You are on page 1of 497

See discussions, stats, and author profiles for this publication at: https://www.researchgate.

net/publication/350054975

POZİTİF PSİKOLOJİ kitabı sefa bulut

Book · March 2020

CITATIONS READS

0 1,216

1 author:

Sefa Bulut
Ibn Haldun University, Istanbul
122 PUBLICATIONS 615 CITATIONS

SEE PROFILE

All content following this page was uploaded by Sefa Bulut on 14 March 2021.

The user has requested enhancement of the downloaded file.


POZITIF PSIKOLOJI
Editör: Prof. Dr. Sefa Bulut
POZITIF PSIKOLOJI
Editör: Prof. Dr. Sefa Bulut

Yayın No. : 2926


Psikoloji/PDR No. : 190
ISBN : 978-625-406-367-1
E-ISBN : 978-625-406-368-8
Basım Sayısı : 1. Basım, Ekim 2020

© Copyright 2020, NOBEL AKADEMİK YAYINCILIK EĞİTİM DANIŞMANLIK TİC. LTD. ŞTİ. SERTİFİKA NO.: 40340
Bu baskının bütün hakları Nobel Akademik Yayıncılık Eğitim Danışmanlık Tic. Ltd. Şti.ne aittir. Yayınevinin yazılı izni olmaksızın,
kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz.
Nobel Yayın Grubu, 1984 yılından itibaren ulusal ve 2011 yılından itibaren ise uluslararası düzeyde düzenli olarak faaliyet yürütmekte
ve yayınladığı kitaplar, ulusal ve uluslararası düzeydeki yükseköğretim kurumları kataloglarında yer almaktadır.

Genel Yayın Yönetmeni : Nevzat Argun -nargun@nobelyayin.com-


Yayın Koordinatörü : Gülfem Dursun -gulfem@nobelyayin.com-
Redaksiyon : Seda Çelikkaya -seda@nobelyayin.com-
Sayfa Tasarım : Dicle Korkmaz -dicle@nobelyayin.com-
Kapak Tasarım : Mehtap Yürümez -mehtap@nobelyayin.com-
Baskı Sorumlusu : Yavuz Şahin -yavuz@nobelyayin.com-
Baskı ve Cilt : Atalay Matbaacılık / Sertifika No.: 15689-
Büyük Sanayi 1 Cad. Elif Sok. No.:7/236-237 İskitler / ANKARA

Kütüphane Bilgi Kartı


Bulut, Sefa.
Pozitif Psikoloji / Sefa Bulut
1. Basım. XVI +480 s. 16x23,5 cm. Kaynakça var, dizin yok.
ISBN: 978-625-406-367-1
E-ISBN: 978-625-406-368-8
1. Pozitif Psikoloji 2. Psikoloji 3. İyimserlik

Genel Dağıtım
ATLAS AKADEMİK BASIM YAYIN DAĞITIM TİC. LTD. ŞTİ.
Adres: Bahçekapı mh. 2465 sk. Oto Sanayi Sitesi No:7 Bodrum Kat Şaşmaz-ANKARA - siparis@nobelyayin.com-
Telefon: +90 312 278 50 77 - Faks: 0 312 278 21 65
E-Satış: www.nobelkitap.com - www.atlaskitap.com - Bilgi: esatis@nobelkitap.com - info@atlaskitap.com

Dağıtım ve Satış Noktaları: Alfa Basım Dağıtım, Arasta, Arkadaş Kitabevi, D&R Mağazaları, Dost Dağıtım, Ekip Dağıtım,
Kida Dağıtım, Kitapsan, Nezih Kitabevleri, Pandora, Prefix, Remzi Kitabevleri
BÖLÜM YAZARLARI

POZİTİF PSİKOLOJİYE GİRİŞ


Prof. Dr. Sefa Bulut
İbn Haldun Üniversitesi
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık
Mustafa Subaşı
İbn Haldun Üniversitesi
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık

POZİTİF PSİKOLOJİ VE POZİTİF PSİKOTERAPİ


Prof. Dr. Başaran Gençdoğan
Atatürk Üniversitesi
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık

AFFETME
Dr. Öğr. Üyesi Tuğba Seda Çolak
Düzce Üniversitesi Konuralp Yerleşkesi Eğitim Fakültesi
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık

AKIŞ
Dr. Öğr. Üyesi Elif Çimşir
Anadolu Üniversitesi, Eğitim Fakültesi
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık ABD

AŞK, MUTLULUK VE POZİTİF DUYGULAR


Doç. Dr. Kamale Bahazar Salamova
Sumgait Devlet Universitesi
Psikoloji Bölümü

POZİTİF PSİKOLOJİDE BİLİNÇLİ FARKINDALIK


Dr. Öğr. Üyesi Cem Malakcıoğlu
İstanbul Medeniyet Üniversitesi
Tıp Eğitimi Bölümü

iii
HAYATIN ANLAMI
Dr. Aslı Kartol
Gaziantep Üniversitesi Nizip Eğitim Fakültesi
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık

İNSAN GELİŞİMİNE POZİTİF BİR YAKLAŞIM: “FLOURISHING”


Prof. Dr. Sefa Bulut
İbn Haldun Üniversitesi
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık
Arş. Gör. Emre Gürkan
Sakarya Üniversitesi
Psikoloji Bölümü, Ps Uygulamalı Psikoloji

POZİTİF LİDERLİK VE İŞ YERLERİNE UYGULANMASI


Doç. Dr. Nurlaila Effendy
Universitas Widya Mandala Surabaya, Psikoloji Bölümü

İYİMSERLİK
Uzm. Psk. Dan. Musa Yıldırım
Hendek Anadolu Lisesi

ÖZ ŞEFKAT
Dr. Gamze Ülker Tümlü
Anadolu Üniversitesi
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık

POZİTİF PSİKOLOJİDE MOTİVASYON


Umut Kermen
Marmara Üniversitesi
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık

POZİTİF PSİKOLOJİK SERMAYE


Uzm. Klk. Psikolog İlhan Bozkurt
Sağlık Bakanlığı Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi

ZOR ZAMANLARDA AYAKTA KALABİLME: PSİKOLOJİK


DAYANIKLILIK
Dr. Yunus Altundağ
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık

iv
SPONTANLIK VE PSİKOLOJİK İYİ OLUŞ
Dr. Öğr. Üyesi Özlem Şener
İstanbul Aydın Üniversitesi
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık

STRESİ ÖNLEME VE BAŞA ÇIKMADA POZİTİF PSİKOLOJİ


Dr. Öğr. Üyesi İsmail Yelpaze
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık

POZİTİF PSİKOLOJİ VE MANEVİYAT PSİKOLOJİSİ AÇISINDAN ŞÜKÜR


Dr. Öğr. Gör. Mustafa Atak
Erciyes Üniversitesi
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezi Müdürü

POZİTİF PSİKOLOJİ VE UMUT


Dr. Öğr. Üyesi Thseen Nazir
İbn Haldun Üniversitesi
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık

YAŞAM DOYUMU
Dr. Öğr. Üyesi. Ayşegül Erçevik
Amasya Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık

YAŞAMIN İKİNCİ YARISI: FIRSATLARI KAYBETMEK VEYA


POZİSYON KAZANMAK
Prof. Dr. Ceyhun .H. Mehmedov
Sumgayit Devlet Üniversitesi
Psikoloji Bölümü

TRAVMA SONRASI BÜYÜME


Dr. Öğr. Üyesi F. Dilek Tel
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık

v
İÇİNDEKİLER

1. POZİTİF PSİKOLOJİYE GİRİŞ............................................................................. 1


Sefa Bulut
Mustafa Subaşı
1. TARİHSEL SÜREÇ VE POZİTİF PSİKOLOJİNİN ORTAYA ÇIKIŞI .................... 1
2. POZİTİF PSİKOLOJİNİN TEMEL KAVRAMLARI ................................................ 5
2.1. Akış ................................................................................................................... 7
2.2. İyimserlik........................................................................................................... 7
2.3. Psikolojik Dayanıklılık ...................................................................................... 7
2.4. İyi Oluş .............................................................................................................. 8
2.4.1. Öznel iyi oluş .......................................................................................... 8
2.4.2. Psikolojik iyi oluş .................................................................................... 8
3. POZİTİF PSİKOLOJİYE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER ...................................... 10
4. POZİTİF PSİKOLOJİNİN GELECEĞİ .................................................................... 11
KAYNAKLAR .............................................................................................................. 12
OKUMA LİSTESİ ......................................................................................................... 16

2. POZİTİF PSİKOLOJİ VE POZİTİF PSİKOTERAPİ ........................................ 17


Başaran Gençdoğan
1. POZİTİF PSİKOLOJİ ............................................................................................... 17
2. PSİKOTERAPİ ......................................................................................................... 22
2.1. Psikoterapi Nedir? ........................................................................................... 22
2.2. Psikoterapi Ne Kadar Etkilidir? ....................................................................... 25
2.3. Terapi Türleri................................................................................................... 27
3. POZİTİF PSİKOTERAPİ.......................................................................................... 29
3.1. Pozitif Psikoterapinin Beş Faydası .................................................................. 32
3.1.1. Bireyi güçlendirme ................................................................................ 33
3.1.2. Olumsuz belirtilerin olumlu yeniden çerçevelenmesi ve dengeye
odaklanma ............................................................................................. 33
3.1.3. Kültürel geçiş ve farklılıkları kabul etme ve destekleme ........................ 33
3.1.4. Beklentilerin ve terapi sonuçlarının daha iyi yönetimi ......................... 33

vii
3.1.5. Çeşitli zihinsel sağlık koşullarına yardımcı olduğunu kanıtlama ......... 34
4. Pozitif Psikoterapi ile Pozitif Psikoloji İlişkisi Nedir? .............................................. 34
4.1. Şükran Uygulaması.......................................................................................... 36
4.2. Affetmek .......................................................................................................... 36
4.3. Empati Uygulaması ......................................................................................... 37
OKUMA LİSTESİ ......................................................................................................... 40
KAYNAKLAR .............................................................................................................. 41

3. AFFETME ................................................................................................................ 45
Tuğba Seda Çolak
1. AFFETMEK NEYİ DEĞİŞTİRİR Kİ? ..................................................................... 45
2. AFFETME................................................................................................................. 47
2.1. Ruh Sağlığında Affetme Kavramının Yeri ...................................................... 47
2.2. Affetme Kavramının Tanımlanması ve Değerlendirilmesi ............................. 48
2.3. Affetmeyi Etkileyen Değişkenler .................................................................... 57
2.4. Affetme ve Sağlık Arasındaki İlişki ................................................................ 60
2.5. Tinsellik (Maneviyat) ve Affetme ................................................................... 61
2.6. Affetme Modelleri ve Affetme Terapisi .......................................................... 62
2.7. Affetmenin Ölçülmesi ..................................................................................... 64
2.8. Uygulamada Affetme ...................................................................................... 65
KAYNAKLAR .............................................................................................................. 67
OKUMA LİSTESİ ......................................................................................................... 72

4. AKIŞ .......................................................................................................................... 75
Elif Çimşir
AKIŞA İLİŞKİN KÜÇÜK BİR HİKÂYE ..................................................................... 75
1. AKIŞ VE ÖNEMİ ..................................................................................................... 77
2. AKIŞIN POZİTİF PSİKOLOJİDEKİ YERİ VE ÖNEMİ ......................................... 77
3. AKIŞIN GÜNLÜK YAŞAMDAKİ YERİ VE ÖNEMİ ............................................ 79
4. AKIŞIN BOYUTLARI VE ÖLÇÜLMESİ ............................................................... 81
4.1. Akışın Boyutları .............................................................................................. 81
4.2. Akışın Ölçülmesi ............................................................................................. 86
5. AKIŞA İLİŞKİN GÜNCEL ARAŞTIRMALAR VE UYGULAMALARA
YANSIMALARI ....................................................................................................... 88
SONUÇ.......................................................................................................................... 90
KAYNAKLAR .............................................................................................................. 91

viii
OKUMA LİSTESİ ......................................................................................................... 96

5. AŞK, MUTLULUK VE POZİTİF DUYGULAR .................................................. 97


Kamale Bahazar Salamova
1. MUTLULUK ............................................................................................................ 97
2. KİŞİLİĞİN GELİŞMESİNDE AŞKIN ROLÜ ......................................................... 99
3. MUTLULUK DUYGUSU ...................................................................................... 101
4. SEVİLDİĞİNİ HİSSETTİREN FAKTÖRLER ...................................................... 109
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 116

6. POZİTİF PSİKOLOJİDE BİLİNÇLİ FARKINDALIK .................................... 119


Cem Malakcıoğlu
1. BİLİNÇLİ FARKINDALIK YÜKSELİŞTE........................................................... 121
2. POZİTİF PSİKOLOJİDE BİLİNÇLİ FARKINDALIK HAKKINDA DAHA
FAZLASI ................................................................................................................ 126
3. BİLİNÇLİ FARKINDALIĞIN POZİTİF PSİKOLOJİDEKİ BAZI
UYGULAMALARI ................................................................................................ 131
3.1. Bilinçli Farkındalığa Dayalı Güçlü Yönler Uygulama Programı (MBSP) .... 131
3.2. Pozitif Bilinçli Farkındalık Programı (PMP) ................................................. 132
SONUÇ........................................................................................................................ 132
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 133
OKUMA LİSTESİ ....................................................................................................... 135

7. HAYATIN ANLAMI ............................................................................................. 137


Aslı Kartol
OLGU SUNUMU ........................................................................................................ 137
1. ANLAMIN ÖNEMİ VE POZİTİF PSİKOLOJİYE YANSIMALARI ................... 137
2. ANLAM VE İLİŞKİLİ OLDUĞU TEMEL KAVRAMLAR ................................. 142
2.1. Mutluluk ........................................................................................................ 142
2.2. Kendini Aşma (Öz Aşkınlık) ......................................................................... 144
2.3. Maneviyat ...................................................................................................... 145
2.4. Acı Çekmek ve Ölüm .................................................................................... 146
3. ANLAMA DERİN BİR BAKIŞ.............................................................................. 146
4.1. Logoterapi (V. FRANKL) ............................................................................. 152
ÖZET ........................................................................................................................... 155
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 156

ix
OKUMA LİSTESİ ....................................................................................................... 164

8. İNSAN GELİŞİMİNE POZİTİF BİR YAKLAŞIM: “FLOURISHING” ......... 165


Sefa Bulut
Emre Gürkan
1. GİRİŞ ...................................................................................................................... 165
2. FLOURISHING NEDİR? ....................................................................................... 168
3. FLOURISHING KONSEPTLERİ........................................................................... 172
3.1. Keyes’in (2002) Flourishing Konsepti ......................................................... 173
3.2. Huppert ve So’nun (2013) Flourishing Konsepti........................................... 174
3.3. Diener ve Arkadaşlarının. (2010) Flourishing Konsepti ...................................... 176
3.4. Seligman’ın (2011) Flourishing Konsepti ....................................................... 176
4. TARTIŞMA VE SONUÇ........................................................................................ 181
OKUMA LİSTESİ ....................................................................................................... 182
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 183

9. POZİTİF LİDERLİK VE İŞ YERLERİNE UYGULANMASI ......................... 187


Nurlaila Effendy
1. İŞ YERİNDE MUTLULUK VE MEMNUNİYET ................................................. 187
2. İŞ GÜCÜ: MİLENYUM KUŞAĞI ......................................................................... 189
3. POZİTİF ORGANİZASYON ................................................................................. 190
3.1. Organizasyonda Pozitif Liderlik Stratejisi ..................................................... 192
3.2. Pozitif Ödül Sistemi ve İçsel Motivasyon ..................................................... 197
4. TARTIŞMA ............................................................................................................ 197
SONUÇ........................................................................................................................ 199
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 199

10. İYİMSERLİK ....................................................................................................... 203


Musa Yıldırım
1. GİRİŞ ...................................................................................................................... 203
2. İYİMSERLİK, KÖTÜMSERLİK VE YÜKLEME ŞEKİLLERİ............................ 204
3. EĞİLİMSEL İYİMSERLİK .................................................................................... 208
4. İYİMSERLİK VE SAĞLIK .................................................................................... 209
4.1. İyimserliğin ve Ruh Sağlığı ........................................................................... 209
4.2. İyimserlik ve Fiziksel Sağlık ......................................................................... 211

x
5. GERÇEKÇİ OLMAYAN İYİMSERLİK ................................................................ 211
6. İYİMSERLİK ARTTIRILABİLİR Mİ? .................................................................. 212
7. İŞ YAŞAMINDA İYİMSERLİK ............................................................................ 213
8. İYİMSERLİK VE BEYİN ...................................................................................... 214
OKUMA LİSTESİ ....................................................................................................... 222

11. ÖZ ŞEFKAT ......................................................................................................... 223


Gamze Ülker Tümlü
ÇOCUKLUK HÂLİNİZE ŞEFKAT............................................................................ 223
1. ÖZ ŞEFKATİN ÖNEMİ ......................................................................................... 225
2. ÖZ ŞEFKAT VE İLGİLİ KAVRAMLAR .............................................................. 227
2.1. Öz Şefkat Konusunun Açılımı ....................................................................... 230
2.2. Öz Şefkatin Bileşenleri .................................................................................. 230
ŞEFKATLİ BİR EL ..................................................................................................... 232
3. ÖZ ŞEFKATİN UYGULAMAYA YANSIMALARI............................................. 234
3.1. Ruh Sağlığı Meslek Elemanlarının Öz Şefkati .............................................. 238
SONUÇ........................................................................................................................ 240
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 240
OKUMA LİSTESİ ....................................................................................................... 243

12. POZİTİF PSİKOLOJİDE MOTİVASYON ...................................................... 245


Umut Kermen
1. MOTİVASYONA YÖNELİK TEMEL KAVRAMLAR ........................................ 245
2. POZİTİF PSİKOLOJİDE MOTİVASYON ............................................................ 248
2.1. Pozitif Psikolojide Motivasyonun Uygulamalara Yansıması ........................ 258
SONUÇ........................................................................................................................ 261
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 261

13. POZİTİF PSİKOLOJİK SERMAYE................................................................. 265


İlhan Bozkurt
1. PSİKOLOJİK SERMAYE KAVRAMININ GELİŞİMİ ......................................... 266
2. PSİKOLOJİK SERMAYE VE BOYUTLARI ........................................................ 268
3. PSİKOLOJİK SERMAYENİN ÖNCÜLLERİ VE SONUÇLARI .......................... 271
3.1. Psikolojik Sermaye ve İş Performansı ........................................................... 272
3.2. Psikolojik Sermaye ve İş Tatmini .................................................................. 273

xi
3.3. Psikolojik Sermaye ve Çalışan Tutumları ..................................................... 275
3.4. Psikolojik Sermaye ve Liderlik ..................................................................... 276
3.5. Psikolojik Sermaye ve Tükenmişlik .............................................................. 277
4. PSİKOLOJİK SERMAYE GELİŞTİRME PROGRAMLARI ................................ 279
4.1. Psikolojik Sermaye Müdahale Programlarında Uygulanan Yöntemler ........ 281
SONUÇ........................................................................................................................ 282
OKUMA LİSTESİ ....................................................................................................... 283
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 283

14. ZOR ZAMANLARDA AYAKTA KALABİLME:


PSİKOLOJİK DAYANIKLILIK........................................................................ 289
Yunus Altundağ
GİRİŞ ........................................................................................................................... 291
1. PSİKOLOJİK DAYANIKLILIĞIN BOYUTLARI ................................................ 293
2. RİSK FAKTÖRLERİ .............................................................................................. 294
3. KORUYUCU FAKTÖRLER .................................................................................. 297
4. OLUMLU SONUÇLAR ......................................................................................... 299
5. PSİKOLOJİK DANIŞMA VE PSİKOLOJİK DAYANIKLILIK ........................... 301
OKUMA LİSTESİ ....................................................................................................... 303

15. SPONTANLIK VE PSİKOLOJİK İYİ OLUŞ .................................................. 307


Özlem Şener
1. İNSANIN YARATICILIĞI .................................................................................... 310
2. SPONTANLIK VE GAYRİ-SPONTANLIK .......................................................... 311
3. TOPLUMSAL DAVRANIŞ KALIPLARI: KONSERVE ROLLER ...................... 313
4. POZİTİF PSİKOLOJİDE SPONTANİTE............................................................... 317
5. PSİKOLOJİK İYİ OLUŞ VE KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRME ............................ 318

16. STRESİ ÖNLEME VE BAŞA ÇIKMADA POZİTİF PSİKOLOJİ ................ 325


İsmail Yelpaze
GİRİŞ ........................................................................................................................... 325
1. STRES NEDİR? ...................................................................................................... 327
2. POZİTİF PSİKOLOJİDE STRES ........................................................................... 327
3. STRESİN NEDENLERİ ......................................................................................... 328
3.1. Stresin Dışsal Nedenleri ................................................................................ 328

xii
3.2. Stresin İçsel Nedenleri ................................................................................... 329
4. STRESİN BELİRTİLERİ........................................................................................ 330
4.1. Zihinsel Belirtiler........................................................................................... 331
4.2. Duygusal Belirtiler ........................................................................................ 332
4.3. Fiziksel Belirtiler ........................................................................................... 332
4.4. Davranışsal Belirtiler ..................................................................................... 333
5. STRESLE BAŞA ÇIKMA ...................................................................................... 334
6. POZİTİF PSİKOLOJİK FAKTÖRLER .................................................................. 335
6.1. İyimserlik....................................................................................................... 336
6.2. Umut .............................................................................................................. 337
6.3. Öz Saygı-Öz Yeterlilik .................................................................................. 338
6.4. Öz Anlayış/Öz Şefkat/Öz Duyarlılık ............................................................. 339
6.5. Bilinçli Farkındalık ........................................................................................ 340
6.6. Şükran (Minnettarlık) Duygusu ..................................................................... 340
6.7. Affetmek ........................................................................................................ 341
7. POZİTİF BAŞA ÇIKMA YÖNTEMLERİ ............................................................. 342
7.1. Pozitif Değerlendirme.................................................................................... 342
7.2. Anlam Arayışı ............................................................................................... 343
7.3. Öğrencilerin Stresi ile Başa Çıkmada Pozitif Psikolojinin Kullanımı .......... 344
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 345

17. POZİTİF PSİKOLOJİ VE MANEVİYAT PSİKOLOJİSİ


AÇISINDAN ŞÜKÜR .......................................................................................... 351
Mustafa Atak
1. İSLÂM VE MANEVİYAT PSİKOLOJİSİNDE ŞÜKÜR ...................................... 355
1.1. Maneviyat ve Nefs Psikolojisi Temelli Gülümseme ve Şükür Egzersizi....... 360
SONUÇ........................................................................................................................ 361
ÖZET ........................................................................................................................... 362
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 362

18. POZİTİF PSİKOLOJİ VE UMUT ..................................................................... 365


Thseen Nazir
GİRİŞ ........................................................................................................................... 365
1. POZİTİF PSİKOLOJİ VE UMUT .......................................................................... 366
2. UMUT ..................................................................................................................... 367
2.1. Bir Bilişsel Stil Olarak Umut......................................................................... 372

xiii
2.2. Çocuklukta Umut Gelişimi ............................................................................ 375
2.3. Yanlış Umut................................................................................................... 376
2.4. Olumlu Bir Duygu Olarak Umut ................................................................... 377
2.5. Bir Karakter Gücü Olarak Umut.................................................................... 379
2.6. Karakter Güçlerinden Biri Olan Umut Üzerine Araştırmalar ....................... 381
2.7. Algılanan Umut ............................................................................................. 381
2.8. Umut İçin Diğer Yaklaşımlar ........................................................................ 382
2.9. Umudu Ölçme ............................................................................................... 383
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 385

19. YAŞAM DOYUMU.............................................................................................. 395


Ayşegül Erçevik
1. YAŞAM DOYUMU ............................................................................................... 397
2. YAŞAM DOYUMUNA İLİŞKİN TEORİLER ...................................................... 399
2.1. Aşağıdan Yukarıya Teoriler .......................................................................... 400
2.2. Yukarıdan Aşağıya Teoriler .......................................................................... 400
3. YAŞAM DOYUMUNU ETKİLEYEN ETKİ ALANLARI ................................... 402
3.1. Evlilik Doyumu ............................................................................................. 402
3.2. Sağlık ............................................................................................................. 403
3.3. İş Doyumu ..................................................................................................... 405
SONUÇ........................................................................................................................ 409
Yaşam Doyumunun Bireysel ve Grup Uygulamalarında Kullanımına İlişkin
Öneriler ve Örnekler ............................................................................................... 410
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 412
OKUMA LİSTESİ ....................................................................................................... 421

20. YAŞAMIN İKİNCİ YARISI: FIRSATLARI KAYBETMEK VEYA


POZİSYON KAZANMAK .................................................................................. 423
Ceyhun H. Mehmedov
("YARI DOLU BARDAK") ........................................................................................ 423
ÖN SÖZ ....................................................................................................................... 423
GİRİŞ ........................................................................................................................... 424
1. POZİTİF PSİKOLOJİNİN KONUSU OLARAK "AKME" OLGUSU .................. 426
SONUÇ........................................................................................................................ 431
Yetişkinlik: Sosyopsikolojik Özellikler ve Önde Gelen
Davranışsal Fenomenler ......................................................................................... 436

xiv
21. TRAVMA SONRASI BÜYÜME ........................................................................ 441
F. Dilek Tel
TRAVMA SONRASI BÜYÜMEYE İLİŞKİN
GERÇEK BİR YAŞAM ÖYKÜSÜ ....................................................................... 441
1. TRAVMA VE TRAVMATİK YAŞANTININ ETKİLERİ .................................... 443
2. TRAVMA SONRASI BÜYÜME KAVRAMININ TANIMLANMASI VE
DEĞERLENDİRİLMESİ ........................................................................................ 445
3. TRAVMA SONRASI BÜYÜME KAVRAMININ ORTAYA ÇIKIŞI .................. 447
4. TRAVMA SONRASI BÜYÜMENİN BOYUTLARI ............................................ 449
5. KENDİLİK ALGISINDAKİ DEĞİŞİM ................................................................. 450
5.1. İnsan İlişkilerindeki Değişim......................................................................... 450
5.2. Yaşam Felsefesinde Gerçekleşen Değişim .................................................... 452
5.3. Travma Sonrası Büyümeyi Açıklayan Modeller ........................................... 453
5.4. Travma Sonrası Büyümenin İşlevsel Betimsel Modeli.................................. 453
5.5. Yaşam Krizleri ve Kişisel Gelişim Modeli .................................................... 456
6. TRAVMANIN ARDINDAN MEYDAN GELEN OLUMLU DEĞİŞİMLERİN
ÖLÇÜLMESİ .......................................................................................................... 457
SONUÇ........................................................................................................................ 458
Travma Sonrası Büyümenin Uygulamalara Yansıması .......................................... 459
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 461
ÖNERİLEN FİLMLER ............................................................................................... 467

ÖZ GEÇMİŞLER ...................................................................................................... 469

xv
1 POZİTİF PSİKOLOJİYE GİRİŞ

Sefa Bulut
Mustafa Subaşı

Bu bölümü okuduğunuzda
1. Tarihsel süreçte pozitif psikolojinin gelişimini, ortaya çıkış gerekçelerini ve
psikoloji bilimine eleştirilerini,
2. Pozitif psikolojinin temel misyonunu,
3. Pozitif psikolojinin akış, iyimserlik, psikolojik dayanıklılık ve iyi oluş gibi ana
kavramlarını,
4. Pozitif psikolojiye yöneltilen temel eleştirileri ve bu eleştirilere verilen yanıtları,
5. Pozitif psikolojinin geleceğine dair görüşleri öğreneceksiniz.

Son yıllarda pozitif psikoloji gerek ruh sağlığı profesyonelleri arasında ge-
rekse alan dışında ilgiyle karşılanmıştır. Pozitif psikoloji gelişim süreci hâlâ
devam etmektedir ve pozitif psikolojinin uygulama alanları giderek genişlemek-
tedir. Bununla beraber pozitif psikoloji hem teorik hem pratik düzlemde eleştiri-
ler almaktadır. Bu bağlamda alandaki bilgi birikiminin bir araya getirilme ve
değerlendirilme ihtiyacı açığa çıkmıştır. Pozitif psikoloji nedir? Ne zaman ve
hangi tarihsel şartlarda ortaya çıkmıştır? Nereye doğru evrilmektedir? Bu bö-
lümde pozitif psikolojinin tarihsel serüveni, temel kavramları, eleştirileri ve
geleceği üzerinde durulacaktır.

1. TARİHSEL SÜREÇ VE POZİTİF PSİKOLOJİNİN


ORTAYA ÇIKIŞI
İnsanoğlu kendini ve iç-dış dünyasını tarih boyunca anlamlandırmaya ça-
lışmış, bu çerçevede çeşitli açıklamalara bağlanmış ve kendini tanıma yolunda
günümüze değin ciddi çabalar sarf etmiştir. Sahip olduğu biyolojik varlık, do-
ğuştan ya da edinmiş olduğu psikolojik özellikler, içinde bulunduğu ve bizzat

1
Pozitif Psikoloji

yarattığı kültür, var olduğu tarihsel bağlam, şartlarıyla yaşamak zorunda olduğu
doğa gibi faktörler bu çabalarda önemli etkiye sahip olmuştur. 19.yüzyılın son-
larına doğru modern psikolojinin felsefeden, modern psikiyatrinin nörolojiden
ayrılarak bilimsel disiplinler hâline gelmesiyle bu bilim dalları bünyesinde “in-
sanı anlama ve insan davranışlarını açıklama” sistematik bir araştırma konusu
hâline gelmiştir (Schultz ve Schultz, 2015).
Psikoloji en genel tanımıyla, gözlemlenebilir davranışların ve zihinsel sü-
reçlerin sistematik bir şekilde incelenmesidir (Feldman, 2015). Bu tanıma göre
psikolojinin insan yaşantısının her türlü görüngüsünü ele alması beklenir. An-
cak bazı araştırmacılar tarafından modern psikolojide yaygın anlayışın insanın
olumsuz yanlarına odaklandığı ve bireylerin olumlu yönlerini ihmal ettiği öne
sürülmüştür. Örneğin; 1872’den 2003’e değin PsychINFO veri tabanını mutlu-
luk-üzüntü, iyimserlik-kötümserlik gibi kavramlar üzerinden araştıran bir çalış-
mada olumsuz kavramlara olumlu kavramların iki katından daha fazla atıf ya-
pıldığı bulunmuştur (Rand ve Snyder, 2003). Benzer şekilde bir OVID veri
tabanı araştırmasında “hata” ve “önyargı” terimleri 18.903 kez, “güçlü yan” ve
“erdem” terimleri 7.423 kez aranmıştır (Sheldon ve King, 2001). Bu sonuçları
olumsuza olan ilginin psikoloji literatüründe önemli bir yer edindiğinin işareti
olarak değerlendirmek mümkündür. “Peki ama psikoloji neden daha çok olum-
suza yönelmiştir?” sorusuna yanıt sağlanamamıştır.
Psikolojinin niçin olumsuza yoğun bir ilgi gösterdiği konusu bir çalışmada
üç gerekçeye bağlanmaktadır. Birinci gerekçe tutkudur. Psikologların acı çeken
ve yaşantılarından rahatsız olan bireylere acilen yardım etme isteği pozitif de-
neyimleri ele almanın önüne geçmiştir. İkinci gerekçeyse faydacı ve tarihseldir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında finans ajanslarının ruhsal hastalığı ve diğer
problemleri öncelemesi ilgiyi bu yöne kaydırmıştır. Örneğin; savaş gazilerine
yardım etmeyle ilgili yapılmış birçok çalışma vardır (Seligman, 2002). Hatta
klinik psikoloji, ruhsal bozuklukların teşhis ve tedavisine, tıbbi bozukluk modeli
çerçevesinde bu dönemde odaklanmaya başlamıştır (Maddux, 2009). Üçüncü
gerekçedeyse olumsuza odaklanma durumunun insan olarak doğamızdan ve
psikolojik süreçlerle ilgili teorilerimizden kaynaklanabileceği ifade edilmektedir
(Gable ve Haidt, 2005). Baumeister ve ark. (2001) yaptıkları bir literatür çalış-
masında buldukları sonuçlara göre negatif olaylar pozitif olaylardan daha çok
etkiye sahip olmakta ve zihinde daha ayrıntılı bir biçimde işlenmektedir. Bu
örnekler pozitif psikolojinin psikoloji bilimine yönelttiği eleştiriler arasındadır.

2
Pozitif Psikolojiye Giriş

Gable ve Haidt (2005) bu eleştirinin psikoloji biliminin genel bilimsel üretimi-


nin ne yalnızca iyi oluş ne de rahatsızlık (hastalık) üzerine olduğunu dile getire-
rek klinik psikolojiye yapıldığı kanısındadır.
Pozitif psikoloji, dönemin APA başkanı Seligman’ın APA’nın 107’nci yıl-
lık toplantısında 21 Ağustos 1999’da Massachusetts/Boston’da ilk nüvelerini
psikoloji dünyasına tanıtmasıyla resmî olarak ortaya çıkmıştır. Bu konuşmada
Seligman dinleyicilere psikolojinin II. Dünya Savaşı öncesi misyonlarından bir
kısmını büyük ölçüde göz ardı ettiğini ifade etmiştir. Bunlar; ruhsal rahatsızlığı
tedavi etmek, bütün insanların daha üretken ve anlamlı hayatlar yaşamasına
yardımcı olmak ve yetenekleri belirleyip geliştirmektir. Ona göre 1946’da
Emekli Subay Yönetiminin ve 1947’de Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsünün ortaya
çıkışı psikolojinin bozukluk/hastalık modeli ve hastalık ideolojisine dayalı sa-
ğaltıcı bir disiplin olmasına sebep olmuştur fakat o, bu sorunu kendi APA Baş-
kanlığını psikolojinin odağında bir değişime ön ayak olacak daha pozitif bir
psikoloji için harekete geçirerek çözmeyi denemiştir (Linley, 2009). Seligman,
psikologlara “içimizdeki en iyiyi besleyecek bir karakter ve erdem bilimi” ya-
ratma çağrısı yapmıştır. Kısa süre içerisinde Csikszentmihalyi ile birlikte anla-
şılabilir ve cazip olmasının yanı sıra deneysel olarak güçlü bir iyi yaşam vizyo-
nu sunabilecek bir alan olarak pozitif psikolojiyi geliştirdiklerini öne sürmüşler-
dir. Onlara göre psikolojinin görevi yalnızca en kötü olayları onarmak değil
ayrıca pozitif özellikleri inşa etmek; sadece patoloji, zayıflık ve hasarı değil
güçlü yanlarımızı ve erdemi bilimsel olarak çalışmaktır (Csikszentmihalyi ve
Seligman, 2000). Böylelikle insanların psikolojik dayanıklılık, minnettarlık, öz
saygı, başa çıkma stratejileri, yaratıcılık, bilgelik, aşk, tutku, empati, özgecilik,
öznel iyi oluş, olumlu duygular ve manevi vb. özelliklerinin bilimin araştırma
konusu olması gerektiğini ifade etmişlerdir.
Pozitif psikolojinin ortaya çıkış gerekçeleri arasında psikolojinin olumsuz
olana ilgisinin baskın olması ve mağdurbilim hâline dönüşmesi, hümanistik
psikolojinin kümülatif ampirik temellerinin yetersiz olması, psikolojik müdaha-
lelerin önleme merkezli olmaktan çok tedavi üzerine kurulu olması ve psikolo-
jinin insan yaşantısını bütüncül olarak ele almaması bulunmaktadır (Csikszent-
mihalyi ve Seligman, 2000; Sheldon ve King, 2001; Linley ve ark., 2006; Peter-
son ve Park, 2003). Öte yandan pozitif psikolojinin öncüleri, pozitif özellikler,
pozitif sağlık ve olumlu duygularla ilgili çalışmaların mevcut olduğunu da be-

3
Pozitif Psikoloji

lirtmiş ve pozitif psikolojinin köklerinin psikoloji tarihinde yeri olduğunu dile


getirmişlerdir (Csikszentmihalyi ve Seligman, 2000). Bir başka deyişle, yaşamı
bilimsel olarak anlamlı kılma çabaları yeni değildir.
Örneğin, William James’in sağlıklı zihin üzerine yazıları bu çerçevede de-
ğerlendirilebilir (James, 2017). Geniş ölçekte ele alındığında insancıl psikoloji-
nin bütün işlevli bireyi (Rogers, 1961) ve kendini gerçekleştirme / sağlıklı bi-
reyleri çalışma (Maslow, 1968) vurgusu pozitif psikolojinin ve hümanistik psi-
kolojinin ortak ilgi alanları arasındadır (Gable ve Haidt, 2005). Bu bağlamda ele
alınabilecek bir başka çalışmada pozitif ruh sağlığının bileşenleri tanımlanmış
ve ruh sağlığı yerinde olan kişinin öz güvene ve öz yeterliğe sahip olduğu akta-
rılmıştır (Jahoda, 1958). Doğrusu tarihsel süreçte pozitif psikoloji kapsamında
değerlendirebilecek bilgelik, değerler, çoklu zekâ, psikolojik iyi oluş, psikolojik
sağlamlık, pozitif eğilim, sağlıklı yaşlanma, iyimserlik, akış ve mutluluk üzerine
yapılmış birçok araştırma örneği mevcuttur (Baltes ve Staudinger, 1993; Scheier
ve Carver, 1985; Csikszentmihalyi, 1990; Gardner, 1983; Snyder, 1994; Diener,
1984; Schwartz, 1994; Masten, 2001; Vaillant, 2002; Ryff, 1989; Rokeach,
1973; Seligman, 1991; Sternberg, 1995). Tablo 1.1’de “geleneksel psikolojiyle”
pozitif psikoloji ilişkisi aktarılmaktadır.

Tablo 1.1. Geleneksel Psikolojiyle Pozitif Psikoloji İlişkisi

Kaynak: Hefferon, K., & Boniwell, I. (2011). Positive psychology: Theory, research
and applications. McGraw-Hill Education (UK).

4
Pozitif Psikolojiye Giriş

Öznel düzeyde değerlendirildiğinde pozitif psikoloji alanı değerli öznel


deneyimler: iyi oluş, memnuniyet ve tatmin (geçmişteki); geleceğe yönelik
umut ve iyimserlik; şimdiki zamanda uyum ve mutluluk ile ilişkilidir. Bireysel
düzeyde olumlu kişisel özelliklerle: sevme yeteneği ve meslek kabiliyeti, cesa-
ret, kişiler arası ilişki, estetik duyarlık, azim, affedicilik/bağışlayıcılık, özgün-
lük, ileri görüşlülük, maneviyat, yetenekler ve bilgelik ile ilişkilidir. Grup düze-
yinde ise vatandaşlık erdemleri ve bireyleri daha iyi bir vatandaş olmaya sevk
eden kurumlarla: sorumluluk, şefkat, özgecilik, nezaket, ölçülülük/ılımlılık,
hoşgörü ve iş etiği ile ilişkilidir. Bununla beraber pozitif psikolojinin amacı
psikolojinin odağındaki yaşamdaki en kötü şeyleri iyileştirmeye olan meşguli-
yeti ayrıca olumlu özellikler inşa etmeye dönüştürecek bir değişim başlatmaktır
(Csikszentmihalyi ve Seligman, 2000). Bir başka tanıma göre pozitif psikoloji,
yaşamı anlamlı kılan şeylerin bilimsel olarak çalışılmasıdır. Psikoloji bilimi ve
uygulamalarına yönelik zayıflığın çalışıldığı kadar güçlü yanlarımızla, olumsu-
zun düzeltildiği kadar yaşamda iyi şeylerin inşa edilmesiyle ve sağaltıcı patolo-
jide olduğu kadar ortalama insanın yaşamını anlamlı kılmayla sıkı sıkıya ilişkili
bir çağrıdır (Peterson, 2013).
Bu tanımlardan da yola çıkarak pozitif psikolojiyi insanların olumlu özel-
liklerini eksenine alan, bireyde içkin bulunan potansiyel gelişimin önünü açan
ve geliştirip dönüştürmeye olanak sağlayan, grupların ve toplulukların değerle-
rini ve gelişimlerini dikkate alan bir bilimsel saha olarak tanımlamak mümkün-
dür. Bu yaklaşım bir anlamda psikolojide bütüncüllüğü hedefleyen epistemik ve
ampirik bir katkı dizisi, bireyin/toplulukların/kurumların davranış ve ihtiyaçla-
rını bağlamında anlamaya çalışan tarafsızlık çabasında bir girişim ve insanı
değerleriyle beraber tanımaya ve ona katkı sağlamayı ilke edinen uygulamalar
silsilesi olarak da nitelendirilebilir.

2. POZİTİF PSİKOLOJİNİN TEMEL KAVRAMLARI


Seligman ve ark. (2005) Character Strengths and Virtues: A Handbook
and Classification adlı eserlerinde tıpkı Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayım-
sal Elkitabı’nın (APA, 2013) psikolojik bozuklukları tanımladığı gibi erdemleri
ve karakterin güçlü yanlarını tanımlamıştır. Bu tanımlamaya göre altı erdem
kategorisi ve bu kategorilerin toplamda yirmi dört alt başlığı bulunmaktadır
(Peterson ve Seligman, 2004). Tablo 1’de gösterilmiştir.

5
Pozitif Psikoloji

Tablo 1.2. 6 Erdem ve 24 Karakter Güçlü Yanları Sınıflaması (Peterson ve Seligman, 2004).
Erdem ve güçlü
Tanım
yan
Bilgi kazanımı ve kullanımına olanak sağlayan bilişsel güçlü
1. Bilgelik ve bilgi
yanlar
Yaratıcılık İşleri halletmek için yeni ve üretken yöntemler düşünme
Merak Süregelen yaşama karşı ilgili olma
Açık fikirli olma Olayları düşünme ve her açıdan sınayabilme
Öğrenme aşkı Yeni beceriler, konular ve bilgi alanlarında uzmanlaşma
Bakış açısı Başkalarına bilgece danışmanlık sağlayabilme
İçsel veya dışsal bir biçimde karşı çıkılma durumunda hedef-
2. Cesaret lere ulaşma iradesine dair egzersizi içeren duygusal güçlü
yanlar
İçtenlik Doğruyu söyleme ve kendini samimi bir şekilde tanıtma
Yılmazlık Korkudan, rekabetten, zorluk veya acıdan yılmama
Kararlılık Başladığı işi bitirme
Canlılık Hayata heyecan ve enerjiyle katılma
Başkalarına “yönelme ve arkadaşça davranma”yı içeren
3. İnsanlık
kişiler arası güçlü yanlar
Nezaket Başkalarına iyi işler ve iyilikler yapma
Aşk Başkalarıyla yakın ilişkilere değer verme
Kendinin ve başkalarının dürtülerinin ve duygularının
Sosyal zekâ
farkında olma
Sağlıklı toplumsal yaşamın temeli olan vatandaşlığa dair
4. Adalet
güçlü yanlar
Hakkaniyet Herkese aynı hak ve adalet kavramlarına göre davranma
Liderlik Grup aktiviteleri tasarlama ve oluşlarını seyretme
Takım çalışması Bir grubun veya takımın üyesi olarak çalışabilme
5. Ölçülülük Aşırılığa karşı koruyucu güçlü yanlar
Affedicilik Yanlış şeyler yapan kişileri affetme
Alçakgönüllülük Başarılarının kendi adına konuşmasına izin verme
Tercihleri hakkında dikkatli olma; sonradan pişman
Sağduyu
olabileceği şeyler söylememe veya yapmama
Öz düzenleme Hissettiğini veya yaptığını kontrol edebilme
Anlam bulma ve devasa evrenle bağlantılar kurmayı
6. Aşkınlık
sağlayan güçlü yanlar
Güzelliği ve fazi- Güzelliği, fazileti ve/veya yaşamın tüm alanlarında ustaca
leti takdir performansı ayrımsama ve takdir etme
Minnettarlık Meydana gelen iyi şeylerin farkında olma ve şükran duyma
Umut En iyiyi umma ve en iyiyi başarmak için çalışma
Gülmeyi ve eğlendirmeyi sevme; başka insanları
Mizah
gülümsetebilme
Yaşamın anlam ve amacı hakkında uyumlu inançlara sahip
Dindarlık
olma

6
Pozitif Psikolojiye Giriş

Bu özellikler (strength) pozitif psikolojide araştırılan kavramları yansıt-


makla beraber pozitif psikolojiye konu olan birçok kavram vardır. Pozitif psiko-
loji literatüründe insan yaşantısının çeşitliliğini ifade eden kavramlar geliştiril-
miştir. Bu kavramlar bilimsel olarak ele alınmakta ve bireylerin yaşam kalitesi
edinilen bulgularla zenginleştirilmeye çalışılmaktadır. Bütün bu kavramsal
spektrumu değerlendirmek burada mümkün olmadığı için merkezi öneme sahip
olduğu düşünülen, literatürde sıkça araştırılan dört kavrama ve PERMA mode-
line değinilecektir. Bu kavramlar akış, iyimserlik, psikolojik dayanıklılık ve iyi
oluştur. PERMA modeliyse psikolojik iyi oluşun beş bileşenini içermektedir.

2.1. Akış
Akış kavramı insanların zamanı, yorgunluğu ve herhangi başka bir şeyi
unutup sadece gerçekleştirilen aktiviteye kendilerini tamamen kaptırdıklarında
bildirdikleri öznel bir durumdur. Akış, aktivite esnasında, “an” içerisindeki yo-
ğun yaşantısal deneyimin adıdır. Bu deneyim esnasında kişinin seçici dikkati
neredeyse tüm kapasiteyle yapılmakta olunan işe odaklanmıştır ve diğer uya-
ranlar minimuma inmiştir. Örneğin; akış deneyimi bir kil ustasının hamura şekil
verirken hissettiği veya sürükleyici bir romanı okurken deneyimlediğimiz şeydir
(Seligman ve Csikszentmihalyi, 2014). Toplumumuzda “bir şeyi aşk ile yap-
mak” deyişinin akış deneyimini ifade ettiğini söylemek mümkündür.

2.2. İyimserlik
İyimserlik kavramını anlamada beklenti terimi merkezi bir konumdadır.
İyimserlik özelliği kişinin gelecekte iyi şeyler olacağına inancını, bireylerin
problemlere nasıl yaklaşacağını, davranış biçimlerini ve olumsuzlukla karşı
karşıya kalındığında baş etme becerilerini içermektedir. İyimserliğin fizyolojik
ve psikolojik iyi oluşa olumlu katkısı olduğu yönünde çalışmalar vardır. Bunun-
la beraber iyimser bireylerin kötümser bireylere göre başa çıkma stratejilerinin
farklı olduğu görülmüştür. Ancak bu farklılığın psikolojik iyi oluşta görülen
değişiklerin sorumlusu olduğu ifade edilememektedir (Scheier and Carver,
2009).

2.3. Psikolojik Dayanıklılık


Psikolojik dayanıklılık, literatürde çok çeşitli tanımlarla karşılanmaktadır
(Fletcher and Sarkar, 2013). Yaygın tanımlardan birine göre psikolojik dayanık-
lılık, belirgin ve önemli bir olumsuzluk bağlamında pozitif uyumu içeren akış-

7
Pozitif Psikoloji

kan bir süreçtir (Luthar ve ark., 2000). Bir başka çalışmada pozitif psikolojinin
üç önemli bileşeni ele alınmıştır (Akt. Tümlü ve Recepoğlu, 2003). Birinci özel-
lik olumsuzluğa karşın zorlukların üstesinden gelebilen ve umulandan daha çok
gelişim gösteren kişilerin yılmamalarını sağlayan özellik veya kişisel bir yete-
neğe ilişkin inancı betimlemek için kullanılmaktadır. Örnek olarak dezavantajlı
durumuna rağmen yılmadan çalışan ve çalışmalarıyla ufuk açan Stephen
Hawking gösterilebilir. İkinci özellik, stresli durumlar karşısında bireyin uyum
sağlayabilme becerisini ifade etmektedir. Üçüncü özellikse travmatik durumları
aşmayı tanımlamaktadır.

2.4. İyi Oluş


Pozitif psikoloji insanların mutluluğunu iyi oluş ile kavramsallaştırmakta-
dır. İyi oluşun iki boyutu bulunmaktadır: haz kaynaklı iyi oluş (hedonic well-
being) ve erdem kaynaklı iyi oluş (eudaemonic well-being). Haz kaynaklı iyi
oluş, bireyin ihtiyaç tatmini ve mutluluğuyla ilişkilendirilirken erdem kaynaklı
iyi oluş, bireyin tam kapasiteli ve öz farkındalığı şeklinde tanımlanmaktadır
(Diener ve ark., 1999). Haz kaynaklı iyi oluş, öznel iyi oluş ile; erdem kaynaklı
iyi oluş, psikolojik iyi oluş ile eş değer görülmektedir.

2.4.1. Öznel iyi oluş


Öznel iyi oluş (ÖİO), kişinin hayatına dair değerlendirmeleri ve durumlar
karşısındaki duygusal tepkilerinin çıktısı olarak kabul edilmektedir. Bu çerçe-
vede öznel iyi oluş pozitif duyguların sık, negatif duyguların az deneyimlenmesi
ve yaşamdan yüksek doyum alma/tatmin olma biçiminde tanımlanmaktadır
(Diener, 1984; Myers ve Diener, 1995). Öte yandan öznel iyi oluşa etki eden
etmenler genetikten sosyal koşullara değin çeşitlenmektedir. ÖİO teorileri üç
bölüme ayrılabilirler. Bunlar biyolojik/mizaç teorileri amaçların tatmini teorileri
ve ruhsal durum teorileridir (Diener, 2018). Öznel iyi oluşa etki eden birçok
faktör bulunmaktadır, bu nedenle öznel iyi oluşun psikolojik sağlıkla eş değer
olmadığı bilinmelidir (Diener, 2012).

2.4.2. Psikolojik iyi oluş


Psikolojik iyi oluşla ilgili çalışmalarıyla ünlü araştırmacı Ryff, psikolojik
iyi oluşun kapsamlı bir haritasını çıkardığı makalesinde, psikolojik iyi oluşun
sadece ruhsal bozukluğun veya bir başka problem olmamasıyla açıklanamaya-

8
Pozitif Psikolojiye Giriş

cağını ifade etmiştir. Ona göre psikolojik iyi oluş, yaşam olaylarında işlevselliği
sürdürme ile yakından ilişkilidir (Ryff, 1989).
Bir başka çalışmada, psikolojik iyi oluşun boyutları ele alınmıştır. Bu bo-
yutlar öz-kabul, diğer insanlarla olumlu ilişkiler, özerklik (otonomi), çevresel
kuşatıcılık, yaşam anlamı ve kişisel gelişimdir. Psikolojik iyi oluşu yüksek bi-
reyler, kendilerine karşı olumlu tutum sahibidirler, insanlarla güvenilir ve doyu-
rucu ilişki kurarlar, bağımsız ve yılmazdırlar, çevresel zorlukları aşabilmede
ustadırlar, yaşamda amaçları ve hedef duyguları vardır ve sürekli gelişmek is-
temektedirler (Ryff, 1995). Yani psikolojik iyi oluş, insani işlevleri sürdürme ve
kişisel gelişimle ilişkilidir.
Psikolojik iyi oluşu etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Örneğin, bir ça-
lışmada psikolojik iyi oluşun depresyon, kaygı ve öfkeyle negatif yönde ilişkisi
olduğu bulunmuştur (Ryff, 2008). Psikolojik iyi oluş, pozitif özelliklerin işlev-
selliği arttıkça yükselmekte, negatif özelliklerin kullanımı yükseldikçe azalmak-
tadır. Aynı zamanda pozitif özelliklerle yakından ilişkili olduğu görülmektedir.
Bu bağlamda iyi oluşla doğrudan ilişkili otantik mutluluk (authentic hap-
piness) kuramını ve PERMA modelini ele almakta fayda bulunmaktadır. Selig-
man (2004), otantik mutluluğun üç bileşeni olduğunu öne sürmüş ve bunların
olumlu duygular (positive emotions), katılım (engagement) ve anlam (meaning)
olduğunu dile getirmiştir. Ancak ilerleyen yıllarda Seligman, kuramını revize
etmiş, “otantik mutluluk kuramı”na iki bileşen (pozitif ilişkiler -positive relati-
onships- ve başarı -accomplishment-) daha eklemiş, yeni kuramını “İyi Oluş
Kuramı” olarak adlandırmıştır (Seligman, 2011). Bu sayede pratik, akılda tut-
ması kolay, kullanışlı, kolaylıkla öğrenilen, ölçülebilir, özelliklerin kısaltması
PERMA adında bir model oluşturmuştur (Lovett ve Lovett, 2016).
PERMA modeli, aşağıdaki beş bileşenden oluşmaktadır:
● Olumlu duygular (positive emotions),
● Katılım (engagement),
● Pozitif ilişkiler (relationships),
● Anlam (meaning),
● Başarı (achievement).
Seligman’a göre PERMA modelindeki her bir bileşen iyi oluşa katkı sağ-
lamakta (1), her biri bireyin kendisi için sürdürülmekte (2) ve diğer bileşenler-
den bağımsız bir şekilde tanımlanmakta ve ölçülmektedir (3) (Seligman, 2011).

9
Pozitif Psikoloji

3. POZİTİF PSİKOLOJİYE YÖNELTİLEN


ELEŞTİRİLER
Bilim belirli bir diyalekt içerisinde etkileşimsel değişim göstermekte ve in-
sanlığın bilgi mirasına böylelikle katkı sağlamaktadır. Esasında bu diyalektik
süreç, Alman filozof Hegel (1812) tarafından formüle edilmiştir. Ona göre bir
argüman öne sürülür (tez), ardından bu argümanın karşıtı ortaya konur (antitez)
ve son durumda iki görüşü de bütünleştiren bir görüş (sentez) açığa çıkar. Bu
sayede iki görüş de ele alınmış ve bilgi döngüsü sürdürülmüş olur (Hegel,
2010). Kuşkusuz, her bilimsel alan gibi pozitif psikoloji de bir tezle ortaya çık-
mıştır ve bu nedenle eleştiri alması kaçınılmazdır. Aldığı eleştirilerle yeni sen-
tezlere ulaşması beklenmektedir.
Pozitif psikolojiye yapılan ilk eleştirilerden birkaçı hümanistik psikolojiye,
tarihsel köklerine yeterince değer vermediği ve hümanistik psikolojinin bilimsel
araştırma metotlarına yapılan eleştirinin tatminkâr oranda bilimsel olmadığı
yönündedir (Froh, 2004; Rathunde, 2001; Cowen ve Kilmer, 2002). Ancak po-
zitif psikoloji öncüleri bu bağlamda kendilerinin alanın öncülerine gereken
kıymeti verdiklerini akademik yazılarında dile getirmişler ve pozitif psikolojinin
bilimsel kurulumuna dair çeşitli görüşler ve yöntemler beyan etmişlerdir (Se-
ligman ve ark., 2005).
Bir diğer eleştiri ise pozitif psikolojinin mutluluk bilimi (happiology) ol-
duğu yönündedir. Örneğin; Lazarus pozitif psikolojinin neredeyse tamamen
pozitif duyguların çalışılması olduğunu düşündüğünü aktarmıştır (Lazarus,
2003). Buna karşın Seligman pozitif psikolojinin birçok çalışma alanı olduğunu,
pozitif duyguların yanı sıra pozitif özellikler (traits) ve pozitif kurumların çalı-
şıldığını, mutluluğun ise pozitif psikoloji alanında üçte bir ağırlık teşkil ettiğini
ifade etmiştir (Seligman & Pawelski, 2003). Öte yandan pozitif psikolojinin
insanın güçlü yanlarını vurgularken olumsuz yanlarını dikkate almadığı eleştiri-
si bulunmaktadır (Held, 2004). Yani bir anlamda Pollyannacı bir tutum içerisin-
de olduğu öne sürülmüştür (Gable ve Haidt, 2005). Fakat pozitif psikoloji olum-
suz özellik ve yaşantıları yok saymamakta, hayata sadece bardağın dolu tarafın-
dan bakmamakta; olumsuzlukların yanı sıra olumlu kişilik özellikleri, güç, psi-
kolojik dayanıklılık ve mutluluk gibi kavramları araştırarak psikolojiye bütün-
cül katkılar sağlamakta ve kendini dengeleyici bir unsur olarak tanımlamaktadır.

10
Pozitif Psikolojiye Giriş

Bir başka çalışmada pozitif psikolojinin insan aktivite ve eylemlerinin kül-


türe bağlı olduğunu göz ardı ettiği; bununla beraber kişisel özerklik ve bireysel
olarak tanımlanan doyum vurgusunu içeren Amerikan toplumunun tek yönlü
bireyciliğini yansıtan ahlaki değerler ve ruh sağlığı idealleri önerdiği aktarıl-
maktadır. Ayrıca Kartezyen düalizmin ben-öteki tanımları üzerine kurulu oldu-
ğu, “erdem”in ve “iyi yaşam”ın değer yargısız ne nicel ne de nitel çalışılabile-
ceği (reçeteleyici -prescriptive- olması), etnosentrizm barındırdığı, neoliberal
yönetim bağlamında kritik edilebilecek yanları olduğu ve Batı dışı toplumların
kendini algılama biçimlerini değiştireceği yönünde de eleştiriler bulunmaktadır
(Christopher ve ark., 2008; Christopher ve Hickinbottom, 2008; Robbins, 2008;
McDonald ve O’Callaghan, 2008; Becker ve Marecek, 2008). Bu çerçevede
kültürler arası pozitif psikoloji bağlamında bir çalışmada ahlaki gereklilikleri,
bağlamsal faktörleri ve yaşamı bütüncül karşılama ihtiyacını içeren bir iyi ya-
şam vizyonu önerilmiştir (Wong, 2011).
Pozitif psikolojinin eleştirilere karşın sayısız akademik yayına, bilimsel
toplantılara, eğitim merkezlerine, kurslara ve derslere, müdahale programına
konu olduğu ve etkili olduğu aktarılmaktadır (Seligman ve ark., 2005; Linley ve
ark., 2006; Gable ve Haidt, 2005)

4. POZİTİF PSİKOLOJİNİN GELECEĞİ


Pozitif psikolojinin geleceğinde olabilecek muhtemel konuları Linley ve
ark. (2006) şu şekilde tanımlamışlardır:
1. Pozitif ve negatif olanın sentezi,
2. Tarihsel öncülere ve mevcut bilgilere ekleme yaparak ilerleme,
3. Çeşitli analizleri bütünleştirme,
4. Topluma ve güçlü paydaşlara erişim,
5. Reçete edici veya betimsel olup olmayışı.
Bir başka çalışmada pozitif psikolojinin ilerleyen süreçlerde tutarlı, bütün-
cül ve ayrıntılı bir teorik altyapı geliştirme gerekliliğinden bahsedilmiştir. Aynı
çalışmada 1958’den 2002’ye değin önleme ve iyi oluşu yükseltme çalışmaların-
daki en çok atıf alan çalışmalar incelenmiş ve bu çalışmaların yetişkin odaklı
olmasından dolayı boylamsal çalışmalar yapılması önerilmiştir (Cowen ve Kil-
mer, 2002; teorik bir öneri için bkz. Ergüner-Tekinalp, 2016).
Pozitif psikolojinin öncüleri yaklaşımın misyonunun geniş kabul gördük-
ten sonra tamamlanacağını ifade etmişlerdir (Diener, 2003; Seligman ve ark.,

11
Pozitif Psikoloji

2005). Ancak Linley ve ark. (2006) pozitif psikolojinin psikolojiyle olumlu


bütünleşmesi sonrasında bile ayrı bir alan olarak varlığını sürdürebileceğini dile
getirmişlerdir. Hâlihazırda pozitif psikoloji, Amerikan Psikoloji Derneğinin
(APA) Society of Counseling Psychology bölümünde yer almaktadır (APA,
2020).
Pozitif psikoloji gelişimini sürdürmekte hem olumlu hem olumsuzun (ya-
şantı ve değerlerin) pozitif ve negatif yanlarını eksenine alacak teorik bir düz-
leme doğru ilerlemektedir (Lomas ve Ivtzan, 2016). Bu süreç Wong tarafından
“Positive Psychology 2.0” olarak adlandırılmıştır ve pozitif psikolojide ikinci
dalga çalışmalar hızla devam etmektedir (Wong, 2011; Ivtzan ve ark., 2015).
Örneğin; bu doğrultuda yapılan bir çalışmada negatif düşünmenin pozitif psiko-
lojisi ele alınmış, iyimserliğin ve kötümserliğin her birinin olası maliyetleri
üzerinde durulmuş, her iyimserliğin faydalı olmadığı ifade edilmiş ve pozitif
psikolojinin yalnızca pozitif düşünme ve iyimserlikle ilişkili olmadığı öne sü-
rülmüştür (Norem ve Chang, 2002).
Genel olarak pozitif psikolojinin pozitif-negatif bütünleşmesini sağlama
yolunda önemli mesafeler kat ettiği, tarihsel ve mevcut bilgilere eklemeler ya-
parak ilerlediği, bilimsel yöntemlerinin geçerlik ve güvenirliğini artırma çabası
içinde olduğu, toplumsal kaynaklara büyük oranda eriştiği ve sunduğu “iyi ya-
şam” görüşünü revize ettiği söylenebilir. İkinci dalga çalışmalarıyla beraber
pozitif psikolojinin vizyonu doğrultusunda ve birey-toplum-kurum çerçevesinde
bilimsel ve pratik ilerlemeler kaydedeceği öngörülmektedir.

KAYNAKLAR
American Psychiatric Association. (2013). Diagnostic and statistical manual of mental
disorders (DSM-5®). American Psychiatric Pub.
APA, “Society of Counseling Psychology”, Erişim: 12 Nisan 2020, https://www.
apa.org/about/division/div17
Baltes, P. B., & Staudinger, U. M. (1993). The search for a psychology of wisdom.
Current Directions in Psychological Science, 2, 75-80
Baumeister, R. F., Bratslavsky, E., Finkenauer, C., & Vohs, K. D. (2001). Bad is stron-
ger than good. Review of general psychology, 5(4), 323-370.
Becker, D., & Marecek, J. (2008). Positive psychology: History in the remaking?. The-
ory & Psychology, 18(5), 591-604.
Binkley, S. (2011). Happiness, positive psychology and the program of neoliberal go-
vernmentality. Subjectivity, 4(4), 371-394.

12
Pozitif Psikolojiye Giriş

Christopher, J. C., & Hickinbottom, S. (2008). Positive psychology, ethnocentrism, and


the disguised ideology of individualism. Theory & psychology, 18(5), 563-589.
Christopher, J. C., Richardson, F. C., & Slife, B. D. (2008). Thinking through positive
psychology. Theory & Psychology. VOL. 18(5): 555–561
Cowen, E. L., & Kilmer, R. P. (2002). “Positive psychology”: Some plusses and some
open issues. Journal of community psychology, 30(4), 449-460.
Csikszentmihalyi, M. (1990). Flow: The psychology of optimal experience. New York:
HarperCollins.
Csikszentmihalyi, M., & Seligman, M. E. (2000). Positive psychology: An introduction.
American Psychologist, 55(1), 5-14.
Diener, E. (1984). Subjective well-being. Psychological Bulletin, 95, 542-575.
Diener E, Suh EM, Lucas RE, Smith HL. (1999). Subjective Well-being: three decades
of progress. Psychol Bull. ; 125(2): 276–302.
Diener, E. (2003). What is positive about positive psychology: The curmudgeon and
Pollyanna. Psychological Inquiry, 14(2), 115-120.
Diener, E. (2012). New findings and future directions for subjective well-being rese-
arch. American Psychologist, 67(8), 590.
Diener, E., Oishi, S., & Tay, L. (2018). Advances in subjective well-being research.
Nature Human Behaviour, 2(4), 253.
Ergüner-Tekinalp, B. (2016). Adleryan kuramın pozitif psikoloji bağlamında değer-
lendirilmesi. The Journal of Happiness & Well-Being, 4(1), 34-49.
Feldman, R. S. (2015). Understanding Psychology. New York: McGraw-Hill Educa-
tion.
Fletcher, D., & Sarkar, M. (2013). Psychological resilience: A review and critique of
definitions, concepts, and theory. European Psychologist, 18(1), 12.
Froh, J. J. (2004). The history of positive psychology: Truth be told. NYS Psychologist,
16(3), 18-20.
Gable, S. L., & Haidt, J. (2005). What (and Why) is Positive Psychology? Review of
General Psychology, 9(2), 103–110. https://doi.org/10.1037/1089-2680.9.2.103
Gardner, H. (1983). Frames of mind: The theory of multiple intelligences. New York:
Basic Books.
Hegel, G. W. F. (2010). Georg Wilhelm Friedrich Hegel: the science of logic. Cambrid-
ge University Press.
Hefferon, K., & Boniwell, I. (2011). Positive Psychology: Theory, Research and Appli-
cations. McGraw-Hill Education (UK).
Ivtzan, I., Lomas, T., Hefferon, K., & Worth, P. (2015). Second wave positive psycho-
logy: Embracing the dark side of life. Routledge.
James, W. (2017). Dinsel Deneyimin Çeşitleri: İnsan Doğası Üstüne Bir İnceleme. Trc.
İsmail Hakkı Yılmaz. İstanbul: Pinhan Yayıncılık.
Jahoda, Marie. (1958). Current Concepts of Positive Mental Health. New York, NY,
US: Basic Books.

13
Pozitif Psikoloji

Lazarus, R. S. (2003). Does the positive psychology movement have legs? Psychologi-
cal Inquiry, 14(2), 93-109.
Linley, P. A., Joseph, S., Harrington, S., Wood, A. M. (2006). Positive psychology:
Past, present, and (possible) future, The Journal of Positive Psychology: Dedicated
to furthering research and promoting good practice, 1:1, 3-16.
Linley, P. A. (2009). Positive Psychology (History). Lopez, S. J. (Ed.). (2011). In The
encyclopedia of positive psychology (pp. 742-746). John Wiley & Sons.
Lomas, T., & Ivtzan, I. (2016). Second wave positive psychology: Exploring the positi-
ve negative dialectics of wellbeing. Journal of Happiness Studies, 17(4), 1753-
1768.
Lovett, N. & Lovett, T. (2016). Wellbeing in education: Staff matter. International
Journal of Social Science and Humanity, 6(2), 107-112.
Luthar, S. S., Cicchetti, D., & Becker, B. (2000). The construct of resilience: A critical
evaluation and guidelines for future work. Child Development, 71, 543–562. doi:
10.1111/14678624.00164
Maddux, J. E. (2009). Stopping the “madness”: Positive psychology and the deconstruc-
tion of the illness ideology and the DSM. In C. R. Snyder & S. J. Lopez (Eds.),
Handbook of positive psychology (pp. 61-70). New York: Oxford University.
Masten, A. (2001). Ordinary magic: Resilience processes in development. American
Psychologist, 56, 227-238.
McDonald, M., & O'Callaghan, J. (2008). Positive psychology: A Foucauldian critique.
The humanistic psychologist, 36(2), 127-142.
Myers, D.G. & Diener, E. (1995). Who Is Happy? Psychological Science, 6 (1), L0-17.
Norem, J. K., & Chang, E. C. (2002). The positive psychology of negative thinking.
Journal of Clinical psychology, 58(9), 993-1001.
Peterson, C. and Park, N. (2003) Positive Psychology as the Evenhanded Positive Psyc-
hologist Views It. Psychological Inquiry, Vol. 14, No:2, pp. 143-147.
Peterson, C., & Seligman, M. E. P. (2004). Character strengths and virtues: A hand-
book and classification. Washington, DC: American Psychological Association.
Rand, K. L., & Snyder, C. R. (2003). A reply to Dr. Lazarus, the evocator emeritus.
Psychological Inquiry, 14(2), 148-153.
Peterson, C. (2013). Pursuing the good life: 100 reflections in positive psychology.
Oxford University Press.
Rand, K. L., & Snyder, C. R. (2003). A reply to Dr. Lazarus, the evocator emeritus.
Psychological Inquiry, 14(2), 148-153.
Rathunde, K. (2001). Toward a psychology of optimal human functioning: What positi-
ve psychology can learn from the “experiential turns” of James, Dewey, and Mas-
low. Journal of Humanistic Psychology, 41(1), 135-153.
Robbins, B. D. (2008). What is the good life? Positive psychology and the renaissance
of humanistic psychology. The humanistic psychologist, 36(2), 96-112.
Rokeach, M. (1973). The nature of human values. New York: Free Press.

14
Pozitif Psikolojiye Giriş

Ryff, C. (1989). Happiness is everything, or is it? Explorations on the meaning of


psychological well-being. Journal of Personality and Social Psychology, 57, 1069-
1081.
Ryff, C. D. (1995). Psychological well-being in adult life. Current Directions in Psyc-
hological Science, 4(4), 99-104.
Ryff, C. D., & Singer, B. H. (2008). Know thyself and become what you are: A eudai-
monic approach to psychological well-being. Journal of Happiness Studies, 9(1),
13-39.
Scheier, M. F., & Carver, C.S. (1985). Optimism, coping, and health: Assessment and
implications of generalized outcome expectancies. Health Psychology, 4, 219-247.
Scheier, M. F. and Carver, C. S. (2009). Optimism. Lopez, S. J. (Ed.). (2011). The
encyclopedia of positive psychology. John Wiley & Sons.
Schultz, D. P., & Schultz, S. E. (2015). A history of modern psychology. Cengage Lear-
ning.
Schwartz, S. H. (1994). Are there universal aspects in the structure and contents of
human values? Journal of Social Sciences, 50(4), 19-45.
Seligman, M. E. P. (1991). Learned optimism. New York: Knopf.
Seligman, M.E.P. (1998). President’s column: Building Human Strength: Psychology’s
Forgotten Mission. APA Monitor, 29(1), 1.
Seligman, M. E. P. (2002). Positive psychology, positive prevention, and positive the-
rapy. In C. R. Snyder & S. J. Lopez (Eds.), Handbook of positive psychology (pp.
61-70). New York: Oxford University.
Seligman, M. E., & Pawelski, J. O. (2003). Positive psychology: FAQS. Psychological
Inquiry, 159-163.
Seligman, M. E. (2004). Authentic happiness: Using the new positive psychology to
realize your potential for lasting fulfillment. Simon and Schuster.
Seligman, M. E., Steen, T. A., Park, N., & Peterson, C. (2005). Positive psychology
progress: empirical validation of interventions. American psychologist, 60(5), 410.
Seligman, M. E. (2012). Flourish: A visionary new understanding of happiness and
well- being. Simon and Schuster.
Seligman, M. E., & Csikszentmihalyi, M. (2014). Flow. In Flow and the foundations of
positive psychology (pp. 227-238). Springer, Dordrecht.
Sheldon, K. M., & King, L. (2001). Why positive psychology is necessary. American
Psychologist, 56(3), 216.
Snyder, C. R. (1994). The psychology of hope: You can get there from here. New York:
Free Press.
Snyder, C. R., & Lopez, S. J. (Eds.). (2009). Oxford handbook of positive psychology.
Oxford library of psychology.
Sternberg, R. J. (1998). A balance theory of wisdom. Review of General Psychology, 2,
347 365.
Ülker Tümlü, G., & Recepoğlu, E. (2013). Üniversite Akademik Personelinin Psikolojik
Dayanıklılık ve Yaşam Doyumu Arasındaki İlişki. Journal Of Higher Education &
Science/Yükseköğretim ve Bilim Dergisi, 3(3).

15
Pozitif Psikoloji

Vaillant, G. E. (2002). Aging well. Boston: Little, Brown.


Wong, P. T. (2011). Positive psychology 2.0: Towards a balanced interactive model of
the good life. Canadian Psychology/Psychologie Canadienne, 52(2), 69.

OKUMA LİSTESİ
Carr, A. (2016). Pozitif Psikoloji. İstanbul: Kaknüs.
Eryılmaz, A. (2014). Herkes İçin Mutluluğun Başucu Kitabı: Teoriden Uygulamaya
Pozitif Psikoloji. Pegem Akademi.
Hefferon, K., & Boniwell, I. (2014). Pozitif Psikoloji: Kuram, Araştırma ve Uygulama-
lar. Nobel Yayınları.
Seligman, M. (2019). Gerçek Mutluluk. (çev. Semra Kunt Akbaş). Eksi Kitaplar.

16
2 POZİTİF PSİKOLOJİ VE POZİTİF
PSİKOTERAPİ

Bu bölümü okuduğunuzda
Başaran Gençdoğan

1. Pozitif psikoloji hakkındaki genel bilgileri,


2. Psikoterapiler hakkındaki genel bilgileri,
3. Pozitif psikoterapilerin özellikleri hakkındaki genel bilgileri öğreneceksiniz.

Bu bölümde pozitif psikoloji öncesi psikolojik yaklaşımların eğilimleri ve


çağımızın psikolojik yaklaşımlardaki eğilimleri etkileyen gelişmeler hakkında
çok kısa bir bilgiden sonra, pozitif psikolojinin gelişimi ve daha sonra pozitif
psikoterapiler hakkında bilgiler verilmiştir.

1. POZİTİF PSİKOLOJİ
Pozitif psikoterapileri anlamak için öncelikle pozitif psikolojiyi anlamak
gerekmektedir. Psikoloji bilimi, felsefe, sosyoloji, antropoloji, psikiyatri, ileti-
şim, vb. bilimlerdeki yenilik ve gelişmelerden çok fazla etkilenmektedir. Bu
bağlamda 20. yüzyılın başlarında egemen olan modern düşüncenin etkisindeki
felsefe biliminin psikoloji alanına yansıması da bu yönde olmuştur. Sonuçta
psikoloji bilimi modern yaklaşıma uygun olarak deneycilik ve akılcılığa önem
vermiştir (Karaırmak ve Siviş, 2016). Psikolojinin birçok dalı işlev bozukluğu
ve anormal davranışa odaklanma eğilimindeyken pozitif psikoloji insanların
daha mutlu olmasına yardımcı olmaya odaklanmıştır. Son on yılda, pozitif psi-
kolojiye genel ilgi arttı. Günümüzde giderek daha fazla insan nasıl daha mutlu
olabileceklerini ve tam potansiyellerine nasıl ulaşabileceklerini araştırmaktadır.
“Pozitif psikoloji” terimi, insanları kendi olumlu duygularını, deneyimleri-
ni ve özelliklerini tanımlamaya ve daha da geliştirmeye teşvik eden çeşitli tek-
nikleri kapsayan geniş kapsamlı bir terimdir. Pek çok açıdan, pozitif psikoloji

17
Pozitif Psikoloji

insancıl psikolojinin ilkelerine dayanmaktadır. Örneğin, Carl Rogers’ın danışan-


merkezli terapisi, insanların gerçek benliklerini ifade ederek yaşamlarını iyileş-
tirebilecekleri teorisine dayanıyordu. Abraham Maslow, bazı olumlu psikoloji
müdahalelerinde tanımlanan ve kullanılan özelliklerine benzer, kendini gerçek-
leştiren insanların özelliklerini tanımladı.
Abraham Maslow, insanların hastalıklarını araştırmaya ayrılan süre kadar,
insanların pozitif özelliklerinin de araştırılması gerektiğini belirtmiştir (Schultz
ve Schultz, 2008, 483). Maslow ve Carl Rogers’ın hümanistik psikoloji çalışma-
ları, Albert Bandura’nın öz yeterlikle ilgili çalışmaları ve Albee (1982) ve Co-
hen (1994) tarafından geliştirilen koruma programları ile ilgili çalışmalar pozitif
psikolojinin gelişiminin ilk adımları olmuştur.
Yirminci yüzyılın sonlarına doğru doksanlı yıllarda modern yaklaşımın ye-
rine postmodern yaklaşımın etkili olmaya başlamasıyla öznellik kavramı önem
kazanmıştır (Eryılmaz ve Mutlu 2016). Gerçeğin algılamaya göre oluşan ger-
çeklik olduğu farkındalığının önemli olduğu öne sürülmeye başlanmıştır. Bu
bağlamda, bireylerin öznel yorumlarına göre oluşturulan doğruların daha önemli
olduğu postmodern çağda, sosyal bilimler alanında nesnellikten uzaklaşılıp
öznel bakış açısı benimsenmeye başlanmıştır (Neimeyer ve Bridges, 2003).
Psikopatoloji odaklı yaklaşımın yerini son yıllarda pozitif odaklı görüşün
almasıyla birlikte “pozitif psikoloji” yaklaşımının geliştiği söylenebilir (Peterson,
2000; Seligman ve Csikszentmihalyi, 2000). Özellikle 2000’li yıllardan sonra
pozitif psikoloji yaklaşımının ağırlık kazanmasıyla, bireylerin yeteneklerini ve
potansiyellerini geliştirmeye yönelik teknik ve yöntemlerin geliştirildiği görül-
mektedir (Duncan ve ark., 2009; Joseph ve Linley, 2004; Heffron ve Boniwell,
2011; Kahler ve ark., 2013; Kyes ve Lopez, 2002; Linley ve Joseph, 2004;
Magyer-Moe, 2009; Rashid; 2008, 2009; Rashid ve Parks, 2006; Seligman,
2002a, 2002b, 2011; Seligman ve ark., 2005; Snyder ve Lopez; 2002, 2007).
Seligman pozitif psikolojiyi “olumlu deneyimlerin ve olumlu bireysel
özelliklerin bilimsel çalışması olup onların gelişimini kolaylaştırıcı kurumlar-
dır” şeklinde açıklamaktadır (Martin Seligman, 2005). Pozitif psikoloji insanda
olumsuz olan noktaları düzeltmek yerine olumlu olan özelliklerini ela alıp onları
daha arttırmayı amaçlamaktadır. Kişinin sorunlu olan yönleri üzerinde durmak
yerine olumlu yönde güçlü olan yönleriyle çalışmak, bireyin yaşamdan daha
çok doyum almasını ve topluma daha yararlı olmasını sağlamaktadır. İyi oluş,
öznel iyi oluş, yaşam doyumu, umut, iyimserlik, akış, kapasite geliştirme, af-

18
Pozitif Psikoloji ve Pozitif Psikoterapi

fetme, farkındalık, maneviyat, sorumluluk, özgecilik, çalışma etiği ve mutluluk


gibi kavramlar pozitif psikolojinin ele alıp incelediği önemli konulardır (Selig-
man ve Csikszentmihalyi 2000).
Pozitif psikoloji alanı, psikolojinin her hangi bir alanına eleştirmeyi hedef-
lemediği gibi, var olan sisteme de katkıda bulunmaktadır. Bireyin güçlü yönleri,
yetenekleri, başarıları, yapabildikleri ve kişiliğinin olumlu özellikleriyle ilgili
konuşmalar yapmak, bireyin kendini çok daha verimli ve mutlu hissetmesini
sağlar. Bireyin olumsuz özellikleri ve başarısızlıkları yerine olumlu ve başarılı
yönleriyle ilgili konuşmak bireyin kendini önemli ve mutlu hissetmesini sağlar.
Yetenekleri, yaratıcılıkları ve başarıları düşük olan kişiler için bu nasıl olacak
sorusu akla gelebilir. Hiç kimse yüzde yüz olumsuz, beceriksiz, başarısız, yete-
neksiz değildir.
Doğanın diyalektiği gereği herkesin yapabildiği, başarabildiği, yeteneğinin
olduğu bir alan mutlaka vardır. Bunun tersi doğanın diyalektiğine aykırıdır.
Bireyin başarılı olduğu yönleri, yetenekli olduğu bir alanları ortaya çıkarmak,
keşfetmek gerekir. Diyalektik kelimesi, eski Yunanca’da “karşılıklı konuşma”
ve Batı dilinde tartışma sanatı, münazara, tez-antitezle akıl yürütme anlamında
kullanılmıştır. Diyalektik, bir düşünme, araştırma, değerlendirme yoludur ve
yöntem olarak karşıt kavramların, zıtların birliği esasına dayanır. Bu zıtlara,
doğum-ölüm, büyük-küçük, dişi-erkek, aydınlık-karanlık, az-çok, alt-üst, hızlı-
yavaş, mutluluk-mutsuzluk gibi örnekler verilebilir. Doğa zıtlıkların birliğinden
ile doludur. Her şeyin kendi içinde bir zıddı vardır. Bütün bu zıtlıklar, iki ayrı
yönü göstermesine rağmen aynı şey olup “bir”in ayrı ayrı yanlarıdır. Uzak Doğu
da Ying-Yang birbirine zıt olmak yerine birbirinin tamamlayan iki güç olarak
görülür. Hayattaki her şeyde Ying ve Yang olduğu düşüncesi hâkimdir ve her
tekil olayda Ying-Yang’den birinin daha ağır bastığı düşünülür. Ying -Yang
sabit değildir. Gündüz ve gece nasıl sürekli değişim hâlindeyse Ying Yang de
öyledir. Bazense Ying-Yang’den biri ağır basar.
Doğada zıtların birliğinde dönüşüme en şaşırtıcı örnek olarak bazı balık
türleri verilebilir. Balıklar, yumurtlayanlar ve yavrulayanlar olarak iki kategori-
de incelenir. Yumurtlayan balıkların yumurtaları, geliştikleri yere göre pelajik
(su kütlesinde) veya demersal (dipte) tipte olabilir. Pelajik yumurtaların özgül
ağırlığı çevredeki sudan daha az olduğu için bu yumurtalar, su içinde serbestçe
yüzer. Dünyadaki balık türlerinin büyük bölümü pelajiktir. Birçok balık türünde
dişi ve erkek bireyler dış görünüşleriyle birbirlerine benzer. Ancak özel üreme

19
Pozitif Psikoloji

davranışı gösteren türlerde, hermafrodit denen eşeysel iki biçimlilik durumuna


rastlanır. Bu türlerin erkekleri, genellikle daha parlak ve göz alıcı renklere sa-
hiptir. Bu balık türlerinde eğer erkek balık sayısı yeterli değilse dişi balıklar
hemen erkek balığa dönüşerek üreme sistemine destek olmaya başlayarak soyla-
rının devamını sürdürürler.
Herakleitos’a göre her şey akar, sürekli değişir. Hegel’e göre diyalektik,
tez-antitez-sentez üçlüsüne dayanır. Gerçekleri oluşturan kavramların her biri
kendi zıddını kendi içinde taşır.

Kötülük

İyilik

İyiliğin içindeki
kötülük

Kötülüğün içindeki
iyilik

Bu bağlamda hiç kimse yüzde yüz “kötü” değildir, mutlaka “iyi” olan yön-
leri de vardır. Herhangi bir insanın olumlu yönlerine eğildiğimiz zaman o insa-
nın gelişip, ilerlemesi ve değişmesi için ilk adımı atmış oluruz. Pozitif psikoloji,
insanı kaybetmektense insanın değerini bilmek üzerine yoğunlaşmıştır denilebi-
lir. Bireyin güçlü yönleri üzerine yoğunlaşarak kendisiyle barışmasını ve güçlü
özellikleri sayesinde hayata karşı yenilmiş değil, kazanma şansı olan biri olarak
algılamasını sağlayarak güçlenmesi sağlanır.

20
Pozitif Psikoloji ve Pozitif Psikoterapi

Dünya Sağlık Örgütüne (WHO) göre sağlık; bireyin sadece hasta olmayışı
değil aynı zamanda bedensel, sosyal ve psikolojik açıdan tam bir iyilik hâli
olduğu belirtilmektedir (Kesgin ve Topuzoğlu 2006). Bireylerin ruh sağlığı
açıdan sağlıklı olmasının, kendilerini psikolojik ve duygusal açıdan iyi hisset-
meleri, bireyde ruhsal bozuklukların olmayışı gibi boyutları da vardır. Bunların,
ruh sağlığının pozitif boyutunu oluşturduğu söylenebilir (Vaillant 2002). Bu
bağlamda, pozitif boyut ile insanların yetenekli olduğu yönlerini ortaya çıkarta-
rak potansiyellerini geliştirilmesini ve güçlü yanlarının ortaya çıkartılmasını
hedefleyerek olumlu özelliklere dikkat çekilmektedir (Seligman 2002). Pozitif
psikoloji yaklaşımı bireylerin olumsuz durumlarını değiştirmek yerine olumlu
yönlerine odaklanarak bireylere baş etme becerileri de kazandırarak değişim
sağlamayı hedeflemektedir (Hefferon ve Boniwell 2010).

⮚ ⮚
⮚ ⮚
⮚ ⮚
⮚ ⮚
⮚ ⮚
⮚ ⮚
⮚ ⮚
⮚ ⮚

21
Pozitif Psikoloji

Pozitif Psikologlar Pozitif Psikolojide Temel Konular


Martin Seligman Mutluluk
Mihaly Csikszentmihalyi İyimserlik ve Çaresizlik
Christopher Peterson Farkındalık
Carol Dweck Spontanlık
Daniel Gilbert Güçlü Yönleri
Kennon Sheldon Umut
Albert Bandura Olumlu Düşünceler
C.R. Snyder Dayanaklılık
Philip Zimbardo

Aşağıda ilk önce psikoterapiler hakkında genel bilgiler ve daha sonra pozitif
psikoloji yaklaşımına dayalı olarak gelişen pozitif psikoterapiler ele alınmıştır.

2. PSİKOTERAPİ

2.1. Psikoterapi Nedir?


İnsanların ruhsal açıdan gelişimlerini desteklemek ve daha ileriye götür-
mek amacıyla çok farklı araçlar kullanılmış ve birçok çabalar olmuştur. Bunlar-
dan biri olarak psikoterapiler zaman içinde işlevsellikleri açısından önemli bir
yer edinmişlerdir. Yunanca Psyche (ruh) ve Terapia (tedavi etmek) kelimeleri-
nin birleşiminden “psikoterapi” kelimesi oluşturulmuştur. Türk Dil Kurumu
Türkçe Sözlüğüne bakıldığında psikoterapi, “Terapistin/hekimin danışa-
nı/hastayı etkilemek için kullandığı söz veya davranışa dayalı psikolojik yön-
temlerin bütünü” olarak tanımlanmaktadır (TDK 2016).
Psikoterapiye çok geniş bir yelpaze içinde anlamlar yüklenmiştir. Hasta ile
hekim arasındaki her konuşmayı bir psikoterapi olarak yorumlayanlardan tutun
ruhsal hastalıkları belirli tedavi teknik ve stratejilerle belirli şartlarda uygulanması
olarak anlamlar yükleyenler bulunmaktadır. Bu kadar farklı bakış açıları belirsiz
ve sınırları net olamayan bir kavramın ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

22
Pozitif Psikoloji ve Pozitif Psikoterapi

Bazı bilim adamlarına göre her hekimin her hastasına uyguladığı yaklaşım
özel bir psikoterapi iken bazılarına göre ise ancak çok katı kuralların uygulandı-
ğı standardize edilmiş programlar psikoterapidir. Psikoterapi teknik bir bilimsel
terim olarak ele alınacaksa mutlaka çerçevesi belirlenmeli, programı yapılandı-
rılmalı ve evrensel uygulanabilirliği standardize edilmelidir. Eğer psikoterapi-
den kastedilen şey; hastanın medikal ve cerrahi tedavi yöntemler dışındaki her
yöntemle kendini iyi hissetme hâli ise bu çok geniş bir alanı kapsamaktadır.
Özmen’e göre (2008) psikoterapi, kişinin uyumunu bozan davranışlarını
gidermek, içgörü geliştirmek ya da semptomu ortadan kaldırmak amacıyla nor-
mal ve patolojik gelişim kuramları temel alınarak uygulanan, terapist ile hasta-
nın/danışanın sözlü iletişimlerine ve dinamik bir ilişki içerisinde etkileşimlerine
dayanan, değişim oluşturmayı amaçlayan bir tedavi yöntemidir. Norcross’a
(2002) göre psikoterapi, bireylerin davranışlarını, düşüncelerini ve diğer kişisel
özelliklerini istenen bir yönde yönetmek için kullanılan kişiler arası ve klinik
yöntem uygulamalarıdır.
Psikoterapi, akıl sağlığı sorunları, duygusal zorluklar ve bazı psikiyatrik
bozukluklarda yardımcı olabilecek bir dizi tedavi olarak tanımlanabilir. Psikote-
rapi, bir birey ile psikolog arasındaki ilişkiye dayanan işbirlikçi bir tedavidir.
Psikoterapi süreci, tarafsız ve yargılamayan biriyle açıkça konuşabilmenizi sağ-
layan destekleyici bir ortamdır. Danışan ve psikolog danışanın kendisini iyi
hissetmesini engelleyen düşünce ve davranış kalıplarını belirlemek ve değiştir-
mek için birlikte çalışırlar. Psikoterapide psikologlar, insanların daha sağlıklı ve
daha etkili alışkanlıklar geliştirmelerine yardımcı olmak için bilimsel olarak
onaylanmış prosedürler uygularlar. Psikoterapiye -bilişsel- davranışçı, kişiler
arası ve diğer konuşma terapisi de dâhil olmak üzere- bireylerin sorunları üze-
rinde çalışmasına yardımcı olan çeşitli yaklaşımlar vardır.
Psikoterapi -konuşma terapisi, terapi veya danışmanlık olarak da adlandırı-
lır- yaşamınızdaki sorun veya sorunlarla başa çıkmanıza yardımcı olacak daha
yapıcı yollar öğrenmenize yardımcı olmaya odaklanmış bir süreçtir. Zor bir
dönemden geçerken veya yeni bir kariyere başlama veya boşanma gibi artan
stres altındayken destekleyici bir süreç de olabilir.
Genellikle bir yaşam, ilişki veya iş meselesi veya belirli bir zihinsel sağlık
sorunu ile başa çıkmaya çalışan kişilere psikoterapi önerilir ve bu sorunlar bire-
ye birkaç günden daha uzun süre acı veya üzüntü vermektedir. Bu genel kuralın
istisnaları vardır ancak çoğunlukla, psikoterapiden faydalanacağınızdan kesin

23
Pozitif Psikoloji

olarak emin olmasanız bile psikoterapi almanın bir zararı da yoktur. Psikoterapi,
depresyon ve düşük benlik saygısından bağımlılığa ve aile anlaşmazlıklarına
kadar çok sayıda sorunlarla baş etmenize yardımcı olabilir. İlaçla birlikte bipo-
lar bozukluk ve şizofreni tedavisinde çok etkili rol oynayabilir.
Psikoterapi genellikle tek başına veya akıl hastalıklarını tedavi etmek için
ilaçlarla birlikte kullanılır. Kısaca “terapi” olarak adlandırılan psikoterapi keli-
mesi, aslında çeşitli tedavi tekniklerini içermektedir. Psikoterapi sırasında, akıl
hastalığı olan bir kişi, hastalığı tetikleyebilecek faktörleri tanımlamasına ve
üzerinde çalışmasına yardımcı olan psikoloji veya psikolojik danışma alanında
lisanslı ve eğitimli bir akıl sağlığı uzmanıyla konuşur.
Bir psikoterapist, bireysel sıkıntıları kişisel bir bozukluktan ziyade insan
ilişkilerinde yaşanan sorunların bir sonucu olarak görme eğilimindedir. Psikotera-
pi, bir aile veya iş yerindeki ilişkilerin daha geniş bağlamına odaklanır. Bir psiki-
yatrist tıp doktorudur ve semptomları hafifletmek için ilaç reçete etme olasılığı
daha yüksektir ancak birçok psikiyatrist de psikoterapi tekniklerini kullanır.
Psikoterapi ile ilgili birçok yanlış bilgiler nedeniyle insanların çoğu psiko-
terapi almakta isteksiz olabilir. Kulaktan dolma bilgiler yerine gerçekleri bilen-
ler bile psikoterapi alma konusunda kendilerini gergin hissedebiliyorlar. Aslında
bu gerginlikle baş etmek için mücadele etmeye değer. Çünkü yaşam kalitesini
bozduğu için olması istenmeyen durumlarla baş etme konusunda psikoterapi
yardımcı olabilir. Bazı insanlar uzun süredir depresif, endişeli veya öfkeli his-
settikleri için psikoterapi almak isterler. Diğerleri, duygusal veya fiziksel uyum-
larına bozan kronik bir hastalık için yardım isteyebilir. Boşanma, ayrılmalar
nedeniyle boş bir evle yüzleşme, yeni bir işten bunalmış hissetme veya bir aile
üyesinin ölümü için üzülme gibi durumları içeren kısa vadeli sorunlarla baş
etme konusunda yardıma ihtiyaçları olanlar olabilir.
Kişi uzun süreden beri ezici bir çaresizlik ve hüzün hissediyorsa çabalarına
ve ailesinden ve arkadaşlarından yardım almasına rağmen sorunları iyileşmiyor
gibi görünüyorsa tedavi alma ihtiyacı duyabilir. Böyle biri işine odaklanmakta
veya diğer günlük aktiviteleri yürütmekte zorlanır. Bu kişi aşırı derecede endi-
şelenir, en kötüsünü bekler veya sürekli uçlarda yaşar. Bir kişinin çok fazla
alkol alması, uyuşturucu kullanması veya agresif olması gibi eylemleri yakınla-
rına veya başkalarına zarar veriyor olabilir.
Farklı psikoterapi yaklaşımları vardır. Psikologlar genellikle bunlardan bi-
rini veya daha fazlasını kullanırlar. Her teorik bakış açısı, psikoloğun danışanla-

24
Pozitif Psikoloji ve Pozitif Psikoterapi

rını ve sorunlarını anlamalarına ve çözümler geliştirmelerine yardımcı olacak


bir yol haritası işlevi görür. Verilen tedavi türü danışanın mevcut durumuna,
terapistin teorik yönelimine gibi çeşitli faktörlere bağlı olarak değişkenlik göste-
rir. Örneğin, bilişsel-davranışçı terapi kullanan psikologların tedavide farklı bir
uygulama yaklaşımı vardır. Terapistler danışanın daha etkili başa çıkma beceri-
leri geliştirmesine yardımcı olmak için önceden tasarlanmış bazı görevleri yeri-
ne getirmesini isteyebilir. Bu görevler, genellikle ev ödevleri şeklinde olmakta-
dır. Terapistler danışandan belirli bir duruma ilişkin tepkilerini kaydetmeleri
isteyerek daha fazla bilgi toplamaya çalışabilir veya ödev olarak asansör fobisi
olan birinden asansör düğmelerine basmasını istemek gibi yeni beceriler uygu-
lamasını isteyebilir. Danışanın belirli bir konu hakkında daha fazla bilgi edin-
mesi için okuma ödevleri verebilir.
Terapistler çeşitli psikoterapi yaklaşımlarından bazı teknik ve uygulamala-
rı birleştirebilir. Aslında terapistlerin çoğu kendilerini herhangi bir yaklaşımla
sınırlandırmak istemez. Bunun yerine farklı yaklaşımlardan teknik ve uygula-
maları harmanlar ve tedavilerini her danışanın ihtiyaçlarına göre uyarlarlar.

2.2. Psikoterapi Ne Kadar Etkilidir?


Yüzlerce çalışma, psikoterapinin insanların yaşamlarında olumlu değişik-
likler yapmalarına yardımcı olduğunu ortaya çıkarmıştır Bu çalışmaların gözden
geçirilmesi, psikoterapiye giren kişilerin yaklaşık yüzde 75’inin bir fayda sağla-
dığını göstermektedir. Diğer incelemeler, psikoterapi alan ortalama bir kişinin,
tedavi sonunda hiç tedavi görmeyenlerin yüzde 80'inden daha iyi olduğu bu-
lunmuştur. Başarılı tedaviyi şu üç faktör etkilemektedir:
1- Soruna uygun kanıta dayalı tedavi.
2- Terapistin klinik uzmanlığı.
3- Danışanın özellikleri, değerleri, kültürü ve tercihleri.
İnsanlar psikoterapiye başladığında sıkıntılarının asla bitmeyeceğini düşü-
nürler. Psikoterapi, insanların durumlarını iyileştirmek için bir şeyler yapabile-
ceklerini anlamalarına yardımcı olur. Bireylerin ilişkilerini geliştirmesine, duy-
gularını daha iyi ifade etmesine, işte veya okulda daha iyi çalışmasına ya da
daha olumlu düşünmesine yardımcı olarak sağlıklı davranışlar geliştirmesine
destek olur. Bazı sorunlar ve problemler belirli bir terapi tarzına en iyi şekilde

25
Pozitif Psikoloji

cevap verirken aslında en kritik ve en önemli olan unsur terapistle danışan ara-
sında kurulan terapötik işbirliğine dayalı ilişkidir.
Psikoterapiye başlandığında terapistler muhtemelen hedeflere ulaşabilmek
ve tedavinin gerçekleşmesi için bir zaman çizelgesi planlamak için danışanla
birlikte çalışırlar. Süreç ilerledikçe, terapistin danışanı anlayıp anlamadığı, te-
davi planının mantıklı olup olmadığı ve ilerleme kaydetme hissedip hissetmedi-
ği soruları danışanların aklına gelmeye başlar. Bazı insanlar yaklaşık 6 ila 12
seanstan sonra kendilerini daha iyi hissetmeye başlar. Terapist danışanı kabul
etmesi zor olan gerçeklerle yüzleşmeye ya da hayatında ciddi değişiklikler
yapması için zorladığında danışan sürecin başında olduğundan daha kızgın,
üzgün veya şaşkın hissedebilir. Bu, psikoterapinin işe yaramadığı anlamına
gelmez. Bu güçlü duygular terapnini işe yaramadığının kanıtı olmayıp, tam
tersine gelişmenin bir işaretidir. Bazen işlerin daha iyi olmadan önce daha kötü-
ye gittiği unutulmamalıdır.
Bazı durumlarda, elbette, bir hasta ile terapist arasındaki ilişki olması ge-
rektiği kadar iyi olmayabilir. Terapist de bu tür konuları ele almaya istekli ol-
malıdır. Terapistin danışanın sorununu teşhis etmesi konusunda yetersiz kaldı-
ğına ilişkin bir durum ortaya çıkarsa başka bir terapistten ikinci bir görüş almak
yararlı olabilir. Eğer danışanın durumunda düzelme sağlanmazsa yeni bir tera-
pistle çalışmaya başlamanın zamanının geldiği söylenebilir. Bu durumu şahsi
almamak gerekir, bu sadece danışan ve terapist arasındaki kötü bir uyumdan
kaynaklanmaktadır. Terapötik işbirliği psikoterapinin etkinliği için çok önemli
olduğundan, danışan ve terapist arasında iyi bir uyum sağlanması gereklidir.
Terapilerde danışanın gizliliğinin korunması son derece önemlidir. Gizlilik
mesleki etik kurallarının bir parçasıdır. Daha da önemlisi, profesyonelliğin bir
ön koşuludur. Hasta gizliliğini ihlal eden terapistler, gelecekte psikoterapi yap-
ma şanslarını kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. Psikoterapinin mümkün oldu-
ğunca etkili olabilmesi için danışanların en özel düşünce ve davranışlarını açık
ve dürüst bir biçimde olduğu gibi anlatması gerekir. Terapistlerin danışanların
sırlarını en uç durumlar dışında kimseyle paylaşması söz konusunu değildir.
Örneğin, kendisine veya başkalarına zarar vermeyi planladığını açıklayan bir
danışanın bu durumu gizli kalamaz, terapist danışanın güvenliği ve başkalarının
güvenliği için yetkililere bildirmekle yükümlüdür. Terapistler ayrıca çocukların,
yaşlıların veya engellilerin istismarını veya ihmalini bildirmelidir. Ayrıca, tera-
pistler mahkeme davalarında bazı bilgileri vermek zorunda kalabilir.

26
Pozitif Psikoloji ve Pozitif Psikoterapi

2.3. Terapi Türleri


Psikoterapi aile, grup ve birey gibi farklı formatlarda yapılabilirken ruh
sağlığı profesyonellerinin kullanabileceği birkaç farklı yaklaşım da vardır. Te-
rapist, danışanın rahatsızlıkları hakkında konuştuktan sonra, sorunların altında
yatan faktörlere dayanarak hangi yaklaşımın kullanılacağına karar verecektir.
Terapiler, çeşitli formatlarda verilebilir:
● Bireysel: Bu terapi sadece danışanı ve terapisti içerir.
● Grup: İki veya daha fazla danışan aynı anda tedaviye katılabilir.
Danışanlar deneyimlerini paylaşabilir ve başkalarının aynı şe-
kilde hissettiğini ve aynı deneyimleri yaşadığını öğrenebilir.
● Evlilik / çiftler: Bu terapi eşlerin ve partnerlerin sevdiklerinin
neden zihinsel bir bozukluğu olduğunu, iletişim ve davranışlar-
daki değişikliklerin nasıl yardımcı olabileceğini ve başa çıkmak
için neler yapabileceklerini anlamalarına yardımcı olur. Bu tip
terapi, ilişkilerinin gidişiyle ilgili mücadele eden bir çifte yar-
dımcı olmak için de kullanılabilir.
● Aile: Aile, ekibin zihinsel hastalığı olan kişilerin daha iyi olma-
sına yardımcı olan önemli bir parçası olduğu için bazen aile
üyelerinin sevdiklerinin nelerden geçtiğini, kendilerinin nasıl
başa çıkabileceklerini ve neler yapabileceklerini anlamaları açı-
sından faydalı olabilir.
Tablo 1’de tarihsel süreç içerinde ortaya çıkan psikoterapi türlerinin özel-
likleri ve listesi verilmiştir.

27
Pozitif Psikoloji

Tablo 1. Tarihsel süreç içerinde ortaya çıkan psikoterapi türleri

Kaynak: Eryılmaz, Ali (2017) Pozitif Psikoterapiler, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar;


9(3):346-362 doi: 10.18863/pgy.288667

28
Pozitif Psikoloji ve Pozitif Psikoterapi

Günümüzde klasik psikoterapilerin yanında insana ve sorununa farklı ba-


kış açıları ile yaklaşan psikoterapi anlayışları ve yaklaşımları ortaya çıkmıştır
veya çıkmaya da devam edecektir. İnsana yaklaşım tarzı geleneksel yaklaşım-
lardan tamamen farklı diyebileceğimiz pozitif psikoloji yaklaşımına dayalı ola-
rak ortaya çıkan pozitif psikoterapiler de yeni yaklaşımlardan biridir.

3. POZİTİF PSİKOTERAPİ
Yukarıda da anlatıldığı gibi bireylerin psikolojik rahatsızlıklarının tedavi
edilerek kendilerini daha iyi hissetmeleri için birçok terapi yaklaşımları ortaya
çıkmıştır. Bu yaklaşımlardan biri de pozitif psikolojiye dayalı olan pozitif tera-
piye yaklaşımlarıdır.
Pozitif psikoterapi Prof. Dr. Nossrat Peseschkian ve çalışma arkadaşları ta-
rafından Almanya’da 1960’li yılların sonunda geliştirilmiş, hümanistik, dinamik
ve kültürlerarası bir yaklaşımdır (Peseschkian, 1970). Peseschkian, İran’da do-
ğup büyümüştür, tıp eğitimini Almanya’da aldıktan sonra buraya yerleşip ça-
lışmalarını burada sürdürmüştür. Peseschkian’ın yaşadığı bu kültürel değişim-
ler, pozitif psikoterapiyi geliştirirken onu kültürlerarası bir kuram geliştirmeye
yönlendirmiştir (Henrichs, 2012). 1970'lerde Peseschkian, terapi modeli etrafın-
da ders vermeye başladı ve bu süre zarfında PPT'ye dayalı dört kitap yayınladı.
1970'lerin başında Peseschkian, modeline “Farklılaşma Analizi” adını verdi.
1977'de ilk kitabı olan “Pozitif Psikoterapi”yi yayınladı ve bu şekilde yaklaşı-
mını yeniden adlandırdı. Bu süre zarfında PPT, yapılandırılmış eğitim ve Wies-
baden Psikoterapötik Grubu, Alman Pozitif Psikoterapi Derneği ve 1979’da
Pozitif Psikoterapi dergisinin kurulması ile daha fazla bilgi aldı. 1980'ler ve
1990'lar boyunca PPT, Almanya’da yaygın bir teori olarak kullananların ve
kabullenenlerin sayısı artarak büyüdü, Peseschkian görüşmeler ve dersler ver-
mek için 60'tan fazla ülkeye seyahat etti ve 30’dan fazla merkez açtı. Ayrıca
kitaplar yayınlamaya devam etti ve 1988'de “Wiesbaden Pozitif Psikoterapi ve
Aile Terapisi Envanteri” de yayınlandı. 1994 yılında Uluslararası Pozitif Psiko-
terapi Merkezi kapılarını açtı ve daha sonra 2008'de Pozitif Psikoterapi Kelime
Birliği oldu. PPT'nin ilk etkililik çalışması 1995 ile 1997 arasında gerçekleşti-
rildi ve PPT'nin bir dizi ruh sağlığı için güçlü bir terapötik etki gösterdiği sonu-
cuna vardı. Nossrat Peseskian ve arkadaşları (Peseschkian ve Tritt, 1998) beş yıl
süresince 35 terapist ve 500 danışana dayanarak yaptıkları çalışmalarla pozitif
psikoterapinin depresyon, kaygı, agresyon, fobik reaksiyonlar, öğrenme bozuk-
lukları ve pek çok psikosomatik semptomun tedavisinde etkili olduğu sonuçla-
rına ulaşmışlardır (Sarı, 2015).

29
Pozitif Psikoloji

Her insanın tek ve bağımsız bir bedeni, düşüncesi, duyguları ve ruhu oldu-
ğu inancından yola çıkar. Pozitif psikoterapiye göre insan doğuştan getirdiği
birçok beceriye ve potansiyele sahiptir. Pozitif psikoterapi tüm insanların ger-
çekte iyi olduğu ve insanın “sevme ve bilme” kapasitesine sahip olduğu görü-
şünden hareketle farklı teknikler geliştirmiştir. Pozitif psikoterapi kültürler arası
buluşmayı sağlayan bir yöntemdir. Sistem, farklı kültürlerin birbirini anlaması-
na yardımcı olmaktadır. İnsan olarak düşünen, hisseden, anlayan yönlerimizin
birbiriyle uyumlu olmasını amaçlamaktadır. Pozitif psikoterapi hâlen 60’tan
fazla ülkede yaygın olarak kullanılmaktadır.
Pozitif psikoterapi, tanı ve tedaviye yönelik hem insani hem de psikodina-
mik yaklaşımlardan etkilenen nispeten yeni bir terapötik yaklaşımdır. Ana oda-
ğı, bireyin “yanlış” olanından veya bireyin olumsuz yönlerinden uzaklaşmak ve
bunun yerine iyi ve olumlu olana doğru ilerlemektir.
Seligman, Rashid ve Parks (2006), depresyonla ilgili pozitif psikoterapi
için aşağıdaki tanımı sunmaktadır:
Pozitif psikoterapi, depresif belirtileri doğrudan hedeflemek yerine pozitif
duygu, katılım ve anlamı artırarak depresyon için standart müdahalelerden ta-
mamıyla farklıdır.
Pozitif psikoterapi genellikle bireylerin zihinsel sağlıklarına olumlu bir şe-
kilde yeni bir bakış açısı oluşturmalarına yardımcı olmak için çok kültürlü
hikâyeler, fikirler ve metaforlar da dâhil olmak üzere disiplinlerarası bir dizi
psikoterapi yaklaşımını kullanır. Pozitif psikoterapi kullanan terapistler genel-
likle bireyi kullanılan hikâyelere yerleştirmeye davet ederler, böylece iyileşme
süreçlerinde güçlenmiş bir şekilde aktif olurlar ve böylece kendi iyileşmelerinin
“terapisti” hâline gelirler.
Vurgu pozitiflik ve olumlu sonuçlar üzerindeyken pozitif psikoterapinin
genel teorisi de bunun gerçekleşmesi için üç temel ilkenin ele alınması gerekti-
ğini öne sürmektedir:
1. Umut İlkesi: Bu ilke, bireyi insanlığın genel pozitifliğine odaklanmaya
teşvik eder ve olumsuz deneyimlerin olumlu bir yeniden çerçeveleme ile daha
yüksek bir amaca sahip olduğu görülmelidir. İyi olma duygusundaki herhangi
bir aksaklık, ele alınması gereken bir dengesizlik olduğuna dair işaretler olarak
araştırılmaya ve yeniden çerçevelendirilmeye teşvik edilmektedir.
2. Denge İlkesi: Bu ilke, hoşnutsuzluğu nasıl yaşadığımızı ve bunu ele al-
mak için kullanabileceğimiz baş etme yöntemlerini inceler. Pozitif psikoterapi-

30
Pozitif Psikoloji ve Pozitif Psikoterapi

ye göre bu başa çıkma yöntemleri çalışmadığında ve yaşam alanlarımız denge-


siz olduğunda olumsuz belirtiler ortaya çıkar ve hoşnutsuzluk nasıl düşündüğü-
müzü ve hissettiğimizi etkiler.
Peseschkian (1979) dengesizlik yaşayacağımız dört temel alan olduğunu
tespit etti: beden / duyu, başarı / faaliyetler, iletişim / çevre ve fantezi / gelecek.
Bunlar, pozitif psikoterapinin denge ilkesini araştırırken ve ele alırken odaklan-
dığı alanlardır.
3. Danışma İlkesi: Bu ilke, olumlu bir sonuç elde etmek için yukarıdaki iki
ilkede ortaya çıkan sorunları ele almak için üzerinde çalışılması gereken beş
terapi aşamasını ortaya koymaktadır:
1. Gözlem - bireyin, onları üzen ve onları mutlu eden sorunları, zor-
lukları veya durumları açıkladığı bir yer.
2. Envanter - terapist ve bireyin olumsuz duygular / belirtiler ve bire-
yin gerçek yetenekleri arasındaki ilişkiyi araştırmak ve vurgulamak
için birlikte çalıştığı yer.
3. Durumsal Destek - bireyin olumlu özelliklerine ve çevresindeki
önemli ölçüde destek sunan kişilere odaklanması istenir.
4. Sözelleştirme - bireyin olumsuz duyguları, zorlukları veya semptom-
ları sözlü olarak tartışmaya ve konuşmaya teşvik edildiği yerlerde.
5. Hedeflerin Geliştirilmesi - bireyin odağını geleceğe çevirmeye,
olumlu hedefler koymaya ve geliştirmek istediği olumlu duyguları
öngörmeye ve bunları benzersiz güçleriyle ilişkilendirmeye davet
edildiği yer.
Pozitif psikoterapinin bir başka çekirdek bileşeni de çekirdek yeteneklere
verdiği önemdir. Pozitif psikoterapi teorisine göre herkesin - cinsiyet, yaş, sınıf,
etnik köken veya zihinsel sağlıklarına ilişkin önceden tasarlanmış fikirler ne
olursa olsun - iki temel yeteneği vardır:
1. Algılama Yeteneği: Sadece kendi varlığımızın değil, etrafımızdaki her
şeyin varlığının anlamının ardındaki daha önemli nedenlerle yaşamın farklı
alanları arasında bağlantı kurabilme yeteneğimiz.
2. Sevgi Kabiliyeti: Duygusal ve kişiler arası ilişkiler geliştirme yeteneği-
miz.
Pesechkian (1979); bu iki temel yeteneğin, diğer yeteneklerimizin arkasın-
da yatan şey olduğu sonucuna vardı. Pozitif psikoterapi, bir bireyin daha iyi

31
Pozitif Psikoloji

anlamak için iki temel yeteneğini araştırmayı ve uygun olduğunda ek olumlu


sonuçlar oluşturmak için dengesizlikleri ele almayı amaçlar.
Çok kültürlü öyküleri ve fikirleri kullanma konusundaki açıklığı nedeniyle
Pozitif psikoterapinin bir eleştirisi, Batı toplumunda da işe yaramamasıdır. Bu-
nun nedeni genellikle bireysellik ve bağımsızlığa odaklanılmasıdır ve olumsuz
ya da travmatik deneyimlerin yeterince araştırılmasına izin vermeyerek bu de-
neyimlerin önemsizleşmesine yol açtığı görülebilir.
Genel olarak pozitif psikoterapi, olumlu psikoloji topluluğunda, bazı hari-
ka sonuçlar ve sonuçlar ile çok olumlu bir şekilde alınmıştır.
Peseschkian’ın yaklaşımının yanı sıra Seligman, pozitif psikoterapi mode-
linin daha çağdaş pozitif psikoloji kavramlarının geliştirilmesinde önemli bir rol
oynamıştır. Peseschkian’ın modelinin daha bütüncül, disiplinler arası ve çok
kültürlü kavramlara odaklandığı yerlerde, daha modern pozitif psikoterapi uy-
gulamaları öncelikle Seligman'ın genel olarak mutluluk ve refah kavramına
dayanmaktadır (Seligman, 2002). Benzer olsa da iki yaklaşım arasında bazı ufak
farklılıklar olduğunu kabul etmek önemlidir.
Pozitif terapiler, bireylerin olumlu ve güçlü yönleri üzerinde durmaktadır.
Pozitif terapilerde yapılan tedavilerin üç önemli boyutu bulunmaktadır:
1. Danışanın olumlu ve güçlü olduğu özelliklerine odaklanılmaktadır.
2. Danışanın olumlu ve güçlü olduğu özelliklerini ortaya çıkartacak meka-
nizmalar üzerinde durulmaktadır.
3. Terapi, danışanın güçsüz olduğu özellikleri yerine iyilik hâlini oluştura-
cak şekilde düzenlenmektedir.

3.1. Pozitif Psikoterapinin Beş Faydası


Pozitif psikoterapinin temel amacı, bireylerin daha iyi bir iç denge duygu-
su elde etmek için sahip oldukları beceri ve yeteneklerini daha iyi anlamalarına
yardımcı olmaktır. Bu, doğal kaynakların (fiziksel, duygusal, manevi ve biliş-
sel) keşfedilmesiyle elde edilir, bireyin zaten olumlu yollardan faydalanmak için
vardır ve yardıma ihtiyacı olabilir.
Pozitif psikoterapinin ve zihinsel sağlığımıza bu şekilde yaklaşmanın bir-
çok faydası vardır. Aşağıda ilk beş daha ayrıntılı olarak incelenmiştir:

32
Pozitif Psikoloji ve Pozitif Psikoterapi

3.1.1. Bireyi güçlendirme


Pozitif psikoterapi, bireyin güçlü yönlerini, yeteneklerini ve yeteneklerini
olumlu bir şekilde yeniden çerçevelenmiş bir şekilde incelemesine yardımcı
olmak için güçlü bir vurgu yaptığından, güçlenme ve yaşamlarının farklı alanla-
rı üzerindeki kontrol duygularını ve zorluklarla başa çıkma kapasitelerini arttı-
rır. Terapistin danışan-terapist ilişkisindeki rolü, bireyi bir şeyleri kendi terimle-
riyle ortaya çıkarmaya teşvik etmektir. İyiyi kötüye yerleştirir, bireylerin kendi
parçalarını kabul etmek için ihtiyaç duydukları dengeyi bulmalarına yardımcı
olur. Becerilerin, zayıflıkların, erdemlerin, kırılganlıkların ve güçlü yanların bu
entegrasyonu, bireyleri sadece semptomlarına veya onlara meydan okuyan şey-
lere indirgemek yerine daha dengeli bir perspektif oluşturmaya yardımcı olur.

3.1.2. Olumsuz belirtilerin olumlu yeniden çerçevelenmesi ve


dengeye odaklanma
Pozitif psikoterapinin büyük bir yararı, negatifi pozitif ile uyumlu hâle ge-
tirmesidir. Her ne kadar model sadece olumluya odaklanır ve negatifi çıkarır
gibi görünse de ikisini hizalama ve dengeye getirmeye odaklanır.
Bu yaklaşım, bireylerin, boşlukları olabileceği güçlü yönlerini ve becerile-
rini daha iyi anlamalarına ve uygun şekilde ele alınmadıkları takdirde olumsuz
duygu veya dengesizlikleri nasıl sürdürebileceklerine yardımcı olur.

3.1.3. Kültürel geçiş ve farklılıkları kabul etme ve destekleme


Pozitif psikoterapi, bireyin güçlendirilmesini teşvik ettiğinden, dış koşulla-
rın üstesinden geldiğini hissetse bile hayatlarının farklı alanlarında daha fazla
kontrol sahibi olmalarına yardımcı olabilir. Bunun özellikle çok kültürlü ortam-
larda veya ilişkilerde çatışma yaşayan bireyler için yararlı olduğu kanıtlanmıştır.
Bontcheva ve Huysse-Gaytandjieva (2013) göçü ve yeni ülkelere ve kül-
türlere taşınanların karşılaştığı zorlukları araştırdı. Pozitif psikoterapi teknikleri
uygulayanların bu zorlukların üstesinden gelebildiklerini, depresif belirtiler
bildiren katılımcıların üçte ikisinin tamamen çözüldüğünü bulmuşlardır.

3.1.4. Beklentilerin ve terapi sonuçlarının daha iyi yönetimi


Pozitif psikoterapinin bir diğer önemli yararı, danışan-terapist ilişkisinin
önemini nasıl kabul ettiği ve kullanılan öz-yönelimli tekniklerin, bireylerin te-

33
Pozitif Psikoloji

daviden en iyi şekilde yararlanmasına yardımcı olmada nasıl etkili olduğudur


(Rashid ve Seligman, 2018).
Kişisel yetenekler, güçlü yanlar ve beceriler konusunda daha büyük bir farkın-
dalık duygusu ile birey, zihinsel sağlık yolculuklarını daha iyi anlayabilir ve bunu
geliştirmek için nasıl hareket edebileceklerini anlayabilir. Sonuç olarak terapi bek-
lentileri daha iyi yönetilir ve bireyler pozitif psikoterapinin sonucunu sadece olum-
suz semptomları veya duyguları ortadan kaldırmaktan daha fazlası olarak görür.

3.1.5. Çeşitli zihinsel sağlık koşullarına yardımcı olduğunu


kanıtlama
Pozitif psikoterapi, yaşamın olumlu unsurlarının güçlü yönlerine ve yetiştiril-
mesine odaklanarak psikoz (Schrank ve diğerleri, 2016), intihar düşüncesi (Johnson
ve diğerleri, 2010) dâhil olmak üzere çeşitli zihinsel sağlık koşullarında oldukça
faydalı olduğunu göstermiştir. depresyon (Seligman, Rashid ve Parks, 2006, Car-
ver, Scheier ve Segerstrom, 2010) ve sınırda kişilik bozukluğu (Uliaszek, 2016).

4. Pozitif Psikoterapi ile Pozitif Psikoloji İlişkisi Nedir?


İki yaklaşım çok benzer görünse de her birinin terapi içindeki bireysel de-
neyimlerle nasıl başa çıktığı konusunda bazı kesişmeler vardır. Pozitif psikoloji
popüler olarak 1998'de geliştirilen Martin Seligman'ın kuramın beyin takımı
olarak atfedilir; burada pozitif psikoterapinin ilk olarak 1968'de geliştirilen
Nossrat Pesechkian'a atfedilir. Pozitif psikoterapi ve pozitif psikoloji psikoloji-
nin insancıl ve psikodinamik modellerinden etkilenmektedir. Her iki yaklaşım
da kişisel gelişime ve zorlukların üstesinden gelmek ve duyguları olumsuz bir
şekilde deneyimlemek için doğuştan gelen kaynaklara ve güçlü yönlere baş-
vurmanın önemine vurgu yapmaktadır. Her ikisi de doğal olarak iyi olduğumuz
varsayımı üzerinde çalışıyor ve dış etkiler kendimizin en iyi versiyonları olma-
mızı engellediğinde ortaya çıkarmak için çok çalışmamız gerekiyor. Ayrıca
biraz nüanslar olmasına rağmen aslında çok önemli farklılıklar vardır:

Pozitif Psikoterapi Pozitif Psikoloji


Tüm olumsuz deneyimlerin olumlu bir
şekilde sorgulanabileceğine ve yeniden Olumsuz deneyimleri ve duyguları
şekillendirilebileceğine inanıyor çünkü kabul eder ancak bunları aynı şekilde
bunlar aslında daha fazla büyüme için dâhil etmek zorunda değildir.
fırsatlar.

34
Pozitif Psikoloji ve Pozitif Psikoterapi

Çok kültürlü deneyimlere ve bireylerin


hem benzer hem de farklı farklı Terapiye ve bireyin deneyimlerine daha
kültürlerde karşılaşabileceği zorluklara Batılılaşmış bir yaklaşımı vardır.
daha fazla odaklanır.

İnsancıl ve psikodinamik yaklaşımlardan İnsancıl modellere ve terapilere daha az


eşit olarak etkilenir ve her ikisinin de en odaklanmış ve diğer psikolojik
iyisini entegre etmeye çalışır. yaklaşımları daha az bütünleştirmiştir.

Seligman, her iki yaklaşımın nasıl ilişkili olduğunu kapsamlı bir şekilde
anlatmış ve pozitif psikoterapinin, bireylerin refahları hakkında daha derin kav-
rayışları ortaya çıkarmak için acı çekme sürecinden geçmelerine yardımcı oldu-
ğunu belirtmiştir (Seligman ve Wyatt, 2008).
Olumsuz ya da travmatik deneyimleri kabul etmek birçok terapötik yakla-
şımın temel bir bileşeni olsa da Seligman pozitif psikoterapinin bu süreçten
geçerken daha olumlu bir odak noktası oluşturduğunu belirtmiştir. Tüm olum-
suz deneyimlerin olumlu bir şekilde sorgulanabileceğine ve yeniden şekillendi-
rilebileceğine inanıyor çünkü bunlar aslında daha fazla büyüme için fırsatlar.
Olumsuz deneyimleri ve duyguları kabul eder ancak bunları aynı şekilde sürece
dâhil etmek zorunda değildir. Çok kültürlü deneyimlere ve bireylerin hem ben-
zer hem de farklı farklı kültürlerde karşılaşabileceği zorluklara daha fazla odak-
lanır. Terapiye ve bireyin deneyimlerine daha Batılılaşmış bir yaklaşımı vardır.
İnsancıl ve psikodinamik yaklaşımlardan eşit olarak etkilenir ve her ikisinin de
en iyisini entegre etmeye çalışır. İnsancıl modellere ve terapilere daha az odak-
lanmış ve diğer psikolojik yaklaşımları daha az bütünleştirmiştir.
Pozitif psikoterapinin çeşitli zihinsel sağlık endişelerini ele alan bir dizi
klinik ortamda yararlı olduğu kanıtlanmıştır. Pozitif psikoterapide kullanılan
müdahaleler çeşitlidir ve genellikle terapistin en uygun olanları seçmesi için
terapi oturumlarında bireyin ifade ettiklerine dayanır. Pozitif psikoterapide kul-
lanılan müdahalelerin çok farklı bir bileşeni, terapötik sürecin bir parçası olarak
hayal gücü ve sezgiyi nasıl içerdiğidir. Öykü anlatımı, pozitif psikoterapinin
bireyleri terapi yolculuğuna katılmaya teşvik etmesinin bir başka anahtar yolu-
dur ve kendini hikâyelere inşa etme fikri, bireylerin yolculuklarını, deneyimle-
rini, zorluklarını ve arzularını daha iyi ifade etmelerine yardımcı olur. Bu süreç
sayesinde pozitif psikoterapi terapistleri, bireye “saldırıyor” gibi görünmeden
hassas konulara ayarlamalar yapmaya veya daha derinlemesine dalmaya başla-
yabilirler.
Terapistler, birlikte çalıştıkları kişilere deneyimlerini ve semptomlarını
olumlu bir şekilde yeniden şekillendirmek için yardımcı olabilirler ve daha son-

35
Pozitif Psikoloji

ra proaktif olarak yaşamları boyunca olumlu bir şekilde yeniden inşa etmek
(daha iyi bir denge yaratmak) için çalışabilirler. Bireyler tüm yönlerini kabul
edip olumsuz deneyimleri olumlu bir şekilde görmeye başladıktan sonra, genel-
likle bu olumsuz deneyimleri tekrarlamazlar. Bu süreçte kullanılan özel müda-
haleler, bireyi güçlendirmeye ve onlara olumsuz ya da travmatik deneyimlerle
yüzleşmek, esnekliği geliştirmek ve daha iyi duygusal işlevler geliştirmek için
araçlar ve kaynaklar sağlamaya odaklanır. Bunlar:

4.1. Şükran Uygulaması


Şükran güçlü bir bilişsel durumdur, genellikle başlangıçta veya kasıtlı ola-
rak aranmayan kişisel bir fayda sağladığınız fikri ile ilişkilidir (Emmons ve
McCullough, 2003). Minnettarlık duymak, duygusal refahımız üzerinde güçlü
bir yeniden enerji verici etkiye sahip olabilir ve daha büyük mutluluk ve şifa
duygularına yol açtığı gösterilmiştir.
Terapide, şükran uygulamak, meydana gelen ve minnettar olabileceğimiz
tüm küçük günlük şeyleri kabul etmek için zaman ayırmakla başlayabilir. Şük-
ran dergileri, çalışma sayfaları ve kaynaklar yaygın olarak bulunur ve bireylere
hayatlarında sahip oldukları her şeyi minnettar hissetmeleri için göstermeye
yardımcı olan popüler bir müdahaledir - birçoğumuz genellikle kabul etmeyi
unutur.

4.2. Affetmek
Birçok terapist, affedilmenin - benlik, diğerleri ve genel deneyimler için -
iyileşmenin ve daha iyi bir refah duygusunu teşvik etmenin hayati bir parçası
olduğu konusunda hemfikirdir. Worthington (2003) klinik / terapi ortamlarında
iki temel affetme türü önermiştir:
1. Kararlı Bağışlama: Bireyin affetmek için davranışsal bir niyet belirttiği
yerlerde.
2. Duygusal Affetme: Bireyin affetme gerektiren durum, deneyim veya ki-
şisel duyguları gerçek anlamda duygusal olarak kabul ettiği yerlerde.
Kararlı affetmeyi kullanabiliriz ancak yine de duygusal olarak üzgün his-
sedebiliriz, bu da akıl sağlığımızla ilgili daha fazla affedilmezliğe ve olumsuz
semptomlara yol açabilir (Worthington ve Scherer, 2004). PPT, affetme pratiği-
ni, özellikle duygusal affediciliğe odaklanan önemli bir müdahale olarak kulla-
nır, böylece bireyler olumsuz semptomları geçerken tam bir iyileşme hissi du-
yarlar.

36
Pozitif Psikoloji ve Pozitif Psikoterapi

4.3. Empati Uygulaması


PPT yaklaşımı, tüm insanların doğal olarak iyi olduklarını ve doğuştan an-
lamlı yaşamlar yaşamayı ve zenginleştirici ilişkilere sahip olmak istediklerini
öğretir. Empati bunun temel bir bileşenidir ancak çeşitli zorlu veya çatışan se-
naryolarda rutin olarak doğuştan gelen bir yetenek olarak başarısız olduğu gös-
terilmiştir (Zaki ve Cikara, 2015).
Empati ile ilgili müdahalelerin çoğu, hepimizin empati kurabileceğimiz
fikrini temel alır ve bu müdahaleler, bireylerin empatiye girme ve belirli şekil-
lerde hedefleme yeteneklerini geliştirmeye odaklanmalarını destekler.
Pozitif psikoterapi tarafından kullanılan bir yaklaşım, bireylerden kendile-
rini başkalarının ayakkabılarına koymalarını istemek ve zorlu durumları nasıl
hissedebileceklerini, tepki verebileceklerini veya bunlara nasıl tepki verebile-
ceklerini ve olumlu durumlara nasıl tepki verebileceklerini tanımlamak için
hikâye anlatımı yöntemini kullanmaktır.
Diğer terapi modellerine benzer şekilde, pozitif psikoterapi modeli fikirle-
ri, arzuları, kırılganlıkları ve güçlü yönleri ortaya çıkarmayı ve olumlu ve olum-
suz arasındaki olumlu yeniden çerçeveye ve genel dengeye ulaşmak için bunlar-
la birlikte çalışmayı amaçlayan bir dizi oturuma odaklanmaktadır.
Aşağıdaki oturum taslağı pozitif psikoterapi modelinin kısa bir özetidir.
Bunun bazı versiyonları daha çok Pesechkian tarafından geliştirilen yaklaşımla
ilgilidir ve tüm terapi modellerinde olduğu gibi, terapiste ve nerede uygulandık-
larına bağlı olarak küçük nüanslar olabilir.

OTURUM VE KONU TANIMI


Psikolojik sıkıntı, olumlu duygular, ilişkiler,
anlam ve başarı gibi olumlu kaynakların eksik-
liği olarak tartışılmaktadır. Bunu araştırmak
Pozitif psikoterapiye yönelim için terapist, bireyi, kendileri için en iyisini
isteyen ve olumlu bir sonu olan tek sayfalık,
gerçek bir hayat hikâyesi yazmaya teşvik eden
bir egzersiz kullanabilir.
Bu oturumda bireysel karakteristik güçlü
yönleri araştırılmış ve katılım ve spontanlık
kavramı tanıtılmıştır. Bireysel karakteristik
güçlü yönlerini keşfetmeye başlamak için
Bireysel Karakteristik Güçlü Yönleri bireyden hem oturumda hem de çevrimiçi bir
öz bildirim yoluyla imza güçlü yönleri oldu-
ğuna inandıklarını belirlemeleri istenebilir.
Ayrıca, diğer iki yakın kişiden güçlerini dere-
celendirmelerini isteyebilirler.

37
Pozitif Psikoloji

Son oturumdan sonra güçlü yönleri daha ayrın-


tılı olarak ele alınmaktadır. Bir egzersiz olarak
terapist, bir kişiden SMART (Özel, Ölçülebi-
Güçlü Yönleri ve Olumlu Duygular lir, Ulaşılabilir, Gerçekçi ve Zamanında “Spe-
cific, Measurable, Achievable, Realistic, and
Timely”) hedefler koymayı içerebilecek güçlü
bir profili oluşturmasını isteyebilir.
Olumsuz deneyimlerin ve belirtilerin nasıl
sürdürülebileceği kavramı olumlu deneyimler-
le uyumlu olarak tartışılmaktadır. Terapist,
İyi ve Kötü Deneyimler, bireyden öfke, acılık veya kızgınlık duyguları-
Belirtiler veya Anılar nı ortaya çıkaran bir anıyı veya deneyimi ve bu
duyguların olumsuz deneyimi nasıl daha da
sürdürdüğünü keşfetmesini isteyen bir egzersiz
kullanabilir.
Affetme, olumsuz belirtileri ve duyguları daha
olumlu duygulara dönüştürmek için bir kaynak
olarak araştırılır.
Terapist, katılımcıdan olumsuz bir deneyimi
Affetme
hatırlamasını ve kendileri de dâhil olmak üzere
senaryonun algılanmasına yönelik bir bağış
mektubu yazmasını isteyen bir “mektup yazma
egzersizi” kullanabilir.
Affetmenin yanı sıra, minnetarlık daha iyi bir
denge yaratmak ve bireysel koşulları daha
olumlu görmek için bir kaynak olarak
araştırılmaktadır.
Olumlu ve olumsuz hatıraların, duyguların ve
semptomların rolü, bu devletlerin her ikisinin
Minnetarlık
de izin verdiği tüm dersler için şükran vurgusu
ile tartışılmaktadır.
Terapist minnetarlık günlüğünü, bireyin
minnettar olduğu her şeye daha fazla
odaklanma ve farkındalık yaratmaya yardımcı
olmak için bir egzersiz olarak kullanabilir.
Bu noktada terapist, affetme ve şükran
oturumlarıyla ilgili evdeki görevleri takip
edebilir ve çözülmemiş olabilecek önceki
oturumlardan herhangi birini tekrar dönebilir.
Bu aynı zamanda bireyin seansların sonucu
olarak şimdiye kadar deneyimledikleri
Terapide Orta Noktasında Kontrol
algılanan kazanımlarını veya engellerini
tartışma fırsatıdır.
Bir egzersiz olarak terapist, bireyin daha önce
ortaya çıkan güçlerini kullanarak engellerin
üstesinden gelebileceği farklı yolları keşfet-
meye çalışabilir.
Terapist şimdi iki tatmin (esas olarak 'yeterin-
Memnuniyet ve Maksimizasyon ce iyi') ve maksimizasyon kavramlarını tanıta-
bilir.

38
Pozitif Psikoloji ve Pozitif Psikoterapi

Bireyden, yaşamda 'yeterince iyi' hissetmedik-


leri farklı yolları keşfetmeleri ve yeterince iyi
hissettikleri bir deneyimin ve nerede
hissetmedikleri bir hikâyenin hikâyesini
anlatması istenebilir.
Yine, bunlar bireyin güçlü yönleri ile ilgili
olarak araştırılabilir.
İyimserlik ve umutla ilgili ek kavramlar
araştırılmaktadır.
Bir egzersiz olarak terapist, bir kişiden bir
Umut ve İyimserlik
şeyleri kaybettiklerini hissettikleri bir zamanı
düşünmelerini isteyebilir, sadece yeni fırsatlar
yarattığını keşfetmek için.
Aktif yapıcı gibi olumlu iletişim geliştirmeyi
Pozitif İletişim içeren çeşitli müdahaleler araştırılır ve bireyin
güçlü yönleri ile ilişkilendirilir.
Bireyin yakın ilişkilere sahip olduğu kilit
kişilerin onaylanmış güçlerini tanımanın,
kabul etmenin ve ilişkilendirmenin önemi
araştırılmaktadır.
Başkalarının Onaylanmış Güçlü Bir egzersiz olarak terapist, bireyin bir
Yönleri çevrimiçi öz-rapor güçlü testini tamamlamak
ve onaylanmış güçlü yönlerini belirlemek için
önemli ilişkilerinden istediği bir 'Aile Güçleri
Ağacı' hazırlamasını isteyebilir.
Bunlar daha sonra oturumda tartışılabilir.
Tadını çıkarma kavramı, uyumu önlemek için
kullanılabilecek bazı teknik ve stratejilerin
Tadını Çıkarma
yanı sıra uyuma karşı korunma teknikleri ve
stratejileri de araştırılmaktadır.
Nezaket, paylaşım ve başkalarına yardım
etmenin faydaları, terapötik sonuçlara uygun
olarak araştırılmakta ve tartışılmaktadır.
Zamanın Hediyesi ve Pozitif Miras Bir egzersiz olarak terapist, bireyden
onaylanmış güçlerini kullanarak zamanlarının
armağanını nasıl verebileceklerine dair planlar
yapmasını isteyebilir.
Son oturumda, 'Tam Yaşam', bireyin buna
neden olduğunu hissettiği bağlamında tartışılır.
Olumlu duygular, katılım ve anlam üzerine
odaklanarak terapötik kazanımlar tartışılır.
Tam Yaşam
Bu momentumun nasıl devam ettirileceği de
tartışılıyor ve bunu yapmanın yolu, bireyi
liderlik eden ve bunu başarmak için imza
güçlerini göz önünde bulundurarak tasarlandı.

39
Pozitif Psikoloji

Psikolojik bir yaklaşım olarak pozitif psikoterapi son on yıl boyunca popü-
lerlik bakımından önemli ölçüde artmıştır. Bir terapist veya birey olarak bu
modeli daha iyi anlamanıza ve onu üretken şekillerde kullanmanıza yardımcı
olacak çok çeşitli kaynaklar, araçlar, kitaplar ve diğer medya var.

OKUMA LİSTESİ
Yurtdışında yayınlanmış olan kitaplardan öneriler verilmiştir.
1. Positive Psychotherapy: Clinician Manual – Tayyab Rashid and Martin
Seligman
Terapist bakış açısından pozitif psikoterapi hakkında daha fazla bilgi
edinmek isteyenler için harika bir kaynak. “En iyi uygulama” ve ilham verici
vaka çalışmalarının yanı sıra pozitif psikoterapiyi destekleyen teoriler ve araş-
tırmalar ayrıntılı bir şekilde verilmiştir.
2. In Search of Meaning: Positive Psychotherapy Step by Step – Nossrat
Pesechkian
Pesechkian’ın pozitif psikoterapi yaklaşımı hakkında iyi bir kitap.
3. Positive Psychotherapy of Everyday Life: A Self-Help Guide for
Individuals, Couples and Families with 250 Case Stories – Nossrat
Pesechkian
Bu kitapta Pesechkian, pozitif psikoterapinin “gerçek hayat” ilişkilerinde
ve senaryolarında nasıl uygulanabileceğine, teknikleri, etkili bir şekilde kullan-
mak için bireyleri, çiftleri ve aileleri nasıl destekleyebileceğine daha ayrıntılı bir
bakış sunuyor. Ayrıca, birçoğunun yararlı bulabileceği çok çeşitli vaka çalışma-
ları da içermektedir.
4. Positive Psychotherapy Workbook – Tayyab Rashid and Martin
Seligman
Klinisyen El Kitabı’ndan sonra, bu kitap daha çok pozitif psikoterapi için-
de kullanılabilecek pratik kullanım, alıştırmalar, araçlar ve müdahalelere odak-
lanmaktadır.
5. Savoring: A New Model of Positive Experience – Fred Bryant and
Joseph Veroff

40
Pozitif Psikoloji ve Pozitif Psikoterapi

Bu kitap, olumlu deneyimlerin tadını çıkarma kavramına daha fazla odak-


lanan ve daha iyi olumlu duygular ve refahı teşvik etmek için bunu kullanmayla
ilgili bilgiler sunan pozitif psikoterapiye ilgili harika bir kitaptır.

KAYNAKLAR
Albee, G.W. Psychopathology, prevention, and the just society. J Primary Prevent 4, 5–
40 (1983). https://doi.org/10.1007/BF01359083Cohen (1994)
Bontcheva, I. ve Huysse-Gaytandjieva, A. (2013, November). Why do we fail to adapt
to a different culture? A development of a therapeutic approach. Alıntılandı
https://www.researchgate.net/publication/259620279_Why_do_we_fail_to_adapt_
to_a_different_culture_A_development_of_a_therapeutic_approach
Carver, C. S., Scheier, M. F., & Segerstrom, S. C. (2010). Optimism. Clinical Psycho-
logy Review, 30 (7), 879–889.
Christopher W. Kahler, Nichea S. Spillane, Anne Day, Elise M. Clerkin, Acacia Parks,
Adam M. Leventhal & Richard A. Brown (2014) Positive psychotherapy for smo-
king cessation: Treatment development, feasibility, and preliminary results, The
Journal of Positive Psychology, 9:1, 19-29, DOI: 10.1080/17439760.2013.826716
Emmons, R. A., & McCullough, M. E. (2003). Counting blessings versus burdens: An
experimental investigation of gratitude and subjective well-being in daily life. Per-
sonality & Social Psychology, 88, 377-389.
Eryılmaz, Ali (2017) Pozitif Psikoterapiler, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar; 9(3):346-
362 doi: 10.18863/pgy.288667
Eryılmaz, Ali ve Mutlu, T (2019) Kuramdan Uygulamaya Bireyle Psikolojik Danışma.
3. Baskı. Ankara, Anı Yayıncılık.
Fava, G. A. & Ruini, C. (2003). Development and characteristics of a well-being enhan-
cing psychotherapeutic strategy: well-being therapy. Alıntılandı: https://
www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/12763392
Fava, G. A. (1999). Well-Being Therapy: Conceptual and Technical Issues. Alıntılandı:
http://www.well-being-therapy.com/wp-content/uploads/2013/10/WBT-1999.pdf
Fordyce, M. W. (1977). Development of a program to increase personal happiness.
Alıntılandı: https://psycnet.apa.org/record/1978-23415-001
Gurman & S. B. Messer (Eds.), Essential psychotherapies: Theory and practice (p. 272–
316). Guilford Press.
Heffron, Kate & Boniwell, Ilona (2011) Positive Psychology: Theory, Research and
Applications, Mc Graw Hill Open University Press, New York.
Henrichs, C. (2012). Psychodynamic Positive Psychotherapy Emphasizes the Impact of
Culture in the Time of Globalization. Psychology, 3(12A), 1148-1152.
Johnson, J., Gooding, P. A., Wood, A. M., Taylor, P. J., Pratt, D., & Tarrier, N. (2010).
Resilience to suicidal ideation in psychosis: Positive self-appraisals buffer the im-
pact of hopelessness. Behaviour Research and Therapy, 48, 883–889.

41
Pozitif Psikoloji

Karaırmak, Özlem; Sıvış, Rahşan. Modernizmden Postmodernizme Geçiş Ve Pozitif


Psikoloji. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, [S.l.], v. 3, n. 30, apr.
2016. ISSN 1302-1370. Erişim Adresi: <http://www.turkpdrdergisi.com/index.
php/pdr/article/view/251>. Erişim Tarihi: 16 may 2020
Kesgin Ç, Topuzoğlu A (2006) Sağlığın Tanımı, Başa çıkma. İstanbul Kültür Üniversi-
tesi Dergisi, 3:47-49.
Keyes, C. L. M., & Lopez, S. J. (2002). Toward a science of mental health: Positive
directions in diagnosis and interventions. In C. R. Snyder & S. J. Lopez (Eds.),
Handbook of positive psychology (p. 45–59). Oxford University Press.
Larissa G. Duncan, J. Douglas Coatsworth, Mark T. Greenberg, (2009) A Model of
Mindful Parenting: Implications for Parent–Child Relationships and Prevention
Research Clin Child Fam Psychol Rev. 2009 Sep; 12(3): 255–270. Published onli-
ne 2009 May 2. doi: 10.1007/s10567-009-0046-3
Linley A, Joseph S, Harrington S, Wood AM (2006) Positive psychology: past, present,
and (possible) future. J Posit Psychol, 1:3-16.
Linley, P. A., Joseph, S., Harrington, S., & Wood, A. M. (2006). Positive psychology:
Past, present, and (possible) future. The Journal of Positive Psychology, 1(1), 3–
16. https://doi.org/10.1080/17439760500372796 Magyer-Moe, 2009
Linley, P.A., Joseph, S. Positive Change Following Trauma and Adversity: A Review. J
Trauma Stress 17, 11–21 (2004). https://doi.org/10.1023/B:JOTS.0000014671.2
7856.7e
Neimeyer, R. A., & Bridges, S. K. (2003). Postmodern approaches to psychotherapy. In
A. S.
Norcross, J. C. (Ed.). (2002). Psychotherapy relationships that work: Therapist contribu-
tions and responsiveness to patients. Oxford University Press.
Özmen Mine (2008) Türkiye’de Sık Karşılaşılan Psikiyatrik Hastalıklar Sempozyum
Dizisi No:62, S:303-322.
Peseschkian, N. (1979). In Search of Meaning. Springer, Switzerland.
Peseschkian, N. (1998). Doğu hikâyeleriyle psikoterapi. (Çev. H. Fışıloğlu). İstanbul:
Beyaz Yayınları.
Peseschkian, N. (2002a). Günlük yaşamın psikoterapisi (Çev. H. Fışıloğlu). İstanbul:
Beyaz Yayınları.
Peseschkian, N. (2002b). Pozitif aile terapisi (Çev. M. Naim). İstanbul: Beyaz Yayınları.
Peterson, C. (2000). The future of optimism. American Psychologist, 55, 44–55.
Rashid (2015) Positive psychotherapy: A strength-based approach, The Journal of Posi-
tive Psychology, 10:1, 25-40, DOI: 10.1080/17439760.2014.920411 To link to
this article: http://dx.doi.org/10.1080/17439760.2014.920411
Rashid, T. (2014). Positive Psychotherapy: Using Strengths to Promote Balance. Alıntı-
landı: https://www.goodtherapy.org/blog/positive-psychotherapy-using-strengths-
to-promote-balance-0611145

42
Pozitif Psikoloji ve Pozitif Psikoterapi

Rashid, T., & Seligman, M. E. P. (2018). Positive Psychotherapy: Clinician Manual.


New York, NY: Oxford University Press.
Rashid, Tayyap ve Seligman, Martin, P. (2018) Positive Psychotherapy: Clinician Ma-
nual, Oxford University Press
Sarı T (2015) Pozitif psikoterapi: gelişimi, temel ilke ve yöntemleri ve Türk kültürüne
uygulanabilirliği. The Journal of Happiness Well-Being, 3:182-203
Schrank, B., Brownell, T., Jakaite, Z., Larkin, C., Pesola, F., Riches, Slade, M. (2016).
Evaluation of a positive psychotherapy group intervention for people with psycho-
sis: Pilot randomised controlled trial. Epidemiology and Psychiatric Sciences, 25
(3), 235–246.
Seligman M (2002) Authentic Happiness: Using the New Positive Psychology to Reali-
ze Your Potential Your Potential For Lasting Fulfillment. New York, Free Press.
Seligman ME (2008) Positive health. Appl Psychol, 57:3-18.
Seligman ME, Csikszentmihalyi M (2000) Positive psychology: an introduction. Am
Psychol, 55:5–14.
Seligman ME, Rashid T, Parks AC (2006) Positive psychotherapy. Am Psychol,
61:774-788.
Seligman MEP (2011) Flourish: A Visionary New Understanding of Happiness and
Well Being. New York, Free Press.
Seligman, M. E. P. (2002). Authentic happiness: Using the new positive psychology to
realize your potential for lasting fulfillment. Alıntılandı: https:// psyc-
net.apa.org/record/2002-18216-000
Seligman, M. E. P., & Wyatt, R. C. (2008). Positive Psychology and Psychotherapy
with Martin Seligman (Individual Version). [DVD]. Distributed by Psychothe-
rapy.net.
Seligman, M. E. P., Rashid, T. & Parks, A. (2006). Positive Psychotherapy. Alıntılandı:
https://www.researchgate.net/publication/228079829_Positive_psychotherapy
Sheldon KM, King L (2001) Why positive psychology is necessary. Am Psychol,
56:216- 217.
Sin NL, Lyubomirsky S (2009) Enhancing well-being and alleviating depressive symp-
toms with positive psychology interventions: a practice friendly meta-analysis. J
Clin Psychol, 65:467-487.
Singh K, Choubisa R (2009) Effectiveness of self focused intervention for enhancing stu-
dents’ well-being. Journal of Indian Academy of Applied Psychology, 35:23-32.
Skinner BF (1953) Science and Human Behavior. New York, Free Press.
Snyder, C. R., & Lopez, S. J. (2007). Positive psychology: The scientific and practical
explorations of human strengths. Sage Publications, Inc.
Snyder, C. R., & Lopez, S. J. (Eds.). (2002). Handbook of positive psychology. Oxford
University Press.
Sue DW, Ivey AE, Pedersen, PB (1996) A Theory of Multicultural Counseling and
Therapy. California, Brooks/Cole.

43
Pozitif Psikoloji

TDK (2020) https://sozluk.gov.tr/ erişim tarihi: 20.05.2020


Top MŞ, Özden, SY, Sevim ME (2003) Psikiyatride yaşam kalitesi. Düşünen Adam
Dergisi, 16:18-23.
Uliaszek, A. A., Rashid, T., Williams, G. E., & Gulamani, T. (2016). Group therapy for
university students: A randomized control trial of dialectical behavior therapy and
positive psychotherapy. Behaviour Research and Therapy, 77, 78–85.
Vaillant Gorge E. (2003) Aging Well: Surprising Guideposts to a Happier Life from the
Landmark Harvard Study of Adult Development, Published January 8th, Little,
Brown Spark
Worthington, E. L. Jr., & Scherer, M. (2004). Forgiveness is an emotion focused coping
strategy that can reduce health risks and promote health resilience: theory, review,
and hypotheses, Psychology & Health, 19:3, 385-405.
Worthington, E. L. Jr., & Scherer, M. (2004). Forgiveness is an emotion-focused coping
strategy that can reduce health risks and promote health resilience: Theory, re-
view, and hypotheses. Psychology and Health, 19, 385–405.
Worthington, E.L., Jr. (2003). Forgiving and Reconciling: Bridges to Wholeness and
Hope. InterVarsity Press, Downers Grove, IL.
Zaki, J. & Cikara, M. (2015). Addressing Empathic Failures. Retrieved from: https://
journals.sagepub.com/doi/abs/10.1177/0963721415599978?journalCode=cdpa

44
3 AFFETME

Tuğba Seda Çolak

Bu bölümü okuduğunuzda
1. Affetme kavramının ne olduğu ve yaşamda affetmenin kullanılmasının yararla-
rının neler olduğu tanımlanmıştır.
2. Affetme ile karıştırılan kavramlar ve aralarındaki ayırt edici farkların neler ol-
duğu açıklanmıştır.
3. Affetme sürecini etkileyen faktörler tanımlanmıştır.
4. Affetmenin hayata geçirilmesine ilişkin önerilen modeller açıklanmıştır.
5. Affetme düzeyini belirlemek için kullanılan ölçekler tanıtılmıştır.
6. Uygulama sürecinde affetme kavramının ele alınmasına ilişkin bilgilere yer ve-
rilmiştir.

1. AFFETMEK NEYİ DEĞİŞTİRİR Kİ?1


Affetmek dedi genç kadın, neyi değiştirir ki…
Üstünden uzun zaman geçmişti olanların. Yeni bir yol çizmişti yaşamda
kendisine. En övündüğü özelliğiydi yaşamda net olmak. Herkes kestirebilirdi
onun davranışlarını. Doğru bildiğini yapardı çünkü. Hep doğruyu… Yanlışa
tahammülü yoktu. Ne kendi yaptığı ne de kendisine yapılan hatalar kabul edi-
lemezdi. Silerdi hata yapan kişiyi yaşamından. Şimdiye kadar hep böyle yap-
mıştı. Yapılan bir hata, geçmişteki tüm doğruları götürürdü ona göre. Telafi
şansı vermek, zayıflık demekti; sen benim için çok kıymetlisin, sen ne yaparsan
kabulüm demenin, aynı hatayı tekrar yap demenin bir yoluydu. Kişi yaptığını
unutmamalıydı, bunu unutturmamak için elinden geleni yapardı. Hem yaşanan
olumsuzluklar aslında bir dersti onun için. İnsanların güvenilmez olduğunu,

1
Çolak’tan (2014) alınmıştır.

45
Pozitif Psikoloji

herkesin benzer şekilde kendisini üzebileceğini gösteriyordu. Her geçen gün


biraz daha katılaşıyordu.
Çevresinde sevilen bir kişiydi. Ancak insanlar en ufak bir hataya karşı bile
tolerans göstermeyeceğini bildiği için korkuyorlardı onu kaybetmekten. Bu da
ilişkilerinin yüzeysel kalmasına neden oluyordu. Derin ilişkiler ve paylaşımlar
ona göre değildi. Kendini kandırmanın ve yaşananları yok saymanın bir anlamı
yoktu.
Tüm bu katı tutumun yanında günün birinde affetme kavramının karşısına
dikileceğini bilemezdi. O gün geldiğinde çok hazırlıksızdı.
Yine her zamanki gibi en doğruyu yapmayı amaçlayarak çıkmıştı yola. Her
şey yolunda gidiyordu. Doğru kararlar verdiğini, doğru adımlar attığını düşünü-
yordu. Olabilecek en doğru tercihleri yapmaya özen gösteriyordu. Ancak bek-
lemediği bir şey oldu. Tercihleri çok sevdiği bir kişinin incinmesine neden ol-
muştu. İstemeden neden olduğu durum yüzünden çok üzgündü ancak af dileme-
ye inancı yoktu. İçi içini yiyordu. Arkadaşıyla konuşmaya karar verdi. Kendisi-
nin büyük tepkilerle yaklaşacağı olaya arkadaşının yaklaşımı, kendini hayrete
düşürdü. Neden bunu yaşadıklarını anlamaya çalışıyordu arkadaşı. Nedenleri
sorguluyordu. Neyi eksik yapmışlardı? Bunu nasıl tamamlayabilirlerdi? Yani
bir şansları daha vardı. Böyle sağlam dostluklar bir kalemde silinemezdi.
Geçmişe döndü zihni o anda. Çok sevdiği, çok inandığı bir adam canlandı
gözünün önünde. Hayalleri, özlemleri dizildi yanı sıra. Sonra hayal kırıklıklarını
hatırladı. Kurduğu hayalleri paramparça eden ve neden olduğu yıkıntıya bakmak
için bile son kez arkasına dönmeyen o adamı hatırladı. Sevgisine layık olamamış-
tı. Çok inanmıştı ona, çok güvenmişti. Güven kelimesini tanımlamanın en kolay
yoluydu “baba” demek. Yaşamda güçlü durmasını sağlayan dayanak, korktuğun-
da yaslanacağı dağ, bıktığında yardıma koşacak destek yok oldu bir gün.
Bitmişti ilişkileri annesiyle. Yürümüyordu artık. Ayrılacaklardı. Bunu öğ-
rendiğinde yaşamının önemli bir aşamasındaydı genç kız ve en büyük duygu
kaynağının yok olacağını hissetti, içinde de bir boşluk. Boşanmıştı babası, hem
annesinden hem de kendisinden. Bir kardeşi olmadığına hep üzülmüştü yaşamı
boyunca ancak o an şükretmişti. Benzer bir terk edilmenin acısını hiçbir çocuk
yaşamamalıydı.
Yıllar boyu ulaşmaya çalıştı babası kendince hep küçük kızına. Ancak o
bir kez gitmişti ve babası giderken genç kız bir karar almıştı. Bir daha kimse
ona aynı duyguyu yaşatamayacaktı. En güvendiği kaynaktan bu denli büyük bir
hasar aldıysa diğer insanlar kim bilir neler yapar diye düşündü. Buna fırsat ver-

46
Affetme

meyecekti. Kapadı tüm kapılarını tüm insanlara. İkinci bir şans, ikinci bir yıkım
demekti. Bir daha yıkılmaya mecali yoktu.
Benzer miydi şu an yaşadığı şey geçmiş yaşadıklarına? Evet, çok benzerdi.
O bir şans vermemişti babasına. Ancak bir şans sunmuştu arkadaşı ona. Bu katı-
lığının nedeni, o gün aldığı kararında saklıydı aslında. Geçmişe dönüp baktığın-
da babasına kendini anlatması için hiç şans vermediğini fark etti dehşet içinde.
Aslında yeniden baba-kız olabilmek için bir şansları olabilirdi. Ancak yaşamları
değişmişti, alışkanlıkları değişmek zorunda kalmıştı. Nöbetçi baba fikrine hiç
alışmak istemedi. Yeni düzene alışmak, eskisini özlemekten daha zordu. Bu
nedenle yeni hayatlarına bir şans vermeyi hiç denemedi. Çünkü nefret etmek,
küsmek, yaşananları kabullenmekten daha kolaydı ve o kolay olanı seçmişti.
Şimdi ezberlerini bozan yeni bir yaşantı sunmuştu hayat ona. Şu an ne ya-
pacağına karar vermeden önce durup düşünme, olayı iyice değerlendirme fırsatı
vardı. Ona, neden böyle davrandığını anlatacak bir fırsat tanınıyordu. Bir an
telafi şansının olmadığı ve bu vicdan azabıyla yaşamak zorunda kaldığını hayal
etti. Düşüncesi bile kötüydü.
Affetmek dedi genç kadın, neyi değiştirir ki… Geleceği mesela…

2. AFFETME
Zayıflar asla affetmez. Affetmek, güçlü olanın bir niteliğidir.
M. Gandi

2.1. Ruh Sağlığında Affetme Kavramının Yeri


Ruh sağlığı ve iyi oluş araştırmalarının tarihi boyunca, çalışmaların baskın
odak noktası patolojiyken pozitif psikolojinin sahneye çıkmasıyla birlikte ruh
sağlığı sadece negatif özelliklerin araştırılarak ortadan kaldırılmaya çalışıldığı
bir alan olmaktan çıkmıştır. Ruh sağlığı çalışmaları kendi içinde insandaki iyi
oluş, dayanıklılık ve farkındalık gibi olumlu özellikleri artırarak ruh sağlığına
yönelik olumlu faktörlere dikkat çeken bir alan açmaya başlamıştır. Psikolojik
iyi oluş çalışmalarına doğru giden bir akım, ruh sağlığı alanını affetme kavra-
mına yöneltmiştir. Affetme, insanın güçlü bir yönü ve insan gelişimini etkileyen
önemli bir faktör olarak değerlendirilmektedir (Baharudin, Che-Amat, Jailani ve
Sumari, 2011). Affetme kavramı mutluluk, iyi oluş, dayanıklılıkla ilişkisi ve
kişiler arası ilişkilere yansımasıyla olumlu sonuçlar ortaya çıkaran bir kavram
olmasından dolayı pozitif psikolojinin önemli bir yerinde konumlanmıştır (Doğ-

47
Pozitif Psikoloji

ruer, 2019; Eraslan-Çapan ve Arıcıoğlu, 2014; McCullough, Root, Tabak ve


Witvliet, 2009).
Affetme 1980’lerden günümüze din ve psikoloji alanlarında çalışan araş-
tırmacıların ilgilendiği bir kavramdır. Affetme, pozitif psikolojinin bireysel
düzeyde ele aldığı sevme kapasitesi, cesaret, kişiler arası beceri, estetik duyarlı-
lığı, sebat, özgünlük vb. olumlu bireysel özellikler arasındadır (Seligman ve
Csikszentmihalyi, 2014). Affetme kavramı üzerinde yapılan araştırmalar psiko-
lojik, sosyal, felsefi, kültürel, dinî, fiziksel vb. pek çok alanda affetmenin yarar-
ları üzerinde durmakta ve affetmeyi ruh sağlığı için olumlu bir özellik olarak ele
almaktadır. Araştırmalar çoğunlukla affetmenin psikolojik ve fizyolojik sağlığa
yararları olmak üzere iki başlık üzerine yoğunlaşmaktadır. Affetme düzeyinin
artırılmasına ilişkin karar ve süreç temelli modeller ortaya atılarak yaşamdaki
affetme düzeyinin artırılması, ölçme araçları geliştirilerek ise affetme düzeyinin
ölçülebilir hâle getirilmesi hedeflenmektedir.

