklına İngi-
lizler’in, babasının Türklere karşı koyabilm esini sağlayacak bir
güç olarak kullanılıp kullanılam ıyacağı ihtim alini getirdi. A b­
dullah, 1912 ya da 1913 yılının başlarında H idiv’in m isafiri
olarak M ısır’da bulunduğu bir sırada, kendisine uğrayan İngil­
te re ’nin M ısır’daki ajanı L ord K itchener tarafından hacc yolla­
rının iyileştirilm esinin İngilizler’e faydalar sağlayacağı husu­
sunda bilgilendirilm işti. K itchener, hacc yollarında, H üseyin’in
M ekke Emiri olm asından bu yana gerçekleşen ve İngiltere’nin
Hindu tebaasını da olum lu yönde etkileyen iyileşm elerden
dolayı hüküm etin duyduğu m utluluğu dile getirdi. Bir ya da iki
yıl sonra, 1914 Şubatının başında, yani H icaz’daki krizin en
sıcak günlerinde, K itchener, A bdullah ile tekrar görüştü. A b­
du llah ’ın söylediğine göre, İngiliz ajanı konuşm asına Türklerin
H icaz’daki güçlerini kuvvetlendirdiklerini ve orada birtakım
köklü değişiklikler yapm ak niyetinde olduklarını bildiğini
söyleyerek başladı. D aha sonra da ona, eğer T ürkler babasını
yerinden etm eye çalışırlarsa babasının ne yapm ayı düşündüğü­
nü sordu. A b dullah’ın cevabı, eğer babası Türklere karşı koyar­
sa Büyük B ritanya’nın ona yardım edip etm iyeceği sorusu
oldu. K itchener bu soruyu, dostane ilişkilerinin olduğu bir
devletin iç işlerine karışm ayı düşünm ediklerini söyleyerek
cevapladı. Bundan sonra, A bdullah İstanbul’a giderek S adra­
zam , T alat Paşa ve E nver P aşa’larla H icaz m eselesini görüştü.
A bdullah N isa n ’da, H icaz’a dönüş yolculuğu sırasında, tekrar
K ahire’ye uğradı ve orada kendisini görm esi için Şark işlerin­
den sorum lu Sekreter Ronald S torrs’u gönderen K itchener ile
bir görüşm e gerçekleştirdi. Bu uzun görüşm e sırasında A bdul­
lah S torrs’a, B üyük B ritanya’nın H üseyin’in Türklere karşı
kullanm ası için bir ya da yarım düzine m akineli tüfek gönderip

21 Şilin kıymetindeki eski İngiliz altın lirası— ç.n.


56 A.g.e., s. 88-89.
gönderem eyeceğini sordu. Storrs, hüküm etinin dost bir devlete
karşı kullanılm ak üzere silâh gönderem eyeceğini ve Büyük
B ritanya’nın H icaz’a dair olan tek ilgisinin, buranın H indistanlı
ve M ısırlı hacılar için güvenilir bir yer olm ası noktasında oldu­
ğunu söyledi.57
H em K itchener, hem de Storrs, B üyük B ritanya’nın
Türklerin iç işlerine karışm ayacağını söylem iş olsalar da,
K itchener’in T ürk-H aşim î ilişkilerini iki ayrı vesile ile tartış­
m aya açm a teşebbüsü ve hacc yollarının güvenliği m eselesini
tekrar tekrar gündem e getirm esi, A bdullah tarafından, Büyük
B ritanya’nın H üseyin’in H icaz’da T ürklere karşı desteklenm esi
hususunda yeterince ilgiye sahip olduğu şeklinde yorum landı.
A bdullah’ın düşüncesi yersiz değildi. Bu dönem de, bütün Arap
politikacıları, İngiliz hüküm etinin A rap topraklarına dair birta­
kım isteklerinin bulunduğuna ve bağım sız bir A rap devletini
desteklediğine inanıyorlardı. K itchener’in yasaları gerekçe
göstererek olaylara karışm ayı reddedişi, İngilizlerin K uveyt’e
yaptıkları m üdahaleyi hatırlayan ve 1914 yılının 12 Şubat ve
12 N isan günleri arasındaki dönem de A rap A ziz Ali el-
M ısrî’nin lehine yapılan başarılı İngiliz m üdahalesini tecrübe
eden A b d u llah’a pek ikna edici gelm edi.
A b d u llah’ın A rap m illiyetçisi bir hareketin var olduğuna
dair bilgileri, isyanın başarılı olabileceği yolundaki inancını
daha da güçlendirdi. D iğer taraftan, öyle görünüyor ki, 1914’ün
başlarındaki kriz A bdullah’ı m illiyetçi hareketle işbirliği yap­
m aya zorlam ıştı. M illiyetçiler 1909’dan beri A bdullah’a güve­
niyorlardı ve üstelik, A bdullah’ın İslâm ’ın kurucuları olarak
A rap lar’la duyduğu gurur ve İslâm kardeşliğine olan inancı,
E m ir’in İstanbul’da görüştüğü T ürk m illiyetçileri tarafından
alaya alınm ış ve reddedilm işti. Fakat, bütün bunlara rağm en
yine de o, M üslüm anların birliği anlam ına gelen O sm anlı İm­
paratorluğu’na olan bağlılığından vazgeçm ekte bü'^ük bir zor­
luk içerisindeydi. E l-İdrisî’ye karşı düzenlenen sefer, m illiyetçi
çevrelerde H üseyin ile ilgili bir m em nuniyetsizliğin doğm asına

57 B u v e d a h a so n rak i iki p arag rafın k a y n ak ların ın şü m u llü b ir m ü zak eresi


için a şa ğ ıy a bakınız.
yol açsa da, V ahib’in yapıp ettiklerinin H üseyin ile m illiyetçi­
leri yakınlaştırdığı görülm ektedir. B üyük bir ihtim alle 1914’ün
ilk yarısında, M uham m ed R eşit Rıza, K ahire’de A bdullah ile
görüştü ve ondan A rap Birliği C em iyeti’ne girdiğine dair söz
aldı.
N isan 1914’de, A bdullah, hüküm etin teklifini babasına i-
letm ek ve buna ek olarak da devrim ci bir sonuç öneren kendi
argüm anlarım ve plânlarını sunm ak üzere H icaz’a geri döndü.
H üseyin, oğlunun ilettiği hüküm et teklifini şu sözlerle karşıla­
dı: “O nlar bana rÖşvet mi veriyorlar?”58 Kabine, H icaz’da g i­
riştiği eyalet yasalarını uygulam a çabasından vazgeçebileceğini
söylem iş olsa da, dem ir yollarının uzatılm ası konusundaki
ısrar, A b d u llah’ı oldukça endişelendiriyordu. Çünkü, S torrs’a
açıkladığı gibi, dem ir yolunun uzatılm ası B edevilerin işlerini
ellerinden alarak hayatlarını olum suz yönde etkileyecek ve
(dışa vurm ak istediği halde ifade etm ediği) ileride M ekke
E m irini askeri yönetm ekle pasifıze edecek herhangi bir T ürk
m üdahalesini kolaylaştıracaktı. A ile arasında bu m eseleyi tar­
tışm ak üzere birçok toplantı düzenlendi. A bdullah, H icaz’ın,
Suriye ve Irak’ta bulunan O sm anlı güçlerindeki A rap unsurla­
rın yardım larıyla ve İngiliz diplom atik desteğiyle Türklerin
boyunduruğundan kurtulabileceğini ve sonra da bağım sız geniş
topraklara hakim bir A rap devletinin kurulm ası için çalışm alara
başlanabileceğini söyledi. B ilhassa A bdullah, hacc m evsim inde
bazı hacıların alıkonm asını ve böylelikle yabancı hüküm etlerin
(İngiltere, Fransa, İtalya ve H ollanda) B ab-ı A li’ye hacıların
serbest bırakılm ası için baskı yapm alarını sağlam ayı önerdi.
Ö yle ki, Bab-ı Ali hacıların serbest bırakılm asını sağlayam a­
yınca, B üyük G üçler, H üseyin ile doğrudan görüşm ek zorunda
kalacaklar ve o da, ileride T ürkler’den bağım sız olabilm ek için
söz konusu güçlerden yardım sözü alm ak karşılığında hacıları
serbest bırakacaktı. H üseyin’in diğer oğulları Faysal ve Ali
T ürkler’in çok güçlü olduklarını ileri sürerek bu plâna karşı
çıktılar. Fakat neticede plân, T ü rk ler’le birarada yaşam anın

58 Abdullah, s. 90.

28
im kansızlığını açıkça gösterecek son bir çare olarak 1915’te
geçici bir süre için uygulandı.59
Bütün bunlar olurken, H üseyin vakit geçirm eye ve Türk-
lere uzlaşm acı öneriler sunm aya çalıştı. A bdullah ona T alat’ın
önerilerinden bahsedince hüküm ete şu cevabı gönderdi:
O ğlum bana, H icaz dem ir yolunun M ek k e’ye uzatılm ası
hususunda Sadrazam ın düşüncelerini ve önerilerini aktar­
dı. Ben, H alife’nin zenginliğini ve refahını düşünürken,
benim durum um üzerine düşünm e lüzum u görülm üyor. Bu
önerilerin, kabilelerin ve kutsal top rak lar d a yaşayan
halkların hayatlarını kazanm a yollarını olum suz yönde
e tkilem iyecek şekilde nasıl u y g u lanabileceğine ilişkin d ü ­
şüncelerim i ilk fırsatta oğlum la berab er göndereceğim .

Fakat, H üseyin oğlunu hem encecik İstanbul’a geri gön-


derm ektense Davvasır üzerine gerçekleştirilen sefere yolladı.
H üküm et, te lg ra f üstüne te lg raf çekerek A bdullah’ın çabucak
İstanbul’a gönderilm esini istedi. Fakat, A bdullah ancak sefer­
den döndükten sonra yola çıkabildi. İstanbul’a 1 H aziran
1914 ’te, S arajevo’daki suikasten iki gün sonra ulaştı. V arışın­
dan bir gün sonra da, babasının cevabını Sadrazam lık m akam ı­
na iletti. H üseyin söze S ultan’a olan bağlılığını sunarak başladı
ve ekledi: “E ğer M ajestelerinin ve hüküm etin istediği, dem ir
yolunun tam am lanm ası ve kabilelerin ona olan bağlılıklarının
ve geçim lerinin sağlanm ası ise bu am açlara ulaşm anın A bdul­
lah ’ın ta rif ettiği harcam aların çeyreğini gerektirecek yollan
vardır...” M ekke Emiri, kendi başkanlığında Sadrazam ve Şey­
hülislam y a da bazı başkanlarla bir araya gelerek ve dem ir
yolunun yapım ı için gerekli ön şartların tesbit edileceği ve
projelerin hazırlanacağı bir kom itenin kurulm asını istedi. Ve
sözlerini şöyle bitirdi: “ H er türlü şart altında yolun sağ tarafı
boyunca, su yollarında ve iki şehrin arasındaki köylerde tam
teçhizatlı bir bölüğün yerleştirilm esi gerekecektir. A ncak bun­

59 Aralık I916’da Faysal ve Nisan 1917’de Abdullah tarafından Faysal’a


verilen malûmat. T. E. Lavvrence, secret Despatcher From Arabia, ed. A.
W. Lavvrence (Londra: Golden Cockerel Press, n.d.), s. 52, 96 (sayfa 96 ’da,
Abdullah’dan yapılan iktibas); krş. Erskine, s. 41.
dan sonra çalışm alar başlayabilir.” Sadrazam bu notu aldıktan
sonra A bdullah’a, iki gün içerisinde T alat Paşa ile görüşebile­
ceğini söyledi, fakat görüşm e gerçekleştiğinde, T alat A bdul­
lah ’ın H icaz ile ilgili sorusunu, “şim di dem ir yolunun inşasını
düşünm enin zam anı m ı...” diyerek çevapladı. V e ekledi: “Biz,
hüküm et savaşa girm ek zorunda bırakılabileceği için, hem en
H icaz’a gitm eni ve gönüllü asker toplam aya başlam anı istiyo­
ruz.60
1908’den 1914’e kadar geçen sürede H üseyin, M ekke E-
m irliğini güçlendirm eye ve topraklarını genişletm e siyasetini
takip etti. İslâm ’ı, bu siyasete destek olm ası için politik bir
ideoloji olarak kullandı ve O sm anlı hüküm etine de birlikte
Pan-İslâm ist bir program uygulam ayı önerdi. H atta bu yolda
M ekke Emiri kendi birliklerini, A sir’in A rap güçlerine karşı
Türk birliklerine yardım etm ek için kullanacak kadar ileri gitti.
Fakat, İttihatçıların m erkezîleştirm e politikaları onun özlem le­
rine ters istikam ette gerçekleşince Bab-ı Ali ile E m ir arasındaki
kavga kaçınılm az bir sonuç oldu. İttihatçıların politikaları,
H icazlı bedevilerin çıkarlarına da ters idi. Bu yüzdendir ki,
H üseyin’in güçlenm esi bedeviler için problem doğurabilecek
bir gelişm e olsa da, son kertede T ürklere karşı onu destekle­
m ekten geri duram azlardı. İttihatçılar, H üseyin’i em irlikten
azletm eyi gerekli görm üşlerse de dış sorunlar ve H üseyin’in,
partinin asla tam am en dağıtm ayı becerem ediği “Eski T ürkle­
rin” nazarındaki değeri ve nufuzu buna izin verm edi. Haziran
1914’de, M ekke Emiri ve İttihatçı hüküm et arasındaki ilişkiler
öyle gergin bir hal alm ıştı ki, E m ir’in çocuklarından biri dev­
rim ci bir değişim i düşünecek hale gelm işlerdi. Fakat bütün
bunlara'rağm en hâlâ, her iki ta ra f da kararsız dengede duruyor
ve uzlaşm a im kânı aram aktan vazgeçm iyordu.

II

1914’de savaşın gelişi ve ardından da O sm anlı’nın savaşa


girişi eyalet yasalarının H icaz’dan uygulanm ası ve dem ir yolu­

60 Abdullah, s. 90-93 (s. 90-91, 92 ve 93’den iktibas).

30
nun uzatılm ası çabalarının bir tarafa bırakılm asına yol açarken
H üseyin ve oğulları için de bir ikilem yarattı. H aşim î cephesin­
de savaş, isyanı m eşru kılabilecek şartların değişm esine yol
açtığından, bu çözüm den vazgeçilm esi gereği doğdu.61 Öte
tarafta, O sm anlı D evleti, im paratorluğun savaş gücünü destek­
lemesi için H üseyin’e baskılar yapm aya başladı. A bdullah,
A rap gönüllüler uzak bölgelere gönderilirken, T ürk askerleri­
nin A rab istan’da konuşlandırılm ası gerçeğinden hareketle
hüküm etin, H icaz’ın savaşa katılm asını, H aşim îlerin gücünü
zayıflatm ak için bir araç olarak kullanabileceğini düşünüyordu.
K endisine T alat P aşa’nın H icaz’a dönm esi ve gönüllü asker
toplam ası yolundaki ricalarını aktaran Enver Paşa ile yaptığı
bir görüşm ede A bdullah, Enver P aşa’ya, gönüllülerin nerede
kullanılacağını sordu. İm paratorluğun H arp N azırı, Arapların,
düzenli birliklerle birlikte K afkasya ve A v ru p a’da kullanıla­
caklarını, düzenli T ürk güçlerininse M ısır cephesine gönderil­
m iş olduklarını söyleyince, Em ir o zam an gönüllülerin M ısır
cephesinde görevlendirilm eleri gerektiğini söyledi. H üseyin
başka tehlikelerde hissetti. A bdullah, İstanbul’dan dönüp baba­
sına İstanbul’da konuşulanları aktarınca, babası Sultana bir
m ektup yazarak savaşa girilm em esini tavsiye etti. İm paratorlu­
ğun, A lm an ya’dan gelen destekten m ahrum kalm ası durum un­
da, O sm anlı birlikleri teçhizatsız kalabilecekti. Ü stelik, (bunun
H üseyin’i ilkinden daha fazla düşündürm üş olm ası gerekir)
Basra, Y em en ve Hicaz, İngiliz deniz gücünün m uhtem el saldı­
rılarına karşı oldukça korum asız durum daydı.62
M ekke Em iri tarafından takip edilen politika, savaş duru­
m unun ortaya çıkarabileceği tehlikelerin etkisini azaltm aya
y önelik askerî ve ekonom ik düzenlem elerin alınm ası ricalarıyla
karışık b ir ertelem e politikasıydı. A ğustos ayında Em ir Sadra-
za m ’a bir m ektup göndererek, eğer im paratorluk savaşa gire­
cekse derhâl H icaz, Y em en ve A sir’e düzenli birlikler ve gö­
nüllüler için üç yıllık erzak, cephane ve teçhizat gönderilm esi

61 Lawrence, s. 52, 96.


62 Abdullah, s. 93-94, 98-99. Hatta Aralık 1920’de Hüseyin’le yapılan röpor­
taj’* da bakın. Mit. Sem. Or. % , XXVI-XXVII (1924), 85.
gerektiğini söyledi. A yrıca, yine aynı üç eyalette beş yıllık bir
erzakın stoklanm ası gerektiğini de belirtti. Türkiye savaşa
girdikten sonra ise, sürekli telgraf çekerek H icaz’a, Y em en ’e
ve A sir’e para gönderilm esini istedi. Fakat, E m ir ne erzak
yardım ı, ne de para alabildi hüküm etten.63 T ekrar tekrar yapılan
ricalar hep aynı sonuçla neticelendi. Ş e r ifin istekleri kabul
edilseydi, savaşa Türklerin safında katılm anın doğuracağı teh­
likeler azaltılabilecekti. O kadar ki, gönüllülerin sayısını art­
tırm ak için H icaz’a yapılacak askerî ve parasal yardım , Türk-
ler’den çok Ş e r ifin askerî gücünü artıracak ve yine gıda m ad­
delerinin stoklanm ası İngiliz kuşatm asının doğuracağı sıkıntıla­
rı azaltacaktı. Bu arada, A ralık 1914’de S uriye’de kom utayı ele
alm ış olan ateşli Pan-İslâm ist Cem al P aşa’nm , cihad ilân edil­
mesi ve gönüllülerin gönderilm esini isteyen m ektuplarına H ü­
seyin, H alife’ye duyduğu sadakat ve bağlılığı ve cihada verdiği
önem i belirten am a bu sefer eskilerine oranla daha m üphem bir
cevap verdi. Cem al P aşa’nm, Süveyş K analı’na yönelik ger­
çekleştirilen ilk Türk seferi süresince ve akabinde de sürdürdü­
ğü ricaları karşısında H üseyin, 1915 kışında gerçekleştirilm esi
plânlanan ikinci sefere yardım olarak H icaz’dan bir kuvvet
gönderm eye söz verdi.64
Aynı günlerde İngilizler de H üseyin’e yanaşm a çabasm -
daydılar. 17 Ekim 1914’de A bdullah S torrs’tan bir m ektup aldı.
M ektup, K itchener’in, T ürklerin A lm anya’nın yanında savaşa
girm esi durum unda, A bdullah’ın kim i — İngilizleri mi yoksa
T ü rk ler’i mi— destekleyeceğini soruyordu. 30 E kim ’de Kahi-
re ’ye dönen A bdullah, babası adına verdiği cevabında, E m ir’in
kendi rızasıyla Türkleri desteklem eyeceğini ifade etti. Kasım
başında Storrs, A bdullah’a, yine K itchener’den bir mesaj içe­
ren başka b ir m ektup daha gönderdi. M ektupta şöyle deniyor­
du: “ Eğer Ş erif ve A rap ulusu savaşta B üyük B ritanya’nın
yanında yer alm ayı tercih ederse, İngiltere de E m irliğin ve
A rapların bağım sızlığını tanıyarak destekleyecek, ayrıca da
A rabistan’ı m üdahalelere ve dış saldırılara karşı koruyacaktı.

63 Abdullah, s. 99-100, 104.


64 Cemal, s. 201-202, 2! 1-212.
Bütün bunlarla birlikte İngiltere, H alifeliğin bir A rab ’a geçm e­
sini uygun bulacağını da bildirdi. A ralık ayının 10’unda Kahi-
re ’ye ulaşan cevabında Ş erif şöyle diyordu: “ Büyük B ritan­
y a ’nın isteklerine ters düşecek politikalar izlem eyeceğim , an­
cak İslâm dünyasındaki konum um dolayısıyla T ürkiye ile olan
bağlarım ı da hem en kesem em .”65 1915 ’in ilk altı ayı boyunca
M ısır’daki İngiliz otoritesi ve M ekke Em iri arasındaki tem aslar
Sudan U m um i V alisi Sir R eginald W ingate aracılığıyla devam
etti. Bütün bu dönem boyunca, H üseyin’in konum unda hiçbir
değişiklik olm adı. Fakat N isan ’da W ingate ona, İngiliz hükü­
m etinin, A rap yarım adasının ve kutsal toprakların bağım sız ve
hakim bir devletin kontrolü altında olm ası gerektiği düşünce­
siyle onun konum unu daha köklü ve m uhkem kılm ak istediğini
ancak şu anda, bu devlete hangi bölgelerin dahil edilm esi ge­
rektiğini tesbit etm enin im kânsız olduğunun düşünüldüğünü
söyledi.66
Şubat 1915’de, gizli m illiyetçi cem iyetler, el-F atât ve el-
A h d M ekke Em iri ile tem asa geçtiler. H aşim îler ve Ş am ’ın
Bekrileri arasında 1909’daki hacc yolculuğu sırasında kurulan
dostluk dolayısıyla, genç Bekri m ensupları ne zam an askerî
hizm etler için çağrılsalar, H üseyin, onların kendi korum aları
olarak görevlendirilm eleri için çaba sarfetm işti. A ğustos
1914’deki asker alım ları sırasında, A hm et Fevzi B ey el-B ekri
de çağrılm ış ve 1914 yazında ulaşacağı M ekke’ye atanm ıştı.67

65 Sir Ronald Stross, M emoirs, (New York: G. P. Putnam’s Sons, 1937), s.


166: Grcat Britain, Conımittee o f imperial Defence, Historical Section,
History o f ihe Great war Based on Offıcial Documents. Military
Operations, Egypt and Palestine, from the Outbreak o f War With Germany
to June, 1917, Lieut. — General Sir George Macmun ve Capt. tarafından
derlendi. Cyril Falls, I (Londra: H.M.S.O., 1928), 213-214; Great Britain,
Foreign Office, Sir Hery McMahon... ve Mekke Şerifi Hüseyin arasındaki
mektuplaşmalar, Temmuz 1915-Mart 1916, Cmd. 5987 (House o f
Commons Sessional Papers, 1938-1939, cilt 27), s. 4 (McMahon’dan Hüse­
yin’e, 30 Ağustos 1915); Abdullah, s. 101-102, ve Said, 1, 127-128, karıştı­
rılmıştır; Kedourie, s. 49, 52.
66 Hint. Gt. War, I, 214-215, s. 166 (iktibas).
67 Said, I, 105. Fevzi’nin atanmasına ilişkin Autonius’taki nispeten farklı
sebeple karşılaştırın, s. 149.
A ğabeyi N asib ’in el-F atat'ın üyesi olduğu Fevzi, m illiyetçi
liderler tarafından cem iyetlerinin varlığını ve plânlarını anlat­
m ak üzere H üseyin’e gönderildi. Fevzi M ek k e’ye ulaştığı O cak
1915’de H üseyin’e m illiyetçi plânlardan bahsetti ve ona A rap
isyanının liderliğini önerdi. İsyan, S uriye’de konuşlandırılm ış
ve el-A h d'ın üyelerinden oluşan A rap birliklerinin kıyam ı şek­
linde gerçekleşecekti.68
Şubat 1915’de gerçekleşen bir tesadüf, H üseyin’e b ir za­
m anlar Jön T ü rk ler’in kendisini yerinden etm ek için ne kadar
istekli ve hazırlık yapm ış olduklarını gösterdi. H üseyin, Cem al
P aşa’nın ricası üzerine, oğlu A li’nin kom utasında bir Arap
gücü tertip etm işti. Bu güç, Süveyş K analı’ndaki saldırıya
katılm ak üzere kuzeye doğru hareket eden V ahib’in T ürk birli­
ğine eşlik edecekti. V ahib Ş ubat’ta yola çıktığında Ali de o-
nunla birlikte M ekke’den M edine’ye geldi. Fakat daha öteye
gitm edi. H üseyin’in kendisine, V ah ib ’i burada terk etm esi
em rini verdiğini söyledi ve bundan sonra bir kom utan edasıyla
hareket etm eye başladı. A li, V ahib’in m aiyetinden ayrıldı,69
çünkü, yolculuk sırasında A li’nin adam larından birisi, İttihat
T erakki’nin m eşhur H icazlı taraftarlarından birisinin düşürm üş
olduğu bir kutuyu bulup derhâl A li’ye götürm üştü. K utunun
içinde V ahib ve İstanbul arasında gidip gelen m ektuplar vardı.
M ektuplarda, H üseyin’in ve ailesinin görevlerinden alınm ası
ve H icaz’ın özel konum una son verilm esine ilişkin plânlar
yazılıydı. Sadece savaşın patlak verm esi, bu plânların gerçek­
leşm esine m ani olm uştu. D olayısıyla A li, M edine’deki yolcu­
luğuna hem en son verdi ve M ekke’ye geri dönüp m ektupları
babasına gösterdi.70 İttihatçıların kafalarındaki plânların ortaya
çıkm ası H üseyin’i tereddütte bıraktı. K işisel olarak hâlâ, prob­
lem lerini O sm anlı İm paratorluğu ile m utabık kalarak halletm e
eğilim indeydi. F aysal’ı, belgeleri S adrazam ’a sunm ası ve onu
gizli plânlardan haberdar etm esi için görevlendirdi. Faysal,

68 8 Ocak 1914 tarihli Lawrence tarafından hazırlanan Rapor, Sec. Desp., s.


69; Said, I, 105; Antonius, s. 149-150.
69 Cemal, s. 152-153.
70 Said, I, 105-106.
aynı zam anda devrim in gerçekleşm e ihtim alini ve olası bir
ihtilâl için ne gibi hazırlıkların yapılm ış olduğunu da öğrenm ek
üzere S u riy e’deki m illiyetçilerle tem asa geçecekti.71
Faysal Ş am ’a 26 M art 1915’de ulaştı ve A ta Paşa el-
B ekri’ye konuk oldu. Ş am ’da geçirdiği dört hafta boyunca el-
F atat ve &l-Ahd' ın liderleriyle görüştü ve onlarla siyasî durum
üzerine konuştu.72 S uriye’deki ortam ı çok karışık buldu. B irçok
kişi, kısa bir süre sonra başlayacak isyanın liderliğini kabul
etm esi için F aysal’a ricada bulundu. S u riy e’deki düzenli bir­
liklerden üçü (ki bunlar A rap ’tı) isyana hazır idiler. A ncak,
kam uoyunda bölünm eler vardı ve askerî çevrelerde savaşı
A lm an y a’nın yakında kazanacağına dair genel bir kanaat ha­
kim di. Faysal, kendisinin, yalnızca S uriye’deki durum u öğ­
renm ek üzere gönderildiğini ve bazı güçlü örgütlerin ya da
“B üyük G üçler”den birinin desteğini alm aksızın bir isyana
girişm enin sorum luluğunu üzerine alam ayacağını söyledi.73
Faysal, 23 N isan ’da İstanbul’a geldi ve burada bir ay ka­
dar kaldı. Bu süre içerisinde ailesinin durum una ilişkin kendi­
sini m utlu edecek çok az şey duydu ve şartların isyanı gerekli
kıldığı sonucuna vardı. V ahib’in entrikalarını S ultan’a, Sadra-
zam ’a, T alat ve E nver P aşalar’a anlattı. B u insanlar zaten
V ahib’in yapı ettiklerinden hoşnut değillerdi. V ahib’in başka
bir yere tayin edilm esi em redildi ve F ay sal’a resm î bir sorgu­
lam a yapılacağı ve askerî bir m ahkem e kurulacağına dair söz
verildi.74 B ununla birlikte, bakanlar F aysal’a; “eğer H üseyin
cihad ilân ederse, H icaz’daki durum un onun lehine düzeltilm e­
sinin daha kolay olacağını ve böylelikle onun da kendisini
güvenlikte hissedebileceğini söylediler.75 Faysal da, S ultan’a ve

71 Erskine, s. 40.
72 Antonius, s. 152-153, 156. Said’in bu ziyaretinde Faysal’ın Arap liderlerle
görüşmediğine ilişkin iddiası yanlıştır; Said, I, 105-107. Cemal ve Said ta­
rafından Faysal’ın gezi programına ilişkin verilen tarihler doğru olamaz
73 Lawrence, s. 69; Erskine, s. 42.
74 Said, I, 106; Erskine, s. 42; Lawrence, s. 96. Cemal, s. 166, Faysal’ın
İstanbul’a seyahatından önce Vahib’in çoktan başka bir yere nakledilmiş
olduğuna işaret etmektedir.
75 Antonius, s. 157.
bakanlara sadakatini bildirip Süveyş K analı’na yapılm ası
plânlanan ikinci saldırıya H icazlı bir birlikle katılm a sözü ver­
di.76 Ç anakkale’deki İngiliz saldırısının en üst düzeye ulaştığı
sıralarda Faysal, şartların bir A rap isyanı için çok elverişli
olduğuna inanıyordu.77 İstanbul’da birçok seçkinle görüştü.
Bunların arasından iki general ona H icaz’a dönm esini ve baba­
sını, im paratorluğu iflasa doğru sürükleyen İttihatçılar’la iş
birliği yapm a konusunda uyarm asını tavsiye ettiler. A yrıca söz
konusu iki general, M üttefiklere katılarak, H üseyin’in İm para­
torluğu korum a görevini üstleneceği kanısında olduklarını da
ifade ettiler. Bunun üzerine Faysal, devrim cilere katılm aya
karar verdi.78
Faysal İstanbul’da iken, el-F atat ve el-A h d 'm liderleri
Hüseyin aracılığıyla İngilizler’e sunulm ak üzere bir protokol
hrzıılam ışlardı. Şam Protokolü, B üyük B ritanya’nın, Aden
hariç M ısır’ın doğusundaki A rap ülkelerinin bağım sızlığını,
sınırları cöm ertçe çizilm iş halde tanım asını ve bütün kapitülas­
yon ve im tiyazların kaldırılm asını, karşılığında ise gelecekteki
bağım sız A rap devletinin, B ritanya ile bir savunm a antlaşm ası
yapacağı ve ekonom ide İngiltere’ye büyük öncelikler tanınaca­
ğı gibi hususları içerm ekteydi.79 23 M ayıs 1915 ’de Ş am ’a dö­
nen Faysal, burada ayaklanm anın dayanak noktası olarak gö­
rülm ekte olan A rap tüm enlerinin başka bölgelere nakledilm iş
olduklarını ve isyan taraftarlarının büyük sıkıntı içerisinde
olduklarını gördü. Israrla M ekke’ye dönerek isyanın liderliğini
kabul etm esi ve Şam protokolü tem elinde İngilizlerle görüşm e­
si için babasını ikna etm esi istendi. Faysal A rapların ileri sür­
düğü şartlan İngilizlerin kabul edip etm eyecekleri konusunda

76 Cemal, s. 213. Said, 1, 106. Dördüncü Ordu kumandanı Ali Fuad Paşa’nın
biyografisini iktibas eder. Ali Fuat’ın biyografisinden alınan bu pasajın ta­
mamı Faysal’ın İstanbul’da yaptığı görüşmelere referans yapılarak iktibas
edilse de, Enver’le yapılan görüşme bu zamanda gerçekleşmiş olamaz ve
sadrazama sunulan memorandum Hüseyin’in bir yıl sonra sadrazama gön­
derdiği mektupla aynıdır.
77 Lavvrence, s. 69.
78 Erskine, s. 42-43.
79 Antonius, s. 157.
endişeliydi. A m a yine de, teklifi H üseyin’e iletm eyi ve sonra
da isyanın başlatılacağı S uriye’ye dönm eyi kabul etti. A rdın­
dan, m illiyetçi liderlerden dokuzu, H üseyin’i A rapların kralı
olarak tanım ayı kabul ettiklerini bildiren bir m anifesto im zala­
dılar ve eğer H üseyin İngilizler’le Şam Protokolü tem elinde bir
anlaşm aya varırsa S uriye’de bir isyan başlatacaklarına dair söz
verdiler.80
N ezaket icabı F aysal’m, G üney bölgelerini teftişe çıkm ış
olan Cem al P aşa’yı ziyaret etm esi gerekiyordu. Fakat zam an
kıtlığı dolayısıyla Faysal, C em al P aşa’nm Ş am ’a dönm esini
beklem ek yerine onu K udüs’te ziyaret etm eyi tercih etti. Onu
büyük bir saygı ile karşılayan Cem al P aşa’nın ısrarları karşı­
sında Faysal, babasının onun kom utasında 1500 kişilik gönüllü
ordusu yollam ası konusunda Cem al P aşa ile bir m utabakata
vardı. K arargahtaki yetkililere yönelik yaptığı bir konuşm asın­
da Faysal, Şehadet şerbetini tatm ak için îslâm düşm anlarıyla
savaşm ak üzere em rindeki güçlerle beraber geri geleceğine dair
peygam ber üzerine yem in etti. D aha sonra da, M edine’ye gide­
cek olan trene yetişm ek üzere Ş am ’a döndü.81
Faysal, 20 H aziran’da M ekke’ye döndü. B abasına olan
bitenler hakkında bilgi verdi ve kendisinin isyan saflarına geç­
tiğini ilân etti.82 H üseyin, aldığı m alum atlar üzerine T a ife ,
yazlık konağına, hareket etti. B urada çocuklarıyla birlikte,
bundan sonra izleyeceği politikaların m üzakeresini yaptı. Fay­
sal, isyandan yana olm asına rağm en zam anın henüz uygun
olm adığını ileri sürerek babasını, İngilizler bütün isteklerini
kabul edene ve Türkler biraz daha sıkışana kadar isyanı ertele­
m eye zorladı. A bdullah ise F aysal’ın korktuğunu ileri sürerek
isyanın başlatılm ası gerektiğini iddia etti. Ve şu argüm anı ileri
sürerek onları ikna etm eye çalıştı: “Savaş, A raplar için yalnızca
tek bir sonuca sahiptir. A raplar, savaşın sonucuna göre ya T ür­

80 E rskine, s. 44 ; S aid , I, 107, 108-109. A n to n iu s, s. 157-159, ço k a z farklıdır,


en tem el fark, " a ltı m illiy etçi H ü se y in ’i A rap ların sö zc ü sü o la ra k ta n ıd ık la ­
rın a d air y em in ettile r” şek lin d ek i ifadedir.
81 C em al, s. 2 13 ; E rsk in e , s. 4 3 ; A n to n iu s, s. 159.
82 A n to n iu s, s. 159; S a id , I, 109.
kiye ve A lm anya ya da İngiltere ve F ransa İkilisinin boyundu­
ruğu altında kalacaktır; A rap isyanının başlatılm ası ve böyle­
likle de yabancı bir gücün boyunduruğu altına girm enin zo ­
runlu sonuçlarından kurtulm ak gerekm ektedir.” Bütün bunlar­
dan sonra T a if te üzerinde m utabakata varılan sonuç şu oldu:
“H aşim îler isyanın liderliğini üstlenecekler ve İngilizler’le
görüşm elere başlanacak.” İsyanın tarihi ise H aziran 1916 ola­
rak belirlendi.83
H üseyin, B üyük B ritanya ile olan görüşm elerini, İngilte­
re ’nin K ahire’deki Y üksek K om iseri Sir H enry M cM ahon’a,
14 T em m uz 1915 tarihli A bdullah’tan S torrs’a giden bir m ek­
tupla beraber gönderdiği isim siz ve tarihsiz m ektubuyla başlat­
tı. 1915 ’in ikinci yarısında süren m ektuplaşm alarda H üseyin,
Şam Protokolü ile belirlenm iş sınırlar içerisindeki bir Arap
devletinin İngilizlerce de tanınm asını sağlam aya çalıştı.
M cM ahon ise B üyük B ritanya’nın ve İngiltere’nin özel çıkarla­
rının olduğu bazı bölgelerin bu devletin sınırları içerisinden
çıkartılm ası için uğraştı. 1915 yılının sonuna gelindiğinde,
F ransa’nın çıkarlarının söz konusu olduğu sınırları tam belir­
lenm em iş S uriye’nin bazı bölgeleri dışında bütün konularda
anlaşm aya varılm ıştı. H üseyin, 1 O cak 1916 tarihli bir m ek­
tupla M cM ahon’a H alep ve B eyrut vilayetlerinin A rap krallığı­
nın sınırları dışında kalam ayacağını fakat İngiltere ve Fransa
arasındaki antlaşm aya zarar verm em ek için isteklerini savaşın
sonuna kadar erteleyeceğini belirtti.84 D olayısıyla, H üseyin’in
İngilizlerle yapm ış olduğu antlaşm alar, A rabların bölgesel
isteklerini karşılam a noktasında tam anlam ıyla tatm in edici
değildi.
1916 O cakına gelindiğinde bile hâlâ açık olarak bir hare­
kete girişm e kararı verebilm iş değildi H üseyin. Cem al Paşa,

83 Abdullah, s. 104 (iktibas); Said, I, 110, 128; Lawrence, s. 5 2 ,62.


84 Hüseyin-McMahon mektuplaşmasının Cmd.deki resmî belgelerine bkz.:
5957, s. 3-14; bunlar Antonius’un çevirisi ve Ettore Rossi’nin resmî olma­
yan Arapça versiyonuyla karşılaştırmıştır. Documenti sull’ origine e gli
sviluppi della questione araba. 1875/1944 (Roma: Istituto per l’Oriente,
1944), s. 18-40. Bunların Wahbah’daki bazı mektupların resmi oldukların­
dan şüphe edilmeyen Arapça metinlerini de eklemek gerekir, s. 153-160.
ard arda çektiği telgraflarla F aysal’ın sözü verilen kuvvetlerle
birlikte Ş am ’a dönm esini istem ekteydi. Ü stelik, İngilizler’in
cevabı H üseyin’i tam anlam ıyla tatm in etm em işti ve Suri­
y e ’deki durum da b ir A rap ayaklanm ası için henüz uygun gö­
rünm üyordu. Sonunda, F aysal’ın T ürklerin şüphelerini gider­
m esi için S uriye’ye geri dönm esine kara verildi.85 Böylelikle,
Faysal beraberinde elli kişilik b ir m uhafız takım ıyla birlikte
Ş am ’a döndü. O rada Cem al P aşa’nın karargahında kaldı ve
M ek k e’den gelen gönüllülerin araç ve gereçlerinin dağıtım ına
yardım cı oldu.86 Bu sırada ortam ı yoklam ayı da ihmal etm eye­
rek durum a ilişkin kanaat ve tavsiyelerini H üseyin’e rapor etti.
M illiyetçilerin tutuklanm ası ve A rap askerlerinin başka bölge­
lere nakli sonucunda isyanın dayanağı olabilecek ikinci dere­
ceden çok az lider kalm ıştı. D olayısıyla da Faysal, M usul ve
H alep gibi A rap bölgelerinde toplanm aya başlayan ve yaklaşık
100.000 kişi olm ası beklenen yeni gücün S uriye’ye ulaşm asını
beklem eye karar verdi. E ğer bu güçlerin çoğu A raplardan olu­
şuyorsa onlarla birlikte hareketi başlatacak, yok eğer çoğu
T ü rk ler’den oluşuyorsa bu birlikler K anal’a saldırana kadar
bekleyecekti. B unun üzerine H üseyin, dem ir yolunu zapt ede­
bilecek yeterlilikteki bir gücü, A li kom utasında F aysal’a yar­
dım cı olm ası için M edine’ye gönderm eye karar verdi.87
Suriye’de A rablarm konum unda gerçekleşen zayıflam a,
F aysal’ın rapor ettiği şekliyle, H üseyin’i İngilizlerle bazı ant­
laşmalara varmaya itmiş olabilir. Hüseyin, 1 O cak’ta M cM ahon’a
gönderdiği m ektupta, m eselenin savaş sonrasına ertelenm esi
taraftarı olduğunu ifade etm iş olsa da, A rapların H alep ve Bey­
rut vilayetlerine dair iddialarından vazgeçilem eyeceğini ısrarla
vurgulam ıştı. M cM ahon, 25 O cak’ta gönderdiği m ektubunda
H üseyin’i m em nun edecek şeyler yazm am ıştı. O, H üseyin’in
S uriye’ye yönelik İngiliz ve Fransız ittifakını bozabilecek her
türlü hareketten kaçınılacağına dair düşüncesini m em nuniyetle
karşılıyor ve İngiltere’nin savaşın sonucunu dahi etkileyebile­

85 Erskine, s. 45.
86 A.g.e., s. 45; Cemal, s. 214.
87 Hüseyin’den McMahon’a, 18 Şubat 1916, Cmd. 5957, s. 15-16; Erskine, s. 45.
cek bu ittifakı zedeleyebilecek hiçbir şeye im kân verm eyeceği­
ni söylüyordu. H üseyin cevaben yazdığı 18 Şubat tarihli m ek­
tubunda, gerekli anlayışın gösterildiği ve istedikleri dostluğun
kurulduğu anlamına gelen M cM ahon’ın m ektubundan duyduğu
m em nuniyeti dile getirdi.88 A m a böylelikle, A rapları tem sil
eden M ekke Şerifi ile İngilizler arasında m uğlak bir anlaşm aya
varılm ış oldu.
Politik m eselelerde antlaşm aya varıldıktan sonra, m ütea­
kip görüşm eler tam am iyle A raplara yapılacak yardım ları
m üm kün kılacak düzenlem eler üzerine hasr edildi. H üseyin,
M cM ahon’a yazdığı 18 Şubat tarihli m ektubunda, H aşim îlerin
plânlarından bahsetti ve detaylarına kadar inerek gereken para
ve erzak yardım ı ve bunların H icaz’a hangi yolla ulaştırılabile­
ceğinden söz etti. 10 M art’ta M cM ahon, H üseyin’e isteklerini
kabul ettiklerini ve onların Şerife ulaştırılabilm esi için gerekli
düzenlem eleri yapm aya başladıklarını yazdı.89 B öylelikle, Su­
dan limanı üzerinden para ve erzak yardım ı yapılm aya başlan­
dı. Haşiınîler, isyanı 16 H aziran’da başlatm ayı düşünüyorlardı,
ancak M cM ahon A rap güçleri tam anlam ıyla donatılana kadar
isyanın ertelenm esi gerektiği yolunda Ş e r if e baskı yaptı.90
H üseyin, İngiliz hüküm etiyle tam bir antlaşm aya varm ış
olm asına rağm en, T ürklerle olan görüşm elerini de sürdürdü.
O sm anlı hüküm eti, gönüllülerin toplanm ası, donatılm ası ve
eğitilm esi için gereken para ve silâhı gönderm e taahhütünde
bulundu ve N isan ayının başından itibaren H üseyin’e elli ya da
altm ış bin altın Türk Lirası gönderdi.9’ Bu arada, Cem al Paşa
ile yaptığı görüşm elerde Faysal, H üseyin’in gönüllü birlikler
oluşturm ası ve onların liderliğini üstlenm esi durum unda, hü­
küm etin, valiyi geri çekip onun yetki ve güçlerini H üseyin’e
devretm esi gerektiğini ileri sürm üştü. C em al Paşa ise gönüllü­
lerin bir an önce cepheye gönderilm eleri yolundaki isteğini
yenileyerek, yapabileceği tek şeyin, eğer E m ir’in m evcut hak-

88 Cmd. 5957, s. 14-15.


89 A .g.e.,s. 15-18.
90 Hist. Gt. War, I, 220; Storss, s. 171.
91 Cemal, s. 222.
Iarından herhangi biri elinden alınm aya kalkışılırsa (başka
insanlarla arası açılm ası pahasına) buna engel olm ak olduğunu
am a bunun ötesinde hiçbir şey yapam ayacağını söyledi.92 Bu
arada, H üseyin ve oğulları önem li bir sadakat gösterisinde
bulundular. M art ayının başında Enver P aşa S uriye’yi ziyaret
etti ve oradan da Cem al ve Faysal ile beraber 8 M artta ulaşaca­
ğı M ed in e’ye geçti. B urada hacılara hitaben hararetli bir ko­
nuşm a yapan E nver’e F aysal’ın babası adına liyakat kılıcı ver­
m esi ile ziyaretin şaşası doruğa ulaştı. E nver P aşa daha sonra
M ekke’ye uğram adan doğrudan Ş am ’a döndü. O nun ayrılışın­
dan kısa bir süre sonra da Faysal gitti.93 M art ayının ikinci
yarısında gönüllüleri kum anda etm ekle görevlendirilen Ali,
M edine’ye hareket etti. Burada, şehrin dışında olm ak üzere,
içinde bir garnizon ve gönüllüler için eğitim m erkezinin bulun­
duğu b ir kam p kuruldu.94
H üseyin, M art ayının ortasından itibaren, yani Büyük
B ritanya ile tam bir antlaşm aya varıldıktan ve C em al P aşa’nın
H üseyin’in isteklerini karşılam aya yanaşm ayacağı açıkça anla­
şıldıktan sonra, T ürkler’in peşinden gitm eyi bıraktı. Cemal
Paşa Ş am ’a döndükten kısa bir süre sonra, M edine V alisi Basri
Paşa tarafından, A li’nin M edine’de yetkililerin işlerine burnu­
nu soktuğu ve yetkisi dahilinde olm ayan işlere giriştiği yolunda
uyarıldı. Bunun üzerine Cem al Paşa B asri’ye, A li’nin daha çok
genç olduğunu ve ondan yalnızca bu tür hareketlerden vazgeç­
m esinin rica edilm esini söyledi.95 A yrıca, H üseyin ile de ilişki­
ye geçerek ondan A li’yi kendine çeki düzen verm esi yolunda
uyarm asını istedi. Türkler, cihad ilân etm eleri ve S ina’ya gö­
nüllü asker gönderm eleri yolunda H aşim îlere sürekli baskı
yapm aktaydılar. Enver Paşa ziyareti sırasında bu istekleri tek­
rar tekrar dile getirm işti. İstanbul’a döndükten sonra H üseyin’e
yolladığı, gönüllülerin bir an önce cepheye gönderilm eleri

92 Alois Musil, zur Zeitgeschicte von Arubien, (Leipzig: S. Hirzel, ve Vienna:


Manz, 1918), s. 28; Cemal, s.168, 215-216 (iktibas);Abdullah, s. 104-105.
93 Cemal, s. 168, 214, 220-221; Abdullah, s.105; Musil, s. 28-29.
94 Cemal, s. 222; Musil, s. 29.
95 Cemal, s. 215; Said, I, 112.
yolundaki resm î istek, H üseyin’i isteklerini açığa vurm aya itti.
N isan ayının başında gönderdiği cevabında, gönüllülerin gön-
derilebilm esi ve cihad ilân edilebilm esi için A rablarm istekle­
rinin yerine getirilm esi gerektiğini ifade etti. A rapların istekle­
ri, A rap siyasî suçluları için a f çıkartılm asını, Suriye ve Irak’ta
O sm anlı m erkezî yapısının hafifletilm esini ve M ekke E m irliği­
nin, geleneksel statü ve im tiyazlarının tasdikiyle birlikte H üse­
y in ’in ailesi için bir m iras hakkı olarak tanınm asını içeriyordu.
A ncak bu istekleri karşılandıktan sonra F aysal’ı Irak ’a gönde­
recekti H üseyin. H atta, bu şartlar altında bir başka oğlunu da
Irak cephesine gönderebilirdi. Fakat bu istekleri karşılanm adığı
sürece, İm paratorluk için dua etm enin dışında başka hiçbir şey
yapam azdı.96
H üseyin’in bu tavrı, T ürk otoritelerinin Ş e r ife yeni bir
ültim aton gönderm elerine yol açtı. H üseyin’in m ektubunu
Sadrazam ve Enver Paşa cevapladılar. İm kan dahilinde olm a­
yan talepler geri çevrildi. S iyasî suçlular neyi hak ediyorlarsa
onunla karşılaşacaklardı. H üseyin, gönüllüleri cepheye gön­
derm ediği sürece oğlu F aysal’ı tekrar görem eyecekti.97
H aşim îler, E nver’in H üseyin’in telgrafının bir kopyasını gön­
derdiği Cem al P aşa’dan da çok sert bir uyarı aldılar. Cemal,
F aysal’ı çağırdı ve ona H üseyin’in telgrafını gösterdi. A li’nin
M edine’deki davranışlarından bahsettikten sonra, F aysal’ı,
H üseyin’in İstanbul’da birçok düşm anı olduğu yolunda uyardı.
Faysal, H üseyin’in çok iyi Türkçe bilm ediğini ve m esajın
A rapçası iyi olm ayan bir katip tarafından yazılm ış olduğunu
söyleyerek durum u kurtarm aya çalıştı. V e sözlerini bir tem en­
niyle bitirdi, “Allah, babam ı böyle bir şeyi düşünm ekten dahi
korusun.”
Cem al Paşa ardından H üseyin’e bir m ektup göndererek
hainlerin affedilm esinin im kânsız olduğunu ve zam anın, Em ir­
liği m iras yoluyla tevarüs eden bir hak haline getirm ek için
uygun olm adığını söyledi. V e H üseyin’i, hüküm et seni teskin

96 Abdullah, s. 105; Said, I, 110-111; Cemal, s. 215, 225.


97 Abdullah, s. 106; Said, I, 111, ki şunu ekler, “oğlun A li’yi çabucak Medi­
ne’den Mekke’ye çağırmanı tavisye ediyorum sana...”
etm ek için isteklerini karşılam a sözü verse dahi, “eğer savaştan
m uzaffer çıkarsa, kim onu büyük bir hışım la sonunu getirene
kadar seninle uğraşm aktan alıkoyabilir?” diyerek uyardı.98
H üseyin, Türklerin tehditlerine hem encecik teslim olm a­
dı. K onum unun sağlam lığından şüphe etm edi ve S adrazam ’ı
daha ılım lı bir tavır takınm aya ikna etm iş göründü. S adrazam ’a
ve H arbiye N az ırı’na gönderdiği cevabında, yalnızca eski tav­
siyesini tekrarlayabileceğini ve F aysal’ın devletin bir m isafiri
olduğunu; bununla birlikte, Faysal onları yönetm ek üzere gele­
ne kadar gönüllülerin A rabistan’ı terk edem eyeceklerini söyle­
di.99 H üseyin, Cem al P aşa’ya da bir cevap verdi. G enel bir a f
çıkarılm ası yolundaki isteğini tekrarladı ve M edine V alisi’nin
hareketlerinden duyduğu rahatsızlıkları dile getirdi ve M edine
V alisi’nin M ekke E m irliği’nin haklarına tecavüz etm esine izin
verem eyeceğini ifade etti.100 Ş e rifin telgrafının S adrazam ’a
ulaşm asından iki gün sonra, Sadrazam H üseyin’e daha ılımlı
bir mesaj gönderdi. Eğer H üseyin gönüllüleri Ş am ’a gönder­
m eyi kabul ederse, hüküm et de siyasî suçlular m eselesiyle ilgili
olarak F ay sal’la görüşm eler yapm ası için C em al P aşa’yı gö­
revlendirecekti. Emir, İstanbul’a gönderdiği cevabında, gönül­
lülerin Faysal onları yönetm ek üzere gelm ediği sü rec e'Ş a m ’a
ulaştırılam ayacağını söyledi. Bunun üzerine, Sadrazam , ace­
leyle gönderdiği cevabında, gönüllüleri alıp Ş am ’a getirm esi
için F aysal’ın M edine’ye gönderileceğini söyledi ve valiyle
olan sorunları dolayısıyla A li’nin M edine’den geri çekilm esini
rica etti. H üseyin hem en: “ Ş erif Faysal B ey geldiği zam an Ş erif
Ali Bey M edine’yi terk edecek” şeklinde cevabını iletti.101
B ununla birlikte H üseyin’in takındığı tavırlar, Enver ve
C em al P aşa’yı H aşim îlere karşı daha bir tehditvari tavırlar
alm aya itti. Cem al, H üseyin’in uyarısına verdiği cevaba çok
şiddetli bir karşılık gösterdi. H üseyin ile ilişkiye girm ese de,

98 Cemal, s. 214-217.
99 Abdullah, s. 106; Said, I, 111. Metinler biraz farklıdır.
100 Cemal, s. 221; Said’deki aynı pasajın Arapça çevirisine de bkz.: 1, 113.
101 Abdullah, s. 106-170; Said, I, 111; İstanbul ve Hüseyin arasında iki tur
mektuplaşmadan daha fazlasını zikretmez.
Faysal’ı babasının ve kardeşi A li’nin davranışları dolayısıyla
uyardı ve ona, A li’ye gönüllüleri alıp bir an önce Ş am ’a gelm e­
sini ve M edine V alisi’ne sorun çıkarm am asını yazm asını söy­
ledi. Faysal, yine kendisinin ve babasının im paratorluğa olan
sadakatini dile getird i.'02 C em al’in uyarısını daha ciddî bir
tehdit takip etti. N isan ayının sonuna doğru Y em en’e giden
3.500 kişilik yeni bir T ürk gücü M edine’ye ulaştı.103 Bu arada
Türkler, 1.500 gönüllünün teçhizatı için gerekli olan silâhları
M edine’ye gönderm işlerdi. Fakat, H üseyin’in gönderdiği mesaj
Cem al P aşa’nın M ekke’ye cephane gönderm e fikrinden cay­
m asına ve H üseyin’e ulaşım güçlükleri dolayısıyla gönüllüle­
rin, teçhizatları için gerekli araç gereç ve silâhın bulunduğu yer
olan M edine’ye gönderilm elerinin daha iyi olacağını söylem e­
sine yol açtı.’04 Son olarak Enver Paşa, H üseyin’e, hüküm etin
ona ve A raplara hiçbir ayrıcalık tanım aya niyetinin olm adığını
açıkça ifade eden tehdit edici bir te lg raf gönderdi:
B ütün görevliler k en dilerine uygun görülen yetkilerin sı­
nırları dahilinde davranm alı, bu sınırların ötesine uzanm a­
y a çalışm am alı ve devletin işlerine burunlarını sokm am a-
lıdırlar. A ksi taktirde, hadlerini aşanlara hadleri bildirilir.
G önüllülerin hiç tereddüt etm eden gönderilm eleri ve A-
li’nin M ed in e’den geri çağrılm ası gerek m ek ted ir.105

H üseyin, belki de hâlâ bir isyana girişm ek hususunda gö­


nülsüz olsa da, Enver ve Cem al Paşaların kendisinin verdiği
tekliflere verdikleri kesin ret cevapları onu başka bir alternatif
düşünem ez hale getirdi. Bütün bunlar olurken Faysal da Suri­
y e ’deki durum a ve A rapların plânlarına ilişkin olarak babasıyla
gizli m ektuplaşm alarda bulunm aktaydı. S uriye’deki A rap aske­
rî birliklerinin T ürk birlikleriyle yerlerinin değiştirilm esi ve
Suriyeli m illiyetçilerin tutuklanm aları ve idam edilm eleri daha

™ Cemal, s. 2 2 0 -2 2 1.
103 H is Gt. War, I, 228-230; Cemal, s. 223; Said, I, 115.
104 Cemal, s. 222.
105 Said, I, 116-II7, bunu Enver’den Hüseyin’e son telgraf olarak görür.
Cemal, s. 225, 2 Haziran’dan yaklaşık üç hafta önce Enver’in Hüseyin’e
“Ali'nin Medine valisine karşı daha farklı davranması gerektiğine ilişkin bir
telgraf çektiğini nakleder.
önce isyanın başlayacağı yer olarak düşünülm üş olan Suri­
y e ’den vazgeçilm esi gereğini doğurdu. S uriye’nin tek alternati­
fi H icaz idi.106 M ayıs ayının başından itibaren, Türklerin ey­
lem leri daha da tehdit edici olm aya başladığından bir geri adım
atm anın gerekli olabileceği noktasında kara alındı. M ayısın
ortasına doğru Faysal, Cem al P aşa’yı ziyaret etti ve ona, H üse­
y in ’in A li’ye, S ina’daki orduya katılm ak üzere gönüllülerle
birlikte yola çıkm ası için talim at verdiğini söyledi. D aha sonra
d a ondan bölükleri K udüs’e sevkedebilm ek için M edine’ye
gitm e izni istedi. Cem al Paşa, biraz tereddüt etse de netice de
F aysal’a izni verdi ve Faysal M ayısın ortasında dem ir yoluyla
M edine’ye gitm ek üzere Ş am ’dan ayrıldı.107
Cem al P aşa’nın H aşim îlere karşı duyduğu şüpheler dola­
yısıyla takındığı tavırlar, onların isyan için yaptıkları hazırlıkla­
rı hızlandırm alarına yol açtı. F aysal’m Ş am ’dan ayrıldığı gün,
Cem al Paşa, M edine V alisi’ne, Y em en’e gönderilm ek üzere
hazırlanm ış olan özel güçleri M edine’de tutm ası ve onları baş­
langıçta A rap gönüllülerin teçhizatı için gönderilen silâhlarla
donatm ası için talim at verdi. Cem al kısa bir süre sonra, D ör­
düncü O rdu K om utanı Vekili Fahri P aşa’yı Ali ve F aysal’a
dikkat etm esi ve V ali Basri Paşa ile birlikte şehrin savunm ası
için plânları hazırlam ası talim atıyla M edine’ye gönderdi.108
Fahri, M edine’ye F aysal’dan kısa bir süre sonra ulaştı ve ko­
m utayı üzerine aldı. H aşim îler, isyan için gerekli hazırlıkları
henüz tam am lam am ış olm alarına rağm en, Y em enli k eşif gücü­
nün gerçekte M ekke E m iri’ni etkisiz hale getirm ek için gönde­
rilm iş olduğundan em indiler. D olayısıyla H üseyin, F aysal’a her
an isyan başlayabilir diyerek M ekke’ye doğru yola çıkm ası için
em ir verdi. Faysal bu em ri, A ğustos’a kadar beklenm esi gerek­
tiğini söyliyerek cevapladı. Fakat H üseyin, acele etm ek gerek­
tiği yolundaki ısrarını tekrarlayarak bu isteğe karşı çıktı.109
A bdullah, 23 M ayıs’ta Sudan lim anından K ahire’ye telg raf

Erskine, s. 45; Said, I, 114.


107 Cemal, s. 222; Said, I, 115.
108 Cemal, s. 223.
109 Said, 1, 115-116.
çekerek M cM ahon’dan S torrs’un kendisiyle görüşm ek üzere
acele A rabistan’a gönderilm esini rica etti. M esaj şöyle bitiyor­
du: “ Faysal M ekke’ye ulaşır ulaşm az hareket başlayacak.”
Fakat H aziran’ın 5 ’inden önce, yani Storrs A rabistan kıyılarına
ulaştığında, H aşim îlerin plânları değişti ve ayaklanm anın tarihi
tekrar ileri b ir tarihe, H azir^n’ın 6 ’sından 10’una atıldı. İsyan,
M edine’de, artık M ekke’ye dönm eyecek olan, Ali ve Faysal
tarafından, M ekke’de H üseyin, T a if te A bdullah ve C idde’de
A rap Emiri Ş erif M uhsin tarafından eş zam anlı olarak başlatı­
lacaktı.110 H aziran’m 2 ’sinde A li ve Faysal, bazı hilelere başvu­
rarak gönüllülerle birlikte M edine’den sıvışm ayı başardılar ve
bölgedeki kabileleri kışkırtm aya başladılar.111 A ynı günlerde
T a if d e bulunan A bdullah ise, T ürk valisinin şüpheli bakışları
altında kabileleri bir ayaklanm a için gizlice hazırlıyordu.112
H aşim îler aceleyle sürdürdükleri hazırlıklarını tam am la­
dıktan ve T ürklerle bir anlaşm aya varm anın bütün olasılığının
ortadan kalktığından em in olduktan sonra A rap isyanını başlat­
tılar. 2 H aziran sabahı M edine’den ayrılm adan önce Faysal,
Fahri P aşa’ya, hüküm etin kendilerine karşı beslediği husum et
dolayısıyla, kendisi ve A li’nin M edine’ye dönm eyeceklerini
bildiren bir m ektup yazm ıştı. Faysal Fahri P aşa’ya bu m ektubu,
H üseyin’in Cem al Paşa ve S adrazam ’a yazdığı iki gizli telg­
rafla beraber gönderdi. H üseyin, O sm anlı yetkililerine çektiği
bu telgraflarında, daha önce ileri sürdüğü şartlar yerine getiri­
linceye kadar K anal’a yapılacak sefere katılm ayacağını yaz­
m ıştı.113 T ürklerden hiçbir cevap gelm eyince Ali ve Faysal 9
H aziran’d a M edine yakınlarından geçen dem ir yolunu kestiler.
E rtesi sabah, yani 10 H aziran’da, A rap güçleri H icaz bölgesin­
deki T ürklere saldırdı. A rdından M ekke’de E m ir H üseyin,
isyanın başladığını ilân etti.114

110 Stores, s. 169, 171.


111 Cemal, s. 224; Said, I, 116-117, 145.
112 Abdullah, s. 111-114; Said, 1, 146.
113 Cemal, s. 224-225. Cemal hatta Faysal’dan gelen apolegik bir telgraftan da
bahseder, fakat o bunu Fahri’nin gönderdikleri arasında saymaz.
114 Abdullah, s. 107-108, 114-116; Said, I, 117, 145-147. Abdullah’a göre, 9
Haziran’da demir yolunu kesmeden önce Faysal, Hüseyin’in daha önce öne
Birinci D ünya S avaşı’nın yarattığı ortam H üseyin’in isya­
na yönelm esinde kesin bir etkiye sahiptir. H üseyin ile İttihat­
çılar arasındaki çatışm a belki de yalnızca kuvvetle çözülebilir­
di; 1914 T em m uzunda bile H üseyin hâlâ, gücün kullanım ı
hususunda hüküm etle uzlaşm ayı tercih ediyordu. 1914’ün son
dönem lerinden 1916 H aziranına kadar geçen sürede H üseyin
tarafından takip edilen son derece ihtiyatlı politikalar; onun,
şartlar ne olursa olsun, isyan etm eye gönüllü olm adığını göste­
rir. Fakat, O sm anlı D evleti’nin savaşa girm esi bazı kararların
alınm asını zorunlu kıldı. E nver P aşa’nın hazırladığı plânlar
doğrultusunda savaşa girm ek, H aşim îlerin Türklere karşı ko­
num larının zayıflam asına ve H icaz’ın İngiliz baskısı altında
kalm asına ve hatta işgaline yol açabilirdi. Ö te taraftan, T ürkle­
re karşı gösterilecek herhangi bir m ukavem et, H icaz’ın Türk
birlikleri tarafından boyunduruk altına alınm asına yol açabilir­
di. H içbir şey yapm am a politikası ise, İngilizlerin ve Türklerin
baskı ve tehditleri dolayısıyla ve H üseyin savaşın sonunu hiçbir
tavır gösterm eden getirse bile, galipler her kim olursa olsun,
H icaz’da istedikleri her şeyi yapm a im kânında olacakları için
oldukça tehlikeliydi. H üseyin, A rap grupları ve İngilizlerle
yaptığı anlaşm alar dolayısıyla O sm anlı D ev leti’ne karşı olduk­
ça güçlü b ir konum elde etm işti. H üseyin’i yerinden etm e yo­
lundaki T ürk plânlarını öğrenm esi, onu harekete geçm eye sevk
etti. Fakat, böyle de olsa, H üseyin artan gücünü O sm anlı hü­
küm etiyle b ir anlaşm aya varm a noktasında oldukça başarısız
bir şekilde kullandı.

