You are on page 1of 2

Yasemin Rosa

‘’Yokluğun Varlığından Kaçabilme Uğraşına’’

Hissettiğimiz, dokunabildiğimiz, içimizde büyüttüğümüz, körelttiğimiz, reddettiğimiz,


kabullendiğimiz, tüm karmaşada huzuru araladığımız kapının koluna asıldığımız, bir parçamızı geride
bırakıp yolda farklı bir parçaya takıldığımız ve hiç saydığımız, bulduğumuz, bulamadığımız tüm o
varlıkların yokluğuna ikna olma sürecine ithafen.

İşin içinden çıkamadığımızda dayanabildiğimiz en büyük sığınak kocaman bir reddetme oluyor çoğu
zaman. Bazen kendi varlığımızdan, bazen bizi dibe çeken olaylardan, bazen ufacık bir alarm sesinden,
bazen romantikliğine inandığımız yağmur sesinden, bazen olur olmadık anlarda var olduğumuz o
mekanlardan, ruhen sıyrılabilmek yetmiyor. Sıyrılabildiğimiz her delikten başka bir evrene geçip
kayboluyoruz.

Yokluk benim nezdimde çok kişisel duyuluyor. Az gibi görünen 5-10 lira başkasının o an ihtiyacında
kocaman bir servete dönüşebiliyor. İnsanın başkasından beklediği sevgi yokluğu bir başkası için ‘’o da
bir şey mi ben bundan bile sevgi görmüyorum’’a dönüşebiliyor. Somut her yokluk her zaman, herkes
için, ya daha beteriyle örneklendiriliyor ya da yokluğun varlığı 3-5 cümleyle arkaya ittiriliyor. Yani
herkesin yokluğu kendine.

Genele baktığında uzaklaşan insan geri döndüğünde yok saydığı o varlıklarla göz göze geliyor.
Kaçılmadık liman kalmayınca bir tekneye atılıp ıssız adaya kapanası geliyor. Nihayetinde insan
yoklukla yaşayamadığında, kara bir delikten içeri süzülüyor.

En büyük yokluk, kendini ötelediğin ve reddettiğin zaman kaçınılmaz oluyor işte. Savaşabildiğin,
göğüs gerebildiğin, tartıp biçip reddedip tekrar yol alabildiğin bir kabullenmen, kendinden gizli bir
hayat içinde var olmaya çalışman en büyük yokluk. İsteyip yapamamak, selamla gidip geri alamamak,
3-5 bir şey yapıp kendinden sayamamak, uzaklaşıp da bir adım öteye gidememek, bir adıma karşılık
bir gölge bulamamak. Yokluk budur. Kendinden başka kimseyi bulamamak değil de, kendinin
gölgesinde biraz dinlenememek, bambaşka biri olup geceyi sabah edememek insana bir yokluk
yaşatıyor.

İnsanın ihtiyaçlarının çoğu aslında kendisinden bekledikleridir, sonunda kendi uğraşlarının getirisidir.
Sevgi de, mutluluk da, bir kaçışıp durmak da, insan hep kendi emeğinin hep kendi hislerinin karşılığını
görmek ister. Kendine yetmediğinde kendini sıfırlamaya, baştan yaratmaya çalışır. İnsan robot değil,
insan bütün. Varıyla yoğuyla koskoca bir bütün.

Bütüne isyan etmek, görmezden gelmek, istenmeyen iş gibi ertelemek, yarınlar yokmuşçasına
bugünde tüketip bitirmeye çalışmak. Bunlar olası. Bunlar çok olası.
İyi hissetmek için kendimize kurduğumuz tüm tuzaklar kaçınılmaz bir yakalanmaya dönüştüğünde
bile işin içinden kalkılabilir mi? Evet.
Peki ne olursa istenmeyen sonuç gelip yüzümüze çarpar? Yok olmak. Kendinden uzaklaşmak. Rol
yapmak ve ikna olduğuna inanmak.

İnsan kendini her şeyden uzaklaştırdığında, hislerine, hareketlerine, günlerine, gördüklerine, çevresine,
aynasına, var olan tüm değerine karşı farklı bir kişiliğe bürünür ve iyileştiğine inanır ve kendini
yokluğun varlığından kaçabilme uğraşında başarılı olduğuna inandırır.
Tüm bu süreçlerin sonunda mutsuzluğa göz kırpan kişi, kendini en büyük yokluğa iteler. Kendi
olmaktan çıkmıştır artık.

Rüyası yok, ruhu yok. Hayali yok, mecali yok. Yorgun ve bambaşka biri.

ARTIK O YOK.
BAŞARAMADI.

You might also like