2.2. Affetme Kavramının Tanımlanması ve


Değerlendirilmesi
Sosyal bilimlerde sıkça yaşanan bir sorun olan kavramların tanımlarına
ilişkin ortak bir anlayışa varmanın zorluğu, affetme kavramının tanımlanması
sürecinde de karşımıza çıkmaktadır. Wade (1989) affetme konusunda tanımla-
ma yaparken bazı kavramların önemli olduğunu belirtmiştir. Bu kavramlar ke-
der, acı, kin, dargınlık, öfke, zarar görme, suçlama, adalet, negatif duygulardan
kurtulma konusunda istekli olma, sorumluluk alma, kabul etme, suçluyu ve
yaşananları anlama şeklindedir. Affetme, affeden kişinin affedilene karşı koşul-
suz bir şekilde, ahlaki bir tepki olarak ve isteyerek seçtiği öç alma isteğinden
vazgeçme davranışıdır (Baskin ve Enright, 2004; Enright ve Kittle, 1999; En-
right ve The Human Development Study Group, 1996). Birey yaşamış olduğu
haksız duruma karşın kendisini inciten kişiyle ilgili sahip olabileceği dargınlık,
öç alma, ödeşme, ilgisiz davranma gibi haklarından vazgeçmek suretiyle ona
sevgi, merhamet, şefkat gibi olumlu duygularla karşılık vererek affetmeyi ger-
çekleştirir (Baskin ve Enright, 2004; Enright, Freedman, Rique, 1998; Museku-
ra, 2010; Worthington, 1998a). Mağdur uğradığı haksızlığın farkındadır ancak
herhangi bir zorlama olmadan darılma ve intikam alma gibi haklarından vazge-
çerek suçluya merhamet göstermeyi tercih eder (Enright ve Coyle, 1998).
Affetmenin tanımlamasında evrensel olarak ortak bir anlayışın olmaması
karışıklığı beraberinde getirmektedir. Bu noktada affetme tanımlarının ortak

48
Affetme

noktalarına bakılarak ayırt edici noktaların belirlenmesi, belirsizliği bir nebze de


olsa ortadan kaldırarak konunun daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.
Affetme üzerine yapılan pek çok çalışmanın ortak vurgusu mağdurda meydana
gelen değişim üzerinedir (ör. Enright ve The Human Development Group, 1996;
Hanna, 2012; Harris, Thoresen ve Kopez, 2007). Bu değişim öç alma, inciten
kişiden uzak durma, suçlayıcı konuşma gibi isteklerin azalmasıyla kendini gös-
terir. Bu istekler bireyde varlığını korudukça olumsuz duygulara neden olarak
bireyi olumsuz etkiler. Literatürde bu isteklerden vazgeçme olumsuz duygu,
düşünce ve davranışlardan kurtulmayı içeren affetmenin negatif boyutu olarak
adlandırılır. Değişimin bir diğer yönü şefkat, merhamet, suçluya karşı iyilik
yapma gibi olumlu duyguların artması, yani pozitif affetme olarak adlandırılan
boyutu sayesinde gerçekleşir. Kısaca affetme kurbanın, suçlunun neden olduğu
olumsuz duygu ya da dargınlıktan vazgeçme, olumsuz düşünceleri arkada bı-
rakma gibi olumsuz duygu, düşünce ve davranış yüklerinden kurtulma ve suç-
luya karşı şefkat, merhamet gibi olumlu karşılık vermeyi içeren iki boyutlu bir
süreç olarak ele alınmaktadır (Gismero-Gonzalez vd., 2019; Lawler-Row, Kar-
remans, Scott, Edlis-Matityahou ve Edwards, 2008).
Literatürde yer alan diğer iki kavram sürekli ve durumluk affetme kavram-
larıdır. Sürekli affetme durumdan bağımsız bireyin sahip olduğu affetme eğili-
mine dikkat çekerken durumluk affetme affetmenin özel bir duruma özgü olarak
ortaya çıktığı zamanlar konusunda bilgi verir. Sürekli affetme eğilimine sahip
kişiler daha az öfkeli davranış sergilerken daha fazla atılganlık göstermektedir;
durumluk affetme arttıkça öfkeli davranış gösterme ve fiziksel belirtilere sahip
olma düzeylerinde azalma görülmektedir (Lawler-Row vd., 2008; Özteke- Ko-
zan, Kesici ve Baloğlu, 2017). Fitzgibbons, Enright ve O’Brien (2004) araştır-
ma ve klinik çalışmalarında affetmenin öfke, saldırganlık, düşmanca davranışlar
ve takıntılı düşünceleri azaltabildiğini göstermiştir. Yani durumluk ya da sürekli
affetme arttıkça öfkenin dışa vurumunda azalma meydana gelmektedir. Aynı
durum fiziksel belirtiler için de geçerlidir. Öfke ortaya çıktığı zaman, affetme
bu duyguyu kontrol altına almak için kullanılabilecek mekanizmalardan biridir.
Öfke, intikam isteğinin geçmesi ya da affetmek için bilinçli bir şekilde karar
verilene kadar tam olarak çözülemez (Fitzgibbons, 1986).
Affetme literatüründe affetmenin kime karşı gerçekleştirildiği de tartışılan
bir başka önemli noktadır. Literatürde affetmeyi kişiler arası boyutta ele alan
kaynakların yanı sıra (Enright ve Coyle, 1998; McCullough vd., 2009), kendini
ve durumu affetme üzerine yapılmış çalışmalara da rastlanmaktadır (örn.
Thompson ve ark., 2005). Kendini ve durumu affetme çalışmalarına kıyasla

49
Pozitif Psikoloji

başkasını affetme, yani kişiler arası boyutta affetme, araştırmaların büyük oran-
da yoğunlaştığı alandır.
Kişiler arası (Başkasını) affetme: Kişiler arası sorunlar sonucunda mağdur
tarafından gerçekleştirilen suçlunun hatası ile ilgili öç alma isteğinden vazgeç-
mesidir. Affetme mağdur olan kişinin suçludan özür veya telafi edici herhangi
bir hareket beklemeden gerçekleştirdiği koşulsuz ve tek taraflı bir hareket olarak
ele alınır. Yani suçlu kişiden bağımsız olarak gerçekleşen, mağdurun içsel bir
sürecidir (Gismero-Gonzalez vd., 2019). Bireylerin kişilik özellikleri affetmeye
ne kadar eğilimli oldukları konusunda önemli bir belirleyicidir. Affetme tanım-
larının içinde olduğu gibi mağdurun kendini inciten kişiyi affetmesi için makul
derecede kendine saygı ve ego gücüne sahip olması önemli bir gerekliliktir
(Wade, Bailey ve Shaffer, 2005). Affeden kişi boyutunda uyumluluk, güven ve
yumuşak huyluluğun başkasını affetmeyi en iyi yordayan değişkenler arasında
olduğu saptanmıştır (Ross, Kendall, Matters, Rye ve Wrobel, 2004).
Kişiler arası affetme, bir koşula bağlı olarak gerçekleştiğinde affetme daha
az görülür. Bu azalmanın da daha düşük psikolojik iyi oluş seviyeleri ile ilişkili
olduğu bulunmuştur (Gismero-Gonzalez vd., 2019). Buradan çıkan sonuç af-
fetme, suçlunun özür dilemesi, işlenen suçu telafi etmesi gibi bir koşula bağlan-
dığında hem psikolojik iyi oluş hâline katkısı azalırken hem de affetmenin ger-
çekleşme düzeyinde düşüş meydana gelmektedir. Etkili bir affetme, mağdurun
içsel motivasyonuyla, kendi değerlendirmeleri doğrultusunda gerçekleştirildiği
taktirde en yüksek olumlu sonuçları ortaya çıkaran bir süreçtir. Örneğin, sürekli
öfke ve yaşam doyumu arasındaki ilişkide başkasını affetme düzenleyici bir role
sahiptir (Topbaşoğlu-Altan ve Çivitçi, 2017). Yani başkasını affetme arttıkça
sürekli öfke yaşayan insanların yaşam doyumları da artmaktadır. Başkasını af-
fetme sürekli öfkenin yaşamdan duyulan memnuniyeti olumsuz etkilemesini
önleyen önemli bir değişkendir. Affetme konusunda ilerleme kat eden kişide
belirli değişimler görülür. Örneğin; öfke ve kaygı duygularında azalma, suçluya
acıma veya merhamet duyma, suçlunun geçmişini anlama ve geçmiş acılarını
kabul etme gibi duygusal değişimler görülür. Sonuç olarak geçmişin bugüne
etkisi gün geçtikçe azalırken sevgi dolu ilişkilerde daha fazla özgürlük görülür
(Fitzgibbons, 1986).
Kendini affetme: Kendini affetme, kendine karşı olumlu duyguları teşvik
ederken kişinin kendisinin de hata olarak kabul ettiği nesnel yanlışı karşısında
kendine kızmayı terk etme konusunda istekli olması şeklinde tanımlanabilir.
Kendini affetme, başkasını affetme ve affedilmenin de dâhil olduğu affetme

50
Affetme

üçlüsü arasında en zor olanıdır çünkü diğer kavramlara göre soyut kalmaktadır.
Başkasını affetme ya da affedilmede somut çıktılar görülürken kendini affetme-
de somutluk söz konusu değildir. (Enright ve The Human Development Group,
1996). Özellikle travmatik yaşantılar karşısında bireylerin kendilerini suçlama
eğilimine sahip olmaları kendilerini affetme konusunda yaşadıkları zorluğa
dikkat çekmektedir (Doğruer, 2019).
Kendini affetme kapasitesindeki farklılıklar iyi oluşu önemli derecede yor-
damaktadır. Kendini affetme kapasitesinin iyi oluş üzerinde neden etkili oldu-
ğunun potansiyel açıklaması kendini affetmenin, doğası gereği, kişinin kendisi-
ne yönelik düşünce, duygu, davranışlarında olumlu yönde değişimleri içermesi-
dir. Kendini affetme tutumuna sahip birey kendisinin doğuştan kusurlu olduğu-
nu kabul ettiğinden kendi değerini performansına dayandırmaz. Kendini affetme
tutumuna sahip bireyler için kişiler arası incinmelere karşı tavır “ben bir hata
yaptım, benim bir parçam kötüdür ama kendimi geliştirebilirim” şeklinde olma-
sı gerekir (Hanna, 2012). Bu nedenle kendini affetmede uzlaşma gereklidir
(Enright ve The Human Development Group, 1996).
Affetme sürecinde empatinin önemli bir yeri söz konusudur. Yaşanan
olumsuz duruma empatik bir şekilde yaklaşım kişiler arası affetmede kolaylaştı-
rıcı etki yaratmaktayken kendini affetmede engelleyici olabilir (Alpay, 2009).
Kişiler arası affetmede kendini suçlunun yerine koyan birey, suçlunun perspek-
tifinden olaya bakarak onun da duyguları olan bir insan olduğunu anlar ve af-
fetmeyi kolaylaştırıcı bir ortam oluşur. Ancak kendini affetme sürecinde birey
kendisine karşı empati göstermekte zorlanır ve işlenen suçun farklı yönleri gö-
rüldükçe kendine şefkat göstermek zorlaşır. Gerçek affetme sürecinde kendini
affetme, affedilme isteğiyle bağlantılıdır. Birey kendini affetme sürecinde mağ-
dur tarafından affedildiğini de bilmeye ihtiyaç duyar, bu nedenle karşı taraftan
affedilmeyi isteyebilir (Enright ve The Human Development Group, 1996).
Kendine karşı yaptığı bir hatada ise bu talebi kendisine yönlendirebilir. Affetme
konusu bireyin duygu durumu ile de ilişkilidir. Depresyon, anksiyete ve kırıl-
ganlık gibi belirtilerin ortaya çıkması bireyin kendini affetme konusunda başarı-
sız olduğunu gösteren belirtilerdir. Düşük depresyon düzeyi, kendini affetmede
başarının en iyi göstergesi olarak değerlendirilmiştir. Buradan çıkarılacak sonuç
duygusal istikrardan yoksun olan bireyler, kendini affetmede en çok zorlanan
kişilerdir (Ross vd., 2004). Çocukluk çağı travmalarına maruz kalan kişilerde
kendini affetme psikolojik dayanıklılığın %32 gibi büyük bir oranını tek başına
açıklamaktadır (Doğruer, 2019). Yani kendini affetme konusunda başarılı birey-
lerle yapılan çalışmalara bakıldığında bu bireylerin psikolojik açıdan daha hızlı

51
Pozitif Psikoloji

toparlandıklarını ve olumlu duygu durumuna sahip olduklarını söylemek müm-


kündür.
Durumu affetme: Literatürde yer alan araştırmaların kişiler arası ve kendini
affetme boyutlarına odaklandıkları ancak başkalarından affedilmeyi isteme üze-
rine neredeyse hiç eğilmedikleri görülmektedir (Aydın, 2017). Farklı bir yakla-
şımla Thompson ve Snyder (2009) yeni bir boyut getirerek affetmenin aynı
zamanda durumu affetmeyi de içerdiğini belirtir. Durumu affetme kişinin kont-
rolünde olmayan hastalık, doğal afet gibi yaşantılara karşı sahip olduğu olumsuz
duygu, düşünce ve davranışları pozitife ya da nötre çevirmesidir (Thompson
vd., 2005). Thompson ve Snyder (2009) insan dışı unsurlardan gelebilecek
zararlara karşı da affetmenin bir ihtiyaç olabileceğini belirtir. Bu nedenle doğal
afet gibi durumlarla başa çıkmada affetmenin önemli bir baş etme yöntemi ol-
duğu söylenebilir. Oysaki Enright ve arkadaşları (1998) affetmenin bir duruma
yönelik olamayacağını çünkü sevilen kişinin ölümüne neden olan kar fırtınası
gibi doğal afetlere karşı merhamet göstermenin mümkün olmadığını söyler. İki
çalışma affetmenin merhamet, sevgi, fedakarlık gibi duyguları içerip içermeme-
si bakımından da birbirinden ayrılır. Enright ve arkadaşları (1998) affetmenin
olumlu boyutu olan sevgi ve merhametin suçluya karşı gösterilmesi gerektiğini
savunurken Thompson ve Snyder (2009) bunun bir gereklilik olmadığını belirtir
ve bu nedenle durumu affetmenin mümkün olduğunu ekler.
Literatüre bakıldığında durumu affetme ile yakından ilişkili bir diğer kav-
ramın psikolojik dayanaklılık olduğu göze çarpmaktadır (Eraslan-Çapan ve
Arıcıoğlu, 2014). Bireyin kimliğine zarar veren, gelişimini olumsuz yönde etki-
leyen aşağılama, korkutma ve sık eleştirme gibi duygusal istismara uğramış
bireylerde istismar düzeyi arttıkça durumu affetme ve öznel iyi oluş düzeyi
azalmaktadır (Öztürk-Serter, 2018). Sonuç olarak durumu affetme arttıkça psi-
kolojik dayanıklılığın da arttığını ve bireyin kırılgan yanlarını güçlendirebilece-
ğini söylemek mümkündür.
Affetmenin gerçekleşme sürecine bakıldığında ise bu süreçte önemli olan
pek çok değişkenin olduğu söylenebilir. Affetme irade ile ilgilidir bu nedenle
suçlunun özür dileme gibi işlenen suçu telafi edecek davranışlarından bağımsız
ve koşulsuz bir şekilde gerçekleştirilir (Enright vd., 1998). Mağdur suçluya
empatik bir bakışla yaklaşır ve suçlu kadar kendisinin de yanılabilir olduğunu,
zaman zaman affedilmeye ihtiyaç duyduğu durumları düşünerek affetme cesare-
tini gösterebilir (Worthington, 1998b). Ancak affetmenin birden gerçekleşmesi
beklenemez, mağdurun affetmeyi gerçekleştirmesi zaman alan bir süreçtir (En-
right ve Kittle, 1999).

52
Affetme

Affetme bir kere gerçekleştiğinde bir kelebek etkisi yaratan ve aynı za-
manda bulaşıcı bir eylemdir. Sadece affeden için değil affedilen ve duruma
tanık olan kişiler tarafından da benimsenerek değişim ortaya çıkaran bir olgu-
dur. Enright ve The Human Development Group, (1996) çalışmalarında bireyin
affedilmeye ihtiyaç duyduğu bir anda mağdur tarafından affedilmesinin, kendini
affetmesine neden olduğunu, bu yaşantı sonucunda da kendi yaşadığı kırgınlık-
larda suçluyu affetmeye meyilli hâle gelmesini sağladığını belirtir. Sonuç olarak
bireyde gelişen affedici dünya görüşü öz saygıyı artırır ve kırıcı durumlar karşı-
sında affetme eğilimini ortaya çıkartır.
Affetmeyi tanımlama konusunda yardımcı bir diğer unsur da affetme ile
karıştırılan kavramların tanımlanmasıdır. Bir suçlu affedildiğinde işlenen suç
mazur görülmüş olmaz. Mazur görme mağdurun suçun işlenmesinin savunula-
bilir bir nedeni olduğuna inanmasıdır (Enright ve Coyle, 1998). Aynı şekilde
suça göz yumma da söz konusu değildir. Kelime anlamı olarak Türk Dil Kuru-
munda (TDK) “göz yummak” kavramı hoş görmek ve bağışlamak kavramlarıy-
la tanımlanmaktadır (TDK, 2019). Ancak göz yumma işlenen suça ilişkin her-
hangi bir şey yapmadan, hiç bir şey olmamış gibi davranmayı içerir. Affetmenin
kaynağı suçlunun ortaya koyduğu bahanelerin kabul edilmesi değildir. Davranı-
şın açıkça ahlaki açıdan yanlış olarak nitelendirilmesine rağmen suçlunun sade-
ce insan olmasından dolayı doğuştan bir değere sahip olarak değerlendirilmesi
sonucu affetme gerçekleştirilir (Enright ve Kittle, 1999). Bu noktada da göz
yumma ile affetme farklı kavramlar olarak değerlendirilmelidir.
Affetme unutmayı içeren bir kavram da değildir. Affeden kişi yaşanan kı-
rıcı olayı affetme meydana gelmeden önceki süreçtekinden farklı yollarla hatır-
lamaya devam eder (Enright, vd., 1998). Artık suçlu kişinin hata yapma potan-
siyeli görülmüştür ancak yaşanan olay hem suçluya hem de mağdura yeni bakış
açıları kazandırmıştır. Çoğu affetme müdahalesi olayın neden olduğu acının
deneyimlenmesi ve kabul edilmesinin önemine vurgu yaptığı için yüksek dü-
zeyde affedici kişilerin hem ani duygusal patlamalardan kaçındığı hem de olay
hakkında düşünmek, kendi acılarını anlamak ve suçlu kişiye bu deneyimi ilet-
mek için zaman tanıdığı görülmektedir (Lawler-Row vd., 2008). Mağdur olum-
suz düşünce, duygu ve davranışlar gösterme hakkından vazgeçmiştir. Unutma,
mağduru aynı duruma maruz kalmaya meyilli hâle getirme riski oluşturacağın-
dan affetmeden tamamen farklı bir kavramdır. Unutma bir savunma mekaniz-
ması olarak bilinçli ya da bilinçsiz işleyebilir. Örneğin, unutmayı sağlayan bas-
kılama bilinçli bir mekanizmayken bastırma ise bilinçsiz olarak kullanılan bir
savunma mekanizmasıdır. Bu anlamda unutma aslında yaşananlar karşısında

53
Pozitif Psikoloji

benlik işlevlerini yerine getiremediğinde rahatsız edici duyguların bilinçten


uzaklaştırılması anlamına gelmektedir (Blackman, 2014).
Affetme ile karıştırılan bir diğer kavram da uzlaşmadır. Affetme her zaman
uzlaşma ile bir arada olmak zorunda değildir. Uzlaşma iki insanın tekrar bir
araya gelmesi anlamına gelir. İlişki ne kadar güçlüyse ve işlenen suç ne kadar
hafifse uzlaşma olasılığı o kadar yüksektir. Ancak bazı durumlarda suçluda
meydana gelen olumlu değişimlere rağmen suçluyu tamamen hayatından çıkar-
mak isteyen mağdurlar sahte affedicilikle meşgul olabilirler. Özellikle suçu
sürekli hatırlatma, affetmeyi bir minnet nedeni olarak gösterme mağdurun sahte
affedicilik yaşadığına ilişkin bir gösterge sayılabilir (Enright vd., 1998). Uzlaş-
ma suçluda davranış değişikliğini gerekli kılar (Enright ve The Human Deve-
lopment Group, 1996). Enright ve Coyle (1998), Thompson ve Snyder (2009)
ve McCullough ve ark. (2009) hem fikir oldukları bir nokta affetmenin uzlaş-
mayı gerektirmiyor olmasıdır. Uzlaşma olmasa da affetme gerçekleşebilir. Af-
fetme kişinin işlenen suça ilişkin yasal hakkından vazgeçmesi anlamına da gel-
mez ancak aranan yasal hakkın motivasyonu intikam alma isteğinden geliyorsa
bu yine sahte affetmeyi akla getirir (Thompson ve Snyder, 2009).
İnkâr etme ise mağdurun maruz kaldığı suçun vereceği acıyla yüzleşmek-
ten kaçınmak için kullandığı bir savunma mekanizmasıdır. İnkar kanıtların var-
lığına rağmen hoşa gitmeyen gerçeğin reddedilmesi, yanlış inanışları devam
ettirerek gerçeğin görülmesi zorunluluğundan kurtulma ve bir gerçeğin yanlış
olduğuna kendini inandırmak için özel kelimeler kullanmayı içerir (Blackman,
2014). Affetmede yaşanan kırıcı durumla yüzleşme gücünü bireyin kendisinde
görmesi önemlidir. Üstelik kırgınlığa neden olan kişi, mağdur için önemli bir
kişiyse yaşananları anlamlandırmak ve kabul etmek zorlaşacaktır. Mağdur kişi
yaşananlarla yüzleşme cesareti bularak yaşanan kırıcı olayı ruhsal olgunlaşma
için bir araç olarak kullanabilir.
Gerçek affedicilik gönüllü ve koşulsuzdur. Suçlunun suçunu kabul etmesi
ya da mağdurun gönlünü alma çabalarına dayanmaz (Enright ve Coyle, 1998).
Suçlunun özür dilemesi affetme sürecinde bir ihtiyaç değildir ancak mağdurun
iyileşmesinin önemli bir dayanağı suçlunun pişmanlığı olarak görülür (Enright,
Gassin ve Wu, 1992). Özür dileme aracılığıyla suçlu suçunu kabul ederek piş-
manlık gösterir. Bu suçlunun incitici tutumunu değiştirme konusunda verdiği
bir taahhüt olarak kabul edilebilir ve özür kabul edildiğinde yeni bir ilişki süreci
başlatır (Szablowinski, 2012). Telafi, mağdur için gelecekte suçlunun değerli
olabileceği potansiyeline sahip olduğunun işaretidir (McCullough ve ark.,
2009).

54
Affetme

Bir diğer kavram olan affetmeme, her ne kadar sözcük anlamı zıt gibi gö-
rünse de kavramsal olarak farklı bir anlam taşımaktadır. Affetmeme bir stres
tepkisi olarak ele alınır (Worthington ve Scherer, 2004). Affetmeme durumunda
olumsuz ve zararlı tekrarlayan düşünceler ortaya çıkar (Krause 2009). Affet-
meme basitçe affetmenin tersi olarak değerlendirilemez. Affetme terapilerinde
öncelikle affetmemenin azaltılması daha sonra affetmenin teşvik edilmesi ele
alınır.
Affetme konusunda bilimsel literatüre ek olarak sokaktaki insanların ta-
nımlarının ne olduğunu araştıran bir çalışmada, bilim ve sokağın ortak vurgusu-
nun yaşanan kırıcı olay sonucunda olumsuz etkinin geçmesi olduğu bulunmuş-
tur. Ancak sokaktaki insan için affetme uzlaşma, unutma ve olay olmamış gibi
davranma faktörlerini de içermektedir. Sokaktaki insanlar tarafından suçluya
karşı iyi dileklere ve şefkat, merhamet gibi duygulara sahip olma fikrinden bah-
sedilmemiştir (Younger, Piferi, Jobe ve Lawler, 2004). Çalışmaya ek olarak
TDK’nın (2019) “göz yumma”, “mazur görme” gibi kavramların tanımlarının
da affetme ile eş anlamlı olarak kullanılan bağışlama kavramını içeriyor olması,
affetme kavramının bilimsel ve yaşantısal anlamda farklı ele alındığının bir
göstergesi olarak değerlendirilebilir. Genel olarak affetme kavramının diğer pek
çok kavramla iç içe geçtiği görülmektedir. Bu durum da hâliyle kavram karma-
şasına neden olmaktadır. Affetme başlı başına bir kavram olarak literatürde
yerini almış olmasına rağmen kullanımdaki alışkanlıkların devam ettiği görül-
mektedir. Bu nedenle affetme konusunda bilinen yanlışların bilimsel dayanak-
larla değiştirilmesi, sokaktaki insanların affetmeden daha fazla fayda görmeleri-
ni sağlayacak bir unsurdur.
Affetme duygu odaklı baş etme stratejisi olarak kullanılır (Worthington ve
Scherer, 2004). Kısaca gitmesine izin verme becerisi olarak da tanımlanabilir
(Alpay, 2009). Affetmenin geniş bir yelpazede içsel duygusal yaraların iyileş-
mesi ve dışsal ilişki problemlerinin tedavisinde yararlı olduğu savunulmaktadır
(Denton ve Martin, 2007; DiBlasio ve Proctor, 1993). Bir araştırma sonucuna
göre affetme, suçla ilişkili olumsuz duygu ve düşünceleri arkada bırakma bece-
risi aracılığıyla kurbanın suçu değerlendirmesi ve kendi öznel iyi oluşu arasın-
daki ilişkide aracı role sahiptir (Gismero-Gonzalez vd., 2019). Yani mağdur
affetme sayesinde suçluyu da hata yapabilme potansiyeline sahip olmasına rağ-
men insan olarak saygıya değer bir varlık şeklinde değerlendirir. Mağdur yaptı-
ğı bu değerlendirme sonucunda suçlayıcı düşünce tarzı, kin ve nefret gibi duy-
guları geride bırakır ve iyi olma hâline kavuşur.

55
Pozitif Psikoloji

Mağdurun kırıcı olayı bilişsel değerlendirme şekli affetmeyi kolaylaştıran


ya da zorlaştıran farklı bilişsel, motivasyonel, davranışsal ve duygusal tepkiler
oluşturur (Gismero-Gonzalez vd., 2019). Örneğin, suçlama bir bilişsel değer-
lendirme sonucunda ortaya çıkar ve affetme sürecinin başlangıcı için mağdur
tarafından suçluya karşı bir suçlama olması gereklidir. Mağdur işlenen suçun
farkındadır ve maruz kaldığı durum nedeniyle suçluya karşı suçlayıcı bir tavır
takınır. Başlangıçta suçlama yoksa gerçekleşen şeye affetme denemez ve suç-
lamadan da önce olumsuz olarak sonuçları deneyimlemek gereklidir (Langer,
2009). Ancak suçlamanın büyüklüğü affetme sürecini sekteye uğratabilir. Af-
fetme kişinin ilişkiye yönelik uyumlu sosyal tepkiler vererek suçluya karşı iliş-
kiyi yıkıcı davranışların üstesinden gelmeyi içerir (McCullough ve ark., 2009)
ancak affetmeyi seçen kişi suçluya tekrar güvenmeyi seçmeme hakkına da sa-
hiptir (Enright ve Coyle, 1998). Mağdurun kırıcı olayın ardından durumu değer-
lendirmedeki olumlu tutumu ortaya çıkacak sonucu etkilemektedir.
Affetme sürecinde Piaget ve Kohlberg tarafından belirtilen bilişsel ve ahlak
gelişimi yapısına benzer bir gelişim süreci görüldüğü iddia edilmektedir (Sells ve
Hargrave, 1998). Kohlberg’in ahlaki gelişim kuramına dayandırılarak hazırlanmış
altı aşamalı affetme gelişim modelinde aşamalar şu şekildedir: 1) adalet için intikam
alınması sonucu affetme “Suçlu da benim çektiğim acıyı çekerse onu affederim.”,
2) suçlu tarafından hatalı davranışın telafi edilmesi ile affetme, “Benden alınan bana
geri verilirse affederim.” 3) başkalarının beklentilerini karşılamak için affetme,
“Başkalarının beklentisi olduğunda affetmek daha kolaydır. Beni zorlarlarsa affe-
debilirim.” 4) resmi olarak affetmenin beklendiği yasal beklentisel affetme “Dinî
inancım gerektirdiği için affederim.”, 5) Sosyal uyum sağlamak amacıyla affetme
“Toplumsal anlamda bir uyum atmosferi sağlayacağı ya da iyi ilişkileri onaracağı
zaman affederim.”, 6) sevgi ile suçlunun da insan olduğunu hesaba katarak affetme
“Gerçek sevgi duygusunu teşvik ettiği için koşulsuzca affederim” (Enright ve the
Human Study Group, 1991).
Yukarıda bahsedilen modelin ilk iki aşamasında affetme ve adalet kavram-
ları birbiri ile karıştırılmaktadır. Üçüncü ve dördüncü aşamada affetme ve adalet
artık karıştırılmamakta fakat affetmenin toplumsal baskı tarafından teşvik edil-
diği görülmektedir. Beşinci aşamada sosyal uyumun sağlanması uğruna bireyin
affetmeye istekli olmasından söz edilmekte ve affetme ile toplumu kontrol etme
arzusu ön plana çıkmaktadır. Son aşamada ise gerçek sevgi duygusunun teşvi-
kiyle affetmenin gerçekleştiği görülmekte ve kontrol etme isteği ortadan kalka-
rak herkes kendi tercihi ile affetmeye teşvik edilmektedir. Bu model bireyin
bilişsel becerilerini geliştirdikçe daha fazla başkalarının bakış açılarını yakala-

56
Affetme

yabildiklerini iddia etmektedir (Enright ve the Human Study Group, 1991). Bu


model affetmenin de gelişimsel bir süreç dâhilinde aşamalı bir şekilde ortaya
çıktığını göstermektedir. Bireylerin farklı gelişim süreçlerinde olması affetme-
nin ortaya çıkmasındaki farklılıkları da açıklamaktadır. Böylece her bireyin
içinde bulunduğu affetme gelişim düzeyine göre farklı motivasyonlarla affet-
meyi gerçekleştirdiği söylenebilir.
Genel bir değerlendirme yapılacak olursa literatürde yar alan affetme ta-
nımlarının belli noktalarda birleştiği belli noktalarda da ayrıldığı görülmektedir.
Bazı kaynaklar affetmenin biliş ve duyguda değişimi içermesini gerekli görür-
ken bazıları motivasyondaki değişimin yeterli olduğunu savunmaktadır. Benzer
şekilde suçluya karşı olumlu duygularla yaklaşma bazı kaynaklarda önemli
görülürken bazı kaynaklarda gerekli görülmez. Affetmenin uzlaşmayı içerme-
mesi çoğu kaynağın hem fikir olduğu bir noktadır ancak uzlaşmanın affetme
için destekleyici bir faktör olduğunu belirten araştırmalara da rastlanmaktadır.
Bilim dünyasının affetmeye yaklaşımı ile günlük hayatta affetmenin yaygın
kullanım şekli arasındaki farklılık, sokaktaki insanların hâlâ affetme konusuna
yeterince aşina olmadıklarını göstermektedir.

2.3. Affetmeyi Etkileyen Değişkenler


Affetmeyi etkileyen faktörler arasında durumsal ve kültürel faktörler, kişi-
lik özellikleri ve suçlu ile olan ilişkinin düzeyi araştırmalarda öne çıkanlardır
(Çoklar ve Dönmez, 2015). Diğer insanları anlama çabalarını, onlara karşı em-
patiyi içeren duygusal emek kavramı affetmenin önemli bir yordayıcısı olarak
bulunmuştur (Çetinkaya ve Şener, 2016). Bir ilişkiye harcanan emekle affetme
doğru orantılı ilerlemektedir. İlişkiye harcanan emek arttıkça affetme düzeyinde
de artış görülmektedir. İnsanlar yakın hissettikleri ve empati kurabildikleri kişi-
leri daha kolay affedebilmektedir (McCullough vd., 2009). Aile üyelerini aile-
den olmayan kişilere oranla, yaşayan insanları yaşamını yitirmişlere oranla daha
fazla affetmeye eğilimli olunduğu bulunmuştur (Hantman ve Cohen, 2010).
Yetişilen ortam affetme tutumu üzerinde etki sahibi olan durumsal bir fak-
tör olarak ele alınabilir. Demokratik ebeveyn tutumuna sahip bireylerin kendini
ve durumu affetme eğilimleri daha fazla bulunurken koruyucu ve otoriter tutu-
ma sahip ebeveynlerin çocuklarında kendini ve durumu affetme düzeyleri da
düşük bulunmuştur. Araştırmada demokratik tutum arttıkça affetmenin de arttı-
ğı, koruyucu ve otoriter tutum arttıkça ise affetmenin de azaldığı görülmüştür
(Tunca ve Durmuş, 2018). Bu durum otoriter ortamlarda yetişen bireylerin dışa

57
Pozitif Psikoloji

bağımlılığına atfedilebilir. Affetme içsel bir süreçtir ve bireyin kendi iradesiyle


seçilerek gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Affetme ile ilgili kültürel faktörler affetmenin toplum yaşantısına yansıma-
sında farklılıklar meydana getirmektedir. Batı toplumlarındaki bireyci kültür
yaşantıyı düzenlerken bireylerin kendi ihtiyaçlarını, Doğu toplumlarındaki top-
lulukçu kültür ise toplumun ihtiyaçlarını ön plana almayı teşvik etmektedir.
Aronson, Wilson ve Akert’e (2012) göre insanlar kendilerini tanımlarken Batı
toplumlarındaki bağımsız benlik görüşünde kendi içsel düşünce, duygu ve dav-
ranışlarını, Doğu toplumlarındaki karşılıklı bağımlı benlik görüşünde ise başka-
larının görüşlerini referans aldıklarını belirtir. Doğu toplumlarında hâkim olan
bağımlı benlik görüşü affetmenin toplum hayatını düzenlemek adına kullanıl-
masına neden olmaktadır.
Joo, Terzino, Cross, Yamaguchi ve Ohbuchi (2019) araştırmalarında Ja-
ponya ve Amerika’da “Affetme nedir?” sorusuna verilen cevapları araştırmış-
lardır. Bulgular Amerikalılarla kıyaslandığında Japon katılımcıların daha çok
affetmenin ilişki uyumuyla ilgili yönüne odaklandıklarını ortaya koymuştur. Bu
nedenle Japonlar affetmeyi toplumsal yaşamı düzenleme konusunda yardımcı
bir karar olarak karar temelli ele almaktadır. Japonların ilişkiyi sürdürmeye
verdikleri yüksek değer affetme anlayışlarını da etkilemektedir. Japonların af-
fetmenin merkezine koydukları kavramlar yüksek ölçüde kalite, hayırseverlik,
kabul etme, açık bir kalbe/zihne sahip olma ve şefkatken Amerikalıların merke-
ze koydukları affetme ile ilgili kavramları anlamak, doğru olanı yapmak, birinin
özrünü kabul etmek, saygı duymak ve hatalardan ders almaktır. Kavramlardan
da anlaşılacağı gibi tipik bir Batı kültürü olan Amerika’da insanlar affetme kav-
ramının merkezine birey merkezli özellikleri koyarken tipik bir Doğu toplumu
olan Japonya’da toplum yararına özelliklerin ön plana çıktığı görülmektedir.
Türkiye çoğunlukla toplulukçu bir kültür olarak değerlendirilmesine rağmen
özellikle kentleşmenin yoğun olduğu bölgelerde bireyci özellikler de göster-
mektedir. Kağıtçıbaşı (2008) bu özellikleri özerk-ilişkisel benlik başlığı altında
ele almış ve bireylerin karar alma, etkin olma konularında özerk olduklarını
ancak hâlâ değerler bağlamında topluma bağlı olduklarını belirtmiştir. Bu bağ-
lamda Türk insanının affetme tutumu açısından Doğu toplumlarıyla benzerliğe
sahip olduğu söylenebilir.
Kişilik özellikleri de affetmeyi yordayan değişkenler arasındadır. Nevro-
tiklik düzeyi arttıkça genel affetme düzeyi azalmaktadır (Kartaltepe, 2019).Beş
faktör kişilik envanteri ile yapılan bir araştırmada kendini affetme nevrotiklikle
negatif ilişkili bulunurken uyumlulukla ilişkili bulunmamıştır. Tersi bir şekilde

58
Affetme

başkalarını affetme nevrotiklikle ilişkili bulunmazken uyumluluk arttıkça affet-


menin de arttığı bulunmuştur. Hem kendini hem de başkasını affetmenin artma-
sı, öfke ve düşmanlıkta azalma, dışadönüklüğün sıcak ve olumlu duygularında
artış meydana getirmektedir (Ross vd., 2004). Yani kendini affetmede uyumlu
olmak etkili değilken kişiler arası affetmede etkili bir değişkendir. Çocuklukla-
rında daha fazla travma yaşayanların kendini, durumu ve başkasını affetme
düzeylerinde azalma görülmektedir (Doğruer, 2019; Güloğlu, Karaırmak ve
Emiral, 2016). Bu tarz travmalara maruz kalan bireyler inkâr, yansıtma, yalıtım
gibi olgun olmayan savunma mekanizmalarına başvurmaktadır (Korkmaz,
2019). Maltby ve Day (2004) yapma-bozma, karşıt tepki geliştirme, idealleştir-
me, sahte özgecilik gibi nevrotik savunmalara sahip kişilerin daha az affetme
eğilimine sahip olduğunu bulmuştur. Kısaca bireylerin kişilik özellikleri, kul-
landıkları savunma mekanizmaları affetme düzeylerini etkilemektedir.
Cinsiyetin affetme konusunda anlamlı bir değişken olmadığı sonucuna ula-
şan pek çok çalışma mevcuttur (ör. Fehr, Gelfand ve Nag, 2010; Tunca ve Dur-
muş, 2018). Ancak bu bulguyla çelişen çalışmalara da rastlanmaktadır. Kadınla-
rın erkeklere oranla affetmeye daha eğilimli olduğu bulgusuna ulaşan çalışmalar
çoğunluktadır (Hantman ve Cohen, 2010; Orathinkal, Vansteenwegen ve
Burggraeve, 2008). Affetme düzeyi yüksek olan kadınların psikolojik iyi oluş
düzeylerinin de yüksek olduğu bulunmuştur (Singh ve Sharma, 2018). Orathin-
kal ve arkadaşlarının (2008) evli çiftler üzerinde yaptıkları çalışmada çocuk
sayısı ve evlilik süresi değişkenlerinin affetme üzerinde önemli bir etkiye sahip
olduğunu bulmuştur. Evlilikte affedilme kadınlarda suçluluk, borçlu olma, iliş-
kisel kaygı ve yüksek stresin sonucunda yetersizlik duygularını artırırken affet-
me olumlu sonuçlar doğurmaktadır. Erkekler için de yine affetme olumlu so-
nuçlar ortaya çıkarmaktadır (Paleari, Regalia ve Fincham, 2011).
Çoğunlukla düşünülenin aksine bir metaanaliz çalışması suçun üstünden
geçen zamanın affetme üzerinde anlamlı bir etkisinin olmadığını ortaya koy-
muştur. Aynı çalışma yaşın ise oldukça düşük bir etkiye sahip olduğu sonucuna
ulaşmıştır (Fehr vd., 2010). Ancak yaş ilerledikçe affetme düzeyinde artış ol-
duğu bulgusuna ulaşan çalışmalar da mevcuttur (Ayten ve Tura, 2017; Uysal,
2015). Hantman ve Cohen (2010) çalışmalarında özellikle ileri yaştaki katılım-
cılar için olayın üzerinden geçen zamanla aile üyesi dışındaki kişileri affetmenin
daha az olası hâle geldiği bulgusuna ulaşmıştır. Ancak aile üyelerini affetmenin
ileriki yaşlardaki yaşamın daha anlamlı olmasına katkı sağladığını belirtmişler-
dir. Bulgulardan yola çıkarak ileriki yaşlarda yakın bağlara sahip olunan birey-
leri affetmenin daha önem kazandığı ancak yakın olmayan kişileri affetmenin
anlamını yitirmeye bağladığına ilişkin bir sonuca varılabilir.

59
Pozitif Psikoloji

McCullough ve arkadaşları (2009) suçlunun önemsenmeye değer olup ol-


maması, ilişkinin gelecekte fayda sağlayacağına ilişkin beklenen değer ve suç-
lunun tekrar zarar vermeyeceğine güven algısının affetmeye motive eden temel
psikolojik koşullar olduğunu belirtmişlerdir. İşlenen suçun sıklığı, suçun işlen-
mesinin üzerinden geçen zaman, suçun algılanan büyüklüğü ve suçlunun algıla-
nan niyeti kurbanın durumu analiz etmesinde önemli faktörlerdir. Negatif affe-
dicilik (öç alma isteği, düşmanlık, sözlü saldırıdan vb.’den vazgeçme) arttıkça
bu faktörler azalmaktadır. Suçlunun suçu bilerek yaptığına ilişkin algılanan
niyet düzeyi arttıkça pozitif affetme (şefkat gösterme vb.) azalmaktadır (Gisme-
ro-Gonzalez vd., 2019). İlişkinin algılanan yakınlığı ve suçun büyüklüğü du-
rumluk affetmeyi önemli düzeyde yordayan değişkenlerdir. Sadece suçun bü-
yüklüğü sürekli affetme için yordayıcı bir değere sahiptir. Ancak suçun büyük-
lüğü durumluk kaygıyı sürekli kaygıya oranla daha güçlü yordamaktadır (Krau-
se 2009). Yani bir karakter özelliği olarak affetme eğiliminde olan bireylere
oranla, durumdan duruma affetme tutumunda farklılık görülen bireyler suçun
büyüklüğünü daha fazla önemsemektedir. Destekleyici bir şekilde sokaktaki
insanlara sorulduğunda affetme motivasyonunun ilişkinin önemi, kişisel iyi
oluş, suçlunun davranışından dolayı özür dilemesi ve ilişkiyi onarma çabaların-
dan kaynaklandığı dile getirilmiştir (Younger vd., 2004). Benzer şekilde olduk-
ça kapsamlı bir metaanaliz çalışmasında affetme konusunda kayda değer etkileri
olan değişkenler arasında suçlunun niyeti, durumluk empati, özür dileme ve
durumluk öfkenin olduğu saptanmıştır. Mağdurlar suçu şiddetli ve kasıtlı olarak
algıladıklarında, affetme olasılıkları düşmektedir. Olayları tekrar tekrar, yinele-
yici bir şekilde düşündüklerinde daha az affetme sergilemektedirler (Fehr vd.,
2010). Duygularını sözel olarak ifade etme ve gösterme, olumsuz beden tepkile-
rini kontrol etme gibi değişkenler kendini, durumu ve başkasını affetme ile iliş-
kili bulunmuştur (Özteke- Kozan vd., 2017). Suçlunun suçuna ilişkin yapılan
değerlendirmeler ve ilişkinin kalitesinin affetme için önemli faktörler içerdiği
görülmektedir.

2.4. Affetme ve Sağlık Arasındaki İlişki


Affetme ve sağlık arasındaki ilişki, affetmenin sağladığı sosyal destek,
ilişki kalitesi ve dinî bakış aracılığıyla dolaylı bir mekanizma ile gerçekleşmek-
tedir (Everett, Worthington ve Scherer, 2004). Bunun yanı sıra yapılan araştır-
malar affetmenin sağlık üzerinde doğrudan etkisinin olduğunu da ortaya koy-
muştur. Witvliet, Ludwing ve Vander Laan (2001) affetmemenin kalp hastalık-
ları ve ani ölümlere neden olabildiğini belirtmiştir. Sürekli affetme daha az ilaç
ve alkol kullanımı, daha düşük kan basıncı ile önemli düzeyde ilişkili iken du-

60
Affetme

rumluk affetme daha düşük kalp atışı ve daha az fiziksel semptomla ilişkili bu-
lunmuştur (Lawler-Row vd., 2008). Kalp atış hızı, affetme arttıkça normale
dönerken affetmeme durumunda vücudun karşılaştığı stresle başa çıkmak için
savaş-kaç tepkisi vermesi nedeniyle artarak kalbi yoran bir faktördür. Affetme
belli bir dereceye kadar zihinsel ve fiziksel sağlığın nedenidir. Gerçek affetme
uygun olmayan tepkileri engeller ve yararlı duygu düzenleme süreçlerine olanak
sağlar (McCullough vd., 2009; Özteke-Kozan vd., 2017). Sonuç olarak affet-
menin psikolojik sağlık üzerinde olumlu etkilerinin yanı sıra fiziksel sağlık üze-
rinde de çarpıcı etkilerinin olduğunu söylemek mümkündür

2.5. Tinsellik (Maneviyat) ve Affetme


Din adamları ve ruh sağlığı uzmanları şimdiye kadar uyum içerisinde çalı-
şamamıştır. Oysa ki din adamlarının da entegre edildiği programlarla affedicili-
ğin teşvik edilmesine yönelik çalışmaların yapılması önerilmektedir (Worthing-
ton, Brown, McConnell, 2019). Genel dindarlık eğiliminin affedicilik üzerinde
anlamlı bir etkiye sahip olmadığının bulunmasına rağmen kendini, başkasını ve
durumu affetme boyutlarında dinî konularda elde edilen bilgileri uygulamanın
anlamlı bir etkisi bulunmaktadır. Bunun yanı sıra menfaati ön planda tutan ve
sahip olduğu dinî bilgilere sıkıca tutunarak faydacı bir yönelim sergileyen birey-
lerde bu tutum arttıkça affetme azalmaktadır (Uysal, 2015). Maneviyat değiş-
keninin affetme ile ilişkisine bakan bir araştırmada maneviyatın hem durumluk
hem de sürekli affetmeyi yordamasına rağmen durumluk affetmeden ziyade
sürekli affetmeyle ilişkili olduğu bulunmuştur (Krause 2009). Yani affetme
eğilimine sahip bireyler, affetmeyi bir duruma bağlı karar olarak gerçekleştiren
bireylere oranla daha yüksek maneviyat düzeyine sahiptir denilebilir. Ayrıca
destekleyici bir bilgi olarak dinî bağlılığı ve öz saygısı yüksek, zaman ve duru-
ma bağlı değil, sürekli affetme eğiliminde olan kişiler affetme konusunda ko-
nuşmaya daha isteklidir (Wade ve Wothington, 2003). Tüm bu bilgilerden yola
çıkarak manevi boyutu kuvvetli bireylerin affetmeyi bir özellik, eğilim olarak
gerçekleştirdikleri söylenebilir.
Maneviyat denilince akla ilk gelen dinî boyuttur ancak maneviyat dinî bo-
yutun ötesinde çok daha geniş bir alanı kapsayan bir kavramdır. Affetme araş-
tırmaları çoğunlukla dinî unsurlarla ilişkilidir. Ancak daha genel perspektiften
maneviyatı ele alan çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.

61
Pozitif Psikoloji

2.6. Affetme Modelleri ve Affetme Terapisi


Literatürde affetme sürecini tanımlamaya yönelik model oluşturma çalış-
malarına rastlanmaktadır. Yapılan çalışmalarda süreç temelli ve karar temelli
olmak üzere iki farklı modelin ön plana çıktığı görülmektedir. Affetme Süreç
Modeli öncelikle kavramın tanımlanmasına dayanır. Model affetme sürecinin
bilişsel, duygusal, davranışsal yönlerini kapsayan 20 psikolojik öge, 4 aşamayı
içerir. Bu aşamalar mağdurun savunmalarının araştırılması, duygularında ve
düşüncelerinde meydana gelen değişimlerin farkına varma gibi ögelerin yer
aldığı Keşfetme, değişime yönelik farkındalıklar ve affetmeyi bir seçenek olarak
değerlendirmenin yer aldığı Karar, suçluyu anlamaya yönelik çalışmaların bu-
lunduğu, yaşanan acının kabulünü içeren Çalışma ve yaşanan acı durumun için-
de var olan anlamı Derinleştirme olmak üzere dört aşamadan oluşur (Enright ve
the Human Development Grup, 1996).
Worhington’un (1998a) karar temelli modeli Affetme Piramit Modelinde
REACH (erişmek) kelimesiyle temsil edilir. R: Acıyı hatırlama, E: İncinen ki-
şiyle empati kurma, A: Affetmenin özgeci hediyesi, C: Affetme kararlılığı, H:
Affetmeyi sürdürme anlamlarına gelir. Bu sıralama uygulanan kişinin özellikle-
rine göre değiştirilebilir. Sonuç olarak affetmeye erişmek hedeflenir.
Affetme süreç ve karar temelli modellerin karşılaştırıldığı bir çalışmada
süreç temelli modeller daha etkin bulunmuştur. Orta uzunlukta grup danışmaları
ile karşılaştırılan uzun süreli bireysel danışmaların daha etkili olduğunun bu-
lunması, incinen kişinin affetmeyi gerçekleştirmek için zaman ve enerjiye ihti-
yaç duyduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilmiştir. Karar temelli müda-
haleler 1-8 oturum arasında değişirken süreç temelli grup müdahale programları
6-8 seans arasındadır ve süreç temelli bireysel müdahaleler 12-60 oturum alabi-
lir. Karar temelli programlarda danışan bir kere affetmeye karar verdiğinde
affetme yolunun büyük kısmı kat edilmiş olur. Bunun aksine süreç temelli prog-
ramlarda karar sadece bir aşamadır (Baskin ve Enright, 2004).
Enright ve Coyle (1998) affetme konusunda hazırlanan müdahale prog-
ramlarının şu noktalara değinmesi gerektiğini ifade etmiştir:
a. Affetme kavramının katılımcılar tarafından doğru anlaşılması
b. Affetmeyi deneyimleme konusunda gönüllü olmaları
c. Suçlu kişiyi anlamaya yönelik bilişsel alıştırmalar yapmaları
d. Empati, şefkat gibi olumlu duyguların canlanmasına zemin hazırlayacak
duygusal alıştırmalar yapmaları

62
Affetme

e. İntikam döngüsünü durdurmak için acı veren duyguya katlanmaya cesa-


retlendirme alıştırmaları
Terapötik bağlamda kendini affetme süreci en az iki kişinin varlığına ihti-
yaç duyar. Terapist danışanın suçunu sözel olarak kabul ettiğine tanık olur. Da-
nışan danışman arasında ortaya çıkan aktarım ilişkisi, ilişkinin kurulmasına ve
suçun sembolik olarak kaldırılmasına izin verir (Sells ve Hargrave, 1998). Te-
rapi sırasında danışan destekleyici iyileşme ortamında acıyı hatırlar. Terapist
suçun içeriğini keşfetmeye ve katılımcıların düşünce ve duygularını ifade etme-
lerine yardım eder (Wade ve Worthington, 2005). Affetme konusunu seans içe-
risinde tartışmak incinmiş danışan için semptomların azalmasını sağlayarak
faydalı olmaktadır. Daha ağır suçlara maruz kalan danışanların hafif suçlardan
incinmiş olanlara oranla terapi sürecinde affetme konusunu ele almaya daha
istekli oldukları bulunmuştur (Wade vd., 2005). Terapi süreci içerisinde yaşan-
tısal anlamda acıyı, suçun çeşitli boyutlarını deneyimleme imkânı bulan danışan
yeni bir bakış açısı kazanarak affetmeyi gerçekleştirebilir.
Affetme aile terapileri için de iyileştirici etkiye sahiptir. Aile içinde yaşa-
nan ve kasıtlı olmayan kırıcı durumlar affetme terapisine ihtiyacı ortaya çıkar-
maktadır. Örneğin, ihmal edildiğini düşünen bir çocuk ve ihmalin farkında ol-
mayan ebeveyn arasındaki ilişkinin onarılması gibi süreçlerde kullanılabilmek-
tedir. Bireysel terapide acıyı araştırarak başlanır ancak aile terapisinde odak
biraz dağılmıştır. Psikoeğitim grupları ve bireysel terapide kişi genellikle nispe-
ten düzenli bir sıra ile önce empatik olma, ardından alçakgönüllü davranma ve
sonra da bağlılığa teşvik edilebilir. Bir aile terapistinin üç genel görevi yerine
getirmesi gerekir (Worthington, 1998b);
(1) aile üyelerini birbirinin perspektifinden olayları empatik bir şekilde
anlamaya ikna etmek;
(2) her aile üyesinin affetmede diğerinin de eşit derecede destek bekleyen,
hataları için affedilmeyi isteyen bir kişi olduğunu görmesine yardım
etmek
(3) affetme ya da savunmasızlığın açık ifade edilmesini desteklemek
Affetme, affedilme ve kendini affetme odaklı terapilerde odak danışandan
ve yaşadığı karmaşadan alınıp ilişkiye, kendi ve başkalarının doğuştan gelen
değeri üzerine verilir. Böyle bir odak hem öz saygı hem de ahlaki sevginin bü-
yümesine neden olan iç görü sağlar. Çalışma sırasında danışan sürekli kaygı,
depresyon ve umutsuzluk gibi duygulara tampon görevi görecek ahlaki bir güç
kazanır (Enright ve The Human Development Group, 1996). Affetme öğrenilen

63
Pozitif Psikoloji

bir beceri olarak görüldüğünden, danışmanların uygulamalarda deneysel olarak


desteklenmiş, affetmeyle ilişkili kısa müdahaleler sağlaması yararlıdır (Harris,
vd., 2007).

2.7. Affetmenin Ölçülmesi


Affetmenin ölçülmesinde yaşanan gelişmeler sonucunda affetme çalışma-
ları büyük hız kazanmıştır. Affetme konusunda ölçümler örtük ve davranışsal
indeksleri içerecek şekilde genişlemiştir (McCullough vd., 2009). Özellikle
kişiler arası affetmeyi ölçen pek çok ölçek bulunmaktadır. Örneğin, Wade
(1989), 9 alt boyut ve 83 maddeden oluşan bir öz bildirim ölçeği geliştirmiştir.
Bu ölçekten esinlenerek oluşturulan, Subkoviak ve arkadaşları (1995) tarafından
“Enright Affetme Envanteri” geliştirilmiştir. Enright Affetme Envanteri 6 alt
boyut 60 maddeden oluşan ölçek İnak (2010) tarafından Türkçeye uyarlanmış
ve olumlu duygu, düşünce ve davranışların varlığı ve olumsuz duygu, düşünce
ve davranışların yokluğunu ölçen bir öz değerlendirme ölçeğidir. “Suça İlişkin
Kişiler Arası Motivasyon Ölçeği” kaçınma ve intikam arayışı olmak üzere iki
alt boyut ve 12 maddeden oluşan suça özgü affetme ölçme aracıdır (McCul-
lough vd. 1998). Taysi (2007) tarafından Türkçeye uyarlanmıştır. Bir diğer öl-
çek ise Hebl ve Enright (1993) tarafından geliştirilen, Çoklar ve Dönmez (2015)
tarafından Türkçeye uyarlanan Bağışlama İstekliliği Ölçeği’dir. Öyküsel tarzda
hazırlanan bu ölçek farklı durumlarda affetmenin ortaya çıkma düzeyini ortaya
koymayı amaçlayan tek faktör ve 12 maddeden oluşmaktadır.
Sadece kişiler arası boyuttaki affetmeyi değil farklı boyutları araştıran
ölçme araçları da geliştirilmiştir. Affetme konusunda yaygın kullanılan ölçme
araçlarından biri, affetme eğilimini yani sürekli affetmeyi ölçen Heartland Af-
fetme Ölçeğidir. Kendini, başkasını ve durumu affetme olmak üzere 3 alt boyut
ve 18 maddeden oluşmaktadır (Thompson vd., 2005). Ölçeğin Türkçe uyarla-
ması Bugay ve Demir (2010) tarafından yapılmıştır.
Durumsal Kendini Affetme Ölçeği 17 madde ve kendi duygu ve eylemle-
rini affetme ve kendi inançlarını affetme olmak üzere iki alt boyuttan oluşmak-
tadır. Ölçek Wohl, Deshea ve Wahkinney (2008) tarafından geliştirilmiş, Aydın
ve Yerin-Güneri (2017) tarafından Türkçeye uyarlanmıştır. Çolak (2014) tara-
fından 15 maddelik, affetmeyi tanıma, içselleştirme ve uygulama olmak üzere 3
alt boyuttan oluşan Affetme Esnekliği Ölçeği geliştirilmiştir. Çalışmada affet-
meyi tanıma, içselleştirme ve uygulamanın hiyerarşik süreçler olduğu ve sırayla
gerçekleşmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır. Araştırma ve ölçek sonuçlarından
elde edilen bulgulara göre affetmeyi tanımayan içselleştiremez, içselleştirileme-

64
Affetme

yen affetme ise uygulanamaz. Ölçeğin 14 maddeden oluşan lise formu da mev-
cuttur (Çolak, Koç, Eker ve Düşünceli, 2017). Bu bağlamda Affetme Esnekliği
Ölçeği bireylerin kendi affetme eğilimlerine ilişkin süreci değerlendiren bir
ölçme aracıdır.
Evlilikte affetmeye ilişkin Paleari ve arkadaşları (2009) tarafından gelişti-
rilen, Türkçe uyarlaması Akın, Çolak ve Eroğlu (2012) tarafından yapılan “Evli-
likte Suçu Affetme Ölçeği” 2 alt boyuttan oluşmaktadır. Durmuş ve Manap
(2018), Fincham, Beach ve Davila (2004) tarafından geliştirilen uzaklaşma,
yardımseverlik ve misilleme olmak üzere 3 alt boyut, 9 maddeden oluşan Evli-
likte Bağışlama Ölçeği-Olay’ı Türkçeye uyarlamıştır.
Yukarıdaki ölçek bilgilerinin yanı sıra her geçen gün yeni ve geçerli ölçme
araçları alan yazına katılmaktadır. Ölçeklerin büyük çoğunluğunun öz bildirim
türünde olması, bireylerin öz farkındalıkları doğrultusunda cevap vermelerini
gerekli kılmaktadır. Bu durum bir sınırlılık oluştursa da affetme gibi soyut özel-
liklere sahip bir kavramın tespit edilebilmesi için çok değerli ve yararlı ölçme
araçlarının olması affetmenin araştırılabilir bir kavram olması konusunun önce-
likli şartıdır.
Sonuç olarak literatüre bakıldığında affetme insanın güçlü bir özelliği ola-
rak ortaya çıkar ve ruhsal anlamda daha da güçlenmesini sağlar. Ancak bilim
dünyası ve sokaktaki halk arasında affetmeyi tanımlamaya ilişkin farklılık, af-
fetmenin topluma sağlayacağı yararı kısıtlamaktadır. Bu bağlamda yapılan pek
çok araştırma aracılığıyla affetmenin yararlarının yaygınlaştırılmasına çalışıl-
maktadır. Geliştirilen affetme modelleri sayesinde affetmenin uygulanmasının
daha kolay hâle gelmesi için çalışmalar devam etmektedir.

2.8. Uygulamada Affetme


Önceki bölümde affetmenin toplumsal ve bireysel yaşam konularındaki
önemine ve yararına değinilmiştir. Hem fiziksel hem de ruhsal sağlığı destekle-
yen önemli bir davranış olarak affetme öğrenilebilme ve geliştirilebilme özelli-
ğine sahiptir. Bu anlamda ruh sağlığı uzmanlarının affetmeyi bir araç, zaman
zaman da bir amaç olarak nasıl kullanabileceklerini bilmeleri gerekmektedir.
En yaygın ve ulaşılabilir ruh sağlığı hizmeti okullarda psikolojik danış-
manlar tarafından sunulmaktadır. Çok erken yaşlardan itibaren öğrencilere te-
mas edebilme şansı ve hitap edilen kitlenin büyüklüğü gibi faktörler affetme
olgusunun rehberlik servislerinde ele alındığı taktirde toplumda daha yaygın bir
şekilde kazanılmasını sağlayacaktır. Dostoyevski’nin dediği gibi “Sağlam ço-

65
Pozitif Psikoloji

cuklar yetiştirmek, bozulmuş yetişkinleri düzeltmekten daha kolaydır”. Affetme


rehberlik servislerindeki öğrencilerin yaşlarına uygun etkinliklerle örgün eği-
timde kazandırılabilecek bir beceridir.
Affetmenin gelişimsel modeline bakıldığında bilişsel gelişimle doğru oran-
tılı ilerleyen bir affetme gelişim süreci olduğu görülmektedir. Bu bağlamda
erken yaşlarda gelişim özelliklerine uygun olarak sunulacak affetme çalışmaları
öğrencilerin bu güçlü özellikle tanışmalarına olanak sağlayacaktır. Sevgili-
Koçak (2017), 12-18 yaş arası öğrencilerde okul rehberlik servisinde uygulana-
bilecek etkinliklerden bir kısmını tanımlamıştır. Bu etkinliklerde kazandırılması
hedeflenen kazanımlar affetmenin tanınması, affetmenin neden olduğu sonuçla-
rın bilinmesi, affedici olan ve olmayan bireylerin farklarının anlaşılması, affet-
menin altında yatan güçlü yönler ve affetmeye yönelik tutum geliştirilmesi şek-
lindedir. Eğitim kurumları içerisinde pozitif psikolojinin kavramlarını öğrenci-
lere kazandırmak öğrencilerin güçlü yanlarının pekiştirilmesine ve yetenekleri-
nin yaşamda bir karşılık bulmalarına yardımcı olacaktır. Pozitif psikolojinin
karakteri güçlendirme ve önleyici anlamda işlev görmesi rehberlik hizmetleri
açısından önem arz etmektedir. Özellikle okullardaki rehberlik servisi pozitif
psikolojiden beslenebilir (Eryılmaz, 2013). Bu bağlamda affetme ele alınabile-
cek önemli bir kavramdır.
Çolak (2014) affetme esnekliği kavramını tanımlayarak affetmeyi doğru
zamanda, doğru yerde, doğru unsura karşı gösterme becerisinin geliştirilebile-
cek bir özellik olduğunu ortaya koymuştur. Süreç temelli modellerden esinlene-
rek hazırlanan affetme programları biraz zaman alacak bir şekilde daha köklü
değişiklikleri meydana getirirken karar temelli oluşturulacak modeller acil çö-
züm konusunda yardımcı olacaktır.
Affetme bireyin kendi potansiyelini üst düzeyde kullanması anlamına ge-
len kendini gerçekleştirmeyi yordamaktadır. Kendini, başkasını ve durumu af-
fetme kendini gerçekleştirme üzerinde önemli derecede etkilidir (Sarı, 2014).
Bireyin kendini gerçekleştirmesi hedefi ile yürütülen psikolojik danışma hiz-
metlerinde affetme etkili bir şekilde kullanıldığı taktirde bireyin potansiyeline
ulaşması daha kolay olacaktır.
Affetme temelli müdahaleler çocukluk çağında yaşanmış olan travmaların
mevcut ana olan olumsuz etkisini azaltarak daha etkin baş etme stratejileri kul-
lanmalarını sağlayabilir (Korkmaz, 2019). Bu bağlamda affetmenin kendini,
durumu ve başkasını affetme boyutlarında çalışılarak travmanın oluşturduğu
olumsuz etkiyi azaltmaya yönelik araştırmalar yapılmalıdır. İyi oluş üzerinde

66
Affetme

yapılan bir çalışma negatif affetme aracılığıyla olumsuz duygulardan kurtulma-


nın, pozitif affetmenin içerdiği olumlu duyguları geliştirmekten daha büyük
etkiye sahip olduğunu ortaya koymuştur (Gismero-Gonzalez vd., 2019). Bu
bilgiden hareketle başlangıç aşamasında olumsuz düşünme, öç alma gibi istekle-
rin azaltılmasına yönelik programın oluşturulması ikinci aşamada ise suçluya
olumlu duygularla yaklaşmaya ilişkin çalışmaların yapılması affetme sürecinin
olumlu etkilerini yaşama uyarlamayı sağlayacaktır. Doğruer (2019) çalışmasın-
da çocukluk çağı travmalarına maruz kalmış bireylerle psikolojik dayanıklılığı
artırmaya yönelik olarak yapılacak çalışmalarda kendini affetmeye yönelik tera-
pötik müdahalelerin önemli bir yöntem olduğunu belirtmiştir.
Genel olarak affetme yaşama uyarlanabilir, psikolojik iyi oluşa katkı sağ-
layacak bir kavram olarak alan yazında yerini almıştır. Ruh sağlığı uzmanlarını
affetmenin iyileştirici etkisinden yararlanarak ruh sağlığı hizmetlerine bu kav-
ramın getirilerini entegre etmelidir. Bu bağlamda yapılacak daha kapsamlı araş-
tırmalara da ihtiyaç duyulmaktadır.

KAYNAKLAR
Akın, A., Çolak, T. S. ve Eroğlu, N. (2012, June). Turkish version of the Marital Offen-
ce Specific Forgiveness Scale (MOFS). International Interdisciplinary Social
Inquiry Conference-IISIC’da sunulan sözlü bildiri. Bursa.
Alpay, A. (2009). Yakın ilişkilerde bağışlama: Bağışlamanın bağlanma, benlik saygısı,
empati ve kıskançlık değişkenleri yönünden incelenmesi. (Yüksek Lisans Tezi).
Ankara Üniversitesi. Ankara.
Aronson, E., Wilson, T.D. ve Akert, R.M. (2012). Sosyal Psikoloji. İstanbul: Kaknüs
Psikoloji
Aydın, F.T. (2017). Pozitif bir karakter gücü olarak affedicilik. The Journal of Happi-
ness & Well-Being, 5 (1), 1-22.
Aydın, G. ve Yerin-Güneri, O. (2017, Mayıs). Testing factor structure and reliability of
Turkish version of State Self-Forgiveness Scale (SSFS). EJER 4th International
Eurasian Educational Research Congress’de sunulan sözlü bildiri. Denizli.
Ayten, A. ve Tura, H. (20179. Affetme ve dindarlık, hayat memnuniyetini nasıl destek-
ler? İslâmi İlimler Dergisi, 12(3), 27-54.
Baharudin, D. F., Che Amat, M. A., Jailani, M. R. M., Sumari, M. (2011). The Concept
of Forgiveness as a Tool in Counseling Intervention for Well-being Enhancement.
/ PERKAMA International Convention 2011. 20.05.2019 tarihinde
http://ddms.usim.edu.my/bitstream/123456789/5265/1/4%20The%20Concept%20
of%20Forgiveness%20as%20a%20Tool%20in%20Counseling%20Intervention%
20for%20Well-being%20Enhancement.pdf adresinden alınmıştır.
Baskin, T.W. ve Enright, R.D. (2004). Intervention studies on forgiveness: A meta-
analysis. Journal of Counseling & Development, 82, 79-90.

67
Pozitif Psikoloji

Blackman, J.S. (2014). Zihnin kendini koruma yolları: 101 savunma. İstanbul: Psikote-
rapi Enstitüsü Eğitim Yayınları
Bugay, A. ve Demir, A. (2010). A Turkish Version of Heartland Forgiveness Scale.
Procedia Social and Behavioral Sciences, 5, 1927-1931.
Çetinkaya, F.F. ve Şener, E. (2016). Çalışma yaşamında affetme eğilimi ve duygusal
emek ilişkisi. Kastamonu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,
14, 108-117.
Çoklar, I. ve Dönmez, A. (2015). Bağışlama İstekliliği Ölçeği’nin uyarlama, geçerlik ve
güvenirlik çalışması. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6(1).
DOI:10.1501/sbeder_0000000102
Çolak, T.S. (2014). Affetme Esnekliği Kazandırmada Logoterapi Yönelimli Grupla
Psikolojik Danışmanın Etkililiği. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Sakarya Üniver-
sitesi, Sakarya.
Çolak, T.S., Koç, M., Eker, H. ve Düşünceli, B. (2017). Ortaöğretim Öğrencilerinde
Affetme Esnekliği Ölçeği: Geçerlik ve güvenirlik çalışması. Journal of Human
Sciences, 14 (1), 63-73. doi:10.14687/jhs.v14i1.3578
Denton, R.T. ve Martin, M.W. (2007). Defining forgiveness: An empirical exploration
of process and role. The American Journal of Family Therapy, 26 (4), 281-292.
DiBlasio, F. A. ve Proctor, J. H. (1993). Therapists and the clinical use of forgiveness.
The American Journal of Family Therapy, 21, 175-184.
Doğruer, N. (2019). Çocukluk çağı travma yaşantılarına sahip yetişkinlerde psikolojik
dayanıklılık ve affetme. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Yakın Doğu Üni-
versitesi. Lefkoşa.
Durmuş, E. ve Manap, A. (2018). Evlilikte Bağışlama Ölçeği-Olay: Türkçe uyarlama,
geçerlik ve güvenirlik çalışması. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Dergisi, 18(4), 2033-2049.
Enright, R.D. ve Coyle, C.T. (1998). Researching the Process Model of Forgiveness
within Psychological Interventions. İçinde E.L. Worthington (Ed.) Dimensions of
Forgiveness: Psychological Research & Theological Perspectives (ss. 139-161).
Pennsylvania: Templeton Foundation Press.
Enright, R.D. ve Kittle, B.A. (1999).Forgiveness in Psychology and Law: The Meeting
of Moral Development and Restorative Justice. Fordham Urban Law Journal,
27(5), 1620-1631.
Enright, R.D. ve The Human Development Study Group (1996).Counseling within the
Forgiveness Triad: On Forgiving, Receiving Forgiveness, and Self-forgiveness.
Counseling and Values, 40, 107-126.
Enright, R.D. ve The Human Development Study Group. (1991). The moral develop-
ment of forgiveness. İçinde W. Kurtines ve J. Gewirtz (Eds.) Handbook of moral
behavior and development (ss.123-151). NJ: Lawrence Erlbaum.
Enright, R.D., Freedman, S. ve Rique, J. (1998). The Psychology of Interpersonal For-
giveness. İçinde R.D. Enright, J. North (Eds). Exploring Forgiveness (ss.46-62).
Madison: University of Wisconsin Press.

68
Affetme

Enright, R.D., Gassin, E.A. ve Wu, C.R. (1992). Forgiveness: A developmental Review.
Journal of Moral Education, 21 (2), 99-114.
Eraslan-Çapan, B. Ve Arıcıoğlu, A. (2014). Psikolojik sağlamlığın yordayıcısı olarak
affedicilik. E-Uluslararası Eğitim Araştırmaları Dergisi, 5 (4), 70-82.
Eryılmaz, A. (2013). Pozitif psikolojinin psikolojik danışmanlık ve rehberlik alanında
gelişimsel ve önleyici hizmetler bağlamında kullanılması. The Journal of Happi-
ness& Well-Being, 1 (1), 1-22.
Everett L. Worthington Jr. ve Michael Scherer (2004): Forgiveness is an emotion focu-
sed coping strategy that can reduce health risks and promote health resilience: the-
ory, review, and hypotheses. Psychology & Health, 19(3), 385-405
Fehr, R., Gelfand, M. J. ve Nag, M. (2010). The road to forgiveness: A meta-analytic
synthesis of its situational and dispositional correlates. Psychological Bulletin,
136(5), 894–914. doi:10.1037/a0019993
Fincham, F. D., Beach, S. R., & Davila, J. (2004). Forgiveness and conflict resolution in
marriage. Journal of Family Psychology, 18, 1, 72.
Fitzgibbons, R.P. (1986). The cognitive and emotive uses of forgiveness in the treat-
ment of anger. Psyhotherapy, 23 (4), 629-633.
Fitzgibbons, R.P., Enright, R. ve O'Brien, T.F. (2004). Learning to Forgive. American
School Board Journal, 24-26.
Gismero-Gonzalez, E., Jodar, E., Martinez, M.P., Carrasco, M.J., Cagigal, V. ve Prieto-
Ursua, M. (2019). Interpersonal offenses and psychological well-being: The medi-
ating role of forgiveness. Journal of Happiness Studies. https://
doi.org/10.1007/s10902-018-00070-x
Güloğlu, B., Karaırmak, Ö. ve Emiral, E. (2016). Çocukluk çağı travmalarının tinsellik
ve affetme üzerindeki rolü. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 17 (4), 309-316. doi:
10.5455/apd.217593
Hanna, W. (2012). Benefits of Self-Forgiveness on Well-Being and Self-Forgiveness
Facilitating Factors. Degree of Doctor of Philosophy. University of Windsor. On-
tario, Canada.
Hantman, S. ve Cohen, O. (2010). Forgiveness in Late Life. Journal of Gerontological
Social Work, 53(7), 613-630. DOI: 10.1080/01634372.2010.509751
Harris, A.H.S., Thoresen, C.E. ve Kopez S.J. (2007). Integrating positive psychology
into counseling: Why and (When appropriate) how. Journal of Counseling & De-
velopment, 85, 3-13.
Hebl, J., ve Enright, R. D. (1993). Forgiveness as a psychotherapeutic goal with elderly
females. Psychotherapy: Theory, Research, Practice, Training, 30(4), 658–667.
doi:10.1037/0033-3204.30.4.658 4)
İnak, S. (2010). The Turkish translation, reliability and validity study of Enright Forgi-
veness Inventory. Master thesis. Near East University. Nicosia.
Joo, M., Terzino, K. A., Cross, S. E., Yamaguchi, N. ve Ohbuchi, K. (2019). How Does
Culture Shape Conceptions of Forgiveness? Evidence from Japan and the United
States. Journal of Cross-Cultural Psychology. doi:10.1177/0022022119845502

69
Pozitif Psikoloji

Kağıtçıbaşı, Ç. (2008). Günümüzde İnsan ve İnsanlar: Sosyal Psikolojiye Giriş(11.


baskı). İstanbul: Evrim Yayınevi.
Kartaltepe, S. (2019). Psikosomatik sindirim sistemi rahatsızlığı olan bireylerin nöro-
tizm ve affedicilik düzeyleri arasındaki ilişki. Yüksek Lisans Tezi. Yakın Doğu
Üniversitesi. Lefkoşa.
Korkmaz, E. (2019). Çocukluk çağı ruhsal travma ve affetmenin kişilerin savunma
mekanizmalarıyla ilişkisi. Yüksek Lisans Tezi. Maltepe Üniversitesi. İstanbul.
Krause L. E. (2009). Factors predicting interpersonal forgiveness: The relationship
between forgiveness and health. Master’s thesis. Pacific University. 17.05.2019 ta-
rihinde http://commons.pacificu.edu/spp/94. adresinden ulaşılmıştır.
Langer, E. (2009). Mindfulness versus positive evaluation. İçinde S. J. Lopez ve C.R.
Snyder (Ed.), The Oxford Handbook of Positive Psychology (2. ed.). (ss. 279-
293). New York: Oxford University Press
Lawler-Row, K.A., Karremans, J.C., Scott, C., Edlis-Matityahou, M. ve Edwards, L.
(2008). Forgiveness, physiological reactivity and health: The role of anger. Inter-
national Journal of Psychophysiology, 68, 51-58. doi:10.1016
/j.ijpsycho.2008.01.001
Maltby, J. ve Day, L. (2004). Forgiveness and Defense Style, The Journal of Genetic
Psychology: Research and Theory on Human Development, 165(1), 99-109.
McCullough, M. E., Rachal, K. C., Sandage, S. J., Worthington, E. L., Brown, S. W. ve
Hight, T. L. (1998). Interpersonal forgiving in close relationships: II. Theoretical
elaboration and measurement. Journal of Personality and Social Psychology, 75,
1586-1603.
McCullough, M. E., Root, L. M., Tabak, B. ve Witvliet, C.V.O. (2009). Forgiveness.
İçinde S. J. Lopez ve C.R. Snyder (Ed.), The Oxford Handbook of Positive Psyc-
hology (2. ed.). (ss. 427-435). New York: Oxford University Press
Musekura, C. (2010). An assessment of Contemporary Models of Forgiveness. New
York: Peter Lang Publishing
Orathinkal, J., Vansteenwegen, A. ve Burggraeve, R. (2008). Are Demographics Impor-
tant for Forgiveness? The Family Journal, 16, 20-27.
Özteke- Kozan, H.İ., Kesici, Ş. ve Baloğlu, M. (2017). Affedicilik ve duyguları yönet-
me becerisi arasındaki çoklu ilişkinin incelenmesi. Değerler Eğitimi Dergisi, 15
(34), 193-215.
Öztürk-Serter, G. (2018). Üniversite Öğrenimi gören öğrencilerin algıladıkları duygusal
istismar ile affetme ve öznel iyi oluş düzeyleri arasındaki ilişkilerin incelenmesi.
Turkish Studies, 13 (19), 1465-1484. http://dx.doi.org/10.7827/ TurkishStu-
dies.14171
Paleari, F. G., Regalia, C., & Fincham, F. D. (2009). Measuring offence-specific forgi-
veness in marriage: the Marital Offence-Specific Forgiveness Scale (MOFS).
Psychological Assessment, 21(2), 194.
Paleari, F.G., Regalia, C.ve Fincham, F.D. (2011). Inequity in Forgiveness: Implications
for Personal and Relational Well-Being. Journal of Social and Clinical Psycho-
logy, 30 (3), 297-324

70
Affetme

Ross, S. R., Kendall, A C., Matters, K. G., Rye, M. S. ve Wrobel, T. A. (2004). A Per-
sonological Examination of Self- and Other-Forgiveness in the Five Factor Model,
Journal of Personality Assessment, 82(2), 207-214 http://dx.doi.org/
10.1207/s15327752jpa8202_8
Sarı, E. (2014). Affetmenin kendini gerçekleştirme üzerindeki etkileri. İlköğretim Onli-
ne, 13(4), 1493-1501. DOI: 10.17051/io.2014.06489
Seligman, M. E. P. ve Csikszentmihalyi, M. (2014). Positive Psychology: An Introduc-
tion. İçinde M. Csikszentmihalyi (Ed.), Flow and the Foundations of Positive
Psychology, (279–298). Germany: Springer. doi:10.1007/978-94-017-9088-8_18
Sells, J.N., ve Hargrave, T.D. (1998). Forgiveness: A review of the theoretical and em-
pirical literature. Journal of Family Therapy, 20, 21-36.
Sevgili-Koçak, S. (2017). Affetme. İçinde Ş.Işık-Terzi (Ed.), Okulda Pozitif Psikoloji
Uygulamaları (ss.48-73). Ankara: Pegem yay.
Singh, H. ve Sharma, U. (2018). Effect of forgiveness on psychological well-being.
Indian Journal of Positive Psychology, 9(2). 258-262.
Subkoviak, M. J., Enright, R. D., Wu, C., Gassin, E. A., Freedman, S., Olson, L. M. ve
Sarinopoulos, I. C. (1995).Measuring Interpersonal Forgiveness in Late Adoles-
cence and Middle Adulthood. Journal of Adolescence, 18, 641-655.
Szablowinski, Z. (2012). Apology with and without a request for forgiveness. The
Heythrop Journal, 53, 731-741.
Taysi, E. (2007). Suça ilişkin Kişilerarası Motivasyonlar Ölçeğini Türk Kültürüne Uyar-
lama Çalışması. Türk Psikoloji Yazıları, 10 (20), 63-74.
Thompson, L. Y., Snyder, C. R., Hoffman, L., Michael, S. T., Rasmussen, H. N., Bil-
lings, L. S., …., Roberts, D. E. (2005). Dispositional Forgiveness of Self, Others,
and Situations. Journal of Personality, 73, 313-359.
Thompson, L.Y. ve Snyder, C.R. (2009). Measuring Forgiveness. İçinde S.J. Lopez ve
C.R. Snyder (Ed), Positive Psychological Assessment: A Handbook of Models and
Measures (ss. 301-312). Washington: American Psychological Association.
Topbaşoğlu-Altan, T. ve Çivitçi, A. (2017). Öfke ve yaşam doyumu arasındaki ilişkide
affetmenin düzenleyici rolü. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Ens-
titüsü Dergisi, 9(18), 308-327. DOI: 10.20875/makusobed.302756
Tunca, A. ve Durmuş, E. (2018). Üniversite öğrencilerinin algıladıkları anne baba tutu-
mu ile bağışlama düzeylerinin ilişkisi. Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergi-
si, 9(16), 524-550. DOI: 10.26466/opus.470406
Türk Dil Kurumu (TDK) (2019, Mayıs 25). Güncel Türkçe Sözlük. http://sozluk.gov.tr/
adresinden alınmıştır.
Uysal, V. (2015). Genç yetişkinlerde affetme eğilimleri ve dini yönelim/dindarlık.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 48, 33-56.
Wade, N.G. ve Worthington, E.L. (2003). Overcoming interpersonal offenses: Is forgi-
veness only way to deal with unforgiveness? Journal of Counseling and Develop-
ment, 81, 343-353

71
Pozitif Psikoloji

Wade, N.G. ve Worthington, E.L. (2005). In search of a common core: a content analy-
sıs of ınterventıons to promote forgıveness. Psychotherapy: Theory, Research,
Practice, Training , 42(2), 160–177.
Wade, N.G., Bailey, D.C., Shaffer, P. (2005). Helping clients heal: Does forgiveness
make a difference? Professional Psychology: Research and Practice, 36(6), 634-
641 DOI: 10.1037/0735-7028.36.6.634
Wade, S. H. (1989). The Development of a Scale to Measure Forgiveness. Unpublished
doctoral dissertation. Fuller Graduate School of Psychology, Pasadena: CA.
Witvliet, C.V.O, Ludwing, T.E. ve Vander Laan, K.L. (2001).Granting forgiveness or
harboring grudges: Implications for emotion, physiology, and health. Psychologi-
cal Science, 12(2), 117-123
Wohl, M. J. A., Deshea, L. ve Wahkinney, R. L. (2008). Looking Within : Measuring
State Self-Forgiveness and Its Relationship to Psychological Well-Being. Cana-
dian Journal of Behavioural Science, 40(1), 1–10. DOI: 10.1037/0008-
400x.40.1.1.1
Worthington, E. L. ve Scherer, M.(2004). Forgiveness is an emotion focused coping
strategy that can reduce health risks and promote health resilience: theory, review,
and hypotheses. Psychology & Health, 19, 3, 385-405. https://doi.
org/10.1080/0887044042000196674
Worthington, E.L. (1998a). The pyramid model of forgiveness: Some interdisciplinary
speculations about unforgiveness and the promotion of forgiveness. İçinde E.L.
Worthington, Jr. (Ed.), Dimension of forgiveness: Psychological Research and
theological perspectives (ss. 107-137). Philadelphia: The Templeton Foundation
Press.
Worthington, E.L. (1998b). An empathy-humility- commitment model of forgiveness
applied within family dyads. Journal of Family Therapy, 20, 59-76.
Worthington, E.L., Brown, E.M. ve McConnell, J.M. (2019). Forgiveness in Committed
Couples: Its Synergy with Humility, Justice, and Reconciliation. Religions, 10(1),
13. https://doi.org/10.3390/rel10010013
Younger, J. W., Piferi, R. L., Jobe, R. L. ve Lawler, K. A.(2004). Dimensions of forgi-
veness: The views of laypersons. Journal of Social and Personal Relationships.
21, 837-855. DOI: 10.1177/0265407504047843

OKUMA LİSTESİ
Frankl, V.E. (2009). İnsanın Anlam Arayışı.İstanbul: Okyanus Yayınları.
Işık-Terzi, Ş. (2017). Okulda Pozitif Psikoloji Uygulamaları. Ankara: Pegem yay.
Csikszentmihalyi, M. (2014). Flow and the Foundations of Positive Psychology. Ger-
many: Springer.
Kurtines, W. ve Gewirtz, J. (1991). Handbook of moral behavior and development. NJ:
Lawrence Erlbaum.
Lopez, S. J.ve. Snyder, C.R (2009). The Oxford Handbook of Positive Psychology (2.
ed.). New York: Oxford University Press

72
Affetme

R.D. Enright, J. North (1998). Exploring Forgiveness. Madison: University of Wiscon-


sin Press.
Worthington, E.L. (1998). Dimension of forgiveness: Psychological Research and theo-
logical perspectives. Philadelphia: The Templeton Foundation Press.
Worthington, E.L. (1998). Dimensions of Forgiveness: Psychological Research &
Theological Perspectives. Pennsylvania: Templeton Foundation Press.

73
4 AKIŞ

Bu bölümü okuduğunuzda
Elif Çimşir

1. Akış deneyiminin içerik ve tanımını,


2. Akışın pozitif psikolojideki yeri ve önemini,
3. Akışın günlük yaşamdaki yeri ve önemini,
4. Akışın boyutları ve boyutların ölçülmesini,
5. Akışa ilişkin güncel araştırmalar ve uygulamalara yansımalarını öğreneceksiniz.

AKIŞA İLİŞKİN KÜÇÜK BİR HİKÂYE

Akış kavramını ilk defa ortaya atan araştırmacı olarak bilinen Csikszentmihalyi
(1975/2000) bu kavramın eğitim ortamlarındaki önemine ilişkin oldukça ilginç ve
eğlenceli araştırmalar gerçekleştirmiştir. Söz konusu araştırmalarının birinde
Csikszentmihalyi (2014), öğretmenlere ders esnasında rastgele zamanlarda çalması
için önceden programlanmış olan elektronik çağrı cihazlarını dağıtarak kendilerin-
den söz konusu cihaz çaldığında ne yaptıklarını, öğrencilerden ise öğretmenlerine
verilen çağrı cihazının sesini duyduklarında ne düşündüklerini ve hissettiklerini
belirtmelerini istemiştir. Araştırmanın katılımcıları arasında yer alan oldukça ta-
nınmış ve saygın bir tarih öğretmeni dersinde Cengiz Han'ın 1215'te Moğolis-
tan'dan yola çıkarak Çin'i fethetmesi konusunu işlemektedir. Kendisine önceden
verilen çağrı cihazı çaldığında öğretmen dersinde tam olarak şunları anlatmakta
olduğunu ifade etmiştir: “Başlangıçta Çin seddini aşmakta zorlanan Cengiz Han,
Çin Seddi’nin etrafında önce kuzey yönünde daha sonra da güney yönünde tur ata-
rak Çin Seddi’nin uzunluğunu belirledi ve sonunda şu an Pekin olarak bilinen böl-
geyi ele geçirebildi.” Öte yandan çağrı cihazı çaldığı anda ne yaptıklarına ilişkin
olarak sınıftaki 27 öğrenciden 25'i dersin konusu kapsamında yer alan Çin’e ilişkin
hiçbir şeyden bahsetmemiştir. Öğrencilerin ders esnasında düşündükleri şeyler
yaklaşmakta olan futbol maçları, o an kadar ne aç oldukları ve/veya ne kadar uy-
kularının gelmiş olduğu gibi konuları içermektedir. Dersin odağında yer alan
Çin'den bahsedenler ise sadece geriye kalan 2 öğrenciden ibaret görünmektedir.

75
Pozitif Psikoloji

Söz konusu bu iki öğrenciden biri çağrı cihazı çaldığı esnada Çinli erkeklerin saç-
larını neden ikiye ayırarak bağladıklarını merak ediyor olduğunu, diğeri ise ailesiy-
le birlikte bir önceki gece gittikleri Çin restoranında yemiş oldukları yemeğin ne
kadar harika olduğunu düşünmekte olduğunu ifade etmiştir. Özetle öğrencilerden
hiç biri ne Cengiz Han, ne 1215 tarihi, ne de Çin Seddi’nden bahsetmiştir.
Csikszentmihalyi’ye göre (2014) bu hikâye, elimizdeki sınırsız bilgi birikimi ve
araca rağmen öğrenciler izin vermediği sürece onlara sahip olduğumuz bilgiyi ak-
tarabilmek konusunda ne kadar çaresiz olduğumuza bir örnek teşkil etmektedir. Bu
nedenle öğrencilerin sürecin sonunda ödüllendirilip ödüllendirilmeyeceklerini
umursamaksızın, öğrenme sürecine odaklanmalarını sağlayacak koşulları oluştur-
mak son derece önemlidir. Peki, söz konusu bu koşullar nasıl oluşturabilir? İşte bu
sorunun cevabı bu bölümün konusunu oluşturan akış kavramıyla ilişkili görünmek-
tedir.

76
Akış

1. AKIŞ VE ÖNEMİ
İlk defa 1975 yılında Csikszentmihalyi tarafından ortaya atılan akış, temel ola-
rak bir etkinliği kendiliğinden ödüllendirici olarak bulma, ona tamamen odaklanma
ve o etkinliği yapıyor olmaktan keyif alma şeklinde sıralanabilecek birtakım özel-
likler barındıran bir duygu durumunu ifade etmek için kullanılmaktadır (Csiks-
zentmihalyi, 2014). Atletler, müzisyenler ve sanatçılardan oluşan bir grup bireyin
sonucunda ödüllendirilmeye ilişkin herhangi bir beklentileri bulunmaksızın yap-
makta oldukları aktiviteleri tekrar tekrar yapıyor olmalarının nedenlerini merak
eden Csikszentmihalyi (1975/2000), bu bireylerle yüz yüze görüşmeler gerçekleş-
tirmiştir. Araştırmacı bu görüşmeler sonucunda söz konusu bireylerin yaptıkları
etkinlikler sırasında kendilerini başarılı ve mutlu hissetme, kendilerini ve yaşamla-
rındaki tüm sıkıntıları unutuyor olma ve söz konusu etkinliklere zamanın nasıl aktı-
ğını anlayamayacak derecede odaklanmış hissetme gibi birtakım ortak deneyim ve
duygular yaşadıklarını belirlemiştir (Csikszentmihalyi, 2014). Üstelik bu duygu ve
deneyimlerin dil, din, etnik ve sosyo-kültürel yapı fark etmeksizin tüm bireyler
tarafından zaman zaman deneyimlendiği ortaya çıkarılmıştır. Evrensel olarak insan
psikolojisine ve yaşamına olumlu etkileri bulunduğu fark edilen akış böylelikle
pozitif psikolojinin önemli kavramları arasında kendine yer bulmuştur.

2. AKIŞIN POZİTİF PSİKOLOJİDEKİ YERİ VE


ÖNEMİ
Akış, bireyin bir hedefi başarmak için dikkatini en üst seviyede odakladığı
ve yaptığı etkinlik üzerinde kendisini bütünüyle kontrol sahibi hissettiği zaman-
larda meydana gelen ve bireyde olumlu duygular yaratan bir durumdur (Csiks-
zentmihalyi, 1990). Söz konusu özellikleri itibarıyla akış, insanoğlunun yaşam
kalitesini artıran ve yaşamın kendisine umutsuz ve anlamsız görünebildiği hâller-
de bile onun yaşama tutunabilmesine olanak sağlayan yaşam durumlarından birisi
olarak nitelendirilebilir (Seligman ve Csikszentmihalyi, 2000). Nitekim akış ya-
şanan zamanlarda hissedilen üretkenlik, yaratıcılık, yeterlilik ve bir durum üze-
rinde kontrol sahibi olma hissi bireyin yaşam kalitesini ve doyumunu faktörlerin
başında gelmektedir (Csikszentmihalyi, 1990). Tüm bu özellikleri itibarıyla akış
pozitif psikolojinin önemli kavramlarından biri olarak ele alınmaktadır.
Akış deneyiminin pozitif psikoloji açısından önemli olmasının nedenlerin-
den bir diğeri, bu deneyimin bireye günlük yaşam kaygılarını unutturarak bir

77
Pozitif Psikoloji

nevi huzur ve sükûnet hissi yaşatıyor olmasıdır (Csikszentmihalyi, 2014). Akış


deneyiminin bu etkisinin altında yatan faktörlerden en önemlisi bireyin bir yan-
dan yapmakta olduğu bir aktiviteye kendini kaptırmışken diğer yandan da başka
konulara ilişkin endişe duyabilecek kadar geniş bir bilgi işlem kapasitesine sa-
hip olmamasıdır. Örneğin, yüzme yarışmasına katılmış olan bir yüzücü bir yan-
dan yüzerken diğer yandan da almak istediği ev için kredi çıkıp çıkmayacağı
konusunda endişelenemez, zira böyle bir durum söz konusu olursa yüzme hızı
aniden düşmeye başlar. İşte akış deneyiminde söz konusu olan bu üst düzey
konsantrasyon hissi, bireyin günlük yaşam sorunlarını unutmasına yol açar.
Daha da önemlisi birey akış sırasında öncelikle kendisini unutur. Böylelikle
birey kendisinin farkındayken dış dünyaya ilişkin sahip olduğu tüm kaygıları ve
maskeleri bir kenara bırakmak zorunda kalır.
Peki, akış deneyimindeyken bireyin kendisini unutması neden bu kadar
önemlidir? Çünkü Csikszentmihalyi’ye (2014) göre çoğumuzun yaşamındaki en
kötü anları genellikle tüm dikkatimizi kendi üzerimize yönelttiğimiz zamanlar-
dır. Örneğin, aynaya baktığımız veya bir mağaza penceresinin önünde kendi
yansımamızı fark ettiğimiz zamanlarda genel olarak çoğumuz yüzümüzde
oluşmakta olan çizgiler, kilomuz, dökülen saçlarımız ya da yüzümüzdeki sivil-
celer gibi birçok konuda endişe duyarız. Bir ayna veya pencere önünde olmadı-
ğımız zamanlarda bile birçoğumuz diğer insanların bizleri zekâ seviyemiz, gö-
rünümümüz ve kıyafetlerimiz gibi konular üzerinden yargılıyor olduklarının
farkındayızdır. İşte Csikszentmihalyi’ye göre farkındalığımızın kendimize yö-
neldiği bu tür anlar bizlerde yetersizlik ya da savunma duyguları oluşturabil-
mektedir. Öte yandan dikkatimizi kendimizden uzaklaştırdığımız zamanlarda bu
tür konularla ilgili endişe duymamıza gerek kalmamaktadır. İşte bu yüzden
yaptığımız bir aktiviteye kendimizi unutacak derecede kapıldığımız anları ba-
rındıran akış deneyimi, insanın duygu durumu ve ruh sağlığı üzerinde katkısı
bulunduğu düşünülen deneyimler arasındadır.
Akış deneyimi yaşayan bireyler, kendilerine bu deneyimi yaşatan eylemle-
ri tamamladıktan sonra oldukça yüksek düzeyde bir olumlu duygu hâli içerisine
girmiş olduklarını belirtmektedirler (Örn., Ayazlar, 2015; Jackson & Csiks-
zentmihalyi, 1999). Akışın pozitif psikoloji ile bağlantısını inceleyen birçok
araştırma kapsamında da bu bilgiyi doğrulayan bulgular elde edilmektedir. Ör-
neğin, Asakawa (2010) 315 Japon üniversite öğrencisi ile yaptığı bir çalışmada
günlük yaşamlarında daha sık akış yaşayanların bu deneyimi daha seyrek yaşa-
yanlara kıyasla, daha yüksek öz saygı ve daha düşük kaygı düzeyine sahip ol-
duklarını bulmuştur. Ayrıca daha sık akış deneyimi yaşayan öğrencilerin aktif

78
Akış

başa çıkma stratejilerini daha sık, pasif başa çıkma stratejilerini ise daha az kul-
landıkları, üniversite eğitimlerine daha fazla adanmışlık gösterdikleri ve gele-
cekteki kariyer imkânlarına ilişkin fırsat ve aktiviteleri daha fazla araştırdıkları
da bulunmuştur. Yine söz konusu bu öğrencilerin, Japonlara özgü bir yaşam
tatmini olarak bilinen Jujitsu-kan seviyelerinin yanı sıra yaşam doyumlarının
daha yüksek olduğu ortaya çıkarılmıştır. Benzer şekilde, Kanada’da 172 öğrenci
ile gerçekleştirilen bir diğer araştırmada, yaşamlarındaki favori bir aktiviteyi
uyumlu olarak nitelendirilebilecek bir şekilde düşünen ve tekrarlayan bireylerin
daha sık akış deneyimledikleri ve bu durumun yüksek düzeyde yaşam doyumu
ve olumlu duygu durumuyla bağlantılı olduğu ortaya konmuştur (Carpentier,
Mageau, & Vallerand, 2012).

3. AKIŞIN GÜNLÜK YAŞAMDAKİ YERİ VE ÖNEMİ


Akış ile ilgili en şaşırtıcı bilgilerden biri, bu deneyimin boş zaman aktivite-
lerinden ziyade iş ya da emek gerektiren faaliyetlerde daha sık yaşanıyor olma-
sıdır (Engeser & Baumann, 2016). Akış bu bağlamda iş ve günlük yaşam aktivi-
teleri başta olmak üzere bireyin tüm yaşam alanlarının bir parçası hâline gele-
bilmektedir. Csikszentmihalyi’ye (1997) göre akış deneyimi sırasında bireyin
hissettiği olumlu duygular kendisine yapmakta olduğu işe ilişkin geri bildirim
sağlamaktadır. Böylelikle akış yaşadığı etkinlik sırasında birey, herhangi bir dış
partinin onayına ihtiyaç duymaksızın üzerinde çalıştığı etkinliği ne kadar iyi
yaptığına ilişkin fikir sahibi olabilmektedir. Eylemlerinin ilerlemeyle sonuçlan-
dığına dair bir tür onay alan birey, bu sayede o göreve ilişkin olarak bir nevi
yeterlilik duygusu hissetmektedir. Bu bakımdan akış, insanoğlunun doğuştan
getirmiş olduğu temel bir psikolojik ihtiyaç olan yeterlilik duygusu ihtiyacına
da hitap etmektedir.
Akış deneyiminin bireyin yeterlilik duygusuna hitap etmesinin ve bireyde
içsel bir tatmin sağlıyor olmasının çalışan açısından olumlu sonuçları bulun-
maktadır (Csikszentmihalyi ve LeFevre, 1989). Nitekim araştırmalar akışın iş
doyumunun güçlü bir yordayıcısı olduğuna işaret etmektedir (Örn., Maeran &
Cangiano, 2013; Ceja ve Navarro 2011). Örneğin, Fullagar ve Kelloway (2009)
iş yaşamında akış deneyimleyen bireylerin daha atik, mutlu, ilgili ve heyecanlı
olduğunu rapor etmişlerdir. Ilies ve arkadaşları (2017) da akış ile iş doyumu
arasında pozitif bir ilişki bulmuşlar ve bunun akış deneyiminin çalışanın beceri-
lerinin geliştirilmesine olanak sağlayarak söz konusu faaliyetin çalışan açısın-
dan daha ilginç ve eğlenceli hâle gelmesiyle ilişkili olabileceğini ileri sürmüş-
lerdir. Akışın iş doyumuyla pozitif ilişkisinin bir diğer nedeni de bu deneyimin

79
Pozitif Psikoloji

çalışanın kendi isteklerine uygun faaliyetler üzerinde çalışma kararı verebilme-


sine imkân tanıyarak onun özerklik gereksiniminin karşılanmasına yardımcı
olmasıdır (Petrou ve arkadaşları, 2012).
Bireyin günün erken saatlerindeki ruh hâlinin günün ilerleyen saatlerine
yansıdığına ilişkin tartışma ve araştırmalar, iş yerinde deneyimlenen akışın gün
sonundaki ruh hâlini etkiliyor olabileceğine işaret etmektedir (Örn., Judge &
Ilies, 2004). Örneğin, Demerouti, Bakker, Sonnentag ve Fullagar (2012), işte
yaşanan akışın çalışanların akış deneyiminden hemen sonraki ruh hâlini pozitif
olarak etkilemekle kalmayıp, aynı zamanda onların iş dışı zamanlarındaki ruh
hâllerini de olumlu olarak etkilemek suretiyle çalışma dışı alana yayıldığını
tespit etmişlerdir. Bu nedenle çalışanların akış deneyimini yaşadıkları faaliyetle-
ri daha yoğun olarak yaptıkları günlerin sonunda diğer günlere kıyasla daha
yüksek düzeyde olumlu duygu durumu bildirmeleri olası olmaktadır (Ilies ve
ark., 2017). Özetle akış hem direk olarak bireyde pozitif duygular oluşturmak
suretiyle, hem de iş yerindeki yetkinlik, üretkenlik, özerklik ve doyumu artır-
mak suretiyle bireyin günlük yaşamına olumlu olarak etki etmektedir.
Son yıllarda yapılan araştırmalar, bireyin bir aktiviteye ileri derecede
odaklanmasını sağlayan akış deneyiminin, eğitim ve öğretim faaliyetleri ve
çıktıları açısından da oldukça önemli bir kavram olduğuna dikkat çekmektedir.
Bu bağlamda akışın özellikle öğrenmeyi kolaylaştırdığı için öğrenciler açısın-
dan arzu edilir bir kavram olduğuna dikkat çekilmektedir (Buil, Catalán ve
Martínez, 2019). Nitekim Csikszentmihalyi (2014), çocukların öğrenme ortam-
larında yaşadıkları sorunların, okulla ya da öğrenmeyle bilişsel anlamda başa
çıkamıyor olmaktan ziyade, öğrenme konusunda yeterince istek duymuyor ol-
malarından kaynaklandığını belirtmektedir. Bu bakımdan akış, öğrencinin moti-
vasyonel ve duygusal durumunu pozitif yönde etkileyen bir durum olarak ol-
dukça önemlidir. Diğer bir ifadeyle akış, gerek bilginin aktarımına ve işlenme-
sine ilişkin süreçleri kolaylaştırmak, gerekse öğretim yöntem ve tekniklerini
geliştirmek konusunda eğiticilere yardım sağlayan bir kavram olarak dikkati
çekmektedir (Marshall, 2013).
Csikszentmihalyi’e (2014) göre akış deneyiminin eğitim açısından önem
arz etmesinin bir diğer nedeni de okul çağındaki çocukların akranlarının onlar
hakkında ne düşündüğü konusundaki endişeleriyle bağlantılıdır. Çocuklar söz
konusu endişelerinden dolayı okulda kendilerine öğretilmek istenenlere odak-
lanmak yerine sınıftaki arkadaşlarına yeterince akıllı ve/veya havalı görünmek
gibi konular üzerine odaklanmaktadırlar. Öğrencilerin akranlarına nasıl görün-
düklerine ilişkin olarak kendilerine yöneltmiş oldukları bu dikkat onları öğret-
menlerinin kendilerine sunmuş olduğu bilgiyi işlemekten alıkoyan bir durum-

80
Akış

dur. Dolayısıyla akış deneyimi öğrenme çıktıları açısından hedeflerin amacına


ulaşması noktasında oldukça kritik bir rol oynamaktadır.
Son yıllarda öğrencilerin yanı sıra eğiticilerin yaşadığı akış deneyiminin de
öğrenme çıktılarına olumlu yansımalarının bulunabileceği yönünde bulgu ve
tartışmalarla birlikte akış deneyiminin eğitimdeki önemi daha da artmış görün-
mektedir (Beard & Hoy, 2010). Nitekim, Csikszentmihalyi (2014) bir öğret-
menin işini yapmaktan duyduğu keyfi öğrencisine iletmesinin pedagojik etkisi-
nin rolüne vurgu yapmaktadır. Diğer bir ifadeyle Csikszentmihalyi’ye göre öğ-
retmen öğrenciye yaptığı işten duyduğu keyfi iletebileceği sürece bilgi de öğ-
renciye kendiliğinden geçmiş olacaktır. Dolayısıyla öğretmenin işini yaparken
deneyimlediği memnuniyet ve keyfin bir göstergesi olarak akış, eğitim öğretim
faaliyetleri ve uygulayıcıları açısından da oldukça önemli görünmektedir.

4. AKIŞIN BOYUTLARI VE ÖLÇÜLMESİ


Akış; sanatsal aktivite ve performanslar (Chemi, 2016; Chilton, 2013),
spor aktiviteleri (Jackman, Fitzpatrick, Lane & Swann, 2019; Koehn & Morris,
2012), bilgisayar oyunları (Procci, Singer, Levy & Bowers, 2012), çevrimiçi
davranışlar (Hoffman & Novak, 2009; Kim, Lee, & Bonn, 2017; Landers, Be-
atty, Wang, & Mothersbaugh, 2015; Shim, Forsythe, & Kwon, 2015; Wang,
Lee, Mantz, & Hung, 2015; Obadă, 2014; Ozkara, Ozmen, & Kim, 2017; Ret-
tie, 2001), iş ve çalışma yaşamı (Demerouti ve ark., 2012; Kuo, & Ho, 2010),
eğitim (Beard & Hoy, 2010; Csikszentmihalyi, 2014), turizm ve eğlence (Aykol
ve Aksatan, 2013; Chen, Htaik, McBush, & Chen, 2017; Kim & Thapa; 2018;
Procci, Singer, Levy & Bowers, 2012; Wu & Liang, 2011) ve e-pazarlama ve e-
reklamcılık (Ali, 2016; Huang, Li, Mou, & Liu, 2017; Martins ve ark., 2019)
gibi birbirinden çok farklı alana ve konuya uyarlanmıştır. Öte yandan bu kadar
çok farklı disiplin ve alanda incelenmiş olmasına rağmen akışın yapısı, boyutla-
rı ve ölçülmesi konusunda henüz tam bir fikir birliği sağlanamamıştır (Herran-
do, Jiménez-Martínez, & Martín-De Hoyos, 2018). Bu bağlamda bu kısımda
öncelikle akışın boyutları tanıtılacak, daha sonra ise akışın ölçülmesine ilişkin
tartışmalara yer verilecektir.

4.1. Akışın Boyutları


Csikszentmihalyi’ye (1990) göre akış; zorluk-beceri dengesi, geribildirim,
açıkça belirlenmiş hedefler, ototelik deneyim, konsantrasyon, kontrol duygusu,
kendine ilişkin farkındalığın kaybı, eylem-bilinç birleşmesi ve zaman algısında
bozulma olarak sıralanan dokuz boyuttan oluşmaktadır. Bu boyutlar bazı kay-

81
Pozitif Psikoloji

naklarca akış deneyiminin öncülleri (beceri dengesi, geribildirim ve açıkça be-


lirlenmiş hedefler), akış deneyiminin kendisine ilişkin faktörler (eylem bilinç
bütünleşmesi, kontrol duygusu ve konsantrasyon) ve akış deneyiminin sonuçları
(kendine ilişkin farkındalığın kaybı, zaman algısında bozulma ve ototelik dene-
yim) olmak üzere üç gruba ayrılmıştır (Örn., Chen, Wigand & Nilan 1999). Bu
bağlamda akışa ilişkin veri toplama araçlarının bazılarının Csikszentmihalyi’nin
(1990) akış modelindeki dokuz boyutu da içerdiği; bazılarınınsa daha az madde
ve/veya boyuta yer verdiği görülmektedir (Bknz., Özkara ve Özmen, 2016). Öte
yandan bazı araştırmacılar akışa ilişkin araştırma ve veri toplama araçlarının
Csikszentmihalyi’nin orijinal olarak önerdiği modeldeki dokuz boyutu da içer-
mesinin önemli olduğunu düşünmektedir (Örn., Beard & Hoy, 2010; Delle Fa-
ve, Massimini & Bassi, 2011). Bu bağlamda bu kısımda Csikszentmihalyi’nin
önerdiği dokuz boyut ele alınmaktadır.
Zorluk-beceri dengesi. Birçok kaynak tarafından akışın gerçekleşmesinin
ön koşullarından biri olarak da ele alınan zorluk-beceri dengesi, yapılmakta olan
etkinliğin zorluğunun bireyin yetenekleriyle eşleşiyor olması gerektiğine işaret
eder (Ayazlar, 2015; Wu & Liang, 2011). Csikszentmihalyi’ye (2014) göre
oyunlarda ve sanatsal performanslarda bu dengeyi sağlamak ve sürdürebilmek
diğer aktivitelere göre daha kolaydır. Zira bu tür etkinliklerde bireyin rakipleri
kendisine eş değer seviyedeki bireylerden oluşmaktadır. Örneğin, bir tenis
oyuncusu rakiplerini çoğunlukla kendi yetenek seviyendeki bireylerden seçe-
cek; seviye olarak kendisinden çok daha yukarıdaki veya aşağıdaki rakiplere
karşı oynamaktan ise kaçınacaktır. Aksi takdirde söz konusu aktivite birey açı-
sından eğlenceli olmaktan çıkacaktır. Daha da önemlisi, eğer birey kendisinden
çok farklı seviyelerdeki rakiplere karşı oynarsa büyük ihtimalle ya endişeye
kapılacak ya da söz konusu aktiviteden sıkılacaktır.
Özkara ve Özmen (2016), zorluk-beceri dengesini meydan okuma-
yetkinlik dengesi olarak isimlendirmiş ve bahsedilen meydan okuma kavramıy-
la bireyin kendisini zorlarken vermiş olduğu mücadele ve bu mücadeleden aldı-
ğı zevk arasındaki dengeyi kast etmiştir. Kimi kaynaklar, akış deneyiminin ya-
şanabilmesi için aktivitenin zorluğu ile kişinin sahip olduğu beceri düzeyinin
belirli bir seviyenin üzerinde olması gerektiğine işaret etmektedirler (Shernoff
ve Csikszentmihalyi, 2009). Böylece bireyin söz konusu faaliyet sayesinde be-
cerilerini geliştirme fırsatı bulabilmesinin önü açılmaktadır. Öte yandan, etkin-
liğin zorluğunu ve bireyin beceri seviyesini iki ayrı değişken olarak ele alan
araştırmalarda etkinliğin zorluğu ile akış deneyimi arasında negatif yönlü an-
lamlı ilişkiler bulunmuştur. Özkara ve Özmen’e (2016) göre bunun nedeni söz
konusu araştırmalarda katılımcıların kullanılan ölçek ifadelerine dayalı olarak

82
Akış

zorluğu olumsuz bir durum olarak algılamış olma olasılıklarıdır. Bu nedenle


araştırmalarda zorluk ve beceriyi ayrı ayrı ölçmek yerine ikisinin arasındaki
dengeye odaklanan bir ölçeği kullanmanın daha doğru sonuçlar verebileceği
düşünülmektedir (Örn., Guo ve Poole, 2009). Nitekim akış deneyimine ilişkin
güncel araştırmalarda, genel olarak bu yaklaşımın benimsendiği göze çarpmak-
tadır (Örn., Jin 2011, 2012; Procci ve ark., 2012; Bressler & Bodzin, 2013).
Geribildirim. Geribildirim akışa konu olan etkinliğin bireye ne kadar başa-
rılı olduğu ve nasıl ilerlediği konusunda gerçek zamanlı olarak bilgi sağlıyor
olmasının gerekliliğine işaret etmektedir. Bu bağlamda akıştaki geribildirimi
bireyin akış deneyimini yaşamasını mümkün kılan bir öncül olarak da nitelen-
dirmek mümkündür (Buil, Catalan ve Martinez, 2017; Guo & Poole, 2009; Öz-
kara ve Özmen, 2016; Wang & Hsiao, 2012). Csikszentmihalyi’ye (1997) göre
aktivitenin nasıl yapıldığına ilişkin bilgi sağlayan kaynak bireyin performansı
hakkında yorum yapan herhangi bir meslektaşı veya süpervizörü de olabilir
ancak söz konusu geri bildirim kaynağı çoğunlukla aktivitenin kendisidir.
Açıkça belirlenmiş hedefler. Bir faaliyet sırasında akışın deneyimlenebil-
mesi için temel koşullardan biri hedeflerin açıkça belirlenmiş olmasıdır. Diğer
bir ifadeyle bir etkinlik sırasında akış yaşanabilmesi için bireyin başarmak iste-
diği şeyi eylem öncesinde zihninde açıkça belirlemiş olması gerekmektedir
(Ayazlar, 2015; Özkara ve Özmen, 2016). Csikszentmihalyi’ ye (2014) göre
bireyin bir aktiviteye devam etmesini sağlayan faktörlerden en önemlisi aktivi-
teye ilişkin olarak içinde bulunduğu bir andan diğerine geçerken ne yapması
gerektiğini net bir şekilde biliyor olmasıdır. Böylelikle birey süreç içerisinde
kendi performansını değerlendirme şansına sahip olacak ve kendini eyleme
kaptırması mümkün olabilecektir. Örneğin, enstrüman çalmakta olan bir birey
hangi nota veya hangi akoru çalmak istediğini saniye saniye biliyor olacaktır.
Benzer bir şekilde tenis oynamakta olan biri topa raketle her vurduğunda onun
nereye gitmesi gerektiğini biliyor olacaktır.
Akış yaşanan etkinliklere ilişkin en önemli nokta, aktivite veya oyunun so-
nundaki başarı hedefinden ziyade bireyin dikkatini yönlendiren ve odaklanma-
sını sağlayan küçük hedeflerdir (Csikszentmihalyi, 2014). Örneğin, bir dağcının
tırmanışının hedefi ilk bakışta dağın tepesine ulaşmak şeklinde düşünülebilir.
Fakat tırmanışı keyifli kılan şey dağın tepesine ulaşmak değil bunun yerine
bireyin attığı her adım, ayağını nereye koyacağı ve elleriyle nereye tutunacağı
gibi küçük hedeflerden oluşmaktadır. Eğer bir aktivite küçük hedefler yerine
yalnızca uzak bir nihai bir hedeften oluşuyorsa bireyin söz konusu süreç sıra-
sında dikkatinin dağılması söz konusu olabilmektedir. Örneğin, eğer bir ebe-
veynin oğlu veya kızıyla iyi geçinmek gibi bir hedefi varsa bu onun genel ve

83
Pozitif Psikoloji

nihai olan amacını oluşturmaktadır. Ancak söz konusu bu genel amaç nihaye-
tinde oldukça belirsizdir. Önemli olan, bu hedefin bireyin geri bildirim alabile-
ceği, dikkatle izleyebileceği ve odaklanabileceği küçük adımlara bölünmüş
olmasıdır (Csikszentmihalyi, 2014).
Eylem bilinç birleşmesi. Eylem bilinç birleşmesi enerjinin bütünüyle elde-
ki görevin zorlukları ile başa çıkabilmek için kullanıldığı ve kişinin başka hiçbir
durum için psişik enerji (dikkat) harcamadığı durumları ifade etmek için kulla-
nılır. Akış deneyiminde tüm dikkat yapılan etkinliğe odaklanmış durumda ol-
duğundan birey yapmakta olduğu etkinliği kendiliğinden ve otomatik olarak
yapmaya başlar (Beard & Hoy, 2010; Csikszentmihalyi, & LeFevre, 1989). Bu
durum bireyin kendisi ile yapmakta olduğu aktiviteyi âdetâ bütünleştiriyor ol-
ması şeklinde de ifade edilebilmektedir. Ayrıca birey akış deneyimi yaşamadığı
durumlarda başka zaman veya mekânlarda gerçekleşen olay veya durumları
düşünebiliyorken akış deneyimini zamanlarda bütün ilgi, enerji, ve dikkatini
yapmakta olduğu aktiviteye yöneltir (Ayazlar, 2015; Seligman & Csikszentmi-
halyi, 2000).
Kontrol duygusu: Akış deneyimi sırasında birey yapmakta olduğu eylem
üzerinde bütünüyle kontrol sahibi olduğu hissini yaşamaktadır. Söz konusu bu
kontrol hissi bireye yapmakta olduğu aktiviteye ilişkin olarak yapmak istediği
her şeyi yapabilirmiş hissini de yaşatmaktadır (Jackson & Csikszentmihalyi,
1999). Nitekim, yapılan araştırmalar da eylem sırasında yaşanan kontrol duygu-
sunun akış deneyimini açıklamakta anlamlı katkıları bulunduğuna işaret etmek-
tedir (Ayazlar, 2015; Domina, Lee, & MacGillivray, 2012; Jackman ve ark.,
2019).
Konsantrasyon. Akış deneyiminin en önemli özelliklerinden biri de bire-
yin kendisine akış deneyimi yaşatan etkinliğe tamamıyla odaklanmış durumda
olmasıdır. Söz konusu olan bu derin konsantrasyonun bir sonucu olarak yapılan
etkinlik neredeyse kendiliğinden ve otomatik hâle gelmekte ve birey yaptığı
etkinlikle âdetâ bütünleşmektedir (Buil, Catalan & Martinez, 2017). Her ne
kadar bazı araştırmacılar ( Örn., Hoffman ve Novak; 1996, Novak, Hoffman &
Yung, 2000; Pace, 2004), konsantrasyonu akışın bir öncülü olarak kabul etmiş
olsa da genel eğilim, konsantrayonu bir öncülden ziyade akış deneyiminin bir
parçası olarak düşünmek yönündedir. Bu bağlamda konsantrasyon değişkeni
çevrimiçi tüketici davranışları (Hausman ve Siekpe, 2009; Lee ve Chen, 2010),
çevrimiçi öğrenme (Shin, 2006), mobil mesajlaşma (Zhou ve Lu, 2011) ve sos-
yal ağlar (Kwak, Choi & Lee, 2014) gibi durum ve ortamlarda yaşanan akış
deneyiminin ölçülmesi için kullanılmıştır.

84
Akış

Bireyin kendine ilişkin farkındalığının kaybı. Akış deneyiminin bu boyu-


tu, kişinin kendisiyle ilgili farkındalığının ortadan kalkarak kendisini âdetâ
yapmakta olduğu faaliyetin bir parçası olarak görmesi durumunu belirtmek için
kullanılmaktadır. Csikszentmihalyi (1990) bireyin kendine ilişkin farkındalığın-
da meydana gelen kaybın bir öz farkındalık kaybı değil daha ziyade bireyin
kendine harcamakta olduğu enerjinin ortadan kalkmasına işaret ettiğine dikkat
çekmektedir. Bu enerjinin ortadan kalkmasıyla birlikte birey için çoğu zaman
bedensel ihtiyaçlarının bile farkında olmadığı bir durum içerisine girer ve böyle-
likle acıktığının veya susadığının bile farkına varamayabilir. Benzer şekilde
birey normal zamanlarda başkalarına nasıl göründüğünü anlayabilmek için be-
lirli bir zihinsel enerji harcarken akış deneyimini yaşıyor olduğu zamanlarda bu
durum üzerine herhangi bir enerji sarf etmez. Kısacası akış deneyimi yaşayan
birey yapmakta olduğu faaliyetle o kadar meşguldür ki kendisine ve egosuna
ilişkin başka düşünce ve faaliyetlere önem veremez hâle gelir (Jackson &
Csikszentmihalyi, 1999).
Zaman algısındaki bozulma. Akış deneyimi içerisindeki bireyin zamansal
algısında bir bozulmanın yaşandığı ve dolayısıyla bireyin zamanın nasıl geçtiği-
ni anlayamadığı bilinmektedir. Bu durum akış yaşayan bireylerin bazılarınca
zamanın âdetâ durduğu (Örn., Aykol, 2015) bazılarınca ise zamanın çok hızlı
biçiminde aktığına ilişkin bir his yaşamış olmak şeklinde de ifade edilmektedir
(Csikzentmihalyi, 2014; Chen, 2006; Guo ve Poole, 2009; Lee ve Chen, 2010).
Sonuç olarak zaman algısındaki bozulmanın etkisiyle birey söz konusu eylem
üzerinde planlandığından daha fazla zaman geçirebilmektedir.
Ototelik deneyim. Amacı kendisine has olan anlamını taşımakta olan oto-
telik deneyim, akış deneyimi yaşayan bireyin yapmakta olduğu etkinliği kendi-
liğinden ödüllendirici olarak algılamasına işaret eden bir kavramdır. Aslında
akış deneyiminin bu boyutu, aynı zamanda bireyin sürecin kendisinden haz
duyması ve keyif alması olarak da tanımlanabileceğinden bazı kaynaklarca zevk
ya da haz boyutu olarak da nitelendirilmektedir (Örn., Liu & Forsythe, 2010;
Lowry vd., 2012; Özkara & Özmen, 2016). Örneğin, Jackson & Csikszentmi-
halyi, (1999) spor etkinliklerinin bireyi sadece söz konusu etkinliğin bir parçası
olabilmek yönünde güdüleyen kendiliğinden ödüllendirici bir yanının olduğunu
ileri sürmüştür. Buna göre her ne kadar spor müsabakalarının sonucunda ka-
zanmak önemli de olsa bu tür etkinlikler katılımcılarına başarılı bir nihai sonuç-
tan daha fazlasını sunar. Bu bağlamda oyunlar da spor etkinliklerine benzer. Bu
tür etkinlik ve oyunlar bir yandan bireyin aklının ve yeterliliklerinin limitlerini
zorlarken bir yandan da bireye haz ve keyif verir. Csikszentmihalyi (1990) bire-

85
Pozitif Psikoloji

yin vücudunun veya aklının limitlerinin zorlandığı bu tür durumları optimal


deneyimler olarak isimlendirmiştir. Bireyin sınırlarını zorlayan deneyimler her
ne kadar yaşandıkları esnada birey açısından zorlayıcı olarak nitelendirilebilse-
ler de esasında birey açısından zevk ve keyif üretirler. Bu bakımdan söz konusu
etkinlikler birey tarafından tekrar tekrar yapılmaya devam eder (Jackman ve
ark., 2019; Koehn & Morris, 2012).

4.2. Akışın Ölçülmesi


Daha önce de belirtildiği üzere akış kavramı Csikszentmihalyi (1975/2000)
tarafından ilk olarak ortaya atıldığında geçici olarak yaşanan psikolojik bir du-
rumu belirtmek için kullanılmıştır. Daha sonra Csikszentmihalyi, Rathunde, &
Whalen (1993) bazı bireylerin içinde bulundukları durumdan bağımsız olarak
akış deneyimi yaşamaya daha eğilimli olduklarını ileri sürmüşlerdir. Bu bağ-
lamda akışa ilişkin güncel tartışmaların bir kısmı bu kavramın durumluk mu
yoksa görece daha kalıcı ve tutarlı bir kişilik örüntüsü mü olduğu üzerinedir. Bu
tartışmalar akışın kavramsallaştırılması ve ölçülmesiyle ilgili yaklaşım ve yön-
temler açısından da önem arz etmektedir.
Bir kişilik yapısı olarak kavramsallaştırılan akış, ototelik kişilik yapısı ola-
rak da adlandırılmaktadır (Baumann, 2012; Hirao, 2014). Ototelik kişilik yapı-
sına sahip bireylerin kendilerine akış yaşatan aktiviteleri araştırmak, başlatmak,
sürdürmek ve bu aktivitelerden keyif almak açısından diğer bireylere kıyasla
daha yüksek bir kapasiteye sahip oldukları düşünülmektedir. Söz konusu birey-
lerin aynı zamanda kendilerini zorlayacak durum ve deneyimleri başarıyla ta-
mamlayabilmeyi sağlayacak becerileri geliştirmek konusunda da diğer bireyler-
den üstün olabilecekleri ileri sürülmektedir (Baumann, 2012). Akışta söz konu-
su olan zevk ve eğlence her ne kadar tüm bireylere çekici gelen bir özellik olsa
da akış etkinlikleri bunların yanı sıra bireyin yeteneklerini ve sınırlarını zorla-
ması açısından istek ve kararlılık sahibi olmasını da gerektirir. Bu bağlamda
ototelik olmayan bireylerin yalnızca zorluk olarak niteleyebildikleri durum ve
deneyimlere, ototelik bireylerin becerilerini geliştirme fırsatı olarak yaklaştıkları
düşünülmektedir. Bu tür durumlarda ototelik bireyler tüm dikkatlerini yeni bil-
gilere (zorluk bulma oyunu) ve içinde bulundukları durumu yönetebilecek bece-
rileri geliştirmeye (beceri geliştirme çalışması) odaklarlar (Baumen, 2012). Bu
bağlamda söz konusu kişilik yapısının belirlenmesi amacıyla kullanılan ölçekler
bireye herhangi bir zamanda uygulanır ve katılımcılardan akışın özelliklerini
barındıran durumları genel olarak hayatlarında hangi sıklıkta yaşıyor olduklarını
belirtmeleri istenir (Fullagar & Kelloway, 2009). Bu ölçeklerin başında gelen

86
Akış

Dispositional Flow Scale-2 (Jackson & Ecklund; 2002) Türkçeye Sürekli Opti-
mal Performans Duygu Durum Ölçeği olarak uyarlanmıştır (Aşçı ve ark., 2007).
Daha önce de belirtildiği gibi güncel araştırma ve yaklaşımların birçoğu
akışı ağırlıklı olarak Csikszentmihalyi (1975/2000) tarafından ilk olarak ortaya
atıldığı hâliyle; yani durumluk olarak deneyimlenen bir yapı olarak ele alınmak-
tadır. Bu bağlamda akış bir aktiviteyi yaparken belirli bir yoğunluk seviyesinde
ve geçici süreliğine deneyimlenen psikolojik bir yapıya işaret eder. Dolayısıyla
durumluk akışın ölçülmesinde bireyden söz konusu aktivite sırasında deneyim-
lediği akış özelliklerinin seviyesini belirtmesi istenir. Bu bağlamda ele alınan
akışa ilişkin geçerliği ve güvenirliği desteklenmiş ölçeklerden biri Jackson ve
Ecklund (2002) tarafından geliştirilerek Aşçı ve arkadaşları (2007) Türkçeye
uyarlanmış olan Durumluk Optimal Performans Duygu Durum Ölçeğidir (Flow
State Scale-2). Bir diğer durumluk akış ölçeği ise özgün dili Almanca olan ve
Rheinberg, Vollmeyer ve Engeser (2003) tarafından geliştirilerek İşigüzel ve
Çam (2014) tarafından Türkçeye uyarlanmış olan Flow Yaşantısı Ölçeği Kısa
Formu’dur (Die Flow Kurz Skala).
Yukarıda da belirtildiği gibi durumluk akış çoğunlukla yapılmakta olan bir
aktivite esnasında veya söz konusu aktivitenin hemen ardından ölçülür. Araş-
tırmalar incelendiğinde durumluk akışın ölçülmesinde çeşitli örneklemlerde
(Örn., Amerikalı idari amirler ve teknik elemanlar, Ilies ve ark., 2017; Japon
üniversite öğrencileri, Asakawa, 2010; Amerikalı mimarlık öğrencileri, Fullagar
& Kelloway, 2009) deneyim örnekleme yönteminden (Experience Sampling
Method; Larson & Csikszentmihalyi, 2014) yararlanılmış olduğu dikkati çek-
mektedir. Deneyim örnekleme yönteminde akış deneyimine ilişkin temsili an-
lardan oluşan bir veri tabanı oluşturmak için katılımcılardan gün içerisinde veya
daha önce belirlenmiş bir aktivite esnasında rastgele zamanlarda sinyal veren
bir elektronik çağrı cihazını yanlarında bulundurmaları istenir (Örn., Johnson,
Keiser, Skarin, Ross, 2014). Sinyal gönderildiğinde katılımcılar o anda yaptıkla-
rı etkinliğin türü (araba kullanmak, yemek yemek veya televizyon izlemek) fark
etmeksizin kendilerinden beklendiği üzere o andaki deneyimlerine ilişkin kendi-
lerine daha önceden verilmiş olan bir veri toplama aracını doldururlar (Larson
& Csikszentmihalyi, 2014). Bu yöntemin uygulanmasında önemli olan sinyal
setinin temsili olması ve katılımcının sinyallerin gönderileceği ana ilişkin önce-
den bilgi sahibi olmamasıdır (Larson & Csikszentmihalyi, 2014).
Deneyim örnekleme yönteminde kullanılan veri toplama aracında genel
olarak bireyin o anda nerede ve ne yapıyor olduğuna ilişkin nesnel sorular ile o
anki düşüncelerinin, duygularının ve motivasyonel durumlarının içeriğine iliş-

87
Pozitif Psikoloji

kin öznel sorular bulunur. Bu yöntemle elde edilen bulgular akışın genellikle
bireyin en sevdiği aktiviteyi yaparken meydana geldiğini ortaya çıkarmaktadır
(Csikszentmihalyi, 1997). Bu aktivitelerin bazılarını bahçecilik, müzik dinle-
mek, bowling oynamak ve güzel bir yemek pişirmek şeklinde sıralamak müm-
kündür. Söz konusu bulgular ayrıca akışın televizyon izlemek veya dinlenmek
gibi pasif boş zaman etkinliklerinde nadiren yaşandığına ve iş yerinde sık sık ve
araba kullanmak veya arkadaşlarla konuşmak gibi aktivitelerde ise zaman za-
man yaşandığına işaret etmektedir (Csikszentmihalyi, 1997).

5. AKIŞA İLİŞKİN GÜNCEL ARAŞTIRMALAR VE


UYGULAMALARA YANSIMALARI
Akışa ilişkin güncel araştırmaların uygulamalara yön verdiği alanların ba-
şında eğitim gelmektedir. Özellikle günümüzde öğrenme ortamlarının bilgisayar
ve internet teknolojileri ile bütünleşiyor olmasıyla birlikte bilgisayar oyunları
sırasında yaşanan akışın teknoloji kullanılan öğrenme ortamlarına aktarılması
konusu giderek önem kazanmaktadır (Örn., Kiili, ve ark., 2012). Zira daha önce
de belirtildiği gibi hem öğrenenin hem de öğretenin akış deneyimi yaşaması
eğitim-öğretim faaliyetlerinin çok daha verimli olmasına yol açmaktadır. Bu
bağlamda Giasiranis & Sofos (2017) ortaokul öğrencileri ile yaptıkları bir araş-
tırmada artırılmış gerçeklik teknolojisinin (Augmented Reality) hem öğrenci
performansı hem de öğrencilerin akış deneyimi yaşama olasılıkları üzerinde
katkısının bulunup bulunmadığını araştırmıştır. Araştırma kapsamında “bilginin
bilgisayarda tanıtımı” konulu bir modül deney grubunda yer alan öğrencilere
artırılmış gerçeklik teknolojisi vasıtasıyla, kontrol grubundakilere ise internet
teknolojisinden yararlanarak aktarılmış ve deney grubundaki öğrencilerin hem
performanslarının hem de akış deneyimini yaşama olasılıklarının çok daha yük-
sek olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Ibáñez, Di Serio, Villarán, & Kloos, (2014) lise öğrencileri ile yaptıkları
bir çalışmada Fizik dersi kapsamında işlenen Elektromanyetizma konusunun
deney grubuna artırılmış gerçeklik teknolojisi; kontrol grubuna ise web tabanlı
anlatım vasıtasıyla öğretimini içeren bir araştırma gerçekleştirmişlerdir. Artı-
rılmış gerçeklik uygulamasındaki katılımcıların web tabanlı uygulamanın katı-
lımcılarından daha fazla akış yaşadıkları ve bunun da konunun daha iyi öğre-
nilmesini sağladığı sonucuna ulaşılmıştır. Çalışma sonucunda akışın özellikleri-
ne dayalı olarak sağlanan destek ve görev zorluğu arasında denge sağlandığı
taktirde arttırılmış gerçekliğin lisede fizik dersi kapsamında okutulan elektro-

88
Akış

manyetizma konusunun temel ilkelerini öğretmek için etkili bir eğitim yöntemi
olarak kullanılabileceği sonucuna ulaşılmıştır.
Bir diğer araştırma kapsamında Finlandiya’lı araştırmacılar Kiili ve arka-
daşları (2012), Muhasebe ve Finans, Pazarlama, Yönetim, Lojistik ve Bilgi Sis-
temleri gibi farklı bölümlerde okuyan bir grup üniversite öğrencisini, Yatırım
Sistemleri isimli bir ders kapsamında Realgame isimli bir simulasyon oyununa
dâhil etmişlerdir. Öğrenciler söz konusu bu eğitici simülasyon oyunu kapsa-
mında gerçek yaşamda karşılarına çıkabilecek türden işletme sorunlarını çöz-
mek durumunda kalmışlardır. Araştırmanın sonucunda söz konusu eğitici oyu-
nun akış deneyimini artırdığı ve bunun da oyun sırasında elde edilen satış ve
karlılık verileri ile doğru orantılı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Akış deneyiminin uygulamalara yansıdığı alanlardan bir diğeri de bilgisa-
yar ve internetin dâhil olduğu ortamlardır. Bu bağlamdaki çalışmalar genel ola-
rak akış deneyiminin internet kullanım süresini ve web sitelerinde geçirilen
zamanı artırdığını göstermektedir (Novak ve ark., 2000; Rettie, 2001). Öte yan-
dan akış deneyiminin internet ortamındaki davranışlar üzerindeki etkisi her
zaman olumlu sonuçlanmamaktadır. Bu bağlamda Thatcher, Wretschko, &
Fridjhon, (2008) Güney Afrikalı katılımcılardan oluşan geniş bir örneklem üze-
rinde yaptığı bir çalışmada akış ile erteleme ve problemli internet kullanımı
arasında güçlü pozitif ilişkiler bulunduğu bulgusuna ulaşmıştır. Bu bulgu ruh
sağlığı çalışanlarının, ailelerin ve eğiticilerin akışın günümüzde teknolojinin de
gelişmesiyle birlikte özellikle çocuklarda ve gençlerde birtakım problemli dav-
ranışlara yol açabileceğinin farkında olmalarının gerekliliğini ortaya koymakta-
dır. Öte yandan akışın internet ortamlarındaki zaman ve davranışlar üzerindeki
söz konusu etkileri web tasarlayıcıların yanı sıra ticaret ve reklamcılık konula-
rındaki uygulamacıların dikkatini çekmektedir.
Yukarıda da bahsedildiği üzere akışa ilişkin araştırma ve uygulamaların
odaklandığı alanlardan biri de e-ticaret ve e-reklamcılık sektörüdür. Akış dene-
yiminin, özellikle tüketicilerin bilişim sistemleri ile etkileşimlerindeki davranış
yapılarının anlaşılmasında önemli bir role sahip olduğunun görülmesiyle birlik-
te (Özkara ve Özmen, 2016), çeşitli alanlarda ürün tanıtımı ve satışına ilişkin
olarak akış deneyiminden yararlanılmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu bağlam-
da Martins ve arkadaşları (2019), tüketicileri akıllı telefon reklamlarıyla etkile-
şime motive eden ve satın alma kararlarını etkileyen faktörleri belirleyebilmek
için akış deneyimi teorisinin de içerisinde yer aldığı kavramsal bir model öner-
mişlerdir. Söz konusu bu model kapsamında araştırmacılar akış deneyiminin
reklamcılık değeri, web tasarımı kalitesi ve marka bilinirliği ile birlikte satın

89
Pozitif Psikoloji

alma niyetini açıklayan faktörler arasında yer aldığı bulgusuna ulaşmışlardır.


Bir başka çalışma kapsamında Obadă (2014) bir e-mail pazarlama platformu
aracılığıyla elde etmiş oldukları e-mail adreslerine bir eposta göndererek onlar-
dan kendilerine gönderilmiş olan online alışveriş sitesinde kedilerine belirtilen
bir konuda (hedef odaklı davranış) bilgi aramalarını istemiştir. Araştırmacı elde
ettiği bulgulara dayalı olarak akışın, bir markanın web sitesinin algılanan kalite-
sini artırmak için pazarlamacılar tarafından kullanılabilecek önemli bir faktör
olduğu sonucuna ulaşmıştır. Özet olarak araştırmalar akışın e-ticaret ve e-
pazarlama alanlarında tüketicilerin satın alma niyetini arttırdığına ve aynı za-
manda hem söz konusu web sitesine geri dönüş hem de tekrar alışveriş olasılık-
larını artırdığına işaret etmektedir (Örn., Ali, 2016; Huang ve ark., 2017; Kamis,
Stern, & Ladik, 2010; Martins ve ark., 2019).
Akışa ilişkin araştırmaların yöneldiği bir diğer alan ise turizm ve eğlence
sektörüdür (Aykol ve Aksatan, 2013; Chen ve ark., 2017; Kim & Thapa; 2018;
Procci ve ark., 2012; Wu & Liang, 2011). Ayazlar (2015) geniş bir katılımcı
kitlesiyle yaptığı nitel bir çalışma kapsamında yamaç paraşütüne katılan turistle-
rin akışın zorluk-beceri dengesi, kontrol hissi, zamanın bozulması, açıkça belir-
lenmiş hedefler ve konsantrasyon boyutlarını yaşadıklarını ortaya çıkarmıştır.
Benzer bir şekilde Chen ve arkadaşları (2017) Myanmar'ı ziyaret eden geniş bir
turist kitlesi ile yaptıkları bir araştırma kapsamında akışın turist memnuniyetini
ve söz konusu bölgeyi tekrar ziyaret etme niyetini artırdığı bulgusuna ulaşmış-
lardır. Özet olarak araştırmalar genel olarak akışın turizm ve eğlence sektöründe
müşteri memnuniyetini ve söz konusu ziyareti ve/veya turistik aktiviteyi tekrar-
lama eğilimini artırdığı için söz konusu sektörlerdeki uygulamalar açısından
oldukça önemli olduğuna işaret etmektedir.

SONUÇ
Bireyin bir etkinliğe tamamıyla odaklanarak o etkinliğe ilişkin üstün bir
yeterlilik, kontrol duygusu ve keyif hissetmesi olarak tanımlanabilen akış, gerek
pozitif psikoloji literatüründe gerekse eğitim, spor, sanat, bilişim teknolojileri,
ticaret, turizm, ve eğlence sektörü gibi pek çok farklı disiplin ve alanda araştır-
ma ve uygulamalara yön vermektedir. Akışa ilişkin araştırmaların büyük bir
çoğunluğu bu deneyimin genel olarak insanoğlunun mutluluğu ve iyi oluşu üze-
rindeki pozitif etkilerine ve eğitim başta gelmek üzere pek çok disiplin ve alan-
daki beşeri ve maddi kaynakların verimliliği ve etkililiği üzerindeki olumlu
etkilerine dikkat çekmektedir.

90
Akış

Öte yandan yakın geçmişte akışın internet ve alışveriş bağımlılığı gibi bir-
takım olumsuz davranışlarla ilişkisinin bulunduğunun ortaya çıkarılmasıyla
birlikte bu kavramın gerek bireyin kendisi gerekse dış faktörler tarafından kötü-
ye kullanılabilecek bir potansiyele sahip olabileceği de ortaya çıkarılmıştır. Bu
potansiyel özellikle bilgisayar ve bilişim teknolojilerinin insan davranışı üzerin-
deki etkilerinin hızla artıyor olmasıyla birlikte daha da önemli hâle gelmiştir. Bu
bağlamda özellikle ruh sağlığı ve eğitim alanında çalışan araştırmacı ve uygu-
lamacıların özü itibarıyla insan davranışı ve psikolojisi açısından sağlıklı olan
ancak günümüzde hızlı değişen koşullara bağlı olarak sağlıksız davranış ve
sonuçlara da yol açabilme potansiyeli bulunan akışın olumlu kullanım ve etkile-
rinin artırılmasına odaklanmasının gerekli olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle
söz konusu alanlardaki araştırmacı ve uygulamacıların genç-yaşlı fark etmeksi-
zin tüm bireylere aktif boş zaman etkinlikleri edinebilmeleri ve zorluk seviyesi
ve yapısı itibarıyla bireyin yetenekleriyle uyumlu işlerde çalışabilmeleri konu-
sunda bilgi, beceri ve anlayış kazandırmak konusunda çalışmalar yapmaları son
derece önemlidir. Böylelikle bireylerin akışı günlük yaşam aktivitelerinin ola-
ğan bir parçası hâline getirerek daha uyumlu ve mutlu bir yaşam sürdürmeleri-
nin mümkün olabileceği düşünülmektedir.

KAYNAKLAR
Aşçı, F. H., Çağlar, E., Eklund, R. C., Altıntaş, A., & Jackson, S. (2007). Durumluk ve
sürekli optimal performans duygu durum-2 ölçekleri'nin uyarlama çalişmasi. Spor
Bilimleri Dergisi, 18(4), 182-196.
Ali, F. (2016). Hotel website quality, perceived flow, customer satisfaction and purcha-
se intention. Journal of Hospitality and Tourism Technology, 7(2), 213–228.
Asakawa, K. (2010). Flow experience, culture, and well-being: How do autotelic Japa-
nese college students feel, behave, and think in their daily lives? Journal of Hap-
piness Studies, 11(2), 205-223.
Ayazlar, R. A. (2015). Flow phenomenon as a tourist experience in paragliding: A qua-
litative research. Procedia Economics and Finance, 26, 792-799.
Aykol, B. & Aksatan M. (2013). Akış teorisinin müze ziyaretlerine uygulanabilirliğine
dair kavramsal bir model ve araştırma önerileri. Pazarlama ve Pazarlama Araş-
tırmaları Dergisi, 6(12), 69-90.
Bakker, A.B. (2005). Flow among music teachers and their students: The crossover of
peak experiences. Journal of Vocational Behavior, 66, 26–44.
Baumann, N. (2012). Autotelic personality. In S. Engeser (Ed.), Advances in flow rese-
arch (pp. 165–186). New York: Springer.
Beard, K. S., & Hoy, W. K. (2010). The nature, meaning, and measure of teacher flow
in elementary schools: A test of rival hypotheses. Educational Administration
Quarterly, 46(3), 426-458.

91
Pozitif Psikoloji

Bressler, D.M. & Bodzin, A.M. (2013). A mixed methods assessment of students’ flow
experiences during a mobile augmented reality science game. Journal of Compu-
ter Assisted Learning, 29(6), 505–517.
Buil, I., Catalán, S., & Martínez, E. (2019). The influence of flow on learning outcomes:
An empirical study on the use of clickers. British Journal of Educational Techno-
logy, 50(1), 428-439.
Carpentier, J., Mageau, G. A., & Vallerand, R. J. (2012). Ruminations and flow: Why
do people with a more harmonious passion experience higher well-being? Journal
of Happiness studies, 13(3), 501-518.
Ceja, L., & Navarro, J. (2011). Dynamic patterns of flow in the workplace: Characteri-
zing within‐individual variability using a complexity science approach. Journal of
Organizational Behavior, 32(4), 627-651.
Chemi, T. (2016). The Experience of Flow in Artistic Creation. In Flow Experience.
Springer, Cham. (pp. 37–50). https://doi.org/10.1007/978- 3-319-28634-1_3
Chen, H. (2006). Flow on the net–detecting Web users’ positive affects and their flow
states. Computers in Human Behavior, 22(2), 221-233.
Chen, H., Wigand, R.T. & Nilan, M.S. (1999). Optimal experience of web activities.
Computers in Human Behavior, (15) 5, 585–608.
Chen, J. V., Htaik, S., Hiele, T. M., & Chen, C. (2017). Investigating international tou-
rists’ intention to revisit Myanmar based on need gratification, flow experience
and perceived risk. Journal of Quality Assurance in Hospitality & Tourism, 18(1),
25-44.
Chilton, G. (2013). Art therapy and flow: A Review of the literature and applications.
Journal of the American Art Therapy Association, 30(2), 64-70. Doi:
10.1080/07421656.2013.787211
Csikszentmihalyi, M. (1975/2000). Beyond boredom and anxiety. Experiencing flow in
work and play. San Francisco: Jossey-Bass. (Original work published 1975)
Csikszentmihalyi, M. (1990). Flow: The psychology of optimal experience. New York:
Harper Collins.
Csikszentmihalyi, M. (1997). Finding flow: The psychology of engagement with every-
day life. New York: Basic Books.
Csikszentmihalyi, M. (1999). If we are so rich, why aren’t we happy? American Psyc-
hologist, 54, 821–827.
Csikszentmihalyi, M. (2014). Flow and education. In Applications of flow in human
development and education (pp. 129-151). Springer, Dordrecht.
Csikszentmihalyi, M., & Hunter, J. (2003). Happiness in everyday life: The uses of
experience sampling. Journal of Happiness Studies,4, 185–199.
Csikszentmihalyi, M., & LeFevre, J. (1989). Optimal experience in work and leisure.
Journal of Personality and Social Psychology, 56, 815–822.
Csikszentmihalyi, M., Rathunde, K., & Whalen, S. (1993). Talented teenagers: A lon-
gitudinal study of their development. New York: Cambridge University Press.

92
Akış

Delle Fave, A., Massimini, F., & Bassi, M. (2011). Psychological Selection and Opti-
mal Experience across Cultures: Social Empowerment through Personal Growth.
New York, NY: Springer. Do: 10.1007/978-90-481-9876-4
Demerouti, E., Bakker, A.B., Sonnentag, S., & Fullagar, C.J. (2012). Work-related flow
and energy at work and at home: A study on the role of daily recovery. Journal of
Organizational Behavior,33, 276–295.
Domina, T., Lee, S. E., & MacGillivray, M. (2012). Understanding factors affecting
consumer intention to shop in a virtual world. Journal of Retailing and Consumer
Services, 19(6), 613-620.
Engeser, S., & Baumann, N. (2016). Fluctuation of flow and affect in everyday life: A
second look at the paradox of work. Journal of Happiness Studies, 17(1), 105-124.
Fullagar, C. J., & Kelloway, E. K. (2009). ‘Flow’ at work: An experience sampling
approach. Journal of Occupational and Organizational Psychology, 82(3), 595-
615. http://dx.doi.org/10.1348/096317908X357903
Giasiranis, S., & Sofos, L. (2017). Flow Experience and Educational Effectiveness of
Teaching Informatics using AR. Educational Technology & Society, 20 (4), 78–88
Guo, Y. M., & Poole, M. S. (2009). Antecedents of flow in online shopping: a test of
alternative models. Information Systems Journal, 19(4), 369-390.
Hausman, A. V., & Siekpe, J. S. (2009). The effect of web interface features on consu-
mer online purchase intentions. Journal of Business Research, 62(1), 5-13.
Herrando, C., Jiménez-Martínez, J. & Martín-De Hoyos, M.J. (2018). The state of flow
in social commerce: The importance of flow consciousness. International Journal
of Electronic Marketing and Retailing, 9 (4), 320–343.
Hirao, K. (2014). Comparison of feelings of inferiority among university students with
autotelic, average, and nonautotelic personalities. North American Journal of Me-
dical Sciences, 6(9), 440–444. doi:10.4103/1947-2714.141627
Hoffman, D.L. & Novak, T.P. (1996). Marketing in hypermedia computer-mediated
environments: conceptual foundations. The Journal of Marketing, 60(3), 50–68.
Hoffman, D.L. & Novak, T.P. (2009). Flow online: lessons learned and future pros-
pects. Journal of Interactive Marketing, 23 (1), 23–34.
Huang, D., Li, Z., Mou, J., & Liu, X. (2017). Effects of flow on young Chinese consu-
mers’ purchase intention: a study of e-servicescape in hotel booking context. In-
formation Technology & Tourism, 17(2), 203-228.
İşigüzel, B., & Çam, S. (2014). Flow Yaşantısı Ölçeği Kısa Formunun Türkçeye uyar-
lama, geçerlik ve güvenirlik çalışması. International Journal of Human Sciences,
11(2), 788-801. doi: 10.14687/ijhs.v11i2.2826
Ibáñez, M. B., Di Serio, Á., Villarán, D., & Kloos, C. D. (2014). Experimenting with
electromagnetism using augmented reality: Impact on flow student experience and
educational effectiveness. Computers & Education, 71, 1-13.
Ilies, R., Wagner, D., Wilson, K., Ceja, L., Johnson, M., DeRue, S., & Ilgen, D. (2017).
Flow at work and basic psychological needs: Effects on well‐being. Applied Psyc-
hology, 66(1), 3-24.

93
Pozitif Psikoloji

Jackman, P. C., Fitzpatrick, G., Lane, A. & Swann, C. (2019). Exploring bodily sensa-
tions experienced during flow states in professional national hunt jockeys: A con-
necting analysis. Qualitative Research in Sport, Exercise and Health, 118 (1), 92-
105. DOI: 10.1080/2159676X.2017.1380693
Jackson, S. A., Eklund R.C. (2002). Assessing flow in physical activity: The Flow State
Scale-2 and Dispositional Flow Scale-2. Journal of Sport and Exercise Psycho-
logy, 24, 133–150.
Jackson, S. & Csikszentmihalyi, M. (1999). Flow in sports: the keys to optimal expe-
riences and performances. Champaign, IL: Human Kinetics.
Johnson, J. A., Keiser, H. N., Skarin, E. M., & Ross, S. R. (2014). The Dispositional
Flow Scale–2 as a Measure of Autotelic Personality: An Examination of Crite-
rion-Related Validity. Journal of Personality Assessment, 96(4), 465–
470.doi:10.1080/00223891.2014.891524..
Jin, S. (2011). I feel present. Therefore, I experience flow: a structural equation mode-
ling approach to flow and presence in video games. Journal of Broadcasting &
Electronic Media, 55(1), 114–136.
Jin, S. (2012). Toward integrative models of flow: Effects of performance, skill, chal-
lenge, playfulness, and presence on flow in video games. Journal of Broadcasting
& Electronic Media, 56(2), 169–186.
Judge, T.A., & Ilies, R. (2004). Affect and job satisfaction: A study of their relation-
ship at work and at home. Journal of Applied Psychology, 89, 661–673.
Kamis, A., Stern, T. & Ladik, D.M. (2010). A flow-based model of web site intentions
when users customize products in business-to-consumer electronic commerce. In-
formation Systems Frontiers, 12(2), 157–168.
Kiili, K., De Freitas, S., Arnab, S., & Lainema, T. (2012). The design principles for
flow experience in educational games. Procedia Computer Science, 15, 78-91.
Kim, M., Lee, C.K., & Bonn, M. (2017). Obtaining a better understanding about travel-
related purchase intentions among senior users of mobile social network sites. In-
ternational Journal of Information Management, 37(5), 484–496. Doi:
10.1016/j.ijinfomgt.2017.04.006
Koehn, S., & Morris, T. (2012). The relationship between performance and flow state in
tennis competition. Journal of Sports Medicine and Physical Fitness, 52(4), 437-
447.
Kuo, T., & Ho, L. (2010). Individual differences and job performance: The relationship
among personal factors, job characteristics, flow experience, and service quality.
Social Behavior and Personality: An international journal, 38, 531-552.
Kwak, K. T., Choi, S. K., & Lee, B. G. (2014). SNS flow, SNS self-disclosure and post
hoc interpersonal relations change: Focused on Korean Facebook user. Computers
in Human Behavior, 31, 294-304.
Landers, V. M., Beatty, S. E., Wang, S., & Mothersbaugh, D. L. (2015). The Effect of
Online versus Offline Retailer-Brand Image Incongruity on the Flow Experience.

94
Akış

Journal of Marketing Theory and Practice, 23(4), 370–387. Doi:10


.1080/10696679.2015.1049681
Larson, R. & Csikszentmihalyi M. (2014) The Experience Sampling Method. In Flow
and the Foundations of Positive Psychology. Springer, Dordrecht
Lee, S. M., & Chen, L. (2010). The impact of flow on online consumer behavior. Jour-
nal of Computer Information Systems, 50(4), 1-10.
Liu, C. & Forsythe, S. (2010). Sustaining online shopping: Moderating role of online
shopping motives. Journal of Internet Commerce, 9(2), 83-103.
Lowry, P. B., Gaskin, J., Twyman, N., Hammer, B., & Roberts, T. (2012). Taking ‘Fun
and Games’ seriously: Proposing the hedonic-motivation system adoption model
(HMSAM). Journal of the Association for Information Systems, 14(11), 617-671.
Maeran, R., & Cangiano, F. (2013). Flow experience and job characteristics: Analyzing
the role of flow in job satisfaction. TPM-Testing, Psychometrics, Methodology in
Applied Psychology, 20(1), 13-26.
Marshall, R. P. (2013). Teacher flow and its relationship to school mindfulness and
enabling school structure (Doctoral dissertation, University of Alabama Libra-
ries).
Martins, J., Costa, C., Oliveira, T., Gonçalves, R., & Branco, F. (2019). How smartpho-
ne advertising influences consumers' purchase intention. Journal of Business Re-
search, 94, 378-387.
Novak, T. P., Hoffman, D. L., & Yung, Y.-F. (2000). Measuring the customer experien-
ce in online environments: A structural modeling approach. Marketing Science,
19(1), 22–42. doi:10.1287/mksc.19.1.22.15184
Obadă, D. R. (2014). Online flow experience and perceived quality of a brand website:
In Pascani. ro case study. Procedia-Social and Behavioral Sciences, 149, 673-679.
Ozkara, B. Y., Ozmen, M., & Kim, J. W. (2017). Examining the effect of flow expe-
rience on online purchase: A novel approach to the flow theory based on hedonic
and utilitarian value. Journal of Retailing and Consumer Services, 37, 119-131.
Özkara, B. Y., & Özmen, M. (2016). Akış Deneyimine İlişkin Kavramsal Bir Model
Önerisi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi,
11(3), 71-100.
Pace, S. (2004). A grounded theory of the flow experiences of web users. International
Journal of Human-Computer Studies, 60(3), 327–363.
Petrou, P., Demerouti, E., Peeters, M. C., Schaufeli, W. B., & Hetland, J. (2012). Craf-
ting a job on a daily basis: Contextual correlates and the link to work engagement.
Journal of Organizational Behavior, 33(8), 1120-1141.
Procci, K., Singer, A. R., Levy, K. R., & Bowers, C. (2012). Measuring the flow expe-
rience of gamers: An evaluation of the DFS-2. Computers in Human Behavior,
28(6), 2306-2312.
Rettie, R. (2001). An exploration of flow during Internet use. Internet research, 11(2),
103-113.

95
Pozitif Psikoloji

Rheinberg, F., Vollmeyer, R., ve Engeser, S. (2003). Die Erfassung des Flow-Erlebens
[The assessment of flow experience]. In J. Stiensmeier-Pelster & F. Rheinberg
(Eds.), Diagnostik von Motivation und Selbstkonzept (pp. 261–279). Göttingen:
Hogrefe
Seligman, M., & Csikszentmihalyi, M. (2000). Positive psychology: An introduction.
American Psychologist, 55, 5-14.
Shernoff, D., & Csikszentmihalyi, M. (2009). Flow in schools. Cultivating engaged
learners and optimal learning environments. In R. Gilman, E. S. Huebner, & M. J.
Furlong (Eds.), Handbook of positive psychology in schools (pp. 131– 145). New
York, NY: Taylor & Francis Group.
Shin, N. (2006). Online learner’s ‘flow’experience: an empirical study. British Journal
of Educational Technology, 37(5), 705-720.
Shim, S., Forsythe, S., Kwon, W. (2015). Impact of online flow on brand experience
and loyalty. Journal of Electronic Commerce Research, 16(1), 56–71.
Thatcher, A., Wretschko, G., & Fridjhon, P. (2008). Online flow experiences, problema-
tic Internet use and Internet procrastination. Computers in Human Behavior,
24(5), 2236-2254.
Wang, L., Lee, C., Mantz, T., Hung, H. (2015). Effects of flow and self-construal on
player perception of brand personality in advergames. Social Behavior and Perso-
nality: an international journal, 43(7), 1181–1192.
Wu, C. H. J., & Liang, R. D. (2011). The relationship between white-water rafting expe-
rience formation and customer reaction: A flow theory perspective. Tourism Ma-
nagement, 32(2), 317-325.
Zhou, T., & Lu, Y. (2011). Examining mobile instant messaging user loyalty from the
perspectives of network externalities and flow experience. Computers in Human
Behavior, 27(2), 883-889.

OKUMA LİSTESİ
Csikzentmihalyi, M. (2008). Akış: Mutluluk Bilimi (Çev. B. Satılmış). İstanbul: Buzda-
ğı Yayınları.