III

H üseyin hüküm et onun H icaz’daki E m irliği’nin geleceği­


ni garanti altına alm ayı reddettiğinde — 1916 baharında—
isyana kalkıştı. Şüphesiz, İngilizlerle yapılan görüşm eler, özerk
bir M ekke Em irliğinden daha fazlasının elde edilebileceği

sü rd ü ğ ü şa rtla r y erin e g etirilm ed iğ i ta k d ird e A ra p la rın ve T ü rk le rin savaş


hali iç inde o lacak ların ı ifad e e d en so n b ir te lg ra f g ö n d e rm işti C em al Pa-
ş a ’ya.
yolunda üm itlerin ortaya çıkm asına yol açtı. Fakat, Elie
Kedourie (Englcınd a n d the M iddle E ast, s. 52-57)’nin yaptığı
gibi, Ş e r ifin K itchener’in m esajında ifadesini bulan evrensel
halifelik hırsı yüzünden ayaklandığını ileri sürm ek haksızlık
olur. Y eni beklentileri her ne olursa olsun H üseyin, hâlâ E m ir­
liğinin babadan oğula geçen özerk bir Em irlik haline getirilm e­
si gibi savaş öncesi am açları hususunda O sm anlı ile görüşm eye
hazırdı. Bununla birlikte, H ilâfet, H üseyin’in m üzakerelerinde
gündem e getirdiği tek beklentisi değildi. A rap m illiyetçileri
K itchener ile eş zam anlı olarak H üseyin’e yanaştılar ve Ş erif
onlardan A rap krallığı veya belki de “sözcülüğü” dışında hiçbir
görevle ilgili olarak bir işaret alm adı. D em ek ki problem , Şe­
r if i n yeni beklentilerini zihninde nasıl oluşturduğunun belir­
lenm esidir.
K itchener’den “ H ilâfet İşareti” alan kişi, bu kurum un de­
ğeri ve doğası hakkında hiçbir bilgisi olm ayan birisi değildi. Bu
dönem de H üseyin’in görüşleri standart Sünnî İslâm görüşleriy­
di. Dünyadaki bütün M üslüm anları içine alan yegâne m eşru
m onarşi (yani klâsik ya da evrensel hilâfet) anlam ındaki bir
hilâfet anlayışı çok önceleri ortadan kalkm ıştı. Bunun, “ H ilâ­
fet” olarak adlandırm aya lâyık (elbette ki, eğer İlâhî hukuku
geçerli kıldılarsa) birkaç geçici hüküm darlık takip etti. Bu geçici
hüküm darlık ve halifelikler hiçbir suretle tüm M üslüm anların
tek m eşru devletleri olarak görülm ediler. V e zaten onların ba­
şındaki hükümdarlar da halifeler olarak kabul edilm em işlerdi. Bu
halifeliklerden birden fazlası aynı zam anda varlık gösterebili­
yordu. O sm anlı devleti de bu tip bir halifelikti.1’5
H üseyin’in, O sm anlı ve A vrupalı em peryalist politikalar­
da uygulandığı şekliyle, hilâfet m eselesine bakışı onun O rto­
doks yaklaşım larıyla uyum içerisindedir. Evrensel hilafeti
yeniden canlandırm aya yönelik herhangi bir düşünce,

115 Bu teori Hüseyin’in hareketlerini savunmak için yayınladığı bildirilerde


ortaya konmuştur. Hatta La\vrence’ye de bakın, s. 116-119. Bu dönemde
AvrupalIlar arasında Hilâtet’e ilişkin malûmat eksikliği Lawrence’in
(s.l 17) Hüseyin’in hilâfet anlayışım basit bir Şiî anlayışı olarak değerlen­
dirmesinde kendini ortaya koymaktadır.
Lavvrence’in 28 T em m uz 1917 ’de belirttiği gibi, yalnızca
“saçm a değil aynı zam anda küfürdür de.” B inaenaleyh, o ne bir
başkasının halifeliğini tasdik edibilir, ne de bir teori olarak bu
tü r halifeliğin varlığını kabul edebilirdi. A ncak H üseyin, M üs­
lüman bir lider tarafından ileri sürülecek bir halifelik iddiasının
birçok M üslüm anın nazarında anlam sız karşılanacağını bilm e­
sine rağm en, onun bir terim olarak ne anlam a geldiğini doğru
düzgün bilm eyen A vrupalı em peryalistlerin H ilâfet’e büyük bir
önem atfettiklerini görm ede fazla gecikm edi. Böylece, M üslü­
man bir yöneticinin A vrupalIlarla olan ilişkilerinde hilafeti bir
avantaj olarak kullanabileceğini düşündü. N itekim Şerif, H ilâ­
fet fikrinin A bdülhaınit’e İngilizler tarafından tavsiye edildiği­
ni, ancak onun bunu, İngilizlere karşı kullandığını düşünüyor­
d u ." 6
K itchener’in A rap hilafeti fikri, H üseyin için yeni bir fır­
sat yarattı. 14 T em m uz 1915 ’te Sir H enry M cM ahon’ın şahsın­
da İngiliz hüküm etine gönderdiği cevabında, ondan bir avantaj
olarak faydalanm ıştı. Ö ncelikli olarak, kendisinin titizlikle
tanım ladığı ve aynı zam anda A rap m illiyetçileri tarafından da
talep edilen sınırlar dahilinde A raplara bir bağım sızlık verilm e­
si yönünde İngilizler’den söz alm ak için uğraştı. Bu ricasının
sonuna “ İngiltere, bir A rap hilafetinin ilânını da uygun görm e­
lidir” cüm lesini de e k le d i."7 Bu talebin eklenm esi, daha önce
K itchener tarafından gayri resm î olarak verilen vaadin, İngilte­
re tarafından yasallaştırılm asını sağlam aya m atuftu. Y oksa
bunun, M üslüm anlarla ilişkilerde hiçbir önem i haiz olmayacağı
Hüseyin tarafından gayet iyi bilinm ekteydi.
Şu açıktır ki, H üseyin, K itchener tarafından büyük bir
şevk ile ortaya konm uş olan H ilâfet’e hakikî bir değer verm edi.
30 A ğustos tarihli m ektubunda M cM ahon, K itchener’in hilâfet
ile ilgili yorum larını zikrettikten sonra, hüküm etinin hilâfetin
tekrar A rapların eline geçm esini görm ek isteğini yeniledi. Di­

A.g.e., s. 117.
117 Cmd. 5957. s. 3. Arapça metin, muhtemelen, “Müslümanlar üzerinde bir
Arap Halifesi” diye tefsir eder: Said'deki resmî olmayan Arapça metne ba­
kınız, I, 131 ve krş.: Rossi, s. 21.
ğer taraftan Sir H enry, sınırlara m üdahale edilebilm esi için
vaktin henüz erken olduğ&nu düşünüyordu.118 Bu, H üseyin’in
kafasında tasarlam ış olduklarına tersti. Ö yle ki, 9 E ylül’de
gönderdiği cevabının 2 /3 ’ünü M cM ahon’un sınırların m üzake­
resi hususundaki isteksizliğini protesto etm eye ayırdı. T ekrar
tekrar talep ettikleri sınırların zaten A rabların üzerinde ikam et
ettikleri topraklar olduğunu ve onlar tarafından varlıkları için
zorunlu telâkki edildiğini yeniledi. A yrıca m ektubunda H ilâfete
de gönderm ede bulundu ve şöyle dedi:
D eğerli B akan, yegâne g erçek am aç, hayatın devam ı için
gerekli kaynakların garanti edilm esidir.
B unun yanında, A rapların talep ettiği sınırların hiçbiri ya­
bancı halkların yaşadığı b ö lgeler değildir. T am am iyle A-
rap halkının ikam et ettiği bölgelerdi. B unun dışındaki
herşey anlam sız kelim e ve Unvanlardan başka b ir şey ifade
etm eyecektir.
H ilâfete gelince, A llah onu tasdik etti ve in san lar d a ondan
m em nun o ld u .119

M cM ahon’ın bir A rap halifeliğini kabul edişi am a sınırla­


rın m üzakere edilm esini reddedişi karşısında Ş e r ifin cevabı
“ A raplar üzerinde yaşadıkları ve yaşam larını sürdürebilm eleri
için gerekli gördükleri toprakları istem ektedirler” oldu. A çıkça,
“anlam sız kelim e ve Unvanlar” kategorisine soktuğu
M cM ahon’m vaadine fazla itibar etm edi. E m ir’e göre hilâfet
M üslümanlara ve A llah’a bırakılabilir, am a savaş içerisinde olan
m üttefikler, bir an önce sınırlar m eselesini halletm elidirler.
N Bilindiği kadarıyla, H üseyin’in hilafeti İngilizlerle yaptığı
m üzekerelerde gündem e getirm esi bir vesile ile olm uştur. K a­
sım 1916’d a Emir, “ A rap ülkesinin kralı” Unvanını aldı. İngi-

118 Cmd. 5957, s. 4-5.


119 Bu adı geçen eserdeki resmî İngilizce çeviridir, s. 5-7. İktibas edilen bölüm
Said’deki resmî olmayan Arapça metindendir, Said, I, 134. Bu pasajın res­
mî İngilizce çevirisi (Cmd. 5957, s. 6) açıktır ki eksik bir çeviridir. Resmî
olmayan Arapça metnin resmî İngilizce metinle ve Ingiliz-Arap komitesinin
HUseyin-McMahon arasındaki mektuplar üzerinde önerdiği değişikliklerle
dikkatli bir karşılaştırması resmî olmayan Arapça metnin resmî olana çok
yakın olması gerektiğini göstermiştir.
lizler bu durum dan rahatsız olarak şiddetle protesto ettiler.
H üseyin, İngiliz hüküm etinin hilafeti ona verm e yönündeki
arzusu devam ettikçe, kendisine daha küçük bir ünvan verilm e­
sine karşı çıkm asının hiçbir anlam ının olm adığını söyledi. 25
A ralık 1916 tarihinde, K ahire’deki vekiline İngilizler’e sunul­
m ak üzere şunları gönderdi:
İlk olarak, bizim yeni Unvanım ız üzerine m ünakaşalar y a ­
pan m ajestelerinin vekillerine hürm etlerim i sun ve onlara,
isyanla ilgili olarak yaptığım ız g örüşm elerin başında bana
“A rap H ilâfeti” ile ilgili olarak söylem iş olduklarını ve
“A rapların Sultanı” ünvanını bize verm ek için nasıl —
R am azan ayının başında— bizim le ilişki kurm aya
çalıştıklarını anlat... K endileri, veraseten aktarılm ası
nedeniyle d aha etkin bir egem enliğe sahip “ A rap H ilafeti”
ve “ A rapların S ultanı” Unvanlarını bizim için uygun görüp
onaylam ışlardı. Bu ruhsatın bir sonucu olarak, “A rap
Ü lkesi”ne hasrettiğim iz Unvanım ızın, şim di bizler için
taşıdığı önem i kendilerine a çık la...120

H üseyin 12 K asım 1916’da S torrs’la yaptığı görüşm e sı­


rasında bunları dile getirm işti zaten. Storrs, H üseyin’in krallık
iddiasına şiddetle karşı çıkınca, H üseyin şöyle dedi: Söm ürge
valisi tarafından resm î olarak “H alife” diye adlandırılm ış oldu­
ğum için, bunun (krallık iddiasının) problem çıkarm ayacağını
düşünm üştüm . Zira, küçük olan paye zaten büyük olanın içinde
m evcuttur.12'
Bu yüzden H üseyin, İngilizler’le yaptığı görüşm elerde,
hilâfet m eselesiyle fazla ilgili görünm edi. Fakat acaba Hilâfeti
Türklerin elinden alm ak için bir girişim i oldu m u? 1915 ve
1916 yılları arasında Türklerle yaptığı uzun m üzakereler esna­
sında kesinlikle hayır. D iğer taraftan, savaşın sonlarına doğru
T ürkler ve H üseyin arasında doğrudan değil am a Faysal aracı­
lığıyla daha başka görüşm eler de gerçekleşm işti. Franz von
Papen tarafından A lm anya’nın İstanbul büyük elçisi Count

120 Said, I, 296; krş.: Kedourie, s. 55.


121 Storss, s. 200.
B e m s to rffa 24 M ayıs 1918’de yazılm ış bir m ektupta H ilâfet
ile ilgili bir ifade bulunm aktaydı:
T assim B ey gibi ordu kum andanı C em al Paşa d a H ilâfet
m eselesi halledilm eden de b ir anlaşm aya varılabileceği
hususunda ikna edildiler. M ekke ve M e d in e ’de Ş e r if e ö-
zerk bir konum verilm esi yeterli o lac ak tır.122

Bu pasajdan şu anlaşılabilir ki, görüşm eler esnasında, H ü­


seyin T ü rk ler’den halifelik istem iştir. 24 M ayıs’ta Papen bunla­
rı yazdığında henüz ne o ne de T ürkler H üseyin’in taleplerinin
ne olduğu konusunda bir bilgiye sahip değildiler. 18 Tem-
m ıız’da Papen, B e rn sto rff a bu sefer şunları yazıyordu: “G ö­
rüşm eler m uhaliflerim iz tarafından önerildikçe, her halükârda
ilişkilerim izde olum lu m esafeler aldığım ızı söyleyebiliriz.
A rtık onların taleblerinin ne olduğunu anlam ak m üm kün ola­
bilecek...”123 P apen’in M ay ıs’ın 2 4 ’ünde yazdığı m ektubu,
C em al P aşa’nın ve A lm anların A rapları yatıştırm ak niyetinde
oldukları gerçeğiyle daha bir açıklık kazanır; bu m ektup, büyük
ihtim alle, A lm an ve T ürk resm î m akam ları arasında H üseyin’e
sunulm ası düşünülen m uhtem el şartlar ile ilgili görüş alış veri­
şini yansıtm aktadır, yoksa H üseyin’in ileri sürdüğü önerilerin
yorum unu değil. İngiliz resm î m akam ları gibi O rtodoks Sünnî
düşünceyi tam olarak anlayam am ış A lm anlar ve İttihadçılar;
H ilâfetin, m ücadelelerinde büyük bir koz olabileceğini düşün­
düler. Fakat onların düşünceleri H üseyin’e isnat edilm em elidir.
P apen’in 24 M ayıs’ta yazdığı m ektubunda geçen, “Cem al Paşa
H ilâfet m eselesi halledilm eden de H üseyin’in M ekke ve M edi­
n e’de kendisine özerk bir yönetim tanınarak tatm in edilebile­
ceğine inanıyor” şeklindeki ifadesi oldukça önem lidir. Cem al
Paşa bu inancını üzerine bina edecek oldukça sağlam tem ellere
sahipti. A slına bakılırsa zaten bu da, H üseyin’in Türklerle

122 Count Beinstorff, The M en in in o f Count Bernstorff, Ing. Çev. Eric Sutton
(Londra ve Tronto: William Heinemann Ltd., 1936), s. 179, krş.: Kedourie,
s. 56.
123 Bernstorff, s. 181. Arap raporu ve vesikaları için, bkz.: Said, I, 311-314, ki
bunlar Faysal’ın Cemal Paşa’nın isteği üzerine düzenlediği görüşmelerin
Haziran ya da Ağustos sonuna kadar başlamadığını göstermektedir.
yürüttüğü uzun m üzakereler sonucunda ulaşm ayı hedeflediği
ve gerçekleşm em esi ile A rap ayaklanm asına yol açan sonuçtu.
H alifelik m eselesinin geçtiği bütün görüşm elerin tetkiki
gösterm iştir ki, H üseyin halifeliği, bir pazarlık unsuru olm anın
dışında başka hiçbir am aç için değerli görm edi. Tersine, İngi­
lizlerin kendisini A rap kralı olarak tanım aları ve desteklem eleri
için tekrar tekrar teşebbüste bulundu.
H üseyin, m illiyetçilerin istedikleri bölgeler üzerinde Arap
egem enliğini tanıyacaklarına dair İngilizler’den söz alm aya
çalıştı. M cM ahon’la olan m ektuplaşm alarında K ilikya’nın
dışarda bırakılm asını kabul etm işti. Fakat Fransız isteklerini
tartışm ayı savaş sonuna bırakm aya istekli görünse de, üzerinde
durulan diğer bölgelere ilişkin A rap iddialarından vazgeçm eyi
reddetm işti. 28 A ğustos 1918’de İngiltere’ye gönderdiği bir
m em orandum da kendisinin ve A rabların isteklerini üstüne basa
basa yeniden dile getirdi. H üseyin’e göre, İngilizler, K ilikya
dışında ilk m ektubunda M cM ahon’dan talep ettiği bölgeler
üzerinde bağım sız bir A rap devletinin kurulm ası noktasında
kendisiyle hem fikirdiler.124
H üseyin’in A rap bağım sızlığı için ısrarı yabancı nüfuzu­
nun b ertaraf edilm esi noktasında değildi. B asra ve B ağdat’ta
İngiliz m enfaatlerini garantileyen özel düzenlem elerin yapıl­
m ası yönündeki M cM ahon’m şartını kabul etm işti. Fransızların
taleplerinin tartışılm asının savaş sonuna bırakılm asına karar
verdi ve bu karara uym ayarak Fransızları ajite eden Kahi-
re ’deki tem silcisini azarladı. B ununla birlikte, 1917 M ayısında,
Sykes-Picot antlaşm asının genel hüküm leri hakkında Fransız
ve İngilizlerden bilgiler aldıktan sonra hedefini daha da netleş­
tirdi. S uriye’nin kuzey batısında belli bazı bölgelerinde Fran-
sızlara özel konum lar verm eye, Fransızların, bu bölgelerin

124 Memorandum için bkz.: Wahbah, s. 318-320, 161: Great Britain, Foreign
Office, Documents on British Foreign Policy, ed. e. L. Woodward ve
Rohan Butler, İst ser., I (Londra: H.M.S.O. 1952), 414, 418-419; Amin
Rihani, M ulûk al-ıırab. 2. ed. (Beyrut: Yusuf Şadir, 1929), I, 60-61
(Ent’lished a s Around the Coasts o f A rabia [Londra: Constable and Co.,
1930], s. 111-112, vesikanın İngilizce versiyonu ne tam ne de kesindir).
Kaıııpffmeyer in Mit. Sem. Or. Sp„ XXVI-XXVII (1920), 128-130.
A rap devletinin egem enliği altında olduğunu kabul etm eleri
şartıyla razı oluyordu.125
Bütün bunlarla H üseyin, önce İngilizlerin sonra da Fran­
sızların, A rap m illiyetçilerin hak iddiasında bulundukları böl­
geler üzerinde A rap bağım sızlığını tanım alarını sağlam aya
çalıştı. V e yine, bu bölgeler üzerindeki krallığının İngilizler
tarafından tanınm asını ve desteklenm esini sağlam ak için uğraş
verdi. Bu yolda ilk adım ı, K asım 1916’da kendisini “A rap
ülkesinin kralı” olarak ilân etm ekle attı.126 Ü nvan, içerik olarak
m uğlak olm asına (belki de baştan) ve “A rabistan’ın K ralı”ndan
başka hiçbir anlam ı olm am asına rağm en, İngilizleri oldukça
tedirgin etti.127 İngilizlerin protestosuna rağm en Ş e r ifin yeni
ünvanı üzerindeki ısrarı, önem li bir ih tilâf yarattı. Fakat sonun­
da “ H icaz K ralı” Unvanında bir anlaşm aya varıldı.128 Belki bu,

125 Hüseyin’in tavrı ve isyanın başlamasından sonraki Fransız iddialarına


ilişkin görüşmeler için bkz.: Kedourie, s. 39-40, 97, 112 ve onun bu mater­
yali kullanışını karşılaştırınız. Kedourie’nin kendisi için problem ettiği şeye
dair ortaya koyduğu sonuca, yani Sykes-Picot Antlaşması McMahon’un
Hüseyin’den talep ettiklerine ters değildi ve bu antlaşmanın şartları Hüse­
yin’den veya diğer ilgili Araplar’dan saklanmamıştı şeklindeki neticeye ben
de katılıyorum. Kedourie’nin, Hüseyin’in tavrını, “O anlaşmayı protesto
etmedi” şeklinde değerlendirmesine kanlamam. Bu, yalnızca Hüseyin’in
hareketlerinin bir bölümünü göstermekte, Hüseyin’in McMahon’la yaptığı
görüşmelerde belli bölgelerin dışarda bırakılmasını asla kabul etmediğini ve
bunu protesto etmiş olduğunu atlamakta ve Sykes ve Picot, Hüseyin’i ant­
laşmadan haberdar edince, onun bu bölgelerdeki Arap hakimiyetini tanı­
maları noktasında Fransızları ikna edebilmek için nasıl ortamın avantajla­
rından faydalanmaya çalıştığı gerçeğini es geçmektedir.
126 Bildirinin metni, RMM , XLVII (1921), 24-27.
127 Ülke al-bitad ul-arabiyah diye adlandırılmıştır ki İngilizceye her zaman
yapılageldiği g it' “Arap Ülkeleri” diye çevrilebilir. Fakat 1916’dan itibaren
“bilad” genel olarak “bir ülke” diye anlaşılmaya başlanmıştır. Morfolojik
olarak, kelime beled/beladeh’ın çoğuludur, “kasaba, bölge, yöre.” Fakat
klâsik literatürde bile “bir ülke” anlamına geliyordu: E. W. Lane, An
Arabic-English Lexicon, 1, (Londra: 1863), s.v. “balada: baladun.” Bu ke­
limenin “bir ülke” diye 1916 öncesindeki kullanımı için bkz.: Muhammed
Abduh, al-Islaın wa a l-n a m m iyya h m a ' a l-'ih n wa al-m adaniyah, ed.
Muhammed Reşid Rıza 7. ed. (Kahire: al-Manar, 1367H/1947-İ948), s.
134,210. Bilad al-‘arab’a çok yakın bir deyim “the Lands o f the Arabs” (A-
rapların Vatanı)’dır ve bu deyim McMahon’un Hüseyin’e gönderdiği ilk
mektubunda geçmekledir (Arapça metin için W ahbah’a bakınız, s. 154).
128 Storss, s. 192-200; Said, 1, 293-308.
H üseyin’in daha küçük bir ünvana razı olm ası anlam ına gele­
cektir, am a o tutkularından henüz vazgeçm iş değildi. D efalarca
İngiliz m illetvekillerine, kum andan D. G. H ogarth tarafından
özlü bir şekilde özetlenen şu görüşü iletti. “ Şu açıktır ki, kral,
A rap Birliğini kendi krallığıyla eş anlam lı görüyor...”129
H üseyin’deki h ed e f değişim inin (yani A rap ülkesinin
krallığından, H icaz Kralı ünvanına razı oluş) nedeni, A rabçılık
düşüncesindeki dönüşüm idi. Savaşın başlangıcından önceki
dönem de A rap m illiyetçilerine çok az ilgi gösterm iş olan Hü­
seyin, ayaklandıktan sonra da m illiyetçi teorilere pek itibar
etm edi. M üslüm anlara ve hem şehrilerine yönelik hazırladığı
bildirgelerinde m illiyetçi fikirlere yer verm edi. M illiyetçi bir
A rap ideologun, ilk bildirisini yeniden kalem e alm asına yöne­
lik teşebbüsünü de geri çevirdi. İsyan geleneksel İslâm î politik
teorilere başvurularak m eşru gösterilm eye çalışıldı. K endisini
kral diye adlandırm aya başladığında “m illî” ve “vatansever”
terim lerini kullanm ıştı, fakat bu terim lerin hukukî geçerlilikleri
yine de geleneksel İslâm î argüm anlarla desteklenm eye çalışıl­
m ış ve bölgesel uygulam alarının nasıl olabileceği tanım sız
bırakılm ıştı.
H ırsının artm asından ziyade H üseyin’in am acında bir d e­
ğişiklik oldu. Y eni politikası bir bakım a eskisinin devam ıydı.
H er ikisinde de tem el am aç, M ekke E m iri’nin yakın kom şuları
üzerindeki üstünlüğünü sağlam ak ve garanti etm ekti. G erçek­
ten de O sm anlIlarla ilgisini kestikten sonra Şerifin kafasındaki
ilk h e d e f bu idi. İngiliz ve hatta Fransızlara A rap devletinin
içerisinde birtakım im tiyazlar tanım aya hazırdı. Hatta, Fran­
s ız la rın S uriye’nin A rap devletinin sınırları içerisinden çıka­
rılm asına dair taleplerine de ses çıkarm ayabilirdi. A ncak her
şeye rağm en A rap kom şuları üzerinde hegem onya kurm aya
yönelik çabalarından vazgeçem ezdi. N itekim , K ahire’deki
tem silcisine sürekli olarak Suriye m eselesini kurcalam am ası
için em irler yağdırıyordu. Ç ünkü kendisi A rabistan’da hakim i­

129 Krş.: Kedourie, s. 56, n. 2.


yet m eselesini halletm ek derdindeydi ve hiçbir şeyin bu çaba­
sını zedelem esini istem iyordu.
A rap kom şularına karşı güçlü bir desteğe ihtiyacı olduğu­
na inanıyordu. E l-İdrisî’den şüphelenm ekle beraber bütün
dikkati büyük bir tehlike olarak gördüğü, A bdülaziz İbn Suud
ve fanatik V ahhabiler üzerindeydi.130 “A rap ülkesinin kralı”
Unvanı, İngilizlerin onun rakipleri üzerindeki egem enliğini
tanım alarını sağlam aya yönelik bir teşebbüstü. Ü nvan m esele­
sinde İngilizlerin itirazlarına ses çıkarm asa da, daha sonra (4
M art 1917) İngiltere’nin el-İdrisî ve İbn Suud ile anlaşm alar
yapm asını resm en kınadı. Ş e r if e göre İngilizlerin bu hareketi
aralarındaki anlaşm aya tersti. Ü stelik bu, uğrunda isyana giriş­
tiği “Yüce H e d e f’in gerçekleşm esine engel de olabilirdi.131
Onun İngilizlerden istediği tek ve en önem li şey rakip e-
m irleri hüküm ranlığı altına alm ası ve böylece tutabilm esi için
İngilizlerin ona destek olm alarıydı. A ncak, A ğustos 1918 ’de
İngilizlerden istediklerini özetlerken, onların A rap bölgelerinin
bağım sızlığını tanım ış olduklarını iddia etm ekte pek zorlandı.
İngilizlerin vaadlerini özetlem eye şu sözlerle başladı: “(1)
Büyük B ritanya, kelim enin tam anlam ıyla bağım sız bir Arap
hüküm etinin bu bölgelerde kurulm asını taahhüt eder...”
Sonra da şöyle devam etti:
Bu hüküm et, yapılan antlaşm alardan d oğan haklara sa y g ılı
olm ak v e onları korum ak adına gerek en i yap ab ilm ek için
bu b ö lg elerd e yaşayan herhangi bir A rap ile B ü yü k B ri­
tan ya’nın y a p m ış o ld u ğ u bütün antlaşm alara u yacağın ı ta­
ahhüt eder.
(2 ) B ü yü k Britanya, bu hüküm eti, iç işlerin e yap ılacak her
türlü m üd ah aleye karşı koru yacağın ı ve kara v e d en iz s ı­
nırlarının g ü v en lik altına alacağın ı taahhüt eder. O kadar
ki, bazı düşm anların entrikalarının v e y a bazı em irlerin
çek em em ezliğ i so n u cu bir dâh ilî isyan patlak verirse bu a-
dı g eçen hüküm et (İn g iltere) isyan bastırılın caya kadar

130 Hüseyin ve çocukları, 19 1 7’nin başından sonuna kadar İngiliz yetkililere,


el-İdrisi’ye olan ilgilerini ve İbn Suud’a ilişkin saplantılarını açıklamışlardı;
bkz.: Lawrence, s. 6 1 ,6 7 ,9 6 -9 7 , 115-116, 124-126, 145-147, 153-154.
131 Krş.: Kedourie, s. 55-56.
m addî ve m anevî desteğini bizden esirgem eyecek. A ncak,
elbetteki bu yardım , belli bir süreye, A rap hüküm eti
teçhizatlanm asını tam am layıncaya kadar olacak tır,132

A yaklanm a süresince H üseyin’in takip ettiği politika, bir


önceki politikasının doğal bir uzantısıydı. B ütün dönem lerde
öncelikli hedefi H icaz’daki konum unu sağlam laştırm ak ve
kom şuları üzerindeki otoritesini genişletm ekti (ya da en azın­
dan onları kontrol altında tutm aktı). Savaştan önce bu am açla­
rına ulaşm ada O sm anlı D evleti’nin m addî desteğine ve onun
yasal tem silcisi olm a gerçeğine güvenebilirdi. Fakat, ayaklan­
m a O sm anlI’nın yerine bir başkasının desteğinin bulunm asını
gerektirdi. İngilizler m addî kaynak sağlayabilirlerdi, ancak
O sm anlI’nın yasal tem silcisi olm anın getirdiği im kanları ona
verem ezlerdi. D olayısıyla, m uhataralı kom şuları üzerinde bir
egem enlik kurabilm ek için m illiyetçi cem aatlerin hedeflerini
benim seyerek A rap ulusu üzerinde bir krallık elde etm eye
çalışm alıydı.

IV

H aşim î siyaseti M ekke E m iri’nin m aruz kaldığı politik


gerçekler tarafından belirlendi. Kendi ihtirasları bir tarafa — ve
o, tıpkı çağdaş akranları gibi büyük bir ihtim alle kendini büyük
gösterm eye çalışm ıştı— M ekke Emiri olarak H üseyin’in ko­
num u birçok güç tarafından tehdit edilm iştir. İttihadçılar, m er­
kezî bir hüküm et oluşturm a yolundaki kararlarıyla H üseyin’in
geleneksel otoritesini daim kılm ak ve onu ailesi için bir miras
haline getirm e istekleri önündeki en büyük engeldiler. Ü stelik
H üseyin’in, atacağı yanlış bir adım ın yaratacağı im kânlardan
faydalanm ayı bekleyen Ali H aydar gibi rakip akrabaları da
vardı. Kendi başlarına çok büyük bir tehlike değillerdi, fakat
İstanbul tarafından düzenlenecek bir etrikada kullanılabilirler
veya H icazlı kabile üyelerinin gizli plânlarına alet olabilirlerdi.

132 Walıbah, s. 161. Şerif, rakip emirler hakkında taşıdığı endişeyi 18 Sefer
1337/23 Kasım I918’de ortaya attığı “Arap Birliği Projesi”nde dile getirdi.
Wahbah, s. 196,316.
Bu sonuncular, her türlü otoriteye karşı sürekli bir kızgınlık ve
küskünlük hali içerisindeydiler ve ancak güçlü ve hakim bir
otorite tarafından sürekli kontrol altında tutularak hizaya geti­
rilebilirlerdi. H icaz’ın sınırlarının kabile topraklarına dek ge­
nişletilm esi H üseyin’in rakipleri el-İdrisî ve İbn S uud’un etki­
sini gösteriyordu. Bu ikisinin siyasî güçleri, d inî gayretleri
harekete geçirm eye dönük propagandaları sayesinde, yeniden
kuvvet kazanm ıştı ve H üseyin için açık bir tehlike arzediyordu.
A rabistan’ın bu yenilm esi zor güçleri karşısında O sm anlı­
cılık M ekke Em iri için oldukça avantajlı bir politikaydı. K abile
reislerinin ve rakip em irlerinkine nazaran, O sm anlı çıkarları
H üseyin’inkiler ile daha çok uyuşuyordu. O sm anlı hüküm eti,
hacıların ve kutsal şehirlerin korunm asını büyük bir prestij
m eselesi olarak gördükçe, hacıların güvenliği için ciddî bir
tehdit oluşturan kabilelerin kontrol altına alınm aları, M ekke
E m iri’nin sınırlandırılm asından daha da öncelikli olm uştur.
H üseyin kendi açısından, O sm anlı S ultanı’nın İbn Suud ve
İdrisi üzerindeki sultasına sem pati ile yaklaşıyordu. D olayısıy­
la, H üseyin için O sm anlı H üküm eti, rakiplerini kontrol altında
tutm a çabasında bulunm az bir yardım cı idi. Bu yüzdendir ki,
O sm anlı H üküm eti’nin askerî güçleri ve parası yanında olm asa
bile Emir, S ultan’ın sadık kölesi olarak hareket etm ekten geri
durm azdı.
H üseyin için O sm anlıcılık, S ultan’ın hüküm eti ona belli
bir otorite ve özerklik sağladığı sürece anlam lıydı. Em ir, O s­
manlI H üküm eti’nin iç karışıklıkları ve dış problem leri dolayı­
sıyla kendisi için gerekli gördüğü otoriteyi kurm ada hiçbir
engel ile karşılaşm adı. Jön T ürkler’in siyaseti, M ekke Em irliği
gibi özerk yönetim lerin kökünü kazım a am acındaydı. Fakat Jön
T ü rk ler’in im kânları, önlerine koydukları hedefleri gerçekleş­
tirm ek için yeterli değildi. M erkezîleştirm e çabaları ve dış
karışıklıklar O sm anlı H üküm eti’ni, askerî gücünü çok geniş bir
alana oldukça yetersiz bir biçim de yaym ak durum unda bıraktı.
D em ir yollarının uzatılm ası ve köleliğin yasaklanm ası gibi
m odernleştirici önlem ler, kabilelerin çıkarlarını tehlikeye sok­
tuğu için kabile reislerinin E m ir’e yanaşm alarını sağladı. Bu
ise, O sm anlI’nın H icaz’daki m üşküllerinin ikiye katlanm ası
dem ekti. D olayısıyla Jön T ürkler’in politikaları H üseyin için
önem li tehlikeler içerse de bunlar fiilî değil potansiyel tehlike­
lerdi ve A rabistan’daki daha önem li tehlikelerin yanında çok da
kayda değer şeyler değillerdi.
İttihadçıların M ekke E m iri’nin hoşuna gitm eyen plânları­
nı uygulam a çabaları, im paratorluk içindeki m uhafazakâr güç­
ler tarafından da hoş karşılanm adı. Jön T ürkler, daha m uhafa­
zakâr unsurların yavaş am a etkili m uhalefetiyle karşılaştılar.
D olayısıyla H üseyin, İttihadçıların H icaz’daki hareket alanları­
nı sınırlandırm ada “ Eski T ürkler”in yardım ına güvenebilir,
hatta İttihadçıların “kafa dengi” m uhafazakârlar tarafından
yerlerinden edilm elerinin imkânını arayabilirdi.
H üseyin’in O sm anlıcılık politikası tutarlı idi. A rap rakip­
lerine karşı O sm anlı H üküm eti’yle, Jön T ürkler’e karşı ise
“ Eski T ürkler’Me iş birliğine gitti. İdeolojik düzlem de siyaseti­
ni, geleneksel O sm anlıcılığın, A rap fesat ve hizipçilerine ve
Jön Türklerin ateistliğine karşı verdiği ideolojik m ücadelesi
olarak tanım lam ıştır. H üseyin’in O sm anlıcılığa ve sıklıkla
vurguladığı İslâm ’a olan bağlılığı şüphe götürm ez. K endisinin
tesbit ettiği ideolojik konum u siyasî ilgileriyle uyum içerisin­
dedir; dolayısıyla, birçok çağdaşı gibi o da, H ristiyan A vru­
p a’nın politik ve entelektüel saldırılarından İslâm ’ı korum anın
tek yolunun M üslüm an bir O sm anlı D evleti’nden geçtiğine
sam im iyetle inanıyordu. A kıldan çıkarılm am alıdır ki, onun
dönem i Pan-İslâm izm in revaçta olduğu bir dönem di. Ö yle ki,
A rabçılık taraftarları dahi, doktrinlerini İslâm ’a referans yapa­
rak savunm aya çalışıyorlar ve A rap uyanışının İslâm î uyanışın
zorunlu ilk şartı olduğunu söylüyorlardı.
Jön T ürkler, T ürk devletinde etkin b ir unsur oldukları sü­
rece O sm anlıcılık H üseyin için önem li bir risk taşıyordu. Bu
risk, O sm anlınm H aşim îlerden Birinci D ünya Savnşı’na katıl­
m alarını istediğinde daha bir arttı. Savaşın başlam ası berabe­
rinde, Jön T ürkler ve H üseyin arasında yeni bir krizi ve çatış­
mayı da getirdi. Bununla birlikte, T ürklerin A rabistan dışında
kalan bölgelerdeki m eşguliyetleri, H üseyin’e bir oyalam a poli­
tikası uygulam a imkânı vererek açık b ir kopm anın gerçekleş­
m esini engellem iş olabilir. Savaşın ilk yıllarındaki sonuçlarına
bakarak oyalam a politikalarına devam etti H üseyin. Fakat bir
m üddet sonra İngilizler de H icaz’a ilişkin iddialarda bulunm a­
ya başladılar ve böylelikle O sm anlı ve İngiltere arasında kalan
H üseyin bir karara varm ak zorunda kaldı. Bu dönem de H üse­
y in ’in oğlu A bdullah hususi bir önem i h aiz şu düşünceyi öne
sürm üştü: “ H aşim îler tarafsız kalm ayı becerseler bile, savaşı
kim kazanırsa kazansın H icaz üzerinde birtakım istekleri ola­
caktır.” Ü stelik savaş yeni im kânlar da doğurdu. İlk defa olmak
üzere Hüseyin, İttihadçılardan kurtulmasını sağlayabilecek ve
hatta ona, H icaz’ı ve komşularını kontrol etm e noktasında yardım­
cı olabilecek yeni bir müttefik bulmuştu. Bu şartlar altında, Hüse­
yin ve İngiltere tarafından desteklenen Arapçılık, Osmanlıcılığa
karşı pratik bir alternatif idi.
Y eni baskılarla kışkırtılm ış, yeni im kânlarla beklentilere
girm iş H üseyin, m eseleleri daha bir uç noktaya taşıdı. O sm an­
lıcılık ve A rapçılık arasındaki seçim de, politik realiteler —
soyut düşünceler değil— büyük bir önem i haizdi. A rapçılığın
askerî potansiyeli H üseyin’in kararında önem li bir rol oynam ış
olam azdı. Z ira o, F aysal’ın ayaklanm aya karşı çıkm asına yol
açacak kadar gerilediği bir dönem de isyana girişti. A slında,
Em ir hâlâ O sm anlıcılığı tercih ediyor görünüyordu. Yeni
im kânlarını Türklerle bir antlaşm aya varabilm ek için kullanm ış
ve yalnızca bu çabaları başarısız olduğunda isyan etm işti. Belki
de, İngiliz güçlerinin Irak’ta ve Ç anakkale’deki yenilgileri onu,
A rapçılığın ve O sm anlıcılığın göreceli cazibelerinden daha çok
etkiledi. D ikkatini verdiği en önem li konu elbetteki kom şuları
ile olan problem leriydi. T ürklere en son gidişi ve onlara karşı
isyana kalkışm ası ortak bir am aca sahipti. T ürklerle anlaşm aya
varm ak için yaptığı son teşebbüsünde, ancak H icaz’ın doğu­
sundaki bütün düşm anlarının işini bitirdikten sonra İngilizlere
karşı savaşa girebileceğini söylem işti. İsyan ettikten sonra ise,
yeni m üttefiklerini, A rap rakipleri üzerinde üstünlük kurm asına
yarayacak birer güç olarak kullanm aya başladı.
A rap isyanı, m illiyetçiliğin A raplar arasında gelişm esini
sağlayan önem li bir adım dı. Bu, bağım sız bir güç olarak Arap
m illiyetçiliği A rap isyanının kökeninde ufak bir önem e sahip
olsa da böyledir. A rabçıliğin siyasî program ını Ş erif Hüseyin
hazırladı ve uygulam aya koydu. İsyanın kökeni, A rap m illiyet­
çiliğin gelişm esi ve yayılm asının incelenm esinde önem li bir
vaka çalışm ası sunm aktadır. Bu vakada ne m illiyetçilik fikrinin
cazibesi ne de sın ıf çatışm ası ve değişim i önem li bir etkiye
sahiptir. H üseyin’in politikaları çatışm anın gereklerini yerine
getirm ek için plânlanm ıştı. A ncak, söz konusu olan çatışm a,
A rap toplum u ve O sm anlı yönetici sınıfındaki rakip unsurlar
arasında gerçekleşen bir çatışm a idi. O sm anlıcılık,
İttihadçıların m erkezîleştirm e politikalarının doğurduğu tehli­
keyi b ertaraf etm ek için savaşa kadar kabul edilm iş bir politi­
kaydı. D aha sonra A rapçılık kabul edildi. Fakat A rapçılık,
M ekke’nin H aşim îleri için, O sm anlıcılığın daha önce ifa ettiği
görevin bir benzerini yerine getirm ediği sürece anlam lı değildi.
Bu am açlar arasında önde geleni, M ekke E m iri’nin konum u­
nun, rakiplerinin — T ürkler kadar A rapların da— tehditlerine
karşı güvence altına alınm ası idi.
A rap m illiyetçiliğinin gelişim inde. A rap isyanı olarak ad­
landırılan bu aşam a, Birinci D ünya S avaşı’nın H icaz’da çıkar­
ları keşişen birçok farklı politik güç üzerinde yarattığı etki
sonucunda ortaya çıkm ıştır. D olayısıyla, H aşim îlerin yüzlerini
A rapçılığa çevirm eleri, yönetici sın ıf içerisindeki bir züm renin
(H aşim îlerin) yine aynı sın ıf içerisindeki rakipleriyle girdiği
m ücadelesinde bir araç olarak kullanılm ak üzere yeni bir ideo­
lojiyi (m illiyetçiliği) benim sem esi olayıdır.
İKİNCİ BÖLÜM

ABDULLAH İBN-İ HÜSEYİN,


LORD KİTCHENER VE
ARAP AYAKLANMASI DÜŞÜNCESİ

1914 T em m uz’undan itibaren, M ekke Em iri Ş erif H ü


y in ’in ikinci oğlu A bdullah, T ürkiye’den tüm den kopuşun
gerekli ve faydalı olacağını düşünm eye başladı. Babası ve
kardeşiyle, bu m eseleyi tartıştıkları aile toplantılarında, Türk-
ler’den ayrılm anın gerekliliğini şiddetle savunm uştur. A bdul­
lah, H icaz A raplarının, Suriye ve Irak’taki A rap askerî birlikle­
rinin yardım ı ve İngiltere ile diğer ilgili güçlerin diplom atik
desteğiyle, T ürklerin H icaz’ı kontrolleri altına alm a girişim le­
rini engelleyebileceğini iddia etm iştir. H acıların tutuklanm a­
sıyla, M ekke Em iri ve Ş erifi’nin, A vru p a’nın diplom atik deste­
ğini kazanabileceğini düşünüyordu. A bdullah’ın plânı işlerse,
ilgili devletler (H ollanda, Fransa ve özellikle İngiltere), tutuk­
lanan hacıların tem silcileri olarak serbest bırakılm aları için
Bab-ı A li’ye baskı yapacaklar ve söz konusu girişim lerden
sonuç alam ayınca doğrudan H üseyin ile irtibata geçm ek zorun­
da kalacaklardı.* İstanbul’daki çabaların sonuç verm esinin
ardından, doğrudan H üseyin’e yaklaşm ak zorunda kalacaklar­
dı. G elecekte “T ü rkiye’den bağım sızlık konusunda büyük
güçlerce verilen söz” karşılığında, zikredilen devletlerin istek­
lerini kabul etm e konusunda daha istekli olacaktı. H üseyin’in
d iğer çocukları Faysal ve Ali, T ü rk iy e’nin çok güçlü olduğu
gerekçesi ile bu plâna itiraz ettiler.'

Bu plâna ait ayrıntılı bilgi için Birinci IJölüm’ün 29. sayfasına bakınız— ç.n.
1 Aralık 1916’da Faysal ve Nisan ı'JIT’de Abdullah tarafından T. E.
Lawrence’a verilen bilgi: T. E. Lavvrence, Secret Desputches fr o m Arabitı,
A bdullah’ın bu düşünceleri hangi aşam alardan gerçerek
ve ne zam an geliştirdiği ya da bu gelişm enin arka plânına iliş­
kin henüz bir belge yoktur. K esin olarak söylenebilecek tek
şey, T em m uz 1914 ’de bunların A bdullah’a ait görüş ve teklif­
ler olduğudur. Ö te yandan plânın ekseriyetle Suriye ve Irak’ta
koşullandırılm ış T ürk ordularındaki A rap kuvvetlere ve İngilte­
r e ’nin başını çektiği güçlerin diplom atik desteğine dayanm ası­
nın gösterdiği gibi A bdullah’ın, A rap m illiyetçileri ve İngiliz
yetkilileri ile kurduğu tem aslardan önem li ölçüde etkilendiği­
dir. H üseyin’in, kabineye girdiği andan itibaren, T ürk hakim i­
yetinden m üm kün olduğunca kurtulabilm e niyetine ve Türk
hüküm etinin H icaz’ı T ürk eyalet sistem ine dahil etm eye çalış­
m ası er ya da geç H üseyin ile T ürkler arasında bir bölünm e
olacağını H aşim îler’e hatırlatıyordu. Fakat şu soru hâlâ yanıt-
lanam am ıştır: A bdullah’ın zihnindeki bağım sızlık düşüncesinin
gelişim inde, A rap m illiyetçileri ve M ısır’daki İngiliz yetkilileri
ile ilişkilerinin rolü tam olarak nedir?
Bu sorunun, en çok kabul gören cevabı, bu düşüncenin
oluşum unda A rap m illiyetçileri ile tem aslarının belirleyici
olduğudur. A bdullah, gizli bir A rap siyasî örgütünün üyesi olan
bir A rap m illiyetçisi idi ve 1914’den çok daha önce, ailesinin
A rap ulusal bağım sızlık hareketinde öncü rolü üstlenm esi ge­
rektiğine inanıyor ve babasının hareketin lideri olm ası için
uğraş veriyordu. U lusal bağım sızlık talebi ile m otive olan ve
T ürklerden kopm aya karar veren Em ir, O sm anlı devletine karşı
y apılacak bir A rap hareketi karşısındaki m uhtem el tutam larını
öğrenm ek üzere M ısır’daki İngiliz tem silcilerini arayıp buldu.2
A ncak A bdullah, anılarında A rap m illiyetçilerinden pek bah-
setm em ekte, bir A rap gizli teşkilatının üyesi olduğunu açık bir
şekilde ifade etm em ektedir. O nun esas üzerinde durduğu konu,
O sm anlı devletinin İslâm î çizgisini sürdürdüğü (A ntonius’tan

A. W. Lavvrence, (Londra: Golden Cockerel Press, tarihsiz), s. 52, 96 (Ab­


dullah’tan alıntı); ve 1933 ilkbaharında Faysal tarafından, Bayan Steuart
Erskine, King Faisal o f lraq, (Londra: Hutchinson and Co., 1933), s. 38,
40-41. Bkz.: s. 30-31.
2 Özellikle bkz.: George Antonius, The Arab Awakening, (Philadelphia:
Lippincott, 1939), s. 126-128.
farklı olarak A bdullah, II. A bdülham it’ten az fakat olum lu
olarak bahsetm ektedir) ve H aşim îler O sm anlı devletinden
kopm a düşüncesinden kaçındığı sürece, ailesinin O sm anlı
devletine bağlılığının devam edeceğidir. H icaz’ın, Ş e r ifin ve
M ekke E m iri’nin özel konum u ve İm paratorluk’un geleneksel
İslâmî yapısı konularında, İttihatçı hükümetlerin kadimden gelen
tarihsel dokuyu yıkıcı tavırları karşısında ailesinin taham m ül
ettiğini belirtir. Son olarak, A bdullah L ord K itchener’in kendi­
siyle y ap tığ ı açılış konuşm alarında onu öncü olarak takdim
eder ve T ü rk iye’nin rahatsızlığına rağm en, İngiltere’nin H üse­
y in ’in M ekke Em iri sıfatını kazanm a konusundaki ısrarlı ça­
balarına işaret eder.3
A bdullah, T em m uz 1914’den önce, A rapçılık düşüncesine
dönüş yapar. A rap m illiyetçiliği hareketinden ilk defa, 1909’da
A ta el-B ek rî’nin4 konuğu olarak gittiği Ş am ’dan dönüşünde
Suriyeli hacılara eşlik ederken haberdar olur. A bdullah, bir
m illetvekili olarak bulunduğu İstanbul’da, A rapların ulusal
bağım sızlık hareketine önderlik yapm ası için babasını ikna
çabalarına destek veren A rap liderleriyle sık sık görüşüyordu.5
1911 ’de, O sm anlı P arlem entosu’ndaki en az 35 m illetvekili,
A bdullah aracılığıyla H üseyin’e, yazılı olarak T ürklere karşı
bir A rap ayaklanm asında liderlik yapm ası taleplerini ilettiler.
A rap m illetvekilleri, H üseyin’in M ekke hüküm etini ve A rap
ülkeleri üzerindeki dinî otoritesini kabul ettiklerini ilân ettiler.6
B ununla birlikte A bdullah, İslâm dünyasının m erkezi olan
O sm anlı İm paratorluğu’na ve İslâm kardeşliğinin örnek şehri
olan İstanbul’a hâlâ büyük bir bağlılık içindeydi. A ncak, A b­

3 Abdullah Ibn el-Hilseyin, M uzekkerâti, 1. baskı (Kudüs: Beytül Mukaddes


Matbaası, 1945); 2. baskı mevcut değildir. G. Khuri tarafından çevirilen,
M em oirs o f Kin/’ Abdullah o f Trunsjordun, Philip P. Graues (New York:
Philosophical Library, 1950), eksik ve gerçek dışıdır; şu dergilere bkz.:
American H istorical Review LVI (1951), 1980; The M iddle E ast Journal, V
(1951), 251-252; The Muslini World, Ll! (1952), 76-77.
4 Abdullah, s. 40-42.
5 Erskine, s. 40-41.
6 K. T. Khairallah, L es Regim ıs arabes libeeres (Paris: Leroux, 1919), s. 32-
33. Ayrıca bkz.: s. 10-11.
dullah’ın İstanbul’da tanıştığı Jön T ürkler’in T ürk m illiyetçiliği
ve A rapları küçük görm eleri, onun İslâm birliği düşüncesine ve
A rapların İslâm ’ın kurucusu olm alarından duyduğu övünce
aykırı idi.7 A bdullah, 1914’de savaşın patlak verm esinden
önce, K ahire ziyaretlerinden birinde, M uham m ed R eşid Rıza
ile buluşm ası ve bir A rap gizli örgütü olan “ Society o f A rap
League”e bağlılığını bildirm esi ile bu sorunu A rapçılık lehine
çözüm lem iş oldu. Bu örgüt, 1910’dan sonra, İslâm tem elinde
A rapları biraraya getirm ek üzere R eşid R ıza tarafından kurul­
muştur. H edeflerini gerçekleştirm ek üzere, örgüt bağım sız
A rap liderlerini bünyesine alm a görevini üstlendi.8
A bdullah, A rap m illiyetçiliği hareketine bağlı olm asına
rağm en, 1914’ün ilk yarısından önce durum un böyle olm adığı
görülm ektedir. A bdullah, hiç şüphesiz ki m illiyetçilerle ilişki­
sini büyük ölçüde azaltm ıştır; fakat A ntonius hariç diğer kay­
naklar m illiyetçilerin rolünü önem sem ezler: A bdullah’ın Arap
örgütüne T em m uz 1914’den hem en önce katıldığından bahse­
derler ve onun ayaklanm a düşüncesine dönüşünü savaşın baş­
lam asından hem en önceye yerleştirirler.9 A yrıca, M uham m ed
Reşid Rıza ve arkadaşlarına ait olduğu bilinen faaliyetler de bu
görüşü desteklem ektedir. Reşid R ıza’nın H indistan’a yaptığı
yolculuk dönüşünde İran K örfezi bölgesinin prensine yaklaştığı
ve İbn Suud ile Seyyid el-İdrisî’ye elçi gönderdiği 1912 baha­
rına kadar, A rap yöneticileri ile ayaklanm a çabalarına henüz
başlam am ışlardır. Y em en İm am ı’na bu zam ana ve 1914’ün
başlarına kadar yanaşılm adığı açıktır. E ldeki döküm anlarda,
H üseyin veya oğulları ile yapılan bir görüşm eden hiç bahse-
dilm em ektedir. İlave olarak, grubun bir üyesi, 24 N isan
1913 ’te, el-İdrisî’nin M ekke’ye yürüm esi için provake edilm esi
gerektiğine inanm aktadırlar. Bu, H üseyin’in A rap hareketinin

7 Abdullah, s. 23-24.
8 Emin Said, es-Sevralü l-Arabıyyetı 'l-Kubra, 3 cilt (Kahire: İsa el-Halebî,
[1934?]), 1,49-50.
9 Örneğin, Sa’id ve Lavvrence’a ilişkin bilgiler, Antonius’la görüşmelerden
daha eski tarihli olan Abdullah ve Faysal’a dayanmaktadır.
destekçisi olarak görülm ediğinin işaretidir.10 1914’de dönem in
gözlem cileri, H icaz’ı İm paratorluğa sadık kalan A rabistan’ın
tek bölgesi ve H üseyin’i en azından tam bir T ürk taraftarı ola­
rak değerlendirm ektedirler. I9 0 9 ’dan sonra H üseyin ve Jön
T ürkler arasındaki çekişm elerin artm asına rağm en, 1 9 l4 ’e
kadar H üseyin H icaz’da kararlan kendi başına alm akta, O s­
manlI valisinin önem li bir rolü olm am aktadır.11 A ncak 1914
başlarında T ürkler, aynı zam anda üst düzey askerî bir yetkili
olan güçlendirilm iş bir vali atarlar. Y eni valiye, H icaz’da yeni
eyalet yasasının uygulanm ası ve dem ir yolunun H icaz’a kadar
uzatılm ası talim atı verilir. M ekke Em iri ve H icaz halkı, bu yeni
T ürk politikasına karşı çıkar ve O sm anlı ile M ekke E m iri’nin
ilişkileri gerginleşir. 1914 başlarında, A bdullah’ın parlem entoya
katılm ak üzere çıktığı İstanbul yolu üzerinde K ahire’de durm a­
sı, bu kriz esnasındadır.12 A bdullah’ın O sm anlıcılık düşünce­
sinden tam am en vazgeçm esi bu krizin bir sonucudur.
A b d u llah’ın İngiliz yetlilileriyle tem aslarının tam niteliği­
ni, eldeki verilerden çıkarm ak m üm kün değildir. M evcut
doküm anlardaki kanıtlar, K itchener’in 5 Şubat 1914’de A b­
dullah ile yaptığı bir görüşm edeki bazı tem aslarla sınırlı olup,
bu konuda yeni delillerin bulunm ası zo r görünm ektedir.13 Bu

10 Bkz.: Türklerin tutukladığı Arap milliyetçilerinin ifadeleri ve Türkiye’de 4.


Ordu tarafından yayınlanan, La Veritesur la questiorı syrienne (İstanbul:
Tanin, 1916), s. 102-103. Fuad el-Hatib’in mektubu 24 Nisan 1913 tarihli
çevirinin 103. sayfasındaki bir alıntıdaki 31 numarılı fax mesajı olarak ye­
niden basılmıştır.
11 “X” “Les courants politiques dans le milieu arabe.” RMM, XXV (1913),
279-280; Sir Louis Mallet’in notası (18 Mart 1914 tarihli), Büyük Britan­
ya, Yabancılar Ofisi, Britislı Docum ents on the Origin o f the War, yay., G.
P. Gooch ve Harold Temperly, X, 2. kısım (Londra: H.M.S.O., 1938), 828-
829; Suudi Arabistan diplomatı Hafız W ahbah’m ifadeleriyle karşılaştırın,
Ceziretıi ’I-Arab f i '/-Karni ’l-lşrin (Kahire: Matba’ah li-Jannah al-Ta’lif wa
al-Tarjamah \va al-Nashr, 1946, s. 199-200. Ayrıca bkz.: s. 14-15.
12 Abdullah, s. 77-80; Sa id, I, 54-55, 125-126.
13 Britislı Documents, X, 2. kısım, 826-831. Yayıncılara göre, Yabancılar
Ofisi kayıtları dikkatli bir şekilde araştırılmış ve konuyla ilgili tüm
dokümanlar yayınlanmıştır. Kitchener’in biyografıcisi, Sir George Arthur,
Kitchener ve Arap liderleri arasındaki savaş öncesindeki görüşmeler hak­
kında başka dokümanlar bulunduğu iddiasını yalanlamıştır.
konuşm alara ilişkin tüm bilgiler, olaydan uzun süre sonra ka­
lem e alınm ış olan hatıralardan ibarettir.14 A bdullah, doğrudan
veya dolaylı olarak, hepsi genei bir uyum içerisinde olsa da,
ayrıntılarda birbirlerinden farklılaşan üç farklı bilgi sunm akta­
d ır.15 K itchener’in esas görüşm esi ve S to rrs’un aktardığı bilgi­
ler; A bdullah ile Lord K itchener arasındaki ilk görüşm enin
1914’de olduğu ve T ürkiye’den ayrılm anın kaçınılm az olduğu­
na inanan A bdullah’ın, Lord K itchener’den İngiliz desteğini
istediği izlenim ini verm ektedir. Bu, Sir L ouis M allet’in çağdaş
yorum udur.16 Bununla birlikte, A bdullah’ın 1912 ya da 1913’te
ilk defa tanıştığı Lord K itchener, M ekke Em iri ve T ürk devleti
arasındaki ilişkilerin gidişatı konusunda ilk adım ı atarak ve
A bdullah’ın düşüncelerini okum aya çalışıyordu. Böylece İn­
giltere’nin konuya ilgisini gösterm iş ve A bdulla.ı’ı Osm anlı
otoritelerinin M ekke E m iri’ni görevden alm a girişim leri husu­
sunda İngiltere’nin tavrını öğrenm eye itm iştir. A ntonius, A b­
du llah ’la yaptığı görüşm enin sonuçlarını göz ardı ederek,
M allet’in yorum unu benim sem iştir.17 A bdullah’ın başından
geçenlerde, şu ana kadar inanılm ayacak herhangi bir nokta
y oktur ve Lord K itchener’in, M ısır’da İngiliz tem silcisi olduğu
dönem de, ülkesinin T ürkiye ile ilişkilerine karşı tavrı, gerçeğe
yakın görünm ektedir.
H aşim î Emiri, Lord K itchener ile 1912 baharı veya 1913
başlarında tanışm ıştır.18 A bdullah, İstanbul’a yolculuğu sırasın­

14 Sir Ronald Storrs, M em oirs, (New York: G. P. Putnam’s Sons, 1937), s.


135’teki kayıtların yazılı kanıtı yoktur; Storrs’un çalışmaları 1931’de yan­
mıştır (s. vıı-v:ıı).
15 Birincisi, Said, I, I25’de, Emin Said 1933’te; İkincisi, British Document.ı,
X, 2. kısım, 831-832’de 1936’da George Antonius; Uçüncüsü, Abdul­
lah'taki s. 71-74, 81. Bundan sonra, Said,Antonius ve Abdullah olarak bah­
sedilecektir.
16 British Docum ents, X, 2. kısım, 827-829.
17 Antonius, Arab A\vakening, s. 126-128.
18 Sa’id 1913, Antonius 1912 baharı tarihini verir (bundan böyle, “Antonius”
tek başına Antonius’un Ingiliz D oküm anları'ndaki notlarına işaret edecek­
tir). Abdullah, bu tarihi Said Paşa’nın başvezirliği, yani 1912 bahan; fakat
1913 baharında Vahib Paşa’nın atanmasından bir yıl önce olarak verir.
d a '9 K ahire’de A bidin S arayı’nda H idiv’in m isafiri iken, bera­
berinde Sir R onald Storrs olan K itchener, onu beklenm edik bir
şekilde çağırır.20 A bdullah, K itchener ile buluşm ak istem ediyse
de, H idiv sanki Lord kitchener ile önceden anlaşm ış gibi hare­
ket etm iş ve bu görüşm e için ısrar etm iştir.21 Selâm laşm a ve
tanışm alardan sonra, K itchener şunları söylem iştir: “ Sizin
M ısır’dan geçm enizi fırsat bilerek hüküm etim in, tebaam ız olan
H indistan hacılarına, hac görevlerini ifa ederken babanızın ve
adam larının gösterdiği ilgiden dolayı, duyduğu m em nuniyeti
dile getirm ek için geldik; hacılara karşı bu tavır değişikliğinden
ötürü oldukça m utluyuz.”22 K itchener’in ayrılm asından sonra,
A bdullah T ürk kom iserliğine vararak T ürk Y üksek Kom iseri
ile bu buluşm a konusunda görüştü ve yanlış anlaşılm aya ve
yorum a m ahal verm em esi için, Bâb-ı A li’nin bilgilendirilm esi­
ni rica etti.
Ertesi sabah A bdullah, kartvizitini bırakm ak ve böylece
nezaket gösterisinde bulunm ak için, İngiliz V aliliği’ne,
K itchener’in bulunm adığına em in olduğu bir zam anda, ziya­
rette bulundu.23 Bu noktada, A bdullah kanalıyla veya ona refe­
rans yapan üç farklı rivayet birbirlerinden belirgin olarak ay­
rışm aktadır. S aid ’e göre, Lord K itchener beklendiği gibi orada
bulunm uyordu ve A bdullah, kartvizitini bırakarak plânlandığı
gibi oradan ayrıldı. Fakat, A bdullah’a göre, K itchener valiliğin
kapısında bekliyordu. A ntonius, A bdullah’ın K itchener ile
İngiliz V aliliği’nde daha sonra görüştüğünü söyler ve A bdul­
lah’ın şöyle söylediğini aktarır: “ K itchener, H icaz konusuna
özel bir önem verm iş ve bana H icaz’ın İdarî yapısı, Vali ve

19 Antonius bunu Abdullah’ın İstanbul’dan dönüşü ile ilişkilendirir.


20 Said ve Antonius’a göre. Ancak Abdullah şöyle der: “Kitchener beklenme­
dik bir şekilde geldiği zaman. Abdullah Saray el-Qubbah’ta Hidiv ile bir­
likte idi ve Hidiv iki adamı tanıştırdı. Abdullah Abidin Sarayfna gitti. 1.5
saat sonra Kitchener ve Storrs onu çağırdı.”
21 Said; Abdullah bunu Saray al-Qubbah’taki önceki görüşme olarak kabul
ederken, Antonius bundan söz etmez.
22 Said’den alıntı; diğer iki versiyon uyumludur, fakat Abdullah şunu ilave
eder: “Bu bilgiyi Yüce Ş erife iletmenizi rica ediyorum; Majestelerinin
devleti oradaki herhangi bir değişiklikten rahatsız olacaklardır."
23 Said ve Abdullah, Antonius bu konuda bir şey aktarmamaktadır.
Ş erif arasındaki ilişkiler, T ürk yetkililerin dinî konularda ne
düzeyde hakim iyet sağlam aya çalıştıkları konularında sorular
yöneltti. O nun etkileyici sorularına, istediğim cevapları ver­
m ekten kaçındım ; sadece korku ve endişelerim iz konusunda
genel bir fikir verm eye çalıştım .” A bdullah’ın kendi aktardığı
bilgiler, valilikteki konuşm ayı, K itchener ile 1914’deki buluş­
m a hususunda A ntonius’un sunduğu bilgiye çok yakın bir şe­
kilde sunm aktadır ki bu m uhtem elen bir sonraki görüşm enin
tarifidir.
A bdullah’ın üç versiyonda da açık olduğu nokta, 1914
başlarında önce, Lord K itchener’in kendisini çağırdığı ve H ü­
seyin’in M ekke Emiri olduğundan bu yana, hacıların durum la­
rındaki iyileşm elerden dolayı İngiliz hüküm etinin takdirlerini
bildirdiğidir. 1912 ilkbaharında, K itchener, T ürkiye’nin çözül­
mesi ile ilgilenm iş; İngiltere’nin konuya ilgisinin, A rap ayrılık­
çı özlem lerini de içerm esini savunm uştur. H er zam an Doğu
Sorunu ile ilgilenen K itchener, 1908’de, H indistan ve M ısır’da
İngiltere’nin pozisyonunu koruyabilm esi için İngiltere’nin
T ü rk iy e’yi desteklem esi; ordusunu yenileme^ konusunda T ürki­
y e ’ye yardım etm esi gerektiğini ifade etm iştir. Böylece Alman
ve Rus etkisinin İran K örfezi’ne yayılm ası önlenm iş olacaktı.
Fakat, ülkesinin M ısır tem silcisi olunca, İstanbul’da Alman-
lar’ın büyük bir üstünlük kazandığı ve İngiliz etkisinin sıfıra
indiğini görm üştür.24 T ü rkiye’nin, Türk-İtalyan S avaşı’nda
yıkılacağını, daha sonra im paratorluğun parçalanm asının za­
m an içerisinde gerçekleşeceğini belirtm iştir. G rey’e 3 K asım
1912!de yazdığı m ektupta şunlardan söz etm iştir: “H er ne ka­
dar Türkiye büyük güçlerce desteklense de, A vrupa ve diğer
yerlerdeki eski konum u tam am en yok olm uştur... Şim di m erke­
zî hüküm et ağır bir darbe alm ıştır; O sm anlı İm paratorluğu’nun
diğer kısım larında yakında problem ler çıkm ası beklenm eli­
d ir.”25 K itchener’in konuya ilişkin gerçek düşüncesi G rey ’e
ilettiğinden çok daha güçlü idi. 1912 N isa n ’ında, Kitchener,

24 Sir George Arthur, Life o f L ord Kitchener, 3 cilt, (New York: Macmillan,
1920), II, 281-282, 306.
25 British Docum ents, IX, 2. kısım (Londra: H.M.S.O., 1934), 88.
O sm anlI’nın İtalya karışısında zafer kazanm asına izin veril­
m em esi gerektiğini, çünkü A vrupa karşısında bir M üslüm an
ülke tarafından kazanılacak zaferin, tüm M üslüm an dünyayı
harekete geçirebileceği ve A sya ve A frik a’da İngiltere’nin
konum unu olum suz yönde etkileyeceğini düşünm ektedir. A yrı­
ca, “ Burada, tedirginlik ve sinir hakim olm aya başlıyor: Arap-
lar’da kaygı ile birlikte gizil hesaplar da var.”26 Böylece
K itchener O sm anlı İm paratorluğu’nun varlığını devam ettire­
m eyeceğine, bu yüzden İngitere’nin İm paratorluk’un kendini
korum asına yardım cı olm am ası ve İm paratorluk’taki A rapların
bağım sızlık arayışına girebilecekleri konularında ikna edilir.
Aynı zam anda, A rap toprakları, M ısır ve H indistan’daki İngiliz
hakim iyeti için hayatî olduğundan, A rap bağım sızlık hareketi­
ne İngiltere’nin destek verm esi gerektiği fikri ağır basar.27
Ö yle gözükm ektedir ki, O sm anlı İm paratorluğu’nun d a­
ğılm a beklentisi içinde olan M ısır’daki İngiliz tem silcisi, M ek­
ke Emiri ve Ş e rifin oğlu olan bu önem li A rap şahsiyetinin
yaklaşım larını öğrenm ek için özel bir çaba sarfediyordu. Böyle
bir davranış, hem Türkçe hem de A rapça konuşan, aynı za­
m anda yerel dili de konuştuğu sanılan bir kişinin genel yakla­
şım ları ile uyum içindedir. Böylece yerel liderlerle şahsen ve

Kahire’deki Fransız büyük elçisi M. Defronce ve Kitchener arasında Fran­


sa'da f.eçen bir konuşma konusundaki rapora bkz.: Ministere des Affaires
Etrangeres, Commission de publication des documents relatifs aux origines
de la guerrj de 1914, Documents Dipltmuıliijues Francuis (1871-1914), 3.
Dizi. (Paris: Imprimerie Nationale, 1931), II, 445, n. 1; III, 18, n. 1.
7 Arthur, III, I58’de şunlar yazılıdır: “Türkiye kılıcı çektiği zaman,
Kitchener’in uzun zamandır düşündüğü. Arabistan ve Suriye’de bağımsız
bir Arap devleti kurma fikri tekrar canlandı. Kayzer VVilliam II 1911 yılı
Eylül sonunda Kitchener’in İngiliz-Mısır himayesi altında bir Arap halifeli­
ği oluşturma konusunda, Türk-İtalyan Savaşı’ndan yararlanacağını düşünü­
yordu; bkz.: Almanya, Auswartige Amt, Die Grosse Politik der
europiiischen Kabinene, 1871-1914, der., Johannes Lepsius, A. M.
Bortholdy ve Friedrich Thimme, XXX, 1. kısım (Berlin: Deutsche
Verhgsgesellschaft für Politik und Geschichtc, 1926), 50-51; ayrica bkz.:
Kitchener'in Suriye’deki faaliyetlerine ilişkin, 2 Haziran 1913 tarihli Lond­
ra’daki Alman büyük elçisinin mektubu; a.g.e.. XXXVII, 2. kısım (196),
485 (XXXVIII, 6 l ’de de yayınlanmıştır). 1913 ve 1914’lerde Araplar ara­
sındaki İngiliz faaliyetlerine ilişkin Arapların iddiaları ve Fransızların endi­
şeleri konusunda, bkz.: Lu Verile, s. 58-59, 127-129, 145-151.
doğrudan konuşm ak, ortalıkta ne olup bittiğini daha yakından
izleyebilm e imkânı verm ekteydi.28 İslâm ’ın politik bir güç
olarak29 büyük bir önem e sahip olduğunu bilen ve Hindistan
tecrübesini yaşayan K itchener’in, Hintli hacılara sağlanan
kolaylıklar dolayısıyla M ekke E m iri’ne teşekkür etm esi doğal­
dır. Bölgedeki İngiliz diplom atik yetkilileri, 1912 yılı sonunda,
iç güvenlik konusunda bazı rahatsızlıklar olm asına rağm en,
Hintli hacıların can güvenliğinin yanında H icaz’daki kam u
güvenliğinde de iyileşm eler olduğunu gözlem lem işlerdir.30
K itchener’in A rap-T ürk m eselesi konusundaki bilinen görüşleri
ve alışılm ış diplom atik uygulam alar göz önünde bulunduruldu­
ğunda, Lord K itchener ile ilk görüşm esi konusunda A bdul­
lah ’ın ifadelerinin genel çerçevesi hakkında şüphe duym ak için
herhangi bir sebep yoktur.
A bdullah ve Lord K itchener arasındaki ikinci görüşm e,
Şubat 1914 ’te gerçekleşm iş ve m uhtem el bir A rap ayaklanm a­
sında İngiltere’nin tavrının ne olacağı tartışılm ıştır. K itchener,
6 Ş ubat’ta G rey ’e bu konuyu şöyle aktarm ıştır:
Ş e r if A b d u llah ... şu anda K ah ire’d e k ısa bir ziyaret için
bulunm aktadır v e dün beni çağırm ıştır.
B en d en , babasının saygı v e selâm ların ı s iz e iletm em i is­
tem iş v e H ic a z ’d a işlerin b ek len d iği gib i g itm ed iğ in i sö y ­
lem iştir...

R apora göre Emir, sivil ve askerî yetkilere birlikte sahip


olan ve H icaz halkına sem pati duym ayan yeni valinin durum u­
nu anlatm ış; A rapların, T ürklerin, Ş e r if i görevden alm a giri­
şim lerine direnm esi durum unda, İngiltere’nin T ürklerin bu
girişim lerini önlem e hususunda yardım cı olup olm ayacağını
öğrenm ek istem iştir. Eğer T ürkler M ekke E m iri’ni görevden
alm a girişim inde bulunurlarsa, A raplar savaşacaktı. A raplara
karşı Türklere, deniz yolu ile takviye kuvvetleri gönderilm esi­
ne, İngiltere’nin izin verm eyeceği düşünülüyordu. Son olarak

28 Arthur, II, 281, n. 2:333.


29 A.g.e., III, 153-154.
30 Mallet’in notası, British D oaım ents, X, 2. kısım, 828-829.
A bdullah, K itchener’e G rey ’in bir m esajı olup olm adığını sor­
du. K itchener, böyle bir şeyin olam ayacağını söyledi.31
1914’deki görüşm eye ilişkin A bdullah kanallı veya ona
referans yapan üç değişik izah gelen ayrıntılarda birbirleriyle
çelişm ektedir; fakat hepsinin ortak noktası, K itchener’in gö­
rüşm esi hakkında zikredilenlerden çok farklı bilgiler sunm ala­
rıdır. Bu iddialara göre, A bdullah, H idiv ile görüşürken, Lord
K itchener anons edilm iş, bunun üzerine A bdullah İngiliz tem ­
silcisini selâm layarak oradan ayrılm ıştır. A ynı gün geç saatler­
de K itchener ve Sterrs A bdullah’ı krallık sarayındaki konutun­
d a ziyaret ettiler.32 İki gün sonra A bdullah, Lord K itchener’i
İngiliz T em silciliği’nde ziyaret etm iştir.33 A bdullah’ın konu­
tundaki görüşm ede, Storrs A bdullah’a, İstanbul’daki İngiliz
K onsolosluğu Birinci Tercüm anı ve o sırada İzm ir’de bulunan
Fitzm aurice’e gönderilm ek üzere bir m ektup verm iştir.34 Aynı
zam anda K itchener ve A bdullah, H icaz’daki siyasî durum u
tartışm ışlardır.35 K itchener, son zam anlarda, oradaki T ürk gar­
nizonunun güçlendirildiği yolunda bilgiler aldığını belirtir.
A bdullah, H icaz’daki durum u ve bir bütün olarak A rap hare­
ketinin am açlarını anlatır.36 K itchener, A rap topraklarında
Türklerin köklü değişiklik girişim leri içinde olduğu konusunda
bilgi sahibi olduğunu söylem iştir. K itchener, H üseyin’in gö­
revden alınm ası durum unda onun bu oldu bittiyi kabul edip
etm eyeceğini sorar.37 A bdullah, Ş e rifin Sultan tarafından ata­

31 British D ocum ents, X, 2. kısım, 827.


32 Antonius; ancak Storrs’dan bahsedilmemiştir. Said sadece şunu söylemiştir:
“Abdullah, Kitchener ve Storrs ile Temmuz’da görüşmüşlerdir; Abdullah
1914’de Lord Kitchener ile yapılan herhangi bir görüşmeden söz etme­
mektedir.
33 Yalnızca Antonius.
34 Said; Abdullah, s. 81, olaydan sadece Storrs’un bir ziyareti olarak bahse­
derken, Antonius bu konuda bir bilgi aktarmamaktadır.
35 Said yer belirtmez. Antonius’a göre, Abdullah’ın ifadelerini “Kitchener
güldü ve ayrılmak için kalktı. Ayrılırken...” şeklinde bitirmesi, burada be­
lirtilen konuşmanın Kitchener’in Abdullah’ı ziyaretinde geçtiğine işaret et­
mektedir.
36 Yalnızca Antonius.
37 Yalnızca Antonius; konuşmanın 1912’de geçtiği belirtilmekte ise de,
Antonius’un ifadelerine çok yakındır ve Kitchener’in raporuyla o kadar bü­
nan b ir yetkili olduğunu ve uygun gördüğü zam an görevden
alabileceğini söyler.38 K itchener, T ürklerin bu yetkiyi kullanm a
konusunda istekli olm ayacağını zannettiğini söyler.39 A bdullah,
H icaz’da T ürklerin ileri gitm eleri durum unda H üseyin karşı
koyarsa, İngiltere’nin yardım cı olup olm ayacağını sorar. Lord
K itchener, İngiltere’nin T ürkiye ile geleneksel dostluğunun,
Türklerin iç işlerine karışm alarına izin verm eyeceğini söyler.
A bdullah, K uveyt Şeyhi konusunda, İngiltere’nin T ürkiye’nin
iç işlerine karışm aktan çekinm ediğine dikkat çeker.40 Lord
K itchener, “güçlü bir hafızanız var”41 diyerek güler ve bu ko­
nuyu hüküm ete götüreceğini söyleyerek42 kalkar.43 A bdullah,
konuşm anın sadece gözlem lerini içerdiğini, bu yüzden hükü­
m ete bildirilm esine gerek olm adığını söyler. K itchener ise
“acaba öyle m i?” der.44
Sonuç olarak, K itchener’in Şubat 1914’teki görüşm enin
(veya görüşm elerin) içeriği konusunda aktardıkları ile, A bdul­
lah kanallı veya ona referans yapan üç aktarım ın genel m ahi­
yeti arasında önem li farklılıklar vardır. Bu farklı bilgiler ara­
sından hangisinin doğru olduğunu tespit etm ek im kânsız görün­
mektedir. Y ayınlanan bir belgeyle de desteklenen K itchener’in
hikâyesi ile A ntonious’un aktarım ı, K itchener’in çağrısı ile
sunulan fırsattan cesaret bulan A bdullah’ın İngiliz tem silciliği­
ni ziyaret ettiği konusunda m utabıktır. A ntonius’un o zam anki

yük bir uyum içindedir ki, her ikisinin de aynı konuşmadan söz etmesi kuv­
vetle muhtemeldir.
38 Abdullah ve Antonius.
39 Yalnızca Antonius.
40 Abdullah ve Antonius; Said konuşmayı şöyle özetler: “[Lord Kitchener]
İngiltere’nin Türklerle olan dostane ilişkilerini sürdürmek istediklerini ve
bu çerçevede kadim geleneklerini gözeterek Araplara yardım edebilir.” Ab­
dullah, Storrs’un Fitzmaurice’e gönderdiği mektupta şunları söylediğini
aktarır: “Eğer Şerif Hicaz’daki haklarını savunursa, dost bir devletin iç işle­
rine karışma hakkı olmayan İngiliz Devleti, Türkiye’ye karşı hac bölgesin­
deki sükuneti bozacak, herhangi bir hareketin devamından asla memnun
olmayacaktır.”
41 Abdullah.
42 Antonius.
43 Abdullah ve Antonius.
44 Abdullah.
K ahire A rap gazetelerinde 5 Şubat 1914’de bildirdiğine göre,
H idiv görüşm e yapm ak üzere önce A bdullah’ı daha sonra Lord
K itchener’i alm ış ve 7 Ş ubat’da K itchener, A bdullah’ı ziyaret
etm iştir.45 B asında çıkan haber önem li bir delil olarak değer­
lendirilm em ekle birlikte, A bdullah’ın kendi aktardıkları da göz
önünde bulundurulursa, K itchener’in G rey ’e “ Ş erif A bdullah
dün beni çağırdı” şeklinde sunduğu bilginin gerçeği tam ve
doğru olarak yansıtm adığı görülm ektedir. G erçekten de, Lord
K itchener daha sonra, ilk yazdıklarında ortaya çıkan izlenimi
değiştirm eye çalışm ıştır. 4 N isa n ’da G rey ’e şunları yazm ıştır:
“M ekke Ş erifi’nin, oğlunu bana gönderdiği iddiası gerçeği tam
olarak yansıtm am aktadır. A bdullah Bey, H idiv’e ziyareti sıra­
sında beni resm iyetten oldukça uzak bir şekilde ve K ahire’ye
varışından bir süre sonra çağırdı.” A ynı m esajda K itchener,
H icaz’daki durum ile ilgilendiğini şöyle ifade eder: A rap m e­
selesi ile ilgilenirken dikkatli olunm asına rağm en, binlerce
Hintli M üslüm an ve M ısırlı tarafından yılda bir defa hac am a­
cıyla ziyaret edilen K utsal M ekanlar’a, İngiltere’nin klâsik
politikasında olduğu üzere, ilgisini azaltm asının doğru olm aya­
cağını söyler. T ürkiye’nin m erkezî yönetim i güçlendirm e poli­
tikasının bir sonucu olarak H üseyin ve T ürkler arasındaki ça­
tışm anın, hacıların güvenlik ve refahını olum suz yönde etkile­
diğini belirtir.46 G azetedeki iddia ve K itchener’in 4 N isan ’daki
m esajı, A b dullah’ın, K itchener’in kendisini ziyaret edip Os-
m anlı D evleti ve M ekke Em iri arasındaki ilişkiler konusunu
açana kadar, kendisinin T ü rkiye’den A rapların ayrılm ası husu­
sunda, İngiliz Tem silcisinin desteğini istem ediği iddiasını
güçlendirm ektedir.
A bdullah’ın Lord K itchener ile tem aslarının tam ve kesin
ayrıntıları belli olm am asına rağm en, bu tem asların genel seyri
ve m ahiyeti oldukça açık görünm ektedir. A bdullah’ın İngiliz
Tem silcisi ile ilk tem ası, 1912 veya 1913’te, tem silcinin onu
çağırm ası ve hacıların durum larının iyileştirilm esi konusundaki

45 British Docum ents, X , 2. kısım, 832. Soruna ilişkin, Kahire basınında başka
herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır.
46 A.g.e„ 830.
m em nuniyetini dile getirm esi ile gerçekleşm iştir. 1914’de
konuyu ilk açan yine Lord K itchener olm uş ve A bdullah’ı
ziyaretinde H icaz’daki siyasî atm osfer konusunda sorular sor­
m uştur. A bdullah, K itchener’in konuya olan ilgisinden aldığı
cesaretle, T ürkiye’den A rapların ayrılm ası durum unda İngilte­
re ’nin tavrının ne olacağını sorm uştur. İngiliz T em silcisi, İngi­
liz H üküm eti’nin bir A rap ayaklanm asına destek verm eyeceği­
ni söylem iştir.
A bdullah, N isan’da İstanbul’a dönerken, M ısır’da H idiv’in
tekrar m isafiri olm uş ve Lord K itchener’i çağırm ıştır. Bir şey­
ler söylem ek istem iş ancak söyleyem em iştir. Türk yetkililerin
bu görüşm elerden dolayı hoşnutsuzluklarını dile getirm eleri
üzerine K itchener, E m ir ile görüşm elere son verir. Emir, daha
sonra Storrs tarafından çağırılır.47 Storrs, A bdullah’ın “H icaz
A raplarm ın İngiltere’den destek beklem em eleri” ve “ İngilte­
re ’nin A rabistan ile tek ilgisinin H indistan hacılarının rahat ve
güvenliği olduğu” konusunda bilgilendirilm esini ister. A bdul­
lah’ın başkente ziyaretinin sonuçlarından ve hüküm etin M ek­
k e’ye dem ir yolu döşem e kararından m em nun olm adığı görül­
m ektedir.48 İki saatlik bir konuşm adan sonra, son olarak A b­
dullah, S to rrs’tan M ekke E m iri’ne bir veya yarım düzine
m akinalı silâh verilm esini ister. Silâhların hangi am açla kulla­
nılacağı sorulunca, T ürklere karşı savunm a am açlı olarak kul­
lanılacağını söyler. Storrs, İngiltere’nin iyi bir m üttefikine karşı
kullanılm ak üzere silâh verem eyeceklerini belirtir ve her ikisi
de dostça ayrılırlar.49
A bdullah’ın K itchener ve Storrs ile görüşm elerinin,
T ürkler’den ayrılm a konusunda ona büyük cesaret verdiği
şüphesizdir. Eğer K itchener görüşm eleri başlatm asa idi, İngil­
te re’nin sadece hacıların güvenliği ile ilgilendiği iddiasını ka­

47 Storrs, s. 135. Kitchener’in Sir W. Tyrell’e mektubunda, İstanbul’dan


dönüş yolu üzerinde, Abdullah, Storrs’a mektubu verdiğini ve onu görme­
diğini belirtir.
48 British Docum ents, X, 2. Kısım, 831.
49 Storrs, s. 135. Antonius, Arab A nakening, s. 127-128, Storrs ve Abdullah
arasındaki bu konuşmayı, biri Şubat, diğeri Nisan’da olmak üzere ikiye a-
yırması, muhtemelen yanlıştır.
bul edecekti. K itchener’in İngiltere’nin dost bir devletin iç
işlerine karışm ayacağı ifadesi A bdullah’a pek inandırıcı gel­
m em iş; İngiliz tem silcisine, İngiltere’nin K uveyt’e m üdahale­
sini hatırlatm ıştır. Emir, K itchener’e hatırlatm am asına rağm en,
İngiltere’nin İbn S uud’u desteklediğine kesin olarak inanm ak­
tadır.50 İbn S uud’un, 1913 M ayıs ve H aziran aylarında, Türkleri
el-A hsa eyaletinden çıkarm asından sonra, İngiltere bölgede
O sm anlı egem enliğinin tanınm asına rağm en, iki ta ra f arasında
arabuluculuk yapm ıştır.51 A bdullah, arabulucu olarak İngilte­
re ’nin rolünü tam olarak bilm em ekle birlikte, İbn S uud’un el-
A h sa’yı ele geçirm esinden önce İbn S uud’un İngiliz siyasî
tem silcileri tarafından 1914 O cak ve M art ayında ziyaret edil­
diğinden em indir. Zira, bu ziyaretler B ağdat’taki A rap basını
tarafından bildirilm iştir.62 1914’de A bdullah, K itchener ve
Storrs ile görüşm eler yaparken, İbn Suud ele geçirilen bölgenin
sahipliği konusunda hâlâ güçlü bir konum daydı. N ihayet, 21
Ş u b at-12 N isan 1914 tarihleri arasında, evvelâ K itchener’in
ısrarıyla A rap Subayı el-M ısrî adına İngiltere’nin gerçekleştir­
diği m üdahale ile, A bdullah’ın K itchener’m çekim serliğinden
duyduğu şüphe güçleniyordu. İngiliz m üdahalesi ve
K itchener’in rolü, A raplar arasında önem li ölçüde yayılm ıştı.53
İngiltere’nin A rabistan’a olan ilgisinden etkilenen A bdullah,
hiç düşünm eden, eylem plânını İngiliz m üdahalesini tem el
alarak hazırlam ıştır. Sonuç olarak, A bdullah’ın K itchener ile
görüşm eleri, T ürkiye’den ayrılm a konusunda önceden alınm ış
bir kararın sonucu olm aktan ziyade, A bdullah’a cesaret ver­
m iştir.

50 Anılarında (s. 70-71) Abdullah, 1911 baharında başvezirin kendisine,


İngiliz büyük elçisinin, Hüseyin’i İbn Suud’un isyancı akrabasına yardım
ettiği için protesto ettiğini söylemiştir.
51 El-Ahsa’nın Suudilerce ele geçirilmesi konusunda, bkz.: Die Welt des
Islams, II (1914), 46, 328-329. İngiliz arabuluculuğu konusunda, bkz.:
Briıish Docum enls, X, 2. kısım, 829-830 ve Philip Graves, The Life o f sir
Percv Cox, 2. baskı, (Londra: Hutchinson ve Co., [1941]), s. 170-171.
52 Die Welt des Islam s, II (1914), 47, 302, 305, 328.
53 Briıish Docum ents, X, 2. kısım 832-838; The N ear East, VI (1 Mayıs
1914), 819, 820 ve La Verite, s. 31-32.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ARAP İSYANINDAKİ
İDEOLOJİK TESİRLER

M ekke Em iri H üseyin İbn Ali O sm anlı D evleti’ne karşı


hazırladığı isyanı H aziran 1916’da başlatm asına rağm en, m illi­
yetçi A rap toplum ları ile varılan anlaşm a sonrasında H üse­
y in ’in politikası dikkatle izlendiğinde, onun bu zam ana kadar
A rapçılık savunuculuğu yapm adığı görülm ektedir. H üseyin,
sadece O sm anlı İm paratorluğu çerçevesinde, politik çıkarlarına
uygun bir yer bulm a çabası başarısızlığa uğradıktan sonra,
m illiyetçi A raplarla ilişkilerini artırm ıştır. H üseyin’in oğlu
A bdullah, babasından daha önce askerî bir isyanın gerekliliğine
inanm aya başlam ış ve T em m uz 1916’da A rap m illiyetçilerinin
saflarına geçm işti. İsyanın başlangıcına kadar en önem li rolü
bu iki adam oynadığı için, isyanın ortaya çıkm asına yol açan
ideolojik tesirlerin analizi, onların politik tavır ve fikirlerine
dayanarak daha da açık bir hale getirilebilir.
1916 öncesinde, H üseyin de A bdullah da öncelikli olarak
birer politikacıydılar, teorisyen veya siyaset üreticisi değillerdi.
O nların politik fikirleri üzerine halihazırdaki m ateryallerin
sayısı çok değildir. A bdullah’ın politik fikirlerinin en iyi açık­
landığı çalışm alar, isyanın başlam asından 30 yıl sonrasına
kadar basılm am ıştır.1 Fakat, söz konusu kitaptaki fikirlerin,

1 Abdullah İbn el-Hilseyin, M udhakkarati [Hatıralarım], 1. baskı, (Kudüs:


Matbuat Beyt el-Mukaddes, 1945); G. Khuri’nin çevirisi, Meııuıirs o f King
Abdullah o fT ra n jo rd a n (New York: Philasophical Library, 1950) güvenilir
değildir ve bazı önemli kısımlar atlanmıştır. Ileriki tartışmalarda, Arapça
1916 öncesi güncel m illiyetçi teorilerinin karışım ından oluştu­
ğu yoksa A bdullah’ın hayalleri olm adığı da bir gerçektir.
A bdullah’ın anlayışına göre A raplar istisnaî bir ulustur.
İslâm ’ın gelm esinden önce bile A raplar olağanüstü özelliklere
sahiptiler:
M ek k e’d en g elen anî v e şid d etli İslâm nuru Arap k a b ilele­
rinin b irleşm eleri için k esin bir işaret olm uştu . Araplar,
topraklarının aşırı sıca k v e kurak o lm a sı d o la y ısıy la işleri­
ni d ü zen e k oym ak için gü çlü bir d e v le t kurm a eğilim in d e
olm adılar. O nların eğ ilim leri d ağın ık v e ayrı bir yaşam ,
savaşlar, baskınlar, d in sizlik , puta tapm a ve c a h iliy e idi.
D o la y ısıy la onlar için , kendi h ü k üm etin e ve toprak bü­
tün lü ğü n e sahip bir d ev let olarak var ola b ilm ek m üm kün
d eğ ild i. A m a buna rağm en, h içb ir b üyük k om şu m illet
onları zap tetm eyi v e ü lk elerin i işgal etm ey i b ecerem ed i.
H im yeriler Y e m c n ’de b a ğ ım sız bir d ev let kurabilm işlerdi,
fakat onlar da Y em en dışın d ak i yerlere u laşm ayı başara­
m am ışlardı.

Yukarıdaki açıklam alar ışığın d a, A rapların d iğer m illetlere


göre, m ed en iy et ithali v e h ak im iyet altın a alın m a gib i sı­
kıntılardan beri oldukları ifade ed ilm elid ir. O nlar, cesur,
y ü rek li, gururlu v e kibirli olarak b ilinirler. D illerin in b ela­
gat v e d o ğru lu ğu, şiirlerinin m ü k em m elliğ i hatiplerinin
parlak zekâları v e y iğ it insan larıyla tanınırlar. S iyasette
k en d isin d en b ek len en i v e isten en her şey i yap m aya hazır
g en çlik d ön em in d ek i bir m illet (k avm ) gib iyd iler. A llah
onları p eygam ber gön d ererek onurlandırdığında, her ik i­
sin d e uzun bir g e ç m işe sah ip v e tıpkı A lla h ’ın, “kazan­
dıkları y ü zü n d en karada v e d en izd e fesat çık tı “ (K ur’an:
3 0 /4 1 ) ayetin de b elirttiği gib i içten içe çü rü m eye b aşlam ış
iki d e v letle k om şu idiler: Pers v e R om a (E k , s. 73).

Fakat A raplar, A llah kendilerini İslâm dinî ile


m ütafatlandırıncaya kadar m illet oluşu tam olarak kavrayam a­
m ışlardı:

metne ve Khuri’nin çevirisine yapılacak referanslar metnin içinde paran­


tezler açılarak verilecektir.
B ununla birlikte ve tek b ir d il’e sahip tek b ir unsur olarak
var olm alarının bir sonucu olarak b irleşm iş oldular ve tek
bir in an ç’a bağlanıp aynı hedefe yönlerini çevirebildiler.
B öylelikledir ki, olgu n lu ğ a ulaşabilecek bir durum a
g etirilidiler ve dünyada hakettikleri yere kavuştular. B öy­
lece, A llah, inayetiyle bu avantajları bu talihli üm m et için
hazırladı ve peygam berlerin ve elçilerin m ührü ile onları
onurlandırdı. Bu p eygam berlik çağıydı; .bu çağda A raplar
cahiliye adetlerinden ve d ağınıklıktan uzaklaşm alarını
sağlayacak açık b ir dine yön eld iler ve bir birliğe kavuştu­
lar. Sonra, birbirlerini g üçlendirerek sıkıca birleştirilm iş
bir yapı old u lar ki, A lla h ’tan önce hiç kim se onları kına­
m asın (E k, s. 73-74).

A raplar dünyada peygam berlerinden kaynaklanan özel bir


konum a sahiptiler. K ur’an ve Sünnet ile uyum içerisindeki
İslâm hakim geldiği m üddetçe A raplar, tam bir hakim iyet hali
tecrübe etm e ihtiyacı hissetm ediler:
T arihin sahibi, soylu bir geçm işe sahip, peygam berine
K u r’an indirilm iş, doğuyu ve batıyı çeyrek yüzyıldan daha
az bir zam anda fethetm iş b ir din, kültürel b ir rönesans ve
insan kardeşliğinin gereklerini ortaya koym uş bir A rap
m illeti hakir b ir koloni değil, özgür, bağım sız ve öncü bir
m illettir. M üslüm an fakat A rap o lm ayan bir idarenin göl­
gesinde kalm ak İslâm öğretisi ve M uham m edi kardeşliğe
teslim iyetin b ir sonucudur. B öylece, K u r’an ve Sünnetin
öğretileri hakim oldu ve A raplar, sultanları ister A rap ol­
sun ister olm asın adil bir m uam ele gördüler. D olayısıyla
Arap m illeti, İslâm sultanlarını, A lla h ’ın A rap bir pey­
gam ber göndererek verdiği on u r gibi A lla h ’ın onları o-
nurlandırm ası olarak görm eye başladılar... (s. 237-238;
K huri, s. 243-244).

O zam an, A raplar, A llah ’ın peygam berlik m ührü ile o-


nurlandırdığı özel bir m illettir. A rabizm in gerektirdikleri ayrı
bağım sız bir A rap devleti kurarak değil, K ur’an ve Sünnetin
ilkelerinin uygulandığı bir İslâm devletinin m ensubu olunarak
yerine getirilebilir. Bu fikirler, A bdullah O sm anlı İm paratorlu-
ğ u ’ndan ayrılm anın gereklerini tartışırken bile açıkça ortaya
konulm uştu. A rapların bağım sızlık istekleri, Türkler, tem el
İslâm î kurum ların yerine tanzim at reform larını koym aya başla­
dıklarında doğm uştu.
Fakat geçen yüzyıl ve önceleri, A rap ve A rap olm ayanlar
arasındaki bu birleştirici bağı tah rip eden bazı değişim ler
gerçekleşti. S ultan II. M ahm ut dönem inde, K u r’an ve
S ü n n e t’ten ilham alan A rap ö ğ retilerine karşı B atı’ya ait
form ları önceleyen ve taraftarlarının da anlam adıkları
T anzim at F e rm an ı’nın ilânı, söz konusu tahripkâr değişi­
m in ilk ayağını tem sil ediyordu. B öylece, yoldan çıkm alar,
zıtlıklar, çelişkiler, gelişm ede bocalam alar ve harekette
y av aşlam a baş göseterdi. B unlar arasın d a ordunun yapı­
sındaki ve idaredeki anî değişiklikler yeniçeri birliklerinin
kaldırılm ası ve “Yeni Ordu" diye ad landırılan birliklerin
oluşturulm ası vardı... (s. 238; K huri, s. 245).

Bundan sonra A bdullah, (s. 238-239; Khuri, s. 244-245)


M uham m ed A li’nin başarılarını ve Ş erif ve M ekke E m ir’i
A bdülm uttalib’in bağım sız bir em irlik kurm a yolundaki çabala­
rım “ ilk bağım sız A rap eseri” yani A rapçılığın doğuşu olarak
açıklar. A yrıca, Türklerin K ur’an ve S ünnet’in öğretilerinden
uzaklaşm alarından dolayı, A rapların bağım sızlık isteklerinin
belirdiğini açıkça ortaya koyar.
O sm anlı devlet adam larının başlıca hatası, şeriatın hü­
küm lerini uygulam adaki başarısızlıkları ve halifelikten vaz­
geçm eleridir. B ir yerde (Ek, s. 116-117) A bdullah Tanzim at
reform larını savunduğunu ve Batılı askerî ve İdarî tekniklerin
alınm asına bir itirazının olm adığını belirtir. Fakat ne zam an ki
G enç Türkler, halifelik yerine Batılı anayasal ve m illiyetçi
rejimi koym aya teşebbüs etm işler, işte o zam an, A raplar için
bir M üslüm an olarak isyan etm ekten başka alternatif kalm a­
mıştır;
1908 O sm anlı devrim i ile, 1876 A nayasası tekrar y ürürlü­
ğe konarken, öte yandan m evcut düzen, m illî b ir sistem e
dönüşm üştür. B undan böyle S u ltan ’ın uyruğundan olanlar
hakim unsur, diğer halklar ve dev letler söz konusu ayrıca­
lıklı toplum un bağlıları olacaklardı. D iğer ırkların İslâm î
kim liklerini ön plâna çıkardıklarını ve sayıca T ürklerden
d aha fazla olduğunu gören T ürk idareciler, m illî karakter­
lerini değiştirm ek ve böylece T ürk anayasal sistem ini sor­
gulam alarını engellem ek için d iğ er unsurları T ürkleştir­
m eye başladılar. H er b ir m illet (üm m et) değişik parti ve
sayısız kurum organize ederek im tiyazlarını elde etm ek ve
isteklerini g erçekleştirebilm ek için m ücadeleye başladı.
İttihat ve T erakki Partisi O sm anlı parlâm entosu seçim leri­
ni T ürk ve İttihadcı olm ayan hiç kim senin kazanm am ası i-
çin baskı yapm aya başladı. A raplar ve im paratorluğun d i­
ğer unsurları yok olm a tehlikesiyle karşı karşıya o ldukla­
rını hissettiler. Böylece, C ezayir, Jabal al-D uruz ve al-
K arak ’ta isyanlar başgösterdi. M eşhur Sam i P aşa el-
Faruki, A rap isyanını b astırm a görevini üzerine aldı; daha
sonra A s ir’de M ekke E m ir’i H üseyin İbn A li’nin bastırdı­
ğı b ir isyan ve M üşir A bdulllah ve M üşir İzzet P aşaların
bastırdıkları Y em en isyanı patlak verdi.

Bu dönem de Şerif, O sm anlı ile olan bağlarına sıkı sıkıya


bağlıydı, onu destekliyor, onun devam lılığı için uğraşıyor
ve sonuçlarının ne olacağı belli olm ayan bölünm e ve par­
çalanm aya karşı onu tercih ediyordu. İttihadçıların bencil­
likleri doruk n oktasına ulaştığında, A raplar için tehditkar,
h or gören ve kendilerinden başka herkesi düşm an kabul e-
den T ürklerden ayrılm anın lüzum u açıkça ortaya çıktı (s.
239-240; K huri, s. 245-246).

D iğer bir pasaj, A rapların ulusal karakterlerini tehdit eden


şeyin, yalnızca A rapların ve im paratorluk içindeki diğer un­
surların T ürkler tarafından bastırılm ası gerçeğinin olm adığı,
halife-sultanlık sistem inden vazgeçilm esininde bu anlam da
önem li bir tehdit edici unsur olduğunu açıkça ortaya koym uş­
tur.
İslâm lıklarından soyutlarsanız A raplar hiçb ir şeydirler.
O nların görevlerinden bir tanesi büyüklüklerini, haklarını
ve halifeliklerini yeniden elde etm eleridir. Son A rap isyanı
b üyük kurtarıcı (yani H üseyin) — A llah ona rahm et et­
sin— ve H icaz’ın tanınm ış kişilerinden olan arkadaşları ile
ulem anın ve yine Suriye ve Irak ’ın ünlü sim alarının ka­
rarları ile İslâm ’ı savunm ak ve K utsal K itap ’taki “ Siz in­
sanlar arasından çıkarılm ış hayırlı bir üm m etsiniz; iyiliği
em reder, kötülükten m en e d ersin iz” (K u r’an, 3/110) ayeti­
nin gereğini yerine getirm ek üzere başlatıldı. A llah belki
bu m illet vah vah dem eden önce, ondaki h astalık lı.b ö lg e­
nin yerini bilen ve vereceği ilacın niteliğini bilerek bir an
önce üşenm eden hastalığı kesip atacak birini gönderir.

C um huriyetçi devrim isteği, M ithat P aşa dönem inden iti­


baren, G enç T ürkler tarafından h araretle desteklenm iştir.
Bu topluluk, O sm anlı Sultanlarının, doğu, batı, kuzey, gü­
ney sınırlarını, halifelik Unvanım aldıktan so n ra m uhkem
kıldıklarını ve bu payeyi inkâr etm enin, gay et tabii olarak,
A rapları da reddetm ek an lam ın a geleceğini görem em iş.
(Soruyorsunuz:) O nların bugün dönden d ah a güçlü, daha
sağlam ve d aha m odern olduklarını görm üyor m usunuz?
(C evaplayalım :) Fakat nerede hani nerede, dünün sahip
o lunan ünü ve sultanların, inananların kom utanları ve A l­
lah ’ın peygam berinin halefleri oldukları dönem de sahip
oldukları etki? G erçekte o n lar bugün d ah a z a y ıf ve k ü ­
çüktürler. O ysa ki dün daha büyük ve güçlü idiler. D olayı­
sıyla diyorum ki, bir şey aslından ayrıldığında gücünü
k aybetm ektedir (s. 22; K huri, s. 57).

Bunun içindir ki A bdullah, A rapların özel konum unun ve


farklılığının İslâm ’ın bir sonucu olduğu görüşündedir. A raplar,
A llah onları peygam berlik “ m ührü” ile onurlandırdığı için özel
bir ulustur. D iğer taraftan, İslâm ’ın kalbini K u r’an ve S ünnet’in
m irasçısı olan A rap öğretileri oluşturm aktadır. Bunun içindir ki
A raplar, diğer M üslüm an halkların önünde gelirler. Am a, onla­
rın bu üstünlüğü K ur’an ve S ünnet’e uyulduğu sürece böyledir.
Y oksa, A rap bağım sızlığını isteyerek değil. D olayısıyla Arap
ulusu, A rap olsun veya olm asın halifeliği üstlenm iş K ur’an ve
S ünnet’e bağlı herhangi bir S ultan’a gerçek bir bağlılık göste­
rir. O sm anlı hüküm eti, K ur’an ve S ünnet’ten ayrıldığı ve hali­
felik yerine Batı tipi yabancı bir rejim i koyduğunda, kendisi ve
İslâm için geriye dönüş kaçınılm az bir sonuç olm uştur. Böyle­
ce A raplar, birincisi, İslâm ’a eski konum unu kazandırm ak ve
İkincisi, A llah ’ın araplara verdiği özel konum unu yeniden elde
etm ek için doğal olarak O sm anlı siyasetine karşı çıktılar.
H üseyin’in politik ideolojisinin başlıca işareti 10 Haziran
1916 ve 5 M art 1917 tarihleri arasında yayınlanan dört bildiri­
dir. İkinci, üçüncü ve dördüncü bildiriler H üseyin’in resm î
gazetesi el-K ıble'de yayınlanm ıştır ve dolayısıyla doğrulukları
hususunda herhangi bir şüphe yoktur.2 M ısır’da basılan ilk
bildirinin yazarının kim olduğu konusunda ise bazı şüpheler
vardır. A m in Said, H üseyin tarafından M ısır’a gönderilen h a­
kikî bir belge olduğunu iddia ettiği çok uzun bir metin yayınla­
dı. D aha sonra da, M ısır’da yayınlanan m etnin, yayınlanm adan
önce İngilizler tarafından değiştirildiğini iddia etti. D iğer yan­
dan “G ”* M ısır’da yayınlanan m etnin, H üseyin’in gönderdiği
bildiri olduğunu söyledi. “G”ye göre H üseyin’in M ısır’daki
tem silcisi bu bildiriden tatm in olm am ış, bu nedenlede el-
M enar’m tanınm ış ilâhiyatçı ve yazar editörü M uham m ed
Reşid R ıza’ya yeniden yazdırm ıştır. Fakat H üseyin, bu yeni
yazılan ve K ahire’de basılm ış olan bildiriyi kabul etm edi ve
kendisinin daha önce yazm ış olduğu m etin üzerinde ısrar etti.3
Y ayınlanan bildiri ile gizlenen versiyonu önem li bir fark dışın­
da hem en hem en aynıdır: bildirinin gizli tutulan versiyonunda
A rapçılık som utlaştırılırken, bu yayınlanan bildiride tam am en
ortadan kaldırılm ıştır. D olayısıyladır ki m etinlerin yazarlarının
belirlenm esi oldukça önem lidir.
Y ayınlanan versiyonun H üseyin’in, gizli tutulan m etnin i-
se M uham m ed Reşid R ıza’mn çalışm ası olduğunu im a eden
pek çok işaret vardır.4 İlk önce S aid ’in bize anlattığı gibi îngi-
lizlerin bu uzun m etni gizlediklerini düşündürecek herhangi bir
sebep yoktur. İkinci olarak ise yayınlanan versiyon tarz olarak
H üseyin’in diğer ilânlarına daha çok benzediği söylenebilir.
M etinlerin cüm le yapılarından kaynaklanan bir benzerliktir bu,
fakat söz konusu olan yalnızca bir izlenim dir ve elim izde bunu
gösterecek herhangi bir kesin kriter yoktur. Ü çüncü olarak,
H üseyin’in 5 M art 1917 tarihli dördüncü bildirisinde şu ifade

2 Arapça metin ve bu bildirilerin Fransızca çevirileri için bkz.: “G.,” “Textes


historiques sur le reveil arabe au Hedjaz”, R evue du M onde M usulman,
XLVI (1921), 1-22; X LV II(1921), 1-27; L (1922), 74-100.
Bu bölümün 2. dipnotuna bakınız— ç.n.
3 Amin Said, al-Thavrah al-arabiyah al-kubra, 3 cilt, (Kahire: İsa al-Babi al-
Halabi, [1934 ?]), I, 149-157; RM M \ X L V I(1921), 10-11.
4 Ettore Rossi, Docum enti sull origine e gli sviluppi della qucstione araba,
1R75-I944, (Roma: Istituto per l’Oriente, 1944), s. 53, n.ı, Said’in iddiasını
tartışmasız kabul eder.
geçer: “ İlk bildirim izin yirm i beşinci satırında dediğim iz gibi
onların göğüslerinde sa f İslâm î şeriat adına ne vardır?”5 Y a­
yınlanan ilk bildirinin yirm i beşinci satırındaki cüm le şöyledir:
“O nların göğüslerinde din (İslâm dini) ve A raplar adına ne
vardır?” Bu ifade gizli tutulan versiyonda yoktur, fakat gizli
metin yayınlanan bildiriden daha uzun olduğu için aynı ifade­
nin yirm i beşinci satırda geçm e ihtim ali zordur.6 D olayısıyla
dördüncü bildirisinde H üseyin, yayınlanan bildirinin yazarı
olduğunu doğrular gibidir. Son olarak, gizli m etinde yer alan
fakat yayınlanan bildiride bulunm ayan A rapçılık teorisi H üse­
y in ’in diğer bildirilerinde geçen A rapçılık teorisinden çok
farklıdır.
Gizli tutulan bildiride som utlaştırılan A rapçılık teorisi
A b d u llah ’ınkine benzer. A raplar a y n a lık la rın ı ve büyüklükle­
rini İslâm ’dan alırlar: “ İslâm ’ın ve A rapların çıkarları karşılıklı
olarak birbirlerine ihtiyaç duyarlar.”7 B unun ötesinde, A raplar
İslâm ’da özel bir yere sahiptirler, “eğer A raplar za y ıf olursa,
İslâm da za y ıf olur” (I. 155). A yrıca, “A rap dilini öldürm enin
(İttihat Terakki bunu yapm aya çalışm ıştır) İslâm ’ın kendisini
öldürm ek olacağı gün gibi ortadadır. H akikaten de İslâm bir
A rap dinidir. Şu anlam da ki, A rapça olarak gönderilm iştir ve
bir gerçektir ki yalnızca özel olarak A raplar değil, A rap olm a­
yan diğer iman edenler de O ’nu bu dil ile okum ak, bu dil ile
onun üzerine düşünm ek ve bu dil ile onu anlam ak durum unda­
dırlar...” (I. 152). Son olarak, “güçlü ve büyük devletler kur­
m aya alışkın olan M üslüm anlar, bunlardan en büyüğünü Arap
atalarım ız zam anında kurm uşlardır” (I. 155).
H üseyin’in ilk bildirisinin yayınlanm ış versiyonu Arap-
lardan hem en hem en hiç bahsetm ez. A ncak bununla birlikte,
“m illiyetçiliğin” bağım sız bir m otive edici güç olduğundan
bahseden iki bölüm ü içerir: H üseyin M ekke’nin bom bardım a­
nının kalplerinde dine ve A raplara yönelik sakladıklarının delili

5 RMM. L (1922), s. 93, II, 12-13 (Arapça metin), s. 79 (çeviri).


6 RMM, XLVI (1921), s. 2 1 , 1. 9 (Arapça metin), s. 8 (çeviri).
7 Said, 1, 156. Bu paragrafta, bildiriye yapılacak referansların arta kalanları
metin içerisinde verilecektir.
olduğunu söyler ve ekler, “ B iz dinim izi ve m illî (kavm i) varlı­
ğım ızı İttihadçıların ellerine bırakam ayız.”8 H üseyin’in olduğu
şüphe götürm eyen bildirilerde “m illî” gibi kelim eler yalnızca
bir kere geçm ektedir. 1916 K asım ında yayınlanan üçüncü bil­
diri H üseyin tarafından “M ekke Ş e r if i ve A rap ülkesinin kralı”
Unvanıyla im zalanm ıştır. Burada H üseyin, “dinin m illiyetçili­
ğin (kavm iyet) ve insanlığın bize yüklediği görevlerden, A l­
lah’a karşı yüküm lülüklerinden ve m illî ve vatanî çıkarlardan
önce gelen m illî ve vatanî görevlerden bahseder.”9
H üseyin’in isyanı, dinî yüküm lülükler gibi “vatanî” ve
“m illî” görevlerin bir sonucu olarak ifade etm esi iki soruyu
gündem e getirir. D inî vazifeden farklı olarak “vatanî” ve “m il­
lî” vazife ne dem ektir ve “vatanî” ve m illet” in varlığını meşru
kılan teorik ve yasal tem eller nelerdir? B aşlıca “m illî” ve “va­
tanî” görevler M üslüm anların dinî vazifeleriyle, yani şeriatın
yolunda gitm ekle aynı görünm ektedir. N e zam an ki isyan üm­
m etin isyanı ya da “vatanî ve m illî yüküm lülüklerin bir sonucu
olarak tanım lansa, arkasından bu isyanı, A llah ’ın dinini alaya
alanlara ve onu bir oyun gibi gören vurdum duym azlara karşı
bir hareket olarak tanım layan ifadeler gelir.10
A ncak, “ m illî vazife” şeiratı savunm ak ve takip etm ek
yüküm lülüğünden daha fazla bir şeydir. H üseyin’in m illet
kavram ına ilişkin fikirleri aşağıda tam ve en açık ifadesiyle
ortaya konm aktadır:
A lla h ’ın k arşısında sorum lu lu ğun u artıran... v e aynı z a ­
m anda da vatanî (v a ta n iy et) v e k avm î (k a v m iy et) çıkarlar­
dan daha ö n c e g e le n şe y şu anda m illetim in (k avm ) v e in­
sanlarım ın için d e bulundukları katlanılm ası zo r durum ­
dur...

Sonra, zalim su çlu lara v e m ürted tahripçilere karşı ayak­


lanm ak için A lla h ’ın h im ayesin i arar old u k. [H ü sey in ’in

8 RM M . XLV1 (1921), s. 21,11, 9, 15 (Arapça metin), s. 8-9 (çeviri).


9 R M M , XLV1I (1921), s. 24, kol. 1, II. 4-5 (Arapça metin), s. 15 (çeviri); s.
25, kol. 1,1. 16 (Arapça metin, s. 16 (çeviri); s. 27, kol. 1, I. 1 (Arapça me­
tin), s. 20 (çeviri). Başlık hakkında bkz.: s. 46-47.
10 A.g.e., s. 25, kol. I, II. I-3 (Arapça metin), s. 14-15 (çeviri).
burada zalim lere ve kâfirlere karşı yapılanları haklı gös­
term ek için dört hadis iktibas etm ekte ve sözünü şu hadisle
bağlam akta: “ İçinizden en hayırlısı kabilesini (aşiret) ko-
ruyanınızdır” ]. V e A llah bizi, m illetim izi (üm m et) yücelt­
m ek, haksızlığa engel olm ak ve kâfirleri ve küstahları to p ­
raklarım ızdan ve inananların arasından defetm ek, kendi­
m iz için ne istiyorsak inananlar için de aynısını istem ek. O
(M uham m ed) ne getirdiyse (şeriat) onu takip etm eyi iste­
m ek ve kabilelerim izin ve A rap toplum larm ın (cem aat) i-
çindeki kötülükleri atm ak ve onun ırkına, diline, g eleneği­
ne, huzuruna sözle veya hareketle açık y a d a dolaylı olarak
dil uzatanları cezalandırm ak için se ç ti."

Bu vurgular tesadüfen yapılm am ıştır. “M illet” in, “zalim


suçlulara ve m ürted tahripçilere karşı isyan etm ek” ve “haksız­
lığa engel olm ak ve kâfirleri ve küstahları defetm ek” şeklindeki
vazife ve hakları P eygam berin Sünnetinden çıkartılm ış sonuç­
lardır. “ M illetin” vazifesi o (Peygam ber) “ne getirdiyse onu
takip edebilm ektir.” İşte burada “m illî” varlık ve vazife için
yasal b ir tem el bulunm aktadır. Bu pasaj da “m illet’M ifade et­
m ek için kullanılan ilk kelim e “kabile” ya da belki de “bir
kabilenin savaşan insanları” anlam ına gelen kavim kelim esidir.
Bu “m illet” (“kavim ”), “ ırkını, dilini, geleneklerini, rahatını ve
huzurunu” savunm a hakkı ve yüküm lülüğüne sahiptir. Çünkü
P eygam ber, “ içinizden en hayırlısı kavm ini koruyanm ızdır”
dem iştir. D olayısıyla “ m illî” varlık ve “m illî” görev şeriata
dayandırılm aktadır. Bu argüm anda H üseyin, sağlam bir kanunî
zem in üzerindedir. Bütün M üslüm an “kabile” ve “halklar” ın
eşit olduğu düşüncesi Sünnîler arasında çok önceden tesis e-
dilm iştir.’2
H üseyin bir “m illet” in var olm a hakkının olduğunu iddia
etse de, m illet olm anın devlet olm ayı gerektirdiğini iddia et­
m ez. A şağıdaki pasaj, “m illet” ve “bağım sızlık” kavram larını
birbiriyle ilişkilendirir.

11 A.g.e., s. 25, kol. 1,1. 1; s. 24, kol. 2 , 1. 1, s. 25, kol. 2 , 1. 7 (Arapça metin),
s. 16-17 (çeviri).
12 C. Snouck Hurgronje, “L’Islam et le probleme des races”, RMM , L (1922),
8 - 21 .
A ziz üm m etim izin İslâm î hassasiyeti A raplara has iştiyakı
hususundaki m em nuniyetim izi ifade etm ek ve şim diye ka­
dar gösterm iş olduğu yiğitlik, kahram anlık ve A rap o n u ­
rundan ötürü ve kâfir işgalcileri vatanım ızdan ve to prakla­
rım ızdan kovarken bize verdiği destekten dolayı teşek­
kürlerim izi sunm ak isteriz. B un u n la b irliktedir ki şerefli
A rap to p raklarının tarihinde altın b ir sayfa açılm ış ve to p ­
raklarına tam ve sürekli b ir b ağım sızlık sağlayarak büyük
övgüyü hak etm iştir.13

Bu pasajdan bir m illetin kendi topraklarında politik b a­


ğım sızlık hakkına sahip olduğu şeklinde bir m ana çıkartılabilir.
Fakat, doğru bir yorum lam a şu şekilde olacaktır: H üseyin’in
m illet’i bağım sızlığı hak etti, çünkü kâfirleri topraklarından
kovm uştur. K ısaca, H üseyin yöneticinin şeriatı uygulam a yü­
küm lülüğü ve şeriatı14 ihlâl eden yöneticiye isyan etm e şeklin­
deki İslâm î düşünceyle ilgilenm ektedir, yoksa, m illetin kendi
idaresini belirlem e düşüncesiyle değil.
A slında, H üseyin, etnik duyguya hiçbir politik veya sos­
yal önem atfetm ez. M illetini belli bir am aç üzere birlikte ça­
lışm aya teşvik ederken İslâm ’a dayanm aktadır: “V e bir
m illletten beklenm esi gereken en önem li şey niyette sam im iyet,
birbiri için iyi dileklere sahip olm ak, karşılıklı yardım laşm a ve
m illî (kavm iyet) ve vatanî (vataniyet) çıkarların savunulm ası­
dır.” A rdından H üseyin, M üslüm anların yardım laşm alarını
öngören üç Hadis alıntılar ve ekler: “N itekim bu, sahih İslâm ’ın
bize em ridir, hadi öyleyse gerçek M üslüm anlar olalım .” 15
Bu bildiri açık olarak H üseyin’in “m illet” ve “ülke” (top­
rak?) kavram larını ta rif etm ez. B irileri bu “m illet” in “A rap
m illeti” olduğunu söyleyecektir, fakat A rap ümmeti (ya da Arap
kavm i) terim i kullanılm am aktadır. H üseyin, “A rap” terim ini
yalnızca iki pasajda “ m illet” terim iyle ilişkilendirm ektedir. İlk

13 RMM , XLVII (1921), s. 26, kol. 1, II. 5-8 (Arapça metin, s. 18-19 (çeviri).
14 Bu doktrinler için bkz.: David Santillana, Insti/Uzjoni di diritto musulmano
mcılichita, 2 cilt, (Roma: Instituto per l’Oriente, [1925-1938]), I, 21-26; H.
A. R. Gibb and Harold Bowen, Islanıic Society and the V/est, 1. cilt: lslamic
Society in the Eighteenth Century, pt. I (Londra: Oxford University Press,
1950), s. 28-29.
15 RM M , XLVII ( 1921). s. 27, kol. I, II. 1-8 (Arapça metin), s. 20-21 (çeviri).
pasajda, onun “m illeti” “kabileler ve A rap cem aatlerini” kap­
sam aktadır. İkincisinde ise “m illet” “ İslâm î azim ve Arap
çoşkusu ve gururuna sahip yüce A rap topraklarında yaşayan
cesur ve yiğit insanlardır. Bundan çıkartılabilecek tek sonuç
H üseyin’in “ m illeti” “ A raptır” gerçeğidir. Fakat, onun “m ille­
tinin” bütün A rapları kapsadığına dair herhangi bir işaret yok­
tur.
N e zam an ki, “m illct” veya “m illî” gibi terim ler özel bir
bölge veya halk referans tın a r a k kullanılsa H icaz ve oradaki
halk kastedilm ektedir. Ü çüncü bildirinin giriş paragrafı bunu
açıkça gösterm ektedir: “ Şim di topraklarım ızın çocuklarına
dinin, m illiyetçiliğin ve insanlığın bize yüklediği sorum luluklar
hakkında bahsetm e zam anı geldi.” Burada, “bizim toprağım ız”
gönderm e yapılan ilk bölge olm alı: İki kutsal bölgenin onlar
tarafından (İttihadçılar) O sm anlı’ya ait diğer bölgelerden daha
az tahrip edilm esi onların H icazlıları; A nadolu, Rum eli, Suriye
ve Irak’ta oturanlardan daha çok sevm eleri dolayısıyla değil­
d ir...16 Y alnızca “bizim topraklarım ız” deyim i ile H icaz ayni-
leştirilm em ekte aynı zam anda H icaz, diğer iki A rap bölgesin­
den — Suriye ve Irak— ayrı olarak ele alınm aktadır. Bu iki
bölgenin çok net olm asa da benzer bir m anada yalnızca bir
pasajda bahsi geçiyor: “ M edine halkına bakın... İttihadçıların
Suriye ve Irak A raplarına yaptıkları zulüm ve adaletsizlikten
onlar da kurtulam adı...” D aha sonra da M edine halkına yönelik
zalim davranışlar sıralanır.17 Bir başka tanım lam a da, H üse­
y in ’in ülkesinin ve insanlarının başına gelen dayanılm ası zor
açlık ve sefaletten bahsederken yapılır.18 Dolayısıyla, H ü se­
yin ’in vatanı Hicaz, üm m eti y a da kavm i de H icaz halkıdır.
Bundan dolayı, H üseyin’in üçüncü bildirisi ilk bildirinin
gizli tutulan versiyonundaki ve oğlunun yazılarındaki A rapçılık
teorisini içerm ez. H üseyin m illiyetçiliği yerel anlam da kullan­
m ıştır ve bütün A rap m illetine vurgu yapm am ıştır. Şu kesindir
ki, eğer H üseyin, A bdullah’ın yazılarında ve ilk bildirinin gizli

16 A.g.e.,s. 24, kol.1 ,1. 3; s. 25, kol. I, I. 7 (Arapça metin), s. 14-15 (çeviri).
17 A.g.e.,s. 25, kol.2 , 1. 8; s. 26, kol. I, I. 4 (Arapça metin), s. 17-18 (çeviri).
18 A.g.e.,s. 25, kol.1 , 1. 16; s. 24, kol 1 I. 4 (Arapça metin), s. 16 (çeviri).
versiyonunda geçen A rapların M üslüm anlar arasında m üstesna
b ir yere sahip oldukları şeklindeki fikre inansaydı veya onu
kullanm ak isteseydi bunu ilk defa “A rap ülkesinin kralı”
Unvanını kullandığı bildirisinde yapardı. D em ek ki H üseyin ne
ilk bildirinin gizli tutulan verisyonunun yazarıdır ne de ondaki
A rapçılık fikrinin savunucusudur.
H üseyin’in bildirileri şunu açıkça ortaya koym aktadır ki,
ona göre kanunî bir devlet m illî olan değil m üm kün olduğu
kadar çok fazla inanan topluluğu kucaklayan bir İslâm devleti­
dir. “ Bab-ı A li’yi tanıyan ilk M üslüm an vali ve em irler M ek­
k e’nin em irleri olm uştur. Bu em irler ki O sm anlı yöneticilerin­
den, övülm üş O sm anlı ailesinin sultanlarıyla, A llah ’ın Kitabına
ve Peygam berin Sünnetine dosdoğru bir bağlanışla ve bunlar­
daki em irlere uym ada gösterilecek şevk ve iştiyakla M üslü­
m anlar arasındaki bağları güçlendirm elerini talep etm işlerdir.19
A ynı şekilde, H üseyin’in bahsettiği “ Sünnî O sm anlı Sultanları
ve dünyanın tüm M üslüm anları arasındaki tek bağ, K ur’an ’a ve
S ünnet’e sıkı sıkıya sarılm ak değil m idir?”20 N e zam an ki bu
şartlar yerine getirilir işte o zam an O sm anlı Sultanları birer
halifedir: “M üslüm anların halifelik için lüzum lu gördükleri
koşullan ihlâl etm eleri ve yerine getirm em eleri onların
(İttihadçıların) reddedilm elerini gerektirm ektedir.”21 O sm anlı
hüküm eti şeriata sıkı sıkıya bağlı kaldığı sürece yalnızca hilâfet
m akam ı olm akla kalm az, aynı zam anda gerçek bir “ İslâm dev-
leti”d e22 olur, yani bütün M üslüm anların devleti.
H üseyin’in, A rapların O sm anlı D evleti’nden ayrılm aları­
na gerekçe olarak gösterdiği sebepler, A bdullah’ınkilerle he­
m en hem en aynıdır. A yrılm a zorunluydu, çünkü Türkler, şeria­
tın em irlerine uym aktan vazgeçm işler ve dolayısıyladır ki hali­
feliğin şartlarını yerine getirem ez olm uşlardı. H üseyin’in

19 RMM; XLVI (1921), s. 20, II. I-2 (Arapça metin),s. 4 (çeviri).


20 A.g.e., s. 20, II. 9-10 (Arapça metin), s. 5 (çeviri).
21 A.g.e., s. 20, II. 15 (Arapça metin), s. 6 (çeviri).
22 Bu ifade iki kere geçer; a.g.e., s. 20, I. 6 (Arapçametin),s. 5 (çeviri);
XLVII ( 19 2 1), s. 13, II. 7-8 (Arapça metin), s. lO (çeviri). Her iki durumda
da, “devlet” “bütün Müslümanlar” ve “dünyanın Müslümanları” ile ilişkili
olarak kullanılmaktadır.
İttihadçıların m odernleşm e ve batılılaşm a süreçlerini tem sil
eden girişim lerine yaptığı saldırılar özel bir önem e haizdir. O,
kadınların kanunî statülerini artırm a girişim lerine,23 askerlerin
oruç tutm a m uafiyetine24 ve şahitlik şartlarının m odernizasyo­
nuna25 itiraz etm iştir. A ynı zam anda anayasalaşm a hareketine
de karşı çıkm ıştır: Bu sultanın gücünü sınırlam ış, en yakının­
daki kişileri bile seçm e hakkını elinden alm ış ve onu yalnızca
M üslüm anların işleriyle ve ülke çıkarlarıyla uğraşır hale getir­
m iştir.26 H üseyin’in İttihadçılara yönelttiği en sert ve ilginç
saldırısı dört bildirisinin üçünde yer alan onların “ İslâm devle­
tinin” topraklarının kaybedilm esine yol açtıkları şeklindeki
saldırısıdır; bunun için bütün M üslüm anlar onlardan nefret
etm elilerdir.27
A bdullah ve H üseyin’in kabul ettikleri devlet teorisi 15.
yüzyılın sonlarında geliştirilm iş olan m odem Sünnî hilâfet
terosidir. Bu teoriye göre, gerçek evrensel hilâfet yalnızca Hz.
Peygam ber’in ölüm ünden sonra geçen çok kısa bir süre için
söz konusu olm uştur, ondan sonrası ise sultanlık olarak değer­
lendirilm elidir. Bununla birlikte, iş başındaki sultanın şeriatı
uyguladığı her M üslüm an sultanlık, kanunî bir hüküm ettir ve
“halifelik” Unvanını üstlenm eye lâyıktır. A ncak bu lâyık oluş
böyle bir sultanlığa bütün M üslüm anların bağlılık gösterm ele­
rini gerektirm ez; zaten hilâfetin sahibi zat için “H alife” Unvanı
çok az kullanılm ıştır.28 Bu teori hem H üseyin’in hem de A b­
du llah ’ın kelim elerinde kendini gösterm ektedir: O sm anlı sul­
tanlığı şeriat’ı uyguladığı sürece bir halifeliktir. A ynı şekilde,
im paratorluk bir “halife” tayin etm esine rağm en, onun başm-

23 RMM , XLVI (1921), s. 20, II. 11-12 (Arapça metin), s. 6 (çeviri); XLVII
(1921), s. 13, kol. 2, II. 10-12 (Arapça metin), s. 10 (çeviri).
24 RMM , XLVI (1921), s. 20, II. 12-13 (Arapça metin), s. 7 (çeviri).
25 A.g.e., s. 21, II. 1-2 (Arapça metin), s. 7 (çeviri).
26 A.g.e., s. 20, II. 14-15 (Arapça metin), s. 6 (çeviri).
27 A.g.e., s. 20, II. 4-5 (Arapça metin), s. 7 (çeviri); XLVII (1921), s. 13, kol.
I, II. 12-17 (Arapça metin), s. 7 (çeviri); 25, kol. 1, II. 3-4 (Arapça metin),
s. 15 (çeviri); s. 25, kol. I, I. 12 (Arapça metin), s. 15 (çeviri).
28 Modern hilâfet teorisi hakkında bkz.: H. A. R. Gibb, “Some Considerations
on the Sünni Theory o f the Caliphate”, A rchives d ’Histoire du Droit
Oriental, III (1948), 401-410 ve Gibb ve Bowen, I, pt. 1. s. 26-38.
daki kişi A bdullah tarafından yalnızca bir kere “halife” olarak
adlandırılm ıştır, H üseyin ise bunu hiçbir zam an yapm am ıştır.
H üseyin’in bildirilerinde “ halife” kelim esi yalnızca bir kere
İttihadçıların II. A bdülham it’i “halife” olarak tanıdıkları ve
fakat kendisinin böyle düşünm ediğini söylerken geçm iştir.29
M odem hilâfet teorisinin A bdullah ve H üseyin tarafından
kullanılm ası, 19. yüzyıl Y akın D oğu T arih î’nin çarpıcı nitelik­
lerinden biri olan P an-İslâm ist hareketi anlam ada önem li kat­
kılar sağlam ıştır. O sm anlı hüküm eti, dünya M üslüm anlarının
desteğini kazanabilm ek için kendisini halifelik m akam ı olarak
tanım lam a yoluna gitm iştir. M odem hilâfet teorisine göre,
O sm anlı hüküm eti şeriatı uyguladığı m üddetçe böyle bir
ünvanı taşım ak için tam anlam ıyla geçerli bir sebebe sahiptir.
H üseyin ve A bdullah, O sm anlı hüküm etinin halifelik m akam ı
hususundaki iddiasını haklı görmekteydiler ve birçok Müslümanın
da bu görüşü paylaştıklarına inanm aktaydılar. D olayısıyla, bazı
A vrupalı İslâm cıların, O sm anlI’nın klâsik halifeliğin özellikle­
rine sahip olm adığım iddia ederek O sm anlı hilafetiyle alay
etm eleri oldukça yersizdir.30 T ürklerin klâsik hilafete ilişkin
iddiaları M üslüm anların değil, A vrupalIların yararına olm uştur.
B ununla birlikte, evrensel hilâfet, M üslüm an düşünürler
tarafından çoktan, geçm işte kalm ış bir şey olarak ele alınm ış
olsa da, sam im i M üslüm anların nazarında o hep bir ideal olarak
kalm ıştı. 19. yüzyılda İslâm ekonom ik, politik ve fikri olarak
A vrupa karşısında yenik durum a düşünce, dünyanın her yerin­
de M üslüm anlar, İslâm ’ı A vrupa’ya karşı koruyacak ve savu­
nacak güçlü bir İslâm devleti arar oldular.3’ 19. yüzyılın sonla­
rına kadar O sm anlı İm paratorluğu bu yönde düşünen M üslü­

29 RMM, L (1922), s. 94, I. 18; s. 96, I. 1 (Arapça metin), s. 81 (çeviri).


Hüseyin’in bildirisi (Texte VII) sayfa 96’da devam etmektedir ve “Texte
VII (sayfa 4)” yerine “Texte VII (Sayfa 3)” olarak sınıflandırılmalıdır; s.
95, “Texte VII (sayfa 3) olarak sınıflandırılan Hüseyin’in bildirisinin bir
parçası değildir.
30 Meselâ bkz.: C. Snouck Hurgronji, The H oly W ar M ade in Germany (New
York: G. P. Putnam’s Sons, 1915), s. 16-26,61-63.
31 Bu isteğin 18. yüzyıl Arap hukukçularındaki örneği için bkz.: Gibb ve
Bowen, I, pt. 1, s. 35. 19. yüzyılla ilişkili olarak bkz.: s. 128-138.
m anların son um udu idi. H üseyin de, O sm anlı İm paratorlu-
ğ u ’nu İslâm devleti olarak nitelediğinde böyle düşünüyordu.
İttihadçılara yapılacak en büyük eleştirinin İslâm topraklarının
azalm asına yol açm aları olacağını düşündüğü için de, birçok
M üslüm anın O sm anlı’ya bu gözle baktığına inanm ıştı.
A bdullah ve H üseyin’in yazılarında yer alan m illiyetçilik
tanım ları birbirinden farklıdırlar. A bdullah, A rapların M üslü­
man topluluk arasında ayrı ve üstün bir yere sahip oldukları
fikrini savunm aktaydı. Bu teori, M uham m ed A bduh ve öğren­
cisi M uham m ed Reşid Rıza ve A bdurrahm an el-K evakibi tara­
fından yüzyılın bitim ine yakın geliştirildi ve yaygınlaştırıldı.
Bu Uç adam da, P eygam ber’in A rap oluşu ve K ur’a n ’ın A rapça
olarak gönderilm esi dolayısıyla A rapların M üslüm an halk
arasında önde gelm eleri konusunda hem fikirdiler. D olayısıyla
da A raplar, İslâm ’a eski yüce konum unu kazandırabilecek en
nitelikli M üslüm anlardı ve bir A rap uyanışı, genel İslâm î uya­
nışın gerekli ilk adım ıydı. Fakat bunlardan ilk ikisi, hiçbir
zam an İslâm ’ı ikincil olarak A rapçılığın arkasınr koym am ışlar
ve İslâm î devlet anlayışından farklı olarak bir A rap devleti
teorisi geliştirm em işlerdir. Am a bunların aksine, el-K evakibi,
A rapçılığa politik ve içerik kazandırm ış ve H icaz’da M üslü­
m anların m anevî fakat geçici olm ayan lideri olarak bir Arap
halifesinin tem inini desteklem iştir.32 Bu açıdan, A bdullah’ın
teorisi, A bduh ve Reşid R ıza’nınkilerle uyum içerisindedir.
D ahası, A bdullah’ın A rap üstünlüğü tanım lam ası, Reşid Ra-
z ı’nınki ile büyük benzerlik gösterm ektedir ve el-K evakibi’nin
ileri sürdüğü karakteristik özelliklerden yoksundur. D olayısıy­
la, A bdullah A rapçılık teorisini 1914’ten önce yakın ilişkide
olduğu Reşid R ıza’dan ödünç alm ıştır.
H üseyin, oğlundan farklı olarak, herhangi bir m odem
m illiyetçi teoriyi kullanm am ıştır. Şu bir gerçektir ki, onun
bahsettiği üm m et, kavm , sıfat olarak geçen kavm î ve vatanî ve
bir isim olan kavm iyet kelim eleri m odern A rap teorisyenlerinin

32 İleriki sayfalara bkz.: s. 133-140. Hatta bkz.: Charles C. Adams, İslam and
M odem ism in Egypt (Londra: Oxford University Press, 1933), s. 85 ve al-
M u'la n u ıra l-a ra b ia l-a w w a l, (Kahire: 1331 H /l913), s. alif-jim.
kullandığı “ m illet” “m illî” “vatanî” (patriotic) ve “m illiyetçi­
lik” terim leriyle benzerlik gösterm ektedir. B ununla birlikte
H üseyin, üm m et ve kavim kavram larını m odern m illiyetçilerin
kastettikleri anlam da değil, atalarının kullandığı gibi kullan­
m aktadır. K lâsik A rapça’da, üm m et, bütün M üslüm anları kap­
sayan geniş İslâm î üm m etin yanında bir kişinin halkını, toplu ­
luğunu, kabilesini ve partisini ifade etm ek için kullanılırdı;
M eninski’ye göre, kavim aile, kabile ve kanbağı anlam larına
gelirdi. K lâsik sözlüklerde vatanî kelim esi geçm ezken, “vatan
sevgisi im anın bir parçasıdır” şeklindeki hadis 19. yüzyılın
başlarından önce kullanılm aktaydı.33 B unun içindir ki Hüseyin
geleneksel terim leri kullanıyordu ve bildirilerinde onları gele­
neksel politik düşünceyle uyum içerisinde kullanm aktaydı.
A rap isyanının önde gelen iki liderini etkileyen ya da on­
lar tarafından halk desteği tem in etm ek için kullanılan ideolojik
tesirler 19. yüzyılda başlayan A vrupa egem enliğine karşı veri­
len genel İslâm î tepkide kendini gösterdi. H üseyin ve A bdullah
her şeyden önce bağım sızlığı ve İslâm ’ın ve onun en tem el
kurum u olan şeriatın ve halifeliğin bütünlüğünü korum a iste­
ğinde hem fikirdiler. A m a bu isteğin ötesinde onların fikirleri
uyuşm am aktaydı. H üseyin geleneksel Sünnî İslâm ’a bağlı iken,
A bdullah, İslâm ’ın restorasyonunun zorunlu bir şartı olarak
A rap uyanışını görm e noktasında A bduh, Reşid Rıza ve genel
anlam da A rap m illiyetçileriyle bir düşünm ekteydi.

33 Edward W. Lane, An arabic-English Lexicon (Londra: 1863), I, s.v. “üm­


met”; Prancisci a Mesgnien Meninski, Lexicon arabico Persico-Turcicum,
4 cilt. (Viyana, 1780-[1802]), s.v. “kavm”, “vatan”; Sylvia G. Haim, “İslam
and the Theory o f Arab Nationalism”, Die Well des Islams, n.s., IV (1955),
127-140, 142.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDAKİ


İNGİLİZ-ARAP İLİŞKİLERİ HAKKINDA
YAPILAN SON ARAŞTIRMALARIN
IŞIĞI ALTINDA HAŞİMÎLERİN
AMAÇLARI VE POLİTİKALARI

Bundan önceki m akalelerin tam am lanm ası ve ilk basım la­


rından bu yana, artan bir şekilde İngiliz devlet adam larının özel
ve resm î belgelerinin ortaya çıkarılm ası, İngilizlerin H aşim îler
ve A raplarla olan ilişkileri hakkında birçok çalışm anın yapıl­
m asına ön ayak oldu. Tüm bu çalışm aların tem el gayesi İngiliz
politikasının aydınlatılm asına yönelik olm akla beraber, birçoğu
belli ölçülerde A rapların tutum una da değindiler. B azıları esas
olarak kendilerinin A vrupa diplom asisi ve 1918 sonrası dönem
üzerine yoğunlaştıklarına işaret etm ektedir: Z eine N. Zeine,
A ra p B ağım sızlığı İçin M ücadele; B atı D iplom asisi ve S uri­
y e ’de F a ysa l K rallığının Yükselişi ve Ç öküşü (Beyrut: H ayat’s
1960), Jukka N evskini, İngiltere, F ransa ve A ra p O rta D oğusu,
1914-1920 (Londra: The athlone Press, U niversity o f London,
1969), A aron S. K leim an, “ 1915 ’te O rta D o ğ u ’da İngiltere’nin
Savaş G ayeleri”, The Jou rn a l o f C ontem porary H istory, III no.
3 (Tem m uz 1968); 237-251 ve Y ine aynı yazarın A rap D ünya­
sın d a İngiliz S iy a se ti’nin Temelleri: 1921 K ahire K onferansı
(B altim ore: John H opkins Press, 1970). B irinci D ünya Savaşı
süresince H aşim î ve A rap faaliyetleri Elie K edourie’nin eserle­
rinde daha çok yer alm ıştır; “A rap Sorunu Ü zerine K ahire ve
H artum , 1915-1918” The H istorical Journal, V II (1964), 260-
197 (C hatham H ouse Version ve D iğer O rta D oğu Ç alışm aları
kitabında bu m akale yeniden basıldı. [Londra: W eidengeld and
N icolson, 1970]); A. L. Tibaw i, “ M cM ahon Y azışm alarında
S uriye” ve “ Savaş Süresi A nlaşm alarında ve A nlaşm azlıkların­
da Suriye” M iddle E ast Forum , X LII, no. 4 (1996), 5-31 ve
X LIII, nos. 2-3 (1967), 77-109 (ki bu m akaleler yazarın Ç ağ­
daş Suriye Tarihî, Lübnan ve Filistin kitabında dahil edilm iştir.
[Londra ve N ew York: M acm illan ve St. M artin’s Press,
1969]); ve İsiah Friedm an, “ M cM ahon-H üseyin Y azışm aları ve
Filistin Sorunu” A rnold T o ynbee’nin değerlendirm eleri ve
yazarın cevabı ile birlikte, The Jou rn a l o f C ontem porary
History, V. no. 2 (1970) 83-122; V. no. 4 (1970), 185-201.
Y apılan tüm bu araştırm alar takdire şayan, tüm ü çok kapsam lı
doküm antasyon sağlam ışlardır. T abi 1964’den sonra basılanlar
İngiliz resm î kayıtlarının anî bir şekilde kam uya açılm asıyla
büyük avantajlar elde etm işlerdir. K edourie, Tibavvi ve
Friedm an özellikle değerli çalışm alarda bulunm uşlar. Bu ça­
lışm alarda kaynakların çok açık ve sarih bir biçim de alm tılan-
m ası, kapsam lı iktibaslar yapılm ası önem li tezlerin uzun
uzadıya irdelenm esine yardım cı olm aktadır. H er ne kadar bu
araştırm acıların ileri sürdükleri tezlerde m utabakat noktaları
ih tilâf m evzularına nazaran daha çok sayıda ve önem li olsa da,
bilim sel araştırm anın doğasından m ıdır bilinm ez, genelde m a­
alese f ihtilâflar, m utabakat hususlarını gölgelem ektedir. Yine
de benim bu kitapta sunduğum görüşler, ister yanlı isterse te­
m elsiz olsun, yayınlanm am ış k aynaklan (belgeleri) büyük bir
enerji, kararlılık ve hünerle ortaya çıkaran bu akadem isyenlerin
çabaları sonucu vücuda gelm iştir. O nları bu çabalarından ötürü
takdir etm eliyiz.
B irinci D ünya Savaşı şartlarının A rap m illiyetçiliğini (A-
rapçılığı) M ekke Emiri H üseyin’e O sm anlıcılık ideolojisinden
daha faideli hale getirdiğine dair yaygın bir kanaat vardır. Bu
görüşüe göre H üseyin bu şartlar altında A rapçılığı yeni bir
siyaset olarak benim sem iştir. Y ayınlanm am ış belgelerin bu
görüşe karşı bir kanıt getirem ediğine şahit olunm aktadır. Y ine
bu kaynaklar H üseyin’in bu yeni ideolojiyi hasbel kader (um ar­
sızca) benim sediğini gösterem ediler (kanıtlayam adılar). Bil­
hassa, yeni bulgularda, H üseyin’in tem el hedefinin A rap krallı­
ğından ziyade halifelik olduğunu gösteren hiçbir kanıt buluna­
m am ıştır. Bununla birlikte, hiçbir bulgu, H üseyin’in bu yeni
A rap ulusunun liderliği talebinin sadece z a y ıf ve önem siz bir
ulusal toprakların korunm ası çıkarından ibaret olduğunu des-
tekleyem em iştir.
İngilizlerin 1914 sonlarından itibaren H üseyin’e hilafeti
imalı bir şekilde te k lif etm iş olabileceklerinden şüphe edilm e­
m iştir. Yalnız, tek sorun H üseyin’in buna verdiği cevabın ne
olduğuna ilişkindir. Y eni ortaya çıkan belgelerin m uhtevası, bu
hususta eskilerinden pek farklı değil. Şöyle ki, H üseyin’in,
İngilizlerin halifelik teklifine, kendisinin A rap ulusunun
liderdiği talebine hizm et edecek bir argüm anın (düşüncenin)
ötesinde ehem m iyet verm ediği görülm ektedir. K edourie, hâlâ
hilâfet hususuna büyük önem verm ektedir. Bu hususta, yayın­
lanm am ış belgelerdeki tek yeni kanıt; Ş e r ifin bir İngiliz suba­
yına, İngilizlerin kendisine halifelik te k lif ettiklerini söylediği
belgedir. Ş erif bu bilgiyi verirken, söz konusu teklifte kendi
payına bir çıkar olduğuna dair ifade yoktur.1 Bu konuşm ada
(m ülakatta) H üseyin bilinçli bir şekilde İngilizlerin teklifini,
onun krallığını İngiltere’nin kabul ettiğini gösteren bir delil
olarak sunm aktadır. N itekim , yayınlanm ış iki belge, benzer iki
olayda H üseyin’in aynı tavrı ortaya koyduğunu gösterm ektedir.
H üseyin’in Lavvrence’a yaptığı özel açıklam alardan yola çıka­
rak veyahut onun hilafeti bir çeşit papalık kurum u olduğunu
beyan eden ondokuzuncu yüzyıl sekülarist geleneğin bir yanlısı
olduğuna dair kanıt yokluğundan hareketle, H üseyin’in hilâfet
sorununu ciddî olarak düşündüğüne itim at etm enin m akul bir
tarafı görünm em ektedir.2
H üseyin’in toprak em elleri ve onun bu husustaki faaliyeti,
tartışm anın tem elini teşkil etm ektedir. K edourie “ Ş e rifin ger­
çekten de toprak taahhütleriyle fazla alâkadar olduğundan”
şüphe etm ektedir.3 Hem K edourie, hem de Friedm an H üse­

1 Kedourie, Chalham Hau.se Version, s. 18, 23-24.


2 Ayrıca bkz.: Kedouric’niıı aynı eseri, s. 40-45, 81-83. Daha ziyade aydınlar,
bürokratlar ve siyasetçiler yoluyla yayılmış olan (fakat “ulema” kanılıyla
değil) hilafetin papalık kuruntuyla örtüştüğü görüşü için bkz.: Bernard
l.ew is. “ 19. Yüzyıl Ortalarında Osmanlı İmparatorluğu, Bir Değerlendir-
>ü( ", M ıid le Eastenı Studies, I (1965), 291-194.
3 Kodourit', Chatlmııı House Version, s. 22-24.
y in ’in birtakım İngiliz m ahreçli toprak taksim ini kabul ettiğini
ve daha sonraları A rapların H üseyin’in vardığı m utabakattan
geri döndüklerini (m utabakatı geri çevirdiklerini) kabul et­
m ektedir. B ilhassa, Filistin uzun süre m üzakere konusu o l­
m uştur. Tibaw i, ısrarla H üseyin’in ve A rapların Filistin husu­
sunda taviz verm ediklerini belirtm ektedir. İngiliz onuru üze­
rindeki kara bulutlar hâlâ dağılm ış değil; Tibavvi İngilizlerin
ihanet ettiklerine dair suçlam asını tekrarlıyor, buna rağm en
K edourie ve Friedm an İngilizlerin suçunu tem ize çıkarm akta­
dır. İngilizlerin yaptıkları bu yazının konusu değil, fakat
H aşim îlerin faaliyetlerini incelerken, İngilizlerin ve H üseyin’in
karşılıklı olarak birbirlerine verdikleri sözlerin ve ahidlerin
neler olduğunu net olarak tespit etm ek gerekliliği vardır. Bu
am acı gerçekleştirebilm ek için sadece son zam anlarda araştır­
m acıların özetlem iş ve alıntı yapm ış oldukları nisbî olarak az
sayıdaki çağdaş kaynaklara değinm ek yeterli değildir. Aynı
zam anda, İngilizler ve H aşim îler arasındaki (savaş süresince)
ilişkiler üzerine yapılan sonraki büyük çaplı açıklam aların
detaylı bir biçim de araştırılm ası gerekm ektedir.
T em m uz 1915 ’te M cM ahon H üseyin’in m esajını aldığı
vakit, İngilizler E m ir’in toprak taleplerinin aynı zam anda tüm
A rap m illiyetçilerinin talepleriyle örtüştüğünü gösteren açık bir
delil elde etm işlerdi. T abii ki, A rap m illiyetçi hareketinin öne­
mi ciddî bir biçim de tartışılabilir, fakat bir siyasal hareketin
nisbî gücüyle onun yönelim leri bütünüyle farklı m evzulardır.
Y ani, burada söz konusu olan, A rap m illiyetçiliğinin ne derece
güç kazandığı ya da gerçek m anada b ir A rap ulusal hareketin­
den bahsedilip bahsedilm em esi değil, bu hareketin yönelim le­
ridir. K ahire’deki İngilizler A rap m illiyetçileriyle çok çeşitli
irtibatlar kurm uşlar ve bu ilişkilerde tüm A rap m illiyetçileri
tam tam ına H üseyin’in talep ettiği sınırları kabul etm işlerd ir/
M ekke E m ir’i kendi kişisel taleplerini dile getiren değil, bizati­
hi A rap m illiyetçi hareketi adına bir sunuş yapm ıştı.