96
5 AŞK, MUTLULUK VE POZİTİF
DUYGULAR

Bu bölümde öğrenebilirsiniz
Kamale Bahazar Salamova

1. İnsanlar aşkı ne zaman öğrendi


2. Kişiliğin oluşumunda sevginin rolü
3. Aşk insana ne verebilir
4. Dâhiler aşkı nasıl değerlendirdiler
5. Psikologlar Aşk hakkında ne söyledi
6. Aşkın yarattığı romantik duygular insana ne kazandırır

1. MUTLULUK
Mutluluk kavramı üzerine mimarisi ve evrenselliği ile karakterize edilen
farklı bakış açıları vardır. Bu kavramda tüm insani duygular vardır. Bu insan
yaşamındaki en önemli olaydır. Mutluluk, bir kişinin hayatını etkileyen ve de-
ğiştiren en büyük etkenlerden biri olarak kabul edilir. İnsan yaşamındaki bu en
önemli olayı ilk kez Aristoteles incelemiştir. Aristoteles'in felsefesinde mutlu-
luk, "erdem dolgunluğunda ruhun etkinliği", yani "Ruhun kötülüğün ötesindeki
etkinliği" dir. Yunan etiğine göre bir kişi bu zirveye ancak nezaketle ulaşabilir.
Bu yüzden, antik Yunan dilinde "eudaimonia" olarak telaffuz edilen mutluluğun
tanımı, ilahi bir kader olarak anlaşılmaktadır. Görünüşe göre mutluluk fenomeni
psikoloji ile felsefe, fizyoloji, sosyoloji ve teoloji tarafından öğretilmiştir ve
sonuç olarak birbiriyle çatışan farklı teoriler vardır. Öz doyum duygusu, insan
varlığının dolgunluğu ve anlamı, yaptığı işle birlikte gelen iç doyumdur. Doğu
felsefesine göre mutluluk, maddi, ahlaki ve biyolojik temeli olmasına rağmen
maddi dünyanın bir ürünüdür. İnsan bu mutluluğu iki şekilde elde edilebilir.
Birinci, insanın maddi ihtiyaçlarını karşılayan ve onu elde etmek için fiziksel
yeteneğe sahip olan dünyevi mülkiyet, ikincisi ise insanın "manevi" gelişmesi.
Bununla birlikte her iki yol da kesişmektedir. Dış mutluluk, mutluluk ruhu ol-
madan uzun süre dayanamaz. Bunun nedeni, dünyadaki hiç kimsenin, iç dünya-

97
Pozitif Psikoloji

sı "siyah" olan bir kişiyi geçici olarak tatmin edememesidir. Bununla birlikte iç
huzurlarını koru- yabilenler çamur duvarları arasında bile mutlu hissedebilirler (
Lama D.,1400). Katoliklik teolojisine katkıda bulunmuş Thomas Aquinas
(1225-1274) yazılarında mutluluğun maddi ve fiziki açıdan yeterli olmadığını
yazdı. Thomas Aqu- inas'a göre insan yaşamındaki en yüksek tepe manevi ya-
şamdan gelen zevktir. Bununla birlikte algısı ve anlayışı bilincin gelişim dere-
cesine bağlıdır. Kitlelerin manevi dünyalarını maddi durumlarını iyileştirmeden
önce geliştirmek gerekir "O" olana bu hayatta erişilemez (vita vita) (Thomas
A.,2002).
İnsancıl psikoloji kavramında, C. Rogers sadece daha dolu bir yaşam ve
sevinç için ön koşul olan hayallerini geliştirme ve yerine getirme yeteneği verir.
Başka bir deyişle, ihtiyaçlarımızı karşılamak için çok çalıştığımız zaman duy-
duğumuz sevinç. Ünlü psikolog John Gottman'a göre mutluluk, aile ilişkileri de
dâhil olmak üzere yaşamın her alanında başarıdır. Duygularınız hakkındaki
farkındalığınız ve duygularınızla başa çıkma yeteneğiniz tarafından belirlenir.
Ve bu kaliteye "duygusal zekâ" denir (John Gottman, Joan Decleck. 2015.) Bu
yüzden çağdaş psikoloji çalışmaları mutluluğu bilincin bir ürünü olarak ele alır.
Örneğin, Weber Fahner'in çalışmalarında psikolojik meşruiyet teorisine daya-
nan bir Rus psikolog olan Kuznetsov B.G., İyimserlik Felsefesi notlarında: “Bir
kişi sadece onu mutlu eden faktörler arttığında mutlu olur. Aksi takdirde mutlu-
luk duygusu kaybolur” yazmıştır (Brown K. W., Ryan R.M. 2003).
Pozitif psikoloji adı verilen çağdaş psikoloji, mutluluğun dört erdeme bağlı
olduğunu savunur: Umut, şükran, ilgi, aşk. Bu nedenle olumlu duyguların ve
mutluluğun oluşumunda önemli bir rol oynayan aşk kavramını analiz etmeye
her zaman büyük bir ihtiyaç vardır. Aşk sadece insanları her zaman mutlu ede-
cek olumlu duygular yaratmakla kalmaz, aynı zamanda onları mutlu eder. Çün-
kü olumlu psikolojide, kişiliğin oluşumunu ve mutluluğunu en çok etkileyen
dört faktörden (Umut, Şükran, İlgi ve Aşk) yalnız biri-aşk diğer üç faktörün
özelliklerini, yani umut, ilgi ve şükranı özünde birleştirir.

Aşk insana mutluluk ve psikolojik memnuniyet vadeder.


“Mutluluğu kovalayabilirsek yaşamdan memnun olabiliriz”
Edith Warton (1862–1937)
Bizi gerçekten mutlu eden şey, mutluluğun ve memnuniyetin sonsuz olup
olmadığı veya bu kısa süreli eğlencenin yeterli olup olmadığıdır. Bu yüzden
sayısız çalışmaya dayanarak S. Staley mutluluğu iki bölüme ayırır.

98
Aşk, Mutluluk ve Pozitif Duygular

1. Kısa vadeli, anlık mutluluk- genodizm. Şu anda yaptığımız şey sevinç,


zevk ve hazın birleşimidir. Genodik mutluluk, Aristoteles ve Epicureus tarafin-
dan eski Yunan felsefesine getirildi ve yaşamın zevk için yaratıldığını iddia
eden eski bir Yunan ahlak teorisi olarak kabul edildi.
2. Protestanlığın filozoflarına göre eğilim ahlakın kaynağının insanın kişi-
sel refahı ve mutluluğu için peşinde olmasıdır. Sizi neyin mutlu ettiğini fark
ettiğinizde, size hayatta olabildiğince çok zevk almaya çalışmaktan daha fazla
mutluluk getirebilir ve aslında sizi mutsuz edebilir. Birçok insan aşağıdakilerin
mutluluğa yol açacağını düşünmektedir: çok para, güzel bir ev, güzel vücut,
yeni bir araba, kalıcı iş yeri, aşk ve seks.
Bütün bunlar mutluluğunuzu etkileyebilse de hayat çok kısa olabilir. Ger-
çek mutluluk ve refah kaynakları daha inceliklidir ve davranışlarımızda ve dü-
şüncelerimizde aranmalıdır.

2. KİŞİLİĞİN GELİŞMESİNDE AŞKIN ROLÜ


Mutluluk kavramı üzerinde, kendi mimarisi ve evrenselliği ile karakterize
edilen farklı bakış açıları vardır. Çünkü bu kavramda tüm insan duyguları yan-
sır. Bu duygular bir araya gelir ve bir kişinin kişiliğine dönüşür. Bu durum, Apu-
leem efsanesinin karakterleri Amure ve Psyukha'nın hislerine benzemektedir.
Efsanede gösterildiği gibi, ilkel insanlar kendi bireysel duygularını idrak
edemediler. Atalarına göre öğrendiler ve hareket ettiler. Paylaşılan (grup) bir
yaşam tarzına uyum, sonunda atalarından miras alınan bir davranış modeline
dönüştü. Bu deyişimi “kolektif düşünce”nın yazarı Levi-Stross totoizme dayan-
dığını söylemiştir, “... ilkel insanın bireysel ve kolektif davranışları totoizme
dayanır.”Levi-Stross'un iddiaları desteklenmese de insanların her zaman hayat-
larındaki olaylarla ve şeylerle mistik bir bağlantısı olduğunu biliyoruz. 1994
yılından sonra bir sıra bilim adamı çeşitli şekillerde bu ilişkilere katıldılar ve
nesneleri ve olayları birbirine bağlayabildiler. Levi-Brule L. bu tür ilişkileri
düşünmenin ilk aşaması olarak adlandırdı (Levi B.L.,1994).
Minnettarlığın ilk aşamalarında, eşyaların yaratılması ve olayların ortaya
çıkması hakkında ilk fikirler oluşur. Bu insanlara göre tüm doğal olaylar ve
canlıların ortaya çıkışı doğaüstü güçlerin kontrolünün ötesinde olamazdı. Ebe-
veynlik, kardeşlik veya kan bağı hakkında hiçbir fikri olmayanların muhtemelen
sevgi ve mutluluk anlayışı da yoktu. Bununla birlikte zamanla insanlar, karşı

99
Pozitif Psikoloji

cinsin ilham kaynağı olduğunu fark ettiler. Daha sonra, hem kendilerini ifade
etme yeteneklerini hem de başkalarının duygularını algılama yeteneklerini geliş-
tirmeye başladılar.
Duyuların içgüdülerle birleşmesinin bir sonucu olarak kişi hissettiği duy-
guları algılamaya başladı. Her olayın oluşumu, her güzellik ve her kokuyu his-
setme yeteneği bir dostluk ve düşmanlık, kıskançlık ve sevgi hissi yarattı. Bütün
bunlar "insanı" arzu edilir kıldı. Aynı zamanda, "ben ve öteki" nin bileşenleri
oluştu. K. Lorens insan doğasındaki bu değişikliği şu şekilde tarif eder: "Daha
gelişmiş gruplarda olanlar kendilerini diğer gruplardakilerle karşılaştırdılar ve
en iyisini kendilerinin yaptılar (K.Lorens 1966 ).
Dinî önyargılardan etkilenen ve ilkel toplumdaki insanlar için çağın, sev-
ginin ve mutluluğun mutlak bir zorunluluk olduğunu araştıran birçok araştırma-
cı sevgiyi Evrenin gücü ile birleştiriyor ve bu gücün saçma olduğuna inanıyor
çünkü insanları Evrene çekiyor. Belki de bu fikir en yüksek zirvede "aşk" kav-
ramını doğurmuş ve türlerin ayrılmasında kilit rol oynamıştır.
Ancak, "aşk" kavramını farklılaştırmaya çalışan araştırmacılar ilk önce ta-
rihsel temellerine odaklandılar ve onda mutluluk duygularını aradılar. Bu hissin
nesnesini, insanın tüm dünyayla ilişkisi olarak gördüler. Bu araştırmacılar bile
bu basit bağlanma duygusunu iki kısma ayırdı: ilk duygular ve bölünmez duy-
gular. Bu duyguların ana çizgisi, evrendeki her şeyin birbirine bağlı olması ve
sevgi olarak adlandırılmasıdır.
İlkel kabile yapısını inceleyen ve ateist olduğunu iddia eden araştırmacılar
için aşk açıklanamaz bir kavramdır ve hatta evlilik sırasında var olmuştur. Aşk,
onlara göre sadece fiziksel güzellik ve dostluk değil, fiziksel beden tarafından
yaratılan biyolojik uyaran. Bu nedenle hem erkeklerin hem de kadınların her-
hangi biriyle yakın ilişkileri olması önemlidir. Yani, modern insanın cinsel sev-
gisi kabileden çok uzak durumdadır.
Yavaş yavaş ancak tutarlı bir şekilde, basit ara bağlantı, biyolojik ve sosyal
faktörlerin etkisiyle yönlendirilmeye başlanmıştır. Daha sonra, sadece doğal
bedeni ile orijinal insan hem psikolojik hem de sosyal bir varlık olarak oluşma-
ya başlamıştır.

100
Aşk, Mutluluk ve Pozitif Duygular

3. MUTLULUK DUYGUSU
Fakat sadece iki insana ait olan ve sade duygulardan daha derin olan aşk,
insanda mutluluk duyguları yaratabilir mi? Binlerce araştırmacı bunun cevabını
bulmaya çalıştı. Görüş farklılıkları olmasına rağmen her birinin mantıklı bir
açıklaması oldu. Özellikle Belaruslu araştırmacı Yuri Pyurkov'un görüşü: "Er-
keklerin egemenliği altında olduğu günlerde mutluluk, itaatkâr erkeğini bilme-
den esir düştüğünde bir kadının ihtiyaçlarını karşılarken hissettikleri zevk ve
sevincin birleşimi kendini hissettirdi”.
Bir sebep anlam duygusu yaratmak için yeterli değildir, birçok sebep var-
dır ancak bunlardan sadece birinin insan kişiliğini şekillendirmede büyük rolü
vardır. Bu, kişiler arası ilişkilere sabit sosyal hiyerarşilerin (yukarı doğru) ku-
rulduğu bir zamanda oldu. O zamanların karakteristiği olan boşluk-kişisel ya-
şam- daki zamansal kararlılık, insanların düşünme alanlarını değiştirerek ba-
ğımsız düşüncelerini ve benlik saygısını şekillendirdi. Ve o zaman ortaya çıkan
yüksek ruhlar mutluluğun ilk unsurlarını yarattı.” ( Pyurkov Y.B., 1986).
Mutluluğun birçok ama farklı nedenleri olmasına rağmen psikososyal geli-
şim oluşumuna yol açmıştır. Bir kişi psikolojik olarak geliştiğinde, kendisi hak-
kında yeni duygular ve yeni idealler yaratan yeni bir bilgi sistemi geliştirir.
Bunlardan en yüksek olanı etik ve estetik duygulardı.
Yıllarca süren araştırmalardan elde edilen bulgular, ilkel topluluğun aksi-
ne, antik şarkılar, ritüeller ve kabile geleneklerinin, kadınlar ve erkekler arasın-
da sosyal olarak eşit olan güçlü dostluklar yarattığını göstermektedir. Bu etkile-
şimlerin bir sonucu olarak insanların psikolojik seviyesi önemli ölçüde arttı,
birbirleriyle bilinçli bir ilişki geliştirdiler ve sağlıklı bir ortamda yaşamaya çalış-
tılar. Bu tür sıcak ilişkiler, bu duyguların samimi duygularla birleşince daha
sonra "aşk" olarak bilinir hâle geldiği bir bağlantı hissi yarattı. Bu bağlamda
Hegel şöyle yazdı: "Antik kültürde günümüzde sevgi ve samimi duygular yok."
"O zaman, mutluluğun sadece (duyuların duyuları) tarafından yaratıldığı" fikri-
ne eklemek mümkündür (Tnedor R., 2010). Hegel'e göre ilkel insanın birincil
başarısızlığı, sevginin ritmik oyununu ve fiziksel aktivitenin yarattığı güdüyü
anlayamamaktı. Hegel'in aksine, Sokrates, Platon ve Aristoteles'in yazılarında,
kadim adamın ruhsal sevgisi bir mutluluk ve memnuniyet duygusu yarattı. Yu-
nanlıların Helenistik Tanrısı Afroditini onaylamasını hatırlamak, bu duyguyu
anlamak için yeterlidir. (Afrodit, antik Yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tan-
rıçası, Zeus ve Okyanus- ya Dionna'nın kızıdır. Romalılar onu Benera ile özdeş-
leştirir. Afrodit, Ashtarte (Astarta) tanrıça ve karakterine yakındır. Yunanlıların

101
Pozitif Psikoloji

ilahi erozyonu (Sevgi) kendilerine atfetmeleri ve fiziksel erozyonun (şehvet ve


itiraz) Mısırlılar, Sümerler ve Akad gibi diğer halklara ait olması gariptir. Bu-
nunla birlikte Sümer - Akad aşk ve aşk tapınakları, İştar (Ashtart veya Astarta)
hakkındaki efsaneler bu görüşleri reddeder. (Tapınaklarda yaşayan İştar, rahip-
lerle bir aşk ilişkisi yaşadı ve onları saptırdı). İştar ayrıca Afrodit gibi tanrılar
için sevgi ve şehvet duyguları yarattı, aynı zamanda onları savaşlardan ve ça-
tışmalardan da korudu. Aslında Venüs, İştar, Afrodit sevgi, şefkat ve koruma
işlevine sahiptir.
Dinî görüşler sevgiyi, manevi ve doğal sevgiden uzak görmüştür. Bu gö-
rüşlere göre yalnızca zihinsel gelişimin fiziksel sevgiye manevi sevgiyi eklen-
miştir. Dünyanın ilk şiiri Gılgamış destanının kahramanı olarak ormanda yaşa-
yan Enkidu, bunun çarpıcı bir örneğidir. Enkidu güzel kadın Samhata'ya aşık
olur. Çünkü onu seviyor, o değişiyor ve gerçek bir adam oluyor. Vahşi doğanın
derinliklerinde yaşayan, bireysel yeteneklerinde "gizli" olan Enkidun Samhat'ın
aşkını değiştirir. Kısa sürede onu "Derin bir anlayışa ve bilgeliğe sahip" kişiye
dönüştürür (Şerbatıx Y.,2009).
Araştırmacıların Antik Çağ'da sevgiyi nasıl çağırdıklarına bakılmaksızın,
bu duygular antik çağlardan başka bir şey değildi. Çünkü bu duygular, doğanın
insanlara ve bazı canlılara ihsan ettiği genel biyolojik doğadan kaynaklanır. Bu
nedenle cinsel istek ve cinsel çekim tarafından yaratılan bu duyguların ahlaki
bir erozyonu olamazdı. Birinci yüzyılın şairleri Katull, Vergley, Korasii ve di-
ğerleri- onlara sevgi hissi yaratan her şey doğal olmaktan uzak ve yasaktı. Oku-
dukları şarkılar onları birbirine yaklaştırdı ve birbirleri için değerlerini arttırdı.
Fiziksel dokunuşlar ilham verir. Dolayısıyla, her biri bu etik ve estetik duygula-
rını şekillendiren gizli manevi alemlerinin farkındaydı. Bu duyguların ortaya
çıkışı, insanlarda bağımsız bir düşünce tarzı, sosyal ve psikolojik davranışların-
da bir değişiklik yarattı. Sonuçta, insan Helenizm çağına girdi (Şerbatıx
Y.,2009).
İnsan, topluluğu yöneten kişilik hâline gelmiştir. Fiziksel ve zihinsel “ben”
ini anladı, kişisel çıkarlarını ön plana çıkarmayı ve onun için savaşmayı öğren-
di. Sevgi duyguları derinleşti, bedenin ve ruhun birleşmesi kuruldu. Tükenmez
arzular, sevginin öznesi hâline geldi ve insanları sevginin ölümsüzlüğüne ikna
etti. Sadece aşk yeni nitelikler, daha önce hiç gerçekleştirmedikleri nitelikler
oluşturdu ve aşk sadece mutluluk ve rahatlık demek değildi. Eski aşk, insanlara
bal ve zehir karışımı oldu. Yanında sadece sevinç değil, aynı zamanda acı ve
üzüntü de getirdi ve insan aklını güçlendirecek bir araç hâline geldi. Mutluluk
ve sefalete rağmen insanların değerini arttırdı.

102
Aşk, Mutluluk ve Pozitif Duygular

Bununla birlikte insan ruhu üzerinde güçlü bir etkiye sahip olan din, bu
duygulara da müdahale edebilmiştir. İnsan sevgisi iki kısma ayrıldı. Birincisi
sadece Tanrı'nın fiziksel erozyonu, ikincisi “lanetli” bedenin fiziksel erozyonu
idi. İnsan ruhu, ruhun göklere ve bedenin yeryüzüne ait olduğuna inanmaya
başladı. Her şeyi yüce kılan, her şeyi bilen Allah affedici ve merhametlidir.
Yine ruh bedenden ayrıldı. Vücudun fiziksel erozyonu manevi erosun yerini
aldı. Aşk insanı Tanrı'ya yaklaştırır ve haklı olarak insanın kalbinde buna Tan-
rı'nın sevgisi deniyordu (Şerbatıx Y., 2009). Sevgi, merhamet ve şefkat insanın
insan sevgisinden önce hareket etti ve ahlaki değerlere dayanan ruhun sevgisi
oldu.
Din sevgisi mistik fikirleri pekiştirmesine rağmen sevgi kişiler arası ilişki-
lerin anahtar unsuru hâline gelmiştir. Bu unsurlar mutluluğumu, güzelliğimi,
sevgimi, zevki ve algımı birleştirdi.
Bizans kültüründe daha rafine ve yüksek bir estetik ve dünyevi aşk biçimi
öne çıkmıştır. Daha sonra, "aşk" kavramının kavramları antik çağa yükseldi.
Jacob Bem, insanlık tarihinin ardındaki itici gücü “aşk ve öfke” olarak ad-
landırdı, Tanrı tarafından yaratıldı ve daha sonra neşeye ve kedere dönüştü.
Rene Descartes "Ruhun Tutkusu" kitabında "sevginin ruhun heyecanını kendi-
sinin en yakın gördüğü şeylerle gönüllü olarak birleştirdiğini" yazdı. Leibnis,
dostluğu sevgi ile birleştirir, her ikisinin de bağlılığı ve kişisel güvensizliği ol-
duğunu kaydeder. Bu nedenle özveri, mutluluk ve güzellik duygusu, kişi için-
deki “Ben” i daha da güçlendirir. Tarihsel gelişimin sonraki aşamasında, sosyal
yapı ve sosyal hareketlilikteki artış kişisel özerkliği de artırmıştır.
Aile değerleri, gelenekleri, sosyal statü, pozisyon, meslek, eğitim, dinî
inanç ön plana çıkmıştır. Aşk, değişmemiş görünüyor olsa bile görünüşünü de-
ğiştirmeye başladı. Tarihin değişen evreleri de sevgi kavramını işaret ediyor-
du. Viktorya dönemi aristokratları için aşk, soğuk ve ruhsuz bir aşk sanatından
başka bir şey değildi. Sözleşmeler ve anlaşmalar üzerine inşa edilmiş ailelerin
var olduğu bu dönemde yer alan sanatçılar, aşk sahnelerini mimari ve sanat
eserleri olarak sunmaya başladılar. O zaman Batılı araştırmacılar, sevgiyi, insa-
nın duygusal olarak bağlantılı bir ilişkisi olarak değil, biyolojik bir antropolojik
ilişki olarak gördü. Bireyin duygu ve ruh hâlinin nesnesi ve konusu, etrafındaki
insanlar olarak kabul edildi. Bu sahnenin şarkıcılarına göre aşk iki çelişen duy-
gudan geliyor: Sevgi ve ayrılmazlık. Batı'daki Alman şair Höten ve Doğu'daki
Nizami ve Fizuli'nin çalışmalarına dayanan insan yaşamındaki tartışmaların
odak noktası olmuştur. İşlerinde Aşk, insan tarafından hissedilen, onu mutsuz

103
Pozitif Psikoloji

ve mutlu eden, aşağılayan ve yükselten, samimiyet ve güvensizlik yaratan ve


kendi başına anlaşılmayan bir duyguydu.
Aşk kişiyi şekillendirdi, cilaladı. Hem diğerlerine hem de kendi iradelerine
karşı mücadele etme gücü yarattı. Mecnun gibi çaresiz tavırlar göstermediler.
Belki de bu yüzden Stendal, Aşk üzerine yaptığı çalışmada psiko-felsefi bir
deneme olarak bu duyguları farklı açılardan gördü: Aşk tutkudur, aşk yoğun bir
arzudur ve hassasiyete sahiptir, aşk fiziksel içgüdüler tarafından yaratılan bir
etkinlik, aşk şöhretliktir, aşk mutluluktur.
Stendall'ın aksine, Immanuel Kant gerçek aşkı deneyimlemek için bir kişi-
nin deneyime ihtiyacı olduğuna inanıyor. Bu hem fiziksel hem de ruhsal eroz-
yon için geçerlidir. Hegel bir yazısında, bir bireyin sevgide (ölümsüzlüğü) ara-
dığını belirtti. Fakat kişi, aşk nesnesi, en içteki duygularını hissetmesine yar-
dımcı olduğunda buna ulaşır. Sevginin kendisi bir yaşam gücü hâline geldiğinde
kişinin hayatını değiştirir, içinde yaşamak için güçlü bir istek yaratır ve onu
egemenlik ve yönetime yönlendirir. Bu duygu, zenginliğin insanları sonsuzluğa
yaklaştırma eğilimini güçlendirir. Hegel, cinsiyetler arasındaki ilişkiye odaklan-
dığını söylüyor, bu da aile sevgisini daha da güçlü kılan, insanları hayvanlardan
ayıran tek kategori. Çünkü yoğun ve gerçek sevgiyle, insanlar "ortaklarından"
(parti sözleşmesi) taviz verebilir ve kendi kişiliklerini şekillendirebilirler. Mo-
dern psikolojide bu durum, olumlu bir gelişmedir.
Toplumlar gelişti, fakat savaşlar, çatışmalar, ekonomik değişimler, değişen
kültürler, bu kültürlere, sosyal ve politik krizlere ve piyasa ekonomisine enteg-
rasyon insanın algısını etkiledi.
Değişim ve gelişme sadece toplumun sosyal ve ekonomik tabanını etkile-
mekle kalmadı, aynı zamanda insanların entelektüel düşünmelerini de etkiledi.
Sevgiyi insan tarihin en yüksek zirvesine yükselten manevi ve fiziksel birliğin
adı, cinsiyeti yalnızca zihinsel ürünle değiştirdi. .
Araştırmaların amacı ruhların değil, fiziksel bedenin birleşimiydi. 'Ruh ve
Bedenin' nasıl tekrar ayrılacağı sorusu üzerinde duruyorlardı. Schopenhager ilk
kez seks sevgisini meta- fizikle ilişkilendirdi ve adamı sevgide "kör bir bebeğe"
benzetti kozmik yaratılışın ürünü ve dünyanın varlığının sebebidir. Çünkü bu,
bir kişiyi eğilmeye zorlayan bir silah veya araçtır. Bu ateş sayesinde insan ırkı-
nın kökü kesilmez. Kısacası, körü körüne insanın biyolojik ihtiyaçlarını karşı-
lamaya odaklanır ve cinsel istek bir ceza hâline gelir. Bu azapta fedakârlık yara-
tıldı. Nietzsche meseleyi Schopenhager'dan farklı olarak değerlendirdi, bu yüz-
den aşk kişiyi bencil yapar ve içindeki "ben" i ortaya çıkarır. Ama aşk oyunları-

104
Aşk, Mutluluk ve Pozitif Duygular

na katılmak doğal değil. Bununla birlikte Nietzsche'nin dikkat etmediği bir şey
vardı, bir kişinin daha fazla sevgiye sahip olmak isteği, onu çalışmaya motive
eder ve her başarı ona iç tatmin getirir.
İnsan ruhunun ve yapısının en büyük hedeflerine ulaşan Z. Freud, sevginin
psiko-fizyolojik özelliklerini sosyal kültür seviyesine yükseltmeyi başardı. Aynı
zamanda, bir insanın, zalim bir celladın ve katilin güçlü cinsel arzusunun mede-
niyetini ve sosyal kültürünü çağırmaya cesaret etti. Her ne kadar öğrencisi ve
meslektaşı ve bir zamanlar arkadaşı Carl Gustav Jung, cinsel arzunun, psikolo-
jinin "arketipleri" gibi daha derin insan potansiyellerine gizlenmiş kollektif bi-
linçsizliğin bir ürünü olduğu fikrini doğrulamaktadır.
Şu anda Maxom Scheeler yeni bir sevgi kavramı ve yeni bir fenomenoloji
geliştirdi. Bu fenomene göre insan kişiliğini üç şekilde şekillendiren "sevginin
kendisi şiddetli bir arzudur": birinci, kişiyi kibar ve cömert yapar, ikinci kişiyi
yaratıcı kültüre yönlendirir, üçüncü kişiyi sana kutsuyorum.
Scheeler'in aksine, bugünkü Sarrar aşkı masum, aşırı alaycı ve aldatıcı bir
duygu olarak nitelendirdi. Bu duyguları insan iç çatışmalarının kaynağı olarak
görüyor. Teorisine göre aşk, yakın ilişkilerden biriyle “birleşiyor” ve kendisini
“kaybediyor”. Bazen bir kişi böyle geçici iyilik (kayıp) için her şeyi feda eder.
Böyle bir öz-kayıp hayatının anlamı hâline gelir. Çünkü şu anda, kişi geçici
olarak korku, nefret, öfke, kıskançlık, suçluluk veya yaşamın tüm yüklerinden
uzak kalır. Ama sonra onu heyecanla hatırladığı anlar kalır (Pyurkov
Y.B.,1986).
Frankl, 20. yüzyıl Avrupa psikolojisinde yeni araştırmalar yaparak bu anla-
rı “bir gözünde kaybolan boş nesneler” olarak adlandırdı. “… İnsanlar hevesle
hatırlar ve bu boşluğu doldururlar. Aslında başkalarının davranışlarını tekrarlar.
Ama buna ihtiyacı olup olmadığını düşünmüyor. Bazı filozoflar Frankley'in
pozisyonuna "kıyafet felsefesi" adını verdiler. “Her elbise önemlidir çünkü çev-
remizde başka insanlar var ve bu insanları ayırt edebiliriz. Aksi takdirde, diğer
canlılardan farklı olmayız” (Sartir S.,2001).
Bir kişi sosyal bir alanın altında saklanır, kendisinin değil, kendi sosyal ro-
lünün bir maske olduğunu unutur. Sonra zamanının edebiyat ve sanatının kah-
ramanı olur. Watten'in yazdığı gibi, "... Avrupalılar rollerini daha sık değiştiri-
yor". Bu dışa doğru bir istikrar yaratırken davranışlarının net sınırlarını belirler.
E. Bern bu konuyu tamamen farklı bir perspektiften görüyor. Anlayışına
göre insan talihsizliği her zaman gerçek "Ben" inden vazgeçebilmesi ve ortak

105
Pozitif Psikoloji

sebep (çocuk, ebeveyn ve yaşlılık) için diğer sosyal rolleri sergilemesidir (Bern
E.,1997).
Modern insan sevginin potansiyelini seçmeye ve gerçekleştirmeye hazır
değildir çünkü özgür değildir. E. Fromung'un yazdığı gibi, insan gönüllü olarak
kimliğini kaybeder, "Ben" i bastırır ve evrensel şablonlara boyun eğer ve top-
lum tarafından kabulü nedeniyle var olur. Karşılaştırılamaz hissettiği sürece
kişisel niteliklerini kaybettiğinin farkında değildir. Bu, sevginin duygusal ve
romantik aroması, onun "Ben" inin koruyucusu hâline geldiği zamandır. Sevgi
talepleri gerçekleştiğinde, o anda “mutlu” olur. Yani, sadece aşk, bu dünyada
bir insanı yapan ve kuran psikolojik bir olgudur. Bu fenomen bir zamanlar bi-
limsel araştırmalardan nesnel olarak (aşk kategorisi) kaldırılsa da her zaman
psikolojik bir fenomen olarak hatırlanır. Çok sayıda sorunu ve özelliği nedeniy-
le insan faaliyetleri, karar verme, kişisel ve öznel sorunlar üzerinde her zaman
bir etkisi olmuştur. (From E.,1005).
Aşk zihniyetin bir parçasıdır
Sevginin farklı türleri ve yönleri, farklı dönemlerde ve farklı toplumlarda
kendini göstermiştir. Akademisyenler ve yazarlar daima formlarını sistemleştir-
meye ve kişilik oluşumundaki yerlerini belirlemeye çalıştılar. Eski Yunanlılar
bile sevginin farklı yönlerini tanımlamak için farklı terimler kullandılar, örne-
ğin:
Eros tutku, kıskançlık ve öngörülemezlik duygularını birleştirir.
Philia, Erotik aşk Filia'daki türlerden biridir. Diğer aşk türlerine "filopa-
ter", "anne sevgisi", "filomater", "çocuk sevgisi", "philiopays" denir.
Storge, kan, nesil ve kabile sahip insanların duygularıdır. İhanet, kıskanç-
lık duyguları bu kabileye ait olamaz.
Agape bir sevgi duygusudur. Bir kişinin bazı özelliklerine olan sevgisin-
den dolayıdır. Agape ilahi bir varlık olarak görülür ve anlaşılmaz. Sevdiği kişi
yarattığı şeyle uyum içinde ve yaşadığı hisler ve duygular ona yabancıdır. Tarih,
böyle bir sevginin yeterli benlik saygısı, karşılıklı saygı ve sempatiye dayandı-
ğını kanıtlıyor.
Yunanlıların bu kısmına yönelik tutumlar zamanla değişti, fikirler bazen
örtüşüyor, bazen tamamen örtüşmüyor. Platon, kültür felsefesinde bu derin ve
karmaşık kavramı ilk yansıtan kişiydi. Platon'a göre aşk, bir insanın birbiriyle
çatışan doğal yönlerini birleştiren gerçek bir duygudur. Sonra güzellik ve hor-

106
Aşk, Mutluluk ve Pozitif Duygular

mon eğilimleri var. Bu eğilimler onu yokluğa ve "azalan" yeniden doğuşa götü-
rür. Platon, Eros'a ikiyüzlü dedi çünkü insan iyi ve kötü ile yüzleşir ve ona mut-
luluk veya talihsizlik getirir. "Eros" insanın doğasındadır ve bir kişiyi bu "traje-
diden" kurtarmak için boşluğu doldurması gerekir. Platon'un aşk hakkındaki
görüşlerine "Manevi Özgürlük" teorisi denir. Bu teorideki fikirlere göre insan
"ebedi ruh" ve "ölü beden" in bir kombinasyonundan oluşur. İnsan ruhu önce
gökyüzünde uçan ve daha sonra onun "dünyasına (bedenine) yayılan" dünyanın
bir parçacığı "dır.
Platon'dan sonra Dionysos, aşk kavramında manevi Eros'a daha fazla dik-
kat eden Paul (İsa Mesih'in bir öğrencisi) öğrencisiydi. Onun görüşüne göre
Eros ve sevgi aniden ortaya çıkıyor ve birleştiriyor. Bu güç sevinç ve mutluluk-
la tamamlandı. Denis'in destekçilerinden biri olarak kabul edilen Maxim, beş tür
aşk olduğunu söylüyor:
“Tanrı'yı Sevin.” Sadece Tanrı'yı seven insanlar tüm insanları sever;
"Doğal aşk". Bu sadece ebeveynler, çocuklar ve diğer akrabalar için bir ay-
rımdır;
"Şöhret sevgisi." Hayranlar sadece şöhreti sever;
"Cesur aşk." İnsanlar sadece dünyevi eşyaları severler;
“Şehvetli Aşk" Bu insanları bağlamak için fiziksel bir arzudur.
Orta Çağ’da Hristiyanlık sevgiyi en yüksek ahlaki değer olarak görüyordu.
O, insanlığın özünü derinleştiren “ilahi sevgi” olarak adlandırdı. Böylece, insa-
nın içsel gücünün yüceltilmesi, bu ilahi gücün asla tükenmeyeceği ve bu gücün
insanın aydınlanmasına yol açacağı anlayışı kabul edildi. Bir insanın Tanrı'ya
sevgisi olarak kabul edildi. Sadece Tanrı aşkına duygulara en büyük aşk denildi.
Daha sonra on beşinci yüzyılda yaşayan M.Ficchino, hipotonik olmayan aşkı
benimsediğini ilan etti. Varsayımsal aşkın üç aşamada olduğunu gösterdi:
İlk etapta, birincil duyarlılık yakınlık ve himayeyle kendini gösterir.
İkincisi, saygı ve nefrete yönelik karmaşık bir açıklama var.
Üçüncü adımda, belirli insanlara yönelik nesneler vardır.
M. Ficchino'nun eserlerini araştıran K. S. Lewis, onunla aynı fikirde değil
ve aşkın iki bölümden, ihtiyaç ve özveri duygularından oluştuğunu belirtiyor.
Ona göre en basit özveri formu ebeveyn-çocuk ilişkilerine yansır. Ebeveynler
çocukları için tüm zorluklara katlanır ve rahatlıkları için kendilerini ateşe verir.

107
Pozitif Psikoloji

Adın ne olduğu, kaç bölümün bölündüğü ve kaç adım attığı önemli değil,
duyguların en yanıltıcı ve en sinir bozucusudur. Yoğun zevk, acı ve ıstırap ile
her zaman hatırlanabilen mutluluk ve derin kederin bir kombinasyonudur. Ve
getirdiği tutarsızlık ve uyumsuzluk karşılaştırılamaz. Bu karmaşık duyguların
“dalgalarında yüzen” neşe ve acı kombinasyonunun “şarabını” içenler, bunun ne
olduğunu bilirler ve görürler. Farklı duyuların birleşmesinden kaynaklanan bu
bileşenin mantıksal anlayışını anlamak imkânsızdır. Mümkünse insanlar ya
ondan uzaklaşırlar ya da sıkı tutmaya çalışırlardı. Ancak, insanlar binlerce keli-
meden biri olan bu kavramla karşılaştıklarında, tereddüt etmeden sahip oldukla-
rı tüm anlamları birleştiriyorlar. Bunun nedeni, psiko-fizyolojik bir “madde”
olup, insan tarafından görülemeyen, varlık ve varoluşun özelliklerini birleştiren
her şeyin ve olayın temelini oluşturan maddedir.
Sevginin en önemli özelliği evrenselliğidir: her birimiz önce sevgilimizi
bulur ve sonra onun nesnesi oluruz. “O” en temel ve basit yeteneklerimizi orta-
ya koyar, onları şekillendirir ve güçlendirir.
Hayatta ne olduğunu bilmeyen çok az insan var. Böyle bir kişi varsa o za-
man psikolojik bir sorunu vardır. Çünkü insan sevgiyle doğar, sevilecek çok
fazla nesne ile çevrilidir. Bu nedenlerin özü yaşam kalitemizdir. “Bir insanın bu
nitelikleri ciladan yapılmış bir çantada koruduğu anlaşılıyor. Çantanın anahtarı
başka bir nesnenin elinde. ”
İnsanları birbirinden ayıran nitelikler ancak sevgi yoluyla gerçekleşir. Sadece
sevme yeteneği kişiyi insana dönüştürür. Kendisini sevgi ile yeniden keşfediyor ve
gücü için mücadeleye katılıyor. Ya yok edilebilirler ya da hayatın yeryüzüne doğru
uzanan zor yollarıyla istedikleri tepeye ulaşabilirler. Sevginin bazen bir insanı kur-
tardığı, kaybettiği ve köleleştirdiği inkâr edilemez. Pierre de Charden'in insanlara şu
soruyu sormasının nedeni budur: "İnsanların birbirlerini ne zaman daha çok sevdik-
lerini, ne zaman birbirlerine sahip olduklarını ya da birbirlerini ne zaman kaybettik-
lerini hiç merak ettiniz mi? (Pierre de Chardin 1965).
Pierre de Chardin'in sorusuna cevap vermek zor. Çünkü hem bilimsel ön-
cesi düşünürler hem de modern bilimsel vaizler kesin sınırlarını belirleyeme-
miştir. İnsanların sırlarını anlamaları zordur ancak yine de kendilerini, doğanın
taleplerini ve sosyal çevreyi anlayabilirler.

108
Aşk, Mutluluk ve Pozitif Duygular

4. SEVİLDİĞİNİ HİSSETTİREN FAKTÖRLER


“Şeftali Ağacı” olarak adlandırılan eski bir Hint efsanesi (Hintliler tarafın-
dan "Hulu ağacı" olarak adlandırılır) sevginin oluşumunu açıklar: “Üç kaynak
(kaynakta) insan için güçlü bir eğilim yaratır: ruh, zihin ve beden. Ruh insanı
dostluğa, zihin saygıya ve beden cinsel arzuya yöneltir. Bu üç eğilimin yayıldığı
duyguya sevgi denir.” Eski Hint efsanesinde yazılan şey mecazi olarak olmasına
rağmen aşk sadece insan için çekici bir güç değil, aynı zamanda bir yaşam gü-
cüdür. Çünkü en basit şekli böyle bir insanı yaşamaya ve büyümeye yönlendirir.
Sevgi, zihniyetin bir parçasıdır ve kişinin başka bir kişiye karşı zihinsel durumu
ve faaliyetidir. Bu durum insanları kişisel ve sosyal, kişisel ve genel, fiziksel ve
zihinsel niteliklerle birleştirir. Böyle ileri bir toplum yoktur ve hiç kimse aşkın
bir şekilde ne olduğunu bilmez. İnsanların büyük çoğunluğunun olgunluğu,
kendi kaderini yazma hakkı ya da en üst düzeyde sevgiyi geliştirme kararlılığı
olup olmaması ile ilintilidir.
Aşk genel olarak sanattır, onu zenginleştirmek için bilgelik ve deneyim ge-
rektirir ve sezgi ve algı anlaşılmalıdır. Sorun şu ki bazı insanlar bu önemli ko-
nuyu kabul edemezler. Çünkü çok sayıda insan sevgiyi “nasıl sever” yerine
“nasıl sevilir” olarak görüyor. Sorun sevme yeteneği değil, sevilme arzusudur.
Sevgi, diğer kişinin duygusal ve estetik çekiciliğindeki farka dayanır. Fiziksel
beden sevgiye dayanır. Çünkü insan, her şeyden önce bir bedendir. Fiziksel
sevgi, bir kişinin zihinsel ihtiyaçlarına odaklanan zihinsel bir faaliyettir ve çevre
ile karşılıklı uyum sağlayan bir bağlantıdır. Fiziksel sevgi, insanın doğal ihti-
yaçlarının taşıyıcısıdır ve sonsuz bir algı ile insanın aktivitesini besler. Bu süreç
doğal olarak düzenli bir karakter olmaya çalışır ve aynı zamanda sevilen biriyle
erotik arzu şeklinde mutlak mükemmellik eğilimine dayanır. Bu nedenle cinsel
istek insanların gerçeklik hakkında hayal kurmasına neden olur. İnsan varoluşu-
nun sosyal doğası da kendini âşık olarak gösterir. Aynı kişinin farklı bireylerle
olan aşk ilişkileri zihinsel veya fiziksel niteliktedir. Bununla birlikte iddiaların-
daki zevk ilkesi, hem fiziksel hem de ahlaki olarak heteroseksüel sevgide daha
iyi ortaya çıkmaktadır.
Sevgi, diğer duygusal deneyimlerden farklıdır çünkü neşe, üzüntü, nefret,
korku, hazzın temel ögelerini içerir. Bu elementlerin ortaya çıkışı ve ifadesi
sinir sisteminin işlevini kaybetme yeteneğine bağlıdır. Bu duygular aynı za-
manda açıklanamayacak temel özelliklere de sahiptir. Bu olağanüstü özellikler,
onu erişilemez ve farklı yapar. Aşk aynı zamanda hem bilişsel süreçlerin hem
de duyguların bir tezahürüdür. Yani, “aşk insanda hem duygu hem de düşünce

109
Pozitif Psikoloji

bileşenlerini birleştirir. Duygusal deneyimlerine farklı cinsel eğilimleri de ek-


ler” (İzard K.E., 1980).
Yukarıda K.E. Izardin tarafından bahsedilen bu karmaşık açıklanamaz bi-
leşenler aşk duygularıdır. Bu duygulara merak, duygu, zevk ve neşe duyguları-
nın bir kombinasyonu denebilir. Doğal talepler tarafından yaratılan bu tür duy-
gular daha sonra kendilerini aşk şeklinde tezahür eden motivasyon bileşenlerine
dönüştürür.
Merak ve heyecan: İlgi, diğer duygulardan önce oluşan olumlu bir duy-
gudur. İlgi, bir kişinin aklının, yeteneklerinin ve yaratıcı yeteneklerinin oluşu-
munda önemli bir rol oynar. İlgi insanın doğal temeline dayanır. İlk ilgi kişinin
karşısındadır (iki aylık bebeğin yanındaki robot “dadı” nın yüzüne değil, yaban-
cıya bakar). Dikkatini, "cansız bedeni" bilinmeyen kişiye verir ve o yaşayan
nesneye göre daha cazip gelir. İnsanın yüzü bebeğin ilk ilgi belirtilerini oluştu-
rur (Izard K.E.,1980). Bu ilgi, dış öğrenimden bağımsız olarak algı ve hafızayı
harekete geçiren dikkat sürecinden daha güçlüdür. Tüm bunlardan, ilgi ve diğer
doğal duyguları anlamak için duygu oluşumu ve alevlenmesinin nedeni (merke-
zi sinir sistemini ayırmadan) gibi duygusal durumları ayırmayı öğrenmesi ge-
rektiği sonucuna varılabilir.
Çünkü görüşlerin bir nesneye nasıl yoğunlaştığına bakılmaksızın, duygular
görsel sistemi etkiler. Görmeye göre bir kişi büyülenince bir nesneyi tam olarak
algılayabilir. Görüntüleyicide nesnenin görsel keşifleri bilişi etkinleştirir. K. E.
Izard ilgilenilen aktivasyonun duygusal aktivatörlere bağlı olduğunu belirtti.
Duygusal aktivatör kişiye değişim, coşku ve yenilik getirmektedir. Bazen gün-
lük yaşam, monotonluğu ve uyumu ile bir kişiyi boğar ve durumu değiştirme
arzusu yaratır. Ve durumu değiştirme arzusu coşku ve yenilik getiriyor (Izard
K.E.,1980).
Sevinç ve zevk: Duygusal sevinç ve duygusal zevk kavramlarını anlamak
için yine de K.E.Izard'ın yorumlarına değinmek istiyorum. Çünkü o, sevinç ve
zevk duygularının yanı sıra sevinç ve zevk duygularını araştıran tek araştırma-
cıdır. K.E.Izard'a göre bir kişi onu yerken veya pişirdiğinde bundan hoşlanır.
Uzun zamandır beklenen haberi alınca sevinmeye başlar. Seks, bir kişiye haya-
tında ürpertici değil, aynı zamanda ona sevinç ve hazın birleşiminden kaynakla-
nan memnuniyet hissi verir. Bu tür bir içerik temelinde, dokunsal duygular olu-
şur ve duygusal sevinçten bağımsız olarak oluşur. Dokunsal duygulara genellik-
le ilgi duygular yaratan uyaranlar denir. Böyle bir heyecan beraberinde bir se-
vinç hissi ve cinsel öfori getirir. Kıskançlık, duygular arasındaki farkı hisset-

110
Aşk, Mutluluk ve Pozitif Duygular

mek, sebebini bilmek ve duygusal sevinç yaşamak demektir. Bu yüzden bazı


araştırmacılar sevinç duygularının zevkten farklı olduğuna inanmaktadır. Bunun
nedeni, insan sevincinin basit mimik ifadelerde ortaya çıkması ve nesneye yön-
lendirilmesidir (Izard K.E.Ş1980).
Neşeli olduğumuzda, benlik saygımız büyür, neden yaşadığımızı anlarız ve
her şeyle başa çıkmak için güçlenmiş hissederiz. Başka bir deyişle, “Sevinç,
dünyayı anlamamıza ve eğlenmemize yardımcı olur. Bu yüzden bir kişi hayata
sadece sevinçle bakabilir, her şeyde güzelliği ve uyumu görebilir ve insanlıkta
sadece olumlu nitelikler arayabilir. Her nesnenin (kişinin) tadını çıkarmaya ve
her nesneyi olduğu gibi kabul etmeye çalışmak buna bir örnektir. Bunu değiş-
tirmeye çalışmaz. Her nesneyi dünyanın bir parçası olarak algılamaya çalışır ve
“Ben” ine güvenir.
Sevinç, sadece dünyaya karşı olumlu bir tutum değildir, aynı zamanda
dünya ile insanlar arasında bir bağlantıdır. Dünya ve insan arasında güçlü bir
bağlantıdır. Bu nedenle enerji ve güç kaynağı olarak kabul edilir. Enerji ve güç,
insanların kavrayamayacağı bir özgürlük hissi yaratır. Bu özgürlük duyguları
kişisel "Ben" i mümkün olan en yüksek seviyeye getirir, en basit olayların ger-
çeklerini görmesine yardımcı olur ve etrafındaki insanlar için bir sevgi hissi
yaratır. " Sevginin yarattığı ekstazi durumu, uçmak isteyen, genellikle ilham
veren ve yaratıcılığı arzu eden kişiye olağanüstü bir hafiflik getirir. Bu yeni
niyetler, yeni bilgi ve yeni fikirler edinmeye yardımcı olur (Pyurkov
Y.B.,1986).
Neşeyi yönlendirme yeteneği, hem bireysel hem de genetik determinizm
bir işaretidir. Doğumda neşe genleri güçlü ise gelecekte yaşamları üzerinde
olumlu bir etkisi olacaktır. Duruma bağlı olarak kişi en basit olayların tadını
çıkaracak ve mutlu, başarılı ve kendinden emin hissedecektir.
Neşe duyguları hakkında konuşurken sosyal uyumdan bahsetmek kaçını-
lamaz. Sosyal uyum, "madalyanın karşı yüzüne" benzemektedir. Tomkins sos-
yal uyumu, bir kişinin olumsuz ve olumlu duygular yaratmak için uyarladığı
ortam olarak tanımlamaktadır. Adaptasyon bazen bir kişiyi "ilaç" olarak etkiler
ve daha sonra bağımlı hâle gelir. Bağımlılık hem sevincini hem de duygularını
etkiler. Bunu dikkate alarak Tomkins, bağımlılığın iki koşuldan oluştuğunu
kaydeder:
İlk olarak bir nesnenin (hayali) fiziksel görünümü veya hayalî görüntüsü,
kişi için büyük bir sevinç ve heyecan yaratır;

111
Pozitif Psikoloji

İkincisi, gelecekte bu nesnenin olmaması, içinde güçlü olumsuz duygular


veya üzüntü yaratır.
Bilişsel ve duygusal tepkilerin birleşimi, bir kişinin istikrarlı karakterinin
bir işareti hâline gelir ve hem nesnede hem de öznede kendini gösterir. Bu iliş-
ki- lere psikolojik bağımlılık denir. Tomkins'in bağımlılık hakkındaki yorumla-
rına atıfta bulunan K.E.Izard bir deney yapmıştır. Deneyler, herhangi bir olayın
gerçekleştiğini ve kendisiyle veya sevdikleriyle ilgili olsun, bir sevinç duygusu
yarattığını göstermiştir. Bu durumlar üç gruba ayrılır: insana mutluluk getiren
her durum; başkalarının insanları mutlu etmeye çalıştığı durum; diğer kişinin
kederli paylaştığı durum.
Mutlu durumların hayatta kalması özneldir, düşük gerilim seviyeleri ile ka-
rakterizedir. Bu durumlarda, birey kendini rahat, kederden uzak ve pozitif his-
seder. Bu, bu duyguların etkisi altında olduğu zaman mutlu olduğu anlamına
gelmez. Mutluluk ve neşe her zaman birbirini dışlamaz ancak aralarında "karan-
lık" bir bağlantı vardır. Yine de çoğu zaman insanların kendisinden memnun
olmadığını hisseder. Bu nedenle her zaman ampirik araştırmalarıyla seçilen
Wessman ve Ricks insanları dört ayrı gruba ayırmıştır: mutlu insanlar; mutsuz
insanlar; farklı ruh hâlleri olan insanlar; sabit ruh hâlleri olan insanlar.
Karar ve Borç: Duyguların psikolojik yakınsaması kendini iki şekilde
gösterir: kısa vadeli ve uzun vadeli. Kısa vadeli yaklaşımda, bir kişi diğerini
gerçekten sever. Ancak uzun vadede borç ya da karar verme güçlenir ve sevgiyi
canlı tutar.
Duyguların samimiyeti veya psikolojik yakınsaması: Duyguların psiko-
lojik yakınlaşması, başka bir kişiye gerçek bir sempati verirken arzu ve eğilim-
ler ona rehberlik eder, hayatını geliştirir ve ilgi alanlarını ve faaliyetlerini olum-
lu yönde etkiler. Duyguların psikolojik yakınsaması cinsel istek, faiz, borç ve
karardan etkilenir. R. Strenberg, yukarıda bahsedilen aşk bileşenlerini birleştirdi
ve üç bileşenli aşk sistematiğine dayanan bir teori geliştirdi. Bu teoriye "Sevgi
Üçgeni" adını verdi. İnsanların aşk sineği yüzünden birbirlerine duydukları
sempati hissi, yakınlık ve kayıtsızlık duygularıyla şekillenir. Bu ebeveynler,
çocuklar ve kardeşler arasındaki ilişkidir. Bir ilişkide hırs veya şehvet duygusu
yoksa amaçlı veya planlı bir sevgi sürdürür. Bir ilişkiyi sürdüren samimiyet ve
görev duygusu (koca-eş görevi) sevgiyi korur ancak sadece sevgidir.
R.Strenbergh'un üç bileşenli aşk teorisi, gerçek aşkı yaratmak için üç kombi-
nasyonun (tutku, cinsel istek ve borç) oluşmasını hatırlatır. Birçok denemede
test edilen gerçek aşk, bu üç bileşene dayanır. (Craig G., 2000).

112
Aşk, Mutluluk ve Pozitif Duygular

R. Strenberg'den farklı olarak R. May tamamen Batılı bir teori geliştirmiştir.


1.Cinsiyet - tutku ve libido;
2.Eros - yaratıcılık, yaşam biçimi ve insanlara saygı duygusu;
3.Fhilia bir dostluk ve kardeşlik duygusu;
4.Aqape - Tanrı ve insana sevgi duygusu.
Herkes R. May'ın yaratıcılığına dayanarak mutluluk yaşayabilir. Eğer bu
dört duyguyu yaratabilirsen. V.İ. Musein'e göre mutluluk, özgecilik, samimiyet,
hayranlık, merak, coşku, güven, gurur ve uyum gibi özelliklerin bir kombinas-
yonudur. Bu özellikler duygular, yönelimler, davranışlar ve sağlıklı davranışlar
olarak gruplandırılır. Bu özellikler tüm insanlar için ortaktır ancak bazıları geci-
kebilir. Örneğin, birbirlerini sevdiklerini düşünen iki insan arasında karşılıklı
saygı, güven, ilgi ve hayranlık vardır ancak samimiyetleri yoktur veya samimi-
yetten hoşlanırlar ancak kararlarını paylaşamazlar. Yani ya “sevgi” nin ne oldu-
ğunu bilmiyorlar ya da henüz içlerinde duygular oluşmadı. V.İ. Musein'e göre
mutluluk duyguları üç şekilde ortaya çıkıyor:
Birincisi, yoğun heyecandan kaynaklanan tutku, gerçek duyguların yarattı-
ğı iç ve dış sınırları geçmez.
İkincisi, samimi heyecan duygularından farklı olmayan romantizme da-
yanan idealizasyon.
Üçüncüsü, uzun evliliklerden sonra ve bazı durumlarda (Batı kültüründe)
evliliğe kadar uzun süreli ilişkiler.
V.İ. Museine'in aşk teorisinde bu koşulların her biri için kesin bir açıklama
yoktur. Bununla birlikte bir koşul yaratmak için ikna edici bir plan vardır: güçlü
bir tutkudan (fiziksel çekim) kaynaklanan aşk hızla romantik bir aşk hâline ge-
lir. Bundan sonra, uzun süreli ilişkiler (aile sevgisi) insanları birbirine bağlar.
Bazı durumlarda, uzun süreli dostluklar romantiklik tükenmeden sonra cinsel
istekler yaratır (Musein V.İ.,2006).
John Alan Lee teorisini neredeyse tümünü cinsel ilişkilere dayandırdı. Sa-
mimi toplantıların sadece insanların birbirlerine karşı tutumlarını değiştirmekle
kalmayıp aynı zamanda bakış açılarını, düşüncelerini ve dünya görüşlerini de
etkilediğine inanıyor. Uzun süreli bir araştırma bilim adamına göre birçok evli
kişi evlilikten kısa bir süre sonra doğru patronu seçmedikleri için mutsuz hisse-
diyorlar. Doğru seçimin bir kişinin elinde olduğuna inanıyordu. Bunun için özel
stiller var. Sadece bu stilleri takip ederek doğru seçimi yapabilirsiniz.

113
Pozitif Psikoloji

J.A.Lee'ye göre doğru seçim kişinin hayata karşı tutumunu değiştirecek ve daha
sonra "Aşk" ışığını yakacaktır. Stil bir erkeğin yazısı değildir ama aşkın eski
"eros" larına göre değişebilir (Lee J.A.,1988).
1. Eros. Son derece tutkulu, ait ve fiziksel ihtiyaçları karşılamaya eros de-
nir. Eros göz yaratır ve eğer bir kişi görürse sevdiği anlamına gelir. Da-
ha sonra onu idealize eder. Yoğun alarm, eksikliklerini görmesine izin
vermez. Heyecanın yarattığı bir bağ oluşur ve ruh tarafından kontrol
edilir. Bağımlılık daha sonra yeni bir stil oluşturur. Şüpheci filozoflar
böyle bir sevginin varlığına inanmasalar da J.A. Lee bu çilecilik tarzını
kırmızıya benzetmiştir.
2. Lyudus. Lyudus, hem derin hem de kabul edilmiş bir ihanet olan oyuna
veya Gedonizme (yaşamın bir zevk ve zevk olduğunu iddia eden eski
bir Yunan ahlak kuramı) dayanmaktadır. Bu aşk tarzında bağ yoktur.
Onlar duygularının "koleksiyoncuları" gibidirler. Lyudis aşk ve dostluk-
tan söz edemez (şimdi seninle olmadıkça bana dün ve yarını sorma).
J.A. Lee göre bu aşk tarzı mavidir
3. Storge. Mağaza, samimi, kesintisiz ve güvenilir arkadaşlıklara dayanan
bir aşktır. Aynı alanı sıklıkla karşılayan veya paylaşan iki kişi arasında-
ki basit iletişim, daha aktif ve daha derin ilişkilerin daha sonraki bir de-
ğişiminden kaynaklanır. Bu aşk tarzında, kendiliğindenlik, karşılıklı ba-
ğımlılı kendiliğinden ayrılma fikridir. Birbirlerinin gözlerine bakmakla
zaman kaybetmezler. Onlar için en zor zorluk, sevdiğini itiraf etmektir.
J. A. Lee bu aşk tarzını sarıya benzetir.
4. Pragma. Bu lyudus ve felç kombinasyonu düşünceli, kolay kontrol edi-
len, planlanan veya hesaplanan bir aşktır. Sosyal statü, dinî ilişki, sanat
ve diğer çekici özellikler için bir ortak seçimi. Seçim sürecinde bazı
özellikler dikkate alınır. Tüm yeterlilikler önceden planlanır ve daha
sonra uygun bir aday aranır. Bazıları sevdikleri kişinin hobisini bile öğ-
renir. Pragmatik insanlar, görüşlerini dikkate alarak adaylarının özellik-
lerini ebeveynleri ve arkadaşları ile tartışırlar. Tabii ki bu özellikler
Eros, Storge, Lyudus ve Mania için uygun değildir. Bu tarz Sevginin
yeşil rengi olarak kabul edilir.
5. Maniya. Mani, eros ve lyudus karışımından kaynaklanır, mantıksız bir
aşk olarak kabul edilir ve karışıklık, bağımlılık ve güvensizlik ile sonuç-
lanır. Bu tarzdaki bir adam hızla aşık olur ve karşısındakinin de aşık
olmasını ister. J. A.Lee Buna göre bu mor sevgi tarzıdır (kararımızla
cennetin bir karışımı);

114
Aşk, Mutluluk ve Pozitif Duygular

6. Aqape. Agape, sevgi, eros sentezdir. Aqape bir kişiyi vazgeçmeye ve


başkası için feda etmeye iter. Ne kadar heyecan verici ve etkili olursa
olsun, sevgilisinin başka biriyle mutlu olmasına izin vermeyi reddedi-
yor. J.A. Lee bu aşk tarzına turuncu (sarı ve kırmızı) stil denmiştir.
J.A. Lee kadınlar için stoogeutic, pragmatik ve erkeksi sevginin daha ka-
rakteristik olduğuna inanıyor. Çünkü onlar duygularının tutsaklarıdır. Öte yan-
dan, genç erkekler erotik aşkı, özellikle de onun "aşk" bileşenlerini tercih eder-
ler. J.A. Lee'nin teorisine dayanarak bazı insanların yeni bir sevgi tarzı yarat-
mak için lyudus-eros ve storeguludus'u da birleştirdiğini not edebiliriz. Bu in-
sanların sevgi stiline lyudus-eros ve storegullyudus denir:
Erudit eros stiline sahip insanlar her zaman hayattan memnunlar ve öz gü-
venleri problemleri çözmeye odaklanmıştır. Kederli heyecanı ve derin sevgi
duygularını sevmezler.
Partinin hayattan zevk almasına ve karşılığında samimi ilişkilerin tadını
çıkarmasına yardımcı olur. Kendi konforu ve “zevki”, ödenmediği zaman ilişki-
sini sona erdirir. Storge lyuduslu insanlar, sevginin “meyvesini” tatmak için
hayatlarını inşa etmezler. Duygularını ifade etmemeyi seçen, rahat ve iyi davra-
nan, hayallerinden ve arzularından çok uzak olan ve yaşamın genel seyrini kır-
mayan insanlar, tüm zamanlarını ve hayatlarını tek başına ona adamak için eşle-
rini veya partnerini seçerler. Kıskançlık sahnelerini sevmezler. İlişkiler, akut bir
yanlış anlama olduğunda da sona erer.
Kendi stilini tanımlayan herkes uygun bir sevgiliyi kolayca tanımlayabilir.
Tarz sahibi insanlar arasındaki dokunsal ilişkiler her zaman etkilidir. Örneğin;
Storge ve Pragma, arkadaşlık üzerine ilişkilerini kurabilecekler. Neşeli sevgili-
nin manevrası ne kadar az olursa manevra kabiliyeti o kadar az olur, hayatı o
kadar mutlu olur.
J. A. Lee'nin teorisine ne kadar bağlı olursak olalım, gerçekler zaman ve
yaşam deneyiminin bir kişinin davranışı ve kişiliği üzerinde derin bir etkisi
olabileceğini göstermektedir. Ancak meslektaşlarının aksine, Kimden’e göre
aktif bir ilginin olmadığı yerde, sevgi yoktur. E. Fromm şöyle yazar: "İnsanın
varlığında, içeriği yaratan sorunun tek cevabı aşktır" (Fromm, E. 2018).

115
Pozitif Psikoloji

KAYNAKLAR
Eski Ahit ya da İsa Mesih'in Müjdesi. İncil Çeviri Enstitüsü - Stockholm. 1991.
Ackerman D. Laryu tarihinde aşk İncil'de Zaten Seks. M., 1995.
Adler A. Bireysel psikoloji pratiği ve teorisi. M., 1995.
Aleshina Yu.E., Borisov I.Yu. Eş ilişkilerinin karmaşık bir göstergesi olarak cinsel
farklılaşma // Moskova Devlet Üniversitesi Bülteni. Ser. 14, psikoloji. 1989. No.
2. S. 44-45.
Alexandrova N.V., Justitskis V.St.Petersburg: Peter, 2000. S. 287-307.
Aquinas. T. Teoloji toplamı. Bölüm I. Sorular 1-43: 5-94773-003-0, 966-521-161-7.
Yayıncı: Kiev: Elga, Nika-Center, Elkor-MK, Bookplate. 2002. Eremeev,
A.A.'nın çevirisi Yudin.
Azarova E.A. Ahlaki bilinçte cinsiyet kalıp yargıları sorunu. qs f. Bilimler. 2000.
Bern E. İnsanların oynadığı oyunlar: İnsan ilişkileri psikolojisi; Oyun oynayan insanlar:
İnsan kaderi psikolojisi. M., 1997.
Bern E. İnsan sevgisinde seks. M., 1990.
Bodalev AA. İnsanın insan tarafından algılanması ve anlaşılması. M, 1982.
Bodalev A. A. Kişilik ve iletişim. Seçilmiş psikolojik çalışmalar. M., 1995.
Bodalev A. L. İletişim ve ilişkiler ilişkisi hakkında // Psikoloji Soruları. 1994. No. 1. S.
122-127.
Bodalev A.A. Kişilerarası ilişkiler psikolojisi (V.N. Myasishchev'in doğumunun yüzün-
cü yılında) // Psikoloji soruları. 1993, No. 2. S. 86-91.
Bowen M. Maneviyat ve kişilik merkezli yaklaşım // Psikoloji ile ilgili sorular. -1992. –
№ 3-4. S. 24-33.
Brown K. W., Ryan R. M. Mevcut olmanın faydaları: Farkındalık ve psikolojik iyi
oluşdaki rolü // Kişilik ve Sosyal Psikoloji Dergisi. 2003. Cilt. 84. S.822-848.
Chardin P. İNSAN OLAYLARI Çeviri ve notlar: A. A. Sadovsky M.: "İlerleme", 1965.
Craig, Grace J.; Don Baucum (2001). Human Development, ninth edition. Prentice hall.
Demirtaş, A. Yakın İlişkilerde Kıskançlık (Doktora Tezi). Ankara Üniversitesi. 2004.
Erol Choka, Bir Hastalık Olarak Aşk: Açıklanamayan Açık Senderoma Türkiye.Giz
Yayınevi 6 (2) s.33-41
Eysenck G. Yeteneklerinizi test edin. SPb.1996.
Freud S. Cinsel Sisler ve Normal Davranış, Verso A .. yazlık 1989.
Fromm E. “Sevgi Sanatı. 2018 Yayınevi AST.
Fromm E. Bağımsızlıktan kaçış İstanbul. Arıtan (Kemale, Aşk, Mutluluk ve Pozitif
Duygular , 2019) Yazlık ev. 1995.
Fromm E. Sahip Olmak ya da Olmamak, İstanbul. Artican Yazlık 2003.
Fromm E. Sevgi ve Şiddetin Kaynağı, İstanbul. Paul Yazlık 2003.
Fromm E. Sevme Sanatı, İstanbul. Çağaloğlu Yazlık. 2004.

116
Aşk, Mutluluk ve Pozitif Duygular

Gottman J., Joan Decller. Bir çocuğun duygusal zekâsı. Ebeveynler için Pratik Bir Reh-
ber M., Mann, Ivanov ve Ferber, 2015.
Heinz M. Olumlu zaman yönetimi: Mutlu olmak için nasıl yönetilir. - E .: Alpina Yayı-
nevi, 2014. - S. 35. - 128 s. - ISBN 978-5-9614-4795-8.
Hurda B. Düşünmenin öz düzenlemesi ve oluşumu. - Karaganda: KSU Yayınevi, 1987.
Izard, C. E. (1991). Emotions, personality, and psychotherapy. The psychology of emo-
tions. New York, NY, US.
Izard, C. E. (1994). Innate and universal facial expressions: Evidence from developmen-
tal and cross-cultural research. Psychological Bulletin, 115(2), 288-299. doi:
10.1037/0033-2909.
Izard, C. E., Dougherty, L. M., ve Hembree, E. A. (1983). A system for identifying
affect expressions by holistic judgments (AFFEX). Instructional Resources Cen-
ter, University of Delaware.
Jung K. G. Cinsel enerjinin dönüşümü ve yüceltilmesi. M., 1996.
Kernberg O. Aşk ilişkileri: Norm ve patoloji - M .: AST-PRESS, 2000.
Kon I.S. Seksolojiye giriş. M, 1988.
Kratohvil S. Aile-cinsel uyumsuzlukların psikolojisi. - E .: SPHERE, 1998. - 256 s.
Kupriyanchik L. Aşk psikolojisi. - M .: Prospect, 1998.
Kutter P. Aşk, nefret, kıskançlık, - SPb. : AKŞAM, 1998. - 250 s.
Levy-Bruhl L. L 36 İlkel düşünmede doğaüstü. - M .: Pedagoji-Press, 1994. - 608 s.
Lorenz K. Aynanın arka tarafı. M., 1998.S.38.
Lov Maralov, 2004, § 3. Kendini tanımanın yolları ve araçları / Bölüm 3. Bir amaç
süreci, güdüler, yollar, sonuçlar olarak kendini tanıma / Bölüm 1. Kendini tanıma
psikolojisi / Bölüm I. Kendini tanıma ve kendini geliştirmenin kuramsal temelleri.
Lorenz K. Evrimi ve davranış değişikliği 1966. 467-480 E. Isard; Ed. L. Ya.
Maralov, 2004, § 1. Kendini tanıma kavramı / Bölüm 1. Kendini tanımanın genel özel-
likleri / Bölüm 1. Kendini tanıma psikolojisi / Bölüm I. Kendini tanımanın ve
kendini geliştirmenin teorik temelleri.
Mattes ve Khan, 1975, cit. tarafından: Doğumdan Ölüme İnsan Psikolojisi, 2001.
Modern dünyada erkek ve kadın: değişen roller ve görüntüler. - M .: Düşünce, 1999.
Nevzat Tarhan, Karşılıklılık, İstanbul. Çağaloğlu Yazlık. 2014.
Pyurkov Yu.B. Üç sürüş: Aşk, dün, bugün, yarın. Minsk, 1986.
Rollo May, Sevgi ve İrade, İstanbul. Okuyanus. 2010.
Satyr V. Siz ve aileniz. - E .: April Press, EKSMO-Press, 2001.
Schneider L.V. Aile Psikolojisi: Liseler için bir Ders Kitabı. 2. baskı - E .: Akademik
Proje; Yekaterinburg: İşletme Kitabı, 2006.
Shcherbatykh Yu Luvi ve seks psikolojisi. Moskova. Neill. 2009.
Sky dergisi. - 1986. - T. 7. - N2.
Teilhard de Chardin P.İnsan / önsöz olgusu. Ve iletişim. B. A. Starostina; başına. fr ile.

117
Pozitif Psikoloji

N. A. Sadovsky. - M: Nauka, 1987. - 240 s. (Reissue). a.


Tnedor Relk, Aşk ve Şehvet. Ankara. Avrupa yazlık ev.2010.
Zengin E. M. Hiçbir şey insan ... M., 1985.
Zungur Mehmet Z. Aşk. Evlilik. Sadakatsizlik. İstanbul. Çağlayan. 2017.
Mutluluk // Fasmer'in Etimolojik Sözlüğü. Mutluluk // TSB Dopamin | Kendinize iyi bakın;
Dalai Lama XIV. Mutluluğun iki yolu. // Budist pratik: Anlam dolu bir yaşama giden
yol = Nasıl Pratik Yapılır. Anlamlı Bir Yaşama Giden Yol / Baş. A. Kapanadze.
http://iph.ras.ru/uplfile/histph/yearbook/2011/hphy-2011_stoliarov.pdf

118
6 POZİTİF PSİKOLOJİDE BİLİNÇLİ
FARKINDALIK

Bu bölümü okuduğunuzda
Cem Malakcıoğlu

1. Bilinçli farkındalığın tanımı ve genel açıklamalarını,


2. Bilinçli farkındalığın temel yönleri ve bilinçli farkındalık ile ilgili kavramları,
3. Bilinçli farkındalığın pozitif psikolojideki yerini,
4. Pozitif psikolojide bazı bilinçli farkındalık uygulamalarını öğreneceksiniz.

Bilinçli farkındalığın pozitif psikolojideki önemi bu bölümde kısa bir şe-


kilde ele alınacaktır. Bilinçli farkındalık son yıllarda cazibesi artan bir psikolo-
jik araştırma konusu hâline gelmiştir. Bilinçli farkındalık hakkında bilimsel
psikoloji dergilerinde çok sayıda araştırma makalesi ve psikoloji kitaplarında
çok çeşitli bölümler bulunabilir. Meditasyona dayalı bir uygulama olarak aslın-
da yüzyıllardır var olmasına rağmen özellikle 1970'ten beri psikoloji akademis-
yenlerinin ve öğrencilerinin bilinçli farkındalığa olan ilgileri giderek artmakta-
dır (Williams ve Kabat-Zinn, 2013). Ayrıca, bu kitap boyunca farklı yönlerden
ele alındığı üzere, pozitif psikolojinin de son yıllardaki popülaritesi giderek
artırmaktadır. Bunlardan yola çıkarak merak edilen, pozitif psikoloji ve farkın-
dalık arasındaki gerçek ve benzersiz ilişki nedir?
Bilinçli farkındalık mevcut anda tam bir kabul ile ve yargılama olmaksızın
bilinçli olarak deneyimlenen bir farkındalık biçimidir (Grecucci ve diğ., 2015);
gerçekten “farkındalık özel bir şekilde dikkat vermektir: bilerek şimdiki zaman-
da ve yargısız olarak” (Kabat-Zinn, 1994, s.4). Bu tanım, uygulayıcının bireyin
iç ve dış deneyimlerine hiç yargılayıcı olmayan bir şekilde yaklaşması gerektiği
anlamına gelir (Hart, Ivtzan ve Hart, 2013). Ayrıca, birçok çalışmada bilinçli
farkındalığın bireylerin refahını arttırdığı bulunmuştur (örn., Brown ve Cordon,
2009; Brown, Ryan ve Creswell, 2007; Deci ve Ryan, 2008). Kavramsallaştır-
ma için hangi perspektiften yararlanıldığına bakılmaksızın, bilinçli farkındalığın
aslında çok olumlu bir kavram olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin, farkındalık
Gestalt terapinin temel kavramlarından biridir. Gestalt terapide ancak farkında-

119
Pozitif Psikoloji

lık yoluyla kişi kendini gerçekleştirebilir ve farkındalık olmadan çok sayıda ve


çeşitli psikolojik sorunlar ortaya çıkabileceği ifade edilmektedir. Farkındalık
eksikliği en nihayetinde ihtiyaçların karşılanmasında başarısızlığa yol açabilir.
İhtiyaçlar karşılanmazsa bastırılırsa veya göz ardı edilirse kişinin iyilik hâli
tehlikeye girebilir.
Sanat eserlerinde bilinçli farkındalık özellikle takdir edilmiştir. Tüm sanat
türleri duyuları deneyimleyerek şimdiki zamanda kalma ihtiyacını vurgular.
Gerçek farkındalık, görme, duyma, dokunma, koklama ve tatma yolu ile duyu-
sal farkındalık ile başlar. Bir sanat dalı olarak edebiyatta da farkındalığı arttır-
manın bir yolu olarak duyulara odaklanan eserler vardır. Örneğin, ünlü Türk
şairi Orhan Veli farkındalığın değerini vurgulayan şiirler yazmıştır.

İstanbul’u Dinliyorum
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalı Çarşı;
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa;
Güvercin dolu avlular.
Çekiç sesleri geliyor doklardan,
Güzelim bahar rüzgârında, ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Orhan Veli Kanık, 1947 (2018)
Bu şiirde, kişinin şimdiki varoluşuna ulaşmak için tüm duyularını bütün-
leştirme hâlini görmek mümkündür. Şehrin birçok özelliği vardır ve şair Orhan

120
Pozitif Psikolojide Bilinçli Farkındalık

Veli'nin hayalinde bunların tümü eşsiz şekilde deneyimlenmektedir. Kişinin


fenomenolojik alanında, şehir ancak duyular aracılığıyla yaşanabilir. Aslında
farkındalık duyuların harekete geçmesiyle başlar ve kişinin sınırsız kendini
gerçekleştirme olasılıklarının farkına varabilmesi için zihinde devam eder. İyilik
hâli, bilinçli farkındalık yoluyla bu kendini gerçekleştirme potansiyeli ile bağ-
lantılıdır.

1. BİLİNÇLİ FARKINDALIK YÜKSELİŞTE


Günümüzde insanlar, bireyselden toplumsala, yerelden küresele çeşitli so-
runlar ile karşı karşıyadır. Eğitimden sağlığa, siyasetten ekonomiye pek çok
alanda yaşanan zorluklar, insanların olumsuz bir ruh hâline bürünmesine yol
açmaktadır. Pozitif psikoloji, insanların yaşadığı türlü sorunlara karşı kendileri-
ni daha iyi hissedebilmelerini amaçlamaktadır. Pozitif psikoloji, iyi oluş (well-
being) için kişinin güçlü yanlarını geliştirerek yaşam memnuniyetini arttırması-
na odaklanır. Diğer bir deyişle, pozitif psikoloji insanı nelerin güçsüzleştirdiği-
ne değil, insanların nasıl daha güçlü hâle gelebileceğine yöneliktir. Bunun için
de insanların olumlu deneyimlerinin ortaya çıkarılması gereklidir.
Pozitif psikoloji, insanların olumlu deneyimlerine (iyilik hâllerine) üç za-
man boyutunda yaklaşmaktadır (Hefferon ve Boniwell, 2018):
1- Geçmişteki deneyimler, ortalama iyi oluş, rahat hissetme ve yaşamdan
doyum alma
2- Şimdiki mutluluk hissi ve mevcut anda yaşamak
3- Gelecekle ilgili iyimserlik ve umut
İnsanın geçmişten geleceğe bütün bu zaman boyutlarındaki iyilik hâlini
şimdi ve burada fark edebilmesinin sağlanması, pozitif psikolojinin ana hedefle-
rindendir. Pozitif psikoloji insanların yaşamlarındaki geçmişte olmuş, şimdi
olan ve gelecekte olması muhtemel olumsuzluklara ve eksikliklere odaklanan
tüm anlayışlara meydan okuyarak insanlarda olumlu duygulanımları, olumlu
düşünceleri ve olumlu davranışları egemen kılmayı önemsemektedir. Zaten
olumlu düşünceler, duygular ve davranışlar, insanların kendilerini iyi hissetme-
lerini destekleyerek olumlu düşünce-duygulanım-davranış döngüleri oluşmasını
sağlayacaktır. Böylece, insanlarda iyilik hâli yaşam boyu sürekli pekişerek geli-
şecektir.
Bilinçli farkındalık sayesinde insanlar geçmiş için üzülmeden ve gelecek
için endişe etmeden şimdiki zamanda keyifli bir biçimde nasıl yaşayabilecekle-
rini keşfederler. Öyle ki zaten geçmiş çoktan olup bitmiştir ve hâliyle tekrar

121
Pozitif Psikoloji

yaşanamaz. Gelecek ise henüz gelmemiştir ve sadece ihtimallerden ibarettir.


Şimdiki zaman ise insanın elindedir, bu anın nasıl yaşanacağını bilinçli farkın-
dalık sayesinde insan kendisi belirleyebilir. Bilinçli farkındalık esasında günü-
müz psikolojisinin doğurduğu bir kavram değildir, tarih boyunca çeşitli mede-
niyetlerde, Doğu ve Batı kültürlerinde, farklı inanç türlerinde kendisini türlü
biçimlerde göstermiş bir kavramdır. Bilinçli farkındalığa duyulan yoğun ihtiyaç
nedeniyle bu kavram günümüzde tekrar popüler hâle gelmiştir.
Bilinçli farkındalık (mindfulness) kavramının günümüzde kullanılan tüm
dillerde bir karşılığı olduğu anlaşılmaktadır. Yaygın kullanılan bazı dillerdeki
söyleniş şekilleri şöyledir:
osoznannost (Rusça)
atención plena (İspanyolca)
vnimatelnost (Bulgarca)
noimosýni (Yunanca)
sachetan (Hintçe)
zhèngniàn (Çince)
achtsamkeit (Almanca)
pleine conscience (Fransızca)
chuibuka-sa (Japonca)
uwaznosc (Lehçe)
tankefullhet (Norveçce)
aldhdhahan (Arapça)
Günümüzde bilinçli farkındalığın öncüsü sayılan Jon Kabat-Zinn’e göre
bilinçli farkındalık, burada şu anda ve mümkün olan her zaman her yerde tepki-
sellikten uzak ve öznel bir biçimde, kendini ve diğerlerini yargılamadan, açık
yüreklilikle ve samimi bir şekilde dikkati yoğunlaştırmak sayesinde gelişebilir
(akt., Alidina, 2019). Bu tanım içindeki kavramlara birer birer biraz daha ayrın-
tılı odaklanılırsa:
1- Şu an: İnsanın şimdi ve burada tüm zihniyle ve bedeniyle bütünsel bir
şekilde var olması. Bilinçli farkındalık ancak ve sadece şimdi ve burada
yaşanabilir.
2- Tepkisellik: Biyolojik alt yapıya ve geçmişteki öğrenmelere dayanarak
durumlara otomatik tepkiler verme; zihinsel kontrol sağlama yerine

122
Pozitif Psikolojide Bilinçli Farkındalık

kontrolsüz ani tepkiler verme. Bilinçli farkındalık, tepkiselliği mümkün


olduğunca azaltmaktır.
3- Yargılama: İnsanın yaşadığı veya yaşama ihtimali olan durumları yargı-
lamaya yönelik güçlü bir isteği vardır; iyi ve kötü gibi bazı basit sınıf-
landırmalar ile zihinsel yapılar anlamlandırılmaya çalışılır. Bu yargıla-
malar, insanın kendi algılarından oluşan öznel dünyasını katı bir biçim-
de şekillendirir. Bilinçli farkındalık, yargılamalara karşıdır; her durum
kendi koşulları içinde (bağlamına uygun biçimde) ve yargılamadan ya-
şanmalıdır.
4- Açık yüreklilik ve samimiyet: Açık yürekli ve samimi olmak, insanın
deneyimlerine şefkat, sıcaklık, nezaket, anlayış ve benzeri olumlu tu-
tumları katmak demektir. Bu sayede, insandan insana olumlu bir duygu-
lanım sirayet eder ve bilinçli farkındalığın devamlılığı sağlanır.
5- Dikkat: Farkında olmak demek, ilgilenilen şey her neyse dikkati tam an-
lamıyla onun üzerinde odaklamak demektir. Dikkat olmadan, farkında-
lık oluşmaz. İnsan zihni, türlü kapasiteleriyle dikkati istediği noktaya
yoğunlaştırma donanımına sahiptir.
Jon Kabat-Zinn’e göre bilinçli farkındalığın gelişimi bir öğrenme sürecidir ve
insanın kendini gerçekleştirme ihtiyaçları içinde ele alınabilir (Ivtzan ve Lomas,
2016). Her ne kadar günümüzde önemi gittikçe artsa da egemen ve olumsuza odak-
lanan psikoloji anlayışının içinde bilinçli farkındalığa yeterince önem verilmediği
anlaşılmaktadır. Oysa bilinçli farkındalık sayesinde insan, kendini sınırlandıran ve
kendini gerçekleştirmesinin önündeki engelleri daha kolay ve etkili bir şekilde aşa-
bilir. Bilinçli farkındalığın pozitif psikoloji içerisindeki yeri önemini anlamak için
bilinçli farkındalığı daha detaylı incelemeye ihtiyaç vardır.
Bilinçli farkındalığın temelinde yargılamayan ve kabul edici bir tutum ya-
tar; bunun için kişinin içsel ve dışsal kaynaklarını yargılamadan kullanması ve
durumları olduğu gibi kabul etmesi beklenir (Hart, Ivtzan ve Hart, 2013). Bi-
linçli farkındalık kökenlerini Budist gelenekten almaktadır ve buna göre psiko-
lojik iyilik hâlini arttırmak birincil hedef olarak belirlenmiştir (Shapiro, 2009).
Bilinçli farkındalık uygulamacıları, Budist geleneklerden beslenerek şefkat,
samimiyet, sıcaklık, anlayış gibi olumlu psikolojik hâlleri kullanarak kişinin
iyilik hâlini geliştirirler. Bilinçli farkındalık yoluyla, bir anlamda kişinin mane-
viyatının da yükseltilmesi amaçlanır; böylece, kişiler bir manevi ‘aydınlanma’
(enlightenment) yaşarlar (Ivtzan ve Lomas, 2016). Ivtzan ve Lomas (2016),
Batı’da egemen olan psikoloji anlayışında aydınlanmanın her ne kadar ontolojik

123
Pozitif Psikoloji

ve epistemolojik olarak kavramsallaştırılmasının zorluğuna işaret etseler de


gerekliliğini vurgulamışlardır. Dolayısıyla Batı psikolojisinde benzer amaçları
gerçekleştirmeyi hedefleyen bazı yaklaşımlar ve müdahale programları gelişti-
rilmiştir. Örneğin, Jon Kabat-Zinn tarafından geliştirilen “Bilinçli Farkındalık
Temelli Stres Azaltımı” (MBSR = Mindfulness-Based Stress Reduction), Bi-
linçli Farkındalık Temelli Bilişsel Terapi (MBCT = Mindfulness-Based Cogni-
tive Therapy) ve Marsha Linehan tarafından geliştirilen Diyalektik Davranış
Terapisi (DBT = Dialectical Behavior Therapy). Bunlara daha çok sayıda araş-
tırma temelli veya yayımlanmamış psikolojik müdahale modelleri dâhil edilebi-
lir. Bu yaklaşımların, psikozdan depresyona, kronik ağrıdan travmatik stres
bozukluğuna çok çeşitli psikolojik sorunları azaltabildiği çeşitli araştırma bul-
gularıyla kanıtlanmıştır (Bach ve Hayes, 2002; Grossman ve diğ., 2004; Kabat-
Zinn, 1982; Linehan, 1993; Teasdale ve diğ., 2000; akt., Ivtzan ve Lomas,
2016).
Batı’da egemen psikolojik müdahalelerde odak noktası, daha önce de be-
lirtildiği üzere belirti azaltma (symptom-reduction) yani olumsuzluğa odaklı
olmasına rağmen bu yukarıda bahsedilen Batı’daki yaygın bilinçli farkındalık
uygulamaları olumlu duygulanımın arttırılması, bilişsel işlevselliğin olumlu
hâle çevrilmesi, düşüncelerin yeniden çerçevelendirilmesi, kişiler arası etkile-
şimin geliştirilmesi, olumlu duygu düzenleme ve benzeri olumlu odaklar ortaya
koymuştur (Geschwind, Peeters, Drukker, Van Os ve Wichers, 2011; Goleman,
2006; Hölzel, 2011; Ryan v Deci, 2000; akt., Hanley ve Garland, 2014). Bura-
dan görüleceği üzere, bilinçli farkındalık uygulamaları önemli ölçüde olumlu
psikolojiye dayanmaktadır.
Shapiro, Carlson, Astin ve Freedman (2006), bilinçli farkındalığın üç te-
mel dayanak noktası olduğu üzerinde durmuşlardır:
1- Niyet (Intention)
2- Dikkat (Attention)
3- Tutum (Attitude)
Yazarların işaret ettiği üzere burada özellikle niyet, bilinçli farkındalığın
pozitif psikolojiyle bütünleşmesini vurgulamaktadır. Niyet, uygulamacının bi-
linçli farkındalığı hangi amaç ve motivasyon ile işe koştuğunu ifade eder. Özel-
likle bilinçli farkındalık temelli uygulamalarda uygulamacının niyetini önceden
saptaması gereklidir çünkü niyet sonraki aşamalar için belirleyicidir. Jon Kabat-
Zinn’in (1990) deyişiyle: “niyetler olasılıklar için sahneyi hazırlar ve kişilere an
be an neden bu uygulamanın içinde olduklarını hatırlatır” (s.32). Niyetin sadece

124
Pozitif Psikolojide Bilinçli Farkındalık

amaç ve süreç belirleme olmadığının, manevi olarak kişiyi sürece etkin bir şe-
kilde dâhil ettiğinin de anlaşılması önemlidir. Niyet, bilinçli farkındalık uygu-
lamalarının hepsinde temelde vurgulanmakla birlikte pozitif psikoloji için de
önemine dikkat çekilmiştir. Pozitif psikoloji uygulamacıları patolojinin iyileşti-
rilmesine, olumsuz düşüncelerin ve duyguların veya uyumsuz davranışların
düzeltilmesinin hedeflenmesi yerine olumlu duyguların, davranışların ve düşün-
celerin yükseltilmesine niyet etmelidir (Sin ve Lyubomirsky, 2009). Acaba bah-
sedildiği ve beklendiği üzere pozitif psikolojiyle uyumlu olması beklenen bi-
linçli farkındalık uygulamaları gerçekte böyle midir?
Günümüzde çeşitli bilinçli farkındalık temelli (mindfulness-based) uygu-
lamalara bakıldığında uygulamaların amaçları arasında bazı olumsuz psikolojik
değişkenlerin azaltılması olduğu da görülmektedir. Bu en azından kısmen eksik-
lik-temelli (olumsuza-odaklı) yaklaşımlarda, örneğin; stresin, depresyonun,
kaygının, uykusuzluğun, saldırganlığın, ağrının, madde kötüye kullanımının ve
benzerlerinin azaltılması amaçlanır ki aslında bu durum, bilinçli farkındalığın
ruhuna aykırıdır. Bilinçli farkındalık, sağlığa (toplam iyi oluşa) olumlu bir açı-
dan yaklaşılması gerektiğini vurgular. Öyle ki pozitif psikolojiye göre psikolo-
jik bir rahatsızlığın bulunmaması sağlıklı olma hâlini yordamaz. Diğer bir ifa-
deyle, hastalığın olmaması veya ortadan kalkması, kişinin sağlıklı olduğu anla-
mına gelmez. Pozitif psikolojiye göre psikolojik iyilik hâli psikolojik sorunların
ortadan kalkmasından daha öte, kişinin olumlu değişkenlerle ve bunların sonuç-
larıyla donanması anlamına gelir. İşte bu anlamda, bilinçli farkındalık uygula-
maları kişilerin daha olumlu bir psikolojiye bürünmesi amacıyla işe koşulabilir.
Olumsuz değişkenleri kısmen veya tamamen azaltmaya odaklı bilinçli farkında-
lık uygulamaları elbette bunun dışındadır.
Shapiro, Carlson, Astin ve Freedman (2006) tarafından vurgulanan, niyetten
sonra gelen ve bilinçli farkındalık uygulamalarının diğer iki dayanak noktası olan
dikkat ve tutum ancak niyet uygun olduğu hâlde geçerli hâle gelir. Başka bir deyiş-
le, niyet doğru belirlenmez ise dikkat ve tutum, bilinçli farkındalık uygulamalarının
amacına hizmet etmesini sağlayamaz. Her ne kadar pek çok araştırma, bilinçli far-
kındalık uygulamalarının olumsuz değişkenleri ortadan kaldırmasına odaklansa da
(örn., Hölzel ve diğ., 2011), bilinçli farkındalığın ruhuna uygun olan bazı araştırma-
lar olumlu değişkenleri artırmaya odaklanmıştır (örn., Garland, Gaylord ve Fred-
rickson, 2011). Buradan olumsuz değişkenleri azaltmaya odaklanan bilinçli farkın-
dalık uygulamaları yararsızdır veya yanlıştır sonucu çıkmamalıdır; bilinçli farkında-
lığın ruhuna uygun uygulamaların pozitif psikolojiye de hizmet edecekleri anlaşıl-
malıdır. Bilinçli farkındalık uygulamalarının ne kadar çeşitli olabildiği dikkate alın-
dığında pozitif psikolojiye daha yakın olanlarda özüne uygun bir şekilde özellikle

125
Pozitif Psikoloji

niyetin vurgulandığı hemen fark edilebilir. Buraya kadar söylenenler bir araya geti-
rilirse pozitif psikoloji kişinin iyi oluşunu arttıran çeşitli yollar üzerinde durmaktadır
ve bu yolların en etkililerinden birinin bilinçli farkındalık temelli uygulamalar oldu-
ğu açıktır.

2. POZİTİF PSİKOLOJİDE BİLİNÇLİ


FARKINDALIK HAKKINDA DAHA FAZLASI
İyi oluşun bazı temel bileşenleri, yeni deneyimler geçirmeyi, yeni macera-
lara açık olmayı, şimdi ile aktif olarak ilgilenmeyi, yargılayıcı olmamayı, ken-
dinin ve diğerlerinin hem olumsuz hem de olumlu taraflarını koşulsuz kabul
etmeyi kapsayan farkındalık dolu bir tutuma sahip olmaktır. Bu bilinçli farkın-
dalık tutumu, olumsuz bir durumun dahi olumlu yanlarını tanımlamayı, olumsuz
durumları bile olumlu yanlardan tanımlayabilmeyi, istikrarlı bir durağanlık
içinde dahi değişkenliği aramayı, birlikte var olan ve belki de birbiriyle çatışan
durumları ayırt etmenin yeni yollarını keşfetmeyi içerir. Tüm bu bilişsel değer-
lendirme biçimleri, olasılıkları kabul etmeyi ve bunların çoğunu deneyimleme
konusunda güçlü olmayı içerir. Bilinçli farkındalık, hem fiziksel hem de psiko-
lojik olarak olumlu bir yaşam sürmede, bütün bu zihinsel kapasitelerin gerekli-
liğini vurgular.
Sağlığı iyileştirmek ve ruh hâlini yükseltmek için bilinçli farkındalık
önemli fırsatlar sunmaktadır. Bilinçli farkındalık, 90'lı yılların başından beri
büyük ölçüde dikkat çekmeye başladı. Yakın zamana kadar, sağlıkla ilgili alan
yazında çoğunlukla ilk nesil MBI'lara (Mindfulness-Based Interventions = Bi-
linçli Farkındalık Temelli Müdahaleler) odaklanılmıştır. Önde gelen ilk nesil
MBI'lar, Kabat-Zinn (1990) tarafından geliştirilen MBSR (Mindfulness-Based
Stress Reduction = Bilinçli Farkındalık Temelli Stres Azaltma) ve üçüncü dalga
CBT (Cognitive and Behavioral Therapy = Bilişsel Davranışçı Terapi) müdaha-
lelerinin bir parçası olan MBCT'nin (Mindfulness-Based Cognitive Therapy =
Bilinçli Farkındalık Temelli Bilişsel Terapi) depresyon ve kaygı bozukluklarını
birinci ve ikinci dalgalardan daha etkili tedavi edebildiği bilinmektedir (Shonin
ve Van Gordon, 2015). Bu kanıta dayalı müdahalelerle ilgili prestijli bilimsel
psikoloji ve sağlık bilimleri dergilerinde binlerce makale yayınlanmıştır.
MBSR başlangıçta adından da anlaşılacağı gibi stresi yönetmek ve kronik
ağrı, kaygı ve depresyon semptomlarını azaltmak için tasarlanmıştır. MBCT’de
ise özellikle depresyonun nüksetmesini önlemek amaçlanmıştır. Her iki prog-
ram da deneysel olarak sınanmıştır ve duygulanım bozuklukları ile ilgili çeşitli

126
Pozitif Psikolojide Bilinçli Farkındalık

semptomları hafifletmek için başarıyla kullanılmıştır (Van Gordon, Shonin ve


Griffiths, 2015). Daha önce de belirtildiği gibi, ağırlıklı olarak odak noktaları
geleneksel Batı kökenli psikolojiye uygun olarak stres, kaygı ve depresyon gibi
olumsuz değişkenleri azaltmaktır. Bu durum pozitif psikolojinin felsefesine
aykırıdır. İlk nesil MBI'lar büyük ölçüde olumsuz belirtilere odaklansa da bu
onların pozitif duyguları, pozitif bilişsel işlevselliği, daha iyi kişiler arası etkile-
şimleri artırmak gibi amaçları olmadığı anlamına gelmez; özellikle Budizm’deki
farkındalık odağı, olumlu yanları besler (Shonin ve diğ., 2015).
İkinci nesil MBI'lar ise pozitif psikolojiyi daha fazla vurgular. Bunlardan
iki örnek, Bilinçli Farkındalığın Pozitif Psikolojideki Uygulamaları başlıklı
bölümde verilmiştir. Pozitif psikoloji ve bilinçli farkındalık arasındaki ilişkiyi
daha iyi keşfetmek için bilinçli farkındalıkla sorgulama döngüsünün (Şekil 1)
oldukça iyi bir çerçeve sağladığı düşünülmektedir. Sorgulama, döngünün çevi-
rici gücüdür: Ne, Neden, Ne zaman, Nerede, Kim, Nasıl? (5N-1K modeli):
- Ne yapıyorum?
- Neden yapıyorum?
- Ne zaman yapıyorum?
- Nerede yapıyorum?
- Kim ile yapıyorum?
- Bunu nasıl yapıyorum?

Ne?

Nasıl? Neden?

Kim? Ne zaman?

Nerede?

Şekil 1. Bilinçli farkındalıkla sorgulama döngüsü (5N-1K modeli).

127
Pozitif Psikoloji

Bunlar bilinçli farkındalıkla sorgulanırken zihinsel sağlığı korumak için


sorulara olumlu cevaplar vermek önemlidir. Örneğin,
S: Şu anda ne yapıyorum?
C: Müzik dinliyorum.
S: Neden müzik dinliyorum?
C: Kendimi daha iyi hissetmek ve motivasyon için.
S: Ne zaman müzik dinliyorum?
C: Şimdi.
S: Nerede müzik dinliyorum?
C: Odamda.
S: Kiminle müzik dinliyorum?
C: Arkadaşımla. Paylaşmak harika.
S: Nasıl müzik dinliyorum?
C: Her notanın keyfini çıkararak melodik akıştaki her değişikliğe katılarak.
Bu örnekteki bilinçli farkındalıklı sorgulama, bilinçli farkındalığı pozitif
psikoloji ile birleştirmenin iyi bir örneğidir. Bilinçli farkındalık olumlu dene-
yimlerle büyük bir sinerji yaratabilir. Garland ve diğ. (2015), bilinçli farkındalık
müdahalelerinin pozitif değişkenleri artırabileceği potansiyel yolları sergilemek
için Bilinçli Farkındalık-Anlam kuramını önermişlerdir. Kuramın bir parçası
olarak bilinçli farkındalık uygulamalarının tadını çıkarmayı zenginleştirmeyi
desteklediklerini öne sürmüşlerdir. Tadını çıkarma, gönüllü olarak katılmayı,
deneyimi uzatmayı ve yaşanan anın değerini bilerek alınan zevki artırmayı sağ-
lar (Shonin, Van Gordon ve Griffiths, 2014a). Tadını çıkarma, meditatif dene-
yimlerin ayrılmaz bir parçasıdır (Shonin, Van Gordon ve Griffiths, 2014b).
Deneyimin kendisi, bir kazanın ardından birisini kaybettikten sonra keder ve
psikolojik ağrı gibi bazı olumsuz yükler taşıyor olsa bile yine de mesela kendine
şefkat şeklinde bilinçli farkındalığa ihtiyaç vardır: “Bu kaybı ben istemedim ya
da buna ben neden olmadım, hayır kendimi suçlamama gerek yok. Bu sadece
bir kazaydı ve herkesin başına gelebilirdi. Bu bana kendimi ve değer verdikle-
rimi korunmamı sağlayacak bir şeyler öğretiyor. Daha güçlü olacağım.” Bilinçli
farkındalıkla anlamı bulmak için uygun seçimler yaparak ve sorumluluk alarak
bu tür bir deneyimin dahi tadını çıkarmak mümkündür. Anlam verme, psikolo-
jik olgunlaşmanın bilinçli farkındalıklı bir parçasıdır.
Bireylerin günlük yaşamlarında hoş olan veya olmayan pek çok olaylar
meydana gelir. Olumsuz deneyimler zaman zaman olumlulara daha ağır basabi-

128
Pozitif Psikolojide Bilinçli Farkındalık

lir. Örneğin, herhangi bir fiziksel neden tespit edilmediği hâlde şiddetli ağrıları
olan fibromiyalji hastaları vardır. Fibromiyalji, yetişkinlerin yaklaşık %3'ünü
etkileyen bir tür kronik ağrı bozukluğudur; kas, eklem ve iskelet ağrısı, uyku
problemleri, kötü yaşam kalitesi, bilişsel bozukluklar (örn., hafıza sorunları),
olumsuz psikolojik sonuçlar (örn., stres, kaygı ve depresyon) ve kronik yorgun-
luk belirtileri yaşarlar (Van Gordon, Shonin, & Griffiths, 2016a). İlaveten, işsiz-
lik ve işlevsiz bir sosyal yaşam gibi başka birçok psiko-sosyal sorun yaşanabilir.
Bir meta-analiz çalışmasından elde edilen bulgular, bilinçli farkındalık temelli
müdahalelerin fibromiyalji sendromlu bireylerin bu zorlukların üstesinden gel-
mesine ve sağlıklarını iyileştirmelerine yardımcı olduğunu göstermiştir (Lauche,
Cramer, Dobos, Langhorst ve Schmidt, 2013; akt. Van Gordon, Shonin ve Grif-
fiths, 2016a). Fibromiyalji hastalarına yardımcı olmak için bilinçli farkındalık
temelli uygulamaların kullanılmasını öneren benzer bulgulara sahip kapsamlı
başka inceleme çalışmaları da bulunmaktadır (örn., Henke ve Chur-Hansen,
2014). Fibromiyaljiye benzer şekilde, madde bağımlılığı ve cinsel problemler
gibi diğer sorunları olan insanlar da meditasyon farkındalığı (bilinçli farkındalık
temelli) eğitimlerden yararlanmıştır (Van Gordon, Shonin ve Griffiths, 2016b,
2016c). Çeşitli fiziksel ve psikolojik sorunların üstesinden gelmek için bilinçli
farkındalığın kullanılmasını öneren gittikçe büyüyen bir alanyazın vardır.
İkinci nesil MBI'lar bilinçli farkındalık kuramına ve uygulamalarına yeni
bir istikamet ile daha güçlü bir itici güç erdiler. İkinci nesil müdahaleler, özel-
likle manevi doğasını vurgulama yoluyla, daha kapsamlı bir bilinçli farkındalık
tanımı sağlayarak ilk nesil MBI'lerin sınırlılıklarına işaret etmiştir (Van Gordon
ve diğ., 2014). İkinci nesil MBI'lar, maneviyat ve manevi açıdan büyüme vurgu-
lanarak sürekli bir akışta, tam şekilde, doğrudan ve daha özenli bir farkındalık
yaratan meditatif deneyimler nedeniyle birinci nesil müdahalelerden önemli
ölçüde farklıdır (Shonin, Van Gordon ve Griffiths, 2015). Güçlendirilmiş ma-
neviyata ek olarak ikinci nesil MBI'ların (Van Gordon, Shonin ve Griffiths,
2015) başka uzantıları da vardır:
1- Çok sayıda meditatif teknik
2- Daha yüksek etik duyarlılık
3- Uygulayıcılar için daha iyi eğitim ve süpervizyon
Maneviyatı kolaylaştırarak ve tüm bu ek gelişmeleri sağlayarak bilinçli
farkındalığa dayalı yeni uygulamalar, bireylerin toplam refahını arttırmak için
ve çok çeşitli sorunlarla başa çıkmada daha etkili ve verimli hâle gelmiştir (Van
Gordon, Shonin, Lomas ve Griffiths, 2016). Farkındalık, hayatı memnuniyet

129
Pozitif Psikoloji

içinde yaşama şansını artırır. Her an gerçekleşen pek çok olumlu olaylar vardır
ancak Ivtzan'ın (2016) ana hatlarıyla belirtildiği gibi, bunların keyfini çıkarmak
için haberdar olmak çok önemlidir. Bilinçli farkındalık bütün bunları mümkün
kılan bir farkındalık modudur.
Bilinçli farkındalığın Budizm'den kaynaklandığı bilinen bir gerçektir ancak
tıpkı maneviyat gibi bilinçli farkındalık da herhangi bir dinden arındırılmıştır.
Kabat-Zinn ve takipçileri ile diğer Budist bilim adamları ve uygulayıcıları, çe-
şitli fiziksel ve psikolojik problemlerle başa çıkmanın yararlı ve tehdit edici
olmayan bir yolu hâline getirilmesi için meditasyonu kasıtlı olarak Budist felse-
fesinden yeniden şekillendirdiler. Budist kökenlerine kadar izlenirse bilinçli
farkındalık geleneksel olarak her türlü acıdan bir kurtuluş olarak görülüyordu.
Bugün hâlen, bilinçli farkındalık olumlu insani gelişmede önemli bir rol oyna-
maktadır. Bilinçli farkındalığın içine gömülmüş olan maneviyat, özgürlüğün
sınırları genişlemiştir. Evet, özgürlüğün bile sınırları vardır ve özgürlüğü asıl
tanımlayan sınırlarıdır. Zihni manevi olarak değiştirerek bilinçli farkındalık
içindeki tüm iç-gözlem ve yansıma biçimleri, sınırların daha iyi görülmesine
hizmet edecektir.
Maneviyatın çoğu tanımı, aslında aşkın bir varlığa bağlılığın bazı yönlerini
ifade eder; diğer bir deyişle, daha büyük bir anlamı yaşamayı belirtir. Benzetme
yoluyla, bilinçli farkındalık da meditasyondan faydalanabilir ancak meditasyo-
nun bilinçli farkındalıkta kullanılması zorunlu değildir, tıpkı maneviyatın din-
den ayrı olarak yaşanabileceği gibi. Din maneviyatı zenginleştirebilir ve dinî bir
yaşam manevi varlığa çok fazla katkıda bulunabilir. Benzer şekilde, meditasyo-
nun bilinçli farkındalığa çok fazla katkısı vardır. Kuşkusuz, meditasyon farklı
dinî uygulamalarda farklı biçimler alır, örneğin; İslâm’da semazenlerin dönme-
leri, Hinduizm’de aşkın meditasyon, Hristiyanlıkta dua merkezlenmesi, Tao-
izm’de çigong, vb. Yüzyıllar boyunca, tüm bu maneviyat gelenekleri insan var-
lığında çok fazla bilinçli farkındalık geliştirmiştir.
Bilinçli farkındalık ve maneviyat, temel bileşenleri ile birçok benzerliği
paylaşır. Gerçekten de bilinçli farkındalık ve onun manevi gelenekler içindeki
unsurları, bilinç, öz-farkındalık, öz-kontrol, kişi içi ve kişiler arası bağlılık ve
aşkınlık ile sınırlı olmayan paha biçilmez nitelikler geliştirmeye yardımcı olan
çok kapsamlı deneyimler sağlar. Maneviyat ve bilinçli farkındalık, dünyadaki
anlam bilincini geliştirerek evrene bağlılığa giriş görevi görür. Ek olarak bu
deneyimlerin ve var olma yollarının her ikisi de kendi kendine büyüme ve an-
lam yaratma olasılığı olarak herkes tarafından erişilebilirdir. Bu nedenle bu
fırsatlara ulaşmak için uygun seçimler yapmak kişisel sorumluluktur.

130
Pozitif Psikolojide Bilinçli Farkındalık

Maneviyat
Bilinçli
Farkındalık

Şekil 2. Bilinçli farkındalık ve maneviyat ilişkisi.

Bütüncül bir gerçeklik farkındalığı olarak maneviyatın tüm kavramsallaştır-


maları, başlangıç noktası için içsel farkındalığı (öz-farkındalığı) şart koşar. Her
insan bu dünyaya, çoğu gelişimsel araştırmada belirgin olarak görüldüğü üzere,
bu kapasiteyle gelir. Sözlü ya da sözlü olmayan iletişim, öz-farkındalığı arttırır ve
hatta farkındalığı daha da arttırmak için bu kapasiteyi kişiler arası ve aşkın sevi-
yeye taşır. Maneviyatta da içkin olan bu farkındalık hissiyatı, bilinçli farkındalık
ile yakınlaşarak birindeki artışın diğerindeki artışı etkileyeceğini açığa vurur.
Ayrıca insana has özellikler arasından yaratıcılık ve spontanite, özellikle ikinci
nesil bilinçli farkındalık temelli müdahalelerde bulunan farklı yaratıcı ve spontan
uygulama biçimleriyle bilinçli farkındalığın artmasına katkıda bulunmaktadır.

3. BİLİNÇLİ FARKINDALIĞIN POZİTİF


PSİKOLOJİDEKİ BAZI UYGULAMALARI
Bu bölümde, ana hatlarıyla belirtilen ve pozitif psikoloji açısından bilinçli
farkındalığa dayalı iki örnek müdahale programı vardır: 1) Bilinçli Farkındalığa
Dayalı Güçlü Yönler Uygulama Programı (Mindfulness-Based Strengths Practi-
ce Program = MBSP) (Niemiec, 2014) ve 2) Pozitif Bilinçli Farkındalık Prog-
ramı (PMP) (Ivtzan, 2016).

3.1. Bilinçli Farkındalığa Dayalı Güçlü Yönler Uygulama


Programı (MBSP)
Bilinçli Farkındalık Temelli Güçlü Yönler Uygulama Programı (MBSP),
insanların karakterlerindeki güçlü yanları anlamalarını ve geliştirmelerini des-
tekleyen ve Niemiec (2014) tarafından geliştirilen bir müdahale programıdır.

131
Pozitif Psikoloji

MBSP 8 haftalık bir yüz yüze müdahale programıdır. Her hafta, dikkat konu-
sunda farklı bir ana konu ele alınmaktadır. Bu konular, pozitif psikolojinin te-
meli olarak insanların güçlü yanlarıyla ilgilidir. Programdaki ana konular şöyle
listelenmiştir: Bilinçli farkındalık ve otomatik pilot, siz imzalı güçleriniz, engel-
ler ve fırsatlar, günlük yaşamda bilinçli farkındalığın güçlendirilmesi, ilişkileri-
nize değer katmak, farklı bakış açılarının bilinçli farkındalığı, hakikat ve iyilik,
hayata bağlılığınız (Niemiec, 2014).

3.2. Pozitif Bilinçli Farkındalık Programı (PMP)


Ivtzan (2016) tarafından geliştirilen Pozitif Bilinçli Farkındalık Programı
(PMP), bilinçli farkındalığın pozitif psikolojideki mevcut etkilerinden biridir.
PMP, 8 haftalık bir online müdahale programıdır (www.schoolofpositive trans-
formation.com). Her hafta, aşağıda sırasıyla listelenen konulara pozitif psikoloji
kuramsal ve uygulama çerçevesinden bilinçli farkındalık üzerine odaklanır: Öz-
farkındalık, olumlu duygular, öz-şefkat, öz-yetkinlik, özerklik, anlam, başkaları
ile olumlu ilişkiler ve hayata bağlılık; Her haftanın içeriği aşağıda üç boyutta
listelenmiştir: a) kuramsal temel, b) meditasyon, c) uygulama (Ivtzan, 2016).
Hem MBSP hem de PMP, bilinçli farkındalığı kullanarak olumlu kişisel
nitelikleri artırmada başarılı pozitif psikoloji uygulama programlarıdır. Bilinçli
farkındalık okullar, iş yerleri, aile hayatı, psikolojik danışma ve psikoterapi
merkezleri gibi yaşamın farklı alanlarında kullanılabilir. Pozitif psikoloji bakış
açısından yaklaşarak bilinçli farkındalık insan potansiyelini güçlendirmede kul-
lanılabilir. Bu bir tesadüf değildir, daha ziyade pozitif bir psikoloji ve bilinçli
bir farkındalık madalyonun birbirinden ayrılmaz iki yüzü gibidir. Sonuç olarak
buradaki ve benzeri diğer uygulamaların da işaret ettiği üzere hayatta daha pozi-
tif bir insan olmak için bilinçli farkındalık hakkında daha fazla okuyup öğren-
mek ve daha fazla bilinçli farkındalık ile yaşamak tavsiye edilir.

SONUÇ
Pozitif psikoloji ve manevi olarak güçlendirilmiş bilinçli farkındalık birbi-
rini tamamlar. Olumlu deneyimler hakkında bilinçli bir farkındalık olmadan,
kimse bu deneyimleri yeterince tadamayabilir. Son yıllarda, çeşitli araştırmalar
bu düşünceyi desteklemiştir ve çeşitli duyumlara karşı artan farkındalığın, ye-

132
Pozitif Psikolojide Bilinçli Farkındalık

me, yürüme, çalışma vb. gibi çeşitli etkinliklere katılma zevkini artırdığını gös-
termiştir. Şimdiki gerçek deneyime tam bir dikkatle odaklanıldığında mutluluk
kendiliğinden (spontan bir biçimde) ortaya çıkar. Bilinçli farkındalık, spontan
var olma yolunun daha yüksek mutluluk seviyelerine ulaşmasına yol açar.
Olumlu düşüncelerin, duyguların, davranışların deneyimlenmesinin, bir bi-
reyin otomatik olarak mutlu olacağı anlamına gelmediğinin farkında olmak
önemlidir. Aktif katılım ve yaratıcılık mutluluğun başarılmasına ve korunması-
na yardımcı olur. Başka bir ifadeyle, olumlu duyguları başlatmanın ve sürdür-
menin gerçekleşmesine bizzati katkıda bulunarak ve hatta onları bir sonraki
anlara sürekli aktararak yaşantıları benzersiz kılmak gerekir. Maneviyat ile bir-
likte bilinçli farkındalık, bireyi bu evrende büyük bir birliğin parçası olma so-
rumluluğunu göz önünde bulundurmaya ve hissetmeye sevk eder. Yaygın görü-
şün aksine, mutluluk ve üzüntünün her ikisi de herhangi bir önkoşul olmaksızın,
insandan insana farklılığa açık, oldukça değişken süreçlere sahiptir. Herkes
kendi algısını bilinçle değiştirerek herhangi bir anlam üretebilir. Bilinçli farkın-
dalık, özde duyumları uyandırarak algıları değiştirmektir, sorumluluk alarak ve
seçimler yoluyla farklı bakış açıları almaktır. Bu ne kolaydır ne de zordur, her-
kes için gerçekleştirilebilecek mütevazi bir çaba gerektirir. Bir an için olumlu ya
da olumsuz algılanan her deneyim, büyümek için yeni bir fırsat sunar. Büyüme-
yi asıl sağlayıcı olan manevi cevap verme yoludur. Bu yüzden, pozitif olmak
için daha bilinçli şekilde farkında olmak gerekir.

KAYNAKLAR
Brown, K. W., & Cordon, S. (2009). Toward a phenomenology of mindfulness: Subjec-
tive experience and emotional correlates. In F. Didonna (Ed.), Clinical handbook
of mindfulness (pp. 59–81). New York, NY: Springer.
Brown, K. W., Ryan, R. M., & Creswell, J. D. (2007). Mindfulness: Theoretical founda-
tions and evidence for its salutary effects. Psychological Inquiry, 18 (4), 211–237.
Deci, E. L., & Ryan, R. M. (2008). Hedonia, eudaimonia, and well-being: An introduc-
tion. Journal of Happiness Studies, 9 (1), 1–11.
Garland, E. L., Farb, N. A., Goldin, P., & Fredrickson, B. L. (2015). Mindfulness broa-
dens awareness and builds meaning at the attention- appraisal-emotion interface: a
process model of mindful positive emotion regulation. Psychological Inquiry, 26
(4), 293–314.
Grecucci, A., Pappaianni, E., Siugzdaite, R., Theuninck, A., & Job, R. (2015). Mindful
emotion regulation: Exploring the neurocognitive mechanisms behind mindful-
ness. BioMed Research International, 1–9. doi: 10.1155/2015/670724

133
Pozitif Psikoloji

Hart, R., Ivtzan, I., & Hart, D. (2013). Mind the gap in mindfulness research: A compa-
rative account of the leading schools of thought. Review of General Psychology,
17(4), 453–466.
Henke, M., & Chur-Hansen, A. (2014). The effectiveness of mindfulness-based prog-
rams on physical symptoms and psychological distress in patients with fibromyal-
gia: A systematic review. International Journal of Wellbeing, 4, 28–45.
doi:10.5502/ijw.v4i1.2
Hölzel, B. K., Lazar, S.W., Gard,T., Schuman-Olivier, Z.,Vago, D. R., & Ott, U.
(2011). How does mindfulness meditation work? Proposing mechanisms of action
from a conceptual and neural perspective. Perspectives on Psychological Science,
6 (6), 537–559.
Ivtzan, I. (Ed.). (2016). Handbook of Mindfulness-Based Programmes. London: Rout-
ledge, https://doi.org/10.4324/9781315265438
Kabat-Zinn, J. (1982). An outpatient program in behavioral medicine for chronic pain
patients based on the practice of mindfulness meditation: Theoretical considerati-
ons and preliminary results. General Hospital Psychiatry, 4 (1), 33–47.
Kabat-Zinn, J. (1990). Full catastrophe living:The program of the stress reduction cli-
nic at the University of Massachusetts medical center. New York, NY: Delta.
Kabat-Zinn, J. (1994). Wherever You Go, There You Are: Mindfulness Meditation in
Everyday Life. New York: Hyperion.
Kanık, O. V. (2019). Bütün Şiirleri (54.Baskı). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Niemiec, R. M. (2014). Mindfulness and character strengths: A practical guide to flou-
rishing. Cambridge, MA: Hogrefe.
Shonin, E., & Van Gordon, W. (2015). Managers’ experiences of Meditation Awareness
Training. Mindfulness, 4, 899–909. doi:10.1007/s12671-014-0334-y
Shonin, E., Van Gordon, W., Compare, A., Zangeneh, M., & Griffiths, M. D. (2015).
Buddhist-derived loving-kindness and compassion meditation for the treatment of
psychopathology: A systematic review. Mindfulness, 6, 1161–1180.
doi:10.1007/s12671-014-0368-1
Shonin, E., Van Gordon, W., Dunn, T., Singh, N., & Griffiths, M. D. (2014). Meditation
Awareness Training for work-related wellbeing and job performance: A randomi-
zed controlled trial. International Journal of Mental Health and Addiction, 12,
806–823. doi:10.1007/s11469-014- 9513-2
Shonin, E., Van Gordon, W., & Griffiths, M. D. (2014a). The emerging role of Budd-
hism in clinical psychology: Toward effective integration. Psychology of Religion
and Spirituality, 6, 123–137. doi:10.1037/a0035859
Shonin, E., Van Gordon, W., & Griffiths, M. D. (2014b). Meditation Awareness Trai-
ning (MAT) for improved psychological wellbeing: A qualitative examination of
participant experiences. Journal of Religion and Health, 53, 849–863.
doi:10.1007/s10943-013-9679-0
Shonin, E., Van Gordon, W., & Griffiths, M. D. (2015). Does mindfulness work? Bri-
tish Medical Journal, 351, h6919. doi:10.1136/bmj.h6919

134
Pozitif Psikolojide Bilinçli Farkındalık

Van Gordon, W., Shonin, E., & Griffiths, M. D. (2015). Towards a second-generation
of mindfulness- based interventions. The Australian and New Zealand Journal of
Psychiatry, 49, 591–592. doi:10.1177/0004867415577437
Van Gordon, W., Shonin, E., & Griffiths, M. D. (2016a). Meditation Awareness Trai-
ning for individuals with fibromyalgia syndrome: An interpretative phenomenolo-
gical analysis of participant’s experiences. Mindfulness, 7, 409–419.
doi:10.1007/s11469-016-9653-7
Van Gordon, W., Shonin, E., & Griffiths, M. D. (2016b). Meditation Awareness Trai-
ning for the treatment of sex addiction: A case study. Journal of Behavioral Ad-
diction, 5, 363–372. doi:10.1556/2006.5.2016.034
Van Gordon, W., Shonin, E., & Griffiths, M. D. (2016c). Ontological addiction: Classi-
fication, etiology, and treatment. Mindfulness, 7, 660–671. doi:10.1007/s11469-
016-9653-7
Van Gordon, W., Shonin, E., Lomas, T., & Griffiths, M. D. (2016). Corporate use of
mindfulness and authentic spiritual transmission: Competing or compatible ideals?
Mindfulness and Compassion. doi: 10.1016/j.mincom.2016.10.005
Van Gordon, W., Shonin, E., Sumich, A., Sundin, E., & Griffiths, M. D. (2014). Medi-
tation Awareness Training (MAT) for psychological wellbeing in a sub-clinical
sample of university students: A controlled pilot study. Mindfulness, 5, 381–391.
doi:10.1007/s12671-012-0191-5
Williams, J. M. G., & Kabat-Zinn, J. (2013). Mindfulness: Diverse perspectives on its
meaning, origins and applications. New York, NY: Routledge.

OKUMA LİSTESİ
Alidina, S. (2010). Mindfulness for Dummies. West Sussex, England: Wiley.
Alper, S. A. (2016). Mindfulness Meditation in Psychotherapy: An Integrated Model for
Clinician. Oakland, CA: Context Press.
Baltzell, A., & Summers, J. (2017). The Power of Mindfulness. Boston, MA: Springer.
Smiley, N., & Harp, D. (2017). Mindfulness in Nature. New York: Hatherleigh Press.
Tull, D. E. (2018). Relational Mindfulness: A Handbook for Deepening Our Connecti-
ons with Ourselves, Each Other, and the Planet. New York: Wisdom Press.

135
7 HAYATIN ANLAMI

Aslı Kartol

Bu bölümü okuduğunuzda
1. “Anlam”ın ne olduğunu ve hayatımızdaki konumunu ve önemini,
2. Anlamın uzmanlar tarafından bakış açısını,
3 Pozitif psikolojinin anlama bakışını ve değerlendirmesini,
4. Anlam ile ilgili temel kavramları,
5. Anlamın uygulamalara yansımasını öğreneceksiniz.

Yaşamın anlamı insandan insana, günden güne ve saatten saate değişir.


Bu nedenle önemli olan genel olarak yaşamın anlamı değil, bir insanın belirli bir anda
yaşamının kendine özgü anlamıdır (Frankl, 2014).

OLGU SUNUMU
Babası, annesi, erkek kardeşi ve eşi toplama kamplarında ölmüş ya da gaz
fırınlarına gönderilmiştir. Her şeyini kaybetmiş, bütün değerleri yok edilmiş,
açlık, soğuk ve acımasızlığın altında ezilmiş, her an her saniye imha edilmeyi
bekleyen bir tutuklu olarak Avusturyalı ünlü psikiyatrist Dr. Frankl nasıl olurda
yaşamını sürdürmeye değer bulmuştu? Frankl’a göre yaşamak acı çekmektir.
Yaşamı sürdürmek çekilen bu acıda bir anlam bulmaktır. Eğer yaşamda bir
amaç varsa acıda ve ölümde de bir anlam vardır (Frankl, 2014 “İnsanın Anlam
Arayışı” kitabından).

1. ANLAMIN ÖNEMİ VE POZİTİF PSİKOLOJİYE


YANSIMALARI
İnsanlar tarihin başlangıcından bu yana birçok varoluşsal soru ile meşgul
olmuştur. Bunlar “Neden buradayız? Amacım nedir? Neyi temsil ediyorum?
Hayatın anlamı nedir?” şeklindeki sorulardır. Aslında bu sorular insanın temel

137
Pozitif Psikoloji

kaygısını ele almakla birlikte birçok felsefe akımına, dinlere, geleneklerden


gelen çeşitli mitlere ilham kaynağı olmuştur (Batthyany & Russo-Netzer, 2014).
Yaşamın anlamının erken değerlendirilmesi, yirminci yüzyılın iki dünya
savaşını( I. Ve II. Dünya Savaşları) izleyen varoluşsal filozoflar ile ortaya çık-
mıştır. Evrendeki tek ve mutlak bir doğanın olduğu fikri daha önce sorgulanmış
ancak bu savaşları takiben varoluşçular yaşamın kendine özgü bir anlamı olma-
dığını, aksine yorumlamak için her bireye açık olduğunu savunmuşlardır. Böy-
lece yüzyıllarca süren teolojik ve felsefi öğretilerin aksine, her insanın yaşamın
anlamını kendi başına keşfetmesi gerektiği fikri kabul görmeye başlamıştır. Bu
fikir, yaşamda bir amaç veya misyon hissine sahip olmanın sağlıklı insan işleyi-
şi için gerekli olduğunu savunan Viktor Frankl tarafından psikolojiye getirilmiş-
tir. II. Dünya Savaşı sonrası modern dünyadaki psikolojik hastalıkların asıl ne-
deninin amaçsız bir yaşama sahip olmak olduğu anlaşılmıştır. Frankl bu noktada
psikoterapinin insanların anlam ve amaç duygusunu nasıl etkilediğinin yani
yaşamdaki anlamın varlığına yönelik teorik, terapötik ve araştırma çabalarının
öncüsü olmuştur (Steger, 2009).
Her zamankinden daha fazla, anlam açlığı yoğunlaşmaktadır. Zamanın be-
lirsizlikleri ve dengesizlikleri karşısında anlamın iç sesini cevaplamamak sıkın-
tıya, kaygıya, ayrılmaya ve varoluşsal bir boşluğa yol açabilmektedir (Frankl,
1969). Bu açıdan Frankl’ın öncülüğünü yaptığı varoluşsal psikoloji anlam araş-
tırmasıyla yakından ilgilenmektedir (Leontiev, 2014). Bir varoluşsal psikoloji
ilkesi, herkesin psikolojik iyi oluşu elde etmek için kişisel potansiyellerini ger-
çekleştirmeyi seçerken bir dizi nihai kaygıyla başa çıkması gerektiğine inan-
maktadır. Bu nihai kaygılar arasında, doğada var olan bir amaç veya anlam ek-
sikliği, özgürlük ve sorumluluk ile ilgili endişe, yalnızlığın, ıstırabın ve ölümün
kaçınılmazlığı sayılabilmektedir (Jurica, Barenz, Shim, Graham & Steger,
2014). Mascaro (2014) olgun ve sağlıklı bir anlam duygusunun, ölüm anımsatı-
cılarına karşı savunucu bir şekilde tepki vermek yerine tehdit edici uyaranları
özümsemek ve varoluşçuluk konusunda yeterli farkındalığa sahip olmak gerek-
tiğini savunmaktadır. Bir yaşam duygusunun peşinde koşma, geliştirme ve sür-
dürme mücadelesi insan varlığının yadsınamaz bir parçasıdır. Tanınmış araştır-
macılar, yaşamda ikinci bir anlam kazanma mücadelesinin merkezi bir öneme
sahip olduğunu ve tüm insanlara özgü olabileceğini öne sürmüşlerdir (Frankl,
1994; Klinger, 1977; Metz, 2015; Reker, Peacock & Wong, 1987). Frankl
(1994), anlam arayışının insanlar için temel motivasyon kaynağı olduğunu ve
sadece iyi oluş için değil, hayatta kalmak için de çok önemli olduğunu öne sür-
müştür. Bu bakış açısı anlamın insani gelişmenin merkezî bir yönü ve kişiliğin
tanımlayıcı bir özelliği olduğunu açıkça vurgulamaktadır (Weinstein, Ryan &

138
Hayatın Anlamı

Deci, 2012). Platon, insanların anlam arayışı içinde olan varlıklar olduğunu,
insanların yaşam deneyimlerinden otomatik olarak anlam çıkardıklarını dile
getirmiştir. Anlam, deneyimlerimizi anlamamıza ve enerjilerimizi arzu ettiğimiz
geleceğin başarısına yönlendiren planlar formüle etmemize yardımcı olan bağ-
lantılar, anlayışlar ve yorumların ağıdır. Anlam bize yaşamlarımızın önemli
olduğu, anlamlı oldukları; saniyelerimizin, günlerimizin ve yıllarımızın topla-
mından daha fazla olduğu hissini verir (Heine, Proulx & Vohs, 2006; Steger,
2009). Anlam yaşam olaylarına ışık tutan, insanların olumlu ve olumsuz dene-
yimlerinden güçlü içgörüler almalarını, mevcut durumlardan bakış açısı kazan-
malarını ve işaret etmelerini sağlayan önemli bir psikolojik kaynak olarak görü-
lebilmektedir (Batthyany & Russo-Netzer, 2014). Metz’e (2013) göre günü-
müzde çoğu filozof anlamın, iyinin, doğru ve güzelin rasyonel bir şekilde takip
edilme meselesi olduğunu düşünmektedir.
Son yıllarda oldukça popüler olan ve üzerine araştırmaların arttığı pozitif
psikoloji, hayatı yaşamaya değer kılan bilimsel bir çalışma alanıdır. Anlam her
zaman pozitif psikologlar tarafından iyi yaşamın bir parçası olarak ele alınmak-
tadır (King & Hicks, 2012). Seligman, 1999'da “pozitif psikoloji” terimini ilk
kez ortaya koyduğundan beri, pozitif psikoloji bilimine ayrı bir önem verilmeye
başlanmış ve bu konu ile ilgili araştırmalar artmıştır (Yen, 2010). Seligman
2002 yılında Washington'daki ilk uluslararası zirvesinde yaptığı açılış konuşma-
sında anlamlı yaşamı pozitif yaşamın üç temel unsurundan biri olarak ilan et-
miştir. İlk eleştiriler pozitif psikolojinin yaşamdaki olumsuzları görmezden
geldiğini ve gerçekliğe dayanmayan hedonist (hazcı) bir mutluluk görüşünü
benimsediği yönünde olmuştur (VanNuys, 2010a, 2010b). Ancak pozitif psiko-
loji araştırmacıları pozitif psikolojinin olumsuzu görmezden gelmediğini, bunun
yerine yaşamın olumlu yönlerini belirlemeye ve anlamaya odaklanmanın yanı
sıra, yaşamdaki karşılaşılan engelleri ele almak ve yönlendirmek için bu anlayı-
şı kullanmaya odaklandıklarını iddia etmişlerdir. Diener (2009) pozitif psiko-
logların hayattaki olumsuzları görmezden gelmediğini, çoğu zaman sorunlara
çözüm şeklinin ve bazı durumlarda en etkili olanın doğrudan sorun üzerinde
çalışmak yerine olumlu üzerine inşa etmek olduğunu savunmuştur. Pozitif psi-
koloji hareketi, “anlam”ı insanın işleyişi, çabası ve gelişmesi için çok önemli bir
kaynak olarak görmektedir ( Steger, Frazier, Oishi & Kaler, 2006). Bu alanın
ana vurgusu stres, travma ve işlev bozukluğu yerine mutluluk ve iyi oluşu art-
tırma çalışmalarıdır (Keyes & Haidt 2003). Pozitif psikoloji insanın güçlü yön-
lerine ve olumlu duygulara odaklanırken (Seligman & Csikszentmihalyi, 2000);
varoluşsal psikoloji geleneksel olarak suçluluğun, ıstırabın ve ölüm gibi insan
varoluşunun “daha koyu” veya rahatsız edici yönlerini ele alma eğilimindedir.

139
Pozitif Psikoloji

Pozitif psikoloji, olumlu duygular yaratmaya odaklanır; bu nedenle kişisel güçlü


yönlerin geliştirilmesine vurgu yapar. Varoluşçuluk sıklıkla bizi hayatta mutsuz
eden şeylerle (keder, suçluluk, trajedi) uğraşır, bunları yaşamın ilk etapta yaşa-
maya değer olduğunu hissetmekle özdeşleştirmeye çalışır (öz-kavram, öz-
yeterlik ve öz- saygı). Her ikisi de insan duyguları ve yaşam sürecini incelemek
için önemlidir (Nielsen, 2014).
Pozitif psikoloji iyi oluş, mutluluk, akış, kişisel güçler, bilgelik, yaratıcılık
ve hayal gücü gibi odak noktası sadece bireyleri nasıl mutlu etmek değil; aynı
zamanda grup düzeyinde de mutluluk ve gelişimlere önem vermektedir. Birey-
lerin ve grupların nasıl geliştiğini ve birinin iyi oluşunu artırmanın diğerini nasıl
olumlu etkilediği üzerinde durmaktadır (Hefferon & Boniwell, 2011). Bu konu
ile ilgili olarak Sheldon (2011) pozitif psikolojinin kendisini yalnızca en uygun
insan işleyişinin bilimsel çalışması olarak değil, aynı zamanda “bireylerin ve
toplulukların” gelişmesine izin veren faktörleri keşfetmeyi ve teşvik etmeyi
amaçlayan bir bilim olduğunu dile getirmiştir. Anlamın iyi oluş ile açık bir
şekilde ilgililiği ile onu optimize eden veri belirleyici faktörlerin miktarı arasın-
da bir süredir göze çarpan bir boşluk olmasına rağmen pozitif psikoloji literatü-
rü hem niteliksel hem de niceliksel veriler yoluyla bu yetersizliği hızla ele al-
maya başlamıştır (Mascaro, 2014). Pozitif psikologlar çoğu zaman insanın var-
lığında acı çekmenin kritik rolünü kabul etseler de daha çok insan mutluluğuna
ve gelişmesine odaklanırken varoluşsal psikologlar acı çekmenin bireylerin
anlam ve amaç bulduğu varlıklardan biri olduğu konusunda ısrar etmektedirler
(Gantt & Thayne, 2014). Frankl’ın (2014) yazılarından çıkan en etkili fikirler-
den biri, kişinin acı çekmeye yönelik tutumunun anlam için bir yol olduğudur.
Bazı ıstıraplar kaçınılmaz olabilir; bu tür acılara ve kendi önceliklerine meydan
okumak, aynı zamanda başkaları ile olan bağlarını güçlendirmek ve daha geniş
bir amaç geliştirmek için insanların kendilerine, ilişkilerine ve yaşam hedefleri-
ne verdiği zararı azaltacak şekilde tahammül edebilmeyi gerektirmektedir.
Aşağıdakiler Frankl’ın, acı çekmenin etkili bir yolu olarak inançların an-
lam bakımından önemine dair öğretilerini özetlemektedir: (Wong, 2014).
1) İnsanın anlam için doğuştan gelen ve ihtiyacı olan manevi bir çekirdeği
olduğuna inanmak: Başka bir deyişle, “öz” ün en iç çekirdeği maneviyattır.
İnsanoğlunun bu manevi boyutu, sadece bilgi ve anlayışa duydukları ihtiyaç
değil, aynı zamanda anlam arayışının temel kaynağıdır. İnsanı gerçekten insan
yapan, anlam arayışında bu manevi ve motivasyonel vurgudur. Anlam verme
arzusu, kendini aşma arayışı içinde manevi bir ihtiyacın olduğunu söylemenin
başka bir yoludur.

140
Hayatın Anlamı

(2) Dünyada tutarlılık ve düzen olduğuna inanmak: Nihai anlamı daha iyi
anlamaya çalışmak, her iki durumda da insan olunduğunun manevi boyutunu ve
her durumda sorumlu eylem / tepkinin farkına varılmasını sağlar. Frankl’a göre
anlam günlük durumları anlamanın ötesine geçip büyük resmi ve sosyal sorum-
luluğu kavrama girişimlerini içerir.
(3) Her durumda anlam potansiyeli olduğuna inanmak: Her durumun an-
lam talebi kalıcı değerlere, sezgisel vicdana ve nihai anlamdaki kısmi bilgilere
göre doğru tutum veya eylemle yanıt verilmesidir. Frankl'a göre nihai anlam
ancak yaklaşık olarak bilinebilir, hiçbir zaman tam olarak bilinemez.
Pozitif psikoloji perspektifi, her insanın yaşamda anlam ve bununla ilgili
olumlu sonuçları bulabildiğini varsayar. Aslında hem varoluşsal bakış açısı hem
de pozitif psikoloji bakış açısı, bireyi yaşamda anlam bulmanın merkezine yer-
leştirir. İnsanlar, anlam sürdürmeyi veya bu görevi bırakmamayı seçebilirler.
Varoluşçuluk, anlam peşinde koşma özgürlüğünün anlam peşinde koşma so-
rumluluğunu içerdiğini vurgularken pozitif psikoloji, anlam duygusuyla ilişkili
faydalı sonuçlara odaklanır. Pozitif psikoloji, yaşamdaki anlamın bir özgürlük
hissi ile ilişkili olup olmadığını veya anlam düzeyi yüksek kişilerin diğerlerin-
den daha sorumlu olup olmadıklarını açıkça belirtmemiştir. Yaşamlarında an-
lam bulan insanların aynı zamanda özgürlüklerini de keşfettiği ve kendi yaşam-
larını yaratma sorumluluğunu benimsemiş olduğu iddiası, yine de birisinin po-
tansiyelini yerine getirdiğinin öncü bir göstergesi olarak konumlandırılması ile
tutarlıdır (Jurica vd., 2014).
İnsan kültürünün tarihsel kayıtlarının ulaştığı noktaya kadar, anlam sorunu
merkezi bir sorundur. Aslında dünyadaki dinî ve manevi geleneklerin temel
odak noktası anlam ve anlamsızlıktır (Prentice & McGregor, 2014). Pozitif
psikologlar arasında kabul gören bilimsel psikoloji, bize sadece varoluş gerçek-
lerini değil, yaşamda en iyi olanın nesnel bir haritasını ve tam olarak nasıl elde
edileceğine dair rehberlik ederken varoluşsal psikolojide böyle bir nesnellik
mümkün değildir. Varoluşçuluk, insan hayatının “gerçekleri” nin, seçilen belirli
amaçlara uyacak şekilde kendimiz için ürettiğimiz anlamların ifadeleridir (Gantt
& Thayne, 2014). Deneysel varoluş psikologları öncelikle anlamsızlık duygu-
suna katkıda bulunan değişkenleri incelemişlerdir (Yalom, 2018). Pozitif psiko-
loglar genellikle bir insanın yaşamlarının anlamlı olduğu inancını arttıran değiş-
kenlere daha fazla vurgu yapmışlardır (Emmons, 2003). Amaç ve anlam seviye-
leri yüksekse bir kişi yaşamını doyurmuş veya tatmin olmuş hisseder. Böyle bir
kişi, hayatında yatırım yapmaya değer bir şey (örneğin; bir faaliyet, bir amaç
veya hedef) olduğunu düşünecek şekilde güçlü bir şekilde hissedebilmektedir.

141
Pozitif Psikoloji

Ancak, anlam ve amaç seviyeleri düşükse birey kendini yaşamındaki öznel bir
boşluk nedeniyle tatminsiz hissetmekte ve ilgisizlik, ayrılma, can sıkıntısı ve
boşluk ile ilişkili olumsuz duyguları yaşayabilmektedir (Hart & Carey, 2014).
Anlam kişiden kişiye göre değişen bir kavramdır. Felsefe kitaplarında
yaygın olarak verilen bir örnek vardır. Bu örnek şu şekildedir: Bir gezgin, bir-
çok işçinin görevleriyle meşgul olduğu büyük bir şantiyeye yaklaşır. “Burada ne
işin var?” diye sorar işçinin birine. “Tuğlaları taşıyorum.” der. “Burada ne işin
var?” diye sorar ikinci bir işçiye. “Yaşantımı sürdürebilmek, ailemi besleyebil-
mek için.” der ikinci işçi. Daha sonra gezgin üçüncü bir işçiye aynı soruyu so-
rar. “Katedralin inşa edilmesi için.” diye cevaplar üçüncü işçi. Davranışçı bakış
açısına göre üçü de aynı şekilde davranıyordu ama aslında farklı şeyler yapıyor-
lardı. Tuğla taşımak her biri için farklı anlamlara sahipti çünkü bu aktivitenin
bağlamı üçü için de farklıydı. (Leontiev, 2014). Her iki disiplin de (pozitif psi-
koloji ve varoluşçuluk) insan varlığının bir yönünü vurgulamış ve zaman zaman
diğerini ihmal etme eğiliminde bulunmuşlardır. Farklı yaklaşımlarına rağmen
hem pozitif hem de varoluşsal psikoloji birbirinden tamamen bağımsız olarak
anlam ve anlam bilincini hem insan çabası hem de insanın başa çıkması için
psikolojik faktörler olarak görmektedirler. Dünyadaki yerimizi anlayabilmek ve
anlamın psikolojik önemini genişletmek için her iki yaklaşımın bir kombinas-
yonu daha derin bir anlam ve amaç anlayışı için önemli bir adım içermektedir
(Batthyany & Russo-Netzer, 2014). Kişinin hayatı, yeteneklerini ve algılanan
hayatının çağrışımına dayanarak yaşamda ya da büyütme amacını keşfetmeye
ihtiyaç duyduğu inancına dayandığı ölçüde anlamlıdır (Wong, 2014). Pozitif
psikoloji araştırması, birinin aramaya başlamasının, daha büyük bir iyiye hizmet
etmek olduğu zaman, hayatı anlamlı bulduğu kanısındadır (Hunter, Dik & Ban-
ning, 2010; Seligman 2002; Steger, Kashdan & Oishi, 2008). Kim olduğunu ve
hayatının neyle ilgili olduğunu bilmek kişinin anlamlı yaşam hissi için gerekli-
dir (Wong, 2014).

2. ANLAM VE İLİŞKİLİ OLDUĞU TEMEL


KAVRAMLAR

2.1. Mutluluk
Çağdaş pozitif psikoloji, anlamı büyük bir araştırma konusu olarak tanım-
lamıştır. Anlam, Seligman’ın “Otantik Mutluluk Teorisi”ndeki (2002) anahtar
bileşenlerden biridir. Seligman’ın (2011) en son beş bileşenli PERMA iyi oluş

142
Hayatın Anlamı

modeline (Positive emotions - Olumlu duygular, Engagement - bağlanma, Posi-


tive relationship - iyi ilişkiler, Meaning - anlam ve Accomplishment - başarı)
anlam da dâhil edilmiştir. Anlamlı hayat sürdüklerini söyleyenlerin de oldukça
mutlu oldukları, yaşamlarından ve kendilerinden memnun oldukları ve daha
düşük seviyelerde psikolojik sıkıntı, psikopatolojik şikâyetler, maddeyle ilgili
problemler ve yıkıcı davranışlar yaşadıkları sonucuna varılmıştır (Steger, 2012).
Damon (2008) bugün boşluğu, anlamsızlığı ve kaygıyı deneyimleyen birçok
genç insanı, “uzun vadede amaçsızlığın mutlu ve doyurucu bir yaşamın temelle-
rini tahrip edebileceğini söyleyen yönsüz sürükleyiciler” olarak tanımlamıştır.
Deneysel çalışmalar yaşamdaki anlamın sık sık acı ya da acı olmadığını göste-
ren psikolojik uyum, olumlu etki, mutluluk ve yaşam doyumu gibi birçok olum-
lu değişken ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Pozitif psikoloji ve sağlık araştır-
maları özellikle en derin ve en istikrarlı mutluluğun, yaşamlarımızdaki anlam-
dan kaynaklandığını göstermektedir. Mutluluğa en fazla katkıda bulunduğu
düşünülen şeyler aslında anlamlı yaşamların sebep olduğu derin ve içsel duygu-
lar bulunmaktadır (Post & Neimark 2007; Seligman 2002; Post 2011; Veenho-
ven, 2012).
Hayatta anlamlı bir yaşama sahip olunduğunda sadece daha yüksek mutlu-
luğa sahip olunmakla kalınmayıp, aynı zamanda olumsuz deneyimlere karşı
daha fazla direnç ve travmatik deneyimlere karşı daha hızlı bir iyileşme görül-
mektedir (Seligman 2002). Birinin hayatını anlamlandırmak, bir kesinlik ve
kendini aşma duygusuyla ilişkilidir. Bazı araştırmalar, kişinin kendini açık bir
şekilde görmesinin mutluluğa bağlı olduğunu göstermektedir (Campbell, 1990).
Araştırmalar çoğu kişinin dış koşullarının mutluluk için en etkili şey olduğunu
düşündüğünü göstermektedir (Dunn, Aknin & Norton, 2008). Yani daha büyük
bir ev, daha iyi bir araba, maaş artışı vb. durumlarda kişiler daha mutlu olabil-
mektedir. Televizyon ve internet reklamları art arda bize mutlu, “in” veya
“cool” olmak için en son çıkan iPad veya Nike ayakkabılarına ihtiyacımız oldu-
ğunu ve çoğumuzun buna inandığını söylemektedir (Nielsen, 2014). Frankl'ın
(2014) belirttiği gibi, 'varoluşsal boşluğumuzda' tatmin edici ve mutlu hissetmek
adına daha uzun saatler çalışıp; depresyon, bağımlılık veya saldırganlığın “toplu
nevrotik üçlüsünü” bastırmak için daha fazla “malzeme” alabilmekteyiz. Bu
durum kendi kendine devam eden ve asla kesin bir iyi oluşa yol açmayacak kısır
bir döngüden ibarettir.
Mutluluk kaynaklarından olan “verme” ve “gönüllülük” üzerine yapılan
bilimsel araştırmalar incelendiğinde başkalarına verdiğimizde inanılmaz bir
fiziksel, duygusal ve zihinsel rahatlama ve artan düzeyde mutluluk ve umut

143
Pozitif Psikoloji

gözlemlenmiştir (Csikszentmihalyi, 2002; Piliavin & Siegl, 2007). Thoits ve


Hewitt (2001) gönüllü çalışan 2681 kişiden oluşan bir örneklemde mutluluğun;
yaşam memnuniyetini, öz güvenini, yaşam üzerinde kontrol hissini, fiziksel
sağlığı ve düşük depresyonu arttırdığını ortaya koymuştur. Aslında başkalarına
yardım etmek, almak yerine vermek, genel olarak daha yüksek zihinsel sağlık
düzeyleriyle ilişkili bulunmuştur (Schwartz, Meisenhelder, Ma & Reed, 2003).
Bu yüzdendir ki insanlar paylaştıkça, gönüllü bir şekilde karşılık beklemeden
verdikçe daha mutlu olabilmekte ve bu durumda yaşamlarını daha anlamlı kıla-
bilmektedirler.

2.2. Kendini Aşma (Öz Aşkınlık)


Frankl öz-aşkınlığı, manevi doğanın damgası ve tamamen insan olmanın
son hâli olarak tanımlamış ve “Sadece kendimizi ruhun boyutuna kaldırdığı-
mızda, tamamen insan oluruz” şeklinde ifade etmiştir (Fabry, 1994). Frankl’ın
anlam arayan modeline göre anlam ve kısmi aşkınlık arzusu sadece bireyler için
değil aynı zamanda insanlık için de mümkün olan en iyi geleceği sağlamaktadır.
Bir anlamda nihai anlam manevi ve aşkın dünyaya aittir. Bununla birlikte farklı
yaşam evreleri ve farklı deneyimlerden geçtikçe anlayışımız gelişmektedir.
Nihai anlam için bu bitmeyen bu arayış, hem canlandırıcı hem de antik çağlar-
dan beri insanlığın merkezinde bulunan bir arayıştır (Wong, 2014).
Frankl’ın kendini aşma kavramı durumsal farklılıklar içerebilmektedir.
Örneğin; yaşlı ve ölümcül kanser hastaları için bu kavram dünyaları küçülürken
iyi oluş için artan bir önem kazanmaktadır (Coward & Reed 1996). Maslow’un
gözden geçirilmiş ihtiyaç hiyerarşisine göre (Koltko-Rivera, 2006), kendini
aşma en üstte yer alır ve kendini gerçekleştirmeyi takip eder. Maslow’dan farklı
olarak Frankl, yalnızca kendi kendini aşma ruhsal ihtiyacını yerine getirmede
kendini gerçekleştirme bulabileceğimize ısrar etmektedir. Başka bir deyişle,
kendini gerçekleştirme, daha büyük iyiliği yerine getirme çağrımızı yerine ge-
tirmenin bir yan ürünüdür. Frankl kendine odaklanmaktan anlama odaklanmaya
geçilmezse kendini gerçekleştirmede zorluk çekileceğini vurgulamaktadır
(Wong, 2014). Kendini aşma, varoluşun varlıklarından birini kabul etmeyi ge-
rektirir: ıstırabın kaçınılmaz olduğunu. Bireysel acı çekmenin kabul edilmemesi
gerçekliğin önemli bir yönünün inkâr edilmesini ve birçok deneyimi özümse-
yemeyen bir anlam çerçevesiyle sonuçlanmasına sebebiyet verebilmektedir
(Mascaro, 2014).

144
Hayatın Anlamı

Pozitif psikoloji bağlamında da anlamı kendinden daha büyük bir şeye


hizmet etmek olarak tanımlamak (Seligman 2002, 2011) anlamlı bir yaşamın,
daha büyük bir amaca hizmet etmek için kaçınılmaz olarak kişisel çıkarları aş-
mayı gerektirdiği anlamına gelmektedir. Çoğu kişi Frankl’ın kendi kendini aş-
ma hipotezinin kişisel gelişim ve kendini genişletme için içsel motivasyon an-
lamına geldiğinin farkında değildir. Kişi yalnızca kişisel çıkarlarını aşmak için
değil, aynı zamanda fiziksel özü tanımlayan zaman ve mekânı aşmak için de
motive edilmektedir (Wong, 2014). Özgür bir toplumda istenilen herhangi bir
şekilde yanıt vermekte kişi özgürdür ancak yalnızca sorumlu ve kendinden aş-
kın bir şekilde yanıt vermeyi seçtiğinde kişi anlam kazanmaktadır. Bu ne kadar
özgür seçimin olduğu değil, ne tür bir seçim yapıldığı ile ilgilidir. Fabry (1994)
bu konuda “Seçim özgürlüğümüz, cezaevlerinde bile anlamlı veya boş bir ha-
yata dönüşebilir. Anlamlı olmak için yaşam özgürce ve sorumlu bir şekilde
yaşanmalı” demiştir. Bu durumda hayata anlam katan özgürce seçim yapabil-
mekten ziyade, seçimlerimizin sonuçlarını anlamlı hâle getirmektir denebilir.

2.3. Maneviyat
Anlam kaynaklarını tanımlamanın bir yolu insanlara hayatı anlamlı kılan
şeyleri sormaktır. Çeşitli topluluklar boyunca anlam ifade eden ortak anlam
kaynakları maneviyat ya da dindarlık gibi görünmektedir (Mascaro, 2014). Ma-
neviyat basit bir pozitif veya negatif ikiliğe indirgenemeyecek kadar benzersiz
bir işleyiş boyutunu temsil etmektedir. Maneviyat kavramının günümüzdeki
kullanımı, genel bir aşkınlık duygusu ve kişinin kendisinden daha büyük bir
şeyle bağlantı kurmasını vurgulamaktadır (Steger, 2012). Nitekim anlam düzey-
leri daha yüksek olan insanlar, daha fazla sayıda aşkın deneyim yaşadıklarını
bildirmişlerdir (Kennedy, Kanthamani & Palmer, 1994). Frankl maneviyatın,
insan doğasının bizi diğer hayvanlardan ayıran bir parçası olduğunu belirtmiştir.
Maneviyat, insanın kendini aşma ve büyük soruları anlama arayışı yönündeki
eğilimi ile ifade edilir. Başka bir deyişle, insanlar doğada anlam odaklı, yani
içinde yaşanılan dünyayı anlama ve orada bağlılığı gerektiren bir şeyi arama
arzusu ile motive olmuşlardır (Wong, 2014). Maneviyat üzerine güncel araştır-
malar, dindarlık ve maneviyatı bir anlam sistemi olarak kavramlaştırmak pers-
pektifini desteklemektedir (Park 2007; Wortmann & Park 2009). Birini manevi
yapan şey anlam değildir; insanın anlam arayışı ve kendini gerçekleştirmesi için
motive eden asıl şey maneviyattır (Wong, 2014). Bu konuda Göka (2014) dinî
inanca sahip olmayan ateistlerin bile kendi hayatlarına bir anlam vermek zorun-
da olduklarını ve bu kişilerin anlamsız ve amaçsız oldukları anlamına gelmedik-
lerini dile getirmiştir. Dinî inanca sahip kimselerin ahlaklı bir insan olma gibi

145
Pozitif Psikoloji

bir garantilerinin olmadığını fakat sağlıklı bir anlam arayışı için gereklilik oldu-
ğunu vurgulamıştır.

2.4. Acı Çekmek ve Ölüm


Yaşamın özü ölümdür ve anlamın özü kırılganlıktır. Varoluşçuluk, ölüm
ve ıstırap anlamını incelerken pozitif psikoloji ıstırabın azaltılmasında anlamlı
bir yaşamın yararlarına odaklanmaktadır (Jurica vd., 2014). Kişinin yaşamında-
ki önemli insanların ölümleri anlam sorunlarına yol açmaktadır. Şu anki hayatın
anlamı, o insansız hayatın anlamı, ölüme yol açan ve takip eden olayların anla-
mı gibi sorular kişinin kafasını kurcalamaktadır. Ölümler ani veya travmatik ise
veya ölen kişinin günlük yaşantısında veya iç diyalogda önemli bir rol oynaması
durumunda bu sorular özellikle zordur (Neimeyer, Klass & Dennis, 2014).
Wong (2014) anlam araştırmasında acı çekme ile ilgili olarak altı faktör öne
sürmüştür. Acı ile ilgili: (1) Yüzleşmek için meydan okuyan bir tutum sergile-
mek (2) olumsuz deneyimde önemli bir ders ya da olumlu anlam bulma; (3)
yaşam hedeflerimizi ve küresel inançlarımızı gözden geçirmek; (4) acıya rağ-
men hayattan en iyi şekilde faydalanmak; (5) acı çekmeyi başkalarına kahra-
manca bir örnek olma fırsatına dönüştürmek; veya (6) maneviyat geliştirerek acı
çekmeyi aşmak. Bu açıdan bakıldığında acının hayatı geliştiren ve anlam katan
yönünü olduğunu görmek mümkündür. Trajik ve erken ölüm, daha fazla anlam-
lılık arayışı ve bununla birlikte daha yoğun ve yetersiz keder belirtileri ile ilişki-
lidir (Currier, Holland, Coleman & Neimeyer, 2007). Mascaro (2014) anlamın
ölüm ve ölümü hatırlatan olgulara karşı bir savunucu yönü olduğunu vurgula-
mıştır.