4 Tibawi, Çağdaş Suriye Tarihi, s. 220-221, 223-226; Kedourie, Chatham


House Versiotı, s. 19.
Şu tam olarak açıktır ki, İngilizler H üseyin tarafından su­
nulan tüm A rap m illiyetçiliği program ına asla itibar etm em iş­
lerdir. İngilizlerin esas olarak itibar ettikleri hususlar
M cM ah o n ’un 24 Ekim 1 9 15s yılında H üseyin’e bu tartışm ala­
rın boyutları hakkında yazm ış olduğu m ektupta dile getirilm iş­
tir. M ektup bazı belirsizlikler içerm ektedir, fakat m ektuptaki
tek belirgin m ünakaşa noktası İngilizlerin A rap bağım sızlığının
alanı olarak taahhüt edip tanıdıkları topraklardan F ilistin’in
hariç bırakılıp bırakılm ayacağı hususuydu. M cM ahon’un beya­
natları çok büyük oranda öfke doğurdu. T artışm anın asıl odak
noktası şu cüm leydi: “ Şam vilayetinin (districts) batısına doğru
sıralanan S uriye’nin H um us, H am a ve H alep kısım larının sa f
olarak A rap oldukları söylenem ez ve talep edilen sınırlardan
çıkarılm ası gerekm ektedir.” T artışm a “districts” kelim esinin
etrafında dönüyordu, ki bu kelim e H üseyin’e gönderilen m ek­
tupta A rap ça’ya w ilâyât şeklinde çevrilm işti.6 M cM ahon’un
F ilistin ’i A rap bağım sızlık alanından çıkarm adığı şeklindeki
A rapların vurgusuna cevaben, 1921’den itibaren İngiliz hükü­
m eti vvilâyât kelim esinin sadece en genel anlam ıyla kullanıla­
bileceğini, kelim enin çoğulunun bir O sm anlı İdarî birim ini en
üst derecede adlandırm ak için kullanıldığını, buna da vilâyet
denildiğini belirtm iştir. Buna göre, İngilizlerin sonuç bildirge­
sinde belirttikleri “ Şam vilayetinin batısına doğru sıralanan”
ifadesinde F ilistin’in A rap topraklarının dışında bırakılm asının
çok açık resm î im asında bulunuyorlardı. K eza, Filistin de Şam
V ilayeti’nin batısına doğru sıralanm ış ayrı bir O sm anlı İdarî
birim iydi ve güneye doğru M a’a n ’a kadar uzanıyordu. A raplar
vvilâyât kelim esinin tek m üm kün yorum unun “civar, etraf,
yöre” şeklinde olduğunu ve dolayısıyla F ilistin’in belirtilen
ifadelerden yola çıkarak A rap topraklarından çıkarılm am ası
gerektiğini, çünkü bu yorum la F ilistin’in Şam yöresinin batısı­

5 Büyük Britanya, Dış İşleri Ofisi yazıları, Şir H enry M cM ahon ve M ekke
Şerifi Hüseyin A rasındaki Yazılmalar, Temmuz 1915-M art 1916, Cmd.
5957 (Avam Kamarası Dönem Raporları, 1938-1939, cilt 27), s. 7-9.
8 Resmî Arap belgeleri için bkz.: Hafız Wahbah, iazirah al-arab fı-a l-q a m
al-ishrin [20. Yüzyılda Arap Yarımadası], 2. baskı (Kahire: Matba’ah li-
Jannah al-Ta’lif wa al-Tarjamah wa al-Nashr, 1946), s. 155.
na değil bilâkis güneyine düştüğü şeklinde karşılık verm işler­
dir.7 Bu sorun, Isiah F riedm an’ın yayınlanm am ış resm î kayıt­
lardan yola çıkarak daha sonraki İngilizlerin tutum larına ilişkin
tem el yazıtlar üzerine yaptığı araştırm alar yoluyla aydınlığa
kavuşm uş ve bu tartışm alar yeniden gündem e gelm iştir. İngi­
lizlerin “districts”/w ilâyât hususundaki kanaatleri 1920’de
H ubert Y oung’ın açıklam alarıyla ilk defa resm î bir nitelik
kazanm ış ve daha sonra dış işlerinde görevli olan W. J. Childs
tarafından 1930’da yazılan bir m em orandum la bu kanaatler
kem ale erm iştir. K onuyla ilgili bütünüyle farklı bir izahat, 1918
yılında henüz dış işlerinde bir m em urken A m old T oynbee
tarafından ileri sürülm üştür. T oynbee bahsi geçen tüm ceyi,
tıpkı daha sonraları A rap sözcülerinin yorum ladığı şekilde
değerlendirm iştir. T oynbee’nin ve A rapların kanaatlerini red­
deden Friedm an, İngiliz resm î görüşlerini, diğer görüşlere
yeğlem iştir. Buna karşın, T oynbee görüşlerinde ısrar etm iştir.8
İngiliz resm î m akam larının bahsi geçen tüm ceyi daha
sonraki yorum ları hem belge niteliği olarak hem de edebî ola­
rak gerçekten de kabul edilem ezdi. Bu yorum larda edebî ve
m antıksal kanaatlerin çok kat'î olduğu görünüyor. Y ayınlanm ış
olan bir belge ile öyle görünüyor ki, İngiliz resm î görüşü
linguistik (edebî) bir problem den kaynaklanan yanlış bir kav­
ram sallaştırm a içerisindedir. İngiliz resm î görüşünün savunu­
cuları tartışm anın A rapça vvilâyât kelim esinin “civar”
(environs) yerine vilâyet olarak yorum lanm ası etrafında dön­
düğünü ve M cM ahon’un iddialarının yersiz olduğunu iddia
ediyordu.9 İkinci yanlış kavram sallaştırm a şu ki; problem ,
M acM ahon’un yerleşik term inolojiye m ugayir olarak Arap
dilindeki m üphem ifadeye — ki H üseyin ve oğlu A bdullah

7 Büyük Britanya, Koloni Ofisi, Filistin Arap Delegasyonu ve Siyonist O rga­


nizasyonla Yazışmalar, Cmd. 1700 (Avam Kamarası dönem raporları,
1922, c. 23), s. 11, 16, 20, 25-26, 30.
8 Journal o fC o n t. Hist. V, no. 2 (1970) 103-122; V, no. 4 (1970), 185-200.
Bilhassa Young, Childs ve Toynbee üzerine bkz.: V, no. 2, 112-116; V, no.
4 185-186, 191, 194, 198.
9 Friedman, Joum . Cont. Hist. V, no. 2 (1970), 114, 120 (alıntı, 114); no. 4
(1970), 198, n. 10.
oldukça usta idiler— başvurm uş olabileceğini saptam ak şek­
linde koyulm uştur. Çünkü, bir Y üksek K om iserin yerel dili
kullanm ası m üm kün değildi ve terim yalnızca “vilayetler”
anlam ına geliyordu. A slında sorun kelim enin yerel olarak v e­
yahut benim senm iş term inolojiye göre kullanım ına dayanan,
anlam adaki farklılıklardan kaynaklanm am aktadır. Bununla
biraber, sorun yazarın yerel dili mi yoksa hakim term inolojiyi
mi kullandığına yönelik linguistik olm ayan (dilbilim -dışı) ze­
m inlerin belirlenm esi ile de halledilem ez. H albuki mesele,
birçok anlam a sahip tek bir kelim enin linguistik bağlam içeri­
sinde doğru ve kesin karşılığının belirlenebileceği hususundaki
evrensel bir linguistik problem dir. A rapça w ilâyâh, vvilâyât
kelim esinin tekilidir ve vilâyet ya da civar anlam ında kullanıl­
m aktadır. M cM ahon’un m ektubunda vvilâyât kelim esinin
linguistik bağlam ı şunu ortaya koym aktadır ki, yazar (1) ya
civar anlam ında kullanm aktadır ya da (2) bütünüyle kendi
kendisiyle çelişir bir biçim de önem li bir sınırlam ayı (sınırı)
ifade ettiğinden A rapçadan ve O sm anlı İdarî coğrafyasından
bihaberdir. M cM ahon’un m ektubunda ifade aynen şöyledir:
“Şam , H um us, H am a ve H alef vilayetleri” . E ğer burada Şam
V ilayeti kastediliyorsa, aynı anda H um us, H am a ve Halep
vilayetleri neden zikrediliyor. Ki, böyle bir durum çok anlam ­
sızdır. Çünkü, H um us ve H am a diye O sm anlı “vilâyet” leri
yoktu ve ayrıca H alep vilayetinin batı sınırı A kdeniz’di.
M cM ahon’un bu ifadeyle F ilistin’i dışta bırakm ayı am açladığı­
nı düşünm ek, aynı zam anda bu kelim elerin seçim ini onun ya da
ona yazdıran em irlerinin bilinçli bir düşünceyle yaptığına i-
nanm ak dem ektir. K ahire’de herhangi bir İngiliz devlet adam ı­
nın kasıtlı olarak F ilistin’in dışta bırakılm asını arzuladıktan
sonra, bu arzu edilen istisnayı oldukça aciz bir ifadeyle des­
teklem eye çalışm ası inanm ası çok güç bir durum dur.
M etnin İngilizcesi büyük bir bir m uam m a ve zorluk içer­
m em ektedir. İster “ İdarî bir ayrışm a” (district) olarak isterse
“bölge, m ıntıka” olarak yorum lansın, gerçek bir İngilizce terim
olan “district” en üst derecede O sm anlı İdarî birim ini ifade
eden “vilâyet” kelim esine karşılık olarak çok genel kaçm akta­
dır. Y ani, district kelim esi “vilâyet” in yanı sıra daha birçok
anlam a çekilebilm ektedir. “V ilâyet”in aksine, “district” m uay­
yen bir İdarî birim e işaret etm em ektedir. D ahası, “district”
İngilizce’de herhangi bir O sm anlı İdarî ayrışm asını ifade etm ek
için kullanılm am ıştır. Hem Şam , hem de H alep üç O sm anlı
İdarî birim inin (district) m erkezleriydi. B una karşın, H um us ve
H am a da, Şam ve H alep’in m erkezleriydi. İngilizce’nin olağan
yapısına göre M acM ahon’un ifadesi güneyde H alep’e, kuzeyde
ise Ş am ’a kadar olan bölgenin batısının b ir toprak kuşağı şek­
linde dışta bırakılm asını öngörm ektedir. “D istricts”/w ilâyât
kavram ları açık anlam ını tüm resm î İngiliz yorum larında 1920
tarihinden sonra kazanm ıştır. D aha sonraki İngiliz resm î açık­
lam asının karşıt iddiaları ışığı altında, sorun daha detaylı bir
biçim de ele alınm alıdır.
W ilâyât'\n vilayetler anlam ına geldiği şeklindeki İngiliz
resm î kanaati ilk defa H ubert Y oung tarafından 1920 sonbaha­
rında form üle edildiği görünm ektedir. İşin daha ilginci, hiç
kim senin bu yorum u m ektubu yazan iki devlet adam ı
M cM ahon ve C layton’a mal etm em eleri ya da K ahire’de on­
larla birlikte çalışan H ogarth ve O m sby-G ore gibilere bu yazıyı
atfetm em eleridir. B ununla beraber, hepsi M cM ahon’un m ektu­
bunda F ilistin’in dışta bırakılm asının daha önce plânlandığm a
dair alıntılar yapm ışlardır.10 Bu devlet adam larının tüm ü resm î
yorum u benim sem iş olabilirler, fakat eğer hiçbiri bu yorum u
(raporu) gerçekte üstlenm em işlerse, (ki vakıa böyledir) o za­
m an F ilistin’in dışta bırakılm asını kastettiklerinde, bu ifadeye
pek de inandıkları söylenem ez. V akıa ne olursa olsun, daha
sonra yapılan resm î açıklam a oldukça şüpheli. T oynbee’n in11
de işaret ettiği gibi, resm î açıklam a, Filistin m andasının İngi-
lizlere bağlanm ış olm ası ve bu m andaya A rap lar’ın karşı koy­
m alarının ardından yapılm ıştır. D olayısıyla, her ne kadar doğa­

10 Jou m . Cont. Hist. V, no. 2 (1970), 104, 108, 116; V, no. 4 (1970), 197;
Britanya, Sömürge Ofisi, 1915 ve 1916’da S ir H enry M cM ahon ve M ekke
Şerifi arasındaki belirli yazışm aları değerlendirm ek üzere kurulm uş bir
K o m ile’nin Raporu, Cmd. 5974 (Avam Kamarası Dönem Raporları, 1938-
1939, cilt 14), s. 8-30.
11 Jou m . Cont. Hist., V, no. 4 (1970), 191-192.
sı gereği birçok ciddî soruyu içinde barındırsa da rapor içsel
olarak kendi kendini doğrulam aktadır.
V ilayetler (districts) üzerine yapılan daha sonraki yorum ,
linguistik ve m antık yönünden hem en hem en tutarsız ve kanıt­
ların aksine şüpheli iken, dil yönünden doğru bir açıklam a,
1920 sonrası yapılan açıklam alardan daha fazla kanıt sunan
İngiliz resm î bildirilerinde ortaya konm uştur. T oynbee 1918’de
bu ifadeyi oldukça doğal bir şekilde Ş am ’dan H alep’e kadar
gelen bir hattın doğusuna atfen kullanm ıştır. Bundan iki yıl
evvel, K ah ire’de önem li bir görevli olan D. G. H ogarth da bu
tüm ceyi aynı şekilde kullanm ıştı. T oynbee” in kendi yorum u­
nun tam am en özgün olduğuna dair ileri sürdüğü iddia elbette
doğru olabilir ve herhangi bir m antıkî zem inde de reddedile­
mez. A ynı zam anda, T o ynbee’nin açıkça ortaya koyduğu bu
yorum farkında olm aksızın H ogarth’ınkinden etkilenm iş de
olabilir, ancak o bunu hiçbir olayda kabul etm em iştir. Y ine de
T oynbee F ilistin’i bağım sız bir A rap dünyasına dahil etm eye
yanaşm adığı ve Y ahudilerin yaptığı söm ürgeleştirm e politika­
sına karşı çıkm adığı için, yorum u kendine has bir özelliği havi
değildir. Bu nedenle onun 1918’de yaptığı yorum , H ogarth’ın
M cM ahon’un ifadesini okuyuşunun — dilbilim den anlayan ve
dilbilim sel ön yargıları olm ayan birisi için— anorm al olm adı­
ğını, en azından kanıtlam aktadır. H ogarth’ın bizatihi kendisi
açıkça yorum unu linguistik açıdan doğal görm üştür. A nlam ı
üzerinde çok fazla düşünm eye zam anı olm am ıştı. Bu kullanım ı
F ilistin ’i bir A rap bağım sızlık alanına dahil etm e isteğinin bir
sonucu da değildir ve hatta ileride görüleceği üzere o Filistin’i
farklı zem inlerde A rap bağım sızlık alanının dışında tutm uş­
tur.12 A slında H ogarth’ın yorum u Clayton ve M cM ahon’un
ifadelerinin etkisi altındadır.
H üseyin’e yazdığı m ektuptan iki gün sonraki bir
doküm anda, M cM ahon “vilayetler”in (districts) civar veya
çevreden fazla bir anlam taşım adığını belirtm iş ve olaya açıklık
kazandırm ıştır. 26 Ekim 1915 ’de Dış İşleri Sekreteri G rey ’e

12 Joum . Cont. Hist., V, no. 2 (1970), 112-114; no. 4 (1970), 187-189, 193-196.

105
gönderdiği bir yazıda Y üksek K om iser’in şöyle dediğini yazı­
yordu: “A rap oldukları dahi söylenem eyecek olan S uriye’nin
kuzey sahilinde, Fransız çıkarlarının da tanındığı yerlerdeki bu
vilayetleri (districts) dahil etm em e hususunda... dikkatli dav­
randım .” 13 Bu pasajda M cM ahon açıkça, “S uriye’nin kuzey
sahillerindeki ve Fransız çıkarlarının tanındığı yerlerdeki vila­
yetleri” (districts) “Şam, H um us, H am a ve H alep vilayetlerinin
(districts) batısında kalan Suriye bölgeleriyle” eşit tutuyordu.
Filistin, S u riye’nin kuzey sahili G az a’da başlıyor kabul edil­
m edikçe, ifadenin belirttiği alanda olam azdı. V e bu yüzden
H üseyin M cM ahon’un m ektubunu kesinkes itiraz ettiği şekilde
yorum ladı ve şöyle yanıtladı: “ H alep ve B eyrut vilayetlerinin
her ikisi sahilleri de beraber tam am en A rap vilayetleridir...’’"1
G rey ’e yaptığı benzer açıklam ada M cM ahon da “vilayetler”
(districts)in anlam ım gösterir. Y azısında, “ Şam, Hum us, H am a
ve H alep şehirlerini A rap ülkeleri dairesinde tanım larken”,15
“Şam, H um us, H am a ve H alep şehirlerini” “ Şam, H um us,
H am a ve H alep vilayetlerine (district)” denk tutuyordu, oysa
şehir, vilâyet anlam ına gelm ez. H üseyin’e yazdığı m ektuptan
iki gün sonra M cM ahon S uriye’nin kuzey sahilindeki vilayetle­
ri “ A rap ülkeleri dairesindeki” “ Şam, H um us, H am a ve H alep
şehirlerinden” ayrı tutm a ve dahil etm em e niyetinde olduğunu
beyan etm iştir. M cM ahon’un açık tanım lam ası ışığında, niçin
resm î yorum ların ileri sürüldüğüne hayret edebiliriz. Y ine de
bu yorum geliştirilm işti ve diğer bölüm leri de göz önünde
bulundurulm alıdır.
İngiliz hüküm eti asla "vilâyet” (district) üzerine yapılan
yorum lara itim at etm em iştir. 1922 Filistin A rap D elegasyonu
tarafından öne sürülen argüm anın bir sonucu olarak, söm ürge
idaresi “ Şam V ilayeti” nin ortaya çıkışından çıkarılacak resm î
bir sonuca dayandıracağı plânlarından vazgeçm işti ve niyetini
basit bir iddiaya dayandırm ıştı: “A ncak bu söz aynı m ektupta

13 Friedman, Joum . Cont. Hi.it., V, no. 2 (1970), 109; Tibawi, s. 233.


14 Hüseyin’den McMahon’a, 5 Kasım 1915 Cmd. 5957, s. 9.
15 Tibawi, s. 233. Friedman, Joum . Cont. Hist., V, no. 2 (1970), s. 109, bu
pasajı dokümandan yaptığı alıntının dışında bırakır.
geçen bir şarta bağlı olarak (M cM ahon’dan H üseyin’e) veril­
mişti — ki bu m ektup diğer topraklar arasından Şam vilayetinin
batısına uzanan Suriye topraklarını kendi sahası dışında tu t­
m uştur. Bu şart m ajestelerinin hüküm etince daim a B eyrut vila­
yetini ve bağım sız K udüs sancağını kapsayıcı olarak görül­
m üştür.” 16 1930’da W. J. C hilds Y oung’ın yorum unu benim se­
di ve 1939’da ise İngiliz hüküm eti, L ondra Filistin K onferan­
sında A raplarla görüşm eler başladı, ancak z a y ıf bir tasdik ile.
A ncak İngiltere acele davrandı. Form ülden asla vazgeçilm ediy-
se de zayıflığı şim di anlaşıldı. İngiliz hüküm eti daha sonra
1937 Filistin K raliyet K om isyonunca ortaya konan öncülüğü
takip ederek iddiasını şuna dayandırm ıştır: M cM ahon, Fransız
çıkarlarını koruyarak M cM ahon genel şartlarında F ilistin’i
büyük oranda dışarıda bırakm ıştır.17
D aha sonraki resm î yorum larda kendini belli eden son ve
en istikrarlı noktada şudur ki, ifade M cM ahon’la kaynağnı
bulm ak yerine, H üseyin’in tem silcisi olan M uham m ed Ş erif
Faruki tarafından, M cM ahon’un m ektubunu yazm adan kısa bir
süre önce, 1915 Eylülünde, M cM ahon ve Clayton arasında
geçen söyleşiler esnasında kullanılm ıştır. A ncak burada ifade­
nin anlam ıyla alâkalı argüm an daha geniş iddialara dahil edil­
m iştir. Her ne kadar olayları ayrı ayrı değerlendirm ek karm aka­
rışık bırakm aktan her zam an iye olsa da, Faruki vakası bir
bütün olarak tahlil edilm eli.
Osm anlı ordusunda görevli bir A rap subayı iken
G allipoli’de İngiliz saflarına firar eden Faruki 1915 ’de Kahi-
re ’ye vardığı zam an, m üttefikler askerî güçlerini kaybetm eye
başlam ışlardı. Faruki A rap G izli C em iyetlerinin bir üyesi olm a
iddiasm daydı ve A rapların Türklere karşı elde ettikleri büyük
gücün canlı bir resm i gibiydi. K ahire ve L ondra’daki İngiliz
askerî birliği, Türklere karşı A rap m uhalefetinin yaratılm ası
hususunda H üseyin ile m utabakata varılm asında ısrar etm eye

16 Cmd. 1700. s. 2 0 ,2 5 -2 6 ,3 0 (alıntı, s. 20).


17 Cmd. 5974, s. 7, 10, 24-28, 45-46; Büyük Britanya, Filistin Kraliyet Ko­
misyonu, Rapor, Cmd. 5479, (Avam Kamarası Dönem Raporları, 1936-
1937, cilt 14), s. 19-20.
başladı.18 F aruki’nin iddiası şüphesiz orduyu etkilem işti, ancak
askerî açıdan bakıldığında, İngiliz ordusu her nereden gelirse
gelsin yardım arıyordu. Faruki veya herhangi diğer A rap dev­
rim ci subaylar asla İngiliz kam pında görülm eseler bile, İngiliz
ordusunun H üseyin’in m ektubuna artan bir ilgi gösterm esi
m akul bir tutum dur. Aynı şekilde M cM ahon da H üseyin’in
talepleri ile er veya geç, A rap dünyasıyla herhangi bir ilişki
kurm aksızın bile m utabık olacaktır. Y ine de F aruki’nin Kahi-
re ’de görülm esi İngiltere’yi anında m üdahale etm eye şevketti
ve bu kesinlikle M cM ahon’un H üseyin’e cevabında da etkili
oldu.
H üseyin-M cM ahon yazışm asına dair resm î İngiliz yoru­
mu Y oung’ın “vilâyet” (districts) kavram ını yorum larken
F aruki’nin ifadesine a tıf yapm asına katkıda bulunm uştur. K a­
nıtlar H üseyin’in bir tem silcisi olan F aruki’nin F ilistin’in ve
Suriye sahilinin bağım sız A rap bölgesinden ayrılm asına katıl­
dığı iddiasında ısrar eder. H akikatte, resm î çeviri F aruki’ye
atıfta bulunarak, hem M cM ahon’un H üseyin’e m ektubunu hem
de F aruki’nin A rapların am açları ve talepleri ile alâkalı ortaya
koyduğu iddiaya uygun olarak İngilizler tarafından form üle
edilen Sykes-Picot A ntlaşm ası’nı göstererek daha ileri gider.
Bu son versiyonun, ilk olarak I9 3 0 ’da W . J. Childs tarafından
ortaya atıldığı açıktır. V e hâlâ 1939 L ondra Filistin K onferan­
s ın d a İngiliz vakasının m ühim bir kısm ını oluşturm uştur.'9
F aruki’nin konuşm alarında ortaya koyduğu ile Clayton,
M cM ahon ve Sykes tarafından yazılanlar arasında önem li
farklar m evcuttur. Y ine de çok fazla şüpheye m ahal bırakm a­
yacak sonuçlar çıkarm ak m üm kündür. Hen ne kadar İngiliz
kayıtlarından alınan kısım lar İngiliz resm î yorum unu destekle­
m iyor olsa bile.

18 Friedman, Juum . Conl. Hist., V, no. 2 (1970), 89-93; Tibawi, s. 229-232.


19 Friedman, Jo u m . Cont. Hist., V, no. 2 (1970), s. 105, 113, 114; V, no. 4
(1970), s. 198; Cmd. 5974, s. 23-24, 26-27; Elie Kedourei, E nglandand the
M iddle East; The D estruction o f the Ottoman Eınpire, 1914-1921 (Londra:
Bowe and Bovves, 1956), s. 37-38, Faruki ile yapılan görüşmelerin resmî
Ingiliz yorumlarımda kabul etmiştir.
M cM ahon’un m ektubundaki ifadenin anlam ı, yani en ki­
fayetsiz sorunla başlandığında, tüm cenin F aruki’ye olan katkı­
sının görünen kanıtı yine M cM ahon’un 18 Ekim 1915 ’te G rey’e
yazdığı rapordur — ki orada Y üksek K om iser F aruki’nin gö­
rüşlerini şöyle özetliyordu: “T am am en A rap vilayetleri olan
H alep, H am a, H um us ve Ş am ’ın F ransızlarca işgal edilm esi
A rapların silâh gücüyle m ukavem etiyle karşılaşacaktır, ancak
M ekke Ş erifı’nin öne sürdüğü kuzey-batı sınırlarındaki bazı
değişiklikleri kabul edeceklerdi.”20 Bu ifadeden C hilds ve
F ridem an’ın da dahil olduğu diğer İngiliz görevliler şunu çı­
karm ışlardır; Faruki m evcut ifadenin yazarı idi ve sadece
Ş am ’ın çevresine değil Şam vilayetine de atıfta bulunuyor
olm alı idi. A slında F aruki’nin “vilâyet” (districts) kelim esini
kullandığına dair bir delil m evcut değildir. A ncak, İngilizlerin
durum undaki bu veçhe “vilâyet” in (districts) anlam ına dayan­
m am aktadır. O nun yerine, oldukça farklı neticeler vardır orta­
da. F aruki’nin A rapların m ücadele verdiği yerleri kastettiği
söylendiğinden, “vilâyet”ten (districts) kastın “ Şam V ilayeti”
olduğu düşünülm üştür, aksi takdirde Faruki tüm Ürdün Ö te­
si’ni’ A rap devletinin bir parçası olarak kabul etm iyor anlam ı
çıkacaktı. Bu m uhakem e aldatıcıdır. F aru k i’nin bizatihi tüm ce­
nin kendisinden farklı bir bölgesel iddia ortaya attığını gösterir
b ir kanıt yoktur. V arsayım ortaya konm am ış şu öncüle dayanır:
Faruki m üm kün olduğunca çok toprağı elde tutm a m ücadelesi
verm iştir ve bu öncülden şu çıkar ki — Faruki bağım sız A rap
dünyasından hiçbir toprağı çıkarm ak istem iyordu.
F aruki’nin “district” kavram ını kullandığına ve — ilk ola­
rak kendisinin bu kavram ı kullanm asına rağm en— bunun vilâ­
yet anlam ına geldiğine dair açıklık yoktur. Faruki ile yapılan
benzer konuşm ayı rapor eden Clayton sadece “Şam, Halep,
H am a ve H u m us’un A rap K onfederasyonu’na dahli”21 üzerinde
durm uştur. M cM ahon’un G rey’e yazdığı raporu ı C layton’un

20 Friedman, Jo u m . Cont. H ist., V, no. 2 (1979), 105. Tibawi, s.228 sadece bir
özet verir; Cmd. 5974, s. 23-24, 26-27.
Ürdün’ü boyd^p boya geçen.
21 Tibawi, s. 228.
söylediklerinden daha fazla bir güvenirliliği yoktur. C layton’un
bu dört şehrin sadece isim lerini kullanm ası şunu gösterir — ki
“districits” kelim esinin kökeni ne olursa olsun, Faruki ile ya­
pılan konuşm alarda vilayeti kasteden bir m anada kullanılm a­
m ıştır. Benzer bir sonuç M cM ahon’un 1922’de kalem e aldığı
gizli bir m ektupta da görülebilir. Ö nceki Y üksek K om iser
F ilistin’i dışarıda bırakm a niyetinde olduğunu kastetm işti ve
F ilistin’in dışarıda bırakıldığını Ş e r ifin anlayam adığına inan­
m ak için H üseyin tarafından m akul bir sebebin ortaya konam a-
dığını iddia ediyordu. A ncak M cM ahon resm î İngiliz delilini
göz ardı etm işti. M ektubunu H üseyin’e bağlam ış ve Faruki ile
şu tarzda bir konuşm a geçm işti.
M ektub um da kendim i ö zellikle Şam , H um us, H am a ve
H alep şehirleri bahsiyle bu b ağlam da sınırlandırm am ın se­
bepleri şunlardır: (1) Bu bö lg eler A rapların büyük önem
atfettikleri yerlerdir ve (2) y u karıdakilerden d aha güneyde
yeterli önem i haiz o labilecek b ölgeler düşünem iyorum .

M ektupta daha sonra, M cM ahon F ilistin’in gerçek sınırla­


rını gelecek tartışm alara bırakm anın daha iyi olacağını iddia
ederek Filistin konusundaki açıklam alarında m evcut eksikliği
geliştirm iştir ve “o anda ayrıntılı tanım lar çok gerekli görül­
m em işti.”22 M cM ahon Şam vilayetinden bahsetm em işti. Aslın­
da o bir kere vilâyet (districits) kelimesini ifadeden atmış ve sade­
ce “Arapların büyük önem atfettikleri yerler” olarak tanımladığı
dört şehrin isim lerini zikretm işti. Y ine “şehirler” gibi “yer-
ler”de M cM ahon’un vilayetleri düşünm ediğini gösterir. M uh­
tem elen “districits” kavramı Faruki’nin değil, M cM ahon’undur.
Söz konusu kavram her ne kadar F aruki’nin kendisine ait ol­
m asa bile, M cM ahon’un m ektubundaki ifade gibi benzer dil,
m antık ve doküm an standartları ile yorum lanabilir. Bu yine
kuzeyde Ş am ’dan güneyde H alep’e kadar bir bölgeye işaret
eder: İngilizlerin dediği gibi Fransız çıkarlarının kesin olduğu
batı bölgesine kadar uzanan toprakları içermez. M cM ahon’un

22 Friedman. Joum . Cont. Hist., V, no. 2 (1970), s. 108.

110
1922’de yazdığı gibi, Filistin onun 1915’teki göze çarpacak
şekilde yer alm am ıştı.
M cM ahon’un H üseyin’e yazdığı m ektupta ve Faruki ile a-
ralarm da geçen konuşm aları yazdığı ve G rey ’e gönderdiği
benzer raporda geçen “Şam, H am a, H um us ve H alep bölgeleri”
ifadesi kuzeyde Şam bölgesinden güneyde H alep çevrelerine
kadar uzanan bir alana tekabül ediyordu. H er iki doküm an ve
diğer deliller, M cM ahon’un gizli 1922 anılarıyla aynı yöndedir.
Bu toprak parçası ehem m iyetle İngilizlerle Faruki arasındaki
görüşm elerde ön plâna çıkm ıştır; bu yüzdendir ki M cM ahon
diğer herhangi bir bölgeyi veya yeri üzerinde duracak kadar
önem li görm em iştir. A ncak şu ana kadar hesaba katılan bu
kanıt M cM ahon’un düşüncesinde yerleştiğinden daha fazla
hiçbir anlam taşım am ıştır. M cM ahon’un bu düşünceye neden
sahip olduğu hâlâ belirsizdir.
M cM ahon ve Clayton daha sonraki İngiliz yorum u üze­
rinde m utabıktılar. Bu yorum açıkça F aruki’nin A rapların
“ H alep, H am a, H um us ve Şam bölgeleri” dışında hoşnut olm a­
yacakları hususunda İngiltere’yi bilgilendirm ediğini im a edi­
yordu. Bu görüş son zam anlarda yapılan çalışm alarda veya
basılm am ış kanıtlarla da desteklenm em ektedir. A rapların İn­
g iltere’ye sundukları toprak taleplerinin tam am ını bilen
F aruki’nin, İngiltere daha ilk karşı teklifi yapm adan önce bile
fiyatı düşürerek pazarlığa başlayacağını düşünm ek zordur. Ve
kanıtlar gösteriyor ki Faruki her ne dem işse, belirli toprak p ar­
çaları hususunda ortaya çıkan bazı İngiliz sorularına cevap
m ahiyetinde söylem iştir. C layton’a göre, Faruki şunu iddia
eder: “ Plânım ız Suriye ve M ezopotam ya ‘da dahil tüm Arap
ülkelerini kuşatır, ancak hepsine sahip olam azsak, sahip olabi­
leceğim iz kadarını isteriz.”23 Clayton ayrıca onun şu sözünü de
aktarır: “ S u riye’nin Fransa tarafından işgali M uham m ed üm-
m etince güçlü bir m ukavem etle karşılaşacaktır. Bununla bir­
likte, şüphesiz bu üm m et Suriye sorununun çözüm ünde kendi
görüşlerine en uygun bir çözüm le İngiltere’nin nazik hizm etle­

23 Friedman’dan alıntı, Joıır. Cont. Hist., V, no. 2 (1970), s. 105.


rine olum lu yaklaşacaktır...”24 Bu ifadelerden çıkabilecek tek
ve m uhtem el yorum karşılıklı m üzakereler eğilim inin özeti
olduğudur. A yrıca F aruki’nin A rap taleplerini tam anlam ıyla
tekrarlayarak işe başladığını, ardından şunu teslim ettiğini ima
eder: “ E ğer bunu yapm aya zorlanırsa A raplar engelleyem eye­
cekleri her değişikliği kabul edecektir. B öyle olsa bile, bu
kat'iyen bir İngiliz kaydıdır. Faruki bizatihi Ingiltere’nin Fran­
sız çıkarlarını tasarladığını ve şartları ona gösterdiğini rivayet
etm iştir. “Bu şartları bana söyledikten sonra” , der “bana kişisel
düşüncem i sordular ve ben geçm iş bilgim e dayanarak kişisel
kapasitem altında cevap verdim ... hiçbir şart altında Suri­
y e ’deki b ir karış toprağın s a f dışı bırakılm ası m üm kün değildir
ve iddia ettik le rin in aksine Ş am -H alep hattının batısında A rap
olm ayan hiçbir ülke yoktur.25 Y ukarıda zikredilen M cM ahon ve
C lay to n ’ın raporlarında gösterilenlere ek olarak, F aruki’nin
düşüncesi için daha fazla destek, M cM ahon ve C layton’ın 1915
Ekim başlarında onunla yaptıkları görüşm e öncesi sahip ol­
dukları düşüncelere F aruki’nin ünlü itiraflarındaki benzerlikte
bulunabilir.
Clayton ve M cM ahon oldukça açık toprak talebi ile
F aruki’ye yaklaşm ışlardır. İngilizlerin bir isteği de Fransız
taleplerinin A raplara kabul ettirilm esi idi. F ransa’nın hedefi
resm î olarak S in a’dan T arsu s’a kadar tüm S uriye’yi kapsıyor­
du. A ncak bu im kânsızdır, zaten Fransa 1915 M artından beri
süre gelen tartışm alarda daha azına razı olabileceği ihtim alini
gösterm iştir.26 F ransa’nın arzusu ne olursa olsun bazı İngiliz
görevlilerinin F ransa’nın tüm S uriye’ye sahip olm am ası gerek­
tiği hususunda m utabık olduğu ihtim alden daha ötedir. Bir
İngiliz K abine K om itesi olan “ De Bunsen C om m ittee” 1915
baharında, eğer O sm anlı İm paratorluğu parçalanırsa (ki arzu­
lanm ayan bir durum dur) İngiltere F ırat’ta D ayru’l-Z aw r’dan

24 Tibawi’den alıntı, s. 288.


25 Emile Marmorstein, “A Note on ‘Damascus, Homs, Hama and Aleppo’,
“St. Antony’s Papers, no. 11 (Caıbondale, III.: Southern Illinois University
Press, 1961), s. 163-164; Kedourie, Eng. a n d Mid. E ast, s. 37.
26 Nevakivi, s. 16, 26-27, 30-31 ve Klieman, J oum . Cnnl. Hist., III, no. 3
(1968), s. 241-243.
Ş am ’ın güneyine P alm yra’ya ve oradan A k ra’ya kadar uzanan
hattın doğusunda ve güneyinde kalan arazinin kendilerinin
olm ası gerekliliğini önerm işlerdir. Fransa ise batı ve kuzey
bölgelerine el koyacaktı. M ezopotam ya ve Filistin, Suriye
çölünü birleştiren yerler olarak İngiltere’nin olacaktı.27 K om i­
tenin çalışm alarında çok a k tif olan Sir M ark Sykes yazın Kahi-
r e ’ye geldi ve buradaki görevlilerle raporu m üzakere etti.28
1915 Ş ubatı’ndan daha erken bir dönem de M cM ahon bizatihi
F ransa’nın L übnan’la sınırlandırılm ası ve İngiltere’nin kendi
sahası olan S uriye’nin geri kalanıyla yetinm esi gerektiğini ileri
sürm üştür.29 B unlar Clayton ve M cM ahon’un Faruki ile görüş­
tüklerinde savunmuş oldukları düşüncelerdi ve şüphesiz Arapların
toprak taleplerine karşı geliştirilen bir öneri olarak sunulm uştu.
Clayton ve M cM ahon’un Faruki ile m üzakerelerinde
serdettikleri düşüncelerle F aruki’nin rivayete göre ortaya koy­
duğu şartlar arasındaki benzerlik te sad ü f olm aya çok daha
yakındır. Faruki sözde, Ş am ’dan H alep vilayetlerine (district)
dek uzanan bölgenin F ransızlarca işgalini engellem ek için
A rapların m ücadele edeceğini ilân etm işti. Bu alan kesinkes
İgiliz görevlilerin Fransız etkisini kısıtlam aya çalıştıkları arazi­
nin doğu yarısı idi, yani A kra, D ar’a-Palm yra*, D arü’l-Zavvr
hattının kuzeyi ve batısı. Faruki ile yapılan görüşm e İngiliz
görevlilerin F ransa’nın ilgilendiği alanın belirlenm esi ile başla­
dı. O anda M cM ahon ve C layton’un savundukları görüşler ile
F aruki’nin düşünceleri arasında henüz bir yakınlık yoktu. Fran­
sız bölgesinin doğu yarısında F ransa’yı dışlam a üzerinde
F aruki’nin yaptığı ısrar, A rapların bölgenin diğer yarısını yani
batısını F ransa’ya terk edecekleri im asını taşıyordu. Bu kesin­
likle, F ransa’nın L übnan’la sınırlandırılm ası gerektiğine dair
M cM ahon’un önceki düşüncesine tesadüfi b ir yakınlaşm adan

27 Klieman, Joum . Cont. Hist., III, no. 3 (1968), s. 241-251 ve F oundalions o f


British P o lic y , s. 4-6, 256-258; Nevakivi, s. 18-24.
28 Tibawi, s. 224-226; Shane Leslie, Mark Sykes: H is Life and Latters (Lond­
ra: Cassell and Company, Ltd., 1923), s. 237-248.
29 Nevakivi, s. 26.
Şam’ın 140 mil kuzey-doğusunda şimdi yıkılmşı eski bir Suriye şehri— ç.n.
daha ileridir. Clayton ve M cM ahon’un sahil alanının F ransa’ya
bırakılm ası gerektiği fikrini kabul etm esi için F aruki’ye baskı
yaptıkları büyük bir ihtim al olarak görülm ektedir. G örüşm elere
dair İngiliz raporlarında geçen Ş am -H alep bölgesinin ehem m i­
yeti büyük oranda Clayton ve M cM ahon’un vurgusundan ileri
gelir — ki onların niyeti, A kra, D ar’a-Palm yra, D arü’l-Zaw r
hattının kuzey ve batı bölgelerinin F ransa’ya bırakılm ası hak­
kında A rapların görüşünü öğrenm ekti. C layton ve M cM ahon,
F ilistin’i de içine alan hattın güney ve doğu bölgesinin savaş
sonrası İngiliz etkisinde olacağını belirtm iş görülüyor.
Tibavvi’ye göre bunun sebebi, C layton’un da aktardığı gibi,
Faruki Irak ve F ilistin’de İngiliz vesayeti altında sınırlı bir
A rap idaresini kabul etm işti.30
F aruki’nin A rapların “yabancı bir ırkın yerleştiği toprak­
ları talep etm edikleri”ni belirttiği iddia edilir ve bu ifade m ev­
cut Y ahudi nüfusunu tam anlam ıyla kastederek F ilistin’i dışa­
rıda tutm uştur. Y ine bu ifade M cm ahon’un 1915’te G rey ’e
gönderdiği bir m esajda da görülm ektedir, ancak bu mesaj dört
şehir hakkındaki ifadeyi içeren m esajdan açıkça farklıydı.31
M cM ahon’un kullandığı ifadeyi F aruki’den değil; H üseyin’in 9
Eylül tarihli m ektubunda geçen ifadeden aldığı m uhtem eldir.
Bu ifade de A rapların “bu şartlar altında yabancı bir ırkın yer­
leştiği toprakları dahil etm edikleri” ve “bu şartların sadece
ırkım ızı içerdiği” cüm leleri vardır. K endi hesabınca F aruki’nin
söylediği “ Şam -H alep hattının batısında A rap olm ayan bir
ülkenin olm adığı”dır. Faruki her ne dem işse desin, onun niyeti
şüphesiz H üseyin’in 9 Eylül ve 5 K asım tarihli m ektuplarında­
ki ile aynı idi — yani, A rapların iddialarını teyit etm ek, iddia
edildiği gibi onlardan vazgeçm ek değil.32

30 Tibawi, s. 228. Friedman (Journ. Cont. Hist., V, no. 4 [1970], s. 199), diyor
ki: “Faruki Filistin’i ve Suriye sahil şeridini bir Arap devleti kabul edilen
bölgeden ayırırken özellikle Filistin’den bahsediyordu.” Bunun Faruki’nin
Ekim'deki görüşmelerine mi yoksa Sykes ve Faruki arasındaki bir Kasım
görüşmesine mi tekabül ettiği net değildir.
31 Friedman, Joum . Cont. Hist., V, no. 2 (1970), s. 105-107; V, no. 4 (1970),
s. 199.
32 Hüseyin’in mektupları Cmd. 5957, s. 6 ,9 ; Marmorstein, s. 163.
F aruki’nin A rapların toprak iddialarındaki sınırları kabulü
kendisinden kaynaklanm am aktadır, tersine o İngiltere’nin doğ­
rudan yaklaşım ına bir tepki olarak ortaya çıkm ıştır. Faruki en
fazla L übnan’dan İskenderiye’ye kadar olan Suriye sahilinin
F ransa’ya terk edileceğini teslim etm işti. Tam bağım sız ol­
m aktan ziyade İngiliz vesayeti altında olan A rap bölgesindeki
Irak’la F ilistin’i dahil etm iş görülüyordu. A ncak F aruki’nin
tam am en bu yönde hareket ettiğine inanm ak için bir neden
yoktur. C lay ton’ın kendi raporu onu, A raplar tüm sahip olabi­
lecekleri yerleri elde etm eyi deneyecekler, derken tasvir et­
m ektedir. O lsa olsa Clayton F aru k i’yi, A raplar talep ettikleri
her yeri elde edem eyebilirler gerçeğini idrak etm iş olarak ta­
nım lar. Faruki H üseyin’e yazdığı ve İngiltere’ye A rapların
hiçbir toprak parçasından vazgeçm eyeceği hususunda ısrar
ettiğini belirtitiği zam an m uhtem elen doğruyu söylüyordu.
F aruki’nin A rapların am açları üzerine ortaya attığı ikinci
ifadesi İngiltere’nin doğrudan suallerinin açık bir sonucudur.
G rey ’in sıkıştırm asının bir sonucu olarak, Sykes K asım orta­
sında F aruki’yi resm î bir görüşm eye davet etti. Sykes m evzu
hakkındaki, F ilistin’in bir İngiliz toprağı olm ası gerektiği inan­
cını ortaya koydu ve bir aydan biraz fazla bir süre önce açıkça
söylenm em iş olanı, yani hem F ilistin’in hem de kuzey Suri­
y e ’nin Fransız etki alanında olduğunu F aruki’ye iletti. S ykes’e
göre, gerek D ayru’l-Z aw r’dan D ar’a ’ya uzanan hattının batı­
sındaki tüm alanda ve H icaz dem iryolundan M a’a n ’a uzanan
bölgede, İktisadî im tiyaz tekeline, eğitim kurum lan ve faali­
yetleri bağlam ında özel bir konum a ve A vrupalı danışm anlar
ve m em urlar sağlam a hususundaki tek yetkiye F ransa’nın sahip
olm ası gerektiği hususuna Faruki iştirak etm ekteydi. Böyle olsa
bile, Faruki A rapların eğer onlarsız yapabilecek konum da o-
lurlarsa A vrupalIlardan vazgeçebileceklerini söylem iştir.33
S ykes’ın Faruki ile yaptığı görüşm e, F ilistin’i A rap b a­
ğım sız bölgesinden tam am en ayrı olarak Şam, H um us, H am a
ve H alep’in batısında kalan topraklar içerisine yerleştirm e

33 Nevakivi, s. 28-29; Friedman, Jo um . Cont. Hist., V, no. 2 (1970), s. 106.

115
gayretinde bulunan Friedm an (V. no. 2, 106-107, 114, n. 97)
tarafından referans alınm ıştır. M antık hatalıydı. A çıklam a tarzı
iki yanlış önerm eden oluşm aktaydı. İlki, Friedm an bu önerm e­
sinde tartışm a m evzuu olan bölgenin D ar’a ’dan M a’an ’a uza­
nan H icaz dem iryolunun ve Şam, H um us, H am a ve H alep’in
batısında kalan arazi olduğunu söylüyordu =—yani, Suriye sahili
ve Filistin. İkinci yanılgısı, hem M cM ahon’un H üseyin’e yaz­
dığı m ektubunda hem de M cM ahon ve C layton’ın Faruki ile
yaptıkları görüşm elerde geçen Şam, H um us, H am a ve H alep
bölgelerinin batısında uzanan arazi gibi, tüm bölgenin tam am en
A rap bağım sız alanından ayrı tutulduğu söyleniyordu. İlk ö-
nerm e, N evakivi ve Friedm an tarafından özetlenen S ykes’m
kendi görüşm e raporuna aykırıdır. Şüphe yok ki tartışm a m ev­
zuu olan arazi sadece Suriye sahili veya Filistin değil, tüm
Suriye ve Filistin topraklarıdır. Friedm an bizatihi (s. 106)
F aruki’nin “ Suriye ve Filistin” dediği alanda (burada, sadece
Suriye sahil boyu ve F ilistin değil, tüm bölge kastedilir) Fran­
sız ayrıcalığının Faruki tarafından kabul edildiğini belirtir.
B ununla birlikte, F aruki’nin “kuzeyde F ırat’tan güneyde Deir
Z or ve D eraa’ya ve H icaz dem iryolu boyunca M a ’a n ’a uzanan”
yerlerle sınırladığı ve tanıdığı Fransız çıkarlarının bulunduğu
bölgeleri Friedm an tanım am aktadır. H alep, Hum us, H am a ve
Şam bölgeleri D arü’l-Zavvr’adan D ar’a ’ya kadar gelen hattın
doğusuna değil batısına uzanır. Bu nedenle “D e Bunsen Ko-
m itesi”nin raporunda belirtilen ve D ar’a ’dan M a’a n ’a kadar
genişletilen Fransız bölgesinin doğu sınırı S ykes’ın F aruki’ye
tanım ladığı şekliyle tartışm alı hale gelir. Sorun olan bölgenin,
F ilistin’i ve Şam -H alep bölgelerinin batısını içine alm ış olduğu
yönündeki önerm enin yanlışlığı iki önerm enin m antıksal tab a­
nına halel getirir — yani sorun olan bölge M cM ahon’un H üse­
y in ’e yazdığı m ektubundaki gibi A rap bağım sızlık alanından
ayrı tutulan bölgedir. Filistin Ş am -H alep bölgesi gibi aynı
alana dahil edildiğinden, A rap alanından tam am en ayrı tutulan
bölgede de olamaz.
İkinci önerm e çifte yanlış ihtiva eder. B ir kez daha
F riedm an’ın önerm esi S ykes’ın raporu üzerine yaptığı kendi
özetiyle ters düşer — ki bu özetinde açıkça şunu söyler (s. 106):
Bölge, A rapların Fransızlara teşebbüs im tiyazı, A vrupalı d a­
nışm an ve çalışanlar getirm e ile eğitim k urum lan ve faaliyetleri
gibi istisnaî tekeller verm e hususunda m utabık oldukları bir
yerdir. Bu konuşm asında atıfta bile bulunulm ayan Suriye sahil
şeridi gibi, Filistin’in de Arap bağımsızlık alanının dışında tutul­
madığı açıktır. Bütün bunlar, tam da Faruki Irak’ta İngiliz danış­
man ve çıkarlarını onaylamışken, Suriye ve Filistin’deki Fransız
imtiyazlarını onayladığı varsıyalan m utabakat ile alakalıdır.34 Arap
bölgesinden tam am en hariç tutulan alanlar hakkında hiçbir şey
söylenmemiştir.
Şu halde en iyi haliyle İngilizler F aruki’den “A rapların
bazı İngiliz önerilerini benim seyeceği” kabulünü elde etm işler­
di. K uzey Suriye kıyı bölgesinin F ransa’nın m enfaatleri lehine
A rap toprakları dışında bırakılm ası ve İngiltere ve F ransa’ya
A rabistan yarım adasının dışındaki A rap m em leketlerinde özel
bir konum verilm esi bu İngiliz önerileri arasındaydı. Filistin
hususunda, Faruki daha önceleri İngilizlerin özel bir statüye
sahip olm alarını kabul ettiği gibi F ransa’ya da özel bir konum
verilm esini kabul etti.
İngilizlerin Faruki ile yapm ış olduğu görüşm e ve
M cM ahon’un 24 E kim ’de H üseyin’e gönderdiği m ektup aynı
politikaların bir parçasıydı. F aruki’nin kabul ettiği nakledilen
A rap iddialarındaki değişiklikler F aruki’nin değil İngiliz yetki­
lilerin ürünüdür. M cM ahon’un H üseyin’e gönderdiği m ektup
bu değişiklikleri ihtiva ediyordu. M cM ahon, S uriye’nin kuzey
kıyılarının hinterlandını A rap bağım sızlık bölgesinin dışında
bırakırken F ilistin’i de herhangi açık b ir gönderm e ile istisna
tutm adı. Fakat M cM ahon’un 24 Ekim 1915’de H üseyin’e gön-

34 Cf. Toynbee’nin ve Friedman’ın bu konudaki tekzipleri, H oum Cont. Hist.,


V, no. 4 (1970), 189-190, 199. Belirsizlik, Faruki’nin Sykse’a ne söylediği­
dir. Ayrıca, Toynbee’ye cevaben Friedman’ın gösterdiği kanıta dair,
yanlızca Sykes’in yorumu açıklayıcıdır. Hiç kimse (McMahon, Clayton,
Nicolson veya Grey), Sykes’in Faruki ile yaptığı mülakata katıldıklarına
dair bir açıklama yapmamışlardır. Ve dolayısıyla, bununla ilgili kimse bir
kanıt göstermeyi başaramamıştır. Friedman’ın bu mülakat ile ilgili çıkardığı
sonuç kendisinin Sykes’a atfettiği tek önemli kanıt ile çelişmektedir
derdiği m ektup diğer bir şartı (reservation) ihtiva ediyordu.
S uriye’nin sahil boyunun dışarıda bırakıldığını belirten parag­
rafları m ütakiben, Y üksek K om iser şunu söyledi: “B üyük Bri­
tan y a’nın kendi m üttefiklerinin, Fransa gibi, çıkarlarına zarar
verm eden hareket etm e sebestliğine sahip olduğu bu sınırlar
içerisinde uzanan bu bölgelere gelince ben... aşağıdaki tem inatı
verm eye yetkili kılındım ...” Bu şart (reservation) İngiliz tem i­
natını, Fransızların hak iddia etm ediği bu bölgelerle sınırlan­
dırm ıştı. Bu elbette ki S uriye’nin diğer kısım ları ile birlikte
F ransa’nın çıkarının olduğu kabul edilen F ilistin’i de ihtiva
ediyordu. Bu (durum ), İngiliz taahhütleri üzerine notlarını
yazdığı zam an 1916 ’da D. G. H ogarth tarafından fark edildi.
H ogarth, M cM ahon’un yapm ış olduğu özel (hususi) bir bölge­
sel fardın F ilistin’i bağım sız A rap bölgesinin içerisinde bırak­
m ış olduğunu gördü fakat aynı zam anda o, kam ilen tanım lan­
mış olan bölgenin bu “tanım lanm am ış şartlara m aruz bırakıldı­
ğını gördü” : “M üttefığim iz olan F ransa’nın m enfaatlerine zarar
verm eksizin hareket etm e serbestliğim izin olm adığı A rap böl­
gelerindeki A rap bağım sızlığı konusunda İngiltere A raplara
herhangi bir taahhütte bulunm uş değildi” ve buna m ukabil,
İngiltere yalnızca, Fransız m enfaatlerine zarar verm eden hare­
ket etm e serbestliğinin olduğu A rapça konuşan bu bölgelere
karşı saygı gösterm e zorunluluğu hissediyordu. “H ogarth’ın bu
izahata Sykes-Ficot anlaşm asını dahil etm esi hiç de şaşırtıcı
değildir. H ogarth bu anlaşm anın (hatta F ilistin’in m illetlerarası
kontrole sokulm ası hazırlığını) M cM ahon’un H üseyin’e gön­
derdiği m ektupla çeliştiğini düşünm üyordu.35
M cM ahon’un Fransız m enfaatleri hususnda getirm iş ol­
duğu itirazî kaydın F ilistin’e uygulanabilirliği 1939’da Lond­
ra’da toplanan Filistin K onferansı esnasında A rap heyetlerinin
itirazı ile karşılaştı. A raplar, F ilistin’in bir Fransız m enfaat
bölgesi olm adığı argüm anını ileri sürm üşlerdi çünki sözde,
İngiliz hüküm eti, K itchcner’in isteğiyle, F ilistin’in 1915’te
F ransa’ya bırakılm asına karşı çıkm ıştı. Bu argüm an legal bir

35 Friedman, Joum . Conl. Hist., no. 4 (1970), 194-196

118
dayanak noktasından yoksundu zira, İngiliz tem silcilerinin de
işaret etm iş olduğu gibi, bir m üttefiğinin isteklerinin İngiltere
tarafından kabul edilm em esi m üttefıği ile bir anlaşm a yapm a­
dıkça bu istekleri b ertaraf etm eyecektir.38 A ynı zam anda A rap­
ların öne sürm üş olduğu iddia yanlıştı. K itchener ve diğer İngi­
liz devlet adam ları F ransa’yı, m üm kün olduğu kadar çok A rap
dünyası dışında tutm ak arzusu içindeydiler. Fakat İngiliz hü­
küm eti her zam an Fransız m enfaatlerini tanım ıştır ve aslında
İngiltere’nin A rap topraklan hususunda im zaladığı tek resm î
anlaşm a olan Sykes-Picot anlaşm ası Fransa ile yapılm ıştır.
İngiliz hüküm etinin F ilistin’i de kapsayacak şekilde Fran­
sa’nın S uriye’deki özel konum unu, resm en kabul etm esi 1915
boyunca İngiliz devlet adam ları arasında şiddetli anlaşm azlık­
lara neden oldu. Hiç şüphesiz K itchener, W ingate, Clayton ve
M cM ahon gibi insanlar F ransa’nın bütünüyle dışarda bırakıl­
m asını tercih ediyorlardı. Buna rağm en, bu insanların hepsi
F ransa’ya bir şeylerin bırakılm asının lâzım geldiğini biliyorlar­
dı. Bu noktadan hareketle, K itchener stratejik olarak fazla bir
önem inin olm adığını düşündüğü ve alm ayı istem ediği F ilistin’i
F ransa’ya verm eyi ve bunun karşılığında Fransızların üzerinde
hak iddia ettiği ve kendisinin stratejik olarak çok büyük önem e
sahip olduğunu düşündüğü İskenderun’un (A lexandretta) İn­
giltere tarafından alınm asını arzuluyordu.37 B irçok İngiliz dev­
let adam ı, Fransızların İskenderun’u asla bırakm ayacağına
inanıyordu, bundan dolayı İngiltere’nin, K udüs ve uluslararası
denetim e bırakılm ış olan kutsal yerler ile birlikte F ilistin’i de
bizzat kendi konrolüne alm asının gerekliliği gündem e geldi.
“ De Bunsen K om isyonu” taksim e karşı öneride bulundu ve
kabine hiçbir kararı benim sem edi. B ununla biraber M cM ahon,
C layton ve Sykes açık bir şekilde, en sonunda İngiltere’nin
F ilistin’de, burası olm adığı taktirde S uriye’nin daha iyi bir
bölüm ünde, Fransa ile yer değiştireceği faraziyesini (zannını)
kabule doğru hızla ilerliyorlardı.

36 Cmd. 4974, s. 6, 7, 12-13, 2 7 -2 8 ,4 2 ,4 6 .


37 Nevakivi, s. 15-16, 19-22.
Bazı İngiliz devlet adam larının, F ran sa’nın dışarıda bıra­
kılm ası ya d a sınırlandırılm ası yönündeki istekleri İngiliz poli­
tikasını değiştirm edi. İngiltere’nin, L übnan hariç tüm S uriye’de
Fransa ile yer değiştirm esinin gerekliliğini belirten M cM ahon’a
tepki duyan D ışişleri Sekreteri G rey, M art’ta K ahire’yi uyara­
rak İngiltere’nin, S uriye’de F ransa’nın rakibi olm adığını ifade
etm iştir.38 M cM ahon, m illiyetçi A rap hareketine karşı bir cevap
ararken kendi hüküm etinin politikalarını da dikkate aldı. İngil­
te re’nin H üseyin ile sınırlar konusunda görüşm esini E kim ’de
G rey ’e öneren Y üksek K om iserler “ İngiltere’nin halihazırdaki
m üttefiklerinin m enfaatlerine zarar verm eksizin hareket etm e
serbestliğinin olm ası gerektiği” şartını da eklediler. Dışişleri
Sekreteri G rey, M cM ahon’a girişim de bulunm ası bulunm asını
ilettiği ve yetkili kıldığı zam an F ransa’nın hassasiyetlerinin
dikkate alınm asının gerekliliği üzerine önem le vurgu yaptı.
M cM ahon ve G rey, um um î bir şart üzerinde düşünüyorlardı, ki
bu daha sonra H üseyin’in üzerinde hak iddia ettiği tüm bölge­
lerde uygulandı.” G rey M cM ahon’a verdiği cevapta şunları
söylem iştir: “ Sen, bizim m üttefıkkim iz hakkında senin tarafın­
dan önerilm iş olan şart yanında, sınırlar hususunda da sam im i
b ir tem inat verebilirsin... B ununla birlikte önerm iş olduğun
genel şart özellikle kuzey-batı sınırları için gereklidir...”39 B unu
m üakiben M cM ahon ve G rey ’in her ikisi de, Fransız m enfaat­
lerine helâl getirm eyecek um um î bir şartın hazırlanm asının
gerekliliğine inanıyordu; H üseyin’e yazdığı m ektupta M cM ahon
bunu yaptı.
K ahire hâlâ Fransız m enfaatleri hakkındaki resm î politi­
kasını değiştirm eyi arzuluyordu. 15 K asım 1915’e gibi geç bir
tarihte bile Sykes, Flistin’e yönelik bir İngiliz korum acılığı
öneriyordu.40 M cM ahon S y kes’in bu m ektubunu H üseyin’e
göstererek G rey ’i yeni bir konum a itm eye çalışıyor görün-

Nevakivi, s. 26.
39 Fıedman, J o u m . Cont. Hist., V, no. 2, 92, 110 (ilk aktarma Grey’den
McMahon tarafından, 92); Tibawi, s. 231-232 (ikinci alıntı, Grey tarafından
McMahon’daı», s. 232).
40 Tibawi, s. 234-235.
m ektedir. Y üksek K om iserliğin H üseyin’e yazdığı m ektupta
y er alan Fransız m enfaatlerine yönelik genel çekinceler husu­
sundaki G rey’e yaptığı açıklam a gerçekçi değildir. M cM ahon
ifadesine şöyle başlam aktadır: “ Suriye üzerindeki Fransız iddi-,
alarm ın boyutları hakkında bir bilgi sahibi değilim . K ral haz­
retlerinin hüküm etinin bu iddiaları ne dereceye kadar kabul
etm ekte anlaştığı hususunda da bilgim yoktur. Fakat bunun
hem en ardından M cM ahon G rey ’e onun genel çekincesinin
Şam ve H alep bölgesi için geçerli olduğunu F ilistin’in tam am ı­
nı kapsam adığını belirtm ektedir. M cM ahon’un ifadesiyle
“B öylece bir yandan Şam, H um us ve H am a şehirlerinin A rap
ülkeleri dairesi içinde olduğunu tanırken, öte yandan da bu
bölgeler üzerindeki bazı Fransız taleplerini de karşılam aya
çalıştım . Zira, Kral hazretlerinin hüküm eti bu topraklarda an ­
cak m üttefikleri F ransa’nın m enfaatlerini zedelem ediği m üd­
d etçe serbestçe hareket edebilir.”41
D ışişleri B akanlığı K ahire üzerinde etkili olm uştu. G rey
M cM ahon’a İngiltere’nin S uriye’de F ransa ile yer değiştirm ek
gibi b ir çaba içerisinde olm am ası gerektiğini ve A raplara böyle
b ir arzusunun olduğunu hissettirm em elidir, diyerek bu yöndeki
ısrarlı tutum unu sürdürdü. N etice itibariyle, K asım ortasında
Sykes Faruki ile bir kez daha tem asa geçm eye çalıştı. Kahi-
re ’deki İngiliz devlet adam ları şim di bir aydan beri yapılm ası
gerekirken yapılm ayıp ihm al edilen ne varsa yaptı. F aruki’ye
Filistin de dahil olm ak üzere tüm S uriye’nin bir Fransız m enfa­
at bölgesi olduğu söylendi. B una karşılık F aruki’nin A rapların,
bölgedeki Fransız im tiyazlarını tanıyacağını söylediği nakledi­
lir.42
H üseyin’e yazm ış olduğu m ektupta M cM ahon um um î şart
uyarınca Fransız m enfaatleri doğrultusunda F ilistin’i dışarda
bıraktı. Buradaki m aksat, o zam an politik olarak ak tif olan

41 Tibawi’den alıntı, s. 233 (italikler eklenmiştir). Friedman, (Jo u m . Cont.


Hist., V, no. 2 [1970], 109) “Şam, Hama, Humus ve Halep şehirlerini Arap
ülkeleri kuşağına dahil ederken” can alıcı ifadesini atlıyor.
42 Nevakivi, s. 28; Tibawi, s. 243; Friedman, Jo u m . Cont. Hist., V, no. 2,
(1970), 106.
herhangi bir A rap için oldukça açıktı, zira F ransa’nın Filis­
tin ’de ve tüm S uriye’de özel bir statü iddiasında bulunm ası
bilinen bir şeydi . B ununla beraber, Faruki ile yapılan ilk ko­
nuşm alar bazı belirsizlikler için ortam yarattı, çünkü F ilistin’in
açık bir şekilde Fransız m enfaat bölgesinde olduğundan bahse­
dilm iyordu. Bu, um um î şartın F ilistin’i ihtiva etm ediği şeklin­
deki bir iddia için kullanılabilirdi. Fakat bu şekilde yorum lam a
ihtim ali, S y k es’in ikinci görüşm esinde F aruki’ye F ilistin’in bir
Fransız m enfaat bölgesi olduğunu söylem esi ile birlikte ortadan
kalkm ış oldu. E ğer İngiliz taahhütlerinin A raplar tarafından
yanlış anlaşılm asına F aruki’nin yapm ış olduğu konuşm alar
neden olduysa, m es'uliyet F aruki’nindir.
K ahire’deki İngilizler, H üseyin’e ya da diğer A raplara
hiçbir zam an şartsız bir bağım sızlık önerisinde bulunm adılar.
M cM ahon’un H üseyin’e yazm ış olduğu m ektupta İngilizler
bazı bölgelerde kendileri için özel statüler tahsis etm işler, Ku­
zey S uriye’nin kıyı bölgesinin hinterlandını tam am iyle Arap
bağım sızlık bölgesinin dışında bırakm ışlar ve her nerede olur­
larsa olsunlar Fransız m enfaatleri lehine kesin olm ayan bir şart
koym uşlardı. Bütün bunlardan başka, H üseyin ve A rap m illi­
yetçileri tarafından arzulanan bölgenin tam am ının ya da büyük
bir kısm ının bağım sızlığının, İngilizler tarafından garanti edil­
diği şeklindeki A rap iddialarına İngilizler dayanak oluşturm a­
mıştır.
A raplar özgürlüklerine İngilizler kadar sahip çıktılar.
Faruki İngiliz yetkiiilerin ona atfettiği her şeyi söylem iş olsa
bile söylediklerinde sam im î değildi. İngiliz raporları
F aruki’nin, “ A rapların Fransız işgaline karşı direnebileceklerini
ve m üm kün olduğu taktirde A vrupalı danışm anları kullanm a­
yacaklarını söylediğini” bildirm işlerdir. D aha da önem lisi,
F aruki’nin sözleri diğer A raplar üzerinde bağlayıcı olm adı.
Faruki ile görüşm e yapan İngilizler onun, “ [El-A hd tarafından
veya el-Fatah ile ortak kom itesi (Joint C om m itee)] tarafından
tanındığını ve İngilizlerin cevabının [Ş e rifin teklifine karşı]
onun üzerinden verilebileceğini”43 söylem iş olduğunu nakledi­
yorlar. A ncak bu, onun İngilizler’den kom iteye mesaj ileten bir
kom ite üyesi olm asından öte zorunlu bir im a taşım am aktadır.
A yrıca aynı kaynaklar tarafından F aruki’nin “ Ben resm î olarak
kendi politik program ım ızı sizinle tartışm a konusunda yetkili
değilim ...” dediği iktibas edilm iştir. Şurası oldukça açıktır ki
Faruki hem H üseyin’in ve hem de toplum ların yetkili tem silcisi
olduğunu iddia etm em iştir. N e de H üseyin, Ekim -K asım
1915 ’te F aruki’nin kendisinin tem silcisi olduğunu kabul etm iş­
tir. Ş e rifin 1 O cak 1916’da M cM ahon’a gönderdiği m ektupta
Faruki, yalnızca Ş e rifin A rapları tem sil ettiğini ve kişisel çı­
karları için hareket etm ediğini söyleyen bir tanık gibi gösteril­
m iştir. M uham m ed Faruki Ş e r ifin oraya varm ası ve zatı alile­
riniz ile görüşm esinden sonra fark edeceksiniz ki, bugüne ka­
dar vukuu bulan süreç bir veya birkaç kişinin şahsî tem ayülü­
nün sonucu değildir. Zaten böyle olm ası da anlam sız olurdu.
Bilâkis tüm bu olanlar halkım ızın kararlarının ve arzularının
sonucudur ve bizler bu karar ve arzuların belirlediği konum la­
rın taşıyıcıları ve uygulayıcılarından başka bir şey değiliz.44
“ Bu m ektup, kesinlikle Faruki tarafından verildiği tahm in
edilen tavizlerin H üseyin tarafından tasvip edildiğini göster­
mez. K aldı ki m ektup, bilhassa H üseyin’in Fransızların iddiala­
rını kabul etm ediğini ısrarla vurgular. Bu ifadeler eğer Emir
F aru ki’nin tavizlerini biliyor idiyse tüm bu tavizlerin reddi
anlam ına gelm ektedir. H içbir şekilde F aruki’nin yaptığı iddia
edilen değişikliklerin kabulü anlam ına gelm ez. Zaten
F aruki’nin verdiği tavizlerin H üseyin’e rapor edildiğinin İngi-
lizler tarafından inanıldığına dair hiçbir işaret yoktur. G erçek­
ten Faruki H üseyin’e rapor etm iş görünm ektedir. Fakat İngi-
lizlerin bunu bildiğine dair hiçbir delil yoktur. 6 K asım 1915
tarihli bir m ektubunda Faruki, E m ir’e kendisinin İngilizlere,
m illiyetçi A rapların toprağa ilişkin taleplerinde herhangi bir
gözden geçirm enin söz konusu olm adığını fakat İngiliz ve

43 Tırnak ve parantez içine alınmış ekler ihtiva eden, bu ve takip eden alıntılar
Tibavvi’dendir, s. 227.
44 Cmd. 5957, s. 13; Friedman, J o u m . Cont. Hist., V, no. 2 (1970), 107.
Fransızlara ekonom ik ayrıcalıklar ve İdarî alanda danışm anlık
sağlam a hakkının verilebileceğini söylediğini yazıyordu.45
Bundan dolayı, H üseyin’in M cM ahon’a gönderm iş olduğu
m ektubu F aruki’nin söylem iş olduğu farzedilen tavizlerinin
H üseyin tarafından tasvip edildiği şeklinde yorum lam ak daha
da zordur.
H üseyin ve İngilizlerin anlaşm aya vardıkları tek nokta
şuydu: H er iki tarafın iddialarının birbiriyle çatıştığı görüşm e­
ler savaş sonuna kadar ertelenecekti. H içbirisi diğerine bundan
daha fazla b ir şey vaad etm edi. H üseyin’in 1 O cak ve 18 Şubat
tarihli ve M cM ahon’un 25 O cak 1916 tarihli m ektuplarında
som utlaşan bu anlaşm a artık değiştirilm eyecekti.4® Fakat bun­
dan sonra savaş ertesi yerleşim , H üseyin ve İngiliz görevliler
tarafından savaş boyunca çeşitli vesileler ile tartışıldı. İngilizler
A rapları belirsizliğe m ahkum etm ekle suçlanam azlar ve ne
olursa olsun Faruki ile yapılan konuşm alar ve H üseyin’e gön­
derilen m ektuplar Ingilizlere savaş sonrası yerleşim i belirlem e
konusunda m uazzam derecede bir serbestiyet veriyordu. Fakat,
A rapların sözcüsü olarak herkes tarafından tanınan H üseyin’in
M cM ahon’a gönderdiği m ektuplarda ilA'i sürdüklerimin ötesin­
de A rapların talipleri konusunda herhangi b ir değişikliğe razı
olacağı hiçbir zam an gösterilem eyecektir.
M ayıs 1917’de Sykes ve Picot gelecek hakkında H üseyin
ile görüştüler. K edourie’nin de yaptığı gibi, Sykes ve P icot’un
K ralı gördükleri zam an “anlaşm ayı onun elinin içine koydukla­
rını belki de söylem ek çok zor.” H atta T ib av i’nin “Suriye ve
Irak’ın geleceğine ilişkin A nglo-Fransız antlaşm asının m evcu­
diyetinden hiçbir zam an bahsedilm em iştir” şeklindeki beyanını
doğrulayacak çok az haklı neden vardır.47 B u ifade teknik açı­
dan belki de doğrudur fakat m aksat m eşru değildir. Resm î bir
A nglo-Fransız antlaşm asının m evcudiyetinden bahsedilm iş
olsa da olm asa da A raplara verilen tek resm î Ingiliz taahhütü
olan M cM ahon’un m ektuplarında, H üseyin’e Fransız m enfaat­

45 Kedourie, Ena. a n d M id . East, s. 36, n. 3, s. 37; M am oistein, s. 163-164.


46 Bkz.: Birinci Bölüm.
47 Kedourie, Chatham House Version. s. 26; Tibawi. s. 260.
lerine karşı İngilizlerin saygılı olduğu söylenm iştir. Ayrıca,
C id d e’deki konuşm alarda her ne söylenm iş ise, Fransız iddiala­
rı ve plânları tartışılm ıştır. H üseyin bir kez daha Fransız iddia­
larını kabul etm em işti. S ykes’e göre Kral, “ İngilizlerin Bağ­
d at’ta yaptıkları gibi F ransa’nın A rapların, M üslüm an Suriye
kıyı bölgesi üzerindeki em ellerini kabul etm esini kral hazretle­
ri, H icaz Kralı büyük bir sevinçle öğrenm iştir” şeklinde bir
açıklam a yaptı.48 Bu tabi ki, H üseyin’in L aw rence’e söylediği
gibi, A raplar için bir zaferi tem sil ediyordu. Ç ünkü Fransızlar
ve M cM ahon m üteakip defalar “ Suriye kıyı bölgesinin” kat'î
bir şekilde A rap bağım sızlık bölgesinin dışında bırakılm asını
ısrarla belirtm işlerdi.49 H üseyin çok az taviz verdi. D aha önce
Fransız hüküm etinin A rapların haklarını tanım alarından dolayı
duyduğu m em nuniyetini gösteren ifadesini m ütakiben H üseyin
şunu söylem iştir: “Eğer Fransız hüküm eti, İngilizlerin B ağ­
d at’ta yaptıkları gibi, A rapların M üslüm an Suriye kıyı bölgesi
üzerindeki em ellerine yönelik aynı politikayı takip ederlerse bu
beni ziyadesiyle m em nun edecektir.”50 H üseyin İngilizlere
B ağdat ve B asra’da çok az ayrıcalık verdi. 5 K asım 1915’te
M cM ahon’a verdiği yanıtta Ş erif şunları söyledi: “Iraki vila­
yetler gerçek A rap K rallığının ayrılm az parçasıdır. U zak ve
yakın A raplar tarafından onlara çok büyük kıym et atfedilir ve
onların gelenekleri A raplar tarafından asla unutulm az. Fakat
kolay bir şekilde anlaşm aya varm ak ve sizin m ektubunuzun 5.
m addesinde bahsedilen tem inatın dikkate alınm ası (göz önünde
bulundurulm ası) için bir ve aynıym ış gibi bizim o m em lekette­
ki karşılıklı m enfaatlerim iz m uhafaza edilm eli ve korunm alıdır.
Bütün bu sebeplerden dolayı kısa bir süre için İngiliz yönetim i
idaresi altından ayrılm a konusunda anlaşabiliriz. Fakat aram ız­
da belli b ir anlaşm ayı m üm kün kılm ak ve m ektubunuzun 5.
m addesinde belirtildiği şekliyle bu ülkedeki karşılıklı ve ga­
ranti altına alınan çıkarlarım ızın — ki tek ve aynıdır— savu­

48 Kedourie’den alıntı, Eng. and Mid. East, s. 97. Nevakivi, s. 60, ifadesini,
tırnak ve parantezin takip ettiği “Arap istekleri” ile bitiriyor.
49 Kedourie, Eng. and Mid. East., s. 97.
50 Nevakivi, s. 60, parantez içindeki Nevakivi’nin.
nulm ası ve m uhafaza edilm esinin gerekliliği göz önüne alına­
rak tüm bu sebeplerden ötürü şu an İngiliz orduları tarafından
işgal edilm iş olan bu bölgeleri kısa bir dönem öçin İngiliz ida­
resi altında bırakm ak hususunda anlaşm ak uygun olur. Bunu
her iki tarafın m enfaatlerini özellikle de bölgede hayatî ekono­
m ik çıkarları bulunan A rap m illetlerinin m enfaatlerini zedele­
m eden yapabiliriz. Bu gayeyle İngiltere işgal süresinin karşılığı
olarak A rap K rallığının kayıplarını telâfi etm ek üzere uygun bir
m eblağ ödeyebilir...51 Bu da yeni krallığın ihtiyaç duyduğu bazı
giderleri karşılam asına yardım cı olacaktır. S ykes’in yazm ış
olduğu raporda H üseyin hâlâ gelecekteki A rap devleti içerisin­
de S g iliz ve Fransızların çok az bir yere sahip olm alarını
plân van birisi olarak gösteriliyordu. Kral, A vrupalIların poli­
tik haKİarım m üm kün olduğu kadar çok daraltm aya çalıştığını
ve uygulam a gücü olm aksızın A vrupalı danışm anların sadece
danışm a, sıfatıyla çalışm aları gerektiğini ayan beyan ortaya
koydu.52 Sykes-Ficot anlaşm asını kabule yanaşm ayan H üseyin,
Suriye kıyı bölgesi üzerinde tam bir hakim iyet kurm a peşinde
olan Fransız isteklerinin kısıtlanm asını ve buna m ukabil Fran-
sızlara danışm an ve öğretm en sağlam ak gibi bazı özel hakların
verilm esini Picot’tan alm ası gerektiğini düşündü.
Hüseyin ve bir İngiliz tem silci (kom utan D. G. H ogarth,
O cak 1918) arasında yapılan son resm î görüş alış verişinde de
aynı şekilde Kral herhangi bir A rap iddiasından feragat etm e­
miştir. K endisinin yapm ış olduğu izahata göre H ogarth İngilte­
re ’nin Fransız m enfaatleri lehine alm ış olduğu şartları K ral’a
hatırlattığı zam an Kral nükteli bir referansla F ashüda’ya cevap
verdi. Fakat H üseyin’in protestoya ihtiyacı yoktu. H ogart ken­
disiyle beraber A rap bağım sızlığını garanti eden bir mesaj
getirm işti. Bu mesaj bağım sızlığı garanti etm e hususunda İngi­
liz diplom atı tarafından bir A rap’a verilen en kesin bağım sızlık
m esajıydı. Z ira H ogart m esajı İngiliz hüküm etinden getirm işti
ve bu mesaj şunu ilân ederek başlıyordu: “M üttefik kuvvetler

51 Cmd. 5957, s. 10; ayrıca bkz.: s. 13 (Hüseyin’den McMahon’a, 1 Ocak


1916).
52 Tibavvi, s. 261.
A rap ırkının bir kez daha dünyada bir m illet olabilm esi için
kendilerine tam bir fırsat verilm esi hususunda kararlıdırlar. Bu,
ancak kendilerinin birleşm esiyle başarılabilir. Birleşik K rallık
ve m üttefikleri bu nihaî hedefi göz önünde bulunduracak poli­
tikalar izleyeceklerdir.” K endi beyanatlarına göre H ogart ayrıca
şunları da söylem iştir: “A rap m eselesi hususunda Fransa b i­
zim le aynı kanaati paylaşm akta ve halkların kendi arzu ettikleri
bir hüküm et kurm aları gerektiğini düşünm ektedir ve sadece
S uriye’de bağım sız bir hüküm etin gelişm esine yardım cı olarak,
onları korum ayı arzulam aktadır.” Filistin sorununun iki kişi
tarafından yeniden gözden geçirilm esi H üseyin için de oldukça
tatm in ediciydi. İngiliz hüküm etinin yayınlam ış olduğu m esajın
ikinci noktasında açık bir şekilde şöyle denilm ektedir; Filis­
tin ’deki kutsal bölgelerin (M üslüm an, Y ahudi ve H ristiyan)
idaresi “tüm dünya tarafından kabul edilecek özel bir idarenin
kontrolünü gerektirm ektedir” , fakat “Ö m er C am ii” yalnızca
M üslüm anları ilgilendirir telâkki edilm elidir” ve “doğrudan ya
da dolaylı olarak hiçbir gayri İslâm î otoritenin hakim iyeti al­
tında olm am alıdır.” H atta bundan başka kutsal bölgelerin istik­
baldeki yönetim i “hiçbir züm renin diğerini tasallutu altına
alm ayacağı” gibi bir şarta tabi olm alıdır. H üseyin’in bunu seve
seve kabul etm esi şaşılacak bir şey değildi. M esajın üçüncü
noktasında İngiliz hüküm eti şunu ilân etm iştir: “M usevilerin
dünya tasavvurları Y ahudilerin F ilistin’e dönm elerini teşvik
eder yönde olduğundan dolayı... Kral hazretlerinin hüküm eti,
ekonom ik ve siyasî olarak, halihazırdaki nüfusun (ahalinin)
özgürlüğü ile m utabık olduğu ölçüde bu idealin önüne hiçbir
engel konulm am ası konusunda kararlıdır.” Bu noktayı yorum ­
larken H ogarth H üseyin’e şöyle bir açıklam ada bulunm uştur:
“Kral hazretlerinin hüküm etinin kararı, m evcut olan yerel aha­
liyi korum uştur.” H ogarth’a göre H üseyin “sunulan form ülü
istekli bir şekilde kabul etti ve bu form ül içinde oldukça hazır­
lıklı görünüyordu, Y ahudilerin tüm A rap topraklarına gelişini
m em nunlukla karşıladığını söyledi.” Y ine de H üseyin’in bu
form ülü tam am iyle benim sediği söylenem ezdi. Ç ünkü hükü­
m etin beyanatı ve H ogarth’ın açıklam ası sadece Y ahudilerin
Filistin’e göç etm e (yerleşm e) haklarını plânlam ış ve Y ahudile-
rin ekonom ik ve politik haklarının belirlenm esi (tayini) özel­
likle atlanm ış olm asına rağm en halihazırdaki ahalinin ekono­
m ik ve politik haklarını garanti altına alm ıştır. H ogarth’ın kay­
dettiği gibi, “ K ral, F ilistin’de kurulacak bağım sız bir Y ahudi
devletini kabul etm eyecekti ve bende böyle bir devletin B üyük
B ritanya tarafından tasarlandığı uyarısını K ral’a söyleyem ez­
dim .” H ogarth’ın, yapılan görüşm eye dair yapm ış olduğu geri­
ye dönük özet, H üseyin’in B ritanya ile yapm ış olduğu anlaş­
mayı nasıl yorum ladığını doğru bir şekilde tasvir eder. B ilhassa
önceleri “F ilistin’deki kutsal bölgelerin beynelm ilel kontrolü”
üzerine yazan, fakat daha sonra dikkatini tartışılan tüm sorunlar
üzerine çeviren H ogarth şunları yazıyordu: “B unun nihaî bir
düzenlem e olduğu konusunda kendisine garanti verm em e rağ­
men K ral’ın bunu gizli bir şekilde barış sonrasında yeniden
değerlendirilecek bir nokta olarak plânladığı hususunda benim
fazla bir şüphem kalm am ıştı. K ral bizi ve kendisini aynı evde
yaşayan iki kişiye benzetiyordu, fakat bunlar hangi katta ya da
odada kim in kalacağı konusunda anlaşam ıyorlardı! K onuşm a­
larım ız esnasında sık sık yüzünde bir gülüm sem eyle savaş
sonrasında halledeceği m eselelerden bahsediyordu... A raplar ve
zam anı geldiğinde kendisi adına ilk başta talep ettiği şeylerden
taviz verm ek istem ediği hususunda şüphem yoktu.53
U laşılabilen yeni kaynaklar, ne İngiliz hainliği üzerinde
ısrar edenleri ve ne de A rap inatçılığı konusunda yaygara kopa­
ranları destekler m ahiyette olm uştur. İngiliz ve H aşim îlerin her
ikisi de diğer tarafın kendi isteklerini kabul etm ediğini biliyor­
du ve her iki ta ra f da plânlı bir şekilde bir anlaşm ayı yürürlüğe
koym a konusunda girişim de bulundu. H üseyin-M cM ahon

53 Büyük Britanya Dış İşleri, Osmanlı Imparatorluğu’nun Bazı Bölgelerinin


Gelecekteki Statüsü Üzerine 1918 Yılında Majesteleri’nin Hükümeti Adına
Yapılan Açıklamalar, M iscellaneous, no. 4 (1939), Cmd. 5964, (House of
Commons Sessional Papers, 1938-1939, cilt 27), s. 3-4. Hogarth’ın notları
ve tezkereleri dışında ortaya attığı metnin mesajı cmd. 5976, s. 48-49’da
ayrıca yayınlamıştır; Kedourie, Eng. an d Mid. Eası, s. 98, 109. Friedman,
Journ. Cont. Hist., V, no. 2 (1970), 117; v, no. 4 (1970), 196-197; ve
Tibawi, s. 262-263.
m ektuplaşm ası hariç A raplar ve İngilizlerin karşılıklı yapm ış
oldukları anlaşm alar yasal bir ifadeye sahip değildi. Faruki ve
H üseyin İngiliz yetkililerle yapılan görüşm elerde ne söylerlerse
söylesinler, H üseyin ya da yetkili bir merci tarafından K ral’ın
kendi m ektuplarında sahiplendiği konum unda ciddî değişik­
likler yapacak hiçbir şey yazıyla ifade edilm em iştir. Aynı şey
İngilizler için de gerçerliydi. H atta A nglo-A rap görüşm elerinin
İngiliz tutanakları, hem A rapların ve hem de İngilizlerin savaş
boyunca durum larını m uhafaza ettiklerini gösterm iştir. H üse­
yin, K ilikya (A dana) hariç, herhangi bir bölgede İngilizlerin
dışarıda bırakılm asına asla razı değildi. H üseyin kendi m ek­
tuplarında İngilizlerin Irak’taki özel durum larını ve tüm böl­
gelerde danışm anları da içine alacak şekilde İngiliz yardım ını
kabul etti. M uhtem elen Sykes ve Picot ile yaptığı konuşm alar­
da H üseyin S uriye’deki Fransızlara da aynı ko umu verdi.
Y ine K ral’ın H ogarth’a, Y ahudi göçm enlerin tüm A rap m em ­
leketlerine gelişini m em nunlukla karşıladığını söylem iş olduğu
ihtimal dahilindedir. Fakat aynı zam anda şurası açıktır ki H ü­
sey in ’in m ektuplarına ve yapılan görüşm elerin İngilizlerce
tutulan kayıtlarına bakıldığı zam an H üseyin’in İngiliz ve Fran­
sızların rolleri hakkındaki düşünceleri ile İngiliz ve Fransızla­
rın bu konudaki düşünceleri arasında çok büyük farklar vardır.
H atta H ogarth ile yapılan görüşm ede Y ahudi siyasî varlığına
ilişkin hiçbir şey önerilm edi. H er iki ta ra f da, kendi durum unu
açık bir şekilde ortaya koydu. Tem el konular hakkındaki gö­
rüşlerinin birbiriyle uzlaşm ayacağı ihtim alini her iki tarafın da
bilm esine rağm en 1915-1916 ’da karşılaşılan problem ler A rap­
lar ve İngilizlerin yavaş yavaş bir m üttefik gibi hareket etm ele­
rine neden oldu.
N ihaî uzlaşm a, İngiltere, Fransa ve A rapların savaş sonra­
sında birbirlerini karşıklıklı olarak etkilem elerinin bir sonucu
olarak ortaya çıkm ıştır. K edourie, Zeine, N evakivi, Kliem an ve
T ib av i’nin değişik açılardan gösterdikleri gibi biz, bu tür bir
etkileşim e sahip olduğum uz için çok şanslıyız. D ışardakilerin
bu üç taraftan herhangi birini iki yüzlülük ve sam im iyetsizlikle
itham etm eleri için hiçbir sebep yoktur. B aşlangıçta A raplara,
İngiltere’nin ilk önceliği Fransız dostluğuna vereceği söylendi.
K edourie’nin çok önce açık bir şekilde ortaya koyduğu veçhile
İngiliz devlet adam larından bazıları sürekli olarak (ve İngiliz
hüküm eti de bazen) Fransız isteklerine karşı duruyorlardı.
D oğal olarak A raplar, İngilizler ve F ransızlar arasındaki bu
rekabetten istifade etm ek suretiyle kendi am açlarını güvence
altına alm ak için girişim de bulundular, fakat A raplar böyle bir
yola tevessül etm ekle, askerî çatışm a ile sonuçlanabilecek bir
durum u ve Fransızlarla zıtlaştıkları taktirde de daha az şey elde
etm ek gibi bir riski üstlenm iş oldular.
N ihayetinde A raplar, ne İngiltere ve ne de Fransa ile bir
anlaşm aya varm ayı red ederken Fransız ve İngiliz askerî gücü
bölgeye hakim oldu. H er iki tarafta anlaşm am ak hususunda
anlaşırken bir tarafın em poze ettiği güç ile sonuca ulaşıldı.
B urada herhangi bir tarafa sadakatsizlik ihanet veya baştan söz
verilen hususların sam im i bir şekilde uygulayıcılığını atfetm ek
anlam sızdır. Eğer inteniyorsa kim in haklı olduğu hususunda bir
ahlâkî tercih yapılabilir am a bu tercih bir m üttefike sadakat
veya ihanet kriterine göre yapılam az.
Y ine de A rapların kaybetm iş olduğu kat'î bir şekilde söy­
lenem ez. M uhtem elen A raplar, H üseyin’in savaş boyunca
İngiliz ve Fransızlar ile bir anlaşm a yapm ayı reddettiği için
kaybetm iş oldukları şeylerden daha fazlasını elde ettiler. A slın­
da İngiliz ve Fransız m andası, M cM ahon’un m ektuplarında
te k lif edilen şartlara yeğlenir bir şekilde düşünülm üş olabilir.
M cM ahon, Suriye kıyı bölgesi üzerinde tam bir Fransız haki­
m iyeti, Basra ve B ağdat’ta zim ni bir İngilı'z söm ürge yönetim i
ve diğer tüm bölgeler için de Fransız ya da İngiliz korum acılı­
ğından m üteşekkil bir te k lif sundu. Bu şartları H üseyin hiçbir
şekilde kabul etm edi. H üseyin Suriye kıyı bölgesinin dışarıda
bırakılm asını şiddetle reddetti ve diğer şartları kabulünü ise
yaptığı yorum un kabulü şartına bağladı. Fakat yaptığı bu yo­
rum un kabul edilm esi durum unda bu şartların Fransızlar ve
İngilizler açısından hiçbir anlam ı kalm ayacaktı. H üseyin’in öne
sürdüğü şartlar m andacılığa çok yakındı. Suriye ve Irak ’m
toprak parçalarından hiçbirisi dışarıda bırakılm adı. İngiliz ve
Fransızların idare etm e güçleri vardı, fakat bunlar ne tam bir
hüküm dar ve ne de tam bir koruyucu gibiydi. En iyi haliyle
İngiliz ve Fransızlar M cM ahon’un taahhütü altında A rapların
kendi kendilerini idare etm eleri için gerekli olan kurum ların
gelişim ine yardım cı olm ak m aksadıyla gönüllü olarak kendi
güçlerini sınırlandıracaklardı. Fakat böyle bir hareket Fran­
sa’nın ve İngiltere’nin iradelerine bağlı olup, yalnız kendilerine
karşı sorum lu olacaklardı. M anda yönetim i altında İngiltere ve
Fransa yüksek bir otoriteyle yönetm e sorum luluğunu üzerine
aldılar ve idareleri şartlı ve geçici kılındı. M anda yönetim i
A rap m illiyetçi bakış, açısı tarafından tatm in edici bulunm asa
da M cM ahon’un m ektubundaki şartlara kıyasla daha iyiydi.
H üseyin’in izlem iş olduğu politikanın, A rap m illiyetçile­
rinin başarıya ulaşm alarında çok büyük katkısı olm uştur. Bu
başarı, H üseyin’in izlem iş olduğu politikanın A rapları harekete
geçirm esinden ya da onların fiziksel gücüne katkıda bulunm a­
sından dolayı değil, aksine H üseyin’in takip etm iş olduğu dip­
lom asinin, A raplara Birinci D ünya Savaşı sonunda ortaya çık­
m ış olan tam am iyle yeni durum dan yararlanm a im kânı verm iş
olm asından dolayıdır. A vrupalI güçler daha önceki hareket
tarzlarını, ortaya çıkm ış olan bu yeni şartlar altında devam
ettirm eye artık pek de istekli değillerdi. Sonuç olarak büyük
güçler tarafından yöneltilm eyi reddeden küçük ve bağım lı
m illetler eskiye nazaran daha iyi bir durum daydılar.
1918’de olaylara yön veren başat unsur, uluslararası poli­
tika sahasında ortaya çıkan yeni prensiplerdi. A rap askerî gücü
fazla önem senecek bir kuvvete sahip değildi. İngilizler ve
Fransızlar A rapları yendiler, fakat yine de daha önceleri Hüse-
'yin ile yapm ış oldukları görüşm elerde talep ettiklerinden daha
azını istediler. K edourie’nin de işaret etm iş olduğu gibi bunun
sebeplerinden birisi uluslararası politika sahasında A vrupa
düşünce hayatında Birinci D ünya Savaşı esnasında ortaya çık­
m ış olan devrim sel nitelikteki değişikliktir. M cM ahon’un
m ektupları ve Sykes-Picot A nlaşm ası, dünya üzerinde düzen ve
istikran devam ettirm enin B üyük G üçlerin hakkı ve sorum lu­
luğu olduğuna inanan insanlar tarafından hazırlanm ıştır. Bu
inanç, ulusal self-determ inasyon prensibinin zaferi nedeniyle
geçerliliğini yitirm eye başladı. B üyük G üçlerin diğerlerinden
daha farklı davranacağı inancı devam etti, fakat onlar kaba
kuvvet kullanm aya devam ettiler. Bundan dolayı şim di İngi­
lizler ve Fransızlar, dünya üzerindeki durum larını ulusal self-
determ inasyon hakkında uygun şekilde yeniden kanıtlam ak
durum undadırlar. Ve bu nedenle A rap m em leketleri nüfuz
alanları ya da koloniler olm ayıp m andacılıkla idare edilen böl­
geler oldular.
İngiliz ve Fransız em peryalizm inin A rap m em leketlerin­
deki başarısızlığı, dünyadaki güç m erkezlerinin ortaya çıkışının
bir sonucudur. B unların en önem lileri A vrupa ve K uzey A m e­
rik a’da toplanm ıştı. A rapların bu güç m erkezlerinden yarar­
lanm aları zorunluydu. Belki de H üseyin, A raplar için İngiliz ve
Fransız yönetim inin em peryalist olm ayan bir örtüye bürünm e­
le rin in ) yolunu hazırlayarak, onların bölgeden nihaî olarak
ayrılm alarını hızlandırm ıştı. B ir kez daha H üseyin yaptıkları ile
A raplara bir m odel oluşturam adı ya da onları toparlayam adı.
Verim li Hilal bölgesinin siyasî elitleri her halüârda İngiliz ve
Fransızlara karşı bir m illiyetçi hareket organize edebilirlerdi.
H üseyin’in am acı A rap m illiyetçiliğine Batı hüküm etleri
nezdinde bir itibar kazandırm ak ve bunun da ötesinde değişik
sebeplerden ötürü Fransız ve İngiliz em peryalizm ine karşı
olanları cesaretlendirm ekti. H aşim îler A rap isyanına öncülük
etm ekle A rapların bir millet olarak ve İngiltere ile Fransa’nın
m üttefiki olarak tanınm aları iddiasını gerçekleştirm iş oldular.
Bu bağlam içerisinde A raplarla İngilizler arasında yapılan
anlaşm anın tam m ahiyeti bilhassa İngiltere tarafındaki siyasî
görüşler için çok yararlı oldu. H aşim î hareketinin A rap m illi­
yetçiliğinin başarısına yaptıkları katkının belki de en iyi gös­
tergesi İngilizlerin m anda yönetim lerini m eşrulaştırm a biçim i­
dir. O rtaya çıkan yeni prensip özellikle B üyük B ritanya’da
önem liydi. B urada A rap m illiyetçileri ile İngiltere’nin işbirliği
yapm ası suretiyle Fransızların dışarıda bırakılm asının m üm kün
olduğunu düşünen em peryalistlerin de içinde yer aldığı siyasî
aktivistlerin büyük bir çoğunluğu her biri değişik sebeplerden
dolayı A rap ihanetinin yükünü üzerlerine aldılar. Hainlik ve
ihanet yükü ile karşılaştıklarında İngilizler kendilerini bu it­
ham lardan koruyacak savunm a m ekanizm alarını 20 yıl boyun­
ca kullanam adılar. Şöyle ki İngilizler A raplara hiçbir zam an
İngiliz ve Fransızların özel konum larını göz ardı edecek şartsız
bir bağım sızlık sözü verm em işlerdi. Kötü olan durum şuydu ki,
1915’de şerefli ve güvenilir insanlar tarafından tasarlanan bir
politika, 1918’den sonra ortaya çıkan m anzara içerisinde
tam am iyle kaypak ve güvenilm ez bir hâl alıyordu.
K edourie’nin de gösterm iş olduğu gibi M cM ahon’un vaadleri,
güvenilm ez olan Sykes-Picot anlaşm ası gibi aynı prensipler
üzerine inşa edilm iştir. Eğer H üseyin, M cM ahon’un Britanya
ve F ransa’nın gelecekteki A rap devleti ya da devletlerinde
hususi bir konum a sahip olm aları yolundaki isteğini kabul
etm iş olsaydı, em peryalizm m eselesi A rapların bilincinden
kazanabilirdi. Fakat H üseyin hiçbir zam an M cM ahon’un şartla­
rını tasvip etm edi. M cM ahon ve H üseyin’in m ektupları İngiliz
em peryalizm ini m ahkum ederken kendilerini de tem ize çıkara­
bilecekti. Şüphesiz bu, İngilizlerin m ektupları yayınlam a husu­
sunda şiddetli gönülsüzlüklerinin en büyük sebeplerinden biri­
siydi.
Büyük B ritanya kendi politikalarını yeni teoriye büyük bir
ustalıkla adapte etti. İngilizler A raplara Irak’ta en azından şeklî
bir özerklik verm ek suretiyle uzun bir m esafe kat etm iş oldular.
Fakat Filistin önem li bir sorundu. İngilizlerin, Siyonizm ne
onun dünya üzerindeki taraftarlarına yönelik taahhütü Ürdün
hattı boyunca tam am lanm am ış şeklî hariç Irak’taki gibi (Iraki)
bir çözüm e mani olm uştur. Fakat Filistin için ulusçu bir çözüm
tasarlandı. Çare, Fransız m enfaatlerine uygun şartın yerine
“ Şam , H um us, H am a ve H alep vilayetleri (districts)” ifadesinin
açık olan yetersiz tefsirinde bulundu. Bu, kısm en Fransa ile
devam eden kadim rekabetin dışında gelişen Fransız iddialarını
dikkate alm adaki isteksizliğin bir sonucudur. Fakat dahası bu,
İngiliz idaresinin bu tü r m odası geçm iş prensiplere dayandırıl­
m asının gayri ahlâkî ve gayri siyasî olduğu düşüncesinin bir
ürünüdür. M cM ahon’un 24 Ekim tarihli m ektubu tam da ge­
rekli olan çözüm ü sağladı. M cM ahon H üseyin’e “H alep, H a­
ma, H um us ve Şam vilayetlerinin (districts) batısında uzanan
S uriye’nin bölüm lerinin tam am en A rap olduklarının söylene­
m eyeceğini ve talep edilen sınırların dışında bırakılm alarının
gerekliliğini” söyledi. M cM ahon’un m ektubunda arasıra geçen
bu şart yalnızca m illî self-determ inasyona dayanm aktadır. Söz
konusu ifade, eğer F ilistin’i de içine alacak şekilde yorum lanır­
sa, o zam an İngiltere’nin aldığı konum ulusçuluk prensibiyle
tam am iyle tutarlı hale getirilebilir. D ahası bölge, tam am iyle
A rap olm adığı iddiasıyla dışarıda tutulduğundan, H üseyin’in
kabulü İngiliz m andasının tem ize çıkarılm asını dahi gerektir­
medi. D olayısıyla yirm i yıl boyunca İngiliz hüküm eti
M cM ahon-H üseyin m ektuplaşm alarının yalnızca bu kadarını
açıklam a yolunu seçti. V e F ilistin’deki konum unu özellikle bu
pasajlar üzerine dayandırdı. B aşka hiçbir şekilde İngiliz em ­
peryalist çıkarları bu yeni politik etikle bağdaştırılam azdı.
El-H üseyin İbn Ali İbn Avn, (M ekke Em iri ve Şerifi ve
H icaz K ralı) yeni şekillendirm iş olduğu davası yani A rap m il­
liyetçiliği için şevkle çalıştı. H üseyin, İngilizler ile yaptığı alış
verişte A rapların öne sürm üş olduğu tem el iddialardan ödün
verm em e hususunda çok dikkatliydi. 1915 ’in siyasî ahlâkı
içerisinde H üseyin’in takip etm iş olduğu diplom asi çok az bir
etki yaratm ış olacaktı, fakat Birinci D ünya Savaşı boyunca
uluslararası ahlâk tasavvurunda ortaya çıkan m uazzam devri­
m in akabinde H üseyin’in diplom asisi A raplara yeni kavram ları
kendi m enfaatleri doğrultusunda kullanm a olanağı sağladı.
BEŞİNCİ BÖLÜM

OSMANLICILIKTAN
ARAP MİLLİYETÇİLİĞİNE:
BİR İDEOLOJİNİN KÖKENİ

1918’den itibaren A rapların bir ulus ve m illiyetçiliğin po­


litik bir m alzem e olduğu doktirini A rapların siyasilerinin bü­
yük çoğunluğu tarafından ve en azından lâik entelektüeller
tarafından kabul ediliyordu. Bu doktirinin, büyük bir çoğunlu­
ğu M üslüm an olan insanlar tarafından kabul edilm esi devrim ci
önem i haiz bir gelişm edir; çünkü yüzyıllar boyunca M üslü-
m anlar devleti, din ve hanedanlık ile birlikte telâkki etm işlerdi.
M üslüm anlar, M uham m ed’den beri farklı insanların ya da
m illetlerin varlığını kabul etm işlerdi. G erçekten de, İslâm ilk
yüzyılı boyunca A rap m illetine m ahsus bir dindi ve M üslüm an
olm ak A rap m illetine bağım lı bir şahıs olm aktı. Bununla bir­
likte bu sistem in geçersizliği kanıtlandı ve en sonunda İslâm,
m illiyetçiliğin yerini alan en üst bağ oldu.1
M üslüm anların devlet teorisinde devlet, A llah’ın
M uham m ed yoluyla gönderdiği kanunu yani şeriatı uygulam ak
üzere vardır. Başlangıçta, bütün M üslüm anların bir tek cem aati
oluşturdukları ve bu cem aatin M uham m ed’in halifelerinin ya
da hüküm darların hakim iyeti altında birleşm eleri gerektiği
anlayışı M üslüm anlar tarafından kabul edilm ekteydi. Teorinin
gerçekliğe yaklaştığı daha sonraki yüzyıllarda halifelik kurum u
bozulm uş ve M üslüm anlar çeşitli hanedanlar ya da sultanlar

1 A. N. Poliak, “L'Arabisation de l’Orienl S6mitique”, Revue des Eludes


Islam iques, 1938, s. 37-40; Ignaz Goldziher, M ulmmmedanische Studien, 2
cilt, (Halle, 1889-1890), I, 101-176.
tarafından yönetilm iştir. T eoride, şeriat M üslüm an cem aatin
birliğini devam ettiren bir unsurdu ve şeriatı uygulayan tüm
hüküm darlar iktidarı nasıl ele geçirdiklerine bakılm adan m eşru
yöneticiler olarak görülüyorlardı.
Bu tür bir uygulam a 1517’den sonra A rap topraklarının
büyük bir bölüm üne hakim olan O sm anlı D evleti’nin de (teori­
de) niteliği olm uştur. G üney Batı A sy a’daki ve M ısır’daki
A raplar O sm anlIların yönetim ini, en azından gösterm elik bir
biçim de de olsa, dört yüzyıl boyunca kabul etm işlerdi. Fakat
19. yüzyılın sonlarında O sm anlı tebası olan birkaç A rap ente­
lektüel, T ürklerin A rapları yönetm e hakkını inkâr eden teoriler
ileri sürdüler. Bu entelektüeller yeni bir ideoloji, Arapcılık,
yarattılar ve bunu günün problem lerine bir çözüm olarak sun­
dular. Birisi basit bir şekilde şöyle farzedebilir: Eski A rap bi­
linci yeniden canlanm ış ve A raplar, kendi m illetlerinin üstün­
lüğünü iddia eden atalarının yolunu takibe başlam ışlar. B u­
nunla birlikte bu tür bir faraziye, niçin bin yıllık bir uyuklam a
dönem inden sonra A rap ulusçuluk bilinci yeniden ak tif hale
geldi sorusunu cevapsız bırakm aktadır.
M üslüm an halklar arasında politik bir ilke olarak m illi­
yetçiliğe olan ilgi, Batı ile tem asa geçilm esi ile canlandırılm ış-
tır. 19. yüzyılın bitim inde ve 20. yüzyılın başlarında, A vru­
p a’da bulunm uş olan birkaç T ürk ve M ısırlı A rap, Batılı fikirler
olan vatan ve ulus kavram larından haberdar olm aya başladılar.
Y eni yüzyılın ortalarında, bunlar ve bunlarla ilgili kavram lar
için terim ler hem T ürk çe’de ve hem de A rap ça’da m evcuttu.2
1826-1831 yılları arasında Fransa’da bulunan ve tecrübelerini
1834 yılında yayınladığı bir kitapta anlatan M ısırlı R ifa’a Rafı
et-T ahtavi, yeni fikirleri yayan en etkili kişilerden biridir. Bu
kitap hem T ürkler ve hem de A raplar arasında büyük bir rağbet
gördü; 1838’de yeniden yayınlandı ve 1840’da T ürkçe çevirisi
yapıldı.3 A vrupa m enşeli fikirlerin bu insanların düşüncelerini

2 Bemard Lewis, “The Impact of the French Revolution on Turkey”, Journal


o f World H isto ry.l (Temmuz 1953), 107-108.
3 J. Heyworth-Dunne, “Rifa’ah Badawi Rafı’ el-Tahtavi: The Egyptian
Revivalist”, Bulletin o f the School o f Oriental and African Studies (Londra
etkilem e noktasındaki ehem m iyeti onların vatanseverlikle ilgili
düşüncelerinde görülüyor. B ir insanın doğduğu yeri ya da va­
tanını sevm esi M üslüm anlar arasında tesis edilm iş bir erdem di,
fakat M üslüm anlar buna politik bir önem atfetm ediler. M üslü­
m anlar m illiyetçiliği toprakla da ilişkilendirm ediler. Tahtavi ve
çağdaşları bunu yaptı. T ahtavi sık sık uluslardan ve vatanlardan
bahsetti ve bir ulusun m uayyen bir vatana sıkı sıkıya bağlılığı
da T ahtavi tarafından açıkça ortaya konan noktalardan biriydi.
O ’na göre M ısır bir vatandır ve M ısırlılar da vatanlarını sevm e­
si gereken bir ulustur.4 T ahtavi M ısır’a döndükten sonra, bir
yazar ve eğitim ci olarak uzun bir m eslek hayatı boyunca, açık
bir şekilde yeni kavram ları şiire soktu.5
Tahtavi ve onun 19. yüzyıl başlarındaki T ürk m eslektaşla­
rı b irer taklitçi değildi. Batılı fikirler, O sm anlı devletinin içinde
bulunduğu koşullara zorunlu bir şekilde uygulanam azdı. Hatta,
farklı düşüncelere sahip insanlar genel fikirleri, değişik yollarla
uygulam a alanına soktular. Tahtavi M ısır vatanseverliğinden
bahsederken O sm anlı reform cuları O sm anlı vatanseverlik hissi
yaratm ak arzusundaydılar.6 Bu insanlardan hiçbirisi A vrupa
kaynaklı m illiyetçilik teorisine derinlem esine v âk ıf değillerdi.
Bunlar, geleneksel İslâm î hanedan devleti sorgulam adan kabul

University), LX (1939), 961-967: X (1040), 400-401. Albert H.


Hourani’nin A rapic Thought in the Liberal Age, 1798-1930 (Londra:
Oxford University Press, 1962) [Türkçesi için bkz.: “Çağdaş Arap Düşün­
cesi”, Trc.: Latif Boyacı-Hüseyin Yılmaz, (İstanbul: İnsan Yayınları 1994)]
isimli eseri Modern Arap entelektüel tarihi hakkında şümullü ve sistematik
bir çalışmadır ve bu alandaki boşluğu doldurmuştur.
4 Rafı el-Tahtavi, Kitab teleis al-ibrit. ilâ telhis bariz (Kahire, 1323 H/1905),
s. 5, 7, 14, 19, 20-21, 55-58, 258, 260, 262 [Türkçesi için bkz.: “Paris Göz­
lemleri”, Trc.: Cemil Çiftçi (İstanbul: Ses Yayınları, 1992)].
5 Walther Braune, “Beitrage zur Geschichte des nevArapischen Schrifttums”,
M itteilım gen des Seminars fiir Orientalischen Sprachen Zıt Berlin, XXXVI
(1933), 119-123; Heyvvarth-Dunne, BSOS, X (1939), 399-400, 403-404.
Örneğin onun vatan şiirleri için bkz.: Abdulrahman el-Rafl, Ş u a ra tü ’l-
vataniyye, (Kahire: Mektebetü’l-Mahdah el-Misriyah, 1373 H/1954), s. 8-12.
6 Roderic H. Davison, “Turkish Attitudes Conceming Christian-Muslim
Equality in the Nineteenth Century”, Am erican H istorical Review, LIX
(1954), 852. Son yapılan akadamik çalışmalar için bkz.: aşağıdaki 17. nota
[Türkçesi için bkz.: “ 19. Yüzyıl Hristiyan-Müslüman Eşitliğine İlişkin Türk
Tavrı”, Trc.: Sevcihan Ahmedoğlu, (İstanbul: Yöneliş Yay. 1997)]
ettiler. Bu insanlar, yeni kavram lara daha önce uzunca bir süre
hem T ü rk çe’de ve hem de A rapça’da kullanılan ve kendi yeni
m analarından çok da uzak olm ayan A rapça ve Türkçe kelim e­
lerle karşılık verdiler.7
Tabii ki, yabancı yöntem lerle irtibat halinde olm ak bu ya­
bancı yöntem lerin, hiçbir zam an, olduğu gibi taklit edileceği
anlam ına gelm ez. 19. yüzyılın başlarında O sm anlı tebası, Batılı
adetleri taklit etm e tem ayülü gösterm eksizin A vrupa ile uzun
b ir dönem çok yakın bir ilişki içinde bulunm uşlardır. H atta
bunun yerine, 19. yüzyılın başlârında birçdk O sm anlm ın Batılı
yöntem lere bakışı m üsbet değildi ve hoşnutsuzluk içeriyordu.8
İyi M üslüm anlar olarak, O sm anlılar M uham m ed’i en son,
m ükem m el ve A llah ’ın em irlerini insanlara bildirm ek için
gönderdiği peygam berlerin en üstünü olarak görürler. İslâm
dinî, insanların bu dünya ve ahiretleri için bilm eleri gereken
tüm cihetleri kapsar. Şeriat ya da İslâm H ukuku m ükem m el ve
değişm ezdir. M üslüm anlar diğer insanlardan üstündürler ve
kâfirlerden öğrenecek bir şeyleri yoktur.
Tahtavi ve Tanzim at reform cuları geleneksel O sm anlı-
İslâm kültürü içinde yetişm elerine rağm en açık bir şekilde
A vrupa kaynaklı vatanseverlik kavram ıyla ilgilenm işler ve bu
düşünceyi kendi m em leketlerinde uygulam ak istem işlerdir.
T ürkler vatansever Fransız insanının savaştaki gayretini ve
onların Fransız devletine olan sadakatini fark edince, hiç şüp­
hesiz bu tür bir vatanseverliğin O sm anlı devleti için son derece
faydalı olabileceğini kabul ettiler. Tahtavi, Fransızların refahını
ve dikkate değer ilerlem elerini onların vatanseverliğine ham le­
diyordu. Belki Türkler, aynı zam anda T ahtavi’nin açık bir
şekilde ortaya koyduğu bu intibaını da benim siyorlardı. Pa­
ris’in güzelliklerini tasvir ederken Tahtavi, “Paris halkının
m uazzam ilim iştiyaki olm asa, onların hikm etleri, başarıları, iyi
yönetim leri, ülkelerinin m enfaatlerine olan ilgileri ve şehirleri

7 Aynısı milliyetçilik üzerine yazan daha sonraki yazarlar için de doğrudur:


Bkz.: Sylvia G. Haim, “İslam and the Theory o f Arap Nationalism”, Die
W eltd es h la m s, n.s., IX (1955), 127-140 ve ayrıca s. 77-85.
8 Bir örnek için bkz.: Lewis, s. 118, n. 35.
hiçbir kıym ete haiz olm ayacaktır” dem iştir. O nların cehd ve
gayretlerini tasvir ettikten sonra şöyle devam etti: “ Eğer gerekli
ihtim am gösterilir, m edeniyetin vasıtaları M ısır’da m ebzulen
uygulanırsa M ısır, şehirlerin sultanı ve dünyanın lider m em le­
keti olacaktır.” Tahtavi daha sonra M ısır hakkında m uhtem elen
Y akın D oğu dillerinde yazılm ış ilk örnek olan uzun bir vatan
şiiri yazdı.9
T ahtavi ve onun erken 19. yüzyıl T ürk m eslektaşlarına
göre vatanseverlik, M üslüm anlar için faydalı olacağı ortaya
çıkan Batı M edeniyeti’nin diğer unsurlarından sadece birisidir.
Bu insanlar, D oğu’nun B atı’dan öğrenm esi gereken şeyler
olduğunun farkındaydılar. Bunlar ve bunların takibçilerinin
vatanseverlik ve m illiyetçilikten ne anladıklarını ve O sm anlı
tebaasının hangi değere sahip olm ası yolundaki düşüncelerini
anlam ak için onların Batı'nın İslâm için önem i hakkm daki
görüşlerinin kavranm ası gerekir.
O sm anlI’nın A vrupa hakkm daki geleneksel görüşü, 18.
yüzyıl ve 19. yüzyılın ilk yarısı boyunca alm an askerî yenilgi­
ler nedeniyle değişm eye başladı. H atta Fransızların M ısır’ı
işgali ile O sm anlılar Batılı gelişm elere karşı daha çok duyarlı
olm aya başladılar. Çok doğal olarak O sm anlı devletini yönet­
m ekle yüküm lü olan insanlar, İm paratorluğu savunm ak m aksa­
dıyla B atı’dan birtakım şeylerin ödünç alınm asının ehem m iye­
tini fark ettiler. Bunun gibi, aynı insanlar kendilerinin im para­
torluk içindeki m evkilerinin B atı’nın tekniğinin kullanılm ası
suretiyle sağlam laştırılabilineceğini gördüler. Bundan dolayı
O sm anlı devlet adam ları ve M ısır valisi M ehm et Ali P aşa aske­
rî ve İdarî reform lar yapm aya koyuldular. Reform ları tam am ­
lam ak ve yürütm ek için çok sayıda T ürk ve M ısırlı’nın A vru­
p a ’ya gönderilm esi gerekiyordu. A v ru p a’daki bu genç insanlar
Batı ile Doğu arasındaki büyük farkı şiddetli bir şekilde gör­
düler. N etice itibariyle bu insanların fikirlerine yeni unsurlar
eklendi: B a tı’nın ilerlem esinin fark edilm esi ile bunlar sadece
İm paratorluğu H ristiyanların ilerlem elerine karşı korum ak için

9 Tahtavi, s. 54-55.
değil, fakat aynı zam anda yükselm ek m aksadıyla da ilerlem ek
arzusundaydılar. Reşid, Ali ve Fuat P aşalar gibi Tanzim at re­
form cuları ve T ahtavi bu ikinci nesil O sm anlı B atılılaşm a ta­
raftarlarına dahildirler.
O sm anlı tebasının ezici bir çoğunluğu Batıyı taklit etm e
gereği ya da lüzumu görm üyordu. A talarının dini olan İslâm
kendileri için kafi derecede yeterli idi. D olayısıyla, dinî ve
kültürel açıdan, birçok O sm anlı M üslüm anı m uhafazakâr bil
görüntü verm ekten kurtulam ıyordu. İlk reform lar m uhafazakâr
M üslüm anların ve çıkar çevrelerinin sert itirazlarına karşı yö­
neticiler tarafından ancak gayri ahlâkî ve acım asız önlem ler
vasıtasıyla uygulam aya konabildi. Z ira bu yeni durum O sm anlı
M üslüm anlarının zihinlerinde derin bir karışıklığa sebeb oldu.
Bu derinlik kendini, T anzim at dönem indekiler de dahil olm ak
üzere ilk dönem O sm anlı B atılılaşm a taraftarlarının tem elde en
az Batı karşıtı çoğunluk kadar tutucu olm alarında gösteriyordu.
Tahtavi ve Tanzim at reform cuları B atı’nın bazı cihetler­
den D oğu’yu geçm iş olduğunu biliyorlardı. Aynı zam anda
bunlar İslâm ve O sm anlı hayat tarzının köklü bir şekilde sağ­
lam ve sahih olduğuna kâni idiler. Bunlar B atı’dan bazı şeyle­
rin ödünç alınm asının lüzum una inanm akta ve aradaki uçuru­
mun kapatılabileceğini düşünm ektedirler.10 Tahtavi, kendileri­
nin “ halifeler zam anında diğer m em leketlere nazaran daha
üstün ve m ükem m el olduklarını” söylüyor ve buna sebep ola­
rak da “halifelerin alim leri ve işin ehli insanları göreve getir­
m elerini” gösteriyor. Fakat daha sonra M üslam anlar düşüşe,
B atılılar ise yükselişe geçtiler.11 Tahtavi “ Batılı m em leketlerin
m atem atikte, doğa ve fizik bilim lerinde m ükem m eliğin en üst
derekesine ulaştıklarını” söylüyor... “ D iğer taraftan, Tahtavi
İslâm ’ın hâlâ salim , m ükem m el ve H ristiyanlıktan üstün oldu­
ğuna kani idi. O, Batılıların bilim ve sanatta bu derece ilerle­

10 Bkz.: Niyazi Berkes, “Historical Background o f Turkish Secularism”, İslam


and the West, yay., Richard N. Frye, (The Hague: Mouton and Co., 1957),
s. 48-62 ve Davison, s. 849-853. En son yapılan çalışmalar için bkz.: 17
nolu dipnot.
11 Tahtavi, s. 9. Bu bölümde, bu çalışma hakkındaki diğer referanslar daha
sonra verilecektir.
m elerine rağm en doğru yol üzerinde olm adıklarını ve tüm den
bir kurtuluş cereyanını takip etm ediklerini belirtiyor. M üslü-
m anlar ise dinî ilim ler, bunların uygulanm ası ve rasyonel bi­
lim lerde ileri bir noktada olm alarına karşın hikm et bilim lerini
tüm üyle ihmal etm işlerdir... netice itibariyle B atılılar diğer
ilim lerde bizim onların hocaları ve onlardan üstün olduğum uzu
itira f etm işlerdir... (s. 8). Tahtavi, A llah ’ın inananlar ile beraber
olduğunu düşünüyor, zira “ İslâm , A llah katından yardım gör­
m em iş olsaydı... Batılıların güçleriyle, zenginliğiyle, çoklu­
ğuyla ve m ükem m elliğiyle m ukayese edilecek hiçbir şey olm a­
yacaktı” (s. 9). Binaenaleyh M üslüm anlar “ H ikm et bilim lerini
tüm üyle ihm al etm elerinden dolayı neyi bilm ediklerini öğren­
m ek için Batılı m em leketlere m uhtaçtırlar” (s. 8) Tahtavi “şe ­
riata m ugayir olm ayanlar hariç, B atı’dan her şeyin alınabilece­
ğine taraftar değildir” (s. 5).
T ahtavi ve Tanzim at reform cuları gibi Batı yanlısı m uha­
fazakârlar Batılı anlam da bir reform un gerekliliğini fark ettiler.
A ynı zam anda bunlar, İslâm ’ın ve D oğu’nun H ristiyanlıktan ve
B atı’dan doğası itibariyle üstün olduğunu ve çok derin ve
köklü bir reform hareketine ihtiyaç olm adığını belirtiyorlardı.
B unlar M üslüm anların ve D oğu’nun büyük bir tehlikeyle karşı
karşıya olduğunu ve daha önceki görkem ve ihtişam ının zayıf­
ladığını itiraf etm işler, fakat bu m ü essif durum B atı’nın hik­
metli bilim lerinin gerektiği kadar ödünç alınm asıyla kolayca
tedavi edilebilirdi. 19. yüzyılın ortalarından itibaren bu kendine
güven zayıflam aya ve sallanm aya başladı. B undan sonra vazi­
yet, dünya hakkında az çok bir şeyler bilen, m ağrur ve duyarlı
M üslüm anlar için yavaş yavaş dayanılm az olm aya başladı.
19. yüzyıl boyunca Y akın D oğu’da (hatta bazı alanlarda
dikkate şayan) m addî ilerlem eler gerçekleştirilm esine rağm en
yüzyılın ortalarından itibaren bu ilerlem eler, B atı’nın şaşırtıcı
ilerlem esi karşısında zayıf, soluk kaldı ve yüzyılın sonundan
itibaren tam am iyle B atı’nın çok gerisine düştü. Aynı zam anda
B atı’nın terakkisi geçm işe nazaran kendisini O sm anlı tebasının
çok büyük bir kısm ına hissettirdi. Birçok genç insan zam anla­
rının bir bölüm ünü A vrupa’da geçiriyordu. Batılı m uallim ler ve
m isyoner okulları ise diğer gençleri İm paratorluk dışındaki
dünya ile tanıştırıyordu. G ayrim üslim lerin durum larının ve
tarzlarının M üslüm anlara çekici geldiği açıktı. Ü st sınıflar
Batılı kıyafetlere ve davranışlara m eyyaldi. Y öneticiler A vru­
palIlardan, kısm en devletin ıslahı için, büyük oranlarda borç
para alıyorlardı. Sünnî M üslüm anların nazarında en fena şey
gençlerin A vrupa’da ve m isyoner okullarında okum ak am a­
cıyla cezbedilip alıkonulm alarıdır.
A ynı şekilde açıktır ki, gayrim üslim ler hor gördükleri İs­
lâm ’ın ve O sm anlı D evleti’nin tem el zihniyet ve kurum larının
sağladığı haklardan yararlanıyorlardı. Şeriatın alanı dışında
faaliyet yapan ecnebi ve kâfir m ahkem eler inananlara karşı
H ristiyanları1 him aye ediyorlardı. N e zam an H ristiyan teba
ahlâka m ugayir ya da devlete hıyanet kabilinden bir olaya
karışsa (M üslüm an O sm anlılar bu şekilde inanıyorlardı) A vru­
palI güçler baskı yoluyla hatta askerî gücünü kullanarak asi
H ristiyanlara özel ayrıcalıklar, bazen de bağım sızlık verilm esi­
ni sağlıyorlardı. Belki de tüm bunlardan daha kötüsü, H ristiyan
m isyonerlerin ve B atılılarm D oğu M edeniyetini suçlam aları ve
hakir görm eleridir. H atta eğitim görm üş A vrupalı oryantalistle­
rin değerlendirm eleri, ibarelerdeki ince nüanslar kaldırılırsa,
M üslüm anların nazarında Lord C rom er’in “reform e edilm iş
İsİâm artık İslâm değildir” sözü ile aynıydı.
Bu yeni durum ile beraber, O sm anlı m ünevverlerinin dü­
şüncelerinde değişim ler görülm eye başlandı. İslâm ’ın doğal
olarak diğer dinlerden üstün olduğu ve M üslüm an O sm anlı
m edeniyetinin tem elde B atı’dan daha m ükem m el olduğu yo­
lundaki teskin edici eski güven kaybolm uştu. Sadece M üslü­
m anların ve O sm anlI’nın üstünlüklerini ileri süren eski ente­
lektüellerin aksine yeni entelektüeller doğru inancı heyecanlı
bir şekilde savunuyorlar ve yanlışı şiddetli bir şekilde çürütü­
yorlardı. İslâm ’ın ve D oğu’nun savunulm ası kaygısı O sm anlı
entelektüelleri tarafından terk edilm eye başlandı. Bunların
tüm ü H ristiyanlığm ve A vrupa’nın İslâm ’dan ve D oğu’dan
üstün olduğu yolundaki iddiayı inkârda sabitlenm işlerdi. B u­
nunla birlikte O sm anlı entelektüellerinin bu noktadaki inkâr
tarzları birbirinden farklılık arzediyordu. B azıları İslâm ’ın ve
O sm anlI’nın B atı’nın gerisinde kaldığı düşüncesini tam am iyle
reddettiler. D iğerleri ise bunu kabul etm ekle birlikte fazla ö-
nem sem em işlerdir.
Birkaç (belki de daha fazla) O sm anlı entelektüeli m uhafa­
zakârlıklarını sürdürdü ve İslâm ’ın tüm m uhtem el hayat tarzla­
rının en m ükem m eli olduğu yolundaki geleneksel inancı, yeni­
lenm iş bir dinçlikle tekrar doğrulam akla yetindiler. D inî i-
nançları savunan ilâhiyat dalının ve m ünakaşa sanatının hem
A rap ça’da ve hem de T ürkçe’de kullanılm ası 1860’dan sonra
fark edilm eye başlandı.12 Bunlardan en revaçta olan ve en çok
okunan kitap H indistanlı bir M üslüm an olan Rahm etullah el-
H indi tarafından yazılan, 1867’de İstanbul’da A rapça olarak
yayınlanan ve daha sonra T ürk çe’ye tercüm e edilen İzharu'l-
H akk isimli eserdi.13 Tüm bunlarda yeni olan bir şey yoktu.
D aha önceki geleneksel İslâm î argüm anlar kullanılarak İslâm
doğrulandı ve H ristiyanlık’a hücum edildi. 1860’dan sonra
nicelikte görülen büyük artış nazarı dikkate alınm ası gereken
bir noktadır. Aynı şekilde hem T ürkçe, hem de A rapça gazete­
ler D oğu’nun ve İslâm ’ın savunulm ası sorum luluğunu yüklen­
diler. B unların arasında en çok dikkat çekeni 1860 sonrasında
A hm et Faris el-Şidyak tarafından İstanbul’d a yayınlanan A rap­
ça el-C evaib idi.14
Bu insanlardan bazılarının İslâm ’ın m üdafaa edilm esin­
den daha başka endişeleri vardı. O nlar aynı zam anda bir m ede­
niyetin savunulm asını yüklenerek, tem elsiz b ir şekilde A vrupa
toplum unu O sm anlI’ya benzettiler. İngiltere ve F ransa’da ya­
şam ış olan Şidyak, B atı’nın m addî zenginlik bakım ından üstün

12 Journal A siatique, 7. dizi, XIX (1882), 169-170; 8. dizi, V (1885), 244; IX


(1887), 360.
13 Ignaz Goldziher, “ Ueber Muhammedanische Polimik gegen alh al-kitab”,
Zeitschrift d er Deulschen M orgenlündischen G esellschaft, XXXII (1878),
343-344; C. Snouck Hurgronje, M ekka in the L alter P art o f the Nineteenth
Century, Ing. Trc.: J. H. Monahan (Leiden: E. J. Brill, and Londra: Luzac
and Co„ 1931), s. 173.
14 C. Brockelmann, “Faris el-Şidyak Ahmed b. Y u su f’, Encyclopaedia o f
İslam, (1. Baskı), II, 67-68; M. Hartmann, “Djarida”, a.g.e., I, 1019.
olduğunu kabul ediyordu. Fakat sanayileşm e neticesinde ortaya
çıkan m ateryalizm e ve m onotonluğa saldırarak, D oğu’nun hâlâ
insanlara ahlâk, kültür ve tam bir m utluluk verm ede B atı’dan
çok üstün olduğunu ısrarla belirtti.15 O bu konudaki tutum unu
şu söz ile özetledi: “ H iç şüphesiz, bizim ülkem izin köylüleri bu
insanlardan daha bahtiyardır” (s. 603). O, bir A vrupalı oryan­
talistin A vrupalılar “ Doğu dilleri hakkındaki tüm m alum ata
sahiptirler” ve A vrupalı bilginler “A rapların hocaları ve
Perslilerin de profesörleri olm uşlardır” yolundaki iddiasına
karşı oldukça saldırgandı. Şidyak, bu iddiayı yalanlam ak için
18 tane eşanlam lı kelim eye baş vurdu ve oryantalistlerin ken­
dini beğenm işliklerine ve yanlışlarına karşı şiddetli bir şekilde
saldırdı.16 Şidyak ve onun gibiler O sm anlı İm paratorluğu’nun
savunucuları ve güçlü koruyucularıdır. B iz bunları O sm anlı
m uhafazakârları olarak gösterebiliriz.
D iğer O sm anlı entelektüellerinin düşüncelerinde, dinî i-
nançları savunan geleneksel ilâhiyat dalının ve m ünakaşa sa­
natının artık İslâm ’ı savunm ak için yeterli olm adığı görüşü
hakim di. M uhafazakârların aksine, bu entelektüeller İslâm ’ın
kendi zam anlarında acınacak bir durum da olduğunu itiraf etti­
ler. Buna rağm en İslâm ’ın ve D oğu’nun tabiatı itibariyle diğer
dinlerden ve B atı’dan üstün olduğu hususunda m uhafazakâr­
larla hem fikirdiler. Bunlar, gerçek ve doğru İslâm ’ın Batı gibi
ilerlem iş m edeniyetlere ters olm adığını ileri sürm üşlerdir.
M üslüm anlar bu tür bir kötü durum içindeler çünkü gerçek
İslâm bozulm uş ve bunun sonucu olarak da, M üslüm anlar daha
önceki zam anlarda gerçekleştirdikleri harikulade ilerlem eleri
sürdürem em işlerdir. Çare sadece İslâm ’ı eski saflığına yeniden
kavuşturm aktı; böylece M üslüm anlar, m odem m edeniyetin
elzem unsurlarını benim sem ek ve adapte etm ek suretiyle, daha
önceki m uhteşem liklerini yeniden elde edebilirlerdi. Bu itibarla

15 Ahmed Faris al-Shidyaq (Faris el-Şidyak), K itabu'l-Sâk A le'l-Sâk fı-m a


h ü ve’l-feryâk, (Paris, 1855), s. 597-605, 641-644, 659-660, özellikle Avru-
palılar’a göre gerçek medeniyetin ayrıntıları için, s. 603-605,659.
16 Ek, s. \-2 . Şidyak gibi yeni Ve daha eski muhafazakârlar arasındaki tezat bu
ek ve Tahtavi’r\in oryanlaVısÜere yöneVık müta\âas\ (s. aıasmdakı te­
nakuz ile dikkat çekici bir şekilde gösterilmektedir.
biz bunları, m uhafazakârlardan farklı olm aları hasebiyle
m odernist ve m uhafazakârlar gibi güçlü bir O sm anlı Devle-
ti’nin savunucuları oldukları için de O sm anlı m odernistleri
olarak isim lendirebiliriz. 1860’larda ak tif olm aya başlayan
Yeni O sm anlılar İm paratorluğun Türk tebaası içinde söz konu­
su bakış açısına sahip bir siyasal akım olarak gösterilebilir.
Y eni O sm anlılar açık bir şekilde O sm anlı vatanseverliği ve
O sm anlı vatanı fikirlerini benim sediler.17 1870’ler esnasında
buna çok benzeyen fikirler C em aleddin A fgani’nin çabalan
neticesinde M ısır’da yayılm aya başladı.18 A fgani (s. 165-167)

17 T. Menzel, “Kemal Mehmet Namık”, Encyclopaedia o f İslam (1. Baskı), II,


849-850; Davison, 861-864; Niyazi Berkes, “Ziya Gökalp; His
Contribution to Turkish Nationalism”, M iddle East Journal, VIII (1954),
379-480; Ettore Rossi, “Dall Impero Ottomano alla Repubblica di Turchia”,
O riente M odenıo, XXIII (1943), 364-366, 367-368, 369. Bu makalenin ilk
olarak yayınlanışından sonra 19. yüzyıl Türk-Osmanlı entelektüel tarihî ile
ilgili büyük çalışmalar yapılmaya başlandı: Bemard Lewis, The Emergence
o f M odern Turkey, 1. Baskı, (Londra: Oxford University Press, 1961; 2.
Baskı, 1968), Şerif Mardin, The Genesis o f Young Ottoman Thought
(Princeton, N. J.: Princeton University Press, 1963) [Türkçesi için bkz.:
“Yeni Osmanlı Düşüncesinin Oluşumu”, (İstanbul: İletişim Yay., 1996)];
Roderic H. Davison, R eform in the Ottoman Empire, 1856-1876 (Princeton,
N.J.: Princeton University Press, 1963) [Türkçesi için bkz.: “Osmanlı İmpa-
ratorluğu'nad Reform, 1856-1876”, 2 cilt, (İstanbul: Papirüs Yay., 1997)];
Niyazi Berkes, The Developm ent o f Secularism in Turkey (Montreal:
McGilI Univeristy Press, 1964).
18 Cemaleddin Afgani, Refutatioıı des M aterialistes, Ing. Trc.: A. M. Goichon
(Paris: Paul Geuthner, 1942), s. 121-130, 133-134, 152-171 [Türkçesi için
bkz.. “Dehriyyun’a Reddiye” Trc.: Vahdettin İnce (İstanbul: Ekin Yayınla­
rı, 1997)]. Krş.: Charles C. Adams, İslam and M odem ism in Egypt (Londra:
Oxford University Press, 1933), s. 15-16. Afgani’ye yönelik daha sonra ye­
ni bir ilgi uyandı. Eile Kedourie, A fgani an d Abduh: An Essay on Religious
U nbelief and Political Activism in M o d em İslam (New York: The
Humanities Press, 1966), esas olarak Afgani ve Abduh’un siyasî faaliyetle­
rinin temelinde, hem imansızlığı ve ahlâkı hor gören oportinizmi ve hem de
İslâm’ı kasıtlı olarak yıkmaya çalışanları mahkum etmektedir. Nikki R.
Keddie, An Islamic Response to Imperialism: Political and Religious
W ritings o f Sayyid Jam al ad-D in "al-A fglıani”, (Berkeley ve Los Angeles:
University o f Califomia Press, 1968), bir şekilde problemle uğraşmış, ana­
lizini Afgani’nin yazıları üzerine yoğunlaştırmıştır. O, sonuç olarak
Afgani’nit» “bir çeşit İslâmî deist oldu|unu, d o |a l kurallara göre işleten bit
yaıatıcrça inandığını” (s. 9 6 ) \ e ulemayı elit için değersiz ve lüzumsuz olan
fakat avam için gerekli olan doğruları kitlelere anlatmak suretiyle onların
İslâm ’ın takipçilerinden akıllarını kullanm alarını ve inançları­
nın tem ellerini sorgulam alarını istediğini söylemiştir. G uizot’tan
yaptığı alıntılarla A vrupa’nın ilerlem esinin Protestanlığı A vru­
p a’da ortaya çıkm ası neticesinde olduğunu iddia etm iştir.
M odernistlerin büyük bir çoğunluğunun O sm anlıcı olm a­
sına rağm en, onların gene! fikirlerini paylaşan birkaç Suriyeli
H ristiyan, yarı lâik bir A rap m illiyetçiliği geliştirdiler. L üb­
n an ’da bulunan A m erikan ve Fransız m isyoner okulları, —
genellikle H ristiyan olm ak üzere— birçok S uriyeli’nin Batı ile
çok yakın bir ilişki ağı içinde olm alarına vesile olm uştur.
1860’lardan itibaren bu A raplar klâsik A rap edebiyatının yeni­
den canlanm asına ve m odern bilim in yayılm asına büyük oran­
da katkıda bulundular. Bu grubun en önem li sözcülerinden
birisi de 1868’de A rap m illî uyanışını arzulayan İbrahim el-
Y azıcı’dır. O, “m edeniyet beşiği olan D oğu şim di m üessif bir
durum içindedir” diyen O sm anlı m odernistlerinin görüşlerine
katılm aktadır. Buna rağm en o yalnızca A raplar hakkında kaygı
duyuyordu. O, kadim A rapların büyüklük ve şaşasım açık bir
şekilde vurguladı. O na göre, dünya m illetleri arasında A raplar
en ziyade ilgiye m azhar olanıdır. Ç ünkü A raplar diğer uluslara
nazaran kısa bir zam an dilim i içinde başarıya ulaşm ışlardır.
A vrupalIların bu kadar hızlı bir şekilde ilerlem esinin tek nedeni
onların birçok şeyi doğrudan A raplardan ödünç alm ış olm ala­
rındandır. A rap olm ayanlar (Türkler), A raplar üzerinde haki­
m iyet kurduktan ve dinî ilim lerin öğrenim ini azalttıktan sonra­
dır ki A raplar düşüşe geçtiler. Y azıcı’ya göre A rapların kendi
haklı şöhretlerini yeniden elde edebilm ek için kullanm aları
gereken araçlar A rap ulusu uğruna yabancıları kovm ak ve
bağnazlıktan ve fanatizm den kurtulm aktır. Bundan sonrada
A rap ulusunun kadim kuvveti geri gelecek ve A raplar m edeni­

işlerini düzenleyen bir araç olarak gören İslâm dünyasının kadim felsefe
geleneğini takip ettiğini söylemektedir. A. Hourani, International Journal
o f M iddle East Studies, I (1970), 90-91, 189’da Keddie’yi eleştirdi, son za­
manlarda ortaya atılmış olan argümanlara karşı çıktı ve inanmış bir Müslü­
man, dindar bir reformist ve siyasî bir devrimci olan Afgani’nin hayli
kompleks olan hayatı üzerine dikkatleri çektiği A rapic Thought in the Libe­
ral A ge, s. 107-12 9 ’da sunduğu görüşlerini teyit etti.
yet sahasında gerçekleştirdikleri daha önceki ilerlem elere yeni­
den ulaşacaklardır.19
A rap m illiyetçiliğinin H ristiyan versiyonu Suriyeli M üs­
lüm an A rapların teveccühünü kazanam am ıştır. Hatta,
H ristiyanların kendilerini A rap ilm inin üstadları olarak telâkki
etm eleri Suriyeli M üslüm an A rapları incitm iştir. Y azıcı’nıri
iddialarına ve edebiyatla ilgilenen diğer H ristiyan A raplara
yönelik hücum lar çok yaygındı. S uriye’nin M üslüm an A rapları
“A rapça H ristiyanlaştırılam ayacaktır” şeklinde bir savaş narası
benim sem işlerdi.20 Y azıcı’nın seküler A rap m illiyetçiliği ancak
çok az taraftar bulabildi ve — gerek m uhafazakâr, gerekse
m odernist— O sm anlılık 1914 ’e kadar O sm anlı topraklarında
baskın bir ideoloji olarak varlığını sürdürdü. N e gariptir ki,
A rap m illiyetçiliğinin İslâm î bir tem ele dayandırılm ış teorisinin
ana hatları; birinci am acı İslâm ’ın yeniden diriltilm esi ve ken­
disi politik yaşam ı esnasında O sm anlı D evleti’nin savunucusu
olm uş A rap Osm anlı m odernistlerinin en tanınm ışı, Mısırlı
M uham m ed A bduh tarafından ortaya konm uştur.
A bduh İslâm ’ın üstünlüğünü tekrar vurguladı. O, İslâm ’ın
kadim ihtişam ını, parlak m edeniyetini, güçlü im paratorluk
dönem lerini ve İslâm ’ın hızlı bir şekilde yayıldığı dönem leri
yad ederek hatırlatır.21 İslâm m ükem m el bir dindir, çünkü o
akıl ve ihtiyaçlara cevap veren bir tem ele dayanır, onun takip ­
çileri kendi aklî m elekelerini kullanırlar ve M üslüm anlar kendi
inanç esaslarını bilirler. İşte bu M üslüm anların daha önceki
m ahir ilerlem elerinin sebebidir (s. 6-10, 194-223). İslâm tüm

19 Bkz.: İbrahim el-Y azıcı’nın makalesine, “el-Ulum inde’l-Arap” ve onun


şiiri “Tenebbahu ve istefıku”, İsa Mihail Saba, el-Şeyh İbrahim el-Yazıcı,
1847-1906, Nevabiğü’l-fikri’l-Arabî, 14 (Kahire: Daril’l-Muallim, 1955), s.
49-50,71-74.
20 Ignaz Goldziher, ZDM G, XXVIII (1874), 167-168.
21 Muhammed Abduh, R isalet al-Tawhid: Expos4de la religion nmsulmane,
Frs. Trc.: B. Michel ve Mustafa Abdulrazık (Paris: Paul Guethner, 1925), s.
123-130 [Türkçesi için bkz.: “Tevhid Risalesi”, Trc.: Sabri Hizmetli, (An­
kara: Fecr Yayınları, 1986)]. Bu paragrafta, bu çalışma hakkındaki
milteakib referanslar metin içerisinde parentez olarak verildi. İlk olarak
1897’de yayınlanan bu çalışma 1885 ve 1888 arasında Beyrut’ta verilen
konferansların yeniden derlenmesidir.
dinlerden üstündür. A bduh, A fg an i’nin G u izo t’tan yararlanm a
yöntem ini geliştirerek, B atı’mn m edeniyet sahasındaki bu
şaşırtıcı ilerlem esinin ancak A vrupalIların M üslüm anlardan
birçok şeyi öğrenm eye başladıktan sonra gerçekleştiğini açık
bir şekilde ifade eder. O, B atılılarm “Hz. M uham m ed’in m is­
yonunu kabul etm em ekle beraber İslâm ile insicam içinde olan
bir itikadı” benim sediklerini ve B atılılarm “yaşam larını İs­
lâm ’ın hüküm lerine m uvâzi bir tarzda organize ettiklerini”
belirtm iştir (s. 109, 131-132). İslâm ’ın, birbirinden ayrı tutul­
ması gereken, din ve bilim in birbirine karıştırılm ası neticesinde
ifsat edilm esinden sonradır ki M üslüm anlar gerilem eye başla­
dılar. Bundan dolayıdır ki en sonunda M üslüm anlar düşünm eyi
ve aklı ihmal ettiler (s. 13-19).
Bunun için, A bduh bir hayat tarzı olarak İslâm ’ın üstün­
lüğünü ve aslî ehliyetini iddia etm eyi sürdürdü. M üslüm anların
şu an içinde bulundukları bu hazin durum s a f ve doğru İs­
lâm ’dan sapılm asının bir sonucudur. O, 1887’de şöyle yazm ış­
tı: “M üslüm anlar, m aneviyatlarını olum suz etkileyen bir dö­
nem yaşayarak inançlarının esaslarından uzak bir dönem geçir­
diler. O nları birbirlerine bağlayan inanç bağım zedelediler
çünkü sahip oldukları imanın kaynağını ihm al ettiler.” O, siyasî
alanda M üslüm anların gücünün azalm asını, sa f İslâm ’ın bo­
zulm asına ham letm ektedir:
Z a a f ahlâkî sahadaki çürüm e ile devam etti, oradan davra­
nışlara intikal etti ve ruhların alçalm asıyla nihayetlendi.
B undan dolayıdır ki insanların birçoğu tüm öm rünü ye­
m ek, içm ek, ürem ek ile geçiren ve b irbirleriyle m ücadele
eden m ahlûklara benzediler. B undan sonra, haşm et A l­
lah ’a, peygam berine ve halifesine v eya onları yöneten bi­
rinin üzerine olm uş, o n lar için hiç farketm ezdi.22

A bduh’un M üslüm anların hastalıkları için önerdiği reçete,


Batı m edeniyetinin reddedilm esi ve s a f İslâm ’a tekrar geri
dönülm esinden m üteşekkildir. O “yabancı şeytanlar” olarak
isim lendirdiği m isyoner okullarına M üslüm anların gönderil­

22 Muhammed Reşid Rıza, T arihu’l-Ü stadi'l-İm am eş-Şeyh M uham m ed


Abduh. 2. baskı (Kahire: el-Manar, 1344 H/1925-26), II, 506.
m em esi konusunda insanları uyarm ıştır. Bu m isyoner okulları­
nın “ şeytanca fısıldam aları” neticesinde aldanan insanların
sayısı hiç de az değildir. A bduh’un M üslüm anlar için önerdiği
çözüm , m isyonerlerin öğrettiği İslâm değil, bozulm am ış, sa f ve
ibtidai İslâm ’dır. O, “bu elzem bilginin elde edilm esi için”
18 8 6’da şöyle yazm ıştır:
B ize yabancı olan insanlardan yardım istem eye ve m edet
um m aya bizim ihtiyacım ız yoktur. B unun yerine, bizim i-
çin asıl önem li olan d aha önce terk ettiğim iz m eziyetlere
yeniden geri dönm ek ve bozulan unsurları yeniden eski
saflıklarına kavuşturm aktır. Bu da, istediğim izden fazlası­
nı içinde barındıran ve bize ait olm ayan h içb ir şeyin içinde
y e r alm adığı kendi dinî ve beşerî k itaplarım ızda m evcut­
tur.23

A bduh siyasî alanda M üslüm anların eski ihtişam larına u-


laşm ak için tek yollarının dinî uyanış olduğunu belirtir.
1887’de şöyle yazm ıştır:
H erhangi b ir M üslüm an, D evlet-i A lî O sm a n î’nin k o run­
m asının A lla h ’a ve P eygam bere olan im andan so n ra im a­
nın üçüncü şartı o lduğuna yürekten inanır, çünkü O sm anlı
D evleti tek b aşın a dinin hakim iyetinin koruyucusu, onun
m ülkünün bekçisi ve İslâm dini O sm anlıdan gayri bir h ü ­
küm ete [Sultan] sahip değildir.