3. ANLAMA DERİN BİR BAKIŞ


Anlam terimi belirli hedeflerin kişi için önemli veya anlamlı olduğunu,
büyük olasılıkla elde edilmesi durumunda, bireyin anlamlı bir şekilde yaşadığını
hissetmesini sağlayacak olan hedeflerin tümünü belirtmektedir (Weinstein vd.,
2012). Anlam, insanların kim oldukları, yaşadıkları dünyanın türü ve çevrele-
rindeki insanlarla ve çevre ile olan ilişkileriyle ilgili fikirlerini bir araya getir-
mektedir. Anlam tüm bu unsurları insanların genel amaçlarına dâhil etmektedir
(Steger, 2012). Yaşamdaki anlam arayışı, insanların yaşamlarının anlamını,
önemini ve amacını anlamalarını sağlamak ve / veya arttırmak için arzu ve ça-
balarını ifade eder (Steger, 2009). Yaşamdaki anlam, bir bireyin hayatının kendi
potansiyelini ve erdemlerini tam olarak gerçekleştirme derecesine atıfta bulunan

146
Hayatın Anlamı

iyi oluşun bir göstergesidir (Steger, Shin, Shim & Fitch-Martin, 2013b). Gerçek
anlamı bulmak için bireyler gerçekte kim olduklarını, yani kendileri için neyin
değerli ve önemli olduğunu bilip bu bilgiye göre hareket etmeleri en sağlıklı
olan yoldur (Bugental, 1990). Gündelik hedefler, bireylere belirli amaç ve yön
duyguları sağlayarak yaşamdaki anlamı artırır. Bireysel Psikoloji'nin kurucusu
Alfred Adler, insan davranışının hedef arayışına yönlendirildiğini ve aslında
amaçlı olduğunu iddia etmektedir (Capuzzi & Gross, 2011). Hedefler anlamlı ve
amaçlı bir yaşam inşa etmede etkilidir. Bireylerin dünyayı daha iyi anlamalarına
ve daha iyi doyumlara neden olabilmektedir. Gündelik hedefler daha büyük bir
amaca bağlı olduğundan, yaşamda daha büyük anlamlar bulunabilir ve yaşam-
daki yön daha fazla bir netlik kazanabilmektedir (Kim, Seto, Davis & Hicks,
2014).
Hayatı anlamsız bulma fikri doğuştan gelen değil, sonradan yaşanılan
olumsuz olaylardan sonra kişilerin hissettiği bir şeydir. Kişi ruhsal olarak sağ-
lıklıysa yaşamı daha anlamlı ancak yoğun bir stres altında ise daha anlamsız
hissetme eğilimindedir (Türkçapar, 2019). Frankl'a göre her yaşamın iki neden-
den dolayı kendine özgü bir değeri var. İlk olarak her insanın kendine özgü bir
anlam çağrısı vardır. İkincisi; her insan, koşullarından bağımsız olarak tam in-
san potansiyelini geliştirme konusunda doğuştan gelen bir eğilime sahiptir. İster
yaşlılıkta ister kanserin son aşamasında olan bir birey olsun, insanlar anlam,
inanç, cesaret, şefkat ve fedakârlık anlamında ruhsal olarak büyüyebilmektedir-
ler (Frankl, 1969; Marshall & Marshall 2012). Yaşamın anlamı farklı bireyler
için farklı amaçlara hizmet edebilmektedir. MacKenzie ve Baumeister (2014)
anlamın üç temel işlevini ortaya koymuşlardır. Anlamın ilk işlevi; insanların
ortamdaki sinyalleri ve kalıpları tanımasına ve ayırt etmesine yardımcı olmaktır.
Evrimsel bir perspektiften bakıldığında bu işlev, çevre içindeki kalıpları ilişki-
lendirme ve bilginin ayrımına göre ayırt edebilme yeteneğine sahip olmaktır.
Örneğin; eğer insanlar belirli hava durumunu önceden tanıyabilirlerse yaklaş-
makta olan olumsuz hava durumuyla baş etmelerine yardımcı olabilir (fırtına
gelirse sığınak hazırlamak veya havanın ılık geçeceği zaman avlanmaya hazır
olmak gibi). İkinci bir işlev iletişimdir. İnsanlar bilgiyi paylaşmak ve eylemleri-
ni koordine etmek için aktif olarak anlamı kullanırlar. Bilgiyi bireysel zihinlerle
sınırlandırılmak yerine gruba yaymak doğru olandır. Anlamın üçüncü ana işlevi
ise kendini kontrol etmeyi içerir. Bu, birinin davranışını ve etkisini düzenlemeyi
içerir. Anlam, birinin olasılıkları düşünmesini, kültürel standartlara atıfta bu-
lunmasını ve uzun vadeli hedefleri düşünmesini sağlar. Anlam olmadan, bir
bireyin eylemleri itici ve içgüdüsel faktörlere dayalı olacaktır. Davranışı bu
şekilde düzenleme yeteneği ile bir organizma şimdiki anın ötesine geçer ve

147
Pozitif Psikoloji

şimdi davranışın mevcut durumun ötesindeki faktörler tarafından yönlendiril-


mesine izin vererek çürütebilir ve planlayabilir.
Yalom (2018) iki tür anlamdan bahsetmektedir: kozmik anlam ve dünyevi
anlam. Kozmik anlam, genel olarak yaşamı, dinsel veya manevi çağrışımları
ima eder ve ilahi bir plan olduğunu ileri sürmektedir ve “Yaşamın anlamı nedir
?” sorusunun karşılığıdır. Kozmik anlamın aksine, dünyevi anlam ise “Hayatı-
mın anlamı nedir?” sorusunun cevabıdır. Dünyevi anlam, birisinin kendi yaşa-
mında yön hissine sahip olmak ve uygulamak için bireysel hedeflere sahip ol-
mak anlamına gelir. Reker'e (2000) göre “varoluşsal anlam” birinin varlığında
düzen, tutarlılık ve amaç anlayışı, değerli hedeflerin peşinde koşma ve yerine
getirilmesi ve buna eşlik eden bir doyum duygusu olarak tanımlanmaktadır.
Yüksek derecede varoluşsal anlamı olan bir kişi açık bir yaşam amacına sahip-
tir, geçmiş başarılardan memnuniyet hisseder ve geleceği anlamlı kılmaya ka-
rarlı olur. Anlam, çevreye verilenler (yaratıcı değerler), çevreden alınanlar (de-
neyimsel değerler) ve yaşam koşullarına yönelik tutumlar (tutumsal değerler) ile
yaşanabilir (Schulenberg, Drescher & Baczwaski, 2014). Benzer şekilde günü-
müzde Göka (2014) bir tarafta hepimizi içine alan bir “büyük hayat”; diğer ta-
raftan kişilerin tek tek sahip olduğu “küçük hayat”ların olduğunu dile getirmiş-
tir. Bu iki hayatın birbirinden farklı fakat iç içe olduğunu ve “hayatın anlamı”
derken aslında bu sorunun her iki hayatı da kapsadığını belirtmiştir. İnsanların
bazen akışta olan genel hayatı, bazen kendi kişisel hayatlarını sorguladıklarını
vurgulamıştır. Ona göre varlığı aşan büyük hayat inanç alanlarımıza göre şekil
alan hayatın sadece psikolojiye yansımalarıdır. Büyük hayatın kayda değer bir
anlamının olmadığını düşünen bir kimse kendi küçük hayatındaki amaç ve an-
lamını da bu düşünce üzerinde kuracağından hâliyle anlam bu düşünceden etki-
lenecektir. Bu yüzden büyük resme nasıl bakıldığı, küçük ömürlerin gidişatını
belirlemektedir.
Frankl’ın anlam arama modelinin üç temel unsuru şu şekildedir: (1) Nihai
anlamın gizemini anlamak. (2) Kişinin dünyadaki rolü ve kişinin kendine özgü,
önemli bir şeyi başarma ve kendi çıkarlarını aşma çağrısının benzersiz çağrısını
gerçekleştirme motivasyonu veya ihtiyacı. (3) Durumsal taleplere cevaben doğ-
ru olanı yapmak için sorumluluk duygusu. Bu üç unsur, Frankl’ın bu modelinde
hem bilişsel hem de motivasyonel olarak anlama vurgu yapmaktadır (Wong,
2014). Soeren Kierkegaard ve Friedrich Nietzsche'den devralınan varoluşçular,
çoğu zaman ya dinî inancın ya da kendi belirlediğimiz hedeflerin yaşamlarımız-
da anlam kazandığımız araç olduğunu savunmuşlardır (Nielsen, 2014). Bireyler
yeni deneyimleri, değerleri ve davranışları içselleştirip bütünleştirdikçe, daha

148
Hayatın Anlamı

fazla iç uyum amaç ve bütünlük yaşarlar (Ryan & Deci, 2001). Deneyimleri
anlamaya amacı bulmaya ve kişisel önemi atfetmeye yardımcı olacak açık bir
benlik duygusu olmadan, anlam duygusu tehdit altında olabilmektedir. Kendi
kendine yabancılaşmış bireyler, kendileri ile ilgili olmayan deneyimlerden veya
kavramlardan türetilmiş bazı temel anlam veya tutarlılık duygusunu sürdürseler
bile bu, insanların tipik olarak tanımladığı ve takip ettiği aynı anlam duygusu
değildir (Kim, vd., 2014). Adler anlamın özgürleştirici rolüne önem veren ilk
bilginlerden biridir. Daha sonraki çalışmalarında insanların anlamlar diyarında
yaşadığını ve bu anlamların da gerçeği yansıttığını vurgulamıştır (Adler, 2017).
Anlamlar durumlar tarafından belirlenmez ancak durumlara verilen anlamlarla
kişi kendini belirler. Yaşamdaki anlamsızlık amaç yoksunluğu, kişisel önem ve
yaşamdaki tutarlılığın bir birleşimidir. Bu nedenle insanların yaşamı tutarsız
olarak algıladıklarında anlamsızlık duygusu hissetmeleri, yaşamdaki hiçbir kişi-
sel değeri veya önemi tespit etmemeleri veya bir amaç veya yön duygusu his-
setmemeleri en muhtemeldir (Kim vd., 2014). Yaşamdaki her şey kişiyi gele-
ceğe götüren ya da geçmişte tutan bir karara bağlanması istenir. Geleceği seç-
meye devam etmek için geçmişi seçerek inkâr etmek ve onlardan kaçınmak
yerine; stresörleri potansiyel felaketlerden büyüme fırsatlarına dönüştürmek için
varoluşsal cesarete ihtiyaç vardır (Maddi, 2004).
Hayatın Anlamı ile İlgili Yapılan Araştırmalar: Bu konu üzerinde yapılan
birçok araştırma mevcuttur. Son zamanlarda yapılan bir araştırma, toplumda
yaşayan yaşlı insanlar arasında, yaşamda yüksek bir amaç duygusunun, ölüm
riskinde % 57'lik bir düşüşle ilişkili olduğunu ortaya koymuştur (Boyle, Barnes,
Buchman & Bennett, 2009) Teori, araştırma ve klinik uygulama, yaşamdaki
anlam algısının ve yaşamdaki amacın zihinsel sağlığı ve iyi oluşu artırabileceği-
ni ve yaşlı erişkinlerde intihar riskine karşı koruyabileceğini göstermektedir. Bu
nedenle daha şiddetli depresif semptomlar yaşayan kişiler intihara karşı korun-
maya daha fazla ihtiyaç duyabilir; bu tür bir korumanın yaşamdaki anlamın
daha iyi tanınmasıyla sağlanabileceği görülmüştür (Heisel & Flett, 2014). Yine
anlam temelli başa çıkma stratejisinin, stresli bir olay sırasında veya sonrasında
psikolojik uyumun artmasına katkıda bulunabileceği ortaya konmuştur (Hala-
ma, 2014). Bir başka çalışmada özgür seçim sayısını belirli bir noktadan daha
fazla arttırmanın iyi oluşu azalttığını ve kaygıyı arttırdığını göstermiştir
(Schwartz, 2012). Genel olarak çalışmalara bakıldığında daha çok ileriki yaş-
larda yani yaşlılık döneminde hayatın anlamını ölçmeye yönelik çalışmalar
(Dixon, 2007; Kim, Sun, Park & Peterson, 2013; Koren & Lowenstein, 2008;
Levasseur, St- Cyr & Desrosiers, 2009; Sherman, Michel, Rybak, Randall &
Davidson, 2011; Snodgrass & Sorajjakool, 2011) ; kanser hastalarında hayatın

149
Pozitif Psikoloji

anlamını araştıran araştırmalar ( Erci, 2008; Jaarsma, Pool, Ranchor & Sander-
man, 2007; Jim, Purnell, Richardson, Kreutz & Andersen, 2006; Stiefel vd.,
2008) ve iyi oluşu arttırmaya yönelik (Bhattacharya, 2011; Kashdan & Steger,
2007) çalışmaların yoğunlukta olduğu görülmüştür. Bu açıdan bakıldığında
ergenlik döneminden itibaren çalışmaların olmadığı; daha çok kritik dönemlerde
(yaşlılık, hastalık vb.) hayatın anlamı ile ilgili çalışmalara yoğunlaşıldığı görül-
müştür. Hayatın anlamı ile ilgili belki de ergenlik döneminden itibaren (özellik-
le kimlik karmaşası yaşanan dönem) çalışmaların arttırılmasının ilerleyen yaş-
larda oluşabilecek psikolojik rahatsızlıklar (depresyon, anksiyete, kimlik buna-
lımı vb.) ve intihar gibi olumsuz durumların yaşanmaması adına önceden alına-
bilecek önlemler açısından iyi olabileceği düşünülmektedir.
Bir Anlam Kaynağı Olarak Sosyal İlişkiler: Pozitif psikolojideki araştırma-
ların çoğunun alt metni, derin ve otantik ilişkilerin hem anlamın hem de yaşa-
maya değer bir yaşamın temel taşı olduğudur. Pozitif psikologlardan Christop-
her Peterson, pozitif psikolojinin üç kelimelik bir özetini sunduğunda: “Diğer
insanlar önemli” şeklinde bir açıklama yapmıştır (Peterson, 2006). Bu durum
çoğu insan için geçerlidir ve aslında çalışmalar arasında en sık ve tutarlı olarak
bildirilen anlam kaynağının ilişkiler olduğu görülmüştür (Steger vd., 2013a;
Zadro, Boland & Richardson, 2004). Diğer insanlarla yakın ilişkiler kurma ve
sürdürme, yaşamda anlam yaratmanın ya da yokluğunda anlamını kaybetmenin
en yaygın ve erişilebilir yollarından biridir. Krause (2007), sosyal desteğin ya-
şamdaki anlam üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerini değerlendirmenin
önemli olduğunu vurgulamıştır. Önceki çalışmalarda gösterildiği gibi, pozitif
sosyal etkileşim anlam kazandırabilirken negatif sosyal etkileşim anlamdan
mahrum bırakabilmektedir. Bu şekilde, pozitif psikoloji Yalom’ un varoluşsal
psikoterapisine varoluşsal felsefeden çok daha fazla benzemektedir (Jurica vd.,
2014). Deneysel araştırmalar, insanların sosyal aktivitelerden dışlandığında
sosyal aktiviteler yüz yüze değil bilgisayarda gerçekleştirilse bile yaşamın an-
lam algılarını azalttığını göstermiştir (Stillman vd., 2009). Bir başka çalışma,
insanların başkaları tarafından unutulduğunda yaşamlarını daha az anlamlı ola-
rak algıladıklarını göstermiştir (King & Geise 2011). Varoluşçular bireylerin
tecrit ve yalnızlıktan kaçınamadıklarını iddia etse de pozitif psikologlar sosyal
desteğin ve kişisel ilişkilerin sağlıklı ve anlamlı bir yaşam için gerekli olduğunu
savunmaktadırlar (Jurica vd., 2014). Yine yapılan araştırmalarda başkalarıyla
ilişkilerin en önemli anlam kaynakları arasında birinci olduğunu göstermiştir
(Debats, 1999; Steger, 2009). Güçlü sosyal bağların yaşamda anlamın ve iyi
oluşun en temel gerekliliği olduğunu ileri süren araştırmacılar da mevcuttur
(Mikulincer, Florian & Hirschberger, 2004; Ryan & Deci, 2001). Lambert ve

150
Hayatın Anlamı

diğerleri (2010) yapmış oldukları araştırmalarında, çalışma katılımcılarından


yaşamlarındaki en önemli anlam kaynaklarını sıralamalarını istemiş ve katılım-
cıların % 68'inin aileyi yaşamdaki birincil anlam kaynağı olarak sıraladığını ve
% 14'ünün de arkadaşlarının birincil kaynak olarak sıraladığını ortaya koymuş-
ladır. Kısacası, yakın ilişkiler yaşamda önemli miktarda anlam sağlamakta ve bu
tür ilişkilerin eksikliği anlam olarak eksikliklere neden olabilmektedir (Mac-
Kenzie & Baumeister, 2014). Bireyler öncelikle nesneleri veya diğer bireyleri
kendi kaygılarını ve meşgul olmalarını ele alma araçları olarak görebilmektedir-
ler. Örneğin; bir çekiç, bir resmi asmak için bir çiviyi duvara çakan bir kişi için
yararlıdır. Çekiç, aynı zamanda bir alet üreticisi, bir çivi, bir ev ve çekiçle ilgili
olan her şey ile ilgili olarak da görülür. Çekicin varlığı, bu diğer nesnelerin var-
lığını ima eder. Kendimizi tanımlamak için diğer nesnelere ve insanlara olan bu
güven, bireysel deneyimin sosyal karşılıklı bağımlılığının altını çizer. Bireyler,
dünyayı anlamlandırmaya yardımcı olmak için diğer bireylere güvenmekten
kaçamazlar ve böylece birbirlerine bağlanırlar (Jurica vd., 2014).
Çevre yani aile ve arkadaşlar genişledikçe, insanlar kendi varoluşlarının
sınırlarını aşabilir ve manevi bağlanma duygusu kazanabilirler (Steger, 2012).
İlişkiler tek anlam kaynağı değildir ve olumsuz sosyal etkileşimler yaşanırken
hayattaki anlamın olası zararı göz önüne alındığında bireyin alternatif anlam
kaynaklarına sahip olması önemlidir. Sonuçta kişiye en derinden zarar verebile-
cek olanı yine kişi için en çok anlama sahip olanlardır (Jurica vd., 2014). İnsan-
ların, kültürlerin, ırkların ve dinlerin ortak bir paydada birleştiği bir şey varsa
oda şudur: birileri veya kendilerinden başka bir şey için 'bir anlam ifade etmek”
(Nielsen, 2014 ). İletişimden kopmak ve başkalarıyla bağlantı kuramamak, ha-
yatlarını anlamsız hissedenlerin yaşadığı boşluk ve hedefsizlik hissine katkıda
bulunur (Kim vd., 2014).
Psikopatoloji ve Anlam: İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana
Batı ülkelerinde depresyon ve intihar oranları istikrarlı bir şekilde artmış, aynı
zamanda bu ülkeler harcama güçlerini en az iki katına çıkarmıştır (Diener &
Biswas-Diener 2002; Seligman 2002; WHO, 2012). Bir takip çalışmasında an-
lamın günlük stres ile depresyon arasındaki ilişkiyi anlamlı şekilde yordadığı ve
bu anlamın “stresin iyi oluş üzerindeki etkilerine karşı bir tampon” olarak hare-
ket ettiği sonucuna varmalarını sağlamıştır (Mascaro & Rosen, 2006). Güçlü ve
istikrarlı anlam, farklı bilişsel süreçler yoluyla stres durumlarının pozitif olarak
yeniden yorumlanmasına da katkıda bulunabilir ve bu şekilde stresin olumsuz
sonuçlarına karşı bir tampon görevi görebilir (Halama, 2014). Hayatında anlam
düzeyi yüksek olan ve bir amacı olan kişilerin maddeyi (sigara, alkol vb.) kötü-

151
Pozitif Psikoloji

ye kullanımının da düşük olduğu gözlenmiştir. Yüksek düzeyde anlam ve amaç


insanları koruyabilirken düşük seviyeler onları psikolojik açıdan savunmasız
hâle getirerek kötüye kullanma risklerini artırmaya hizmet edebilmektedir. Ya-
şamda anlamlı olduğunu düşündüğü (ve bu nedenle güçlü bir amaç duygusu
hisseden) hedefleri peşinde koşan gençlerin deneysel içmeye katılmaya daha az
eğilimli oldukları ortaya konmuştur. Enerjik ve hayatta bir şekilde hedef arayış-
larına giren gençlerin, maddeyi kötüye kullanımının ortaya çıkmasının daha
muhtemel olduğu sosyal durumlarla karşılaşma ihtimalinin daha düşük olduğu
öne sürülmektedir. Bu açıdan anlam ve amaç düzeylerinin arttırılması madde
kullanım sorunlarının gelişmesine karşı “bağışıklık kazandırma” için koruyucu
bir işlev sunabilmektedir (Hart & Carey, 2014).

4. UYGULAMALARA YANSIMASI

4.1. Logoterapi (V. FRANKL)


Viktor Frank’ın logoterapisinin ilk 1930’lardan önce, yıkıcı Birinci Dünya
Savaşı’nın ve monarşinin çöküşünden sonra geliştiği görülmektedir. Frankl tıp
öğrenimi sırasında Viyana'da intihar düşüncesiyle mücadele eden lise öğrencile-
rine yardımcı olmak için logo terapisi uygulamaya başlamıştır. Tıp fakültesi
mezuniyet döneminde, bu intihar oranını sıfıra indirmeyi başarmış ve böylelikle
Viyana'daki logoterapi çalışmaları için ün kazanmıştır (Batthyany, 2005; akt.
Wong, 2014). Günümüze gelindiğinde Frankl’ın logoterapisi, yirmi birinci yüz-
yılda birçok insanın uluslararası terörizm, rastgele şiddet eylemleri, depresyon,
bağımlılık ve giderek artan bir teknolojik kültür gibi sorunlarla mücadele etme-
de daha iyi bir gelecek için ruhsal yönelimli bir taslak niteliğinde olduğu gö-
rülmektedir (Wong, 2014). Frankl (2014) logoterapinin daha çok danışanların
gelecekte yerine getirecekleri anlamlar üzerinde odaklandığını; danışanın yaşa-
mının anlamı ile yüzleşmek zorunda kaldığını ve bu anlama yoğunlaşmanın
nevrozlarını yenebilmesine katkı sağladığını vurgulamıştır. “İnsanın Anlam
Arayışında” Frankl yalnızca felaketlerin insan yaşamları üzerindeki etkilerini
algılamakla kalmayıp, aynı zamanda yaşamda algılanan anlamın, felaketten
kurtulanların, düşünülemez bir trajediye dayanmalarına yardımcı olabilecek
inanılmaz gücünü de fark etmiştir. Schulenberg (2003) logoterapiyi klinik afet
psikolojisi çerçevesine dâhil etmenin potansiyel faydasını tartışmıştır. Aynı
şekilde, Halpern ve Tramontin (2007) Frankl’ın teorilerindeki unsurların fela-
ketten kurtulanların deneyimlerinde anlam bulmalarına yardımcı olmak ve
travma sonrası büyüme için bir mihenk taşı olarak kullanabilmeleri için kullanı-

152
Hayatın Anlamı

labileceğini belirtmiştir. Logoterapinin üç temel varsayımı şöyledir: anlam ver-


me isteği, yaşamın anlamı ve seçim özgürlüğü (Wong, 2014). Frankl (2014)
logoterapinin temel terimlerini ise aşağıdaTablo 1‘ deki gibi sıralamıştır:

Tablo 1. Logoterapinin Temel Terimleri.


1. Anlam İstemi: Anlam arayışı kişinin temel içgüdüsür. Anlam kişinin sadece
kendisi tarafından bulunabilir ve biricik ve özeldir.
2. Varoluşsal Engellenme: İnsanın anlam isteminin engellendiği noktada ortaya
varoluşsal engellenme çıkar. Bu durum nevroza yol açabilir.
3. Nöojenik Nevrozlar: Genelde anlam isteminin engellenmesi ve beraberinde
varoluşsal boşluktan kaynaklanan çatışmanın ortaya çıkardığı nevrozlardır.
4. Nöo-Dinamikler: Kişinin anlam arayışı serüveninde oluşan içsel gerilimdir. Kişi
zor şartlarında bile yaşamında bir anlam olduğunu düşünebilmelidir.
5. Varoluşsal Boşluk: Kişinin ne yapıp ne yapmaması gerektiği konusunda kendi
istekleri ile diğer insanların istedikleri arasındaki karmaşadan oluşan boşluktur.
Genellikle can sıkıcı durumlarda beliriverir.
6. Yaşamın Anlamı: Sorumluluk duygusu insan varoluşun özündedir. Nihai anlamda
kişi kendi yaşamından sorumludur ve anlam kişiye özgüdür.
7. Varoluşun Özü: Kişinin yaşamdaki sorumluluğunun farkına varması ve yaşamın
potansiyel anlamını gerçekleştirmesi varoluşun özüdür
8. Sevginin Anlamı: Bir başkasını anlayabilmek sevgiden geçer. Kişi başkasının
özünü onu sevemeden anlayamaz.
9. Acının Anlamı: Yaşamda anlam bulmanın bir yolu da acı çekmektir. Ne kadar acı
olaylar yaşanırsa yaşansın, yaşanılan o acı anlarda bile bir anlamın olduğunu
keşfetmek gerekir. Acıya rağmen anlamın olduğunu kavrayabilmek çok önemlidir.

Viktor Frank'ın trajik; şartlardan bağımsız olarak yaşamın anlamını ve de-


ğerini teyit etmeye, değiştirilemeyeceklerin kabulü, daha yüksek bir amaca
hizmet ederken kendi kendini aşma, Tanrı'ya ve diğerlerine inanç veya güven ve
sıkıntılarla yüzleşme cesaretini içermektedir (Wong, 2009). Pozitif psikoloji,
araçsal eylemi pozitif değişim sağlamanın en iyi yolu olarak gösterir; oysa logo-
terapi içsel dönüşümü ve inanç temelli ve ruhsal yönelimli eylemi en etkili yol
olarak vurgular (Wong, 2014). Danışanlara varoluşsal bakış açısıyla yardım
etmenin bir parçası, onların doğrudan kaybolma ve yalnızlık hissine dalmalarına
yardımcı olmaktır. Bu sorundan kaçınmanın tersine varoluşsal psikoterapistler,
danışanların öz farkındalıklarını artırarak başkalarından ne alamadıklarını anla-
malarına yardımcı olur. Varoluşçular, yalnızlığın aşılmadan önce tecrübe edil-
mesi gerektiği fikrine sahipler. Yalnız kalmayı öğrenmenin bir kısmı, dikkat
dağıtmadan zorla yalıtılmayı deneyimlemeyi içerir (Camus, 2019). Wong

153
Pozitif Psikoloji

(2014) logoterapi ile pozitif psikoloji arasındaki farklılıkları Tablo 2’ de ki şe-


kilde sunmuştur:

Tablo 2. Logoterapi ve Pozitif Psikoloji Arasındaki Temel Farklılıklar.

Logoterapi Pozitif Psikoloji


İlk olarak Viyana’da sosyal kargaşa ve İlk olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde
depresyonun belirdiği savaş döneminde barış ve refah döneminde
gelişmiştir. gelişmiştir.
Öncelikle acının anlamını ele alır ama
İnsanları olumsuz “sıfır” dan pozitif
aynı zamanda insanı kötümserlikten
“sekize” taşır.
iyimserliğe taşır.
Manevi-varoluşsal bir bakış açısını Bilişsel-davranışçı bir bakış açısını
destekler. destekler.
İyi oluş için kişisel ve bütünsel bir İyi oluş için temel veya anlamsal bir
yaklaşım. yaklaşım.
Din felsefesi ve bilime dayalıdır. Bilime dayalıdır.
Değerler olarak kişisel gelişim ve Değerler olarak kişisel mutluluk ve öznel
kendini aşma ön plandadır. iyi oluş ön plandadır.
Ampirik bulgular kadar deneysel-
Pozitivist yaklaşıma dayanan hakikat
fenomonolojik verilere dayanan hakikat
iddiaları.
iddiaları.
Anlam arayışı (anlama isteği) kendini
Anlam arayışı, öncelikle anlayış ve
aşmaya yönelik manevi bir insani
yaşam amacını arayan bilişsel bir süreçtir.
motivasyondur.
Kendini aşma tamamen insan olmanın Kendini aşma, anlamlılık ve kişisel iyi
özüdür ve kendi içinde bir sondur. oluş için bir araçtır.
PERMA (Positive emotions - Olumlu
duygular, Engagement - Bağlanma,
Anlam isteği, irade özgürlüğü ve
Positive relationship - İyi ilişkiler,
yaşamın anlamı dünyayı değiştirmenin
Meaning - anlam ve Accomplishment -
bir yolu olarak görülür.
başarı) modeli dünyayı değiştirmenin bir
yolu olarak görülür.

Tablo 2’de görüldüğü üzere farklılıklar olsa da logoterapiyi pozitif psiko-


lojinin anlam araştırmasıyla bütünleştirmek istenmektedir (Joshi, Marszalek, La
Verne & Hinshaw, 2013; Schulenberg, Baczwaski & Buchanan, 2014). Psikote-
rapiye uygulandığında varoluşçuluk, insanların dünyada nihayetinde yalnız
olduklarının farkına varmalarına yardım etmeye odaklanır ancak bu gerçeğin
anlaşılmasından ziyade bunun önlenmesinin olumsuz sonuçlara yol açmasına
neden olur. Psikoterapide sıkça kullanılan konular; ilişki sorunları, yalnızlık
duyguları, aidiyet ile topluma duyulan arzu ve diğer çeşitli kişiler arası kaygı-
lardır (Jurica vd., 2014). Logoterapinin temel amacı, insanların temel yaşam

154
Hayatın Anlamı

değerlerini, başarı ve mutluluğun arayışından, anlam kazanma ve kendini aşma


arayışına doğru yeniden yönlendirmektir. İlki doğal ve kendi kendine odaklan-
mış; ikincisi ise manevi ve anlam odaklı bir yönelimdir. Çoğunlukla manevi
anlam ve kendi kendini aşma ihtiyacı ego ile meşgul olmamız nedeniyle bilin-
çaltına itilir. Anlam Terapi, bireyleri sık sık boşuna harcadıkları para ve güç
arayışlarındaki hayal kırıklığı, umutsuzluk ve stres hayatından kurtarmak için
oldukça uygundur (Wong, 2014). Ayrıca insanların “durumun mutsuzluğunun
ötesinde, arkasındaki bir anlamı keşfetme potansiyelini görmelerine olanak
sağlayarak anlamsız bir acıyı gerçek bir insan başarısına dönüştürmelerine”
yardımcı olmaktır (Frankl,1997).

ÖZET
Kişinin hayatında anlam bulma süreci her zaman zevkli ya da kolay olma-
makla birlikte stresli ve acı verici bir andan geçmeyi içerebilir. Ancak anlamlı
hayat bedelini öder. Kişinin yalnızca olumlu duyguları yaşamasını değil, olum-
suzu da olumlu ışığa dönüştürerek yaşamlarında daha derin bir memnuniyet
duygusu yaşamasını sağlar. Bu nedenle pozitif psikoloji perspektifinde anlam
peşinde koşmanın nihai hedefi “iyi” için çaba göstermeye devam etmektir (Juri-
ca vd., 2014). Aslında hayatın anlamsız olduğunu düşünmek hemen her insanın
yaşamının herhangi bir döneminde yaşadığı bir duygudur (Türkçapar, 2019).
Önemli olan bu dönemleri sağlıklı bir şekilde atlatabilmektir. Anlamın özü,
yakın olanları (nesneler, eylemler, fikirler, görüntüler) bazı daha geniş bağlam-
lara bağlamak ve bu bağlamlarda onların yerini ve rolünü bulmaktır (Leontiev,
2014). Her şeyden önce Frankl, anlam arzusunu birincil ve evrensel insan moti-
vasyonu olarak kabul eder. Ayrıca, bu birincil motivasyonun bilinçaltında gizli
kalabileceğinin farkındadır. İnsanlar, anlam ve maneviyatın yerine geçen mutlu-
luk ve başarı arayışıyla meşgul olduklarında, noetik ihtiyaçları bir anlam krizi
ile karşılaşana kadar bilinçaltına itilir (Schnell, 2010). Neredeyse tüm pozitif
psikoloji araştırmacıları, anlamlılık deneyimlememiz durumunda daha büyük
bir şeye hizmet etmek için kendimizden daha fazla adım atmanın önemi konu-
sunda hemfikirdirler. (Fabry, 1994). Bu açılardan bakıldığında “hayatın anlamı-
nın ne olduğu” yerine odağımızı “hayatımın anlamının ne olduğu” yönüne çe-
virmek anlam arayışı yolculuğunda en doğru yol gibi görünmektedir. İyi oluşu
arttırmayı amaçlayan pozitif psikoloji bilimi ile; iyisiyle kötüsüyle, başa gelen
her türlü mutluluk ya da acı verici olaylarıyla yaşamın bir bütün olduğunu vur-
gulayan logoterapiyi birlikte entegre ederek yapılacak olan çalışmaların en ni-
hayetinde kişinin hayata daha pozitif bakan, daha az demoralize olan (ya da

155
Pozitif Psikoloji

demoralize olsa bile bu durumu çok uzatmadan günlük işlerini sürdürebilen),


daha mutlu ve daha sağlıklı düşünen bireylerin oluşmasında önemli rolünün
olacağı düşünülmektedir.

KAYNAKLAR
Adler, A. (2017). Yaşamın anlamı ve amacı. (13. Baskı). İstanbul: Say Yayınları.
Batthyany, A. (2005). Der leidende mensch. Medizin und Ideologie, 2(5).
Batthyany, A., & Russo-Netzer, P. (2014). Psychologies of meaning. In A. Batthyany &
P. Russo-Netzer (Eds.), Meaning in positive and existential psychology (pp. 3-22).
New York: Springer Science+Business Media.
Bhattacharya, A. (2011). Meaning in life: a qualitative inquiry into the life of young
adults. Psychological Studies, 56(3), 280-288. doi: 10.1007/s12646-011-0091-0.
Boyle, P. A., Barnes, L. L., Buchman, A. S., & Bennett, D. A. (2009). Purpose in life is
associated with mortality among community-dwelling older persons. Psychosoma-
tic Medicine, 71(5), 574–579. doi: 10.1097/PSY.0b013e3181a5a7c0.
Bugental, J. F. T. (1990). Existential-humanistic psychotherapy. In J. K. Zeig & W. M.
Munion (Eds.), What is psychotherapy? Contemporary perspectives (pp. 189–
193). San Francisco, CA: Jossey-Bass.
Campbell, J. D. (1990). Self-esteem and clarity of the self-concept. Journal of Persona-
lity and Social Psychology, 59(3), 538-49. doi: 10.1037/0022-3514.59.3.538.
Camus, A. (2019). Sisifos söyleni. (41. Baskı). (Eserin orijinal ilk baskı yılı, 1955).
İstanbul: Can Yayınları.
Capuzzi, D., & Gross, D. R. (2011). Counseling and psychotherapy: Theories and in-
terventions. Virginia: American Counseling Association.
Coward, D. D., & Reed, P. G. (1996). Self-transcendence: A resource for healing at the
end of life. Issues in Mental Health Nursing, 17(3), 275–288. doi: 10.
3109/01612849609049920.
Csikszentmihalyi, M. (2002). The good work. NAMTA Journal, 27(3), 67–82.
Currier, J., Holland, J., Coleman, R., & Neimeyer, R. A. (2007). Bereavement following
violent death: An assault on life and meaning. In R. Stevenson & G. Cox (Eds.),
Perspectives on violence and violent death. (pp. 177-202). Amityville, NY:
Baywood.
Damon, W. (2008). The path to purpose: Helping our children find their calling in life.
New York: Free Press.
Debats, D. L. (1999). Sources of meaning: an investigation of significant commitments
in life. Journal of Humanistic Psychology, 39(4), 30–57. doi: 10.11
77/0022167899394003.
Diener, E. (2009). Positive psychology: Past, present, and future. In S. J. Lopez & C. R.
Synder (Eds.), The Oxford handbook of positive psychology (2nd ed., pp. 7–11).
Oxford: Oxford University Press.

156
Hayatın Anlamı

Diener, E., & Biswas-Diener, R. (2002). Will money increase subjective well-being? A
literature review and guide to needed research. Social Indicators Research, 57(2),
119–169. doi: 10.1007/978-90-481-2350-6_6.
Dixon, A. L. (2007). Mattering in the later years: Older adults' experiences of mattering
to others, purpose in life, Depression, and Wellness. Adultspan Journal, 6(2), 83-
95. doi: 10.1002/j.2161-0029.2007.tb00034.x.
Dunn, E. W., Aknin, L. B., & Norton, M. I. (2008). Spending money on others promo-
tes happiness. Science, 319(5870), 1687–1688. doi: 10.1126/science.1150952.
Emmons, R. A. (2003). Personal goals, life meaning, and virtue: Wellsprings of a positive
life. In C. L. M. Keyes & J. Haidt (Eds.), Flourishing: The positive person and the
good life (pp. 105–128). Washington, DC: American Psychological Association.
Erci, B. (2008). Meaning in life for patients with cancer: validation of the life attitude
profile-revised scale. Journal of Advanced Nursing, 62(6), 704-711. doi:
10.1111/j.1365-2648.2008.04658.x.
Fabry, J. B. (1994). The pursuit of meaning (New revised edition ed.). Abilene, TX:
Institute of Logotherapy Press.
Frankl, V. E. (1969). The doctor and the soul: From psychotherapy to logotherapy.
New York: Bantam Books.
Frankl, V. E. (1994). Duyulmayan anlam çığlığı: psikoterapi ve hümanizm. (Çev. S.
Budak). Ankara: Öteki Yayınevi.
Frankl, V. E. (1997). Viktor Frankl recollections: An autobiography. New York: Insight
Books.
Frankl, V. E. (2014). İnsanın anlam arayışı. (Çev. S. Budak). (18. Baskı). İstanbul:
Okuyan Us Yayınları.
Gantt, E. E., & Thayne, J. L. (2014). Positive psychology, existential psychology and
the presumption of egoism. In A. Batthyany & P. Russo-Netzer (Eds.), Meaning in
positive and existential psychology (pp. 185-204). New York: Springer Scien-
ce+Business Media.
Göka, E. (2014). Hayatın anlamı var mı?. (2. Baskı). İstanbul: Timaş Yayınları.
Halama, P. (2014). Meaning in life and coping. Sense of meaning as a buffer against
stress. In A. Batthyany & P. Russo-Netzer (Eds.), Meaning in positive and existen-
tial psychology (pp. 239-250). New York: Springer Science+Business Media.
Halpern, J., & Tramontin, M. (2007). Disaster mental health: Theory and practice.
Belmont, CA: Thomson Brooks/Cole.
Hart, K., & Carey, T. (2014). Ebb and flow in sense of meaningful purpose: a lifespan
perspective on alcohol and other drug involvement. In A. Batthyany & P. Russo-
Netzer (Eds.), Meaning in positive and existential psychology (pp. 347-413). New
York: Springer Science+Business Media.
Heine, S. J., Proulx, T., & Vohs, K. D. (2006). The meaning maintenance model: on the
coherence of social motivations. Personality and Social Psychology Review, 10(2),
88-110. doi: 10.1207/s15327957pspr1002_1.

157
Pozitif Psikoloji

Hefferon, K., & Boniwell, I. (2011). Positive psychology: Theory, research and appli-
cations. Maidenhead, Berkshire, England: Open University Press.
Heisel, M. J., & Flett, G. L. (2014). Do meaning in life and purpose in life protect aga-
inst suicide ıdeation among community-residing older adults?. In A. Batthyany &
P. Russo-Netzer (Eds.), Meaning in positive and existential psychology (pp. 303-
324). New York: Springer Science+Business Media.
Hunter, I., Dik, B. J., & Banning, J. H. (2010). College students’ perceptions of calling
in work and life: A qualitative analysis. Journal of Vocational Behavior, 76(2),
178–186. doi: 10.1016/j.jvb.2009.10.008.
Jaarsma, T. A., Pool, G., Ranchor, A. V., & Sanderman, R. (2007). The concept and
measurement of meaning in life in Dutch cancer patients. Psycho-oncology, 16(3),
241-248. doi: 10.1002/pon.1056.
Jim, H. S., Purnell, J. Q., Richardson, S. A., Golden-Kreutz, D., & Andersen, B. L.
(2006). Measuring meaning in life following cancer. Quality of Life Research,
15(8), 1355-1371. doi: 10.1007/s11136-006-0028-6.
Joshi, J., Marszalek, J., LaVerne, B., & Hinshaw, A. (2013). An empirical investigation
of Viktor Frankl’s logotherapeutic model. Journal of Humanistic Psychology,
54(2), 227-253. doi: 10.1177/0022167813504036.
Jurica, J., Barenz, J., Shim, Y., Graham, K., & Steger, M. F. (2014). Ultimate concerns
from existential and positive psychological perspective. In A. Batthyany & P. Rus-
so-Netzer (Eds.), Meaning in positive and existential psychology (pp. 115-128).
New York: Springer Science+Business Media.
Kashdan, T. B., & Steger, M. F. (2007). Curiosity and pathways to well-being and mea-
ning in life: cristTraits, states, and everyday behaviors. Motivation and Emotion,
31(3), 159-173. doi: 10.1007/s11031-007-9068-7.
Kennedy, J. E., Kanthamani, H., & Palmer, J. (1994). Psychic and spiritual experiences,
health, well-being, and meaning in life. Journal of Parapsychology, 58, 353–383.
Keyes, C. L. M., & Haidt, J. (2003). Flourishing: Positive psychology and the life well-
lived. Washington, DC: American Psychological Association.
Kim, E. S., Sun, J. K., Park, N., & Peterson, C. (2013). Purpose in life and reduced
incidence of stroke in older adults: 'The health and retirement study'. Journal of
Psychosomatic Research, 74(5), 427-432. doi: 10.1016/j.jpsychores.2013.01.013.
Kim, J., Seto, E., Davis, W. E., & Hicks, J. A. (2014). Positive and existential psycho-
logical approaches to the experience of meaning in life. In A. Batthyany & P. Rus-
so-Netzer (Eds.), Meaning in positive and existential psychology (pp. 221-233).
New York: Springer Science+Business Media.
King, L. A., & Geise A. C. (2011). Being forgotten: Implications for the experience of
meaning in life. The Journal of Social Psychology, 151(6), 696–709. doi:
10.1080/00224545.2010.522620.
King, L. A., & Hicks, J. A. (2012). Positive affect and meaning in life. In In Paul T. P.
Wong (Ed.), The human quest for meaning (2nd ed., pp. 125-141). New York:
Routledge.

158
Hayatın Anlamı

Klinger, E. (1977). Meaning and void: Inner experience and the incentives in people’s
lives. Minneapolis: University of Minnesota Press.
Koltko-Rivera, M. E. (2006). Rediscovering the later version of Maslow’s hierarchy of
needs: Self-transcendence and opportunities for theory, research, and unification.
Review of General Psychology, 10(4), 302–317. doi: 10.1037/1089-2680.10.4.302.
Koren, C., & Lowenstein, A. (2008). Late-life widowhood and meaning in life. Ageing
International, 32(2), 140-155. doi: 10.1007/s12126-008-9008-1.
Krause N. (2007). Longitudinal study of social support and meaning in life. Psychology
and Aging, 22(3), 456–469. doi: 10.1037/0882-7974.22.3.456.
Lambert, N. M., Stillman, T. F., Baumeister, R. F., Fincham, F. D., Hicks, J. A., &
Graham, S. M. (2010). Family as a salient source of meaning in young adulthood.
The Journal of Positive Psychology, 5(5), 367–376. doi: 10.1080/ 1743976
0.2010.516616.
Leontinev, D. (2014). Extending the contexts of existence: benefits of meaning-guided
living. In A. Batthyany & P. Russo-Netzer (Eds.), Meaning in positive and exis-
tential psychology (pp. 97-114). New York: Springer Science+Business Media.
Levasseur, M., St-Cyr, T. D., & Desrosiers, J. (2009). Meaning of quality of life for
older adults: Importance of human functioning components. Archives of Geronto-
logy and Geriatrics, 49(2), 91-100. doi: 10.1016/j.archger.2008.08.013. MacKen-
zie, M. J., & Baumeister, R. F. (2014). Meaning in life: nature, needs, and myths.
In A. Batthyany & P. Russo-Netzer (Eds.), Meaning in positive and existential
psychology (pp. 25-37). New York: Springer Science+Business Media.
Maddi, S. R. (2004). Existential psychology. In W. E. Craighead & C. B. Nemeroff
(Eds.), The concise Corsini encyclopedia of psychology and behavioral sciences
(3rd ed., pp. 344–345). Hoboken NJ: Wiley.
Marshall, M., & Marshall, E. (2012). Logotherapy revisited: Review of the tenets of
Viktor E. Frankl’s logotherapy. Ottawa, Canada: Createspace Independent Pub.
Mascaro, N. (2014). Meaning sensitive psychotherapy: binding clinical, existential, and
positive psychological perspectives. In A. Batthyany & P. Russo-Netzer (Eds.),
Meaning in positive and existential psychology (pp. 269-289). New York: Sprin-
ger Science+Business Media.
Mascaro, N., & Rosen, D. H. (2006). The role of existential meaning as a buffer against
stress. Journal of Humanistic Psychology, 46(2), 168–190. doi:
10.1177/0022167805283779.
Metz, T. (2013). Meaning in life as the aim of psychotherapy: A hypothesis. In J. A.
Hicks & C. Routledge (Eds.), The experience of meaning in life: Classical pers-
pectives, emerging themes, and controversies (pp. 405-417). New York, NY:
Springer.
Metz, T. (2015). Meaning in life. Oxford: Oxford University Press.
Mikulincer, M., Florian, V., & Hirschberger, G. (2004). The terror of death and the
quest for love—An existential perspective on close relationships. In J. Greenberg,

159
Pozitif Psikoloji

S. L. Koole, & T. Pyszczynski (Eds.), Handbook of experimental existential psyc-


hology (pp. 287–304). New York, NY: Guilford Press.
Neimeyer, R. A., Klass, D., & Dennis, M. R. (2014). Mourning, meaning, and memory:
individual, communal, and cultural narration of grief. In A. Batthyany & P. Russo-
Netzer (Eds.), Meaning in positive and existential psychology (pp. 325-346). New
York: Springer Science+Business Media.
Nielsen, T. W. (2014). Finding the keys to meaningful happines: beyond being happy or
sad is to love. In A. Batthyany & P. Russo-Netzer (Eds.), Meaning in positive and
existential psychology (pp. 81-93). New York: Springer Science+Business Media.
Park, C. L. (2007). Religiousness/spirituality and health: A meaning systems perspective.
Journal of Behavioural Medicine, 30(4), 319–328. doi: 10.1007/s10865-007-9111-x.
Peterson, C. (2006). A primer in positive psychology. Oxford, UK: Oxford University
Press.
Piliavin, J. A., & Siegel, E. (2007). Health benefits of volunteering in the Wisconsin
longitudinal study. Journal of Health and Social Behavior, 48(4), 450–464. doi:
10.1177/002214650704800408.
Prentice, M., & McGregor, I. (2014). Anxiety and the approach of idealistic meaning. In
A. Batthyany & P. Russo-Netzer (Eds.), Meaning in positive and existential psyc-
hology (pp. 205-220). New York: Springer Science+Business Media.
Post, S. (2011). The hidden gifts of helping: How the power of giving, compassion, and
hope can get us through hard times. San Francisco: Jossey-Bass.
Post, S., & Neimark, J. (2007). Why good things happen to good people: The exciting
new research that provides the link between doing good and living a longer, he-
althier, happier life. New York: Broadway Books.
Reker, G. T. (2000). Theoretical perspective, dimensions, and measurement of existen-
tial meaning. In G. T. Reker & K. Chamberlain (Eds.), Exploring existential mea-
ning: Optimizing human development across the life span (pp. 39–55). Thousand
Oaks, CA: Sage.
Reker, G. T., Peacock, E. J., & Wong, P. T. (1987). Meaning and purpose in life and
well-being: A life-span perspective. Journal of Gerontology, 42(1), 44–49. doi:
10.1093/geronj/42.1.44.
Ryan, R. M., & Deci, E. L. (2001). On happiness and human potentials: A review of
research on hedonic and eudaimonic well-being. Annual Review Psychology,
52(1), 141–166. doi: 10.1146/annurev.psych.52.1.141.
Schnell, T. (2010). Existential indifference: Another quality of meaning in life. Journal
of Humanistic Psychology, 50(3), 351–373. doi: 10.1177/0022167809360259.
Schulenberg, S. E. (2003). Empirical research and logotherapy. Psychological Reports,
93(1), 307–319. doi: 10.2466/pr0.2003.93.1.307.
Schulenberg, S. E., Baczwaski, B. J., & Buchanan, E. M. (2014). Measuring search for
meaning: a factor-analytic evaluation of the seeking of noetic goals test (SONG).
Journal of Happiness Studies, 15(3), 693-715. doi: 10.1007/s10902-013-9446-7.

160
Hayatın Anlamı

Schulenberg, S. E., Drescher, C. F., & Baczwaski, B. J. (2014). Perceived meaning and
disaster mental health: a role for logotherapy in clinical-disaster psychology. In A.
Batthyany & P. Russo-Netzer (Eds.), Meaning in positive and existential psycho-
logy (pp. 251-267). New York: Springer Science+Business Media.
Schwartz, B. (2012). Choice, freedom, and autonomy. In P. R. Shaver & M. Mikulincer
(Eds.), Meaning, mortality, and choice: The social psychology of existential con-
cerns (pp. 271–288). Washington, DC: American Psychological Association.
Schwartz, C., Meisenhelder, J. B., Ma, Y., & Reed, G. (2003). Altruistic social interest
behaviors are associated with better mental health. Psychosomatic Medicine,
65(5), 778–785. doi: 10.1097/01.PSY.0000079378.39062.D4.
Seligman, M. E. P. (2002). Authentic happiness: Using the new positive psychology to
realize your potential for lasting fulfillment. New York: Free Press/Simon and
Schuster.
Seligman, M. E. P. (2011). Flourishing: A visionary new understanding of happiness
and wellbeing. New York, NY: Free Press.
Seligman, M. E., P. & Csikszentmihalyi, M. (2000). Positive psychology: An introduc-
tion. American Psychologist, 55(1), 5–14. doi: 10.1037/0003-066X.55.1.5.
Sheldon, K. M. (2011). What’s positive about positive psychology? Reducing value-
bias and enhancing integration within the field. In K. M. Sheldon, T. B. Kashdan,
& M. F. Steger (Eds.), Designing positive psychology: Taking stock and moving
forward (pp. 421–429). Oxford, UK: Oxford University Press.
Sherman, N. E., Michel, R., Rybak, C., Randall, G. K., & Davidson, J. (2011). Meaning
in life and volunteerism in older adults. Adultspan Journal, 10(2), 78-90. doi:
10.1002/j.2161-0029.2011.tb00127.x.
Snodgrass, J., & Sorajjakool, S. (2011). Spirituality in older adulthood: Existential mea-
ning, productivity, and life events. Pastoral Psychology, 60(1), 85-94. doi:
10.1007/s11089-010-0282-y.
Steger, M. F. (2009). Meaning. In Shane J. Lopez (Ed.), The encyclopedia of positive
psychology (pp. 605-610). Chichester: Wiley-Blackwell.
Steger, M. F. (2012). Experiencing meaning in life: Optimal functioning at the nexus of
wellbeing, psychopathology, and spirituality. In P. T. P. Wong (Ed.), The human
quest for meaning: Theories, research, and applications (2nd ed., pp. 164–184).
New York, NY: Routledge.
Steger, M. F., Frazier, P., Oishi, S., & Kaler, M. (2006). The meaning in life question-
naire: Assessing the presence of and search for meaning in life. Journal of Coun-
seling Psychology, 53(1), 80-93. doi: 10.1037/0022-0167.53.1.80.
Steger, M. F., Kashdan, T. B., & Oishi, S. (2008). Being good by doing good: Daily
eudaimonic activity and well-being. Journal of Research in Personality, 42(1),
22–42. doi: 10.1016/j.jrp.2007.03.004.
Steger, M. F., Shim, Y., Rush, B. R., Breuske, L. A., Shin, J. Y., & Merriman, L. A.
(2013a). The mind’s eye: A photographic method for understanding meaning in

161
Pozitif Psikoloji

people’s lives. Journal of Positive Psychology, 8(6), 530–542. doi:


10.1080/17439760.2013.830760.
Steger, M. F., Shin, J.-Y., Shim, Y., & Fitch-Martin, A. (2013b). Is meaning in life a
flagship indicator of well-being? In A. Waterman (Ed.), The best within us: Posi-
tive psychology perspectives on eudaimonia (pp. 159-182). Washington, DC: APA
Press. doi: 10.1037/14092-009.
Stiefel, F., Krenz, S., Zdrojewski, C., Stagno, D., Fernandez, M., Bauer, J., Fucina, N.,
Fegg, M. (2008). Meaning in life assessed with the "schedule for meaning in life
evaluation" (SMiLE): a comparison between a cancer patient and student sample.
Supportive Care in Cancer, 16(10), 1151-5. doi: 10.1007/s00520-007-0394-9.
Stillman, T. F., Baumeister, R. F., Lambert, N. M., Crescioni, A. W., DeWall, C. N., &
Fincham, F. D. (2009). Alone and pointless: Life loses meaning following social
rejection. Journal of Experimental Social Psychology, 45, 686–694. doi:
10.1016/j.jesp.2009.03.007.
Thoits, P. A., & Hewitt, L. N. (2001). Volunteer work and well-being. Journal of He-
alth and Social Behavior, 42(2), 115–131. doi: 10.2307/3090173.
Türkçapar, M. H. (2019). Fark et, düşün, hisset, yaşa: Kendi kendine psikoterapi rehbe-
ri. İstanbul: Epsilon Yayınevi.
VanNuys, D. (2010a, November 3). Popping the happiness bubble: The backlash aga-
inst positive psychology (Part 1). Psychology Today. 17.03.2019 tarihinde
https://www.psychologytoday.com/us/blog/the-happiness-
dispatch/201011/popping-the-happiness-bubble-the-backlash-against-positive ad-
resinden erişilmiştir.
VanNuys, D. (2010b, November 15). Popping the happiness bubble: The backlash aga-
inst positive psychology (Part 2). Psychology Today. 17.03.2019 tarihinde
https://www.psychologytoday.com/us/blog/the-happiness-
dispatch/201011/popping-the-happiness-bubble-the-backlash-against-positive ad-
resinden erişilmiştir.
Veenhoven, R. (2012). World database of happiness, Erasmus University Rotterdam,
The Netherlands. 05.04.2019 tarihmmnknkinde http://worlddataba seofhappi-
ness.eur.nl adresinden erişilmiştir.
Weinstein, N., Ryan, R. M., & Deci, E. L. (2012). Motivation, meaning and wellness. In
Paul T. P. Wong (Ed.), The human quest for meaning (2nd ed., pp. 81-106). New
York: Routledge.
WHO (2012). Public health action for the prevention of suicide: a framework. Geneva:
World Health Organization.
Wong, P. T. P. (2009). Viktor Frankl: Prophet of hope for the 21st century. In A.
Batthyany & J. Levinson (Eds.), Existential psychotherapy of meaning: Handbook
of logotherapy and existential analysis. Phoenix, AZ: Zeig, Tucker & Theisen Inc.
Wong, P. T. P. (2014). Viktor Frankl’s meaning-seeking model and positice psycho-
logy. In A. Batthyany & P. Russo-Netzer (Eds.), Meaning in positive and existen-
tial psychology (pp. 149-184). New York: Springer Science+Business Media.

162
Hayatın Anlamı

Wortmann, J. H., & Park, C. L. (2009). Religion/spirituality and change in meaning


after bereavement: Qualitative evidence for the meaning making model. Journal
of Loss and Trauma, 14(1), 17–34. doi: 10.1080/15325020802173876.
Yalom, I. D. (2018). Varoluşçu psikoloji. İstanbul: Pegasus Yayınları
Yen, J. (2010). Authorizing happiness: Rhetorical demarcation of science and society in
historical narratives of positive psychology. Journal of Theoretical and Philosop-
hical Psychology, 30(2), 67-78. doi: 10.1037/a0019103.
Zadro, L., Boland, C., & Richardson, R. (2006). How long does it last? The persistence
of the effects of ostracism in the socially anxious. Journal of Experimental Social
Psychology, 42(5), 692–697. doi: 10.1016/j.jesp.2005.10.007. Formun Üstü

163
Pozitif Psikoloji

OKUMA LİSTESİ
Hayatın anlamı ile ilgili daha fazla bilgi edinebilmek için birçok baskısı yapıl-
mış ve farklı dillere çevrilmiş olan Frankl, V. E. (2014). İnsanın anlam arayışı.
(Çev. S. Budak). (18. Baskı). İstanbul: Okuyan Us Yayınları adlı kaynaktan
kapsamlı okumalar yapılabilir.
Türk literatüründe yer alan ve geçtiğimiz yıllarda yayımlanmış olan Göka, E.
(2014). Hayatın anlamı var mı?. (2. Baskı). İstanbul: Timaş Yayınları adlı kay-
naktan ayrıntılı bilgi edilinebilir.
Geniş kapsamlı yazılmış olan Metz, T. (2015). Meaning in life. Oxford: Oxford
University Press adlı kaynaktan ise hayatın anlamına yönelik çok yönlü bilgiler
edinmek mümkündür.

164
8 İNSAN GELİŞİMİNE POZİTİF BİR
YAKLAŞIM: “FLOURISHING”

Sefa Bulut
Emre Gürkan

Bu bölümü okuduğunuzda
1. Pozitif psikolojinin insan gelişimine katkısını,
2. İnsan gelişiminde sağlıklı bir gelişim yaklaşımını,
3. İnsan yaşamında olumlu duyguların önemini öğreneceksiniz.

1. GİRİŞ
Pozitif psikolojinin kurucusu sayılan Seligman (2010), “Flourish” kavra-
mına yüklediği anlamı ve PERMA modelinin gelişimine giden süreci şu şekilde
ifade etmektedir:
“Ben bir psikoterapist olarak uzun zamanlar danışanlarımın üzgünlükleri-
ni, anksiyetelerini ve öfkelerini dindirmekte başarılı işler yaptım. Başlarda, her
bir seansın sonunda skalanın pozitif tarafında yer alan mutlu birer insan elde
ettiğimi sanıyordum. Oysa bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Terapiler sonunda
ben sadece sakalada “nötr” diyebileceğim insanlar elde ediyordum. Bunun
sebebi ise daha iyi ilişkiler kurabilmek, hayata daha fazla anlam katabilmek,
daha fazla iş ve değer üretebilmek ve daha çok pozitif duygu inşa edebilmek için
gerekli olan becerilerin, depresyon, anksiyete ve öfke ile mücadele edebilmek
için gerekli olan becerilerden tamamen farklı olmasıydı. İşte bunu sağlamayı
hedefleyen pozitif psikolojinin amacı da sadece insanların psikolojik ızdırabını
dindirecek müdahaleler geliştirmek yerine aynı zamanda ‘hayatı olumlu yaşa-
maya olanak veren’ müdahaleleri de inşa etmek olmalıdır” (s. 233).
Psikoloji bilimi, tarih sahnesine çıktığı ilk yıllardan bu yana, genel olarak
dikkatini insan ruhundaki psikolojik sorunlara, patolojilere ve fonksiyon bozuk-
luklarına vermiştir. Psikoloji bilimi çoğunlukla, insan psikolojisinin bu olumsuz
taraflarının gündemde tutmasıyla birlikte bireylerin psikolojik gücü, kaynakları
ve gelişmişlik fikrinden uzak kalmayı yeğleyerek bu bireysel güçleri ve kaynak-

165
Pozitif Psikoloji

ları kullanmak adına çok az teori ve fikir üretmiştir (Seligman 2002). Buna mu-
kabil bu yüzyılın başında yeni bir psikoloji akımı olarak doğan ve yükselen
Pozitif psikoloji akımının amacı ise psikolojinin bu zamana kadar odaklanmış
olduğu psikopatolojileri ve tedavi süreçlerini yok saymadan, insan yaşamında
unutulmuş ve ihmal edilmiş olan pozitif özellikleri yeniden inşa edebilmektir
(Seligman ve Csikszentmihalyi, 2000). Bununla birlikte pozitif psikolojide
amaç patoloji, sıkıntı ve fonksiyon bozukluğu çalışmalarını tam anlamıyla yok
saymak ya da tam anlamıyla desteklemek değildir. Aksine amaç, mevcut bilgi
tabanını bütünleştirmek ve tamamlamak için insan esnekliği, gücü ve büyümesi
hakkında bildiklerimizi yeniden şekillendirmektir (Gable ve Haidt, 2005).
Önümüzdeki 21. yüzyılda, pozitif psikoloji kavramlarının anlaşılmasının hem
bireylerin hem de toplumun gelişmesine katkı sağlayacağına inanmakla beraber
sadece koruyucu ruh sağlığı hizmetlerinin varlığı değil, aynı zamanda ruh sağlı-
ğı uzmanlarının da birtakım pozitif ilişkileri keşfetmesinin önemi vurgulanmak-
tadır (Seligman ve Csikszentmihalyi, 2000). Keşfedilecek bu pozitif ilişki örün-
tüleri sayesinde, insan psikolojisinin esnekliği ve dayanıklılığı arttırılabilir, bu
örüntülerin yaşantısal bir çerçevede temellendirilmesi ile de ruh sağlığı hizmet-
lerinde önemli gelişme kaydedilebilir.
Pozitif psikolojinin en temel ve basit varsayımı sadece mutluluk değildir.
Pozitif psikoloji sadece mutluluğa odaklanmadığı gibi, mutluluk gibi tek bir
kategori ve kavram içerisinde değerlendirilmez ve sınırlandırılamaz. Pozitif
psikolojinin üç farklı alanda hayata pozitif katkılar sunmaya odaklandığı ifade
edilebilir: (1) pozitif öznel deneyimler (mutluluk, memnuniyet, iyi-oluş, akış,
doyum), (2) pozitif bireysel tutumlar (karakter özellikleri, yetenekler, ilgiler,
değerler), (3) pozitif sosyal kurumlar (pozitif aile, okul, iş ortamları ve toplum)
(Seligman, 2002). Pozitif psikoloji, insanda sıkıntı, sorun, problemin var olabil-
diği kadar, mutluluk ve gelişimin de pekala mümkün olduğunu ve psikoloji
alanı içerisinde çalışmalara konu edilmesi gerektiğini anlatmak için kullanılabi-
lecek bir “şemsiye terim”dir (Peterson ve Park, 2003). Bununla birlikte pozitif
psikoloji sadece salt mutluluğu ve bu mutluluğa götürecek tek düze etkinlikleri
içeren bir zeminde değil, aynı zamanda (1) memnun, (2) iyi, (3) anlamlı bir
yaşamı da sağlayacak (Seligman, 2002) ve insanın gelişiminde önemli bir kilo-
metre taşı olabilecek bütüncül bir zeminde ilerlemektedir. Nitekim pozitif psi-
koloji kuramcıları, bireylerin ve hatta toplumun güçlü yönlerinin ve psikolojik
esneklikliğinin ana hatları ile belirginleşmesinin, pozitif psikolojinin kazanımla-
rının hayata geçirilmesiyle mümkün olabileceğine inanmaktadırlar (Gable ve
Haidt, 2005). Bu kazanımların kıstaslarından birinin de “mutluluk (happiness)”

166
İnsan Gelişimine Pozitif Bir Yaklaşım: “Flourishing”

olup olmadığı hiç kuşkusuz tartışılmaktadır (Seligman ve Pawelski, 2003). Ay-


rıca, psikolojik esnekliğin ve mutluluğun; bireylerin fiziksel sağlığına (physical
health), öznel iyi oluşuna (subjective well-being), toplum içinde işlevsel grupla-
rın varlığına (functional groups) ve insanın ve toplumsal kurumların gelişmesi-
ne (flourishing of human-being and institutions) nasıl katkıda bulunduğu (Gab-
le ve Haidt, 2005) da üzerine düşünülmesi gereken değerli bir konudur. Bu
minvalde, mutluluğun ve insan gelişiminin (happiness and human flourishing)
ne olduğuna, nasıl ölçülebileceğine, ‘mutluluğun ve gelişimin sebepleri ve so-
nuçları nelerdir’ gibi soruların cevaplarını aramak için yapılan çalışmalar son
yıllarda hız kazanmıştır (Eid ve Larsen, 2008). Son yirmi yılda üzerinde daha
çok durulan bir kavram olan “insanın gelişimi” (human flourishing) açısından
bireylerin iyi oluşunu, işlevselliğini ve gelişimini (well-being, human functio-
ning and flourishing) inceleyen çalışmalar son yıllarda literatürde daha çok yer
bulmuş (Satıcı ve ark., 2013) ve bu çalışmalarda bazı psikolojik kavramlarla
“flourishing”in yakından ilişkileri incelenmiştir (Erarslan-Caban, 2016).
Bu bağlamda yapılan çalışmalarla insanın gelişimi (human flourishing):
diğerleri ile pozitif ilişkiler ve yaşamın anlamını bulmak (Telef, 2013; Huppert
ve So, 2009, 2013), pozitif fonksiyon gösterme (Keyes, 2002); iyilik hâli (go-
odness), psikolojik büyüme (growth), psikolojik esneklik (resilience), üretken-
lik (generativity) (Frederickson ve Losada, 2005); öz güven, iyimserlik (opti-
mizm), canlılık, öz belirleme (self-determination), yaşam doyumu (Huppert ve
So, 2009); yetenek, otonomi, pozitif duygular, başkalarına katkı sunma, anlam
ve amaç, öz-kabul (Diener ve ark., 2010); pozitif etki, yaşam gayesi (Byron,
2011); kendini gerçekleştirme, başarı, sosyal ve akademik bağlanma/katılım,
pozitif etkiler (Gokcen ve ark., 2012); öz-şefkat ve farkındalık (Satıcı ve ark.,
2013; Akın ve Akın, 2015); sosyal yalnızlık ve umutsuzluk (Erarslan-Caban,
2016); pozitif duygular, bağlanma/katılım, pozitif ilişkiler, anlam ve başarı (Se-
ligman, 2011) gibi birtakım psikolojik etmenler ile ilişkilendirilmiş ve bu kav-
ramların bir insanın gelişim konsepti olan “flourishing” ile güçlü ilişkiler içeri-
sinde olduğunu belirlemiştir.
Pozitif psikolojinin hayata uygulanabilmesi adına birtakım bütüncül ve sa-
hada uygulanabilir teoremler önerilmiştir (Hone ve ark., 2014; VanderWeele,
2017). Bu bölümde okuyucular, Pozitif psikolojinin içerisinde yer bulan “flou-
rishing” kavramı ve bu kavram hakkında yapılan araştırmalar neticesinde ortaya
atılmış bütüncül “flourishing konseptleri” hakkında güncel olarak bilgilendir-
meye çalışılacaktır.

167
Pozitif Psikoloji

2. FLOURISHING NEDİR?
Kelime manası itibari ile Türkçeye “serpilmek, büyümek, gelişmek” şek-
linde tercüme edilebilecek bir kavram olan “flourish” kelimesinin sıfat-fiil hâli
olan “flourishing” 2; “serpilen, büyüyen, gelişen” anlamında Türkçeye çevrilebi-
lir (Cambridge, 2019). İnsanın gelişmesi (human flourishing), literatürde farklı
konseptler içerisinde tanımlanmaya çalışılmıştır. Özellikle İngilizce pozitif psi-
koloji literatürüne bakıldığı zaman, genel olarak “flourishing” kavramı insanın
genel ve psikolojik gelişimini vurgulayarak insanın üretme, gelişme, perfor-
mans ve psikolojik esneklik bakımından optimum seviyede işlevselliğini sürdü-
rebilmesi olarak tanımlanmaktadır (Fredrickson ve Losada, 2005). Diğer bir
tanım olarak iyi-oluşu (well-being) kavramsallaştırmak için kullanılabilecek bir
ölçüt olan “flourishing”, iyi hissetmenin yanı sıra aynı zamanda insanın fonksi-
yonel işlevselliğinin iyi olduğunun da bir göstergesi sayılabilir; iyi-oluşun bir
tür öznel ifadesi olduğu söylenebilir (Huppert ve So, 2009). Dünya Sağlık Ör-
gütünün (The World Health Organization) tanımına göre “akıl sağlığı” (mental
health): “bireyin kendi yeteneklerini keşfedebildiği, normal düzeydeki stresör-
lerle baş edebildiği, üretkenliğini verimli bir şekilde sürdürebildiği ve topluma
katkıda bulunabildiği bir iyi-oluş (well-being) durumudur (WHO, 2004, s.12)”.
Bu noktadan bakıldığında yukarıda verilen “flourishing” tanımları ile WHO’nun
“akıl sağlığı (mental health)” tanımı arasında önemli ölçüde tutarlılık olduğu
söylenebilir (Erarslan-Caban, 2016).
Deneysel olarak elde edilen sonuçlara göre öznel iyi-oluşun (subjective
well-being) üç temel yapısı vardır: (1) kişinin hayatına ilişkin bilişsel değerlen-
dirmeleri (yani yaşam doyumu ve mutluluk); (2) yüksek seviyede pozitif duy-
gusal deneyimler ve (3) düşük seviyede negatif duygusal deneyimler (Arthaud-
Day ve ark., 2005). “Flourishing” ise iyi hissetmenin ve etkili bir şekilde işlev-
sellik göstermenin bileşkesi olarak bu üç maddeyi de kapsayan bir öznel iyi-
oluş ile ilişkilidir (Huppert ve So, 2013). Pozitif işlevsellik ve yüksek seviyeler-
de öznel iyi-oluş (subjective well-being) gösteren bireyler (Keyes, 2002), “flou-
rishers” olarak adlandırılabilirler (Momtaz ve ark., 2016; Satıcı ve ark., 2013).
Bu minvalde, “flourishers” diye adlandırılan bireyler sadece ‘skalanın eksi tara-
fında’ yer aldıkları ve mental bir hastalığa sahip olmadıkları için değil, aynı
zamanda mental sağlıklarının skalada ‘sıfırın üzerinde pozitif bir değerde’ ol-
masından dolayı gelişim gösterirler (Keyes, 2002, 2005). Bu insanlar aynı za-

2
Bölüm boyunca kavramın tam olarak Türkçe karşılığı olmadığı için çoğunlukla kavramın
İngilizce orijinal kullanımı olan “flourishing” kavramı kullanılmıştır. Yer yer anlamını kıs-
men karşılayan Türkçe “gelişim” kelimesinin kullanımı da tercih edilmiştir.

168
İnsan Gelişimine Pozitif Bir Yaklaşım: “Flourishing”

manda kendi bireysel ve sosyal yaşamlarını pozitif ve işlevsel bir şekilde düzen-
lerler, kendi iç dünyalarında da üretken ve sağlıklı bir duygu sistemleri vardır
(Keyes, 2002). “Flourishing” kavramı; bireylerde, gruplarda ve kurumlarda
optimum işlevsellik (Gable ve Haidt, 2005) ya da pozitif işlevsellik olarak düşü-
nülebilir. Bu tanıma destek verecek nitelikte Rusk ve Waters (2015), pozitif
psikoloji literatürünü tarayarak yapmış oldukları niceliksel bir meta-analiz ça-
lışması sonucunda beş bileşenli bir pozitif işlevsellik modeli geliştirmiştir. Bu
model, bireylerin psikolojik ve sosyal olarak işlevselliklerini (1) anlamlandır-
ma/kavrama ve başa çıkma (comprehension and coping), (2) dikkat ve farkında-
lık (attention and awareness), (3) duygular (emotions), (4) hedefler ve alışkan-
lıklar (goals and habits), (5) değerler ve ilişkiler (virtues and relationships)
olarak beş bileşen üzerinden tanımlamıştır (Butler ve Kern, 2016). Bu yapı ‘Po-
zitif İşlevselliğin Beş Bileşen Modeli’ (The Five Domains of Positive Functio-
ning/DPF-5) olarak isimlendirilmiştir (Rusk ve Waters, 2015).
Ayrıca bir bireyin gelişebilmesi (human flourishing) için optimum seviye-
de üretkenlik, performans ve işlevsellik göstermesinin yanı sıra, duygusal iyi-
oluş unsurlarından olan pozitif duyguları negatif duygulardan daha fazla, daha
sık ve daha sürekli bir şekilde deneyimlemeye ihtiyacı vardır (Larsen ve Priz-
mic, 2008). Nitekim yapılan çalışmalar bağlamında “flourishing”; duygusal,
psikolojik ve sosyal iyi-oluş ile yakından ilişkili bulunmuş ve “flourishing” için
en iyi operasyonel tanımın, duygusal iyi-oluş belirtilerini psikolojik ve sosyal
iyi-oluş belirtileriyle bütünleştirilerek oluşabileceği öne sürülmüştür (Keyes,
2002, 2005). Yine yaklaşık yarım yüzyıllık bir dönemde yapılan araştırmaların
faktör analizleri yapıldığında haz kaynaklı iyi-oluş (hedonic well-being) veya
erdem kaynaklı iyi-oluş (eudaimonic well-being) yapılarının içeriğini temsil
eden yaklaşık 13 kadar semptom (yani ölçüt ya da kriter) belirlenmiş olması ve
bu kriterlerin DSM IV-TR depresyon tanı kriterlerinin yaklaşık olarak tersi ol-
ması da dikkate değerdir (Keyes, 2005). Bu noktadan hareketle Keyes (2005),
akıl sağlığı (yani flourishing) için birtakım semptomlar kümesi önermiş ve tanı
kriterleri belirlemiştir (tablo şeklinde görmek için bkz. Keyes, 2005).
Bir diğer tanımda ise ‘flourishing’; pozitif duygular, duygusal dinginlik,
canlılık, iyimser olma, psikolojik esneklik, öz-saygı, akış, başarı, anlam gibi
bireysel pozitif özellikler ile karakterize olduğu kadar pozitif ve sosyal ilişkile-
rin varlığı ile de kavramsallaştırılabilir (Eraslan-Caban, 2016). Bu minvalde
Diener ve ark. (2009, 2010), ilk ismi Psikolojik İyi-oluş Ölçeği (Psychological
Well-being Scale-PWB) olan ama sonradan ismini Flourishing Ölçeği (Flouris-
hing Scale- FS) olarak değiştirdikleri sekiz maddelik ölçek ile bireylerin psiko-
sosyal sağlıklılığını ölçmek ve bireylerde mevcut olan öznel iyi-oluş kıstasları-

169
Pozitif Psikoloji

nın eksik yanlarını tamamlamayı amaçlamışlardır. Böylelikle bireyin kendi


bakış açısından psiko-sosyal işlevselliklerinin özelliklerini anlamaya ve yeniden
değerlendirmeye çalışmışlardır. Bu noktadan hareketle hayata karşı olumlu ve
iyimser tutum sergileyen bireylerin, psikolojik işlevselliğin yanında sosyal iş-
levselliklerinin de ‘flourishing’ tanımında kendine yer bulmasının kaçınılmaz
olduğu ifade edilebilir (Keyes & Haidt, 2003). Nitekim ‘flourishing’, bir insa-
nın yaşamının her açıdan iyi gittiğini ifade etmektedir ve bu iyi gidişe (i) mutlu-
luk ve yaşam doyumu, (ii) hem mental hem fiziksel sağlık, (iii) yaşamın anlamı
ve amacının olması, (iv) karakter ve erdem, (v) yakın sosyal ilişkiler kurabilmek
önemli ölçüde katkı sağlar (VanderWeele, 2017).
Bireylerin hayatın iyi gittiğini düşünmesi ve iyi hissetmesinin yanında, iyi
ve optimum işlevsellik gösterdiklerine karşı iyimser bir tutum göstermeleri de
bir ‘flourishing’ kriteri olarak varsayılabilir (Huppert ve So, 2009). Zira, “opti-
mistik” (iyimser) olmak ile “flourishing” ölçütlerini karşılamak arasında yakın
bir korelasyon bulunmaktadır (Keyes & Haidt, 2003). İyimser olmanın yanında,
pozitif duygular deneyimlemenin de insan gelişimine katkı sağlayacağı ifade
edilebilir. Frederickson (1998, 2001), ortaya koymuş olduğu “Pozitif Duyguları
Genişletme ve İnşa Etme Teorisi” (The Broaden-And-Build Theory Of Positive
Emotions) ile temel olarak olumlu duygular deneyimlemenin, bireylerin anlık
düşünce-eylem repertuarlarını genişlettiğini ifade etmiştir. Aynı zamanda bu
repertuarın da bireylerin fiziksel, entelektüel, sosyal ve psikolojik kaynaklarının
harmanı olan; devamlı ve kalıcı diğer bir kaynak repertuarı oluşturmasına hiz-
met ettiğini öne sürmektedir. Bu teori, ampirik bulgularla desteklenerek yüksek
oranlarda pozitif duygular deneyimlemenin bireylerdeki optimal işleyişe (opti-
mum veya positive functioning), zihin dünyalarının zenginleşmesine ve kişisel
kaynaklarının güçlenmesine katkı sağlayacağını ifade ederek bireylerin gelişim-
lerinin (human flourishing) böylelikle mümkün olabileceğini iddia etmektedir
(Frederickson, 1998, 2001, 2004). Frederickson ve Losada (2005) ise 188 kişi-
lik bir örneklemle Frederickson’ın (1998) Pozitif Duyguları Genişletme ve İnşa
Etme Teorisi ile Losada’nın (1999) Takım Performansının Unlineer Matematik-
sel Modelini birleştirerek bir çalışma yürütmüşlerdir. Bu çalışmanın sonucuna
göre bireylerin pozitif duygular deneyimleme oranları istatistiksel olarak belirli
bir ‘kritik olumluluk oranına’ (critical positivity ratio veya Losada ratio) ulaşır
veya o oranın üzerine çıkarsa o bireylerde gelişim (human flourishing) söz ko-
nusudur. Bu oranın altına düşülmesi hâlinde ise bireylerde durgunlaşma (human
languishing) söz konusu olacaktır. Bu sonuçlardan hareketle ‘human flouris-
hing’ kavramının, dört anahtar bileşen tarafından karakterize edilen optimum
işlevsellik olduğunu ifade etmişlerdir. Bu bileşenler: (a) iyilik hâli (goodness):
mutluluk, tatmin ve üst düzey işlevsellik. (b) üretkenlik (generativity): limitsiz

170
İnsan Gelişimine Pozitif Bir Yaklaşım: “Flourishing”

düşünce, geniş aksiyon repertuarı ve davranış esnekliği. (c) büyüme (growth):


kişisel ve sosyal kaynaklara dayanan gelişme ve büyüme. (d) psikolojik esneklik
ve dayanıklılık (resilience) : karşılaşılan sorun sonrasında hayata tutunabilmek-
tir.
Diener ve ark. (2009, 2010), geliştirmiş oldukları Pozitif ve Negatif De-
neyimler Ölçeğinde (Scale of Positive and Negative Experience - SPANE), iyi-
oluşa etki eden pozitif (eğlence, mutluluk, memnuniyet) ve negatif (üzgünlük,
öfke ve korku) duygulara bütüncül olarak odaklanmışlar ve klinik pratisyenlerin
bireylerdeki (örneğin, depresyon) sadece bir tür duyguyu değerlendirme düşün-
celerinin aksine birer pozitif psikoloji araştırmacısı olarak pozitif ve negatif
duyguları genel olarak değerlendirebilmeyi amaçlamışlardır.
Gokcen ve ark. (2012), teknik üniversite öğrencileriyle yapmış oldukları
nitel tümevarımsal içerik analizi çalışmasında, “flourishing” ve “non-
flourishing” kavramının anlamını üniversite öğrencilerine sorarak öğrencilerin
yapmış oldukları tanımlardan hareketle birtakım yeni kavramsallaştırmalar
yapmışlardır. Bu araştırmaya göre “flourishing” kapsamına giren öğrenciler için
tanımlar daha çok “kendini gerçekleştirme, başarı, akademik ve sosyal olarak
bağlanma/katılım” merkezde kalacak şekilde oluşurken “non-flourishing” diye
tanımlanan öğrenciler ise “genel bir eksiklik duygusu taşıyan, kopuk, tembel,
geri çekilerek içe kapanmış, mücadele etme ve ilerleme çabası göstermek iste-
meyenler” olarak belirtilmiştir.
“Human flourishing” ölçütlerini sağlayan bireyler (yani flourishers), duy-
gusal dengeye sahip oldukları gibi okul, iş ve çalışma günlerini çok az aksatırlar
ve çok az fiziksel limitleri vardır, yani fiziksel olarak da sağlıklı bireylerdirler
(Keyes & Haidt, 2003). “Flourishing” araştırmaları, fiziksel sağlık ölçütlerinin
de dâhil olduğu daha fazla araştırma yapılması gereken bir süreçtir (Peterson ve
Park, 2003). Fiziksel sağlığın öznel iyi-oluşun bir açılımı olan ‘flourishing’
kavramı üzerinde önemi oldukça fazla olduğu söylenebilir (Friedman & Kern,
2014). Örneğin, yapılan bir çalışmada “fiziksel olarak sağlıklı olma”, Selig-
man’ın (2011) geliştirmiş olduğu PERMA modelinin alt boyutlarıyla orta güç-
lükte korelasyon göstermiştir (Butler ve Kern, 2016). Bu durumu destekler nite-
likte, ergenler için geliştirilen ve uygulanan bir pozitif psikoloji eğitim mode-
linde, ‘gerçek sağlıklılık’ (health); fiziksel sağlıklılık (ör. düzenli uyku ve yeme
içme gibi) ve mental sağlıklılık (ör. psikolojik esneklik gibi) birlikte ve geniş
bir yelpazede değerlendirilmektedir (Norrish ve ark., 2013). Bu durum da
hâliyle fiziksel olarak sağlıklı olmayı, mental olarak sağlıklı olmak ve ‘flouris-
hing’ ile ilişkilendirmek anlamına gelmektedir.

171
Pozitif Psikoloji

3. FLOURISHING KONSEPTLERİ
Literatürde birbirinden farklı dört farklı “flourishing” konsepti bulunmak-
tadır (Hone ve ark., 2014; Momtaz ve ark., 2016) ve bunlar: (1) Keyes (2002),
(2) Huppert ve So (2013), (3) Diener ve ark. (2010) ve (4) Seligman’dır (2011).
Bu bölümde, bu dört farklı “flourishing konsepti” hakkında bilgilendirme ya-
pılması amaçlanmıştır. Aşağıda gösterilmiş olan Tablo 1’de bu dört farklı kon-
septin bazı temel kavramları açısından karşılaştırılmasına yer verilmiştir (Hone
ve ark., 2014):

Tablo 1: Dört farklı ‘flourishing’ konseptinin bazı temel kavramları açısından


karşılaştırması

Keyes Huppert & So Diener ve ark. Seligman

Pozitif ilişkiler Pozitif ilişkiler Pozitif ilişkiler Pozitif ilişkiler


(Positive (Positive (Positive (Positive
relationships) relationships) relationships) relationships)

Pozitif etkiler
(ilgili/meraklı
Bağlanma/Katılım Bağlanma/Katılım Bağlanma/Katılım
olma) Positive
(Engagement) (Engagement) (Engagement)
affect (interes-
ted)
Amaç ve anlam Anlam ve amaç
Yaşam Amacı Anlam
(Purpose and (Meaning and
(Purpose in life) (Meaning)
meaning) purpose)
Kendini kabul/öz
Kendini kabul
Öz güven güven
(Self- -
(Self-esteem) (Self-acceptance and
acceptance)
Self-esteem)
Pozitif etkiler
(mutluluk) Pozitif duygular Pozitif duygular
-
Positive affect (Positive emotion) (Positive emotion)
(happy)
Başarı/Yeterlilik
Yeterlilik Yeterlilik
- (Accomplishment/
(Competence) (Competence)
Competence)
İyimserlik İyimserlik
- -
(Optimism) (Optimism)
Sosyal katkı
Sosyal katkı
(Social - -
(Social contribution)
contribution)

172
İnsan Gelişimine Pozitif Bir Yaklaşım: “Flourishing”

3.1. Keyes’in (2002) Flourishing Konsepti


Keyes (2002, 2005) ruh sağlığının varlığını ve yokluğunu belirtmek için
bir ruh sağlığı sürekliliği kavramı tanımlamıştır. Ona göre ruh sağlığı sadece
ruhsal hastalığın olmama durumu değil, aynı zamanda olumlu duyguların varlı-
ğını, kişisel ve toplumsal yaşamdaki pozitif işlevselliği ifade eden bir kavram-
dır. Bu yaklaşıma göre iyi-oluş (well-being); duygusal iyi oluş, psikolojik iyi
oluş ve sosyal iyi oluş boyutlarından oluşmaktadır. Diğer bir deyişle; (1) duygu-
sal (hedonik-haz odaklı) iyi-oluş veya kendisi/yaşam hakkında olumlu duygula-
rın varlığı, (2) diğerleriyle ilişkili ve toplum tarafından değer verilen duyguları
içeren sosyal iyi-oluş, (3) iyi fonksiyon göstermeye odaklanan psikolojik (euda-
imonik-erdem odaklı) iyi-oluş (Norrish ve ark., 2013). Bu iyi-oluşlar (well-
being) da pozitif ilişkiler, pozitif ilgiler, hayatta bir amacın olması, kendini ka-
bul, pozitif hissetme, mutlu olma, sosyal katkı, sosyal entegrasyon, sosyal bü-
yüme, sosyal kabul, kişisel büyüme, otonomi ve yaşam doyumu alt boyutların-
dan oluşmaktadır (Hone ve ark., 2014). Keyes (2002, 2005), temel olarak DSM
ve ICD’nin depresyon ve kaygı bozuklukları ile ilgili tanı kriterlerini hareket
noktası kabul ederek hastalık kriterlerinin aksine (duygusal, psikolojik ve sosyal
iyi-oluş açısından) pozitif semptomların gelişmesini ve görülmesini ‘flouris-
hing’ olarak tanımlamaktadır. Yani ‘flourishing tanı kriterleri’, DSM ve
ICD’nin önerdikleri mental bozukluk tanı kriterlerinin tersidir (Hone ve ark.,
2014).
Keyes’e (2002) göre mental sağlıklılığın sürekliliği ve iyi-oluş hâlinin tam
olmasıyla ilişkilendirilen flourishing (gelişen, canlı, proaktif) kavramı, pozitif
duygulara sahip, psikolojik ve sosyal işlevselliği yüksek olan bireyler için kul-
lanılırken bu durumun tam aksi semptomlar gösterenler de languishing (durgun-
laşmış, hâli kalmamış, cansız) bireyler olarak adlandırılır. Her ne kadar DSM ve
ICD tanı kriterlerini tam karşılamasa da languishing grubunda değerlendirilen
bireyler, günlük yaşamın yüksek sınırlamaları ile bezenmiş zayıf duygusal sağ-
lıkla birlikte büyük oranda iş yaşamında aksamalar ve işe gidilen gün sayısında
azalmalar göstermişlerdir. Fakat depresyon tanı kriterlerini tam anlamıyla sağ-
layan bireylerde ise durum doğal olarak daha ağırdır (Keyes, 2002).
Bununla birlikte Keyes (2002), “flourishing” (gelişen) ve “languishing”
(durgun) kavramlarının uç noktalarının tam ortasına “moderately mentally he-
althy” (orta düzeyde mental sağlıklı) olarak adlandırdığı bireyleri konuçlandıra-
rak bu bireyleri “ne tam anlamıyla mental olarak sağlıksız ne de tam anlamıyla
mental olarak sağlıklı bireyler” olarak tanımlamıştır. Yapılan araştırmada ‘geli-
şen’ ve ‘orta düzeyde mental sağlıklı’ olanlar fonksiyonellik bağlamında kıyas-
landığında sonuçları yakın çıkmış ancak günlük aktivitelerin kısıtlılığı anlamın-

173
Pozitif Psikoloji

da değerlendirme yapıldığında ise mental olarak sağlıklı olan (flourishing) bi-


reyler, orta düzeyde mental sağlıklı (moderately mentally healthy) olanlara göre
daha olumlu sonuçlar ifade etmişlerdir (Keyes, 2002). Bu açıdan bakıldığında
(1) hayatlarında gelişimin olduğu (flourishing) bireyler mental olarak sağlıklı,
(2) yaşamlarında gelişim yerine durgunluk ve sönüklük (languishing) olanlar
mental olarak sağlıksız ve (3) ne gelişim ne durgunluk ifade eden bireyler ise
orta düzeyde mental sağlıklı (moderately mentally healthy) diye işlevsel bir
kategorizasyona gidilmiştir. Bu kategoriden hareketle ayrıca mental olarak sağ-
lıklı olan bireylerin tespiti için Keyes (2005) tarafından oluşturulmuş “Mental
Sağlıklılık (yani ‘flourishing’) Kategorik Tanı Ölçütleri” (hedoni ve pozitif iş-
levsellik ana başlığında tanımlanmış semptomlar kümesi) bulunmaktadır. He-
doni tanı kriterleri içerisinde: düzenli olarak güler yüzlü, iyi ruh hâlinde, mutlu,
sakin, huzurlu, memnun, hayat dolu ve yaşamın genelinde ya da yaşamın bazı
alanlarında mutlu ve memnun hissetmek bulunurken pozitif işlevsellik semptom
tanımlarında: kendini kabul (self-acceptance), sosyal kabul (social acceptance),
kişisel gelişim (personal growth), sosyal gerçekleşme (social actualization),
yaşam amacı (purpose in life), sosyal katkı (social contribution), çevresel hâki-
miyet (environmental mastery), sosyal uyum (social coherence), özerklik (au-
tonomy), başkalarıyla olumlu ilişkiler (positive relations with others), sosyal
bütünleşme (social integration) bulunmaktadır.

3.2. Huppert ve So’nun (2013) Flourishing Konsepti


Bir insan, hayatının iyi gittiğini düşünüyor; iyi hissettiğini ve etkili bir şe-
kilde işlev gösterdiğini ifade ediyorsa bu insanın gelişiminden (human flouris-
hing) bahsedilebilir (Huppert ve So, 2009). Yine genel bir özdeyiş olan 'iyi his-
set ki iyi yap' (feeling good, doing good) ifadesi, iyi hissetme ve işlevselliğin
birlikteliği ile birlikte ‘flourishing’e işaret edebilir (Norrish ve ark., 2013). Nü-
fusun mental sağlığı bir spektrum olarak temsil edildiği zaman (Grafik 1), popü-
lasyonun çoğunun orta derecede zihinsel sağlığa sahip olduğu, az bir kısmının
da gelişen (flourishing) ve durgun kesim (languishing) olduğu görülecektir
(Huppert ve So, 2009). Bu gelişen (flourishing) popülasyon ile çalışmak önem-
lidir çünkü yüksek düzeyde “flourishing” seviyesi, bireylerin psiko-sosyal işlev-
selliğinin yanında, düşük sağlık harcamaları ve düşük geçim sıkıntısı gibi eko-
nomik avantajlara sahip olup olmamakla da yakından ilişkilidir (Huppert ve So,
2009). Hâliyle popülasyonun bu gelişen kesiminin üzerinde durulması, hem
insanı geliştirecek toplumsal kurumların işlevselliğini arttırmak hem de toplum-
sal politikaları insan gelişimini merkeze alarak belirlemek adına önemli ve fay-
dalı olacaktır (Seligman, 2011).

174
İnsan Gelişimine Pozitif Bir Yaklaşım: “Flourishing”

Grafik 1: Huppert ve So’nun (2009) mental sağlık spektrumu

Bu spektrumdaki mental sağlıklılık düzeyinin yüksek olduğu bireylerin


özelliklerini belirleyebilmek ve operasyonel bir “flourishing” tanımı oluştura-
bilmek adına, yirmi üç Avrupa ülkesinde 16 yaş üzeri 43 bin katılımcı ile Avru-
pa Sosyal Anketi (European Social Survey-ESS) kullanılarak bir çalışma yapıl-
mış, “flourishing” için belirli kriterlerle alt bileşenler tanımlanmış ve ölçülmüş-
tür (Huppert ve So, 2009). Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre Avrupa
ülkelerinin genel gelişim oranı (rate of flourishing) %16 olarak belirlenirken
%33 gelişim ile Danimarka birinci sırada, Rusya ise %6 gelişim göstererek lis-
tenin en altında yer almıştır (Huppert ve So, 2009, 2013; Seligman, 2011). Ke-
yes (2002) gibi, Huppert ve So’nun (2009) yaptığı bu araştırmada kullanılan
yöntem çerçevesinde de DSM'nin depresyon ve kaygı bozukluğu tanı kriterleri-
nin aksi maddelerinden hareketle oluşturulan öznel iyi-oluşun pozitif kavramları
bulunmaktadır (Hone ve ark., 2014). Belirlenen kriterlere göre “flourishing”,
iyi-oluş teorisinin ruhunu yansıtan bir şekilde, bireyin birtakım çekirdek özellik-
lere ve ek özelliklere sahip olması demektir (Huppert ve So, 2009; Seligman,
2011). Daha sonrasında “flourishing” tanımı için revize edilerek yeniden belir-
lenen bu 10 temel özellik: yetkinlik (competence), duygusal kararlılık (emotio-
nal stability), pozitif duygu (positive emotion), bağlanma/katılma ve ilgi (enga-
gement and interest), anlam ve amaç (meaning and purpose), öz-güven (self-
esteem), iyimserlik (optimism), psikolojik esneklik (resilience), pozitif ilişkiler

175
Pozitif Psikoloji

(positive relationships), canlılık (vitality) olarak belirlenmiş ve Avrupa Sosyal


Anketinde her birine karşılık gelen maddeler oluşturularak uygulanmıştır
(Huppert ve So, 2013; ölçek maddeleri için bkz. Hone ve ark., 2014).

3.3. Diener ve Arkadaşlarının. (2010) Flourishing Konsepti


Diener ve arkadaşları (2009, 2010) ise “flourishing” kavramından, sosyo-
psikolojik işlevselliği anlamışlar (Hone ve ark., 2014) ve oluşturdukları Flouris-
hing Ölçeği (Flourishing Scale-FS) ile amaç/anlam, pozitif ilişkiler, bağlan-
ma/katılım, sosyal katkı, yetkinlik, öz-saygı, optimizm/iyimserlik, sosyal ilişki-
ler kavramları ölçmeye çalışmışlardır (Diener ve ark., 2010).
Flourishing Ölçeği (FS), 689 kişilik bir örneklemde yüksek geçerlilik ve
güvenilirlik göstermiştir ve genel olarak katılımcıların bireysel psikolojik iyi-
oluşunun değerlendirmesinde etkili görülmüştür (Diener ve ark., 2010). Telef
(2013), Flourishing Ölçeğini “Psikolojik İyi Oluş Ölçeği” adıyla üniversite öğ-
rencilerinden oluşan bir örnekleme (n=529) uygulayarak Türkçeye çevirme,
geçerlilik ve güvenirlik çalışmasını yapmıştır. Elde edilen sonuçlar ışığında,
ölçeğin psikolojik iyi oluşu ölçmede geçerli ve güvenilir bir araç olabileceğini
ve araştırmacılar tarafından kullanılabileceğini ifade edilmiştir. Bununla birlikte
Türkiye’de yapılan “Psikolojik İyi Oluş Ölçeğinin (Flourishing Scale)” kulla-
nıldığı ve işlevselliğinin gösterildiği diğer iki çalışmada, ‘flourishing’ ile ‘öz-
şefkat’ (self-compassion) bileşenlerinden farkındalık (mindfulness), öz-kibarlık
(self-kindness) ve ortak insani değerler (common humanity) bileşenleri arasında
pozitif; öz-yargılama (self-judgment), izolasyon (isolation) ve kendini aşırı de-
ğerlendirme (over-identification) gibi bileşenleri arasında negatif yönlü ilişki
bulunmuştur (Satıcı ve ark., 2013; Akın ve Akın, 2015). Bu çalışmaların ifade
ettiği çizgide, öz-şefkat gibi pozitif psikoloji kavramlarının psikolojik iyi-oluşu
yordadığı ve “flourishing” konseptinin tanımlanmasında birer parametre olabi-
leceği yorumu yapılabilir.

3.4. Seligman’ın (2011) Flourishing Konsepti


Pozitif psikolojinin kurucusu sayılan Seligman (2002), “otantik mutluluk
kuramı”nı oluşturmuş ve bu kuramı tanımlarken otantik mutluluğun üç bileşeni
olduğunu iddia etmiştir. Bu üç bileşeni pozitif duygular (pozitif emotions), bağ-
lanma/katılım (engagement) ve anlam (meaning) olarak ifade etmiştir. Ancak
ilerleyen yıllarda Seligman kuramını geliştirerek yenilemiştir. Flourish: A Visi-
onary New Understanding of Happiness and Well-being adlı kitabında bir ön-

176
İnsan Gelişimine Pozitif Bir Yaklaşım: “Flourishing”

ceki “otantik mutluluk” kuramını revize ettiğini ifade ederek mutluluğu oluştu-
ran üç bileşene, iki tane daha yeni bileşen eklemiştir: pozitif ilişkiler (positive
relationships) ve başarı (accomplishment) (Seligman, 2011). Bu oluşan yeni
modeli “otantik mutluluk” teorisinden ayırmış ve “İyi-Oluş Teorisi (Well-Being
Theory)” olarak beş bileşenli yeni bir model hâline getirmiştir (Seligman,
2011). Böylelikle İngilizce baş harflerinin kısaltması PERMA olan, kolay öğre-
nilebilen, akılda kalıcı, pratik, işlevsel ve uygun ölçekler geliştirilerek alt boyut-
ları ölçülebilecek bir kullanışlı bir model ve konsept ortaya çıkmıştır (Lovett ve
Lovett, 2016). PERMA modelinin bileşenleri özet olarak (1) pozitif/olumlu
duygular, (2) bağlanma/katılım, (3) olumlu ilişkiler, (4) anlam ve (5) başarıdır
(Demirci ve ark., 2017). PERMA bileşenlerinden her biri üç özelliğe sahip ol-
malıdır: (1) iyi-oluşa katkı sağlamalı, (2) birçok insan, her bileşeni kendi iyiliği
adına takip etmeli, (3) her bir bileşen, diğer dört bileşenden bağımsız olarak
tanımlanabilir ve ölçülebilir özellikte olmalıdır. PERMA, bu üç özellik temelin-
de, toplam beş bileşen üzerine bina edilmiştir (Seligman, 2011).
Kısa harfleri PERMA olan bu modelin PERMA kısaltmasının baş harfleri-
nin Türkçe karşılıkları uyuşmadığı için kuramın detayları izah edilir iken Se-
ligman’ın kuramının alanyazında kabul gördüğü şekli ile İngilizce kısaltması
olan PERMA kullanımı tercih edilmektedir (Demirci ve ark., 2017). İyi-oluş
teorisinin ölçülebilmesi için altın standart ‘flourishing’dir ve insanın gelişim
göstermesi PERMA modelinin iyi anlaşılması ve uygulanmasına bağlıdır (Se-
ligman 2011). Bu modeli inceleyecek olursak:
(P) Pozitif/Olumlu duygular (Positive Emotions) : İyi-oluşun ilk bileşeni
olan pozitif/olumlu duygular, Seligman’ın otantik mutluluk kuramının ilk bile-
şeni ve PERMA iyi-oluş kuramının da ilk boyutudur (Seligman, 2011; Demirci
ve ark., 2017). Olumlu duygular, mutluluk, zevk ve rahatlık gibi hedonik duy-
guları kapsar ve “flourishing” için bir işaret çubuğu görevi görür (Khaw ve
Kern, 2014). Olumlu duygular deneyimlemek, bu duyguların deneyimleme
sahasını genişletmek ve yenilerini inşa etmek, kişinin farkındalığını arttırmakta
ve insanların zorluklarla baş etmelerini sağlayacak kaynaklarını güçlendirmek-
tedir (Fredrickson, 1998, 2001, 2004, 2011). Olumlu duyguları olumsuz duygu-
lardan daha fazla ve daha uzun süre deneyimleyen bireylerin gelişme potansi-
yellerinin daha yüksek oldukları görülmektedir (Frederickson ve Losada, 2005;
Frederickson, 2011). Olumlu duygular, bize iyi hissettirmekten çok daha fazla-
sını yapar; beynimizin ve bedenimizin kimyasallarında yaptıkları değişimlerle,
bu yapılarımızın çalışma şeklini değiştirirler (Sarı ve Schlechter, 2020). Lyu-
bomirsky ve ark. (2005), literatürde yer alan 293 çalışmanın (yani toplamda

177
Pozitif Psikoloji

275.000'den fazla katılımcıdan oluşan geniş bir örneklemin) bir meta-analizini


gerçekleştirmiş ve sonucunda olumlu duyguların; iş yaşamı (ör. iş performansı
ve işe devamlılık), sosyal ilişkiler (ör. sosyal empatik cevap verebilme ve evlilik
doyumu), sağlık (ör. canlılık ve hayat kalitesi), pozitif kendilik ve diğerleri algı-
sı (ör. iletişim kalitesi ve iyimserlik), sosyallik ve aktivite (ör. sosyal aktivite
doyumu, akış ve dışadönüklük), beğeni ve işbirliği (ör. iletişim samimiyeti ve
öz güven), toplum yanlısı davranış (ör. diğerkâmlık ve yardımseverlik), fiziksel
iyi-oluş ve başaçıkma (ör. uyku kalitesi ve ölümle başa çıkma), yaratıcılık ve
problem çözme (ör. keşfetme stratejileri ve çatışma çözümü) alanlarında birey-
lerin iyi-oluşuna katkı sağladığını ifade etmiştir.
(E) Bağlanma/Katılım (Engagement): PERMA iyi-oluş kuramının bir di-
ğer bileşeni bağlanma/katılmadır ve akış (flow) kavramıyla da ifade edilebil-
mektedir (Seligman, 2011; Demirci ve ark., 2017). Bağlanma/katılım, belirli bir
faaliyet, organizasyon veya amaç ile derin bir psikolojik bağlantıya (ör. aşırı
ilgilenmeye) atıfta bulunur (Khaw ve Kern, 2014). Akış ve dolayısıyla bağlan-
ma/katılım, bir kişinin bir aktiviteyi yaparken kendilik ve zaman algısını kaybe-
derek zamanın nasıl geçtiğini anlamayacak kadar kendini o aktiviteye kaptırma-
sı olarak tanımlanabilir (Csikszentmihalyi, 1990; Csikszentmihalyi ve Csiks-
zentmihalyi, 1998). Genellikle bir kişi akıştayken düşünceler ve duygular orta-
ya çıkmaz, kişi sadece faaliyetin akabinde deneyiminin olumlu duygu yarattığı-
nı belirtir (Seligman, 2011). Bağlanma/katılma gerçekleştirmenin bir başka yolu
da: davranışların ve duyguların somutlaşan olumlu özelliklerini, yani bireyin
karakter güçlerini (character strengths) (sevgi, memnuniyet, merak, umut ve
enerji) ve imza güçlerini (signature strengths) (ör. yaratıcılık) harekete geçir-
mektir (Sarı ve Schlechter, 2020). Bu güçler, uygun herhangi bir aktivitede in-
sanları akışa geçirebilir ve bağlanma/katılmanın iyi-oluşa etkisi artmış olur.
Zira, insanın hayatındaki en iyi anlar pasif ve dinlendirici zamanlarda değil,
genellikle bir kişinin bedeni veya zihni, zor ve değerli bir şeyi başarmak için
gönüllü bir çabayla sınırlarını zorladığında yani akışa geçtiğinde ve o ana bağ-
landığında/katıldığında gerçekleşir (Csikszentmihalyi, 1990).
(R) Olumlu/İyi İlişkiler (Positive Relationships): İlişkiler, doğası gereği
kişinin toplumla bütünleşmesi, sevdikleri tarafından ilgi görmesi, sosyal ağın-
dan memnun olmasını içerir ve bireylerin deneyimlerinin çoğu diğer insanlar ile
birlikte iken yaşantılanır (Khaw ve Kern, 2014). Yani, yaşamın olumlu duygula-
rının, anlamlarının ve başarılarının çoğu diğer insanların içerisinde yer aldığı bir
bağlamda gerçekleşir (Sarı ve Schlechter, 2020). Diğer insanlar, zor zamanlarda
bireylerin yardımına koşan ve sıkıntılarını gideren bir dayanak olarak görülebi-

178
İnsan Gelişimine Pozitif Bir Yaklaşım: “Flourishing”

lir (Seligman, 2011). Mevlana’nın “sevgi paylaştıkça çoğalır, dertler ise paylaş-
tıkça azalır” sözünün benzeri olarak bir İsveç atasözünde “paylaşılmış neşe iki
neşe, paylaşılmış acı yarım acıdır (akt. Sarı ve Schlechter, 2020)” denilmekte-
dir. Yapılan araştırmalarda pozitif ilişkilerin depresyon ve yalnızlıktan kaynak-
lanan sorunların bir ilacı olduğu ifade edilmektedir (Baumeister ve Leary,
1995). Bireylerin olumlu duyguları genellikle başkalarıyla birlikte deneyimle-
mesi söz konusu olduğu için ‘küçücük bir kibarlık’ gibi başkası için bir şey
yapmanın (diğerkâm bir tutum göstermenin) olumlu duygu seviyesini arttırdığı
kanıtlanmıştır ki bu da hem o kibarlığı yapan hem de kibarlığa muhatap olan
kişinin iyi-oluşunu potansiyel olarak artırır (Lyubomirsky, 2007).
(M) Anlam (Meaning): Anlam, yaşamda bir amaç veya yön hissine sahip
olmak ve benlikten daha büyük bir şeye bağlı hissetmek anlamına gelir (Selig-
man, 2011; Khaw ve Kern, 2014). Anlam, kişiye hayatının önemli ve değerli
olduğu hissini verir (Butler ve Kern, 2016) ve iyi-oluş ile ilişkilendirilen öznel
bir ölçüttür (Seligman, 2011). Anlam, bir bireyin yaşamının amacının varlığında
ve farkındalığında değer kazanır ve bireylerin tatmin olup önemli etkinliklere
katıldıklarını hissettikleri anlarda kendini gösterir (Lovett ve Lovett, 2016).
Yaşamın anlamı konusu, literatürde pozitif psikoloji hareketinin ortaya çıkma-
sından çok önceleri de incelenmiştir (Steiger ve ark., 2013). İnsanın zor şartlar-
da bile yaşabilmesi ve hayata tutunabilmesini sağlayan şey, yaşamda bir anlam
bulmak ve amaç edinmektir (Frankl, 2009). Anlam ve güçlü bir değer duygusu-
na sahip olmanın, kendini aktivist olarak tanımlamak ve umut kavramıyla ara-
sında güçlü bir korelasyon bulunmaktadır (Butler ve Kern, 2016). Anlamlı bir
yaşam, açık bir amaç ve öz-değerlilik duygusu iyi-oluş için önemlidir (Sarı ve
Schlechter, 2020) ki PERMA modelinde de kişinin anlam yüklü ve amaç odaklı
bir yaşamının olması, kişiyi iyi-oluşa götürecek önemli bir parametre olarak ele
alınmıştır (Demirci ve ark., 2017).
(A) Başarı (Accomplishment): Başarı, geriye dönüp bakıldığı ve derin bir
şekilde düşünüldüğü zaman, zorluklara rağmen sebat edilerek elde edilmiş ve
insanların kendi iyiliği için peşinde koşmayı seçtiklerini anlatan genel bir olgu-
dur (Seligman, 2011). Birçok kültürde, kişinin hedeflerine doğru ilerleme kay-
detmesi ve üstün sonuçlar elde etmesi hem başkaları tarafından görülebilen
sosyal, hem de kişisel bir başarı duygusuna sebep olabilir (Khaw ve Kern,
2014). Başarı, görevleri yerine getirmek, görevleri tamamlamak için yeterli
yetkinliğe ulaşmayı da içerir ve başarıyla öz-yeterlik, umut ve daha az tüken-
mişlik arasındaki güçlü bir korelasyon bulunmaktadır (Butler ve Kern, 2016).
Başarı, olumlu bir duygu ya da anlam yaratmasa bile söz konusu olabilir ve

179
Pozitif Psikoloji

objektif olarak (Lovett ve Lovett, 2016) veya subjektif olarak ölçülebilir (Butler
ve Kern, 2016). Hedef ve amaç sahibi olmak, başarının iyi-oluş üzerindeki etki-
sini korumak adına hayati önem taşımaktadır; sadece istisnai olarak eğer başarı-
ya götürecek hedefler ile gerçeklik arasında çok fazla tutarsızlık varsa bu iyi-
oluşu olumsuz yönde etkileyebilir (Sarı ve Schlechter, 2020). Yine de sonuç
itibarıyla başarı için hedef belirlemek şarttır ve bu hedefler uğrunda kayda değer
bir çaba harcamak gerekmektedir (Demirci ve ark., 2017).
Bu modeli (PERMA) temel alan Butler ve Kern (2014, 2016), PERMA-
Profiler ismiyle bir ölçek geliştirmiştir. Kısaca PERMA-P olarak isimlendirilen
ölçekte, yukarıda açıklanan beş ana PERMA boyutunu temsilen üçer madde
olarak toplam 15 madde ile birlikte; bu boyutlara ek olarak genel iyi-oluş (gene-
ral well-being), olumsuz duygular (negative emotions), yalnızlık (loneliness) ve
fiziksel sağlık (physical health) boyutlarını ölçmek için 8 dolgu maddesi ek-
lenmiştir. Her bir madde 0 (hiç) ila 10 (tamamen) arasında değişen bir 11’li
likert ölçeğinde derecelendirilerek toplam 23 madde ile ölçeğe son hâli veril-
miştir (Butler ve Kern, 2014, 2016). Ölçeğin oluşturulmasında güçlü bir teorik
arka plan ve farklı ırklardan geniş bir örneklem kitlesi vardır (Hone ve ark.,
2014; Butler ve Kern, 2016).
Butler ve Kern’in (2014), ölçeğin kabul edilebilir güvenilirlik, test-tekrar
test ve yapı geçerliliğini sağladığını ifade etmesinin yanında, bu çok boyutlu
ölçeğin farklı kültürlerde PERMA teorisini test etmeye ihtiyacının olduğu ifade
edilerek PERMA-P’nin 15 maddelik formu Malezya örnekleminde uygulanmış-
tır (Khaw ve Kern, 2014). Bu çalışmada, PERMA-P’nin uygulandığı Amerika
örneklemindeki orijinal çalışmada olduğu gibi (Butler ve Kern, 2014), Malezya
örnekleminde de tüm PERMA faktörlerinin birbirleri ile pozitif yönde ilişkili
olduğu görülmüştür (Khaw ve Kern, 2014). Çalışma, PERMA-P ölçme aracına
verilen cevapların doğasını anlamak adına nitel sorularla desteklenmiş ve
PERMA alanlarının genel olarak ‘flourishing’ ve ‘well-being’ ölçütü olarak
tanımlanması ile birlikte; Malezya örnekleminde finansal güvenlik, sağlık ve
maneviyat gibi ek kategoriler de ortaya çıkmıştır (Khaw ve Kern, 2014).
Türkiye bağlamında yapılan bir araştırmada ise Demirci ve ark., (2017),
253 üniversite öğrencisiyle PERMA-P’nin Türkçe formunun geçerlilik ve gü-
venilirlik çalışmasını yapmışlardır. Örneklemin sadece üniversite öğrencilerin-
den seçilmiş olması her ne kadar çalışmanın sınırlılıkları arasında yer almış olsa
da PERMA modeli ve yaşam doyumu arasında pozitif anlamlı bir ilişki olduğu-
nun görülmesi, öznel iyi-oluşun (well-being) ve dolayısıyla ‘PERMA-
flourishing’ modelinin Türkçe PERMA-P aracı ile ölçülmesinin geçerli ve gü-

180
İnsan Gelişimine Pozitif Bir Yaklaşım: “Flourishing”

venilir olduğunu göstermiştir (Demirci ve ark., 2017). Bu modelinin kültürler


arası çalışmalarla incelenerek anlaşılmasının önemi ile beraber PERMA bileşen-
lerini işlevsel yapan, birbirinden bağımsız bileşenler olarak ele alınarak birbirle-
rinden bağımsız olarak ölçülebilir olmalarıdır (Lovett ve Lovett, 2016).

4. TARTIŞMA VE SONUÇ
Pozitif psikoloji, öznel iyi-oluşu (subjective well-being) artıran programlar
aracılığıyla bireylerin olumlu özelliklerinin, olumlu deneyimlerinin ve zihinsel
sağlıklarının korunması ve geliştirilmesine odaklanan bir disiplindir (Seligman
ve Csikszentmihalyi, 2000). İnsanlık ve bilim tarihi boyunca “İyi yaşam ne-
dir?”, “Mutluluk nedir?” ve “İyi-oluş nedir?” gibi sorular teoloji, felsefe, eko-
nomi ve psikoloji gibi farklı disiplinler tarafından yanıtlanmaya çalışılmıştır.
Pozitif psikoloji yaklaşımı, bu sorulara cevap arayan en genç disiplinlerden biri
olarak görülebilir ve bugüne kadar, bu disiplin içerisinde ileri sürülen şeylerin
insanın iyi-oluşuna ve gelişimine (human well-being and flourishing) olumlu
katkılar sunduğu söylenebilir (Sarı & Schlechter, 2020). Bu sekizinci bölümde
genel olarak pozitif psikolojinin içinde yer alan ve araştırmacılar tarafından iyi-
oluş (well-being) düzeylerini tanımlamak için kullanılan bir ölçüt olan ‘flouris-
hing kavramsallaştırılması’ (the concept of flourishing) üzerinde durulmuştur.
“Flourishing”, performans ve psikolojik esneklik bakımından optimum seviyede
ve pozitif işlevsellik gösterme (Keyes, 2002; Frederickson ve Losada, 2005);
mutluluk ve yaşam doyumu, sağlık, erdem, pozitif ilişkilere ve duygulara sahip
olmak, yaşamda anlamın olması, bağlanma/akış gerçekleştirebilme gibi kavram-
larla tanımlanmıştır (Seligman, 2011; VanderWeele, 2017). İnsan gelişiminin
(human flourishing) ölçülmesi ve kavramsallaştırılması önemlidir. Yapılan
önemli bir araştırma, insan gelişiminin kavramsallaştırılıp ölçülebilmesinin,
herhangi bir toplumun, örgütün veya hükûmetin vatandaşları için isteyeceği ve
fayda sağlayacağı bir olgu olduğunu ifade etmektedir (Hone ve ark., 2014). İyi-
oluş (well-being) ve gelişim (flourishing) kavramlarının ölçülmesi ve konsepti-
nin belirlenmesi adına yapılan çalışmalara ilgi her geçen gün artmaktadır. Bu
bölümde değinilen konseptler arasında [(1) Keyes (2002); (2) Diener ve ark.
(2010) ; (3) Huppert ve So (2009); (4) Seligman (2011)], önemli ölçülerde ya-
yınlanmış araştırmalar, şu anda Keyes'in modelini diğer üç modelden daha fazla
desteklemektedir (Hone ve ark., 2014). “Flourishing” kavramı, sadece ruh sağ-
lığı hizmeti veren uzmanlar için değil, aynı zamanda insanın gelişimini incele-
yerek politika geliştirmek isteyen şirket yöneticileri ve bürokratlar için de büyük
önem arz etmektedir. Burada incelenen “flourishing” kavramı ve konseptlerin-

181
Pozitif Psikoloji

den hangisinin genel ihtiyaca daha çok cevap verebildiğinin belirlenmesi adına
ilerleyen dönemlerde detaylı, kültürler arası ve aynı zamanda her toplumun
kendi içerisinde kültürel çalışmalar yapılması gerektiği düşünülmektedir (Se-
ligman, 2011; Hone ve ark., 2014; Khaw ve Kern, 2014). Türkiye adına ise
kültürel duyarlılığa sahip ve Anadolu insanının ihtiyaçlarına cevap verecek
pozitif psikoloji uygulamalarına ve ölçme araçlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu
bağlamda pozitif psikolojinin ve “flourishing konseptleri”nin güncel yaşamda
nasıl uygulanabileceği; iş yerlerinde, endüstrilerde, okullarda, terapi ve aile da-
nışma merkezlerinde, bireysel ve grupla danışma dinamiklerinde ne ölçüde fay-
da sağlayacağı tartışılmaktadır. Bu sekizinci bölümde ‘flourishing’ kavram ve
konseptlerinin genel olarak bireysel ve toplumsal iyi-oluşa katkı sağlayacağı
öngörüsü ve değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu öngörülen ve değerlendirilen
katkının, toplumsal ölçekte ve evrensel geniş bir çerçevede tasarlanmış araştır-
malar ile desteklenmesi gerekmektedir. Evrensel ölçekte tüm dünya insanının ve
ulusal bazda Türkiye toplumunun iyi-oluşuna ve gelişimine fayda sağlayacak
pozitif psikoloji ve psikoterapi uygulamalarının hayata geçirilmesi en büyük
temennimizdir.

OKUMA LİSTESİ
Akın, A. & Akın, Ü. (2019). Psikolojide Güncel Kavramlar I- Pozitif Psikoloji. Anka-
ra, Nobel Akademik Yayıncılık.
Carr, A. (2016). Pozitif Psikoloji. İstanbul: Kaknüs.
Csikszentmihalyi, M. (1990). Flow: The psychology of optimal experience. New York,
NY: Harper and Row.
Eryılmaz, A. (2014). Herkes İçin Mutluluğun Başucu Kitabı: Teoriden Uygulamaya
Pozitif Psikoloji. Pegem Akademi.
Hefferon, K. & Boniwell, I. (2014). Pozitif Psikoloji: Kuram, Araştırma ve Uygulama-
lar. Nobel Yayınları.
Keyes, C. L. M. & Haidt, J. (2003). Flourishing: positive psychology and the life well-
lived (1st ed.). Washington, DC: American Psychological Association.
Seligman, M. E. (2011). Flourish: A visionary new understanding of happiness and
well-being (1st Free Press hardcover ed.). New York, NY: Free Press.
Seligman, M. (2019). Gerçek Mutluluk. (çev. Semra Kunt Akbaş). Eksi Kitaplar.
Lambert, L. & Pasha-Zaidi, N. (Eds.) (2019). Positive Psychology in the Middle
East/North Africa Research, Policy, and Practise. Switzerland, Springer Nature.
Messias, E. & Peseschkian, H. & Cagande, C. (Eds.) (2020). Positive Psychology:
Positive Psychiatry, Psychotherapy and Psychology Clinical Application. Swit-
zerland, Springer Nature.

182
İnsan Gelişimine Pozitif Bir Yaklaşım: “Flourishing”

KAYNAKLAR
Akın, A., Akın, U., (2015). Examining the predictive role of self-compassion on flou-
rishing in Turkish university students. Ann. Psychol. 31 (3), 802–807.
https://doi.org/10.6018/analesps.31.3.192041
Arthaud-Day, M.L., Rode, J.C., Mooney, C.H., & Near, J.P. (2005). The subjective
well-being construct: A test of its convergent, discriminant, and factorial validity.
Social Indicators Research, 74, 445–476.
Baumeister R. and Leary M., “The need to belong: desire for interpersonal attachments
as a fundamental human motivation,” Psychological Bulletin, vol. 117, pp. 497-
529, 1995.
Butler, J., & Kern, M. L. (2014). The PERMA-Profiler: A brief multidimensional mea-
sure of flourishing. Unpublished manuscript. http://www.peggykern.org
/questionnaires.html adresinden ulaşılabilir.
Butler, J., & Kern, M. L. (2016). The PERMA-Profiler: A brief multidimensional mea-
sure of flourishing. International Journal of Wellbeing, 6, 1-48. doi:10.55
02/ijw.v6i3.526
Csikszentmihalyi, M. (1990). Flow: The psychology of optimal experience. New York,
NY: Harper and Row.
M. Csikszentmihalyi and I. Csikszentmihalyi, Optimal Experience: Psychological Stu-
dies of Flow in Consciousness, Cambridge University Press, 1998.
Demirci, İ., Ekşi, H., Dinçer, D. & Kardaş, S. (2017). Beş Boyutlu İyi Oluş Modeli:
PERMA Ölçeği Formunun Geçerlik ve Güvenirliği. The Journal of Happiness &
Well-Being, 5(1), s. 60-77.
Diener, E., Wirtz, D., Tov, W., Kim-Prieto, C., Choi, D.-W., Oishi, S., et al. (2009).
New measures of wellbeing: Flourishing and positive and negative feelings. Social
Indicators Research, 39, 247–266.
Diener, E., Wirtz, D., Tov, W., Kim-Prieto, C., Choi, D.W., Oishi, S., & Biswas Diener,
R. (2010). New well-being measures: Short scales to assess flourishing and positi-
ve and negative feelings. Social Indicator Research, 97, 143-156.
Eid, M., & Larsen, J. R. (Eds.). (2008). The science of subjective well-being. New York,
NY: The Guilford Press
Eraslan-Çapan, B. (2016). Social connectedness and flourishing: The Mediating role of
hopelessness. Universal Journal of Educational Research, 4(5), 933-940
Frankl, E. V. (2009). İnsanın anlam arayışı. (Çev. Budak, S.). İstanbul: Okyanus Yayınları.
Fredrickson, B. L. (1998). What good are positive emotions? Review of general psycho-
logy, 2(3), 300.
Fredrickson, B. L. (2001). The role of positive emotions in positive psychology: The
broaden-and-build theory of positive emotions. American psychologist, 56(3), 218.
Fredrickson B. (2004) The broaden-and-build theory of positive emotions. Philosophical
Transactions of the Royal Society London B Biological Sciences 359, 1367–1377.

183
Pozitif Psikoloji

Fredrikson, B.L., & Losada, M.F. (2005). Positive affect and the complex dynamics of
human flourishing. American Psychologist, 60, 678-686.
Fredrickson, B. (2011). Positivity: Groundbreaking research to release your inner op-
timist and thrive. Great Britain: One World Publications.
Friedman, H. S., & Kern, M. L. (2014). Personality, well-being, and health. Annual
Review of Psychology, 65, 719-742. http://dx.doi.org/10.1146/annurev-psych-
010213-115123
Gable, S. L., & Haidt, J. (2005). What (and why) is positive psychology? Review of
General Psychology, 9, 103−110.
Gokcen, N., Hefferon, K., & Attree, E., (2012). University students’ constructions of
‘flourishing’ in British higher education: An inductive content analysis. Internati-
onal Journal of Wellbeing, 2(1), 1–21. doi:10.5502/ijw.v2i1.1
Hone, L.C., Jarden, A., Schofield, G.M., & Duncan, S. (2014). Measuring flourishing:
The impact of operational definitions on the prevalence of high levels of wellbe-
ing. International Journal of Wellbeing, 4(1), 62-90. doi:10.5502/ijw.v4i1.4
Huppert, F. A., & So, T. C. (2009). What percentage of people in Europe are flouris-
hing and what characterises them? presented at the meeting of the
OECD/ISQOLS meeting, July 23/24 2009, Florence.
Huppert, F. A., & So, T. C. (2013). Flourishing across Europe: Application of a new
conceptual framework for defining well-being. Social Indicators Research,
110(3), 837-861. http://dx.doi.org/10.1007/s11205-011-9966-7 Jarden
Keyes, C. L. M. (2002). The mental health continuum: From languishing to flourishing
in life. Journal of Health and Social Behavior, 43, 207-222.
Keyes, C. L. M., & Haidt, J. (2003). Flourishing : positive psychology and the life well-
lived (1st ed.). Washington, DC: American Psychological Association.
http://dx.doi.org/10.1037/10594-000
Keyes, C. (2005). Mental illness and/or mental health? Investigating axioms of the
complete state model of health. Journal of Consulting and Clinical Psychology,
73(3), 539–548. http://dx.doi.org/10.1037/0022006X.73.3.539
Keyes, C. (2009). The nature and importance of positive mental health in America’s
adolescents. In Gilman, R., Huebner, E., & Furlong, M. (Eds.). Handbook of posi-
tive psychology in schools. New York: Routledge.
Khaw, D. ve Kern, M. (2014). A cross-cultural comparison of the PERMA model of
well-being. Undergraduate Journal of Psychology at Berkeley, University of Cali-
fornia, 8, 10-23.
Larsen & Z. Prizmic (2008). Regulation of emotional well-being: Overcoming the he-
donic treadmill, In M. Eid & R.J. Larsen (Eds.), The Science of Subjective Well-
being, Guilford Press, New York, 258-289.
Lovett, N. ve Lovett, T. (2016). Wellbeing in education: Staff matter. International
Journal of Social Science and Humanity, 6(2), 107-112.

184
İnsan Gelişimine Pozitif Bir Yaklaşım: “Flourishing”

Lyubomirsky, S., King, L., & Diener, E. (2005). The benefits of frequent positive af-
fect: Does happiness lead to success? Psychological Bulletin, 131(6), 803-835.
http://dx.doi.org/10.1037/0033-2909.131.6.803
Lyubomirsky, S., The How of Happiness: A Practical Guide to Getting the Life you
Want, London: Piatkus, 2007
Momtaz, Y.A., Hamid, T.A., Haron, S. A., & Bagat, M.F. (2016). Flourishing in later
life. Archives of Gerontology and Geriatrics, 63, 85–91. doi:10.1016/
j.archger.2015.11.001
Norrish, J. M., Williams, P., O’Connor, M., & Robinson, J. (2013). An applied fra-
mework for positive education. International Journal of Wellbeing, 3(2), 147-161.
doi:10.5502/ijw.v3i2.2
Peterson, C., & Park, N. (2003). Positive psychology as the evenhanded positive psyc-
hologist views it. Psychological Inquiry, 14, 141–146.
Rusk, R. D., & Waters, L. (2015). A psycho-social system approach to well-being:
Empirically deriving the five domains of positive functioning. The Journal of Po-
sitive Psychology, 10(2), 141-152. http://dx.doi.org/10.1080/ 17439 760.
2014.920409
Sarı, T., & Schlechter, A. D. (2020). Positive Psychology: An Introduction. In E. Mes-
sias et al. (Eds.), Positive Psychiatry, Psychotherapy and Psychology Clinical
Applications. Switzerland, Springer Nature. 33-58. https://doi.org/10.1007/978-3-
030-33264-8_3
Satici, S.A, R. Uysal & A. Akın (2013). Investigating the relationship between flouris-
hing and self-compassion: A structural equation modeling approach, Psychologica
Belgica, 4, 85-99.
Seligman, M. E. P., & Csikszentmihalyi, M. (2000). Positive psychology: An introduc-
tion. American Psychologist, 55, 5–14.
Seligman, M. E. P. (2002). Authentic Happiness. New York, NY: Free Press.
Seligman, M. E. P., & Pawelski, J. O. (2003). Positive psychology: FAQs. Psychologi-
cal Inquiry, 14, 159–163.
Seligman, M. E. P. (2010). Flourish: Positive psychology and positive interventions.
The Tanner lectures on human values (pp. 1–243). Ann Arbor: University of Mic-
higan Press.
Seligman, M. E. (2011). Flourish: A visionary new understanding of happiness and
well-being (1st Free Press hardcover ed.). New York, NY: Free Press.
Steiger, M., Sheline, K. , Merriman, L., and Kashdan, T. ,(2013) , Using the science of
meaning to invigorate values-congruent, purpose-driven action. İn T. Kashadan
and J. Ciarrochi (Eds). Mindfulness, Acceptance and Positive Psychology: The Se-
ven Foundations of Wellbeing., Oakland: Context Press, pp. 240-266.
Telef, B. B. (2013). Psikolojik iyi oluş ölçeği: Türkçeye uyarlama, geçerlik ve güvenir-
lik çalışması. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi [Hacettepe Univer-
sity Journal of Education], 28(3), 374-384.

185
Pozitif Psikoloji

VanderWeele, T. J. (2017). On the promotion of human flourishing. Proceedings of the


National Academy of Sciences of the United States of America, 114, 8148-8156.
doi:10.1073/pnas.1702996114
World Health Organization (2004). Promoting mental health: Concept, emerging evi-
dence, practice (Summary Report), Geneva.

186
9 POZİTİF LİDERLİK VE İŞ YERLERİNE
UYGULANMASI

Bu bölümü okuduğunuzda
Nurlaila Effendy

1. Bu günün yarışmacı endüstri dünyasındaki yüksek baskıyı,


2. Endüstri ve organizasyonların kendilerini nasıl geliştirdiğini öğreneceksiniz.

1. İŞ YERİNDE MUTLULUK VE MEMNUNİYET


4.0 Sanayi Devrimi’nde hızlı ve büyük çapta değişimler gerçekleşti. Sana-
yi devrimleri arasında geçen süre kısaldı. 1.0’dan 2.0’ye, 2.0’dan 3.0’e olan
sanayi devrimine geçişler yaklaşık 100 sene sürdü. 3.0’dan 4.0’a geçişi sağlayan
sanayi devrimi ise sadece birkaç sene almıştır. Sanayi devrimi aralarındaki geçiş
daha hızlı olmuştur. Bu durum, organizasyonların değişimlere adapte olmalarını
gerektirdi. Adapte olabilecek organizasyonlar, kendi organizasyonları içinde,
dışarıdan gelen değişik problemlerle baş edebilen esnek elemanlara sahiptir.
Bir şirketin kendi organizasyonunu geliştirmek için stratejiye ihtiyacı var-
dır. Organizasyon içinde doğru strateji ve sistem ve uygulanan değerler vizyona
ulaşmayı kolaylaştırır. İnsan kaynakları bunu gerçekleştirmek için ana anahtar-
dır. İsviçre’de Institute of Management Development (IMD) isimli önde gelen
ticaret eğitimi kurumunun, IMD World Talent Report 2018 konulu olan araştır-
ma neticesine göre gelecekte bir ülkenin ekonomi sektörüne katılabilmesi için
bu ülkenin kendi bölgesinde mevcut olan yetenekli güç/insani kaynak miktarını
tespit etmelidir.
Şirketler arasında rekabet çok hızlı ilerlemiş, o yüzden Endonezya’daki
şirket ve organizasyonlar kaliteli ve verimli insani kaynakları oluşturacak şekil-
de gelişmelidir. Emek ve verimliliği artırmak için birçok faktör vardır. Warr’a
(2007) göre iş yerindeki memnuniyet iş performansını etkiler. Memnun insan,
memnun olmayan insandan daha aktif ve enerjik çalışabilir. Bu durum, onların
nasıl çalıştığını etkiler. Memnuniyet, organizasyon ya da şirkette önemli fak-
tördür. Engagement/yakınlık, işten tatmin olması ve verimli bir şekilde işçiye

187
Pozitif Psikoloji

sağlam bir söz vermek, iş yerindeki işçilerin memnuniyetiyle çok irtibatlıdır


(fisher, 2010). Memnuniyet, organizasyon veya şirkette en önemli faktördür.
Çalışmanın kendisi aslında insanı memnun etmez, üstelik iş yeri kendisini
memnun etmeyecekse daha da moral bozukluğuna sebebiyet verir. (Gavin ve
Mason, 2004). Warr (2007) der ki abseenteism/devamsızlığın, pleasure/zevk ve
arousal/uyarılma ile çok büyük irtibatı vardır. Abseenteism, işçilerin işine ne
kadar kendini verdiğiyle ölçülür. İş yerindeki memnuniyeti etkileyen bir başka
faktör de disiplinli ama baskı olmaksızın çalışmaktır. Bu durum, iş yerindeki
duyulan keyif ve güvenden ortaya çıkarır.
Organizasyon içindeki verimlilik, şirket içindeki fertler ve ekiplerin verim-
liliğiyle gerçekleşebilir. Self-managing work team/ kendi kendini yöneten iş
birliği sistemini uygulayan ekip kendi verimliliğini yükseltir. (Cohen ve Lead-
ford, 1994). Şirketteki çalışanlar, çalıştığı yerdeki genel duruma alışık ise yük-
sek verimlilik ortaya çıkacaktır. (Neal et al.,2000). Çalışan ile organizasyon
arasındaki yakınlık verimliliğin artmasına önemli nedendir. Yakınlık ya da en-
gagement, 1. Resimdeki gibi çalışanın duyguları, pozitif duygularla donatılırsa
(örneğin; gayret, memnuniyet vs.) meydana gelir.

Pozitif duygular konusunda, örneğin; işteki mutluluk, çalışanların katılımcı


ve üretken olmasını sağlayacaktır. 2016 Universum Global Workforce Mutluluk
Endeksinden (Helliwell, 2017) yapılan bir araştırma, bazı Asya ülkelerinin see-
ker/arayanlar grubu olarak sınıflandırıldığını gösteriyor. Arayan grubu, iş yerin-
den memnun olmayan ve değişim arayan, yani yeni bir şirket bulmak için eski
şirketi bırakmayı düşünenlerdir. Anket ayrıca Endonezya'daki çalışanların arzu-

188
Pozitif Liderlik ve İş Yerlerine Uygulanması

ları yüksek maaşlar bulma, yeni işler için istifa etme ve yeni sorumluluk üst-
lenme arzusu olduğunu gösteriyor. Bu, şirketlerin takımlarının en iyi perfor-
mansa sahip olmasını ve yönetilmelerini zorlaştırır.
2017 Çalışan İş Mutluluk Endeksi raporu (Helliwell, 2018) Asyalı işçilerin
genel olarak mutluluk endeksinin çok yüksek olmadığını göstermektedir. Anket,
Effendy ve Bulut (2018) tarafından Cakarta'daki Y Kuşağı’ndaki gelişmenin %
28 ve İstanbul'da % 11 olduğunu gösteren bir anketin sonuçları ile uyumludur.
Ankette gelişen boyutlar pozitif duygu, katılım, pozitif ilişki, anlam ve başarı-
dır. Bu, Endonezya'nın özellikle milenyum nesli için küreselleşmeye karşı ha-
zırlıklı olması dikkat edilmesi gereken bir husustur.
Su anki mevcut işgücü, bebek patlaması kuşağı yani X kuşağı ve Y kuşa-
ğıdır. Bu kuşağın dağılımı Amerika'daki durumdan büyük ölçüde etkilenmekte-
dir. İşyerinde değerler, davranışlar ve tutumlarda farklılıklar vardır. Y kuşağı,
şirketleri rekabetçi küreselleşmeyle yüzleşecek olan gelecek nesildir.

2. İŞ GÜCÜ: MİLENYUM KUŞAĞI


X ya da Y kuşağından sonra bir kuşağın doğuşu ile ilgili farklı literatürler-
den bazı bilgiler bulunmaktadır. Genel olarak Y kuşağı 1980 doğumlulardan
başlayıp (Smola ve Sutton, 2002; Weingarten, 2009; Crumpacker ve Crumpac-
ker, 2007; Essinger, 2006) 2000’lilere kadar uzanan bir nesildir. (Clark, 2007).
Milenyum kuşağı genellikle geribildirim, bireysel ilgi, övgü, rehberlik ve yön-
lendirme yönünden zengin bir ortamda yetiştirilir (Hershatter ve Epstein, 2010;
Ng ve ark., 2010) ve sürecin sonuçlarına odaklanır (Thompson ve Gregory,
2012). Genellikle daha az bağımsız, daha çok topluluğa odaklı ve daha geniş bir
bağlamda anlam arayışında bulunurlar. (Wiedmer, 2015). Aynı düzeyde geri
bildirim, övgü ve rehberlik beklerler ve çalışma bağlamında kişisel gelişimleri-
ne odaklanırlar (Thompson ve Gregory, 2012). Liderin rolü, onların yönlerini ve
performanslarını belirlemede çok önemlidir.
İşyerinde liderler, temel olarak ebeveynlerin rehberlik etme rolünü doldu-
rur (Hershatter ve Epstein, 2010; Ng ve ark., 2010). Bazı çalışmalar, bu kuşağın,
işleri hayatlarında daha az önemli gördüklerini, boş zaman aradıklarını ve çok
çalışmaya daha az istekli olduklarını söylüyor.
Olumlu bir şekilde bakıldığında bu nesil iş ve kişisel yaşam dengesine
önem vermektedir. Ne var ki olumsuz taraftan bakıldığında bu durumda iş ahla-
kı azalır, böylece verimlilik de azalır (Twenge, 2010). Bunun nedeni, kolaylık

189
Pozitif Psikoloji

sağlama eğiliminde olan teknolojiye aşina olmalarıdır, bu nedenle işlerini ba-


şarmak veya tamamlamak için kolay yollar arayacaklardır. Örneğin, bir bilgisa-
yarda yazarken kulaklıkla müzik dinleyerek cep telefonlarıyla konuşmak onlar
için norm olarak kabul edilen çoklu görev yapma anlamına gelmektedir. (Rowh,
2007). Bu duruma, iş yerindeki özellikle çok çalışma eğilimi gösteren, yüksek
çalışma etiğine sahip önceki nesil, resmi olan bebek patlama zamanındaki do-
ğan nesilden farklı bir şekilde cevap verecektir.
Hershatter ve Epstein (2010) öğrencilerini inceleyerek katılımcıların gele-
cekte iş güvenliği, iyi bir çalışma ortamı, yeterli fakat aşırı zor olmayan konular
ve danışmanlarla iyi iletişim de dâhil olmak üzere işverenlerden çok fazla des-
tek beklediklerini keşfetti. Thompson ve Gregory (2012) bu özelliklerin bir
kısmının devam edeceğine inanıyorlar çünkü başarılı organizasyonların ve yö-
neticilerin şirkette milenyum neslin yeteneklerini çekmek, motive etmek ve
korumak istiyorlarsa Y kuşağının uygulamalarını ve beklentilerini ayarlamaları
gerektiğini savunuyorlar. Y kuşağının önceki nesillerden farklı bir karakteri var.
Bu, iş yerindeki davranışlarını etkileyecektir. Liderlik, çalışma tarzı ve ödüllerin
iş yerine dâhil olmaları, üretken olmaları ve katkıda bulunmaları rahat olmaları
için milenyum kuşağı harekete geçirmesi için önemlidir.
Gayri resmi, ortak çalışma alanını sevme eğiliminde olan milenyum nesil,
çalışmalarına güvenen ve çalışmalarına katılmalarını sağlayan şirketler, yani
şirket için kararlar vermek ve daha fazla rol oynamak gibi yetkiler, klasik an-
lamdaki ofislerden oluşan bir iş yerinden daha fazla arzu edilir. Milenyum nesil,
2017'de American Express tarafından yürütülen bir anketin gösterdiği gibi, ça-
lıştıkları şirketin değerlerinin inandıkları değerlerle uyumlu olmasının önemli
olduğunu düşünmektedirler.
Organizasyonda önemli bir anahtar olan liderler, başkaları aracılığıyla ör-
gütsel hedeflere ulaşmada güçlü bir role sahiptir. Buradaki başkalardan kasıt
olan milenyum kuşağı, işlerini zevkle yapacak, böylece olağanüstü sonuçları
ortaya çıkaracak ve çalışma sürecinde pozitif duygular ortaya çıkacaktır. Liderin
kişisel anlamı (personal meaning) ekibin yönünü etkileyecektir. Lider, çalışanla-
rı geliştirme ve milenyum nesle uygun bir çalışma stili yaratmak gibi ana göreve
sahiptir, böylece fiziksel olarak yüksek canlılığa sahip olacak ve psikolojik ola-
rak olumlu bir organizasyondaki hedefler gibi bir akış yaşayacaktır.

3. POZİTİF ORGANİZASYON
Pozitif organizasyon, pozitif psikolojinin organizasyon alanında makro,
mezo ve mikro seviyelerdeki uygulanmasıdır. Organizasyonun performans he-

190
Pozitif Liderlik ve İş Yerlerine Uygulanması

deflerine ulaşma eğilimi, "normal" seviyedir yani: 1) ekonomik açıdan kâr elde
etme; 2) iş süreçlerinin verimli ve etkili olması; 3) ürün kalitesinin standartlaştı-
rılması; 4) Organizasyonun dış durumlara uyum sağlayabilmesi; 4) birbirine
yardım edebilen ilişkilere sahip olma. Bireysel düzeyde fiziksel olarak sağlıklı
ve psikolojik olarak sağlıklı olmalıdır (Cameron ve Plews, 2012). Örgütlerin ve
bireylerin bu başarılardaki hedefleri MEA ve küreselleşme karşısında hâlâ ek-
siktir. POS (Pozitif Örgütsel İlmi) ve POB (Pozitif Örgütsel Davranış) ile pozi-
tif psikoloji yaklaşımı olumlu bir devamlılık teklif eder, yani örgütsel düzeyde
gelişme düzeyine çıkma ve bireysel düzeyde ise psişik akış ve fiziksel canlılık
elde etmektir.
Olumlu organizasyonun hedefleri sadece etkili, verimli, karşılıklı yardım
etme vb. ile sınırlı kalmaz ancak Cameron’dan (2012) uyarlanan Şekil 2’deki
gösterildiği gibi normal sürekliliğin üzerinden daha fazladır. Şekil 2, çoğu şirke-
tin normal sürekliliğe odaklandığını, yani bireylerin psikolojik sağlığa sahip
olduğunu ve organizayon düzeyinde etkili, verimli, kârlı olduğunu ve diğer
hususları açıklamaktadır. Pozitif organizasyona göre ise pozitiflik süreklilikte-
dir, yani yüksek pozitif enerji, akış (katılım), cömertlik ve diğerleri gibi. Olumlu
liderlik kavramını kullanan sistemler, yönetim politikaları ve liderlerin kuruluş-
taki olumlu süreçlerini destekleyecektir (Cameron & Plews, 2012)
Olumlu süreklilikte, bir organizasyon içindeki bireyler hem çalışma canlı-
lığına hem de görevlerini yerine getirirken akışkanlığa sahiptir. Öte yandan,
organizasyonlarda, normal sürekliliğin üzerine odak, verimli, etkili, karlı ve
dışsal durumlara uyum sağlayabilme olarak algılanmaktadır. Hâlbuki olumlu
süreklilik, verimlilik ve etkin olma düzeyini aşan organizasyon, gelişmeyi (yani
"rahat" ve başarıya doğru gelişen) yaşayan kuruluşlardır.

Olumsuz Sapma Normal Olumlu Sapma


Bireysel
Psikolojik Hastalık Sağlık Sağlık ve Akışkanlık
Psikolojik Hastalık Sağlık Canlılık
Organizational
İktisat Kârsız Kârlı Cömert
Etkili olma Etkili değil Etkili İyi (Excellent)
Verimlilik Verimli değil Verimli Olağanüstü
Kalite Hata yapabilen Güvenilir Mükemmel (Perfect)
Etik Etik değil Etik İyi davranış (Benovolent)
Birbirine saygı gösterme
İlişki Zarar verir Yardımsever
(Honoring)
Adaptasyon Tehditkâr Kopyalayıcı Gelişme

191
Pozitif Psikoloji

Açık boşlukları Bereketli boşluklar

Şekil 2. Cameron’ın negatif, normal ve pozitif sürekliliği. (2003)

Akış Csikszentmihaly (1990), yüksek yetkinlikler ve yüksek zorluklar var-


sa elde edilebilir. Akışın özellikleri, iş sürecinin tadını çıkarmaktır, böylece iş
süresi de unutulabilir hâle gelir, zaman hızlı dönüyor hissi verir, yapılan bütün
şeylere tam katılma, yüksek enerjiye sahip olma (çünkü pozitif duyguların ha-
kimiyeti nedeniyle pozitif hormonlar tarafından salınan hormonlar: dopamin,
serotonin , endorfin veya aksitosin içerir) ve yüksek sonuçlar verir. İşte işe katı-
lımın temeli budur.
Akışkanlığın/flow aksine, bireyin zorlu görevleri düşük olup ancak yüksek
becerilere sahipse bu durum kendisine aşırı rahat gelir (hatta sıkılmaya neden
olur). Eğer bireyin yetkinliği yüksekse (ya da beceriler) ve zorluklar normal ise
birey sorumlu olduğu işi kontrol edebilir yalnız sonuçlar tatmin edici seviyeden
daha az olacaktır çünkü hâlâ katkıda bulunamadığı bir potansiyeli vardır. Zor-
luklar yüksekse ancak düşük beceriler varsa bu durum kaygıya neden olur. Bi-
reyin karşılaştığı zorluklar yüksek olup ta kendisi olağan beceriye sahip ise
endişeye neden olabilir çünkü her şeyi iyi bir şekilde yapamaz veya sonuçlar
organizasyon tarafından beklendiği gibi değildir. Eğer zorluklar ve beceriler
düşükse ilgisiz olacaktır. Csikszentmihaly'den (1990) gelen akışkanlık kavramı-
nın örgütsel gelişim üzerinde stratejik etkileri vardır.
Organizasyonun, kendisini gelişen düzeye getirecek olumlu sistemler ve
programlar geliştirmesi gerekmektedir. Organizasyondaki bireyler tatmin edici
katkı sağlamak için yüksek canlılığa (fiziksel olarak) ve akışa (psikolojik ola-
rak) sahip olacaklardır. Liderin rolü, organizasyonu geliştirmek için önemli hâle
gelir.

3.1. Organizasyonda Pozitif Liderlik Stratejisi


Pozitif liderlik olumsuz olayları ihmal etmez ve olağanüstü sonuçlar doğu-
ran olumsuz şeylerin önemini kabul eder. Zorluklar ve dezavantajlar sıklıkla
başka tam tersi gerçekleşmeyecek olan olumlu sonuçları uyarır. Olumlu bir lider
olmak, kibar, karizmatik, güvenilir veya hizmetçi lider olmakla aynı şey değil-
dir. Bunun yerine bu nitelikleri ve takviyeleri, bireyler ve kuruluşlar için pozitif
enerji tabanlı güç sağlayan stratejilere odaklanarak birleştirir.
Hayatta kalan şirket veya organizasyon, şirketin dâhili, dinamik, dış du-
rumlara yanıt verebileceği esnek bir şirket / kuruluştur. Şirket, şirke-

192
Pozitif Liderlik ve İş Yerlerine Uygulanması

te/organizasyona dışarıdan yanıt vermek için şirket içi uyarlamalar yapar. Uyar-
lama şirket/organizasyondaki kişiler tarafından gerçekleştirilir. Şirketteki deği-
şiklikler, üst liderden orta liderlere ve alt düzey liderler tarafından gerçekleştiri-
lir. Bir liderde vizyon ayarı, şahsi anlam/personal meaning ve yumuşak güç
olarak farkındalık gibi temel karakteristikler gerekir. Eğer ona sahipseniz, yet-
kinlik ve kalay geliştirmek, değeri paylaşmak kolay olacak, böylece olumlu bir
organizasyon kültürü oluşucaktır.
Organizasyona, seviyelerden oluşan holon şeklinde daha derinden bakıla-
bilmektedir. Arthur Koesler mikro, mezo ve makrodan oluşan organizasyon
seviyelerini böler. Mikro şunları içerir: görev/işin ögeleri, bir bütün olarak iş.
Mezo şunları içerir: çalışma ekibi / çalışma grubu, İş Birimi. Makro şunları
içerir: organizasyon, endüstri ve çevre. Bir organizasyonun integral bir şekilde
yani organizasyonun içsel (organizasyon içinde) ve dışsal (organizasyon dışın-
da) gelişmesi, bütüncül bir uyum ve dengeyi göz önünde bulundurarak anlaşıl-
masını gerektirmektedir. (Edward, 2005)
Yukarıdaki süreç, organizasyondaki liderleri içeriyorsa çok daha güçlü
olacaktır. Liderin sahip olduğu kişisel anlam, toplulukta değerler geliştirecektir
(sol alt kadran) çünkü paylaşım değerleri vardır, söz konusu paylaşım değerleri
de bireylerin, ekiplerin, altındaki liderlerin (sağ üst kadran) potansiyelini opti-
mize ederek organizasyonun genel yeterliliğini geliştirir ve gelişmeye eğilimli
olan organizasyonun (sağ alt kadran) sistem ve politikasını inşa eder.
Süreç önce liderin kişisel anlamı ile başlar, böylelikle içsel motivasyon,
zihinsel akış ve fiziksel canlılığa sahip bireylerle, hedef ayarını düzenleyerek
gelişen bir organizasyon oluşur. Pozitif organizasyonlarda, inşa edilen kişisel
anlam pozitif anlamdır, inşa edilen duygular da olumlu ilişki ve iletişimdir.
Süreç şekil 3'te görülebilir.

193
Pozitif Psikoloji

Şekil 3. Wilber, Pauchant, 2005'ten alınan integral modeller

Bir organizasyonda entegre kavramdaki kişisel anlam (iç kadran: sol üst)
ortaya çıkarsa topluluk değerlerinin (iç kadran: sol alt) büyümesi olacak ve bir
organizasyonun yürütülmesini destekleyecek içsel motivasyon da ortaya çıka-
caktır. Görevlerini yerine getirmekte olan bireyler optimal/tatmin edici olur
çünkü kendilerini geliştirme arzusu ve zevki ortaya çıkar, kendilerinin yetkinliği
yani hem yumuşak (benlik kavramı, özellik ve güdü) hem de sert yetkinlik (bil-
gi, beceri) alanında bir kuvvetlenme (dış kadran: sağ üstte) meydana gelir. Ay-
rıca, organizasyonlardaki inşa edilen pozitif strateji ve sistemlerin uygulanması
da daha kolay hâle gelir (dış kadran: sağ alt). Her kadran ve seviyeleri, etkin bir
organizasyon oluşturmak için bütünsel olarak ortaya çıkar (Edward, 2005)
Etkili Performans Yönetimi, organizasyonun misyon, vizyon, değerler,
ekip/departman hedefleri ve bireysel hedeflerinin entegre olmasıyla gerçekleşir.
Şirket, ekip ve birey, güçlü bir birlik hâle geldikten sonra belirlenmiş hedefe
ulaşırlar. Bu durum, organizasyonlarda pozitif psikoloji kavramına, yani birey-
lerin, ekiplerin ve organizasyonların güçlü yönlerini optimize eden pozitif orga-
nizasyon bilginliği (POS) ve pozitif organizasyonel davranışı (POB) kavramına
uygundur. Pozitif liderlik; Pozitif Organizasyon Bilginliği (Cameron, Dutton ve
Quinn, 2003; Cameron ve Spreitzer, 2012), Pozitif Psikoloji (Seligman, 1999)
ve Pozitif Organizasyonel Davranışından (POB)(Luthans, 2002) neşet etmekte-
dir.
Pozitif liderlik konusunda 3 ana yönelim vardır: (1) liderler, olumlu sapmayı
kolaylaştırır veya işteki genel ya da beklenen miktarı aşan dramatik sonuçlara
vurgu yapar. Olumlu sapmayı kolaylaştırmak genel olarak başarılı olmakla (kâr
veya etkinlik gibi) aynı şey değildir. Böylece, pozitif liderlik, bireylerin ve kuru-

194
Pozitif Liderlik ve İş Yerlerine Uygulanması

luşların olumlu duyguları empoze ederek olağanüstü başarı seviyelerine ulaşmala-


rına yardımcı olmayı amaçlamaktadır; (2) liderler olumlu yanlılığı vurgular ya da
insanların güç, yetenek ve potansiyeline odaklanır. Bunun amacı da büyümeyi
mümkün kılacak olan olumlu iletişim, iyimserlik ve güc, yanı sıra sorunlara ve
zayıflıklara gömülü değer ve fırsatları vurgulamaktadır; (3) liderler, insanlık ko-
şullarının en iyisini kolaylaştırmayı vurgular veya iyilik yapmaya odaklanır (Ca-
meron ve Caza, 2004; Spreitzer ve Sonenshein, 2003). Pozitif liderlik eudaemo-
nist varsayımlara dayanır; yani, tüm insan sistemlerinde içsel değeri için iyiliğe ya
da bireyler ve organizasyonların iyilik yapma eğilimi vardır.
Makro düzeyde, pozitif liderlik organizasyonun olumlu bir sürekliliğe yol
açması için organizasyon şu temel üzerinden oluşturulmlıdır: 1) pozitif kültür
(performans, insan, iyi ahlak ve merhamet ile ilişkili erdemli olma) ve pozitif
iklim; 2) olumlu iletişim; 3) pozitif ilişki; 4) olumlu anlam.
Olumlu bir kültürde, lider 5 boyuta odaklanır (Cameron, Dutton ve Quinn,
2003): a) Organizasyonun hedefleri. Bu boyutta liderlerin, organizasyon üyele-
rini hedeflere ulaştırma, başardıklarında onu kutlamaları ve olumlu anılar oluş-
turmaları gerekir; b) Güvenlik. Bir lider güvenlik temin eder, böylece çalışanla-
rın odak noktası kuruma katkıda bulunmak olur. Organizasyonun tüm üyeleri,
çalışmalarını yaparken kendilerini güvende hissetmeli, fikir ve ilettikleri görüş-
lerle katkıda bulunurlar. Organizasyon üyeleri doğrudan ve dolaylı tehditlerden
korunmalı ve sömürüden uzak kalmalıdır; c) Adalet. Organizasyon ödül ve ce-
zayı adil ve tutarlı bir şekilde uygulamalı. Lider ve organizasyonlara güven inşa
etmek için adalet duygusu çok önemlidir; d) İnsanlık. Liderler ekipte empati
duygusunu yaratabilir, böylece kuruluş üyeleri organizasyonun diğer üyelerine
ihtimam gösterir, sadece kuruluşun üyeleriyle sınırlı kalmamalı, aynı zamanda
aile üyeleriyle de olmalıdır. Böylece aile üyeleri de kuruluşun bir parçası olarak
hisseder ve çalışan üyeleri desteklerler. e) Onur. Hiyerarşik mevkiden bağımsız
olarak herkes iyi muamele görmeli. Bu, lider, organizasyondaki pozisyonuna
bakılmaksızın her bireye iyi davrandığında gerçekleşir.
Pozitif iletişim bütünleştirici ve yapıcı iletişime yol açar (Cameron ve
Spreitzer, 2012). Yapıcı iletişim (Constructive communication), insanlara ve
durumlara nasıl olumlu tepki verileceğiyle alakalıdır. Yapıcı iletişimde (yapıcı
iletişim) insanlara nasıl olumlu tepki verileceğini gösterir ve olumlu iletişim
durumu, kurumun ulaşacağı yön ve hedeflerin anlaşılmasını sağlar. Pozitif ileti-
şim, kişiler arası ilişkilerin kalitesini de artırır. İletişim sadece iyi bir iletişim
olmakla kalmaz, aynı zamanda bütünleştirici ve yapıcı üzerine kurulu olumlu
bir iletişimdir (Cameron ve Spreitzer, 2012).

195
Pozitif Psikoloji

Bu bütünleştirici iletişim, ilk olarak organizasyonu kuran liderle başlamalı,


daha sonra altındaki üyelere geçmeli. Pozitif iletişim şu temellere dayanır (Ca-
meron ve Spreitzer, 2012): 1) Kapsayıcılığa sahip bütüncül iletişim (fikirleri
aktarmada, düşünmede, bağlılık ve karşılıklı ilişki kararlarında), Saygılı olmak
(güven, dürüstlük, benlik saygısı ve saygıyı vurgulayan ilişkiler), Destekleyicilik
(diğerlerinde motivasyonu destekleme ve geliştirme); ve 2) Yapıcı iletişim, yani
çözüm odaklılığı (işleri daha iyi hâle getirmeyi amaçlayan, problemlerden ziya-
de çözümlere odaklanan), Gelecek yönelimi (gelecekte yapılacak farkındalık),
işbirlikçi etkileşim (işbirlikçi yanıt sağlama, katkıda bulunma, sadece eleşti-
ri/öneri için değil, aynı zamanda en iyi çalışma sonuçları için de işbirliği içinde,
konuşma bağlamına göre ilgili, bilgilendirici ve güvenilir bilgileri sunmaktır)
gibi unsurları içerir.
Olumlu anlamda çalışanlar/işçiler başkaları üzerinde fayda odaklı çalışma-
lar yaparlar. Baumeister ve Vohs'a göre anlam (2002; Cameron, Dutton ve Qu-
inn, 2003'te) bireyler tarafından yaşam istikrarını korumak için kullanılan bir
araçtır. Çalışma hayatında, bireyler değerlerin, öz güvenin, yaşam hedeflerinin
ve değer duygularının ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. İşyerinde olumlu anlam,
yapılan işin başkalarının yararlarına odaklanması anlamına gelir. Bu, pozitif
anlamın kuruluşta olumlu koşullara yol açtığı anlamına gelmez ancak olumlu
bir etkiye sahiptir (Cameron, Dutton ve Quinn, 2003).
Bellah ve meslektaşları (Cameron, Dutton ve Quinn, 2003'te) işte iş dene-
yimini yansıtabilecek 3 baskın yönelimi tanımlar: 1) İş yönelimli meslek: maddi
faydalara odaklanır ve işin ve diğer tatminlerin anlamını gereksiz görür. Finan-
sal ihtiyaçları karşılamak için bir araç olarak çalışır; 2) Kariyer yönelimli mes-
lek: takdire, kuruluştaki ilerlemeye odaklanır. Genelde odağı terfi, statü, prestij
ve maaşın arttırılmasındadır. Dolayısıyla kendisi için artan saygı, sosyal statü ve
güç onun hedefi olur; 3) Arayış yönelimli meslek: finansal veya ilerlemek için
çalışmaz. İşe, yapılan işin insanlığa daha büyük bir iyilik getireceği ve dünyayı
daha iyi bir yer hâline getireceği gibi bir mana yüklenir.
Pozitif ilişkilerde lider, başkalarının düşüncelerine dikkat ederek pozitif
duyguları yansıtarak ve olumlu davranışlar uygulayarak yüksek kaliteli bağlantı-
lar (HQC'ler) kuracaktır. İşyerinde yüksek kaliteli ilişkiler, kişiler arası ilişkile-
rin arttırılmasıdır, böylece organizasyondaki performans üzerinde olumlu bir
etki yaratır. HQC'ler insanları en iyi insanlar ve en iyi organizasyon hâline ge-
tirmek için çok önemlidir çünkü kendilerini değerli ve saygılı hissederler.
HQC'ler duygusal kapasiteyi artırabilir, iş arkadaşları ve bireyler arasındaki
bağlantıların işlevini geliştirebilir ve bireyleri yeni fikirlere açık olmaya yön-
lendirebilir. İki kişi arasındaki yüksek kaliteli ilişkiler olağanüstü fayda sağla-

196
Pozitif Liderlik ve İş Yerlerine Uygulanması

yabilir (Cameron ve Spreizer, 2012). HQC'ler kuruluşta en iyi performansı elde


etmek için liderin sahip olması gereken bir yetenektir.

3.2. Pozitif Ödül Sistemi ve İçsel Motivasyon


Liderler, içsel motivasyona yol açmak için ekiplerdeki bireyleri destekle-
yen sistem ve politika oluşturabilirler. Sistem ve politika, ödül sistemleri de
dâhil olmak üzere olumlu organizasyonlara yol açar. Ödül sistemi dışsal moti-
vasyondan (benlik dışından) içsel motivasyona (içeriden) yol açar. Liderler
çalışan motivasyonunu değerlendirebilir, dış motivasyon şunları içerir: dış dü-
zen, içe dönük düzen, tanımlanmış düzen veya içsel motivasyona yol açan bü-
tünleşmiş düzen. Ödüllendirme yaklaşımı farklıdır çünkü niyet ve kontrol eksik-
liği farklıdır, böylece şekil 5'te gösterildiği gibi organizasyonun ihtiyaçlarına
uygun olacak ve içsel motivasyon oluşturacak şekilde gösterilmektedir.
Amotivation/ İç
Dış Motivasyon
Güdülenememe Motivasyon

Introjected/İçe
Tanımlanan Bütünleşmiş
Düzen olmayan Dış düzen yansıtılan İç düzen
düzen düzen
Düzen
Kişisel Olma-
Dışsal Az Dışsal Az içsel İçsel İçsel
yan

Etkinliğe
Niyet olmayan Uysallık Ego Bağlılığı Uyumluluk Menfaat
Değer Verir

Kabiliyetsizlik
Dış Ödül Başkalardan Hefef Benlikle Tabii
Denetim
veya Ceza Onaylanmış Tasdiği Sentezleme Tatminlik
Eksikliği

Program? Program? Program? Program? Program? Program?