Abduh daha sonra şunları söylüyor:


İslâm H ilâfeti kalelere ve duvarlara sahiptir, M üslüm anla­
rın y üreklerinde onu kuvvetlendirm eye y önelik itim at ve
savunm aya yönelik şevk İslâm H ilâfetinin duvarlarını
m uhkem leştirecektir. İslâm ’ın onlara gönderdiğinden gay­
ri hiçb ir şey M üslüm anların yüreklerindeki itim at ve şevki
alevlendirem ez. E ğer herhangi bir kim se vatan, ülkenin
m enfaatleri ve bu tür cazip kavram ların dinin yerini alabi­
leceğine inanıyorsa, bundan so n ra o kim se artık dalalete
düşm üş olarak şeytani y olda gitm ektedir.24

23 A.g.e., s. 507, 353.


24 A.g.e., s. 506.
Siyasî sahada aktivist olduğu 1880’lerde A bduh güçlü bir
O sm anlı taraftarıydı. Fakat onun s a f İslâm ’a dönülm esinin
gerekliliğine yönelik inancı kendisini zim nen O sm anlılık dü­
şüncesine karşı yönelişe şevketti. M üslüm anların hastalıkları­
nın tedavi edilm esinin yolu otantik İslâm ’a geri dönülm esi,
doğruların yeniden ikam e edilm esidir ve bu da A rapların İs­
lâm ’ı dem ektir. A bduh 1887’de “ K u r’an M üslüm anların m u­
vaffakiyetlerinin kaynağıdır” diye yazm ış ve şöyle devam
etmiştir:
K u r’a n ’a geri dönm ekten gayri hiçb ir şey M üslüm anların
m eselelerini ıslah etm e gücüne ve yeteneğine haiz d eğil­
dir... K ur’an en m uhkem yönleriyle A rap dilinin kuralları­
na riayet edilerek anlaşılm alıdır. Y ani kendi dillerinde in­
dirilen K u r’a n ’a m uhatap olan deve çobanlarının anladığı
şekilde K u r’an, A rap dilini, A rapların m ünazara sahasın­
daki pratiklerini, A rapların tarihini ve A rapların vahyin
geldiği zam andaki geleneklerini bilen b ir K u r’an talebesi­
ne çok y akındır ve bu tü r bilgilerin kullanılm ası K u r’a n ’ı
anlam ada en m ükem m el yoldur.

A bduh daha sonra elzem olan dinî uyanışın tem eli olarak
telâkki ettiği klâsik A rap edebiyatı ve dinî çalışm alarının ön e­
mini ısrarla vurgulam ıştır.25
D aha sonraki yıllarda A bduh daha önce sahip olduğu si­
yasî aktivizm i terketti, fakat tem el düşüncelerinden asla vaz­
geçm edi. H ristiyanlar, A raplar ve A vrupalılar İslâm ’ın doğası
itibariyle m odern dünyanın problem lerine cevap verm ede ye­
tersiz kaldığını söyledikleri zam an A bduh kuvvetli bir m uka­
bele ile İslâm ’ın m ükem m el bir sistem olduğunu doğrulam ış ve
eğer yeniden ıslah edilirse İslâm ’ın m odem hayatın tüm cihet­
lerine cevap verebilecek durum da olduğunu beyan etm iştir.
Siyasî aktivizm i bıraktıktan sonra, dinin ıslahı m eselesine daha
çok vurgu yaptı. V e sonunda A bduh A rapça çalışm alarının

25 A.g.e., s. 515-516.

150
canlandırılm asının köklü bir dinî ıslahat için gerekli olduğu
fikrine ulaştı.26
A bduh’un fikirleri, yakın arkadaşları ve sadık talebesi o-
lan Suriyeli M uham m ed R eşit Rıza tarafından benim sendi.
M art 1898’den sonra Reşit Rıza bu fikirleri kendi dergisi olan
E l-M enar vasıtasıyla yaydı. R eşit Rıza aynı zam anda İslâm ’ın
ve D oğu’nın hakları olan ihtişam ve şöhreti nasıl yeniden elde
edebilecekleri sorusuyla da m eşgul olm uştur. O nun cevabı
A b d u h ’unkinin aynısıdır: “ D oğunun kadim ihtişam ının İs­
lâm ’ın güçlendirilm esi yoluyla yeniden ihdas edilm esi m üm ­
kün m üdür? ...diyebilir m iyiz? Evet! B inlerce defa evet!” Reşit
R ıza devam ediyor: “İslâm dininin kökleri ve onun sahih öğre­
tisi ve beşerî bilgisi A rap kabilelerini birleştirdi, onları barbar­
lığın derinliklerinden m ükem m elliğin doruklarına yükseltti,
onları dünya devletleri üzerinde hükm etm ek ve hakim iyet
kurm akla şereflendirdi, ilim de ve sanatta onlara rehberlik etti.”
R eşit Rıza A bduh’u tekrar ederek, İslâm ’da A llah’ın “hakikî
b ir şeriat” gönderdiğini ve A vrupalı krallıkların yalnız İs­
lâm ’dan aldıkları bu şeriat sayesinde izzet ve şe re f sahibi ol­
duklarını belirtir. R eşit R ıza’nın teşhis ve reçetesi A bduh’unki
ile hem en hem en aynıdır:
Şurası aşikârdır ki sıratı m üstakim den in h ira f etm eleri do­
layısıyla M üslüm anlar d aha önceki başarılarından m ahrum
kaldılar ve bu doğru yola tekrar geri d önm ek M üslüm anla­
rın kalblerini birbirine yaklaştıracak, M üslüm anları birleş­
tirecek ve M üslüm anlar eski hakim iyetlerini yeniden ihdas
edeceklerdir... Eğer... [M üslüm an ilim adam ları] K u r’a n ’ı
önlerine koyar ve onun m anasını akıllı (inteligently) bir
şekilde yeniden canlandırırlarsa... gökten M üslüm anlar ü-
zerine birlik ruhu d ü şecektir ve üm m etin doğudakileri ve

26 Bkz.: Abduh’un el-lslam ve ’n-nast aniyye ma el-ilm v e ’l-m edeniyet yay.:


Muhammed Reşid Rıza, 7. Baskı, (Kahire: el-Manar, 1367 H /I947-1948),
özellikle s. 62-64 (en son ve mükemmel bir din olarak görülen İslâm hak­
kında) ve s. 81, 119-121, 151-154 (İslâmî canlanışın temeli olarak görülen
Arap uyanışı için) ilk olarak 1902’de yayınlanan bu kitap daha önce peri­
yodik olarak yayınlanan makalelerin derlenmesinden oluşmuştur.
batıdakileri birleşecekler ve M üslüm anlar İslâm ’ın ihtişa­
m ıyla tekrar D o ğ u ’y a yönelecek lerd ir.27

A bduh gibi, Reşit Rıza da A rapların önceliğini vurgula­


yan ibtidai İslâm doktirini tarafından yönlendiriliyordu. İbtidai
İslâm ’a dönüş kaçınılm az olarak bir A rap uyanışına vurgu
yapılm asını iktiza ediyordu. R eşit R ıza’nın reform ları, H alife
olarak O sm anlı Sultanları tarafından m erkezî M ekke’de bulu­
nan ilim adam ları topluluğunun tavsiyeleri takip edilerek ger-
çekleştirilm elidir. M uayyen reform tekliflerinden birisi de
tem el h ed e f olan A rapça çalışm alarının canlandırılm asıdır.
Reşit Rıza “T ürkçe’den ziyade A rap dilinin yaygınlaştırılm ası­
nın gerekliliğini belirtiyor, çünkü A rapça İslâm ’ın dilidir ve
bundan dolayıdır ki A rapça’nın canlandırılm ası ve yaygınlaştı­
rılm ası İslâm ’ın canlandırılm ası, yaygınlaştırılm ası ve anlaşıl­
m ası dem ektir.”28 Reşit Rıza daha sonra m eseleyi sarih bir
şekilde ortaya koym ak için İslâm ’ın restore edilm esinin tek
yolunun A rap uyanışından geçtiğini söylüyor.
A rapların tarihini öğrenm eye y önelik bir arzu içinde ol­
m ak ve A rapların kadim ihtişam ının canlandırılm asına
m atu f çalışm alar. İslâm ’ın birliği için yapılan çalışm alarla
aynı anlam dadır. M üslüm anların birliği eskiden sadece A-
raplar tarafından başarılm ıştı ve bu yüzy ıld a d a bu birlik
y alnızca A raplar tarafından gerçekleştirilecektir... Ü m m e­
tin birliğinin tem elini İslâm o lu şturm aktadır ve o da,
K u r’an ve P eygam berin S ünnetinden başk a bir şey değil­
dir... B unların her ikisi de A ra p ça ’dır; K u r’an ve Sünneti
doğru bir şekilde anlayam ayan bir kim se İslâ m ’ı da anla­
y am az ve aynı şekilde A ra p ça ’yı bilm eyen birisi K u r’an
ve Sünneti sahih olarak anlayam az.

Y ukarıdaki fikirler kabul edildiği taktirde A rapların yü­


celtilm esi çok kolay olacaktır: “ M üslüm anların fetihlerinde en
çok övgüye m azhar olanlar A rapların yapm ış oldukları fetih­

27 El-M enar, I, no. 40 (1 Şaban 1316/24 Aralık 1989, 2. baskı 1327 H /l 909),
799, 800-801. 885 Reşid Rıza bu fikirleri bir makale dizisinde uzun
uzadıya açıklamıştı: A.g.e., 606-610, 628-633. 649-655, 670-679, 696-704,
722-730.
28 Al-M enur, I, 764-771, 788-793.
lerdir ve ...İslâm bu fetihlerden dolayı büyüdü ve yayıldı. A-
rapların dayandığı tem el çok m uhkem ve onlardan neşet eden
ışık en parlak ışıktır. A raplar sıratı m üstakim üzerinde bulunan
en m ükem m el m illettir.”29
Bu yüzden R eşit Rıza, A b d u h ’un üzerinde önem le durdu­
ğu, M üslüm anların genel uyanışının tem eli olarak A rap uyanı­
şının gerekliliği fikrini geliştirdi. Aynı zam anda, R eşit Rıza
A rapların M üslüm anların en iyisi olduğu düşüncesini açık bir
şekilde belirtti. B ununla beraber, A bduh uzun bir süre kendi
reform unun O sm anlı Sultanlarının him ayesi altında yapılacağı­
na yönelik üm idini ve O sm anlı D evletine olan bağlılığını sür­
dürdü. T eoriye politik m uhteva eklem ek, R eşit R ıza’nın arka­
daşı olan, bir diğer Suriyeli A rap ’a kaldı. Bu şahsiyet 1898’de
K ahire’ye gelm iş olan A bdurrahm an el-K evakibi’dir.
K evakibi kendi zam anında “şaşkınlığın ve zayıflığın tüm
M üslüm anları kuşattığına” inanıyordu.30 B una rağm en o hâlâ
İslâm ’ın kadim ihtişam ı ile iftihar ediyor ve İslâm ’ın diğer
hayat tarzlarından üstün olduğu yolundaki inancını m uhafaza
ediyordu. M üslüm an olm ayanlar sadece “em pirik bilim lerde ve
fende” M üslüm anlardan üstündürler (s. 9). “İslâm saf, sabit,
doğru ve çok iyi bir şekilde tesis edilm iş bir din olarak kaldı.
İslâm dini diğer dinlerden üstün olduğu gibi diğer dinler hik­
mette, düzende ve yapısının kuvveti itibariyle İslâm ’a yakla-
şam am ışlardır bile” (s. 15; cf. s. 67). H atta, H ristiyanlar gerçek
İslâm ’a daha yakın olan P rotestanlığa kadar ilim ve sanat sa­
halarında herhangi bir ilerlem e kaydedem em işlerdi. K atoliklik
ve O rtodoksluk “halk kitleleri tarafından destekleniyordu fakat
öğrenim görm üş insanlar nazarında kıym etlerini giderek yitiri­
yorlardı, çünkü bilim ve H ristiyanlık çatışm a halindeydi. Bun­
ların neticesinde Protestanlık zuhur etti.” M am afih, doğru ve
sa f İslâm ’ı takip eden birisinin ilmi arttığı vakit imanı da arta-

29 İktibas Sylvia G. Haim, “Intomo aile origini della teoria del panArapismo”,
O riente M oderno, XXXVI (1956), 415, 416. Pasajlar 1900’ün Mayıs ve
Temmuzunda yayınlandılar.
30 Abdurrahman el-Kevakibi, U nunu’l-K u m (Kahire: el-Matbaatti’l-Mısriyye
bi’l-Ezher, 1350 H /l931), s. 3. Bu kitap hakkındaki müteakip referanslar
metinde bu ve bunu takip eden paragraflarda verilecektir.
çaktır, çünkü... o, İslâm ’da aklın reddettiği ya da bilim sel in­
celem elerin yalanladığı hiçbir şey bulam ayacaktır” (s. 124; krş.
s. 92-94). B inaenaleyh, K evakibi B atı’nın körü körüne taklit
edilm esini reddetti. O üst tabakadaki M üslüm anları, “yabancı­
ları kusursuz olarak gören güçsüzler ve babalarına m ükem m el­
lik atfeden çocuklar olarak şiddetle eleştirir.” Y abancılar M üs­
lüm anları aldattılar ve onları kendi dinlerinden ve gelenekle­
rinden utanan insanlar haline getirdiler (s. 160). K evakibi’nin
M üslüm anların hastalıklarına yönelik teşhisi O sm anlı
m odernistlerinin teşhisi ile aynıdır. O şöyle yazıyor: “A taları­
mızı dünya üzerinde üstün kılan İslâm ’la hali hazırdaki İs­
lâm ’ın... aynı olm adığı hakkında hâlâ şüphesi olan birisi var
m ıdır? Hayır, İslâm ’ın üzerine onun tem elini değiştiren bed ­
baht bidatların gölgesi düştü” (s. 60). Bu yüzden “M üslüm anla­
rın hastalıklarının sebebi dinî noksanlıktır” (s. 200). Aynı za­
m anda hastalıklardan kurtulm ak için önerilen çare aynıydı:
Biz, K u r’an bilgim izin doğruluğuna, sahih Sünnete ve
icm anın (ilk dönem deki M üslüm anların bir konu üzerin­
deki ittifakı) sürekliliğine olan güvenim izi m uhafaza et­
m eliyiz... zira d aha önceki M üslüm anların itikadı üm m etin
göz ardı edem eyeceği bir kaynaktır (s. 12; krş. s. 67).

A bduh ve Reşit Rıza gibi, K evakibi de İslâm ’ın m evcut


hastalıklarının tedavisi için öne sürdüğü kendi teşhisi tarafın­
dan yönlendirildi. O, A rapların daha önceki ihtişam larının ve
İslâm ’ın uyanışında A rapların eşsiz rollerinin altını kalın hat­
larla çizdi. G erçek İslâm ’a dönm ek A rap İslâm î’nin yeniden
canlandırılm ası anlam ına geliyor, çünkü biz K ur’an ve Sünneti
ancak “ K ur’a n ’ın dili olan A rapça’nın” kurallarını bilm ek
suretiyle anlayabiliriz... (s. 71; krş. s. 95, 170). Reşit Rıza gibi
K evakibi de M üslüm an A rapların İslâm içerisinde sahip ol­
dukları kadim itibarlarının altını önem le çiziyor (s. 195-198) ve
şöyle bitiriyor: “ ... A raplar dinî vahdet için yegâne vasıtadır —
H atta D oğu’nun ittihadı için” (s. 198). K evakibi, ilk M üslü-
m anlara çok yakın olm alarından dolayı A rabistan’daki A rapla­
rın en iyi A raplar olduğunu söylem ek suretiyle kendi selefleri­
nin bile önüne geçm iştir (s. 12, 193-195). O aynı zam anda
politik öneriler de salık verm iştir. K evakibi, “büyük bir devlet
olarak yaptıkları M üslüm anların genelini ilgilendiren” O sm anlı
İm paratorluğu’na karşı saygılıydı (s. 142) ve idari alanda re­
form yapılm asını önerdi (s. 142-148). O, “O srnanlıları [Sul­
tanları] dinî m erasim lere önem verm elerinden ve m izaçlarında­
ki nezaketten dolayı” seviyordu (s. 210). D iğer taraftan O
“O sm anlı tebası içerisindeki tüm m illetlerin idari alanda oto­
nom iye ulaşm aları gerektiğine” inanıyordu (s. 143). Bundan
başka o M üslüm anlara ve onların H ilâfet politikasına yönelik
O sm anlı politikasının oportinizm ini eleştiriyordu (s. 211, 201 -
207). En sonunda, Kevakibi tarihsel olarak gelen hilafetin bir
devam ı olarak değil, fakat İslâm î yenilenm eyi hızlandırıcı ve
büyük Pan-İslâm î Federasyon’un kurucu vasıtası olarak M ek­
k e’de bir A rap hilafetinin ihdasını önerdi (s. 207-210).31
Bu veçhile A rap m illiyetçiliğinin teorisi, M üslüm anların
gerilem elerine yönelik m odernist teşhisten ve M üslüm anların
uyanışları için öne sürülen reçeteden neşet etm iştir. M illiyetçi
Arap teorisyenler, yakın akrabaları olan Osmanlıcı modemistlerden
farklı olarak A rap yanlısı m odernistlerdi. M odem istlerin her iki
türü de m uhafazakârlar ile ortak bir özelliği paylaşıyorlardı.
Bunların tüm ü, D oğu’nun A vrupa’dan geri olduğunu itiraf
etm e hususunda isteksizdiler; bunun yerine İslâm ’ın ve D oğu
kültürünün tabiatları itibariyle H ristiyanlığın ve Batı kültürü­
nün fevkinde olduğunu söylem eye devam ettiler. M uhafaza­
kârlar gelişm em işliği tam am iyle inkâr ettiler ve üstün olm a
durum unu teyid ettiler. Hem O sm anlı m odem istleri ve hem de
m illiyetçi A rap m odem istler kendi zam anlarındaki durağanlığı
kabul ettiler, fakat m evcut hali, tabiatı itibariyle m ükem m el bir
sistem olan gerçek İslâm ’dan sapılm asının neticesi olarak a-
çıklam aya çalıştılar. Bu tutum basit bir dinî bağnazlık olarak
yorum lanabilir. Hâlâ M üslüm an entelektüeller İslâm m edeni­
yetini bir din gibi m üdafaa ediyorlardı. Ü stelik bunların tutum u
birçok H ristiyan entelektüel tarafından da paylaşıl:yordu ki bu

31 El-Kevakibi’nin Arap Hilafeti hakkındaki tartışması için bkz.: Sylvia G.


Haim, “Blunt and ai-Kavakibi”, Oriente M o d em o , XXXV (1955), 132-143.
entelektüeller M üslüm an kardeşleri gibi B atı’ya göre D o ğ u ’nun
geri olduğunu itira f etm e hususunda isteksizdiler.
İbrahim el-Y azıcı gibi bazı H ristiyan A raplar, lâik bir
m illiyetçiliği zım nen destekleyen bir teori ileri sürdüler. M üs­
lüm anların, İslâm ’ın A rap m illiyetçiliğinden ayrılm asını kabul
edem eyeceklerine göre Y azıcı’nın fikirlerinin A rap m illiyetçi­
lerinin düşünce seyri üzerinde fazla bir etkisi olduğunu söyle­
m ek pek m üm kün olm ayacaktır. K onu araştırılabilir olarak bir
kenara bırakılabilir, m uhtem elen Y azıcı’nın fikirlerine benzer
fikirler Suriye ve Lübnan H ristiyanları arasında bölgesel m illi­
yetçiliğin neşv-ü nem a bulm asına katkıda bulunm uşlardır.32
Bununla beraber Y azıcı O sm anlı m odem istleri ile bir
noktada hem fikirdi. D oğulular ya da en azından A raplar, Batı-
lılardan aşağı olm ak yerine, B atı’ya m edeniyet götüren halkla­
rın en önde geleniydi. Yazıcı, O sm anlı m odem istleri gibi, A-
rapların kadim ihtişam ını yeniden tesis etm enin yolunu arıyor­
du. O bu yolun A rap m illetinin gerçek ruhuna dönm ek olduğu­
nu gördü.
D iğer H ristiyan A rap entelektüeller Y azıcı’nın D oğu’nun
ihtişam ının yeniden tesis edilm esi yönündeki arzusunu paylaş­
tılar, fakat ondan farklı olarak, D oğu’yu daha geniş ve şum üllü
bir kavram olarak telâkki ettiler. B unlardan birisi de, Yazı-
c ı’nm B ey ru t’taki çağdaşı ve daha sonra 1870’lerin sonlarına
doğru A fgani ve A bduh’un K ahire’deki dostlarından biri olan
Edip İshak’tır. İshak D oğu’nun, “dünyanın şeklini ve insanların
içinde yaşadıkları şartlan değiştiren dinî ve siyasî hareketlerin
tohum larının yurdu” olduğu yönündeki görüşünü m uhafaza
etti.33 İshak B atılıların Doğu üzerine atm ış olduğu “ Doğu m e­
deniyeti B at:’dan öğrenm iştir” şeklindeki bir iftiradan dolayı
oldukça rahatsız olm uştu (s. 198-199; krş. s. 200). Bununla

32 Nisbeten birkaç Hristiyan 20. yüzyılın ilk dönemindeki Arap siyasî hare­
ketinin içerisinde tam manasıyla yer almıştır. Bunun yerine onlar Suriye ve
Lübnan milliyetçiliği için çalışmışlardır. El-Yazıcı, makalesinde Suriye
milliyetçiliğinin izlerini gösterir, “Syria” : Sâba. s. 93-95.
33 Edip İshak, El-Durar, yay.: Avni İshak (Beyrut: el-Matbaatü’l-Edebiyye,
1909), s. 105. Bu ve bunu takip eden paragraflarda, bu çalışma hakkınd^ki
daha başka referanslar metin içerisinde verilecektir.
beraber İshak kendi zam anında bir gerilem enin vaki olduğunu
kabul ediyordu: Doğu, “ Batının büyük biraderi olarak onu aldı,
bir bebek gibi büyüttü ve yetiştirdi, şim di de ona yetişkin bir
insan olarak ihtiyacı var” (s. 473). Batı ve Doğu M edeniyetleri
arasındaki farklılığı İshak, D oğu’nun kendi gerçek şeriatından
uzaklaşm asının ve m aneviyattaki ve eğitim deki gerilem enin bir
neticesi olarak gördü (s. 54, 111-112, 201-202). D oğu’nun
yeniden kendi kadim ihtişam ına dönüşü kendi bencil plânları
olan yabancıların gayretleri vasıtasıyla değil, fakat eski parlak
dönem lerini hürm etle yadeden ve zuhur eden bu yeni gerile­
m eden dolayı oldukça rencide olan D oğu’nun sam im i vatanse­
verlerinin gayretleri sayesinde olacaktır (s. 113-114). İhtiras ve
şevk ateşi bu vatanseverlerin kalplerinde yeniden yanacaktır (s.
174-175). Bunlar utanç verici olan bu bid'atları defedecekler,
gerçek şeriatı ortaya çıkaracaklar (s. 202) ve D oğu’nun eski
büyüklüğüne yeniden kavuşm asına vesile olacaklardır (s. 112,
202-203).
İshak, kendi vatanını konuşm a ve yazılarında D oğu ile
özdeşleştiriyordu. K endisi de, zam anının önem li açm azlarından
olan kendini “ D oğu ile özdeşleştirm e” nin büyüsüne kapılm ıştı.
Bununla beraber o özellikle bir O sm anlı yanlısıydı (s. 96-97,
111-113, 128-129, 382-384). A rap olm akla iftihar ediyordu,
fakat onun A raplar hakkında iyi duygular, O sm anlılık ve D o­
ğ u ’ lu olm asının ardında ikincil olarak kalıyordu (s. 149-150,
200).
H atta diğer H ristiyan A raplar İshak’ın yaptığından daha
fazla olarak kendilerini Doğu M edeniyeti ile özdeşleştirdiler.
Ö nem li bir vak'a da, H ristiyan olarak doğan fakat 1860’dan
kısa bir süre önce İslâm iyet’i benim seyen ve daha sonra O s­
manlI m uhafazakârlarının en m eşhurlarından birisi olan A hm et
Faris el-Ş id yak’tır. Y azıcı ve İshak, D oğu ve Batı arasında
m evcut olan bir farkla karşılaştıkları zam an D oğunun kadim
ihtişam ında üm it buldular. B unu yapm akla, ister istem ez
H ristiyanlığın değil İslâm ’ın kadim ihtişam ını geri çağırıyor­
lardı. İslâm ’ı kabul etm eden önce, Şidyak D oğu M edeniyetini
İslâm ile özdeşleştirm ek suretiyle bu noktayı vuzuha kavuştur­
du. A vrupalı bir oryantalistin küçüm ser m ahiyetteki sözlerine
cevaben Şidyak şöyle yazm ıştır: “ A vrupalı profesörler bilgiyi,
onun gerçek şeyhlerinden örneğin Şeyh M uham m ed, M olla
H aşan ve Ü stad Sadi gibi M üslüm an alim lerden alm am ışlardır;
hayır, onlar bilginin üzerinde parazit gibidirler ve bilgiye hak­
sız ve hileli bir şekilde m alik olm aktadırlar. H erhangi biri (Av-
rupalı) Rahib Hanna, M atta ve keşiş Turna tarafından bu yanlış
bilgiler çerçevesinde eğitilm ektedir. D aha sonra bu kişi kafası­
nı gerçek dışı unsurlarla m eşgul etm ek suretiyle zihnini karaba­
sanlarla dolduruyor. Bir şeyler bildiğini sanan bu kişi aslında
bir cahildir.”34 D iğer H ristiyan A raplar dinlerini m uhafaza
etm ek suretiyle Ş idyak’ı takip ettiler.
1914’ten itibaren bazı H ristiyan A raplar Reşit Rıza ve
Kevakibi tarafından geliştirilm iş olan A rap m illiyetçiliğinin
teorisini kabule yönelik önem li bir m esafe katettiler. Bunlardan
birisi de aslen bir Lübnanlı olan N adrah M atran’dır. Onun
m illiyetçiliği ırkî bir tem ele sahipti. 1913’te o şunları söyledi:
“Irksal iftihar, tem el bir erdem dir ve ben A rap m illetinden
başka bir m illet bilm iyorum ki bunun tesirinden A raplar kadar
etkilenm iş olsun.” M am afih o, İslâm ’ın A rap m illetinin övünç
kaynaklarından biri olduğunu sarih bir şekilde ifade etm iştir.
N adrah M atran, “ M üslüm an A rap ordularının” Ş am ’a doğru
ilerlediği zam an H ristiyan A rap G assanîler’in “onların karşıla­
rına çıkm ak ve onlarla savaşm ak yerine M üslüm an A raplar ile
kardeşlik duygusu içerisinde nasıl kaynaştıklarını, kendilerini
R om a’nın yanaşm ası yapan dinî ve siyasî bağları nasıl terk
ettiklerini ve kendi atalarının çocukları olan ve kendi dillerini
konuşan M üslüm an A raplar ile nasıl dostluk ve sadakat ant­
laşması yaptıklarını” uzun uzadıya tasvir etm iş ve bunun aka­
binde şunları söylem iştir: Suriyeli H ristiyan A rapların M üslü­
m anların hakim iyetini kabul etm eleri güzel ve hayırlıdır, çünkü
M üslüm anlar A rap topraklarını yöneten A raplardır...” M atran,
İslâm ’ın ihtişam ı ile A rapların ihtişam ının hem en hem en aynı
olduğunu ifade etm eye çalışm ıştır.

34 Şidyak, Ek, s. 2; ayrıca bkz.: s. 703-704.

158
M üşterek dinî duygular, M üslüm anlar arasında olduğu gi­
bi istisnasız bütün m illetlerde de baskın unsur olm uştur.
M üslüm an A rapların, S elçukluların idaresine girm eleri,
E yy ü b îler’in hakim iyetini ve O sm anlı egem enliğini kolay­
ca kabul etm elerine şaşırm am ak gerekir. Z ira, o nlar her
zam an bu devletlerin İslâm ’ın şan ve şöhretini artıran ve
halifelerin sancağını d algalandıran y önetim ler olduklarına
inanm ışlardı.35

M üslüm anların yanında olm ak H ristiyan A raplar açısın­


dan anlam lıdır; çünkü bu, A raplara şe re f ve ihtişam getirecek­
tir. Y ine aynı şekilde A rapların A rap olm ayan M üslüm anların
hakim iyetine boyun eğm eleri A raplar açısından oldukça ger­
çekçidir, çünkü bu sayede İslâm ’ın şöhreti devam edecektir.
M üslüm an ve H ristiyan A rapların A rap m illiyetçiliği hakkın-
daki düşünceleri bir noktada birleşiyordu. M üslüm anlar, “A-
raplar insanların en hayırlılarıdır, çünkü A llah onları seçerek
bu m ükem m el dinî onların om uzlarına yüklem iştir” dem işler.
H ristiyan A raplar da “ İslâm ’ın tüm A raplar için aziz olduğunu,
çünkü İslâm sayesinde A raplar haşm et ve şöhrete ulaşm ışlar­
dır” diye fikir beyan etm işlerdir. M atran’ın Suriyeli
H ristiyanlardan olan bir çağdaşı m eseleyi şu sözleriyle açık bir
şekilde ortaya koym uştur: “ Haydi hep beraber biz A rabız diye­
lim... ve eğer A rap olm ak sadece M üslüm an olm ak sayesinde
m üm künse o zam an haydi biz hem A rabız ve hem de
M üslüm anız diyelim ...”36
D aha sonra, A rap m illiyetçiliği m odernist O sm anlılıktan
ve aynı saiklere bir cevap olarak neşet etm iştir. H er iki nazari­
ye de ilk önce D oğu kültürü, Batı kültüründen aşağıdır şeklinde
ifade edilen düşünceyi inkârla m eşgul olm uşlardır. Bunlar bu
konuda O sm anlı m uhafazakârlarıyla hem fikirdiler. “V atan ve
m illet sevgisinin kaynağının kendini sevm ekten geçtiğini”
teslim eden Edip İshak, tüm teorisyenlerin m illî hislerinin bir

35 Matraıı’ın el-M utem arii’l-A rabi’l-Evvel'deki konuşmasının metni (Kahire:


el-Lecnetü’l-U lyael-H izbi’l-Lâmerkeziyye, 1331 H/1913), s. 58, 55, 56.
36 Sylvia G. Haim, “The Arap Awakening: A source for the Hiştorian?” Die
Welt de.t Islanıs, II (1953), s. 249, dipnot: 1. Aynı fikirlerin daha sonraki
(1930) ifadeleri için bkz.: Oriente M odem o, X (1930), 57.
kısm ını duyurm uştu. Başka bir yerde de o şu şekilde bir açık­
lam a yaptı: “V atana aidiyet, vatanı ve onun üzerinde ikam et
eden insanı sıkı ve hususi bir şe re f bağı ile birbirine rapteder ve
insan vatanına karşı aşırı titiz olur ve vatanını, kavgalı olsa bile
kendisini vücuda getiren babasını koruduğu gibi korur.” Bun­
dan dolayıdır ki İshak, kendi vatanının Batı ile m ukayese edil­
diği zam an alçaltılm asından bizzat rencide olm uştur. D iğer
m odernist O sm anlıcı ve A rap m illiyetçileri gibi, İshak’ın da en
büyük am acı D oğu’yu içerisinde bulunduğu bu kötü durum dan
kurtarm aktır. İshak daha sonra şunları yazdı:
B iz , onun bir örnek v e dü şü n en bir m illet için bir ders o l­
duğunu k en d im ize hatırlatm ak, istibdat v e için d e bulun­
dukları ren cid e ed ici durum dan kurtulm ak istey en lere y ol
g ö sterm ek v e y in e g ü çlü v e özgü r olm ak m ak sad ıyla bir
F ransız d evrim i tarihi yarattık ...37

19. yüzyıl boyunca O sm anlı entelektüel ve siyasî faa


yetleri açısından en büyük m otive edici faktör, M üslüm an
Doğu ve H ristiyan Batı arasında terakki sahasındaki m evcut
uçurum dur. Y abancıların ve B atı’nın taklit edilm esi gereken
yaşayış ve algılam a tarzlarından bazıları küçük ve önem li bir
züm re için söz konusuydu. B üyük bir kesim tüm yeniliklere
karşı çıkm ak bakım ından m uhafazakâr kalm ış, devlet politika­
sını etkileyen ve yönlendirenler ise yüzlerini Batıya doğru
çevirm ek zorunda bırakılm ışlardır. B ununla beraber, B atı’nın
taklit edilm esi zorunluluğu bunların gururlarına ve izzeti ne­
fislerine indirilm iş çok ağır bir darbeydi. N etice itibariyle,
bunların B atılılaşm a çabaları İslâm ’ın ve D oğu’nun savunul­
ması gayretleri ile iç içe geçm iştir.
Başlangıçta, yani D oğu ve Batı arasındaki uçurum un aşı­
lam ayacak cinsten olm adığı anlaşılınca B atılılaşm a yanlısı
savunm acılar daha bir ılımlı ve m ahdut idiler. A m a bu uçuru­
mun artan bir şekilde genişlem esiyle birlikte Batılılaşm a yan­
lıları daha bir savunm acı oldular.

37 İshak, s. 102,454, 165.

160
M üslüm an D oğu’nun B atı’yı yakalayabileceğini göster­
m eye çalışanların bu gayretleri akim kalm ıştır, çünkü bu in­
sanlar enerjilerinin büyük bir kısm ım D oğu’nun gerçekten
üstün olduğu m eselesini açıklam aya hasretm işlerdir. M uhafa­
zakârlar, O rtodoks savunm alar ve polem ikler yaparak ve A vru­
palIların hayatlarının hoş olm ayan cihetlerini vurgulam ak sure­
tiyle H ristiyanlığın hatalı ve yanlış olduğunu gösterm eye ça­
lışm ışlar ve sadece bununla yetinm işlerdir. M odem istler ise,
M üslüm anların terk etm iş olduğu gerçek İslâm ’dan Batılıların
çok şeyler öğrendiklerini ve öğrendiklerini kendi bünyelerine
uydurm ak suretiyle ilerlediklerini gösterm eye çalışm ışlardır.
D oğu ve Batı arasındaki rencide edici farkın O sm anlı en­
telektüellerinin zihnini m eşgul etm esinin neticelerinden biri de
vatan sevgisine ve m illiyetçiliğe yönelik ilginin ortaya çıkm a­
sıdır. Batıcı O sm anlılar, m illiyetçiliğin A v ru p a’nın güçlenm e­
sinin ve ilerlem esinin kaynaklarından biri olduğuna inanıyor­
lardı ve bu yüzden, nasıl ki askerî ve İdarî alanla ilgili teknikle­
rin alınm ası gerekliyse m illiyetçiliğin de alınm ası ve uyarlan­
ması gereklidir. Bu inanç, İslâm î bir O sm anlıcılığın İm para­
torluğun T ürk tebası arasında um um îleşm esine ve O sm anlılığın
ağır bastığı bölgesel bir M ısır m illiyetçiliğinin M ısır’da neşv-ü
nem a bulm asına sebep oldu. G enel olarak, T anzim at reform ­
cuları ve A hm et Faris el-Şidyak gibi m uhafazakârlar ve
A fgani, M uham m ed A bduh ve Y eni O sm anlılar gibi
m odernistler O sm anlı İm paratorluğu’nun ve M üslüm an D o­
ğ u ’nun H ristiyan B atı’ya karşı m uhafaza edilm esi konusunda
hem fikirdiler.
İslâm î D oğu’nun m odernist gerekçeleri A rap m illiyetçi
teorisinin tem elini olşuturm uştur. D oğu’nun B atı’yı nasıl ya­
kalayabileceğini ve hatta, D oğu’nun B atı’nın da fevkinde oldu­
ğunu gösterm ek m aksadıyla m odem istler, m ükem m el bir sis­
tem olan sa f ve ilk İslâm üzerinde sıkça durm uşlardır.
M odem istlere göre, s a f ve ilk İslâm ’a dönm ek günün prob­
lem lerini tedavi etm ek için yeterli, bir çaredir. Fakat
M uham m ed A bduh’un da daha önce belirttiği gibi, ilk İslâm
üzerine yapılan vurgu A rapların, onların dillerinin ve İslâm ’ı
savunan bir m illet olarak kadim tarihlerinin ehem m iyetinin
yükseltilm esini de beraberinde getiriyor.
İslâm, A rap m illiyetçiliğinin olduğu kadar O sm anlıcı-
lık’ın da m erkezini teşkil ediyordu. B ununla beraber, O sm anlı­
cılık ve A rap m illiyetçiliği dinî taassubun ve fanatizm in nük­
setm esinden öte bir şeydi. B unların her ikisi, sadece
H ristiyanlığa karşı değil fakat aynı zam anda B atı’ya karşı da
bir savunm aydı. H er ikisi de, kıym eti ve yeterliliği Batı tara­
fından sorgulanan Doğu m edeniyetinin savunulm asına m atu f
çabalardı. M üslüm anlar gibi H ristiyan O sm anlılar’da, en azın­
dan H ristiyan A raplar, İslâm î D oğu ile H ristiyan Batı arasında­
ki uçurum un varlığı dolayısıyla üzüntülüydüler. Bu kişiler
D oğu’nun B atı’ya karşı verdiği m ücadelesinde bilfiil yer aldı­
lar ve İslâm ’ın kadim ihtişam ıyla iftihar etm ekten geri durm a­
dılar.38
O sm anlıcılık gibi A rap m illiyetçiliği de, B atı’nm genel i-
lerlem işliğinin sebep olduğu problem in O sm anlı tebaasının
zihnini m eşgul etm esinin bir neticesidir. Bu zihnî m eşguliyet,
dinin ve hanedanlığın devletin iki tem el unsuru olduğu bölge­
lerde m illiyete politik bir m uhteva kazandırılm asına neden
olm uştur. M illiyet, hayatı anlam landırm aya çalışan ve daha da
önem lisi ilerlem eyi getirecek bir sistem peşinde olan düşünce­
nin araçlarından biridir. O sm anlıcılar, O sm anlı D evleti’nin
tebaasını teşkil eden farklı etnik unsurları bir m illiyet altında
toplam aya teşebbüs etm işlerdi. A rap m illiyetçileri ise tek bir
m illeti, A rapları, üstün bir konum a yükseltm e derdindeydiler.
A m a neticede her ikisinin de am acı D oğu’nun savunuculuğunu
yapm ak ve Batı karşısında İslâm ’ın ihtişam ını ve gücünü yeni­

38 Hristiyan Arap Osmanlıcılığına ilişkin ek kanıtları ve Protestan misyonerle­


rin faaliyetlerini de kapsayan Batı’nın hoşnutsuzluğu A. L. Tibawi’de bu­
lunmaktadır: Birilislı Inleresıs in Palestiııe, 1800-1901: A Study o f
Religious a nd Educalional En/ererine, (New York: Oxford University
Press, 1961), s. 9-12, 21-28, 89-116, 175-177 ve aynı yazarın “The
American Missionaries in Beirut and Butrus al-Bustani" Sı. A tıthany’s
Papers, no. 16, (Carbondale: Southern Illinois University Press, 1963), s.
166, 170-173. Ayrıca bkz.: Hourani, s. 99-102, Bustani’nin düşünceleri ü-
zerine.
den tesis etm ekti. Hem O sm anlıcılık’ın ve hem de A rap m illi­
yetçiliğinin m üşterek am acı A vrupa m edeniyetinin hakim o l­
duğu bir dünyada O sm anlIların büyük bir kısm ı tarafından
paylaşılan kim lik hissini dile getirm ekti. Birçoğunun karşı
olm asına rağm en, bunalım zam anlarında, tüm ü kendi kültürel
kim liklerinin ve itibarlarının sürdürülm esinin gerekliliğini
gördü.
Fakat bir noktada farklılaşırlar. A rap m illiyetçiliği ve
O sm anlıcılık, her ikisinin içinde m odem ist veya m uhafazakâr
olabilir, aynı problem e verilm iş çok benzer cevaplar olsalar da,
cevaplar arasındaki farklar çok önem lidir. N asıl olup da, aynı
ortam dan gelen ve dolayısıyla benzer arka plânlara sahip olan
insanların aynı problem e farklı cevaplar verebildikleri önem li
bir soru olarak baş gösterm ektedir. Bu soru, üzerinde düşünü­
len fikirlerin içeriğine bakılarak veya teknik yapıları incelene­
rek cevaplanam az. Bir m odem ist O sm anlıcı da olabilir Arap
m illiyetçisi veya aynı şekilde bir O sm anlıcı, m odem ist de ola­
bilir, m uhafazakâr da. A rapların etnik hassasiyetlerini bir ipucu
olarak kullanm ak zordur; zira, A rap m illiyetçilerinin Arap
gururunu ve ihtişam ını pohpohlayan teorilerinin aşikâr önem i­
ne rağm en, A rapların büyük bir kısm ı 1918 ’e kadar Osm anlıcı
olarak kalm ışlardır. A rap m illiyetçiliğinin O sm anlıcılık içinden
nasıl zuhur ettiğine ilişkin şüm ullü bir izah peşinde olan bir
çalışm a, ideolojiler alanının ötesine uzanm alıdır. A ncak bu da
başlı başına bir araştırm a konusu olabilecek yeni bir problem
doğurm aktadır ki onu burada ele alam ayız. Y alnız şu söylene­
bilir: A rap m illiyetçiliği m odem ist O sm anlıcılıktan zuhur et­
m iştir ve tıpkı m odem ist ve m uhafazakâr O sm anlıcılık gibi o
da O sm anlı M edeniyeti’nin A vru p a’nın terakkisine ayak uy­
durm aktaki yetersizliğine bir tepkidir.
ALTINCI BÖLÜM

ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ’NİN
SURİYE’DEKİ YÜKSELİŞİ

20. yüzyılın ilk dönem lerinde, iki ideoloji Süveyş’in


ğusundaki O sm anlı topraklarında m ukim olan A rapları ege­
m enlikleri altına alm a peşinde idiler. Baskın ideoloji O sm anlı­
cılık, O sm anlı İm paratorluğu’nun sürekliliğini savunuyordu.
M eydan okuyan ideoloji A rap MMliyetçiliği ise A rapların n ev ’i
şahsına m ünhasır bir topluluk olduğunu ve bu topluluğun ken­
dine has değerleri ve haklan olduğunu ilân ediyordu. Bununla
beraber Arap milli;, ^tçiliğinin ana kaygısı hem m odem ist, hem
de m uhafazakâr O sm anlıcıların kaygılarıyla örtüşm ekteydi.
O sm anlıcıların bu iki farklı yaklaşım ı 1850’li yıllarda ve I.
Cihan Harbi öncesinde İm paratorluğun siyasî ve entelektüel
sahası dahilinde revaçta idi. O sm anlıcılık gibi A rap m illiyetçi­
liği de, öncüleri ve savunucuları tarafından H ristiyan B atı’nın
tahakküm üne karşı İslâm ve D o ğ u ’nun savunusu olarak ileri
sürülm üştür. İki ideoloji de B atı’nın İslâm î D oğu’dan aldığı
büyüklüğü tekrar doğuya kazandıracak en güçlü akım oldukla­
rını iddia ediyorlardı. V elhasıl A rap m illiyetçiliği ve O sm anlı­
cılık, Batı ilerlem eciliğine ayak uydurm akta başarısız olan
O sm an lı’ya karşı gelişen um um î tepkinin özel tezahürleridir.1
Şayet A rap m illiyetçiliğinin am acı M üslüm an D ogu’yu
savunm aksa, “ niçin daha kapsayıcı olan O sm anlıcılık terk
edilip A rap m illiyetçiliği seçilm iştir” sorusu sorulm alıdır Belki

1 Hristiyan Arapların erken dönemdeki Arap hareketlerine katılımı hakkında


önceki bölümlere bakınız.
de birçok A rab’ın O sm anlıcılıkdan A rap m illiyetçiliğine geç­
m esinde O sm anlıcılığın am acım yerine getirm ekteki m uvaffa-
kiyetsizliğiydi. M eselâ Batı ile İslâm arasındaki boşluğu kapa­
mak gibi. 19 2 0 ’li yıllar O sm anlıcılığın, B atı’nın rakibi olan
İslâm ’ın ve İm paratorluğun gayelerini ifa edebileceğine ilişkin
üm itleri beyhude kılm ıştı. II. A bdülham it’in m uhafazakâr O s­
m anlıcılığı v" Jön T ürkler’in m odernist O sm anlıcılığı A vrupa
karşısında etkisiz kalm ıştır. B udunla birlikte O sm anlıcılığın
başarısızlığı O sm anlı toplum unun tüm ü için aşikâr değildi. Bu
durum O sm anlı A raplarının büyük çoğunluğu için de geçerliy-
di. A rap m illiyetçiliği O sm anlı A rapları arasında azınlık konu­
m undaydı. M uhafazakâr ve m odernist O sm anlıcılar arasındaki
m ücadele, en az O sm anlıcılarla A rap m illiyetçileri arasındaki
m ücadele kadar önem lidir. A rap m illiyetçiliği ancak 1908
yılından itibaren yayılm ış ve yükselen önem li bir siyasî hareket
olm uştur. A rap m illiyetçileri hareketlerini Batı karşısında kendi
etnik kim liklerini savunm a am acına hasretm işlerdir. Bu nokta­
da bir soru karşım ıza çıkm aktadır. Bazı A raplar um um î am aç­
lara hizm et edeceğini iddia eden ve aynı zam an da A rapların
büyük kısm ının desteğini alan O sm anlıcılık yerine A rap m illi­
yetçiliğini niçin tercih etm iştir. Bu soruya cevap verebilm ek
için evvelâ A rap m illiyetçiliğinin sahasını sınırlandırm alıyız;
kim lerin A rap m illiyetçiliğinin tarafında olduğunu teşhis etmeli
ve onların A rap m illiyetçiliğinin inkişafındaki tesirlerini iyi
hesap etm eliyiz.
Siyasî A rap m illiyetçiliğinin O sm anlı İm paratorlu-
ğ u n ’daki en erken göze çarpan tezahürü 1908 yılında İstan­
b u l’da kurulan O sm anlı A rap K ardeşliği C em iyeti (The
O ttom an A rab B rotherhood)’dir. Bu cem iyet 1909 yılında lağv
edilm iş ve hareket İstanbul’da kurulan A rap K ulübü’ne devre­
dilm iştir. Uzun süre önce O sm anlı P arlâm entosu’ndaki Arap
m illetvekilleri Jön Türk hüküm etlerine m uhalefet ediyorlar ve
A raplar için kim i haklar ta 'e p ediyorlardı. A ynı dönem de, A rap
m illiyetçiliğini destekleyen gazeteler bazı büyük şehirlerde
yayın hayatına başlam ıştı. A rap hakları adına siyaset yapan
halk hareketi ise kurulan O sm anlı A dem -i M erkeziyet C em iyeti
tarafından vakit geçirilm eden düzene sokulm uştur. C em iyetin
m erkez bürosu M ısır’da, şubeleri ise S uriye’de idi. Hareket
1912-1913 yılları arasında Basra ve B eyrut’ta ihdas edilen
Reform Cem iyetleri ile yayıldı ve 1913 yılının Haziran ayında
P aris’te tertip edilen A rap K ongresi ile doruk noktasına ulaştı.
Bu grupların hiçbiri bağım sızlığı aşikâre dile getirm iyorlardı.
G örünen am açları A rap tebaanın haklarını tem inat altına al­
m aktı.2
Halk cem iyetleri ve A rap m illiyetçiliğinin faaliyetleri A-
rap tebaanın haklarını pozetm eye m a tu f olsa da, harekete ka­
tılm ış olanların kafasında bağım sızlık fikri vardı ve bu am aç
için gizlice çalışıyorlardı. Bazıları ise silâhlı direniş için A vru­
pa hüküm etlerinin desteğini alm anın yollarını araştırıyorlardı.3
Bu esnada zikredilenler ve diğer A raplar, devrim ci program lara
haiz gizli cem iyetler örgütlüyorlardı. Bu suretle birçok gizli
cem iyet kurulm uş fakat bunlardan ikisi hareket içerisinde bas­
kın çıkarak bazı cem iyet üyeleri istisna tüm cem iyetleri ku­
caklam ıştır. Bu cem iyetlerin ilki G enç A rap Cem iyeti (yaygın
anlam ıyla E l-F atat) ve diğeri A hit C em iyeti (diğer ismiyle El-
A hd) idi.4
Bazı kazanım lara rağm en 1914 yılının Ekim avında O s­
manlI hüküm eti savaşa girdiğinde A rap m illiyetçileri dikkate
değer hiçbir zafer elde edem ediler. Savaşın zuhuruyla Mrlikte,
m illiyetçi A rap liderler T ürkler’e karşı silâhlı direnişin plânla­
rını yapm aya başlam ışlar ve özellikle bazı A raplar M ekke
em iriyle m üzakerelere başlam ışlardı. H üseyin İbn Ali gerçek­
leşecek ayaklanm aya rehberlik etm esi ve sonuca ulaşm ak için

2 Emin Said, es-Sevratü’l-Arabiyyeti’l-Kübra, 3 cilt,(Kahire: Isa el-Babi el-


Halebî ve Şurekauhıı, 1934), 1, 6-9, 13-31; Muhammed İzzetDerveze,
Havle’l-Bereketü’l-Arabiyyeti’l-Hadis, 6 cilt. (Sidon ve Beyrut: el-
Matbaatü’l-Asriyye, 1950-( 1951), I, 22-25, 33-40; Türkiye 4. Ordu, La
Verile sur la cjueslion syrienne, (İstanbul: Tanin. 1916). Martin Hartnıann,
Rei.ıebriele mis syrien, (Berlin: Dietrich Reimer, 1913). Bu eserlerde
1913’deki Arap milliyetçiliğinin savunucuları hakkında yeterli bilgi mev­
cuttur.
3 Bkz.: La verile su r la t/ueslion syrienne, aynı yerde.
4 Said, I, 9-11,46-50; Derveze, f, 25-33.
İngilizlerin desteğinin alınm ası hususlarında iknaya çalışılm ış­
tır. Uzun m üzakereler sonrasında, M ekke Em iri, m illiyetçiler
ve İngilizlerle anlaşarak, 1916 H aziranında ayaklanm a fiiliyata
geçm iş ve A rabistan’da bir A rap ordusu teşkil edilm iştir. Bu
olayları, A rap savaşının T. E. L aw rence’m çabalarıyla yankı
uyandırm ası ve A rap ordusuun Ş am ’a m üttefik güçlerin bir
kolu olarak girm esi izlem iştir. A teşkes sonrasında Em ir H üse­
y in ’in oğlu tarafından kum anda edilen A rap ordusuna Ü rdün ve
S uriye’nin iç bölgeleri bırakılm ıştı. Aynı zam anda İngiliz güç­
leri İran K örfezi’nden ilerlem eye başlam ış, Türkleri Irak’ta
m ağlûp etm iş ve sonrasında Irak’ı işgal etm iştir.
Faysal’ın kom utasındaki A rap orduları tarafından işgal e-
dilen topraklarda 1919-1920 yılları arasında m illiyetçiliğin
yükseldiği görülm ektedir. Siyasî şahsiyetler A rap m illiyetçisi
cem iyetlere katılm akta acele etm işler (özellikle E l-Fatat’ın üye
sayısında büyük artış olm uştur) ve yeni cem iyetler kurm uşlar­
dır. A rap hareketi seçilm iş bir yapı olan Suriye U m um î M ecli-
s i’nin kurulm asıyla doruk noktasına ulaşm ıştır. M eclis Filistin
ve L übnan’ı da m uhtevi bütün Suriye topraklarının sözcüsü
olacağını iddia ediyordu. H er iki organ da başlangıçtan itibaren
A rap m illiyetçiliği nazariyesini kabul ediyordu. M eclis sadece
S uriye’yi tem sil ettiğini iddia etse de, okunan resm î bildiri ve
alınan kararlarda Suriyeliler A rap ulusunun üyeleri olarak ima
ediliyorlardı. B ağım sızlık ilânı A rapçılığın üzerinde hassasi­
yetle durduğu bir konuydu ve bu hassasiyetin sonucunda 8
M art 1920 yılında kongre bağım sızlık beyannam esini benim se­
di. Bu beyannam e tüm yönleriyle eksiksiz bir A rap m illiyetçi­
liğinin açık bir ifadesi olurken söz konusu beyannam eyle bir­
likte Suriye ve Irak’ın m üşterek lisanî, tarihî, İktisadî, tabiî ve
ırki bağları olduğu ve bu unsurların her iki bölgeyi yek-vücud
kıldığı ortaya konulm uştur. B ununla birlikte her iki kardeş
bölge arasında siyasî ve ekonom ik bir federasyon ihdası talep
edilm iştir.5

5 Suriye Umumî M eclisi’nin faaliyetleri için, bkz.: Sati el-Husri, Yevm


M eysahm , (Beyrut: el-Meksuf. 1945), s. 245-273 (sayfa 265’den alıntı).
Y ukarıdaki gelişm eler S üveyş’in doğusundaki A rap top­
rakları içerisindeki A rap m illiyetçiliğinin icra ve gelişim inin
zahiri evreleridir. G eriye hareketin evreleri arasındaki irtibatı
tanım lam ak ve her birinin etkilerini tecrit etm ek kalm ıştır. Bu
sonuca ulaşm ak için, her evrenin özel ve m ukayeseli incelem e
ve teşhisi yapılm alıdır.
1914 öncesi m illiyetçi A rap hareketinin m ensupları kar­
şılaştırılm alı basit m uhakem e usulüne tabi tutulabilir. A rap
m illiyetçisi, A rap m illiyetçiliğinin am açları doğrultusunda
çalışan kim sedir. Hareketin üyeliğinin gereklerinden biri; ken­
dini, diğer A raplardan ayrı görerek A rapçılığm halka ait savu­
nucusu olarak telâkki etm ekdir. A yrıca A rap m illiyetçiliği
gayesi doğrultusunda faaliyet gösteren cem iyetlerin m ensupları
da hareketin üyeleri idi. Sadece üç cem iyet — O sm anlı Âdem-i
M erkeziyet Cem iyeti, E l-F atat ve E l-A hd— derinlem esine
tanım lanm alıdır. O sm anlı-A rap K ardeşliği C em iyeti ise Os-
m anlı-A rap bağlarının kuvvetlendirilm esini am açlıyordu ve
cem iyetin kurucu A rap üyelerinin ekserisi aynı zam anda 1908-
1914 yılları arasında Osm anlı İm paratorluğu’na sadakatini
bildiren kişilerin önde gelenleriydi.6 B unların haricinde, Arap
m illiyetçiliği yerine Lübnan m illiyetçiliğinin em elleri doğrultu­
sunda çalışan fazla sayıda Lübnan cem iyeti vardı. Basra ve
Beyrut Reform C em iyetleri’nin program ları A rap m illiyetçili­
ğinden çok um um î ıslahata yönelik tabiata sahipti. Beyrut Ce-
m iy eti’nin üyelerinin çoğunluğu A rap m illiyetçisi değil Lübnan
m illiyetçisi kim likleri ile tanınıyorlardı (B asra C em iyeti’nin
üyelerinin tam am ı bilinm iyor). D iğer yandan, bu iki reform
cem iyetinin A rap m illiyetçisi üyeleri birden fazla A rap cem i­
yetinin üyesiydiler. N etice-i kelam , O sm anlı Â dem -i M erkezi­
yet, E l-F atat ve E l-A hd cem iyetlerinin 1914 öncesi üyelerinin
tüm ü 1914 öncesi m illiyetçi A rap cem iyetleri üyelerinin tam
bir listesidir.
A rap m illiyetçiliğinin inkişafını konu edinen bu araştırm a
Suriye Cum huriyeti dahilindeki topraklar da vuku bulm uş

6 Meselâ, Arif el-Mardinî, Şükri el-Eyyubî ve Yusuf Şatvan; bkz.: Said, 1, 7,


14, 34, 53 ve Hartmann, s. 29.
hareketlerle sınırlandırılm ıştır. Bunun iki sebebi vardır. İlki,
S uriye’de A rap m illiyetçiliğinin inkişafının farklı evrelerinin
teşekkül etm esi ve bunun hem evrelerin kendileri arasında hem
de diğer ülkelerdeki hareketlerle m ukayesesine izin verm esidir.
En erken devre her yerde olduğu gibi A rapçılığın aleni savu­
nulm ası ve m illiyetçi cem iyetlere üyelik olarak sınırlandırıla­
bilir. Son devrede ise A rap m illiyetçiliği sadece Suriye, Lüb­
nan, Ürdün ve F ilistin’de resm î olarak seçilm iş bir yapı (Suriye
U m um î M eclisi) ve m untazam an tesis edilm iş bir hüküm et
olarak karşım ıza çıkar. Bu araştırm anın Suriye ile sınırlandı-
rılm asınm ikinci sebebi ise, diğer doğu A rap topraklarında
ikam et edenlerden farklı olarak büyük orandaki biografık m a­
lum atın S uriye’de m ukim olanlar için kullanılabilir olm asıdır.
A yrıca, savaş öncesi ve sonrasında S uriye’de gelişen Arap
hareketi süreklilik arz ediyordu. 1914 Ekim ayı öncesinde
sadece 126 kişi A rap m illiyetçiliğinin aleni savunucuları veya
m illiyetçi A rap cem iyetlerinin üyeleri olarak bilinm ekteydi.
1914 öncesinde ak tif olduğundan şüphe duyulan 30 A rap m illi­
yetçisi de eklenirse 126 rakam ı arttırılabilir.7 Söz konusu 126
A rap m illiyetçisinin 51 ’i Suriyeli, l ’i M ısırlı, 21 ’i Lübnanlı,
18’i Iraklı, 2 2 ’si Filistinli ve 13’ünün ise m em leketinin kökeni
ve ikam et ettiği yer hakkında bilgi yoktur. A k tif olduğundan
şüphe duyulan 30 kişiden 1 l ’i Suriyeli, 4 ’ü Lübnanlı, 5 ’i İraklı
ve 10’u F ilistinlidir (bkz.: Ek— I). H ülasa, Suriyeliler harp
öncesi Arap hareketinde lider sayısı açısından üstün durum ­
daydılar. 1915 yılının kullanılabilir nüfus verilerine göre, Suri­

7 İsini başlıca kaynaklardan alınmıştır: Said, Derveze ve Hartmann. Derveze


el-Fııuıt'm 1919'daki sekreteridir ve farklı cemiyetlerin hepsi için tam liste
vermiştir. 1914 öncesinde hareket içerisinde aktif olduklarından şüphe edi­
len 30 kişi Derveze’nin listesinde Birinci Dünya Savaşı’ndan önce cemiyete
katıldıkları şeklinde gösterilmektedir ve onlar hakkında başka bilgi de
yoktur. Eğer biz onları milliyetçi olarak düşünürsek, onların Ekim 1918 ön­
cesinde harekete katıldıklarından emin olamayız ve hatta Derveze’nin liste­
sinde harekete savaş öncesinde katıldığı bildirilen bazı kimselerin harekete
ateşkes sonrasında katıldıkları ortaya çıkmaktadır.
y e ’de her 100.000 kişiye 3.5 m illiyetçi lider tekabül etm ekte­
dir. Bu F ilistin’de 3.1, L übnan’da ise 2 .4 ’tür.8
126 A rap m illiyetçisini A rap cem iyetlerinin üyeleri veya
m illiyetçi görüşün göze çarpan sözcüleri olm alarından dolayı
hareketin liderleri olarak göz önünde bulundurulabilir. Bununla
beraber onlar 1914 öncesindeki A rap m illiyetçiliğinin bilinen
a k tif partizanlarının önem li m iktarını oluşturuyorlardı. 1913
yılının H aziran ayında P aris’te tertip edilen A rap kongresine
gönderilen destek telgraflarındaki im zalar A rap m illiyetçiliği­
nin inkişafının açık delilidir. Bu telgraflarda toplam 387 isim
geçm ektedir. B unların 7 9 ’u Suriyeli, 101 ’i Lübnanlı, 3 7 ’si
Iraklı, 139’u Filistinlidir. 16 kişi A vrupa’da, 4 kişi de M ısır’da
ikam et etm ektedir ve 11 kişinin de ikam etgahı belli değildir
(A m erika’dan gelen telgraflar dahil edilm em iştir).9 H akikatte
iki liste arasında fazlalıklar vardır. M eselâ Suriyeliler örneğin­
de telgraflarda im za sahibi 12 kişi cem iyetlerde ak tif olarak
çalışm ışlardır. Böylece Suriye örneğinde lider olarak göz ö-
nünde bulundurulan 51 kişiye telgraflar sadece 67 kişiyi ilave
etm iştir. Sonuç olarak m illiyetçi A rap hareketinin liderlerinin

8 Nüfus istatistiği şu kitaptan alınmıştır: A. Ruppin, Syrien als


Wirischaftsgebiel, (Berlin: Kolonial-Wirtschaftliches Komitee, 1917), s. 8-
9. Hatalı toplama metodlarının ortaya çıkardığı mutat kayıtlara ek olarak,
bu istatistikler de ek bir hataya maruz kalmaktadırlar; bu hata, 1918 sonra­
sında kurulan Osmanlı idari bölgelerinin hemen hemen tamamına bu ista­
tistiklerin dağıtılmasıdır. Ben Rııppin’in istatistiğini farklı bir şekilde dağıt­
tıktan sonra nüfus açısından şöyle bir sonuçla karışlaştım: Suriye,
1.416.644: Filistin, 689.275: Lübnan. 806.602; Ürdün, 131.788; savaş son­
rası istatistikleri güvenilir değildir. Fakat savaş öncesi ve sonrası milliyet­
çilerinin miktarını kullanıldığında Arap milliyetçiliğinin genel nüfusa oram
şöyledir: Suriye (1926) 3.8 (nüfus, I. 324.026) veya toplam nüfusa
250.000 Bedevi dahil değilse oran 3 .3’tür; Lübnan (1926), 2.9 (nüfus,
752.279); Irak (1927), 0.6 (nüfus, 2.970.000) istatistik için, bkz.: Fransa,
Dışişleri Bakanlığı, Rapport Sur la Situatioıı de la Syria el du Libaıı, 1926,
s. 190-193 ve 1922-1923 s. 8; İngiltere, Sömürge Bürosu, Report by H. B
M. C on the Adminisıration under M endete o f Palesline aııd Transjordan,
1922, s. 58; Daris Goodrich Adams, lruq ’s People and R esources,
University of Califomia Publications in Economics, XVIII (Berkeley ve
Los Angeles: University o f Califomia Press, 1958), s. 34-35.
9 Telgraflar için, bkz.: el-M uteıııerii’I-A rabiyyi’l-Evvel, (Kahireel-Lecnetü’l-
Ulya el-H izbi’l-Lâmerkeziyye, H. 1331/1913), s. 150-210.
listesi hem en hem en eksiksiz bir listedir ve bu listedeki isim ler
C ihan Harbi öncesindeki ak tif m illiyetçi partizanların üçte
birinin üzerindeki bir m iktarını teşkil ediyorlardı.
Bu noktada liderlik konum undaki Suriyeliler ile taraftar
pozisyonundaki Suriyelilerin oranları arrsındaki farklılıkların
tartışılm ası gerekir. Suriyeliler, L übnanlılar ve Filistinlilere
nazaran liderler arasında daha fazla aktiftirler. Buna m ukabil
Suriyeliler Lübnanlılara ve Filistinlilere oranla Paris Arap
K ongresini destekleyenler arasında dikkate değer bir şekilde
daha az aktiftirler. O sm anlı aleyhtarı Lübnanlıların büyük ço­
ğunluğu A rap m illiyetçisi değil, Lübnan m illiyetçisiydi ve
m uhtem eldir ki Paris K ongresini destekleyen Lübnanlıların
çoğunluğu da A rap m illiyetçisi değildir. A rap K ongresi’ni
destekleyen Filistinlilerin büyük oranı kırsal kesim in önde
gelen kişileriydi ve bu kişilerin m illiyetçi harekete m erbutiyeti
şüphesiz Filistinli soyluların teşvikleri sonucunda olm uştur.
H arp öncesi A rap hareketinin liderleri S uriye’deki hare­
ketin m üm essilleridirler ve S uriyeliler bu hareketi bir bütün
olarak tem sil etm işlerdir. Bu durum A rap hareketinin sonraki
evresinin harp öncesi m illiyetçileriyle olan m ünasebetinin
yeniden gözden geçirilm esini m üm kün kılm ıştır.
D üzene sokulm uş bir A rap hareketinin varlığı ve M ekke
em iri ile hareketin bazı üyeleri arasındaki anlaşm a tabii olarak
1916 H aziran’ında bir ayaklanm anın çıkm asına sebep olm uş­
tur. A yrıca A rap m illiyetçisi olm aktan ziyade m uhafazakâr bir
O sm anlıcı olan Em ir H üseyin, ayaklanm anın başlam asıyla
birlikte m illiyetçilerin bölgesel ihtirasları ve um um î politikala­
rının peşine düşm üş ve onları benim sem iştir.10
S uriye’deki harp öncesi m illiyetçilerinin ayaklanm anın
çıkm asındaki ve gelişm esindeki etkileri pek azdır. A yaklanm a
patlak verm eden önce sadece altı m illiyetçi O sm anlı aleyhin­
deki faaliyetlerle m eşguldü. Bunlardan üçü faaliyetlerini
m em leket dışında icra etm işlerdir (ikisi M ısır’da, biri P aris’te
ve daha sonra G üney A m erika’da). Bu kişiler savaş ilân edildi­

10 Hüseyin’in ayaklanmanın başlamasından sonra milliyetçi programın peşine


düşmesi ve kabulü hakkında önceki bölümlere bakınız.
ğinde de yurt dışındaydılar. Kalan üç kişi ise M ısır’a firar etm iş
ve orada faaliyetlerine devam etm işlerdir. A yaklanm a başla­
dıktan sonra, yedi m illiyetçi F aysal’ın kuvvetlerine katılm ıştır.
B unların 3 ’ü ilk günlerde, kalan 4 ’ü ise daha sonraki yıllarda
ayaklanm aya iştirak etm işlerdir. Bunlara ek olarak, iki O sm anlı
subayı İngilizler tarafından te v k if edilm elerinin akabinde Arap
ordusuna katılm ışlardır. N etice-i kelam , harp öncesinde Arap
m illiyetçisi olarak tanınan 51 kişinin 5 ’i harp esnasında A rap
m illiyetçiliğinin siyasî veya askerî faaliyetleriyle m eşgul o l­
m uşlardır.
Savaş sırasında Türklerin engelleyici tedbirleri şüphesiz
S uriye’deki A rap m illiyetçilerinin faaliyetlerinin sınırlarını
belirlem iştir. 1915 yılının ilk günlerinde T ürk otoriteleri tev ­
kiflere başlam ışlar ve savaş öncesi m illiyetçi A rapların 15 ’i
1915 yılının ilk günlerinde ve l ’i ise 1916 Haziran ayı önce­
sinde tutuklanm ıştır. Bu onaltı m illiyetçinin 13 ’ü idam, ikisi de
m ahkum edilm iştir. 1914-1915 yılları arasında O sm anlı aley­
hinde bilfiil faaliyet gösterm ekle suçlanan m illiyetçilerin sayı­
larım tesbit etm ek m üm kün olm asa da, bunları l l ’i herkesin
m alum u m illiyetçilerdi. V atana ihanet teşkil eden birçok faali­
yetin m illiyetçiler tarafından yapıldığını gösteren belgeler Os-
manlı otoritelerinin ellerinde olm asına rağm en, bu faaliyetler
savaş öncesinde yapılm ıştır. İdam edilen birçok m illiyetçinin
m ensubu olduğu A dem -i M erkeziyet kom itesi bazı üyeleri
tarafından devrim ci faaliyetler için bir araç olarak kullanılıyor­
du. Bu faaliyetlerin içerisinde kom itenin K ahire’deki liderleri
de vardı. Söz konusu çalışm aların varlığından kom itenin bütün
üyelerinin haberdar olup olm am ası cevaplandırılm ası zor bir
sorudur.
T ürkler tarafından m ahkum edilen m illiyetçilerin hepsinin
bilfiil O sm anlı karşıtı faaliyetlerle m eşgul olduğu iddia edilirse,
harp esnasında A rap hareketine iştirak eden Suriyeli m illiyetçi
liderlerin toplam sayısı netice olarak 31 veya toplam üye sayı­
sının % 6 1 ’i olur. 31 kişilik grubun içerisindeki iki kişi kararsız
konum undadırlar. Bu iki kişi A bdülham it el-Z ehrevi ve
A bdurrahm an Ş ehbender’dir. H er ikisi de harp öncesi m illiyet­
çilerinin en göze çarpanları arasındaydılar. Bu iki şahsiyet
savaşın başlangıcından itibaren T ürklerle olan farklılıklarını
giderm eye çalışm ışlar ve savaşın ilk aylarında A rap-Türk iş­
birliğinin savunucuları olarak ön plana çıkm ışlardır. Zehrevi
idam edilm esine rağm en onun O sm anlı hüküm etine kötü niyet
beslediğini ve bunun plânlarını yaptığını ispatlayan hiçbir delil
gösterilem ez. Ş ehbender ise 1916 yılında M ısır’a sürgün edil­
m iştir. B urada m illiyetçilerin tertiplediği toplantılara iştirak
etm iştir. Fakat m aksadının ne olup olm adığı belli değildir. Türk
ordusu tarafından gerçekleştirilen toplu tutuklam aların onun
M ısır’a göç etm esini hızlandırdığını söylem ek m üm kündür.
M illiyetçilerin bir kısm ı T ürklerle tevhid-i m esai içerisin­
de olm uştur. Savaş boyunca T ürklerle işbirliği içerisinde olan
M uham m ed K ürd Ali, A rap hareketinin en önem li gazetecisiy-
di. İki m illiyetçi O sm anlı ordusunda subay olarak görev yap ­
mış ve 17 kişinin savaş esnasındaki kariyerleri hakkında m a­
lûm at m evcut değildir. Bu kişilerin 10’unun savaş yıllarında
hayatta oldukları bilinm ektedir. Bunlara ek olarak 4 m illiyetçi­
nin 1919 yılında yaşadığının delilleri m evcuttur ve dahi 3 m il­
liyetçinin de baki kaldığı ihtim al dahilindedir. En azından harp
öncesi m illiyetçilerinden 10’u savaş boyunca O sm anlı karşıtı
faaliyetlere karışm adan hayatlarım devam ettirm işlerdir. Bu
durum bahsi geçen 4 m illiyetçi ve diğer 3 m illiyetçi için de
geçerlidir. Bu kişilerin bazıları elbette T ürklere hizm et etm iştir.
O nların 4 ’ü savaş esnasında askerî görevliydi ve 3 ’ünün kaderi
belli değildir. Savaşta hayatta kalm ayı başaran bu görevlilerin
tek şansı O sm anlı güçleriyle birlikte hareket etm eleriydi.
S uriye’deki harp öncesi m illiyetçi hareketinin A rap a-
yaklanm asına dikkate değer bir askerî katkısı olm am ıştır. Bu
hareket sadece çok az m iktardaki S uriyeli’yi etkilem iştir. A yrı­
ca hareketin üyelerinin çoğunluğu ayaklanm aya ak tif destek
verm eye m uktedir değildi. V erilen destekler ise isteksiz o l­
m uştur. Türklerin bölgede etkili olan tedbirlerinin çoğu Cem al
Paşa tarafından alınıyordu. T oplu tevkifler yap.im ış ve m illi­
yetçilerin büyük çoğunluğu ispatlanm am ış suçlarla itham edil­
m işlerdir. A ncak en yaygın ve en etkili tedbir, tehlike arz et­
m eyen bölgelere A rap personelin tayin edilm esi olarak görül­
dü. Bununla birlikte savaş sonrasında sürgünler ve tutuklan­
m alar aleyhinde konuşm am aları halinde birçok A rap soylusuna
İm paratorluğun T ürkler’in yoğunlukta yaşadığı bölgelerde vali
ve resm î görevli olm a imkanı verilm iştir. Bundan dolayı birçok
A rap soylusu B oğazlar’da ve K afkasya’da görev yaparken geri
kalanı da F ilistin’e atanm ıştır. H atta A rap ordusuna asker atı­
m ında harp tutuklularının firarilere oranla daha avantajlı oldu­
ğu görülm üştür.
A rap ayaklanm asının hareketin gelişm esine katkısı, A rap
hareketinin gelişim inin ayaklanm aya katkısından daha fazladır.
D aha da önem lisi A rap ayaklanm asının A rap ordusunun teşki­
line ve savaşın galibi olacak İngiltere ile ittifak yapılm asına
olan katkısıdır. Takiben de, Suriye bir A rap ordusu tarafından
işgal edilir. A rap askerî yönetim i vakit geçirilm eden bir hükü­
m ete dönüştürülür. Bu hüküm etin altında, bir tem sili yapı olan
Suriye U m um î M eclisi seçilm iştir. H üküm et ve m eclis Arap
m illiyetçiliğinin öğelerinin tüm ünün bulunduğu bir program ı
resm en benim sem iştir. Aynı zam anda harp öncesi cem iyetlerin
özellikle E l-F atat'ın üyeleriyle iftihar edilm iş ve herhangi bir
yabancı istibdata karşı gelerek A rapları harekete sevk edecek
resm î olm ayan yeni bir m illiyetçi yapı kurulm uştur. Söz konu­
su yapı Ş am ’da kurulan M illî M üdafaa K om itesi’dir (üyeleri­
nin listesi için bkz.: E k— II).11
H arp öncesinin m illiyetçileri S uriye’de A rapçılığı resm î
bir ideoloji olarak tesis eden üç resm î yapı içerisinde önem li
görevlere sahip olam am ışlardır. Suriye U m um î M eclisi’nin 44
üyesinin 3 9 ’u daha önce m illiyetçilerle herhangi bir ilişkisi
olm ayan kişilerdi. D iğer 5 üye ise 1914 öncesi m illiyetçilerin-
dendir. Bu 5 m illiyetçinin üçü de savaş esnasında Osm anlı
aleyhindeki faaliyetlere iştirak etm iştir. Suriye hüküm etlerinin
14 üyesinin sadece biri savaş öncesi m illiyetçisiydi ve ikisi de
savaş esnasında m illiyetçi harekete dahil olm uştur. Harp öncesi

11 Suriye Umumî M eclisi'nin mahiyeti hakkında, bkz.: Derveze, 1, 96-98;


Hükümetlerin üyeleri için bkz.: Husri, s. 228-242, M illî Müdafaa Komitesi
için bkz.: Said, II, 102-103, 185, 191.
m illiyetçilerinin çoğunlukta olduğu tek yapı ordu yönetim i idi.
Fakat onlar orduda ikinci plânda olan görevleri işgal ediyorlar­
dı. Bu görevde bulunanlardan ikisi savaş öncesinde E l-A hd'a
katılm ıştır (bunların savaş esnasında O sm anlı aleyhinde faali­
yet gösterdiğini ispatlayan belgeler m evcut değildir). Resm î bir
yapı olm ayan ve popüler nüm ayişler düzenlem ekte daha ak tif
olan M illî M üdafaa K om itesi’nde de m illiyetçiliği sonradan
benim seyenlerin sayıca üstünlüğü vardı. K om ite’nin 12 üyesi­
nin sadece ikisi 1914 öncesi m illiyetçilerindendi. Böylece
1919-1920 yılları arasında Suriyeyi dürüstçe A rapçılık politi­
kasının içerisine dahil eden m illiyetçilerin % 8 2 ’si 1918 önce­
sinde m illiyetçiliğin ak tif taraftarları değillerdi (daha önce
bahsi geçen m illiyetçi kurum ların toplam 73 üyesi vardır).
Bunların % 8 5 ’i 1914 öncesinin m illiyetçileriydi.
1919’dan itibaren Arap m illiyetçiliği S uriye’de baskın i-
deoloji olm uştur. H erhangi bir konum da bulunan bütün siyasî
şahsiyetler bu düşünceyi benim sem iş ve hayata geçirilm esi için
çalışm ışlardır. H enüz 1919 yılında A rap m illiyetçileri m üteca­
nis b ir grup halinde değildiler ve iki ana hizipleşm e görülm ek­
teydi. İlki 1914 evvelinde m illiyetçi olanlar ve İkincisi de 1919
yılına kadar m illiyetçi olm ayanlar (1914-1918 yılları arasındaki
m illiyetçilerin sayısı çok az olduğu için bu analizin dışarısında
bırakılm ıştır).
1919 öncesinde ilk grup, O sm anlı aleyhtarı iken ikinci
O sm anlıcıdır.. D ahası term inolojide kolaylık olsun diye, 1919
yılına kadar ikinci grup için “O sm anlı yanlısı” nitelem esini
yapabiliriz. Bu iddia bize A rap m illiyetçileri ve O sm anlı yan­
lılarının 1919 yılına kadar birbiriyle çarpışan siyasî felsefelerin
savunucuları olduklarını gösterir. E ğer A rap m illiyetçisi veya
O sm anlı yanlısı olm ak içtimai tesirlerin bir sonucuysa, her iki
grubun içtimai vasıflarının m ukayesesi bize A rapçılığın yayıl­
m asının sosyal belirleyicilerini sunm alıdır. Bu iddiayı tahlil
etm ek ve m ukayeseyi gerçekleştirm ek için, her iki grup içeri­
sinde içtimai nitelikleri gösteren biyografiler oluşturulm uştur.12

12 Bibliografık detaylar şu kitaplardan alınmıştır: Mııhammed Cemil el-Şati,


Teracim A yan D imeşk fi-n isfi'l-K a m erR a b iu ’I-Aşr el-H icri, 1301-1350
O sm anlı yanlıları daha önce bahsi geçen 4 kurum un O sm anlı
yanlısı 60 üyesinden m ürekkepti ve bu grubun 26 kişiden olu­
şan tüm Suriyeli üyeleri savaşın bitim inden sonra m illiyetçi
cem iyetlere katılm ışlardır. A rap m illiyetçileri ile O sm anlı yan ­
lılarının m ukayesesini yapm adan önce, harp öncesi m illiyetçi­
lerinin coğrafi ve dinî hususiyetleri hakkında bazı şeyler söy­
lenm elidir.
Harp öncesinde, A rap m illiyetçiliği S uriye’deki herhangi
bir dinî ve bölgesel topluluktan ziyade daha fazla Şam M üslü-
m anlarını etkisi altına alm ıştır. 1915 yılında Şam bölgesinin
nüfusu Suriye nüfusunun sadece % 2 7 ’sini oluşturm asına rağ­
men, A rap hareketinin toplam üye sayısının % 8 0 ’lik bir oranı
Ş am ’da ikam et etm ekteydi. Bu arada din faktörü de önem lidir.
1916 yılında H ristiyanlar toplam Suriye nüfusunun % 10 veya
% 1 2 ’sini teşkil etm elerine karşılık m illiyetçilerin toplam sayı­
sının % 6 ’sını oluşturuyorlardı. A rap m illiyetçiliği daha çok
Sünnî M üslüm anlara hitap etm ekteydi. Savaş öncesi Arap
hareketinin içerisindeki M üslüm anların % 9 4 ’ü Sünnî idi.
M üslüm anlar 1926 yılında Suriye nüfusunun sadece % 67 veya
7 2 ’sini oluşturm aktaydı.13 H um us harekete üç (ikisi H ristiyan),
H am a üç, H alep üç (biri H ristiyan) ve Lattaki bir m illiyetçiyle
katkıda bulunm uş. A leni m illiyetçiler gizli cem iyetlerin üyele­
rine oranla daha yaygın taksim edilm iştir. Şam kökenliler El-
F a ta t'ın % 83 ve E l-A h d 'm % 9 0 ’ını teşkil ederken, aleni m illi­

(Şam: Daru'l-Yakzeti’l-Arabiyye 1948), Kâmil el-Gazi, N uhr iiz-Zeluıb f i


Tarihî'l-H ııleb, 3. cilt (Halep: el-Matbaatü’l-Maruiyye, tarihsiz);
Muhammed Ragıb et-Tabbah, Alemii 'l-NubuI bıTarih H alebi ş-Şahbâ, 7
cilt, (Halep: el-Matbaatü’l-İlmiyye, 1342-1345 I L /l923-1926); Zeki
Muhammed Mücahid, A lem ii'ş-Şarkiyye f i ’I-M ieli 1-Rabıalı’l-aşrati l-
Hicriyye. 1301-1365/IRR3-I946, 2 cilt, (Kahire: Daru’t-Tabaati’l-
Mısriyyeti’l-Hâdise, 1368-1369 H ./l949-1950); M en Hüve f i Suriye. 1951,
(Şam: Mektebetü’d-Diraseti’I-Snriye v e ’l-Arabiyye); Oriente M tule m u I-
XIX (1922-1939); Hartmann, Reisebriefe aus Syrien\ Muhammed Kürd Ali,
el-M üzekkenît, 4 citl (Şam: Matbaatü’t-Terakki, 1948-51); Yusuf Esad
Dâğir, M esâdirii'-D iraseu'l-Edebiyye, II (Beyrut: Cemiyyeti’l-Ehli’l-
Kalem fî Lübnan, 1956).
13 1926’mn resmî istatistiklerine tahmini olan 250.000 bedevinin dahil edilip
edilmediği bilinmediği için Suriye nüfusunun miktarı şüphelidir. Bu bede­
vilerin hemen hemen tamamı SUnnîdir.
yetçiler içerisinde % 70 oram ndadırlar. H ristiyanlar aleni m illi­
yetçiler arasında önem li bir orana sahipken, bu oranın E l-F atat
üyeleri arasında azaldığını ve E l-A hd üyeleri arasında hiçbir
Hristiyanın olmadığını gömlekteyiz.
Y aşları itibariyle A rap m illiyetçileri ile O sm anlı yanlısı
A raplar arasında m ühim bir fark yoktur (bkz.: Ek— III). Her iki
grubun üyelerinin bilinen doğum yılları aynı tarihler arasına
rastgelm ektedir ve yılların ortalam a değeri hem en hem en birbi­
rine eşittir. Tem el fark A rap m illiyetçileri ile O sm anlı yanlıla­
rının m edyanları arasındaki üç senelik farktır. Bu da bize Arap
m illiyetçilerinin biraz daha genç olduklarını gösterm ektedir.
E l-F a ta t’ın harp öncesi üyeleri diğer grupların elem anlarından
daha gençtir.
Bizim de üzerinde durduğum uz birçok A rap soylusu B atı­
cılık politikaları sonucu farklılaştırılan eğitim sistem i içerisinde
öğrenim görm üşlerdir. Bu arada geleneksel m edrese ve okullar
hâlâ başarıyla hayatlarını sürdürm ekteydiler. M am afih eyalet­
lerdeki orta ve lise seviyeli okullar ve İstanbul’daki yüksek
okullar olm ak üzere O sm anlı devlet okulları öğrencilerine çok
m odern bir m üfredat program ı sunm aktaydı. Bu program ın
içinde sadece askerî ve siyasî ilim ler değil G arb H ukuku ve
Siyasî İlim ler de m evcuttu. B u ru n dışında Batı irfanıyla en
yakın irtibat S uriye’deki m isyoner kolejleri ve B atı’daki üni­
versiteler aracılığıyla kurulm aktaydı. S uriye’deki m isyoner
kolejleri ayrıca tıp ilim inde yüksek tahsil im kanları sunm ak­
taydı. Arap m illiyetçileri ile O sm anlıcıların eğitim geçm işleri­
nin karşılaştırılm ası için, farklı eğitim num unelerinin olduğu
bir tablo oluşturulm uştur. T abloda iki şeye dikkat edilm iştir. İlk
eğitim tipi yani Batı tarzı, devlet veya geleneksel okullar olup
olm am ası; İkincisi de yüksek eğitim in yapılıp yapılm am asıdır.
Bir öğrenci devlet veya m isyoner okulundan m ezun olabilirdi.
Diğeri S uriye’deki m isyoner kolejleri veya A vrupa’daki üni­
versiteler dışında İstanbul’da veya Batı tarzı okullarda yüksek
eğitim yapabflirdi (belki de daha iyi ifadeyle profesyonel ola­
bilm ek için). Y üksek eğitim in profesyonel doğası gereğince
İstanbul’daki subay okullarındaki askerî eğitim yüksek eğitim
diye sınıflandırılm ıştır. E ğer tam m anasıyla konuşursak, bu
eğitim belki de ikinci dereceli bir eğitim dir.
M illiyetçi A rapların ve O sm anlı yanlılarının büyük kısmı
devlet okullarında öğrenim görm üş ve ileri bir eğitim alm ışlar­
dır (bkz.: Ek— IV). G eleneksel ve Batı tarzı eğitim alanlar her
iki grup içerisinde de önem li sayıdadırlar. A ra sıra ortaya atılan
bir iddia vardır; ilk dönem A rap m illiyetçileri çoğunlukla Batı
tarzı eğitim görm üşlerdir ve A rap m illiyetçiliği bu Batı tarzı
eğitim in ürünüdür. Batı tarzı eğitim A rap m illiyetçileri arasında
O sm anlıcılara oranla nispeten daha fazladır. A m a diğer bir
yandan geleneksel eğitim alm ışların oranı m illiyetçilerin ara­
sında küçüksenm eyecek bir m iktardadır. G eleneksel eğitim her
iki grup içerisinde Batı tarzı eğitim e nazaran büyük bir önem e
sahiptir. Eğer eğitim in türünün siyasî ve ideolojik bağlılığı
oluşturm ada etkili olduğu ve verilen örneklerin bu fikri tem sil
ettiği söylenirse, bunun sonucunda Batı tarzı eğitim ve gele­
neksel eğitim A rap m illiyetçilerini, devlet eğitim i O sm anlı
yanlılarını, ileri düzeydeki eğitim (profesyonel) O sm anlıcıları
ortaya çıkarm ıştır denilebilir.
1914 öncesi S uriyesi’nde, bir şahsın eğitim i doğum yılm a
göre değişiklik arzetm ektedir. Bundan dolayı iki grubun eği­
tim le ilgili nitelikleri yaş grupları açısından karşılaştırılm alıdır.
Bilinen eğitim ve doğum yıllarından m üteşekkil 34 deneğin
yıllara göre tek tek ayrılm ış tablosu oluşturulm uştur. Çıkan
sonuçlar doğum tarihine dayanılarak oluşturulan 3 grubun
bilgileri doğrultusunda pekiştirilm iştir. Birinci grubu 1876 ve
öncesinde doğanlar oluşturm aktadır. En son yıl içerisinde gele­
neksel eğitim alınış bir kişi bilinm ektedir. İkinci grup 1877 ve
1888 yılları arasında doğanları kapsam aktadır. En son yılda
doğanlar sadece orta dereceli okullarda eğitim görm üşlerdir.
Ü çüncü grubun üyeleri 1889 yılı ve sonrasında doğanlardan
m üteşekkildir ve tüm ü profesyonel bir eğitim görm üşlerdir
(bkz.: Ek— V).
Bu tablo doğum tarihinin en az siyasî m evki kadar eğitimi
farklılaştırdığını gösterm ektedir. D oğum tarihine nazaran siyasî
m evkinin versiyonları daha fazla gösterilm iştir. 1888 sonrasın­
da doğan O sm anlı yanlıları ve m illiyetçiler arasındaki fark çok
önem li değildir. O nların hepsi profesyonel eğitim alm ıştır ve
aralarında geleneksel eğitim alm ış bir kişi bile yoktur. O sm an­
lıcıların % 5 0 ’si A rap m illiyetçilerinin de % 6 0 ’ı Batı tarzı eği­
tim görm üştür. 1888 öncesinde doğanlar arasındaki farklılık
önem li bir derecededir. Ö zellikle erken dönem de doğanlar
arasında bu farklılık daha da büyük bir orana ulaşm aktadır.
1865-1876 yılları arasında doğan en yaşlı A rap m illiyetçileri­
nin % 7 5 ’i geleneksel eğitim e sahiplerdir ve % 2 5 ’i Batı tarzı
orta öğretim tahsili alm ışlardır. A rap m illiyetçileriyle aynı
yaşta olan O sm anlıcıların hepsi devlet okullarında ileri düzey­
de eğitim görm üşlerdir. 1877 ve 1888 yılları arasında doğanla­
rın oluşturduğu ikinci grubun m ensupları arasındaki fark ö-
nem siz bir niteliktedir. D evlet okullarında okuyan ve ileri sevi­
yede eğitim alan O sm anlı yanlılarının sayısı hâlâ A rap m illi­
yetçilerinin sayısından fazlaydı. Fakat Batı tarzı eğitim alm ış
O sm anlıcıların sayısının az olm asına rağm en Batı tarzı eğitim
A rap m illiyetçileri arasında yaygındı.
1889 öncesinde doğanlara ait verilerin dizilişinde
kaym a olabilir. Bazı düzeltm eler eğitim durum u bilinen fakat
doğum yılı bilinm eyen 34 deneğin kullanılm asıyla yapılabilir.
M uhtem elen bu örneklerin büyük bir kısm ı 1889 öncesinde
doğanlarla örtüşm ektedir. Bununla birlikte bu örnekler 1889
öncesinde doğduğu bilinen kişilerle birleştirilm elidir. Arap
m illiyetçileri ve O sm anlı yanlılarının büyük kısm ı yüksek
seviyede eğitim alm ış ve devlet okullarında öğrenim görm üş­
lerdir. G eleneksel eğitim ise önem li bir yer tutarken Batı tarzı
eğitim önem sizdir. M illiyetçilerin büyük çoğunluğunun O s­
manlI yanlılarına oranla Batı tarzı ve geleneksel bir eğitim
alm aları ve O sm anlıcıların da m illiyetçilere nispetle devlet ve
yüksek eğitim e önem verm eleri yönündeki tem ayül az da olsa
devam etm iştir.
Politikada ve ideolojideki değişim leri açıklam ak için or­
taya atılan sebeplerden biri sın ıf değişim i ve çatışm asıdır. Bu
düşüncenin popüler olm asında A vrupalInın dünyanın ekono­
m ik dengelerini bozm asının ve bu gelişm eler sonucunda yeni
sınıfların ortaya çıkm asının büyük bir etkisi vardır. Yeni sınıf­
lar ekonom ik gelişm elerden dolayı çıkarları zedelenen soyluları
siyaseten etkisizleştirm ek için m illiyetçilik ve kom ünizm gibi
yeni ideolojileri kullanm ışlardır. Bizim de üzerinde durduğu­
m uz A rap m illiyetçiliğinin ilk evresi A vru p a’da ortaya çıkan
bu yeni orta sınıfın bir tezahürü olarak yorum lanm alıdır. Arap
hareketinde yakın dönem de görülen gelişm eler de küçük bir
farkla aynı şekilde açıklanabilir. Bu küçük fark ise uyandırıcı
pozisyonundaki toplulukların orta sınıfa kendi ağırlıklarını
ilave etm iş olm alarıdır.
O sm anlı S uriyesi’nde, aile statüsü m uhtem elen sın ıf po­
zisyonunun en önem li göstergesiydi. O sm anlı toplum u durağan
bir yapıya m ahkum değildi. Bir kişi kendi gayretiyle toplum un
en üst seviyesine kadar çıkabilirdi. Bununla birlikte soylu aile­
lere m ensup olanların etkisi de kolaylıkla silinem iyordu. Ö-
nem li m evkiler söz konusu aile m ensuplarının işgali altındaydı
ve bu onlara sınırsız avantajlar sağlam aktaydı. Toplum un en
üstünde toprak ağaları bulunuyordu. K entte ve kırsal alanda
yaşayan bu ağaların bazıları da büyük ölçekli ticaretle uğraşı­
yorlardı. Söz konusu toprak ağaları aynı zam anda O sm anlı
ordu veya bürokrasisinde görev alm ış ailelerden gelm iş olabi­
lirler. T oprak sahibi ulem anın yarısı veya daha fazlası İslâm
kelam ı ve fıkhı üzerinde uzm anlaşm ış ailelerin m ensupları
arasındaydılar. Bu ailelerden O sm anlı dinî hiyerarşisinin m en­
supları seçilm iştir. Bu aileler O sm anlı S uriyesi’nin yüksek
statüye sahip olan aileleriydi. O nların altında orta m evkiyi
oluşturan bir grup vardır. Bu grubu henüz bir toprağa sahip
olm ayı başaram am ış sıradan tacirler, bankerler ve faizle uğra­
şan kişiler oluşturm aktaydı. D aha aşağı olm akla beraber orta
dereceye dahil olanların arasında ise küçük dükkan sahipleri,
devlet dairesinde çalışan katipler ve dinî kurum un alt seviyede­
ki m em urlar bulunm aktadır.
Farklı grupların sınıfsal niteliklerini karşılaştırm ak için,
bütün grubun üyelerinin farklı aile statülerini gösteren bir tablo
hazırlanm ıştır (bkz.: Ek— VI). A ile derecesi hem 1920 öncesi,
hem de sonrası devreler içerisindeki farklı m esleklere sahip bir
ailenin nispi tekerrür oranı göz önünde bulundurularak belir­
lenm iştir. Sonuç olarak sınıflam a istatistik m etotlarına dayana­
rak değil izlenim ci m etoda göre yapılm ıştır.
Y üksek statülü bir aileye (toprak ağası ve toprak sahibi a-
lim ler) m ensup olanlar A rap m illiyetçileri ve O sm anlı yanlıları
arasında önem li bir m iktardadır. Bu bağlam da tabloda bilinm e­
yen olarak geçenlere dikkat etm eliyiz. B ilinm eyenler m uhte­
m elen statüsü yüksek olm ayan ailelerden gelm iş olabilirler.
B ilinm eyenleri de dahil edip toplam ı göz önünde bulundurdu­
ğum uz zam an, A rap m illiyetçilerinin ve O sm anlı yanlısı
S uriyeiiller’in zengin ailelerden geldiği görülm ektedir. Arap
m illiyetçilerinin toplam üye sayısının % 6 1 ’i ve O sm anlı yanlı­
larının % 6 4 ’ü bu tür ailelerden gelm ektedir.
A yrıca, bilinm eyenlerin yüksek statülü ailelerden geldiği
inancını haklı çıkaran iki görüş vardır: İlki bilinm eyenlerin
büyük çoğunluğunun Şam ve H alep dışındaki vilayetler olm a­
larıdır. Bu iki bölgenin diğerlerinden farkı ise söz konusu iki
vilayete ait biyografik bilginin tam am ına yakın bir bölüm ünün
kullanılabilir olm asıdır. Ö rneğin E l-F atat'ın Şam ve H alep
kökenli 24 üyesinin 2 2 ’si arasında, bilinm eyenler % 17’yi ve
yüksek statü sahipleri ise % 7 5 ’i oluşturm aktaydılar. Statüsü
bilinm eyen ailelerin oranı kullanılabilir biyografik bilginin
m iktarı tarafından doğrudan doğruya değiştirilm iş ve etki altın­
da bırakılm ıştır. İkinci görüş ise şu nokta üzerindedir: G elenek­
sel biyografik lügatlardan birisi büyük oranda alim lerin teşkil
ettiği bir ailenin üyelerine tahsis edilm iştir. Bu lügat onların
edebî faaliyetlerini, bürokraside, belediyede veya eyaletteki
herhangi bir tem silci pozisyondaki üyelerini içeriyordu. A yrıca
zengin ailelerin m ensuplarının büyük çoğunluğunun yukarıda
zikredilen özelliklere sahip olm adığını gösteren deliller m ev­
cuttur ve onların isimleri eski biografık lügatlarda m evcut de­
ğildir.
Arap m illiyetçilerinin büyük bir kısm ı toplum un üst taba­
kasından olm akla birlikte, orta sın ıf üyeleri (ticaretle de iştigal
eden ulem a, tüccar ve banker) O sm anlı yanlılarına oranla Arap
m illiyetçilerine daha fazla teveccüh gösterm işlerdir. O rta sım-
fin O sm anlı yanlıları arasında daha az tem sil edildiğini göste­
ren deliller m evcuttur. Ü zerinde ihtim am la durulm ası gereken
E l-A h d dışında aile statüsü belli olm ayan kişiler büyük oranda
O sm anlıcı alt gruplar dahildir. O sm anlıcıların bir alt grubu olan
M illî M üdafaa K om itesi arasında aleni m illiyetçiler veya El-
Fatat'e nazaran düşük oranda, bu aile statüsü bilinmeyen kişiler
bulunmaktadır. Diğer yandan, alt gruba dahil orta sınıf mensupları,
aleni m illiyetçiler veya E l-F a ta t'a oranla azım sanm ayacak
sayıdadır.
E l-A h d 'm üyeleri arasında nisbeten çok m iktarda olan bi­
linm eyenlerin izahı zordur. E l-A hd’ın 10 üyesinin 9 ’u Şam-
Iı’dır ve bunların sekizinin aile statüsü belli değildir. Söz konu­
su şahısların hepsinin askerî görevli oldukları yolundaki izahlar
doğru olm ayabilir. Ö te yandan askerî görevliler yüksek rütbeye
sahip olm adıkça biyografik lügatlara dahil edilm iyorlardı.
O nların diğer aile üyelerinin biyografik lügatlardakı eksikliği
dikkate değerdir. Ve bu sorular cevapsız bırakılmalıdır.
O sm anlı S uriyesi’nin orta sınıfının m illiyetçi A rap hare­
ketine, S uriye’nin siyasî gelişim inin tüm üne oranla daha fazla
iştirak ettiği şeklindeki sonucu haklı çıkaran deliller m evcuttur.
Bununla birlikte, S uriye’deki orta sınıfın yeni bir şey olduğu ve
A vrupa etkisiyle oluştuğu yolundaki sonuç ise belli bir m esne­
de dayanm am aktadır. O rta sınıfı oluşturan tacirler ve bankerler
Y akın Doğu toplum unun yıllardır bir parçasını teşkil ediyorlar­
dı. G eçm işte, tacirler toplum ve siyaset üzerinde önem li bir
etkiye sahiptiler. G eleneksel anlam da toplum da bir üst seviye­
ye geçm enin yollarından biri de ticaretti. B aşarılı bir tacir kırsal
alanda ve şehirde bir arazi elde edebilirdi. O nlardan sonra g e­
len torunları bürokrasiye girebilir ve nihayetinde büyük say­
gınlığı olan bir aristokrat olabilirlerdi. A ynı zam anda ailenin
diğer üyeleri ticarî hayatına devam edebilirdi. Aynı şekilde
büyük oranda toprak sahibi olm uş ve İlmî faaliyetleriyle ön
plâna çıkm ış aileler de açık bir şekilde iş hayatına girebilirlerdi.
Sadece gayri m üslim ler tüm gün banker olarak çalışabildikleri
için, bankerlik m esleği farklı bir sistem e sahip olm uştur. Bütün
insanlar gelenek içerisinde korum a altına alındığı için, gayri
m üslim ler de bu korum a içerisindeydiler. S iyasî m uhalif grup­
ların asker teşkilatı içerisinde bulunm ası Y akın D oğu toplum u-
nun geleneksel yapısına zıt bir anlayıştı. A skeriye ile hüküm et
arasındaki ilişkiler daim a vurgulanm ıştır. G enellikle soylu
ailelerin subay birliklerinde tem sil edildiği görülm üştür. Fakat
nadiren de olsa, daha çok m ütevazi bir kişinin terfi etm ek için
kullandığı yollardan biri olm uştur.
A ile statüsü açısından, A rap m illiyetçileri ve Osm anlı
yanlıları arasındaki en önem li farklılık noktası birinin tam am en
üst sın ıf öğelerini barındırm asıdır. T oprak ağaları her iki grup
içerisinde de hakim konum dadırlar fakat toprak sahibi alim ler
görünür bir m iktarda m illiyetçilere nazaran O sm anlı yanlıları
arasında fazladır.
O sm anlı yanlıları ve O sm anlı karşıtları benzer bir şekilde
ekseriyya iyi ailelerden gelm işlerdir. İki grup arasındaki siyasî
farklılıklar m eşguliyetlerdeki farka tekabül etm ekte m idir? İki
grubun m ensuplarının m eslekleri Ek— V U ’de sıralanm ıştır. Her
iki grup içerisinde öncelikle toprak ağası olanlar az sayıda
bulunm akla beraber, bu kişiler A rap m illiyetçilerine nazaran
O sm anlı yanlıları arasında daha fazladır. T oprak ağaları ve
toprak ağası alim ler her iki grupta şüphesiz yetersiz bir oranda
tem sil edilm iştir. Bunun sebebi ise m eşguliyeti tanım lam ada
kullanılan m uhakem e usulüdür. A razi sahibi ve bunun dışında
başka bir m esleği olm ayan bir kişi toprak ağası olarak sınıflan­
dırılır. Eğer bir toprak ağasının başka bir m esleği (m eselâ avu­
katlık) var ise o m eslek ile sınıflandırılm ıştır. Bu sınıflandırm a
toprak sahipleri için de geçerlidir. H iç kim se sadece ailelerinin
m enşeine bakılarak toprak ağası veya alim olarak sınıflandırıl-
m am ıştır. Sonuç olarak söylenebilir ki diğer m eşguliyetleri
belli olm ayan kişiler toprak ağası olarak tanım lanm ışlardır ve
bu kişiler kazançlarının büyük kısm ını toprak gelirlerinden elde
ediyorlardı.
M eslekî açıdan iki grup arasındaki en belirgin fark O s­
manlI yanlılarının büyük bir oranının hüküm et kadem elerinde
(din görevlisi, vali, bürokrat) çalışm alarıdır. H üküm et kade­
m elerinde çalışan O sm anlı yanlıları kendi grupları içerisinde de
en yaygın m esleki gruptur. H üküm ette vazife alan m illiyetçile­
rinin sayısı az m iktardadır. K endi grupları içerisinde bu kişiler
m eslekleri açısından ikinci sıradadır. H atta profesyoneller* bir
grup içerisinde toplanırsa zikredilen grup üçüncü sırayı bile
alır. A yrıca O sm anlı yanlısı devlet çalışanları savaşın bitim ine
kadar görevlerine devam ettiği sürede m illiyetçi yönetici ve
görevliler ya istifa etm iş veya m esleki hayatlarının ilk yılların­
da görevlerinden uzaklaştırılm ışlardır. Din adam ları (m üftü,
kadı ve hatip) O sm anlıcı grup içerisinde belli bir yere sahipken
A rap m illiyetçileri arasında hiçbir din adam ı yoktur.
A rap m illiyetçileri arasında en yaygın m eslek ordu gö­
revlileridir. O sm anlı yanlıları arasında askerî görevlilerin sayısı
azdır ve sadece üçüncü sırada yer alm aktadırlar. Profesyoneller
bir grup içerisinde toplanırsa dördüncü sırayı bile alırlar. D iğer
yandan, askerî görevliler m uhtem elen O sm anlı yanlıları arasın­
da yetersiz sayıda tem sil edilm iştir. A skerî görevlilerin teşkil
ettiği ilk ve ana örgüt E l-A hd 1918 sonrasında gelişm iştir. Fa­
kat kurucu üyeleri bilinm esine rağm en yeni üyeleri bilinm e­
m ektedir. M am afih askerî görevliler savaş öncesi m illiyetçi
hareketin önem li unsurları oldular. K uvvetle m uhtem eldir ki
m illiyetçi Suriyeliler bölük kom utanıdır. D iğer yandan O s­
manlI yanlıları ise alay kom utanlığı ve generallik gibi askerî
m evkileri işgal etm işlerdir.
O sm anlı yanlısı entelektüellere göre, A rap m illiyetçisi
entelektüeller sayıca daha fazla idiler. G azetecilik ve diplom a
gerektiren m eslekler A rap m illiyetçilerinin ekserıyyetinin ter­
cihi oluyorlardı. 1914’den evvel, O sm anlı yanlısı A rap gazete­
leri yayın hayatında olduğu halde, yetersiz tem sil ve tanıtım dan
dolayı, O sm anlı yanlıları arasında A rap m illiyetçisi gazeteciler
yoktu. Sadece profesyoneller göz önünde tutulduğunda (avu­
kat, fizikçi, m ühendis ve geleneksel dinî ilim ler değil de Batılı
bilim lerde ders veren hocalar) iki grup arasında büyük bir
farklılıkla karşılaşılm az.

* Yazar profesyoneller kavramını Avukat, Fizikçi, Mühendis ve Eğitimci gibi


yüksek eğitim alınış kişiler için kullanmıştır— ç.n.
P rofesyoneller hüküm et görevlileriyle yakın ilişki içeri­
sindeydiler. Hem O sm anlı yanlıları hem de m illiyetçi grup
içerisindeki profesyonellerin büyük kısm ı fizikçiler ve m ühen­
disler de dahil olm ak üzere hüküm et kadem elerinde görev
alm ışlardır. Ö zellikle avukatlar hüküm ette bir iş bulm anın
yollarını aram ışlardır ve vali, m em ur olarak atanan profesyo­
nellerin büyük çoğunluğu büyük bir ihtim alle avukatlık yapan
kim selerdi.
Doğu ülkelerinde, genellikle profesyoneller ve gazeteci­
likle iştigal edenlerin, B atı’daki yeni burjuva sınıfını, tem sil
ettikleri farzedilir. B urjuva ailelerden gelen şahıslar O sm anlı
yanlılarına oranla A rap m illiyetçileri arasında biraz daha fazla­
dır. M esleklerirde oluş derecesi de aynı tem ayülü
gösterm ekterdir. G azetecilerin mi, yoksa profesyonellerin mi
orta sınıftan geldiği sorusunu cevaplam ak için, bu iki m esleki
grup ve profesyonellerle derin irtibatı nedeniyle yönetici ve
m em urların aile statülerinin dağılım ını gösteren tablolar oluştu­
rulm uştur (bkz.: Ek— VIII).
G azeteciler, profesyoneller ve hüküm et görevlileri sın ıf
bağları baz alınarak m illiyetçi ve profesyonel olarak tanım la­
nam az. M illiyetçi gazeteciler ve profesyoneller O sm anlıcılara
oranla orta sın ıf m ensuplarının bir özelliği olan terfi etm e ko­
nusunda daha fazla girişim de bulunm uşlardır. A rap m illiyetçisi
profesyonellerin yarısı üst tabaka ailelerden gelm esine rağm en,
bu kişilerin sayısı O sm anlı yanlısı profesyonellerden daha
fazladır. Bundan başka tam am ı A rap m illiyetçisi olan gazete­
cilerin çok azı yüksek tabakalı ailelerden gelm ektedir. M e­
m urlara gelince durum tam tersidir. O sm anlı yanlısı ve Arap
m illiyetçisi m em urların büyük çoğunluğu üst tabaka ailelerden
gelm ektedir. D iğer yandan O sm anlı yanlıları arasında aile
statüsü bilinm eyen m em urların sayısı diğerlerine oranla daha
yüksektir. O rta sın ıf m ensuplan hem m illiyetçiler, hem de
O sm anlı yanlıları arasında etkin bir konum daydılar. O sm anlı­
cılar hüküm ette görev alm aya m eylederken, A rap m illiyetçileri
bundan uzak durm uşlardır. Bu bağlam da O sm anlı toplum u
içerisinde terfi etm enin geleneksel yollarından üçüncüsü olan
hüküm et m em uriyetinin kıym et-i harbiyesi yoktur. Soylu aile­
ye m ensup olm ayan bir kişi m em uriyetin yüksek derecelerine
yükselebilir ve yönetici dahi olabilirdi. Bu kişi daha sonra arazi
elde eder ve aristokrasiye dahil bir aile kurabilirdi.
Belki de O sm anlı yanlısı profesyoneller ve m em urlar ile
m illiyetçi profesyoneller ve m em urlar arasındaki farklılığın en
önem li noktası sadece yüksek tabaka dairesi içerisindedir.
T oprak sahibi alim lerin ailelerinden gelen profesyoneller Os-
manlı yanlılarına oranla A rap m illiyetçileri arasında daha fazla
yaygındır. Bununla birlikte yukarıdakiyle aynı statülü ailelere
ait yönetici ve m em urlar A rap m illiyetçilerine oranla Osm anlı
yanlıları arasında daha fazladır. T oprak sahibi alim lerin ailele­
rinden gelen ve hüküm et kadem esinde çalışan kim seler O s­
manlI yanlıları arasında ak tif olarak çalışm ışlardır. Aynı aile­
lerden gelen ve hüküm ette görev alm ayanlar da m illiyetçiler
arasında faaldirler. D iğer bir m eslek de göz önüne alınarak
m ukayeseli bir ayırım yapılabilir (bkz.: Ek— V II). G eleneksel
din ilim lerinde uzm anlaşm ış alim ler O sm anlı yanlılarına oranla
m illiyetçiler arasında daha önem li sayıdadır. D iğer yandan
devlette görev alm ış din alim leri A rap m illiyetçilerine nazaran
O sm anlı yanlıları arasında daha yaygındır.
O sm anlıcıların babaları da çocukları gibi m illiyetçilerin
babalarına nazaran hüküm ette bir görev alm a hususunda daha
başarılı idiler (bkz.: Ek— IX). O sm anlı yanlılarının babalarının
büyük kısmı toplum içerisinde dinin ileri gelenlerini teşkil
etm elerine rağm en, bu oran m illiyetçilerin babaları için geçerli
değildi. Bilinen m illiyetçi A rapların % 6 0 ’mın toprak sahibi
oldukları görülm ektedir. M illiyetçilerin babaları Osm anlı yan­
lılarının babalarına oranla büyük kısm ı orta dereceli tüccar
veya orta statüye sahip ulem adırlar. Sadece iki O sm anlı yanlı­
sının babası orta statülü bir m esleğe sahiptir. Bunlardan biri
fizikçi, diğeri de bankerdir. Bu iki kişi gayri rıü slim d ir ve
onların mesleklerinin itibarı gayrı müslimler arasında yüksektir.
M illiyetçi A rap hareketi içerisinde 1918 sonrasında faal
olan Suriyeli A raplar’ın 1918 öncesinde O sm anlı yanlısı ol­
duklarına dair iddia m uhtem elen doğrudur. B unların büyük
kısm ının O sm anlı yönetim inde belli görevlerde çalışm ış olm a­
ları bunun en açık göstergesidir. H atta bu gruptan iki kişi
1913’deki Paris A rap K ongresine karşı gelm ekle tanınm akta­
dır.14 N etice olarak bu grupla 1914 öncesi m illiyetçilerin m u­
kayesesi m illiyetçiler ile O sm anlı yanlıları arasındaki içtimai
farklılıkların geçerli bir ölçüsüdür.
A rap m illiyetçiliği sın ıf çatışm asının ürünü değildir. Arap
m illiyetçileri ve O sm anlı yanlıları baskın bir şekilde S uriye’nin
üst sın ıf ailelerinden gelm ektedirler. K ullanılabilir bilgilerin
m eslek ve aile statüsü hakkında bize gösterdiği kadarıyla, bili­
nen ve tahm in edilen orta sın ıf unsurların O sm anlı yanlılarına
nazaran m illiyetçiler arasında bir nebze daha önem e haiz olm a­
sı yanlış değildir. B ununla birlikte orta sın ıf m ensupları O s­
manlI yanlılarının da büyük bir kısm ını teşkil etm ektedir. M il­
liyetçilerle O sm anlıcılar arasındaki başlıca farklılık hüküm et
dairelerinde çalışıp çalışm adıklarıdır.
Suriye ve diğer A rap eyaletleri doğrudan doğruya Türk
m em urlar ve askerler tarafından yönetilm em iştir. Suriye az
sayıdaki yüksek kadem eli T ürk tarafından idare edildiği esna­
da, en yüksek m evkideki görevler A rap hakim iyeti altındaydı.
G eleneksel Y akın Doğu ahlâk sistem inin devlet m em uriyetinin
kişisel ve ailevi am açlar için kullanılm asını tasvip etm esi sonu­
cunda devlet kadem eleri sonradan görm e zenginleri cezbetm iş
ve bu tür zenginlerin ortaya çıkm asına sebep olm uştur. Ve
böylece devlet kadem elerinde bir yer edinm ek zengin A rap
züm relerine m ahsus bir davranış haline gelm iştir.
D evlet m em uriyeti için yapılan rekabetin b az ısı yukarıya
doğru olan sosyal hareketliliğinin sonucudur. O sm anlı
S uriyesi’nde ticaret ve devlet m em uriyeti sayesinde yeni zen­
gin olm uş kim seler oğulların da devlet hiyerarşisine girm esini
sağlayarak servetlerinin artm asının ve korunm asının yollarını
aram ışlardır. Hem m illiyetçiler, hem de O sm anlı yanlıları ara­
sındaki orta sın ıf unsurlar bunun iyi bir örneğidirler. Bu orta
sınıfın m ensupları kendi görevleri dairesi içerisinde O sm anlı

’4 Said. 1.53.
188
yanlısı veya m illiyetçi olup olm am asını gözetm eksizin birtakım
kişileri koruyup kollam ışlardır. Bu anlayış kasabaların zanaat-
kâr ve ücrete tâbi züm releri üzerinde de etkili idi. O nların lon­
cası ve diğer revaçta olan teşkilatlar bir kasaba soylusunun
him ayesi altındaydı. Bu soylu büyük çoğunlukla ulem a sınıfı­
nın bir üyesiydi. M eselâ, A rap m illiyetçiliği teorisinin üreticile­
rinden birisi olan A bdurrahm an el-K evakibi 19. yüzyılın son
çeyreği içerisinde büyük bir siyasî sonuç için H alep’teki lon­
caların ham isi olarak bu pozisyonunu kullanabilirdi.15
D evlet kadem elerinde m em ur olm ak için girilen rekabetin
bazısı aşağıya doğru olan içtimai hareketliliğin sonucudur. Bir
kaç nesil geçm esinden sonra S uriye’deki O sm anlı aristokrat
aileleri oldukça artm ıştır. V e bu ailelerin bazılarının servetinde,
etkinliğinde ve hüküm ette m em uriyet edinm e yeteneğinde nisbî
bir düşüş görülm üştür. Bu ailelerin m ensuplarının siyasî olarak
m u h alif taraflarda olm aları yaygın bir olay değildi. M eselâ Ebu
N asr ve Ebu H ayr K atip alim lerin çoğunlukta bulunduğu m eş­
hur bir Şamlı ailenin m ensubu iki kardeştir. İlki kadı, diğeri de
hatiptir. Ü çüncü kardeş Ebu’l-Feth öğretm en ve aynı zam anda
kütüphane m üdürüdür. A bdülkadir el-H atip bir kadı’nın oğlu­
dur ve kendisi de kadı olm uştur. Zeki el-H atip bir hatibin oğlu­
dur ve vali olm uştur. Her ikisi de O sm anlı yanlısıdır. O nların
kuzeni ve bir kütüphanecinin oğlu olan M uhibuddin el-H atip
ne dinî hiyerarşi, ne de hüküm et içerisinde bir görev elde ede­
bilm iştir. Ve o 1914 öncesi A rap m illiyetçileri arasında yer
alm aktadır.
Bu tü r aşağıya doğru hareketliliğin A rap m illiyetçiliğinin
yükselişindeki etkisini tam anlam ıyla tahm in etm ek güçtür.
Y edi ailenin hem A rap m illiyetçileri, hem de O sm anlıcılar
içerisinde üyeleri m evcuttur. 1914 öncesi m illiyetçilerinden

15 Et-Tabah, VII, 5I6; Meselâ I882’de Şam’da bkz.: Elia Kusdi, “Notice sur
les corporations de Damas" (Arapça) Actes du Sixieme Congress
International des Orientalistes pt. 2 (1885), s. 10-12, 17. yüzyıl örneği için
bkz.: Jean Suvag, Alep: Ess a i su r le developm ent d'u n e grande ville
syrienne, des orif>ines au milieu du X IX siecle, Haut Commissariat de I’Etat
Français en Syrie et au Libon, Services des Antiquites, Bibliothâque
Archeologique et Historique, XXXVI (Paris: Paul Geuthner, 1941), s. 97.
13 ’ü bu tür ailelere m ensupturlar. Bu ailelerin hapsinin içeri­
sindeki baskın ve baskın olm ayan gruplar arasında bir m üca­
dele olduğu doğru değildir. Fakat, ikisi bu şüphelerin dışındadır
ve ikisinde de olm a ihtim ali vardır. A şağı doğru içtimai hare­
ketliliğin diğer türünün daha geçerli olm ası m uhtem eldir. O s­
manlI şartları altında tüm aile servetteki nisbî düşüşten etki­
lenm ektedir. Bu çalışm ada kullanılan bilgiler bu tür ailelerin
erken dönem deki A rap hareketine üye sağladığı konusundaki
tahm inlere izin verm em ektedir.
N e aşağıya doğru, ne de yukarıya doğru olan hareketlilik
rekabetin içerisinde bir unsurdur. Y üksek statülü savaş öncesi
m illiyetçilerinin büyük çoğunluğu, hüküm ette bir yer edinm e
dışında rakipleri olan O sm anlı yanlılarıyla aynı seviyede idiler.
Eğer aile statüsü bilinenler göz önüne alınırsa, her iki grubun
sayısının yarısından fazlasını toprak sahibi ailelerin üyeleri
oluşturur. A yrıca, toprak sahibi alim lerin ait olduğu ailelerin
m ensupları her iki grup içerisinde de ikinci sırayı teşkil ederler.
H atta bu kişiler m illiyetçilere nazaran O sm anlı yanlıları arasın­
da nisbeten daha çok önem liydiler. Z engin ulem a ailelerinin
m ensuplan, m illiyetçilere oranla O sm anlı yanlıları arasında
daha aktiftirler. Bunun tersi de sadece toprak sahibi olan aileler
için geçerlidir. O sm anlı yanlıları ile m illiyetçiler arasındaki
çatışına Ş am ’daki önde gelen toprak sahibi ulem a aileleri ile
önde gelen toprak sahibi aileleri arasında da yansım alarını
bulduğuna dair kesin deliller m evcuttur. Bu ailelerin bazıları o
bölgenin yerlileri olm ayabilir. Fakat bu ihtim ali değerlendir­
m ek için elim izde yeterli m iktarda m alûm at yoktur. Sonuç
olarak, devlet hiyerarşisinde yer edinm ek için yapılan şahsî ve
ailevî rekabetten başka bir açıklam a ortaya çıkm am aktadır. Bu
tür rekâbet m illiyetçiler arasında çokça görülen bir şeydi. Şahsî
ve ailevî hizipler arasındaki çatışm a savaş öncesinde tekrar
eden bir faaliyetti. Aynı şekilde 1919-1920 yılları arasında El-
Fatat, m erkezî liderliğin şiddetli çekişm eler sonucu sık sık el
değiştirm esiyle bunalm ıştır.'6

16 1914 öncesi örnekler için, bkz.: La verile su r la questitm syriemıe s. 11-12,


15-16, 26, 28, 48-49, 77; Said, I, 43-46; Ahmed Cemal, M emories o f a
1914 öncesinde S uriye’de A rap m illiyetçileri ve O sm anlı
yanlıları arasındaki çatışm a rakip A rap seçkinleri arasındaki
çatışm adır. H er grubun m erkezinde Suriye toplum unun üst
tabakasının m ensuplan bulunuyordu ve bunlar bütün grupların
büyük bir bölüm ünü teşkil ediyordu. Bu üst sın ıf unsurların
orta sın ıf kökenli kişilerle ilişkileri söz konusuydu. Bahsi geçen
orta sın ıf O sm anlı yanlılarına nazaran A rap m illiyetçileri ara­
sında biraz daha önem lidir. N etice-i kelam , bu çatışm a esas
itibariyle Y akın D oğu toplum unun geleneğinin ürünüdür. Yeni
olan, çatışm anın ideolojik izahıdır.
19. yüzyıl öncesinde bu tür çatışm alar tanım lanm adan bı­
rakılıyordu ya da İslâm ’ın birbirine rakip yorum ları açısından
tanım lanıyordu. 19. yüzyıl boyunca Batı problem i Osm anlı
A rap siyasî sınıflarının entelektüel faaliyetlerini inhisarı altına
alacak kadar önem li olm aya başlam ıştı. Her bir ideoloji Batı
karşısında İslâm î D oğu’yu tanım lam ak ve tem ize çıkarm ak
problem ini m erkeze alarak fikirlerini takdim etm işlerdir. O nlar
sadece hedeflenen am aca ulaşm akta kullanılan araçlarda fark­
lılaşıyordu. O sm anlı yanlıları İslâm ’a ve D oğu’ya en iyi hiz­
metin O sm anlı İm paratorluğu’nun devam lılığını sağlam akta
olduğunu ileri sürüyorlardı. A rap m illiyetçilerine göre ise bu­
nun tek yolu A rapların İslâm içerisindeki kültürel ve dinî lider­
liğinin tekrar inşasıdır. S uriye’de O sm anlı devleti içerisinde
kazanılm ış haklara sahip olan A rap seçkinleri O sm anlı yanlı­
sıydı. Bu şansa sahip olm ayanlar ise A rap m illiyetçisiydi.
B öylece geleneksel seçkinler arası çatışm a yeni ideoloji açısın­
dan tanım lanm ıştır.
N e Arap m illiyetçiliğinin yükselişi, ne de D ünya Sava-
şı’nda Türklerin hezim ete uğram ası S uriye’yi idare eden zevat
üzerinde geniş çaplı bir değişikliğe sebep olm uştur. V e hatta
A rap m illiyetçiliğinin yükselişi ve A rap ayaklanm ası Arap
elitinin baskın bir grubunun O sm anlıcılık’a olan teveccühüne
halel getirm em iştir. Buna rağm en O sm anlı İm paratorluğu’nun
Türklerin yenilgisiyle tarihe karışm ası farklı bir m evzudur. Her

Tıırkislı Statesmen, 1913-1919, (New York: G. H. Doran C„ 1922), s. 58-


59. Savaş sonrası örnekler için bkz.: Said, II, 35-36, 125-126.
ne kadar O sm anlıcı A rapların siyasî m evkileri aniden çöken bir
ideoloji olan O sm anlıcılığı yaşatsa da, İm paratorluğun sonunu
engelleyem em iştir.
A rap m illiyetçiliği siyasî bir güç olarak İm paratorluğun
m u h telif A rap elit kesim inde başlam ıştı. A rap m illiyetçiliği ilk
ve tam zaferini, O sm anlı İm paratorluğu’nun D ünya S avaşı’nda
yenilm esinden sonra A rap eliti için A rap m illiyetçiliğinden
başka altern atif kalm ayınca kazanm ıştır.

EK— I: 1914 Öncesi Arap Hareketi’nin Suriyeli Üyeleri


B ilinen M illiyetçiler
A bdülham id ez-Zehrevi A bdurrahm an Şehbender
A bdülvahab el-İklizi A lbay H im si
Ali el-A rm enizi Celâl el-B uhari
Faiz el-H üseyin Hakkı el-A zm
H alit el-Berazi K ostantin Y ani
M uham m ed Raşid el-Rafı M uham m ed Kürd Ali
Ö m er el-C ezairi R efik el-A zm
Rüşdi el-Şam ah Şefik el-M üeyyed
Şükrü el-A sali

el-F atat
A bdülvahab M üyessir A hm ed Fevzi el-B ekri
A hm ed el-H üseyin A hm ed M eryud
A rif eş-Şihabi A hm ed Kadri
B ehçet eş-Şihabi C em il M erdam
Em in el-M üyessir Faiz eş-Şihabi
H alid el-H akim İsmail eş-Şihabi
M uham m ed Fahri el-B erudi M uham m ed Kâm il el-K assab
M uham m ed eş-Şüreyki M uhibiddin el-H atip
N esip el-Bekri Refik R ızk Sallum
Said el-Beni Sami el-B ekri
Seyfettin el-H atip Suphi el-H üseyni
Şükrü eş-Şurbji T ahsin Kadri
el-A hd
A bdülkadir Sirri A li Rıza el-G azali
A rif el-T avvam Em in Lütfı H afız
M uham m ed İsm ail et-Tabaki M uhiddin el-C ubban
M ustafa ei-V asfı Sadık el-C undi
Selim el-C ezairi Y ahya K azım Ebu eş-Ş erif

EK— II: Arap Milliyetçi Hareketinin Suriyeli Üyeleri,


1919-1920
Suriye G enel M eclisi
A bdulham id el-B urudi A bdülkadir el-H atip
A bdülkadir el-K ilani A bdurrahm an el-Y usuf
A hm ed el-A yyaşi A hm ed el-K adem m i
Celâl el-K udsi D ias el-C ircis
Faiz eş-Şihabi* Fahri el-B erudi*
Fatih el-M araşhi Fevzi el-B ekri*
Fuad A bdiilkerim H aşan Ram azan
H aşim el-A tasi H ikm et el-H eraki
H ikm et el-N ayali İbrahim H anuni
İzzet eş-Şavi İlyas Ü veyşik
H alil ei-B arazi* Halil E bu Rish
M ahm ud Ebu Rum iyah M ahm ud el-Faur
M ahm ud N edim M azhar Raslan
M uham m ed Fevzi el-A zm M uham m ed H ayr
M uham m ed el-M üçtehid M uham m ed eş-Şüreyki*
M unah Harun M üslim el-H asani
N aci Ali Abid N aşir el-M üflih
N uri el-C isr Sadullah el-C abiri
Suphi el-Tevil Ş erif el-D ervişi
T aceddin el-H asani T eodor Entaki
V asfi el-A tasi Y usuf el-K ayyali
Y usuf Liyanadu Zeki Y ahya
H iikiim et Ü yeleri
Abdülhamid el-Kaltakohi Abdurrahman Şehbender*
Ahmed Hilmi Alaaddin el-Durubi
Ali Rıza el-Rikabi** Faris el-Huri
Haşim el-Atasi+ Celaleddin el-Zühdi
Cemil el-Ulşi M ustafa Nimeh
Sati el-Husri Şükrü el-Eyyubi**
Yusuf el-Azma Y usuf el-Hakim

Askerî Görevliler
Ahmed el-Lehham A rif el-Tavvam*
Muhammed İsmail el-Tabbaki* M ustafa el-Vasfı*
Yahya Hayatî

M illî M üdafaa Komitesi


Abdulkadir el-Hatip+ Abdulkadir Sukker
Avni el-Kademani* Ayad el-Halebi
Cemil el-Merdam* Esad el-M alikî
Esad el-Muhayini Muhammed el-Nahhas
M uhammed Kâmil el-Kassab* Nasip Hamza
Sami Merdan Şükrü el-Tabba

Milliyetçi Cemiyetler
Abdulkadir el-Azm Adil el-Azma
A rif el-Hatip Esad el-Hakim
Fevzi el-Gazi Haşan el-Hakim
Hayreddin ez-Zirkani Hüsnü el-Barazi
İbrahim el-Mücahid İhsan el-Cabiri
Lütfü el-Rafai Muhyiddin es-Sadık
Müslim el-Attar M ustafa Barmada
M ustafa Şihabi Nabi el-Azma
Necip el-Armanizi Ömer Ferhat
Raşid Badunis Rıza el-Rifai
Sami es-Sarraç Tevfik el-Hayani
Tevfık eş-Şikakli Y usuf Yasin
Zeki el-Hatip Zeki el-Kadri

* 1914 öncesi milliyetçiler.


** 1914-1918 yılları arasında milliyetçi harekete katılanlar.
* Umumî Suriye Meclisi üyesi
E K — III: Y aş (D oğum Yılı İtib a riy le )

Dönem Ortası Ortalama Bilinen Bilinen Topl.


Miktar (%)
19 14 Öncesi Milliyetçiler
A çık 1865-80 1871 1871 5 29 17
el-Fatal 1885-98 1891 1891 7 29 24
el-Ahd yok yok 10
Toplam 1865-98 1886.5 1883 12 12 51
1919-1920 Milliyetçileri
Suriye Genel M eclisi 1869-92 1878 1880 5 13 39
Suriye Hiik. G örevlileri 1877-84 1883 1881-82 7 58 12
M illî M üdafaa Komitesi 1875-88 1881 1881 2 22 9
Diğerleri 1881-97 1888 1888 10 38 26
Toplam 1869-97 1883 1884 24 28 86

E K — IV : E ğiti m

1914 Öncesi 1919-1920


Arap M illiyetçileri A rap M illiyetçileri
Adet Bilinen Toplam A det Bilinen Toplam
(%) <%) (%) (%)
Batılı 5 17 10 4 12 5
Devlet 19 63 38 25 74 29
Geleneksel 6 20 12 5 15 6
O rta Öğretim 4 13 8 4 12 5
İleri Düzeyde 20 67 39 25 74 29
Toplam Bilinen 30 34
Bilinmeyen 21 41 52 60
Toplam 51 86
EK— V: Yaş ve Eğitim

Batılı Devlet G elenekse] O rtaögretiır Yüksek

D oğum Yılı Adet % A det % Adet % A det % A det % Topt.

I 865-1876
1914 öncesi Milliyetçiler 1 25 3 75 1 25 4

1919-20 M illiyetçileri 2 100 2 100 2

1877-1888

1914 öncesi Milliyetçiler 1 33 2 67 2 67 1 33 3


1919-20 M illiyetçileri 1 7 13 93 3 21 11 79 14

1865-1888
1914 öncesi Milliyetçiler 2 29 2 29 3 43 3 43 1 14 7
1919-20 M illiyetçileri I 6 15 94 3 19 13 81 16
1889-ı897

1914 öncesi Milliyetçiler 3 60 2 40 5 100 5


1919-20 M illiyetçileri 3 50 3 50 6 100 6
1865-1888 ve D oğum
Yılı B ilinm eyenler

1914 öncesi Milliyetçiler 2 8 17 68 6 24 4 16 15 60 25

1919-20 M illiyetçileri ! 4 22 79 5 18 4 14 19 68 28

EK— VI: Aile Statüsü

!914 Öncesi 1919-1920 Yılları Arası


Arap Milliyetçileri Arap Milliyetçileri
Adet Bilinen Toplam A det Bilinen Toplam
(%) (%> <%) <%)
Toprak Sahibi 22 63 43 31 53 36
Toprak Sahibi-Alim 9 26 18 24 41 28
Tüccar-Alim 1 3 2 1 2 1
Tüccar 2 6 4 1 2 1
Banker 1 3 2 1 2 1
Toplanı Bilinen 35 58
Bilinmeyenler 16 31 28 33
Toplam 51 86
EK— VII: Meslek

1914 Öncesi 1919-1920


Arap Milliyetçileri Arap Milliyetçileri
A det Bilinen Toplam A det Bilinen Toplam
(%) (%) (%) (%)
Toprak Sahibi 5 14 10 10 22 12
Toprak Sahibi-Ulema 2 4 2
Devlet Bürokrasisi
Din Görevlisi 2 4 2
Yönetici 3 8 6 5 11 6
M em ur 3 8 6 9 20 10
Toplam 6 16 12 16 35 19
Askerî Görevli 11 30 22 7 15 8
Ulema 2 5 4 1 2 1
Gazeteci 4 11 8
Profesyoneller
Avukat 5 14 10 3 7 3
Fizikçi 2 5 4 2 4 2
M ühendis 1 3 2 2 4 2
Eğitim ci 2 4 2
Toplam 8 22 16 9 20 10
Banker 1 3 2 1 2 1
Toplam Bilinen 37 46
Bilinmeyen 14 27 40 47
Toplum 51 86

EK— VIII: Gazeteciler, Profesyoneller ve Memurların


Aile Statüleri
Gazeteciler P ro f e s y o n e lle r Devlet Memurları
1914 öncesi 1919-1920 1914 öncesi 1919-1920 1914 öncesi 1919-1920
Arap Mil. Arap. Mil. A rap Mil. Arap. Mil. Arap Mil. Arap. Mil.
A det % Adet % A det % Adet % A det % A det %

T oprak Sahihi 1 13 5 56 5 83 6 43
Top. Sah.-U lem a 1 25 3 38 1 11 3 21
Tiiccar 1 25
Bilinm eyen 2 50 4 50 3 33 1 17 5 36
Toplam 4 8 9 6 14
EK— IX: Baba Mesleği

19I4 öncesi 1919-1920


Arap Milliyete' leri Arap Milliyetçileri
Adet Bilinen Toplam Adet Bilinen Toplam
<%) (%> <%> (%)

Toprak Sahibi 9 60 18
Toprak Sahibi-Ulema 3 17 4
Din Görevlisi 2 13 4 12 67 14
Yönetici 1 6 1
Ulema 3 20 6
Tüccar 1 7 2
Fizikçi 1 6 1
Banker 1 6 1
Bilinen Toplam 15 18
Bilinmeyen 36 71 68 79
Toplam 51 86
YEDİNCİ BÖLÜM

BÖLÜNME VE YANSIMALARI

Vatanseverlik, m illiyetçilik, O sm anlıcılık ve Arapçılık, mo­


dernlik ve geri kalm ışlık gibi kavram lar, O sm anlı İmparatorlu-
ğu ’ndaki siyasî sınıflar açısından A vrupa ile girilen ilişkinin bir
sonucu olarak tartışmalı kavram lar oluverm işlerdi. O sm anlı’mn
yabancı fikirleri ödünç alm ış olm ası inkâr edilem ez. Bununla bir­
likte, kültürel karşılaşm a kültürel taklide neden olacak yeterlilikte
de değildir. Zaten İslâm î Doğu, yabancının hayat tarzını en ufak bir
taklit arzusu olm aksızın ve hatta yakın bir ilgi bile duymaksızın
Hristiyan Batı ile yüzyıllardır karşı karşıya gelmişti. Bu ilgisizlik
Batı ile olan ilişkilerin zayıflığından kaynaklanm aktaydı. M odern
Ç ağ’ın ilk dönem leri boyunca O sm anlı İm paratorluğu’nda yaşayan
M üslüm anlar A vrupalıları, onların tüccarları, diplom atları ve sey­
yahları ve hatta sınır boylarındaki düşm anlıkları vasıtasıyla tecrübe
etmişlerdi. Y ine de ne barışçı, ne de askerî karşılaşm a Osmanlı
M üslüm anına yaşam tarzının gelişm eye ihtiyacı olduğu anlayışını
telkin etmem işti. Hem Arap, hem Türk M üslüm anlar birbirleriyle
bağlılıkları ve ayrılam azlıkları üzerine bir kim lik sahibi idiler.
Bunu G. E. von G runebaum ’un term inolojisi ile ifade edecek olur­
sak; onlar bir O sm anlı kim liğine sahip idiler. Hiçbir kişisel şüphe
taşım ıyorlar ve kim olduklarım ve nereye gideceklerini gayet iyi
biliyorlardı. O nlar, Peygam beri M uham m ed aracılığı ile insanlığa
vahiy gönderen tek ve gerçek A llah’a iman etm iş ve O ’nun kanu­
nunu kabul etm iş M üslüm anlardı. M uham m ed, A llah’ın peygam ­
berlerinin sonuncusu, en m ükem m eli ve en iyisi idi; böylecc M üs­
lümanlar A llah’ın yarattığı m illetler içinde de en iyi olanlardı.
Birçok insanın da doğru kabul ettiği gibi, O sm anlı İslâmî kimliği.
O smanlı İslâm toplum unun ve kültürünün yeterliliğini ve hatta
üstünlüğünü ifade ediyordu. O sm anlı M üslüm anının kendine bakı­
şı, kâfir A vrupa ile karşılaştığında bir sarsılm a geçirm iyordu. Hatta
bölge sakinlerinin en büyük tatmini elde ettikleri an, dış dünya ile
ilişki kurdukları andı. Y üzyıllar boyunca bu bölge önce M em lûklar
ve daha sonra 1517’den itibaren de O sm anlılar’ın yönetim i altında
bağım sız kalmıştı. Bu topraklar A vrupa ile kurulan pek çok ve
m uhtelif ilişki ağının sonucunda elde edilenden daha fazlasına
sahipti. A vrupalılar bu bölgede yerli halkın m üsam ahası ve kendi
terimleri ile ifade edecek olursak, yerel idarecilerin özgürce bah­
şettikleri kapitülasyonlar altında yaşam ışlardı. A skerî m evzularda
ise O sm anlılar 1357’den itibaren hem en hem en aralıksız iki yüzyıl
sürecek bir zaferler seriline başlam ışlardı.
O sm anlI’nın kendine güveni 18. yüzyılda AvrupalIların elde
etm eye başladıkları pek çok askerî zaferler neticesinde sarsılmıştı.
Ardı arkası kesilmeyen savaşlar, başta Rusya olmak üzere Hristiyan
A vrupa’nın ellerinde yenilgileri tadan m üm inlerin ordularına şahit
oluyordu. OsmanlIların karşılaştığı askerî veya diplom atik bu ye­
nilgiler, büyük ölçüde O sm anlı değil Avrupalı etkenlerden kay­
naklanıyordu. Y üzyıllar geçtikçe O sm anlı devletinin yönetim inden
mesul olan bazı zevat, gerçek inananların bilgiyi Frenklerden al­
ması gerektiği anlayışına kani olm uşlardı. K açınılm az olarak bazı
Osm anlılar da Batı’dan kurtulm ak için onun taklit edilmesi gerek­
liliğine inanıyorlardı. Doğal olarak, sultanlar, ordu komutanları ve
üst düzey yöneticiler O sm anlı ordu ve idare teşkilatlarının gelişti­
rilmesine A vrupa’dan ödünç alm akla başladılar. Bu gayretin başa­
rıya ulaşabilmesi için O sm anlılar A vrupa m alum atı ile eğitilmeli
idiler. Tüm bunların sonucunda, bugüne dek sürecek olan devlet
okullarının inşası, entelektüellerin m übadelesi ve A vrupa’dan
eğitimci getirm e ve öğrenci gönderm e faaliyetleri başlam ış oldu.
19. yüzyılın ortalarına kadar m ezkur faaliyetlerin büyük
mı yerine getirilmişti. Osmanlı yönetim i daha önce asi yöneticile­
rin nüfuzu altında olan ve şu an kontrolü sağladığı pek çok bölgeyi
yeniden hayata kavuşturdu. Her ne kadar en yüksek m evkide vali
bulunuyor olsa da M ısır hakikatte hâlâ bağım sız bir devletti, çünkü
daha önceki M em lûk beyleri valiyi daim a gözardı etmişlerdir.
Buna rağmen, hiçbir yerde A vrupa’ya karşı verilen savaş çok başa­
rılı olm am ıştır. Avrupalı güçlerin ortaya koydukları askerî ve dip­
lomatik faaliyetler Sultan’ın hor görülen Hristiyan tebaasının a-
yaklanm asına, özerklik elde etm esine ve nihayetinde de bağım sız­
lıklarını kazanm alarına yardım cı olmuştu. İm paratorluğun içinde
ise Hristiyan tebaanın talepleri ve Avrupalı güçlerin baskısı sonucu
O sm anlı Devleti tebaanın haklarını ve imtiyazlarını sağlayacak
kanunlar yapm ak ve m ahkem eler kurm ak zorunda kaldı. Bu,
M üslüm anların gözünde A llah’ın kanunlarını ihlâl anlam ına geli­
yordu. İm paratorluk içinde yaşayan AvrupalIlar kibirlenmeye
başlam ışlardı. Tüccarlar ve m üteşebbisler kendilerine daha önce
kapitülasyonlarla bahşedilen haklan da aşan im tiyazlar istiyor ve
alıyorlardı. Hristiyan m isyonerler açık açık M uham m ed’in bir
sahtekâr olduğunu iddia ederek M üslüm anları H ristiyanlaştırmak
için İm paratorluğa gelmişlerdi bile.
Batı’nın baskısının 19. yüzyılda yoğunlaşm ası ve aslî bir de­
ğişim geçirmesi farklı bir tür kültürel ödünç alm ayı beraberinde
getirdi. A skerî ve İdarî uygulam aları ve Batının askerî, ulaşım ve
iletişim teknolojisini, büyük oranda Batı yöntem leri, ürünleri, fi­
kirleri ve kavramları takip etti. Herşeye rağm en saik aynı kaldı.
Hem Mısır, hem de Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa ile iyi
ilişkiler geliştirilm esi ve haklarında iyi şeyler yazılm ası konusunda
hemfikirdiler. Bu nedenle, gerek tüccar, gerekse m isyoner olarak
daha çok A vrupalı’yı İm paratorluk’ta kabul etm ek onlar için zarurî
idi. Bu, Hristiyan tebaanın problem leri ile birlikte, M üslüman ve
gayrim üslim arasındaki yasal ayrılığı kaldıran ve B atı’daki çağdaş
liberal fikirlerle m ücehhez m ahkem elerin kurulm asına ve Avrupaî
ticarî ve ceza kanunlarının İm paratorluğa girişine neden oldu.
Kısmen de olsa Batıyı etkileme arzusundan dolayı idareciler gerek
kendileri örnek olarak, gerekse zorla Batı tarzı elbiselerin giyimini
ve Batılı malların tüketim ini teşvik ettiler. Batı malları ve Batı tarzı
kısm en bu politikaların veya belki de büyük oranda A vrupa ürünle­
rinin artan ucuzluğunun sonucunda bölgeye geldi.
Batılılaşma taraftarlarının ortaya koyduğu apaçık nedenlere
karşı koym aksızın, teşebbüs edilen Batılılaşm a hareketi samimi bir
şekilde devam etti. Bu samimiyet, hukuki ve ideolojik kültürün
adapte edilmesi sırf göz boyam ak için değil' başarılı olması için

' Yakın Doğu’nun Batı'ya karşı verdiği tepki üzerine yapılan sistemaktik araştır­
malar arasında bilhassa şunlar önemlidir: H. A. R. Gibb, M odem Tıends in lalam
(Chicago: University o f Chicago Press. 1945); G. E. von Grunebaum, İslam:
yapılıyor inancından kaynaklanıyordu. Her olayda, dünyevî başa­
rıların sırrı olarak tercih edilen fikirler ve ideolojiler görülüyordu.
Batılılaşm a taraftarları için AvrupalIların gücünün temel harcı,
A vrupa uluslarının vatanseverlikleriydi. Bir O sm anlı veya Mısır
veya Arap vatanseverliği de aşağılanan ve geri kalmış halklar için
aynı görevi ifa edebilirdi. Kanun önünde eşitlik ve laiklik arzu
edilen vatanseverliğin zarurî unsurları olarak belli belirsiz alındı.
Parlam enter yönetim in belli bir çekiciliği vardı. Bunun karşılığında
20. yüzyılda toplum sal reform ve sosyalizm , ölm ek üzere olan
Arap ulusu tarafından iyi bir şekilde kullanılabilecek2 ve aslında
Batı gücünün de sırları olan kavramlardı.
Ayrıca, Batı kültürü dış düşm anlara karşı verilen m ücadele­
deki faydasının ötesinde bir çekiciliğe sahipti. Üç aşağı beş yukarı,
birçok Osmanlı ve A rap Batı hayranı, Batılıların ve Batılı hayat
tarzının kendilerinden daha üstün olduğuna kani olmuşlardı. Büyük
oranda Batı sosyal adaleti ve fizik bilimleri anlam ına gelen Batılı­
laşmanın başlangıcında Batı adaleti ve Batı bilimi ateşli hayranlar
bulmuştu. Bu hayranlık eşit derecede veyahut daha az önemi haiz
bir düşünce ile harman edilmişti: Batı’yı taklit etm e iştiyakının, bir