Şekil 5. İçsel ve Dışsal Motivasyonların Modifikasyonu: Klasik Tanımlar ve


Ryan & Deci'den Yeni Yönler (2000)

4. TARTIŞMA
Bir liderin zorluğu pozitif duyguları oluşturmaktır ki oluşturabiliyorsa ta-
kım ve kendisi sürecin tadını çıkararak ve performans üzerinde olumlu bir etki
yaratarak üretken olur. Pozitif organizasyonların, Latince "virtus" kelimesinden
türetilmiş güç ve mükemmellik anlamına gelen erdemli olmaları gerekir. Plato
ve Aristoteles (Cameron, Dutton ve Quinn, 2003'te), erdemi, bireysel ve sosyal

197
Pozitif Psikoloji

iyiliği üretmek için insan eylemleri olarak tanımlarlar. Bu, y kuşağa uygundur.
y kuşağının önceki nesillerden farklı bir karakteri var. Bu, iş yerindeki davranış-
larını etkileyecektir. Liderlik, çalışma tarzı ve ödüllendirme, y kuşağa göre
ayarlanması önemlidir çünkü iş yerine dâhil olmaları, üretken olmaları ve katkı-
da bulunmalarına neden olur.
Alvara araştırma merkezi anketine (Ali ve Purwandi, 2017) dayanarak En-
donezya'daki y nesil Batı’daki ile benzerliklere sahiptir. Onlar kendi yaptıkları
sosyal aktiviteleri hem çevrimiçi hem de çevrimdışı bir şekilde paylaşmayı se-
verler. y nesli sosyal sorunlarla ilgilenir ancak bu tutum hâlâ popüler akım ile
sınırlıdır ve henüz büyük değildir. y kuşağı artık bilgi, beceri ve diğer bilgileri
paylaşmayı sever. Liderlerin ise erdem anlayışını geliştirmeleri gerekir.
Erdemli bir organizasyonun durumunu belirten üç özellik vardır: 1) Er-
demli olma insanlarla ilişkilidir. Bu yüzden örgütün insanlar (iç ve dış) üzerin-
de olumlu bir etkisi olmalıdır. Organizasyon içinde iyi bir kişiler arası ilişki ve
organizasyonun üyelerinin kişisel gelişimi vardır; 2) Erdemli olma, ahlaki iyi-
likle ilişkilidir. Bu, doğru olan ve geliştirilmeyi hak eden iyi olanla ilgilidir. Bu
durumda, iyilik, organizasyonun iç koşullarına (organizasyonun kendi kültürü-
ne) göre görülür. Esas olarak vurgulanması gereken özellikler, organizasyonun
üyelerinin hiçbir zaman sıkılmayacakları ya da kendilerini organizasyonun için-
de kalmak, saygı duymak ve organizasyon içinde kendilerini geliştirmek için
"dolu" hissetmeyecekleridir; 3) Erdemli olma, toplumsal iyilik ile karakterize
edilir ancak bu iyilik, kendi çıkarlarına olan yararlarının ötesine uzanır. Dolayı-
sıyla organizasyonun ilerlemesi, "ortak ilerleme" olan sosyal bir gelişmedir. Bu
durumda, kuruluş yalnızca bireysel kâr üzerine odaklanmaz. Bunun göstergesi,
affetme, merhamet etme ve birbirlerine yardım etme cesaretidir.
Pozitif organizasyon veya şirket, karakterleriyle eşleştiği için y nesli çeke-
cektir. Liderlerin, sistemler ve stratejilerle desteklenen pozitif organizasyonlar
kurmaları gerekir. İçsel motivasyon ve pozitif kültürü geliştiren olumlu ödül-
lendirmeye dayanan ödüllendirme sistemi, gelişmiş bir organizasyon ortaya
çıkarır.
Genel olarak arayış yönelimli meslek olanların çalışmaları ile daha güçlü
ve daha tatmin edici bir ilişkisi olduğu anlaşılmaktadır, bu da işte daha fazla
zaman geçirmek ve ondan daha fazla zevk ve memnuniyet almakla ilişkilidir
(Wrzesniewski, McCauley, Rozin, & Schwartz, 1997; Cameron, Dutton ve Qu-
inn, 2003).

198
Pozitif Liderlik ve İş Yerlerine Uygulanması

SONUÇ
Pozitif organizasyon, şu an ki mevcut olan küreselleşme ve sanayi devrimi
durumlarına uygunluk göstermektedir. 4.0 işgücüne y kuşak tarafından domini-
ze edilmektedir. Liderler, arayış yönelim düzeyinde olumlu bir anlam geliştir-
melidir ki böylece olumlu bir organizasyon oluşturabilsinler.
Çalışanların tutum ve davranışları azami katkı için önemlidir. Şimdiki ve
gelecekteki işgücüne, potansiyellerini geliştirmek için rahat bir çalışma ortamı
isteyen y nesil hâkim olacaktır. Pozitif lider ve pozitif organizasyon, çalışanların
kendileri için rahat bir çalışma ortamına en iyi şekilde katkıda bulunmasını iste-
yen kuruluşların ihtiyaçlarıdır.
Entegre bir organizasyonun geliştirilmesi, organizasyonun içinde kişisel
anlam veya anlamlılığı arttıran, organizasyonun etkili ve uyumlu bir organizas-
yon kültürü ve organizasyon iklimi oluşturacağı bireylerin farkındalığıdır
(Edward, 2005). Arayış yönelimli meslek düzeyinde çalışanlar / organizasyon
üyeleri, iş yaparken zamanı saymazlar aksine daha memnun olurlar ve işlerle
uğraşırlar, her ekip üyesi karşılıklı memnuniyet için aktif bir rol oynar. Bu du-
rum, kuruluştaki liderin önce ekibine çalışması için model verecek pozitif bir
anlamı varsa ortaya çıkar. Liderin enerjisi etrafındaki insanlar tarafından hisse-
dilecektir.

KAYNAKLAR
Ali, H. dan Purwandi, L. (2017). Milenial Nusantara: Jakarta: Gramedia.
Bernstein, S.D. (2003). Positive organizational scholarship: Meet the movement: An
interview with Kim Cameron, Jane Dutton, and Robert Quinn. Journal of Mana-
gement Inquiry, 12, 266–271.
Budisantosa. (1991). Corak kebudayaan Indonesia. Jakarta: Studi indonesia
Cameron, K. (2003). Organizational virtuousness and performance. In K.S. Cameron,
J.E. Dutton, & R.E. Quinn (Eds.), Positive organizational scholarship: Foundati-
ons of a new discipline. San Francisco, CA: Berret-Koehler.
Cameron, K.S., Dutton, J.E., & Quinn, R.E. (2003). An introduction to positive organi-
zational scholarship. (pp.3-13). San Francisco: Berrett-Koehler. [Versi elektro-
nik]. Diambil pada tanggal 17 September 2016 dari http://webuser.
bus.umich.edu/cameronk/PDFs/POS/POS%20-%20CHAPTER%201-FINAL.pdf
Cameron, K., dan Caza, A. (2004). Introduction: Contributions to the Discipline of
Positive Organizational Scholarship. American Behavioral Scientist, 47, 731–739.
Cameron, K. (2012). Positive Leadership. CA: Berrett-Koehler Publishers, Inc

199
Pozitif Psikoloji

Campton, W.C.(2005). An introduction to positive psychology. CA: Thompson


Wadworth.
Clark, A. D. (2007). The New Reality: Using Benefits To Attract And Retain Talent.
Employment Relations Today, 47–53.
Clausing S.L., Kurtz D.L., Prendeville J. dan Walt J.L. (2003) Generational Diversity –
The Nexters. Aorn Journal, 78 (3), 373–377.
Crumpacker, M., dan Crumpacker, J. D. (2007). Succession Planning And Generatio-
nal Stereotypes: Should Hr Consider Age-Based Values And Attitudes A Relevant
Factor Or A Passing Fad? Public Personnel Management, 36(4), 349–69.
Csikszentmihalyi, M. (1990). Flow The Psychology of Optimal Experience.New York:
Harper & Row.
Dik,B.J.,Byrne, Z.B., dan Steger, M.F. (2003). Purpose and Meaning in The Workplace.
Whashington DC: APA.
Diener,E.,Wirtz,D.,Tov,W.,Kim-Prieto,C.,Choi,D.W.,Oishi,S., & Biswar-Diener,
R.(2010). Newwell-being measures: Short scales to assess flourishing and positive
and negative feelings. Socia lIndicators Research,97(2),143–156.
Dolan,P.,&White,M.P.(2007). How can measures of subjective well-being be used to
inform public policy?Perspectiveson Psychological Science,2(1),71–85.
Edward, M.G. (2005). The Integral Holon. A Holonomic approach to organizational
change and transformation. Journal of Organizational Change, 18, 3, 269-288.
Effendy, N., dan Bulut, S. (2018). Cross culture: Flourishing of Generation Y in Turkey
and Indonesia. Presentation: 9th European Conference on Positive Psychology.
Essinger, C. (2006). Managing The Millennial Generation. Texas Library Journal,
82(3), 104–107.
Grimes, G. (2011). How Generation X Works. Howstuffworks.Com. Retrieved From
Http://People.Howstuffworks.Com/Culture-Traditions/Generation-
Gaps/Generation-X.Htm
Heathfield, S. M. (n.d.). Baby Boomers. About Money. Retrieved From Http:// Human-
resources.About.Eom/Od/Glossaryb/G/Boomers.Htm
Hawkins, Mothersbaugh, dan Best. 2007. Consumer Behavior, 10th ed. New York:
Irwin/McGraw-Hill.
Helliwell, J. F., Layard, R., dan Sachs, J. D. (2017). World Happiness Report. [Versi
Elektronik]. Diambil dari https://s3.amazonaws.com/happiness-report/2018/ WHR
_web.pdf
Helliwell, J. F., Layard, R., dan Sachs, J. D. (2018). World Happiness Report. [Versi Elekt-
ronik]. Diambil dari https://s3.amazonaws.com/happiness-report/2017/HR 17.pdf
Hershatter, A., dan Epstein, M. (2010). Millennials And The World Of Work: An Orga-
nization And Management Perspective. Journal Of Business And Psychology, 25,
211–223.
Luthans, F. (2002). Positive organizational behavior: Developing and managing psycho-
logical strengths. Academy of Management Executive, 16(1): 57-72.

200
Pozitif Liderlik ve İş Yerlerine Uygulanması

Mayne, T.J., dan Bonanno, G.A. (2001). Emotion. Current Issues and Future Direction.
New York: Guilford Publication.
Milkovich G.T. dan Newman J.M. (2005). Compensation. Boston : Mc Graw Hill
Neal, A., West, M.A., dan Patterson, M. (2000). An examinationof interactions between
organizational climate and human resource management practices in manufactu-
ring organizations. Aston Business School Memo, No. RP 0003.
Ng, E. S. W., Schweitzer, L., dan Lyons, S. T. (2010). New Generation, Great Expecta-
tions: A Field Study Of The Millennial Generation. Journal Of Business And
Psychology, 25, 281–292.
Keyes, L. M. C., & Haidt, J. (2002). Flourishing: The positive person and the goal life.
New York: AP Association.
Ryan, M.R, & Deci, R.L. (2000). Intrinsic and Extrinsic Motivations: Classic Definiti-
ons and New Directions. Contemporary Educational Psychology, 25, 54–
67.Doi:10.1006/ceps.1999.1020, available online at http://www.idealibrary.com
Seligman, M., & Csikszentmihalyi, M. (2000). Positive Psychology: An introduction.
American Psychologist,55(1), 5-14.
Seligman, M. (2002). Authentic happiness: Using the new positive psychology to realize
your potential for lasting fulfillment. New York: Free Press.
Seligman,M.(2013).Beyond authentic happiness: Menciptakan kebahagiaan sempurna
dengan psikologi positif. Bandung: Mizan Pustaka.
Spreitzer, G.M., & Somenshein, S. (2003). Positive deviance and extraordinary organi-
zing. In K.S. Cameron, J.E. Dutton, & R.E. Quinn (Eds.), Positive organizational
scholarship: Foundations of a new discipline (hal. 207–224). San Francisco, CA:
Berret-Koehler.
Sutcliffee, K.M., & Vogus, T.J. (2003). Organizing for resilience. In K.S. Cameron, J.E.
Dutton, & R.E. Quinn (Eds.), Positive organizational scholarship: Foundations of
a new discipline. San Francisco, CA: Berret-Koehler.
Thompson, C., dan Gregory, J. B. (2012). Managing Millennials: A ramework For Imp-
roving Attraction, Motivation, And Retention. The Psychologist-Manager Jour-
nal, 15(4), 237-246. Doi:10.1080/10887156.2012.730444
Twenge, J. M. (2010). A Review Of The Empirical Evidence On Generational Differen-
ces In Work Attitudes. Journal Of Business And Psychology, 25, 201–210.
Weingarten, R. M. (2009). Four Generations, One Workplace: A Gen X-Y Staff Nurse’s
View Of Team Building In The Emergency Department. Journal Of Emergency
Nursing, 35, 27–30.
Wiedmer, T. (2015). Generations Do Differ: Best Practices In Leading Traditionalists, Bo-
omers, And Generations X, Y, And Z. Delta Kappa Gamma Bulletin, 82(1), 51- 58.

201
10 İYİMSERLİK

Musa Yıldırım

İyimser insan, her zorlukta bir fırsat, kötümser insan her fırsatta
bir zorluk felaket görür.
Anonim
Bu bölümü okuduğunuzda
1. İyimserliğin tanımını,
2. İyimser ve kötümser yükleme tarzlarını,
3. İyimserlik eğilimini,
4. İyimserliğin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini,
5. İyimserliğin fiziksel sağlık üzerindeki etkilerini,
6. Gerçekçi olmayan iyimserliği,
7. İyimserlikle gerçekçi olmayan iyimserliğin farklılıklarını,
8. İyimserlikle çevre-kalıtım ilişkisini,
9. İyimserliğin iş yaşamındaki etkilerini,
10. İyimserlik ve beyin arasındaki ilişkiyi öğreneceksiniz.

1. GİRİŞ
İnsanoğlunun nasıl daha iyi bir yaşam sürebileceğini araştıran pozitif psiko-
lojinin temel konularından biri de iyimserliktir. Din ve felsefe gibi disiplinler
tarafından önerilen bir yaşam becerisi olan iyimserlik ancak pozitif psikolojiyle
birlikte bilimsel bir yöntemle ele alınmıştır. Bir tanıma göre iyimserlik bir eğilim
ya da kişilik özelliğidir ve insanın gelecekte kendini güzel şeylerin beklediğine
yönelik bir beklenti olarak tanımlanmaktadır (Carver, 2018). Bu bakımdan iyim-
serlik bilişsel, duygusal ve davranışsal bileşenlere sahip bir niteliktir ve insanların
hedeflerin ulaşma sürecinde karşılarına çıkan engellerle doğru şekilde baş etme-
sine katkı sağlar (Demetriou ve Schmitz-Sciborski, 2011). Diğer bir tanıma göre

203
Pozitif Psikoloji

ise iyimserlik bir yükleme şeklidir. Bu bakış açısıyla iyimser ya da kötümser ol-
duğumuzu belirleyen şey olaylara yüklediğimiz anlamlardır (Yuan ve Wang,
2016).
İyimserliğin ne olduğu kadar insan yaşamı üzerindeki etkilerinin neler oldu-
ğu da araştırmacıların ilgisini çekmiştir. İyimserlik insan yaşamını daha doyumlu
ve hâle getirmektedir. Örneğin, iyimser insanların olumlu duyguları daha sık
deneyimlediği ve mutluluk düzeyleri daha yüksek olduğu buna karşı depresyon
ve kaygı düzeyleri daha düşük seyrettiği, travmatik yaşam olaylarından sonra
daha kolay hızlı toparlandıkları anlaşılmaktadır.
Bu kısa girişten sonra kitabın bu bölümünde pozitif psikolojinin ele aldığı
başlıca çalışma konularından biri olan iyimserlik kavramı hakkında bu güne ka-
dar ortaya çıkan kuramsal tartışmalar ele alınacak, iyimserliğin ruh ve beden sağ-
lığı üzerindeki etkileri tartışılacak, gerçekçi olmayan iyimserlik ile iyimserlik
arasındaki farklılıklar incelenecektir. Devamında iyimserliğin nasıl edinildiğinden
(çevre-kalıtım), iş yaşamı üzerindeki etkilerinden ve iyimserlikle beyin ilişkisin-
den bahsedilecektir.

2. İYİMSERLİK, KÖTÜMSERLİK VE YÜKLEME


ŞEKİLLERİ
Üniversiteden yeni mezun olmuş iki kişi düşünelim, her ikisi de pek çok işe
başvuruyor, kariyer sitelerinden araştırma yapıyor ve iş görüşmelerine gidiyor. Fakat
ikisi de 6 ay boyunca iş bulamıyor. Birinci kişi 6 ay sonunda depresyona belirtileri
yaşamaya başlıyor ve iş aramaktan vazgeçiyor. İkinci kişi ise farklı olarak yeni gö-
rüşmeler ayarlamak için çaba gösteriyor, bir işe başlayabilmek için yeni beceriler
ediniyor hatta bazı zamanlar kariyer beklentisinin altında olan kısa süreli işlerde çalı-
şıyor. Bu iki kişi aynı durumla (işsizlik) karşı karşıya kalmış olmalarına rağmen farklı
tepkiler ortaya koymaktadır. Bu farklılığın kaynağı nedir?
Roepke ve Seligman’a (2016) göre benzer olaylara verilen farklı tepkilerin
yükleme şekilleriyle ilgilidir. Forgear ve Seligman’a (2012) göre yüklemeler
geçmiş yaşantılarımız sonucu oluşmuş olan bilişsel yapılardır. Yaşanan olaylara
yaptığımız yüklemeler bu olaylardan ne tür anlamlar çıkaracağımızı ve bu olay
karşısında iyimser ya da kötümser bir bakış açısına sahip olup olmadığımızı belir-
ler. Bir olay ya da durum hakkında yapabileceğimiz yüklemeler 3 farklı bağlamda
incelenebilir (Peterson ve Steen, 2002).

204
İyimserlik

a) İçsel/dışsal: Durumun kişinin kendisiyle ya da kendi dışında olan şeyler-


le (diğer kişiler, yaratıcı, doğa, sosyal çevre vb.) ilgili olmasına yönelik
bir yükleme,
b) Değişmezlik/değişebilirlik: Durumun bir süre sonra değişeceğine ya da
hiç değişmeyeceğine yönelik bir yükleme,
c) Özellik/genellik: Durumun yaşamın kısıtlı bir alanında ya da çoğu ala-
nında etki edip etmeyeceğine yönelik bir yükleme.
Bu bağlamlara ek olarak olayları açıklarken iyimser ya da kötümser bir tu-
tum sergileriz. Örneğin, iyi bir olayla karşılaştığımızda iyimser bir bakışla bu
olayın içsel, değişmez ve genel olduğuna yönelik bir yüklemede bulunurken kö-
tümser bir bakışla dışsal, değişebilir ve özel olduğuna yönelik bir yüklemede
bulunuruz. Bunun tam tersi de geçerlidir. Kötü bir olayla karşılaştığımızda iyim-
ser bir bakışla bu olayın dışsal, değişebilir ve özel olduğuna yönelik bir yükleme-
de bulunurken kötümser bir bakışla içsel, değişmez ve genel olduğuna yönelik bir
atıfta bulunuruz. Şimdi işsizlik sorunuyla (kötü olay) karşılaşmış iki kişi üzerinde
bu yükleme şekillerine inceleyelim;

BAY KÖTÜMSER BAY İYİMSER


Henüz kendime uygun bir
işle karşılaşmadım. Bu
Yeteneksiz biri olduğum
zamana kadar
İÇSEL hemen anlaşılıyor ve bundan DIŞSAL
başvurduğum iş yerlerinin
dolayı kimse beni işe almıyor.
farklı nitelikteki çalışanlara
ihtiyacı vardır.

Biraz daha esnek çalışma


Ömrüm iş aramakla
DEĞİŞ saatlerine uyum DEĞİŞE
geçecek, asla iş
MEZ sağlayabilirsem daha fazla BİLİR
bulamayacağım
işe başvurabilirim

İş bulmadığım sürece hayat


berbat geçecek, ailemin ve Şu sıralara maddi güçlükler
GENEL ÖZEL
arkadaşlarımın gözünde beş yaşıyorum.
parasız bir hiçim.

Verilen örnekte aynı durum hakkında yapılan farklı yükleme biçimlerini gö-
rüyoruz. Bay Kötümser iş bulamamak konusunda içsel, değişmez ve genel bir
yükleme yaparken Bay İyimser dışsal, değişebilir ve özel bir yükleme yapmakta-

205
Pozitif Psikoloji

dır. Şimdi de iyi bir iş bulmakla ilgili (iyi olay) iyimser ve kötümser yükleme
şekillerini ele alalım.

BAY KÖTÜMSER BAY İYİMSER


İşe başladığım
pozisyonun kriterleri
çok düşük, bu
İlgilerime ve yeteneklerime
pozisyona kim
DIŞSAL uygun bir iş bulduğum için İÇSEL
başvursa kabul alırdı.
mutluyum.
Tek şansım
diğerinden önce
başvurmak.

Şu an bir iş bulmuş
İyi bir performans
olabilirim ama beni DEĞİŞ-
DEĞİŞEBİLİR gösterirsem bu iş yerinde
istedikleri zaman MEZ
yükselebilirim.
işten çıkarabilirler.

Bu iş sayesinde
maddi kazanç sağla-
Yeni başladığım işle birlikte
yacağım ama ken-
ÖZEL yeni bir sosyal çevre GENEL
dime zaman
edineceğim.
ayırmam ve hobiler
edinmem imkânsız.

Verilen bu örnekte de Bay Kötümser iş bulmak konusunda dışsal, değişebi-


lir ve özel bir yükleme yaparken Bay B içsel, değişmez ve genel bir yükleme
yapmaktadır.
Verilen örneklerde de görüldüğü gibi kötümserler kötü olaylara karşı içsel,
değişmez ve genel yüklemelerde bulunmaktadır. Bu durum kötümser kişilerin
karşılaştıkları güçlüklerle baş etmekte zorlanmasını açıklar niteliktedir. Çünkü
kötümserlere göre yaşanan olumsuz olaylar büyük oranda kendi hatalarında ya da
yetersizliklerinden kaynaklanır (içsel), yolunda gitmeyen şeyler yaşamının tama-
mını etkisi altına alacaktır (genel) ve yaşanan olumsuzluklar sonlanmayacak,
yaşanmaya devam edecektir (değişmez). Buna karşın iyi bir olay karşısında kö-
tümserler dışsal, değişebilir ve özel yüklemede bulunmaktadır. Yani kötümserlere
iyi olaylar dışsal faktörler sayesinden (doğa,diğer insanlar, yaratıcı, şans faktö-
rü..vb) ortaya çıkmış olabilir fakat kötümser kişinin yetenekleri, çabaları ya da
diğer kişisel özellikleri etkili değildir (dışsal). Aynı zamanda olumlu bir olay
yaşandıysa bu olumlu olay büyük ihtimalle fazla sürmeden sonlanacaktır (değişe-

206
İyimserlik

bilir) ve bu olumlu olay aslında yaşamın birçok alanına etki edecek kadar güçlü
değildir.
Kötümserlerin olumsuz olaylar karşısında içsel bir yükleme yaparken iyi
olaylar karşısında dışsal bir yükleme yapması onların yaşamlarını kontrol altında
tutmalarına engel olmaktadır çünkü zaten kötü olay ya da durumların ortaya çık-
ma sebebi bizzat kendileridir(kendini suçlama) ve iyi olaylar diğerlerinin bir lütfu
olarak ya da şans eseri gerçekleşmiştir (Henry, 2005). Yine kötümserler kötü
olaylara karşı değişmez şeklinde bir yükleme yaparken iyi olaylar karşısında de-
ğişebilir şeklinde bir yükleme yapmaktadır. Bu durum kötümserlerin gelecek
hakkında amaçlar belirlemeleri ve bu amaçlara yönelik mücadele etmelerine en-
gel olacak bir inancın olduğunu ortaya koymaktadır (Roepke ve Seligman, 2016).
Son olarak kötümserler olumsuz olaylar karşısında genel bir yükleme yapar-
ken iyi olaylar karşısında özel bir yükleme yapmaktadır. Böylece kötümserler
kötü olayları olduğundan daha büyük/etkili olarak algılarken iyi olayları oldu-
ğunda daha küçük/etkisiz algılamaktadır. Bunun sonucunda kötü olaylar karşısın-
da çaresizlik hissedip olayla baş etmek için etkisiz baş etme yöntemleri kullanabi-
lir (Nes, 2016). Buna ek olarak kötümserler iyi olayların olduğundan daha kü-
çük/etkisiz değerlendirerek olumlu duyguları daha az deneyimler ve yaşam do-
yumu düşük olabilir (Roepke ve Seligman, 2016).
İyimserlerin yükleme şekillerini incelediğimizde iyimserlerin kötü olaylar
karşısında dışsal, değişebilir ve özel yüklemler, iyi olaylar karşısında içsel, de-
ğişmez ve genel yüklemeler yaptığını belirtmiştik. İyimserlerin olumsuz olaylar
karşısında dışsal yüklemeler yapması, kişinin yaşanan olumsuzlukların dış kay-
naklı olduğuna ve bu olumsuzluğu ortaya çıkmasında kendi payının olmadığı
inandığını gösterir. Bu durumda kişi kendini suçlamak yerine karşılaştığı güçlük-
leri ve olumsuz yaşam olaylarını insan olmanın doğal bir parçası olarak görebilir
(Neff, Rude ve Kirkpatrick, 2007). İyimserler iyi olaylar karşısında yaptığı içsel
yüklemeler sonucunda yeteneklerinin, güçlü yanlarının ve kişisel özelliklerinin
yaşamda ona ödül getirdiğini görür.
İyimserler olumsuz olaylar karşısında değişebilir şeklinde bir yüklemede bu-
lunurken olumlu olaylar karşısında değişmez şeklinde bir yüklemede bulunur. Bu
durumda iyimserler kötü giden şeylerin değişeceğine inanır. Bu inanç iyimserle-
rin karşılaştıkları olumsuz durumlarla baş etmelerinde onlara motivasyon sağla-
yabilir (Kapıkıran ve Acun-Kapıkıran, 2016). İyi giden şeylerin devam edecek
olması ise onların belirsiz bir gelecek yerine belirli ve kestirilebilir bir gelecek
kurmalarına ve umutlu olmalarına katkı sağlayabilir.

207
Pozitif Psikoloji

Son olarak iyimserlerin olumsuz olaylara karşı özel, olumlu olaylara karşı
genel bir yükleme yaparlar. Böylece iyimserler karşılaştıkları iyi olayların etkile-
rinin yaşamın geneline yayılmasına izin vererek olumlu duyguları daha sık yaşa-
yabilir ve yaşam doyumunun artmasına kaynak sağlayabilir (Joshanloo, Park ve
Park, 2017).

3. EĞİLİMSEL İYİMSERLİK
Bir önceki başlık altından iyimserliğin bir yükleme şekli olarak ortaya çıktı-
ğından bahsetmiştik. İyimserliği hakkında diğer bir yaygın görüş göre iyimserlik
kişiliğin bir parçasıdır ve iyimser kişiler gelecek odaklı kimselerdir (Forgear ve
Seligman,2012). Carver’a (2014) göre iyimserlik yaşamda karşılaşılan güçlüklere
ve bütün zorluklara rağmen gelecekte güzel şeylerin olacağı beklemektir. İyim-
serler kötümserlerden farklı olarak gelecekten güzel şeyler bekler ve bu beklenti-
ye uygun olarak kendilerini ayarlarlar (Carver, Scheier ve Segerstrom, 2010). Bu
beklenti insanların sorunlara karşısında daha etkili baş etme yöntemleri kullanma-
larına katkı sağlar. Çünkü iyimser insanlar güzel beklentiler içinde olduğundan
problemler baş etmeye çalışmaktan vazgeçmek yerine problemlere uygun çözüm
yolları aramaya koyulur. Bunun aksine kötümserler olumsuz sonuçlar beklediği
için vazgeçme eğilimindedir (Segerstrom, Carver ve Scheier, 2017).
İyimserlerin mücadeleci olmasına karşına kötümserlerin mücadeleden vaz-
geçme eğiliminde olması beklenti-değer kuramı ile açıklanmıştır. Bu kurama göre
insan davranışları bir amaca ulaşmak için ortaya çıkar (Carver, Scheier ve Se-
gerstrom, 2010). Ulaşılmak istenen bir amaç ne kadar önemliyse değeri o kadar
büyüktür. Hedeflere ulaşılacağına dair inanca ise beklenti denir. Dolayısıyla in-
sanların amaçlarına ulaşmasına yönelik beklentileri arttıkça problemlerin çözümü
konusunda daha iyimser ve aktif olabilirler. Buna karşı amaçlarını ulaşacağına
olan beklentisi düşük olan kişiler kötümserdir, gelecek hakkında karamsardır ve
problem karşısında daha pasif bir tutum sergilerler (Segerstrom, Carver ve Sche-
ier, 2017).
Bu tanımlamaya göre üniversiteden yeni mezun olmuş olan Bay İyimser ,
“bir iş bulacağıma inanıyorum bunun için gereken çabayı göstereceğim” demesi
beklenirken Bay Kötümserin, “Bir iş bulmam oldukça zor. Yeni bir iş aramamın,
şirketlere özgeçmiş bırakmamın ve kendimi geliştirmek için kurslara katılmamın
bir anlamı yok.” şeklinde düşünebilir. Bir işe başlamak amaçtır, bir işe başlaya-
cağına dair inanç ise beklentidir. Bay İyimser beklentilerine uygun baş etme yön-
temleri kullanarak kendini geliştirmeye yönelik kurslara katılabilir, yine bir dil

208
İyimserlik

öğrenebilir ve kariyer planlaması yaparak bu planlara yönelik kişilerle tanışabilir.


Buna karşı Bay Kötümser’in bir işe başlamak konusundaki beklentisi düşüktür.
Bir işe giremeyeceğini düşünmektedir. Dolayısıyla buna uygun olarak kendi mes-
leki gelişimi için çaba göstermesi ve iş başvurularında bulunması beklenmemek-
tedir.

4. İYİMSERLİK VE SAĞLIK
Yaygın inanışın aksine sağlıklı olma durumu sadece bir hastalığın olmaması
demek değildir. Sağlıklı olmak, fiziksel, sosyal ve psikolojik açıdan tam bir iyilik
hâlinde olmak demektir. İyimserlik hakkında yapılan araştırmalar iyimser insan-
ların kötümserlere göre daha sağlıklı ve doyumlu bir yaşam sürdüğünü ve yaşam
kalitelerinin daha iyi düzeyde olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bölümde iyim-
serliğin insan sağlığına sağladığı faydalarda bahsedilecektir. Bu kapsamda önce
iyimserliğin ruh sağlığına olan katkılarından bahsedilecek daha sonra fiziksel
sağlıkla olan ilişkisi ele alınacaktır.

4.1. İyimserliğin ve Ruh Sağlığı


İyimserlik, ruh sağlığı açısında hem koruyucu hem de geliştirici bir işlev
üstlenmektedir. İyimserliğin depresyona karşı âdetâ panzehir niteliğinde olduğu
söylenebilir. Parkinson hastalarında yapılan bir çalışma iyimserliğin problem
odaklı baş etmeyi arttıran ve depresyon puanlarını azaltan bir kişisel güç olduğu
anlaşılmıştır (Anzaldi ve Shifren, 2018). Kanser hastaları üzerinde yapılan bir
araştırmada ise iyimserliğin depresyona, kaygıya ve umutsuzluğa karşı koruyucu
bir rol oynadığı görülmüştür (Applebaum ve diğerleri, 2014). Diğer bir araştır-
mada iyimserlerin uyku kalitesinin ve yaşam doyumun daha iyi olduğunu, buna
karşı depresyon puanlarının daha düşük olduğu görülmüştür (Uchino ve diğerleri,
2017). İlişkisel olan bu araştırmalar deneysel çalışmalarla da desteklenmektedir.
Nitekim iyimserliği arttırmaya yönelik çevrimiçi uygulanan bir müdahale prog-
ramı sonucu depresyon puanlarının düştüğü görülmüştür (Sergeant ve Mongrain,
2014).
İyimserlik ruh sağlığını korumanın yanında pozitif ruh sağlığıyla da yakında
ilişkilidir. Pozitif psikolojinin en temel kavramlarından biri olan ve olumlu ruh
sağlığını yordayan özel iyi oluşla iyimserlik arasındaki ilişkiyi inceleyen pek çok
araştırma iyimserliğin öznel iyi oluş düzeyini arttırdığını göstermektedir. Başka
bir ifadeyle iyimser insanların mutluluk düzeyi daha yüksektir (Hırlak, Taşlıyan
ve Sezer, 2017). Yapılan birçok araştırma iyimserlikle öznel iyi oluş arasındaki

209
Pozitif Psikoloji

pozitif ilişkiyi ortaya koymuştur (Panchal, Mujherjee ve Kumar, 2016; Tanka-


mani ve Shahidi, 2017). Örneğin; Sapmaz ve Doğan (2012) üniversite öğrencile-
rinin mutluluk düzeyini incelediği araştırmada iyimser üniversite öğrencilerinin
mutluluk düzeylerinin daha yüksek olduğunu bulmuştur. Ergenlerin iyimserlik
düzeylerinin incelediği bir araştırmada ise iyimserliğin ergenlerdeki depresyon
semptomlarını azaltmada etkili olduğu ve iyi oluşu arttırdığı anlaşılmıştır (Thom-
son, Schonert-Reichl ve Oberle, 2015). Bilindiği gibi öznel iyi oluş hem bilişsel
hem de duygusal bileşenlerden oluşan bir bütündür. Öznel iyi oluş olumlu duygu-
ların daha sık, olumsuz duyguları daha az yaşaması ve buna ek olarak insanların
yaşam alanlarında (iş yaşamı, romantik ilişkiler, eğitim yaşamı..vb) doyum sağ-
laması olarak tanımlanabilir (Diener, Oishi ve Tay, 2018). Öznel iyi oluş ve
iyimserliğin tanımı bu iki kavram arasındaki pozitif ilişkiyi açıklar niteliktedir.
Şöyle ki iyimserlik, yaşamda karşılaşılan güçlüklere rağmen gelecekle ilgili güzel
beklentiler içinde olmak ve bu beklentilere uygun davranış şekilleri oluşturmak-
tır. Dolayısıyla iyimserler gelecekle ilgili güzel beklentiler içinde olduğundan
umut, neşe, heyecan, merak ve güven gibi olumlu duyguları daha sık yaşayabilir.
Aynı zamanda iyimserlik güçlerle baş etmenin iyi bir yoludur (Scheier ve Carver,
2018). Bu açıdan bakıldığında iyimserler yaşam alanlarında karşılaştıkları güç-
lüklerle daha kolay başa çıkabilir. Böylece iyimserlik, insanların kendi yaşamla-
rını kendilerinin kontrol etmesinde kullandıkları güçlü bir kaynak görevi görür
(Yu ve Luo, 2018).
İyimserlik, zor yaşam olaylarından sonra insanların yeniden toparlanabilme-
lerine katkı sunar. Bu açıdan iyimserlik psikolojik sağlamlığı yordayan önemli bir
değişken olarak görülmektedir (Kapıkıran ve Acun-Kapıkıran, 2016). İyimserlik,
insanların güçlükleri, zorlu yaşam olaylarını ve travmatik deneyimleri geride
bırakmalarına yardımcı olduğu gibi bu olumsuz deneyimlerden sonra daha güçlü
şekilde hayata devam edebilmelerini sağlar. Örneğin, üniversite öğrencileri üzeri-
ne yapılmış bir araştırmada iyimserliğin stres karşısında koruyucu olduğu görül-
müş ve iyimserliğin psikolojik sağlamlığı arttırdığı anlaşılmıştır (Panchal, Muj-
herjee ve Kumar, 2016). Yine memleketinden başka bir ülkede eğitim gören (eği-
tim göçü yapmış olan) üniversite öğrencileri üzerinde yapılan araştırmada iyim-
serliğin psikolojik sağlamlığı yordadığı görülmüştür (Saouripour ve Roslan,
2015). Evsizlerin iyimserlik düzeylerinin incelendiği bir araştırmada iyimser ev-
sizlerin depresyon ve kaygı düzeylerinin daha düşük olduğu bulunmuştur (Fitz-
patrick, 2017). Bu araştırma bulguları bir arada düşünüldüğünde iyimserlik zorlu
yaşam şartlarına karşı ruh sağlığın koruyan bir kalkan gibidir. İyimserlik insanla-
rın daha çok gelecek odaklı olmasıyla ilgilidir ve aktif bir baş etme tarzıdır (For-

210
İyimserlik

geard ve Seligman, 2012). Bu sebeple iyimser kişiler yaşanan travmatik yaşantı-


lardan sonra da gelecekten beklentilerine, başarı hedeflerine ve kişisel büyümele-
rine odaklanabilir (Ionescu, 2018). Bu durum iyimserlerin güç yaşam olaylarında
sonra daha çabuk toparlanabilmelerine katkı sağlar.

4.2. İyimserlik ve Fiziksel Sağlık


Artan bulgular iyimserliğin fiziksel sağlık üzerindeki olumlu etkisini ortaya
koymaktadır. Araştırmalar iyimserliğin kalp hastalıklarına, kansere, solunum yolu
hastalıklarına, omurilik hastalıklarına, yüksek tansiyona ve diyabete karşı koru-
yucu olduğunu göstermektedir (Schiavon, Marchetti, Gurgel Busnello ve Rep-
pold, 2017). İyimserliğin ağrılara ve fiziksel acıya karşı da koruyucu olduğuna
dair bulgular vardır. Yapılan bir araştırmada iyimserlerin kötümserlere göre daha
az ağrı beklentisi olduğu ve daha az ağrı duydukları anlaşılmıştır (Hanssen, Vanc-
leef, Vlaeyen ve Peters , 2014). Diğer bir araştırmada ise iyimserlik ile bağışık
sistemi arasındaki ilişki incelenmiş, yapılan bu araştırmada iyimserleri bağışıklık
sisteminin daha güçlü olduğu tespit edilmiştir (Brydon, Walker, Wawrzyniak,
Chart ve Steptoe, 2009).

5. GERÇEKÇİ OLMAYAN İYİMSERLİK


Buraya kadar olan kısımda iyimserliğin insan sağlığa iyi gelen pozitif bir
özellik olduğundan bahsedilmiştir. Ancak insanların gelecek beklentisi, gerçek-
likten çok uzaksa bu iyimserlik bir yanılgı olarak değerlendirilmektedir (Shep-
perd, Waters, Weinstein ve Klein, 2015). Bu durum gerçekçi olmayan iyimserlik
şeklinde tanımlanmıştır ve iyimser olmaktan tamamen farklıdır.
Gerçekçi olmayan iyimserlik iki farklı şekilde ele alınmıştır. Birincisi ger-
çekçi olmayan mutlak iyimserliktir. Gerçekçi olmayan mutlak iyimserlik, gelecek-
ten beklenen şeylerin gerçeklikten büyük oranda uzak olması anlamına gelmekte-
dir (Shepperd, Waters, Weinstein ve Klein, 2015). Örneğin; bir dönem boyunca
fizyolojik psikoloji dersine hiç gitmeyen: sinaps, REM, parietal lop, temporal lop
vb. kavramları bilmeyen; uyku süreçleri hakkında hiçbir fikri olmayan ve beynin
bölümleriyle insan davranışları arasında bağlantı kuramayan bir Rehberlik ve
Psikolojik Danışmanlık Bölümü öğrencisinin vize ve final sınavlarında yüksek
puanlar alarak dersi iyi bir dereceyle geçme beklentisi gerçekçi olmayan mutlak
iyimserliktir.

211
Pozitif Psikoloji

Diğer bir tanıma göre gerçekçi olmayan mutlak iyimserlik, karşılaşma olası-
lığımız olan riskleri objektif olandan daha küçük ve etkisiz olarak değerlendir-
mektir (Shepperd, Klein, Waters ve Weinstein, 2013). Örneğin, yapılan bir araş-
tırmada aşırı iyimser kişilerin daha çok finansal risk aldığı ortaya konulmuştur
(Hobson, Kim ve MacDonald, 2018). Üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir
araştırmada da gerçekçi olmayan iyimserlik ile sağlıksız cinsel davranışlar ara-
sında ilişki olduğu görülmüştür. Hatta aynı araştırmada gerçekçi olmayan iyim-
serlerin sağlıksız cinsel davranışları normal karşıladığı anlaşılmıştır (Lopez,
2018). Diğer bir araştırmada gerçekçi olmayan iyimserlerin daha az sigorta poli-
çesi satın aldığı görülmüştür. Riskleri göz ardı eden, riskler karşısında kişisel
savunma sistemlerini pasif hâlde tutan ve sadece gelecekle ilgili güzel beklentiler
içinde olan iyimserlerin, iyimserlik kavramının doğasında olan mücadeleciliği ve
problemlerle aktif baş etmeyi göz ardı ettiği söylenebilir.
Gerçekçi olamayan iyimserliğin ikinci ele alınış şekli ise karşılaştırmalı
iyimserliktir. Karşılaştırmalı iyimserlik, insanların gelecek beklentileri konusunda
kendi şartlarında olan diğer kişilerden daha şanslı olacağını düşünmesidir (Jeffer-
son, Bortolotti ve Kuzmanovic, 2017). İnsanların yılbaşı çekilişlerinde büyük
ikramiyenin kendilerine çıkacağına inanması buna örnek olabilir. Weinstein ve
Marcus ve Moser (2005) tarafından yapılan bir araştırmada sigara içen kişiler
kendilerini, sigara içen diğer kişilere göre daha az risk altında bulduğu görülmüş-
tür. Gerçekçi olmayan iyimserlerin riskleri küçümsediği, güçlükler karşısında
problem çözme basamaklarını kullanmak yerine problemin çözümünü şans faktö-
rüne bıraktığı söylenebilir.
Gerçekçi olmayan iyimserlik, sağlıklı bir tutum olmasa bile insan evrimsel
açıdan birtakım avantajları vardır. Bortolli ve Antrobus’a (2015) göre gerçekçi
olmayan iyimserler belirsiz durumlarda daha kolay risk alabilir ve daha çabuk
karar verebilir, böylece gerçekçi olmayan iyimserlik yaşamı sürdüren bir rol üst-
lenmektedir. Aslında hayvanlarında da gerçekçi olmayan iyimserlik davranışları-
nın gözlenmesi bu fikri doğrular niteliktedir (Richter ve diğerleri, 2012).

6. İYİMSERLİK ARTTIRILABİLİR Mİ?


Psikoloji alan yazınında çok temel tartışma konularından biri insan davranış-
larının temel belirleyicisinin çevre mi yoksa genetik mi olduğudur. Bu soruya
verilecek cevapla birlikte mevcut özelliğin geliştirilmesine yönelik çabalar şekil-
lenebilir. İyimserliğin belirleyicisi çevresel faktörler midir yoksa genetik faktörler
mi? Bates (2015) 852 çift ikizle yaptığı çalışmada iyimserliğin genetik faktörler-

212
İyimserlik

den etkilendiğini tespit etmiştir. Bu durumda bazıları doğuştan iyimser olmaya


eğilimli olarak dünyaya gelmektedir. Fakat yine aynı araştırmada iyimserlik dü-
zeyini yordayan önemli değişkenlerden bir diğerinin de çevresel etkiler olduğu
anlaşılmıştır. Nitekim Martin Seligman “Öğrenilmiş İyimserlik” adlı kitabında
iyimserliğin geçmiş yaşantılar sonucunda ortaya çıkan bir yükleme tarzı olduğunu
yani öğrenme yoluyla edinilen bilişsel bir yapı olduğunu ifade etmektedir (Selig-
man, 2006). Dolayısıyla iyimserlik hem genetik faktörlerden hem de çevresel
faktörlerden etkilenen bir yapıdır (Mavioğlu, Boomsma ve Batels, 2015). İyim-
serliğin insan yaşamına olan katkıları göz önüne alındığında bu becerinin kazan-
dırılması hem psikolojik hastalıklardan koruyucu hem de iyi oluşu arttırıcı bir
işlev üstlenmektedir. Buradan hareketle iyimserlik düzeyini artırmaya yönelik
çalışmalarda bulunulmuştur. Az sayıda da olsa araştırmalar iyimserlik düzeyinin
arttırılabildiğini ortaya koymaktadır (Malouff ve Schutte, 2016).
İyimserliğin arttırılmak için yapılan çalışmalar incelendiğinde bu beceri ka-
zandırılırken iyimserliğe özgü bazı egzersizler (örneğin, iyimser gelecek yazma
vb), hayal kurma egzersizleri, bilişsel davranışçı terapilerden alınan yardımcı
yöntemler, pozitif psikolojiye has bazı yöntemler, farkındalık (mindfulness) te-
melli yöntemler ve psikodrama kullanıldığı görülmüştür (Malouff ve Schutte,
2016; Meevissen, Peters ve Alberts, 2011).

7. İŞ YAŞAMINDA İYİMSERLİK
Son dönemler iş dünyasının ve iş örgütlerini ana gündemlerinden birinin “deği-
şim” olduğu söylenebilir. Gelişen teknolojilerin ve ortaya çıkan yeni ihtiyaçların bir
sonucu olarak iş dünyasında değişen koşullara hızla ayak uydurma ihtiyacı ortaya
çıkmıştır. Dolayısıyla çalışanlar hemen her gün yeni koşullara ayak uydurmak için
sıkı bir mücadele içindedir. Bu sebeple çalışanların rekabete ayak uydurabilmesi,
sektörün beklentilerine uygun performans gösterebilmesi ve yeteneklerini ve potansi-
yellerini ortaya çıkarabilmesi için pozitif bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmuştur (Oruç ve
Kutanis, 2014). Bu kapsamda psikolojik sermaye kavramı ortaya atılmıştır (Luthans,
Avolio, Avey ve Norman, 2007). Psikolojik sermaye örgütlerin gelişmesi ve rekabe-
te ayak uydurması için diğer sermaye türlerine (ekonomik, insan sermayesi ve sosyal
sermaye) ek olarak ortaya çıkmıştır (Oruç ve Kutanis, 2014). Bu kavramın önemli
bileşenlerinden biri de iyimserliktir.
İyimserlik başarı ve performansı artıran önemli bir kişisel kaynaktır (Çetin
ve Basım, 2012). Örneğin, girişimciler üzerinde yapılan araştırmada iyimserliğin
girişimcilik başarısını yordayan bir karakter gücü olduğu bulunmuştur (Baluku ve

213
Pozitif Psikoloji

Kikoonia, 2016). Yine bir başka araştırmada lüks otellerde çalışan çalışanların
iyimserlik düzeyleri ile iş doyumları arasında ilişki olduğu tespit edilmiştir (Jung
ve Yoon, 2015). Banka çalışanları üzerinde yapılan bir diğer çalışmada da benzer
şekilde iyimserliğin iş doyumunu ve performansı arttırdığı anlaşılmıştır (Misrah,
Patnaik ve Mishra, 2016). Değişimin, temel bir anlayış hâline geldiği iş yaşamın-
da sürekli yeni amaçlar oluşturabilen ve bu amaçlara ulaşmak için gerekli çabayı
gösterebilen iyimser çalışanların daha iyi performans göstermeleri beklenen bir
sonuçtur (Luthans, Avolio, Avey ve Norman, 2007).
İyimserler gelecekle ilgili olumlu beklentilerini gerçekleştirebilmek adına
makul planlar yaparlar ve kaynaklarını buna göre yönlendirirler. Böylece elde
edilen başarılar çalışanların öz yeterlilik düzeyini olumlu yönde etkiler ve sektö-
rel hâkimiyete katkı sağlar (Lu, Xie ve Guo, 2018). Yine iyimserlerin kendi he-
defleri olduğundan diğerlerinden etkilenme eğilimi daha azdır (Snyman ve Loh,
2015). Bunun aksine iyimserler planlı ve kararlı şekilde yaptıkları mücadeleyle
diğerlerini etkilerler, diğerlerini baş etmekte güçlük çektiği sorunlarda onlara rol
model olurlar ve örgüt içinde liderlik misyonu üstlenirler (Nguyen, Kuntz,
Näswall ve Malinen, 2016). Sonuç olarak iyimserlik iş yaşamının doyumlu ve
başarılı geçmesine kaynaklık eden güçlü bir eğilim olarak görülmektedir.

8. İYİMSERLİK VE BEYİN
Son yıllarda teknolojide yaşanan gelişmelere paralel olarak beyin görüntü-
leme tekniklerinde de ilerlemeler yaşanmış ve bu sayede sinirbilim ve nöropsiko-
loji alanında ciddi gelişmeler olmuştur. Beyin görüntüleme tekniklerindeki mev-
cut gelişmeler henüz beynin gizemini çözmeye yetmese de onu daha yakından
tanımamıza katkı sağlamaktadır. uzmanlar bu gelişmelerden faydalanarak “İyim-
ser bir beyinde neler oluyor?” sorusuna cevap aramıştır. Her ne kadar bu konuda
yapılmış araştırmalar sınırlı olsa da bu bölümde “İyimser bir beyinde neler olu-
yor?” sorusuna verilebilecek cevaplardan bahsedilecektir.
Yapılan bir araştırmada iyimser olmanın orbitofrontal korteks ile ilgili oldu-
ğu görülmüştür (Dolcos, Hu, Iordon, Moore ve Dolcos, 2015). Orbitofrontal kor-
teks davranışların kontrol ve karar verme süreçlerinde önemli rol oynamaktadır.
Orbitofrontal korteks insanların amaç odaklı davranışlar sergilemesinde ve duy-
gu-düşünce-davranış bütünlüğünün sağlanmasında etkilidir. (Yazıcı ve Yazıcı,
2010). Yetişkinler üzerinde yapılan bir araştırmada iyimser kişilerin orbitofrontal
korteks alanının daha büyük olduğu buna karşı anksiyetenin orbitofrontal kortek-
sin küçülmesine sebep olduğu anlaşılmış ve böylece iyimserliğin anksiyeteye
karşı koruyucu bir faktör olduğu belirtilmiştir (Dolcos, Hu, Iordon, Moore ve

214
İyimserlik

Dolcos, 2015). Ergenler üzerinde yapılan araştırmada da benzer sonuçlara ulaşıl-


mıştır. Vang ve diğerleri (2018) ergenlerin beyinlerini iyimserlik bağlamında
incelemiştir. Yapılan bu araştırmada ergenlerde iyimserliğin orbitofrontal korteks
ve tamamlayıcı motor alanla ilgili olduğu görülmüştür. Tamamlayıcı motor alanın
davranışsal planları gerçekleştirmek ve davranışsal planlar karşısındaki engellere
uygun olarak yeni stratejiler geliştirmek gibi işlevleri bulunmaktadır (Green ve
arkadaşları, 2018). Böyle düşünüldüğünde iyimserlerin gelecek hakkında olumlu
şeyler beklemesi ve bu olumlu beklentileri gerçekleştirmek adına gerekli davra-
nışlarda bulunmaları edimsel olarak gözlenebildiği gibi beyin görüntüleme çalış-
malarında da ortaya konmaktadır.
İyimserlik orbitofrontal kortekste ve tamamlayıcı motor alanla etki göster-
mektedir. Buna ek olarak yapılan bir araştırmada stres tepkisinin ortaya çıkma-
sında ve davranışsal adaptasyonun sağlanmasında rol oynayan mineralokortikoid
reseptörlerinin yüksek aktivitesiyle, yüksek iyimserlikle ve düşük depresyonla
ilişkili olduğu görülmüştür (Klok ve arkadaşları, 2011). Stres ve depresyonla baş
etmekte önemli görülen kortizol ve kortikosteron, kişinin baş etme mekanizmala-
rının hafızaya depolanmasını, kodlanmasını ve bunların değerlendirilmesini etki-
lemektedir. Limbik sistemde bol miktarda bulunan mineralokortikoid, kortizol ve
kortikosteron ortaya çıkmasına aracılık etmektedir (De Kloet ve arkadaşları,
2016). Dolayısıyla mineralokortikoid reseptörü insanların güç durumlarla başa
çıkabilmesi için krizi tanıma, başa çıkma becerilerini belirleme ve aktif başa çık-
ma yöntemlerini kullanma süreçlerine etki etmektedir.

ÖZET
1. Alan yazından iyimserlik hakkında temel iki eğilim vardır; bunlardan bi-
ri iyimserliği bir kişilik özelliği ve bir eğilim olarak görürken diğeri
iyimserliği bir yükleme şekli olarak görmektedir.
2. İyimserlik bir eğilim olarak ele alındığında gelecek hakkında güzel so-
nuçlar beklemek olarak tanımlanmaktadır.
3. İyimserlik bir yükleme şekli olarak ele alındığında iyimserlerin iyi bir
olay karşısında içsel, değişmez ve genel yükleme yaptığı; kötümserin iyi
bir olay karşısında, değişebilir ve özel bir yükleme yaptığı söylenebilir.
4. İyimserlik hem ruh sağlığıyla hem de bedensel sağlıkla yakından ilişkili-
dir. İyimserlik depresyon, kaygı ve stres gibi olumsuz ruh sağlığı kompa-
tentlerine karşı koruyucudur.
5. İyimserlik mutluluğu, yaşam doyumunu, psikolojik sağlamlığı ve yaşam
kalitesini arttırmaktadır.

215
Pozitif Psikoloji

6. İyimserlik kalp hastalıklarına, kansere, solunum yolu hastalıklarına,


omurilik hastalıklarına, yüksek tansiyona ve diyabete karşı koruyucudur.
7. Gelecekten beklenen olumlu sonuçlar, gerçeklikten çok fazla saptığında
bu gerçekçi olmayan iyimserlik şeklinde tanımlanır. Gerçekçi olmayan
iyimserlerin riskleri küçümsediği, beklentilerine uygun baş etme yön-
temleri geliştirEmediği ve amaçlarına ulaşmak için çaba göstermediği
söylenebilir.
8. İyimserlik kalıtsal bazı temeller sahip olduğu gibi öğrenilebilen bir bece-
ri olarak görülmektedir. İyimserlik becerisinin geliştirilmesi için iyimser
gelecek yazma egzersizi, hayal kurma egzersizleri, bilişsel davranışçı te-
rapilerden alınan yardımcı yöntemler, pozitif psikolojiye has bazı yön-
temler, farkındalık (mindfulness) temelli yöntemler ve psikodrama kul-
lanılabilir.
9. İyimserlik iş yaşamında başarıyı, performansı ve doyum olumlu yönde
etkileyen bir özelliktir. İyimserlerin iş dünyasında mücadeleci amaç
odaklı ve lider olduğu söylenebilir.
10. İyimserlik sonucu beyinde bulunan orbitofrontal kortekste ve tamamla-
yıcı motor alanda aktivasyon olduğu görülmüştür. Aynı zamanda iyim-
serlikle, stres tepkisinin ortaya çıkmasında ve davranışsal adaptasyonun
sağlanmasında rol oynayan mineralokortikoid reseptörlerle ilişkili oldu-
ğu anlaşılmıştır.

216
İyimserlik

KAYNAKLAR
Abramson, L. Y., Seligman, M. E. ve Teasdale, J. D. (1978). Learned helplessness in
humans: critique and reformulation. Journal of Abnormal Psychology, 87(1), 49-74.
Alarcon, G. M., Bowling, N. A. ve Khazon, S. (2013). Great expectations: A meta-
analytic examination of optimism and hope. Personality and Individual Differences,
54(7), 821-827.
Anzaldi, K., & Shifren, K. (2018). Optimism, Pessimism, Coping, and Depression: A
Study on Individuals With Parkinson’s Disease. The International Journal of Aging
and Human Development, 88(3), 231-249.
Applebaum, A. J., Stein, E. M., Lord‐Bessen, J., Pessin, H., Rosenfeld, B. ve Breitbart,
W. (2014). Optimism, social support, and mental health outcomes in patients with
advanced cancer. Psycho‐Oncology, 23(3), 299-306.
Baluku, M. M., Kikooma, J. F. ve Kibanja, G. M. (2016). Psychological capital and the
startup capital–entrepreneurial success relationship. Journal of Small Business &
Entrepreneurship, 28(1), 27-54.
Baştuğ, Ö. F. (2018). Güneydoğu Anadolu’da lise öğrencisi ergenlerde travma sonrası
stres belirtileri ve ilişkili faktörler(Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Adnan Men-
deres Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Aydın.
Bates, T. C. (2015). The glass is half full and half empty: A population-representative
twin study testing if optimism and pessimism are distinct systems. The Journal of
Positive Psychology, 10(6), 533-542.
Brydon, L., Walker, C., Wawrzyniak, A. J., Chart, H. ve Steptoe, A. (2009). Dispositional
optimism and stress-induced changes in immunity and negative mood. Brain, beha-
vior, and immunity, 23(6), 810-816.
Bortolotti, L. ve Antrobus, M. (2015). Costs and benefits of realism and optimism. Cur-
rent opinion in psychiatry, 28(2), 194.
Carver, C. S. ve Scheier, M. F. (2018). Generalized optimism. G. Oettingen, A. T. Sevin-
cer ve P. M. Gollwitzer (Yay. haz.), The psychology of thinking about the future (s.
214–230). London, UK: The Guilford Press.
Carver, C. S., Scheier, M. F. ve Segerstrom, S. C. (2010). Optimism. Clinical Psychology
Review, 30(7), 879.
Chang E.C. (2002). Cultural influences on optimism and pessimism: Differences in Wes-
tern and Eastern construals of the self. Chang EC (Yay. haz). Optimism and pessi-
mism: Implications for theory, research, and practice (s. 257–280). Washington, DC:
American Psychological Association; 2002.
Clay, L., Hay-Smith, E. J. C., Treharne, G. J. ve Milosavljevic, S. (2015). Unrealistic
Optimism, Fatalism, and Risk-Taking in New Zealand Farmers’ Descriptions of
Quad-Bike Incidents: A Directed Qualitative Content Analysis. Journal of Agrome-
dicine, 20(1), 11-20.
Çetin, F. ve Basım, H. N. (2012). Örgütsel psikolojik sermaye: Bir ölçek uyarlama çalış-
ması. Amme İdaresi Dergisi, 45(1), 121-137.

217
Pozitif Psikoloji

De Kloet, E. R., Otte, C., Kumsta, R., Kok, L., Hillegers, M. H. J., Hasselmann, H. ve
Joëls, M. (2016). Stress and depression: a crucial role of the mineralocorticoid recep-
tor. Journal of Neuroendocrinology, 28(8).
De Manzano, Ö. ve Ullén, F. (2018). Genetic and environmental influences on the phe-
notypic associations between intelligence, personality, and creative achievement in
the arts and sciences. Intelligence, 69, 123-133.
Demetriou, C ve Schmitz-Sciborski, A. (2011). Integration, motivation, strengths and
optimism: Retention theories past, present and future. R. Hayes (Yay. haz.), Procee-
dings of the 7th National Symposium on Student Retention, , Charleston. (s. 300-
312). Norman, OK: The University of Oklahoma.
Dicks, D. L., Garven, J. R. ve Hilliard, J. I. (2018). Optimism Bias and the Demand for
Insurance. SSRN, 1-31.
Diener, E., Oishi, S. ve Tay, L. (2018). Advances in subjective well-being research. Hu-
man Behavior, 2, 253-260.
Dolcos, S., Hu, Y., Iordan, A. D., Moore, M. ve Dolcos, F. (2015). Optimism and the brain:
trait optimism mediates the protective role of the orbitofrontal cortex gray matter volume
against anxiety. Social Cognitive and Affective Neuroscience, 11(2), 263-271.
Ergün-Başak, B. ve Can, G. (2018). The Relationships Between Self-Compassion, Social-
Connectedness, Optimism and Psychological Resilience Among Low-Income Uni-
versity Students. Ilkogretim Online, 17(2).
Forgeard, M. J. C. ve Seligman, M. E. P. (2012). Seeing the glass half full: A review of the
causes and consequences of optimism. Pratiques Psychologiques, 18(2), 107-120.
Galatzer-Levy, I. R. ve Bonanno, G. A. (2014). Optimism and death: Predicting the cour-
se and consequences of depression trajectories in response to heart attack. Psycholo-
gical Science, 25(12), 2177-2188.
Gordeeva, T., Sychev, O. ve Osin, E. (2017). Optimistic Attributional Style and Disposi-
tional Optimism: Empirical Study of Similarities and Differences between Two
Conctructs. Psychology. Journal of Higher School of Economics, 14(4), 756-765.
Green, P. E., Ridding, M. C., Hill, K. D., Semmler, J. G., Drummond, P. D. ve Vallence,
A. M. (2018). Supplementary motor area—primary motor cortex facilitation in yo-
unger but not older adults. Neurobiology of Aging, 64, 85-91.
Hanssen, M. M., Vancleef, L. M., Vlaeyen, J. W. ve Peters, M. L. (2014). More opti-
mism, less pain! The influence of generalized and pain-specific expectations on
experienced cold-pressor pain. Journal of Behavioral Medicine, 37(1), 47-58.
Hernandez, R., Bassett, S. M., Boughton, S. W., Schuette, S. A., Shiu, E. W. ve Mos-
kowitz, J. T. (2018). Psychological well-being and physical health: Associations,
mechanisms, and future directions. Emotion Review, 10(1), 18-29.
Henry, P. C. (2005). Life stresses, explanatory style, hopelessness, and occupational class.
International Journal of Stress Management, 12(3), 241.
Hırlak, B., Taşlıyan, M. ve Sezer, B. (2017). İyimserlik ve Yaşam Doyumu Arasındaki
İlişki ve Demografik Özellikler Bağlamında Algı Farklılıkları: Bir Alan Araştırması.
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergi-
si, 7(1), 95-116.

218
İyimserlik

Hobson, N. M., Kim, J. J.ve MacDonald, G. (2018). A camel through the eye of a needle:
The influence of the prosperity gospel on financial risk-taking, optimistic bias, and
positive emotion. Psychology of Religion and Spirituality. doi:10.103 7/rel0000231.
Ionescu, D. (2018). The role of optimism and progress towards personal goals on basic
psychological needs satisfaction and psychological well-being. Romanian Journal of
School Psychology, 11(21-22), 48-62.
Jefferson, A., Bortolotti, L. ve Kuzmanovic, B. (2017). What is unrealistic optimism?.
Consciousness and Cognition, 50, 3-11.
Joshanloo, M., Park, Y. O. ve Park, S. H. (2017). Optimism as the moderator of the rela-
tionship between fragility of happiness beliefs and experienced happiness. Persona-
lity and Individual Differences, 106, 61-63.
Jung, H. S.ve Yoon, H. H. (2015). The impact of employees’ positive psychological capi-
tal on job satisfaction and organizational citizenship behaviors in the hotel. Interna-
tional Journal of Contemporary Hospitality Management, 27(6), 1135-1156.
Kapikiran, S. ve Acun-Kapikiran, N. (2016). Optimism and Psychological Resilience in
Relation to Depressive Symptoms in University Students: Examining the Mediating
Role of Self-Esteem. Educational Sciences: Theory and Practice, 16(6), 2087-2110.
Klok, M. D., Giltay, E. J., Van der Does, A. J. W., Geleijnse J. M., Antypa, N., Penninx,
B. W. J. H., ve Zitman, F. G. (2011). A common and functional mineralocorticoid
receptor haplotype enhances optimism and protects against depression in females.
Translational Psychiatry, 1(12).
Lopez, S. V. (2018). Role of unrealistic optimism in college student alcohol-related risky
sexual behavior (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Oklahoma State University,
Oklahoma State University, Stillwater, Oklahoma.
Luthans, F., Avolio, B. J., Avey, J. B. ve Norman, S. M. (2007). Positive psychological
capital: Measurement and relationship with performance and satisfaction. Personnel
Psychology, 60(3), 541-572.
Lu, X., Xie, B. ve Guo, Y. (2018). The trickle-down of work engagement from leader to
follower: The roles of optimism and self-efficacy. Journal of Business Research, 84,
186-195.
Malouff, J. M. ve Schutte, N. S. (2016). Can psychological interventions increase opti-
mism? A meta-analysis. The Journal of Positive Psychology, 12(6), 594-604.
Maier, S. F. ve Seligman, M. E. (2016). Learned helplessness at fifty: Insights from neu-
roscience. Psychological Review, 123(4), 349.
Martínez-Martí, M. L. ve Ruch, W. (2017). Character strengths predict resilience over
and above positive affect, self-efficacy, optimism, social support, self-esteem, and li-
fe satisfaction. The Journal of Positive Psychology, 12(2), 110-119.
Mavioğlu, R. N., Boomsma, D. I. ve Bartels, M. (2015). Causes of individual differences
in adolescent optimism: a study in Dutch twins and their siblings. European Child &
Adolescent Psychiatry, 24(11), 1381-1388.

219
Pozitif Psikoloji

Meevissen, Y. M., Peters, M. L. ve Alberts, H. J. (2011). Become more optimistic by


imagining a best possible self: Effects of a two week intervention. Journal Of Beha-
vior Therapy and Experimental Psychiatry, 42(3), 371-378.
Mishra, U. S., Patnaik, S. ve Mishra, B. B. (2016). Role of optimism on employee per-
formance and job satisfaction. Indian Journal of Management, 9(6), 35-46.
Neff, K. D., Rude, S. S. ve Kirkpatrick, K. L. (2007). An examination of self-compassion
in relation to positive psychological functioning and personality traits. Journal of
Research İn Personality, 41(4), 908-916.
Nes, R. B. ve Roysamb, E. (2017). Happiness in behaviour genetics: An update on herita-
bility and changeability. Journal of Happiness Studies, 18(5), 1533-1552.
Nes, L. S. (2016). Optimism, pessimism, and stress. G. Fink (Yay. haz.), In Stress: Concepts,
cognition, emotion, and behavior (ss. 405-411). San Diego, USA Academic Press
Nguyen, Q., Kuntz, J. R., Näswall, K. ve Malinen, S. (2016). Employee resilience and
leadership styles: The moderating role of proactive personality and optimism. New
Zealand Journal of Psychology (Online), 45(2), 13.
Oruç, E. ve Kutanis, R. Ö. (2014). Pozitif örgütsel davranış ve pozitif psikolojik sermaye
üzerine kavramsal bir inceleme. The Journal of Happiness and Well-Being, 2(2),
145-159.
Panchal, S., Mukherjee, S. ve Kumar, U. (2016). Optimism in Relation to Well-being,
Resilience, and Perceived Stress. International Journal of Education And Psycholo-
gical Research (IJEPR), 5(2).
Peterson, C. ve Steen, T. 2002. Optimistic explanatory style. C. R. Snyder ve S. Lopez
(Yay. haz.), Handbook of positive psychology(s. 244-256). Oxford, UK: Oxford
University Press.
Richter, S. H., Schick, A., Hoyer, C., Lankisch, K., Gass, P. ve Vollmayr, B. (2012). A
glass full of optimism: enrichment effects on cognitive bias in a rat model of depres-
sion. Cognitive, Affective, & Behavioral Neuroscience, 12(3), 527-542.
Roepke, A. M. ve Seligman, M. E. (2016). Depression and prospection. British Journal of
Clinical Psychology, 55(1), 23-48.
Rolls E.T. (2017b). The orbitofrontal cortex and emotion in health and disease including
depression.Neuropsychologia, doi:10.1016/j.neuropsychologia.2017.1009. 1021.
Sabouripour, F. ve Roslan, S. B. (2015). Resilience, optimism and social support among
international students. Asian Social Science, 11(15), 159.
Saphire-Bernstein, S., Way, B. M., Kim, H. S., Sherman, D. K. ve Taylor, S. E. (2011).
Oxytocin receptor gene (OXTR) is related to psychological resources. Proceedings
of the National Academy of Sciences, 108(37), 15118-15122.
Sapmaz, F. ve Doğan, T. (2012). İyimserliğin mutluluk ve yaşam doyumuna etkisinin
incelenmesi. Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 8(3), 63-69.
Schiavon, C. C., Marchetti, E., Gurgel, L. G., Busnello, F. M., & Reppold, C. T. (2017).
Optimism and hope in chronic disease: a systematic review. Frontiers in Psycho-
logy, 7, 2022.

220
İyimserlik

Scheier, M. F. ve Carver, C. S. (2018). Dispositional optimism and physical health: A


long look back, a quick look forward. American Psychologist, 73(9), 1082.
Segerstrom SC, Carver CS, Scheier M, F. (2017). Optimism. In Robinson MD, Eid M,
(Yay. haz.). The happy mind: cognitive contributions to well-being (s. 195-212),
Springer. Cham, Switzerland.
Seligman, M. E. (2006). Learned optimism: How to change your mind and your life.
Vintage.
Sergeant, S., & Mongrain, M. (2014). An online optimism intervention reduces depres-
sion in pessimistic individuals. Journal of Consulting And Clinical Psychology,
82(2), 263.
Shepperd, J. A., Klein, W. M., Waters, E. A. ve Weinstein, N. D. (2013). Taking stock of
unrealistic optimism. Perspectives on Psychological Science, 8(4), 395-411.
Shepperd, J. A., Pogge, G. ve Howell, J. L. (2017). Assessing the consequences of unrea-
listic optimism: Challenges and recommendations. Consciousness and Cognition,
50, 69-78.
Shepperd, J. A., Waters, E. A., Weinstein, N. D. ve Klein, W. M. (2015). A primer on
unrealistic optimism. Current Directions in Psychological Science, 24(3), 232-237.
Snyman, R. ve Loh, J. M. (2015). Cyberbullying at work: The mediating role of optimism
between cyberbullying and job outcomes. Computers in Human Behavior, 53, 161-168.
Tankamani, N. ve Shahidi, S. (2017). The relationship between spiritual intelligence,
optimism and happiness in university students. International Journal of Applied Be-
havioral Sciences, 3(3), 39-46.
Thomson, K. C., Schonert-Reichl, K. A. ve Oberle, E. (2015). Optimism in early adoles-
cence: Relations to individual characteristics and ecological assets in families, scho-
ols, and neighborhoods. Journal of Happiness Studies, 16(4), 889-913
Uchino, B. N., Cribbet, M., de Grey, R. G. K., Cronan, S., Trettevik, R. ve Smith, T. W.
(2017). Dispositional optimism and sleep quality: A test of mediating pathways. Jo-
urnal of Behavioral Medicine, 40(2), 360-365.
Wang, S., Zhao, Y., Cheng, B., Wang, X., Yang, X., Chen, T. ve Gong, Q. (2018). The
optimistic brain: Trait optimism mediates the influence of resting‐state brain activity
and connectivity on anxiety in late adolescence. Human Brain Mapping, 39(10),
3943-3955.
Weinstein, N. D., Marcus, S. E. ve Moser, R. P. (2005). Smokers’ unrealistic optimism
about their risk. Tobacco Control, 14(1), 55-59.
Wilson, R. C., Takahashi, Y. K., Schoenbaum, G. ve Niv, Y. (2014). Orbitofrontal cortex
as a cognitive map of task space. Neuron, 81(2), 267-279.
Yazıcı, K. ve Yazıcı, A. E. (2010). Dürtüselligin Nöroanatomik ve Nörokimyasal Temel-
leri/Neuroanatomical and Neurochemical Basis of Impulsivity. Psikiyatride Guncel
Yaklasimlar, 2(2), 254.
Yuan, W. ve Wang, L. (2016). Optimism and attributional style impact on the relationship
between general insecurity and mental health. Personality and Individual Differen-
ces, 101, 312-317.

221
Pozitif Psikoloji

Yu, Y. ve Luo, J. (2018). Dispositional optimism and well-being in college students: Self-
efficacy as a mediator. Social Behavior And Personality: An İnternational Journal,
46(5), 783-792.

OKUMA LİSTESİ
Seligman, M. (2007). Öğrenilmiş İyimserlik, HYB Yayıncılık.
Carver, C. S. ve Scheier, M. F. (2018). Generalized optimism. G. Oettingen, A. T. Sevin-
cer ve P. M. Gollwitzer (Yay. haz.), The psychology of thinking about the future (s.
214–230). London, UK: The Guildford Press.
Carver, C. S., Scheier, M. F., & Segerstrom, S. C. (2010). Optimism. Clinical Psychology
Review, 30(7), 879.
Jefferson, A., Bortolotti, L., & Kuzmanovic, B. (2017). What is unrealistic optimism?.
Consciousness and Cognition, 50, 3-11.
Nes, L. S. (2016). Optimism, pessimism, and stress. G. Fink (Yay. haz.), In Stress: Concepts,
cognition, emotion, and behavior (ss. 405-411). San Diego, USA Academic Press

222
11 ÖZ ŞEFKAT

Gamze Ülker Tümlü

Bu bölümü okuduğunuzda
1. Öz şefkat kavramının tanımını,
2. Öz şefkat kavramını benzer kavramlardan ayırt etmeyi,
3. Öz şefkat kavramının bileşenlerini,
4. Öz şefkate ilişkin araştırmalar hakkında genel bir görüş öğreneceksiniz.

ÇOCUKLUK HÂLİNİZE ŞEFKAT

Rahat bir pozisyon alın ve gözlerinizi kapayın veya gözlerinizi bir noktaya sabitleyin.
Bir kaç defa yavaşça derin nefes alın ve bunu açıklık ve merakla fark edin.
Hayal gücünüzü kullanarak bir egzersiz yapmak üzeresiniz. Bazı insanlar bir TV
ekranındaki gibi canlı ve renkli resimler vasıtasıyla hayal kurar; kimileri muğlak,
belirsiz ve bulanık resimlerle kimileri de resimlerden hiç faydalanmaz, kelimeler
ve fikirlerle hayal kurarlar. Şu an nasıl hayal kurduğunuzun bir önemi yok.
Şimdi kendinizi bir zaman makinesine girerken hayal edin. Makineye girdikten
sonra, kendinizi küçük bir çocukken ziyaret etmek üzere zamanda geri gidiyorsu-
nuz. Çocukluk hâlinizi, çocukluğunuzda yaşadığınız can sıkıcı bir olayın hemen
sonrasında, çok acı çektiği bir sırada ziyaret edin.
Şimdi zaman makinasından çıkın ve bu çocuk hâlinizle temas kurun. Bu küçük ço-
cuğa iyice bakın ve neler yaşamakta olduğunu anlamaya çalışın. Ağlıyor mu? Kız-
gın mı, korkmuş mu? Suçlu mu hissediyor, utanmış mı? Bu çocuğun esas neye ihti-
yacı var; sevgiye mi, şefkate mi, anlayışa mı, affedilmeye mi, korunmaya mı yoksa
kabullenmeye mi? Müşfik, sakin ve nazik bir ses tonuyla, bu “çocuk hâliniz”e bi-
raz önce ne olduğunu, neler yaşadığını ve nasıl canının yandığını bildiğinizi söy-
leyin.
Bu çocuğa yaşadığı tecrübeyi doğrulatmak için kimseye ihtiyacının olmadığını
çünkü ne yaşadığını sizin bildiğinizi söyleyin.

223
Pozitif Psikoloji

Bu çocuğa bu tecrübeyi atlattığını ve artık bunun sadece acı veren bir anı olduğu-
nu söyleyin.
Bu çocuğa artık burada olduğunuzu, ne kadar acı çektiğini bildiğinizi ve mümkün
olan her şekilde ona yardım etmek istediğinizi söyleyin.
Sizden istediği bir şey olup olmadığını sorun ve her ne isterse bunu ona verin.
Eğer çocuk sizden onu özel bir yere götürmenizi isterse bunu yapın. Ona sarılın,
onu öpün, şefkatli sözler söyleyin veya hediye verin. Bu hayal gücü egzersizi, o
yüzden istediği şeyi ona verebilirsiniz. Eğer bu çocuk hâliniz ne istediğini bilmi-
yorsa veya size güvenmiyorsa bunun bir sorun olmadığını, destek için orada oldu-
ğunuzu ve yardım için elinizden geleni yapmak üzere her zaman orada olacağınızı
söyleyin.
Çocuğa, yanında olduğunuzu, onu önemsediğinizi, dolu dolu, zengin ve anlamlı
bir hayat sürmek üzere bu acıyı atlatmada ona yardım edeceğinizi söyleyin.
Bu çocuk hâlinize, aklınıza gelen her şekilde -kelimelerle, jestlerle veya tavrınızla-
ilgi ve şefkat göstermeye devam edin.
Çocuk hâlinizin sizin ilgi ve şefkatinizi kabul ettiğini hissedince, onu kendi hâline
bırakın ve dikkatinizi nefesinize odaklayın.
Birkaç dakika boyunca nefes alıp verişinizi açıklık ve merakla gözlemleyin ve son-
ra gözlerinizi açın ve etrafınıza odaklanın.
Russ Harris’in Gerçek’in Tokadı kitabından (p. 134-136)

224
Öz Şefkat

1. ÖZ ŞEFKATİN ÖNEMİ
Kişiler arası ilişkilerde ilişkide bulunulan kişiyle empati kurmak, onu des-
teklemek, cesaretlendirmek, ona saygı göstermek, hatalarıyla ya da başarılarıyla
onu kabul etmek ya da takdir etmek, ona anlayış göstermek ya da nazik olmak
sağlıklı ilişkiler geliştirmenin zemininde yer alan önemli tutumlar arasındadır.
Sözü edilen tutumlar karşımızdaki kişiye verdiğimiz önemin, onu olduğu hâliy-
le kabul edebildiğimizin ve bir anlamda ona gösterdiğimiz şefkatin göstergele-
ridir. Peki başkalarına karşı sergilediğimiz bu tutumları kendimize karşı da ser-
gileyebiliyor muyuz? Bu sorunun cevabının çoğu kişi için ve çoğu zaman “ha-
yır” olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü çoğumuz kendimizi sev-
menin, kendimize karşı anlayışlı davranmanın, kendi duygu ve düşüncelerimizi
önemsemenin hele ki kendi duygu ve düşüncelerimize diğerlerininkilere oldu-
ğundan daha fazla öncelik vermenin büsbütün bencillik ya da narsistlik olduğu
yönünde birtakım toplumsal öğretilerle yetişmekteyiz. Peki gerçekten de kişinin
kendini önemsemesi, kendine değer vermesi, kendini olumlu ve olumsuz yönle-
riyle kabul etmesi, bir hata yaptığında kendini affedebilmesi, kendine nazik
olabilmesi ve kendine karşı buna benzer tutumlar içinde olması onu bencil ya da
narsisistik yapar mı? Bilimsel bir bakış açısıyla bu sorunun cevabı şüphesiz
“hayır” olacaktır ve bu ünitenin konusu da budur. Bu bağlamda bu ünitede bire-
yin yukarıda sözü edilen kendine karşı olumlu yaklaşımları “öz şefkat” kavramı
çerçevesinde tartışılmaktadır.
Genel bir psikolojik belirleme ışığında bireyin başkalarına olan yaklaşımı
gizil bir biçimde kendine karşı olan tutumlarıyla çoğu zaman benzerdir. Basit
bir anlatımla kendini seven kişi diğerlerini de sevebilir. Kendini yargılama eği-
liminde olan bir kişi diğerlerine de benzer biçimde yaklaşabilmektedir. Kısacası
kişilerin kendileriyle ilişki kurma biçimi başkalarıyla kurdukları ilişki biçimle-
rine yansıyabilmektedir. Öte yandan bir kişinin kendine saygılı ve anlayışlı
davranmasa bile diğerlerine karşı bunu başardığı da ileri sürülebilir.
Bireylerin başkalarıyla kurduğu ilişkideki anlayış ve nezaketi bilinçli bir
biçimde kendine de göstermeleri çoğu zaman çok zor olmakta hatta bu şekilde
davranmak kişilerin aklına dahi gelemeyebilmektedir. Bunun önemli nedenle-
rinden biri ise bireyin kendine şefkat göstermesinin sözü edildiği gibi bencillik
ya da narsistlik olarak algılanabilmesine dayanmaktadır. Oysa yukarıda da söz
edildiği gibi kendine şefkat gösterme başkalarına da şefkat göstermeyi kolaylaş-
laştıran temel faktördür. Bireyin kendine karşı olan olumlu tutumu sadece kendi
kişisel iyilik hâli üzerinde iyileştirici olmakla sınırlı olmayıp kişiler arası ilişki

225
Pozitif Psikoloji

kalitesini de önemli ölçüde etkileyen bir özellik göstermektedir. Basit bir anla-
tımla kendi hataları karşısında kendisine acımasızca davranmayan bir kişi diğer-
lerinin hatalarını da kolayca kabullenebilecek ve bu anlayış diğerleriyle olan
ilişkisini de olumlu yönde etkileyecektir. Burada hem bireyin kendisine hem de
diğerleriyle olan ilişkisine önemli ölçüde etki eden “öz şefkat” kavramı ön plana
çıkmaktadır.
Öz şefkat, bireyin acı ve hataları karşısında kendini sert bir şekilde eleş-
tirmesi yerine kendine karşı nazik olması, yaşadığı deneyimleri sadece kendi
başına gelen durumlar olarak değil, insan olmanın bir parçası olarak görmesi ve
bu deneyimleri kendisiyle aşırı özdeşleştirmek yerine acı verici düşünceleri ve
duygularını bilinçli farkındalık zeminde tutması olarak tanımlanmaktadır (Neff,
2004). Bir başka deyişle öz şefkat, bireylerin kendi acılarından kaçmaktan ziya-
de bu acılarına açık olup temas edebilmesi, bu acıları azaltma ve iyileştirmeyi
istemesi anlamına gelmektedir. Bu bağlamda öz şefkat kavramı ile kimsenin
mükemmel olmadığı, herkesin hatalar yapabildiği, yetersizlik yaşayabildiği
durumlarla karşılaşabildiği bununla beraber değerli olduğu vurgulanmaktadır
(Neff, 2003a).
Tanımdan da anlaşılacağı üzere öz şefkat, bireyin hem kendisine hem de
diğerlerine olan yaklaşımında belirleyici bir işlev görmektedir. Bu bağlamda öz
şefkatin geliştirilmesi son derece önemli bir konu olarak ön plana çıkmaktadır.
Nitekim alan yazında öz şefkatin nezaket, iyimserlik, öz anlayış, merak, umut
(Neff, Kirkpatrick ve Rude, 2007), mutluluk, iyi oluş (Neff & Costigan, 2014;
Yarnell & Neff, 2013; ), kabul (Neff, & Tirch, 2013) gibi pozitif psikolojinin
merkezinde olan önemli niteliklere yola açan önemli işlevlere sahip olduğu
belirtilmektedir. Öte yandan öz şefkatin depresyon (Neff 2003b, Neff, Kirkpat-
rick, & Rude, 2007; Soysa & Wilcomb, 2015), kaygı (Neff, Kirkpatrick, & Ru-
de, 2007; Soysa & Wilcomb, 2015; Werner, eth., 2013), stres (Breines, eth.,
2014; Dahm, eth., 2015; Sirois, Molnar, & Hirsch, 2015; Soysa & Wilcomb,
2015), yalnızlık (Akın, 2010) gibi birçok psikolojik sorun ile arasındaki olum-
suz ilişki, öz şefkatin birçok olumsuz duygu durumunu etkilediği ve bundan
etkilendiği göstermektedir. Kısacası öz şefkatin yüksek olması psikolojik sağlık
üzerinde olumlu etkiler yaratmaktayken düşük olması bireyin ruh sağlığını teh-
dit eden durumları besleyebilmektedir. Bu bakımdan bireylerde öz şefkati geliş-
tirme yoluyla onların olumlu özellikleri geliştirilebileceği gibi olumsuz algıla-
malarının ve ruh hâlinin de önüne geçmede dikkate değer bir yol kat edilebile-
ceği söylenebilir. Dolayısıyla psikolojik sağlık üzerinde bu denli etkili olan bu
kavrama açıklık getirmek dikkate değerdir.

226
Öz Şefkat

2. ÖZ ŞEFKAT VE İLGİLİ KAVRAMLAR


✔ Hayatınızda ne olursa olsun, her zaman sizin yanınızda olacak olan
kişi kimdir?
✔ Acınızı dünya üzerindeki herkesten daha iyi anlayabilecek, doğrulaya-
bilecek ve acınızla empati kurabilecek kişi kimdir?
✔ Sizin ne kadar acı çektiğinizi gerçekten bilecek tek kişi kimdir?

Sizsiniz!
Yani eşsiz konumdasınız. Hayatınızda işler ne kadar ters giderse gitsin, siz
hep oradasınız. Kimse olmasa bile siz varsınız ve yardım etmek için her zaman
yapabileceğiniz bir şeyler vardır (zihniniz bunu yapamayacağınızı söylese bile).
Russ Harris’in Gerçeğin Tokatı kitabından.. (p.50)

Öz şefkat genel olarak şefkat ile ilişkili bir kavram olup ilgili açıklamalar
da bu çerçevede yapılmaktadır. Şefkat, bireyin başkalarının çektiği acılara te-
mas etmesini, bir başkasının acısına ilişkin empati kurmasını ve bu acıdan uzak
durmamasını veya bir başkasının acısından kendisini soyutlamamasını içerir.
Böyle bir süreç içerisinde bulunan bireyde başkalarına karşı nezaket duygusu ve
başkalarının acılarını hafifletme isteği ortaya çıkar. Bu aynı zamanda kişileri
acılarından, hatalarından veya yetersizliğinden dolayı yargılamamayı, kişinin
davranışlarını bulunduğu bağlam içerisinde değerlendirip ona karşı kabul edici
olmayı ve kişinin deneyimini insan yaşamının doğal bir parçası olarak görmeyi
içermektedir (Neff, 2003b). Öz şefkat ise kişinin tüm bu yaklaşımı kendisine
gösterip göstermediğiyle, bir başka deyişle bireyin algıladığı hatalarıyla, yeter-
sizlikleriyle ya da acılarıyla nasıl bir ilişki kurduğuyla ilgilidir (Yarnell, eth.,
2018). Dolayısıyla her iki kavram da birbiriyle ilişkili kavramlar olup, birbirle-
rini besleyen özelliklere sahiptir ve temelleri benzer felsefeye dayanmaktadır.
Hâlihazırda Batı toplumlarında sıkça üzerinde durulan ve üzerinde araş-
tırmalar yürütülen şefkat kavramının temeli Budist felsefesine dayanmaktadır.
Budist felsefesi uzun yıllar şefkat duygusu ve eyleminin kapsamı, şefkati ifade
etme ve şefkat eğitimini incelemeye kendini adamış, şefkati mutluluğa giden
yol ve hatta temelde manevi dönüşümün anahtarı olarak görmüştür (Davidson
& Harrington, 2002). Bu felsefeye göre insanların acı çekmesinin sebebi zihnin
anlık durumlarını geçici deneyimsizlikten ziyade nihai gerçekliği yansıttığı şek-
linde görmeleri olduğu belirtilmektedir (Park & Pyszczynski, 2019). Bir başka
deyişle bu felsefeye göre geçici deneyimler bireyler tarafından nihai ve değiş-

227
Pozitif Psikoloji

mez gerçeklikle karıştırıldığından bireyler acı çekerler. Bu anlamda sonraki


başlıklarda da üzerinde duralacağı gibi öz şefkatin bir bileşeni olarak bilinçli
farkında olma durumu kişileri deneyimlerinin geçici doğasının farkında tutarak
acılarını azaltmaya yardımcı olur (Davidson & Harrington, 2002; Park &
Pyszczynski, 2019).
Öz şefkat kavramının Batı toplumlarında üzerinde durulması ve birçok
araştırmaya konu olması ise Kristin Neff’in çalışmalarına dayanmaktadır.
Neff’e göre (2003b), birçok psikolojik kurama göre bireyler, kendileriyle başka-
larından daha fazla ilgilenip kendilerine önem verseler de çoğu zaman bireyler
kendilerine karşı başkalarına olduklarından daha fazla acımasız, kaba ve yargı-
layıcı yaklaşabilmektedirler. Bu anlamda bireyin bir başkasına karşı şefkat duy-
gusu geliştirmesi önemli olmakla birlikte kendine şefkat göstermekten yola
çıkması psikolojik sağlığı açısından kritik bir süreç olabilmektedir. Nitekim öz
şefkatin psikolojik sağlıkla olan güçlü ilişkisi (Barnard & Curry 2011) de dikka-
te alındığında bu kavramın psikolojik sağlığa etki eden yönlerinin belirginleşti-
rilmesine ve benzer kavramlarla olan farklılığının ortaya konulmasına ihtiyaç
vardır.
Psikoloji biliminde bireylerin öznel durumlarını ortaya koymak için öne
sürülen birçok kavramın birbiriyle olan ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda
öz şefkatin de ilişkili olduğu birçok kavram söz konusudur. Ancak kavramların
soyutluğu kimi zaman salt bir ilişkisi ortaya koymanın ötesinde her bir kavra-
mın birbiri yerine kullanılmasına, bir başka deyişle kavramların özü itibarıyla
yanlış anlaşılmasına neden olabilmektedir. Bu bağlamda öz şefkat benlik saygı-
sı (Bohlinger, et al., 2014), kendine acıma (self-pity) ben merkezcilik (self-
centeredness), kendine düşkünlük (self-indulgence) (Germer & Neff, 2013) gibi
kavramlarla karıştırılabilmekte ancak bu kavramlardan ayrı bir yapıyı içinde
barındırmaktadır (Barnard & Curry 2011). Söz konusu kavram karmaşasının
önüne geçmek için öz şefkat kavramını diğer kavramlardan ayrıştırıp özünde
tam olarak neyi yansıttığını anlayabilmek üzere diğer kavramları da gözden
geçirmekte yarar vardır. Şöyle ki benlik kavramı bütünüyle değerlerimizi, özel-
liklerimizi, becerilerimizi içeren kim olduğumuz ile ilgili inançlarımız anlamına
gelmektedir. Benlik saygısı, kendine değer verme ve kendinin bir şeylere katkı-
da bulunmada önemli olduğuna inanmayı temsil etmektedir. Her ikisi de evren-
sel terimlerdir (McWhirter, et. al., 2014). Öz şefkat ise benlik saygısından fark-
lıdır. Her iki kavram arasında olumlu bir ilişki bulunsa da (Neff, Kirkpatrick &
Rude, 2007), benlik saygısı bireyin kendine ilişkin olumlu duygulara sahip ol-
masıyken öz şefkat genel olarak öz bakım (self-care) ile ilgilidir ve öz şefkati
geliştirmek benlik saygısından farklı olarak narsisistik tutumları ya da çarpıtıl-

228
Öz Şefkat

mış benlik algısını arttırma ile ilişkili değildir (Bohlinger, et. al, 2014; Neff,
2003a). Nitekim patolojik olmayan narsisizm ile benlik saygısı arasındaki olum-
lu ilişkiyi ortaya koyan kimi araştırmalar (Barry & Kauten, 2014; McCain, et
al., 2016) da bu durumu desteklemektedir. Ayrıca benlik saygısı bireyin diğerle-
rinden farklılıklarının neler olduğu üzerinde dururken öz şefkat hiç kimsenin
mükemmel olmayacağı ve herkesin hatalar yapabileceğinden yola çıkarak kişi-
nin diğerleriyle olan benzerlikleri üzerine eğilir (Neff, et al., 2018). Öz şefkati
deneyimleyen kişinin ortaya çıkmış olan olumsuz duygularına karşı daha kabul
edici ve duyarlı olması, olumlu duygularını arttırması ve tüm bu duygularının
doğasına ilişkin içgörü kazanması söz konusudur (Hoofmann, Grossman, &
Hinton, 2011).
Öz şefkat kendine acıma da değildir. Bireyler kendilerine acıdıklarında,
yaşadıkları sorunların kendilerine özgü olduğuna ve bir başkasının bu sorunların
benzerini yaşamadığına inanma eğilimi gösterebilmekte, dünyada acı çeken
yalnızca kendileriymiş gibi kendi duyguları üzerinde ben merkezli bir şekilde
durma eğilimi gösterebilmektedirler. Bunun aksine öz şefkat kişinin kendisiyle
ve diğeriyle ilgili bu tür bir çarpıtma içine girmeden veya bağlantısını kesmeden
yaşadıklarını görmesini sağlar. Nitekim öz şefkat bireyin acı verici duyguların-
dan kaçmaksızın ya da bu duyguları baskılamaksızın diğerlerinin acı ve sevinç-
lerine şefkatle yaklaşmakla birlikte ilk etapta kendi deneyimlerine yönelik öz
şefkat geliştirmesidir (Neff, 2003b). Zira kendine şefkat göstermek ben merkez-
li bir yaklaşım değildir. Aksine öz şefkatli bireyler başkalarına karşı da şefkat
ve endişe duygularını geliştirme eğilimindedir. Diğer bir yandan çok fazla ken-
dine şefkat göstermenin pasifliğe yol açabileceğinden korkulsa da öz şefkatte
esasında pasiflik söz konusu değildir. Öz şefkatli olmak kişinin ideal standartla-
ra uymadığı için kendini sert bir şekilde eleştirmesini gerektirmese de bu, bire-
yin başarısızlıklarını fark etmemesi veya düzeltmemesi anlamına gelmemekte-
dir. Aksine kişinin psikolojik sağlığı için yapması gereken eylemlerin kendine
karşı nezaket ve sabırla teşvik edilmesi söz konusudur. Bu nedenle öz şefkat,
kendi içinde gözlenen zayıflıklarla ilgili olarak pasiflik ya da hareketsizlik an-
lamına gelmemekte, bunun tersine öz şefkat eksikliği pasifliğe yol açabilmekte-
dir (Neff, 2003b). Özetle şu söylenebilir ki öz şefkat kendi merkezli olmaya
ilişkin duygu, düşünce ve eylemleri içinde barındırmaz. Bunun aksine öz şefkat
bireyin kendisiyle, doğayla, diğer insanlarla ya da etrafındaki herhangi bir şeyle
temasını engelleyebilecek kendine yönelik süreçleri karşısına alarak bunların
kendi üzerinde yarattığı duyguları fark edip bu duygulara yer açmasını ve tüm
bunlara rağmen kendine karşı merhamet göstermesini içermektedir.

229
Pozitif Psikoloji

2.1. Öz Şefkat Konusunun Açılımı


Psikolojik bakımdan sağlıklı olma durumunun kendisi bireyin kendisine
olan yaklaşımıyla doğrudan ilişkilidir. Bu anlamda kişinin kendisinin üstün
yönlerini takdir edebilmesi, iyiliklerini ve güzelliklerini görebilmesi, eksiklerine
ve hatalarına rağmen kendisini kabul etmesi, bu yönlerini insan olmanın doğal
bir parçası olarak görerek bu yaşantılardan dolayı kendisini aşırı şekilde suçla-
maması onun psikolojik sağlığının da bir göstergesidir. Zira kendisine karşı bu
denli duyarlı olan birinin bu durumunun hata yapmaktan korkmayarak yaşantı-
lara açık olması, gereksiz yere sıkılganlık, utanma ya da kaygı gibi durumlara
girmeksizin sosyal ilgi geliştirmesini de kolaylaştırabileceği söylenebilir. Bu da
öz şefkatin kişinin bir yandan kendisiyle diğer yandan başkalarıyla sağlıklı ilişki
kurabilmesinde aracılık edebildiği şeklinde yorumlanabilir.
Kişinin deneyimlerinden dolayı kendisine acımasızca davranması farklı
olumsuz deneyimleri de beraberinde getirebilir ve bu döngü mutsuzluk döngüsü
hâlini alabilir. Oysa yaşanılan herhangi bir deneyim, yapılması gereken bir iş,
varılması gereken bir hedef çok çeşitli olumlu ve olumsuz duyguya sebep olabi-
lir. Nitekim olumlu ya da olumsuz bu duyguları görüp onlara yer açmak, geli-
nen sonuçtan çok sürece odaklanmayı sağlar ve bu da yaşanan sürecin sonucunu
da etkiler. Russ Harris’in Gerçeğin Tokatı kitabında da örneklendirdiği gibi
“bir katıra yükünüzü taşıtmak istiyorsanız onu bir sopayla ya da bir havuçla
harekete geçirebilirsiniz. Her iki yaklaşım da katırı harekete geçirecektir ama
zaman içinde ona ne kadar sopayla vurursanız o denli mutsuz ve sağlıksız ola-
caktır. Öte yandan istediğinizi yaptığı zaman katırı bir havuçla ödüllendirirse-
niz, zamanla çok daha sağlıklı bir katıra sahip olursunuz.” Tıpkı bu hikâyedeki
gibi kendini cezalandırmak ya da acımasızca eleştirmek de katırı sopayla döv-
mek kadar verimsizdir. Öte yandan acımasız öz eleştiri kimi zaman ilerlemeyi
beraberinde getirebilmektedir ancak mutsuzluğu ve hoşnutsuzluğu da… Bu
örnekten de anlaşılacağı üzere Budist felsefesinin de üzerinde durduğu gibi
mutluluğa giden yolun öz şefkatten geçtiğini söylemek pek de yanlış olmaya-
caktır. O hâlde bu denli önemli bir işleve sahip olan öz şefkat kavramını tüm
bileşenleri ile ele almakta yarar vardır.

2.2. Öz Şefkatin Bileşenleri


Öz şefkat genel olarak şefkat kavramından türetilmiş olup bireyin kendine
karşı yaklaşımını içermektedir. Öz şefkat, başarısız olmaya, yetersizlik algıla-
maya ya da genel yaşam zorluklarına yol açıp açmadığı fark etmeksizin bireye
acı veren durumlar karşısında bireyin kendisiyle sağlıklı bir ilişki kurma yolu

230
Öz Şefkat

olarak öne sürülmektedir. Bu anlamda öz şefkat bireyin kendisine karşı nazik ve


destekleyici olması ve daha az ağır eleştiride bulunmasını gerektirmektedir. Bu
da bireyin, acısının bilinçli farkında olmasını ve olumsuz yönleri ya da yaşam
deneyimi ile ilgili daha az ruminasyon içine girmesini zorunlu kılmaktadır
(Neff, et al., 2018). Nitekim kişilerin kendilerine karşı nazik bir içsel konuşma-
ya sahip olmasını engelleyen iki önemli etmenin kişilerin kendilerine ilişkin
yanlış yorumlamalarının ve kendilerine karşı sergiledikleri yıpratıcı tavırların
olduğu ortaya konulmuştur. Ayrıca, sosyal çevrelerinin yarattığı olumsuz etkile-
rin, bireyleri maladaptif mükemmeliyetçiliğe ve aşırı özeleştiriye yönelttiği ve
bireylerin bu durumu başarıya giden bir yol olarak tanımlandığı tespit edilmiştir
(Bayir & Lomas, 2016). Bu durumlar kişilerin kendilerine karşı acımasız eleşti-
rilerde bulunmayı normalleştirmelerinin ve kendilerine şefkat göstermeyi ihmal
etmenlerinin zeminini oluşturmaktadır.
Bireylerin kişisel bir acı ya da hata deneyimlediklerinde kendilerine şefkat-
le yaklaşmalarının üç bileşeni vardır. Bu bileşenlerden biri, bireyin kendini sert
bir şekilde yargılayıp eleştirmesi yerine kendine anlayış ve nezaket göstermesi
durumunu içeren öz nezakettir (self-kindness) (Neff, 2003b; Neff, 2004). Şöyle
ki kişiler kendilerine iyi bir arkadaş gibi davranarak kendilerini cesaretlendire-
rek kendilerini anlayıp kendileriyle empati kurarak ve kendilerine nazik davra-
narak öz nezakette bulunmuş olurlar. Örneğin, birey aile değerleri veya yapısıy-
la örtüşmeyen bir davranışta bulunduğunda çoğu zaman aile üyelerinin önemli
bir kısmı bazen de tamamı bireyi yargılama eğilimine girerler. Böylesi bir du-
rumda bireyin söz konusu davranışını neden sergilediğini kendisine açıklaya-
bilmesi ve bu davranışın kendi açısından önemini kavrayabilmesi, kendisinin de
tıpkı diğer aile üyeleri gibi kendisine acımasız davranmasının önüne geçer.
Böyle bir birey, kendi yaptığından ve kendi yaptığının gerekçesinden emindir
ve her şeyden önemlisi kendine karşı insaflıdır. Bu anlamda öz şefkat kendimizi
olumlu yönde eleştirmenin bir yolu değil, olumlu ya da olumsuz içerikli dene-
yimlerimiz karşısında kendimize nazik davranmamızla ilgilidir.
Öz şefkatin bir diğer bileşeni kişinin yaşadığı deneyimi sadece kendine ait
görüp kendini toplumdan ayrışmış ve yalıtılmış olarak algılaması yerine dene-
yimini insan olmanın bir parçası olarak kabul etmesini içeren ortak paydaşımdır
(common humanity). Bireylerin yaşadıkları olumlu ya da olumsuz içerikli dene-
yimlerini kendilerine özgü görmeyip insan olmanın doğal bir parçası olarak
görmeleri, kendilerinin ne diğer insanlardan daha mükemmel olduğu ne de daha
aciz olduğu algısıyla kendilerini kabul etmeleri ile ilişkilidir. Bu anlamda kişile-
rin insan olarak ne gibi yönleriyle diğerlerinden farklı olduğu değil, ne gibi

231
Pozitif Psikoloji

yönleriyle onlarla benzer olduğu üzerinde durmaları ortak paydaşım ile ilgilidir
(Neff, 2003b; Neff, 2004). En yakıcı duygularla bile bireyin başa çıkmasını
kolaylaştıran yollardan bir tanesinin öz şefkatin ortak paydaşım ögesi olduğu
günlük yaşantımıza yakından odaklandığımızda görebileceğimiz bir durumdur.
Söz gelimi, ölümün ancak onun herkesçe paylaşılan ortak bir durum olmasından
kaynaklı olarak daha kabul edilebilir ya da daha az huzursuzluk verici olduğu
söylenebilir. Kişi herkesin kendisi gibi ölümlü olduğu bilgisine sahip olduğun-
dan kendi ölümlülüğü karşısında görece daha az yalnızlık ve çaresizlik hissede-
bilmektedir. Diğer bir ifadeyle diğerlerinin de öleceğini bilmek kendi ölümü-
müzü kabullenmemizi kolaylaştırmaktadır. Bu durumda kişilerin birtakım duy-
guları ve yaşantıları sahiplenmelerinin başkalarınının da benzer durumları yaşa-
dığını fark etmekten geçtiği söylenebilir.

Öz şefkatin üçüncü ve son ögesi ise kişinin acı verici düşüncelerini ve


duygularını kendini etiketlemede kullanmaktan ziyade dengeli bir farkındalık
içinde tutmasını içeren bilinçli farkındalıktır (mindfulness) (Neff, 2003b). Bi-
linçli farkındalık anda olmayı ve acıyı fark edip bununla yaşamayı gerektirir.
Anda olmak genel olarak yanlış anlaşıldığından çoğu birey acısıyla kalmak
yerine ondan uzak durmayı tercih eder. Ancak söz konusu anda olma durumu
kişinin acılarına tepki vermenin bir başka yoludur ve acı veren duygunun etkisi-
ni hatırı sayılır bir şekilde azaltarak kişiyi acı veren düşüncelerin yarattığı sis
perdesinden kurtarır (Harris, 2017). Bireyin kendisine şefkat göstermesi bu
anlamda acı verici duygu ve düşünceleri görüp kabul etmesi ve bunları bir yanı-
na alıp etrafta daha başka ne olup bittiğini gözlemlemesini gerektir. Günlük
yaşamda çok çeşitli şekillerde uygulamaya aktarılabilecek olan bu duruma iliş-
kin terapötik süreçler içeren bir örnek şu olabilir:

ŞEFKATLİ BİR EL

Şimdi sizi sükunet ve farkındalık içinde olacağınız, rahat bir konum almaya davet
ediyorum. Örneğin, bir sandalyede oturuyorsanız hafifçe öne doğru eğilebilir, sır-
tınızı dikleştirebilir, omuzlarınızı düşürüp ayaklarınızı hafifçe yere bastırabilirsi-
niz. Şimdi aklınıza hâlen mücadele ettiğiniz ve ulaşamadığınız bir beklentinizi ge-
tirin. Bu beklentinin gerçekleşmemesinin doğası üzerine birkaç saniye düşünün;
ne olduğunu hatırlayın, sizi nasıl etkilediğini ve geleceğinize nasıl bir etkisinin
olacağını düşünün. Ve ne tür can sıkıcı duygu ve düşüncelerin ortaya çıktığına
dikkat edin.

232
Öz Şefkat

Ellerinizden birini seçin ve bu elin çok iyi ve şefkatli birinin eli olduğunu hayal
edin.
Bu eli, yavaşça ve nazikçe vücudunuzun en çok incinen yerine koyun.
Acıyı en çok göğsünüzde, kafanızda, boynunuzda veya midenizde hissediyor olabi-
lirsiniz. Acı nerede en şiddetliyse elinizi oraya koyun. (Uyuşmuş hissediyorsanız,
en hissiz olan yere elinizi koyun. Acı veya uyuşukluk gibi bir hissiniz yoksa elinizi
sadece göğsünüzün ortasına koyun.)
Elinizi hafifçe ve nazikçe burada tutun; teninize veya giysilerinize dokunduğunu
hissedin. Avuç içinizden vücudunuza yayılan sıcaklığı hissedin. Şimdi vücudunu-
zun bu acı etrafında yumuşadığını hissedin; gevşiyor, yumuşuyor ve onu misafir
ediyor. Uyuşmuş hissediyorsanız, bu uyuşukluğun etrafı yumuşuyor ve gevşiyor.
(Eğer acı ya da uyuşukluk hissetmiyorsanız, istediğiniz şekilde hayal edin. Örne-
ğin, sihirli bir şekilde kalbinizin açıldığını hayal edebilirsiniz.)
Acınızı veya uyuşukluğunuzu usulca elinize alın. Onu ağlayan bir bebekmiş gibi,
inleyen bir yavru köpek gibi veya paha biçilmez bir sanat eseri gibi tutun.
Sanki değer verdiğiniz bir kimseye uzanır gibi bu nazik hareketinize şefkat ve sı-
caklığınızı verin.
Nazikliğin parmaklarınızdan vücudunuza akmasına izin verin.
Şimdi bir elinizi göğsünüze, diğerini de midenize nazikçe koyun. Elleriniz hafifçe
orada dursun. Bu şekilde istediğiniz kadar oturun, kendinizle bağlantı kurun, ken-
dinize ilgi gösterin, destek ve ferahlık verin.
Bu hareketi istediğiniz kadar devam ettirin; beş saniye ya da beş dakika fark et-
mez. Bunu yaptığınızda önemli olan yaptığınızın süresi değil, gösterdiğiniz şefkat
ve nazikliğin ruhu olacaktır.
Russ Harris’in Gerçek’in Tokadı kitabından…(p.53-55)

Öz şefkatin, olumlu ya da olumsuz duyguların anlık olarak farkında olma,


onların varlığını kabul etme, onları itme ya da onlardan uzaklaşma çabası içeri-
sine girmeden kendinde her birine ilişkin bir yer açma, bir başka deyişle bu
duyguları bilinçli farkındalık düzeyinde tutmaya ilişkin bir örnek yukarıda ve-
rilmektedir. Nitekim bu durum öz nezaketle de ilişkilidir. Zira öz şefkatin üç
bileşeni birbirinden farklı kavramlar olsa da birbiriyle etkileşim hâlindedir. Şöy-
le ki kişinin kendine nezaket ve ortak paydaşım duygusuyla ilgili olumsuz de-
neyimlerine yeterli bir zihinsel mesafe koyabilmesi belli bir bilinçli farkındalık
düzeyini gerekli kılmaktadır. Ya da bilinçli farkındalık durumundaki bireyin
kendine ilişkin yargılayıcı olmayan tutumu doğrudan öz nezaketi artırabilmek-

233
Pozitif Psikoloji

tedir (Neff, 2003b; Neff, 2004). Dolayısıyla öz şefkat; öz nezaket, ortak payda-
şım ve bilinçli farkındalığı içeren çatı bir kavramdır ve bu üç bileşen birbirini
besleyerek öz şefkatin ruhunu temsil etmektedir.

3. ÖZ ŞEFKATİN UYGULAMAYA YANSIMALARI


Geniş kuramsal arka planının yanında öz şefkatin genel iyilik hâlini des-
teklediğine ilişkin çok sayıda araştırma bulunmaktadır. Neff ve arkadaşları
(2018) alan yazında 2003 ile 2017 yılları arasında öz şefkat kavramına ilişkin
1300 makale olduğunu rapor etmektedirler. Öz şefkate ilişkin araştırmalar bü-
tünsel olarak ele alındığında öz şefkate yönelik ilerlemenin değerlendirilmesi
nitel anlamda farkındalık üzerine yansıtıcı değerlendirmeler ve nicel ölçümler
gibi farklı yollarla yapılabilmektedir (Bohlinger, et al., 2014). Araştırmalarda öz
şefkatin kaygı ve depresyonu önleyebileceği (Neff, 2003a; Neff, Kirkpatrick &
Rude, 2007), psikolojik sağlamlığı ve stresle sağlıklı başa çıkmayı kolaylaştır-
dığı (Neff, 2003a; Neff, Hseih, & Dejitthirat, 2005) ortaya koyulmaktadır. Bu-
nunla beraber öz şefkatin yüksek olmasının yaşam doyumu ve sosyal bağlılık ile
olumlu ilişkisi olduğuna (Neff, 2003a; Neff, et al., 2007) ve öz şefkati arttırma-
nın işle ilgili stres durumlarının üstesinden gelmeyi kolaylaştırdığına (Patsiopo-
ulos & Buchanan, 2011) ilişkin araştırma sonuçları söz konusudur.
Anlaşıldığı üzere öz şefkat hem kuramsal olarak hem de uygulama alanın-
da geniş ölçüde karşılık bulan bir özellik göstermektedir. Neff (2019) öz şefka-
tin uygulama alanlarına ilişkin aşağıda ayrıntılı olarak verilen oldukça geniş bir
liste belirtmektedir. Bu listede öz şefkatin hem ilişkili olduğu değişkenleri gör-
mek hem de uygulama alanlarını öngörmek mümkün olabilmektedir. Ayrıca öz
şefkatin çalışıldığı alanlara ait her bir çalışmanın ismi ve içeriğini Kristin
Neff’in öz şefkat kavramını bütünsel olarak ele aldığı web sayfasında bulmak
mümkündür (bk. https://self-compassion.org/the-research/).
Öz şefkate ilişkin çalışma alanları (Neff, 2019):
● Çocuk ve Ergenlerde Öz Şefkat
● Öz Şefkat ve Yaşlanma
● Öz Şefkat ve Atletizm
● Öz Şefkat, Beden İmajı ve Yeme Bozukluğu
● Öz Şefkat, Bakım ve Tükenmişlik
● Klinik Bağlamlarda Öz Şefkat

234
Öz Şefkat

● Öz Şefkat Baş etme ve Psikolojik Sağlamlık


● Öz Şefkat ve Kültür
● Deneysel Yöntemlerle İncelenen Öz şefkat
● Öz Şefkat ve Aile Dinamikleri
● Öz Şefkat, Cinsiyet ve Cinsel Yönelim
● Öz Şefkat: Genel Gözden Geçirmeler
● Öz Şefkat ve Sağlık
● Öz Şefkat ve Kişiler Arası Konular
● Öz Şefkat Müdahaleleri
● Öz Şefkat ve Bilinçli Farkındalık
● Bilinçli Farkındalıkta Öz Şefkat ve Şefkat Eğitimi
● Öz Şefkat ve Motivasyon
● Öz Şefkat ve Psikolojik İşlev
● Öz Şefkat ve Pozitif Psikoloji
● Öz Şefkat ve Psikolojik İyi Oluş
● Öz Şefkat Ölçeği: Uyarlama Çalışmaları
● Öz Şefkat ve Benlik Saygısı
● Öz Şefkat ve Travma
● İşte ve Profesyonel Bağlamda Öz Şefkat
Öz şefkat üzerine yapılan kuramsal belirlemeler ve araştırma bulguları or-
tak bir şekilde öz şefkatin olumsuz birtakım duygu ve kişisel özelliklerin geliş-
mesinin önüne geçip, olumlu özelliklerin geliştirilmesinde etkili bir rol oynadı-
ğını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda öz şefkatin doğrudan veya dolaylı olarak
ruh sağlığı alanıyla ilişkili bir kavram olduğu anlaşılmaktadır. Peki öz şefkatin
sözü edilen olumlu psikolojik belirtileri arttırıcı ya da olumsuz sonuçları azaltıcı
işlevi tam olarak neye dayanmaktadır? Bu sorunun olası bir yanıtını Gilbert’in
(2005, 2009) insan davranışını biyopsikososyal açıdan açıklayan çalışmalarında
bulmak mümkün olabilmektedir.
Beynin sakinleştirici/yatıştırıcı merkezinin sosyal ilişkilerde kullanımına
uyarlanmasından söz eden Gilbert (2009), bu merkezin sosyal ilişkileri düzen-
lemede önemli bir işlevi olduğunu belirtmektedir. Bu görüşe göre beyindeki
sakinleştirici sistemin aktivasyonu kişilerde güven duygusu, sakinlik, sosyal
bağlantılılık duygusuna sebep olmaktadır. Bir başka deyişle sakinleştirici sistem

235
Pozitif Psikoloji

dürtü ve tehditin doğal bir düzenleyicisi işlevi görmektedir. Beynin sakinleştiri-


ci sisteminin aktivasyonunun sosyal ilişkilerdeki rolünü somutlaştırmak üzere
bir bebeğin stres altındaki yaşantıları ve annesinin bu duruma tepkisine değin-
mek yerinde olabilir. Şöyle ki stres altında, kaygılı ya da kızgın bir bebek her-
hangi bir ihtiyaç içinde olduğunda annesi onu sakinleştirmek üzere ona sarılabi-
lir, eliyle hafif hafif ona dokunabilir, nazikçe onunla konuşabilir ya da sakince
onu sallayabilir. Böylece anne bir yandan çocuğun sıkıntı veren duygularını
sakinleştirmiş, diğer yandan çocukta başkaları tarafından yatıştırılmaya ilişkin
bir anı bırakmış olur (Gilbert, 2009). Bu durumda anne, çocuğun beyninde yer
alan sakinleştirici/yatıştırıcı sistemi uyararak onun duygularını düzenlemesine
yardımcı olmakla kalmayıp yetişkin yaşamında sakinleşmeye yönelik ona bir
baş etme yöntemi sunmuş olur. Bebeğin bu şekilde stres altındayken başkaları
tarafından yatıştırılması onlar tarafından kendisine gösterilen şefkat duygusunu
deneyimlemesi anlamına gelmektedir. Bu deneyim ise daha sonraki yıllarda
kişinin kendisinin de benzer şekilde ilişkilerinde bir başkasına şefkat göstermesi
ve daha ötesinde kendini yatıştırmak üzere kendine şefkat göstermesini berabe-
rinde getirebilmektedir. Nitekim kendini hataları ya da olumsuz deneyimleri
sonrasında acımasızca eleştirmeyip kendine karşı kabul edici olmasına yönelik
bireyin kendini sakinleştirici cümleler kurması ya da kendisini sakinleştirici
eylemlerde bulunması beyninin sakinleştirici merkezini uyararak sakinleşmesi-
ne etki eder. Bu durum bireyin hem kendisiyle hem de diğerleriyle olan bağlan-
tısını düzenlemesinde öz şefkatin aracılık işlevi görebildiğini göstermektedir.
Öz şefkatin birçok psikolojik belirtiyle olan ilişkisi, kavramın genel olarak
acıyı dindirmeye odaklanılan bir eylem olarak vurgulanmasına rağmen özü
itibarıyla pozitif psikolojide yer bulan bir kavram olmasıyla da açıklanabilmek-
tedir. Bu yönüyle de kavramın birçok olumlu psikolojik belirtiyle olan doğrusal
ilişkisini anlamak pek de güç değildir. Zira kendine şefkat gösteren kişinin
acıdan kaçınmayarak kendisini acılarına rağmen nezaketle kucaklaması, tama-
men insan olma deneyimine dayanan bir refahlık duygusu ve iyi oluş hâli geliş-
tirmesini sağlamaktadır. Bu şekliyle kendine şefkatin etkisi aynı zamanda Abra-
ham Maslow'un ve Carl Rogers’ın kişinin kendisini koşulsuz kabul etmesi ve
potansiyelini sonuna kadar kullanabilmesi şeklinde vurguladığı sağlıklı insan
olma durumuna ilişkin görüşlerinin yer aldığı hümanistik yaklaşımlarla da açık-
lanabilmektedir (Neff & Knox, 2017). Nitekim öz şefkatin psikolojik birçok
belirtiyi etkilediği ya da bunlardan etkilendiğine ilişkin çok çeşitli çalışmalar da
kişilerin kendilerine şefkat göstermelerinin psikolojik sağlıklarını olumlu yönde
etkilediğini göstermektedir.

236
Öz Şefkat

Bireyin kendisiyle ve diğerleriyle olan ilişkisini düzenlemede önemli bir


işlevi olan öz şefkatin psikoterapi ve psikolojik danışma süreçlerinde kullanımı-
na ilişkin de çok sayıda araştırma örneği vardır. Örneğin, bu araştırmalardan
birinde kronik temelli sorunları olup kendine sıcaklık gösterme ve kendini kabul
etmede zorlanma yaşayan yüksek düzeyde utangaçlık gösterip öz eleştiri yapan
bireyler için geliştirilmiş “Şefkatli zihin eğitimi” programının grup terapi süre-
cinde etkisi sınanmıştır. Altı katılımcı ile her biri haftada iki saatlik olmak üzere
12 oturumun gerçekleştirildiği grup terapisi süreci sonrasında “Şefkatli zihin
eğitimi”nin depresyon, kaygı, öz eleştiri, utangaçlık ve yetersizlik duygularını
önemli ölçüde azalttığı, katılımcıların kendini yatıştırma ve kendine yönelik
sıcaklık ve güven duygularına odaklanmalarını arttırdığı gözlenmiştir (Gilbert &
Procter, 2006). Yirmi lise öğrencisi ile gerçekleştirilen 8 oturumluk yapılandı-
rılmış grup çalışmasının yürütüldüğü diğer bir çalışmada da grup yaşantısı son-
rasında öğrencilerin bilinçli farkındalık düzeylerinin ve öz şefkatlerinin dikkate
değer bir şekilde arttığı, stres ve depresyonlarının ise azaldığı gözlenmiştir
(Edwards, et. al, 2014). Bir başka çalışmada da benzer şekilde bilinçli farkında-
lık temelli stres azaltma programına dayalı olarak üniversite bünyesinde di-
daktik ve yaşantısal ögeleri içinde barındıran bir grup süreci yürütülmüştür. Her
birinde yaklaşık 15-20 katılımcının bulunduğu toplam 104 katılımcının yer al-
dığı, haftada birer gün doksan dakika olmak üzere toplamda sekiz hafta yürütü-
len süreç sonrasında katılımcıların strese bağlı semptomlarının azaldığı, bilinçli
farkındalık, empati, öz şefkat düzeylerinin arttığı gözlenmiştir (Birnie, et. al.,
2010).
Araştırmalar bütünsel olarak değerlendirildiğinde öz şefkatin geliştirilebilir
bir özellik olduğu anlaşılmaktadır. Kuşkusuz bazı insanlar diğerlerine göre öz
şefkat düzeyleri yüksek bir şekilde dünyaya gelseler de (Allen ve Leary 2010)
ya da duygusal zekâsı yüksek olanların öz şefkat gösterebilme durumlarının
yüksek olabileceği (Heffernan, et. al., 2010) göz önünde bulundurulsa da psiko-
terapi sürecinde öz şefkatlerine odaklanarak danışanların olumsuz yaşantılarını
tekrar yorumlamaları sağlanabilir (Allen ve Leary 2010; Korkmaz, 2018). Bu
anlamda araştırmalar genel olarak öz şefkatin geliştirilebilen bir özellik olduğu-
nu ve farklı kitlelerle gerçekleştirilecek psikoterapi süreçlerinde kişilerin öz
şefkatinin artırılabileceğini göstermektedir. Bu durumun kendisi ruh sağlığı
meslek elemanları için de geçerlidir. Zira çalışmalar sadece danışanlar ile ger-
çekleştirilen psikolojik danışma süreçlerinde değil ruh sağlığı meslek elemanla-
rının da öz şefkatinin önemine dikkat çekmektedir.

237
Pozitif Psikoloji

3.1. Ruh Sağlığı Meslek Elemanlarının Öz Şefkati


Her ne kadar profesyonel kimlikleriyle ön planda olsalar da ruh sağlığı
meslek elemanları da psikolojik yardıma ihtiyaç duyabilmektedirler. Bu bağ-
lamda bu kişilerin yaptıkları işlerinden görece bağımsız yaşam alanları ve sos-
yal ilişkileri bulunmakta ve bir birey olarak çeşitli sorunlar yaşayabilmektedir-
ler. Ruh sağlığı meslek elemanlarının kişisel yaşamlarında yaşadıkları sorunlar
mesleki yaşamlarındaki zorluklarla birleştiğinde, zaman zaman ruh sağlığı ko-
nusunda diğer bireylere göre daha fazla risk altında oldukları dahi söylenebil-
mektedir. Nitekim araştırmalar da ruh sağlığı meslek elemanlarının psikolojik
problemler yaşama açısından risk altında olduğunu desteklemektedir (Shapiro,
et. al., 2007). Dolayısıyla ruh sağlığı meslek elemanlarının psikolojik sağlamlık-
larını geliştirmelerinde öz şefkatin koruyucu bir etmen olduğu söylenebilir.
Öyle ki ruh sağlığı elemanları üzerinde yapılan bir araştırmada ruh sağlığı uz-
manlarının öz şefkatleri ile psikolojik sağlamlıklarının birbiri ile bağlantılı ol-
duğu ortaya konulmaktadır (Kemper & Khayat 2015). Öte yandan ruh sağlığı
meslek elemanları danışanlarına gösterdikleri koşulsuz kabul, saygı ve anlayışı
kendilerine göstermekte zorlanabilmektedirler. Bu bireylerin azımsanmayacak
çoğunluğunun danışanlarının ihtiyaçlarına odaklanırken kendi ihtiyaçlarını ve
öz bakımlarını göz ardı edebildikleri, yoğun bir stres altında oldukları (Figley,
2002; Patsiopoulos & Buchanan, 2011), danışanlarının travmaları üzerinden
ikincil travmalar yaşayabildikleri, bu bağlamda bedensel semptomlar gösterdik-
leri, ruh hâli değişikliği, uyku bozukluğu, konsatrasyon zorluğu gibi sorunlar ile
(Killian, 2008) başkalarına ilişkin şefkat yorgunluğu yaşayabildikleri (Figley,
2002; Patsiopoulos & Buchanan, 2011) görülmektedir. Dolayısıyla hem mesleki
performanslarını iyileştirmek hem de bireysel iyilik hâlini korumak veya geliş-
tirmek için yaşadıkları zorlanmalar bu bireylerin öz şefkat geliştirmelerini ge-
rekli kılabilmektedir.
Ruh sağlığı meslek elemanlarının kendi bireysel ve mesleki iyilik hâlini
iyileştirmede öz şefkat becerilerini geliştirmenin çeşitli yolları bulunmaktadır.
Bu noktada öz şefkatin istendik ölçüde sergilenememesinin kaynaklarının orta-
ya çıkarılması bir başlangıç noktası olarak düşünülebilir. Örneğin; psikolojik
danışma süreçlerinde bulunan ruh sağlığı uzmanlarının performans kaygısı ya-
şaması zaman zaman kaçınılmaz olmakta, bu durum da uzmanın kendine öz
şefkat gösterememesine aracılık edebilmektedir. Bu bağlamda sözü edilen ör-
nekte hareket noktası uzmanın öz şefkat gösterememesine neden olan faktörün
performans kaygısı olduğunun fark edilmesidir. Birey kendine karşı yeterli öz
şefkat gösteremediğini fark ettiğinde ise yapması gereken en önemli şey kendi-
ne karşı sevgi ve nezaket gösterme becerisi kazanmasıdır (Bohlinger, et al.,

238
Öz Şefkat

2014). Bunun yanı sıra ruh sağlığı meslek elemanlarının çok çeşitli şekilde öz
şefkat geliştirmeleri olasıdır. Ruh sağlığı meslek elemanlarının öz şefkatlerinin
şeklinin gözden geçirildiği 15 deneyimli psikolojik danışmanının katılımcı ola-
rak yer aldığı nitel yaklaşıma dayalı öyküsel bir araştırmada ruh sağlığı meslek
elemanlarının öz bakım becerisi geliştirmelerinin ve tükenmişliklerini önlemi-
nin öz şefkati geliştirmede önemli olduğu ortaya koyulmuştur (Patsiopoulos &
Buchanan, 2011). Bir başka araştırmada psikolojik danışmanlık alanında yüksek
lisans öğrenimi gören öğrencilerin benzer şekilde öz bakımına odaklanılarak
bilinçli farkındalık temelli stres azaltma programına dayalı yürütülen grup ya-
şantısı sonrasında katılımcıların stres, ruminasyon, durumluluk ve sürekli kaygı
düzeylerinin azaldığını öz şefkatlerinin arttığı ortaya koyulmuştur (Shapiro, et.
al., 2007). Benzer şekilde diğer bir çalışmada da öz şefkatin önemli bir bileşeni
olarak bilinçli farkındalık üzerine temellendirilmiş 6 haftalık grup çalışmasının
ruh sağlığı meslek elemanlarının stresini önemli düzeyde azalttığı, bilinçli far-
kındalığını ve öz şefkatini arttırdığı ortaya koyulmuştur. (Newsome, Waldo, &
Gruszka, 2012).
Sonuç olarak araştırmalar hem profesyonel olarak mesleki faaliyetlerin
sürdürülmesi, hem de mesleki eğitim sürecinde öz şefkat becerisi geliştirmenin
gerekli ve işlevsel olduğunu ortaya koymaktadır (Bohlinger, et. al. 2014). Diğer
bir deyişle ruh sağlığı meslek elemanlarının öz şefkatini geliştirme yoluyla iyi
oluşlarını artırıp işle ilişkili stres durumlarını azaltmanın mümkün olduğu gö-
rülmektedir (Patsiopoulos & Buchanan, 2011). Ayrıca araştırmalar ruh sağlığı
meslek elemanlarının öz bakım becerisi kazanması yoluyla öz şefkatlerinin
geliştirilebileceğini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda öz bakımın ruh sağlığı
meslek elemanlarının öz farkındalık, öz düzenleme, başa çıkma ve kendi ihti-
yaçlarıyla diğerlerininki arasında denge sağlamayı kapsayan içereği (Shapiro,
et. al, 2007) göz önünde bulundurulduğunda öz bakım becerileri geliştirme yo-
luyla bu bireylerin öz şefkatinin arttırılması oldukça işlevsel görülmektedir.
Öyle ki öz şefkatin kişinin kendini ağır eleştiride bulunmaksızın yaşadığı olum-
lu ya da olumsuz deneyimlerini insan olmanın doğal bir parçası olarak görmesi,
bilinçli farkındalık durumunda olup her türlü duygusuna yer açıp anda olması
ve kendine nezaket göstermesine yönelik bileşenleri öz bakımı becerisi geliş-
tirmesi ile de yakından ilişkilidir (Bohlinger, et. al, 2014; Neff, 2003a). Özetle
kişi, ister ruh sağlığı alanında uzman olunsun isterse bu alanda eğitim sürecinde
bulunulsun öz şefkatlerini çeşitli şekillerde geliştirme yoluyla bu bireylerin
kendileriyle ilgili dinamiklerle baş etmelerini sağlamanın daha sağlıklı yardım
hizmeti sunmalarının önündeki engelleri azaltmada işlevsel olabileceği söylene-
bilir.

239
Pozitif Psikoloji

SONUÇ
Öz şefkat, kişinin yaşadığı olumsuz deneyimlere rağmen kendine karşı ağır
eleştiride bulunmayarak kabul edici olması, kendisine sevgi ve nezaket göstere-
rek tüm duygularına kendinde bir yer açması ve anda olmasını içermektedir. Bu
yönleriyle de öz şefkat kişilerin olumsuz yaşam deneyimlerini insan olmanın bir
parçası olarak görmesi anlamına gelen ortak paydaşım, öz nezaket ve bilinçli
farkındalık bileşenlerinden oluşmaktadır.
Öz şefkatin kişinin kendi içsel süreçleriyle ilişkili bir yönü olmasıyla bir-
likte kişiler arası ilişkileri düzenlemeye olan katkısı itibarıyla kişinin kendisiyle
ve diğerleriyle olan temasını etkileyen önemli bir işlevi bulunmaktadır. Nitekim
yaşanan birçok olumsuz psikolojik sorunun öz şefkat eksikliğiyle olumsuz iliş-
kisi ya da olumlu birçok psikolojik özelliğin öz şefkatle doğrusal ilişkisi, psiko-
lojik sağlığın korunmasında öz şefkatin aracılığını göstermektedir. Dolayısıyla
kavramın ayrıntılı olarak üzerinde durulmasının Batı toplumlarında yaklaşık on
beş yıllık bir geçmişi olsa da bu kısa sürede öz şefkat üzerine çok sayıda araş-
tırma gerçekleştirilmiş, çok çeşitli uygulama alanında öz şefkatin yansımaları
olmuştur. Özellikle ruh sağlığı alanında hem psikoterapi süreçlerinde yer alan
danışanların hem de bu süreçleri yürüten ruh sağlığı elemanlarının öz şefkatleri-
nin geliştirilmesi yoluyla psikolojik sağlıklarının gelişimi söz konusudur. Dola-
yısıyla öz şefkatin geliştirilebilir olma özelliği de göz önünde bulundurulduğun-
da bu özelliği geliştirmenin psikolojik sağlık üzerine atılacak önemli bir adım
olduğunu dikkate almakta yarar vardır.

KAYNAKLAR
Akın, A. (2010). Self-compassion and loneliness. International Online Journal of Edu-
cational Sciences, 2(3), 702-718.
Allen, A. B., & Leary, M. R. (2010). Self‐Compassion, stress, and coping. Social and
personality psychology compass, 4(2), 107-118. doi:10.1111/j.1751-9004.
2009.00246.x
Barnard, L. K., & Curry, J. F. (2011). Self-compassion: Conceptualizations, correlates,
& interventions. Review of general psychology, 15(4), 289-303. doi:10.
1037/a0025754
Barry, C. T., & Kauten, R. L. (2014). Nonpathological and pathological narcissism:
Which self-reported characteristics are most problematic in adolescents?. Journal
of Personality Assessment, 96(2), 212-219. doi:10.1080/00223891.2013.830264
Bayir, A., & Lomas, T. (2016). Difficulties generating self-compassion: An interpretati-
ve phenomenological analysis. The Journal of Happiness and Well-Being, 4(1),
15-33.

240
Öz Şefkat

Birnie, K., Speca, M., and Carlson, L. E. (2010). Exploring self‐compassion and em-
pathy in the context of mindfulness‐based stress reduction (MBSR). Stress and
Health, 26(5), 359-371. doi:10.1002/smi.1305
Bohlinger, A. I., Wahlig, J. L., and Tradeau-Hern, S. (2014). Teaching self-compassion
to decrease performance anxiety in clinicians. In R. A. Bean, S. D. Davis, and M.
P. Davey (Eds.), Increasing competence and self-awareness (pp. 61-73). New Jer-
sey: Wiley & Sons, Inc.
Breines, J. G., Thoma, M. V., Gianferante, D., Hanlin, L., Chen, X., and Rohleder, N.
(2014). Self-compassion as a predictor of interleukin-6 response to acute psycho-
social stress. Brain, behavior, and immunity, 37, 109-114. doi:10.10
16/j.bbi.2013.11.006
Dahm, K. A., Meyer, E. C., Neff, K. D., Kimbrel, N. A., Gulliver, S. B., and Morissette,
S. B. (2015). Mindfulness, self‐compassion, posttraumatic stress disorder symp-
toms, and functional disability in US Iraq and Afghanistan war veterans. Journal
of traumatic stress, 28(5), 460-464. doi:10.1002/jts.22045
Davidson, R. J. & Harrington, A. (2002). Visions of compassion: Western scientists and
Tibetan Buddhists examine human nature. New York: Oxford University Press.
Edwards, M., Adams, E. M., Waldo, M., Hadfield, O. D., and Biegel, G. M. (2014).
Effects of a mindfulness group on Latino adolescent students: Examining levels of
perceived stress, mindfulness, self-compassion, and psychological symptoms. The
Journal for Specialists in Group Work, 39(2), 145-163. doi:10.1080/01933
922.2014.891683
Figley, C. R. (2002). Compassion fatigue: Psychotherapists' chronic lack of self care.
Journal of clinical psychology, 58(11), 1433-1441. doi.org/10.1002/jclp.10090
Finlay-Jones, A. L., Rees, C. S., and Kane, R. T. (2015). Self-compassion, emotion
regulation and stress among Australian psychologists: Testing an emotion regula-
tion model of self-compassion using structural equation modeling. PloS one,
10(7), e0133481. doi:10.1371/journal.pone.0133481
Gilbert, P. (2005). Compassion and cruelty: A biopsychosocial approach. In P. Gilbert
(Ed.), Compassion: Conceptualizations, research and use in psychotherapy (pp. 9-
74). London: Routledge.
Gilbert, P. (2009) The nature and basis for compassion focused therapy. Hellenic Jour-
nal of Psychology, 6, 273-291.
Gilbert, P., & Procter, S. (2006). Compassionate mind training for people with high
shame and self‐criticism: Overview and pilot study of a group therapy approach.
Clinical Psychology & Psychotherapy: An International Journal of Theory &
Practice, 13(6), 353-379. doi: 10.1002/cpp.507
Harris, R. (2017). Gerçeğin tokadı [The reality slap] (K. F. Yavuz, Trans. Ed.). İstanbul:
Litera Publication.
Heffernan, M., Quinn Griffin, M. T., McNulty, S. R., and Fitzpatrick, J. J. (2010). Self‐
compassion and emotional intelligence in nurses. International journal of nursing
practice, 16(4), 366-373. doi:10.1111/j.1440-172X.2010.01853.x

241
Pozitif Psikoloji

Hoofmann, S. G., Grossman, P., and Hinton, D. E. (2011). Loving-kindness and com-
passion meditation: Potential for psychological interventions. Clinical Psychology
Review, 31(7), 1126-1132. doi:10.1016/j.cpr.2011.07.003.
Kemper, K. J., Mo, X., and Khayat, R. (2015). Are mindfulness and self-compassion
associated with sleep and resilience in health professionals?. The Journal of Alter-
native and Complementary Medicine, 21(8), 496-503. doi:10.1089/acm.2014.0281
Killian, K. D. (2008). Helping till it hurts? A multimethod study of compassion fatigue,
burnout, and self-care in clinicians working with trauma survivors. Traumatology,
14(2), 32-44. doi:10.1177/1534765608319083
Korkmaz, B. (2018). Öz-duyarlık: Psikolojik belirtiler ile ilişkisi ve psikoterapide kulla-
nımı. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 10(1), 40-58. doi:10.18863/pgy.336489
McCain, J. L., Borg, Z. G., Rothenberg, A. H., Churillo, K. M., Weiler, P., and Camp-
bell, W. K. (2016). Personality and selfies: Narcissism and the dark triad. Compu-
ters in Human Behavior, 64, 126-133. doi:10.1016/j.chb.2016.06.050
McWhirter. J. J., McWhirter, B. T., McWhirter, E. H., and McWhirter, R. J. (2004). At
risk youth: A comprehensive response (3th. Ed.). Canada: Thomson Learning.
Neff, K. (2003a) The development and validation of a scale to measure self-
compassion. Self Identity, 2, 223-250. doi:10.1080/15298860309027
Neff, K. (2003b). Self-compassion: An alternative conceptualization of a healtht attitude
toward oneself. Self and Identity, 2, 85–101. doi:10.1080/15298860309032
Neff, K. (2004). Self- compassion and psychological well- being. Constructivist in the
Human Sciences, 9(2), 27-37.
Neff, K. (2019). Self-compassion publications sorted by area of study. Access from the
web of Self compassion: https://self-compassion.org/the-research/
Neff, K. D, & Knox, M. C, (2017). Self-Compassion. In V. Zeigler-Hill and T. Shackel-
ford (Eds.), Encyclopedia of Personality and Individual Differences (pp.1-8). New
York: Springer.
Neff, K. D., & Costigan, A. P. (2014). Self-compassion, wellbeing, and happiness.
Psychologie in Österreich, 114-117.
Neff, K. D., et al. (2018). The forest and the trees: Examining the association of self-
compassion and its positive and negative components with psychological functio-
ning. Self and Identity, 17(6), 627-645. doi:10.1080/15298868.2018.1436587
Neff, K. D., Kirkpatrick, K., and Rude, S. S. (2007). Self-compassion and its link to
adaptive psychological functioning. Journal of Research in Personality, 41, 139-
154. doi:10.1016/j.jrp.2006.03.004
Neff, K., & Tirch, D. (2013). Self-compassion and ACT. In T. B. Kashdan, J. Ciarrochi
(Eds.), Mindfulness, acceptance, and positive psychology: The seven foundations
of well-being (pp. 78-106). Oakland, CA US: Context Press/New Harbinger Publi-
cations.
Newsome, S., Waldo, M., & Gruszka, C. (2012). Mindfulness group work: Preventing
stress and increasing self-compassion among helping professionals in training. The

242
Öz Şefkat

Journal for Specialists in Group Work, 37(4), 297-311. doi:10.1080/0


1933922.2012.690832
Park, Y. C., & Pyszczynski, T. (2019). Reducing defensive responses to thoughts of
death: Meditation, mindfulness, and Buddhism. Journal of personality and social
psychology, 116(1), 101-118). doi:10.1037/pspp0000163
Patsiopoulos, A. T., & Buchanan, M. J. (2011). The practice of self-compassion in co-
unseling: A narrative inquiry. Professional Psychology: Research and Practice,
42(4), 301-307. doi:10.1037/a0024482
Shapiro, S. L., Brown, K. W., & Biegel, G. M. (2007). Teaching self-care to caregivers:
Effects of mindfulness-based stress reduction on the mental health of therapists in
training. Training and education in professional psychology, 1(2), 105.
doi:10.1037/1931-3918.1.2.105
Sirois, F. M., Molnar, D. S., & Hirsch, J. K. (2015). Self-compassion, stress, and coping
in the context of chronic illness. Self and Identity, 14(3), 334-347.
doi:10.1080/15298868.2014.996249
Soysa C. K., & Wilcomb, C. J. (2015). Mindfulness, self-compassion, self-efficacy, and
gender as predictors of depression, anxiety, stress, and well-being. Mindfulness,
6(2), 217-226.
Werner, K. H., Jazaieri, H., Goldin, P. R., Ziv, M., Heimberg, R. G., & Gross, J. J.
(2012). Self-compassion and social anxiety disorder. Anxiety, Stress & Coping,
25(5), 543-558. doi:10.1080/10615806.2011.608842
Yarnell, L. M., Neff, K. D., Davidson, O. A., and Mullarkey, M. (2018). Gender diffe-
rences in self-compassion: examining the role of gender role orientation. Mindful-
ness, 1-17. doi:10.1007/s12671-018-1066-1

OKUMA LİSTESİ
Harris, R. (2017). Gerçeğin tokadı [The reality slap] (K. F. Yavuz, Trans. Ed.). İstan-
bul: Litera Publication.
Germer, C. K. (2018). Özşefkatli farkındalık [The mindful path to self-compassion] (H.
Ünlü Haktanır, Trans.). İstanbul: Diyojen Publication.
Germer, C. K., & Neff, C. (2019). Özşefkatli farkındalık: Uygulama rehberi [The mind-
full self-compassion workbook] (F. Tarımtay, Trans.). İstanbul: Diyojen Publica-
tion.
Gilbert, P (Ed., 2005), Compassion: Conceptualizations, research and use in psychothe-
rapy. London: Routledge.
Davidson, R. J. & Harrington, A. (2002). Visions of compassion: Western scientists and
Tibetan Buddhists examine human nature. New York: Oxford University Press.

243
12 Bu bölümü okuduğunuzda
POZİTİF PSİKOLOJİDE
MOTİVASYON

Umut Kermen

1. Motivasyonun tanımını,
2. Motivasyon içeren davranışların kaynaklarını,
3. Çeşitli psikoloji akımlarının motivasyon hakkındaki görüşlerini,
4. İçsel ve dışsal motivasyon ayrımını,
5. Öz-belirleme kuramında motivasyonu açıklamak için kullanılan altı mini teo-
riyi,
6. Özerklik, yeterlik ve ilişkili olma ihtiyaçlarını ve motivasyon ile bağlantıları-
nı,
7. Motive olmama, içsel ve dışsal motivasyon hakkında pozitif psikolojinin
görüşlerini,
8. Motivasyonun çeşitli alanlarda uygulanışını öğreneceksiniz.

1. MOTİVASYONA YÖNELİK TEMEL


KAVRAMLAR
Motivasyon genel anlamda bir insanın davranışlarının, isteklerinin ve
amaçlarının nedeni olarak tanımlanmaktadır. Dürtü/güdü kavramından yola
çıkılarak bir ihtiyacın doyurulması sonucunda ortaya çıkan rahatlama da moti-
vasyon olarak görülebilmektedir. Motivasyona kaynaklık eden, davranışın orta-
ya çıkmasında rol oynayan değişkenler çevresel, kişinin yaşam tarzına bağlı
sebepler, kültür ve biyolojik donanım olabilmektedir (Gottfried, 2009). Bu se-
bepler Franken (2006) tarafından ihtiyaç ve davranış başlıkları altında detaylan-
dırılmıştır:

245
Pozitif Psikoloji

İhtiyaç Sıra Motivasyon Kaynakları


1 Doğuştan ya da öğrenme sonucu ortaya çıkan davranışlar
Davranışsal Hoşa giden sonuca, ödüle ulaşma/ olumsuz sonuçtan
2
kaçınma
1 Olumlu modelleri taklit etme
Sosyal 2 Etkili sosyal beceriler edinme
3 Bir grup ya da topluluğun parçası olmayı isteme
1 Dürtüde artma ya da azalma
2 Tatma, koklama, dokuma gibi duyulardaki uyarım
Biyolojik
3 Açlığın, susuzluğun artması ya da azalması
4 Dengeyi, homeostasisi koruma isteği
İlgi çeken ya da tehlikeli bir durum üzerinde dikkati
1
toplamayı isteme
2 Bir duruma karşı anlam geliştirme
Bilişsel 3 Bir durumdaki belirsizliği ortadan kaldırmayı isteme
4 Problemi çözme ya da bir çözüm üretme
5 Yeni bir şeyler üretme
6 Bir durumdaki riski ortadan kaldırmayı isteme
1 Duygusal uyumsuzluğu azaltma
2 İyi hissetmeyi isteme
3 Kötü hissetmeyi engelleme
Duygusal
4 Benlik saygısını arttırmak isteme
5 Kendini güvende hissetmek için davranma
6 İyimserlik ve heyecan hissetmek için davranma
1 Kendi seçtiği hedefin peşinde gitme
2 Kişisel hedeflere ulaşmaya çalışma
3 Öz-yeterlik geliştirmeye çalışma
Çaba ile İlgili Diğer insanların kendi üzerindeki kontrolünü azaltmaya
4
İhtiyaçlar çalışma
5 Hayatının kontrolü sağlamaya çalışma
Hedeflerine ulaşmada engelleri ortadan kaldırmaya
6
çalışma
1 Yaşamının anlamını bulmaya çalışma
Manevi
2 Kendisi için belirlediği yüksek amaçlara ulaşma
Franken 2006

Kaynaklık eden değişkenler ve ihtiyaçlar sebebiyle motivasyon, genel ola-


rak ikiye ayrılmakta, içsel ve dışsal motivasyon olarak adlandırılmaktadır. Yani
insanın davranışının sebebi, durumdan ya da kendi dışındaki olaylardan veya
kendi beklentilerinden, isteklerinden, ihtiyaçlarından kaynaklanabilmektedir.
Tanımlarına bakacak olursak içsel motivasyon, davranışın kişi için bir değer
taşıdığı için yapılmasıdır. Dışsal ödül davranışın yapılması ve sürdürülmesi için
bir gereklilik değildir; davranışın kendisi kişi için bir ödüldür. İçsel motivasyo-

246
Pozitif Psikolojide Motivasyon

nun kullanılmasındaki amaç, insanların becerilerini ve kapasitelerini geliştirme


isteğidir. İçsel motivasyonu kullanan kişi, yaptığı davranışın kontrolünün ken-
dinde olduğunu, isteği amaca ulaşmak için yeterli becerisinin olduğunu, bir
konuda kendini geliştirmek istediğini düşünmektedir (Hagger, Koch ve Chatzi-
sarantis, 2015). İçsel motivasyonun olumlu yönleri öğrenmeyi teşvik etmesi,
ödül ve ceza kavramının olmaması, performans, yaratıcılık ve ilgide olumlu
sonuçlar ortaya çıkarması, kişinin becerilerini ve karar alma becerilerini geniş-
letmesi olarak verilebilir. İçsel motivasyonun dezavantajlı yönleri de bulunakta-
dır. Kişinin ilgisi ve yeteneğini eşleştirmede zorluk yaşayabilmesi ve içsel ola-
rak motive olmanın uzun süreli hazırlık gerektirmesi dezavantajlarıdır. Dışsal
motivasyon ise davranışın kişinin kendi dışından kaynaklanan bir neden ile
başlaması, kişinin ödüle ulaşma çabasının ya da olumsuz sonuçtan kaçınma
çabasının olması olarak tanımlanmaktadır. Daha fazla gelir elde etmeyi istemek,
rekabetçilik dışsal motivasyona örnek olarak gösterilebilir. Avantajlı yönü kişi-
nin bir amaç doğrultusunda çok hızlı motive olabilmesi; dezavantajlı yönü ise
motivasyonun uzun süre sürdürülememesi ve ödül olmadan motivasyonun orta-
ya çıkmamasıdır (Ryan ve Deci, 2000).
Motivasyonun tanımı, içsel ve dışsal motivasyonun birbirinden ayrılma-
sından sonra oraya konan motivasyon teorilerini bir tablo olarak vermek yararlı
olacaktır.

Teori Motivasyon Hakkında Genel Görüşü


İnsanın tüm davranışları içsel ve biyolojik kaynaklıdır.
Yaşam ve ölüm içgüdüleri insanın davranışlarına yön
verir. Fakat daha sonraki analistler kişiler arası ve sosyal
Psikanaliz
ilişkilerin, kişinin kendi gücünün insanın davranışlarına
yön vermede önemli olduğu görüşünü getirmişlerdir
(Lachmann, Fosshage ve Lichtenberg, 2011).

Klasik koşullama ve uyarıcı-tepki ilişkisi davranışı yap-


maya yönelten sebeptir. Edimsel koşullamada ise davra-
Davranışçı Yaklaşım
nışın sonucu önemlidir. Olumlu durumu getiren davranı-
şın yapılma sıklığı artar (Latham, 2012).

Bilişsel yaklaşımda motivasyona açıklama getiren birçok


kuram bulunur fakat kuramlar bilişsel bilgi işleme süreç-
lerine dayanır. İnsanların davranışlarını organize etmek
Bilişsel Yaklaşım
için kullandıkları düşünce, duygu, davranış ve planlarının
kategorize edilmesi ve etiketlenmesi ile ilgilenir. İsten-
meyen davranışı azaltmak, kişinin yeterliğini arttırmak

247
Pozitif Psikoloji

için içsel kontrol geliştirmeye çalışılır. Kişinin kendi


bilgi işleme süreçlerinden yararlanılır (Weiner, 2013).

Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi, hümanistik piskolojinin


insan davranışlarının nasıl yönlendiğini açıkladığı
ihtiyaçlara dayalı bir teoridir. Biyolojik ihtiyaçlar, güven-
lik, ait olma-sevgi, saygı, bilme-anlama, estetik ihtiyaç-
Hümanistik Yaklaşım lar, kendini gerçekleştirme birbirleri ile ilişkili ve insan
davranışını yönlendiren süreçledir. Ek olarak Alderfer'in
büyüme, ilişkili olma ve var olma şeklinde tanımladığı
üç ihtiyaç ile motivasyon sürecini açıkladığı teorisi de
bulunmaktadır (Miner, 2008).

Diğer insanları gözlemleyerek öğrenme, davranışın


Sosyal Öğrenme Yaklaşımı
motive edicisidir (Miner, 2008).
Sosyal öğrenme kuramı başlı başına bir öğrenme ve
motivasyon kuramıdır. Davranışlar, çevre ve kişinin
yeterlikleri sürekli bir etkilişim içindedir, birbirlerini
Sosyal Bilişsel Yaklaşım karşılıklı olarak etkilerler. Kişinin bilgileri, duyguları ve
bilişsel gelişimi ile birlikte öz-yeterlik ve öz-düzenleme
kavramları ile motivasyonel süreçler açıklanır (Bandura,
1991).
Transpersonel ya da manevi yaklaşımlarda motivasyon
içerikli davranışlar, yaşamın anlamı ya da en yüksek
Transpersonel-Manevi
amaç bağlamında incelenir. Victor Frankl, William
Yaklaşımlar
James, Carl Jung, Ken Wilber, Gordon Allport
temsilcileridir (Emmons, 1999).
Öz-belirleme yaklaşımında motivasyon özerklik, yeterlik
ve ilişkili olma ihtiyaçları ile birlikte altı mini teori için-
Pozitif Psikoloji de incelenir. Hümanistik yaklaşımlara benzer, ihtiyaç
tanımı yapılmış, içerik teorilerinden biridir (Weinstein,
2014).

2. POZİTİF PSİKOLOJİDE MOTİVASYON


Kuramların genel görüşlerini verdikten sonra pozitif psikolojinin motivas-
yona yönelik genel görüşlerini vermek yararlı olacaktır. Öz-belirleme kuramı
pozitif psikoloji içinde yer alan, insan gelişimin inceleyen, psikoterapi modeli
sunan ve motivasyon yaklaşımı içeren bir kuramdır. Kuramda insanları motive
olmaya götüren yapılar, temel psikolojik ihtiyaçlar olarak adlandırılmıştır.

248
Pozitif Psikolojide Motivasyon

Özerklik, yeterlik ve ilişkili olma temel psikolojik ihtiyaçlardır. İhtiyaçlar, kişi-


nin yaşadığı çevre içinde doyurulur. Yani çevre, ihtiyaçlar ve motivasyon iç
içedir. Çevresi içinde ihtiyaçlarını doyuran kişinin kendi davranışlarını kendinin
seçeceği, yani öz belirleyici olacağı ve psikolojik olarak sağlıklı olacağı varsa-
yılır. Motivasyonu temel psikolojik ihtiyaçların doyurulma süreci ile birlikte altı
küçük teorisi ile açıklar. Bu küçük teoriler Bilişsel Değerlendirme Kuramı, Or-
ganizmik Bütünleşme Kuramı, Nedensellik Yönelimi Kuramı, Hedef-İçerik
Kuramı, Temel Psikolojik İhtiyaçlar ve İlişkilerde Motivasyon kuramlarıdır
(Ryan ve Deci, 2017).
Bilişsel değerlendirme kuramında, içsel motivasyonun oluşumu sosyal
bağlamlarda incelenir. Sosyal bağlamlar içindeki iletişim, ödül, kişinin yapacağı
işte kendinin yeterliğini değerlendirmesi içsel motivasyona etki etmektedir.
Yeterlik ihtiyacının sosyal ortamda doyumu içsel motivasyonu arttırmaktadır.
İçsel motivasyonu arttıran diğer koşullar ise kişinin kendini özerk bir kişi olarak
görmesi ve özerkliğini davranışlarına yansıtması, davranışlarının nedenlerini
dışsal sebepler yerine içsel sebeplerle açıklamasıdır. Kurama göre yeterlik ve
özerklik ihtiyacının doyumu içsel motivasyonu getirmektedir İnsanlar kontrol
edildikleri ortamda değil, kendi yeterliklerini gösterdikleri, özerk olarak davra-
nışlarını seçtikleri ortamlarda içsel olarak motivedir (Ryan ve Deci, 2000).
Organizmik bütünleşme kuramında ise özerklik ihtiyacının karşılanama-
ması ile dışsal motivasyonun nasıl oluştuğu incelenir. Kişi kendi davranışını
kendi seçemediğinde ya da belirleyemediğinde özerk olamaz. Çünkü davranışın
amaçları, neden davranım gösterileceğine yönelik düşünceler kendi tarafından
oluşturulmamıştır. Özerk olamayan kişi içsel olarak değil, dışsal olarak motive
olmaktadır. Kuramda, özerkliğin miktarına göre dört farklı dışsal motivasyon
türü tanımlanmıştır. Özerliğin en az olduğu durum dışsal düzenlemedir. Davra-
nış ödül için yapılır ve amaçlar dıştan kaynaklanır. İçe yöneltilmiş dışsal moti-
vasyon türünde ise özerkliğini az miktarda kullanır fakat, davranışının tamamını
kendisi düzenlemez. Bu motivasyon türünde kişiler öz saygılarını sürdürmek
için davranımda bulunurlar. Özdeşleşme ile dışsal olarak motive olmada özerli-
ğin kullanımı artar. Davranış amaca yöneliktir ve kişi tarafından seçilme duru-
mu artmıştır. Yapılan davranış kişi için bir anlama sahiptir. Son tür ise içsel
düzenlemedir. Özerkliğin en fazla olduğu motivasyon türüdür. İçsel motivas-
yonla bazı açılardan benzerdir. Davranış kişinin düşünce ve değerlendirmeleri-
ne, ihtiyaçlarına göre düzenlenir. Davranışa yönelik yapılma isteğinin az olması,
kişinin beğenisine göre seçilmemiş olması, dışsal ögeler içermesi nedeniyle

249
Pozitif Psikoloji

içsel motivasyondan farklılaşmaktadır. Bu özellikleri nedeniyle dışsal motivas-


yonun bir türü olarak kabul edilir (Ryan ve Deci, 2000a).
Nedensellik yönelimi kuramında davranışlar motivasyonel süreçleri ile in-
celenir. İçsel motivasyonun oluşumunda özerklik ve yeterlik ihtiyacının doyu-
rulmasının rolüne odaklanır. İçsel motivasyonun ise davranış seçimlerindeki
etkisine bakılır. İçsel motivasyona sahip davranışlara, ihtiyaçların sebep olduğu
açıklanır. Özerklik ve yeterlik ihtiyaçlarını doyurarak içsel motive olan kişiler
davranışlarında sorumluluk almakta, ilgisini çeken etkinliklere katılabilmekte ve
girişken kişilik yapısında olmaktadır. Zaman kullanımı konusunda sorun yaşa-
mamakta, sosyal baskının davranışlarını etkilemesine izin vermemektedir. Ken-
dini başarılı bir insan olarak görür, başarılarını tesadüf ve şans ile açıklamaz.
Kişi, davranışları üzerinde kontrolünün olduğunu bildiği için kaygı ve yetersiz-
lik hissetmez (Mledanovic, 2010).
Hedef içerik kuramında içsel ve dışsal amaçların, temel psikolojik ihtiyaç-
ların doyumuna, iyi oluşa ve motivasyona etkisine bakılır. Öz-belirleme kura-
mında içsel amaçlar sağlık, kendini geliştirme isteği, insanlarla yakın ilişki ku-
rabilme; dışsal amaçlar prestij sahibi olma, maddi kazanç elde etme olabilmek-
tedir. İçsel amaçlar iyi oluş, içsel motivasyon ve özerklik-yeterlik-ilişkili olma
ihtiyaçlarının doyumu ile alakalıdır. Fakat dışsal amaçlar iyi oluş ve ihtiyaç
doyumuyla ilişkisiz, dışsal motivasyon ile ilişkilidir. Kişi dışsal amaçlarını elde
etse de iyi oluşa sahip olamayabilir (Niemiec, Ryan ve Deci, 2009). İçsel ve
dışsal amaçların oluşum süreci ise kültürden ya da kişinin ihtiyaç doyumunu
destekleyen veya desteklemeyen çevresinden etkilenir. Eğer kişinin kültürü ve
çevresi, ihtiyaçların doyumunu destekliyorsa içsel amaçlar oluşur. Eğer kültür
ve çevre temel psikolojik ihtiyaçların doyumunu desteklemiyorsa kişi dışsal
amaçlara yönelir. Dışsal amaçlara yönelen kişi dışsal motivasyona sahip olur;
dışsal amaçları, ihtiyaçlarını doyuramamaktan dolayı ortaya çıkan kaygıyı ve
gerginliği aşmak için kullanır (Vansteenkiste, Niemiec ve Soenens, 2010).
İlişkisel motivasyon teorisi, ilişkili olma ihtiyacının başlı başına motivas-
yon bağlamında incelenmesidir. Bu kuramda kişinin kendi ile ilişkisi, romantik
ilişkileri, arkadaşlık ilişkileri, işçi-işveren ilişkisi, öğrenci-öğretmen ilişkileri
gibi durumlar motivasyonel olarak incelenir. Kişinin yeterliğini sosyal bağlam-
da ortaya koymaya ve iç dünyası ile bağlantı kurmasına izin veren ilişkilerin,
tamamen işlevsel olmaya ve iyi oluşa yol açacağı düşünülür. İlişkili olma ile
bağlantılı motivasyon, destekleyici sosyal bağlamda, içsel motivasyonu, açıklı-
ğı, saydamlığı, kendine ve diğer insanlara güveni, düşük stresi getir (Ryan ve
Deci, 2017).