Essays uı the Nature and Grınvth o f a Cultural Tradition, American


Anthropological Assosiation Memoir, no. 81; The American Anthropolugist,
LVII, no. 2. Kısım: 2 (April, 1955). s. 185-246 ve yine Grunebaum’un M odem
İslam: The S ea rch fo r Cultural Identity, (Berkeley ve Los Angeles: University of
Califomia Press, 1962); Wilfred Cantwell Smith, İslam in M odem History,
(Princeton, N. J.: Princeton University Press, 1957); Nadav Safran, Egypl in
Search o f Political Commıınily, Harvard Middle Eastem Studies, no. 5
(Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 1961); Albert Hourani, A rabic
Thought in tlıe Liberal Age, 1789-1939 (Londra: Oxford University Press, 1962);
İbrahim Abıı-Lughod, Arab R ed isa n ery o f Europe, Oriental Studies Series, no.
22 (Princeton, N. J.: Princeton University Press, 1963); Bemard Levvis, The
M iddle E a sta n d Ilıe Wesl (Bloomington: İndiana University Press, 1964).
2 Sosyalistler kendilerinden öncekilerin yaptığı gibi bir sistemleştirme teşebbü­
sünde henüz bulunmadılar. Bkz.: Leonard Binder, “Radical Reform
Nationalism in Syria and Egypt”, The M üslim World, XLIX (1959), s. 96-110,
213-231; Malcolm Kerr. “Arab Radical Nations o f Democracy”. Sı. A n to n y’s
Papers. no. 16, Middle Eastem Affairs, no. 3 (Carbondale: Southern Illinois
University Press, 1963), s. 9-40 ve avnı yazarın “The Emergence o f a Socialist
ldeology in Egypt”, The M iddle Eust Journal, XVI (1962), s. 127-144; ve
Sylvia G. Haim (der.) A rab Nationalism : An Antholoj>y, (Berkeley ve Los An­
geles: University o f California Press, I962)'de Baasla ilgili seçmeler.
parça öne geçm e ve tersine kendini geri kalmış hissetm enin ötesin­
de kökleri vardı.
Tüm diğer kim likler gibi O sm anlı M üslüm anının kimliği de,
taşıyıcılarını A llah’ın yarattıklarının doruğuna yerleştiriyordu.
Frenkleri taklit etm e ihtiyacı bu kimlikle bağdaşm ıyordu. Haki­
katte Batı kültürünü daha üstün görüp hayran kalanlar için rahat­
sızlık verici bir kim lik yoktu. Batı ile olan Osm anlı ve Arap ilişki­
sinin güç ve zafer elde etm e üzerine kurulm ası şaşırtıcı değildir.
T ahtavi’den Baasçılara kadar pek çok entelektüelin çalışm alarında
görülen ortak mühim tem a güç ve zaferin M üslüm an D oğu’dan
Hritiyan B atı’ya intikal ettiği şeklindedir. A slen M üslümanlara,
O sm anlılara veya A raplara ait olan güç ve zaferi Batı haksız bir
şekilde elde etm iştir tarzında bir genel kabul vardır. Kısacası, 19.
yüzyılın başlarından itibaren ardarda sunulan kim likler bir zararlar
silsilesini beslem iş oldu. Sonunda da Batıcı aydınlar kendilerini
zaafa uğramış kimliğin savunm asına adadılar.
Yaralı bir kimliğin savunulm ası, iki topluluk veya kültürel
grup arasındaki bariz farklılığı tevil eden ve bu uçurumun hemen
kapanması gerektiği inancını aşılayan bir teoriye gerek duym akta­
dır. Bu duygusal teselli ihtiyacı, hem m ateryalist Batı ile manevî
Doğu arasındaki farklılığı ortaya koyan muhafazakârların ve hem
de M odern A vrupa m edeniyetini İslâm ’a atfeden modernistlerin
tutum unun kaynağıdır. M arksist sosyalizm in unsurlarındaki çeki­
cilik de aynıdır. Burada, yine Batı düşüncesinin bir kolu Arap
kim liğinin savunulm asına uyarlanmıştır. H obson-Leninist em per­
yalizm teorisi, B atı’nın büyüklüğünün A rapların sömürülmesi
sonucunda oluştuğu tezini açıklar. A çıkça A rapların kaybettikleri
güç ve zaferi tekrar elde etm e yolu em peryalizm in sona ermesine
bağlıdır. A yrıca çağdaş Arap aydınları daha öncekilerin parlemento
ve rasyonalizm in kökenlerinin İslâm ’da olduğunu gösterm elerine
benzer şekilde kolayca sosyalizm in kökenlerinin de İslâm ’da oldu­
ğunu gösterm işlerdir.
O smanlı kimliğinin savunulm asında İslâm ön plâna çıkarıl­
mış ve yüceltilm iştir. Arapçılık bizatihi bir İslâm savunması olarak
neşv-ü nem a bulmuştur. A rapçılık savunucuları İslâm ’a eski gücü­
nü ve ihtişamını geri kazandırm ak için, uyanm ış bir Arap ulusunun
zarurî ve restorasyon şartı için yeterli olduğunu iddia ediyorlardı.
Bir İslâm savunusu olarak sunulduğunda bile A rapçılık O sm anlı­
cılığın taşıdığı cazibeyi taşıyam am ıştı. Sadece I. D ünya Savaşı ve
sonrası, O sm anlıcılığı geçersiz bir politika haline dönüştürdüğünde
Arapçılık A raplar arasında baskın bir kim lik oluverdi. Türkler
arasında ise Osm anlıcılığın yerine ikame edilen Türkçülük benzer
bir işlev görmüştü. O sm anlıcılık ve Arapçılıktaki İslâm vurgusu
pek çok kişiyi, çok şükür ki diğer dinlerde olm ayan ancak İslâm ’ın
tabiatında barındırdığı bazı taassupların sonucunda, sırf dinî bir
fanatizm olarak A rapçılığı ve A rap İslâm m odem izm ini terk etme­
ye teşvik etmiştir. Y ine de İslâm savunusu bir din savunusu ol­
m aktan ziyade bir kültür savunusu olarak karşım ızdadır. Ö nem ine
rağmen dinden vazgeçilebilir, ancak yaşam şekli ve halktan asla.
İslâm savunusu hiç de şaşılacak bir tavır değildi. Osmanlı
kültürü hem genel anlam da kapalı, hem de m isyonerlerin ve Lord
C rom er gibi Batılı gözlem cilerin cüm lelerinde olduğu gibi açıkça
Batı tarafından saldırıya uğramıştı. O sm anlı kültürünün en bariz
özelliğini haiz İslâm özel bir hedefti. K açınılm az olarak D oğu’yu
savunm ak İslâm ’ı savunm ayı gerektiriyordu. B atı’da bizatihi bir
çok milliyetçi, ulusları ve kültürleri için m erkezî bir yer işgal etti­
ğini düşündükleri dinin savunulm asına yönelm işlerdi. Bunun öte­
sinde siyasî ve kültürel karşılaşm anın neticesinde (basit bir dinî
fanatizmin değil) ortaya çıkan karışık psikolojik güdülerin önceliği
kendini iki ayrı olguda gösterm iştir; Hristiyan A rapların tutum u ve
İslâmcı teorilerle seküler teorilerin fonksiyonel benzerliği.
19. yüzyılda pek çok Hristiyan A rap entelektüeli Doğu
A vrupa’dan daha aşağı olduğu tezini reddederek M üslüman Türk
ve Arap kardeşleri ile aynı savunm ayı yapıyorlardı. Faris al-Şidyak
gibi bazı aydınlar bunu gösterebilm ek için m uhafazakâr Osmanlı
kimliğini kabul etm iş ve hatta İslâm ’a girm işlerdi. Edip İshak gibi
diğer bazı Hristiyan A raplar da A vrupa’nın üstünlüğünü reddedi­
yorlar ve “Aydınlanm anın vatanı” olarak “dünyanın şeklini ve
insanoğlunun şartlarını değiştiren dinî ve siyasî hareketlerin kay­
nağı olan” Doğu ile iftihar ediyorlardı. Y ine de Doğu bir gerileme
içerisinde idi ve evvelki büyüklüğünü yeniden elde edebilmesi
ancak Fransızların yaptığı gibi m illî bir uyanışla olabilirdi.3 Arap-

3 llristiyanlar ve Avrupa’ya karşı gücenmeleri ve Protestan misyonerleri hak­


kında dalıa fazla bilgi için bkz.: A. L. Tibawi. “The American Missionaries in
Beirut and Butros Al-Bustani”, Sl. A ntım y's Ptıpers, no. 16, s. 166, 170-173;
ve aynı yazarın British hıterest in Palestine. 1800-1901: A Stııdy o f Religfaıts
çılık teorisinin revaç bulup yükselm esini m üteakiben bazı
Hristiyan A raplar bu teoriyi değiştirilm iş bir şekilde kabul ettiler.
1914’ten önce N edre el-M ıtran gibi bazı H ristiyan Araplar, Arapla-
ra büyüklüğü verenin İslâm olm ası hasebiyle İslâm ’ın Arapçılık
düşüncesindeki mühim rolünü zımnen daim a kabul etmişlerdi.
1930’a kadar da Hristiyan Arap m illiyetçiler açıkça şu teoriyi
savunageldiler: İslâm “ ilk büyük A rap fetihlerindeki saik güçtür ve
A rapların m odem zaferi de onunla tesis edilecektir”/
Elbetteki bazıları çıkıp bu H ristiyan A rapların M üslüm an bir
çevreyle kuşatılm ış olmalarını ve M üslüm an çoğunluğa yabancı­
laşmaktan uzak durm ak zorunda kalm alarını anlayan realistlerden
çok farklı olm adıkları iddiasına itiraz edebilirler. Bu argümanın
bazı doğrulan ihtiva ettiğine şüphe yok. Ö rneğin, İslâm ’ı Arapçılı-
ğın zarurî bir parçası olarak kabul eden Hristiyan Arapların büyük
bir kısım Filistinli ve Suriyeli’dir; yani, kendilerine ait bağım sız bir
siyasî hareketi ummayan ve bölgede ufak bir azınlık olarak yaşa­
yan yerli Hristiyanlar. Bundan da öte, Lübnan H ristiyanları Arap
hareketine toplu bir katılım gösterm em işlerdir. Bunun yerine, ce­
surca bağım sızlıklarını savundular ve hatta bir “phoenicionism ”
teorisi bile geliştirdiler, yani bir tür Lübnan m illiyetçiliği. Şu anda,
Arapçılığın tam anlam ıyle kabul görm ediği L übnan’ın bağım sız ve
öncü bir siyasî rol üstlenebilecek kadar büyük ve m ühim bir
H ristiyan nüfusu barındıran bir Arap bölgesi olduğunu görm ek
önem lidir.
Y ine de, Lübnanlı da olsalar H ristiyanların büyük ve mühim
bir oranının ateşli Arap milliyetçisi oldukları gerçeği orta yerde
durmaktadır. 1943’ten beri özel bir tür olan Hristiyan ağırlıklı
Lübnan milliyetçiliği baskın bir ideoloji olm uştur. Lübnan bağım­
sız olmalı, Arap birliğinin bir parçası olm am alı ancak “Arap yüzü­
ne de” sahip çıkmalıdır. Bunun sebebi kısm en siyasîdir, ancak
A rapçılık bu sıfatıyle Hristiyanlar için bir cazibe olm adıkça da
siyasî olm ayacaktır. İslâm A rap kültürünün bir parçasıdır. Bu yüz­
den Hristiyan olsa bile bir A rap kendisini İslâm ’la tanımlar.
1948’de bazı Lübnanlı Hristiyan dostlarım M üslüman
H aydarabad’ın H intliler tarafından işgaline çok üzülm üşler ve

a nd Educational Enterprise (Nevv York: Oxford University Press, 1961), s. 9-


1 2,21 -2 8 ,8 9 -1 1 6 , 175-177.
Oriente M odem o, X ( 1930), s. 57.
içgüdüsel olarak dünyanın bir ucunda yaşayan ve hatta Arap bile
olm ayan bu M üslüm anların tarafında yer almışlardı.
Hristiyan A raplar A rapçılık düşüncesinde İslâm ’ın özel bir
yer tuttuğu teorisini kabul etm eye yanaşır yanaşm az, M üslüman
A raplar da Arap ulusunun İslâm öncesi başarılarına vurgu yapm a­
ya başladılar. A rabistan’ın Samilerin asıl yurdu olduğunu ve kadim
büyük m edenî Sami halkların belirli aralıklarla A rabistan’dan göç
ettiğini savunan “Sami kökenlere ilişkin dalga teorisi”ni kabul
ederek Sam iler A raplarla eşit sayıldı. Böylece Babil ve Yunan
öncesi D oğu’nun diğer m edeniyetleri Arap ulusunun insanlığa bir
armağanı olarak öne sürüldü. Her ne kadar bu M üslüm an A raplar
Hristiyan kardeşleri ile Arapçılığm İslâm î kökenini terkederek bir
araya gelseler de, teorilerinden İslâm ’ı uzaklaştırmadılar. Hatta
İslâm A rap ulusunun şerefli zaferi olarak kalm aya devam etti.
Diğer yandan bu M üslüm an A raplar İslâm öncesi A rap ulusunun
büyüklüğündeki kökenleri araştırarak A rapçılık düşüncesine
seküler bir unsur da katmış oldular.
Benzer bir kim lik savunm asını seküler T ürkçülük’te de gör­
mek m ümkündür. 19. yüzyılın ikinci yarısında bazı Türkler, Türk
dili, Türk tarihi ve Türk kültürü ile İslâm ve O sm anlI’dan uzak bir
şekilde ilgilenm eye başladılar, 1913’e kadar başta Ziya G ökalp
olm ak üzere bazı teorisyenler bir Türk m illiyetçiliği teorisi geliş­
tirmişlerdi. Herkesin malumu olduğu üzere bu teori, M ustafa Ke­
m al’in öncülüğündeki bir hareketin tesis ettiği yeni Türkiye Cum-
huriyeti’nde hayat bulmuştur.
Bu yeni Türkçülükte, aslî sa f İslâm ve onun diğer yaşam şe­
killerine olan üstünlüğü kayboldu; Türklerin esas büyüklüğü ve
üstünlüğü devam etti. Yeni Türkler “hars”, “m edeniyet” ve “din”
arasında ayırım yaptılar. Hars m ühim dir. Bir halkın ve eninde
sonunda modern bir ulusun hayatî ruhudur. Osmanlı
m odernistlerinin M üslümanların daha önceki üstünlüğünü saf
İslâm ’a ve m üteakip gerilem esini de İslâm ’ın yozlaştırılm asına
atfetmeleri gibi, Ziya G ökalp de O sm anlI’nın büyüklüğünün
saiklerini “halk kültürü” nde bulmuştu. O na göre O sm anlI’nın ge­
rilemesinin saikleri ise bu harsın İslâm ve O rta Doğu medeniyetin-
ce gölgelenm esindedir.5 Osmanlı m odernistlerinin İslâm ’ın daha

5 Ziya Gökalp. Tıııkislı Naliımalism and Weslern Civilizaliım, tercüme eden ve


yayınlayan Niyazi Rcrkcs (Ne\v York: Colombia University Press, 1959), s. 90.
önceki üstün konum una dönebilm esi için sa f ve sahih İslâm ’a
dönüşü tavsiye etm elerine benzer şekilde, G ökalp de aynı reçeteyi
Türklerin büyüklüklerini yeniden elde edebilm eleri için tavsiye
ediyordu. “K endim ize ait bir ruhla yeni bir m edeniyet yaratm alı­
yız” diyordu; bunu söylerken henüz Türkü O sm anlI’dan ayırma-
mıştı bile. “ Bu m illî Osmanlı m edeniyeti A vrupa medeniyetinin
kıskançlığını doğuracaktır.” Türklerin AvrupalIları geçeceğine dair
bir şüphesi yoktu. Şöyle devam ediyor: “A vrupa medeniyeti bozuk
ve çürük tem ellere m ebnidir ve yıkılm aya mahkum dur. Bu yeni
medeniyet alkol ve ahlaksız bir yaşantı ile m aneviyatını m ahvet­
meyen, aksine şanlı savaşlarla güçlenen ve gençleşen Türk ırkı
tarafından yaratılacaktır.”6 Bu teori ile tam bir uyum içerisinde
M ustafa Kemal Türklerin tüm m edeniyetlerin kurucuları oldukları­
na dair dilsel ve tarihsel teoriler ortaya attı.7
S af seküler teorisyenler bile İslâm cılarla aynı amacı taşıyor­
lardı. En ilginç örneklerinden birisi de Taha H üseyin’in Mısır
kültürünün A kdeniz doğasına dair yaptığı izahattır. H üseyin’in
fikirleri tam am en İslâm î bakışa m uhalif gibi görünse de aynı niyeti
taşımaktadır. H üseyin’in ana am acı M ısır kültürünün rasyonel ve
böylece modern yaşam ın talepleri ile aynı olduğunu ispat etmektir.
Daha önce defalarca m ütalâa edildiği üzere M arksist teori benzer
şekilde İslâmî Doğu ile kapitalist Batı arasındaki ayırım ı tevil etme
ve gelecek için um ut verme aracı olarak popüler bir yer tutmuştu.
Osm anlıcılık ve A rapçılık Batı A vrupa’dan ödünç alınmıştır,
ancak ödünç alanların kendilerine özgü am açları vardı. Batılı kül­
türel unsurların genel anlam da kullanılm ası gibi sosyal ve toplum ­
sal kavram lar olan vatanseverlik ve m illiyetçilik de O smanlı Do-
ğ u ’yu Hristiyan B atı’ya karşı güçlendirm ek için alınan araçlardı.
A ncak bu ödünç alm a ihtiyacı, A vrupa’nın bariz terakkisi ve gücü­
nün, D oğu’yu aşağılıkla suçlam ası ile birlikte O sm anlılar’da sebep
olduğu güçlü hisleri bertaraf edecek bir şekilde adapte edilmesini
sağlam ıştır. Bu hissi ihtiyaç söm ürgecilik karşıtlığından bile daha

6 Uriel Heyd, Foundation.'! o f Tıtrkish Nationulisnı: The Life and Teachings o f


Z i\a Gökalp (Londra: Luzac and Conpany, Ltd., and The Harvill Press. Ltd.,
1950), s. 78-79.
7 Bernard Lewis, ■'History-Writting and National Revival in Turkey”, M iddle
E ustem Affairs, IV (1953), s. 224-227; Ettore Rossi, “Venticinque anni di
rivoluzione dell'alfabeto e venti di riforma linguistica in Turchia”, Orieııte
M oderno XXXIII (1953), 378-384.
mühim di. O sm anlıcılık tam am en Osm anlı İm paratorluğu’nun
herhangi bir M üslüm an toprağının herhangi bir Avrupalı güç tara­
fından işgalinden önce gelişmişti. A rapçılık bile, A rap m illiyetçile­
rinin Arap olarak gördüğü bir ülkenin herhangi bir Avrupalı güç
tarafından ele geçirilm esinden önce ortaya atılmıştı. Osmanlılar,
AvrupalIların sadece askerî ve siyasî olarak değil refah ve bilimde
de ileri olduklarını görebiliyorlardı. M uhafazakârlar bunu reddet­
miş; m odernistler kabul etm elerine rağm en tevil etmiş; sonuçta
hepsi bu olaya gücenm işlerdi: Çünkü hepsi zât-ı şereflerinin iki
paralık olduğunu hissediyordu. Hristiyan bir A rap olan Osmanlı
m odernisti Edip İshak şunu itiraf ediyordu: Vatan ve millet sevgi­
sinin kaynağı “kişinin kendini sevm esi”dir. Açıklam asını şöyle
sürdürür: “ Bir vatana ait olm ak vatanı ve orada yaşayan kişiyi bir
zât-ı şe re f bağı ile birbirine bağlar ve o (kişi) vatanın üstüne titrer
ve onu savunur, tıpkı babasına kızm asına rağm en onu savunan
birisi gibi.” Kendisini ve vatanını sevdiğinden dolayı İshak, A vru­
pa’dan bir şeyler öğrenmeyi çok arzu ediyordu. “Bir Fransız İhtilali
tarihî yazam adık” diyor “hatırlayan ve iyice düşünen bir ulus için
ders ve ibret olarak onu bize hatırlatm ası dışında. V e zulüm altında
inleyen ve zulüm den kurtuluş özlemi duyan insanları bilinçlendir­
mesi; ondan da önce insanlar nasıl bu gayeyi başardılar ve zayıf­
lıktan güce, alçaklıktan azam ete, kölelikten özgürlüğe nasıl geçtiler
ve nasıl baş kaldırdılar ve nasıl ruhlarını sevindirdiler...”
O sm anlı İm paratorluğu’nun hem fiziksel, hem de duygusal
bütünlüğünü savunm a ihtiyacı Batılılaşm a ve m illiyetçiliğin alın­
m asındaki tek saik değildir. Aynı derecede önem i haiz bir diğer
husus da iç politikadır. Osmanlı siyasî sınıflarının hemen hepsi
yabancı tehdide engel olm a ihtiyacında hem fikir iken bunun nasıl
olacağına dair program lar ve liderler üzerinde ayrı düşünüyorlardı.
Her ne kadar sık sık unutulsa da iç bölünm e ve uyuşm azlık insa­
noğlunun veya cem iyetlerin evrensel bir gerçekliğidir. A vrupa’nın
gücü apaçık görüldüğünden, Osm anlı toplum liderliği için müca-
dclc veren m uhtelif zevat, rakipleri ile m ücadele verirken A vrupa
kültür unsurlarının ne kadar kullanışlı olduğunu göz önünde bu­
lundurm aya başladılar.
Sünnî İslâm teorisinde, Allah hakimdir. H ukuk A llah’ın in­
sanlara gönderdiği vahiyden başka bir şey olam az. M üslümanlar
(yani, A llah’ın elçisi M uham m ed vasıtasıyla A llah’ın insanlara
gönderdiği vahye, dolayısıyla A llah’ın iradesine teslim olanlar)
M uham m edi vahyin değişm ez kanununa itaat etm ek mesuliyetin-
dedirler. İktidar sadece bu kanunu uygulam ak için vardır, A llah’ın
zaten m ükem m el bir şekilde insanlara gönderdiği hukuk dışında
yeni bir hüküm koyması için değil. İdarecinin kanun koyucu ol­
maması bir yana, kanun üzerindeki son otoritelerden birisi dahi
değildir. İlk dönem lerde, kanunun bekçileri ve kanun üzerindeki
otorite ulem a idi. Yine de iktidarın gücü mutlaktı.
İdeal anlam da tüm M üslüm anlar bir iktidar altında birleşm e­
lidirler, çünkü hukuk aynıdır ve bu yüzden iman tek bir cem aat
oluşturmuştur. Y ine ideal anlam da bu iktidarın İslâm cemaatinin
ilk idarecisinden (M uham m ed) itibaren apostolik* bir sıra ile hük­
m etmiş meşru bir hükümdarı olmalıdır. H akikatte M üslüm anlar ilk
dönem lerde tek bir idareci altında birleşm işlerdi ve Sünnî siyasî
teori bu idarecinin (halifenin) ve iktidarının (hilâfetinin) idealleşti-
rilmesidir. Yine de 14. yüzyıla kadar evrensel bir hilâfet sadece bir
anı idi. M üslüm anlar ve İslâm î iktidarlar o dönem de sultanlar tara­
fından idare ediliyordu. M üslüm an hukukçular yeni şartları karşı­
lamak için teoriyi değiştirm e eğilimi gösterdiler ve değiştirebiİdi­
ler. Artık şu iddia ediliyordu: Halife ve hilâfet sadece kısa bir dö­
neme mahsus olan İslâm ’ın ilk dönem indeki Asrı Saadet’te ger­
çekleştirilebilm iş ideallerdir. O zam andan itibaren müminler, sırf
gücü elinde tutanlarca, yani sultanlar tarafından idare edilm işlerdir
ve tek bir idareci altında birleşm e ihtiyacı duym am ışlardır. Ulema
tarafından korunan ve şerh edilen kanun cem aatin birliğini sağla­
m aya devam etti. Sultan kanuna saygı gösterdikçe ve onu uygula­
dıkça iktidarı m eşru idi. Böylece Sünnî iktidar, sadece hüküm darın
kanunu uygulam a sorum luluğu ile sınırlandırılm ış m utlak bir yö­
netimdi.
İslâmî devlet başından beri şahsî bir devletti. İdarecinin yasa
koym am a ancak m evcut yasayı uygulam a genel sınırlılığı içerisin­
de, hilâfet olsun saltanat olsun tüm yönetim ler sırf idarecinin şahsî
sahası idi. B ir,taraftan askerler ve bürokratlarla desteklenirken
diğer yandan ulemanın yardım ını görüyordu, ancak onları atayan
veya görevden alan yine o idi. H üküm darın kim olacağına bile
idarecinin bizatihi kendisi karar verirdi. Elbette ki bir veraset usulü

Apostolik'. Havarilerin özelliğini taşıyan— ç.n.


ve geleneği vardı; ancak bunlar veraset veya hilâfetle ilgilenen ve
“iktidar ona sahip olan ve elinde tutana aittir” düsturunu kabul
eden hukukçuların form üllerinde görülm üştür. İşin tasarruf hakkı
kaçınılm az olarak tehlikelidir ve m utlak hüküm ranlık sadece kısa
dönem ler için uygulanabilir. O ndan önceki halifeler gibi Osmanlı
sultanları da, gücü sarfetm e hakkını diğerlerine vererek işin gü­
venliğinden emin olabiliyorlardı. G erek sultan, gerek vezir-i âzam
olsun başarılı bir idareci, yüksek zevattan m üteşekkil bir koalisyo­
nun başı olarak ülkeyi idare etmiştir. Sık sık vuku bulduğu üzere,
memuriyeti yüklenenler kendi çıkarlarını nadiren toplum un çıka­
rından ayrı tutm uşlardır. Hükümetin başarısı istihdam ve zenginlik
için en emin yoldu. Bugün bile Yakın D oğu’da hüküm et harcam a­
ları özellikle ücret ve maaşlar, m odem Batı ülkelerinde görülenden
daha fazladır ve milli gelirin büyük kısmını oluşturm aktadır. O s­
manlI İm paratorluğum da m em uriyet daim a maaş ve bahşişin,
arasıra ticarî monopolilerin ve özellikle birisi başarılı olduğunda
ise arazinin tasarruf hakkının kaynağı idi. G enellikle bir şeye malik
olm ak önceki yönetim in değil, idarenin sonucudur.
Geleneksel Yakın Doğu yönetim i çoğu zam an geniş toprak
sahiplerinin ellerindekinin korunmasını sıkıca kontrol eden idareler
olarak tasvir edilir. M odem çağda toprak sahipleri en mühim in­
sanlar oluverdiler, ancak bürokrasiden, ordudan, ilmiye sınıfından
ve hatta iş dünyasından da uzak kalmadılar. Arazi devletin mülkü
olduğundan, devleti yönetenler de — bürokratlar, askerler ve ule­
ma— genellikle arazinin kontrolünü ellerinde bulunduruyorlardı.
Sık sık vaki olduğu üzere, siyasî m evkinin kaybı arazinin kaybı
anlam ına gelirdi. Seçkin aile üyelerinin mevki elde etmede büyük
avantajları vardı, ancak önde gelen aileler arasında da şiddetli bir
rekâbet söz konusu idi. Örneğin Kevakibi, Kutsi ve Cabiri arasında
vuku bulan ve H alep’teki İlmî m evkilerin kontrolü için yapılan
daim î rekabeti düşünün. Mevki için çok fazla toprak sahibi, bürok­
rat, asker ve alim vardı.8 Pek çok çiftçinin arazisi yoktu, ancak
buna rağmen tüm arazileri elinde bulunduran küçük bir grup da söz

8 Toprak sahibi, bürokrasi vc iş dünyası arasındaki bağlantılar için krş.: VVilliam


Morris Carson, “The Social History o f an Egyptian Fr.ctory”, The M iddle
Eıısrern Journal, XI (1957), s. 361-362. 363 ve Morroe Berger, Bureaucracy
and Sociely in M odem Egy/rt. Princeton Oriental Studies, Social Science no. 1
(Princeıon, N. J.: Princeton University Press, 1957), s. 15,44-45, 106-111.
konusu değildir. Örneğin Suriye’de 1945 sonunda ziraî arazi şu
şekilde dağılmıştı:
Kiiçük arazi sahipleri (10 hektarın altında) %15
Vasat arazi sahipleri (10-100 hektar) %33
Büyük arazi sahipleri (100 hektarın üstünde) %29
Kamu arazisi %23
V asat arazi sahipleri büyük toprak sahiplerinden biraz daha
fazla araziyi ellerinde bulunduruyorlardı. Y ine de 500 hektardan
fazla araziye sahip olanlarla 100-500 hektara sahip olanlar arasın­
daki fark, 100-500 hektarla 50-100 hektar arazi sahipleri arasındaki
farktan fazla idi. Büyük arazi sahiplerinin en az yarısı 500 hektar­
dan daha az araziye sahiptiler. Sonuçta, 500 hektar üzerinde alana
sahip olan büyük arazi sahipleri hakikatte toplam tarım arazisinin
% 1 5 ’inden fazlasına sahip değildi.9 Suriye’de herhangi bir yerde
olduğu gibi, kendi aralarında şiddetli bir rekabeti doğuracak çok
sayıda toprak sahibi aile mevcuttu.
H ükümet istikrardan uzaktı ve m em uriyetin tasarruf hakkı ol­
dukça tehlikeliydi. Üst sınıfta herhangi bir anda, belli bir işi yapa­
bilecek insan sayısından çok daha fazla kişi mevcuttu. En küçük
vilâyet yönetim inden m erkezî bürokrasiye kadar iktidarın her biri­
mi ciddi bir m uhalefetle karşı karşıya idi. M emuriyeti elinde bu­
lunduranlar kaba kuvvete başvurdukça, diğerleri de aynı şeyi yapa­
biliyordu. Böyle zam anlarda silahların devlet güçlerinin özel tasar­
rufunda bulunm ası oldukça basit ve ucuzdu. Arap bedevi bölgesi,
Kürt ve Dürzî bölgeleri gibi kabilevi bölgeler kabile şefinin askerî
birliklerinden m üteşekkil yerlerdi ve bir tarafta bunlar vardı. Diğer
tarafta ise varlıklı insanların kendi askerî birliklerine sahip oldukla­
rı küçüklü büyüklü kasabalar vardı. Kabile bölgelerindeki toprak

9 Suriye, Millî Ekonomi Bakanlığı, Islah ve Kadastro Teknik Servisi,


Slatisti(jues direrse.*, (Şam, 1945), s. 10-12. Bu çalışına basılmış olmasına
rağmen asla yayınlanamadı International Bank for Reconstruction and
Developıııent. The Econom ic Developm eıu o f Syria, (Baltimore: The John
Hopkins University Press, 1955), s. 354-355’de verilen tablo bu mezkur kay­
naktan alınmıştır. Tablo tüm ülke hakkında kesin bir tahmin olarak ele alın­
mamalı. çünkü sadece kadastroya girmiş olan arazilerin ve büyük arazi sahip­
lerinin istatistiklerini içermektedir. Gabriel Baer de bu uibloya böyle yaklaş­
mıştır. Popuhıtion and Society in llıe Arub Eııst, İng. Trc.: Hanna Szoke, (Ne\v
York: Frederick A. Praeger, 1964), s. 146. Muhtemelen geniş arazi sahipleri­
nin %50’sinden daha azı genişlik olarak 500 hektardan fazlasına sahipti.
sahipleri, bir istisna olarak görülen köylülere karşı kayıtsız idiler.
Buralarda kitlelerin kendi teşkilâtları, m ahalleleri ve işleri vardı;
ayrıca bunlar yarı askerî gençlik teşkilâtlarına da sahip idiler. Söz
konusu teşkilatlar daim a önde gelen birinin him ayesinde olurdu. O,
bu teşkilâtları otoritelerin önünde tem sil eder ve karşılığında da bu
teşkilâtlar güçlerini onun hizm etine sunarlardı.
Bu halin kontrolünü devam ettirebilm ek büyük bir am aç bir­
liğini ve kamu otoritesinde kısm en örgütlenm eyi — ve tabi ki aske­
ri gücü— gerektiriyordu; bu gücü ancak önem i Sünnî siyasî teoride
de kendini aksettiren o özel şahıs kontrol etm ekteydi. Her memu­
run, her idarecinin ve her vezirin hem devlette, hem dışarıda kendi
rakipleri vardı. Bu zevat güçlü bir m evkide bulunan rakibi tarafın­
dan bir entrika ile alaşağı edilebilirdi; gerçek veya muhtemel bir
kabile ayaklanm ası veyahut kitle gösterileri ile önüne engel kona­
bilirdi. Sonuçta, bir askerî güç unsuru üstün gelirse, bir darbe ida­
reciyi, vezir-i âzami ve hatta bir sultanı bile değiştirebilirdi. Böyle-
ce her iktidar, hem iktidar içinde hem de dışında bulunan ve (gerek
etkileri ve gerekse gücü kullanabilm e istidatları sayesinde) yüksek
mevkideki zevatın düşm esine sebep olabilen kişilerin muhalefetin­
den dolayı yönetim de bulunm a süreleri belirsiz olan kişilerden
m üteşekkil bir koalisyondu. K eyfî olarak uygulanan bu iktidardaki
personelin değişimi daha önceki M üslüm an devletlerde olduğu gibi
O sm anlı siyasî yapısının da bir parçası idi.
N e siyasî yapı, ne de toplum sal yapı durağandı. Aileler sağ­
lam bir varlık elde ederek birkaç nesil sonra siyasî bir itibar kaza­
nabiliyorlardı. Bunun yanı sıra bazı aileler İktisadî zenginlik kaybı
yüzünden düşüş de gösterebiliyorlardı. G eniş seçkin ailelerin bazı­
larının — “genç oğulları”— hem İktisadî, hem de siyasî yönden
oldukça sık itibar kaybedebildikleri anlaşılm aktadır. Y ine de bu tür
değişiklikler hemen hem en sabit bir sistem çerçevesinde yapıl­
maktaydı. Üretim sistem indeki değişikliklerin bir sonucu olarak
ortaya çıkm am aktaydı. Bireylerin bazen şaşırtıcı derecede hızla
itibar kazanm aları tam am en siyasî vasıtalarla gerçekleşm ekteydi.
Büyük adam ların özel yardım lara ve hizm etlilere ihtiyacı vardır.
Bu nedenle, kısm en mütevazi bir hayat süren bir şahsın düşük
seviyeli bir hizm etkârdan yüksek bir m evkiye ilerlemesi yaygın bir
vakıa idi. Benzer şekilde, m ütevazi ve sıradan askerler de bazen
genel idarecilerin m evkileri kadar yüksek yerlere gelebiliyorlardı.
Tem el siyasî süreç, Batı sorunu 19. yüzyıl boyunca çok tehli­
keli boyutlara ulaşırken dahi değişm edi. Elbette bir farklılık mev­
cuttu. Siyasî rekabete ve değişim lere asla ideolojik bir tanımlama
getirilm edi veya İslâm ’ın bağnaz bir yorum u içerisinde tanımlandı.
İslâm ’ı ve İmparatorluğu A vrupa’nın karşısında savunacak biçim­
de ortaya konuldu ve bu süreç günüm üze kadar devam etti. Devlet
kadem esindeki m evcut zevatla araları açık olan üst tabaka, iktida­
rın milliyetçilik hususundaki yeterliliğini eleştirerek yönetim e karşı
m uhalefetlerini yükselttiler. Bu üst tabaka m uhalefet liderlerinden
bir kısmı eski devlet adam larıydı. Diğerleri ise m erdivenin başında
duran ancak yükselm e arzusu ile sabırsızlanan delikanlılardan
m üteşekkildi. Pek çoğu da m odem düşünce ile m uayyen bir irtibat
sağlam ış olan aydınlardı. Lidere tabi olanlar, aydınlar, katipler ve
katip olacaklar, yeni propagandacılar ve gazetecilerdi. Bazen orta
sın ıf kökenli şahıslar da görm ek m üm kündü. A çıktır ki bunların bir
kısmı Yeni O sm anlılar ve Jön T ürkler’di. D iğer bir kısmı ise
1870’lerin M ısırlı milliyetçileri. Bunlardan bazıları 1914 öncesinde
Arap milliyetçisi olm aya karar verm işken, geri kalanı ise 1914’ten
itibaren A raplar arasında görülen her m illî hareketin doğasından
dolayı milliyetçi olm uştur.10
N e Osmanlı vatanseverliği, ne de A rap m illiyetçiliği toplum ­
sal yapıdaki sın ıf çatışm aları veya değişim leri ile bir ilişki kur­
muştu. İdeolojik rekabetin etkin toplum sal kaynağı seçkin zümre
arasındaki rekabetti. Yaygın kanaate göre Batı ile kurulan ilişki
önceki cem iyeti tam am en tahrip etm iş ve yeni sınıflar ihdas etm iş­
ti: Yeni bir şehir orta sınıf veya yeni yeni görülen topluluklar. Şu
an feodal arazi sahipleri olarak reaksiyoner bir grup gibi görülen
aynı şahıslar, daha önceki gözlem ciler tarafından, ortaya çıkan
kentli orta sınıfının liderleri olarak değerlendirilm ekteydi. Yine de,
A vrupa’nın İktisadî üstünlüğü Y akın Doğu ekonom isi üzerinde
büyük etkiler yapm ıştır.

10 1918-1967 dönemindeki Suriye liderliğinin toplumsal kökenleri için bkz.:


"Structural Change and Nationalist Ideology: The Development of
Nationalism is Syria” adlı yazıma, The Arab WorId: From Nationalism to
Revolution, Yay. Hzr.: Abdeen Jabara ve Janice Terry, Arap-Amerikan Üni­
versite Mezunları Derneği Monografi Dizisi, no. 3, (VVilImette, III.: The
Metfina ilniversity Press International, 1971), s. 55-61.
Batı ekonom isi Yakın D oğu’yu 19. yüzyılın başlarında etki­
lemeye başladı. Özellikle Batılı m am üller yerel ürünlerin yerini
aldı ve geleneksel sanatlar büyük bir çöküş yaşadı. Her zaman
olduğu gibi bunlar vuku bulurken bir m eşakkat de söz konusu idi.
Yine de hurma, yün, hububat, pam uk ve petrol için Batı iyi bir
piyasa idi. 19. yüzyılın başından itibaren bu sektörlerde büyük bir
yayılm a gözleniyordu. Şehir işçisinin artan İktisadî faaliyetleri
neticesinde kasabalarda yeni pazarlar keşfettiği (örneğin inşaatlar­
da) ve eski hizmet işlerinin de istihdam sağlam aya devam eıtiği
muhakkaktır. Geçim araçları artmış, nüfus bir kaç misline çıkmıştı.
A ncak yine de üretim artarken O rta Doğu ekonom isinde hiçbir
yapısal değişiklik görülm em ekteydi.11 Ve toplum un büyük acılar
çektiğine inanmak için herhangi bir makul sebep yoktu.
20. yüzyılın ortalarında pek çok Arap hâlâ köylü olarak
çiırlerini sağlıyordu. Bölgedeki birçok köy, yeni kültürel unsur­
larla az çok ilişkiye girmişti bile. Bazı bölgelerde köylüler şehir
yakınlarında yeni neşet eden işlerde çalışıyorlardı. Y ine de ailenin
ve dinî cem aatin eski toplum sal konum lan, zayıflam aksızın var­
lıklarını sürdürm üşlerdi.12
1950’lerin Arap şehirleri, m odernleşm e sosyologlarının şe­
hirlerinden ziyade 19. yüzyıl atalarının haline daha çok benziyordu.
Pek çok talebe şehirleşm enin >aygınlaşm asını gözünde büyütm ek­
teydi. A ncak Suriye’deki Duma gibi birçok şehir aslında çoğunlu­
ğu köylü nüfustan müteşekkil büyük bir köy görünümündeydi.
Şehir meslekleri ile iştigal eden göçm enlerin ikamet ettiği nezih
şehirlerde ise bu insanlar m odernleşm e teorisinin iddia ettiği gibi

11 Kathleen M. Langley, The Inılıtstrializaliım o f Iruq, Harvard Orta Doğu


Monografileri, no. 5 (Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 1961), s.
23-31. 105-107; Wj||jam R. Polk, The Öpening u f South Lehimim, 1788-1840,
Harvard Orta Doğu Araştırmaları, no. 8 (Cambridge, Mass.: Harvard
University Press, 1963), s. 160-174; A. J. Meyer, M iddle E astem Cııpitalism,
Harvard Orta Doğu Araştırmaları, no. 2 (Cambridge, Mass.: Harvard Middle
University Press, 1959), s. 15 ve aynı yazarın "Economic Modemisation”, The
United States anıl the M iddle Kast, (der.), Georgiana G. Stevens (Englevvood
Cliffs, N. }.: Prenlice-Hall, 1964), s. 61-62.
12 John Gulick, Sociııl Structııre a nd Cultural Cluınge in a Lebanese Village.
Viking Fund Publications in Anlhoropology, no. 21 (New York: Wenner-Gren
Foundation, 1955), s. 154-155; Jacques Berque, Historie Sociale d'un village
egyptieıı au XXeıne siecle. (Paris ve The Hague: Mouton Co., 1957). s. 67-69;
Baer, s. 176-177.
yerinden yurdundan olm uş köksüz kişiler değildi. G öçm enler bir­
likte yerleşiyorlar ve eski aileleri ve kan bağı olan insanlarla bera­
ber hayatlarını idame ettiriyorlardı. D inî m esleklere girenler bile
geleneksel akraba bağlarını kullanıyorlardu.13 Şehir işlerinin orga­
nizasyonunda bir süreklilik görm ek de m üm kündü. Eski meslek ve
sanatlar önem lerini yitirm işler ve hatta ortadan kalkmışlardı. Eski
loncaların büyük istikrar etkisini ön plâna alanlar genellikle şu
gerçeği göz ardı etmişlerdir: Eski loncalar şehir soylusunun müşte­
rileridir ve patronlarının eırıri altında gösterilere ve diğer siyasî
faaliyetlere katılmışlardır. M odern sendikalar bu pratiği askerî
hükümetlerin yönetim i ele aldıkları 1950’lere kadar sürdürmüştü.
Batı ile m ünasebet yeni tür insan şekilleri ortaya çıkardı. Ba-
tı’nın üstesinden gelebilm ek am acıyla girişilen Batılılaşm a çabası
Batı bilgisi ile donanım lı insanları gerektirmişti. Sonuçda toplu­
mun tüm üyeleri olm asa da belli seçilm iş bölgelerin batılılaşması
gerçekleşm işti. İlki askeriye idi. Batılılaşm anın en yılm az m uha­
lifleri olarak m evcut askerî personelin pek çoğu tüm üyle sa f dışı
bırakıldı ve yerine yeni usullerle eğitim görm üş kişiler atandı.
İkincisi ise bürokratlar ve devlet mem urları idi. Yüzyılın ortaların­
dan itibaren, ne katip ne de efendi bazı yeni usul ve yöntemlerle
kendilerini geliştirm edikçe talep edilir oldular. Edebiyat dünyası­
nın büyük kısmı m uhtem elen değişm em işti, ancak yüzyılın ortala­
rından itibaren yazarlar ve devlet mem urları yeni tür bir aydın
sınıfına katkıda bulunm uşlardı. Bu aydın sınıfı, süreli yayınlarda ve
kitap basım ında görev alan Batılılaşm ış yazarlardan müteşekkildi.
G erçek tacir şim di A vrupa malları ile uğraşıyor ve bunu yabancı­
lardan öğrenilm esi gereken zarurî bir şey olarak görüyordu. Ecza­
cılık gibi bazı geleneksel m eslekler de çağa göre düzenlenmeliydi.
Aksi takdirde, kasabada veya ülkede yaşayanların Batı ile karşı­
laşması kaprisli ve değişkendi.
Batılılaşma m ekanizm ası tem elde hüküm etlerce ele alındı.
Dışarıya öğrenci gönderm eler ve devlet okulları uzun müddet yeni
tarz eğitimi elde etm enin tek vasıtası oldular ve bugün bile hâlâ
temel vasıtadır. M isyoner okullarının ve özel okulların ve yurtdışı-
na gitm enin önemi zam an geçtikçe artm ıştı. Batılı eğitime olan

13 John Gulick, s. 102-i 03. 171: Carsoıı, s. 366, 368; Thoıııas B. Stauffeı. "The
Indııslrinl Warkcr,” S o n u l Forces in lltc M iddia Ecıst, (der.), Sydney Ncltreton
Fıshcr, ( Ithaca, N. Y.: Comcll Univcrsity Press, 1955), s. 87-90; Baer, s. 187-188.
talebin hakikatte hüküm etlere ve geniş ticarî sınıfa m ahsus kaldığı
19. yüzyılda, bu kesim ler Batılılaşm anın yegâne vasıtaları idiler:
Batılılaşm a yanlıları tem elde profesyoneller ve daha az derecede
“beyaz-yaka” lılar idi. 19. yüzyılın sonunda, modern ulaşım tekno­
lojisinin gelişi ve m üteakiben m odem endüstrinin tedrici yükselişi
ile birlikte yeni tür işlere olan talep artm ıştı ve devlet destekli temel
eğitim yaygınlaşmıştı.
G özden geçirilen süreç yeni sınıfların neşet etm esinden daha
ziyade m evcut sosyal sınıfların B atıllaştırılm ası olarak en iyi şe­
kilde tanımlanır. O rtaya çıkan yeni Batılılaşm ış zevat eski kültürün
yeterince perform ans gösterem ediği alanı doldurm ak ve geçmiş
toplum un fonksiyonlarını ifa etm ek am acıyla eğitilm işlerdi. Pro­
fesyonel becerilerin asıl kullanıcısının iktidar olm asından dolayı,
asker olm ayan bütün profesyoneller tem elde ya bürokrattır ya da
devlet memuru. 20. yüzyılın ortalarında bile hukukçular ve mü­
hendisler kendilerine — özgür profesyoneller olm aktan ziyade—
istihdam alanı olarak m uhtem elen devlet veya siyaset sahnesini
tercih edeceklerdi. Bununla birlikte, genelde bu yeni zevat uzun
m üddet bu işlevleri üstlenm iş olan aynı insanlardan seçilmişti. Asıl
yenilik bu insanların babaları ve atalarından kökten farklı olarak
alm ış oldukları eğitim di. A rapça veya Farsça yerine artık Fransızca
veya İngilizce zarurî ikinci dil haline gelmişti; klâsik Fars ve O s­
manlI şiirinin yerini modern tarih ve A vrupa edebiyatı veya bilmi
almıştı ve tüm bunlar eğitimli bir şahsın em areleri olmuştu. “Ule­
m a” açısından değişim daha bir büyüktü. Batılı ticaret ve ceza
yasalarının girişini müteakip, yeni müftü ve kadı nesli kendi mev­
kilerini koruyabilm ek için isteyerek bu yeni kültürü benimsediler.
İslâm Hukuku yerine Batı Hukuku ve yönetim i üzerine çalıştılar.
Kadı veya müftü yerine; bürokrat, idareci veya yeni m ahkem elerde
hakim oldular.
Batılılaşm anın Yakın Doğulular üzerinde çok derin psikolojik
etkileri olduğu sık sık söylenir. Genel kam lardan biri de şudur: Batı
etkisine m aruz kalm ak aile içerisinde gerilim e sebebiyet vermiştir.
O ysa son bir çalışm a bunun aksini gösterm iştir. Batılılaşm a tesiri
ne kadar fazla ise aile içerisindeki gerilim de o kadar azdır. Aile
içerisindeki üzüntülerle ve gerilim lerle Batı tesirine m aruz kal­
maktan ziyade, fakirlik daha yakından alâkalıdır. Kadının konumu
ve dinin liberalleşmesi sorunları bile herhangi ciddi bir psikolojik
travm aya sebep olmamıştı."* Bir diğer genel kanı ise, kâr güdüsü­
nün girişi ile pek çok kişilik bozulm asının başladığına dairdir.
İslâm ’ın riski ve faizi yasakladığı bir gerçektir. Şüphesiz ortalama
bir Arap tüccarı da — risk üretim inde büyük m arifet gösteren pek
çok Batılı serbest m üteşebbis gibi— riskten hoşlanm az. Bir Arap
yatırım cısının ve m üteşibbisinin, K ur’a n ’ın em irlerini ihlalinden
dolayı alacağı cezayı düşünm ekten ziyade serm ayesinin maruz
kalacağı tehlikeler üzerine kafa yorm aktan büyük bir heyecan
duyduğu düşünülebilir.
Şu ana kadar söylediklerim izden A rap dünyasının hiçbir ge­
rilim yaşam adığı anlamı çıkmaz. Söylem eye çalıştığım ız şey geri-
limlerin A rap ekonom ik ve sosyal yapısındaki değişim in sonucu
olam ayacağıdır, çünkü bu tür değişim ler kısm en önem siz görün­
mektedir. M evcut gerilimleri toplum sal çözülm eye m atuf kılanlar
genellikle sakin, durağan ve değişm eyen bir geleneksel toplum
tablosu ortaya koyarlar. A ncak bu tür bir toplum asla var olmadı.
Burada geliştirilen argüman, şu ana kadar bu yüzyılda gördüğüm üz
gerilimlerin aslen yerli toplum sal ve siyasî yapının içerisinde zaten
m evcut olduğu anlayışıdır. Diğer yandan, siyasî kültür büyük o-
randa uzun süren batılılaşm a sürecinin bir sonucu olarak değişim
geçirmişti. Bunun ötesinde Batılılaşm a ve yerli siyasî yöntem iç içe
geçm iş oldu.
Başından beri iç çatışm a A vrupa tehdidi kadar Batıllılaşma
saiki olmuştu. A vrupalIlara karşı gelişm iş askerî etkinlik gerektiren
silahlar, ulaşım ve iletişim araçları, aynı zam anda, asi idarecileri
veya soyluları bastırm ak için de m erkezî m onark ve vezirler tara­
fından kullanılabilir. V atanseverlik kavram ının da benzer bir fay­
dası vardır. Tersine, m erkeziyetçilik geliştikçe, yerel soylular veya
m uhalif unsurlar genellikle Batı tarzlı adalet, hukuk, vatanseverlik
veya parlâm entarizm gibi fikirleri m erkezî otoritenin büyümesini
kontrol etm ek am acıyla kullanırlar. A vrupa’dan ve A vrupa’nın
Yakın D oğu’daki faaliyetlerine karşı reaksiyondan kaynaklanan

14 Bradford B. Hudson, Mohamed K. Barakat ve Rolfe La Forge, “Problems and


Methods o f Cross-Cultural Research”, Cross-C ultural Studies in tlıe Arub
M iddle E ast a nd the United States: Studies o f Young Adults, The Journal o f
Social Issves, XV, no. 3 (1959), s. 18-19; Pergrouhi Najarian, “Adjustment in
the Family and Pattems o f Family Living”, a.g.e., 29-30, 36, 43; İbrahim
Abdulla Muhyi, “Women in the Arab Middle East,” a.g.e., s. 50-57.
ödünç alm a işlemi hem bütünleştirici, hem bölücü gelişmeleri
teşvik etti.
N e siyasî bölünm e ve rekâbet, ne de siyasî yöntem in meşru
kısmı olarak şiddetin kullanımı sürekli bir bölünm eyi zarurî kılar.
Siyasî çatışm a daha küçük birim ler olduğu gibi daha geniş ve kap­
samlı birim ler de üretebilir ve rakipler açısından koalisyonları ve
ittifakları besler. 1914’ten önce M ekke Emiri Hüseyin, güçlü Arap
kom şularından korktuğu ve kendi yönetim ini korum a hususunda
Tiirklere ihtiyaç duyduğu için O sm anlı İm paratorluğu’nun sadık
bir destekçisi idi. Benzer şekilde, Osm anlı Suriyesi’nde muazzam
bir Arap eliti O sm anlı yönetim inden oldukça memnundu. İdare,
belli bir bölge veya yöre liderliğinin bir parçası idi, dikkatini yerel
rakipleri üzerinde yoğunlaştırm ış ve uzak bölgelerin baskın elit
sınıfları ile bir koalisyon oluşturm uştu. Bu yolla her iki bölge tek
bir kontrol altına alınabiliyordu. H alep’in azınlık halkı ile Şam ’ın
çoğunluğunun koalisyon yaparak ülkeyi idare ettikleri 1940’lı
yıllarda Suriye’yi tek bir ülke halinde tutan da bu m ekanizm a idi.
Aynı şekilde, Suriye elitinin bir kısmı M ısır yardım ını kabul et­
mekle karşı karşıya kaldıklarında yahut Suriye’nin kontrolünü
Suriyeli rakiplerine kaptırdıklarında ülke M ısır ağırlıklı bir birlik
içine dahil edilm işti.15
İnsanlık tarihinde şu ana kadar askerî güç bilhassa siyasî
entgrasyonda hayatî olm ak üzere, m ühim bir yer işgal eder. M uh­
tem elen her m evcut politika, rakip gruba karşı başka bir grubun
askerî gücü kullanması ile oluşturulm uştur. A çıktır ki, her siyasî
toplum un oluşabilm esi için bir m utabakata ve niyete ihtiyaç vardır,
ancak eğer bir devlet muhtemel bir züm re diğerlerini ortadan kal­
dırma kabiliyetine sahip olm adıkça oluşabiliyorsa, bu şüphelidir.
Batılılaşma Y akın Doğu iktidarlarının siyasî m erkezileşm e ve
entegrasyon kaabiliyetlerini büyük oranda arttırm ıştı. Geçen yüz­
yılın ortalarında yapılan askerî reform lar, m erkezî idare tarafından
bir dereceye kadar kontrol edilebilen çoğrafî bir alan artışına neden
olmuştu. O n a D oğu’da silâhlar tedricen daha karm aşık ve daha
pahalı hale gelmiştir. Bu nedenle, yerel soylular için kullanışlı olan
güç vasıtaları m erkezî hüküm et için kullanışlı olanlara nispetle
etkisini kaybetmişti. Böylece O sınanlılar 19. yüzyılda pek çok yarı

15 Paolo Mingaııli. "Considcrazioni sull’unione fra Sina ed Egitto”, Orienle


M odem n. XXXVIII (1958). s. 104-106.
bağım sız kabile şeflerini bastırabilm işti ve 1940’ların sonundan
itibaren de geri kalanlar m erkezî askerî güçlerce ortadan kaldırıl­
mıştı. Ordu iktidarın en mühim vasıtası oldu ve 1876 Osmanlı
devrim inden itibaren iktidarın yaptığı her değişim de önem li bir rol
oynadı. Arap ülkelerinin bağım sızlıklarını kazanm alarından beri
halk ayaklanm aları sadece iki olayda kabine devirebiImiştir. Birin­
cisi, yöneticilerin herhangi bir ayaklanm a beklem ediği ve bu yüz­
den de gösterileri kontrol edebilm ek am acıyla askerî bir hazırlık
yapm adığı 1948 Irak vakasıdır. Diğeri ise askerî yöneticilerin baş­
kana asileri kontrol edem eyeceğini bildirdiği 1952 Lübnanıdır.
Diğer zam anlarda, gösteriler darbelerle karşılaşm ış ancak (1958
B ağdatı’nda olduğu gibi) asiler darbe yapıldıktan sonra ortaya
çıkmıştır. Bazen (1949 Suriyesi ve 1952 M ısırı’nda olduğu gibi)
ordu önce halk isyanını bastırm ış ardından iktidarı bir darbe ile
devirm iştir.
Ordunun siyasetteki önem ini tedricen arttırıyor olması şu ana
kadar siyasî sürecin temel doğasında bir değişiklik olduğu anlamı­
na gelm em ektedir. İlk etapta, askerî liderler kendi sivil benzerle­
rinden çok farklı olm am ışlardı. O rta D oğu’da ordu subayları ge­
nellikle üst sınıf kökenli olmuşlardır. Örneğin, 1951 ’de üst sınıf
M ısır ailelerinin % 50’sinden fazlasının ordu subayları arasında
bulunduğuna dair alam etler m evcuttur.16 Subayların, gücü elinde
bulunduranlara muhalif, yeni milliyetçi doktrinleri benimsemeleri
gençliklerinden, A vrupa’nın saldırılarına m aruz kalmalarından ve
m em uriyetteki zevata olan m uhalefetlerinden kaynaklanmaktadır.
İkincisi, darbeyi yapanlar genellikle darbeden evvel toplum içeri­
sindeki m uhalif sivil gruplarla ittifak kurmuşlardı. Böyle olmadığı
zam anlarda bile (Z aim ’in S uriye’de yaptığı gibi veya 1952 Mısır
darbesi ve 1958 Irak darbesi gibi), askerî kesim gücü eline geçir­
dikten sonra sivi! unsurlarla işler bir koalisyon teşkil etmiştir. Ba­
zen, özellikle başlangıçta, sivil üyeler eski devlet adamları idi.
Bazen de bilhassa yeni insan gücünün iktidarda bulunmasını m üte­
akip, onlar yeni gelenlerdi. H er iki durum da da bu zevat genellikle
aynı sosyal kökene sahip idiler. A skerî subayların a n a tek bir birim

16 Bu. 1951 senesi boyunca el-Ahram'da çıkan üst sınıftan 58 Mısırlının biyog­
rafilerine dayanmakladır Dunların 33’iı veya yaklaşık %57'si silâhlı kuvvet­
lerde akrabalaiı olan kişilerdi. Bu 33 ailenin silâhlı kuvvetlerde 84 akrabası
(veya aile başına ortalama 2.5 yakını) vardı.
olm am aları tüm bunların sebebidir. D arbeler ordu içerisinde strate­
jik yerlerde bulunan özellikle m erkezde yerleşm iş küçük bir ko­
mutan grubu tarafından yapılm aktadır. Kom utanların büyük bir
çoğunluğu darbe yapılana dek tarafsız kalmayı yeğlemişlerdir.
Darbe başarılı olduğu takdirde liderlerini selâm lam ışlar; başarısız
olursa kanun ve düzen savunucularına yanaşm ışlardır. Sonuçta,
yerel soylular gerçek güçlerini arttırm a kabiliyetine hâlâ sahiptirler
ve bu gerçek 1958 Lübnanı’nda açıkça görülm üştür.
A skerî tutum B atı’nın Yakın D oğu’da harekete geçirdiği ay­
kırı tem ayülleri gösterir. Ordunun batılılaşm ası m erkezîleşm enin
artm asına sebebiyet vermiştir. Aynı zam anda, bu yeni ordu toplu­
mun geri kalanında oluşan bölücü güçlere m aruz kalmıştı. Zaman
zaman bütünleşm e üzerine baskın çıkan bu bölücülük anlayışı
kısmen, Y akın D oğu’daki bölünm eleri ve anlaşm azlıkları m evcut
ve m üstakbel anlaşm a ve iyi niyetleri zayıflatarak arttıran Batı
sorununun bir sonucudur.
Batılılaşma Y akın Doğu toplum u içerisinde yeni kültürel sı­
nıflar ortaya çıkardı. M evkilerini Batı profesyonel anlayışı ile
donanm ış kişilere kaptırm a tehlikesi yaşayanlar açıkça direndiler.
Profesyonel yetenekleri tam am en eskiyen yeniçeriler yeni gelen
şeylerin biçimini anlam ışlar ve isyan etmişlerdi. Bu yüzden hepsi
ortadan kaldırılmalıydı. Ulem a ve geleneksel m ünevverler sınıfı
ortadan kaldırılm a tehlikesi taşım ıyorlardı, ancak daha önce rakip­
siz sahip oldukları mevkileri şimdi paylaşm ak zorunda kalıyorlardı
ve dahası katiyetle aşağı bir sınıfa indirgendiler. Arapçılık, ağırlıklı
olarak bu tür önem ini kaybetm iş ulem a ve geleneksel aydın sınıfı
tarafından oluşturulm uştur.
Siyasal aktivitenin hedeflerini ortaya koym akla Batı sorunu
am aç ile araçlar arasındaki uyumu ve perform ansla tatmin arasın­
daki olması gereken birlikteliği zayıflatm ıştır. U tanç verici pozis­
yondan kuvvetli bir durum a geçm e arzusu çeken siyasî sınıflar,
yabancı gücün kaçınılm az sembolleri olan alçaklık duygusunun
işaretlerini yok etm e mücadelesi verdiler. Bu yüzden, Yeni O s­
manlIlar zam anından A rap Baas Partisi ve A bdünnasır yönetimine
kadar tüm siyasî aktivistler, tem elde dış işlerle uğraşa gelmişlerdir.
M uhafazakârından modernistine tüm Osm anlıcılar, O sm anlı İmpa-
ratorluğu’nun tek karış toprak kaybetm em esi ve hatta kaybettiği
toprakları geri alması hususunda hem fikir idiler. Arap dünyasının
her bir bölümü yabancı idareden kurtulur kurtulm az milliyetçiler,
bölgede yaşayanlar istesin veya istemesin gözlerini diğer bölgele­
rin kurtulm asına çevirdiler. Bu bağlam da A rapların İsrail’e karşı
olan husumeti ilginç olmadığı kadar yeni de değildir ve bu temelde
İsrail’in yaptığı uygun veya uygunsuz davranışlarla alakalı da
değildir. İsrail bir sem boldür, hem de A rap aşağılanm asının en
büyük sembolü.
Kuvvet sem bollerine kafa yorm ak ve buna bağlı olarak dış i-
lişkiler üzerinde yoğunlaşm ak siyasî süreci m uazzam etkilemiştir.
Bu ana kadar, en azından, hedefler yüksek tutulmuştur. Yakın
D oğu’nun ihtişam ına düşm an olanlar yine Y akın D oğu’nun kay­
naklarını kullanarak güçlendiler ve üstün geldiler. A vrupa’nın
Arap topraklarını doğrudan yönettiği kısm en o kısa dönem i bir
yana bırakırsak, A vrupa devletleri yine de Yakın Doğu siyaseti
üzerinde karar verme etkisini gösterm iştir. Avrupa, O sm anlı yöne­
tim inin Balkanlardaki, Hristiyan bölgeler üzerindeki kontrolüne
engel olmuştur. Hiç kimse “bir A rap ulusu vardır” anlayışını kabul
etmeden evvel M ehm et Ali fetihler yoluyla Arap millî topraklarını
birleştirerek Fransa ve İngiltere’nin feodal krallarının rolünü oy­
namıştı. A vrupa askerî gücü, M ehm et A li’nin kendi im paratorlu­
ğunu kurm asına m üsaade etmedi. İngiliz ve Fransız askerî güçleri
O smanlı idaresine son vererek ve Verimli H ilal’de Arap idare
vasıtaları oluşturarak Arap m illiyetçiliğine yardım etti. Aynı za­
manda, İngiltere ve Fransa Arap liderlerine yeni rakipler ortaya
attılar. Bunların her birinin kendi silâh gücü ve askerî kuvvetleri
vardı. Bu rakipler Arapları hakim devletlerin birleştirilmesi sorunu
ile başbaşa bıraktılar. (Bu, “eğer İngiliz ve Fransızlar bölgeden
çekilse ve Arapları kendi hallerine bıraksa idiler, A raplar O sm an­
lIların çekilm esinden sonra tek bir devlet kuracaklardı” demek
değildir). A vrupa bir İsrail devletini kurdu. Filistin’deki Yahudi
topluluğunun 1948-1949 savaşlarında gösterdiği başarılar elbette
reddedilem ez, ancak Filistin’de bir Y ahudi topluluğunun teşkil
edilmesi 20 senelik İngiliz Süngüsünün sonucudur. İsrail Arap
düşm anlarını bertaraf ettikçe, nasıl A vrupa M ehm et A li’yi bir
Henry Tudor olm a ihtimalinden uzak tutm uşsa, o şekilde Arap
liderlerin Arap m illiyetçiliğinin B ism arck’ı, C avour’ı veya
Abraham L incoln’u olm aktan uzak tutabilir.
Batı nezdindeki tesirsizlik siyasî istikrarsızlığa sebebiyet ver­
di. İktidarların düşm anı alt etme üzerine geliştirdiği cesur her yeni
felsefe düşm an karşısında hüsrana uğradı. Böylece tüm bunlar
m uhalefete yaradı. Sonuçta Yeni O sm anlılar 1875-1876 Bulgar
krizi tehdidi ile başa geçtiler ve 1877-1878 Türk yenilgisi ile gitti­
ler, Jön Türkler 1902 sonrasında yeni yeni ortaya çıkan dış tehdit­
lerle güç kazandılar; Jön T ürkler’in O sm anlıcılığı Balkan Savaşları
ve I. D ünya Savaşı yenilgileri esnasında yerini A rapçılığa ve Türk­
çülüğe tevdi etti. Arap dünyasının eski devlet adamları İngiltere ve
Fransa’ya karşı verdikleri m ücadele ile kahraman oldular, ancak
sonunda Filistin savaşı yenilgisi ile gözden düştüler. M uhtemelen
M ustafa K em al’in en büyük başarısı da Türk milliyetçiliğine
enjekte ettiği gerçekçiliktir. O Jön Türklerin rom antik yanlısı poli­
tikalarını sürdürm eyi reddetmişti. Yine de M. Kemal Musul bölge­
si için ölünceye kadar m ücadele etm iş ve sadece kat'î bir İngiliz
muhalefeti ile karşılaşmıştır. En son Kıbrıs m eselesinde de görüle­
ceği üzere bu tür m illî şeref meselesi Türk m illiyetçiliğinin bir
parçasıdır.
M illiyetçilerin hayal kırıklıkları en azından A vrupa’dan alı­
nabilecek olan yeni fikirlerin geliş kanallarını açık tutm uştur. İlk
nesil milliyetçilerin dış düşmanı yok etmeyi denem eleri ve başarı­
sızlığa uğram alarından dolayı, yeni nesil eski fikirleri itham etti ve
yerine Avrupalı en son fikirlerden oluşan yeni form üller ortaya
koydu. M ahm ud’un tam anlam ıyla askerî ve İdarî reformları öne
sürüldü. Bu reform larda başarısız olduğu zam an, anayasalcılık
sorunların çözümü olarak görülm eye başlandı. Ve böylece entegre
milliyetçilik, devlet kapitalizm i ve devlet sosyalizm i İslâm dünya­
sında görülm eye başlandı. H obson-Leninist em peryalizm teorisin­
den ve sömürgeci idarenin bir ürünü olarak A sya “feodalizm ine”
Batı liberal yaklaşım dan kaynaklanan A raplar arasındaki ayrılm a­
ların görüldüğü günüm üze dek m ezkur Uç ideoloji de revaç bul­
muştu.
Yakın D oğu’da batılılaşm a bir grup elitin A vrupa m edeniye­
tine kıyasla Yakın Doğu İslâm m edeniyetinin bariz acziyetini ve
geri kalmışlığını doğal kabul etm e isteksizliğinden kaynaklanır.
A vrupa’nın siyasî kavramları, özellikle vatanseverlik, milliyetçilik
ve bir sonraki yüzyılda sosyalizm “A vrupa’nın gücü ve zaferi
bunlardan kaynaklanıyor” inancıyla alınmıştır. Aynı zamanda, yeni
yeni ortaya çıkan ideologlar Yakın Doğu kimliği zarar görmüş
olanlara, aslında O smanlı, Arap veya T ür kültürünün tem elde mo­
dem çağın öne sürdükleri ile eşit olduğunu gösterm eye çalışıyor­
lardı. Toplum un tam am en yeniden yapılanm ası ve İslâm ’ın kay­
bolan gücünü ve zaferini Frenklerden geri alabilm esi için geliştiri­
len projelerden daha ziyade bu yeni ideolojiler yaralı ruhlar için
ilâç olmada daha başarılı idiler. İç politikada da bu ideolojiler
büyük faydaları haizdi. İdeolojik olarak tanım lanm am ış veya İs­
lâm ’ın karşı yorum ları ile açıklanm ış uyuşm azlıklar yeni ideoloji­
lerin terimleri ile ortaya kondular. Tem el siyasî usul büyük oranda
aynı kalm asına rağmen, siyasetin ideolojik içeViği özellikle değişi­
me uğramıştır. Her bir nesil bir önceki neslin iyi niyetinden şüphe
etm e temayülü gösterse bile, farklı nesil reform ist ve inkılâpçıların
iyi niyetinden şüphe etm ek, m antıksız bir kinizm ’ olacaktır. Moti­
vasyonu ve hareket metodu olm aksızın her bir grup, üstünlüğü ele
geçirdikten sonra hedeflerini gerçekleştirm ek için çaba sarfetmişti.
Açıkça ortada olan karışıklıkların ve zahiri başarısızlıkların pek
çoğu, hedeflerin çok muğlak oluşu ve sırf m illî kaynaklarla ger­
çekleştirilem eyeceği gerçeği ile açıklanabilir. Güç ve zafer kav­
ramları da iyi bir kullanım açısından belirsiz görünüyordu. Hem
D oğu’da, hem de B atı’daki meslektaşları gibi Yakın Doğu aydınla­
rı da güç ve zaferi, üretimdeki üstünlük ve savaştaki galibiyetle eş
tutm a tem ayülünde idiler. Y anlış olm asına rağmen bu önyargı,
ekonom i ve kültürde ve hatta siyasî örgütlenm ede pek çok basit
başarının doğm asına sebep oldu. Daha acı olan ise bu ön yargının
sürekli bir hüsranı beslem esiydi. Dünyanın nihaî şekli ne olursa
olsun, m uazzam bir zenginlik ve üstün bir askerî güç, üç yahut dört
m evcut veya muhtemel jeopolitik varlıktan fazlasının korunmasını
makul bulmaz.

Kinizm: Herkesin yalnız kendi menfaatine çalıştığına inanma, ahlâkı hor


görme.
C. Ernest Dawn

OSMANLICILIKTAN ARAPÇILIĞA

“A rap m illiyetçiliğinin doğuş ve gelişm esini


açıklam ada, A rapların etn ik hassasiyetlerini bir
delil olarak kullanm ak zordur. G erçekte A rapların
büyük bir kısm ı 1918'e kadar O sm anlı tara fta n
kalm ışlardır. Bu açıdan, E m ir H üseyin’in, tüm
M üslüm anları, evrensel b ir halifelik talebi u ğ ru n a
isyana sürüklediği g örüşü tartışm alıdır. N itekim ,
Arap isyanının önderleri Em ir Hüseyin ve Abdullah,
k en d ilerin i h içbir zam an ro m an tik bir devrim ci
olarak tanım lam adılar. H e r ikisi de, J ö n T ürklerin
din karşıtı p olitikalarına isyan etm ek z o ru n d a
kaldıkları d ö n e m e kadar, O sm anlı
im p arato rlu ğ u ’n u n ve İslam ’ın sadık taraftan idiler.
Dolayısıyla, A rap isyanının kaynaklarını ve '
m illiyetçilikle ilişkisini b elirlem ek için d ah a
derinlikli araştırm alara gerek vardır. Bu n o k tad a
başlangıç için şu tesbit yapılabilir: A rap milliyetçiliği
O sm anlıcılıktan z u h u r etm iştir ve aynı zam anda,
m o d ern ist O sm anlıcılığın A vrupa ilerlem esi
karşısındaki yetersizliğine de bir tepki olarak ortaya
çıkm ıştır.”

ISBN 975-6910-02-X

yöneliş

You might also like