250
Pozitif Psikolojide Motivasyon

Temel psikolojik ihtiyaçlar kuramı özerklik, yeterlik ve ilişkili olma ihti-


yaçlarının doyurulma süreçlerini inceleyen kuramdır. Temel psikolojik ihtiyaç-
lar doğuştan getirilir, sonradan öğrenilmez, psikolojik gelişim ve iyi oluş için
temeldir. Ayrıca üç temel ihtiyaç dünyadaki tüm insanlar için geçerlidir, evren-
seldir. Zaman içinde, kültürlere ve cinsiyete göre değişmezdir (Chirkov, Ryan,
Kim ve Kaplan, 2003). Motive olmak, ihtiyaçlarını doyurmak için insanlar aktif
varlıklardır. Aktif olma eğilimi, insanın gelişimine yol açar fakat kendi kendine
ortaya çıkmaz. Temel psikolojik ihtiyaçlara bağlı aktif olma eğiliminin, motive
olma ve ihtiyaçlarını doyurma davranışlarını getirmesi için destekleyici çevre
gereklidir. Bu nedenle motive olma davranışı, insanın sosyal çevresi içinde in-
celenir. Sosyal çevre incelenirken bireysel farklılıklara da dikkat edilir. Temel
psikolojik ihtiyaçlarını desteleyici çevresi içersinde doyuran ve motive olan
kişiler, psikolojik ve fizyolojik açıdan sağlıklı olmaktadır (Rocchi, Pelletier,
Cheung, Baxter ve Beaudry, 2017). Bu gerekçelerle üç temel psikolojik ihtiyaç
olan ve pozitif psikolojinin motivasyona bakışının temelinde yer alan özerklik,
yeterlik ve ilişkili olmanın ayrıntılı olarak açıklanması önemli görülmektedir.
Özerklik ifadesi öz (auto) ve erk (nomous) kelimelerinin birleşiminden
oluşur. Kendini düzenleyebilme, kendini yönetebilme anlamını taşır. Özerkliğin
psikolojik içeriğini psikoloji literatüründe Murray, Bandura ve Öz-belirlerme
kuramı incelemiştir. Murray'a göre özerlik insanın kendi yolunu çizebilmesi için
gereklidir ve ihtiyaç olarak tanımlanmıştır. Bandura ise özerkliği öz-yeterlik
içinde incelemeyi tercih etmiştir. Bandura'nın açıklamasında özerkliğin, moti-
vasyon ile iç içe bir süreç olduğu görülür. Özerkliği insanın hangi davranışları
başlatacağı, bu davranışlar için ne kadar çaba harcayacağı şeklinde tanımlamış-
tır. Öz-belirleme kuramında ise kişinin kendi davranışlarını kendi seçebilmesi
olarak görülmektedir. Özerk davranabilmenin üç unsuru vardır. Davranışı yap-
ma kararı alabilme, davranışını başlatmada bağımsızlık ve davranışını özgür
olarak seçebilmek üç unsurdur. Üç unsurla birlikte motivasyonel davranışlar
ortaya çıkar. Bu davranışlara örnek içsel motivasyonel davranışlar, davranışları-
nın tamamını kabul etme, davranışlarını onaylama, davranışlarını sonuçlarını
kabul etme olabilir. Bu kriterlere göre davranabilen kişi yaşamında aktiftir, ka-
rarlarını kendi verebilir (Deci ve Ryan, 2008).
Özerklik ihtiyacının üçlü bir yapısı vardır. Davranışsal, duygusal ve değer-
sel özerlik, özerlik ihtiyacının üç bölümüdür. Davranış özerkliğinde kişinin
karar verme biçimi ve seçtiği davranışlar incelenir. Neyi, nasıl seçtiği, nasıl
davrandığı, davranışı nasıl sürdürdüğü üzerinde durulur. Duygusal özerklikte
kişinin çevresiyle ve ailesi ile olan bağları incelenir. Çevre ve aile ile yakınlık-

251
Pozitif Psikoloji

uzaklık durumu ve bu yakınlığın kişinin kendi ayakları üzerinde durmasına


nasıl etki ettiği üzerinde durulur. Kişinin çevresi ve ailesi ile duygusal bağları-
nın olması, aile ve çevresi tarafından destekleneceği, davranışlarını seçerken
daha özgür ve bağımsız olacağı anlamına gelmektedir. Değersel özerklikte kişi-
nin içinde bulunduğu, kültürünü aldığı çevre ile kendi değerlerini bütünleştir-
mesi üzerinde durulur. Üçlü yapı ile birlikte özerlik ihtiyacı bir bütündür. Başı-
na buyruk hareket etme anlamına gelmemekte; davranış, duygu ve değerleri ile
birlikte kendi içinde ve çevresiyle bütün olmayı ifade etmektedir. Bu nedenle
özerklikte bağımlılık ve bağımsızlık kavramlarının birbirinde ayrılması gerekti-
ği görüşü vardır. Bağımlılık, kişinin ihtiyaçlarını karşılarken davranışını kendi
değerleri ile seçememesi sorununu doğurur. Bağımsızlık ise kişini başkalarına
güvenmemesi sonucunda gelişir. Bu nedenle öz-belirleme kuramında, özerkliği
karşılayan kavramlar olarak bağımlılık-bağımsızlık kullanılmaz. Özerkliği yan-
sıtan kavram heteronomidir. Heteronomide kişinin dışındaki koşulların da dav-
ranışı etkileyeceği ve davranışın düzenlenmesinde etkili olacağı görüşü vardır
(Chirkov, 2009).
Yeterlik ihtiyacı ise kişinin çevresini etkileme kapasitesi olarak görülmek-
tedir. Çevreye uyum sağlama, kendini yeterli bir insan olarak görme, hayatında
olan olayları kontrol edebilme de yeterlik ihtiyacının doyurulmasında etkilidir.
Yeterlik ihtiyacının doyurulması ile kişi yaşamdaki amaçlarını gerçekleştirebi-
lir, günlük işlerini yapabilir, yaşam olayları ile baş edebilir. Yeterli olduğunu
gören kişi içten motive olmakta ve kişinin performansı artmaktadır. İçsel olarak
motivasyonu sürdürülebilmesi için hedeflenen davranışı yapmada özerlik ve
yeterlik ihtiyacı birlikte doyurulmalıdır. Eğer kişi hedef davranışı yapmada ken-
dine inanıyor ve güveniyorsa davranışı yapabilecek becerisinin olduğunu düşü-
nüyorsa kendini yeterli görüyordur. Fakat hedef davranış özgürce kendisi seç-
medi ise ya da davranışı kendi başlatmadı ise kendini özerk olarak görmez. Bu
nedenle hedef davranışta içsel motivasyonunu sürdüremez (Radel, Pelletier ve
Sarrazin, 2013).
İlişkili olma ihtiyacında ise başlı başına iki durum bu ihtiyacın doyumunu
sağlayabilir. Kişinin diğer insanlarla bağlantılı olması ve sosyal çevresine kedi-
ni ait hissetmesi gerekli olan kriterlerdir. Doyumunu sosyal bağlamına çok du-
yarlı olduğu bir ihtiyaçtır. Arkadaşlık, kişiler arası ilişkiler, romantik ilişkiler,
diğer insanlara yardım etme ve diğer insanlardan yardım talep etme, sosyal
gruplara üyelik bahsedilen bağlamlar olabilir. İlişkili olma ihtiyacı ile içsel mo-
tive olma arasında bağlantılar bulunmaktadır. İnsanlarla ilişki içinde olma, ilişki
kurulan topluluğa kendini ait hissetme ilişki içinde olunan toplulukların değerle-

252
Pozitif Psikolojide Motivasyon

rini içselleştirmede katkı sağlar. Ryan ve Deci’ye (2000) göre ilgi çekici bir işte
tek başına çalışmak çalışma isteğini azaltabilir. Çünkü ilişkili olma ihtiyacı
yapılan iş üzerinde doyurulmamaktadır. İlişkili olma ihtiyacını, yaptığı iş üze-
rinden doyuran kişinin özerklik ihtiyacı da doyurulmuş olacaktır. Bir örnek ile
açıklamak gerekirse öğrencilerin yeterliklerini, becerilerini arttırmaya çalışan;
öğrencilerinin seçimlerini kendilerinin yapmalarına izin veren, davranışlarını
kendilerinin başlatmasını bekleyen ama davranışlarını soğuk ve iletişimin yo-
ğun olmadığı tarzda gösteren bir öğretmen, öğrencilerinin özerklik ve yeterlikle-
rine yönelik olumlu tepki verirken ilişkili olma ihtiyacının doyumuna katkı sağ-
lamamaktadır. Bu nedenle öğrenciler içsel motivasyona sahip olmakta zorlana-
bileceklerdir.
Bu kısma kadar olan süreçte motivasyonun, psikolojik gelişimin ve iyi olu-
şun ortaya çıkmasında özerklik, yeterlik, ilişki olma ihtiyaçlarının doyurulması-
nın önemi anlatılmıştır. Altı mini teori içinde motivasyonun nasıl konumlandı-
rıldığı verilmiştir. Kuramın içsel ve dışsal motivasyona bakışı, içsel ve dışsal
motivasyona ait davranış örnekleri, davranışın kişi tarafından düzenlenme biçi-
mine dayalı motivasyon biçimlerinin farklılaşması, öz-belirleme kuramında
motivasyonun üçlü yapısı bu bölümde verilecektir.
Kuramda motivasyon genel anlamda üç başlık altında incelenmiştir. Moti-
vasyonun olmaması, içsel motivasyon ve dışsal motivasyon, motivasyon türleri
olarak belirlenmiştir. Motivasyon içerikli davranışın ortaya çıkmasında davranı-
şın düzenlenme tarzı ya da nedensellik odağı, motivasyonel davranışın kaynağı
ve motivasyonu ortaya çıkaran sebep, motivasyonun yokluğu, içsel motivasyon
ve dışsal motivasyonda ayrıntılı olarak incelenmiştir (Ryan ve Deci, 2017).
Motivasyonun olmaması bir davranışın yapılması için kişinin bir değer bu-
lamaması, bir davranışı ya da aktiviteyi yapmak için kendini yeterli bulmaması
ya da o davranışı yapsa da istediği sonuca ulaşamayacağını düşünmesi olarak
tanımlanmaktadır. Motivasyonun olmaması davranışın olumsuz sonuçları ve
olumsuz deneyimlerle ilişkilendirilir. Bir kişinin bir işi zorunlu olarak yapmak
durumunda olduğunda da motivasyondan bahsedilmez. Örnek olarak bir spor-
cunun zorunlu olarak antrenman yapmak durumunda olması, bir öğrencinin
istemediği bir dersinin zorunlu olması verilebilir. Fakat tam tersi, insanlar moti-
vasyon yokluğunda bile özerklik içeren davranışlar gösterebilirler. Bir kişi,
arkadaşları hafta sonu golf oynamaya gitse bile golfün kedisinde bir değer oluş-
turmaması, ilgisini çekmemesi ya da golf oynamak için kendini yetenekli bul-
maması nedeniyle golf oynamayabilir. Bu davranışta motivasyondan bahsedi-
lemez ama kişinin özerk olduğu söylenebilir (Ryan ve Deci, 2014)

253
Pozitif Psikoloji

Bir diğer motivasyon türü dışsal motivasyondur ve kontrol edilen motivas-


yon olarak da adlandırılmaktadır. Dışsal olarak motive olunan davranışta özerk-
lik ihtiyacının karşılanma düzeyi azdır. Gösterilen davranışların, kişinin benli-
ğine ne derece uygun olduğu durumları da dışsal motivasyon ile incelenebilir.
Benliğe uygunluk durumu dışsal motivasyon içerisinde dört durumda incelene-
bilir (Amoura, Berjot, Gillet ve Caruana, 2015). En az özerklik içerenden en çok
özerklik içerene dışsal motivasyon türleri:
Dışsal Düzenleme: Kuramda, bu motivasyon türünün, Davranışçı Kuram'ın
da etkisi ile en çok araştırılan dışsal motivasyon türü olduğu belirtilmiştir. Ek
olarak hatalı biçimde dışsal motivasyonun kendisi olduğu şeklinde açıklanması
eleştirilmiştir. Davranışın cezadan kaçınma, ödüle ulaşma, övgüye ulaşma şek-
linde kişinin kendi dışında bir neden tarafından kontrol edildiği dışsal motivas-
yon türüdür. İtaat etme ve kurallara uymak için davranışlarını düzenleme de
dışsal düzenlemiş davranışlar olarak görülebilir. Kişi içinde bulunduğu duru-
mun ne şekilde sonuçlanacağını bilemez ya da kendini belirsizlik içinde hisse-
derse bu motivasyon türünü kullanarak davranışını seçer. İnsanlar, davranımda
bulunmak için sonucun belirli olmasını bekler. Beklentinin olmaması, kişinin
belirli bir sonuç beklentisi olması, durumun içerdiği belirsizlik dışsal düzenle-
meyi ortaya çıkarır. Bu nedenle seçilen davranış uzun süre sürdürülemez. Dışsal
düzenleme içeren davranışlarda insanlar bir anda harekete geçme eğilimindedir.
Kendilerini harekete geçme zorunluluğunda hissederler. Dışsal motivasyonun
bu türünde insanlar davranışlarını en az yorucu olacak şekilde seçerler. Ayrıca
davranışlarını gösterirken dikkat seviyeleri düşüktür. Seçilen davranışlar içsel-
leştirilmediği ve kısa süreli olması nedeniyle gösterilen performansın kalitesi
düşüktür (Ryan ve Deci, 2017).
İçe Yansıtılmış Düzenleme: Dışsal nedenlerin kişi tarafından içselleştiril-
mesi ve bu durumun kişinin öz güvenini arttırması, suçluluk duygusunun azalt-
mak ya da olası bir başarısızlığın zararlı etkilerini azaltmak için ortaya konan
davranışları meydana getiren motivasyon türüdür. Böyle bir içselleştirme kısmi
ve eksiktir, davranışlar kişi tarafından asimile edilir. Bu nedenle davranış hâlâ
dışsal olarak motive edilmektedir. Kişinin bir şey yapmak durumunda kalması,
harekete geçmesi gerektiği, bir korkusu ile yüzleşmesi gerektiğinde içe yansı-
tılmış düzenleme kullanılır. Olumlu yönden bakıldığında mesela korkusuyla
yüzleşen bir insan kendine daha fazla güvenebilir, kendiyle gurur duyabilir. Bir
öğrenci başarısızlıktan kaçınmak ve çalıştığı için onay almak için çalışıyorsa
kendini iyi hissetmek, olası suçluluk ve utanç duygularından kaçınmak için
çalışıyor olabilir. Bu nedenle dışsal düzenlemeden daha fazla içsel ögeler taşır

254
Pozitif Psikolojide Motivasyon

çünkü kişi davranışını kendi içinde daha fazla yargılamış olacaktır. İçe yansıtma
şeklinde davranış düzenlemelerinin olabileceği durumlar potansiyel utanma ve
suçluluk duygularının ortaya çıkabileceği yerler, kişinin kendini eleştirdiği özel-
likleri için harekete geçme gereksinimi hissettiği yerler, eğitimsel ya da sportif
konularda başarılı olmayı istediği yerler, daha fazla maddi gelir etme isteği,
görünüş olarak daha çekici olmayı isteme gibi durumlar olabilir. Davranışın
yapılma sebebi tamamen içselleştirilmediği için özerklik ihtiyacının doyurulma
düzeyi düşük, yapılan davranışta etkili sonuç alma ihtimali az ve kişi için daha
yorucudur (Liu, Wang ve Ryan, 2015).
Tanımlanmış Düzenleme: Kişinin bazı davranışlarının içe dayandırılmış
olması, kişinin değerlerini yansıtması olarak tanımlanır. Değerler ve davranışı
düzenleme biçimi bilinçlidir. Örnek olarak bir kişi insanlara yardım etmek için
toplumsal çalışmalara katılıyorsa bunu kendi değerleri ile onaylar, yardım için
davranışın sonucunda ödül olup olmamasına bakmaz. Toplum için çalışmaya
kendisi gönüllü olmuştur. Tanımlanmış düzenlemede özerklik ihtiyacının doyu-
rulma düzeyi yüksektir. Yapacağı davranışın algılanan önemine göre hareket
eder. Yine tanımlanmış düzenleme tam bir içselleştirme sayılmaz. Çünkü kişi
yapacağı davranışın önemini kabul eder, kişiliğinin diğer yönleriyle olan bağ-
lantılarını sorgulamayabilir. İçe yansıtılmış düzenlemeden daha fazla istikrar,
kalıcılık ve davranışta işlevsellik barındırır (Ryan ve Deci, 2017).
Entegre Edilmiş Düzenleme: Dışsal motivasyonun son basamağıdır. Dav-
ranışlar kişisel değer ve yargılara uyumlu hâle gelmiştir. Davranış içsel neden-
lerle, bilinçli olarak kendini yansıtarak seçilir. Seçilen davranışta karşılıklı asi-
milasyon durumu vardır. Karşılıklı asimilasyon kişinin temel psikolojik ihtiyaç-
larını doyururken diğer insanların da ihtiyaçlarına dikkat etmesi ve diğerleri ile
bir uyum kurmayı gözetmesidir. Bu nedenle daha önceden var olan değerlerinde
değişimlere gidebilir. Değerlerdeki değişim çevre ile çatışma yaşama olasılığını
azaltır. Böylelikle ihtiyaçlarını doyuran uyumlu insan, otantik deneyimler yaşar.
Dışsal motivasyonun bu türü tamamen özerktir, kişiyi esnek hâle getirir. Çevre-
nin ve diğer insanların değerlerini kendine entegre edebilen kişi kararlı ve olgun
davranışlar sergiler. Kişi bir davranışı seçerken ön yargılarını bir kenara bırakır
(Liu, Wang ve Ryan, 2015).
Dışsal motivasyonun dört türüne bakıldıktan sonra içsel motivasyonu da
açıklamak gerekmektedir. Davranışların hayattan doyum sağlama, haz duyma
için seçildiği, kişinin ne yapacağında son derece belirleyici olduğu motivasyon
türüdür. Bilişsel Değerlendirme ve Temel Psikolojik İhtiyaçlar kuramları içsel
motivasyonun açıklanmasında kullanılan alt kuramlardır. İki kuramda da sosyal

255
Pozitif Psikoloji

bilişsel gelişim her insan için gereklidir ve insanlar yaşamlarındaki yeni durum-
ları deneyimlemektedirler. Yeni deneyim için gerekli olan şartlar kişinin kendini
deneyimlemek için yeterli görmesi, özgür iradesinin bulunması ve sosyal bir
çevredir. Üç ögenin bir arada bulunmasının sonucu gelişimdir. Yani gelişen,
ihtiyaçlarını doyuran insan sağlıklıdır. Psikolojik olarak sağlıklı olmada ve ge-
lişmede içsel motivasyon önemli bir nokta olarak görülmektedir. Kendini özerk
hisseden ve karar alabilen yeterli insan, sosyal çevrede kendini doyuma ulaştır-
mak için davranımda bulunabilir. İçsel motivasyon içeren davranımları insanlar
üç şekilde gösterebilir. Birincisi bir bilgiyi öğrenmek ya da anlamak için insan-
lar içsel olarak motive olabilir. Öğrenme faaliyeti insanda doyumu ve memnu-
niyeti getirir. İkincisi insanlar bir davranışı başarı elde etmek ve yaratıcılığını
sergilemek için gösterebilir. Üçüncüsü ise içsel motivasyonel davranışlar, yeni
bir öğrenmenin başlatılması, organizmanın uyarılması için sergilenebilir (Hae-
rens, Aelterman, Vansteenkiste ve Soenens, 2015).
İçsel motivasyonun gösterilmesindeki üç durum öğrenme, performans ve
yaratıcılık başlıklarında incelenmiştir.
Öğrenme koşullarında ve ortamlarında davranışın gösterilmesinde etkili
olan içsel ve dışsal kontrol ögelerinin öğrenme üzerindeki etkileri incelenmiştir.
Kendi istekleri ve değerleri ile öğrenmeye çalışan öğrenci ve insanların daha
esnek düşündükleri, kavramlar ile gerçekler arasındaki ilişkileri görmeye daha
açık oldukları, derinlemesine ve tam olarak öğrendikleri belirtilmektedir. İçsel
motivasyonun bu getirileri öğrenende akıl yürütme becerisini açığa çıkarmakta-
dır. Akıl yürütmeye dayalı içsel motivasyon davranışları bilgi ve becerisini art-
tırma, artan beceri ve bilgi ile çevresini ve kendisini değiştirmeye çalışma, zor-
lukların üstesinden gelme, enerjik olma olabilmektedir. Dışsal olarak motive
olan öğrenci ya da kişi ise akıl yürütmeyi daha az kullanmakta, kendisine ait
olmayan bir hedefin peşinde koşabilmekte, hedefe ulaşmak için daha katı ve
değişmez yöntemler kullanabilmektedir. Örnek olarak bir grup öğrenciye yapa-
cağı etkinlik için ne yapacaklarını seçtirmek, tasarımı kendilerinin belirlemesini
istemek içsel motivasyonu arttırmaktadır. Ayrıca öğrenciye nota dayalı olarak
bir görev verildiğinde yapılan işin hatırlanma oranı zaman içinde oldukça azal-
maktadır. Öğrencilere ilgileri doğrultusunda not gibi dış kontrol ögesi verilme-
den aynı görev verildiğinde hatırlanma oranı artmakta ve öğrenciler verilen
görevi daha kolay anlamaktadır. Kısacası, öğrencinin kendi değer ve beklentile-
ri ile belirleyici oldukları eğitim ortamlarında düşünme becerisi, anlama kapasi-
tesi, öğrenme performansı, hatırlama oranı artmaktadır (Liu, Wang ve Ryan,
2015).

256
Pozitif Psikolojide Motivasyon

Performans üzerinde içsel motivasyonun etkisi ise birkaç bakış açısı ile in-
celenmiştir. Gösterilen performans ile öğrencilerin notları arasındaki ilişkiye
bakılmıştır. Alınan notlar performansın bir yansıması olduğu kabul edilmekte
fakat eksik kalabileceği de ifade edilmektedir. Performansın sonucunda notun
bir ödül olarak görülmesinin eksiklik olduğu görüşü savunulmaktadır. Nota ya
da ödüle dayalı olmadan gösterilen performansın esnek düşünme ve verilen işi
farklı yollardan yapmaya çalışmaya döndüğü belirtilmektedir. Nota ya da ödüle
dayalı performans gösteren kişiler işi yaparken daha fazla zorluk yaşamakta,
esnek düşünememektedir. İçsel motivasyonun performansa yansımasının bir
çeşidi budur (Ryan ve Deci, 2017).
Buna karşılık öğrenilen konu sıkıcı, ilgi çekmeyen ya da anlaşılması güç
olduğunda ödülün önemi çok az olmaktadır. İster içsel ister dışsal olarak motive
olan öğrenciler sıkıcı ve karmaşık konularda birbirlerine yakın performans gös-
termektedir. Bu noktada fark içsel olarak motive olan öğrenciler sezgisel olarak
öğrenmeye çalışması, dışsal olarak motive olan öğrenciler ise kestirme yollar
üretmeye çalışmasıdır. Konunun anlaşılması güç ve sıkıcı olmasına rağmen
içsel olarak motive olanların dikkatleri daha güçlüdür (Radel. Pelletier, Sarrazin
ve Baxter, 2014).
Eğitim-öğretim ortamı dışında sportif faaliyetlerde de içsel motivasyonun
performans üzerindeki etkisi incelenmiştir. Kendi değerlerini yaptıkları spor
branşına katan sporcuların bahane bulma, savunma davranışları düşük; perfor-
mansları yüksektir. Kendi kişiliklerini daha tutarlı olarak görmektedirler. Dışsal
olarak motive olan sporcular ise daha fazla saldırganlık gösterebilmekte, başarı-
ya ulaşmak için kaçamak yollar kullanabilmekte ya da hile yapabilmekte, zayıf
sportmenlik davranışları gösterebilmektedir (Hagger ve Chatzisarantis, 2007).
İçsel motivasyon ve yaratıcılık ilişkisi, bir kontrol mekanizmasının varlığı
bağlamında incelenmiştir. Bir değerlendirme ya da not verme mekanizması
dışsal kontrol şeklinde adlandırılabilir. Değerlendirilme beklentisi içindeki kişi-
lerin ya da öğrencilerin ortaya koyduğu performans ya da ürünlerinde daha az
yaratıcı oldukları belirtilmektedir. Rekabet ve ödül de dışsal kontrol mekaniz-
ması olarak kabul edilebilir. Rekabetçi ortamda ya da sonucunda ödül olan bir
görevde öğrenciler yaratıcılıklarını daha az kullanmaktadırlar. Rekabet ve ödü-
lün olduğu ortamda öğrenciler performans başlığında belirtildiği gibi sonuca
götüren kısa yollar, yani kestirme yollar üretme eğilimindedir. Yaratıcılığın
eğitim ortamlarında içsel motivasyon aracılığı ile arttırılması için öğrencilerin
seçim yapma fırsatlarının arttırılması ve eğitimcilerin daha az kontrol içeren dil
kullanması önerilmiştir. Fakat içsel motivasyonun yaratıcılığı getirdiği durumlar

257
Pozitif Psikoloji

açık, anlaşılır, kişinin katılmaya istekli olduğu karmaşık görevler olduğu vurgu-
lanmıştır (Ryan ve Deci, 2017).
Buraya kadar olan bölümü toparlamak için motivasyon türlerinde davranı-
şa kaynaklık eden değişkenleri vermenin yaralı olacağı düşünülmektedir. Moti-
ve olmamaya kaynaklık eden durumlar davranışın kişi için bir değerinin olma-
ması, kişinin davranışı yapmak için kendini yeterli görmemesi, kişinin davranışı
yapmak için niyetinin olmaması, davranış üzerinde kontrolünün olmadığını
düşünmesi olabilir. Dışsal düzenlemede zorunluluk, ödüle ulaşma ve cezadan
kaçınma isteği davranışın kaynağı olarak görülebilir. İçe yansıtılmış düzenle-
mede cezadan kaçınma, utanç ve suçluluktan kaçınma, rekabet nedeniyle davra-
nışı sergileme davranışın kaynağı olabilmektedir. Tanımlanmış düzenleme içe-
ren davranışların kaynağı yeni bir şey öğrenme isteği, davranışın kişi için değe-
rinin olması olabilir. Entegre edilmiş düzenlemede kaynaklar farkındalık, dav-
ranışın ya da beklentinin kişinin kendisine uygunluğu, çevre ve kendi değerleri
ile uyumlu davranışın sergilenmesi olarak görülebilir. İçsel motivasyonda ise
haz alma ve eğlenme doyum sağlama, ilgisini çekme davranışa kaynaklık eder.

2.1. Pozitif Psikolojide Motivasyonun Uygulamalara


Yansıması
İçsel motivasyonun uygulamada yansımalarına bu bölümde yer verilecek-
tir. Eğitim, eğitim, spor, iş dünyası, aile ilişkileri, sağlık, psikoterapi ve psikolo-
jik danışma, psikopatoloji ve iyi oluş motivasyonun uygulama alanları olabil-
mektedir. Uygulamaya yansıma bölümünde, pozitif psikolojinin motivasyona
bakışı eğitim, psikolojik danışma ve psikoterapi alanlarında incelenecektir.
Eğitim alanında pozitif psikolojinin motivasyona bakışı incelenmiştir. Eği-
timde motivasyon temel psikolojik ihtiyaçlar ve içsel motivasyon üzerine yapı-
landırılmıştır. Öğrenmede içsel motivasyonun doğası, ilginç ve kişiye zevkli ge-
len ve dışsal uyaranın bulunmadığı davranışları yapmadır. İnsanlar içsel olarak
zevk duyduklarında, o faaliyeti yapmaları sonucunda heyecan elde ettiklerinde
araştırma yaparlar ve öğrenme aktivitelerine katılırlar. Bir öğrenmeyi neden yap-
tıkları sorusunun cevabını kendi içlerine dayandırır, bunu merak ve ilgi ile açık-
larlar. Öğrenmede özerk olmak, gönüllü olmak ile aynı anlamdadır ve öğrenen
kişinin gelişimine ve öğrenmesine katkı sağlar (Jang, Kim ve Reeve, 2012).
Sınıf ve okul ortamında içsel motivasyonun gelişmesi ve sürdürülmesi için
özerklik ve yeterlik ihtiyaçları öne çıkmaktadır. Eğitim ortamında öğrencinin
özerkçe davranışları isteklilik ve kendini yaptığı işe yansıtma olarak ortaya çı-

258
Pozitif Psikolojide Motivasyon

kar. Örneğin, öğrenciler çalışmaya vakit ve enerji ayırmaya istekli oldukları


oranda özerktirler. Eğitim ortamında yeterlik ise öğrencinin bir öğrenmeyi ne
kadar etkili yaptığı ve ortaya koyduğu ile alakalıdır. Öğrencinin okuldaki dav-
ranışına yansıması ise önüne çıkan zorlukları aşabilmesi olarak görülebilir. İki
ihtiyacın bir arada doyurulmasının önemi bu noktada vurgulanmaktadır. Yeterli,
yetenekli öğrenciler özerk olmadıkça, öğrenmelerinde içsel olarak motive ola-
mamaktadırlar. Ayrıca sınıf içinde öğretmenin öğrencilerin özerkliğini destek-
lemesi de kuram içinde incelenmiştir. Öğretmenlerin öğrencinin davranışlarını
kontrol etmesi ve öğrenmede katı sınırlar çizmesinin içsel motivasyon düzeyine,
ders notlarına, öğrenme miktarına ve yaratıcılığa etkisi tartışılmıştır. Sınır koy-
mamak öğrenci her istediğini yapabilir anlamına gelmemektedir. Konu kapsa-
mında ve bağlamında öğrencinin kendini konuya yansıtabilmesi demektir. Öğ-
retmen yapılacak öğrenme faaliyetinde katı sınırlar çizmediğinde öğrenme ko-
nusunun sınırlarını verip öğrencilerin özgün olarak çalışmasını desteklediğinde
öğrencilerin öz güveni artmakta, içsel olarak motive olup daha istekli olmakta
ve kendilerini daha yeterli görmektedirler. Öğretmenin ya da öğrencinin öğren-
me faaliyetini sınava ve nota dayalı yürütmesi sonucu öğrenme miktarı ve alı-
nan not düşük olmaktadır. Öğrencinin burada dışsal olarak motive olduğu gö-
rülmektedir. Konunun bağlamı içinde kendini çalışmasına yansıtan öğrencinin
daha yaratıcı olduğu belirtilmektedir (Niemiec ve Ryan, 2009).
Buna ek olarak öz belirleme kuramında içsel motivasyonun eğitim orta-
mında teşvik edilmesi öğretmenlere ve politikacılara önerilmektedir. Öğretmen-
lerin kendi işinde özerk olamaması ya da özerklik hissetmemesi nedeniyle öğ-
retmeye yönelik çabaları, çalışma enerjileri ve yaratıcılıkları azalmaktadır. Öğ-
retmenin katı olmaması, kendi özerkliğini de desteklemesi önerilmektedir. Öğ-
renmenin çıktılarının öğrenci tarafından gösterilmesi beklentisi ve buna dayalı
eğitim anlayışı daha etkili, farklı olanı denemeyi teşvik eden eğitim metotlarının
kullanımını engellemektedir. Bu nedenle politikacılara, öğrencilerin ve öğret-
menlerin motivasyonuna önem vermeleri önerilmektedir (Deci ve Ryan, 2002).
Psikolojik danışma ve psikoterapide motivasyon da motivasyonel bir bakış
açısı ile incelenmiştir. Terapistler ve psikolojik danışmanlar, danışanlarının
değişim konusunda kendi kendilerine motive edebilmelerini ya da değişime
yönelik içsel bir arzu taşımalarını istemektedirler. Bu noktadan hareketle öz
belirleme teorisi; psikoterapi, psikolojik danışma ve davranış değişimi süreçle-
rine motivasyonu eklemeye çalışmıştır (Vansteenkiste, Ryan ve Deci, 2008).
Motivasyonu psikolojik danışma ortamında çalışırken danışan ile özerklik, ye-
terlik, ilişkili olma ihtiyaçlarının doyumu çalışılmaktadır. Üç temel ihtiyaç kişi-

259
Pozitif Psikoloji

ler arası etkileşimler bağlamında çalışılmakta, kişiler arası faktörlerin temel


ihtiyaç doyumunu getirebileceği ya da bozabileceği savunulmaktadır. Kişiler
arası etkileşimlerin zamana göre değişimi ve gelişimi nedeniyle danışanın deği-
şim ve gelişimlere uyumlu olması gerektiği görüşü vardır. Danışan ile danışma
ortamında etkileşimlerdeki değerlerin içselleştirilmesi, kendi kişisel değerleri ile
karşılaştırması, bu değerler ile kendi değerlerini entegre etmesi çalışılır. Değer
entegrasyonu özerklik, yeterlik ve ilişkili olma üzerinden danışma ortamına
girer. Danışanın ihtiyaçları sonucunda, herhangi bir davranış değişikliğini ne
derece içselleştirdiği, davranışın sürdürülme ihtimali arttırır (Ryan, Lynch,
Vansteenkiste ve Deci, 2011).
Danışma ortamı, danışanın özerkliğini destekleyici bir ortam olarak görü-
lür. Danışanın rahatsızlık duyduğu durum için davranış değişim sürecinde dört
durum sorgulanır. Danışanın özerkliği dört durum üzerinden desteklenir. Yeni
davranış için anlamlı gerekçeler üretme, ödül ve ceza gibi dış kontrol ögelerini
en aza indirme, bir davranış için girişimde bulunmayı ve seçim yapmayı sağla-
ma ve geliştirme, içsel olarak motive etmeyen işlerle ilgilenirken ortaya çıkan
olumsuz duyguları kabullenme ile danışana özerklik desteği sağlanır. Özerklik
destekleyici danışma ortamında danışan, yeni davranış denemeye zorlanmaz.
Kişiler arası etkileşimlerde olan, kendine uygun değerleri kendisine entegre
etmesi beklenir. Deneyeceği yeni davranışı içselleştirmesi sağlanır, danışana
baskı kurulmaz ya da illa yapması şeklinde manipüle edilmez. Kuramda danışa-
na yapılan övgü bile güçlendirmek ya da motive etmek amacı taşımadığında
danışanı manipüle etmek olarak görülür (Ryan, Lynch, Vansteenkiste ve Deci,
2011).
Danışma ortamı, yeterliği destekleyici bir ortam olarak da görülmektedir.
Yeterlik desteğinin danışan tarafında, değişime duyduğu güven ve kendi beceri-
lerini test etmesi vardır. Danışman tarafında ise danışandaki yeterliği ortaya
çıkaran girişimler, danışana geri bildirim verme, bir davranışın neden denene-
ceğinin sebeplerini açıklama vardır. Danışman müdahaleyi, danışanı bir davra-
nışı yapmaya zorlayan dışsal bir durum ortaya çıktığında yapar. Denenecek
davranış muhakkak danışanın yeterli olduğu, kendini yeterli gördüğü ve başara-
bileceği yerden planlanır. Yeterliği olmayan taraftan, sonucun muğlak olduğu
yerler üzerinden değişim planlanmaz. Çünkü danışanın başarılı bir girişimde
bulunması kendini yetkin görmesini ve becerilerini geliştirmesi için motive
olmasını getirir (Sierens, Vansteenkiste, Goossens, Soenens ve Dochy, 2009).
Özerklik desteği ile danışanın karar alması, harekete geçmesi; yeterlik des-
teği ile davranışı ya da değişimi deneyimlemesi sağlanmaya çalışılmıştır. İlişki-
sellik desteği ile de danışanın davranışı etkileşim ortamında iyi oluşunu destek-

260
Pozitif Psikolojide Motivasyon

lemek amaçlanır. İlişkisellik desteği öz belirleme kuramının getirdiği orijinallik-


lerden biridir. Amaç danışanın danışma sürecine ve sosyal hayata katılımını
sağlamaktır. İlişkisellik desteğinde danışana özen gösterilir, saygı duyulur ve
ihtiyaçları anlaşılmaya çalışılır. Güvendiği ve istediği sosyal bağlantıları kurma-
sı cesaretlendirilir (Carter, 2011).
İçsel motivasyon süreçlerinin geliştirilmeye çalışıldığı psikolojik danışma
ve psikoterapi uygulamalarının amaçları arasında danışmayı yarıda bırakmayı
engelleme, sorunun tekrar ortaya çıkmasını engelleme, danışma süresi boyunca
ve sonrasında iyi oluşu sürdürme vardır (Lynch ve Legate, 2014). Tüm bu
amaçlar ile, motivasyonel süreçlerin psikolojik danışma ve psikoterapide kulla-
nıldığı alanlar alkol ve sigara bağımlılığı ile baş etme, ilaç bağımlılığı, yeme
davranışının düzenlenmesi, yeme bozuklukları, depresyon, stres, travma sonrası
stres bozukluğu gibi alanlar olmaktadır (Weinstein, Khabbaz ve Legate, 2016;
Zuroff, Koestner ve Moskowitz, 2012; Lynch ve Koestner, 2012; Smith, 2011;
McBride, Zuroff, Ravitz ve Koestner, 2010; Vandereycken ve Vansteenkiste,
2009; Kennedy ve Gregoire, 2009).

SONUÇ
Öz belirleme kuramı motivasyonu üç başlık altında incelemiş üç temel
psikolojik ihtiyaca dayandırarak motivasyonel süreçleri açıklamıştır. Kuramın
getirdiği yeniliklerden biri, dışsal motivasyonu dört parçada incelemiş olması ve
ayrıntılı açıklamalar getirmesidir. Bir diğer yeniliği ise motive olamama duru-
munu derinlemesine incelemiş olmasıdır. İçsel motivasyonu birçok performans
alanında değerlendirmiştir. Motivasyon kuramının uygulaması eğitim, spor, iş
dünyası, aile ilişkileri, sağlık, psikoterapi ve psikolojik danışma, psikopatoloji
ve iyi oluş alanlarında olmaktadır.

KAYNAKLAR
Amoura, C.Berjot, S., Gillet, N.Caruana, S. (2015). Effects of autonomy-supportive and
controlling styles on situational autonomous motivation: Some unexpected results
of the commitment procedure. Psychological Reports, 116 ,1-27.
Bandura, A. (1991). Social cognitive theory of self-regulation. Organizational behavior
and human decision processes, 50(2), 248-287.
Carter, J. A. (2011). Changing light bulbs: Practice, motivation, and autonomy. The
Counseling Psychologist, 39 ,261– 266.

261
Pozitif Psikoloji

Chirkov, V.I. (2009). A cross-cultural analysis of autonomy in education: A self deter-


mination theory perspective. Theory and Research in Education, 7(2) 253 262.
Chirkov, V.I., Ryan, R.M., Kim, Y., & Kaplan, U. (2003). Differentiating autonomy
from individualism and independence: A self-determination perspective on inter-
nalisation of cultural orientations, gender and well being. Journal of Personality
and Social Psychology, 84, 97–110.
Deci, E. L. and Ryan, R. M. (2002) ‘The paradox of achievement: The harder you push,
the worse it gets’, in J. Aronson (ed.), Improving Academic Achievement: Contri-
butions of Social Psychology , pp. 59–85. New York: Academic Press.
Deci, E. L., & Ryan, R. M. (2008). Facilitating optimal motivation and psychological
well-being across life’s domains. Canadian Psychology, 49 (1), 14–23.
Emmons, R. A. (1999). The psychology of ultimate concerns: Motivation and spiritua-
lity in personality. Guilford Press.
Franken R. (2006). Human motivation. Florence, KY: Wadsworth.
Gottfried, A. E. (2009). Commentary: The role of environment in contextual and social
influences on motivation: Generalities, specificities and causality. In K. R. Went-
zel & A. Wigfield (Eds.), Handbook of motivation at school (pp. 462-475). New
York: Routledge.
Haerens, L., Aelterman, N., Vansteenkiste, M., & Soenens, B. (2015). Do perceived
autonomy-supportive and controlling teaching relate to physical education stu-
dents’ motivational experience through unique pathways? Distinguishing between
the bright and dark side of motivation. Psychology of Sport and Exercise 16 ,26-
36.
Hagger, M. S., & Chatzisarantis, N. L. (2007). Intrinsic motivation and self-
determination in exercise and sport. Human Kinetics.
Hagger, M. S., Koch, S., & Chatzisarantis, N. L. (2015). The effect of causality orienta-
tions and positive competence-enhancing feedback on intrinsic motivation: A test
of additive and interactive effects. Personality and Individual Differences, 72,
107-111.
Jang, H., Kim, E. J., & Reeve, J. (2012). Longitudinal test of self-determination theory's
motivation mediation model in a naturally occurring classroom context. Journal of
Educational Psychology, 104(4), 1175.
Kennedy, K., & Gregoire, T. K. (2009). Theories of motivation in addiction treatment:
Testing the relationship of the transtheoretical model of change and self-
determination theory. Journal of Social Work Practice in the Addictions, 9 ,163-
183.
Lachmann, F. M., Fosshage, J. L., & Lichtenberg, J. D. (2011). Psychoanalysis and
motivational systems: A new look. Routledge Publications.
Latham, G. P. (2012). Work motivation: History, theory, research, and practice. Sage
Publications.

262
Pozitif Psikolojide Motivasyon

Liu, W. C., Wang, J. C. K., & Ryan, R. M. (2015). Building autonomous learners:
Perspectives from research and practice using self-determination theory. New
York, NY: Springer.
Lynch, M. F., & Legate, N. (2014) Motivation in the client-counselor relationship. In In
N. Weinstein (Ed.), Motivation in the client-counselor relationship: Integrating
human motivation and interpersonal relationships: Theory, research, and applica-
tions (pp. 317-333) New York, NY: Springer.
Lynch, M. F., & Koestner, R. (2012). Theoretical contexts of trauma counseling. In L.L.
Levers (Ed.), Trauma counseling: Theories and interventions. (pp. 47-58) New
York, NY: Springer.
McBride, C.Zuroff, D. C. Ravitz, P., & Koestner, R. (2010). Autonomous and control-
led motivation and interpersonal therapy for depression: Moderating role of recur-
rent depression. British Journal of Clinical Psychology, 49 ,529–545.
Miner, J. B. (2008). Role motivation theories. Routledge Publications.
Mladenovic, M. (2010). The link of a coach’s perception of locus of control and his/her
motivational approach to athletes. Sport Logia, 6 (2), 35-42.
Niemiec, C. P., & Ryan, R. M. (2009). Autonomy, competence, and relatedness in the
classroom: Applying self-determination theory to educational practice. Theory and
Research in Education, 7(2), 133–144.
Niemiec, C.P., Ryan, R.M., & Deci, E.L. (2009). The path taken: Consequences of
attaining intrinsic and extrinsic aspirations in post-college life. Journal of Rese-
arch in Personality, 43, 291–306.
Radel, R., Pelletier, L. G., & Sarrazin, P. (2013). Restoration processes after need
thwarting: when autonomy depends on competence. Motivation and Emotion, 37,
234-244.
Radel. R., Pelletier, L. G., Sarrazin, P., & Baxter, D. (2014). The paradoxical effect of
controlling context on interest in another activity. Learning and Instruction, 29
,95-102.
Rocchi, M., Pelletier, L. G., Cheung, S., Baxter, D., & Beaudry, S. (2017). Assessing
need-supportive and need-thwarting interpersonal behaviours: The Interpersonal
Behaviours Questionnaire (IBQ). Personality and Individual Differences, 104,
423-433.
Ryan, R. M., & Deci, E. L. (2000). Self-Determination Theory and the facilitation of
intrinsic motivation, social development and well-being. American Psychologist,
55(1), 68-78.
Ryan, R. M., & Deci, E. L. (2000a). Intrinsic and extrinsic motivations: Classic definiti-
ons and new directions. Contemporary Educational Psychology, 25, 54-67.
Ryan, R. M., Lynch, M. F., Vansteenkiste, M., & Deci, E. L. (2011). Motivation and
autonomy in counseling, psychotherapy, and behavior change: A look at theory
and practice . The Counseling Psychologist, 39(2), 193-260.
Sierens, E., Vansteenkiste, M., Goossens, L., Soenens, B., & Dochy, R. (2009). The syner-
gistic relationship of perceived autonomy support and structure in the prediction of
self-regulated learning. British Journal of Educational Psychology, 79, 57-68.

263
Pozitif Psikoloji

Smith, L. (2011). Self determination theory and potential applications to alcohol and
drug abuse behaviors. Journal of Alcohol and Drug Education, 55, 3-7.
Vandereycken W., & Vansteenkiste, M. (2009). Let eating disorder patients decide:
Providing choice may reduce early drop-out from inpatient treatment. European
Eating Disorders Review, 17, 177-183.
Vansteenkiste, M., Niemiec, C., & Soenens, B. (2010). The development of the five
mini theories of self-determination theory: An historical overview, emerging
trends, and future directions. T. Urdan ve S. Karabenick (eds.), The decade ahead:
Theoretical perspectives on motivation and achievement. (pp. 105-165), Emerald
Group Publishing.
Weiner, B. (2013). Cognitive views of human motivation. Academic Press Inc.
Weinstein, N. (2014). Human motivation and interpersonal relationships: Theory, rese-
arch and applications. New York, NY: Springer.
Weinstein, N.Khabbaz, F., Legate, N. (2016). Enhancing need satisfaction to reduce
psychological distress in Syrian refugees. Journal of Consulting and Clinical
Psychology, 84(7) ,645-650.
Zuroff, D. C., Koestner, R., & Moskowitz, D. S. (2012). Therapist’s autonomy support
and patient’s self-criticism predict motivation during brief treatments for depres-
sion. Journal of Social and Clinical Psychology, 31, 903-932.

264
13 POZİTİF PSİKOLOJİK
SERMAYE

İlhan Bozkurt

“İnsan özünde iyidir ve davranışlarına yön veren en önemli güç kendini


gerçekleştirme güdüsüdür”

Bu bölümü okuduğunuzda
1. Pozitif psikoloji akımının örgüt psikolojisi alanına bir yansıması olan “Pozitif
Psikolojik Sermaye (PsiCap)” kavramının detaylı tanımını,
2. Pozitif psikolojik sermaye kavramının örgüt psikolojisi ve pozitif örgütsel
davranış alanındaki gelişim sürecini,
3. Pozitif psikolojik sermayenin dört unsuru olan öz yeterlilik, dayanıklılık,
umut ve iyimserlik kavramlarını,
4. Pozitif psikolojik sermayenin kişiler ve örgütler için ifade ettiği önem ve anlamı,
5. Pozitif psikolojik sermayenin iş tatmini, iş performansı, çalışan tutumları, li-
derlik ve tükenmişlik gibi unsurlarla olan ilişkisini,
6. Kişilerin psikolojik sermayelerini geliştirmek için kullanılan müdahale prog-
ramları ve bu müdahale programlarında kullanılan yöntemleri öğreneceksiniz.

Temelleri hümanistik psikolojiye kadar uzanan, kişinin var olan potansiye-


lini ortaya çıkarma çabaları yirmi birinci yüzyılın başlarında başlayan pozitif
psikoloji akımı ile önemli bir aşamaya ulaşmıştır. İnsanların olumsuz yönlerin-
den ziyade olumlu yönlerine odaklanarak nasıl daha mutlu ve verimli yaşayabi-
lecekleri sorusuna yanıt arayan pozitif psikoloji akımının gelişim süreci içinde
birçok disiplin alanına yansımaları olmuştur. Başlangıçta daha çok bireysel
alanla ilgilenen pozitif psikolojinin bu hızlı gelişim ve ilerleme sürecinde yan-
sımalarının olduğu alanlardan biri de insan kaynakları yönetimi ve örgüt psiko-
lojisidir. Bu alandaki en önemli kavramlardan biri ise insanın pozitif psikolojik
gelişim hâli olarak tanımlayabileceğimiz; öz yeterlilik, dayanıklılık, iyimserlik
ve umut unsurlarından oluşan psikolojik sermaye (PsiCap) kavramıdır.

265
Pozitif Psikoloji

Günümüzün rekabet koşullarında yüksek psikolojik sermayeye sahip yöneti-


ci ve çalışanlardan oluşan örgütlerin sürdürülebilir rekabet gücü konusunda rakip-
lerinin bir adım önünde olduğu kabul edilmektedir. Birçok kuruluşun insan kay-
naklarının potansiyelini tam olarak gerçekleştiremediği gerçeğinden hareket eden
Luthans ve Youssef-Morgan (2004) örgütlerde aksaklıklara odaklanan klasik
yaklaşımın aksine çalışan personelin olumlu, güçlü ve geliştirilebilir nitelikteki
özelliklerine odaklanılması gerektiğini savunan pozitif örgütsel davranış yaklaşı-
mını ortaya koymuştur. Pozitif psikoloji akımının örgütsel davranış alanına yan-
sıması olan bu yeni yaklaşımın bekli de en önemli kavramı psikolojik sermayedir.
Psikolojik sermayenin temel yapısı, genel olarak pozitif psikolojiden ve
daha spesifik olarak pozitif örgütsel davranıştan temel almaktadır. Fred Lut-
hans’ın (2004) temellendirdiği bu kavramın önemi zaman içinde anlaşılmış ve
bugün psikolojik sermaye ile ilgili yapılan çalışmalar dünya genelinde; imalat,
konaklama, franchise bankacılık, sigorta, pazarlama, sağlık, telekomünikasyon,
nakliye, havacılık, askeri, polis, spor, petrol ve gaz sektörü, eğitim, hükûmet
kuruluşları ve kar amacı gütmeyen kuruluşlar gibi birçok alanda gözle görülür
olumlu sonuçlar doğurmuştur (Luthans ve Youssef-Morgan 2017).
Kitabın bu bölümünü okuduğunuzda; pozitif psikolojik sermaye kavramı-
nın kişiler ve örgütler için ne anlama geldiğini, süreç içindeki gelişimini, ilişkili
olduğu faktörleri ve insanların psikolojik sermayelerinin hangi müdahale prog-
ramları ile geliştirilebileceğini öğreneceksiniz.

1. PSİKOLOJİK SERMAYE KAVRAMININ


GELİŞİMİ
Pozitif örgütsel davranış yaklaşımı çerçevesinde yürütülen çalışmalar sıra-
sında ortaya çıkan psikolojik sermaye kavramının yeterince anlaşılabilmesi için
öncelikle sermaye kavramının üzerinde durulması gerekmektedir. Literatürde
çok farklı boyutları ve tanımları olmakla birlikte sermaye kavramı genel anla-
mıyla potansiyel bir kaynak olarak ifade edilmektedir. Uzun yıllar ekonomi
araştırmalarına konu olmuş ve geçmişte daha çok ekonomik sermaye (paraya
çevrilebilen mülkiyet), kültürel sermaye (sahip olunan kapasiteler, diploma vb.),
sosyal sermaye (sosyal ilişki ağları) ve beşerî sermaye (kişisel bilgi ve yetenek-
ler) boyutu ile ele alınmıştır (Baykal ve Gürbüz, 2016). 2004 yıllarına gelindi-
ğinde örgüt psikolojisi alanında çalışmalar yapan Luthans ve arkadaşları; eko-

266
Pozitif Psikolojik Sermaye

nomik, kültürel, sosyal ve beşeri sermaye türlerini inceleyerek örgütlere rekabet


avantajı sağlayan ve pozitif psikoloji anlayışının örgütlere bir yansıması diyebi-
leceğimiz psikolojik sermaye kavramını ortaya koymuşlardır (Türesin Tetik ve
Köse 2017).
Luthans'a (2004) göre pozitif psikolojik sermaye, sosyal sermaye ve beşeri
(insan) sermayelerinin ötesinde bir kavramdır. Ekonomik sermaye “neye sahip
olduğumuz”, beşerî sermaye “ne bildiğimiz”, sosyal sermaye “kimi tanıdığımız”
üzerinde dururken psikolojik sermaye ise “kim olduğumuz” ve ileride “kim
olabileceğimiz” konusu üzerinde durmaktadır (Ocak ve Güler, 2017). Pozitif
psikolojik sermaye “gerçek benlikten” “olası benliğe” bir geçiş sürecidir. Yük-
sek düzeyde pozitif psikolojik sermayeye sahip olmak isteyen insanların, bunu
gerçekleştirmek için öncelikle sosyal ve beşerî sermaye gelişimlerini tamamla-
yarak “gerçek benlikten” “olası ve mümkün benliğe” geçebilecekleri söylenebi-
lir. Başka bir deyişle, kendi içinde “mümkün olan benlik” isteyenler, öncelikle
bilgi ve becerilerini (beşerî sermaye) ve iletişim ağlarını (sosyal sermaye) geliş-
tirmek zorundadırlar (Habibi ve Jalalian, 2016).
Özellikle de psikolojik sermayenin gelişmesinde beşerî sermaye ve sosyal
sermayenin bütünleşmesi merkezi bir öneme sahiptir. Örneğin; beşerî sermaye-
nin güçlenmesi, bir yandan kişilerin daha sağlıklı sosyal ilişkiler geliştirerek
sosyal sermayelerinin de güçlenmesini sağlarken diğer yandan da bu sağlıklı
sosyal ilişkiler psikolojik sermaye ve beşerî sermayenin gelişimini kolaylaştır-
maktadır (Cole, Anne Daly ve Mak, 2009). Görüldüğü gibi bahsedilen bu ser-
maye türleri arasında bazı temel farklılıklar olmakla birlikte insan potansiyeli-
nin tam olarak gerçekleşebilmesi için psikolojik sermaye ile diğer sermaye tür-
leri arasında önemli bir tamamlayıcı ilişki ağı olduğu görülmektedir. Bu nedenle
de örgüt psikolojisi alanında pozitif psikolojik sermaye kavramı önemli bir yere
sahiptir.

267
Pozitif Psikoloji

2. PSİKOLOJİK SERMAYE VE BOYUTLARI

Öz yeterlilik

Umut
Psikolojik İyimserlik
sermaye

Dayanıklılık

Psikolojik sermaye, insanın pozitif psikolojik güçleri olarak nitelendirilen:


Öz yeterlilik, dayanıklılık, iyimserlik ve umut adı altındaki dört unsurun bir
araya gelerek oluşturduğu pozitif psikolojik gelişim durumudur. Psikolojik ser-
mayeyi oluşturan bu temel dört unsurdan biri olan öz yeterlilik: Zorlayıcı görev
ve hedeflerde başarıya ulaşabilmek için gerekli olan çabayı gösterebilecek bir
öz güvene sahip olma durumunu ve kişinin bir şeyi başarmak için gerekli olan
yetenek veya beceriye sahip olup olmadığından ziyade, kendi yetenek ve beceri-
lerine duyduğu güven ve inancı ifade etmektedir (Luthans, Youssef-Morgan ve
Avolio, 2007 ). Dayanıklılık: Engeller ve zorluklar karşısında gösterilen güçlü
bir başa çıkma tepkisidir. Zorlu durumlarla karşılaşıldığında pes etmeme ve
tüm güçlüklere rağmen istenen sonuca varma olarak karakterize edilmektedir
(DeSimone, Harms, Vanhove ve Herian, 2017). İyimserlik: Kişinin şu anda ve
gelecekte başarılı olacağına ilişkin pozitif bir inanç ve bekleyiş içinde olmasıdır.
İyimser kişi hedeflerine ulaşmak için gelecekte karşılaşacağı olası durumlarla
ilgili pozitif bir beklenti içinde olmakta ve bu beklenti ona hedeflerine ulaşma

268
Pozitif Psikolojik Sermaye

yolunda güç vermektedir. Umut ise kişiyi harekete geçiren ve hedeflerine ulaş-
mak için azimli olmasını sağlayan, gerektiğinde hedeflere ulaşmak için farklı
yollar deneyebilme gücünü ifade etmektedir (Luthans, Youssef-Morgan ve
Avolio, 2015).
Bu tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere psikolojik sermaye içinde barın-
dırdığı dört unsuru da kapsayan ancak onların her birinden daha üst düzey ve
benzersiz bir pozitif psikolojik gelişme hâlidir. Kişilerin bireysel ve örgütsel
boyutta gelişimini ve performansını artıran psikolojik sermaye; pozitif örgütsel
davranışın birçok boyutunu içinde barındıran üst düzey bir yapıdır. Bu nedenle
de hem bir bütün olarak hem de bu bütünü oluşturan her bir boyutu ile ayrı ayrı
önemli fonksiyonlara sahiptir. Özellikle örgüt psikolojisi açısından bakıldığında
psikolojik sermayenin ayrı ayrı her bir unsuru örgütlerdeki çalışanların tutumla-
rı ve performansları üzerinde önemli etkilere sahip olmakla birlikte bu unsurla-
rın tamamının bir araya gelerek oluşturdukları sinerjik etkileşim daha büyük bir
etki oluşturmaktadır.
Psikolojik sermaye unsurlarının oluşturduğu bu sinerjik etkiye bir örnek
vermek gerekirse; iyimser bireyler başladıkları bir işte başarılı olma şanslarını
daha yüksek göreceklerdir ve öz yeterliliklerine olan güvenleri sayesinde kendi-
lerine zorlu hedefler seçerek bu hedefler için motive olacaklardır. Başarı için
duydukları umut, onların hedeflerine ulaşmak için daha esnek yollar denemele-
rini ve engeller karşısında daha dayanıklı olmalarını sağlayacaktır. Bu dört un-
sur bir araya geldiğinde kişide içsel kontrol hissi oluşturarak belirlenen hedefe
ulaşılmasını kolaylaştıracaktır (Luszczynska Dona ve Schwarzer 2005). Psiko-
lojik sermaye unsurlarının bu ortak etkisinin dışında her bir unsurun da kendine
has benzersiz ve ayırt edici bazı özellikleri vardır. Örneğin; umut, iyimserlik ve
öz yeterlilik proaktif olarak insan doğasında kendiliğinden var olma eğiliminde-
dir ve diğer faktörlerin ortaya çıkmasına da etki eden öncü bir özelliğe sahiptir.
Dayanıklılık ise daha çok reaktiftir yani olumlu veya olumsuz dışsal olaylara bir
tepki şeklinde ortaya çıkmaktadır. Yine umut ve öz yeterlilik daha içsel odaklı
özelliklerken iyimserlik ve dayanıklılık ise daha dışsal odaklı özelliklerdir (Lut-
hans ve Youssef-Morgan, 2017).
İnsan psikolojisinde büyük bir öneme sahip olan pozitif kişilik özellikleri
ile psikolojik sermaye unsurları arasında da bazı benzerlikler bulunmaktadır.
İyimserlik, kendine güven, atılganlık, sorumluluk gibi pozitif kişilik özellikleri-
nin bireylerin hem kişisel gelişimini hem de bulunduğu ortama uyumunu olum-

269
Pozitif Psikoloji

lu yönde desteklediği bilinmektedir (Kalafat, 2012). Pozitif kişilik özellikleri ile


bazı benzerlikleri olmakla birlikte psikolojik sermaye, değişime açıklık ve daha
çok duruma özgü bir yapı şeklinde ortaya çıkması yönünden süreğen kişilik
özelliklerinden ayrılmaktadır. Bu yönüyle kişinin, “Kim olduğundan ziyade,
ileride ne olacağı ve en iyi olma” hakkında olumlu bir psikolojik gelişme duru-
munu tanımlayan psikolojik sermaye; duruma özgü ortaya çıkan yapısı ile kişi-
lerin bireysel, mesleki ve iş hayatında yaşadığı güçlüklerle baş etme konusunda
önemli bir etkiye sahip olmaktadır (Luthans, Avey, Avolio ve Peterson, 2010;
Srivastava ve Maurya, 2017).
Yapılan birçok araştırma sonucunda psikolojik sermayesi yüksek olan çalı-
şanların, içinde bulundukları organizasyon ve örgütlere önemli avantajlar sağla-
dığı görülmüştür. Bunun sonucunda da psikolojik sermaye kavramı zaman için-
de pozitif örgütsel davranışın en önemli kavramlarından biri hâline gelmiştir.
Endüstri ve örgüt psikolojisi alanına yeni bir sermaye türü olarak giren psikolo-
jik sermeyenin; yönetim organizasyon, örgüt psikolojisi ve insan kaynakları
alanındaki önemi günümüzde her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır ( Luthans
ve Youssef-Morgan, 2017). Psikolojik sermaye başlangıçta daha çok bireysel
bir olgu olarak kavramsallaştırılmış olmakla birlikte son zamanlarda araştırma-
cılar tarafından örgütsel ve takım düzeyinde de ele alınmaktadır. Çünkü psiko-
lojik sermaye, çok boyutlu etkileri olan ve sadece bireysel boyutta ele alınama-
yacak kadar kapsamlı bir kavramdır (Luthans ve Youssef-Morgan, 2004).
Pozitif psikolojik sermaye yaklaşımı, bireysel boyutta kişilerin güçsüz
yönlerine odaklanmaktan ziyade güçlü yönlerine odaklanırken örgütsel boyutta
ise eksikliklere odaklanmaktan ziyade var olanı geliştirmeye odaklanmaktadır.
Pozitif örgütsel davranışa bütünsel olarak bakan bu yeni anlayış, getirdiği farklı
bakış açılarıyla örgütlerde daha çok aksaklıklara odaklanan klasik müdahalele-
rin aksine var olanı geliştirmeye yönelik müdahale programlarının yapılmasını
da zorunlu kılmaktadır (Luthans, Luthans ve Luthans, 2004). Daha geniş pers-
pektiften bakıldığında: Psikolojik sermaye, örgütlerdeki iş verimliliğini olumlu
yönde etkileyerek örgütün rekabet gücünü artırmakta ve faaliyet gösterdiği ül-
kelerin ekonomik gelişimine önemli katkılar sağlamaktadır. Çalışanların psiko-
lojik sermaye düzeylerinin güçlenmesi; içinde bulundukları organizasyonları,
organizasyonların güçlenmesi kurumları, kurumların güçlenmesi ise ülkeleri
güçlendirmektedir (Çavuş ve Kapusuz,2015; Luthans, Avey, Avolio, Norman
ve Combs, 2006).

270
Pozitif Psikolojik Sermaye

3. PSİKOLOJİK SERMAYENİN ÖNCÜLLERİ VE


SONUÇLARI
Psikolojik sermaye hem bireysel hem de organizasyonel boyutta değişik
faktörlerle ilişkilidir. Araştırma ve uygulama alanında önemli bir ilgi gören ve
etki ettiği sonuçlar hakkında önemli çalışmalar yapılan psikolojik sermayenin
gelişimini destekleyen öncül şartlar ve süreçler hakkında ise çok az şey bilin-
mektedir. Bununla birlikte günümüzde otantik liderlik ve dönüşümsel liderlik
gibi liderlik stillerinin çalışanlarda psikolojik sermaye gelişimine öncülük etti-
ğine dair bazı kanıtlar da her geçen gün artmaktadır (Rebelo, Dimas, Lourenço
ve Palacio,2018). Liderlik stillerinin yanı sıra çalışılan işin niteliği, kişilik özel-
likleri ve destekleyici örgüt ikliminin psikolojik sermaye üzerindeki öncül etki-
lerini inceleyen literatürdeki birkaç araştırmada da bu ilişkiyi destekleyici bazı
bulgular elde edilmiştir. Yine yaş, cinsiyet, çalışma süresi ya da iş deneyimi gibi
demografik özelliklerin psikolojik sermaye üzerindeki öncül etkilerini inceleyen
bazı araştırmalar zayıf da olsa psikolojik sermaye ve demografik özellikler ara-
sında bir ilişki bulmuştur. Fakat psikolojik sermayenin öncülleri konusunda
yapılan bu tür çalışmalar oldukça sınırlı sayıdadır (Avey 2014).
Dolayısıyla kişilerin belirli bir psikolojik sermaye seviyesine nasıl ve ne-
den ulaştığı ve bu seviyeyi nasıl muhafaza ettiği hakkında çok az şey bilinmek-
tedir. Bu nedenle psikolojik sermayenin gelişimini ve değişimini etkileyen bi-
reysel veya örgütsel faktörlerin neler olduğu konusunda yeni ve kapsamlı araş-
tırmalara ihtiyaç vardır. Çünkü psikolojik sermayenin gelişimine etki eden fak-
törlerin ortaya konması, psikolojik sermayenin en az örgütlerdeki çalışan davra-
nışlarına ve örgüt iklimine etkisi kadar önemlidir. Diğer taraftan psikolojik ser-
mayenin bağımsız değişken olarak ele alındığı ve yüksek psikolojik sermaye
düzeyinin etki ettiği sonuçlar konusunda ise literatürde oldukça fazla araştırma
olduğu görülmektedir.
Psikolojik sermayenin etki ettiği sonuçlar konusunda yapılan bu araştırma-
larda ve meta-analiz çalışmalarında; psikolojik sermaye ile örgütsel vatandaşlık,
örgütsel bağlılık, liderlik, iş tatmini, çalışan adanmışlığı, takım ruhu, mutluluk,
olumlu iş tutumu, performans gibi arzulanan durumlar arasında pozitif bir ilişki
bulunmuştur. Bu araştırmalarda psikolojik sermaye ile iş yerinde kaba ve neza-
ketsiz davranışlar, sinizm, çalışan devamsızlığı, işten ayrılma, iş stresi gibi is-
tenmeyen durumlar arasında ise negatif bir ilişki olduğu görülmektedir (Avey,
Reichard, Luthans, ve Mhatre, 2011; Ertosun, Erdil ve Alpkan, 2018; Qiu, Yan,
ve Lv, 2015). Psikolojik sermaye açısından güçlenen çalışanların pozitif örgüt-

271
Pozitif Psikoloji

sel değişime katkı sağlayan olumlu tutum ve davranışları artarken olumsuz tu-
tum ve davranışlarının ise azaldığı görülmektedir.
Kitabın bundan sonraki bölümünde ampirik araştırmalarda psikolojik ser-
mayenin öncül olarak en çok ilişkilendirildiği konular üzerinde durulmuştur.

3.1. Psikolojik Sermaye ve İş Performansı


Literatüre bakıldığında iş performansının, endüstriyel ve örgüt psikolojisi
alanında üzerinde en çok araştırma yapılan konulardan biri olduğu görülmekte-
dir. Bu araştırmaların birçoğunda iş performansı: Çalışanların iş tanımında be-
lirtilen görevleri yerine getirme yeterliliği olarak tanımlanmaktadır. Bu gelenek-
sel tanıma göre iş performansı organizasyonların verimliliği için en önemli un-
surdur ve iş tanımına uygun olarak görevlerini etkin şekilde yerine getiren çalı-
şanlardan oluşan organizasyonlar performansı yüksek organizasyonlar olarak
kabul edilmektedir.
Bu geleneksel tanımlar geçerliliğini koruyor olsa da örgütlerde yaratıcılık
ve yenilikçilik, artık günümüzün rekabet şartlarında avantaj elde etmenin en
temel koşullarından biridir. İş hayatının ve organizasyonların her geçen gün
değişen doğası nedeniyle de yeni performans tanımları yapılması kaçınılmaz
hâle gelmiştir. Bu duruma uygun olarak yapılan yeni performans tanımları, öl-
çülebilir ve geliştirilebilir nitelikteki performansın çalışanların kişisel kaynakla-
rı ve pozitif psikolojik yetenekleri ile olan ilişkisine odaklanmaktadır (Baskaran
ve Rajarathınam, 2017). İş performansıyla ilgili yapılan birçok yeni çalışmada
ise çalışanların yalnızca bilgi ve becerilerinin değil; aynı zamanda sahip olduk-
ları pozitif psikolojik kaynaklarının da performans üzerinde önemli etkileri ol-
duğu görülmüştür. Bunun neticesinde de çalışanların örgütlerin rekabet gücünü
artırmada ve sürdürmede en etkili kişisel kaynağı olan psikolojik sermaye son
dönemlerde daha çok önem kazanmıştır (Çetin ve Varoğlu, 2015).
Psikolojik sermaye hem bir bütün olarak hem de onu oluşturan her bir bo-
yutu ile iş performansı üzerinde etkili olmaktadır. İş performansı ve psikolojik
sermaye arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmalardan bazıları psikolojik serma-
yenin dört unsurunun bir bütün olarak iş performansını artırmadaki birleşik
etkisine dikkat çekerken bazı araştırmalar ise dört unsurun da ayrı ayrı iş per-
formansı üzerindeki bütüncül etkisine dikkat çekmektedir (Stajkoviç, 2006).
Psikolojik sermaye ve performans arasındaki ilişkiyi araştıran Luthans, Avolio,
Walumbwa ve Li (2005) Çin’de 422 katılımcıyla gerçekleştirdikleri bir çalış-
mada, performans ile psikolojik sermaye arasında pozitif yönlü bir ilişki bul-

272
Pozitif Psikolojik Sermaye

muşlardır. Yine Sweetman, Luthans, Avey ve Luthans (2011) Amerika’da 899


katılımcıyla gerçekleştirdikleri bir çalışmada yaratıcı performans ile psikolojik
sermaye arasında, Abbas ve Raja (2015) Pakistan’da 237 kişi ile yaptıkları araş-
tırmada yenilikçi iş performansı ile psikolojik sermaye arasında, Bouckenooghe,
Zafar ve Raja (2014) Pakistan’da 171 çalışanla yaptıkları araştırmada rol per-
formansı ile psikolojik sermaye arasında, Gooty, Gavin, Johnson, Frazier ve
Snow (2009) Amerika’da 190 katılımcıyla gerçekleştirdikleri bir çalışmada rol
içi performans ile psikolojik sermaye arasında, Lee ve Chu (2016) Tayvan’da
278 katılımcıyla gerçekleştirdikleri bir çalışmada rol ve ekstra rol performansı
ile psikolojik sermaye arasında, Dinh Tho, Dong Phong ve Ha Minh Quan
(2014) ise Vietnam’da 696 pazarlamacı ile yaptıkları bir araştırmada, perfor-
mans ile psikolojik sermaye arasında anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişki olduğu-
nu bulmuşlardır (Türesin Tetik, Oral Ataç ve Köse 2018).
Psikolojik sermayenin dört unsurunun ayrı ayrı performans ile ilişkisini
araştıran çalışmalara bakıldığında ise öz yeterlilik ve umut düzeyi yüksek çalı-
şanların kendilerine verilen görevleri başarabileceklerine inandıkları için daha
çok çalıştıkları ve bu nedenle performanslarının da arttığı, iyimserlik düzeyinin
yüksek olmasının ise çalışanların bireysel performansını ve motivasyonu artır-
dığı görülmektedir (Kappagoda, Othman, ve Alwis, 2014). Satış temsilcileriyle
yapılan bir araştırmada iyimserlik düzeyi yüksek satış temsilcilerinin yaptıkları
satışların ve müşteri kazanma oranlarının kötümserlere göre daha yüksek oldu-
ğu bulunmuştur. Yine yapılan bir meta-analiz araştırmasında da öz yeterlilik ile
iş performansı arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Umut seviyesi yüksek
olan çalışanların düşük olanlara göre dayanıklılık seviyesi yüksek olanların
düşük olanlara göre iş performansının daha iyi olduğu sonucuna ulaşan araştır-
malar da vardır (Erkuş ve Fındıklı Afacan, 2013). Görüldüğü gibi bir bütün
olarak psikolojik sermayesi veya ayrı ayrı psikolojik sermaye unsurları yüksek
seviyede olan çalışanların performansları ve dolayısıyla verimlilikleri de yüksek
olmaktadır.

3.2. Psikolojik Sermaye ve İş Tatmini


İş tatmini, çalışanların iş ve iş koşullarına karşı oluşan algıları sonucunda
verdikleri içsel tepkilerden meydana gelmektedir. Çalışanların yapmış oldukları
işten duydukları memnuniyeti ifade eden iş tatmini kavramının literatürde bir-
çok tanımının olduğu görülmektedir. Yapılan bu tanımlar incelendiğinde genel
olarak ortak noktalarının çalışanların yaptıkları işle ilgili beklentilerinin karşı-
lanması ve bunun sonucunda işle ilgili duydukları memnuniyet ve mutluluk
vurgusu olduğu görülmektedir (Bozkurt ve Bozkurt, 2008).

273
Pozitif Psikoloji

Çalışanlar, yaptıkları işle ilgili sahip oldukları beklentiler ile işin sonunda
elde ettikleri sonuçlar arasında bir karşılaştırma yaparak işe karşı olumlu ya da
olumsuz bir tepki vermektedir. Kişi eğer yaptığı bu kıyaslama sonucunda mev-
cut durumu beklentilerini karşılayan adil bir sonuç olarak algılarsa işten duydu-
ğu tatmin yükselmektedir. Kişide bunun aksi yönde bir algı gelişirse o zaman da
iş tatmini düşmektedir. Çalışanların yaptıkları bu karşılaştırma pozitif psikoloji-
nin de alanına giren; yönetici tutumları ya da çalışma düzeni gibi iş şartları ile
ilgili olabileceği gibi; ücret ve statü gibi işten elde edilen sonuçlarla da ilgili
olabilmektedir (Altaş ve Çekmecelioğlu, 2015). İş tatminini belirleyen birçok
içsel ve dışsal kaynaklı faktör vardır. Yapılan işten ücret ve statü gibi elde edi-
len kazanımlar sonucu ortaya çıkan doyum kişide dışsal tatmin sağlarken işin
yapılırken kişide oluşturduğu doyum ise içsel tatmin sağlamaktadır (Akdemir ve
Açan, 2017).
Çalışanların iş tatminsizliği yaşaması; işten ayrılma, işe karşı isteksizlik,
işten soğuma, performans kayıpları ve iş verimliliğinin düşmesine neden olmak-
tadır. Ayrıca kişisel boyuttan bakıldığında iş tatmininin düşük olması, çalışanla-
rı psikolojik sağlık yönünden de önemli ölçüde etkilemekte ve sinirlilik, huzur-
suzluk, hayattan zevk almama, stres gibi duygusal sorunlara yol açmaktadır. Bu
nedenle pozitif kişisel kaynaklar olarak ifade edilen ve psikolojik sermayenin
temel unsurları olan; öz yeterlilik, umut ve iyimserlik çalışanların iş tatminini
önemli ölçüde artırarak bu istenmeyen durumların ortaya çıkmasını engelleye-
bilmektedir (Pelenk, 2018). Bu anlamda pozitif psikoloji yaklaşımı açısından
bakıldığında psikolojik sermaye ile iş tatmini arasında karşılıklı bir etkileşimin
varlığı görülmektedir. Çalışanların güçlü kişisel kaynakları sayesinde iş ve iş
şartlarına karşı geliştireceği pozitif bakış açısı, beraberinde iş tatminini artırdığı
gibi; çalışanların yaptıkları işten yeterli derecede tatmin duymaları da onların iş
ve iş ortamına karşı daha pozitif bir tutum göstermelerini sağlamaktadır (Çetin
ve Varoğlu, 2015).
Psikolojik sermaye ile iş tatmini arasındaki ilişki bu nedenlerle oldukça
önemlidir. Yapılan araştırmalarda da psikolojik sermayenin bir bütün olarak ve
ayrı ayrı unsurları ile iş tatmini üzerinde olumlu etkilerinin olduğu bulunmuştur.
Psikolojik sermayenin dört unsurunun da iş tatmini üzerinde olumlu etkilerinin
olduğu bilinmekle beraber bu dört unsurun birlikte oluşturduğu sinerjik etki her
bir unsurun tek başına oluşturduğu pozitif etkiden daha fazladır (Luthans ve
diğerleri, 2007). İş tatmini ile psikolojik sermaye arasındaki bu önemli ilişki,
örgütlerdeki çalışanların pozitif psikolojik sermayelerinin yüksek olmasının
hem çalışanların iş tatminini ve verimliliğini hem de organizasyonların rekabet
gücünü artıracağını göstermektedir.

274
Pozitif Psikolojik Sermaye

3.3. Psikolojik Sermaye ve Çalışan Tutumları


Çalışanların iş tatminini ve performans düzeylerini artıran önemli unsur-
lardan biri olan psikolojik sermaye, iş ortamındaki tutum ve davranışları da
olumlu yönde etkilemektedir. Bu nedenle işe ve iş ortamına karşı sahip olunan
olumlu veya olumsuz yaklaşımları ifade eden çalışan tutumları kavramı, psiko-
lojik sermayenin ilişkilendirildiği önemli konulardan biri olmuştur. Bu konuda
yapılan araştırmaların üzerinde durduğu bazı çalışan tutumları ise; iş bırakma
niyeti, devamsızlık, performans, örgütsel vatandaşlık ve bağlılık, sinizm ve iş
yerinde kaba-nezaketsiz davranışlardır (Cole ve diğerleri, 2009; Keleş, 2011).
Belirtilen bu ve benzeri birçok çalışan tutumu üzerinde psikolojik sermaye
önemli bir etkiye sahiptir. Örneğin, kişilerin örgütsel adaletsizlik algısı nedeniy-
le çalıştığı örgüte yönelik olarak geliştirdiği negatif tutumlar ve aşağılayıcı,
eleştirel davranışlar olarak tanımlanan sinizm; psikolojik sermayesi güçlü olan
bireylerde daha az görülmektedir. Yine iyimser, öz yeterliliği yüksek, umutlu ve
dayanıklı kişilerin işe olan bağlılıkları ve iş stresine karşı mücadele güçleri daha
yüksek olmaktadır. Ayrıca psikolojik sermaye olumlu tutumlar oluşturarak lider
ve üye etkileşiminin kalitesini de pozitif yönde etkilemektedir (Çalışkan, 2015).
Yapılan bir meta-analiz çalışmasında psikolojik sermaye ile bazı arzulanan
çalışan tutumları (örgütsel bağlılık, psikolojik iyi oluş ve iş tatmini) arasında
anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur. Yine psikolojik sermaye ile arzulanan
çalışan davranışları (iş performansı ve örgütsel vatandaşlık) arasında da yüksek
düzeyde anlamlı pozitif ilişki bulunmuştur. Aynı meta-analiz sonucuna göre
psikolojik sermaye ile istenmeyen çalışan tutumları (iş stresi, kaygı, sinizm,
değişime direnç) ve istenmeyen çalışan davranışları (iş yerinde kaba-nezaketsiz
davranışlar) arasında da anlamlı negatif ilişki olduğu bulunmuştur (Avey ve
diğerleri, 2011).
Görüldüğü gibi kişinin kendini ve yaptığı işi algılama tarzı; işe karşı tutu-
munu, etik yönelimini ve genel olarak hayata bakış açısını önemli ölçüde etki-
lemektedir. Psikolojik sermayesi güçlü olan çalışanlarda iş yerinde arzulanan
olumlu tutum ve davranışlar artarken olumsuz tutum ve davranışların görülme
oranı ise düşmektedir. Bu nedenle örgüt içi olumsuz tutum ve davranışların
ortaya çıkmaması veya var olan olumsuz tutumların en aza indirgenmesi için
çalışanların psikolojik sermayesi yüksek olan adaylar arasından seçilmesi, var
olan çalışanların ise psikolojik sermayelerinin güçlendirilmesi gerekmektedir.

275
Pozitif Psikoloji

3.4. Psikolojik Sermaye ve Liderlik


Psikolojik sermaye ile ilişkili olduğu ifade edilen iş performansı, tüken-
mişlik, iş tatmini ve çalışan tutumları gibi buraya kadar bahsetmiş olduğumuz
konular hakkında yapılmış olan araştırmaların daha çok psikolojik sermayenin
nelerden etkilendiği üzerinde değil, neleri etkilediği üzerinde durduğu görül-
mektedir. Yani psikolojik sermaye, yapılan araştırmalarda genellikle bağımsız
değişken unsuru olarak incelenmektedir (Erkmen ve Esen, 2012). Literatürde
psikolojik sermayenin, bağımlı değişken olarak ele alındığı nadir çalışma konu-
larından biri ise liderliktir. Liderlikle ilgili yapılan bu çalışmalar organizasyon-
lardaki liderlik tarzlarının çalışanların psikolojik sermayelerinin gelişiminde
önemli ölçüde pozitif etkisinin olduğunu göstermektedir. Özellikle de otantik
liderlik tarzı, çalışanların psikolojik sermayelerini geliştirebilecekleri bir çalış-
ma ortamı sağlamaktadır (Avolio, Walumbwa ve Weber, 2009).
Otantik liderlik, çalışanların pozitif davranışlarını destekleyen liderlik tarzı
olarak tanımlanmaktadır. Otantik liderler; farkındalığı yüksek, kendini, diğerle-
rini ve iş ortamını iyi tanıyan; kendilerinden daha çok başkalarının güçlenmesi
için çaba harcayan, çalışanlarına daha iyi olanı yapabilmeleri için destek vere-
rek onları güçlendiren liderlerdir. Kendine güvenleri ve umut düzeyleri yüksek,
zorluklarla karşılaştıklarında ise iyimser olabilen kişilerdir (Akbolat, Durmuş
ve Ünal, 2017). Otantik liderlik davranışları: “Öz farkındalık”, “Bilgiyi dengeli
değerlendirme”, “İlişkisel açıklık” ve “Otantik davranış” olmak üzere dört temel
unsurdan oluşmaktadır. Bu unsurlardan “Öz farkındalık”; kişinin zayıf ve güçlü
özelliklerini tanımasıdır “Bilgiyi dengeli değerlendirme”; bir konuda karar ver-
meden önce başkalarının fikirlerini alma ve mevcut verileri objektif olarak ana-
liz etme özelliğidir. İlişkisel açıklık”; başkaları ile açık ve dürüst bir iletişim
tarzı içinde olma durumudur. “Otantik davranış” ise; davranışların etik değerler-
le uyumlu olacak şekilde oluşturulmasıdır (Topaloğlu ve Özer, 2015).
Otantik liderler takipçileri ile oluşturdukları pozitif etkileşim sayesinde bu-
lundukları örgütlerde otantik ilişkiler ağı meydana getirerek grup üyelerinin
psikolojik sermayelerinin de güçlenmesini sağlamaktadır. Liderlerin çalışanları
ile kurdukları yapıcı, kabullenici ve açık iletişim tarzı onların daha etkili, umut-
lu, iyimser ve esnek olmalarını sağlamaktadır. Diğer bir deyişle liderlerin bu
tutumu çalışanların psikolojik sermayelerini de güçlendirmektedir. Liderlerin
çalışanlarla açıkça bilgi paylaştığı ve yapıcı geri bildirim sağladıkları bu etkile-
şimli pozitif ilişki ortamında, çalışanlar işle ilgili daha fazla yükümlülük duygu-
su hissetmektedir. Bu da onların iş ortamında daha özveriyle çalışmalarını, hatta

276
Pozitif Psikolojik Sermaye

görev tanımında olmayan bazı konularda da inisiyatif alarak örgütlere ekstra


katkıda bulunmalarını sağlamaktadır (Walumbwa, Luthans, Avey ve Oke,
2011).
Bu açıdan bakıldığında otantik liderlik özellikleri çalışanların psikolojik
sermayelerinin güçlenmesine yardımcı olacak bir pozitif örgüt iklimi oluştur-
maktadır. Çünkü pozitif liderler, güçlü psikolojik sermayeleri ile hem çalışanla-
ra rol model olurlar hem de onların psikolojik sermayelerini geliştirebilmeleri
için uygun bir örgüt iklimi ve yeterli kaynak oluştururlar. Pozitif liderlik davra-
nışları, psikolojik sermayenin geliştirilip güçlendirilmesinde anahtar bir rol
oynayarak çalışanların; verimliliğini, iş memnuniyetini, işe katılımını, refah
düzeyini, etik davranışlarını ve sorumluluk bilincini artırmada da etkili bir fak-
tördür (Luthans ve Youssef-Morgan, 2017).

3.5. Psikolojik Sermaye ve Tükenmişlik


İş stresi ve tükenmişlik örgütlerdeki en önemli sorunlardan biridir. Birçok
yönetici çalışanlarının iş stresi yaşadıklarının farkındır ancak bu sorunla etkili
şekilde nasıl mücadele edileceği konusunda zorlanmaktadır. Geçmişten günü-
müze iş yerlerinde tükenmişlikle mücadele için bazı prosedürler geliştirilmiş ve
araştırmacılar bu konuda birçok bilimsel araştırma yapmış olsa da günümüzde
hâlâ devam eden tükenmişlik sorunu ile ilgili yeni bakış açılarına ihtiyaç olduğu
da bir gerçektir.
Tükenmişliğin ortaya çıkmasında yapılan işin yapısı, işin yapıldığı ortam,
işin dâhil olduğu sektör, yönetim tarzı ve bireyin kendi kişisel özellikleri etkili
olabilmektedir (Bozkurt, 2016). Tükenmişlik konusunda ilk kapsamlı araştırma-
ları yapanlardan olan Maslach ve Jackson (1986) tükenmişliği; çalışanlarda
ortaya çıkabilecek duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve düşük kişisel başarı
boyutları ile ele almıştır. Onların ifadesiyle tükenmişlik süreci ilk olarak duygu-
sal tükenme tepkisi ile başlamaktadır. İş stresine bağlı olarak duygusal tükenme
hissetmeye başlayan çalışan, bu durumla baş etmek için başkalarıyla ilişkilerini
kesmektedir. Daha sonra yaşadığı tükenmişliğin etkisi ile kendisini mutsuz ve
yetersiz hissederek müşterilere karşı umursamaz ve duyarsız bir tavır içine gir-
mektedir. Oluşan bu duyarsızlaşma kişinin kendisinden beklenenleri karşılaya-
madığını düşünerek kendisini başarısız hissetmesine neden olmaktadır (Kaplan
ve Ulutaş, 2016).
Strese karşı kişisel kaynakların ve baş etme mekanizmalarının yetersizliği
tükenmişlik sendromunun en önemli nedenlerinden biridir. Tükenmişlik send-

277
Pozitif Psikoloji

romu yaşayan kişiler zamanla kendilerini güçsüz ve mutsuz hissetmektedirler.


Bu durum işe bağlılığı azaltmakta, iş performansını ve verimliliğini düşürerek
örgütsel çıktıları da olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Tükenmişlik yaşayan
çalışanlarda işe devamsızlık, iş başarısında düşme, hastalık raporu, motivasyon
kaybı ve işten ayrılma gibi istenmeyen davranışlar sıklıkla görülmektedir (Ocak
ve Güler,2017). İş stresinin bu tür beklenen yaygın etkilerine rağmen örgütler-
de çalışan herkesin strese karşı verdiği tepki tükenmişlik düzeyinde olmamakta-
dır. Bazı çalışanlar yaşadıkları stresle baş edemeyerek tükenmişlik sendromu
belirtileri gösterirken bazı çalışanların ise strese karşı tolerans ve baş etme güç-
leri neden daha yüksek olabilmektedir? Bu soru, tükenmişlikle mücadelede içsel
kaynakların ve dolayısıyla da psikolojik sermayenin rolünü akla getirmektedir.
Yapılan birçok araştırma, psikolojik sermaye ve stres arasında negatif yön-
lü bir ilişki olduğunu ve psikolojik sermaye seviyesi yüksek olan çalışanların
stres seviyelerinin düştüğünü göstermektedir. Psikolojik sermaye unsurlarından
biri olan umut düzeyi yüksek çalışanlarda tükenmişliğin tüm boyutları daha
düşük seviyelerde bulunmaktadır. Yine öz yeterliliği yüksek çalışanlar tüken-
mişliğin düşük kişisel başarı ve duyarsızlaşma hissi boyutlarından daha az etki-
lenmektedirler. Çalışanların psikolojik dayanıklılığı arttıkça duygusal tükenme
düzeyleri azalmaktadır (Çetin, Şeşen ve Basım, 2013). Psikolojik sermayesi
yüksek olan çalışanlar, çalışma görevlerini yerine getirmek için ek bazı içsel
kaynaklara sahiptirler. Bu çalışanlar başarısızlık veya belirsizlik durumlarında
daha iyimser olmaktalar ve öz yeterliliklerine duydukları güven sayesinde zor-
luklarla yılmadan mücadeleye devam edebilmektedirler. Dışsal ödül odaklı
olmamaları nedeniyle de işte ortaya çıkan olası bir çaba-ödül dengesizliği du-
rumunda diğerlerine oranla daha az hayal kırıklığı yaşamaktadırlar. Psikolojik
sermaye aynı zamanda stresi, kaygıyı ve depresyonu azaltabilecek oldukça etkili
bir kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır (Li ve diğerleri, 2005).
Görüldüğü gibi psikolojik sermaye, iş ortamında meydana gelen stres un-
surları ile çalışanların yaşadığı tükenmişlik arasındaki ilişkide düzenleyici veya
arabulucu yeni bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır (Baron, Franklin ve
Hmieleski, 2016). Pozitif düşüncenin, çalışanların iş stresini azalttığı ve işe
bağlılık ile verimliliği ise artırdığı bilinmektedir. Yüksek düzeyde psikolojik
sermaye kapasitesine sahip olan çalışanların strese karşı dayanıklı olmaları ve
mücadele güçlerinin artması da beklenen bir durumdur. Rabenu ve Yaniv
(2017) stres karşısında en önemli baş etme mekanizmasının psikolojik kaynak-
lar olduğu hipotezinden yola çıkarak yaptıkları bir araştırmada bireylerin stres
karşısında gösterdikleri çeşitli başa çıkma yolları (değişim, kabul ve geri çekil-

278
Pozitif Psikolojik Sermaye

me) ile pozitif psikolojik sermayenin unsurları (öz yeterlilik, dayanıklılık, iyim-
serlik, umut) arasında anlamlı bir ilişki bulmuştur. Bu çalışmanın sonucuna göre
psikolojik sermaye unsurları güçlü olan kişiler özellikle süreklilik arz eden
stresle daha iyi baş edebilmektedirler.
Bu bilgilerden yola çıkarak örgütlerde çalışanların psikolojik sermayesinin
güçlendirilmesinin iş stresinin tükenmişlik boyutuna ulaşmasının önüne geçebi-
lecek bir faktör olduğu söylenebilir. Çalışanların psikolojik sermayelerinin ölçü-
lerek geliştirilmesine yönelik uygulamaların yapılması örgüt içi stres ve tüken-
mişlikle mücadelede önemli avantajlar sağlayacaktır.

4. PSİKOLOJİK SERMAYE GELİŞTİRME


PROGRAMLARI
Örgütsel davranış alanında psikolojik sermaye kavramından sıklıkla bah-
sedilse de psikolojik sermayeyi artırmaya yönelik müdahale programlarından
nadiren bahsedilmektedir. Günümüzde kavramsal boyutu yeterince tanımlanan
ve üzerinde detaylı araştırmalar yapılan psikolojik sermayenin artık örgütsel
davranış ve insan kaynakları alanında verimliliği ve rekabet gücünü artıracak
şekilde örgütsel çıktılar üzerinde etki edecek operasyonel bir unsur hâline geti-
rilmesine ihtiyaç duyulmaktadır (Luthans ve diğerleri, 2006). Örgütlerin çalışan
verimliliğini artırmak için işe alımlarda psikolojik sermaye seviyesi yüksek olan
çalışanları tercih etmesi; mevcut çalışanlarının ise psikolojik sermaye seviyesini
arttıracak girişimlerde bulunmaları gerekmektedir. Kısa uygulaması kolay ve
düşük maliyetli olan psikolojik sermaye geliştirme müdahale programları, çalı-
şanların psikolojik sermaye düzeylerini yükselterek işten ayrılma oranlarını
ciddi oranlarda düşürebilmekte ve iş verimliliğini artırarak sürdürülebilir reka-
bet avantajı sağlamaktadır.
Pozitif psikoloji müdahale programlarının temel amacı genel olarak kişi-
lerde olumlu duygu, düşünce ve davranışlar ortaya çıkartarak onların öznel iyi
oluş durumlarının daha iyi bir noktaya getirilmesidir. İki binli yılların başların-
dan bu güne kadar pozitif psikolojiyle ilgili yapılan çalışmalardaki artışa paralel
olarak pozitif psikoloji müdahale programlarıyla ilgili operasyonel çalışmalarda
da bazı gelişmeler yaşanmıştır. İlk olarak klinik psikoloji alanında kişilerin po-
zitif güçlerini artırarak ruh sağlığını ve yakın çevre ile olan ilişkilerini iyileştirip
korumaya yönelik pozitif psikoterapi programları şeklinde başlayan bu müdaha-

279
Pozitif Psikoloji

le programları daha sonra psikolojik sermaye kavramı ile birlikte örgüt psikolo-
jisi alanında da önemli bir ilgi görmüştür (Eryılmaz, 2017).
Daha önce de vurgulandığı gibi psikolojik sermayenin en önemli özellikle-
rinden biri; esnek, ölçülebilir ve geliştirilebilir oluşudur. Bu özellik psikolojik
sermayenin teoriden uygulamaya dönüştürülmesine de olanak tanımaktadır.
Bunun için psikolojik sermayenin ölçeklerle ölçülüp müdahale programlarıyla
geliştirilmesi önemli bir gereklilik hâline gelmiştir (Erkmen ve Esen, 2013).
Luthans ve diğerleri (2007) bu noktadan hareketle, ilk aşamada deneysel çalış-
maların gerçekleştirilebilmesi için psikolojik sermayenin uygun yöntemlerle
ölçülmesine ihtiyaç duymuşlar ve bu amaçla psikolojik sermayenin dört unsuru
olan; öz yeterlilik, dayanıklılık, iyimserlik ve umut düzeyini ölçmek için bir
ölçme aracı geliştirmişlerdir. Bu çalışmalar sonucunda psikolojik sermayenin
ölçülebilir hâle gelmesi örgütlerde ortaya çıkartabileceği olumlu sonuçların
yöneticiler tarafından görülerek çeşitli müdahale programlarının yapılabilmesi-
ne olanak tanımıştır.
Pozitif psikolojik sermaye, doğası gereği dinamik bir yapıya sahip olduğu
için başkalarına aktarılabilen ve geliştirilebilen özelliktedir. Liderler ve yöneti-
ciler kendi pozitif psikolojik sermayelerini güçlendirerek çalışanlarına bu yönde
model olarak onların da psikolojik sermayelerinin gelişmesini sağlayabilmekte-
dirler. Ast üst ilişkisinin olmadığı ve statü olarak aynı seviyede olan fakat psi-
kolojik sermayesi daha güçlü olan çalışanlardan düşük olanlara yatay yönlü
etkileşimler yolu ile de psikolojik sermaye aktarılabilmektedir (Habibi ve Jala-
lian, 2016). Ayrıca araştırma bulguları, psikolojik sermayenin dikkatli bir şekil-
de yürütülen eğitim programları ile geliştirilebileceği yönünde önemli bilgiler
vermektedir (Luthans, 2012).
Yapılan araştırmalarda psikolojik sermayenin esnek bir yapısının olduğu
ve hedefli eğitim müdahaleleriyle geliştirilebildiği gösterilmiştir. Psikolojik
sermaye geliştirme uygulamaları insan sermayesinin önemine gerçekten inanan
ve çalışanlarının pozitifliğini geliştirmeye istekli olan liderler için kanıta dayalı
birçok yaklaşım sunmaktadır. Bu bilgiler ışığında artık günümüzde psikolojik
sermayeyi artırmaya yönelik başta grup eğitimleri olmak üzere bazı destekleyici
ve geliştirici müdahale programlarının kullanılmaya başlandığı görülmektedir
(Luthans ve diğerleri, 2010). Aşağıda bazı örneklerini verdiğimiz bu program-
lar dünya genelinde; küçük, orta ve büyük ölçekli birçok organizasyonda uygu-
lanmaktadır.

280
Pozitif Psikolojik Sermaye

4.1. Psikolojik Sermaye Müdahale Programlarında


Uygulanan Yöntemler
Psikolojik sermaye geliştirme müdahale programları değişik şekillerde uy-
gulanabilmektedir. Öncelikle bu programların sağlıklı şekilde uygulanabilmesi
için pozitif bir örgüt iklimin oluşturulması gerekmektedir. Esnek ve adil bir
liderlik anlayışı, takım ruhunun oluşturulması, çalışanların özerkliğinin destek-
lenmesi ve güçlendirilmesi, başarıların takdir edilerek ödüllendirilmesi, çalışan-
ların özgün ve yenilikçi olmasına izin verilmesi psikolojik sermayenin gelişimi-
ne imkân tanıyan bir örgüt iklimi oluşturmaktadır. Bu pozitif iklim oluşturul-
duktan sonra uygulanan eğitim programları ise klasik ve belirli davranış kalıpla-
rını öğretmeye yönelik teknik eğitimlerin aksine kişilerin yerleşik ve kalıplaş-
mış düşüncelerine meydan okumalarını ve değiştirmelerini sağlayacak pozitif
düşünce geliştirmeye odaklanılmaktadır (Luthans ve Youssef-Morgan, 2017;
Petersen, 2015).
Formal ve informal eğitimlerin kullanıldığı psikolojik sermaye geliştirme
programlarında sinerjik etkisi vurgulanan öz yeterlilik, umut, iyimserlik ve da-
yanıklılık olmak üzere dört psikolojik sermaye unsuru üzerinde durulmaktadır.
Bu unsurları yükseltmek için uygulanan yöntemlerden biri tecrübe paylaşımla-
rıdır. Oluşturulan paylaşım guruplarında öz yeterliliğin geliştirilmesi amacıyla
çalışanların başarılı insanları örnek almaları için deneyimli uzmanların tecrübe
paylaşımlarından faydalanmaları sağlanmaktadır (Luthans ve Youssef-Morgan,
2007). Bir diğer psikolojik sermaye unsuru olan umudun geliştirilmesi için ise
sıralı hedefler belirleme ve bu hedefleri gerçekleştirme yolunda engellerle ya da
farklı durumlarla karşılaşıldığında alternatif amaç belirleme çalışmaları, çalışan-
lara yetki vererek onları güçlendirme uygulamaları yapılmaktadır (Türesin Te-
tik, Oral Ataç ve Köse 2018). İyimserlik özelliğinin geliştirilmesi için ise geç-
mişle barışma, şimdiye ve gelecekle ilgili fırsatlara odaklanma çalışmaları; da-
yanıklılık özelliğinin geliştirilmesi için ise bireyin var olan potansiyel ve yete-
neklerinin farkına varmasını sağlama ve risk alma becerilerini destekleme ça-
lışmaları yapılmaktadır (Erkuş ve Fındıklı Afacan, 2013).
Bu programlar genel olarak ölçülebilir hedef oluşturma ve hedefe ulaşmak
için yollar belirleme, bu yollara nasıl ulaşılacağı ile ilgili çeşitli zihinsel prova-
lar yapmayı içerir. Ortalama 2-3 saat süren gelişim programına küçük gruplar
ile başlanır ve bu gruplarda katılımcılara video izletilmesi, oyunlaştırma, koçluk
yapılması gibi çeşitli uygulamalarla motivasyon desteği sağlanır. Çalışmalar
sonucunda katılımcılar belirlenen hedefler için “ben bunu yapacağım” fikri

281
Pozitif Psikoloji

çerçevesinde umutlanır ve hedeflere ulaşmak için iyimserlik geliştirir. Bu iyim-


serlik ile ilgili geri dönüşler ve kontroller yapılarak istenen sonuçların elde edi-
lip edilmediği incelenir. Süreç arzu edilen sonuçlar elde edilene kadar döngüsel
olarak devam eder. Yapılacak eğitimler aşırı müdahale edicilikten uzak, kişilere
ilham verici ve değer katma odaklı olmalıdır (Luthans ve Youssef-Morgan,
2017). Ayrıca günümüzün gelişen teknolojileri ile birlikte psikolojik yardım
hizmetlerine online ulaşım da kolaylaşmıştır (Bozkurt, 2013). Psikolojik serma-
yenin geliştirilmesi için önerilen yüz yüze eğitsel programların yanı sıra bilgisa-
yar üzerinden oynanan oyunlar, tablet ve akıllı telefon uygulamalarına entegre
edilen online pozitif psikoloji müdahale programlarının yapılması da mümkün
hâle gelmiştir.

SONUÇ
Günümüzde artık birçok kuruluşun en temel hedefi rakiplerine karşı istik-
rarlı bir rekabet avantajı sağlamaktır. Oluşan bu rekabet koşullarında örgütler ve
çalışanlar her geçen gün değişik zorluklarla ve belirsizliklerle karşı karşıya gel-
mektedirler. Sürdürülebilir bir rekabet avantajı için artık sadece fiziksel, eko-
nomik veya parasal sermaye yeterli olmamaktadır. Çalışanların işe karşı tutum-
larını, performanslarını, çalışma motivasyonlarını ve verimliliklerini artıracak
sosyal, beşeri ve psikolojik sermaye unsurları örgütlerin başarısında daha önem-
li hâle gelişmiştir. Çünkü örgütler için taklit edilemeyecek en önemli kaynak
insan kaynağıdır. Örgütler, çalışanların kişisel özelliklerinin ve psikolojik kapa-
sitelerinin ölçülüp geliştirilmesine önem vermeli ve psikolojik sermayelerinin
geliştirilmesine yatırıp yapmalıdır.
Toplumların yüksek bir refah seviyesine ulaşabilmesi için öncelikle psiko-
lojik sağlamlığı yüksek ve güçlü bireylere ihtiyaç vardır. Bu nedenle psikolojik
sermaye gelişimini destekleyen iş ortamları sadece çalışanların refah düzeyini
yükselterek iş yerinde olumlu sonuçlar doğurmakla sınırlı kalmamakta aynı
zamanda toplumun bir ferdi olan bireyin diğer yaşam alanlarına da pozitif etki
ederek toplumun refah düzeyinin yükselmesine önemli katkılar sağlayacaktır.
Örgütler açısından psikolojik sermaye düzeyi yüksek olan çalışanlar, rekabet
ortamındaki zorlukların üstesinden daha kolay gelebilmekte, örgüt içinde daha
iyi iş tutumu ve davranışları geliştirebilmekte ve böylece daha yüksek iş per-
formansı göstermektedirler. Bu nedenle örgüt liderleri ve yöneticileri psikolojik
sermaye unsurunu mutlaka göz önünde bulundurmak zorundadırlar. İşe alımlar-
da psikolojik sermaye seviyesi yüksek olan adayların işe alınması ve mevcut
çalışanların ise psikolojik sermaye düzeylerinin belirlenerek güçlendirilmesi
büyük önem arz etmektedir.

282
Pozitif Psikolojik Sermaye

Anlık pozitif durumlar yerine; istikrarlı, ölçülebilen, geliştirilebilen ve yö-


netilebilen psikolojik kaynakları vurgulayan psikolojik sermayenin temel özel-
liği dinamik bir doğaya sahip olması ve işlenebilirliğidir. Bu doğası gereği deği-
şime açıktır ve eğitim müdahaleleriyle geliştirilebilmektedir (Alessandri, Con-
siglio, Luthans ve Borgogni, 2018). İş tatmini, iş performansı, çalışan tutumları,
liderlik ve tükenmişlik gibi birçok unsur ile pozitif ilişkisi olan psikolojik ser-
maye; örgütlerde etkin olarak yönetildiğinde çalışanların yeteneklerini geliştir-
me gücüne sahiptir ve örgütlere yüksek düzeyde sürdürülebilir rekabet avantajı
sağlamaktadır. Bu özellikleri sayesinde psikolojik sermaye artık günümüzde
örgütsel davranış uygulamaları kapsamında; yetenek yönetim sistemleri olarak
ifade edilen; personel seçme, adaptasyon, terfi, kurum içi eğitim ve geliştirme
gibi süreçlerde etkili bir faktör olarak kabul edilmektedir. Ayrıca yöneticilerin
insan sermayesine yönelik tutumlarını pozitif yönde değiştirerek insan sermaye-
sinin daha etkin şekilde yönetilmesinde etkin bir rol oynamaktadır.
Psikolojik sermaye konusunda bugüne kadar elde edilmiş olan teorik bilgi
birikiminin artık operasyonel boyuta taşınması ve örgütlerde çalışanların psiko-
lojik sermayelerini geliştirip güçlendirilmesine yönelik somut müdahale prog-
ramlarına ağırlık verilmesi gerekmektedir. Literatürde yüksek düzeyde psikolo-
jik sermayenin olumlu sonuçları ile ilgili kanıta dayalı oldukça fazla bilgi olma-
sına rağmen gelişimini destekleyen şartlar ve öncül süreçler hakkında ise çok
daha fazla bilgiye ve araştırmaya ihtiyaç vardır.

OKUMA LİSTESİ
Psychological Capital and Beyond. Fred Luthans, Carolyn M. Youssef-Morgan and
Bruce J. Avolio. Oxford University Press; Har/Psc edition ( 2015).
Psychological Capital: Developing the Human Competitive Edge Kindle Edition. Fred
Luthans, Carolyn M. Youssef-Morgan and Bruce J. Avolio. Oxford University
Press ( 2006).

KAYNAKLAR
Abbas, M. ve Raja, U. (2015). Impact of psychological capital on innovative perfor-
mance and job stress. Canadian Journal of Administrative Sciences, 32(2), 128–
138. doi:https://doi.org/10.1002/cjas.1314
Akbolat, M., Durmuş, A. ve Ünal, Ö . (2017). Örgütsel erdemliliğin personel güçlen-
dirmeye etkisi ve otantik liderliğin aracı rolü. İşletme Bilimi Dergisi, 5(2), 71-88.
doi: https://doi.org/10.22139/jobs.322557

283
Pozitif Psikoloji

Akdemir, B. ve Açan. M.A. (2017). Psikolojik sermaye ve iş tatmini ilişkisini belirle-


meye yönelik bir araştırma. Akademik Yaklaşımlar Dergisi, 8(2), 57-79. Erişim
adresi:http://dergipark.gov.tr/ayd/issue/33600/372883
Alessandri, G., Consiglio, C., Luthans,F. ve Borgogni, L. (2018). Testing a dynamic
model of the impact of psychological capital on work engagement and job perfor-
mance. Career Development International, 23(1), 33-47. doi:https
://doi.org/10.1108/CDI-11-2016-0210
Altaş, S.S. ve Çekmecelioğlu, G.H. (2015). Örgütsel adalet algısının iş tatmini, örgütsel
bağlılık ve iş performansı üzerindeki etkileri: Okul Öncesi Öğretmenleri Üzerinde
Bir Araştırma, İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 29(3), 421 -439. Erişim adresi:
doi:http://dergipark.gov.tr/atauniiibd/issue/2718/35757
Avey, J.B. (2014). The Left Side of Psychological Capital: new evidence on the antece-
dents of psycap. Journal of Leadership & Organizational Studies, 21(2), 141–
149. doi:https://doi.org/10.1177/1548051813515516
Avey, J.B., Reichard, R.J., Luthans, F. ve Mhatre, K.H. (2011). Meta-analysis of the
impact of positive psychological capital on employees attitudes, behaviors and
performance. Human Resource Development Quarterly, 22(2), 127–152.
doi:https://doi.org/10.1002/hrdq.20070
Baron, R.A., Franklin, R.J. ve Hmieleski, K.M. (2016). Why entrepreneurs often expe-
rience low, not high, levels of stress: The joint effects of selection and psycholo-
gical capital. Journal of Management,42(3),742–768.doi: https://doi.org/10.1177
/0149206313495411
Baskaran, K. ve Rajarathınam, M. (2017). Influence of psychological capital on ınno-
vative behaviour among the faculty teaching in online environment. Asian Journal
of Distance Education, 12(1), 60-68. Erişim adresi: https://www.learntechlib.
org/p/185247
Baykal, Ş. ve Gürbüz, S. (2016). Sosyal sermaye ve bireyler arası güven ilişkisinin
sosyal ağ analizi ile incelenmesi. İş ve İnsan Dergisi, 3(2), 77-91. Erişim adresi:
https://www.researchgate.net/publication/309395566
Bouckenooghe, D., Zafar, A. ve Raja, U. (2015). How ethical leadership shapes emplo-
yees job performance: The mediating roles of goal congruence and psychological
capital. Journal of Business Ethics, 129(1), 251–264. doi:https://doi.org/10.1007/
s10551-014-2162-3
Bozkurt, İ. (2013). Psikolojik yardım uygulamalarında yeni trend: Online terapiler.
International Journal of Human Sciences, 10(2), 130-146. Erişim Adresi: https://j-
humansciences.com/ojs/index.php/ijhs/article/view/2628
Bozkurt, Ö. (2016). Kamu kurumlarındaki çatışma ve tükenmişlik ilişkisinin nedensen
ve çözümsel bağlamda incelenmesi, AİBÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 16(4), 79-
91.Erişim adresi: https://dergipark.org.tr/download/article-file/527261
Bozkurt, Ö ve Bozkurt, İ. (2008). İş tatminini etkileyen işletme içi faktörlerin eğitim
sektörü açısından değerlendirilmesine yönelik bir alan araştırması. Doğuş Üniver-
sitesi Dergisi, 9(1), 1-18. Erişim adresi: http://journal.dogus.edu.tr/index.
php/duj/article/view/75

284
Pozitif Psikolojik Sermaye

Cole, K., Anne Daly, A. ve Mak, A. (2009). Good for the soul: The relationship between
work, wellbeing and psychological capital. The Journal of Socio-Economics,
38(3), 464-474. doi:https://doi.org/10.1016/j.socec.2008.10.004
Çalışkan, S. (2015). Pozitif örgütsel davranış değişkenleri ile yeni araştırma modelleri
Geliştirme arayışları: Pozitif örgütsel davranış değişkenlerinin işe adanmışlık, tü-
kenmişlik ve sinizm üzerine etkileri ve bu etkileşimde örgütsel adalet algısının
aracılık rolü. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
16(3),363-382. doi:https://doi.org/10.16953/deusbed.81606
Çavuş, F.M. ve Kapusuz, A. (2015). Psychological capital: Definition, components and
Effects. British Journal of Education, Society &Behavioural Science. 5(3), 244-
255. doi:https://doi.org/10.9734/bjesbs/2015/12574
Çetin, F., Şeşen, H. ve Basım, N. (2013). Örgütsel psikolojik sermayenin tükenmişlik
Sürecine etkileri: Kamu sektöründe bir araştırma. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bi-
limler Dergisi,13(3), 95-108. Erişim adresi:https://hdl.handle.net/11421/98
Çetin, F., ve Varoğlu, A. K. (2015). Psikolojik sermaye, performans, ayrılma niyeti ve
iş tatmini etkileşimi: cinsiyetin düzenleyici rolü. İş ve İnsan Dergisi, 2(2), 105–
113. doi:https://doi.org/10.18394/iid.61996
DeSimone, J.A., Harms, P.D., Vanhove, A.J., ve Herian, M.N. (2017). Development
and validation of the five-by-five resilience scale. Assessment, 24(6),778–797.
doi:https://doi.org/10.1177/1073191115625803
Dinh Tho, N., Dong Phong, N. ve Ha Minh Quan, T. (2014). Marketers psychological
capital and performance: The mediating role of quality of work life, job effort and
job attractiveness. Asia-Pacific Journal of Business Administration, 6(1), 36–48.
doi: https://doi.org/10.1108/APJBA-04-2013-0026
Erkmen, T. ve Esen, E. (2012). Psikolojik sermaye konusunda 2003-2011 yıllarında
yapılan çalışmaların kategorik olarak incelenmesi. Mustafa Kemal Üniversitesi
Sosyal BilimlerEnstitüsü Dergisi, 9(19), 89-103. Erişim adresi:
http://sbed.mku.edu.tr/article/view/1038000314
Erkuş, A. ve Fındıklı Afacan, M. (2013). Psikolojik sermayenin iş tatmini, iş perfor-
mansı ve işten ayrılma niyeti üzerindeki etkisine yönelik bir araştırma. İstanbul
Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi, 42(2), 302-318. Erişim adre-
si:http://www.ifdergisi.org/
Ertosun, Ö. G., Erdil, O. ve Alpkan, L. (2018). Pozitif psikolojik sermaye ve çalışan
Adanmışlığı ilişkisi: Deneysel bir çalışma. Busıness & Management Studies: An
İnternatıonal Journal, 6(4), 1033-1052. doi:https://doi.org/10.15295/bmij.v6i4
.295
Eryılmaz, A. (2017). Pozitif psikoterapiler. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar Dergisi,
9(3), 346-362. doi:https://doi.org/10.18863/pgy.288667
Gooty, J., Gavin, M., Johnson, P. D., Frazier, M. L. ve Snow, D. B. (2009). In the eyes
of the Beholder: Transformational leadership, positive psychological capital, and
performance. Journal of Leadership & Organizational Studies, 15(4), 353–367.
doi:https://doi.org/10.1177/1548051809332021

285
Pozitif Psikoloji

Habibi, S. ve Jalalian, A. (2016). Positive psychological capital and job performance


the Role of working attitude intermediation in the ministry of energy. Internatıo-
nal journal of humanıtıes and cultural studıes. January 2016 Special Issue, 2644-
2654. Erişim adresi: http://www.ijhcs.com/index.php/ijhcs/index
Kalafat, T. (2012). Kariyer Geleceği Ölçeği (KARGEL): Türk örneklemi için psikomet-
rik özelliklerinin incelenmesi. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi,
4(38), 169-179. Erişim adresi: http://pdrdergisi.org/index.php/pdr/article/view/80
Kaplan, M. ve Ulutaş, Ö. (2016). Duygusal emeğin tükenmişlik üzerindeki etkisi: Otel
işletmelerinde bir araştırma. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
(35),165-174.Erişimadresi:
http://dergisosyalbil.selcuk.edu.tr/susbed/article/view/1227
Kappagoda, U., Othman, H. ve Alwis, G. (2014). Psychological capital and job perfor-
mance: The mediating role of work attitudes. Journal of Human Resource and
Sustainability Studies, 2, 102-116. doi:https://doi.org/10.4236/jhrss.2014.22009
Keleş, N.H. (2011). Pozitif psikolojik sermaye: Tanımı, bileşenleri ve örgüt yönetimine
etkileri. Organizasyon ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 3(2), 343-350. Erişim adresi:
http://dergipark.gov.tr/oybd/issue/16338/171074
Lee, C.H. ve Chu, K.K. (2016). Understanding the effect of positive psychological capi-
tal on Hospitality ınterns creativity for role performance. The International Jour-
nal of Organizational Innovation, 8(4), 213–223 Erişim adresi:
https://search.proquest.com/openview/9f882603cb236abae66ed498277c71a8/1?pq
-origsite=gscholar&cbl=55118
Luthans, F. (2012). Psychological capital: Implications for HRD, retrospective analysis,
and future directions. Human Resource Development Quarterly, 23(1), 1–8. doi:
https://doi.org/10.1002/hrdq.21119
Luszczynska, A., Dona, G.B. ve Schwarzer, R. (2005). General self-efficacy in various
domains of human functioning: Evidence from five countries. International Jour-
nal of Psychology, 40(2), 80–89. doi:https://doi.org/10.1080/00207590444000041
Luthans, F., Avey, J., Avolio, B.J, Norman, S. ve Combs, G. (2006). Psychological
capital
Development: Toward a microintervention. Journal Of Organizational Behavior,
27(3), 387-393. doi:https://doi.org/10.1002/job.373
Luthans, F., Avey, J. Avolio, B. J. ve Peterson, S. (2010). The development and resul-
ting Performance ımpact of positive psychological capital. Human Resource Deve-
lopment Quarterly , 21 (1), 41-67. doi:https://doi.org/10.1002/hrdq.20034
Luthans, F., Avolio, B. J., Walumbwa, F. O. ve Li, W. (2005). The psychological capi-
tal of
Chinese workers: exploring the relationship with performance. Management and Orga-
nization Review, 1(2), 249–271. doi:https://doi.org/10.1111/j.1740- 8784.
2005.00011.x

286
Pozitif Psikolojik Sermaye

Luthans, F., Luthans, K.W. ve Luthans, B.C. (2004). Positive psychological capital:
Beyond human and social capital. Business Horizons, 47(1),45–50. doi:
https://doi.org/10.1016/j.bushor.2003.11.007
Luthans, F. ve Youssef, C.M. (2004). Human, social and now positive psychological
capital Management: ınvesting in people for competitive advantage. Organizatio-
nal Dynamics, 33(2), 143–160. doi:https://doi.org/10.1016/j.orgdyn.2004.01.003
Luthans, F. ve Youssef, C.M. (2007). Emerging positive organizational behavior. Jour-
nal of Management, 33(3), 321-49. doi:https://doi.org/10.1177/0149206 307
300814
Luthans, F. ve Youssef, C.M. (2017). Psychological capital: An evidence-based positive
approach. Annual Review of Organizational Psychology and Organizational Be-
havior. 4(1),339-366. doi:https://doi.org/10.1146/annurev-orgpsych-032516-
113324
Luthans, F., Youssef, C.M. ve Avolio, B.J. (2007). Psychological capital: Developing
the human competitive edge. New York: Oxford University Press
Luthans F, Youssef, C.M. ve Avolio B.J. (2015). Psychological capital and beyond.
New York: Oxford University Press.
Maslach, C. ve Jackson, S.E. (1986). The Maslach burnout inventory. Palo Alto, CA:
Consulting Psychologists Press.
Ocak, M. ve Güler, M. (2017). Psikolojik sermayenin tükenmişlik üzerine etkisi: görgül
bir Araştırma. Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 49,
117-134. doi:https://dx.doi.org/10.18070/erciyesiibd.323907
Pelenk, S. (2018). Psikolojik sermayenin ve iş tatmininin performans üzerindeki etkisi:
Teknoloji sektöründe bir araştırma. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Der-
gisi, 7(5), 357-370. Erişim adresi:http://www.itobiad.com/issue/41845/466760
Qiu, X., Yan, X. ve Lv, Y. (2015) The effect of psychological capital and knowledge
sharing on ınnovation performance for professional technical employees. Journal
of Service Science and Management, 8(4), 545-551. doi: http://www.
10.4236/jssm.2015.84055
Rabenu, Edna, & Yaniv, Eyal. (2017). Psychological resources and strategies to cope
with stress at work. International Journal of Psychological Research, 10(2),8-15.
doi:https://dx.doi.org/10.21500/20112084.2698
Rebelo, T., Dimas, I.D., Lourenço P.R. ve Palacio, A. (2018). Generating team psycap
through transformational leadership: A route to team learning and performance.
Team Performance Management: An International Journal, 24(7/8), 363-379. doi:
https://doi.org/10.1108/TPM-09-2017-0056
Srivastava, U. R. ve Maurya, V. (2017). Organizational and ındividual level antecedents
of psychological capital and its associated outcomes: Development of a conceptual
framework. Management and Labour Studies, 42(3), 205-236. https://doi.o
rg/10.1177/0258042X17718739
Sweetman, D., Luthans, F., Avey, J. B. ve Luthans, B. (2011). Relationship between
positive psychological capital and creative performance. Canadian Journal of
Administrative Sciences, 28(1), 4–13. doi: https://doi.org/10.1002/cjas.175

287
Pozitif Psikoloji

Topaloğlu, T. ve Özer, P. (2015). Psikolojik sermaye ile iş performansı arasındaki iliş-


kiye otantik liderliğin düzenleyici etkisi. Organizasyon ve Yönetim Bilimleri Der-
gisi, 6(1), 156-171. Erişim adresi:http://dergipark.gov.tr/oybd/issue/16343/171152
Türesin Tetik, H. ve Köse S. (2017). Psikolojik sermayenin lider-üye etkileşimi üzerin-
deki etkisinin hizmet sektöründe araştırılması. Süleyman Demirel Üniversitesi İk-
tisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 22(2), 341-378. Erişim adresi:
http://iibfdergi.sdu.edu.tr/assets/uploads/sites/352/files/yil-2017-cilt-22-sayi-2-
yazi07-26052017.pdf
Türesin Tetik, H. ve Oral Ataç, L. Ve Köse S. (2018). Psikolojik sermaye ile iş doyumu
ve performans ilişkisi: Türkiye’de yapılan araştırmalar üzerinden bir meta analizi.
Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 32(2), 289-314.
Walumbwa, F., Luthans, F., Avey, J. B. ve Oke. A. (2010). Authentically leading gro-
ups: The mediating role of collective psychological capital and trust. Journal of
Organizational Behavior, 32, 4-24. doi:https://doi.org/10.1002/job.653

288
14 ZOR ZAMANLARDA AYAKTA
KALABİLME:
PSİKOLOJİK DAYANIKLILIK

Yunus Altundağ

Bu bölümü okuduğunuzda
1. Psikolojik dayanıklılık kavramına ilişkin kavramsal tanımlar, temeller ve iliş-
kileri,
2. Psikolojik dayanıklılığın ögeleri kabul edilen risk faktörü, koruyucu faktör ve
pozitif uyum ile bu ögeler arasında nasıl bir ilişki bulunduğunu,
3. Psikolojik dayanıklılığın geliştirilebilir bir özellik olup olmadığını,
4. Psikolojik danışma ile psikolojik dayanıklılık ilişkisini ve psikolojik danış-
mada bu kavramın nasıl değerlendirildiğini göreceksiniz.

“Kış mevsiminde Londra’nın kenar mahallesinde iki erkek kardeş ve bir anne ya-
şamaktadır. Alkolik babanın da erken ölümüyle iki çocuğuyla hayata tutunmaya
çalışan kadın çok zor zamanlar geçirmektedir. Öyle ki kendi kıyafetlerinden boza-
rak çocuklarına kiyafet dikmeye çalışmaktadır. Çocuklardan büyüğü olan Syndey
okuldan kalan zamanlarında gazete satmakta, küçük kardeş ise oduncuda çalış-
makta ya da annesinin eski kıyafetlerini satmaya çalışmaktadır. Hikâyede yer alan
küçük kardeş yaşadıklarını yıllar sonra şöyle anlatmaktadır: “Çok fakirdik. Üze-
rimize giyeceğimiz doğru düzgün bir kıyafetimiz olmadığı gibi ayakkabılarımız da
yoktu. Çok küçük bir odada yaşıyorduk ve çoğu zaman yiyecek bir şeyler de bula-
mıyorduk Annemin potinlerini ağabeyim ya da ben giyerek yoksullar için dağıtılan
çorbadan almaya giderdik ve genelde tek besin kaynağımız bu olurdu”. Annesi
ruh sağlığı hastanesine yatırıldıktan sonra küçük kardeş çok zor koşullarda Kana-
da’ya, oradan da trenle New York şehrine gelir. Orada film çekimleri için set işçi-
si olarak çalışmaya başlar. Amerikalı yönetmen Sennett’in “filmimde yer alacak
bir komedi unsuruna ihtiyacım var. Hemen bir komedi makyajı yap. Nasıl olduğu-
nun bir önemi yok” demesi üzerine hayatı değişir. O ilk denemedeki şaşırtıcı ba-
şarısı yönetmenin de dikkatini çeker. Sonrasında başka yönetmen ve projelerle
birçok komedi filmine imza atan bu çocuk bir döneme damgasını vuran dünyaca
ünlü Charlie Chaplin’in kendisiydi. Çektiği sessiz komedi filmleriyle tüm dünyada
tanınan ve ilgiyle izlenilen bir oyuncu hâline gelmişti.”

289
Pozitif Psikoloji

“Suriye’nin kuzey şehirlerinden birisinde yaşayan ve 2011 yılında ülkesinde iç sa-


vaş çıktığında babasını kaybeden Ömer 15 yaşındaydı. Kendisinden büyük bir
ağabeyi ve iki yaş küçük kız kardeşi ve annesiyle kalmışlardı. Annesi kendisi ve
çocukları için daha güvenli olacağını düşünerek Türkiye’ye göç etmeye karar
vermişlerdi. Ancak göç etmek o kadar da kolay değildi. Her tarafta silahlar, bom-
balar, çatışmalar, işkenceler yer alıyordu. Mevsim kış olmasına karşın çocukları-
nın hayatından iyice endişelenen anne bir an önce göç etmenin doğru olacağını
düşünerek zorlu bir yolculuğa çıktılar. Yola çıkmadan önce aile içinde şöyle bir
karar almışlardı: “ yolculuk esnasında aile fertlerinin başına bir şey gelse dahi
diğer aile fertleri yoluna devam edecek ve ilk hedef olan Türkiye sınırına ulaşa-
caklardı”. Genelde geceleri ve çoğunlukla da yürüyerek yolculuk yapan aile üye-
leri günlerce süren yolculuk sonucu Türkiye sınırına ulaşmışlardı. Ancak güvenli
bölgeye ulaştıkları için sevinemiyorlardı. Çünkü ailenin ikinci çocuğu olan Ömer
yolda çatışmalarda yer alan silahlı gruplarca rehin alınmıştı. Aile için Türkiye
güvenli olsa da birçok yaşam zorluğu onları beklemekteydi. Türkiye’de yardımse-
verlerin ve Türk devletinin destekleriyle bir çadır kente, sonrasında konteynır ken-
te yerleştirilmişlerdi. Ancak anne ve kızın gözyaşları durmuyordu. Ağabey ise kar-
deşini kurtarmak için elinden bir şey gelmediğini düşünerek kahroluyordu. Ömer
ise radikal bir terör unsurunun eline düşmüş ve kendileri için savaşması için zor-
lanıyordu. Çocuk yaşında birtakım eziyet ve işkencelere maruz kalmıştı. Ancak o
bir gün kurtulacağını, ailesine kavuşacağını düşünüyordu. Esir hayatındaki zor
koşullara rağmen esaretten kurtulmak için planlar yapıyordu. Hatta Türkiye’ye
geçebileceğine o kadar inanmıştı ki orada ailesiyle kuracağı hayata ilişkin planlar
yapıyordu. Üç yıl boyunca örgütün içerisinde kalan Ömer kurtulup kaçabileceğine
ilişkin ümidini kaybetmedi ve bulduğu ilk fırsatta örgütten kaçarak kurtuldu. 19
yaşına gelmişti. Ancak Türkiye’ye ulaştığında üç yıldır ailesiyle bağını kopardığı
için onlara ulaşamadı. Önce Kilis’e, ardından İzmir’e geldi. Orada kendisi gibi
göçmenlerin kaldığı kenar mahallede tanıştığı göçmen gençlerle bir arada yaşa-
maya başladı. Birlikte kaldığı arkadaşları Suriye yönetimine, savaşa karışan diğer
unsurlara hatta hayatlarında başına gelen tüm olumsuz olaylara karşı isyan için-
deydiler. Ömer ise yaşadığı zor şartlara rağmen bu durumdan çıkabileceğini dü-
şünüyordu. Öncelikle Türkçeyi öğrenmesi gerektiğini düşündü ve hızlı bir şekilde
öğrenmeye başladı. Sonra Arap ülkelerinden gelen turistlere yaşadığı şehri anlat-
maya başladı. Bu geziler sırasında birçok Arap iş adamı ile tanıştı. Daha sonra
Türk-Arap iletişimini sağlamadaki avantajını kullanarak bazı Türk firmaları ile
Arap firmaları arasındaki işbirliğini sağlamaya başladı. İşini biraz daha ileri gö-
türüp kendi dış ticaret firmasını kurdu ve bünyesinde onlarca göçmene iş vermeye
başladı. Daha sonra ailesini de bulup onları da yanına aldı ve onlarla birlikte ya-
şamaya devam etti.”

290
Zor Zamanlarda Ayakta Kalabilme: Psikolojik Dayanıklılık

GİRİŞ
İnsanlığın varoluşundan günümüze kadar neredeyse tüm toplumlar birta-
kım olumsuz yaşantılar geçirmişlerdir. Sel, deprem, fırtına, tsunami gibi doğal
afetlerin yanında savaş, Covid-19 gibi salgın, göç, askeri darbe gibi siyasi ve
toplumsal büyük olaylar yaşanmaktadır. Bunun yanında daha mikro düzeyde
düşünülebilecek aile içi kayıplar, aile içi çatışma ya da şiddet, ebeveynlerin
boşanması gibi çeşitli sorunlar da günümüz toplumunun fertlerinin sıklıkla ya-
şadığı sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Gerek doğal afetler, gerekse savaş
ve göç gibi toplumsal sorunlar genelde bireyler üzerinde çeşitli fiziksel ve ruh-
sal sorunlara neden olabilmektedir. Benzer şekilde aile içi şiddet, ebeveynlerin
boşanması ya da ölümü gibi durumlar da bireyler için zorlu yaşam döngüleri
olarak kabul edilmektedir. Ebeveynlerin boşanması ya da göç etme gibi çocuk
ve ergenlerin günlük rutin yaşantılarını bozan olumsuz olaylar her zaman olum-
suz sonuçlara neden olmamaktadır. Söz gelimi şiddet ve çatışmanın olduğu bir
aile ortamında boşanma çocuk için bu problemlerin sona ermesi anlamına da
gelebilmektedir (Amato, 2010). Aynı şekilde savaş, afet ya da terör gibi çeşitli
sorunlara bağlı yapılan bir göç de kişi için bir sorun teşkil etmeyebilir. Aksine
rahatlatıcı ve ruh sağlığı için pozitif bir gelişme de olabilir. Pozitif psikoloji ve
modern psikoloji kuramlarının birçoğuna göre çocukluk döneminde birtakım
zorluklar yaşayan ya da risk altında olan bireylerin ergenlik ya da yetişkinlik
döneminde her zaman psikopatoloji yaşayacaklarını söylemek mümkün değildir
(Goldstein ve Brooks, 2013). Dolayısıyla klasik psikoanalitik yaklaşımın temel
varsayımlarından birisi olan çocukluk ya da bebeklik dönemindeki bazı olum-
suz yaşantı ya da risk faktörlerinin yetişkinlikte bireyin olumsuz yaşantılar geçi-
receği kabulü tartışılır duruma gelmiştir.
Doğal afetler, siyasi ve toplumsal olumsuz olaylar, ailedeki boşanma, ka-
yıp, şiddet gibi olumsuz olarak kabul edilen yaşantıları geçiren insanların önem-
li bir kısmı bu durumdan oldukça olumsuz bir şekilde etkilenip uzun süre bu
olumsuz etkiyi hissedebilmektedir. Ancak benzer olumsuz yaşantıyı geçirmesi-
ne karşın ayakta kalabilen, yeniden toparlanabilen ve en az eskisi kadar güçlü
bir şekilde yaşamına devam edebilen bireyler de dikkati çekmektedir (Masten,
2014). Bu bireylerdeki temel özelliğinin psikolojik dayanıklılık olduğu görül-
mektedir (Masten, 2002).
İngilizcedeki “resilience” kelimesinin psikoloji disiplini dışında Fizik ve
Mühendislik alanlarında da kullanıldığı görülmektedir (Madni ve Jackson,
2009; Patriarca, Bergström, Di Gravio ve Costantino, 2018). Mühendislikte

291
Pozitif Psikoloji

“resilience” kavramı cismin esneyip eski hâline dönüşmesini ifade etmektedir.


Psikoloji ve eğitim alanında 30 yılı aşkın bir süredir çalışılan bu kavram Türki-
ye’de yaklaşık 15 yıldır araştırmalara konu olmaktadır. Ancak kavramın doğası
gereği Türkçeye tercüme etmede bazı fikir ayrılıkları oluşmuştur. Bazı araştır-
macılar bu kavramın Türkçesi için psikolojik sağlamlık (Doğan, 2015; Gizir,
2007; Özdemir, 2018), bazılarının ise psikolojik dayanıklılık (Altundağ, 2013;
Kaba ve Keklik, 2016) kavramını kullandıkları görülmektedir. Bunun yanında
bir kısım araştırmacıların psikolojik yılmazlık (Kumaş ve Sümer, 2019; Şahin-
Baltacı ve Karataş, 2015) kavramını kullanırken bir diğer kısmın kendini topar-
lama gücü (Malak, 2011; Işık, 2016) kavramını tercih ettiği görülmektedir. Do-
layısıyla kavramın Türkçe karşılığı konusunda henüz uzlaşılamadığı görülmek-
tedir. Işık’ın (2016) 2004-2014 yılları arasında “resilience” kavramını konu
edinen ve Türkiye’de yürütülen 56 lisansüstü tez ile Ulakbim Ulusal veri taba-
nında taranan 21 makaleyi incelediği çalışmasında da bu durum ortaya çıkmak-
tadır. Türk alan yazınında “resilience” kavramının karşılığı olarak en çok psiko-
lojik sağlamlık kavramının tercih edildiği görülmektedir. Bunu sırasıyla psiko-
lojik dayanıklılık, yılmazlık ve kendini toparlama gücü takip etmektedir. Yal-
nızca bir tane lisansüstü tezde “psikolojik güçlendirme” kavramının kullanıldığı
ifade edilmektedir (Işık, 2016).
Psikolojik dayanıklılık kavramının Türkçeye çevirisindeki farklılığın bir
benzerini kavramın tanımlarında da görmekteyiz. Bireyin zorlu yaşam olayları
karşısında kendini toparlayabilme ve sorunların üstesinden gelebilme yeteneği
olarak ifade edilmektedir (Garmezy, 1993). Bir diğer tanımda ise risk altında
olan çocukların zor koşullar karşısında mücadele edebilmeleri, tüm zor şartlara
rağmen yeterli ve uyumlu olabilmeleridir (Masten, 2014). Benzer bir tanımda
ise dayanıklılık, bireyin yaşadığı sıkıntı ya da travma deneyimlerine karşın nis-
peten olumlu adaptasyonunu ifade eden bir süreçtir (Luthar, Lyman ve Cross-
man, 2014). Bir başka tanımda ise kişinin huzurunu, refahını devam ettirebil-
mek için kaynaklarından yararlanma süreci olarak ifade edilmektedir (Panter-
Brick ve Leckman, 2013). Bu tanımda ise vurgunun kişinin sahip olduğu kay-
nakları kullanması ve bir süreci ifade etmesidir. Tugade, Fredrickson ve Feld-
man-Barrett’a (2004) göre psikolojik dayanıklılık, olumsuz duygusal deneyim-
ler, değişen talepler ile stresli hayat deneyimlerine karşı esnek ve uyumlu kapa-
site olarak tanımlanmaktadır. Psikolojik dayanıklılık kavramının tanımları yürü-
tüldüğü dönemin doğasından etkilendiği görülmektedir. 1970’li yıllarda araş-
tırmacılar; “Neden bazı çocuklar zor, travmatik ya da stresli yaşam olayları ile
başa çıkabilmekte ve uyum göstermektedir?” diye sormaktadır. Diğer bir soru
ise “Bu çocukları diğerlerinden ayıran özellikler nelerdir?” sorusu olmuştur.

292
Zor Zamanlarda Ayakta Kalabilme: Psikolojik Dayanıklılık

Dolayısıyla bu yıllarda psikolojik dayanıklılık değişmez bir kişilik özelliği ola-


rak kabul edildiği ifade edilmektedir (Akar, 2018). Yaşamında karşılaştığı risk-
lerle sağlıklı bir şekilde baş edebilen ve gelişimini normal bir şekilde devam
ettiren çocuklar “dayanıklı çocuklar” olarak nitelendirilmiştir (Winders, 2014).
Fakat günümüz araştırmacıların önemli bir kısmı psikolojik dayanıklılığı içsel
bir kişilik özelliği olarak ifade etmenin mümkün olamayacağını ve çocuk ile
çevresi arasındaki etkileşimlerin sonucunda ortaya çıkan dinamik bir süreç ol-
duğunu ileri sürmektedirler (Luthar ve Zelazo, 2003). Tüm bu tanım ve açıkla-
malar dikkate alındığında kişide psikolojik dayanıklılıktan bahsedebilmenin ön
koşulu olarak zorlu yaşam olaylarına karşın kişinin yeni durumlarına uyum
sağlayıcı uyuma sahip olması ve yaşamına normal bir şekilde devam edebilme-
sidir. Yazının başında verilen Charlie Chaplin ve Suriyeli Ömer’in hikâyeleri
psikolojik dayanıklılığı yüksek kişiye tipik bir örnek olarak düşünülebilir.
Chaplin fakirlik, ebeveyn kaybı, göç gibi birçok olumsuz yaşam olayına karşın
sahip olduğu ümit ve komediye ilişkin becerisi ile yaşamına uyum sağlamıştır.
Benzer şekilde de babasını kaybetme, göç etme, rehin olma gibi birçok kötü
yaşantıya karşın sahip olduğu ümit ve ticari yatkınlığı sayesinde Ömer hayata
tutunmuş ve bilmediği topraklarda başarılı bir iş insanı hâline gelmiştir.
Psikolojik dayanıklılık kavramı yakın benzerlik içerisinde olduğu “yeterli-
lik” kavramı ile karıştırılabilmektedir. Bu iki kavram da pozitif uyumu temsil
ettiği için birbirine benzer olmakla birlikte birtakım farklılıklar da içermektedir
(Luthar, 2015; Yates ve Masten, 2004). Bu farkların başında psikolojik dayanık-
lılık sadece yeterlilik değil bir risk de gerektirir. Yani psikolojik dayanıklılıktan
bahsedebilmek için bir risk faktörünün varlığı aranmaktadır. İkinci fark ise da-
yanıklılıkta hem negatif hem de pozitif uyumun göstergeleri bulunurken yeterli-
likte daha çok pozitif uyum göstergeleri yer almaktadır. Bir diğer fark ise daya-
nıklılığın sonuçları duygusal ve davranışsal endeksler olarak tanımlanırken ye-
terlilik genelde daha açık ve gözlemlenebilir davranışları içermektedir (Luthar
ve diğerleri, 2014).

1. PSİKOLOJİK DAYANIKLILIĞIN BOYUTLARI


Psikolojik dayanıklılık kavramı oldukça uzun zamandır araştırılıp tartışıl-
masına karşın evrensel olarak kabul gören bir kuramsal anlayış bulunmamakta-
dır (Luthar, Cicchetti ve Becker, 2000). Çalışmaların daha çok ilişkili olduğu
kavramlarla ve ampirik temelli araştırmalara dayandığı görülmektedir. Psikolo-
jik dayanıklılık doğuştan sahip olunan bir kişilik özelliği mi ya da sonradan

293
Pozitif Psikoloji

geliştirilebilen bir beceri mi olduğuna dair tartışmalar devam etmektedir. Ancak


araştırmacıların önemli bir kısmı geliştirilebilen bir özellik olduğunu düşündük-
leri için çeşitli deneysel çalışmalarla psikolojik dayanıklılığı artırmaya yönelik
programlar hazırlayıp etkililiğini test ettiği görülmektedir (Akar, 2018; Balcı,
2018; Gerhart ve diğerleri, 2016; Peng ve diğerleri, 2014).
Psikolojik dayanıklılık üzerine çalışma yürüten araştırmacıların önemli bir
bölümünün üzerinde uzlaştığı bazı psikolojik dayanıklılık boyutlarından bahse-
dilmektedir. Bunlar risk faktörleri, koruyucu faktörler ve pozitif sonuçlar olarak
ifade edilmektedir (Gizir, 2007; Masten, 2014). Diğer bir ifadeyle risk faktörle-
rine karşın bireyin sahip olduğu koruyucu faktörlerin etkisiyle kişinin olumsuz
yaşantıdan pozitif sonuçlar çıkartarak uyum sağlaması, eski hâline dönmesi
şeklinde açıklanmaktadır. Ancak pozitif uyum ile koruyucu faktörlerin genellik-
le örtüşmesi hatta aynı şeyi ifade etmesi nedeniyle psikolojik dayanıklılığı ta-
nımlarken ve boyutlandırırken dinamik bir bakış açısıyla hareket etmek gerek-
mektedir (Southwick ve Charney, 2018).

2. RİSK FAKTÖRLERİ
Risk faktörü olumsuz bir durumun ortaya çıkma ihtimalini artıracak ya da
hâlihazırda var olan bir problemin devam etmesine neden olabilecek etkenler
olarak tanımlanmaktadır (Kirby ve Fraser, 1997). Psikolojik dayanıklılık litera-
türünde nelerin ya da hangi koşulların risk faktörü olacağına ilişkin üzerinde
uzlaşılmış ölçütler bulunmamaktadır. Ancak yapılan çalışmalara bakıldığında
risk faktörlerinin özellikle belli noktalarda yoğunlaştığı görülmektedir.
Bireyin doğuştan sahip olduğu birtakım engeller, geçirdiği travmatik ya-
şantılar, anne-babadan birisinin ya da iki ebeveynin kaybı, anne-babanın bo-
şanması, yoksulluk gibi çok çeşitli durumlar risk faktörü olarak kabul edilmek-
tedir (Karaırmak, 2006). Risk faktörünün varlığı psikolojik dayanıklılığın ta-
nımlanması için temel ölçüt olarak kabul edilmektedir (Garmezy, 1993; Masten,
2014). Riskli bir yaşantının olmadığı durumlarda psikolojik dayanıklılıktan
ziyade kişinin başa çıkma gücünden bahsedilmektedir.
Risk faktörlerinin belirlenmesinde temel birtakım zorluklar olduğu ifade
edilmektedir (Akar, 2018; Luthar, Cicchetti ve Becker, 2000). Bu zorluğun en
tipik belirtisi risk faktörü olarak kabul edilen bir durumun bazı kişiler tarafından
bir risk olarak algılanmaması gelmektedir. Sözgelimi araştırmacılar bir grubu
aşırı stresli olarak tanımlamalarına karşın, o grubu oluşturan bireyler kendilerini
iyi durumda ya da stres düzeylerini normal olarak görebilirler. Buradan hareket-

294
Zor Zamanlarda Ayakta Kalabilme: Psikolojik Dayanıklılık

le risk faktörlerinin belirlenmesinde geçerli ve güvenilir ölçme araçlarının kul-


lanılması işlevsel olacaktır. Bir diğer nokta ise çoklu risk faktörünün olup ol-
madığıdır. Yani düşük sosyo ekonomik düzeyin yanında anne-babanın kaybı ya
da deprem, sel gibi doğal felaketleri bir arada yaşamış olan kişi çoklu risk faktö-
rüne sahip olabilir.
Araştırmacılar risk faktörlerini birtakım sınıflara ayırmanın işlevsel olaca-
ğını iddia etmektedirler. Risk faktörlerini yakın/uzak ya da değiştirilebi-
lir/değiştirilemez risk faktörleri olarak sınıflandırmalar önerilmektedir (Durlak,
1998). Yakın risk faktörleri ile bireyin doğrudan maruz kalabileceği durumlar
ifade edilmektedir. Madde kullanımı, suç işleme durumları yakın risk faktörleri
olarak ifade edilirken ebeveynin boşanması ya da kaybı uzak risk faktörü olarak
ifade edilmektedir (Akar, 2018; Luthar ve Cushing, 1999). Ancak araştırmacı-
lar bazı durumlarda uzak ve yakın risk faktörlerinin etkileşim içerisinde olabile-
ceği ifade edilmektedir. Söz gelimi kişinin ebeveynin ölümü uzak bir risk faktö-
rü iken ebeveyn kaybı sonrası çocuğun gelişimi için gerekli kaynaklara yeterin-
ce ulaşamayacak oluşu yakın risk faktörü olarak değerlendirilmektedir (Luthar
ve Cushing, 1999).
Risklerin kategorileştirilmesinde kullanılan bir diğer ölçüt ise riskin değiş-
tirilebilir olup olmamasıdır. Risk faktörlerin çok önemli bir bölümü değiştirile-
bilir nitelik taşırken bir kısmı değiştirilemez olarak kabul edilmektedir (Akar,
2018). Düşük doğum ağırlığı, doğumda gerçekleşen komplikasyonlar, tedavisi
olmayan engel türlerine sahip olma gibi durumlar değiştirilemeyen risk faktörle-
ri olarak ifade edilmektedir. Değiştirilemeyen risk faktörlerine karşı herhangi
bir adım atmamanın doğru olmadığı düşünülmektedir. Araştırmacılar değiştiri-
lemeyen risk faktörleri karşısında bu risk faktörünün olumsuz sonuçlarını azal-
tacak ya da en aza indirecek gerekli gelişimsel desteğin sunulmasının en uygun
yol olduğunu ifade etmektedirler (Akar, 2018; Tully, Arseneault, Caspi, Moffitt
ve Morgan, 2004). Bunların yanında risk faktörlerine dinamik bir perspektiften
bakmak da gerekmektedir. Ayrı risk faktörü aynı dönem ve mekan içerisinde iki
farklı kişi tarafından farklı algılanabilmektedir. Ayrıca yine aynı risk faktörü bir
kişi için hayatının bir döneminde risk faktörü olarak tanımlanırken hayatının
başka bir döneminde risk faktörü olarak ifade edilmeyebilir.
Psikolojik dayanıklılık çalışmalarında risk faktörleri ile ilgili bir diğer kav-
ram ise risk faktörlerinin birikimli olmasıdır. İlk dönem çalışmalarında tek bir
risk faktöründen bahsedilirken zamanla birçok risk faktörünün eş zamanlı ve
birikerek ortaya çıktığı kabul edilmeye başlamıştır (Balcı, 2018). Psikolojik
dayanıklılığı yüksek çocukların uzak ya da yakın yaşam hikâyelerinde birikimli
risk faktörlerinin var olduğu görülmektedir (Masten ve Reed, 2002).

295
Pozitif Psikoloji

Risk faktörlerinin neler olduğunu daha anlamlı bir bütün içerisinde verme
arayışı psikolojik dayanıklılık araştırmacılarının amaçları arasında yer almakta-
dır. Üzerinde uzlaşma sağlanabilmiş bir kategorileştirme modeli olmamakla
birlikte bazı araştırmacıların risk faktörlerini yapılan çalışmalardan hareketle
çeşitli kategorilere ayırdıkları görülmektedir. Araştırmacıların yürüttükleri ça-
lışmalarda kabul ettikleri risk faktörlerinin bireysel, ailesel ve çevresel olmak
üzere üç kategoride toplandığı görülmektedir (Balcı, 2018; Üzbe-Atalay, 2019).
Aşağıdaki tabloda bu üç kategori altında psikolojik dayanıklılık araştırmalarında
kullanılan bazı risk faktörleri özetlenmiştir.

Tablo: Araştırmalarda Kullanılan Risk Faktörleri (Balcı, 2018; Üzbe-Atalay, 2019)


Risk Faktörleri
Bireysel Ailesel Çevresel
⮚ Erken doğum ⮚ Ebeveynlerin hasta- ⮚ Savaş, terör eylem-
⮚ Olumsuz yaşam olayları lığı ya da psikopato- leri ve doğal afetler
⮚ Süreğen hastalıklar lojisi gibi toplumsal
⮚ Erken yaşta çocuk sahibi ⮚ Ebeveynlerin bo- travmalar
olma şanması ⮚ Toplumsal şiddet ve
⮚ Madde kötüye kullanımı ⮚ Ebeveynleri ölümü ailevi felaketler
⮚ İntihar girişimi ya da tek ebeveyn ile ⮚ Evsizlik
⮚ Düşük akademik başarı yaşamak ⮚ Evden kaçma
Yoksulluk ⮚ Aile içi şiddet ve ⮚ Düşük sosyo-
⮚ Kayıp/yas yaşantıları çatışma ekonomik durum
Cinsel istismara maruz ⮚ Madde kullanan Nükleer felaketler
kalma Suça karışma ebeveyne sahip olma ⮚ Zorunlu göç
⮚ Zorbalığa/şiddete maruz ⮚ Ebeveynlerin düşük
kalma eğitim seviyesi
⮚ Düşük benlik saygısı
⮚ Sağlıksız bağlanma

2019 yılı sonunda Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkıp neredeyse tüm dün-
yayı etkisi altına alan ve Covid-19 olarak adlandırılan virüs salgını Dünya Sağ-
lık Örgütü (DSÖ) tarafından küresel pandemi olarak kabul edilmiştir (WHO,
2020). Bu salgın dünyada yüzbinlerce insanın yaşamını kaybetmesine sebep
olmuştur. Hükûmetler birtakım sağlık ve sosyal tedbirler alarak salgınla müca-
dele etmeye çalışmışlardır. Ölüm sayısı ya da virüs’ün bulaşmış insan sayısı
dünya nüfusuna kıyasla sınırlı olsa da (şu anda 12.6 milyon pozitif vaka rapor
edildi) gerek bulaşma hızı gerekse tedavisinin henüz bulunamamış olması birey-
ler üzerinde çeşitli korku ve endişelere neden olabilmektedir. Tarih boyunca
farklı salgın hastalıklarda olduğu gibi bu salgın hastalık da sağlık otoriteleri

296
Zor Zamanlarda Ayakta Kalabilme: Psikolojik Dayanıklılık

tarafından felaket olarak ifade edilmektedir. Gerek oluşturmuş olduğu kaygı


gerekse birey üzerindeki belirsizlik gibi durumları dikkate aldığımızda Covid-
19 salgınını da risk faktörü olarak kabul edilebilir. Doğrudan kişinin kendisine
ya da temas hâlinde olduğu bir yakınına bulaşmamış olsa dahi kişide oluşturmuş
olduğu bulaş korkusu risk faktörü olarak kabul etmede önemli bir dayanak ola-
bilir.

3. KORUYUCU FAKTÖRLER
Psikolojik dayanıklılık kavramının doğasında kişiyi zor durumda bırakan
ya da kişiyi “dibe batıran” olarak kabul edilen kavram risk faktörü iken kişinin
bu risk faktörüyle başa çıkması ya da risk faktörünün etkisini azaltmasında yar-
dımcı olan değişken ise koruyucu faktör olarak kabul edilmektedir. Araştırmacı-
lar, uzun zaman boyunca birçok negatif yaşam koşullarına maruz kalan bireyler
arasında sağlıklı işlevselliği destekleyen birçok koruyucu faktörün kişilerin
olası travmaya karşı verebilecekleri en önemli tepkilerden biri olan psikolojik
dayanıklılık sürecini ortaya çıkardığını göstermektedir (Bonanno, 2005; Gar-
mezy, 1991).
Koruyucu faktörler, risk ya da güçlüğün etkisini azaltan, hafifleten ya da
tamamıyla ortadan kaldıran, bireyin sağlıklı uyumu ve yeterliklerini geliştiren
durumları ifade etmektedir. (Masten, 2001). Bir değişkenin koruyucu faktör
olarak kabul edilebilmesi için risk faktörleri ile ilişki içerisinde olması gerektiği
kabul edilmektedir (Rutter, 1987). Psikolojik dayanıklılıkla ilgili literatür ince-
lendiğinde bir değişkenin bireyin psikolojik dayanıklılık sürecinde koruyucu
faktör olarak işlev görüp görmediğinin belirlenmesinde iki farklı yol izlenmek-
tedir (Masten, 2014; Üzbe-Atalay, 2019; Wright, Masten ve Narayan, 2013). Bu
iki yoldan ilki değişken temelli yaklaşımdır. Regresyon, korelasyon ya da aracı-
lık analizi gibi yöntemlerden yararlanılarak yapılan çalışmalar sonucunda ortaya
çıkan sonuçlara göre elde edilen bulgulara dayandırılmaktadır (Catalano, Chan,
Wilson, Chiu ve Muller, 2011). Daha çok nicel temelli çalışmalardan elde edi-
len sonuçlardan meydana gelmektedir. Diğer yaklaşım ise birey temelli yakla-
şımdır. Bu yaklaşımda ise benzer risk faktörlerine sahip olan bireylerin gelişim-
sel süreçlerinin derinlemesine incelenmesi esasına dayanmaktadır. Burada daha
çok nitel temelli çalışmalar kullanılmaktadır (Boga ve Hulse-Killacky, 2006).
Risk faktörlerinin sınıflamasında olduğu gibi koruyucu faktörlerin sınıf-
landırılmasında da literatürde birbirinden farklı görüşler yer almaktadır. Bu
görüşlerden birisi de Rutter’ın (1987) üç boyutlu bakış açısıdır. Rutter, koruyu-

297
Pozitif Psikoloji

cu faktörleri kişinin risk faktörlerine maruz kalma ihtimalini azaltan, olumsuz


bir yaşam olayı sonrasında kişi üzerinde oluşan ani olumsuz ya da yıkıcı etkiyi
dengeleyen ve kişinin benlik saygısı, öz güven ya da öz yeterlilik gibi durumla-
rını olumlu etkileyen üç boyutlu olarak açıklamaktadır. Bu üç boyutlara bakıl-
dığında koruyucu faktörlerin önleyici, iyileştirici ya da krize müdahale edici ve
geliştirici işlevlerinin olabileceğini göstermektedir. Rutter (1985), koruyucu
faktörler ile pozitif deneyimlerin her zaman birbirine eş anlamlı olarak kabul
edilemeyeceğini belirtmektedir (Akt., Üzbe-Atalay, 2019). Temelde üç yönüyle
fayda sağlayan deneyimlerle koruyucu faktörler arasında farklılıklar olduğunu
ifade etmektedir. Bunlardan ilki, koruyucu faktörlerin her zaman kişiye zevk
veren değişkenler olmamasıdır. Burada önemli olan koruyucu etkinin kalitesi-
dir. Bazı zamanlarda bireye acı veren bir durum da koruyucu faktör görevi üst-
lenebilir. İkinci bir ayrım ise koruyucu faktörün etkileşim boyutuyla ilişkilidir.
Pozitif deneyimler genelde doğrudan faydalı bir etkiye sahiptirler. Ancak koru-
yucu faktörler stresli bir durum olmadığında herhangi bir etkisi olmayabilir ve
onun işlevi doğrudan normal gelişmeyi desteklemek yerine daha sonraki oluşa-
bilecek sıkıntı ya da strese verilecek tepkinin değiştirilmesini sağlamaktır. Bu-
radaki vurgu bilişsel boyutta da düşünülebilir. Yani dili değiştirmek, bakış açı-
sını değiştirmek gibi örnekler verilebilir. Üçüncü ayrım ise koruyucu faktörün
bir deneyimden ziyade kişinin belirgin birtakım özelliklerinden kaynaklanması
olabilir. Mesela kişinin yaşı ya da cinsiyeti bazı durumlarda koruyucu faktör
işlevi görebilir.
Koruyucu faktörlere ilişkin sınıflamalarda farklı kategorileştirmeler yapıl-
dığı da görülmektedir. Bunlardan bir diğeri ise kişinin kendisinde mevcut olan-
ları “varolanlar” ve kendisi dışından aldığı desteği ifade eden “kaynaklar” şek-
linde ayrıldığı görülmektedir (Bulut, Doğan ve Altundağ, 2013; Toland ve Car-
rigan, 2011). Bireyin problem çözme stratejileri, stresle başa çıkma stilleri, ben-
lik saygısı, mücadele azmi gibi içsel ya da kişisel boyutlar varolanlar olarak
ifade edilmektedir. Bunun yanında akran desteği, aile desteği, okul desteği,
kurum desteği gibi daha çok dışsal ya da çevresel koruyucu faktörler ise kay-
naklar boyutu olarak kabul edilmektedir (Bulut, Doğan ve Altundağ, 2013; Fer-
gus ve Zimmerman, 2005). Bunun yanında içsel (zekâ, akademik başarı, müca-
dele azmi) ve dışsal (aile, okul, ebeveyn ya da sosyal destek) koruyucu faktörler
ile bu faktörlerinin birbirleriyle etkileşimlerini içerecek şekilde sınıflandırıldık-
ları görülmektedir (Durlak, 1998).
Psikolojik dayanıklılık ile risk faktörleri arasında âdetâ aracı rol işlevi gö-
ren koruyucu faktörler bireyin yaşamını etkileyen olumsuz yaşantılara karşı bir
kalkan görevi görmektedir. Bu kalkan, risk faktörlerinin oluşturduğu zararları

298
Zor Zamanlarda Ayakta Kalabilme: Psikolojik Dayanıklılık

en aza indirme, ortadan kaldırma ya da kontrol etmede bireyin en önemli yar-


dımcısıdır. Ekolojik modelde koruyucu faktörler genel olarak şöyle açıklanmak-
tadır (Bozdağ, 2020; Gizir, 2007; Graber, Pichon ve Carabine, 2015; Masten,
Herbers, Cutuli ve Lafavor, 2008; Pieloch, McCullough ve Marks, 2016):
Kişisel koruyucu faktörler: İçten denetimli olmak, pozitif mizaç, zekâ,
yüksek benlik saygısı, kendini kabul, geleceğe ilişkin pozitif beklenti sahibi
olmak, umut ve iyimserlik, problem çözme becerisi, özerklik, öz yeterlik, sağlık
ve yaşam amacının olması.
Ailevi koruyucu faktörler: Destekleyici ebeveyn tutumları ya da en azından
bir aile üyesiyle pozitif bir ilişkiye sahip olma, çocuğa yönelik gerçekçi beklen-
tiler, tutarlı ve kararlı disiplin, aile içi çatışmaların azlığı ya da olmayışı, aile içi
rollerin yanı sıra sorumluluklarda net ve tutarlı taleplerin oluşu.
Okula ilişkin koruyucu faktörler: pozitif okul iklimi, öğretmen ve okul
yönetimi desteği, okuldaki destekleyici ve pozitif deneyimler, okuldaki akade-
mik standartların yüksekliği.
Topluma ilişkin koruyucu faktörler: Din, kültüre ait alt sistemler ve pozitif
gelenekler, toplumda belirlenmiş olan ve bireyi destekleyen toplumsal normlar.
Topluluğa (sosyalliğe) ilişkin koruyucu faktörler: Arkadaş ya da akran des-
teği, destekleyici bir yetişkinle kurulan pozitif ilişkiler, faydalı ve geliştirici
topluluk ya da gruplara katılım, pozitif yönelimli akran grupları. Gerek çeşitli
amaçlarla oluşturulmuş topluluklar gerekse akran grupları negatif yönelimli,
kişiyi geliştirmekten çok stres ve gerginliğe götüren bu yapıya sahip olduğunda
koruyucu işlev göstermesi pek mümkün olmamaktadır.
Koruyucu faktörlere tek boyutlu bakılmaması gerekir. Bazı bireyler için bu
koruyucu faktörlerden bir tanesi bile psikolojik dayanıklılık göstermek için
yeterli olabilirken bazı bireyler için birden fazla koruyucu faktörün varlığı psi-
kolojik dayanıklılığı artırmada katkı sağlamaktadır. Psikolojik dayanıklılıktaki
ekolojik perspektife göre bireysel koruyucu faktörlerin yanında çevresel koru-
yucu faktörler de risk faktörlerinin etkisini azaltmada işlevsel olarak kabul
edilmektedir (Fergus ve Zimmerman, 2005).

4. OLUMLU SONUÇLAR
Psikolojik dayanıklılık kavramının üçüncü boyutu olarak da kabul edilen
olumlu sonuçlar kişinin zorlu yaşam koşulları sonrası pozitif uyumunu ifade
etmektedir. Yaşanan travmatik olayların oluşturduğu risk faktörleri karşısında
kişinin ortaya koyduğu cesaret ve sebatkarlık gibi bazı özelliklere vurgu yapıl-

299
Pozitif Psikoloji

maktadır (Westphal ve Bonanno, 2007). Literatürde travma sonrası büyüme


olarak da adlandırılan ve olumlu uyum göstergesi olarak ifade da ifade edilmek-
tedir (Hobfoll ve diğerleri., 2007). Almedom (2005) psikolojik dayanıklılık
üzerine yaptığı çalışmasında olumlu sonuçları âdetâ “tünelin bitişinde yer alan
ışık” olarak ifade ederek travma sonrası büyüme ile ilişkilendirmektedir.
Risk altında bulunan kişilerde psikolojik dayanıklılık olgusundan bahsede-
bilmek için risk ve koruyucu faktörlerin yanında kesinlikle pozitif uyuma olum-
lu işlevselliğe hizmet eden pozitif sonucun tanımlanması gerekmektedir (Cicc-
hetti, 2010; Masten, 2001). Dolayısıyla bu üç boyut psikolojik dayanıklılık kav-
ramının açıklanabilmesinde temel kriter olarak kabul edilmektedir (Masten ve
Reed, 2002).
Psikolojik dayanıklılık literatürüne bakıldığında olumlu sonuçların temelde
iki farklı şekilde ele alındığı dikkati çekmektedir (Masten, 2001). Ele alınan
yaklaşımlardan ilkinde bireyin yaşamında daha önce sahip olduğu risk faktörle-
rinin şu an hâlihazırdaki durumuna eşlik etmemesidir. Diğer bir ifadeyle bireyde
psikolojik dayanıklılıktan bahsedebilmek için mevcut duygulanım durumunda
psikopatolojik göstergelerin olmamasıdır. Örneğin, psikolojik dayanıklılık araş-
tırmacıların araştırmaya katılım için “son üç ay ya da altı ay gibi bir dönem
boyunca duygulanımda bozukluk olmaması” kriteri olmaması bu amaçla oluştu-
rulmaktadır. Diğer yaklaşım ise bireyin doğrudan mevcut duygulanımından
ziyade dolaylı yoldan tespit etmeye yönelik olduğu görülmektedir. Pozitif uyu-
mun göstergesi olarak akademik başarı, sahip olunan yeterlilikler, arkadaş, eş,
aile ya da diğer sosyal çevreyle kurulan olumlu ilişkiler ifade edilmektedir
(Masten, 2001; Ong, Bergeman, Bisconti ve Wallace, 2006). Bu yaklaşımda
dikkat çeken nokta ise aslında pozitif uyum olarak açıklanan durumların koru-
yucu faktörlerle örtüşmesidir. Yani aslında olumlu sonuçların önemli bir kısmı
koruyucu faktörlere denk gelmektedir. Bu sonuç da olumlu sonuçların koruyucu
faktörlerle açıklanabileceği tezini ortaya çıkarmaktadır (Masten, 2014).
Psikolojik dayanıklılık çalışmalarında değişkenin olumlu sonuç ya da ko-
ruyucu faktör olarak açıklanmasında sonuç ya da süreç odaklı bakmak yol gös-
terici olacaktır. Şayet sonuç odaklı bakıldığında uyum sağlayıcı davranışlar
“olumlu sonuçlar” olarak konumlandırılırken süreç odaklı bakıldığında “koru-
yucu faktörler” olarak ifade edilmektedir (Üzbe-Atalay, 2019). Dolayısıyla bu
bakış açısına göre psikolojik dayanıklılık esnek ve dinamik bir süreci ifade et-
mektedir.
Olumlu sonuçlara ilişkin faktörün ortaya konulmasında açık ve net bir kri-
terlendirmenin olmamasının en önemli sebeplerinden birisi, her risk faktörünün

300
Zor Zamanlarda Ayakta Kalabilme: Psikolojik Dayanıklılık

farklı birey ya da gruplarda meydana getirdiği olumsuz etkinin değişken olma-


sıdır (Rutter, 2012). Bu açıdan bakıldığında “yüksek risk” olarak ifade edilebi-
lecek grupta yer alan bireylerin (Örneğin, madde kötüye kullananlar, evi terk
edenler vs.) herhangi bir psikopatolojilerinin olmaması olumlu sonuç olarak
tanımlanırken diğer taraftan daha az olumsuz etkisi olan günlük risk faktörleri
ve koruyucu faktörlerin etkileşimi karşısında “olumlu sosyal ilişkiler, okul başa-
rısı” gibi durumlar da olumlu sonuçlar olarak ifade edilmektedir (Gizir, 2007).
Bunların yanında son dönemlerde gelişimsel bazı dönemler risk faktörü ve bu
gelişim dönemini sağlıklı bir şekilde geçirmek de olumlu sonuç olarak kabul
edilmektedir (Masten, 2014; Üzbe-Atalay, 2019). Söz gelimi ergenlik dönemin-
deki kimlik arayışı, yetişkinlerle ya da otoriteyle yaşanan çatışmalara birer geli-
şimsel risk faktörü olarak bakılırken bireyin gelişimsel görevlerini (kimlik ka-
zanma, kendini kabul vs.) yerine getirmesi olumlu sonuçlar olarak açıklanmak-
tadır.

5. PSİKOLOJİK DANIŞMA VE PSİKOLOJİK


DAYANIKLILIK
Psikolojik dayanıklılık kavramının öğrenilebilen ya da geliştirilebilen bir
özellik olduğuna dair genel bir kabul bulunmaktadır (Erden ve Eminoğlu, 2020;
Garmezy, 1991; Gerhart ve diğerleri, 2016; Gizir, 2007; Karaırmak, 2006; Mas-
ten, 2014). Bu açıdan bakıldığında psikolojik dayanıklılıktaki koruyucu faktör-
lerin artırılması ve olumlu sonuçların ortaya çıkartılması büyük önem arz et-
mektedir. Koruyucu faktörlerin salt varlığından ziyade işlevsel varlığı anlam
ifade etmektedir. Söz gelimi çocuk ya da ergenler için akranları birer koruyucu
faktör olmanın yanında birer risk faktörü de olabilir. Şayet destekleyici ve yapı-
cı bir akran etkileşimi ve desteği koruyucu faktör olurken yıkıcı ya da zarar
verici akran etkileşimi birey için bir risk faktörü hâline gelebilir. Benzer şekilde
kişinin yaşadığı bir olay karşısında o olaya ilişkin yüklediği anlam, düşünce ya
da oluşturduğu inanç bir risk faktörü ya da koruyucu faktör işlevi görebilir. Söz
gelimi sınavdan düşük alan bir öğrenci temelde iki farklı düşünceye göre hare-
ket edebilir. Bunlardan ilki “Sınavım kötü geçti. Ben başarısız ve işe yaramazın
biriyim” şeklinde olabileceği gibi “Bu sınavım kötü geçti. Daha fazla çalışıp
sonraki sınavda başarılı olabilir” düşüncesi de olabilir. Basit anlamda bu örnek-
te bile psikolojik dayanıklılığı güçlendirmede dışsal ve içsel koruyucu faktörle-
rin önemi ortaya çıkmaktadır.
Psikolojik danışma, danışan ile danışman arasında kurulan terapötik ilişki-
ye (Koşulsuz kabul , empati, saydamlık, saygı vs.) dayalı olarak yürütülen bir

301
Pozitif Psikoloji

yardım sürecidir (Corey, 2011). Psikolojik danışmada bireyin özerkliğine, geli-


şimine, onun biricikliğine ve potansiyeline saygı söz konusudur. Psikolojik
danışma ilişkisi bağımlı bir ilişkiden ziyade özerkliği destekleyen ve karşılıklı
bağlılık ve saygının olduğu bir ilişki türüdür. Yani danışanın danışmana bağımlı
olması söz konusu değildir. Psikolojik dayanıklılık ile özerklik arasındaki pozi-
tif ilişki (Emas, 2017) düşünüldüğünde psikolojik danışmanın psikolojik daya-
nıklılık üzerindeki pozitif etkisi de kaçınılmaz olacaktır.
Psikolojik dayanıklılık ile kişilik özellikleri arasındaki ilişkinin incelendiği
bir çalışmada dışadönüklük, öz disiplin, gelişime açıklık ve uyumluluk özellik-
leri ile psikolojik dayanıklılık arasında yüksek korelasyon olduğu rapor edilmiş-
tir (Çetin, Yeloğlu ve Basım, 2015). Psikolojik danışmanın amaçlarından birisi
de bireyin sağlıklı bir uyum, kimlik ve kişilik gelişimini desteklemektir. Yapıla-
cak bireysel ya da grupla psikolojik danışma hizmetleri öz disiplin, gelişim ve
değişime açıklık ile uyumluluk gibi kişilik özelliklerinin kazandırılmasında
katkı sağlayacaktır. Psikolojik danışma hizmetlerinde bireylere problem çözme,
çatışma çözme, pozitif uyum, kendini kabul, öz saygı, öz güven, etkili iletişim
gibi birçok yaşam becerilerinin kazandırılması da hedeflenmektedir. Psikolojik
danışmanın amaçları genel olarak değerlendirildiğinde bireyin ayakta kalabil-
mek ya da yeniden toparlanabilmek gibi anlamlara da gelen psikolojik dayanık-
lılığını arttırmaya yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Psikolojik dayanıklılığın
arttırılabilir ya da geliştirilebilir bir özellik olduğu varsayımından hareketle
yapılan birçok deneysel çalışmada bu sonuç doğrulanmaktadır. Ergenler üzerin-
de yürütülen 8 oturumluk Bilişsel Davranışçı temelli grupla psikolojik danışma-
nın ergenlerde psikolojik dayanıklılık ve mizah düzeylerinde artışa neden oldu-
ğunu göstermiştir (Akça-Koca ve Erden, 2018). Bilişsel Davranışçı temelli ola-
rak hazırlanan 12 oturumluk psikoeğitim programının ilköğretim ilk kademede-
ki öğrencilerin psikolojik dayanıklılık, sosyal beceri, okula uyum ve benlik say-
gısı üzerindeki etkisi incelenmiştir. Deney, kontrol ve plasebo gruplu olarak
yürütülen çalışmada 12 haftalık psikoeğitim programının deney grubundaki
katılımcılar lehine psikolojik dayanıklılığını artırdığı bulunmuştur. Bunun ya-
nında sosyal becerilerinde artış, okula uyum ile benlik saygılarında yükselme
rapor edilmiştir. Bu durum psikolojik dayanıklılığa yönelik müdahale program-
larının bireylerde sosyal beceri, uyum ve benlik saygısı gibi ikincil kazançlara
da neden olduğu değerlendirilmiştir (Kurtoğlu ve Doğan, 2017). Bir diğer ça-
lışmada ise yoksulluğun risk faktörü olarak kabul edildiği lise çağı ergenleri
üzerinde yürütülen 10 oturumluk müdahale programın ergenlerin psikolojik
dayanıklılık düzeylerini artırdığı bulunmuştur (Akar, 2018).

302
Zor Zamanlarda Ayakta Kalabilme: Psikolojik Dayanıklılık

Psikolojik dayanıklılık programlarında geniş boyutlu önleyici ve müdahale


programları da bulunmaktadır. Çeşitli risk faktörlerine sahip olan öğrencilerin
yoğunlukta olduğu bölge ya da okullarda yapılan çalışmalar da yürütülen prog-
ramların psikolojik dayanıklılığın arttırıldığını göstermektedir (Reivich, Selig-
man ve McBride, 2011; Stallerd ve diğerleri, 2014). Ayrıca yapılan çalışma
sonuçları bireylerin psikolojik dayanıklılık düzeyini arttırmanın yanında çeşitli
yaşam becerilerini de arttırdığı ya da geliştirdiği bulunmuştur. Tüm bu bulgular
değerlendirildiğinde yürütülecek olan psikolojik dayanıklılığı arttırma program-
ları bireylerde zor zamanlarda ayakta kalabilmek olarak ifade edilen psikolojik
dayanıklılığı arttrmanın yanında problem çözme, etkili iletişim, çatışma çözme,
mücadele azmi gibi birçok sosyal yaşam becerisini kazandırmada etkili olduğu
söylenebilir.

OKUMA LİSTESİ
Masten, A. S., & Reed, M.-G. (2002). Resilience in development. In C. R. Snyder & S.
J. Lopez (Eds.), Handbook of positive psychology (pp. 74–88). London: Oxford
University Pres.
Southwick, S. M., & Charney, D. S. (2018). Resilience: The science of mastering life's
greatest challenges. Cambridge University Press.
Gizir, C. A. (2007). Psikolojik sağlamlık, risk faktörleri ve koruyucu faktörler üzerine bir
derleme çalışması. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 3(28). 113-128
Masten, A. S. (2001). Ordinary magic: Resilience processes in development. American
Psychologist, 56(3), 227-238.
Masten, A. S. (2014). Global perspectives on resilience in children and youth. Child
development, 85(1), 6-20.

KAYNAKLAR
Akar, A. (2018). Psikolojik sağlamlık programının ergenlerin psikolojik sağlamlık dü-
zeyine etkisi. Yayımlanmamış doktora tezi. Maltepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
Akça-Koca, D., ve Erden, S. (2018). Bilişsel Davranışçı Temelli Grupla Psikolojik
Danışma Programının Ergenlerin Psikolojik Dayanıklılığına ve Mizah Düzeyine
Etkisi. Yaşam Becerileri Psikoloji Dergisi, 2(3), 61-72.
Almedom, A. M. (2005). Resilience, hardiness, sense of coherence, and posttraumatic
growth: All paths leading to “Light at the end of the tunnel”?. Journal of Loss and
Trauma, 10(3), 253-265.

303
Pozitif Psikoloji

Altundağ, Y. (2013). Anne-babası boşanmış ergenlerin psikolojik dayanıklılık düzeyle-


rinde yordayıcı değişkenler olarak yaşam doyumu ve yalnızlık. Yayımlanmamış
yüksek lisans tezi. Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
Amato, P. R. (2010). Research on divorce: Continuing trends and new developments.
Journal of Marriage and Family, 72(3), 650-666.
Balcı, İ. (2018). Çocukluk çağı travmaları ile baş etme yönelimli psiko-eğitim progra-
mının psikolojik sağlamlık üzerindeki etkisi. Yayımlanmamış doktora tezi. Kara-
deniz Teknik Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü
Bogar, C. B., ve Hulse-Killacky, D. (2006). Resiliency determinants and resiliency
processes among female adult survivors of childhood sexual abuse. Journal of
Counseling & Development, 84, 318-327.
Bonanno, G. A. (2005). Resilience in the face of potential trauma. Current Directions in
Psychological Science, 14(3), 135-138.
Bozdağ, F. (2020). Mülteci çocukların psikolojik sağlamlıkları ve kültürlenme stratejileri
Yayımlanmamış doktora tezi, Hacattepe Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
Bulut, S., Doğan, U., ve Altundağ, Y. (2013). Adolescent psychological resilience scale:
validity and reliability study. Contemporary Psychology, Suvremena Psihologija,
16(1), 21-32.
Catalano, D., Chan, F., Wilson, L., Chiu, C. Y., & Muller, V. R. (2011). The buffering
effect of resilience on depression among individuals with spinal cord injury: A
structural equation model. Rehabilitation Psychology, 56(3), 200-211.
Corey, G. (2011). Theory and practice of group counseling. Belmont, CA: Nelson Edu-
cation.
Çetin, F., Yeloğlu, H. O., ve Basım, H. N. (2015). Psikolojik dayanıklılığın açıklanma-
sında beş faktör kişilik özelliklerinin rolü: Bir kanonik ilişki analizi. Türk Psikoloji
Dergisi, 30(75), 81-92.
Doğan, T. (2015). Kısa psikolojik sağlamlık ölçeği’nin Türkçe uyarlaması: Geçerlik ve
güvenirlik çalışması. The Journal of Happiness & Well-Being, 3(1), 93-102.
Durlak, J. A. (1998). Common risk and protective factors in successful prevention prog-
rams. American Journal of Orthopsychiatry, 68(4), 512-520.
Ernas, Ş. (2017). Özerklik ve psikolojik dayanıklılık arasındaki ilişkinin incelenmesi
Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
Erden, S., ve Eminoğlu, Z. (2020). Bilişsel Davranışçı Temelli Psiko-Eğitim Programı-
nın Psikolojik Dayanıklılık ve Duygu Düzenleme Üzerindeki Etkisi. OPUS Ulus-
lararası Toplum Araştırmaları Dergisi, 15(21), 555-582.
Fergus, S., ve Zimmerman, M. A. (2005). Adolescent resilience: A framework for un-
derstanding healthy development in the face of risk. Annual Review of Public He-
alth, 26, 399-419.
Garmezy, N. (1991). Resilience and vulnerability to adverse developmental outcomes
associated with poverty. American Behavioral Scientist, 34, 416-430.
Garmezy, N. (1993). Children in poverty: Resilience despite risk. Psychiatry, 56(1),
127-136.

304
Zor Zamanlarda Ayakta Kalabilme: Psikolojik Dayanıklılık

Gerhart, J., O’Mahony, S., Abrams, I., Grosse J., Greene, M., ve Levy, M. (2016). A pilot
test of a mindfulness-based communication training to enhance resilience in palliative
care professionals. Journal of Contextual Behavioral Science, 5(2), 89-96.
Gizir, C. A. (2007). Psikolojik sağlamlık, risk faktörleri ve koruyucu faktörler üzerine bir
derleme çalışması. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 3(28). 113-128
Goldstein, S., ve Brooks, R. B. (2013). Why study resilience?. In Handbook of resilien-
ce in children (pp. 3-14). Springer, Boston, MA.
Graber, R., Pichon, F., ve Carabine, E. (2015). Psychological resilience: State of
knowledge and future research agendas. London: Overseas Development Institute.
Hobfoll, S.E., Hall, B.J., Canetti-Nisim, D., Galea, S., Johnson, R.J., ve Palmieri, P.
(2007). Refining our understanding of traumatic growth in the face of terrorism:
Moving from meaning cognitions to doing what is meaningful. Applied Psycho-
logy: An International Review, 56(3), 345-366.
Kaba, İ., ve Keklik, İ. (2016). Öğrencilerin üniversite yaşamına uyumlarında psikolojik
dayanıklılık ve psikolojik belirtiler. The Journal of Educational Research, 2(2).
98-113
Karaırmak, Ö. (2006). Psikolojik sağlamlık, risk faktörleri ve koruyucu faktörler. Türk
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 3(26), 129-142
Kirby, L.D. , ve Fraser, M. W. (1997). Risk and resilience in childhood. In M. Fraser
(Ed.), Risk and resilience in childhood (ss. 10-33). Washington, DC: Nasw Press
Kumaş, Ö. A., ve Sümer, H. M. (2019). Özel Gereksinimli Küçük Çocuğu Olan Annele-
rin Öz Yetkinlikleri, Yılmazlık Düzeyleri ve Stres Düzeyleri Arasındaki İlişkilerin
Belirlenmesi. Kastamonu Eğitim Dergisi, 27(1), 163-173.
Kurtoğlu, G., ve Doğan, S. (2017). Bilişsel Davranışçı Yaklaşıma Dayalı Psiko-Eğitim
Programının Beşinci Sınıf Öğrencilerinin Duygusal Yılmazlık Düzeylerine Etkisi.
Electronic Journal of Social Sciences, 16(60), 249-268
Luthar, S. S., Cicchetti, D., ve Becker, B. (2000). The construct of resilience: A critical
evaluation and guidelines for future work. Child development, 71(3), 543-562.
Luthar, S. S., ve Cushing, G. (1999). Measurement Issues in the Empirical Study of
Resilience. M. D. Glantz (Ed.), Resilience and Development: Positive Life Adap-
tations içinde (pp. 129-160). Hingham, MA.: Kluwer Academic Publishers.
Luthar, S. S., Lyman, E. L., ve Crossman, E. J. (2014). Resilience and positive psycho-
logy. M. L. Karen D. Rudolph (Eds.) içinde, Handbook of Developmental Psyc-
hopathology (pp. 125-140). Springer, Boston, MA.
Luthar, S. S. (2015). Resilience in development: A synthesis of research across five decades.
D. Cicchetti ve. D. J. Cohen (Eds.) içinde, Developmental Psychopathology: Volume
Three: Risk, Disorder, and Adaptation (pp. 739-795). J. Wiley, New Jersey.
Madni, A. M., ve Jackson, S. (2009). Towards a conceptual framework for resilience
engineering. IEEE Systems Journal, 3(2), 181-191.
Malak, K. (2011). Üniversite öğrencilerinin kendini toparlama gücü ile duygusal zekâ
düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi,
Selçuk Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü.

305
Pozitif Psikoloji

Masten, A. S. (2001). Ordinary magic: Resilience processes in development. American


Psychologist, 56(3), 227-238.
Masten, A. S. (2014). Global perspectives on resilience in children and youth. Child
Development, 85(1), 6-20.
Masten, A. S., Herbers, J., Cutuli, J., ve Lafavor, T. (2008). Promoting competence and
resilience in the school context. Professional School Counseling, 12(2), 76-84.
Masten, A. S., ve Reed, M. G. J. (2002). Resilience in development. C. R. Snyder ve S.
J. Lopez (Eds.) içinde, Handbook of positive psychology, (pp. 74-88) Oxford Uni-
versity Press.
Işık, Ş. (2016). Türkiye’de kendini toparlama gücü konusunda yapılmış araştırmaların
incelenmesi. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 6(45). 65-76
Ong, A. D., Bergeman, C. S., Bisconti, T. L., ve Wallace, K. A. (2006). Psychological
resilience, positive emotions, and successful adaptation to stress in later life. Jour-
nal of Personality and Social Psychology, 91(4), 730-749.
Özdemir, S. (2018). Ergen Riskli Davranışlarının Akran Zorbalığı, Örselenme Yaşantı-
ları ve Psikolojik Sağlamlık İle İlişkisinde Sapkın Arkadaşların Aracı Etkisinin İn-
celenmesi. Eğitim ve Bilim, 43(195), 223-239
Panter‐Brick, C., ve Leckman, J. F. (2013). Editorial Commentary: Resilience ın Child
Development–İnterconnected Pathways to Wellbeing. Journal of Child Psycho-
logy and Psychiatry, 54(4), 333-336.
Patriarca, R., Bergström, J., Di Gravio, G., ve Costantino, F. (2018). Resilience engineering:
Current status of the research and future challenges. Safety Science, 102, 79-100.
Peng, L., Li, M., Zuo, X., Miao, Y., Chen, L., Yu, Y., ... ve Wang, T. (2014). Applica-
tion of the Pennsylvania resilience training program on medical students. Persona-
lity and Individual Differences, 61, 47-51.
Pieloch, K. A., McCullough, M. B., ve Marks, A. K. (2016). Resilience of children with
refugee statuses: A research review. Canadian Psychology/Psychologie Canadi-
enne, 57(4), 330.
Reivich, K. J., Seligman, M. E. P., ve McBride, S. (2011). Master resilience training in
the US Army. American Psychologist, 66, 25-34.
Rutter, M. (1987). Psychosocial resilience and protective mechanisms. American Jour-
nal of Orthopsychiatry, 57, 316–331.
Rutter, M. (2012). Resilience as a dynamic concept. Development and Psychopatho-
logy, 24(2), 335-344.
Southwick, S. M., ve Charney, D. S. (2018). Resilience: The science of mastering life's
greatest challenges. Cambridge University Press
Stallard, P., Skryabina, E., Taylor, G., Phillips, R., Daniels, H., Anderson, R., ve Simp-
son, N. (2014). Classroom-based cognitive behaviour therapy (FRIENDS): a clus-
ter randomised controlled trial to Prevent Anxiety in Children through Education
in Schools (PACES). The Lancet Psychiatry, 1(3), 185-192.

306
15 Bu bölümü okuduğunuzda
SPONTANLIK VE PSİKOLOJİK
İYİ OLUŞ

Özlem Şener

1. Anormal derecede normal olma çabasında olan insanların geçmişte bir yerler-
de kaybettikleri spontanlık kavramının ne olduğu ve ne olmadığı,
2. Kendilik gerçeğinin toplumsal kabuller adına nasıl feda edildiğini anlatan kül-
türel konserveler kavramını,
3. Eyleme aç kalan insanlarda ortaya çıkan yaratıcılık nörozunun neyi ifade ettiğini,
4. Özgün olan her insanın sisteme ait olma çabası ile tek tipleşmesini tanımlayan
robopatiyi,
5. Mutlu değil, iyi olmak için psikolojik işlevselliğin ve spontan eylemde bulu-
nabilmenin önemini öğreneceksiniz.

Yaşam bize kendini bilinebilir, yönetilebilir ve aktarılabilir hazır paketler


hâlinde sunmaz. Yaşam her an karşımıza yeni sürprizler ekleyerek gelmektedir.
Karşılaştığımız anları nasıl karşılayacağımıza onlara nasıl cevaplar vereceğimi-
ze ve onları nasıl dönüştürerek kendi yaşam döngümüze katacağımıza bir seçim
yaparak kendimiz karar veririz. Yaşamı ve içindeki anları tıpkı evimize gelen
misafir gibi, varlığımızı istila eden bir düşman gibi veya yarış içinde olduğumuz
bir rakip gibi karşılamak mümkündür. Tek mesele, hangi tutumun insan hayatı-
nı daha yaşanılır ve anlamlı kıldığıdır. Psikodrama grup terapi kuramının kuru-
cusu Jacob Levy Moreno (1946/1980) bir insanın psikofizyolojik olarak sağlıklı
bir yapıya sahip olması için iki gereksinime ihtiyaç duyduğunu öne sürmektedir.
Bunlardan birincisi bir kişiye veya çevresindekilere spontan davranabilmek,
ikincisi bir başkasına ve onun çevresindekilere özgün, esnek, yaratıcı ve yeterli
cevaplar verilebileceği karşılaşma anlarıdır. Psikodrama grup terapi kuramı,
karşılaşma ve spontanlık kavramlarının en az terapötik hedefler kadar psikote-
rapide iyileştirici faktörler olduğunu ileri sürmektedir. Bu çalışmada yer alan bu
bölüm spontanlığın insanın psikolojik iyi oluşunda ne denli önemli yer işgal
ettiğini göstermeyi hedeflemektedir.

307
Pozitif Psikoloji

“Yıl 2010 ve ilkokul mezunu olan Yasemin 27 yaşında olmasına rağmen yaklaşık
bir yıla yakın süredir adet olamadığı için psikodrama grup terapisine katılmıştı.
Adet söktürücü ilaçlar kullanmasına rağmen geçen zaman içinde herhangi bir ge-
lişme olmamıştı. Psikodramaya katılmak kendisinin bilinçli bir tercihi olmasa da
oturumlardan en çok fayda sağlayan üyelerden biriydi. Oturumlar boyunca hayat
hikâyesinin nerelerde sekteye uğradığını fark etmeye ve iyileşmeye çok açık oldu.
Henüz 14 yaşlarında iken erkek arkadaşı ile gezdiği için annesi tarafından kolu kı-
rılıncaya kadar dövülen ve ağır sözlerle aşağılanan Yasemin’in kadın olmakla ilgili
algısının bozulduğu ve baskılandığı aşikardı. Yaşadığı bu travmadan kısa bir süre
sonra kendinden 20 yaş büyük bir erkekle evlendirilmiş ve bu evliliğin içinde defa-
larca cinsel şiddete maruz kalmış ve kadınlığına tamamen küsmüştü. Evliliği süre-
cinde yaşadığı bir anı onun için oldukça travmatik ve anlamlıydı: Evliliğimi kur-
tarmak için etraftan öğrendiklerimle gidip pazardan kırmızı iç çamaşır aldım. Ak-
şam onları giydim ama eşim bana ağır hakaretler etti, beni dövdü ve onları üze-
rimden çıkarıp gözlerimin önünde parçaladı. Yasemin yaşadığı bu travmayı iki
duygu ile tanımlıyordu: Korku ve çaresizlik. Geçmiş yaşantısındaki bu travma
‘şimdi ve burada’ dramatizasyon yolu ile canlandırılarak bu anı yeniden anlamlan-
dırıldı ve böylece travmanın kendisine acı veren duygularından arınabildi. Psikod-
ramada yeniden cesaret kazanarak spontanlığını ve özgürlüğünü bir miktar geri
kazandı. Oturumlar bittikten kısa bir süre sonra asemin terapistini arayarak sevinç-
le artık adet görmeye başladığını haber verdi.”
(yazarın kendi psikodrama grup terapisinden alıntılanan bir bölüm)
Şener, 2010)

“Özgür irade” anlamına gelen Latince kökenli spontalık kavramını 20.


yüzyıl boyunca psikopatoloji dünyasında teori ve uygulama alanına kazandıran
kişi Sosyometri ve Psikodrama Kuramı’nın kurucusu olan Jacob Levy Moreno
olmuştur (Roos and Roos, 2006: 8; Altınay, 2003). Moreno’nun ortaya koyduğu
spontanite kavramının özünü anlamak amacıyla çeşitli alanlara ait bir yüzyıllık
literatür taranmış ve ‘sua sponte’ denilen kavram yani ‘kendiliğinden hareket,
kendi başına hareket etme’ tanımı üzerinde hem fikir olunmuştur (Blatner,
2002:112; Roos and Roos, 2006:3).
Moreno, spontanlığı ya yeni koşullara uygun bir tepki, ya da eski koşullara
yeni bir tepki verebilme yeteneği olarak tanımlamaktadır (Moreno, 1953, s. 42;
Özbek ve Leutz, 2003, s. 138; Blatner, 2002; Dökmen, 2004, s13; Altınay,
2000, Şener, 2019, s.48). Bu tanımdan hareketle spontan birey fikri bir felsefe
olarak ele alındığında anda yaşamanın değerini ve bir yaşam tarzını yansıtmak-
tadır. Terapötik bir etken olarak da spontanite açık görüşlülüğü artıran, ketlen-
meleri azaltan ve kişinin psikolojik iyi oluşunu destekleyen iyileştirici bir fak-

308
Spontanlık ve Psikolojik İyi Oluş

tördür (Moreno, 1946/1964). Bireyin psikolojik iyi oluşundan söz edebilmek, o


kişinin spontanlık becerilerinin aktif olarak var ve kullanılabilir olmasına bağlı
olduğunu göstermektedir. Üstelik yalnızca psikolojik iyi oluş değil, spontan
davranışlar fizyolojik iyi oluşu da önemli derece de etkilemektedir. İnsanların
doğuştan sahip oldukları spontanlığın yine insanlar eliyle engellendiğini yukarı-
da sözü edilen Yasemin’in hikâyesinde görmek mümkündür. Spontanlığını yiti-
ren insan zaman içinde bedensel sağlığını da yitirmeye başlamaktadır. Lord
Chesterfield der ki “Tecrübelerime dayanarak diyebilirim ki beden ve zihin
arasında evlilikten bile daha güçlü bir bağ vardır ve biri acı çektiğinde diğeri
de aynı acıyı derinden hissetmektedir” (Blumenfield ve Strain, 2006:3). Yapılan
araştırmalar psikiyatri ve tüm ps�koterap� kuramları �ç�n b�reyler�n ruh ve beden
sağlığı açısından duyguların �fade ed�lmes�n�n ve dışavurumunun son derece
önemli olduğunu göstermektedir (Greenberg, 2004; Sloan ve Marx, 2004). Hat-
ta dışavurulamayan duygular, engellenmiş spontan davranışlar bireyleri zamanla
organ dili kullanmaya yönelttiği, yani psikosomatik hastalıklar meydana geldiği
ifade edilmektedir (Lesser, 1981).
Çocukları ve ergen bireyleri yetiştirirken gelişim dönemlerine göre ihtiyaç-
larını anlama ve uygun bir yöneltme ile kendilerine rehberlik etmek onların
kişiliklerini ve geleceklerini spontan biçimde inşa etmeleri için yeterlidir. Mo-
reno 1900’lerin başlarında Viyana’da çalıştığı sıralarda çocukların oyunlarında-
ki spontanlıktan ilham almış ve hatta kendi oğlunu yetiştirirken spontanlığın
önemini dikkatli biçimde gözlemlemiştir. Moreno çocukların parkta oynadığı
oyundan esinlenişini şöyle ifade etmektedir:
Altı yaşındaki abi: “Şu yemeği doğru dürüst ye. Mızmızlık etme, şimdi to-
kadı yersin.”
Küçük kardeş öfkeyle: “Sen çok kötüsün. Çok kötü bir annesin, beni hep
dövüyorsun, Heinrich’e (anne rolünde olan abi) hiç dokunmuyorsun.”
İki çocuğun oynadığı oyundaki konuşmadan Moreno şöyle bir sonuca
varmıştır: “Demek ki çocuklar da ilkeller de günlük yaşamlarında çeşitli baskı-
lar yüzünden açığa vuramadıkları istek ve duyguları, spontan olarak oyunda,
tiyatroda rahatça açığa vurmakta ve boşaltmakta, ruhen rahatlamaktadırlar.”
Nihai olarak çocuk gelişiminde spontanlığın temel unsur olduğunu ortaya
koymuş, bu gözlem ve araştırmalarına dayanarak spontanlığı teori hâline getir-
miştir (Moreno ve Moreno, 1944; akt: Roos and Roos, 2006, s.9).

309
Pozitif Psikoloji

Ruhsal ve fiziksel sağlık, insanın mutlu olması için temel ihtiyaçların en


başında yer almaktadır. Spontan eylemde bulunma süreci kesintiye uğrayan
bireylerin kendilerini gerçekleştirme süreçleri ve doğru tepkiler verebilme bece-
rileri de gelişememektedir. Dünyanın corona virüs ile mücadele verdiği şu gün-
lerde insanlık fizyolojik ve psikolojik kısıtlılık yaşamaya mecbur kaldığı bir
dönemden geçiyor. Dünyanın hemen hemen her ülkesinde virüsten koruma ve
korunma için evden dışarı çıkma yasağı getirilmiştir. Bu duruma çok çeşitli
tepkiler veren insanlar vardır. Psikolojik olarak ciddi kaygı yaşayanlar, daya-
namayıp sokağa çıkanlar, durumu lehine çevirip farklı beceri alanları geliştire-
rek yaratıcılıklarını ortaya çıkaran insanlar bulunmaktadır. Eylem açlığı yaratan
bu sürece, oluşan rutinlerinin dışına çıkarak çok spontan çözümler üreten insan-
lar olduğu gibi kaygı düzeyi yükselerek kısıtlanan ve hastalanan insanlar da
vardır. Bu durumu, kaygılarının yükselmesiyle spontanlığını kısıtlayan ve yara-
tıcılıklarını körleştiren insanlar olacağı gibi, spontan eylemde bulunarak yeni
keşifler sayesinde ürettikleriyle yarına kalan insanlar da olacaktır.
Evrenin yaratıldığı ilk günden bu yana doğada spontanlık vardır. Din bilimsel
açıdan Tanrı anlayışı elinde cetvel ve pergel ile evreni hesap üzerine inşa eden bir
imgeden ziyade, yerini doğaçlama yapabilen insanın spontanlığı aracılığıyla tecelli
eden bir Tanrı’ya bırakmıştır (Blatner, 2002, s.112). Doğadaki bu spontanlık ve
Tanrı anlayışındaki özellik, kozmik ve insanla ilgili bütün değişikliklerde en önemli
olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte spontanlık, özünde kozmik gerçeğin bir
parçası olan insan yavrusunun bütün gelişim evrelerinde eşit derecede önemli ve
anlamlıdır. Bu yüzden spontanlık bireyin kişisel yaşamını biçimlendirmede, top-
lumsal tavır ve davranışlarını ortaya koymada etkin bir olgu olarak karşımıza çık-
maktadır (Özbek, Leutz, 2003, s.37; Blatner, 2002, s.112).

1. İNSANIN YARATICILIĞI
İnsan spontan eylemde bulunduğu her an yaratıcıdır. Spontanlık ve eyle-
min var olana biçim verme amacına yöneldiği her yerde ortaya yaratıcılık çıkar.
Bunun en güzel örneğini biyolojik olarak türün devamlılığı oluşturmaktadır.
Anne babaya ait olan cinsiyet hücrelerinin kaynaşması sonucu aşılanan yumur-
ta, spontan biçimde bir gen kombinasyonu ile yeni bir canlıya dönüşür (Özbek
ve Leutz, 2003, s.38). İnsan yavrusunun ilk spontan hareketi budur. Yaratıcılık
bir töz (var olmak için başka bir şeye ihtiyaç duymayan şey), spontanlık ise bir
katalizördür (Dökmen, 2004, s. 13). Evrenin var oluşu sürecinde de spontanlık
ilk katalizör, yaratıcılık biçimlendirilen unsurdur. Bu anlayışa göre Tanrı’nın

310
Spontanlık ve Psikolojik İyi Oluş

yaratıcılığı sonsuzdur (Özbek ve Leutz, 2003, s.38) çünkü insanın yaratıcılığın-


dan tecelli eden Tanrı’dır.
Yaratıcılık ile spontanlık arasında tamamlayıcı bir yapı vardır. Yaratıcılık
üretme etkinliğini, spontanlık ise üretmeye hazır olmayı; daha enerjik bir be-
densel ve kişiler arası ya da grup katılımı gereken bir zihinsel durumu sağla-
maktadır (Blatner, 2002). Sınıfta parmak kaldırmaktan çekinen, yeteneği olduğu
hâlde piano çalamayacağını düşünen, kendine inancı olmadığı için üniversite
sınavına girmekten vazgeçen ve bu örneklere benzer birçok insan özünde var
olan spontanlık ve eyleme geçme yeteneklerini yitirmiş insanlardır. İlk kez sev-
gilisiyle gezdiği için kolu kırılıncaya kadar dövülen ve kızının kadınlık rolünü
baskılayan anneler, güneş kırmızı değil sarı çizilir diyerek yaratıcı fikirleri en-
gelleyen öğretmenler, ‘nerede sende o kapasite’ diyerek çocuğunun cesaretini
kıran babalar muhatabı oldukları insanın kapasitelerini küçümseyerek engelle-
mekte ve yaratıcı eylemlerini kısıtlamaktadırlar. Söz edilen bu bireyler zamanla
üretime geçmeleri için doğuştan var olan spontanlık kabiliyetlerini kaybeder ve
üretmek için ihtiyaç duydukları bedensel enerji ve toplumsal ilişki için olumlu
algıdan mahrum hissetmeye başlarlar. Böylesi toplumlarda nice Aziz Sancar’lar
veya Picasso’lar doğsa da bu kişilerden yalnızca biri yeterince spontan olabildi-
ği için yaratıcılığını eşsiz bir ürüne ve başarıya dönüştürebilmektedir.

2. SPONTANLIK VE GAYRİ-SPONTANLIK
Doğadaki yaygınlığına rağmen psikolojide çok az bilim insanı spontanlık
üzerine sistemli bir çalışma yürütmüştür (Blatner, 2002, s113). 1940’lı yıllarda
bu bilim insanlarından biri olan psikolog Meyer’in (1941: 160) “İnsanlığın
spontan olması ve bunu öğrenmesine rehberlik etme işine ciddi ve aktif şekilde
başlamalıyız.” sözüne rağmen pek bir şey yapılmamıştır. Ne yazık ki spontan-
lıkla ilgili bilinmezliğin uzun süre devam ettiğini vurgulayan Kipper da araştır-
malardaki yetersizliğe vurgu yapmış ve kendisi spontanlık üzerine birçok çalış-
maya imza atmıştır (Kipper, 2000:34; Roos ve Roos, 2006, s. 8).
Spontanlık kavramı daha önce ifade edildiği gibi ilk olarak bir kişiyi yeni
bir duruma yeni bir tepki veya eski bir duruma yeni bir tepki vermeye iten enerji
olarak tanımlanmıştır. Moreno yaptığı bu tanımdan sonraki yazılarında spon-
tanlığı herhangi bir durumda ortaya çıkan anlık davranış veya gerçek cevap
olarak yeniden tanımlamıştır. Yaptığı bu tanım alan yazında bir önceki tanım-
dan daha hızlı kabul görmüştür (Kipper, 2006; McVia, 2009, s.7). Daha sonraki
zamanlarda spontanlık için yapılan dikkat çekici tanımlardan biri de ortaya çı-

311
Pozitif Psikoloji

kan an’a can alıcı ve serbest bir cevap vermeye hazırbulunuşluk (Carter, 1994)
tanımı olmuştur. Bu tanımları örneklendirmek kavramın anlaşılmasını daha da
kolaylaştıracaktır. Mesela mutfakta yemek yapan birinin çorba pişirirken yakı-
şacağını düşündüğü yeni bir baharatı ekleyivermesi, aşık bir çiftin beraber yeni
keşifler yapması, bir şairin ilhamla şiirler yazması, laboratuvardaki bir bilim
insanın kimyasalları karıştırarak yeni keşifte bulunma denemeleri, sınıfta bir
öğrencinin ortaya parlak bir fikir atması, anne babaların çocuklarıyla oyun oy-
namaları, işe giden birinin her zaman kullandığı yoldan farklı bir yol seçmesi,
kardeşlerin oyunlarında yeni bir fikir üretmeleri, banyo yapan birinin kendi
melodisini mırıldanması, üniversite öğrencisinin bir münazarada akışın içinde
kendi görüşünü sunması gibi anlar bireyin önceden hazır bulunmadığı, an içinde
olmayı başararak spontan bir davranış ile yaratıcılıkta bulunduğu anlardır.
Spontanlık için verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi spontan eylemler kişinin
öznel yaşamındaki üretkenliği ve psikolojik iyi oluşuna katkı sağlayacak olma
amacını içermektedir.
Gece gündüzle, siyah beyazla, korku cesaretle anlaşıldığı gibi her şey zıddı
ile daha iyi anlaşılır. Burada spontanlığın karşıtı olan gayri spontanlığın da an-
laşılması önemlidir. Kipper (2000) spontanlık teorisinde kavramsal gelişmeye
dikkat edilmemesinin iki önemli zorluğa yol açacağına inanmaktadır. Bu zor-
luklardan ilki, spontanlık ve gayri-spontanlık zıt kutuplarda olsalar da gayri-
spontanlığın hem olumlu (mesela her gün yapılan rutin işlerin gerektirdiği şe-
kilde davranmak) hem de olumsuz (mesela bir durum karşısında anında etkili
bir cevap verememe) anlamda kullanılmasıdır. İkincisi ise spontanlığın hiçbir
kriterine cevap vermeyen bir form olarak patolojik ve klişe (stereotype) spon-
tanlık gibi terimlerle kullanılmasıdır. Ancak Kipper bu meseleye getirilecek en
iyi teorik çözümün spontanlığın gayri-spontanlıktan bağımsız, sadece olumlu
anlamı üzerinde durarak psikolojik değerini ortaya çıkarmak olduğunu ileri
sürmüştür (Kipper, 2006; McVia, 2009, s.7).
Spontanlığın sağlıklı biçimde ortaya çıkması için varlığı ile anlamı arasın-
da bir uyumluluk olmalıdır. Spontan birey cesaretini, canlılığını, çabasını ve
zihnini kullanarak eylemde bulunur (Blatner, 2002, s.116). Eğer uyum yoksa
tıpkı farklılaşmış kanser hücrelerinin, organizmanın normal işleyişi dışında
uyumsuz ve sınırsız olarak çoğalarak yayılması gibi yıkıcı bir etkiye sebep ola-
caktır. Buna, güçlü spontanlık kabiliyetleri haricinde bazı ruh hastalarında ama-
cın çok uzağında ortaya çıkan agresif davranışlar örnek olarak gösterilebilir.
Moreno gerçek ihtiyaçların dışında kalan bu içgüdüsel davranışları ‘patolojik
spontanlık’ olarak tanımlamıştır. Patolojik spontanlık, bireyin hem kendi yaşa-

312
Spontanlık ve Psikolojik İyi Oluş

mına hem de içinde yaşadığı topluma hasar veren bir durum oluşturduğu için
cesareti barındıran ama zihinsel süreçlerin aktif olmadığı bir durum olarak ta-
nımlanır. Spontanlık ise sorgulama cesareti göstermeye, yeni bir duruma taze
bir bakış açısı sunmaya yönelik eğilim ve aklın içinde olduğu bir davranış deği-
şikliğidir. Zihnin içgüdüsel boyutlarıyla ilişkisinin geliştirilmesi ve bunların
daha akılcı ve iradeye dayanan becerilerle birleştirilmesi spontanlığın püf nok-
tasını oluşturmaktadır.
Binlerce klinik çalışmaya dayanarak Moreno insanların çok azının yeni bir
duruma hızlı şekilde adapte olabildikleri sonucuna varmıştır. Ancak, psikolojik
olarak sağlıklı insanların beklenmedik bir durum karşısında uygun davranabil-
dikleri bilgisini elde etmiştir (Roos ve Roos, 2006, s.12). Kişilik gelişimiyle
ilgili çoğu sorun ve çatışmaların kökünün konuşma öncesi ilk çocukluk döne-
minde saklı olduğu ve özellikle dış dünya ve anne ile ilişkide olmanın önemi
tüm psikoloji ekolleri için tartışmasız bir gerçektir (Özbek ve Leutz, 2003,
s.38). Öyleyse ihmal edilmiş, kısıtlanmış veya bastırılmış bir çocuğun içinde
bulunduğu kritik dönemde öğrendiği bu olumsuz duyguları geleceğine transfer
ederek spontan eylemlerinde ciddi engellenmişlik yaşaması olağan kabul edilir.
Bilinçaltını yalnızca bastırılan ve rahatsız edici duygu ve düşüncelerin sak-
landığı yer olarak görmek yerine ‘esin perisi’ olarak değerlendirmek içten gelen
sezgi, dürtü ve esinlere kulak vermeyi gerektirir. Bugün dünyaca ünlü sanatçıla-
ra veya bilim insanlarına baktığımızda içinde bulundukları zorlu koşullara rağ-
men spontan becerilerini kullanmaktan vazgeçmemeleri ve potansiyellerini
kullanma cesaretleri onları sahip oldukları başarıya getirmiştir.

“Çocuklar ve çılgınlar spontan insanların iki seçkin sınıfıdırlar. Onların hepsi iç-
lerinde şeffaftır. Duyguları eylemlerindedir ve eylemleri
varlıklarının özüdür.”
(Jacob Levy Moreno, 1955: 177)

3. TOPLUMSAL DAVRANIŞ KALIPLARI:


KONSERVE ROLLER
Yaşamak keşfetmektir ve bu eylemi her birey toplum içinde öznel şekilde
gerçekleştirmektedir. Bir insanın spontanlığını engellemek o kişinin yaşamı ve
toplumu keşfetme sürecinde üretkenliğini ve doğrudan kendini gerçekleştirme-
sini engellemek demektir. Hümanistik psikolojinin öncülerinden olan Mas-
low’un insan yaşamının ‘kendini gerçekleştirme’ amacı için saydığı bir düzine

313
Pozitif Psikoloji

özelliklerden biri de yaratıcı, otantik ve sağlıklı bir yaşama önderlik eden spon-
tanlıktır (Maslow, 1962, s.197; Roos ve Roos, 2004, s. 10). Çünkü engellenmiş,
kısıtlanmış insan iyi bir zekâ düzeyine ve birtakım özel yeteneklere sahip olsa
da yaşamda pasif kalır, potansiyelini açığa çıkaramaz ve doğal olarak kendini
gerçekleştiremez (Özbek ve Leutz, 2003, s.38).
Bireyin varlığından söz edebilmek için önce toplumsal bir yapıdan söz et-
meliyiz. Varoluş ancak başkaları olduğunda değer ve anlam ifade eder. Bunun
önemini bir şaman öğretisinde şu ifadelerle vurgulamak mümkündür: “Ben, biz
olduğumuz zaman benim. Ben, ben olduğum için sen, sensin.” Bireyi anlamlı
hâle getiren toplumlar kendi kültürlerini üretirler. Bu kültürler zamanla katılaşa-
rak konserve roller olarak adlandırılan toplumsal davranış kalıpları oluştururlar.
Konserve roller kültürün de ötesine geçerek toplumda ikincil yasalar rolünü
almaya başlarlar. Bu konserve davranışlar önceden biçimlendirilmiş ve davranı-
şı yapanın yaratıcılığı ve spontanlığı yok denecek kadar kısıtlı olan rolleri ta-
nımlamaktadır (Özbek ve Leutz, 1987; Moreno, 1956). Bu roller çoğu zaman
konuşulmadan kabul görmüş ve büyüme çağındaki her çocuğun görerek otoma-
tik olarak öğrenip kabullendiği davranış kalıplarını içermektedirler. Birey bu
davranış kalıplarının dışına çıkmak istese de bu yapıyı kıramamakta veya far-
kında bile olmadan yaşamını bu kalıplara göre sürdürmektedir. Moreno’ya göre
‘aykırı olma uyumlu ol’ felsefesi olarak adlandırılan bu konformizm, korkular
üzerine inşa edilmiştir. Korkular üzerine inşa edilen bu konserve roller bireyleri,
çocukluğunda doğasında olan spontanlığını ve cesaretini kırarak nevrotik, so-
runlu bireyler hâline dönüştürmektedir (Altınay, 2009). Bu kültürel konserve
davranış örnekleri ülkeden ülkeye, kültürden kültüre, aileden aileye değişmek-
tedir. Örneğin, “erkekler ağlamaz”, “kızlar kahkaha ile gülmez”, “babanın ya-
nında çocuk sevilmez”, “duygularını anlatırsan zayıf görünürsün” “kimseye
güvenilmez” gibi kültürden kültüre değişen ve aktarılan kalıplaşmış davranış
örüntüleridir. Bu davranış kalıpları bireyin spontanlığının ketlenmesine ve kendi
içinde duygularını bastırmasına ve onları duymamasına, zaman zaman toplum-
sal çatışmalar yaşamasına sebep olabilmektedirler.
Çağımızda insanın yaratım sürecinden çok, yarattığı ürünlerle daha fazla
ilgilenilmektedir. Sanat eserleri, teknolojik ve bilimsel buluşlar, kitaplar, katı
ahlaki kurallar âdetâ putlar hâline gelmiştir. Kültürler, insanların kendini ger-
çekleştirmelerine ve toplumların devamlılığına olanak sağlayan yapılar olmalı-
dırlar, aksi hâlde kendi robotlarını yaratırlar. Bunun yerine kültürler, kısıtlayıcı
ve spontanlığı engelleyici bir duruma dönüşmüşlerse hedefinden şaşmış demek-
tir. Moreno hedefinden şaşan bu tür uygarlıkları “kültürel konserveler” olarak
tanımlamaktadır. Bu durum insanların sosyal ve psikolojik açılardan basmakalıp
davranış biçimlerine bağlanmalarına, alışkanlıklara göre yaşamalarına, sanki

314
Spontanlık ve Psikolojik İyi Oluş

programlanmış bir makine gibi davranmalarına yol açmaktadır. Robopati (Blat-


ner, 2002) olarak da tanımlanan bu durum, insanların spontanlıktan yararlanma-
yıp aşırı biçimde yerleşik davranış kalıplarına güvenerek zihinsel atalete düşme-
lerine yol açtığı, bu durumun da pek çok türde nevrotik ve kişilik bozuklukları-
nın ortak paydası hâline geldiği görülmüştür (Blatner, 2002, s. 114).
İnsanın hem kalıtsal özelliği hem de yeteneği olan spontanlığın önündeki
en büyük engel kültürdeki tutuculuktur. İnsan günlük yaşamında ne kadar spon-
tan olabilirse o kadar rahat eder ve psikofizyolojik olarak sağlıklı kalmayı başa-
rır. Ne yazıktır ki insan hastalanacağını bilse bile zaman içinde spontanlığından
vazgeçerek o an için daha güvenli hissetmesine yol açtığı için kültürel konser-
veler içinde bir yaşam sürmeyi tercih etmektedir. Kontrollü ve belirli kalıplar
içinde olmak kişiye daha güvenli görünür ama, bunun zaman içinde psikolojik
iyiliği bozan, hasta eden bir durum olduğunu fark edemez. Nasıl ki çocukluk
dönemlerinde fark edilememiş bir kaygının bugün patolojik bir obsesyon hâlini
alarak takıntılı ve tekrarlayıcı davranışlar içinde olmak kişiye güvende olma
hissi veriyorsa rutin yaşantının ve her gün tekrarlayan kalıp davranışların içinde
kalan kişi de kendinin güvende olduğunu zanneder. Kişi kalıp davranışların
biraz dışına çıksa yüksek bir kaygı hisseder. Kaygı varsa cesaret yoktur, cesaret
yoksa spontanlık yoktur ve o da yoksa yaratıcılık yoktur. Kişi üretkenliğini aktif
kullanamadığında bebeğini doğuramamış bir anne gibi, içinde kalan yaratıcı
yetenekleri onu zehirleyerek öldürür.
Spontanlık, cesaret gerektirir. Cesaretin olduğu yerde spontan eylemler de
artar. Spontanlığın arttığı yerde ise yaratıcılık ortaya çıkar. Spontanlık, tıpkı
ateşle ilk kez tanışan insanın önce ondan ürkmesi ama ona hükmetmeyi öğren-
diğinde ondan vazgeçememesi gibidir. İnsan spontanlık yeteneğini keşfettikçe
bundan keyif alır hâle gelir. Lakin spontanlıkları bastırılan insanların kaygı
düzeyleri artar. Yaratıcılıkları engellenmiş olur ve yaratıcı yeteneğin nörozu
olarak adlandırılan durum ortaya çıkar.
Yaratıcılık Nörozu: Bir insan çok yetenekli olsa bile içinde bulunduğu
olanaklar birincil rollerini dahi yapamayacak kadar kısıtlıysa ve kişiyi alıkoyu-
yorsa yaratıcılık nörozu oluşur. Yaratıcılık nörozu yaşayan insanlar kendileriyle
barışık yaşayamadıkları gibi çevreleriyle de yapıcı, yaratıcı ve sevgiye dayalı
ilişki kuramazlar (Dökmen, 2004:15; Özbek ve Leutz, 1877:39). Çünkü bu bi-
reyler hemen her davranışlarının arkasında bir kaygı barındırırlar ve kaygının
yarattığı bilişsel algı kişinin spontan davranması, buna bağlı olarak kendini
gerçekleştirmesini ciddi anlamda sekteye uğratır. Bu tür nörozlarda gerçeği
yaşama duygusu ile zihinde tasarlama becerisi arasında (bağlantı çözülmesi) bir
yarılma meydana gelir ve bu yarılma sonraki dönemlerde değişme olasılığı ol-

315
Pozitif Psikoloji

mayacak şekilde derinleşir. Kişilerin spontanlık yeteneğinde tutukluk ve yaratı-


cılık nörozunun bireyde ortaya çıkardığı şey eylem açlığıdır ve bu eylem açlığı
bireyin gerçekleştirmek istediği hâlde yapamadığı her şeyi ifade etmektedir.
Psikodrama tedavisinin amacı da insandaki engellenmiş, kısıtlanmış duygu ve
düşüncelerin serbest hâle getirilmelerini sağlayarak bireyin spontanlık yeteneği-
ni yeniden harekete geçirmektir. Böylece kişi yeni deneyimler ve yeni durumlar
yaşayarak gelecekteki yeni koşullara uygun davranabilme olanağı kazanmakta-
dır. Sonuç olarak yaratıcılık nörozu ile baş etmeyi öğrenerek toplumla ve kendi
kendisiyle yeniden sağlıklı ilişkiler kurabilir.
Kaygı ve Cesaret: Gece olduğunda gündüzün olmaması gibi, kaygı ve ce-
saret de biri olduğunda diğeri olmayan iki karşıt duygudur. Yaşamda aksama-
dan devam etmeyi sağlayan şey progresyon (ilerleme) adını verdiğimiz temel
bir tavır iken gelişmenin bütünlüğünü bozan şey ise regresyon (gerileme), yani
cesaret yoksunluğudur. Cesaret insana canlılık, enerji ve harekete geçme potan-
siyeli kazandırır. Cesaretten kasıt kör bir tavırla harekete geçmek değil, aksine
tehlikeleri ve olanakları iyi görerek onu amaca yönelik yaratıcı bir etkinlik hâli-
ne dönüştürmektir. Cesaret insanı eyleme, gerçekle hesaplaşmaya, yoğun bir
yaşantıya, sorumluluk almaya ve büyük bir ölçüde bağımsızlığa teşvik eder.
İnsan varlığının ilk spontan hareketi, cenin hâline dönüşerek anne ile ayrış-
tığı doğum anıdır. Bu an aynı zamanda insanın kaygı ile tanıştığı ilk andır. Ma-
lezya’nın balta girmemiş ormanlarında teknolojiden uzak barış içinde yaşayan
Senoiler kabilesine göre kişi eğer rüyasında düşmanca veya tehdit edici figürler
görürse bu rüyayı görenin kendi korkusu ve saldırganlığıdır (Yücesoy, 2001).
Eğer rüyasındaki düşmanı yenerse iç dünyasında kendi korkularını yenmiş olur.
Bu yüzden kabilede çekirdek ailelerin en yaşlı üyesi ile çocukların her sabah
kahvaltıdan sonra buluştukları bir tür rüya kliniği vardır ve bu klinikte herkese
rüyası sorulur. Aralarında geçen sohbet genellikle şu şekilde örneklendirilebilir:
"Sen ne gördün bakalım ufaklık" diye sorar yaşlılardan birisi.
"Korkunç bir şeydi. Otların arasında gidiyordum, aniden karşımda bir kaplan be-
lirdi.”
"Ne heyecanlı, sonra ne oldu?” diye sorar yaşlı.
"Korktum. Mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde kaçtım. Kaplan beni kovalıyor-
du. Tam beni yakalayacağı sırada şansım varmış ki uyandım”
Yaşlı Senoi cevap verir: "Hımm fena değil. Fakat daha iyi olabilirdi. Bildiğin gibi
rüya kaplanı gerçek bir kaplan değildir. Sana hiçbir şey yapamaz. Eğer onunla
tekrar karşılaşacak olursan, bu söylediklerimi düşün. O zaman kıpırdamadan dur.
Korkuya kapılma, onun üzerine doğru yürü ve hâlâ korkun geçmemişse bizi çağır,

316
Spontanlık ve Psikolojik İyi Oluş

biz onu hep birlikte kovarız. Korkuyu yenersen kaplanı da yenersin. O zaman bir
daha rüyalarına girmez, en azından bir düşman olarak girmez.
Yücesoy, 2001: 127)
Malezya’nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan bu kabilede asırlar bo-
yunca herhangi bir nevroz ya da psikoz görülmemiştir. Üstelik barışçıl olmala-
rından dolayı hiç savaşa girmedikleri ve kendilerine savaş açılamadığı da ifade
edilmektedir. Çoğu hastalık ve saldırgan davranışların temelindeki duyguları
nasıl yönetecekleri, çocuklukta rüya eğitimi ile bireylere kazandırılmıştır. Böy-
lece bu kabile saf spontan davranışların açığa çıkmasının önündeki engeli kal-
dırmayı başarmıştır. Birey ne kadar çok kaygılı ise o kadar spontaniteden uzak-
tır (Altınay, 2003:40). 12 yüzyıl boyunca varlığını sürdürmüş bu kabile kaygı
üzerinde odaklanmak yerine karşı tarafında pozitif olan cesaret duygusunu güç-
lendirmeye odaklanmış ve kişinin kendini gerçekleştirmesinde spontanlığa kapı
açmıştır.

4. POZİTİF PSİKOLOJİDE SPONTANİTE


Psikoloji bilimi yakın zamana kadar, İkinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle bo-
zulan dürtüler, bozulan çocukluk ve bozulan zihin gibi ruhsal bozukluklardan
kaynaklanan hastalıkları tedavi eden bir bilim olarak devam etmiştir. Yani psi-
koloji bilimi patolojik odaklı bir bilim iken pozitif yöne odaklanarak insanların
yaşama yönelik işlevlerini açıklamaya, var olan durumlarını daha olumluya
götürmeye, güçlü yanlarını keşfetme ve geliştirmeye, yaşamın olumsuzlukları
ile başa çıkabilme becerilerini geliştirmeye yönelmiştir (Sheldon ve King,
2001). Hümanist psikolojinin önemli isimleri Abraham Maslow, Carl Rogers
gibi diğer hümanistik psikologlar, klinik çalışmalara pozitif yönde yeni bir bakış
açısı sunmuşlardır. İnsana bakış açısı ile hümanist olan Moreno, psikodrama
kuramının felsefesini patolojik olan yerine toplum ve toplum içinde bireyin
iyiliğini ve mutluluğunu ön plana alarak sosyometri, spontanlık, yaratıcılık gibi
pozitif kavramlar üzerine inşa etmiştir.
Çocuklar Moreno’nun ilk psikodrama konularını oluşturmuştur. Onlara
emprovize öyküler anlatması ile çocukların kendi yaratıcılıklarını kullanarak
ilişki kurmalarını sağlamıştır. Bu yolun, çocukların yaratıcı benlik ifadelerinde
bulunmalarını sağlayarak düşmanca duygularının azalmasına yol açtığını ifade
etmiştir. Hatta Moreno ile Freud’un karşılaşmalarında aralarında geçen konuş-
maya Moreno’nun verdiği şu cevap yaklaşımlarındaki farkı açıkça ortaya koy-
maktadır: “Sizin bıraktığınız yerde ben alıyorum. Siz insanlarla kendi ofisinizin

317
Pozitif Psikoloji

o yapay ortamında buluşuyorsunuz. Bense onlarla sokaklarda evlerinde kendi


doğal ortamlarında karşılaşıyorum. Siz onların rüyalarını analiz ediyorsunuz.
Ben onlara tekrar rüya görme cesareti veriyorum.” (Altınay, 2009b).
Doksanlı yıllara gelindiğinde insanın güçlü yanlarını inceleyen bir diğer
psikoloji akımı da pozitif psikoloji olmuştur (Linley, Joseph, Harrington ve
Wood, 2006). Bu akım da kendinden önceki pozitif yönelimli psikoloji akımları
gibi insanın eksik yanları üzerinde durmak yerine onu güçlendirme ve kapasite-
sini geliştirmeye odaklanmıştır (Seligman ve Csikszentmihalyi, 2000). Pozitif
psikolojinin temel kavramlarından biri olan psikolojik iyi oluş bireyin yaşamın-
daki amaçları sürdürmesini, potansiyeli hakkındaki farkındalığı, kişisel gelişimi
ve çevresiyle kurduğu ilişkileri içermektedir. Psikolojik iyi oluşu içeren bu özel-
likler bireyin spontan olabilmesiyle yakından ilişkilidir. Buna bağlı olarak spon-
tan insanların iyi oluş düzeylerinin artması psikolojik problemlerinin de azalma-
sı anlamına gelmektedir. Bir insan yaşamındaki amacı sürdürmesi ve gerçekleş-
tirmesi için eylemde bulunmalıdır. Eylem için kişinin cesaret ve canlılıkla ama-
cına yönelik spontan davranması gerekir. Kişinin kendi potansiyelinin farkına
vardığı, dıştan gelen negatif uyaranların kendi spontanlığını engelleyemediği ve
yaratıcı yetenekleriyle elde ettiği başarının güncel bir örneğidir Sümeyye Boya-
cı. “Kimsenin görmediği kanatlarım vardı benim” diyen millî yüzücü Boyacı,
kolları olmayan ve buna rağmen dünya şampiyonluğu kazanmış bir sporcudur.
3,5 yaşında kollarının olmadığını fark eden Sümeyye ve beş yaşındayken fanus-
taki balıklara bakıp “onların da kolları yok ve yüzüyorlar, ben de yüzebilirim.”
diyerek yüzmeye başlayan başka insanların “yapamaz, bıkar ve bırakır.” deme-
sine aldırış etmeksizin amacına devam etmiş bir sporcudur (Ntv haber, 2019).
Sahip olduğu potansiyelin farkında olarak ve inanarak bulunduğu duruma anlık
cevaplar verebilme cesareti göstermesi başarısı ile psikolojik iyi oluşunu sür-
dürme davranışını da beraberinde getirmiştir.

5. PSİKOLOJİK İYİ OLUŞ VE KENDİNİ


GERÇEKLEŞTİRME
Türün devamı için bir yumurtanın aşılanması sürecinde anne babanın hüc-
releri nasıl birbiriyle kaynaşıyorsa psikodrama grup terapisinde eski ve yeni
sahnenin kaynaşması sonucu yeni bir davranış ve yeni bir algı biçimi ortaya
çıkmaktadır. Yaratıcılığının katalizörü olan spontanlık ile birey, harekete geçtiği
psikodrama sahnesinde cesaretle yeni bir sahne inşa eder. Bu yeni sahnede orta-

318
Spontanlık ve Psikolojik İyi Oluş

ya çıkan davranış ve algı, eski sahneye nazaran daha sağlıklı olandır. Bu sahne-
de kendi psikolojik iyiliği adına bir yaratım yapmış olan bireyin, bu yaratımı
toplumun mikrokosmosu olan psikodrama atmosferinden, yaşadığı topluma
aktarabilmesi kendini gerçekleştirmesi adına en önemli katkıyı oluşturmaktadır.
Psikolojik iyi oluş bireyin zorluklarla yüzyüze geldiğinde kendini gerçek-
leştirme ve anlamlı bir yaşam için potansiyellerini harekete geçirebilmesidir
(Ryff ve Singer, 2008; Keyes, Shmotkin ve Ryff, 2002). Daha açık ifade etmek
gerekirse psikolojik iyi oluş, kişinin kendini olumlu şekilde algılamasını ve
kendini gerçekçi yönleriyle tanıyarak güçlü olduğu veya sınırlı kaldığı yanları-
nın farkında olmasını ve sahip olduğu bütün bu özelliklerden memnun olmasını,
özgür hareket edebilmesini ve yaşamını anlamlı hâle getirebilmesini içermekte-
dir (Keyes, Shmotkin ve Ryff, 2002). Bireyin kendi güçlü ve zayıf olduğu yan-
larını tanıyabilmesi, kendini olumlu algılayabilmesi ancak başkalarının varlı-
ğında anlamlı hâle gelir. Bunun için bir sosyal çevrenin varlığı ve bu çevrede
bireyin spontanlık ve yaratıcılık becerilerini özgür şekilde ortaya koyabilmesine
bağlıdır. Bireyin içinde büyüdüğü uygarlığın irili ufaklı yapıları, bireyin kendi
benliğini inşa etme çabasına katkıda bulunduğu gibi kültürel konserve olarak
adlandırılmış bazı kültürel değerler bireyin kendisi olabilme sürecinde ketleyici
de olabilmektedir. Bu durum kişinin spontanlık ve yaratıcılığını engellediği gibi
kişinin psikolojik iyi oluşunu da bozmaktadır.
Psikolojik iyi oluşun teorik temelleri atılırken Ryff bütün kuramların gö-
rüşlerinden faydalanarak ortak noktaların tespit edilmesiyle bütünleşik bir yapı
oluşturmuş ve psikolojik iyi oluşu psikolojik işlevsellik olarak tanımlamıştır
(Akdoğan ve Polatcı, 2013; Ryff ve Singer, 2008: 20). Buna göre psikolojik iyi
oluşun kavramsal yaşam amacı, özerklik, bireysel gelişim, çevresel hakimiyet,
diğerleriyle olumlu ilişkiler ve öz kabul olarak altı alt boyutu olduğu ifade
edilmiştir (Ryff ve Keyes, 1995; Ryff ve Singer, 2008).

319
Pozitif Psikoloji

Şekil 1. Psikolojik İyi Oluşun Boyutları ve Teorik Temelleri (Ryff ve Singer, 2008, s. 20).

Psikolojik iyi oluşu tanımlayan bu alt boyutlar, bireylerin evrensel ihtiyaç-


ları olarak tanımlanmaktadır. Bireyin psikolojik iyi oluş düzeyini değerlendir-
mek için bu alt boyutlar bütün olarak ele alınır. Buna göre bireyin, psikolojik iyi
oluşunu gerçekleştirebilmesinde kültürel adaptasyon, kültürel bakış açısı ve
kültürel değerler etkin ve belirleyici bir yapı oluşturmaktadırlar (Myers ve Die-
ner, 1995, Lu ve ark., 2001). Bireylerin benlik inşaları sürecinde etkin rol oyna-
yan spontanlık ve yaratıcılık kültürel normlar ve değerler içinde kaybolmama-
malıdırlar. İnsanlar iyi bir zekâ düzeyine veya özel bir yeteneğe sahip olsalar da
yaşamda mevcut potansiyellerini kullanamazlar ve pasif kalırlarsa psikolojik bir
iyi oluş sürecinden söz edilemez. Yıkıcı bir gücün korkusuyla birey spontanlık
yeteneğini baskılar, kendi varlığına ve yaşamına yön veremez ve �l�şk�ler�nde
felç olma, katılaşma durumu yaşar (Özbek ve Leutz, 2003, s. 37). Ps�koloj�k
�şlevsell�k olarak da tanımlanan ps�koloj�k �y� oluş, �nsanın önce kend�n� tanı-
ması daha sonra da olduğu şeye dönüşmes�yle mümkündür (Ryff, 2014; Ryff ve
Singer, 2008). Öyle ise psikolojik iyi oluştan söz edilebilmesi, kültürel konserve
davranışlarının dışında kalınması ve potansiyellerine uygun eyleme geçme cesa-
retini göstermelerini gerekli kılar. Kendini tanıyan kişinin, olduğu şeye dönüş-
mesi için spontanlık akışkan biçimde ortaya çıkmaya başlar.

İy� oluş, mutluluk, �y� h�ssetme ya da �ht�yaçlarını tatm�n etmek değ�ld�r. İy� oluş
erdeml� olmakla �l�şk�l�d�r ve �nsan ancak özüne dönerek onu bulab�l�r.
Aristoteles

320
Spontanlık ve Psikolojik İyi Oluş

ÖZET
Ruhun engeli çoğunlukla dışarıdan görünmez. Bu engelin atlama taşı ise
spontanitedir. Spontanlık bir yaşam tarzıdır, ortaya çıkan an’a can alıcı, rahat ve
özgür bir bir cevap verme hazırbulunuşluğunda olmaktır. Zihnen ve duygularıy-
la ne geçmişte ne de gelecekte değil, tam şimdi ve şu an içinde olduğu zamanda
olmayı başarabilmektedir. Bu nedenle spontan birey yeni bir duruma yeni ve
uygun bir tepki ya da eski bir duruma yeni bir tepki verebilmektedir. Ve denile-
bilir ki spontanlık sorgulamaya, meydan okumaya, yeniden değerlendirmeye,
taze bir bakış açısı geliştirmeye bir eğilim, bir tavır değişikliğidir. Spontan birey
yaşamı boyunca güvenli olan konserve davranışlar olarak tanımlanan toplumsal
kalıp davranışlar içinde kalarak bastırılmış duygu ve düşünceler sonucunda
kendini hasta eden bir bireyin aksine, toplumsal normlara uygun ve özgür ce-
vaplar vererek kendi olabilme cesaretini göstermiş bireydir. Terapötik bir etken
olarak da spontanite açık görüşlülüğü artıran, ketlenmeleri azaltan ve kişinin
psikolojik iyi oluşunu destekleyen iyileştirici bir faktördür. Özetle bu bölüm,
bireyin hem ruhsal hem bedensel sağlığında az bilinen kavram olan spontanlığın
önemini ve psikolojik iyi oluşa ve sağlığa katkısını vurgulamaktadır.

KAYNAKLAR
Akdoğan A. ve Polatcı S. (2013). Psikolojik sermayenin performans üzerindeki etkisin-
de iş ile aile yaşamı ve psikolojik iyi oluşun etkisi. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bi-
limler Enstitüsü Dergisi, 17(1), 273-293.
Altınay D. (2003). Psikodrama Grup Psikoterapisi El Kitabı. İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Altınay D. (2009b). Psikodrama Grup Psikoterapisi El Kitabı. İstanbul: Epsilon.
Aristotle, 1962, Nicomachean Ethics. Indianapolis: Bobbs-Merrill.
Blatner, A. (2002). Psikodramanın Temelleri; Tarihçe Kuram ve Uygulama (Çev: Gül-
den Şen) (4th ed.). Sistem Yayıncılık: İstanbul.
Carter, P. (1994). Towards a Definition of Spontaneity. Anzpa Journal, 3, 39-40.
Dökmen, Ü. (2004). Sosyometri ve Psikodrama. (6. Baskı) İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Greenberg, L. (2004). Emotion-focused Therapy. Clinical Psychology and Psychothe-
rapy, 11, 3–16.
Keyes, C. L. M., Shmotkin, D. and Ryff, C. D. (2002). Optimizing well-being: Theemp-
rical encounter of two traditions. Journal of Personality and Social Psychology,
82(6), 1007-1022.
Kipper, D.A., 2000, Spontaneity: Does the Experience Match the Theory? Action Met-
hods, Spring: 33-47.

321
Pozitif Psikoloji

Kipper, D. A., and Hundal, J. (2005). The Spontaneity Assessment Inventory (SAI): The
Relationship between Spontaneity and Non-Spontaneity. Journal o f Group Psyc-
hotherapy, Psychodrama and Sociometry. 58: 119-129.
Kipper, D. A., and Shemer, H. (2006). The Revised Spontaneity Assessment Inventory
(SAI-R): Spontaneity, Well-Being and Stress. Journal of Group Psychotherapy,
Psychodrama and Sociometry, 59: 127–136.
Kipper D.A. and Beasley C. (2016). Factor Analysis of the Revised Spontaneity As-
sessment Inventory (SAI-R). Z Psychodrama Soziometr 15:5–10.
Lesser E.M. (1981). A Review of The Alexithymia Concept. Psychosom Med; 43:531-543.
Linley, A., Joseph, S., Harrington, S., and Wood, A.M. (2006). Positive psychology:
Past, present, and (possible) future. The Journal of Positive Psychology, 1, 3 – 16.
McVea C.S., (2009). Resolving Painful Emotional Experience during Psychodrama: A
dissertation submitted to the School of Psychology and Counselling for the degree
of Doctor of Philosophy. Queensland: Queensland University of Technology.
Meyer, A., 1941, Spontaneity, Sociometry, 4(2): 150-157.
Moreno, J.L., Moreno, Z., and J. Moreno, 1955, The Discovery of the Spontaneous
Man, Sociometry, 18(4): 155-182.
Moreno, J.L., 1955, System of Spontaneity-Creativity-Conserve, a Reply to P.
Moreno, J. L. (1953). Who shall survive? Beacon, NY: Beacon House.
Moreno, J.L., 1946, Psychodrama (Vol 1), Beacon, NY: Beacon House.
NTV Haber (2019). Sümeyye Boyacı: Kimsenin Göremediği Kanatlarım Var 11.04.2020
tarihinde NTV Haber: https://www.ntv.com.tr/galeri/spor/sumeyye-boyaci-kimsenin-
gormedigi-kanatlarim-var,HdddyVQc5kWtRKiHj_P1jg alınmıştır.
Özbek, A. ve Leutz, G. (2003). Psikodrama: Grup Psikoterapilerinde Sahnesel Etkile-
şim. Ankara: Grup Psikoterapileri Derneği Yayını.
Ryff, C. D. ve Singer, B. H. (2008). Know thyself and become what you are: A eudaimonic
approach to psychological well-being. Journal of Happiness Studies, 9(1), 13-39.
Ryff, C. D. ve Keyes, C. L. M. (1995). The Structure of Psychological Well-Being
Revisited. Journal of Personality and Social Psychology, 69(4), 719-727.
Roos J. and Roos M. (2006). On Spontaneity. Imaginatin Lab Foundation, Switzerland.
Seligman, M.E. ve Csikszentmihalyi, M. (2000). Positive psychology: An introduction.
American Psychologist, 55, 5–14.
Sheldon, K.M. ve King, L. (2001). Why positive psychology is necessary. American
Psychologist, 56, 216 – 217.
Sloan, D. M., and Marx, B. P. (2004). Taking pen to hand: evaluating theories underl-
ying the written emotional disclosure paradigm. Clinical Psychology: Science and
Practice, 11, 121–137.
Şener Ö. (2008). Duygu Ahrazlığı (Aleksitimi) Yaşayan Üniversite Öğrencilerinin
Duygu İfadeleri ve Spontanlıkları Üzerine Psikodramanın Etkisi. Yayınlanmamış
Doktora Tezi: İstanbul Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık ABD, İs-
tanbul.
Yücesoy, Sevda. Uykudaki Bilgelik: Rüyalar, 2001, Ruh ve Madde Yay.

322
Spontanlık ve Psikolojik İyi Oluş

Öneri Kitap ve Makaleler:


Dökmen Ü. 2004. Sosyometri ve Psikodrama, Sistem yayıncılık
Altınay D. (2009b). Psikodrama Grup Psikoterapisi El Kitabı. Epsilon yay.
Zaunbrecher, Nicolas J., "Doing Spontaneity" (2016). Dissertations. Paper 1238.
Blatner, Adam 2002, Psikodramanın Temelleri, Sistem yayıncılık
Ryff, C. D. ve Keyes, C. L. M. (1995). The Structure of Psychological Well-Being
Revisited. Journal of Personality and Social Psychology, 69(4), 719-727.

323
16 STRESİ ÖNLEME VE BAŞA
ÇIKMADA POZİTİF
PSİKOLOJİ

İsmail Yelpaze

Bu bölümü okuduğunuzda
1. Stresin tanımını,
2. Stresin nedenlerini,
3. Stresin belirtilerini,
4. Stresle başa çıkmada pozitif psikolojinin bakışını,
5. Stresi önleme ve başa çıkmada pozitif faktörlerin işlevlerini öğreneceksiniz.

GİRİŞ
Amerika kıtasında, soğuk rüzgâr, sert, verimsiz toprak ve sıcak güneşte yetişen bir
bitki bulunmaktadır. Adı sisal bitkisi. İçerdiği sağlam ve dayanıklı elyaf sayesinde
tekstil sanayisinde sıklıkla kullanılmaktadır. Sıcak ve nemli iklimlerde yetişir, nem
çekme ve esneme özelliği iyidir. Bundan dolayı gemi halatı yapımında, tarımda ve
denizcilikte kullanılır. Bu bitkiden daha fazla verim almak isteyen bilim insanları,
bu bitkiyi verimli topraklara ekerler. Bu verimli topraklarda sisal bitkisinin çok
hızlı büyüdüğü, yapraklarının çok daha büyük olduğu görülür. Ama ne yazık ki
içinde elyaftan neredeyse eser yok! Araştırmanın sonunda fark ediliyor ki bu bitki
taşlı, sert, faydasız ve organik maddesi az olan toprakta yetişiyor. Sert toprak, so-
ğuk rüzgâr, sıcak güneş ve bunlarla mücadele ederek mükemmel formuna ulaşı-
yormuş. Yani bitkinin çektiği bu kadar zorluk onun içindeki cevheri ortaya çıkarı-
yormuş. Hayatının kolaylaştırılması, dış görünüşüne olumlu değişim yapsa da
kendi ortamındaki özünü bulmasını engelliyor, bitkiyi mahvediyormuş.

325
Pozitif Psikoloji

Yaşamın stresi insanın gelişimi için bir engel mi, yoksa bir fırsat mı?
İnsan hayatının kaçınılmaz bir parçası olan stres, tüm insanları yakından
ilgilendiren bir konudur. İnsanoğlu dünyaya geldiği ilk andan itibaren çeşitli
sorunlarla karşılaşmakta ve bu da kişilerde strese neden olabilmektedir. Yeni
doğan bebek, ihtiyaçlarının zamanında karşılanıp karşılanmayacağına ilişkin
stres yaşayabilmektedir. Biraz büyüyüp nispeten bağımsız olmaya başladığında
çevreyi tanımak için özgür davranmaya başlayacaktır. Bu durumda kendine
bakım veren kişiden uzaklaşması nedeniyle güven konusunda stres yaşayabile-
cektir. Biraz daha büyüyüp anaokuluna başladığında yeni bir ortama girdiği için
uyum sağlama sürecinde yine stres yaşaması olasıdır. Daha sonrasında ilkokula
başlayacak ve okul yaşamının her döneminde kişinin yakasını bırakmayacak
olan akademik başarı çabası, beraberinde stres olarak bireyin yaşamının merke-
zinde yer alacaktır. Ergenlik dönemine gelindiğinde okul yaşamıyla birlikte
fizyolojik değişikliklere uyum sağlama, kimlik kazanımı gibi yeni sorunlarla
karşılaşan ergenin yaşamı büsbütün stresli olacaktır. Okul hayatı sona eren genç
yetişkinler, bu sefer iş bulma ve evlenme konusunda kendilerinden beklenilen
görevleri yerine getirebilmek için fazlasıyla mücadele etmek zorunda kalacak,
istediğini elde edemediğinde ise stresten büsbütün bunalacaktır. Bir işte çalış-
maya başlayan ve evlenen, her işin yoluna koyulduğunu düşünen orta yetişkin-
ler ise ebeveyn olacak ve daha önce hiç alışık olmadıkları çocuk bakma sorum-
luluğunu üstlenecek. Çocuğun bakımı, hastalığı, ihtiyaçları ile uğraşmak zorun-
da kalan ve geceleri uykusuz kaldığı için iş yerinde verimi düşen orta yetişkinin
yaşamında stres bombardımanı yaşanmaya devam edecektir. Orta yetişkinliğin
sonlarına ve yaşlılık evresinin başlarına ulaşan kişiler, çocukları evden ayrılma-
ya başladığı için yalnızlık yaşamaya başlayacaklar, emekli oldukları için kendi-
lerini oyalayacak yeni etkinlikler bulmak zorunda kalacaklardır. Aynı zamanda
kendi akranlarının ölümü ile iyice sarsılıp döneme uyum sağlamak için nerdeyse
tek başlarına mücadele edeceklerdir. Bu zorlukların da kişide stres oluşturması
kaçınılmaz bir durumdur. Sonuç olarak yaşamın her dönemi strese neden olabi-
lecek potansiyele sahiptir. Bu nedenle streste koruyucu faktörlerin belirlenmesi
ve stresle başa çıkmada sağlıklı stratejilerin geliştirilmesi bireyin daha sağlıklı
ve mutlu bir yaşam sürmesini sağlayabilir. Bu bakımdan pozitif psikolojinin
strese bakışını ortaya koymak, bireylerin stresi önleme ve stresle başa çıkmada
işlevsel becerileri kazanmalarına rehberlik edebilir.

326
Stresi Önleme ve Başa Çıkmada Pozitif Psikoloji

1. STRES NEDİR?
Stres sadece insanlara özgü bir durum olmayıp aynı zamanda hayvanların
yaşamında da olabilmektedir. Örneğin; akreplerin etrafı ateş çemberi ile sarıldı-
ğında oradan kurtulmak için kaçmaya çalışmakta ancak kurtulamayacaklarını
fark ettiklerinde kendi kendilerini zehirleyip ölmektedirler. Benzer şekilde, ha-
mamböcekleri hemcinsleri ile aynı ortamda iken daha fazla yiyecek yemektedir-
ler. Hayvanlar stresle başa çıkmak için deneme yanılma yoluyla bazı stratejiler
geliştirebilse de bunlar oldukça sınırlı kalmaktadır. İnsanları hayvanlardan farklı
kılan ise stres durumu ile başa çıkmakta daha fazla seçeneklerinin olmasıdır.
Çünkü insanların akıl yürütebilme, göreceli düşünebilme, sosyal öğrenme, olay-
lar olmadan önce hazırlanabilme gibi becerileri bulunmaktadır.
Çok boyutlu ve dinamik bir yapısı olan stres, ilk olarak mühendislik ala-
nında dışsal baskıların miktarını tanımlamak için kullanılmıştır. Psikoloji ala-
nında ise kişinin kendi kaynaklarının ötesine geçtiği düşünülen içsel ve dışsal
ihtiyaçları olarak tanımlanmaktadır (Lazarus ve Folkman, 1984). Varoluşçu
psikologlar stresin kişilerin kendilerinin savunmasız, geçici ve yetersiz doğasına
ilişkin farkındalığından kaynaklandığını belirtmektedirler (Wong, 2005). Stresin
tanımlarına bakıldığında bireyin kendi özelliklerine ve uyarıcılara ilişkin değer-
lendirmelerinin önemli olduğu konusunda birleştikleri görülmektedir. Stres
geleneksel tanımda uyarıcı, tepki ve ikisi arasındaki ilişki bağlamında açıklan-
maktaydı (Lazarus, 1990). Ancak günümüzde kabul gören tanımlarda duygu ve
değerlendirmeye bağlı olarak duygusal tepkiye vurgu yapılmaktadır (Lazarus ve
Cohen-Charash, 2001). Burada iki tür değerlendirmeden bahsedilmektedir. İlk
olarak stres yaratan durumla karşılaşıldığında tehlikede olanın ne olduğu anla-
şılmaya çalışılmaktadır. İkinci değerlendirmede ise tehlikede olana ilişkin neler
yapılabileceğine ilişkin değerlendirme yapılmaktadır. Sonuç olarak içsel veya
dışsal talepler karşısında bireyin kendini yetersiz hissetmesi, bu durumun tehli-
keli olabileceğini düşünmesi ve buna ilişkin yaşanılan gerginlik, huzursuzluk
stres olarak yorumlanabilir.

2. POZİTİF PSİKOLOJİDE STRES


İnsanların psikopatolojisi ile çalışmaya odaklanmış olan geleneksel psiko-
lojik akımlara karşı olan pozitif psikoloji, insanın sağlığını koruma ve geliştir-
meye odaklanan sağlık modelini geliştirmiştir (Sarı, 2018). Temel amacı tanıma
ve geliştirme olan pozitif psikoloji, bireylerin yaşama uyum sağlamasına yar-
dımcı olan faktörleri belirlemeyi hedeflemektedir (Linley, Joseph, Harrington
ve Wood, 2006). İnsanları güçlendiren, mutlu eden, dayanıklılığını artıran fak-

327
Pozitif Psikoloji

törlerin neler olduğu pozitif psikoloji araştırmalarına konu edilmektedir (Scott,


2018). Kendinden önceki çoğu psikolojik akımın tersine pozitif psikolojinin
odağı kişilerin olumlu özelliklerine yönelmektedir. Ancak bu durum, pozitif
psikolojinin, olayların olumsuz yanlarını göz ardı ettiği anlamına gelmemelidir.
Pozitif psikoloji, stresin varlığını ve etkilerini inkâr eden bir poliyannacılık ola-
rak düşünülemez. Ancak strese bakış pozitif psikoloji için diğer bazı geleneksel
kuramlar gibi aşırı olumsuzluk da içermez. Stres, olumsuz etkilerinin yanında,
bireylerin gelişimi için bir fırsat olarak da görülmektedir. Nitekim travma son-
rası büyüme diye bir kavram ortaya çıkmış ve travmanın da insan gelişimine
katkıda bulunabileceği belirtilmiştir. Bu konu kitabın on ikinci (ilgili bölüm
yazılacak) bölümünde etraflıca tartışılmıştır.

3. STRESİN NEDENLERİ
Çok sevdiğimiz, takipçisi olduğumuz bir dizinin bu hafta yayınlanmayacak
olmasından, hayatımızdaki önemli, değerli birini kaybetmek gibi travmatik ola-
ya kadar birçok durum strese neden olabilir. Herhangi bir durum, bir kişi için
strese neden olabilirken başka biri için etkisiz veya tam tersine mutluluk kayna-
ğı da olabilir. Örneğin, paraşütle atlamaya hazırlanmak birileri için aşırı stresli
olabilirken başka biri için bu durum heyecan ve mutluluğa neden olabilir. Bu
nedenle hangi durumların strese neden olduğunun sıralanması çok uzun listeler
oluşturmayı gerektirebilir. Buna rağmen strese neden olan faktörlerin literatürde
sınıflandırılmasının yapıldığı görülmektedir (REF). Bu sınıflama genel olarak
içsel stres kaynakları ve dışsal stres kaynakları olarak gruplandırılabilir.

3.1. Stresin Dışsal Nedenleri


Büyük yaşam değişiklikleri, strese neden olabilecek önemli faktörlerin ba-
şında gelmektedir (Tatar, 2004). Bu değişikliklerin başında değer verilen bir
kişiyi kaybetmek, yeni bir şehir ya da ülkeye taşınmak, evlenmek veya çocuk
sahibi olmak sayılabilir. Evlenmek veya çocuk sahibi olmak olumlu bir yaşantı
olarak görülebileceği için niçin strese neden olduğu anlaşılamayabilir. Özünde
büyük yaşam değişiklikleri yeni duruma uyum sağlamak için çabalamayı gerek-
tireceği için değişim olumlu da olsa olumsuz da olsa strese neden olabilir.
Stresin diğer bir dışsal nedeni, iş ve eğitim hayatı ile ilgili faktörlerdir.
Eğitim hayatı, okula uyum sağlama konusunda yaşanan zorluklardan başlayıp
akademik konularda yeterli olmaya kadar uzanan geniş zorluklar yelpazesi ba-
rındırmaktadır. Bu bakımdan her üç dört yılda bir farklı okul kademesine devam

328
Stresi Önleme ve Başa Çıkmada Pozitif Psikoloji

etmek durumunda kalan çocuklar uyum konusunda zorluk çekebileceği için


stres yaşayabilirler. Ayrıca akademik alanda rakipleri ile kıyaslanmakta ve ken-
dilerini yetersiz hissedip bununla başa çıkamayıp yine stres yaşayabilmektedir-
ler (Bayram, 2019). Tıpkı eğitim hayatında olduğu gibi iş hayatında da birçok
stres faktörü bulunmaktadır. İlk olarak kendi yeteneklerine ve ilgilerine uygun
iş bulmakta zorlanan kişiler stresi yaşamaya başlamaktadırlar. İş hayatına başla-
dıklarında işin zorluğu, çalışma ortamının uygunluğu, iş arkadaşları ile uyum,
işverenin beklentilerini karşılama çabası gibi konular büsbütün stres faktörü
olarak görülebilir (Şahin ve Ateş, 2017). İş yoğunluğundan dolayı kendilerine
dinlenmek için zaman ayıramayan kişilerin de bir süre sonra tükenmiş hissetme-
si ve depresyon yaşaması olasıdır.
İş hayatı ile yakından ilişkili olan ekonomik sorunlar da stresin en önemli
kaynaklarından biridir (Öncü vd., 2013). Ekonomik olarak sorunlar yaşayan
kişiler, kendilerinin ve aile bireylerinin en temel ihtiyaçlarını karşılamakta zor-
lanabilirler. Bu da aile içinde başka sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir.
İlk olarak kişi kendisini yetersiz ve çaresiz hissedip stres ve hatta depresyon
yaşayabilir. Bunun yanında aile üyeleriyle çatışmaların meydana gelmesi olası-
dır. Böyle bir aile ortamında kişiler kendilerini daha da gergin hissedecekleri
için stres kaçınılmaz bir durum olabilir.
Son olarak ilişki sorunlarının önemli bir stres kaynağı olacağı söylenebilir.
Psikolojik yardım servislerine başvuran üniversite öğrencilerinin sorunlarının
büyük çoğunluğunun ilişki sorunları olduğu belirtilmektedir (Topkaya ve Mey-
dan, 2013). İlişki sorunları aile üyeleri arasında olabileceği gibi, okul arkadaşla-
rı, iş arkadaşları veya dışarıda karşılaşılan herhangi iki yabancı arasında da ola-
bilir. Örneğin; ergen çocuğa sahip olan ebeveynler, çocuklarının davranışlarını
kontrol edemediğini düşünüp stres yaşayabilirler. Benzer şekilde otobüs yolcu-
luğunda bir yolcu ile şoför arasındaki tartışma kişide strese neden olabilir.
Sonuç olarak farklı bir ülkeye taşınmak gibi büyük yaşam değişiklileri, so-
kakta biri ile tartışmak gibi küçük olaylar da strese neden olabilen dışsal faktör-
lerdir. Bazen de dışarıdan gelen uyarıcılardan ziyade kişinin kendinden kaynaklı
faktörler strese neden olabilir. Bunlar içsel faktörler olarak ifade edilir.

3.2. Stresin İçsel Nedenleri


Stresin içsel nedenleri çoğunlukla bireyin kişilik yapısı, kendi davranış tar-
zı ve yaşam stiliyle ilişkilidir. Kişiliği oluşturan etmenler genetik yapı ve çevre-
sel faktörler tarafından belirlendiği için strese neden olan içsel nedenlere ilişkin
de çok uzun bir liste oluşturulabilir. Bu kadar detaylı içerik bu çalışmanın kap-

329
Pozitif Psikoloji

samı dışında olduğu için bu çalışmada daha çok görünen ve değiştirilebilir özel-
liklere sahip faktörler incelenmektedir. Bu kapsamda olumsuz düşünme, mü-
kemmeliyetçi tutum ve katı düşünme tarzının strese nasıl neden olabileceği
aşağıda anlatılmıştır.
Karamsar olma, olumsuz düşünme tarzı strese neden olması en olası içsel
faktörlerdendir. Olumsuz düşünme veya karamsar olma, bir durumun veya işin
sonucunun kötü olacağına ilişkin beklentidir (Büyükşahin Çevik ve Gündoğdu).
Örneğin, sınava girecek olan bir öğrencinin sınavda başarısız olacağını düşün-
mesi veya ebeveynlerin eve akşam zamanında gelmeyen çocuğunun başına bir
şey geldiğini düşünmesi olumsuz, karamsar düşünme olarak görülebilir. Bu tarz
düşünme sonrasında ya sorun üretilir ya da sorun daha ciddi bir hâl alabilir.
Strese neden olabilecek diğer bir kişilik özelliği mükemmeliyetçi olmadır
(Çam, Deniz, ve Kurnaz, 2014). Mükemmeliyetçi kişilerin yaşamdan beklentile-
ri çoğunlukla gerçek dışıdır. Örneğin, mükemmeliyetçi bir öğrenci okulu birinci
bitirmeyi veya sınavlarında hiç yanlış yapmamayı hedefleyebilir. Aksi takdirde
kendilerini yetersiz olarak değerlendirirler. Aşırı beklenti, bu kişilerde kaygı,
gerginlik ve strese neden olur. Mükemmeliyetçi kişileri çoğunlukla hırslı, hare-
ketli ve kaygılı olarak görebilirsiniz.
Son olarak bilişsel katılık, stresin oluşumuna veya daha da kötüleşmesine
neden olabilen kişisel bir faktördür (Tutuş, 2019). Esnek olmak, yeni durumlara
kolay uyum sağlama ve olaylara farklı şekilden bakabilmeyi ifade eder. Katı
düşünce yapısına sahip kişiler, olayları tek bir pencereden görebildikleri, alter-
natif açıklamalar üretemedikleri için çoğunlukla çözümsüz kalırlar. Bu çözüm-
süzlük çaresizlik duygusu oluşturacağı için de stres kaçınılmaz olarak ortaya
çıkar.
Sonuç olarak dışarıdaki faktörlerden daha baskın olabilen, kişinin kendi
özelliklerinden kaynaklı faktörler de stresin oluşumunda etkilidir. Stresin ne-
denlerini bilmek, stresi önlemede önemli bir faktör olabilir. Stresle başa çıkma-
da ise stresin belirtilerini bilmeye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bakımdan aşağıda
stresin öne çıkan belirtileri açıklanmaktadır.

4. STRESİN BELİRTİLERİ
Stresin ne olduğunun tanımı oldukça soyuttur. Tanımın içindeki kavramla-
ra bakıldığında da stres durumunun kişiye göre farklılaşacağı açıkça görülmek-
tedir. Stresin daha iyi anlaşılabilmesi, iş vuruk tanımının yapılabilmesi için stre-
sin somut belirtilerinin belirlenmesi işlevsel bir yöntemdir. Ayrıca stresi fark

330
Stresi Önleme ve Başa Çıkmada Pozitif Psikoloji

edebilmek için de yine belirtileri bilmeye gereksinim duyulur. Stres durumu her
bireye göre farklı düzeyde yaşanabildiği gibi, her bireyde stresin belirtileri de
farklı yollarla ortaya çıkmaktadır. Bu belirtiler zihinsel, duygusal, fiziksel ve
davranışsal olarak dört ana başlık altında toplanmıştır (Braham, 2002).

4.1. Zihinsel Belirtiler


Stresin zihinsel belirtisi olarak en çok dikkati çeken odaklanma/dikkatini
toplama sorununun yaşanmasıdır. Odaklanma, tüm düşünceyi istemli olarak
belirli bir konu üzerine toplayıp, engelleyici diğer uyarıcılarla ilgilenmeden
belirli bir süre bu konu üzerinde kalabilme yeteneği olarak tanımlanmaktadır
(Erbay, 2013). Yoğun stres yaşayan kişiler çoğunlukla odağını asıl yapması
gereken işe toplamakta zorlanır, strese neden olan olaylarla ilgilenme eğilimin-
de olurlar. Örneğin, bir öğrenci okulda arkadaşı ile tartışmış ise ve bu durumdan
etkilenmiş ise ders çalışmak için masasına oturduğunda derse odaklanabilmekte
güçlük çeker. Dikkat asıl odaklanılması gereken iş yerine dikkati dağıtacak olan
stres olayına yönelir. Stresi yönetemeyen kişilerde bu durum verimin düşmesine
neden olabilir.
Dikkati dağıtmasının yanında stres çeşitli bellek sorunları ile de kendini
göstermektedir. Şiddetli stres yaşayan bireylerin görsel bellek, odaklanmış dik-
kat ve sözel akıcılık becerilerinde zayıflama olduğu belirtilmektedir (Demir,
Göğüş ve Savaşır, 2000). İnsanoğlunun bilişsel kapasitesi sınırlı olduğu için
odaklandığı alan çoğaldıkça verim düşmektedir. Birey yapması gereken göreve
odaklanmaya çalışırken stres oluşturan olaylara da odaklandığı için verimli bir
öğrenme gerçekleştirmekte zorlanabilir (Baltaş ve Baltaş, 2008). Verimli öğ-
renme olmayınca, bireyin öğrendiği bilgiyi hatırlamakta da zorluk çekmesi ka-
çınılmazdır. Ayrıca stresli bireyler olumsuz duygu durumunda oldukları için
onlarda bir de motivasyon eksiklikleri ortaya çıkabilir. Bu motivasyon eksikliği
yine belleği etkileyen önemli bir faktör olarak görülmektedir.
Stresli bireylerin düşünme sistemlerinde de bir bozulma olması söz konu-
sudur. Özellikle olumsuzlara odaklanma, endişe verici senaryoları düşünme ve
gerçekçi olmayan düşünme tarzları görülebilmektedir. Örneğin, çocuğunun
zamanında eve gelmediğini öğrenen ebeveyn bu durumu stresli bir olay olarak
görürse kanıt olmamasına rağmen çocuğunun başına ‘mutlaka’ kötü bir şey
geldiğini düşünecek, TV’ler daha önce izlediği benzer olayların olumsuz şekilde
sonuçlandığı senaryoları hatırlayacaktır. Stresin düzeyi azalmaz ve uzun sürerse
kişilerde hafıza zayıflığı, aşırı hayal kurma ve muhakemede zayıflıklar görüle-
ceği belirtilmektedir (Yanık, 2019).

331
Pozitif Psikoloji

4.2. Duygusal Belirtiler


Stresli kişilerde duygusal belirtiler daha belirgin ve yaygın olarak ortaya
çıkar. Çünkü duygular, düşünce ve davranışlara göre daha çabuk değişir ve
saklanması da oldukça güçtür. Stresle çok yakından ilişkili duygular kaygı, dep-
resyon ve öfkedir. Kaygı çoğunlukla belirsizlik durumlarında ortaya çıkar. Öğ-
rencilerin çok aşina oldukları kaygı, sınav kaygısıdır. Kaygı arttıkça daha fazla
stresli olacak öğrenciler gerçek performanslarını da gösteremeyecektir.
Stresle yakından ilişkili diğer bir duygu depresif duygulardır. Depresyon,
bireyin gelecekten umutsuz olması, geçmişe yönelik pişmanlık yaşaması, yaşam
enerjisinin olmaması gibi belirtilerin görüldüğü bir duygu durum bozukluğudur
(Beck ve Alford, 2009). Kişiler bir stres durumu ile karşılaştıklarında bununla
başa çıkmak için çeşitli stratejiler geliştirirler. Ancak stresle başa çıkamadıkla-
rında ve stresin şiddeti arttığında depresif belirtiler ortaya çıkar ve sonunda
depresyonun görülmesi oldukça olasıdır. Depresif belirtilerle birlikte bireylerde
yalnızlık hissi de görülmektedir.
Yalnızlık algısı; çevreden izole olma, kişiler arası ilişkileri sınırlandırma
ve sosyal etkileşimin zayıflaması sonucu yaşanılan durum olarak tanımlanmak-
tadır (Yılmaz ve Altınok, 2009). Stresin özellikle duygusal yalnızlığı artırdığı
belirtilmektedir (Aykan, Karakuş ve Karakoç, 2019). Strese maruz kalan birey,
sosyal destek alamayıp bu durumla başa çıkamadığında kendini anlaşılmamış ve
yalnız hissedebilir. Bu durum hem duygusal hem de sosyal yalnızlığa neden
olur. Yalnız kalan kişi için stres durumu daha da kötüleşip depresyona yol aça-
bilir. Öfke, kaygı, üzüntü, stres gibi olumsuz duygular insanların hem psikolojik
hem de biyolojik-fiziki sağlığını olumsuz şekilde etkilerken olumlu duyguların
sağlığa önemli etkileri olduğu belirtilmektedir (Scott, 2018).

4.3. Fiziksel Belirtiler


İnsanlar karın ağrısı, sırt ağrısı gibi çeşitli fiziksel şikâyetleri için doktora
giderler. Ancak doktor fizyolojik bir neden bulamadığını söyleyerek hastaları
evlerine gönderir. Bu durumda çoğunlukla fiziksel rahatsızlıkların nedeninin
stres olduğu ortaya çıkar. Stresin fiziksel belirtilerinden bir tanesi bağırsak ve
mide rahatsızlıklarıdır (Özcan, Alpar, Ciğer ve Algür, 2010). Örneğin; okula
gitmeye ilişkin stres yaşayan ilkokul öğrencilerinden, önemli bir sınava girecek
öğrencilerden veya sevgilisi ile ilk kez buluşmaya gidecek bireylerden sıklıkla
karın ağrısı, isal gibi şikâyetler duyabilirsiniz. Bu durumda hekime gittiğinizde
hekimin bir teşhis koyması oldukça güçtür çünkü bu fizyolojik rahatsızlıkların
kökeni çoğunlukla stres kaynaklı olmaktadır.

332
Stresi Önleme ve Başa Çıkmada Pozitif Psikoloji

Mide rahatsızlıklarının yanında, yoğun tempo ile çalışan birçok kişiden


boyun sırt ağrılarına ilişkin şikâyetler duymuş olabilirsiniz. Bu rahatsızlığın da
sıklıkla stres kaynaklı olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır (Yılmaz ve
Ekici, 2003). Bu durumdaki kişiler rahat uyuyamadıklarını, sabah kalktıklarında
kendilerini yorgun hissettiklerini, boyunlarında ve sırtlarında sürekli ağrı hisset-
tiklerini belirtirler.

4.4. Davranışsal Belirtiler


Bazen insanların yaşamlarının yoğun stres altında olduğu, onların davra-
nışlarına bakılarak fark edilebilir. En dikkat çeken stres kaynaklı davranışlar;
yeme, uyku, sorumluluklarını yerine getirme ve madde kullanımı konularındaki
bozulmalarda kendini gösterir. Bir yeme bozukluğu olarak ifade edilen duygusal
yeme, olumsuz duygularla karşılaşıldığında aşırı yeme eğilimi olarak ifade
edilmektedir (de Lauzon-Guillain vd., 2006). Duyguların yeme davranışı üze-
rinde % 30-48 oranında etkisinin olduğu belirtilmektedir (Konttinen, H. (2012).
Örneğin, önemli bir sınava girecek olan öğrencinin, kahvaltıda hiçbir şey yemek
istemediğini, boğazından geçmediğini söylediğini duyabilirsiniz. Benzer şekilde
sevgilisinden ayrılan birinin bu durumla başa çıkamadığında sürekli bir şeyler
yediğine şahit olabilirsiniz. Bu yeme davranışındaki bozuklukların stres kaynak-
lı olabileceğini fark etmek oldukça kolaydır.
Stresin bir başka davranışsal belirtisi de fazla veya az uyuma şeklinde gö-
rülebilir. Stresle başa çıkmakta zorlanan insanlar, bu durumdan kaçınmak için
uzun süreli uyumayı tercih edebilirler. Diğer yandan, strese neden olan sorunu
çözmek için insanlar yatağa gittiğinde de sürekli düşünme eğiliminde olabile-
ceklerinden bu sefer de yeterince uyku uyuyamayabilirler. Bunların bir sonucu
olarak böyle bireylerin uyku kalitelerinin de düşük olduğu görülür. Yapılan bir
çalışmada, gebelik döneminde stres yaşayan anne adaylarının uyku kalitelerinin
çok düşük olduğu bulunmuştur (Ertekin Pnar vd., 2014).
Stresin diğer bir davranışsal belirtisi motivasyonsuzluktur. Psikolojik bir
süreç olan motivasyon, belli bir amacı gerçekleştirmek için uyarıcı olan ve bi-
reyleri harekete geçiren güç olarak tanımlanmaktadır (Combs, 2009). Nitekim
akademisyenler üzerinde yapılan bir çalışmada iş stresini yüksek olarak algıla-
yanların motivasyonlarında düşüş olduğu bulunmuştur (Aslan ve Cengiz, 2015).
Bu motivasyonsuzlukla birlikte sorumlulukları erteleme veya ihmal etme davra-
nışları da görülmektedir. Yapılan bir çalışmada üniversite öğrencilerinin stres
düzeylerinin akademik erteleme davranışında önemli bir faktör olduğu bulun-
muştur (Akdoğan ve Deniz, 2013).

333
Pozitif Psikoloji

Son olarak bireyler stresten uzaklaşmak veya stresin duygusal etkisini


azaltmak için sigara ve alkol kullanımı gibi sağlıksız davranışlar sergileyebilir-
ler. Olağandan daha sık alkol ve sigara kullanımı gözlemliyorsanız, böylesi
kişilerin baş edemedikleri bir stres yaşıyor olabilecekleri konusunda duyarlı
olmalısınız. Yapılan bir çalışmada stres düzeyi yüksek olan üniversite öğrenci-
lerinin sigara ve alkol kullanımlarının daha fazla olduğu bulunmuştur (Kolay
Akfert, Çakıcı ve Çakıcı, 2009). Sonuç olarak yoğun stres yaşayan kişilerin
yeme ve uyuma davranışlarında bozulmalar, görevlerini ihmal etme, motivas-
yon eksikliği, aşırı düzeyde sigara ve alkol kullanımı görülebilir.

5. STRESLE BAŞA ÇIKMA


İnsan davranışlarını tanımlamaya ve davranışların nedenlerini ortaya çı-
karmaya çalışan psikoloji bilimi, çoğunlukla insan davranışlarındaki bozukluğa
odaklanarak bunları anlamayı ve tedavi etmeyi amaçlamaktadır. Toplumun
büyük çoğunluğunun dilinde pelesenk olan, yaygın olarak kullanıldığı gibi yay-
gın olarak da yaşanan stresi tedavi etmek için her bir psikoloji kuramı farklı
stratejiler önermiştir.
Stresin başa çıkmanın bilişsel ve davranışsal süreçler içermesi, çaba gerek-
tirmesi, özel taleplerin yönetilmesini içermesi ve bireyin ihtiyaç duymasıyla
ortaya çıkması gibi birçok boyutu bulunduğu için bu konuda ortak bir önerinin
sunulması zordur (Wong ve Wong, 2014). Ancak bireyin kontrol edebilme gü-
cünü zorlayan durumların değerlendirilmesini içerdiği için stresle başa çıkma
psikolojik bir yapı olarak nitelendirilmektedir. Bireylerin stres verici durumlara
karşı verdiği tepkiler; kontrollü, bilinçli ya da otomatik olabilmektedir. Stresle
başa çıkma davranışı ise durumu idare etmek ya da ona ilişkin duygusal tepkile-
ri düzenlemek için bireylerin amaçlı şekilde kullandıkları tepkileridir (Leong,
2008). Stresle başa çıkma davranışı, çok kapsamlı bir yapı olarak bilinen başa
çıkma sürecinin sadece bir parçası olarak belirtilmektedir. Birçok başa çıkma
kuramında, durumun fark edilmesi, değerlendirilmesi, karar verilmesi, eyleme
geçilmesi gibi birçok süreçten bahsedilmektedir (Folkman ve Lazarus, 1980).
Başa çıkma stratejilerinin sınıflandırılmasına ilişkin ortak makul sınıflan-
dırma olmadığından, araştırmaların sentezinde 400 den fazla başa çıkma strate-
jisinin varlığından söz edilmektedir (Skinner, Edge, Altman ve Sherwood,
2003). Ancak en popüler sınıflama duygu odaklı ve problem odaklı başa çıkma
ayrımıdır. Problem odaklı başa çıkma strese neden olan problemi çözmeye
odaklanırken duygu odaklı başa çıkmada probleme ilişkin duyguları düzenle-

334
Stresi Önleme ve Başa Çıkmada Pozitif Psikoloji

meye odaklanılmaktadır (Lazarus ve Folkman, 1984). Görüldüğü üzere bu ku-


ramda zorlayıcı durumun etkisini azaltma veya yönetme stratejilerine dikkat
çekilmektedir. Ancak stresli durumlarda hem olumlu hem de olumsuz psikolo-
jik durumların ortaya çıkması, araştırmacıları alternatif bir başa çıkma modeli
olarak olumlu durumları dikkate alan bir model üretmeye yönlendirmiştir.
Martin Seligman tarafından temellendirilmeye başlanan ve özünü hümanist
psikolojiden alan pozitif psikoloji, bozukluklar yerine sağlıklı gelişime odak-
lanmayı seçmiştir. Pozitif psikoloji bireylerin olumlu özelliklerini ve öznel iyi
oluşlarını artırmaya, olumlu yaşantı geçirmelerine odaklanan bir disiplin olarak
tanımlanmaktadır (Seligman ve Csikszentmihalyi, 2000). Diğer bir ifade ile
terazinin olumsuz kefesindeki malzemeleri azaltmaya çalışmak yerine olumlu
kefeye daha fazla malzeme doldurmayı seçmiştir. Olumlu kefedeki malzeme
miktarı arttıkça ağırlık artacak ve olumsuz kefenin ağırlığı ortadan kalkacaktır.
Tedavi etmenin yanında geliştirmeye de odaklanılan pozitif psikolojide
olumsuzlukların üstesinden gelmenin yanında olumlu yanların da geliştirilmesi-
ne odaklanılmaktadır. Pozitif psikoloji terapilerinde olumsuzluğun olumlu po-
tansiyelleri vurgulanarak sıkıntı ve rahatsızlık, sağlığın gelişimi için bir başlan-
gıç noktası olarak ele alınmaktadır. Bu durum poliyannacılık gibi algılanabilir.
Ancak pozitif psikoloji insanları olumsuz yaşantılardan keyif almaya zorlamaz,
gelişme potansiyeli olanlara olumlu tepkiler vermeyi amaçlar. Bu amaç doğrul-
tusunda kişisel güçlerin yanı sıra olumlu duygu, düşünce, davranış ve bilişler
geliştirmeye odaklanır.
Bireyler stres durumuyla karşılaştıklarında, bazı kişilerin bu durumun üste-
sinden nasıl oluyor da daha kolay geldiğine ilişkin pozitif psikolojide iki neden
öne sürülmektedir. Bunlar pozitif psikolojik faktörler ve pozitif başa çıkma
yöntemleridir.

6. POZİTİF PSİKOLOJİK FAKTÖRLER


Pozitif psikolojik faktörler, bir zorlukla karşılaşıldığında onunla kolay baş
etmeyi sağlayabildiği gibi birçok kez sorunun ortaya çıkmasını da engelleyebi-
lir. Bu bakımdan pozitif psikolojik faktörler hem önleyici hem de tedavi edici
özellikler olarak düşünülebilir. Bu faktörlerin uzun bir listesini yapmak müm-
kün ancak burada pozitif psikoloji alanında sıklıkla kullanılan ve öne çıkan
faktörler ele alınmaktadır.

335
Pozitif Psikoloji

6.1. İyimserlik
Pozitif psikolojik faktör olan iyimserlik, olumlu sonuçlar beklemeyi ve ha-
yatın olumlu tarafını görmeyi ifade eder (Schueller ve Seligman, 2008). İyim-
serlik, sadece bazı olayların sonucuna olumlu bakma değil, yaşamın geneline
ilişkin olumlu bir beklenti içerisinde olma anlamına da gelir (Gillham ve Rei-
vich, 2004). İyimserlik, sonuca ilişkin gerçekçi olmayan bir beklenti olarak
algılanmamalıdır. Sonucun değişebileceğine inanmayı ve bunu değiştirmek için
de aktif olmayı, harekete geçmeyi, çözüm yollarını aramayı içermektedir. İyim-
ser bakış açısına sahip kişiler, öz güvenli olduklarından ve gerçekçi değerlen-
dirme yapabildiklerinden (Kutlu, Balcı ve Yılmaz, 2004) yaşamdan beklentileri
de gerçekçidir. Bu nedenle kendi güç ve sınırlarının farkında olduklarından,
büyük hayal kırıklıkları yaşamaz ve yaşamda çoğunlukla mutlu olurlar. İyimser
insanların olumsuz bir olayla karşılaştıklarında bunun geçici olduğunu düşün-
mesi, duruma özgü olduğunu düşünüp genelleme yapmaktan kaçınması, olaya
ilişkin kendini suçlamak yerine dışarıdan nedenler bulmaya çalışması bireyi
çaresizlik, umutsuzluk, yalnızlık, yetersizlik gibi olumsuz duygular yaşamasın-
dan korumaktadır (Seligman, 1998). Yaşamda karşılaşabilecek birçok sorunda
iyimser düşünceye sahip kişilerin daha az stres ve depresyon belirtisi gösterdik-
leri belirtilmektedir (Giltay, Zitman ve Kromhout, 2006; Shifren ve Hooker,
1995). İyimserliğin özünde yatan durum, bireyin olayları yorumlama biçiminde
saklıdır. Olaylara olumlu tarafından bakarak ana odaklanarak o anda nelerden
hoşlandığını, içinde bulunduğu durumun olumlu yanlarının ne olduğunu sorgu-
layarak olumlu duygular oluşturulabilir. Her şeyin iyi olacağını düşünmek,
umut oluşturur; umut da olumlu duyguların oluşmasını sağlar ve sonunda olum-
lu davranışları yapmak için bireye güç verir, onu motive eder.
Ancak iyimserliğin gerçekçi olup olmamasının sonuçları kişiyi farklı şe-
kilde etkilemektedir. Gerçekçi olmayan iyimserliğin bireyi rehavete sürükleye-
bileceği, olacaklara ilişkin tedbir almayı bıraktırabileceği ve sonuçta olumsuz
olayların meydana gelmesini engelleyebilecek girişimlerde bulunmaktan alıko-
yacağı belirtilmektedir (Smith, Hoeksema, Fredrickson ve Loftus, 2012). Örne-
ğin; karşılaştığı her insanın iyi bir olduğunu düşünmek, bireyin tedbirsiz davra-
nıp zarar görmesine neden olabileceği gibi, kaza yapmayacağını düşünüp alkol-
lü araç kullanmak da önemli olumsuz sonuçlara neden olabilir. Diğer taraftan
iyimserlik gerçekçi olsun ya da olmasın her zaman için stres anında başa çık-
mada olumlu bir faktör olarak da görülmektedir. Nitekim meme kanseri tedavisi
gören kadınların iyimser olanlarının daha çabuk iyileştikleri bulunmuştur (Levy
vd., 1990). İyimserler stres anında ilk olarak olumsuz duygusal yoğunluğu daha

336
Stresi Önleme ve Başa Çıkmada Pozitif Psikoloji

az hissederler. Beraberinde çözüme ilişkin inançları olduğu için de mücadele


ederler ve stresi azaltma konusunda da daha başarılı olabilirler. Sonuç olarak
stres anında iyimser bakış açısının stresin etkisini azaltmada etkili olabileceği
söylenebilir. İyimserlikle yakından ilişkili olan bir diğer pozitif psikolojik faktör
umuttur.

6.2. Umut
Umut temel psikolojik sermayenin en önemli parçası olarak görülmektedir.
Umut düzeyi yüksek olan kişilerin yaşamda stres oluşturucu birçok faktörle
daha etkili şekilde başa çıktıkları belirtilmektedir (Billington, Simpson, Unwin,
Bray ve Giles, 2008). Umut, insanları geçmişteki pişmanlıkları düşünüp sürekli
aşağı çekmekten koruyup, ana odaklanma ve gelecek planlarını düşünmelerini
kolaylaştırmaktadır. Umutlu olmak gelecekte sorunsuz bir yaşam beklemek
olarak düşünülmemelidir. Gelecek yaşamda çeşitli zorluklar olabileceği gerçe-
ğini kabul etmekle birlikte bu sorunların üstesinden gelmek için çeşitli yöntem-
ler bulabileceğine ilişkin umudunu koruması bireyin stresini, kaygısını azaltma-
da yardımcı olacaktır. Nitekim umudun amaçlara ulaşmak için bilişsel çabayı
artırdığını, alternatif yöntemler keşfetmek için içsel motivasyon oluşturduğunu
gösteren araştırmalar bulunmaktadır (Luthans, Avolio, Avey ve Norman, 2007).
Günümüzde yaygın şekilde kullanılan terapi yöntemlerinden olan çözüm odaklı
başa çıkma yöntemi de nitekim umut ışığında gelişme göstermektedir (Green,
Oades ve Grant, 2006).
Umudu engelleyen en önemli etmen öğrenilmiş çaresizliktir. Öğrenilmiş
çaresizlik, ne yapılırsa yapılsın sonucun değişmeyeceğine ilişkin beklentidir
(Burger, 2006). Bu konuda en meşhur deneylerden biri pire deneyidir. Pireyi bir
kavanoz içerisine koyup ağzı kapatılır. Pire oradan kurtulmak için zıplar ama
her seferinde üstteki engele çarpar ve tekrar içeri düşer. Uzun denemeden sonra
artık kavanozdan çıkamayacağını düşünüp zıplamayı bırakır. Kavanozun kapağı
bir süre sonra açılır ancak pire kavanozun kapak hizasına kadar zıplar. Daha
fazla zıplayıp, oradan kurtulmak mümkün iken pire çıkamayacağını düşündüğü
için mücadeleyi bırakmış, çıkmaktan ümidini kesmiştir.
Öğrenilmiş çaresizliğin öğrenildiği gibi, Seligman iyimserliğin ve umudun
da öğrenilebileceğini belirtmektedir (Akt. Sarı, 2018). Bu konuda yaptığı de-
neysel çalışmada, elektrik şokundan kaçamayacağını öğrenen köpeklere iyim-
serlik kazandırılıp kurtulmak için mücadele etmeye başlamaları sağlanmıştır.
Bu durum iyimserliğin ve umudun sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürebilmeleri
için bireylere kazandırılabilecek bir beceri olduğunu göstermektedir.

337
Pozitif Psikoloji

6.3. Öz Saygı-Öz Yeterlilik


Öz saygı ve öz yeterlilik birbiri ile çok örtüşen iki psikolojik faktör olarak
karşımıza çıkmaktadır. Öz saygı, kişinin kendi değerlerine, özelliklerine ilişkin
pozitif değerlendirme eğilimi olarak tanımlanırken (Rosenberg, 1965), öz yeter-
lilik ise kişinin bir hedefi gerçekleştirmede gerekli olan davranışları gerçekleşti-
rebileceğine ilişkin kişisel değerlendirmesi olarak tanımlanmaktadır (Bandura,
1986). Öz saygısı yüksek olan kişiler, yaşamlarında bir olumsuzlukla karşılaş-
tıklarında bunu kişisel başarısızlıklarına bağlamak yerine çevresel faktörlerle
açıklamaya çalışırlar. Böyle bireyler olumlu özelliklerini hatırlamada oldukça
başarılıdırlar. Öz yeterlilik algısı yüksek olan kişilerin içsel motivasyonlarının
yüksek olduğu, bir zorlukla karşılaştıklarında bunun üstesinden gelebilecekleri-
ne inandıkları ve bu sayede de girişimlerinde etkili bir performans sergiledikleri
belirtilmektedir (Gupta ve Singh, 2014).
Öz saygı, kişilerin olaylara ve kendilerine olumlu bakmasını sağlayan ve
stresle başa çıkma becerilerini etkileyen önemli bir koruyucu faktördür. Nitekim
öz saygısı yüksek olanların daha az stresli hissettikleri (Dixon ve Robinson
Kurpius, 2008), sorunları çözmek için plan yapma, aktif girişimlerde bulunma
gibi işlevsel sorun çözme yöntemlerini kullandıkları belirtilmektedir (Griva ve
Anagnostopoulus, 2010; Yıldırım, Karaca, Cangur, Açıkgöz ve Akkuş, 2017).
Bu sayede stres durumu ile karşılaşıldığında kişi kendini suçlamak yerine kendi
eksiklerini de kabul ederek kendi ile barışık olacağından algılanan stresi azaltıp,
stresle başa çıkmayı kolaylaştırabilir.
Öz yeterlik, bilişsel değerlendirme sürecinin bir parçası olan ve stresin dü-
zenlenmesi için gerekli olan pozitif bir direnç kaynağıdır (Bandura, 1992). Dü-
şük öz yeterlilik algısına sahip olan kişiler, durumun sadece olumsuz yanına
odaklanmakta ve stresle başa çıkabilecek yeterli becerilere sahip olmadıklarını
düşünmektedirler. Aksine öz yeterlilk inancı yüksek olan kişiler ise bu durumun
üstesinden gelebilecek kaynaklara sahip olduğunu düşünmektedirler. Örneğin;
sınava hazırlanan bir öğrenci eğer öz yeterlilik algısı yüksek ise başarabileceği-
ne inandığı için mücadele edecektir. Benzer şekilde eşinden şiddet gören bir
kadın, eşinden ayrılırsa kendi ayakları üzerine durabileceğine inanıyorsa bu
durumdan kurtulmak için girişimde bulunabilecektir. Sonuç olarak öz saygısı
yüksek olan kişiler kendileri ile barışık oldukları ve kendilerini değerli bulduk-
ları için daha fazla olumlu duygu yaşayacaklarından; öz yeterlilik algısı yüksek
olanlar ise sorunun üstesinden gelebilecek kaynaklara sahip olduklarını düşün-
düklerinden stresle başa çıkmada daha başarılı olacaklardır.

338
Stresi Önleme ve Başa Çıkmada Pozitif Psikoloji

6.4. Öz Anlayış/Öz Şefkat/Öz Duyarlılık


Öz anlayış Doğu felsefesinde yüzyıllardır kullanılıyor olsa da psikoloji
alanında tanımlanması ve kullanılması oldukça yenidir. Psikoloji alanyazında öz
anlayış ilk kez “kişinin kendi acılarına maruz kalması ve acılarıyla ilerlemesi,
kendine karşı şefkat ve nezaket duygusunu yaşaması, kişinin yetersizlik ve ba-
şarısızlıklarına karşı yargılayıcı olmayan bir tutum sergileyerek anlayışlı olması
ve kişinin deneyimlerinin ortak insan deneyiminin bir parçası olduğunu kabul
etmesi” şeklinde tanımlanmıştır (Neff, 2003).
Anlayışlı biri olarak tanımlanan kişilerin, bireylerin hata yapması duru-
munda onları yargılamaksızın, hata yapmanın insana özgü olduğunun bilincinde
olarak sabır ve anlayış göstermeleri beklenir (İkiz ve Totan, 2012). Öz anlayış
ise başka insanlara gösterilen bu anlayışın bireyin kendisine de gösterebilmesi
durumudur. Diğer bir ifade ile olumsuz bir yaşantıda kişilerin kendilerini suç-
lamadan duygularını dikkate alarak kendilerine karşı sabırlı, anlayışlı ve seve-
cen bir tutum takınabilmeleridir. Öz anlayış, başarısızlığın, hata yapmanın in-
sanların yaşamları boyunca karşılaşabilecekleri olağan bir durum olduğunu ve
bunun da anlayışla karşılanması gerektiğinin farkında olmak ve bunu kabul
etmektir. Öz anlayışa sahip kişiler bir şeyler yanlış gittiğinde kendilerini acıma-
sızca eleştirmek yerine morallerini yüksek tutacak yöntemleri daha çabuk be-
nimseyip, kullanabilirler (Gilbert, Clarke, Hempel, Miles ve Irons, 2004). Bu
bireylerde kendine nezaketle davranmak, duygusal olarak mola vermek için
zaman ayırmak gibi açık eylemlerde veya olumlu, teşvik edici ve bağışlayıcı
olan kendi kendine konuşmaya katılmak gibi zihinsel şefkatli davranışlarda öz
anlayış görmek mümkündür (Allen ve Leary, 2010). Bu anlayışın hem diğer
insanlara hem de kişinin kendine karşı gösterilmesi önemlidir. Eğer kişi, başka-
larına gösterdiği anlayışı kendine göstermez ise bu bireyin kendini yetersiz his-
setmesine, acımasızca eleştirmesine ve sonunda da stresin artıp depresyona
dönüşmesine neden olabilir. Diğer taraftan kişi kendine gösterdiği anlayışı,
sabrı başkalarına göstermez ise bu da başka bir bozuk davranış olan bencilliğe
neden olur. Bu durum kişiler arası ilişkiyi, iletişimi olumsuz bir biçimde etkile-
yebilir. Anlayışın, başkalarının duygularını anlama olan empati, bağışlayıcı ve
toleranslı bir tutum olan affedicilik gibi özellikleri barındırdığı da söylenebilir.
Sonuç olarak stresli yaşam olayları sırasında insanlar çoğunlukla hem ken-
dilerine hem de olaylara ilişkin olumsuz değerlendirmede bulunurlar. Öz anlayış
özelliği yüksek olan kişiler ise stres verici olayları daha az tehdit edici olarak
değerlendirmenin yanında, kendilerine ilişkin değerlendirmeleri de daha olumlu
olacağından, olumsuz duyguların seline kapılmayıp stresle başa çıkmak için
etkili davranışsal tepkide bulunabilirler (Sirois, Kitner ve Hirsch, 2015).

339
Pozitif Psikoloji

6.5. Bilinçli Farkındalık


Budizm felsefesinden doğan bilinçli farkındalık kavramı, farkında olma,
dikkatini verme, hatırlama gibi anlamları içermektedir (Bodhi, 2000). Bilinçli
farkındalık, bir duygu, düşünce veya herhangi bir uyarıcıyı dürtüsel olarak de-
ğiştirme ya da yok etmeye çalışmaksızın, onu gözlemlemeyi, anlamayı ve kabul
etmeyi ifade etmektedir (Baer ve Huss, 2008). Bilinçli farkındalığı yüksek olan
kişilerin daha az duygusal stres yaşadıkları, başkaları ile yapıcı ilişkiler kurma-
da daha başarılı oldukları ve çatışma çözme yönetiminde etkili davranabildikleri
belirtilmektedir (Barnes, Brown, Krusemark, Campbell ve Rogge, 2007).
Bilinçli farkındalığa sahip olmak, kendi duygu ve düşünceleri içinde bo-
ğulmadan, aynı zamanda da otomatik ve alışıldık olarak tepki vermeksizin dik-
kat etmeyi ifade eder (Bishop, Lau ve Shapiro, 2004). Farkındalığı yüksek olan
kişiler stres durumları henüz palazlanmadan ortaya çıkan duygu, düşünce ve
fizyolojik tepkilerini fark edebildikleri için stres anında da daha uyumlu tepkiler
vermek için kendilerini hazırlarlar.
Bilinçli farkındalığı yüksek olan kişilerin çalışan belleğinin de daha etkin
olduğu belirtilmektedir. Çalışan bellek ise dikkat dağıtan işler karşısında dikka-
tin toplanmasını sağlayan, stresli koşullarda da duygusal tepkiselliğin yeniden
değerlendirilmesini kolaylaştıran bilişsel bir sistemdir (Jha, Stanley, Kiyonaga,
Wong ve Gelfand, 2010). Sonuç olarak bilinçli farkındalık ana odaklanma ve
olaylara aşırı tepki vermeksizin anlamaya çalışmayı içerdiği için bu özelliğe
sahip kişiler, stres veren olaylardan kaçınmak yerine onlarla anlaşmayı, ona
ilişkin yaşanılan duyguyu kabul etmeyi ve sakin kalabilmeyi başarabilirler. Bu
yolla, stresten daha az etkilenip daha kolay çözüm bulabilecekleri söylenebilir.

6.6. Şükran (Minnettarlık) Duygusu


Minnettarlık, başka biri tarafından birey için yapılan iyilik sonrası, bireyin
de onlara karşı duyduğu şükran duygusu olarak tanımlanmaktadır (Froh, Kash-
dan, Ozimkowski ve Miller, 2009). Diğer taraftan minnettarlık duygusunun
içsel duygularla ilgili bir yaşantı olduğunu vurgulayan araştırmacılar (Friedman
ve Toussaint, 2006) minnettarlık duygusunun yaşanması için her zaman dış
dünyadan bir yaşantıya gerek olmadığını belirtmektedirler. Bu nedenle minnet
duyulan şey bir insan, hayvan gibi varlıklar olabileceği gibi yaratıcı, evren gibi
doğaüstü varlıklar da olabilir. Minnettar olma, kendini birine karşı borçlu his-
setme demek değildir. Böyle bir durumda kişi de çoğunlukla olumsuz duygular
meydana gelebilir. Nitekim kendini borçlu hisseden kişi, aynı zamanda yetersiz

340
Stresi Önleme ve Başa Çıkmada Pozitif Psikoloji

olduğunu düşünüp, başkalarının söylediğini yapmak zorunda hissedebilir; bu da


kişi de kaygı ve huzursuzluğa neden olup strese depresyona kaynaklık edebilir.
Minnettarlık, kişi başkalarının yaptığı iyiliği fark edip, buna karşı olumlu duy-
gularla karşılık verme isteğinde olur (Emmons, McCullough ve Tsang, 2007).
Minnettarlık kavramı yerine kullanılan farklı dillerde ve farklı kültürlerde ka-
naat, hamd, teşekkür, takdir gibi çeşitli kavramlar bulunmaktadır. Bu da minnet-
tarlığın kültür tarafından etkilendiği şeklinde yorumlanmaktadır (Gocen, 2014).
İnsanlardan gelen iyiliğe karşı gösterilen teşekkür ile yaratıcının verdiği nimet-
lere karşı gösterilen şükür bir yönüyle benzerlik gösterse de aslında çok farklı
duyguları ifade eder. Özellikle İslâm dininde iyilik kimden gelirse gelsin, bunun
özünde yaratıcı tarafından verildiğine inanılmakta ve yaratıcıya minnet duyul-
makta, şükredilmektedir (Bahrampoura ve Yazdkhast, 2014).
Minnettarlık duygu, tutum, kişilik özelliği ve hatta bir başa çıkma yöntemi
olarak da görülmektedir (Emmons ve McCullough, 2003). Bireyin yaşamında
sahip oldukları için şükretmesi onun yaşam doyumunu ve mutluluğunu artırır.
Şükran duygusunu artıran etkinliklerde bulunmak kişide zenginlik duygusu
oluşturur, bu da aynı zamanda diğer olumlu duyguların ortaya çıkmasını sağlar
ve bu durumun stresi azaltıcı bir rol oynaması beklenir. Nitekim minnettarlık
arttıkça depresyon, kaygı ve kıskançlık gibi duyguların azaldığını gösteren araş-
tırmalar bulunmaktadır (Wood, Joseph ve Linley, 2007).
Minnettarlık duygusunu yaşayıp bunu da dile getirmek stresi azaltmada
daha önemli bir işlev görmektedir. Minnettarlığını dile getiren kişilerin kendile-
rini daha yeterli gördükleri belirtilmektedir (Rash, Matsuba ve Prkachin, 2011).
Bireyin kendisini yeterli görmesi, iyimserliğini artıracağından, geleceğe ilişkin
umut aşılayacağından büyük bir olumlu duygu bombardımanı oluşabilir. Olum-
lu duygularla birlikte stresin ve depresif belirti bulutlarının dağılması için bir
güneş doğuşu gerçekleşmiş olur. Minnettarlık duygularını ifade eden kişi, diğer-
leri ile ilişkilerini geliştireceğinden sosyal kaynaklarını da artırmış olacaktır.
Ayrıca diğerlerinden üstün olmadığını kabul edip sosyal karşılaştırmalardan
kaynaklanan stresin de kaynağını kurutmuş olabilecektir.

6.7. Affetmek
Affetme, zorunlu olarak tazmin, intikam veya barıştırma olmaksızın;
olumsuz duyguların azaltılmasını, duruma ve kendine karşı olumlu duygu, dü-
şünce ve davranışlar geliştirilmesini içeren bir güçtür. Araştırmalarda affedicili-
ğin duygusal yeterlilikleri geliştirme ve depresif belirtilerin azaltılmasında
önemli rol oynadığı belirtilmektedir (Webb, Toussaint ve Conway-Williams,

341
Pozitif Psikoloji

2012). Benzer şekilde affediciliğin psikolojik sağlık üzerinde olumlu etkisi ol-
duğu da görülmektedir (Toussaint, Worthington, & Williams, 2015).
Affetmemenin karşıtı, intikam peşinde olmaktır. İntikam peşinde olmanın
en önemli nedeni insanın gururunun incinmesidir. İnsanlar toplum içerisinde
saygınlık kazanmak ve bunu sürdürmek isterler. Ancak küçük düşürülür ve bir
haksızlığa uğrarlarsa intikam duygusunu harekete geçirecek bir mağlubiyet
yaşadıklarını düşünebilirler. İntikamla da bu gurunun tekrar onurlandırılacağı
düşünülür. Aslında gururun zarar görmesi, adaletsiz bir olaya indirgenemez.
Gururun incinmesi çocukluk yaşantılarında gizlidir. İntikam konusunda takıntılı
hâle gelmenin nedenlerinden biri de kişinin esnekliği ve benliğinin sağlamlığına
ilişkin yetersizliklerdir. Nitekim ihmal, istismar, katı ebeveyn tutumu ve çatış-
ma içeren ortamlarda büyüyen çocuklar sınırlı esneklik ve zayıf bir ego gelişti-
receklerinden, gurunun incinmesi de o dönemde yaşanmıştır.
Affetme süreci, öfkenin sadece hedefe yönelik değil aynı zamanda kendi-
sine yönelik olarak da nefret dolu, öfkeli duyguların salıverilmesidir. İntikam
hırsı, bireyin sürekli yanında taşıdığı bir yüktür. Bu ağır yükten kurtulmanın
yolu da affetmektir. Nitekim intikam duygusu, intikam amacında olanın kendini
daha iyi hissettirmediğini de göstermektedir. Affetmede uyumluluk, sorumluluk
ve dışadönüklük kişilik özelliğinin önemli faktörler olduğu görülmektedir
(Quintana-Orts ve Rey, 2018). Affeden kişiler daha uyumlu ve daha sosyal ol-
dukları için stresle başa çıma kaynaklarının da daha fazla olduğu düşünülebilir.
Bu sayede stresten daha az etkilenir ve stresle daha kolay başa çıkabilirler.

7. POZİTİF BAŞA ÇIKMA YÖNTEMLERİ

7.1. Pozitif Değerlendirme


Pozitif değerlendirme çoğunlukla bilişsel davranışçı terapilerde kullanılan bir
tekniktir. Ancak pozitif psikoloji içerisinde de yer aldığı görülmektedir. Nitekim
hem bilişsel terapiler hem de pozitif psikolojinin felsefi kökeni Uzak Doğu, Budizm
felsefesine dayandığı için ortak kavramların görülmesi olağandır.
Pozitif değerlendirme, durumu olumlu şekilde yeniden yorumlamayı ifade
eden bilişsel bir stratejidir. Bu başa çıkma yöntemi pozitif psikolojik durumla
ilişkilidir (Aldwin, 1994). Pozitif değerlendirme, pozitif duygularla da yakından
ilişkilidir (Moskowitz, Folkman, Collette ve Vittinghoff, 1996). Problem odaklı
başa çıkma geleneksel başa çıkma yöntemi olarak görülmektedir. Ancak yapılan
araştırmalar, problem odaklı başa çıkmanın pozitif değerlendirme ile yakından

342
Stresi Önleme ve Başa Çıkmada Pozitif Psikoloji

ilişkili olduğunu göstermiştir (Folkman, 1997). Problem odaklı başa çıkmada;


bilgi toplama, karar verme, plan yapma ve sorunu çözme gibi stratejilerden
bahsedilmektedir (Lazarus ve Folkman, 1984). Ancak bireyin bu aşamaları ya-
pabilmesi için sorunu çözeceğine inanması, kaynaklarının yeterli olduğunu dü-
şünmesi ve bu süreci uygulayabilecek gücün kendinde var olduğuna inanması
gerekir.
Dolayısıyla pozitif bakış açısına sahip olan bireyler problem odaklı başa
çıkma yöntemini de daha etkin şekilde kullanabilirler. Çünkü pozitif değerlen-
dirme sayesinde, bireyler sorunların geçici olduğunu, başa çıkılabilir olduğunu
veya kendi gelişimi için bir fırsat olduğunu düşünebilirler. Bu olumlu yeniden
değerlendirme sayesinde bireydeki var olan olumsuz duyguların yoğunluğunun
azalarak yerini olumlu duygulara bırakması beklenir.

7.2. Anlam Arayışı


Bir başa çıkma yöntemi olarak bilinen anlam arayışı üzerine uzun yıllardır
çalışılmaktadır (Frankl, 1963). Olumlu yeniden çerçeveleme, problem odaklı,
manevi inançlar ve egzersiz gibi başa çıkma yöntemlerinin ortak noktası pozitif
anlam bulmaya çalışmaktır. Yaşamda, davranışlarda, hedeflerde bir anlam oluş-
turmak olası strese neden olan olaylarla karşılaşıldığında üstesinden gelmeyi
kolaylaştırmaktadır. Geleneksel stres tanımında insanların olumsuz bir durumla
karşılaştıklarında olumsuz duygular yaşadıkları belirtilmektedir. Ancak bu iddi-
anın her zaman doğru olmadığı görülmüştür. Boşanma sonrasında ilgili kişilerle
yapılan görüşmelerde, boşanan çiftlerin büyük çoğunluğunun rahatlama, özgür-
lük ve güçlenme gibi olumlu duygular yaşadıkları görülmüştür (Lewandowski
ve Bizzoco, 2007).
Stresle karşılaşıldığında maneviyata odaklanmak dayanıklılığı artırır. Dua
etmek, meditasyon yapmak gibi içe dönme, kendine odaklanmayı sağlamanın
yanında manevi toplumlara karışıp sosyal destek almayı da sağlayabilir (Scott,
2018). Yaşamda anlamlı, değerli bir hedefe sahip olmanın ve buna ulaşmak için
mücadele etmenin, en az bu hedefe ulaşmak kadar mutluluğu ve öz güveni artı-
rıcı rolü olmaktadır. Bu sayede yaşam planlanmakta, zaman etkili şekilde yöne-
tilebilmektedir. Eğer hedefe ulaşmak zor ve bunun için uzun zaman harcamak
gerekiyorsa küçük alt basamaklara bölünüp her aşamada başarı duygusu tadıldı-
ğında kişi yaşama daha bağlı olur ve yaşamdan doyum alır (APS, 2019). Bu
hedeflere ulaşmak bir son değil, yeni arayışlar için bir kapı olarak değerlendi-
rilmelidir.

343
Pozitif Psikoloji

7.3. Öğrencilerin Stresi ile Başa Çıkmada Pozitif


Psikolojinin Kullanımı
Minnettarlık duygularını ifade etme etkinlikleri yapılabilir. Örneğin, kişiden
kendisine yardımcı olan bir arkadaşına gerçek mektupla duygu ve düşüncelerini
belirtmesi istenebilir. Bu sayede hem minnettarlık duygularını ifade eden, hem de
bunu duyan kişilerin olumlu duygular geliştirip, dayanışması sağlanabilir.
İyimserlik ve umutlu olma öğrenilebilen özelliklerdir. İnsanların çoğunlu-
ğu geçmiş yaşantıları veya başkalarının söylediklerinden yola çıkarak olumsuz
otomatik düşünceler veya karamsar inançlar geliştirirler. Bu durum artık kişili-
ğin bir parçası hâline gelip öğrenilmiş çaresizliğe yol açabilir: ‘Ben bunu değiş-
tiremem’. Bu oluşum, kötü bir program veya virüs girmiş bilgisayar gibi düşü-
nülebilir. Böyle bir durumda yapılması gereken olaylara bakışı değiştirmektir.
Nitekim olayları nasıl açıkladığımız, bizim ona nasıl tepki vereceğimizi de be-
lirler. İlk olarak klasik koşullanma ile oluşan kötü programdaki öğrenmeler
unutulmalı ve yerine pozitif bir program yüklenmelidir. Bu da olumsuz düşün-
celerin belirlenmesi ve bunların bizim duygu ve davranışlarımızı nasıl etkiledi-
ğinin fark edilmesi ile gerçekleşebilir. Yeniden değerlendirme, olaylara farklı
bakabilme, yeniden çerçevelendirme konularında öğrencilere psikoeğitim prog-
ramları uygulanabilir. Böylelikle geçmiş yaşantıların etkileri ile kontrolsüz iler-
leyen yaşamınızın kontrolünü kendiniz ele alabilirsiniz.
Öz saygıyı ve öz yeterlilik algısını artırmak çoğunlukla çevrenin bireye
verdiği dönütlerle oluşmaktadır. Ebeveynler ve öğretmenler öğrencilere değer
verir, koşulsuz kabul ve saygı gösterirse öğrenciler de kendilerini değerli hisse-
decekler ve öz saygıları yükselecektir. Benzer şekilde öğrencilerin başarabile-
cekleri hedefler oluşturulup, onlara başarı duygusu yaşatılır ve yaptıkları olumlu
işlerde takdir edilirlerse öğrencilerin öz yeterlilikleri de artacaktır. Dışardan
gelen dönütler kadar, öğrencilerin kendi kendilerini takdir etmeleri için de ça-
lışmalar yapılabilir.
Bilinçli farkındalık sayesinde kişiler ana odaklandıkları için otomatik dav-
ranışlardan uzak durur ve dikkatlerini daha kolay toparlarlar. Bilinçli farkındalık
becerisi çeşitli eğitimlerle insanlara kazandırılabilir. Stres azaltıcı bilinçli far-
kındalık eğitimleri dünyada yaygın şekilde kullanılmaktadır. Bu eğitime katılan
kişilerin beyin tarama testlerinde beynin olumlu duygu üreten bölümünün daha
aktif hâle geldiği ve bu bireylerin daha iyi odaklanabildikleri belirtilmektedir
(Moore, Gruber, Derose & Malinowski, 2012). Eğitimlerin içeriğine bakıldığın-

344
Stresi Önleme ve Başa Çıkmada Pozitif Psikoloji

da duygu ve düşüncelere ilişkin farkındalığı artırmak için oturma meditasyonu,


bedene ilişkin farkındalığı artırmak için de vücut taraması ve yoga gibi etkinlik-
ler kullanıldığı görülmektedir. Öğrenciler için de bu içeriklerden oluşan eğitim-
ler verilebilir.
Öz anlayışlı kişiler kendilerine karşı şefkat gösterebilen kişilerdir. Bu be-
ceriyi kazandırmanın ilk adımı, bireyin kendisini değerli hissetmesini sağlamak
olabilir. Kendisini sevmeye değerli bulan kişinin kendine yönelik acımasız,
gerçekçi olmayan eleştirilerden kaçınması sağlanabilir. Kendini değerli bulmak
olumlu duyguların yoğunluğunu artıracağı için stresle başa çıkma kaynaklarını
da güçlendirecektir. Bu nedenle öğrencilerin kendilerine karşı daha şefkatli
davranmalarını sağlamak için hataların insana özgü olduğunu kabul etmeleri
konusunda farkındalık kazandırılabilir.
Affetmek, kazanılması oldukça zor bir beceridir. Nitekim insanoğlu çoğun-
lukla bencildir ve kendine zarar verilmesine tolerans gösteremez. Bu nedenle
affetme becerisini kazanmak uzun süreli pratikler ve uğraşlar gerektirir. İlk
olarak kimi niçin affetmek istediğini kişi belirlemelidir. İkinci olarak bu durum
veya kişiye karşı ne hissettiğini dürüstçe itiraf etmelidir. Üçüncü olarak ise af-
fetmenin sonunda kendinin ve çevresindekilerin bu durumdan nasıl faydalana-
cağını belirtmelidir. Son olarak kişi affetmeye kararlı olmalıdır. Her ne kadar
uzun zaman alacak ve fazla çaba gerektirecek olsa da öğrencilere bu basamaklar
somut olaylar üzerinden uygulatarak pratik kazandırılabilir. Uzun dönemde de
kalıcı bir beceriye dönüşmesi beklenir.

KAYNAKLAR
Akdoğan, A. ve Deniz, M. (2013). Farklı depresyon anksiyete stres düzeylerine sahip
üniversite öğrencilerinin akademik erteleme davranışlarının incelenmesi (Yayın-
lanmamış yüksek lisans tezi). Necmettin Erbakan Üniversitesi.
Allen, A. B. ve Leary, M. R. (2010). Self‐Compassion, stress, and coping. Social and
Personality Psychology Compass, 4(2), 107-118.
Aslan, Z. ve Cengiz, E. (2015). Akademisyenlerin iş stresi ile iş motivasyonu ilişkisi.
Gümüshane Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Elektronik Dergisi, 6(12).
Aykan, E., Karakuş, G. ve Karakoç, H. (2019). İş yaşamında yalnızlık algısı ve iş stre-
sinin örgütsel bağlılık üzerindeki etkisi: Erciyes Üniversitesi idari personeli örneği.
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi ve
Yönetim Araştırmaları Dergisi, 8(1).
Baer, R. A. ve Huss, D. B. (2008). Mindfulness-and acceptance-based therapy. In Le-
bow, J. L. (Ed.), Twenty-first century psychotherapies: Contemporary approaches
to theory and practice, (s.180-196). Hoboken: John Wiley & Sons.

345
Pozitif Psikoloji

Bahrampoura, M. M. ve Yazdkhast, F. (2014). The relationship between gratitude, dep-


ression, anxiety, stress and life satisfaction; a path analysis model. Reef Resources
Assessment and Management Technical Paper, 40(1), 220-227.
Baltaş, A ve Baltaş, Z. (2008). Stres ve Başaçıkma Yolları. İstanbul: Remzi Kitabevi
Bandura, A. (1986). Fearful expectations and avoidant actions as coeffects of perceived
self-inefficacy. American Psychologist, 41(12), 1389-1391.
Bandura, A. (1992). Self-efficacy mechanism in psychobiologic functioning. In R.
Schwarzer (Ed.), Self-efficacy: Thought control of action (s. 355-394). Washing-
ton: Routhledge.
Barnes, S., Brown, K. W., Krusemark, E., Campbell, W. K. ve Rogge, R. D. (2007).
The role of mindfulness in romantic relationship satisfaction and responses to rela-
tionship stress. Journal of Marital and Family Therapy, 33(4), 482-500. doi:
http://dx.doi.org/10.1111/j.1752-0606.2007.00033.x
Bayram, S. B. (2016). Ergenlerin mükemmeliyetçilik özellikleri ve akademik alanda
arzuların ertelenmesi ile akademik stres arasındaki ilişkinin incelenmesi. Dicle
Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 1(35), 41-55.
Beck, A. T. ve Alford, B. A. (2009). Depression: Causes and treatment. Philadelphia:
University of Pennsylvania Press.
Billington, E., Simpson, J., Unwin, J., Bray, D. ve Giles, D. (2008). Does hope predict
adjustment to end-stage renal failure and consequent dialysis?. British Journal of
Health Psychology, 13(4), 683-699. doi: http://dx.doi.org/10.1348/13
5910707X248959
Bishop, S. R., Lau., M, ve Shapiro, S. (2004). Mindfulness: A proposed operational
definition. Clinical Psychology: Science and Practice,11(3), 230-241.
Braham, B. (2002). Ateş Altında Sakin Kalmak Stres Yönetimi. İstanbul: Hayat Yayınevi.
Burger, J. M. (2006). Kişilik, Psikoloji Biliminin İnsan Doğasına Dair Söyledikleri (çev.
İ. D. Erguvan Sarıoğlu). İstanbul: Kaknüs Yayınları
Büyükşahin Çevik, G. ve Gündoğdu, H. M. (2015). Stres, umutsuzluk, ve annelerin
öğrenilmiş çaresizliğinin ergenlerin öğrenilmiş çaresizliğini yordama düzeyleri.
Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 5(43).
Combs, G. (2009). Learning Motivation And Transfer of Human Capital Development:
Implications from Psychological Capital. Taylor & Francis (73-91).
Çam, Z., Deniz, K. Z. ve Kurnaz, A. (2014). Okul tükenmişliği: Algılanan sosyal des-
tek, mükemmeliyetçilik ve stres değişkenlerine dayalı bir yapısal eşitlik modeli sı-
naması. Eğitim ve Bilim, 39(173).
de Lauzon-Guillain, B., Basdevant, A., Romon, M., Karlsson, J., Borys, J. M., Charles,
M. A. ve FLVS Study Group. (2006). Is restrained eating a risk factor for weight
gain in a general population?. The American journal of clinical nutrition, 83(1),
132-138.
Demir, B., Göğüş, A. ve Savaşır I. (2000). Depresyon hastalarında bilişsel işlevler. Türk
Psikiyatri Dergisi, 11, 179-189.

346
Stresi Önleme ve Başa Çıkmada Pozitif Psikoloji

Dixon, S. ve Robinson Kurpius, S. E. (2008). Depression and college stress among


university undergraduates: Do mattering and self-esteem make a difference? Jour-
nal of College Student Development, 49, 412-424.
Emmons, R. A., & McCullough, M. E. (2003). Counting blessings versus bur-
dens: An experimentalinvestigation of gratitude and subjective well-being in
daily life. Journal of Personality and SocialPsychology, 84, 377-389.
doi:10.1037/0022-3514.84.2.377.
Emmons, R. ve Mishra, A. (2011). Why gratitude enhances well-being: What we know,
what we need to know. In K. M. Sheldon, T. B. Kashdan, and M. F. Steger (Eds.),
Designing Positive Psychology: Taking Stock and Moving Forward (s. 248-262).
New York: Oxford University Press.
Emmons, R.A., McCullough, M.E. ve Tsang, J. (2007). The assessment of gratitude. In
J.Lopez and C. R. Snyder (Eds), Positive psychological assessment: A handbook of
models and measures (s.327-341). Washington DC: APA.
Erbay, F. (2013). Dikkat toplama ve okuma olgunluğu değişkenlerinin altı yaş çocukla-
rının işitsel muhakeme ve işlem becerilerini yordama gücü. Kuram ve Uygulamada
Eğitim Bilimleri Dergisi, 13(1), 413-429.
Ertekin Pınar, Ş., Arslan, Ş., Polat, K., Çiftçi, D., Cesur, B. ve Dağlar, G. (2014). Gebe-
lerde uyku kalitesi ile algılanan stres arasındaki ilişkinin incelenmesi. Dokuz Eylül
Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Elektronik Dergisi, 7(3).
Friedman, P. H. ve Toussaint, L. L. (2006b). The relationship between forgiveness,
gratitude, distress, andwell-being: An integrative review of the literature.The In-
ternational Journal of Healing and Caring, 6,1-10.
Froh, J. J., Kashdan, T. B., Ozimkowski, K. M. ve Miller, N. (2009). Who benefits the
most from a gratitude intervention in children and adolescents? Examining positive
affect as a moderator. The Journal of Positive Psychology, 4, 408-422
Gilbert, P., Clarke, M., Hempel, S., Miles, J. N. ve Irons, C. (2004). Criticizing and
reassuring oneself: An exploration of forms, styles and reasons in female students.
British Journal of Clinical Psychology, 43(1), 31-50.
Gillham, J. ve Reivich, K. (2004). Cultivating optimism in childhood and adolescence. The
Annals of the American Academy of Political and Social Science, 591, 146-163.
Giltay, E. J., Zitman, F. G. ve Kromhout, D. (2006). Dispositional optimism and the risk
of depressive symptoms during 15 years of follow-up: the Zutphen Elderly Study.
Journal of Affective Disorders, 91(1), 45-52. doi: http://dx.doi. org/10.1016/
j.jad.2005.12.027
Green, L. S., Oades, L. G. ve Grant, A. M. (2006). Cognitive-behavioral, solution-
focused life coaching: Enhancing goal striving, well-being, and hope. The Journal
of Positive Psychology, 1(3), 142-149. doi: http://dx.doi.org/10.1080/
17439760600619849
Griva, F. ve Anagnostopoulus, F. (2010). Positive psychological states and anxiety: the
mediating effect of proactive coping. Psychological Reports, 107, 795-804.

347
Pozitif Psikoloji

Gupta, V. Singh, S. (2014) Psychological capital as a mediator of the relationship


between leadership and creative performance behaviors: empirical evidence from
the Indian R&D sector. The International Journal of Human Resource Manage-
ment, 25 (10), 1373-1394.
İkiz, E. ve Totan, T. (2012). Üniversite öğrencilerinde öz-duyarlık ve duygusal zekânın
incelenmesi. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 14(1),
51-71.
Jha, A. P., Stanley, E. E., Kiyonaga, A., Wong, L. ve Gelfand, L. (2010). Examining the
protective effects of mindfulness training on working memory capacity and affec-
tive experience. Emotion, 10, 54-64.
Kolay Akfert, S., Çakıcı, E., & Çakıcı, M. (2009). Üniversite öğrencilerinde sigara-alkol
kullanımı ve aile sorunları ile ilişkisi. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 10(40), 40-47.
Konttinen, H. (2012). Dietary habits and obesity: the role of emotional and cognitive
factors (Yayınlanmamış akademik tez). Helsinki University, Helsinki.
Kutlu, M., Balcı, S. ve Yılmaz, M. (2004). İletişim beceri eğitiminin öğrencilerin ken-
dini ayarlama ve iyimserlik düzeylerine etkisi. XIII. Ulusal Eğitim Bilimleri Kurul-
tayı. Malatya: İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi.
Lazarus, R. S. ve Folkman, S. (1984). Stress, Aprraisal and Coping. New York: springer
Levy, S., Herberman, R., Whiteside, T., sanzo, K., Lee, J. ve Kırkwood, J. (1990). Perceived
social support and tumor estrogen/progesterone receptor status as predictors of natural
killer cell activity in breast cancer patients. Psychosomatic Medicine, 52, 73-85.
Luthans, F., Avolio, B. J., Avey, J. B. ve Norman, S. M. (2007). Positive psychological
capital: Measurement and relationship with performance and satisfaction. Person-
nel Psychology, 60(3), 541-572.
Moore, A., Gruber, T., Derose J. ve Malinowski, P. (2012). Regular, brief mindfulness
meditation practice improves electrophysiological markers of attentional control.
Frontiers in Human Neuroscience, 6(18).
Neff, K. D. (2003). The development and validation of a scale to measure self compas-
sion. Self and Identity, 2, 223-250.
Öcü, B., Şahin, T., Özdemir, S., Şahin, C., Çakır, K. ve Öcal, E. (2013). Tıp fakültesi
öğrencilerinde depresyon, anksiyete ve stres düzeyleri ve ilişkili etmenler. Kriz
Dergisi, 21(1), 1-10.
Özcan, İ., Alpar, Ö., Ciğer, A. ve Algür, S. (2010). Antalya bölgesindeki seyahat acen-
tası çalışanlarının stres kaynakları, belirtileri ve sonuçlarının belirlenmesine yöne-
lik ampirik bir araştırma. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 9(33), 41-64.
Quintana-Orts, C., & Rey, L. (2018). Forgiveness, depression, and suicidal behavior in
adolescents: gender differences in this relationship. The Journal of genetic psycho-
logy, 179(2), 85-89.
Rash, J., Matsuba, M., and Prkachin, K. (2011). Gratitude and well-being: Who benefits
the most from a gratitude intervention? Applied Psychology: Health and Well-
Being, 3(3), 350-369.

348
Stresi Önleme ve Başa Çıkmada Pozitif Psikoloji

Rosenberg, M. (1965). Society and the adolescent self-image. Princeton: Princeton


University Press.
Sarı, T. (2018). Kişiliğin diğer yönlerini araştıran mini kuramlar. Kişilik Kuramları (D.
Gençtanırım-Kurt ve E. Çetinkaya-Yıldız) içinde. Ankara: Pegem Akademi
Seligman, M. E. P. (1998). Learned optimism. New York: Pocket Books.
Shifren, K., & Hooker, K. (1995). Stability and change in optimism: A study among
spouse caregivers. Experimental Aging Research, 21(1), 59-76. doi:
http://dx.doi.org/10.1080/03610739508254268
Sirois, F. M., Kitner, R. ve Hirsch, J. K. (2015). Self-compassion, affect, and health-
promoting behaviors. Health Psychology, 34(6), 661.
Skinner, E. A., Edge, K., Altman, J ve Sherwood, H. (2003). Searching for the structure
of coping: A review and critique of category systems for classifying ways of co-
ping. Psychological Bulletin, 129, 216-269.
Smith, E. E., Hoeksema, S. N., Fredrickson, B. L. ve Loftus, G. R. (2012). Atkinson ve
Hilgard, Psikolojiye Giriş.(14. Edisyon). Çev. Ö. Öncül ve D. Ferhatoğlu). Anka-
ra: Arkadaş Yayınevi.
Şahin M. ve Ates A. (2017). iş hayatında tükenmişlik ve seyahat acentası çalışanları-
nın tükenmişlik düzeylerini belirlemeye yönelik bir araştırma. International Peer-
Reviewed Journal Of Communicatıon And Humanities Researches, 16, 21-39.
Tatar, Ç. (2004). Hemşirelerin stresle baş etme tarzları ile depresyon arasındaki ilişki-
nin incelenmesi. (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi) Ege Üniversitesi. Sağlık Bi-
limleri Enstitüsü. İzmir.
Topkaya, N. ve Meydan, B. (2013). Üniversite öğrencilerinin problem yaşadıkları alan-
lar, yardım kaynakları ve psikolojik yardım alma niyetleri. Trakya Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Dergisi, 3(1), 25-37.
Wood, A.M., Joseph, S. ve Linley, P.A. (2007). Coping style as a psychological resource of
grateful people. Journal of Social and Clinical Psychology, 26(9), 1076-1093.
Yanık, E. (2019). Stres ve stresle mücadele yöntemleri (Yayınlanmamış yüksek lisans
tezi). Beykent Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Yıldırım, N., Karaca, A., Cangur, S., Acıkgoz, F. ve Akkus, D. (2017). The relationship
between educational stress, stress coping, self-esteem, social support, and health
status among nursing students in Turkey: A structural equation modeling approach.
Nurse education today, 48, 33-39.
Yılmaz, A. ve Ekici, S. (2003). Örgütsel yaşamda stresin kamu çalışanlarının perfor-
mansına etkileri üzerine bir araştırma. Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 10(2), 1-20.
Yılmaz, E. ve Altınok V. (2009). Okul yöneticilerinin yalnızlık ve yaşam doyum düzey-
lerinin incelenmesi. Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi, 15(59), 451- 469.

349
17 POZİTİF PSİKOLOJİ VE
MANEVİYAT PSİKOLOJİSİ
AÇISINDAN ŞÜKÜR

Mustafa Atak

Bu bölümü okuduğunuzda
1. Şükür ve pozitif psikoloji arasındaki ilişkiyi,
2. Şükrün Batı’da nasıl tanımlandığını,
3. İslâm maneviyatında şükrün nasıl tanımlandığını,
4. Maneviyat psikolojisine göre şükrün nasıl yapıldığını,
5. Maneviyat ve nefs psikolojisi temelli gülümseme ve şükür egzersizini öğrene-
ceksiniz.

HAMDÜ SENA
Ne var ki mevcut ise âlemde, güzel, doğru, iyi;
Arayan fikri, bulan râhu, seven sevgiliyi
Bize bahşetmiş olan Hazret-i Rahman’a şükür.
O büyük Rabbe şükürler ki ayak bastığımız
Yeri halk etti barınsın diyerek varlığımız
Ve yer üstünde hayâlin cereyanınca uzun,
O büyük Rab ki ışıklar yakıyor göklerde,
Lütfunun feyzini, görsün diye insan yerde;
En büyük nimete hamd, en küçük ihsana şükür.
O büyük Rab ki ufuklar boyu nimetlerini,
Hüsn ü an, reng ü füsun, aşk ü cünun mahşerini
Gayrı kâfi görerek sevdiği biz kullarına
Şimdiden vadediyor başka bir âlem yarına;
Mâ-i Tesnîm'e şükür, Ravza-i Rıdvan’a şükür.
O ki sedasına yandıkça bütün mahlûkat,
Arş-ı Ala’da Ezel kasrına çıkmış yedi kat,
Geriyor hüsn-i ilâhîsine atlas perde...
En güzel vuslatı tattırmak için mahşerde
Bize, gündüz gece, zehrettiği hicrana şükür
Faruk Nafiz Çamlıbel (Şiir Sitesi, 2020)

351
Pozitif Psikoloji

Orta Çağ’da Hristiyanlığın istismarı sonucu büyük zararlar gören Batı dün-
yası daha sonraları Katolik kilisesine göstediği olumsuz tepkiden dolayı manevi
alanı yoksayarak kutsal değerlerden uzaklaşma olarak ifade edilen “kutsallıktan
kaçınma” savunma mekanizmasına başvurmuştur. (Merter, 2009, s.63) Ancak
1960’lı yıllarda psikolojinin dördüncü gücü olarak ifade edilen Transpersonel
(Benötesi) Psikoloji yaklaşımının ortaya çıkmasıyla birlikte manevi alanla temas
edilmeye başlanmış ve 1990’larin sonundan itibaren pozitif psikolojide manevi
alanla ilgili bazı kavramlar ele alınmaya başlanmıştır.
19 yüzyıl sonunda kurulan psikoloji, uzun süre değer ve erdemler konusunu
felsefenin ve dinin ilgi alanı olarak görmüştür. Pozitif psikoloji yaklaşımıyla bir-
likte psikolojide erdem ve mutluluk ilişkisi üzerinde durulmaya başlanmış ve
binlerce yıldır kadim dinlerin huzurlu ve mutlu bir yaşamın teminatı olarak görü-
len erdemler, psikolojinin ilgi alanına dâhil olmuştur.
Pozitif psikoloji yaklaşımı 1998 yılında dönemin Amerikan Psikoloji Der-
neği Başkanı olan Martin Seligman ve arkadaşları tarafından oluşturulmuştur.
Peterson ve Seligman, teologların, ahlakçıların, filozofların, eğitimcilerin ve ta-
rihsel süreçte erdemle ilgili düşünce üretmiş mütefekkirlerin eserlerine bakıp,
onları kronolojik bir sıraya koyarak öncelikle bazı temel erdemleri belirlemişler-
dir. Onlara göre bu temel erdemler; adalet, aşkınlık, cesaret, ölçülülük, insanlık
ve hikmettir. Bunların dışında affetme, şükür, alçakgönüllülük, dürüstlük, ümit
vb. alt erdemler yer almaktadır. Psikologlara göre dinlerin olması gerekenler ola-
rak dile getirdiği bu erdemlerin insan hayatına sağlık ve mutluluk yönünde önem-
li katkıları bulunmaktadır.(Ayten, 2019, s.15)
Gelinen noktada, insanın değerli ve önemli olduğu, tek ve biricik olduğu,
kendi içinde kendi kendine yetecek gücü olduğu, uygun ortamlar olursa bu potan-
siyellerini ortaya çıkarabilecek üretken bir potansiyelinin olduğu anlaşılmıştır.
İnsan yaşamında deneyimlerin önemi artmış ve aslında her deneyime olumlu
yaklaşılması gerektiği fark edilmiştir. Travma gibi olumsuz deneyimlerden sonra
bile travma sonrası büyüme ve affetme gibi değerlerin ortaya çıkabileceği anla-
şılmış olup insanoğluna daha huzurlu bir gelecek sunabilmek için bireysel daya-
nıklılık, direnç, umut ve mutluluk kavramları yeniden keşfedilmiştir. Aslında bu
kavram ve duygular her zaman insanda potansiyel olarak varolmasına rağmen bir
türlü ortaya çıkmamış ancak insanoğlunun biraz pozitivizmden uzaklaşıp kendi
içine dönüp kendi doğasını ve özünü keşfetmeye başlamasıyla günyüzüne çıkmış-
tır. Birey kendisi ve yaratıcısı ile olan ilişkisini, yeniden keşfetmiş ve böylece
tinsellik kabul görmeye başlamıştır.(Bulut, 2019, s.23)

352
Pozitif Psikoloji ve Maneviyat Psikolojisi Açısından Şükür

Pozitif psikoloji; gerçek mutluluğu hedonic (hazcı) ve eudemonic iyiliğin bir


karışımı olarak almıştır. Hazcı mutluluk, öznel yaşam doyumunun yanında yüksek
düzeyde pozitif duyguyu ve yüksek düzeyde negatif duyguyu kapsarken eudemonic
iyilik hâli ise yaşamda anlam ve amaç oluşturmayı önceler ve insan gerçek potansiye-
lini ortaya çıkarak kendini gerçekleştirmeyi hedefler. Mutluluk sadece iyi yaşam
sadece zevk (plasure) deneyiminden ibaret olamaz.(Ok, 2019, s.5)
İngilizce olarak şükür, “minnettar olmanın kaliteli hâli; iyiliği iyilikle geri
ödeme eğilimi" olarak tanımlanan “gratitude” (Oxford, 1989, s.1135) ile Latin-
ce’de “thankfulness, kindness, generousness, gifts, praise” kelimeleriyle anlatılan
“sevecenlik, cömertlik, hediyeleşmek, bir şey verme ve alma sevinci veya alma-
nın güzelliği” anlamlarına gelen “gratia” kelimesinden türetilmiştir. “Gratia”
kelimesi de “iyilik” anlamına gelen “aratia” ile “sevindirici” anlamına gelen
“gratus” kelimesinden türetilmiştir. (Emmons, 2009, s.442)
Şükür, birçok farklı şekilde tanımlanmıştır fakat en öz hâliyle şükür, verilen bir
iyilik (hediye, nimet, lütuf) alınıp kabul edildiğinde o iyiliğe (hediye, nimet, lütufa)
verilen değeri fark etmek, onu verene daha güzel bir şekilde karşılık vermek ve kişi-
nin kendisine sunulan bir nesne ya da kendisine yapılan bir iyiliğin ardından duyduğu
takdir etme ve minnettarlık durumudur. (Seligman, 2002, s.172)
Pozitif psikolojinin önemli ismi Seligman’a göre şükür, bir duygu olarak ya-
şamın kendisine duyulan hayranlık ve takdirin ifadesidir. Kendisi dışındakilerin
ahlâkî karakterindeki güzelliği fark etme, değerini anlamadır.(Seligman, 202,
s.172) Şükür ziyaretleri insanların mutluluğu için önemli bir destekleyici ve ra-
hatlatıcı etkiye sahiptir.(Seligman, 2002, s.43)
Şükür, bireylerin, diğer bireyler tarafından sevildiğini ve onlar tarafından
değer gördüğünü hissettirerek insanlar arasındaki arkadaşlık ve dostluk bağlarını
pekiştirir. (Göcen, 2016:180) Bir araştırmada şükür düzeyi yüksek olan grubun
mental iyi oluş düzeyinin, şükür düzeyi orta ve düşük olan gruptan daha yüksek
olduğu; şükür düzeyi orta derecede olan grubun mental iyi oluş düzeyinin ise
şükür düzeyi düşük olan gruptan daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Araştırma-
da algılanan dindarlık düzeyinin artmasıyla birlikte şükür düzeyinin de arttığı
sonucu bulunmuştur. Ayrıca akademik başarı düzeyi farklı olan grupların şükür
düzeyinin farklılaştığı görülmüştür. Buna göre akademik olarak daha başarılı
bireylerin şükür düzeyleri, daha düşük başarılı bireylerden daha yüksek bulun-
muştur.(Sarı, 2017, s.62)
Sponville’ ye göre Minnet ve Şükür, “erdemlerin en hoşudur ama en kolayı
değildir.” Bu etkileyici cümleden, bizim hep psikolojik bir kavram olarak ele

353
Pozitif Psikoloji

aldığımız “minnet”in aynı zamanda bir erdem olduğunu, hoş olmakla birlikte pek
de kolay olmadığını öğreniyoruz. Sponville, devamında minnetin bir “haz” oldu-
ğunu da söyleyerek psikolojik bakışa yaklaşıyor. Ona göre minnet, “hissedilen
sevincin yankısı olan bir sevinç gibidir, fazla bir mutluluğa eklenen bir mutluluk
daha gibidir.” Ve minnet hakkında güzel bir başka güzel cümle: “Erdemlerin en
hoşu ve hazların en erdemlisidir.” (Göka, 2019, s.173)
Algılanan aşırı nitelikliliğin, yenilikçi davranışlar üzerindeki olumsuz etkisi
kollektif şükran düzeyi düşük olan çalışanlarda daha güçlü iken şükran düzeyi
yüksek olan çalışanlarda istatistiksel açıdan anlamlı olmadığı saptanmıştır. (Yıl-
dız ve Arda, 2018, s.16)
Çocuklar üzerinde yapılan araştırmada; Kıymetini bilmenin sekiz alt boyu-
tuna bakıldığında ise buradaki çocukların en çok “mukayeseli kıymet bilme”
(M=17,4) de bulunduklarını görmekteyiz. Şüphesiz çoğunlukla yaşamda da sık-
lıkla karşılaşıldığı üzere kıymet bilme his ve düşünceleri durumları daha kötüsüy-
le karşılaştırma yaparak canlı kalmaktadır. Bunu takiben “ibadetsel kıymet bil-
me” ile Allah’a karşı bir minnettarlığın (M=16,82) ve “maddi sahipliklerin kıy-
metini bilme” (M=16,05) geldiğini görmekteyiz. Buna göre ikinci olarak iyilik ve
teşekkür etme his ve yaşantıları dinî ritüellerde Allah’a şükrederek yaşamaktadır
ve bu sıralamada en çok üçüncü olarak ellerinde bulunan sağlık, yiyecek giyecek,
barınak gibi maddi ihtiyaçlarının varlığına şükretme eğiliminde oldukları görül-
mektedir. İlk üçe giren kadirşinaslıklara baktığımızda çocukların en çok kendi
sahip oldukları durumu başka zamanlar ve başka insanlarla karşılaştırma yaparak
iyilik bilinçlerini sağladıkları söylenebilir.(Göcen, 2016, s.976)
İnsan ilişkilerindeki teşekkürden Yaratıcıya şükre, Yaratıcıya şükürden in-
san ilişkilerinde teşekküre karşılıklı patikalar, tozlu yollar, otobanlar, ışık huzme-
leri var. Menzil, her hâlükârda bizim çabamıza, varoluşumuzun hikmetini fark
edebilme bilincimize bağlı. Annemizden, ailemizden ne kadar iyi biçimde öğre-
nirsek öğrenelim insan ilişkilerinde başardığımız minnet ve şükran bizi Yaratıcıya
şükür makamına taşıyamayabiliyor. Annemizden, ailemizden yeterince iyi biçim-
de öğrenemediğimiz şükran ve minneti, bu kez kulluk bilinciyle hayata geçirme,
hasedimizi gemleme fırsatı veriyor. Şükür sayesinde, merhamet hislerimizi can-
landırabiliyor, daha cömert, paylaşımcı ve yardımsever hâle gelebiliyoruz. İnsan
ilişkilerinde daha duyarlı ve dürüst oluyoruz, şefkat ve vefa duygularımızı gelişti-
rebiliyoruz. İnsan kardeşlerimizle aynı hamurdan, aynı kadere sahip faniler oldu-

354
Pozitif Psikoloji ve Maneviyat Psikolojisi Açısından Şükür

ğumuzu görüp onların kıymetini daha çok anlayarak insanlaşabiliyoruz. (Göka,


2019, s.186)
Şükür, daha çok ilahiyat alanının konusu olarak görülmüş ve psikoloji bilimi
şükür ile çok fazla ilgilenmemiştir. Ancak pozitif psikoloji yaklaşımı ile birlikte
ile biraz daha psikolojinin gündemine dâhil olmuş fakat klinik, pratik veya psiko-
terapi süreçlerinde ele alınmaya muhtaç olan bir kavram olarak yer almıştır. Şef-
kat odaklı, farkındalık ya da kabul odaklı terapilerde ise şükür, kısmen de olsa
değerler, memnuniyet (contentment), gönüllülük (willingness) ve şükran (grati-
tude) gibi kavramlarla birlikte ele alınmaya başlanmıştır.

1. İSLÂM VE MANEVİYAT PSİKOLOJİSİNDE


ŞÜKÜR
Şükür kelimesi keşr kökünden gelmektedir. Keşr ortaya çıkarma manasına
gelir. Karşıtı ise küfr’dür ve örtme anlamına gelir. Muhiddin Arabi’ye göre şükür,
rabıta kurmaktır, Rabbine yaklaşmanın yoludur. (İsfahani, 1108/2014, s.22) Şü-
kür, nimeti verenin Hak Teâlâ olduğunun bilincinde olarak O’nu zikretmektir.
(Gazali, 1111/2005, s.316) Bunun için Kur’an da zikirle şükür birlikte zikredil-
miştir. “ Beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (Ba-
kara, 152/1 )
Bir kimsede minnet hissi, ne kadar eksikse o eksikliğin yerini haset ve ta-
mahkârlık, açgözlülük doldurur. Hasislik kadar apaçık görülebilen bir psikolojik
hâl daha yoktur. Hasis insan, minnet duygusu iyi gelişmediğinden içtenlikle te-
şekkür etmeyi beceremez. Dünyadan, hayattan, herkesten alacaklı gibidir. İstekle-
ri karşılandığında teşekkür edeceğine anında yeni bir istekle karşınıza dikilir.
Arada teşekkür benzeri beyanları olsa bile bunun yapmacık olduğunu, içine sine-
rek söylenmediğini hemen anlarsınız. (Göka, 2019, s.172)
Şükür üç türlü olur. Dil ile şükür, beden uzuvları ile şükür, kalp ile şükür.
Bu şükür türleri içerisinde en evlası kalbin ameli olarak nimet verenin nimetini
bilmesidir. Uzuvlarla şükretmek her ne kadar muteber ise de kalbin şükrü olma-
dan o nimeti verenin nimetini bilme gerçekleşmez. Kalbin şükrü, bütün nimetleri
hakiki nimet verenden bilmek ve şükretmeyi de başka bir nimet olarak anlamak-
tır. (Ankaravi, 2012, s.264)
“Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsan et” (Kasas, 28/77) ayet-i keri-
mesinde beyan buyrulduğu üzere kendisine bahşedilen ihsanın hakikatini bileme-

355
Pozitif Psikoloji

yen Karun, “benim nail olduğum zenginlik benim ilmim sebebiyle hâsıl olmuştur.
Hiçbir kimsenin onda tasarrufa hakkı yoktur. Ben malımı şunun bunun emrettiği
yere sarf edemem” diyerek eşyaya bencilce yaklaşmış, eşyanın hakikatini keşfet-
mek yerine gerçeğin üstünü örterek Allah’ın emrine muhalefet etmiş ve bu hâl
kendisinin bütün mülkü ve çalışanları ile birlikte helakine, yerin dibine geçmesine
sebep olmuştur. (Konuk 1940/2010b, s.111)
Şükürde önemli olan ilişki kurulan nesnenin hakikatine vakıf olmaya çalış-
maktır. Burada ki mihenk taşı nesne ya da insanın içindeki ışığı, nuru fark etmek
sonrasında da bunların ilk ve asıl kaynağı olan yaratıcıyla bağlantı kurmaktır.
(Merter, 2102:271)“Eğer siz Allah’a güzel bir borç verirseniz Allah onu size kat
kat öder ve sizi bağışlar. Allah şükrün karşılığını verendir, halimdir (hemen ceza-
landırmaz, mühlet verir). (Tegabün, 17/108) Ayet-i kerimesinde ifade edilen Al-
lah’ın isimlerinden eş Şekur (şükredilen) gölgeleri bertaraf eden, şükür nurunu
kalplere yerleştiren manasında da düşünülebilir. (Merter, 2012, s.271)
Aslında nesneye, eşyaya odaklanıp üzerinde tefekkür etmek kişiyi yavaş ya-
vaş şükür hâline getirir. Tasavvuf ehlinin bir nesneyi eline aldığında veya birisine
verdiğinde hafifçe öperek alıp vermesi dikkate şayandır. Şayet nesne ile tefekkür
sonucu ilk birey bağlantıyı kurabilirse sonrasında kişi için dünya bambaşka bir
anlam kazanır. Nesne dile gelir âdetâ. Burada en küçük bir ayrıntı bile kişinin
şükür hâline geçebilmesi için bir vesile olabilir.
Tüketim toplumunun yok edici varoluş tarzıyla vampir sembolizmi arasında
ilginç bir benzerlik vardır, ilkel bir tekâsür (açgözlülük saplantısı) hâliyle dünya-
nın mecazi manada kanını emen insan, karanlık gecelerin varlıkları vampirlere
benzetilebilir. Bu durumdan kurtulmanın yolu küfür, örtme hâlinden, şükür, orta-
ya çıkarma hâline geçebilmektir. Güneşin ortaya çıkmasıyla vampirlerin yok
olması gibi insanı vampire dönüştüren gölge varlıklar, mevhum (hayali) benlik
kaybolur ve eşyanın nuru, hakikati ortaya çıkar. (Merter, 2012, s.271) Burada
sahip olunan eşyanın hakikatine vasıl olmak şükürle gerçekleşir.
Nimete şükrün önemini Mevlana çok net bir biçimde anlatmaktadır. “Nime-
te şükretmek nimetin kendisinden daha hoştur. Şükür seven kimse şükrü bırakır
da nimet tarafına gider mi? Şükretmek nimetin canıdır. Nimet ise deri gibidir,
kabuk gibidir. Çünkü seni dostun kapısına ancak şükür götürür. Nimet insana
gaflet verir. Şükretmek ise uyanıklık getirir. Sen aklını başına al da şükür tuzağı
ile nimeti avla!” (Mevlana, 1273/2016 beyit.2895 )
Mesnevi’de şükrün daha ileri boyutuna da değinilmektedir. “Şükür, nimetle-
ri avlayıp bağlamaktır. Kişi kendisinde şükür sedasını işittiğinde birçok güzellikle

356
Pozitif Psikoloji ve Maneviyat Psikolojisi Açısından Şükür

karşılaşır. Yaratıcı bir kulunu sevince ona bela verir. Eğer sabrederse manevi
olarak derecesini yükseltir ve eğer şükrederse onu seçkin kullarından kılar. Bazı-
ları Allah’ın lütfuna bazıları da Allah’ın kahrına şükrederler. Onların her ikisi de
hayırlıdır. Zira şükür öyle bir ilaçtır ki kahrı lütfa tebdil eder (değiştirir).” (Ko-
nuk, 1940/2018, s.47)
Şükür ile birebir bağlantısı olan hatta şükrün devamı niteliğinde olan hamd;
övgü ve medh anlamındadır. Nesne ya da insan ile ilk bağlantıyı kurup hedefe,
kaynağa ulaştıktan sonra insanın içindeki bir şeyler susuyor, ölüyor, sönüyor
olabilir. Yani arzu ve isteklerin yoğun ateşi ile yanan nefs-i emmare, nar’dan
(ateş) nura (ışık) ulaştığında, huzur bulduğunda doğal olarak bireyde tecelli eden
hal hamd’dir. Bu aşamada kâinatta övgü ve senaya layık olan varlığın sadece
Allah olduğu hissedilir. (Merter, 2012, s.273)
Bazen şükür nimeti kişinin dünyasında o kadar artar ki bu nimetlerin çoklu-
ğundan bireyin gözü doyar ve hemcinsine karşı bey ve mülk sahibi olur ve birçok
ihsan edilen nimeti ihtiyaç sahiplerine dağıtır. Hakkın manevi ikramlarından o
kadar doymuş olur ki bu durumda bireyden yemek oburluğu, halkın kapılarını
çalarak dilencilik etmek oburluğu gider. (Konuk, 1940/2010b, s.137)
“Hak Teâlâ sizin üzerinizde zahiri ve bâtıni olan nimetlerini tamam etti”
(Lokman, 32/20) ayet-i kerimesince beyan buyrulduğu üzere insana maddi ve
manevi olarak vermediği nimet bırakmadı. Buna şükretmek her insanın boynunun
borcudur. Yoksa birtakım münkirlerin yaptığı gibi Halik’a karşı direnme, itiraz
ve yüzünü ekşitmek küfran-ı nimettir, şükür değildir. (Konuk, 1940/2010b, s.22)
“Eğer şükrederseniz nimetimi ziyadeleştiririm, şayet küfrederseniz (şükür-
süzlük ederseniz) şiddetli bir azap vardır.” (İbrahim, 7/17) Kendilerine peygam-
ber de indirilen Sebe halkı bu konuda önemli bir örnektir. Onların meskenlerinde
ayet-i ilahi olarak sağdan ve soldan bahçeler var idi. Hak Teâlâ; Rabbinizin rız-
kından yiyiniz ve ona şükrediniz. Belde iyidir ve Rab gafurdur.” (Sebe, 34/15)
Buyurduğu ayet-i kerimesinde Yemen civarında yaşayan bu halkın çok güzel
nimetlerle serfiraz kılınmaları, bolluk ve bereket içerisinde yaşamalarına rağmen
Allah’ın lütuflarına şükretmemeleri nedeniyle başlarına gelen hal (fırtına yoluyla
helak olmaları) tasvir edilir. (Konuk, 1940/2010a, s.89)
Şükür ve küfran-ı nimet Mesnevi Şerifte köpek sembolizmi üzerinden anlatıl-
maktadır. “herhangi bir köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek atılırsa o köpek artık o
kapının önünde o lokmanın şükrünü ifa için bekçilik hizmetine müheyya olur. Köpek
iyilik gördüğü bir kapıdan her ne kadar eza, cefa ve şiddet görse de yine o kapıya
tecavüz edenleri menetmek için bekçilik ve muhafızlık vazifesini bu iyiliğe şükür

357
Pozitif Psikoloji

olmak üzere baki kılar. O köpek iyilik gördüğü kapıdan ayrılmaz ve başka bir yere
gitmeyip sabır ve sebat eder. Mahalle köpekleri o yabancı köpeği te’dip edip derler
ki: “ Ey köpek, ilk bulunduğun mahalde sana ekmek verip beslediler. Niçin o nimet
gördüğün kapıda bekçilik vazifesini terk edip nankörlük ettin. “ O nimetin hakkını
ödemek gönlün senin asıl vazifendir. Mahalle köpekleri şükür görevini yerine getir-
mek için “yerine dön, nimetin hakkını daha ziyade tenzil etme!” diye havlayıp o ya-
bancı köpeği ısırırlar. (Konuk, 1940/2010b, s.89) Nimete küfredip gerçeği örteni,
şükürsüzlük edeni köpekler dahi cezalandırmaktadır
Şükür, hem kavli (söz ile) hem de fiili (davranış) olur. Kavli şükür, yaratıcı-
nın sunduğu nimetleri ihvanı (kardeşleri) arasında dil ile izhar (ifade) etmektir.
Fiili şükür ise ihsan (iyilik etme), ata (bağışlama)ve ilim öğrenmektir. “Rabbinin
nimetini haber ver.” (Duha, 93/11) Ayet-i kerimesinde bu iki çeşit şükre işaret
buyrulmaktadır. “Allah Teâlâ kulu üzerinde olan nimetin eserini yediği ve içtiği
mahalde görmeye muhabbet eder.” (Tirmizi, Edep/ Ebu Davud, Libas) Hadis-i
şerifi fiili şükre işaret etmektedir. “Bir kimseye bir nimet verilir de onu dile geti-
rirse onun şükrünü yerine getirmiş olur. Eğer onu kimseye söylemeyerek gizlerse
nankörlük etmiş olur. (Ebu Davud, Edep:11) İlmi şükür -ki şükrün hakkıdır-
nimeti Allah’tan bilmektir. Kul nimeti Allah’tan bildiğinde hakkıyla şükretmiş
olur. (Arabi, 1240/2015, s.170)
Şükürle ilgili çok önemli bir noktayı da “Kula şükretmeyen kimse Allah’a
şükretmez. (Tirmizî, Birr, 35) ” Hadis-i şerifi açıklamaktadır. Halk, Hakk’ın sıfat
ve isimlerinin yansımasıdır. Ondan görünen ahval ve parıltılar Hakk’ın sıfat ve
isimlerinin akisleridir. O kişiden zahir olan ihsana teşekkürü terk etmek Hakka
olan teşekkürü terk etmek olur. Hakikatte kulun vücudu mevhum (hayali) bir
varlıktan ibarettir. Ef’ali (davranışlar) ilahiye bu yaratılmış olan âlemde ancak
alet gibi olan kulların bu vücudat-ı ilahiyeleri (ilahi varlıkları) ile zahir olur. (Ko-
nuk, 1940/2010a, s.425)
Gerçi bu hakikate vakıf olan mün’im (nimet veren) kimseler “Biz, size an-
cak Allah’ın yüzü suyu için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür
istemeyiz” (İnsan 76/9) derler. Mademki halkın vücutlarında zahir olan ihsan ve
nimetler hep hakiki vücut sahibi olan hakkındır. Hakikatte halka dönen bu şükrü
ifa etmek, lütuf gören kimselerin borcudur.
Halktan sana gelen nimetlerde Hakk’a şükret ki o mazhardan sana mün’im
(nimet veren) ism-i şerifi ile tecelli buyurdu. Fakat sana elinden nimet vasıl olan
efendinin şükrünü dahi zikr et, ona da teşekkürünü unutma! (Konuk, 1940/2010a,
s.425)

358
Pozitif Psikoloji ve Maneviyat Psikolojisi Açısından Şükür

Vaktaki insanlar kıyamet gününde toplanır. Kendisine Hakk’ın kullarından


bir kul tarafından ihsan edilmiş olan bir kul getirilir. O kimseye denilir ki: o kula
teşekkür ettin mi? O, cevaben der ki: “Ya rab ben bildim ki o ihsan senden idi.
Bineanaleyh o ihsan üzerine sana şükrettim. Allah (cc) buyurur ki; “İhsanı kendi-
sinin eli üzerine cari kıldığım o kimseye şükür etmediğin vakit bana şükür etme-
miş olursun.” (Konuk, 1940/2010a, s.427)
Burada Allah Teâlâ, insana “kulumun yaptığı ihsana karşı şükretmeyerek
bana da şükretmedin” mesajı vermektedir. Kamil insanlar hem Allah’ı hem de
sebebi görebilir. Gerçekte Allah’a şükrederken Allah’ın kullarına olan emriyle
sebebe şükrederler. Allah sebebe şükretmeyi emrederek “bana ve anne-babana
şükret” (Lokman, 31/14) buyurmuştur.
Üzüntü, keder ve gam durumlarında şükre devam etmek işin zor olan kısmı-
dır. Hatta manevi tekâmülde en önemli kısımlardan birisidir. Mesnevi’de bu du-
rum şöyle izah edilmektedir.
Eğer seni gam tutarsa Hakk’ın lütuflarını hatırlayıp hamd ve şükürden gafil
olma! Zira daima sürur ve mutluluk ile mamur olan cisimlerde köpek mesabesin-
de olan nefisler ve onun ısırıcı olan sıfatları faaliyettedir. Gamlı ve kederli olan
cisimlerde nefislerin şiddeti ve kuvveti kırılmış ve harabeye dönmüştür. Böyle
cisimlerde izzet ve nur-i ruh hazinesi ve definesi vardır. (Konuk, 1940/2010,
5.cilt, s.427) Abdülkadir Geylani, “dert gelince onu sabırla karşıla ve deva gelin-
ce onu da şükürle karşıla. Bu hâl üzere olursan dünya hayatında mes’ud olursun.
Zira sabır ve şükür mutluğun anahtarıdır” der. (Geylani, 1166/2017, s.24)
Yaratıcıya kendini yakın hisseden kişiler Hakk’tan gelenlerin hepsini; nimet,
azap, rahmet veya zahmet de olsa ilahi bağış ve Rabbani rahmet bilirler. İbn-i
Arabi Futühat- Mekkiye’de “Kullarımdan şükredenler azdır” ayet-i kerimesinin
tefsirini şöyle açıklamaktadır: Şekur olan (şükreden) çok has kimse vardır. Bunlar
kendileri ve diğer Allah kulları hakkında Allah’tan her ne sadır olduysa hepsini
ilahi bir nimet olarak görürler. Bunlar hangi hâlde olurlarsa olsunlar, şükrederler.
Allah kulları içinde bu sınıf az olduğu için Allah, bu ayeti buyurmuştur. (Ankara-
vi, 1631/2012, s.265)
Arabi’ye göre insan bütün ömründe çeşitli şekillerde rahatlık ve nimet içinde
yaşasa asla nimeti verene şükretmek hatırına gelmez. Zira bu nimetlerin kadrini
bilmez. Ancak bunların zıddı olan elem ve azaba duçar olduğu vakit rahat ve
nimetin kadir ve kıymetini bilir. Ömrü boyunca hiç hastalık çekmemiş olan kimse
sıhhatin kadrini bilmez. Hastalık gelince sıhhatin yeniden gelmesi büyük bir has-
ret içindedir. Zira eşya zıddıyla anlaşılır. İnsan nimetler içerisinde yüzerken ken-

359
Pozitif Psikoloji

disine nikam (öç almalar) gelince nimeti verenin kadrini bilip ona şüküreder.
(Konuk, 1940/2010a, s.123)
Nimetlere gark olan süslü elbiseli beylerin çoğu azgın ve tağidir (isyan
eden). Onlar içinde nimetten dolayı Hakka şükreden şükrü güzel amelleriyle teyit
eden pek azdır. Nitekim Hak Teâla “kullarımdan devamlı olarak şükredenler az-
dır.” (Sebe, 34/13) Zira dünya nimetleri Hakka hicap (örtü) olur. (Konuk,
1940/2010b, s.167) Buyurur.
Yaratıcı Hz. Davud’a vahyedip “Ya Davud bana şükret!” dedi. Hz. Davud:
“Allah’ım sana nasıl şükredeyim? Çünkü benim sana olan şükrüm senin katından
şükrü gerektiren bir nimettir” dedi ve Cenab-ı Hak ona “işte şimdi bana şükrettin”
diye vahiyde bulundu. Bu hadis-i şerife göre şükreden nimetin şükründen dolayı
kendini aciz görmelidir. Bu yüzden “şükreden şükründen dolayı aczini görür de-
mişlerdir. (Ankaravi, 1631/2012, s.265)
Geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanan Hazreti Peygamber, ayakları
şişinceye kadar gece namaz kılardı. Bu durum hakkında ona bir şey söylendiğin-
de “ şükreden bir kul olmayayım mı?” derdi.
Şükür, şükran günü vb. kavramlar pozitif psikolojini gündemine alığı,
önemsediği şeylerdendir. Ancak İslâm maneviyatı psikoloji bağlamından bakıldı-
ğında önemi daha da iyi anlaşılacaktır.

1.1. Maneviyat ve Nefs Psikolojisi Temelli Gülümseme ve


Şükür Egzersizi
Masmavi gökyüzü
Pırıl pırıl gün ışığı
Yerde sararmış topraklar
Bir sonbahar klasiği
Hayat bu
Su gibi aziz, ekmek gibi mübarek
Bin şükür gerek (Taştan, 2016, s.117)

Depresyon yaşayan birey terapi sürecinde günde en az bir defa sabah kalkın-
ca bu egzersizi uygular. Aynanın karşısına geçip en az iki dakika kendine gülüm-
ser. Sonrasında bir yere oturup Yaratıcı’nın kendisine sunmuş olduğu güzellikleri,
imkânları, nimetleri düşünür. Birkaç dakikalık bu tefekkürden sonra “Allah’ım
bütün bu güzellikleri bana sunduğun için sana teşekkür ederim.” diyerek uygula-
mayı tamamlar. Bir hafta sonunda bireyde belirgin bir olumlu odağa yönelme ve

360
Pozitif Psikoloji ve Maneviyat Psikolojisi Açısından Şükür

sahip olduklarını fark etme anlayışına sahip olma gözlenir. 30 günlük süreçten
sonra haftada bir iki defa “gülümseme ve teşekkür” egzersizi yapılması yeterlidir.
Yüzlerce terapide bu egzersiz kullanılmış ve olumlu sonuçlar alınmıştır.
Hz. Peygamber aynaya baktığında “Yüzümü güzelleştirdiğin gibi ahlakımı
da güzelleştir.” (İbn Hanbel, Müsned, 1/403) Şeklinde dua etmiştir. Bu dua hem
bedene ait güzellik nimetinin idrakine vurgu yaparak şükrü yansıtırken hem de
ahlak güzelliğinin daha da önemli bir güzellik olduğuna dikkat çekerek bireyi,
asıl gayenin bu istikamette olması gerektiği şeklinde gizil bir yönlendirmeye tabi
tutmuştur. Özellikle beden odaklı yaşayan ergenlerde ve gençlerde bu bakış açısı-
nın sağlanmasının önemli olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Hep daha iyisine
sahip olma isteği modern toplumların en önemli açmazlarından birisidir. Bu du-
rum bireyin andan koparak elindekilerin değerini bilmemesine yol açtığı ve sü-
rekli gelecekte yaşayarak anksiyöz bir ruh hâline bürünmesine de neden olabilir.
Sanayi toplumuna girişle birlikte gülümsemek, gün içinde en çok kaçınılan
davranış durumuna gelmiştir. Hâlbuki gülümseme bireyi ruhen rahatlattığı gibi
etrafa da olumlu sinyaller yayar. Güne gülümseyerek başlama birçok terapide
kullanılan bir yöntemdir.
Güler yüzlü olmak vücut ağrılarını azaltır, kalbi güçlendirir, kişiyi rahatlatır,
kişinin daha mutlu olmasını sağlar, bağışıklık sistemini güçlendirir, hastalıklara
yakalanma riskini azaltır ve yorgunluğu giderir. (Atak, 2016, s.30)

SONUÇ
Şükür konusu uzun yıllar ilahiyat ve felsefe alanının ilgilenmesi gereken değer
olarak algılanmış ve psikoloji sahasında gerekli araştırma ve çalışmalar yapılma-
mıştır. Transpersonel (Benötesi) Psikoloji yaklaşımının 1960’lı yıllarda psikolojinin
dördüncü gücü olarak ortaya çıkmasından sonra maneviyat ile ilgili bazı değerler
araştırılmaya başlanmıştır. 2000’li yıllara gelindiğinde poztitif psikoloji yaklaşımı-
nın; adalet, aşkınlık, cesaret, ölçülülük, insanlık ve hikmeti temel erdem olarak
belirlemesiyle birlikte “şükür” de bu erdemlerin alt erdemi olarak yer almıştır. An-
cak pozitif psikolojinin yakın dönemde fark ettiği bu erdemler ve özellikle şükür,
İslâm dininin yüce kitabı Kur’an’ı Kerimin yaklaşık 66 ayetinde yer almıştır. Bir-
çok hadis-i şerifte ve tasavvufi kaynakta şükürle ilgili psikolojik değerlendirme
yapılabilecek ögeler mevcuttur. İnsanlara teşekkür ile başlayan şükür ve minnettar-
lık şükran duygusu ile zirveye ulaşmaktadır. Bazı psikiyatristler şükür ve minnettar-
lığı akıl sağlığının sağlamlık belirtisi olarak da görmüşlerdir.

361
Pozitif Psikoloji

Minnet hissinin gelişimi, psikolojik sağlığın da temel ölçütüdür. Bir kimse-


nin kendisine yapılan iyiliğe verdiği cevap, onun psikolojik olgunluğu hakkında
en sağlam kaynaklarımızdandır. Mesleki bilgi ve tecrübem, bir kimsenin psikolo-
jisine normal, kişiliğine sağlıklı diyebilmemiz için onda, belli ölçülerde şükran
duygusunun, minnet hissinin gelişmiş olmasını şart koşuyor. Kendisine bahşedi-
len hayat nedeniyle Yaratıcısına samimiyetle şükreden, başka insanlardan, diğer
canlılardan gördüğü iyilikler karşısında içtenlikle teşekkür edebilen kimse hak-
kında içimiz büyük ölçüde rahat olabilir. (Göka, 2019 s.172)
Bu önemli değerin tam manasıyla fark edilmesiyle birlikte psikolojik bağ-
lamda bireyde iyi hissetme ve yaşanan acı ve sıkıntılara dayanaklık gücü de arta-
caktır. Dolayısıyla bu konu ile ilgili derinlemesine araştırmaların yapılmasına
ihtiyaç vardır.

ÖZET
Psikolojik sağlığın göstergesi olan şükür, psikoloji alanında uzun yıllar
önemli görülmemiş ve birçok erdem ile beraber gözardı edilmiştir. Ancak 1960’lı
yıllarda Transpersonel psikoloji yaklaşımının ortaya çıkmasıyla birlikte manevi
duygu ve değerlere yöneliş başlamış, 1980’li yıllarda pozitif psikoloji yaklaşımıy-
la şükür önemli bir değer olarak algılanmaya başlanmıştır. Seligman şükrü, “ken-
disi dışındakilerin ahlâkî karakterindeki güzelliği fark etme, değerini anlama”
şeklinde ifade etmiştir. Fakat şükür ile ilgili çalışmalar hâlen yeterli düzeyde de-
ğildir. Şükür ile ilgili İslâm ve tasavvuf merkezli çalışmalara bakıldığında büyük
bir derya ile karşı karşıya kalınmaktadır. Zira Hz. Peygamber “Şükreden bir kul
olmayayım mı?” beyanıyla şükrün önemini vurgulamıştır. Tasavvuf psikolojisin-
de şükür manevi tekâmülün sonucunda gerçekleşen bir süreçtir. Hamd (övgü) ile
birlikte anılan şükür, teşekkür şeklinde insanlara gösterilen minnet ile başlar ve
Yaratıcıya karşı hamd ve teşekkür ile son bulur.
Anahtar Kelimeler: Transpersonel Psikoloji, Pozitif Psikoloji, Minnet, Küfr, Hamd,

KAYNAKLAR
Ankaravi, İ. (2012). Mevleviler Yolu, (M. Kanar. Çev.) İstanbul: Şule Yayınları,
Atak, M. (2016). Öğrenci Olma Kılavuzu, İstanbul: Elit Kültür Yayınları
Atak, M. (Ed.). (2016). Maneviyat Psikolojisi I, İstanbul: Elit Kültür Yayınları
Atak, M. (Ed.). (2019). Maneviyat Psikolojisi III: Evlilik ve Aile, Kayseri: Kimlik Yayınları

362
Pozitif Psikoloji ve Maneviyat Psikolojisi Açısından Şükür

Ayten, A. (2019). Dinlerin Erdemi Pozitif Psikolojide Arzı Endam Eyledi, İstanbul: İbn
Haldun Üniversitesi Açık Medeniyet Gazetesi, Yıl. 2, Sayı. 13
Bulut, S. (2019). Pozitif Psikolojinin Doğuşu, İstanbul: İbn Haldun Üniversitesi Açık
Medeniyet Gazetesi, İstanbul, Yıl. 2, Sayı. 13
Canan, İ. (1998). Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Ankara: Akçağ Yayınları
Emmons, R. A. Crumpler, C. A. (2000). “Gratitude as Human Strength Appraising The
Evidence”, Journal of Social and Clinical Psychology,
Emmons, R.A. (2009). “Gratitude”, InShane J. Lopez (Ed.), The Encylopedia of Positive
Psychology. Blackwell Publishing,
Gazali, M. (1111/2005). Kalplerin Keşfi, (A. Duran. Çev.). İstanbul: Yeni Şafak Gazetesi
Yayınları
Geylani, A. (1166/2017). Geylani Külliyatı, (M. Eren. Çev.). İstanbul: Gelenek Yayınları
Göcen, G. (2016). Kadirşinaslık ve Öznel İyi Oluş: Suça Sürüklenen Çocuklar Üzerine
Nicel Bir Araştırma. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 2016, 5 (2),
s. 966-990.
Arabi, M. (1240/2015). Fütuhat-ı Mekkiye: Nefs Terbiyesinin Esasları, (E. Demirli.
Çev.). İstanbul: Litera Yayınları
Konuk, A. (2010). Mesnevi Şerif Şerhi, (VI. Cilt) (M. Tahralı. Çev.). İstanbul: Kitabevi
Konuk, A. (2010). Mesnevi Şerif Şerhi, (VI. Cilt) (M. Tahralı. Çev.). İstanbul: Kitabevi
Konuk, A. (2018). Fi hi Mafih, Şerhi, ( S. Eraydın. Çev. ). İstanbul: İz Yayınları,
Merter, M. (2009). Dokuzyüz Katlı İnsan, İstanbul: Kaknüs Yayınları,
Merter, M. (2012). Nefs Psikolojisi, İstanbul: Kaknüs Yayınları,
Mevlana, C. R. (1273/2016). Mesnevi Şerif, (3-4. Cilt). (Ş. Can. Çev.). İstanbul: Ötüken
Yayınları,
Ok, Ü. (2019). Pozitif Psikoloji mi? Negatif Psikoloji mi? İstanbul: İbn Haldun Üniversi-
tesi Açık Medeniyet Gazetesi, Yıl. 2, Sayı. 13
İsfehani, R. (1108/2014). Müfredat-Kur’an Kavramları Sözlüğü, (II.cilt). İstanbul: Çıra
Yayınları.
Sarı, T. Yıldırım, M. (2017). Pozitif Bir Karakter Gücü Olarak Şükür: Mental İyi Oluş
Ve Bazı Demografik Değişkenlerle İlişkisinin İncelenmesi. TheJournal of Academic
Social Science Studies.
Seligman, M. (2002) Authentic Happiness: Using The New Positive Psychology To Reali-
ze Your Potential For Lasting Fulfillment. New York: Free Press.
Şiir sitesi, Erişim Tarihi: (31.03.2020) (http://siir.sitesi.web.tr/faruk-nafiz-camlibel/hamd-
u-sena.html
Taştan, A. V. (2017). Kendimce, Kayseri: Kimlik Yayınları
Yıldız, B. Arda, Ö. A. (2018). Algılanan Aşırı Nitelikliliğin Yenilikçi İşyeri Davranışları
Üzerindeki Etkisinde Kolektif Şükranın Rolü. Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları
Dergisi. 16 (2), 141-161.
Diyanet İşleri Başkanlığı Kuran Meali Erişim Tarihi: 31.03.2020 https:// webdos-
ya.diyanet.gov.tr/kuran/kuranikerim/dosyalar/document/kuran_meal.pdf

363
18 POZİTİF PSİKOLOJİ VE UMUT

Thseen Nazir

Bu bölümü okuduğunuzda
1. Pozitif psikoloji ve umut kavramını,
2. Umudun hayatımızdaki önemini,
3. Umudun çok boyutlu doğasını,
4. Olumlu umuda neden ihtiyacımız olduğunu
5. Bir karakter gücü olarak umudu,
6. Yanlış umut ve etkilerini,
7. Umut ölçmeyi öğreneceksiniz.

GİRİŞ
Hepimiz cennette mutlu bir şekilde yaşayan Adem ile Havva’nın yasak
meyveyi yedikten sonra Allah’ın gazabına uğrama ve cennetten kovulma hikâye-
sini biliyoruz. Mitolojik rivayetlere göre Adem ve Havva yıllarca bu dünyayı
merak eder. Allahın onları affedeceğini ve mutlu bir şekilde tekrardan cennete
gideceklerini umut ederler. Bu onları hayatta tutan en yegane düşünceydi. Diğer
bir mitolojik örnek ise Yunan miti Pandoradır. Zeus tarafından asla açmaması
söylenerek elinde bir kutuyla dünyaya gönderilen bir kadın olan Pandora, umutla
alakalı ilk örneklerdendir. Zeus’un onun için önceden hazırladığı kaderi yaşamak
üzere Pandora kutuyu açar ve kutunun içinden dünyanın bütün kötülükleri, hasta-
lıkları, nefreti, düşmanlığı ve kıskançlığı tüm dünyaya saçılır. Kutudan saçılanları
gören Pandora, kapağı kapatmak için koşar lakin umudu kontrol altına almayı
başarabilir sadece.
Günümüz dünyasında toplum; küresel ısınma, doğal afetler, ekonomik dur-
gunluk, evsizlik, terörizm ve savaşlar gibi pek çok sorunla karşı karşıya kalmak-
tadır. Bu üzüntü ve dehşetle dünyada bilim; mutluluğu, iyiliği, kişisel büyümeyi
ve 'iyi yaşamı' test etmek üzerine kurulu modern gündeme uyuyor mu? Sokrates,

365
Pozitif Psikoloji

Aristoteles ve Platon’a göre insanlar erdemli bir yaşam sürdürdüklerinde otantik


olarak mutlu olacaklardı. Epikuros ve daha sonraki faydacı yaklaşımı, mutluluğun
gerçekten olumlu duyguların ve zevklerin bolluğu olduğunu savunuyordu.

1. POZİTİF PSİKOLOJİ VE UMUT


Pozitif psikoloji, Seligman ve Csikszentmihalyi (2000) tarafından nispeten orta-
ya konulan yeni bir psikoloji alanıdır. Pozitif psikoloji; akıl sağlığı kavramıyla uğ-
raşmak yerine tatmin edici bir hayata yol açan faktörlerle ilgilenir. Pozitif psikoloji,
optimal insan işlevselliği çalışması olarak tanımlanır (Linley, 2006) ve insanların,
grupların, kurumların gelişmesine katkıda bulunan koşullara, süreçlere ve aynı za-
manda bunların olumlu gelişimsel sonuçlarının anlaşılmasına, kolaylaştırılmasına
odaklanmaktadır (Gable, 2005; Seligman, 2011). Pozitif psikoloji, psikologların dik-
katini; uyumsuz davranış, olumsuz düşünme ve zihinsel ıstıraptan refah ve yaşamı-
mızı yaşamaya değer kılan diğer faktörlere yönlendirerek psikolojide önemli bir deği-
şiklik yapmıştır. Bununla birlikte yaşamın olumlu yönlerine odaklanmak kesinlikle
modern bir buluş değildir. Mutluluk ve doyum meseleleri insanlara eskiden beri me-
rak uyandırıyor. Mutluluk ve esenlik hakkındaki felsefi düşüncenin kökleri eski za-
manlara dayanır. İki temel antik yapıdan biri, Aristoteles'in saadet eudaimonia’sıdır;
bu, erdemli ve anlamlı bir yaşamdan kaynaklanan ve ahlaki mükemmellik arayışı ile
bağlantılı mutluluktur. Diğeri ise duyusal zevkle elde edilen mutlulukla ilgili olan
Epikuros'un hedonizmidir. Ancak son zamanlarda mutluluk konusu bilimsel ilgi
görmeye başladı. Hümanistik psikoloji, olumlu kişilik özelliklerinin incelenmesine
önemli bir katkı sağladı. Hümanistik psikolojinin önde gelen kaynaklarından biri
Abraham Maslow'un çalışmasıdır. Maslow, 1954'te yayınlanan Motivasyon ve Kişi-
lik alanında “pozitif psikoloji” terimini ilk kullanan şahıs oldu. Bir başka değerli kay-
nak ise tamamen işlevsel bir insan kavramını ortaya çıkaran hümanist psikolojinin
kurucularından Carl Rogers'ın (1961) çalışmasıdır. Örneğin, deneyime açık olan ve
“en iyi benliğini” elde etmek için bu deneyimi doğru bir şekilde yorumlayabilen kişi.
Viktor Frankl (1992), insanın anlam arama motivasyonundan (“anlam arzusu”) yarar-
lanan bir psikoterapi modu kurarak olumlu bir mesaj verdi. Ayrıca, 1950'ler ile
1980'ler arasında sağlık psikolojisi alanına da önemli katkılar yapılmıştır. Bu katkılar
özellikle zihinsel ve fiziksel sağlığı koruyucu faktörlere dikkat çekti (Anto-
novsky,1984; Jahoda,1958; Kobasa 1982; Lazarus, 1984; Rotter,1966). Pozitif psiko-
logların önde gelen öncülleri arasında olan, kişilik gelişimi ve olgunluğuna odaklanan
Allport (1961), Greenberger (1984), ergenlikte çok boyutlu bir psikososyal olgunluk
modelinin yazarı (boyutlar mevcut karakter güçleri anlayışına benzer), ve kişisel
gelişim anlayışı, bireyin sürekli gelişime, insanlara ve olaylara karşı açıklığa ve bi-
linçli genişleme ve iyileştirmeye yönelik doğrudan katılımını ifade eden Ryff

366
Pozitif Psikoloji ve Umut

(1989).Yaşam anlamlılığı konusu Baumeister (1991) ve Yalom (1980) dâhil olmak


üzere bir dizi varoluşçu psikolog ve psikoterapist tarafından ele alınmıştır. Pozitif
psikoloji bilimi, 21. yüzyılın başında ABD'de doğdu. Gelişimi, öznel iyi oluş da dâhil
olmak üzere olumlu kişisel özelliklere ve yaşamın yönlerine odaklanan araştırmacılar
tarafından tetiklendi (Diener, Suh, Lucas ve Smith, 1999), iyimserlik (Peterson,1991;
Scheier,1985; Seligman,1991), motivation (Deci,1985), yaratıcılık ve akış (Csiks-
zentmihalyi, 1990), pozitif duygular (Fredrickson,1998; Isen,1993), ve olumlu genç-
lik gelişimi (Larson,2000). Pozitif psikolojinin başlatıcılarının ana fikri, dikkati psiko-
lojik araştırmaya egemen olan negatifliğe odaklanmaktan uzaklaştırmak ve onu ya-
şamın ve toplumun refah, iyimserlik ve özlemlere odaklanan ihmal edilmiş yönlerine
çevirmekti. Pozitif psikoloji araştırmalarının son yirmi yılı, çeşitli mutluluk teorileri-
nin geliştiğini gördü. Seligman (2002), bireyin mutluluğunun üç ayrı ögede analiz
edilebileceği bir Otantik Mutluluk teorisi önermiştir: olumlu duygular, bağlılık ve
anlam. Son araştırmalar, hem hedonik (iyi hissetme) hem de mutluluğun eudaimonik
(iyi işleyen) bileşenlerini kapsayan daha geniş gelişen kavramları için bir tercih gör-
dü. Keyes (2002), gelişmeyi yüksek seviyelerde duygusal iyi olma, psikolojik iyi
olma ve sosyal iyi oluşun bir kombinasyonu olarak tanımlamıştır. Flourish adlı kita-
bında Martin Seligman (2011) tarafından daha geniş bir mutluluk kavramı ortaya
konmuştur. Seligman’ın PERMA modeli, mutlu ve tatmin edici bir yaşamın beş bile-
şenini ayırt eder: Pozitif duygular, bağlılık, ilişkiler, anlamlar ve muvaffakiyet.
Huppert ve So (2011) gelişen kavramları kavramsallaştırmak için on özelliği ilişki-
lendirmiştir: olumlu duygular, bağlılık, anlam, yetkinlik, duygusal istikrar, esneklik,
iyimserlik, canlılık, öz saygısı ve pozitif ilişkiler. Umut kavramı üzerine var olan
araştırma, refahın hem hedonik hem de eudaimonik bileşenlerinin yaşamda gelişme-
ye önemli ölçüde katkıda bulunduğunu göstermektedir (Delle, 2011; Wissing, 2014).
Pozitif psikolojinin ele aldığı ana konulardan biri umut olgusudur. Umut
psikolojisi, dünya çapında çok sayıda bilim adamı tarafından geliştirilen dinamik
bir araştırma dalı hâline gelmiştir. Bu bilim adamlarından yüzlerce araştırmanın
umut araştırma bulguları, umut projeleri ve müdahalelerin üzerindeki katkıları
yakın zamanda Bormans tarafından özetlenmiştir (2016).

2. UMUT
Umut, birçok insanın insanlığın evriminden bu yana anlamakta zorlandığı ve
günlük yaşamıların içinde uygulamak için mücadele ettiği bir kavramdır. Psiko-
loglar umudu dinamik bir bilişsel motivasyon sistemi olarak tanımlar; yani bilgi
edinildikten sonra duygular hissedilir. Umut yoluyla, bir kişi hedefler belirleyebi-
lir ve bu hedeflere ulaşmaya doğru hareket edebilir - spor, iş, akademisyenler,
ilişkiler veya kişisel tutkular da dâhil olmak üzere yaşamın herhangi bir yönüne

367
Pozitif Psikoloji

uygulanabilecek hedefler. Umut sahibi olmak, bireyin bir şeye arzusu olduğu
anlamına gelir ve en azından bu arzunun gerçekleşme olasılığına inanır. Umudun
temel tanımı zamanla çok az değişmiştir. Umut, birçok mit ve dinde yer alır. Psi-
kologlar, insan davranışındaki rolünü anlamaya çalışarak umut fikrini incelediler.
Ezra Stotland, 1969'da bir başlangıç ölçüm aracı sağlaması sayesinde umudu
ölçmenin çeşitli yöntemleri ortaya çıkmıştır. Stotland, bireyin hedefe ulaşma algı-
sının umudun varlığını etkilediğini savur.
Umut'un birçok özelliği vardır: umutlu düşünme, duygu veya kişilik özelliği
olarak görülebilir. Alternatif olarak bizi aşan bir şey, nihai hedeflerimize ve ma-
neviyatımıza yakın bir şey olarak görülebilir. Olumlu bir beklenti ve belirli bir
şeyin gerçekleşme arzusu olarak umut; felsefe, teoloji, dinî çalışmalar, antropolo-
ji, davranışsal ve diğer sosyal bilimlerde önemli bir rol oynar. İlerleyen sayfalarda
umut için değişik teorik yaklaşımlar sunulmaktadır. Farklı gelişim aşamalarındaki
önemini, ruh sağlığı ve öznel iyi oluş ile ilişkisini ve umut ve anlamlılık, manevi-
yat, esneklik ve travma sonrası büyüme arasındaki bağlantıyı ortaya koyan çalış-
maların sonuçları da sunulmaktadır.
Umut, çok yönlü bir insani niteliktir. Genellikle olumlu bir duygu olarak ka-
tegorize edilir ve en çok, sıkıntının ve belirsizliğin olduğu durumlarda kendini
gösterir. Umut temel olarak bilişseldir ancak gelecekte elde etmek istediğimiz
şeylerin peşinden gitme motivasyonunu sağlayan duygusal bir yanı da vardır.
Diğer birçok duygu gibi, umut duygusunu da genellikle kontrolümüz olmadan
deneyimleriz. Öfkeye yakalandığımızda onu nasıl kolay kolay üzerimizden ata-
mıyorsak, kontrolümüzü nasıl kaybediyorsak veya neşeye kendimizi nasıl kaptı-
rıyorsak umduğumuz sonucun gerçekleşmeme ihtimalinin korkusuyla umut duy-
gumuzu bastırmamaya çalıştığımız hâlde ondan (umutlanmaktan) kendimizi alı-
koyamıyoruz. Fakat aynı zamanda umut, yaşamaya veya sürdürdürmeye kasten
karar verdiğimiz, yaşamayı veya sürdürdürmeyi bilerek seçtiğimiz bir durumdur.
Umutlanmadığımız takdirde oluşabilecek gerçek, psikolojik hatta ahlaki kötü
sonuçlardan korkarak umutlanmaya veya umudumuzu yitirmeyi reddetmeye karar
veririz. Bunun dışında, umutla baktığımız beklenti türleri, söz konumuz olan
duygunun karmaşık olduğu kadar çeşitlidir. Onlar bu dünyanın umutlarından -iş
yerinde terfi almak veya bir hastalıktan kurtulmak gibi- Tanrı'nın vaadinde yer
alan ilahi, manevi umutlara kadar uzanır. Umut, olumlu bir beklenti duygusu
olarak sınıflandırılabilir. Yani umut, henüz gerçekleşmemiş bir sonuca bağlı
olarak deneyimlenen olumlu bir duygudur.
Diğer olumlu beklenti duygularından bazıları da: arzu, istek ve iyimserliktir.
Son olanı da (yani iyimserlik) gündelik konuşmalarda umutla birbirinin yerine

368
Pozitif Psikoloji ve Umut

kullanılır: “Bu iş tanıtımını alacağım konusunda umutlu / iyimserim” veya “Ai-


lemin tatilde beni ziyaret edebilecekleri konusunda umutlu / iyimserim.” Umut
ve iyimserlik ya sadece eşanlamlı ya da farklı koşullar altında yaşanan, çeşitli
davranışlara yol açan birbirinden ayrı psikolojik durumlardır. İkincisi doğruysa
bu ayrımları anlamak, geleceğe dair olumlu duyguları sürdürmek için mücadele
eden bireylerle çalışan klinisyenler ve papazlar için önemli olacaktır.
Umut her zaman teologlar, filozoflar, sosyologlar ve son zamanlarda psiko-
loglar için ilgi odağı olmuştur (Scioli, 2009, 2010). Krafft ve Walker, umut üzeri-
ne (basında) felsefi ve teolojik bakış açılarını geniş ölçüde detaylandırdılar. Kla-
sik Yunan edebiyatında, Aristoteles umut ( elpis) kelimesini geleceğe dair hem
olumlu hem de olumsuz beklentileri kapsayacak şekilde kullanmıştır. Buna rağ-
men Aristoteles özel olarak geleceğe dair bir umut veya pozitif, güzel şeyleri
kastediyorsa genellikle euelpis, umutlu kelimesini kullanmıştır. İlginç bir şekilde
Aristoteles, korku yaşamadan kişinin gerçekten umut edemeyeceğini belirtir
(Gravlee, 2000). Hristiyan geleneğine göre umut, inanç ve sevgi (hayırseverlik)
ile birlikte üç teolojik erdemden birini oluşturur. Augustine, ümit, inanç ve sevgi-
yi erdemden ziyade 'zarif' olarak tanımlar. Sevgi ve umudun birbirine bağlı oldu-
ğunu ve aynı zamanda her ikisinin de inanca bağlı olduğunu iddia eder (Augusti-
ne, 1996). Thomas Aquinas, kişinin kendi çabasıyla elde edilebilen doğal erdem-
ler arasında bir ayrım yapar ve Tanrı'nın lütfu ile ortaya çıkan erdemleri ayırt
eder. İnfüzyon erdemleri teolojik erdemlerden - inanç, umut ve sevgi - ve kardi-
nal erdemlerden - tavır, cesaret, adalet ve basiretten oluşur. Teolojik anlamda
umut imanla mümkün olur ve ikisi birlikte sevgi olasılığının koşullarıdır (Aqui-
nas, 1920; Kaczor, 2008).
Aquinas, umudu seküler anlamda dilek ve arzulardan ayırt ederek umudun
aşağıdaki dört koşulu karşılaması gerektiğini de iddia eder:
● umut iyi bir şey için olmalı;
● umudun nesnesi gelecekte olmalıdır;
● umudun nesnesi talepkar bir şey olmalı ve elde edilmesi kolay olmamalıdır;
● umudun nesnesi ulaşılabilir olmalıdır
Umut ile ilgili bilimsel çalışmasının başlangıcı 1960'lı ve 1970'li yıllara da-
yanmaktadır. Akademik araştırmaya girişinden bu yana, umut birçok şekilde ve
çeşitli teorik arka planlara karşı kavramsallaştırılmıştır. Umut tek boyutlu bir
fenomen (Menninger, 1959; Mowrer,1960; Stotland, 1969), iki boyutlu bir feno-
men (Snyder ve diğ., 1991), üç faktör içeren bir yapı (Miller, 1988), veya dört ana

369
Pozitif Psikoloji

“kurala” dayanan bir olgu olarak (Averill ve ark. 1990), veya beş tema (Herth,
1992, 1998), veya yedi bileşen (Morse 1995) olarak tanımlandı.
Umut için çok sayıda başka yaklaşım kullanılmıştır: umutlu düşünme
(Snyder, 2000a), olumlu duygusal deneyim (Fredrickson, 2009), karakter gücü
(Peterson, 2004), Tanssendental olgu (Emmons, 2005; Vaillant, 2008). Farklı
umut perspektiflerinin çokluğu, yaklaşımları tutarlı bir bütün hâline getirme giri-
şimlerini karmaşıklaştırmaktadır (Snyder, 2000b) ancak çoğu bilim adamı umu-
dun öncelikle gelecekteki sonuçların olumlu beklentileriyle bağlantılı olduğu
konusunda hemfikirdir. Umut ve diğerlerinin yanı sıra iyimserlik, öz-yeterlik, öz
belirleme ve psikolojik sağlamlık gibi diğer ilgili yapılar arasındaki ayrımın açık-
lığa kavuşturulması gerekmektedir (Krafft, 2017; Snyder, 2002).
Umut için oldukça karmaşık bir yaklaşım da Dufault ve Martocchio tarafın-
dan uyarlanmıştır (1985, s.380). Dufault ve Martocchio umudu “ümit eden kişiye
gerçekçi, mümkün ve kişisel olarak anlamlı olan gelecekteki bir iyiliğe ulaşma
konusunda kendinden emin ancak belirsiz bir beklentiyle karakterize edilen çok
boyutlu bir yaşam gücü” olarak tanımlar. Umudun çok boyutlu doğasını yansıtan
ve bağımsız olarak ya da birbirleriyle bağlantılı olarak çalışabilen altı boyut ta-
nımlamışlardır (Dufault,1985).Altı boyut şunlardır:
● Duyuşsal boyut, umut süreci ile duygu ve hislerle ilgilidir. Kişinin arzu-
lanan sonuca veya hedefe çekilme duygularını, sonuç hakkında hem gü-
ven hem de belirsizlik duygularını ve kişinin iyiliği için umut nesnesinin
kişisel önemi duygusunu kapsar.
● Bilişsel boyut, çok çeşitli düşünme süreçlerini ve bilişsel stratejileri kap-
sar, örneğin, umut nesnesinin tanımlanması, hedefe ulaşma olasılığının
değerlendirilmesi, hem iç hem de dış umudun ayrımı, umut engelleyici
faktörlerden teşvik edici faktörler ve hayal gücünün kullanılmasıdır.
● Davranışsal boyut psikolojik, fiziksel, sosyal ve spiritüel eylemleri içe-
rir, yani istenen hedefe ulaşmayı amaçlayan özel davranışsal faaliyetler-
dir. Bağlılık boyutu, bireyin kişiler arası ilişkileri ve doğal ya da spiri-
tüel dünyayla bağlantıları ile ilgilidir. İlişki, yakınlık ve karşılıklılık
duygusu içerir.
● Geçici boyut, bireyin umut süreci ile alakalı olan zaman deneyimiyle il-
gilidir. Umut genellikle geleceğe yönelik olsa da geçmişi de (umutların
yerine getirilmesi olasılığına cesaret ve inanç sağlayan olumlu anılar bi-
çiminde) ve gelecekteki hedef ve arzulara zemin hazırlayan bugüne de
içerebilir.

370
Pozitif Psikoloji ve Umut

● Bağlamsal boyut, umut nesnelerinin belirli bir bağlam içinde ayarlanma-


sı ve etkinleştirilmesi üzerine kuruludur. Bağlamsal boyut, bir kişinin
umudunun bir parçası olan yaşam koşulllarına ve durumlarına odaklanır;
örneğin, yaş, bireyin gelişim dönemi ve ihtiyaçlar hiyerarşisi.
Umudun özgüllük derecesi ile ilgili olarak Dufault ve Martocchio (1985)
genelleştirilmiş umut, yani gerçekliğe dayanan gelecekle ilgili olumlu ancak be-
lirsiz beklentiler ve gelecekteki belirli sonuçlara odaklanan özel umut arasında
ayrım yaparlar. Umut ayrıca hem içsel, öznel bir varlığa (bireye ait olmak için)
hem de “orada bir yerlerde” olan dışsal, nesnel bir varlığa sahip olarak görülebilir
(O’Hara, 2013).
Shrank, Stanghellini ve Slade (2008), umudun kavramsallaştırılması, ölçü-
mü ve bunun akıl sağlığı hastalarında öngörücü bir değişken olarak kullanımı
hakkındaki yayınlara kapsamlı bir genel bakış derlemiştir. Yazarlar 49 farklı
umut tanımı yapmış ve bunları yedi boyuta gruplamıştır (zaman, hedefler, başarı
olasılığı, ilişkiler, kişisel özellikler, kontrol odağı, istenmeyen başlangıç noktala-
rı). Bu katmanlar, bütünleyici bir tanımın temellerini oluşturmuştur; “Umut temel
olarak gelecek odaklı beklentiler( bazen fakat her zaman olmamak üzere, akıl
hastalıkları gibi olumsuz deneyimlerden bilgi alır) bireye göre değerli kabul edi-
len hedeflere ulaşma, ilişkiler veya maneviyat, ulaşma: i) anlam verme ii) öznel
olarak realistik veya mümkün kabul edilen iii) bireysel aktiviteye veya özelliklere
bağlı olan (örneğin, dirençlilik veya cesurluk) veya dışsal faktörler (örneğin, kay-
naklara ulaşılabilirlik) “(Schrank ve diğ., 2008, s. 426). Yazarlar ümidin dört
temel bileşene ayırır:
● Bilişsel (örneğin; geçmiş deneyim, hedef belirleme, başarı olasılığının
planlanması ve değerlendirilmesi);
● Duyuşsal (örneğin; güvenilirlik, mizah, olumlu duygular);
● Davranışsal (örneğin; motivasyon ve eylem);
● Dış faktörler (örneğin; kaynakların bulunabilirliği, sağlık hizmetleri,
ilişkiler).
Aşağıdaki bölümde, bilişsel boyutunu vurgulayan ümit verici teoriler ve
yaklaşımlar sunulmaktadır.

371
Pozitif Psikoloji

2.1. Bir Bilişsel Stil Olarak Umut


Umut, duygusal bir durum ya da umut eden kişiyi belirli bir hedefe ulaşma-
ya iten bilişsel ve motivasyonel bir durum olarak görülebilir (Snyder, 2000a;
Snyder,1991). Lopez (2013), insanların geleceği nasıl düşündüklerinin ki bu nasıl
umut ettikleridir- ilişkilerindeki, kariyerlerindeki ve iş dünyasındaki başarılarını
belirlediğine inanmaktadır. Bilişsel umut teorisinin yazarı Snyder, umudu “iste-
nen hedeflere yönelik yollar üretmek için algılanan kapasitelerin toplamı ve bu
yolları kullanmak için algılanan motivasyonun toplamı” olarak tanımlamıştır
(Snyder, 2000a, s.8). Diğer bir deyişle, umut “etkileşimli olarak türetilmiş (a) fail
(amaca dönük enerji) ve (b) yol (hedeflere ulaşmayı planlayan) duygusuna daya-
nan pozitif motivasyonel bir durum olarak görülmektedir (Snyder, 1991, sayfa
287, Snyder, 2000a). Snyder’ın bilişsel umut teorisi, umudun dört bileşeni içerdi-
ğini kabul eder: Ajans, yollar, hedef ve engeller. Ajans, kişinin hedeflerine doğru
yol alabilmek için sahip olduğu motivasyon ve enerjiyi ifade eder. Lopez (2013),
zaman içinde insanların kendilerini yaşamlarının yazarları yapan kalıcı ve uzun
süreli çabalar için kapasite geliştirdiklerini varsayar. Yollar, insanların arzu ettik-
leri hedeflere ulaşmak için izlediği yolları ve bireyin bu rotaları üretme algısını
ifade eder (Snyder, 2000a). Umudun yollar bileşeni, değişen araçların ve yolların
öngörülmesini, etkinliklerini değerlendirebilme yeteneğini ve nedensel ilişkilerin
anlaşılmasını gerektirir. Birçok insan, daha sonra en uygun veya basit olanı seçe-
cekleri çoklu yollar (çoklu yol düşünme) üretebilir. Hedefe ulaşmak için hem
ajans hem de yollar esastır (Snyder vd., 1991).
Hedefler, insan davranışlarını yönlendiren soyut zihinsel gayelerdir. (Rand,
2009). Hedefler umutlu düşünmede son derece önemli bir rol oynar çünkü bir yön
ve bir son nokta sağlarlar (Snyder, 2000a). Etkileri hem motivasyonel hem de
canlandırıcıdır ve bireyin istenen sonucu elde etmek için kararının gücünü yansı-
tır. Dolayısıyla, hedefler sürecin vazgeçilmez bir parçasıdır. Hedefin temel bir
özelliği onun öznel değeridir (Snyder, 2002). Ayrıca, umut eden kişinin motivas-
yonu üzerinde olumlu bir etki gösterilmesi için hedefe ulaşılması gerekir. Hedefe
ulaşma olasılığı sıfır (bir hedefe ulaşılamaz) ile %100 (her koşulda hedefe ulaşı-
labilir) arasındadır. En büyük motivasyon gücü orta olasılık hedefleri ile ilişkilidir
(Cheavens, 2006). Snyder (2002) hedefi iki temel türe ayırır:
A. Olumlu ya da “yaklaşım” hedefleri:
● ilk kez istenen bir hedef;
● önceden ulaşılmış bir hedefi sürdürmeye hizmet eden hedef;
● bazı ilerlemeler kaydedildiğinde sürekli ilerlemeyi hedefleyen bir hedef.

372
Pozitif Psikoloji ve Umut

● B. Olumsuz hedefler
● Bir şeyi gerçekleşmeden önce durdurmak veya caydırmak;
● Bir şeyin gerçekleşmesini geciktirmek veya caydırmak.
Üç bileşenin - ajans, yollar ve hedefler - kombinasyonu, motivasyonel umut
kavramını meydana getirir. Bu üç ana ögeye dördüncü bir eleman eşlik eder: En-
geller. Engeller, istenilen hedeflere ulaşılmasını sekteye uğratırlar. Bir engel olu-
şursa umut eden kişi yeni yollar oluşturmak için ya düşüncelerinden vazgeçme
yolunu seçer ya da farklı bir rotalar çizmek için yeni yol düşüncelerine başvurur
(Snyder, 2000a). Engeller hedefe ulaşmanın basitliğini bozar ve insanları daha
etkili yollar yaratmaya zorlar; yine de her an meydana gelebilecek doğal yaşam
parçaları olarak görülmeleri gerekir. Bilişsel umut teorisine göre “hedefe yönelik
düşünmenin” üç aşaması vardır (Snyder, 2002):
● öğrenme tarihi,
● etkinlik öncesi
● olay dizisi.
Bireyin deneyim geçmişinin önemi, ajansın ve hedeflerin çocuklukta erken
oluşmaya başlaması gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Yol arayışındaki erken
girişimler, çocuğun eşzamanlı olarak meydana gelen olgular arasında ilişki kur-
maya başladığı zamanda gerçekleşir. Çocuk sadece bir seyirci değil, yaşam olay-
larında aktif bir katılımcı olduğunu fark ettiğinde ajans devreye girer. Ajans ve
yollar yaşam boyunca birbirleriyle etkileşime girer ve kaçınılmaz olarak duygula-
rı da beraberinde getirirler. Hedefe ulaşılsa da ulaşılmasa da duygular önceki
deneyime göre belirlenir. Yüksek umut düzeyine sahip bireylerin duygusal zihni-
yeti sevinç ve güven duygusu barındırırken düşük umutlu bireyler pasiflik ve
olumsuz duygular ile karakterizelerdir (Snyder, 2002). Umutlama olayından önce,
beklenen hedefin öznel değeri değerlendirilir. Umut etme olayı, yalnızca hedefin
öznel önemi ve belirli (öznel) bir eşiği aşarsa hedefin değerli olduğu düşünülürse
başlatılacaktır. Hedefe yönelik bir eylem başlatıldığında ajans ve yollar sürekli
olarak birbirleriyle etkileşime girer. Bunların hedefin algılanan değeri üzerinde de
etkisi vardır. Hedef faydalıysa ajans bireyi hedefe ulaşmak için uygun bir yol
kullanmaya yönlendirir. Bununla birlikte birey, hedefin çabaya değmeyeceğine
karar verebilir, bu durumda hedef terk edilir veya değiştirilir. Nihai sonuç (hedefe
ulaşma ve hedefe ulaşamama) sırasıyla olumlu veya olumsuz duygular üretir. Bu
duygular sırayla, hedef belirleme, yol seçimi ve ajans seviyeleri de dâhil olmak
üzere gelecekteki umut süreçlerini etkiler ve tüm sürecin döngüsel doğasını orta-
ya çıkarır (Snyder, 2002).

373
Pozitif Psikoloji

Snyder'a (2000b) göre umut, ya bireyin yaşadığı yaşam olayları tarafından


belirlenen değişebilir bir durum ya da nispeten istikrarlı bir kişilik özelliği (eği-
limsel umut) olarak anlaşılabilir. Kişilik özelliği olarak umut bağıntıları üzerine
yaptığı araştırmalara dayanarak Snyder yüksek ve düşük umut eden kişileri birbi-
rinden ayırır. Çokça umut eden kimseler engellerle karşılaştığında vazgeçmezler;
bunun yerine sorunlarını yönetilebilir olarak görürler ve zorlukla başa çıkmaya
çalışırlar ve alternatif çözümler ararlar. Diğer yandan düşük umut eden kişiler,
engelleri, kaçmanın çok zor olacağı “tuzaklar” olarak görür. İki tür de kendileri
için belirledikleri hedef sayısı bakımından farklılık gösterir. Düşük umutlar ge-
nellikle tek bir hedefe tutunma eğilimindeyken yüksek umut düzeyine sahip olan-
lar hedeflerine göre daha esnektir ve alternatif hedefler oluşturmaya daha hazır-
dır. İki türün yaşadığı diğer farklılıklar stresle başa çıkma kapasitesi, olumsuz
duyguların yoğunluğu ve iyileşme için gereken zamanla ilgilidir. Buna ek olarak
yüksek umut eden kişilerin tamamen kendi değer sistemlerine uygun ve hayatla-
rını anlamlı kılan hedefler belirleme eğilimi gösterdiği, düşük umut edenlerin ise
hedefleri hakkında daha az güçlü hissetme eğilimine sahip olduğu bulunmuştur
(Snyder, 2000b).
Önemli bir bilişsel ve motivasyon ögesi olarak umut, umudu herhangi bir
hedefe yönelik süreçte yer alan tek boyutlu bir motivasyonel fenomen olarak
gören Stotland'ın (1969) çalışmasında da ortaya çıkar. Motivasyon yönü, umudu
duygusal ve bilişsel süreçleri kapsayan öznel bir fenomen olarak anlayan Brez-
nitz'in (1999) çalışmasında da güçlü bir şekilde vurgulanmıştır. Burada umut
kişinin geleceğe dair beklentilerini içerir; bu beklentiler yeni bilgilerden etkilene-
bilir. Umut düzeyleri aynı zamanda hedefe ve bu hedefe ulaşmak için yerine geti-
rilmesi gereken koşullara da bağlıdır. Bernardo (2010), iç ve dış umut odağı ara-
sında bir ayrım çizerek Snyder’ın teorisini genişletmeyi çalışmıştır. Dış etkenler
aile üyeleri, akranlar veya doğaüstü / ruhsal varlık olabilir. Böylece umut odağı
dört biçimde gelir: içsel, dışsal aile, dışsal akranlar ve dışsal-ruhsal. Snyder, Ilar-
di, Michael ve Cheavens (2000), Snyder'ın Umut Teorisi ile eğilimsel iyimserlik
(Scheier, 1985), problem çözme (Heppner, Hillerbrand), öz-yeterlik (Bandura,
1997) ve öz saygı (Hewitt, 1998). gibi çeşitli diğer teoriler arasındaki farklılıkları
ve benzerlikleri açıklar.
Bazı yazarlar, Snyder'ın bilişsel teorisi tarafından tanımlanan umut ile iyim-
serlik ve öz-yeterlik arasında ayrım yapma ihtiyacını özellikle vurgulamıştır çün-
kü her üç kavram da gelecekteki sonuçların beklentisini içermektedir (Alarcon,
2013; Arnau, 2007; Magaletta, 1999). Gallagher ve Lopez (2009) umut ve iyim-
serliği, her biri öznel iyi oluştaki varyans oranını açıklayan iki farklı yapı olarak
görmektedir. Alarcon ve diğ. (2013) umut ve iyimserliğin meta-analitik inceleme-

374
Pozitif Psikoloji ve Umut

sini yaparken bu iki olguyu birbirinden ayırmayı uygun bulmuşlardır. İyimserlik


bağlamdan bağımsız olma eğiliminde olmakla birlikte kişisel olarak ilgili durum-
larda umut belirgindir (Arnau ve diğerleri, 2007; Bruininks, 2005). Bryant ve
Cvengros (2004), iyimserliğin bir durumun olumlu biçimde yeniden değerlendi-
rilmesi üzerinde önemli ölçüde daha güçlü bir etkiye sahip olduğunu ortaya koy-
muştur. Öte yandan, eğilimsel umut, öz-yeterlik düzeyleri üzerinde iyimserlikten
çok daha güçlü bir etki göstermektedir. Yukarıdaki bulgulara dayanarak yazarlar
umudun doğrudan hedefe ulaşmayla ilişkili olduğunu düşünürken iyimserlik do-
ğada belirli bir hedefe değil, sonucun kalitesine bağlı olarak daha genel görül-
mektedir.
Benzer şekilde, umut ve olumsuzluk arasında da ayrım yapmak gerekir. Bu
iki kavram benzer olsa da hâlâ aynı değildir. Öz-yeterlik kişinin hayatındaki olay-
ları üretme ve kontrol etme algısı anlamına gelir (Bandura, 1982). Umut perspek-
tifinden bakıldığında istenen sonuç kendi çabasıyla elde edilebilse de bireyin
kontrolünün ötesinde, tamamen veya kısmen koşulların bir ürünü olabilir. Yuka-
rıdaki ayrım Magaletta ve Oliver (1999) tarafından elde edilen bulguların, umu-
dun öz-yeterlilikten bağımsız olarak öznel iyi oluştaki benzersiz bir varyans ora-
nını açıkladığını gösteren çalışma ile uyumludur. Özetlemek gerekirse hem öz-
yeterlik hem de iyimserlik, umudun motivasyonel bileşeni ile çok fazla ortak
noktaya sahiptir. Öz-yeterlik, yol bileşeni ile daha ilgili olarak görülebilirken
iyimserlik ajansla daha fazla ilişkili görünmektedir. Ancak Feldman, Rand ve
KahleWrobleski (2009), ne öz-yeterliliğin ne de iyimserliğin, Snyder'in umudu
anladığı anlamda hedefe yönelik planlamayla doğrudan bir bağlantısı olmadığını
iddia etmektedir.

2.2. Çocuklukta Umut Gelişimi


Umutlu ve hedefe yönelik düşünme, sosyal öğrenmenin bir parçası olarak
erken çocukluk döneminde edinilir ve çocuğun ailesiyle olan bağıyla ilgilidir.
Eğer bağ güvensizlik nedeniyle bozulursa umut yıkımına yol açabilir (Snyder,
2000a). Çocuğun ebeveynlerinden veya öğretmenlerinden edindiği ve kendi de-
neyimleri ile öğrendiği öğrenme biçimine gözlemsel öğrenme denir. Bu öğrenme
biçimi umut gelişiminde önemli bir rol oynar.
Snyder ve meslektaşlarına (2002) göre bazı insanlarda umutlu düşünme ek-
sikliği iki şekilde açıklanabilir: ya çocukluk öğrenme sürecindeki yetersizlikten
dolayı umutlu düşünme hiç gelişmedi ya da olumsuz yaşam deneyimleri nedeniy-
le kaybedildi. Çocukluk döneminde, umutlu düşünme gelişimine en zararlı durum
çocuk ihmalidir; tecavüz, saldırı, yakın bir arkadaşın ya da aile bireyinin kaybı ve

375
Pozitif Psikoloji

ciddi bir trafik kazası gibi travmatik bir deneyimin sonucu olarak çocuk umutlu
düşünmeyi kaybedebilir. Böyle travmatik bir deneyim, mevcut (etkili) bilişsel ve
başa çıkma stratejilerini “kapatabilir”, bu da çocuğun yaşam zorluklarından ve
engellerinden kaçınmaya ve hedefe yönelik çabaları en aza indirmeye çalıştığı bir
strateji -“güvenli oyun” stratejisi- benimsemesine neden olabilir (Snyder ve diğ.,
2002).

2.3. Yanlış Umut


Birçok araştırmacı ve klinik psikolog “yanlış” umutla ilişkili problemlere
dikkat çekmiştir (Snyder, 2002). Araştırmalar, yanlış umudun üç neden ile ortaya
çıktığını işaret eder. Bu nedenler; beklentiler gerçeklikten ziyade yanılsamalara
dayanıyorsa (örneğin, Beavers ve Kaslow, 1981); uygunsuz hedeflere ulaşıldığın-
da (Kural, 1982, alıntılandığı üzere Snyder ve diğerleri, 2002); ve istenen hedef-
lere ulaşmak için zayıf stratejiler veya yöntemler kullanıldığında (Kwon, 2000,
2002) şeklinde sıralanır.
Snyder ve diğerleri (2002), yukarıdaki konuların bazılarını ele almak için
Snyder’ın umut teorisini kullanmıştır. İlk noktada, yanlış umudun büyük gerçek-
lik çarpıtmaları içermediğini iddia ettiler. Yüksek umutlu bireyler gerçeklik gö-
rüşlerini etkileyen olumlu yanılsamalardan yararlanırken ciddi gerçeklik çarpık-
lıklarına yol açan karşı-üretken yanılsamalarına girmezler. Başka bir deyişle,
umut, yüksek umutlara sahip kişilerin uygunsuz veya ulaşılamaz hedefleri tanı-
masını engellemez (Snyder, 1998). Taylor, Lichtman ve Wood (1984) tarafından
belirtildiği gibi, belirli miktarda olumlu yanılsamalar gerçekten de faydalı olabi-
lir. Olumlu yanılsamalar bir motivasyon ile bağlantılı görünmektedir: kendilerini
ve çevrelerini olumlu bir şekilde algılayanlar, çevrelerindeki değişiklikleri etki-
lemede nedensel etkenler olarak daha güçlenmiş hissederler (Sigmon, 1993).
Öte yandan, son derece yüksek yanılsamalara sahip olmak arzu edilmez
çünkü insanların uygunsuz veya riskli davranışlarda bulunmasına yol açabilir
(Weinstein, 1996, aktaran Snyder ve diğerleri, 2002). Yanlış umutla ilgili başka
bir konuda, kişi uyumsuz, karşı-üretken ya da ulaşılamaz bir amaç peşinde olma-
sıdır (Rule, 1982). Snyder ve diğerleri (2002), hedeflerin uygunluğunun genellik-
le öznel bir karara dayandığını belirtmektedir. Uygunsuz hedeflere odaklananlar
yanlış umutlara dair deneysel bir kanıt bulamadıklarını bildirmişlerdir. Araştırma-
lar, bazı bireylerin yüksek ve zor hedefler koyduğunu ancak bu kişilerin tipik
olarak düşük umutlu olanlardan ziyade yüksek umutlu bireyler olduğunu göster-
mektedir. Ayrıca, araştırmalar, yüksek umutluların genellikle bu hedeflere ulaştı-
ğını ve önemli ölçüde daha fazla hedef belirlediklerini ortaya koymuştur. Bununla

376
Pozitif Psikoloji ve Umut

birlikte bir kişinin arzulanan bir hedefe ulaşma olasılığı konusunda hayal kırıklı-
ğına uğrayabilme ihtimali de vardır. Bu da hedef arayışında başarısızlığa, ayrıca
uyumsuzluğun artmasına ve psikolojik refahın azalmasına neden olabilir.
Kwon (2002) yanlış umudu, bir sonuç için hedeflere ve motivasyona (yani
ajansa) sahip olmak ancak bunları başarmak için uygun planlardan veya kaynak-
lardan (yani yollardan) yoksun olmak olarak tanımlar. Kwon’un itirazına cevaben
Snyder, umut teorisi bağlamında ümidin istenen hedeflere yol üretme algısı ve bu
yolları kullanma motivasyonu olarak tanımlandığını belirtir. Snyder’ın umut teo-
risini temel alan çok sayıda çalışma, yüksek umutlu insanların hedefleri için uy-
gun yolları seçtiğini göstermiştir (örn. Snyder, 1994, 2000a, 2000b). Bu nedenle
Synder’in umut teorisinde tanımlanan ümide dayanan bu çalışmalar Kwon’un
yanlış umut kavramının zayıf planlama hususunda çelişmektedir. Ayrıca, ölümcül
hastalık durumlarıyla başa çıkma veya ölüme yaklaşma bağlamında, 'yanlış' umut
diye bir şey olmadığı da belirtilmelidir (Eliott, 2007, 2009; Herth, 1990). Bu bağ-
lamda umut, “varlığın” zenginleştirilmesine yönelik bir iç güç olarak tanımlan-
mıştır. Ayrıca, hastaların yaşamlarına ve başkalarıyla olan bağlantılarına değer
vermek için işlev gördüğü ortaya çıkmıştır.

2.4. Olumlu Bir Duygu Olarak Umut


Önceki bölüm, bilişsel bir strateji olan umut ile uğraşırken mevcut bölüm
duygusal bir durum olarak umut kavramına odaklanmaktadır. Bireylerin kendile-
rine, diğer insanlara ve genel olarak dünyaya bakış açıları duygusal durumlarını
etkiler ve aynı zamada bunun tersi de mümkündür. Bilişsel süreçler bu duygular-
dan etkilenir. Olayların olumsuz yorumlanması olumsuz duygular doğurur; iyim-
ser düşünceler ise olumlu duygulara yol açmaktadır (Fredrickson, 2009). Yukarı-
daki prensip, bilişsel terapi ve rasyonel duygusal terapide (Beck, 1976; Ellis,
2001) bir dizi güçlü tedavi araçları ve teknik ile beraber kullanılır.
Öznel iyi oluşun duygusal bileşeni, olumlu ve olumsuz duyguların sıklığı ve
yoğunluğundan oluşur (Diener,2002). Uzun vadeli, tekrarlayan olumsuz duygula-
rın (kaygı, korku, öfke, suçluluk) sağlık ve yaşam kalitesi üzerindeki olumsuz
etkileri nispeten iyi araştırılmış olsa da olumlu duygular ve etkileri psikoloji araş-
tırmacıları tarafından büyük ölçüde gözden kaçırılmıştır (Fredrickson, 1998).
Bilişsel umut teorisinde Synder, umudun “düşünme” yönünü vurgulayarak umu-
dun duygusal yönünü bilişsel olana tabi kılar. Olumlu duygular, bilişsel olarak
hedef peşinde olmanın ve başarılı hedeflere ulaşmanın ürünleri olarak anlaşılmış-
tır (Snyder ve diğ., 1996; Snyder., 2002). Ruhsal umudun olumlu duygularla
olumlu ve olumsuz duygularla olumsuz etkileşim gösterdiğine dair kanıtlar vardır
(Snyder ve diğ., 1996). Mowrer (1960, Cheavens & Ritschel, 2014'te alıntılan-

377
Pozitif Psikoloji

mıştır), umudu zevk veren uyarıcıların beklentisiyle insanı hedeflerine doğru


yönlendiren bir duygu olarak görmüştür.
Lazarus (1999), umudu istenen hedeflere ulaşma beklentisinden kaynakla-
nan bir duygu olarak kavramsallaştırmıştır. Olumsuz duygular hedeflerin erte-
lenmesinden veya ulaşılmamasından kaynaklanırken olumlu duygular hedefe
ulaşmayı kolaylaştıran koşullardan kaynaklanır. Umut, tatmin edici olmayan bir
durumun iyileştirilmesi için çaba gösterebilir ve bu nedenle çaresizliğe karşı ha-
yati bir başa çıkma kaynağı olarak kabul edilir.
Davranışı motive eden bir duygu olarak umut, Farran, Herth ve Popovich
(1995) tarafından da tanımlanmıştır. Averill ve diğerleri (Averill,1990; Averill,
1994) aşağıdaki dört kurala dayanan bir “duygu” umut teorisi önermişlerdir:
● İhtiyati kural, yani hedefe ulaşma olasılığı gerçekçi;
● Ahlaki kural, yani umulanın kişisel veya sosyal olarak dikkate alınabilir
olduğu kabul edilir;
● Öncelik kuralı, yani sonuçlar ve olaylar önemli olarak değerlendirilir;
● Eylem kuralı, yani uygun eylemde bulunma istekliliği vardır.
Fredrickson (2009) umudu olumlu duygular (sevinç, şükran, huzur, ilgi, gu-
rur, eğlence, ilham, huşu ve aşk gibi) arasında özel bir yere sahip olduğunu düşü-
nür. Bununla birlikte olumlu duygular genellikle rahat ve güvende hissettiğimizde
gelişirken umut genellikle zor ve zorlayıcı durumlarla ilişkilidir.
Fredrickson (1998, 2002) olumlu duyguların olumlu etkilerine odaklanan bir
Genişlet ve İnşa Et Teorisi oluşturdu. Geniş çaplı araştırmalarına dayanarak
(2009) Fredrickson, olumlu duyguların bireyin anlık düşünce-eylem repertuarını
genişlettiğini çünkü kişinin aklını yeni uyarıcılara açtığı, yaratıcı fikirlerin ve
sosyal bağların keşfedilmesini teşvik ettiklerini açıkladı. Bunlar kişinin kişisel
kapasitesini ve kaynaklarını (fiziksel, psikolojik, zihinsel ve sosyal) geliştirmeye
hizmet etmektedir. Olumlu duygular sorunlara sezgiler ve yaratıcı çözümler için
daha fazla alan yaratır; etkin olmayı ve başarılı performansı da teşvik ederler.
Dahası, olumlu duyguların motivasyon üzerinde önemli olumlu etkileri de vardır.
Olumlu bir ruh hâlinde olan insanlar hedeflere daha kolay ulaşılabilir olduğunu
görürler ve hedef arayışlarında daha fazla kalıcılık gösterirler. Fredrickson'un
bulguları olumlu duyguların fiziksel ve zihinsel yeteneklerin yanı sıra uzun vadeli
refahı da geliştirdiğini göstermektedir (Fredrickson, 2009). Günlük yaşamlarında
olumlu duygulara bolca sahip olan insanlar, yüksek düzeyde olumlu zihinsel sağ-
lık ve hayatlarında olumlu yönde bir ilerleyiş gösterirler (Diehl, 2011; Fredrick-

378
Pozitif Psikoloji ve Umut

son, 2004). Düşük pozitif ruh sağlığı ve hatta depresyon belirtileri olan bireylerin
aksine, “iyimser” kişiler günlük aktivitelere ve olaylara (sosyal etkileşimler, öğ-
renme, oyun, entelektüel ve ruhsal aktiviteler, başkalarına yardım etme) önemli
ölçüde daha olumlu duygusal tepkiler gösterirler. Zamanla, artan pozitif reaktivi-
te, zihinsel sağlık üzerinde faydaları olan daha yüksek farkındalık düzeylerini
öngörür (Catalino, 2011).
Günümüzde, ileri teknolojiler olumlu duyguları sadece psikolojik düzeyde
değil aynı zamanda nörofizyolojik ve biyokimyasal düzeylerde incelemeyi müm-
kün kılmaktadır. Limbik, bağışıklık ve endokrin sistemlerini içeren bağlantılar ile
olumlu duyguların sağlık üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğuna dair güçlü
kanıtlar vardır (Barefoot, 1998; Cohen, 2003; Emmons, 2003). Olumlu duygula-
rın ve iç barış duygularının sadece homeostaz üzerinde uyumlu bir etkisi yoktur,
aynı zamanda istenmeyen maddelerin atılmasını da kolaylaştırırlar (Fredrickson,
2009). Pozitif duyguların baskınlığının, düşük stres hormonu içeren kan seviyele-
rini işaret ettiği ve artan dopamin ve serotonin üretimi yoluyla bağışıklık sistemi-
ni güçlendirdiği ve aynı zamanda strese karşı enflamatuar yanıtları azalttığı bu-
lunmuştur. Sağlığa katkısı stres reaksiyonlarının seyrini zayıflatmaktan oluşan
oksitosinin rolü de incelenmiştir (Reis, 2007). Pozitif duygular ayrıca daha düşük
kan basıncı, iyileşmiş uyku kalitesi, vagus sinir aktivitesinin artması, kardiyovas-
küler hastalık ve diyabet gelişme riskinin azalması ile bağlantılıdır (Fredrickson,
2009; Kok ve diğerleri, 2013).

2.5. Bir Karakter Gücü Olarak Umut


Erikson, her bireyin hayatında karşılaşıp başarılı bir şekilde çözerek bir son-
raki adıma geçtiği sekiz aşamalı gelişimsel kuramının ilki olan Güven ve güven-
sizlik adlı dönemde, kimlik krizinin aşılması için Ümidin temel erdem olduğunu
söyler. Ona göre Ümit çocukların hedeflerine ulaşmaları için harekete geçiren
içsel bir motivasyondur. Kişinin psikososyal gelişimde temel ümit çok önemli bir
yer tutar çünkü gelişim evrelerinin ilkinde görülen ve diğer bütün ego yeterlilikle-
ri arasında en uzun dönemli olan duygudur. Ümit, bir sonraki ego yeterliliğine
yani kişiliğin oluşmasına kapı açar ve bütün diğer kazanımların anahtarıdır.
Bahsedilen güçlü yanlar ve erdemler pozitif psikolojiye göre sadece zor du-
rumlarda etkili olacak bir başa çıkma mekanizması sunmaz aynı zamanda başarılı
bir kişisel ve sosyal gelişim sağlar ve kişinin hedefine ulaşmasında önemlidir.
Synder ve Lopez (2007) karakterlerin güçlü yanlarını ve erdemleri insanların
düşünmeleri, hissetmeleri, davranış göstermeleri ve gelişmeleri için sahip olduğu

379
Pozitif Psikoloji

kapasiteler olarak yorumlar. Linley ise (2008) karakterimizin güçlü yanlarını


sosyal zekânın ve erdemlerin toplamı olarak belirtir. Bu karakter güçleri erken
çocukluk döneminde kendini göstermeye başlar ve yaşam boyunca korunabilir ve
yetiştirilebilirler. Bu güçlü yönleri tanımak ve kullanmak bize özgünlük hissini,
kendimiz olduğumuz hissini verir. Ayrıca, karakterimizin güçlü yanları da önemli
bir iç enerji ve motivasyon kaynağı oluşturmaktadır.
Başlangıçta pozitif psikoloji, gözlemlenebilir ve ölçülebilir kişilik özelliklerini
tartışmak için bilimsel kavram sıkıntısı çekiyordu. Seligman'a (2002) göre insan
davranışı çalışmasındaki temel kavram ise karakterdi. Bu doğrultuda diğer pozitif
psikoloji araştırmacıları ile işbirliği içinde, Peterson ve Seligman (2004) karakterin
güçlerinin sınıflandırılması ve ölçümü için kapsamlı bir sistem olan VIA Strengths
Envanteri'ni geliştirdiler. Envanteri geliştirme aşamasında olumlu kişilik özellikleri
konusundaki daha önceki çalışmalardan ilham aldıklarını açıkça belirttiler. Örne-
ğin, erken pozitif psikolojinin çağındaki en etkili psikologlardan biri olan Thorndi-
ke’nin, karakter yetiştirme üzerine kapsamlı bir çalışması bulunmaktadır (Thorndi-
ke,1940). Başka psikolog olan Erikson, yukarıda bahsedilen psikososyal gelişim
teorisi öneren kişiydi. Sağlıklı gelişmekte olan bir bireyin, bebeklikten geç yetişkin-
liğe geçmesi gereken aşamaları başarılı bir şekilde geçebilme yeteneğinin, karakter
güçleriyle yakından ilişkili olduğu düşünüyordu (Erikson, 1998). En üst düzeyde
kendini gerçekleştirme ve aşkınlık gibi gereksinimleri karşılayan ihtiyaçlar hiyerar-
şisini öneren Maslow (2000) da burada bahsedilmeyi hak ediyor. Maslow'a göre
kendini gerçekleştirme “yeteneklerin, kapasitelerin, potansiyellerin tam kullanımı”
ile karakterize edilir (Maslow, 1970, aktaran Peterson ve Seligman, 2004). VIA
Güçler Envanteri, iyi bir karakteri üç farklı soyut kavram seviyesi ile açıklar. En
yüksek seviye altı geniş erdem kategorisinden ve 24 karakter gücünden oluşur. Altı
geniş erdem, bilgelik, cesaret, insanlık, adalet,ölçülülük ve aşkınlıktır. 24 karakter
gücü ise birinci seviyeden taşıp ikinci seviyeyi kapsayan bir kümedir. Bu küme
erdemleri tanımlayan psikolojik mekanizmalar ve süreçlerdir. En düşük soyutlama
düzeyi ise “durumsal temalar” dan oluşur. Bunlar, insanları belirli durumlarda be-
lirli karakter güçleri göstermeye yönlendiren özel alışkanlıklar olarak tanımlanmak-
tadır (Peterson, 2004).
Peterson ve Seligman insanların, sıklıkla kullandıkları imza gibi kendilerine
has güçlü yönlere sahip olduğunu iddia eder. Bahsedilen İmza güçlü yönleri All-
port’un sunduğu kişilik özellikleri ile bazı ortak yönler barındırır (Allport, 1961).
Peterson ve Seligman (2004), umudu Tablo 1'de gösterildiği gibi, Aşkınlık
erdeminin altında sınıflandırmıştır. Aşkınlık, bireyin evrenle bağlantılarını oluştu-
ran, kendi yaşamını ve diğer yaşam biçimlerini takdir etmeyi mümkün kılan ka-

380
Pozitif Psikoloji ve Umut

rakter güçlerini kapsar, ve hayata anlam katar. İstikrarlı bir kişilik özelliği olarak
aşkınlığın altında sınıflandırılan umut (temel umut) Scioli ve Biller (2009, s. 30)
tarafından “biyolojik, psikolojik ve sosyal kaynaklardan inşa edilmiş, geleceğe
yönelik, dört kanallı bir ağ” olarak tanımlanmıştır. Temel boyutları insanın dört
gereksinimidir: bağlanma (temel güven ve açıklık), ustalık (daha ileri hedefler,
kişinin güçlü olduğu inancı ve işbirlikçi eğilimler), hayatta kalma (kurtuluşa dair
inanç ve kendi kendine iyi gelme kapasitesi) ve maneviyat (Scioli ve ark., 2011).
Aynı zamanda söz konusu olan yazarlar, umut ağını biyolojik sistemler, genetik
eğilimler ile psikolojik, sosyal ve ruhsal bileşenleri içeren beş seviyeli bir temel
olarak tanımlamaktadır (Scioli ve ark, 2016).

2.6. Karakter Güçlerinden Biri Olan Umut Üzerine


Araştırmalar
Karakter güçleri üzerine yapılan çok sayıda çalışma ümidin önemini vurgu-
lamıştır. Örneğin; umut, pek çok kültürde hayattan memnun olma ve mutlulukla
yakından ilişkilidir (Buschor, 2013; Martinez-Marti, 2014; Park, 2004; Shimai et
al., 2006) Aynı zamanda mesleki anlamda tatmin ile de çok yakından ilişkilidir
(Peterson, 2010; Slezackova, 2013). Eğitim bağlamında, daha yüksek umut etme
durumu sınıf içerisinde olumlu davranışlar gösterme (Wagner, 2015), daha iyi
akademik başarı (Park, 2009) ve üniversite memnuniyeti (Lounsbury ve ark.,
2009) ile de ilişkilendirilmiştir. Bilişsel yetersizliği olan ve olmayan ergenler
üzerinde yapılan bir çalışmada, hem umut hem de iyimserlik yaşam doyumunu
öngörmüştür (Shogren ve ark. 2006). Umut, lezzet ve duygusal güce sahip öğret-
menler daha az olumsuz duygular ve daha fazla yaşam memnuniyeti yaşama eği-
limindedirler (Chan, 2009). Bir karakter gücü olarak umut, ruh sağlığı ile de doğ-
rudan ilişkilidir. Lezzet ve liderlikle birlikte umudun daha az kaygı ve depresyon
sorunuyla büyük ölçüde ilişkili olduğu bulunmuştur (Park,2008). Umut, iyilik,
sosyal zekâ, kendi kendini düzenleme ve bakış açısı ile birlikte stres ve travmanın
olumsuz etkilerine karşı bir tampon görevi görür (Park, 2006, 2009). Ümit, ergen-
lerde psikolojik sıkıntı ve okul uyumsuzluk göstergeleri ile ise ters orantılıdır
(Gilman., 2006). Sağlık bağlamında, ümit, astım hastası çocukların ilaca göster-
diği uyumun anlamlı bir yordayıcısı olarak görülmüştür (Berg, 2007).

2.7. Algılanan Umut


Nispeten yeni bir kavram olan algılanan umut, eğilimsel umuttan daha ge-
niştir. Algılanan umut, olumlu sonuçlara, özellikle doğrudan kontrolümüz altında

381
Pozitif Psikoloji

olanın ötesindeki zor yaşam durumlarına derin bir güven duyma anlamında umut-
lu olmayı ifade eder (Krafft ve diğerleri, 2017; baskıda Krafft ve Walker). Bu
kavramsallaştırılma umut üzerine iki farklı bakış açısını kazandırır: bireyci ve
bilişsel, aşkın ve duygusal. Algılanan umut kavramının yazarı olan Krafft (Krafft,
2014, 2015) Snyder'ın teorisindeki manevi ve ilişkisel yönler gibi eksik parçaları
doldurmayı amaçlamaktadır. Aynı zamanda insan kontrolünün ötesinde olguları
anlatmaya çalışır; ona göre Synder’in ortaya koyduğu harita ve kişisel çabayı
içeren bakış açısı yetersizdir. Krafft, algılanan umuda döndüğünde bu kavramı
öz-yeterlikle kıyasladığı iyimserlikten ve eğilimsel umuttan ayırır. Diğer yakla-
şımlar, kendi kendini ilgilendiren, bireysel, hedeflere ulaşma modelini kullanır-
ken Kraft ümidin daha derin anlamının kaynağını inançtan ve kişiden daha büyük
bir varlıktan aldığını belirtmiştir. Dolayısıyla algılanan umut, yaşamda anlamı
deneyimlemek, diğer insanlara yardım etmek, yakın ve güvenilir ilişkilerin tadını
çıkarmak ruhsal ya da dinî deneyime sahip olmak gibi kendini aşan görüş ve ar-
zularla daha güçlü bir şekilde ilişkilidir. Yukarıdakilere ek olarak Krafft'ın algıla-
nan umut kavramı, “örtük” umut teorilerinden, mesela insanların umudu kendileri
için nasıl tanımladıklarından kaynaklanmaktadır.

2.8. Umut İçin Diğer Yaklaşımlar


Bazı yazarlar sağlık alanında yardımcı olması amaçlanan bazı umut kavram-
ları oluşturmuşlardır.. Obayuwana ve Carter (1982), umudu “umut pentagramı-
nın” olumlu sonuçlanmasından kaynaklanan bir zihin durumu olarak tanımladılar.
Beş bileşeni olan ego gücü, algılanan aile desteği, eğitim, din ve ekonomik sevi-
ye, umudun önemli belirleyicileri olarak kabul edilir. Morse ve Doberneck'e
(1995) göre umut bir tehdide bir yanıttır ve kişinin umutsuzluğun üstesinden gel-
mesine ve acıyı azaltmasına izin veren bir eylemdir. İşe dönen emziren anneler;
meme kanserinden kurtulanlar; omurilik yaralanması olan hastalar; ve kalp nakli
bekleyen insanlar olarak dört farklı grubun üzerinden ümit üzerine araştırma
yapmışlar ve ümidin yedi temel aşamasını tanımlamışlarıdır:
● durum veya tehdidin gerçekçi bir ilk değerlendirmesi;
● alternatiflerin öngörülmesi ve hedeflerin belirlenmesi;
● olumsuz sonuçlar için destek;
● Mevcut kaynakların ve dış koşulların gerçekçi bir değerlendirme-
si;
● Karşılıklı destek görebilecekleri ilişkilerin talep edilmesi;

382
Pozitif Psikoloji ve Umut

● seçilen hedefleri pekiştiren işaretler için sürekli değerlendirme;


● Dayanmaya karar verme.
Fakat katılımcı grup birkaç farklı umut modeli de vermiştir: bir şans ummak
(uygun bir bağışçı bulmak, sağlığa dönüş); artan umut (örneğin, bir hastayı ventila-
tör desteğinden ayırmak aslında her an kişiyi bağımsız solunuma yaklaştırır); ras-
yonel beklentilere karşı umut etmek (örneğin, iyileşmiş kanser hastaları, düzenli
kontrollerin olumlu sonuç vermesini umut eder); ve geçici umut (Morse 1995).
Farran, Herth ve Popovich (1995) tarafından umut üzerine dinamik bir bakış
açısı önerilmiştir. Morse ve Penrod (1999) da umudu bir süreç olarak gördüler.
Umut kavramları, hedefler, yollar, zaman perspektifi ve bilişsel düzey ile ilgili
olan kalıcı, belirsizlik, acı ve umut bileşenlerini içerir. Tıbbi ortamlar üzerine
çizilen bir başka yaklaşım, umudun kişiler arası etkileşimlerden kaynaklandığını
anlayan Li (2000) tarafından geliştirilmiştir. Bir hasta ve sağlık personeli arasın-
daki iletişim yoluyla umut yaratılır, güçlendirilir veya kaybolur. Bu bağlamda,
umut üç aşamadan oluşur: ilk umut seviyesinin belirlenmesi, güvenilir bir ittifa-
kın oluşturulması ve en önemlisi umut dönüşümü. Son aşama (veya bileşen),
hasta ile tıp doktoru arasında bakış açısı paylaşımı yoluyla gerçekleşir.

2.9. Umudu Ölçme


Umudun çeşitli yönlerini değerlendirmek ve umudun duygusal, bilişsel, iliş-
kisel veya ruhsal unsurları hakkında fikir edinmek için çeşitli ölçekler geliştiril-
miştir. Umut Ölçeği (Erickson, 1975) umudu ölçmekte kullanılan en eski yöntem-
lerinden biridir. Tek boyutludur ve bireylerin kendileri için belirleyebilecekleri
hedefleri ve bu hedeflere ulaşma olasılığını açıklayan 20 ifade içerir. Umut En-
deksi Ölçeği (Obayuwana ve diğerleri, 1982) 5 alt skalaya bölünmüş 60 madde
içermektedir: ego gücü, din, aile desteği, eğitim ve ekonomik seviye. Miller Umut
Ölçeği (Miller, 1988) üç kategoride gruplandırılmış 40 madde içermektedir: Ken-
dinden, diğerlerinden ve yaşamdan memnuniyet; umidi tehdit eden unsurlardan
kaçınma; ve bir gelecek beklentisi. Nowotny Umut Ölçeği (NHS; Nowotny,
1989), umutun altı bileşenini ölçen 29 maddelik çok boyutlu bir ankettir: sonuca
güven, başkalarıyla ilişkiler, iyi bir geleceğin olasılığına inanç, manevi inançlar,
aktif katılım ve içsel hazır olma durumu. Hâlen kullanılmakta olan en yaygın
umut ölçümü yöntemi, Snyder’ın bilişsel umut modelini ölçen Yetişkinler Atılım-
lı Umut Ölçeği'dir (ADHS; Snyder vd., 1991). Toplamda on iki maddeden oluşan
bu ölçek, dört zihinsel yol, dört zihinsel değerlendirme ve dört dolgu maddesi
içerir. Sıklıkla “Gelecek Ölçeği” olarak adlandırılan ölçek 15 yaş üstü yetişkinler

383
Pozitif Psikoloji

için kullanılmaktadır. Her madde 8'li Likert tipi bir ölçek kullanılarak yanıtlanır
(1 = Kesinlikle Yanlış; 8 = Kesinlikle Doğru). Ölçek üç puan oluşturur: biri yollar
için biri zihinsel değerlendirme için ve ikisinin toplanmasıyla oluşturulan genel
bir umut puanı. Toplam puan ne kadar yüksek olursa katılımcının umudunun
derecesi de o kadar yüksek olur. Zihinsel değerlendirme puanı en az 4 ila en fazla
32 puan arasında değişebilir, daha yüksek sayılar daha yüksek hedefe yönelik
enerjiyi yansıtır. Zihinsel yollar skoru da 4 ila 32 puan arasında değişebilir, daha
yüksek sayılar hedefleri gerçekleştirme planlaması için daha büyük bir kapasiteye
işaret eder. Yukarıdaki ölçek, bağlama ile ilgili umut düzeylerinden ziyade genel
özellikleri ölçen yalnızca sürekli umutlara dayandığından bir de Yetişkin Devlet
Umut Ölçeği geliştirilmiştir (ASHS; Snyder vd., 1996). Bu ölçek, umudu herhan-
gi bir anda hedefe yönelik düşünmeyi ölçer.
Ayrıca (Snyder ve diğ. 1996) tarafından 7 ila 16 yaş arası çocuklar ve ergen-
ler için 6 maddelik bir Çocuk Umut Ölçeği geliştirmiştir. McDermott ve diğ. 5-7
yaş arası çocuklar için tasarlanmış Küçük Çocukların Umut Ölçeği'ni (YCHS;
McDermott, 1997) geliştirdi. Hem ADHS hem de ASHS farklı yaşam alanların-
dan bağımsız olarak “genel umudu” ölçerken Sympson (1999, Lopez, Ciarlelli,
Coffman, Stone ve Wyatt’tan alıntı , 2000), bireyin altı spesifik yaşam alanı içinde
eğilimsel umut düzeyini ölçen etişkinlere Özgü Umut Ölçeği'ni (ADSHS) oluş-
turdu: sosyal (arkadaşlık, tanıdıklar), akademik (okul, dersler), romantik ilişkiler,
aile hayatı, iş ve boş zaman etkinlikleri. Diğer umut değerlendirme yöntemleri
arasında Çocuk Umut Ölçeği (CHS) Gözlemci Değerlendirme Formu (Snyder ve
McDermott, 1998, Lopez ve diğerleri, 2000'de bahsedildiği gibi) ve Anlatı Umut
Ölçeği (Vance, 1996, belirtildiği gibi Lopez ve diğerleri, 2000) bulunur. Başka
bir yöntem olan Herth Hope Ölçeği (HHS; Herth, 1991), 30 maddeyi içerir ve
Dufault ve Martocchio (1985) tarafından kavramsallaştırıldığı gibi üç umut boyu-
tunu (bilişsel-zamansal, duygusal davranışsal ve bağlı-bağlamsal) kapsar;
HHS'nin kısaltılmış bir versiyonu sadece 12 maddeden oluşan Herth Hope En-
deksidir (Herth, 1992). HHS, zamansallık ve gelecek, pozitif bir şekilde hazır
olma hâli, beklenti ve birbirine bağlılık açısından ölçülen çok boyutlu umut kali-
tesini yakalamayı amaçlamaktadır. Ergenler için Umut Ölçeği (Hinds ve Gattuso,
1991), ergenlerin rahatlatıcı, yaşamaya devam etmelerini sağlayacak, kendisi ve
yakındakiler için iyi bir geleceğin olduğuna dair gerçekçi bir temele dayanan
inanışa sahip olma derecesini ölçen 24 ögelik bir öz bildirim ölçeğidir. Polonyalı
araştırmacılar Trzebiński ve Zięba (2003) tarafından geliştirilen Temel Umut
Anketi BHI-12, Leh dilinde ve umudu Erikson'un teorisinde olduğu gibi kişinin
organize, anlamlı ve yardımsever bir dünya fikrine sahip ve bununla barışık olup
olmadığı ölçen 12 maddelik bir yöntemdir. Kapsamlı Umut Ölçekleri (Scioli,

384
Pozitif Psikoloji ve Umut

Ricci, Nyugen ve Scioli, 2011; Scioli, Scioli-Salter, Sykes, Anderson ve Fedele,


2016) kişiliğin bir parçası hâlindeki umut ve durum umudunu ölçer. Bir kişilik
özelliği olarak umut, dört boyutta (bağlanma, ustalık, hayatta kalma ve manevi-
yat) 14 alt ölçekli 56 maddeden oluşan çok boyutlu bir ölçü olan Kapsamlı Özel-
lik Umut Ölçeği ile ölçülür. Ölçekler ve maddeler bütüncül bir umut teorisinden
türetilmiştir (Scioli ve Biller, 2009, 2010). 14 alt ölçek, ruhsal olmayan ve ruhsal
ölçeklerden oluşmaktadır. Manevi boyutları barındırmayan öncüller şunlardır:
Ustalık (Nihai Sonlar; Desteklenen Ustalık), Bağlanma (Güven; Açıklık), Hayatta
Kalma (Kişisel ve Sosyal Terör-Yönetim) ve Geleceğin Olumlu ya da Olumsuz
Görüşleri. Kalan öncüller ise açıkça ruhsallık ile bağlantılıdır: Manevi Güçlen-
dirme, Sevecen bir Evren, Manevi Açıklık, Mistik Deneyim, Ruhsal sıkıntı yöne-
timi, Sembolik Ölümsüzlük ve Manevi Bütünlük. Beş skor şu şekilde hesaplanır:
Ustalık, Bağlanma, Hayatta Kalma, Manevi ve Toplam Umut (Scioli ve ark.,
2016). Durum olarak umut, 10 alt ölçekten 40 maddeden oluşan kapsamlı Durum
Umut Ölçeği ile ölçülmektedir. Tong ve diğ. (2010, Krafft ve ark., 2017'de atıfta
bulunulan), bireyin umut düzeyini hızlı bir şekilde değerlendirmek için bir one-
item ölçüsü kullanmıştır (“Gelecek hakkında umutlu hissediyorum”). En yeni
umut ölçümü yöntemi, umudun algıladığı umudun rolünü ve önemini ölçmeyi
amaçlayan 6 maddelik Algılanan Umut Ölçeğidir (Krafft ve ark., 2017). Söz ko-
nusu yazarlar, Dünya Sağlık Örgütü'nün Yaşam Kalitesi, Maneviyat, Din ve Kişi-
sel İnançlar Anketi'nin (WHOQOL SRPB Grubu, 2006) aktaran Krafft ve ark.,
2017) umut ve iyimserlik alt ögesinden dört maddeyi uyarlamış WHOQOL-
SRPB tarafından kapsanmayan umut yönleri ile ilgili iki maddeyi ekleyerek ye-
niden formüle etmişlerdir. (biri umut ve kaygı arasındaki diyalektik ilişkiyi tanı-
mak ve diğeri kendi umutlarının yerine getirilme derecesini değerlendirmek için).
Algılanan Umut Ölçeğinin temel avantajı, ögelerin umudu iyimserlikle karıştır-
maması ve umudun farklılaşan yönlerini kapsayabilmesidir: umut düzeyi; umu-
dun gerçekleşmesi; umudun etkisi; umut / kaygı ikiliği; ve umudun ortaya çıktığı
özel durumlar (Krafft ve ark., 2017).

KAYNAKLAR
Alarcon, G., Bowling, N., & Khazon, S. (2013). Great expectations: A meta-analytic
examination of optimism and hope. Personality and Individual Differences, 54(7),
821-827.
Allport, G. W. (1961). Patterns and growth in personality. New York: Holt, Rinehart &
Winston.
Antonovsky, A. (1984). Unravelling the mystery of health: How people manage stress
and stay well. San Francisco, CA: Jossey-Bass.

385
Pozitif Psikoloji

Aquinas, T. (1920). The Summa Theologiæ of St. Thomas Aquinas. Online Edition avai-
lable at http://www.newadvent.org/summa/.
Arnau, R., Rosen, D., Finch, J., Rhudy, J., & Fortunato, V. (2007). Longitudinal effects of
hope on depression and anxiety: A latent variable analysis. Journal of Personality,
75(1), 43-64.
Augustine (1996). The enchiridion on faith, hope and love. Washington, DC: Gateway
Editions, Regnery Publishing.
Averill, J. R. (1994). Emotions are many splendored things. In P. Ekman & R. J. David-
son (Eds.), The nature of emotion (pp. 99-102). New York: Oxford University Press.
Averill, J. R., Catlin, G., & Chon, K. (1990). Rules of hope. New York: Springer-Verlag.
Bandura, A. (1977). Self-efficacy. Toward a unifying theory of behavioral change. Psyc-
hological Review, 84, 191-215.
Bandura, A. (1982). Self-efficacy mechanism in human agency. American Psychologist,
37(2), 122-147.
Barefoot, J. C., Maynard, K. E., & Beckham, J. C. (1998). Trust, health and longevity.
Journal of Behavioral Medicine, 21, 517-526.
Baumeister, R. F. (1991). Meanings of life. New York: Guilford Press.
Berg, C. J., Rapoff, M. A., Snyder, C. R., & Belmont, J. M. (2007). The relationship of
children’s hope to pediatric asthma treatment adherence. Journal of Positive Psycho-
logy, 2, 176-184.
Bernardo, A. B. I. (2010). Extending hope theory: Internal and external locus of trait
hope. Personality and Individual Differences, 49(8), 944- 949.
Beavers, W. R., & Kaslow, F. W. (1981). The anatomy of hope. Journal of Marital and
Family Therapy, 7, 119-126.
Beck, A. T. (1976). Cognitive therapy and the emotional disorders. Michigan: Internatio-
nal Universities Press.
Bormans, L. (Ed.). (2016). The world book of hope. Tielt, Belgium: Lannoo. ISBN 978-
94-014-2360-1.
Breznitz, S. (1999). The effect of hope on pain tolerance. Social Research: An Internatio-
nal Quarterly, 66(2), 629-652.
Bruininks, P., Malle, B., Johnson, J., & Bryant, F. (2005). Distinguishing hope from op-
timism and related affective states. Motivation and Emotion, 29(4), 324-352.
Bryant, F., & Cvengros, J. (2004). Distinguishing hope and optimism: Two sides of a coin, or
two separate coins ? Journal of Social and Clinical Psychology, 23 (2), 273-302.
Buschor, C., Proyer, R. T., & Ruch, W. (2013). Self- and peer-rated character strengths:
How do they relate to satisfaction with life and orientations to happiness? Journal of
Positive Psychology, 8(2), 116- 127.
Catalino, L. I., & Fredrickson, B. L. (2011). A Tuesday in the life of a flourisher: The role
of positive emotional reactivity in optimal mental health. Emotion, 11(4), 938-950.

386
Pozitif Psikoloji ve Umut

Chan, D. W. (2009). The hierarchy of strengths: Their relationships with subjective well-
being among Chinese teachers in Hong Kong. Teaching and Teacher Education,
25(6), 867-875.
Cheavens, J. S., Feldman, D. B., Woodward, J. T., & Snyder, C. R. (2006). Hope in cog-
nitive psychotherapies: On working with client strengths. Journal of Cognitive Psyc-
hotherapy, 20(2), 135-145.
Cheavens, J. S., & Ritschel, L. A. (2014). Hope theory. In M. M. Tugade, M. N. Shiota,
& L. D. Kirby (Eds.), Handbook of positive emotions (pp. 396-412). New York: Gu-
ilford.
Cohen, S., Doyle, W. J., Turner, R. B., Alper, C. M., & Skoner, D. P. (2003). Emotional
style and susceptibility to the common cold. Psychosomatic Medicine, 65, 652-657.
Csikszentmihalyi, M. (1990). Flow: The psychology of optimal experience. New York:
Harper & Row.
Deci, E. L., & Ryan, R. M. (1985). Intrinsic motivation and self-determination in human
behavior. New York: Plenum Press.
Dufault, K. & Martocchio, B. (1985). Hope: Its spheres and dimensions. Nursing Clinics
of North America, 20(2), 379-391.
Delle Fave, A., Brdar, I., Freire, T., Vella-Brodrick, D., & Wissing, M. P. (2011). The
eudaimonic and hedonic components of happiness: Qualitative and quantitative fin-
dings. Social Indicators Research, 100(2), 185-207.
Diehl, M., Hay, E. L., & Berg, K. M. (2011). The ratio between positive and negative
affect and flourishing mental health across adulthood. Aging & Mental Health,
15(7), 882-893.
Diener, E., Suh, E., Lucas, R. E., & Smith, H. L. (1999). Subjective wellbeing: Three
decades of progress. Psychological Bulletin, 125(2), 276- 302.
Dufault, K. & Martocchio, B. (1985). Hope: Its spheres and dimensions. Nursing Clinics
of North America, 20(2), 379-391.
Emmons, R. A., & McCullough, M. E. (2003). Counting blessings versus burdens: An
experimental investigation of gratitude and subjective wellbeing in daily life. Jour-
nal of Personality and Social Psychology, 84(2), 377-389.
Emmons, R. A. (2005). Emotion and religion. In R. F. Paloutzian & C. L. Park (Eds.),
Handbook of the psychology of religion and spirituality (pp. 235-252). New York:
Guilford Press.
Eliott, J. A., & Olver, I. N. (2007). Hope and hoping in the talk of dying cancer patients.
Social Science & Medicine, 64(1), 138-149.
Ellis, A. (2001). Overcoming destructive beliefs, feelings, and behaviors: New directions
for Rational emotive behavior therapy. New York: Prometheus Books. ISBN 1-
57392-879-8.
Erikson, E. H. (1994). Identity and the life cycle. New York: W. W. Norton & Company.
Erikson, E. H., & Erikson, J. M. (1998). The life cycle completed: Extended version. New
York: W. W. Norton.

387
Pozitif Psikoloji

Erickson, R. C., Post, R. D., & Paige, A. B. (1975). Hope as a psychiatric variable, Jour-
nal of Clinical Psychology, 31, 324-330.
Farran, C. J., Herth, K. A., & Popovich, J. M. (1995). Hope and hopelessness: Critical
clinical constructs. Sage Publications, Inc.
Feldman, D. B., Rand, K. L., & Kahle-Wrobleski, K. (2009). Hope and goal attainment:
Testing a basic prediction of hope theory. Journal of Social and Clinical Psycho-
logy, 28(4), 479-497.
Fredrickson, B. L. (1998). What good are positive emotions? Review of General Psycho-
logy, 2(3), 300-319.
Fredrickson, B. L. (2002). Positive emotions. In C. R. Snyder, & S. J. Lopez (Eds.), Handbook
of positive psychology (pp. 120-134). New York: Oxford University Press.
Fredrickson, B. L. (2004). The broaden-and-build theory of positive emotions. Philosophical
transactions-royal society of London series B biological sciences, 359, 1367-1378.
Fredrickson, B. L. (2009). Positivity: Top-notch research reveals the 3 to 1 ratio that will
change your life. New York: Three Rivers Press.
Gable, S. L., & Haidt, J. (2005). What (and why) is positivepsychology?Review of Gene-
ral Psychology,9, 103–110.
Gallagher, M. W., & Lopez, S. J. (2009). Positive expectancies and mental health: Iden-
tifying the unique contributions of hope and optimism. The Journal of Positive
Psychology, 4(6), 548-556.
Gilman, R., Dooley, J., & Florell, D. (2006). Relative levels of hope and their relationship
with academic and psychological indicators among adolescents. Journal of Social
and Clinical Psychology, 25, 166-178.
Gravlee, G. S. (2000). Aristotle on hope. Journal of the History of Philosophy, 38(4),
461-477. doi: 10.1353/hph.2005.0029.
Greenberger, E. (1984). Defining psychosocial maturity in adolescence. Advances in
Child Behavioral Analysis and Therapy, 3, 1-37.
Heppner, P. P., & Hillerbrand, E. T. (1991). Problem-solving training: Implications for
remedial and preventive training. In C. R. Snyder & D.
Herth, K. (1990) Fostering hope in terminally-ill people. Journal of Advanced Nursing,
15(11), 1250-1259.
Herth, K. (1991). Development and refinement of an instrument to measure hope. Scho-
larly Inquiry for Nursing Practice, 5(1), 39-51.
Herth, K. (1992). Abbreviated instrument to measure hope: Development and psychomet-
ric evaluation. Journal of Advanced Nursing, 17, 1251- 1059.
Herth, K. (1998). Hope as seen through the eyes of homeless children. Journal of Advan-
ced Nursing, 28, 1053-1062.
Hewitt, J. P. (1998). The myth of self-esteem: Finding happiness and solving problems in
America. New York: Palgrave Macmillan.
Hinds, P., & Gattuso, J. (1991). Measuring hopefulness in adolescents. Journal of Pediat-
ric Oncology Nursing, 8(2), 92-94.

388
Pozitif Psikoloji ve Umut

Huppert, F. A., & So, T. C. (2011). Flourishing across Europe: Application of a new
conceptual framework for defining well-being. Social Indicators Research, 10(3),
837-861.
Isen, A. M. (1993). Positive affect and decision-making. In M. Lewis, & J. Haviland, J.
(Eds.). Handbook of Emotions, (pp. 261-277). New York: Guilford Press.
Jahoda, M. (1958). Current concepts of positive mental health. New York: Basic Books.
James, W. (1987). Pragmatism: A new name for some old ways of thinking. In B.
Kuklick (Ed.), William J a m e s: Writings 1 9 0 2 –1910 (pp. 479– 624). New Y o r
k : Library of America.
Kaczor, C. (2008). Thomas Aquinas on faith, hope, and love: Edited and explained for
everyone. Ave Maria University: Sapientia Press.
Keyes, C. L. M. (2002). The mental health continuum: From languishing to flourishing in
life. Journal of Health and Social Behavior, 43, 207-222.
Kok, B. E., Coffey, K. A., Cohn, M. A., Catalino, L. I., Vacharkulksemsuk, T., Algoe, S.
B., ... & Fredrickson, B. L. (2013). How positive emotions build physical health:
Perceived positive social connections account for the upward spiral between positive
emotions and vagal tone. Psychological Science, 24(7), 1123-1132.
Krafft, A., & Walker, A. (in press). Die Positive Psychologie der Hoffnung. Berlin:
Springer.
Krafft, A. (2013). Hope, optimism, positive attributes and life-satisfaction across the
lifespan in Germany and Switzerland: An internet study among 11,400 participants.
In the 3rd World Congress on Positive Psychology, Los Angeles, USA June 2013.
Krafft, A. (2014). Distinguishing hope measures: Manifold determinants and predictors in
the Swiss and German sample. The 7th European Conference on Positive Psycho-
logy, Amsterdam, The Netherlands, June 2014.
Krafft, A. (2015). Die zwei Gesichter der Hoffnung: Kognitive und transzendente Hoff-
nung. Schweizerische Hoffnungkonferenz, Bern, Switzerland, September 2015.
Krafft, A. M., Martin-Krumm, C. & Fenouillet, F. (2017). Adaptation, further elaboration,
and validation of a scale to measure hope as perceived by people: Discriminant value
and predictive utility vis-à-vis dispositional hope. Assessment, 24, 1-16.
Kwon, P. (2000). Hope and dysphoria: The moderating role of defense mechanisms. Jo-
urnal of Personality, 68, 199-223.
Kwon, P. (2002). Hope, defense mechanisms, and adjustment: Implications for false hope
and defensive hopelessness. Journal of Personality, 70, 207-231.
Larson, R. W. (2000). Toward a psychology of positive youth development. American
Psychologist, 55(1), 170-183.
Lazarus, R. S., & Folkman, S. (1984). Stress, appraisal and coping. NY: Springer Publis-
hing Company.
Lazarus, R. S. (1999). Hope: An emotion and a vital coping resource against despair.
Social Research, 66(2), 653-678.
Li, J. T. (2000). Hope and the Medical Encounter. Mayo Clinic Proceedings, 75(7), 765-767.

389
Pozitif Psikoloji

Linley, P. A., & Joseph, S. (2004b). Toward a theoretical foundation for positive psycho-
logy in practice. In P. A. Linley& S. Joseph (Eds),Positive psychology in practice(
pp. 713–731).Hoboken NJ: Wiley.
Linley, A. (2008). Average to A+: Realising strengths in yourself and others. Coventry,
UK: CAPP Press.
Lounsbury, J. W., Fisher, L. A., Levy, J. J., & Welsh, D. P. (2009). Investigation of cha-
racter strengths in relation to the academic success of college students. Individual
Differences Research, 7(1), 52-69.
Lopez, S. J. (2013). Making hope happen: Create the future you want for yourself and
others. New York: Atria Books.
Lopez, S. J., Ciarlelli, R., Coffman, L., Stone, M., & Wyatt, L. (2000a). Diagnosing for
strengths: On measuring hope building blocks. In C. R. Snyder (Ed.), Handbook of
hope: Theory, measures, and applications, (pp. 57-85). San Diego, CA: Academic
Press.
Lopez, J. S., Floyd, R. K., Ulven, J. C., & Snyder, C. R. (2000b). Hope therapy: Helping
clients build the house of hope. In C. R. Snyder (Ed.), Handbook of hope: Theory,
measures, and applications, (pp. 123-150). San Diego, CA: Academic Press.
Martinez-Marti, M. L., & Ruch, W. (2014). Character strengths and wellbeing across the
life span: data from a representative sample of Germanspeaking adults living in
Switzerland. Frontiers in Psychology, 5, 1253.
Maslow, A. H. (1954).Motivation and personality. New York: Harper.
Maslow, A. H. (1998). Toward a psychology of being. New York: John Wiley & Sons.
Magaletta, P. R., & Oliver, J. M. (1999). The hope construct, will, and ways: Their relati-
ons with self‐efficacy, optimism, and general well‐ being. Journal of Clinical Psyc-
hology 55(5), 539-551.
McDermott, D. & Snyder, C. R. (1999). Making hope happen: A workbook for turning
possibilities into realities. Oakland, CA: New Harbinger Publications
Menninger, K. A. (1959). Hope. Bulletin of the Menninger Clinic, 51(5), 447-462.
Miller, J., & Powers, M. (1988). Development of an instrument to measure hope. Nursing
Research, 37(1), 6-10. doi: 10.1097/00006199- 198801000-00002.
Morse J. M., & Doberneck, B. (1995). Delineating the concept of hope. Image - the Jour-
nal of Nursing Scholarship, 27(4), 277-285.
Morse J. M., & Penrod, J. (1999). Linking concepts of enduring, uncertainty, suffering,
and hope. Image - The Journal of Nursing Scholarship, 31(2), 145-50.
Nowotny, M. (1989). Assessment of hope in patients with cancer: development of an
instrument. Oncology Nursing Forum 16(1), 57-61.
Obayuwana, A., & Carter, A. (1982). The anatomy of hope. Journal of the National Me-
dical Association, 74(3), 229-234.
Obayuwana, A. O., Collins, J. L., Carter, A. L., Rao, M. S., Mathura, C. C., & Wilson, S.
B. (1982). Hope Index Scale: An instrument for the objective assessment of hope.
Journal of the National Medical Association, 74(8), 761-765.

390
Pozitif Psikoloji ve Umut

O’Hara, D. (2013). Hope in Counselling and Psychotherapy. London: Sage Publications.


Park, N., Peterson, C., & Seligman, M. E. P. (2004). Strengths of character and well-
being. Journal of Social & Clinical Psychology, 23, 603-619.
Park, N., & Peterson, C. (2006). Methodological issues in positive psychology and the as-
sessment of character strengths. In A. D. Ong & M. van Dulmen (Eds.), Handbook of
methods in positive psychology (pp. 292-305). New York: Oxford University Press.
Park, N., & Peterson, C. (2008). Positive psychology and character strengths: Application
to strengths-based school counseling. Professional School Counseling, 12 (2), 85-92.
Park, N., & Peterson, C. (2009). Character strengths: Research and practice. Journal of
College and Character, 10:4/
Peterson, C. (1991). Meaning and measurement of explanatory style. Psychological
Enquiry, 2, 1-10.
Peterson, C., & Seligman, M. E. P. (2004). Character strengths and virtues. A handbook
and classiffication. Oxford University Press.
Peterson, C., Stephens, J. P., Park, N., Lee, F., & Seligman, M. E. P. (2010). Strengths of
character and work. In P. A. Linley, S. Harrington, & N. Garcea (Eds.), Oxford
handbook of positive psychology and work (pp. 221-231). New York: Oxford Uni-
versity Press.
Rand, K. L., & Cheavens, J. S. (2009). Hope theory. In S. J. Lopez & C. R. Snyder (Eds.),
Oxford handbook of positive psychology (pp. 323-333). New York, NY: Oxford
University Press.
Reis, H. T., & Gable, S. L. (2007). Toward a positive psychology of relationships. In C.
L. M Keyes, & J. Haidt (Eds). Flourishing. Positive psychology and life well-lived
(pp. 129-159). Washington, DC: APA.
Rogers, C. R. (1951). Client-centered therapy : Its current practice, implications and the-
ory. London: Constable and Co.
Ryff, C. D. (1989). Happiness is everything, or is it? Explorations of the meaning of psycho-
logical well-being. Journal of Personality and Social Psychology, 57, 1069-1081.
Scheier, M. F., & Carver, C. S. (1985). Optimism, coping, and health: Assessment and
implications of generalized outcome expectancies. Health Psychology, 4, 219-247.
Schrank, B., Stanghellini, G., & Slade, M. (2008). Hope in psychiatry: a review of the
literature. Acta Psychiatrica Scandinavica, 118(6), 421– 433.
Scioli, A., & Biller, H. B. (2009). Hope in the age of anxiety: A guide to understanding and
strengthening our most important virtue. New York, NY: Oxford University Press.
Scioli, A., & Biller, H. B. (2010). The power of hope: Overcoming your most daunting
life difficulties-no matter what. Deerfield Beach, FL: Health Communications, Inc.
HSC.
Scioli, A., Ricci, M., Nyugen, T. & Scioli, E. (2011). Hope: Its nature and measure. Psyc-
hology of Religion and Spirituality, 3(2), 78-97.
Scioli, A., Scioli-Salter, E. R., Sykes, K., Anderson, C., & Fedele, M. (2016). The positi-
ve contributions of hope to maintaining and restoring health: An integrative, mixed-
method approach, The Journal of Positive Psychology, 11(2), 135-148.

391
Pozitif Psikoloji

Seligman, M. E. P. (1991). Learned optimism. New York: Knopf.


Seligman, M. E. P., & Csikszentmihalyi, M. (2000). Positive psychology: An introduc-
tion. American Psychologist, 55(1), 5–14.
Seligman, M. E. P. (2002). Authentic happiness. New York: Free Press.
Seligman, M. E. P. (2011). Flourish: A visionary new understanding of happiness and
well-being. New York: Free Press.
Shimai, S., Otake, K., Park, N., Peterson, C., & Seligman, M. E. P. (2006). Convergence
of character strengths in American and Japanese young adults. Journal of Happiness
Studies, 7, 311-322.
Shogren, K. A., Lopez, S. J., Wehmeyer, M. L., Little, T. D., & Pressgrove, C. L. (2006).
The role of positive psychology constructs in predicting life satisfaction in adoles-
cents with and without cognitive disabilities: An exploratory study. Journal of Posi-
tive Psychology, 1(1), 37-52.
Sigmon, S. T., & Snyder, C. R. (1993). Looking at oneself in a rose-colored mirror: The
role of excuses in the negotiation of a personal reality. In M. Lewis & C. Saarni
(Eds.), Lying and deception in everyday life (pp. 148- 165). New York: The Guil-
ford Press.
Slezackova, A. & Skrabska, S. (2013). Vztah silných stránek charakteru s životní a pra-
covní spokojeností učitelů a studentů pedagogiky [Relationships between character
strengths, satisfaction with life and job satisfaction in teachers and students of Fa-
culty of education]. Klinická psychologie a osobnost, 2(1), 27-44. ISSN 1805-6393.
Snyder, C. R. (1998). Hope. In H. S. Friedman (Ed.), Encyclopedia of mental health (pp.
421-431). San Diego, CA: Academic Press.
Snyder, C. R., Irving, L. M., & Anderson, J. R. (1991). Hope and health. In C. R. Snyder
& D. R. Forsyth (Eds.), Handbook of social and clinical psychology: The health
perspective (pp. 285-305). New York, USA: Pergamon Press.
Snyder, C. R. (2002). Hope theory: Rainbows in the mind. Psychological Inquiry, 13,
249-275.
Snyder, C. R. (2000a). Handbook of hope: Theory, measures and applications. San Diego,
CA: Academic Press.
Snyder, C. R. (2000b). The past and possible futures of hope. Journal of Clinical and
Social Psychology, 19, 11-28.
Snyder, C. R., Rand, K. L., & Sigmon, D. R. (2002). Hope theory: A member of the posi-
tive psychology family. In C. R. Snyder & S. J. Lopez (Eds). Handbook of positive
psychology, (pp. 257-276). New York: Oxford University Press.
Snyder, C. R., & Lopez, S. J. (2007). Positive psychology: The scientific and practical
explorations of human strengths. Thousand Oaks, CA: Sage.
Stotland, E. (1969). The psychology of hope. San Francisco: Jossey-Bass.
Sympson, S. C. (2000). Rediscovering hope: Understanding and working with survivors
of trauma. In C. R. Snyder (Ed.), Handbook of hope: Theory, measures, and applica-
tions (pp. 285-300). San Diego, CA: Academic Press

392
Pozitif Psikoloji ve Umut

Taylor, S. E., Lichtman, R. R., & Wood, J. V. (1984). Attributions, beliefs about control,
and adjustment to breast cancer. Journal of Personality and Social Psychology,
46(3), 489-502.
Thorndike, E. L. (1940). Human nature and the social order. New York: Macmillan.
Trzebiński, J., & Zięba, M. (2003). Kwestionariusz nadziei podstawowej BHI-12.
Podręcznik [Basic Hope Questionnaire BHI-12. Textbook]. Warsaw: Pracownia
Testów Psychologicznych PTP.
Vaillant, G. E. (2008). Spiritual evolution: A scientific defense of faith. Broadway Books.
Viktor E. Frankl (1992). Man's Search for meaning. An introduction to logo therapy Fo-
urth Edition. Beacon press.
Wagner, L., & Ruch, W. (2015). Good character at school: Positive classroom behavior
mediates the link between character strengths and school achievement. Frontiers in
Psychology, 6:610.
Wissing, M., Potgieter, J., Guse T., Khumalo, T., & Nel, L. (2014). Towards flourishing.
Contextualising positive psychology. Pretoria, SA: Van Schaik Publisher.
Yalom, I. (1980). Existential psychotherapy. New York: Basic Books.

393
19 YAŞAM DOYUMU

Ayşegül Erçevik

Bu bölümü okuduğunuzda
1. Pozitif psikoloji bağlamında yaşam doyumu kavramının ne olduğunu,
2. Öznel iyi oluş kavramından nasıl farklılaştığını,
3. Yaşam doyumuna ilişkin teorilerin neler olduğunu,
4. Yaşam doyumuna ilişkin evlilik, sağlık ve iş doyumu etki alanlarını ve bu etki
alanlarını etkileyen değişkenleri,
5. Yaşam doyumunu arttırmaya yönelik bireysel ve grupla psikolojik danışma süreç-
lerinde uygulanabilecek bazı teknik önerileri öğreneceksiniz.

Bu bölümde pozitif psikolojide önemli bir yer tutan yaşam doyumu kav-
ramına değinilecektir. Yaşam doyumunun anlamı ve önemi, yaşam doyumunu
açıklamaya yönelik teoriler, yaşam doyumunu etkileyen evlilik, sağlık ve iş gibi
etki alanlarının önemi ele alınacak ve güncel araştırma sonuçlarına dair bilgi
verilecektir.
Postmodernist bakış açısıyla birlikte psikoloji biliminde de değişim mey-
dana gelmiş, deterministik bakış açısı yerini insanın öznelliği ve yerelliğini
vurgulayan yaklaşımlara bırakmıştır (Arkonaç, 2008; Burr, 2012; Karaırmak ve
Siviş, 2008). Özellikle hastalık kavramının odaktan çıkarılması, insanların nasıl
daha iyi, mutlu v.b. olduğuna odaklanılmasıyla birlikte insanın pozitif yanları-
nın vurgulanmasına verilen önem artmıştır (Anderson ve Goolishian, 1992;
Murdock, 2013; Payne, 2006; Sklare, 2013; Tarragona, 2008; White, 1995).
Postmodernizmi benimseyen bu yaklaşımlardan biri de pozitif psikolojidir. Po-
zitif psikolojide bireyin tüm yaşamına ilişkin duygu ve düşünceleri önemli bir
yere sahiptir. Pozitif psikolojinin temel kavramı olarak ele alınan iyi oluşun
bilişsel yönü olarak ifade edilen yaşam doyumu, 1960’lı yıllardan bu yana lite-
ratürde yer alan ve sıklıkla ele alınan bir kavramdır (Diener, 2009a).

395
Pozitif Psikoloji

Yaşam doyumu bireyin olumlu duygu deneyimleri ve olumsuz duygu de-


neyimleri arasındaki farktan farklı bir içeriğe sahiptir. Yaşamda deneyimlenen
duygunun niceliği ne olursa olsun yaşama ilişkin değerlendirmenin farklı olabi-
leceği ifade edilmektedir. Yaşam doyumu, psikolojik iyi oluşun olumlu ve
olumsuz duygu deneyimlerinden etkilenmekte ancak bireyin yaşama ilişkin
kriterlerini dikkate alarak geliştirdiği daha stabil bir yapıyı içermektedir (And-
rews ve Withey, 1976; Pavot ve Diener, 2009; Veenhoven, 1984). Dolayısıyla
bireyin yaşamdan aldığı doyumu değerlendirmek, anlık duygusal dalgalanımla-
rını değerlendirmekten farklı olarak bireyin yaşamına ilişkin genel bir yorumu
ifade ettiği için oldukça önemli görülmektedir.
Yaşam doyumuna etki eden değişkenlere ilişkin çalışmalarda aşağıdan yu-
karıya ve yukarıdan aşağıya şeklinde teoriler temelinde incelemeler yapıldığı
görülmektedir. Aşağıdan yukarıya (bottom-up) teorilerde etki alanları olarak
ifade edilen değişkenlerden söz edilmektedir. Bu teoriler bireyin evlilik, sağlık,
iş ve diğer sosyodemografik özelliklerinden aldıkları doyumun yaşam doyu-
munu açıklamada önemli bir rolü olduğu fikrini temele almaktadır (Ilies ve diğ.,
2018; Pavot ve Diener, 2009) . Yukarıdan aşağıya (top-down) yani mizacı teme-
le alan teoriler ise kişiliğin yaşam doyumu üzerindeki önemli etkilerinden söz
etmektedir. Özellikle nörotizm ve dışadönük kişiliğin yaşam doyumu için
önemli açıklayıcılar olduğu belirtilmektedir (Brief ve diğ., 1993; Diener ve diğ.,
1985). Yaşam doyumunda kişiliğin etkisi kaçınılmaz olarak görülmekte, bunun-
la birlikte etki alanlarının yaşam doyumunun en yakın belirleyicileri olduğu
ifade edilmektedir (Pavot ve Diener, 2009; Schimmack ve Oishi, 2005) . Dola-
yısıyla etki alanlarına ilişkin elde edilen bilgiler ışığında etki alanlarının gelişti-
rilmesi gereken yönlerine odaklanmak ve yaşam doyumunu pozitif katkı sağla-
mak önemli görülmektedir. Tüm bu değişkenleri tespit etme ve bireyin bu alan-
lara verdiği değer ağırlıklarını hesaplama imkânımız oldukça güçtür. Bununla
birlikte evlilik, sağlık ve iş doyumunun yaşam doyumunun önemli belirleyicile-
ri olduğu tespit edilmiştir (Diener, Napa Scollon ve Lucas, 2009). Bu bölümde
yaşam doyumu kavramı, yaşam doyumunu açıklamaya yönelik teoriler, evlilik,
sağlık ve iş doyumunun yaşam doyumuyla ilişkisine değinilecektir. Daha sonra
evlilik, sağlık ve iş alanlarında yaşam doyumunu arttırmaya yönelik pozitif
psikoloji uygulamalarına yer verilecektir.

396
Yaşam Doyumu

1. YAŞAM DOYUMU
Modernist çağın etkisi ile psikoloji bilimi insanlarda ortak olarak görülen
sorunlardaki zayıflıkları tespit etme ve insanları güçlendirme anlayışı ile yola
çıkmıştır. Bu bakış açısı ekseninde gelişen terapötik yaklaşımların önemli katkı-
ları olmuş ancak giderek bireylerin negatif yönlerine daha fazla vurgu yapar
hâle geldiği görülmüştür. Hatta Hefferon ve Boniwell (2014, s. 5) patolojiye
odaklanmanın psikolojinin bir “mağdur bilimi” olmasına yol açtığını belirtmek-
tedir. Diener (2009b, s. 25) depresyon veya anksiyete gibi olumsuz tepkileri
ölçmenin insanın iyi oluşuna ilişkin çizilmeye çalışılan resmin eksik bırakılma-
sına neden olduğuna; yaşam doyumu ve olumlu duyguların da ölçülmesinin
gereğini vurgulamıştır. İyi giden yaşamların nasıl iyi gidebildiğine odaklanma
fikri yeni bir bakış açısı olarak psikoloji bilimine girdiğinde psikoloji biliminin
temelindeki iyi oluşu arttırma hedefinin hız kazandığı söylenebilir.
Pozitif psikoloji postmodernist bakış açısını temele alarak insan yaşamında
nelerin iyi gittiğine, hangi özelliklerin yaşam kalitesini arttırmada rol oynadığı-
na, insanın güçlü yanlarının neler olduğuna ve hangi becerileri arttırmanın iyi
oluşu arttırdığına odaklanmıştır. Böylece pozitif psikoloji insanın gelişme gücü
ve potansiyelini vurgulayan önemli bir yaklaşım hâline gelmiştir (Kobau ve
diğ., 2011). Pozitif psikoloji insanın psikolojik boyutuna etki eden duygu, bece-
ri, biliş, maneviyat, iyimserlik, umut, akış ve mutluluk gibi pek çok kavramı
içine alan çok yönlü bir bakış açısına sahiptir. Seligman’ e göre (2007,s. 71)
pozitif psikoloji deneyimlere üç zaman boyutunda yaklaşmaktadır:
● Geçmiş: Doyum, hoşnutluk, memnuniyet, gurur ve dinginlik
● Şimdi ve Burada: Mutluluk, sakinlik, zevk coşku, haz ve akış
● Gelecek: İyimserlik, umut ve inanç
Modernist bakış açısında önemli bir yer tutan zaman dilimi “geçmiş”tir.
Geçmişteki kötü deneyimlere odaklanarak bireylerin “hastalık” yapan yönlerini
anlamak hedeflenmektedir. Pozitif psikolojide ise geçmişe farklı bir açıdan
yaklaşılarak deneyimlerin yarattığı iyi ve kötü duyguların olabileceğinden ancak
bu duyguların dışında bireyin yaşamına dair değerlendirmelerinin de önemli
olduğundan söz edilmektedir. Şöyle ki yaşam doyumunun her bireyin yaşama
ilişkin deneyimlerini bir topluluğun değerlendirmesi (bir psikiyatristler grubu)
yerine kendi bakış açısı ve yaşama ilişkin kriterlerinin bir ürünü olduğuna vurgu
yapılmıştır. Bu değerlendirmeler sonucunda aynı yaşam deneyimlerine sahip
olsalar dahi (ki her insan parmak izi kadar farklı deneyimler yaşamaktadır) in-
sanlar kendi yaşamlarından memnun olma ve olmama noktasında farklılaşabil-
mektedir.

397
Pozitif Psikoloji

İnsanlar günlük yaşam içerisinde birçok farklı yaşantılar deneyimlemekte


ve bunların sonucu olarak mutluluk ya da mutsuzluk içeren duygular yaşamak-
tadır. Belli deneyimler üzerine duygular bireyin genel yaşamına dair duygu ve
düşünceleri hakkında önemli yere sahip olsalar dahi genel yaşama dair memnu-
niyet ya da memnuniyetsizliği belirlemede yeterli olmamaktadır. Deneyimlerin
bireyselliğine vurgu yapan postmodernist anlayıştan doğan pozitif psikolojide
bireyin olumlu ve olumsuz duygu deneyimleri ve yaşamının nasıl (iyi-kötü)
olduğuna dair değerlendirmeleri öznel iyi oluş olarak ifade edilmektedir.
Öznel iyi oluş pozitif psikoterapinin temel kavramlarındandır. Öyle ki bu
yaklaşımda ele alınan ve sıkça karşımıza çıkan mutluluk kavramıyla eş anlamlı
olarak kullanılmaktadır (Diener, 2009b,s. 29; Diener, Napa Scollon ve Lucas,
2009,s. 67). Öznel iyi oluş, bireyin yaşamına dair bilişsel ve duyuşsal değerlen-
dirmelerini içerir. Öznel iyi oluş, olumlu duygular yaşamayı, düşük düzeyde
olumsuz ruh hâline sahip olmayı ve yüksek yaşam doyumunu içeren geniş bir
kavramdır (Diener, 2009a; Diener, Lucas ve Oishi, 2002, s. 63; Heller, Watson
ve Ilies, 2004,s. 3). Başka bir ifadeyle, bireyin yaşam deneyimlerinde olumlu
ve olumsuz duygularının niceliği ve yine bireyin yaşamının tümüne dair değer-
lendirmelerini içermektedir (Pavot ve Diener, 2009).
Öznel iyi oluşun boyutlarından olumlu ve olumsuz duyguların yoğunluğu-
nun birey için önemi büyüktür. Ancak bu iki boyutun birbirlerinin karşıtı olma-
dığı ifade edilmektedir (Diener, Lucas ve Oishi, 2002; s. 64). Dolayısıyla birey-
lerin olumsuz duygular deneyimliyor olması öznel iyi oluşun yüksek ya da dü-
şük olmasının tek belirleyicisi değildir. Diğer önemli belirleyicisi bireyin ya-
şamına ilişkin belirlediği kriterlere bağlı olarak değişebilen kendi yaşamının
kalitesine ilişkin yargılarıdır (Heller, Watson ve Ilies, 2004; Pavot ve Diener,
2008). Diener’e göre (2009b,s. 28) yaşam doyumu insanların yaşamlarını bir
bütün olarak değerlendirdiklerinde oluşan yargılarıyken öznel iyi oluşun haz
bileşeni ise yaşantılardan elde edilen çoğunlukla hoş duygular ve nadiren hoş
olmayan duygular deneyimlenmesini içerir. Yaşam doyumu ve haz seviyesi
birbiriyle ilişkilidir çünkü her ikisi de bireyin yaşam olaylarına, faaliyetlerine ve
koşullarına ilişkin değerlendirmelerini içermektedir. Diğer bir ifadeyle, yaşam
doyumu duygu yoğunluğuyla ilişkili olmakla birlikte bireyin yaşam tarzından
memnuniyetine dair yargılarını içerir. Bu nedenle yaşam doyumunun öznel iyi
oluşun bilişsel boyutu olduğu, bu bilişsel işlemde bireyin yaşamın bütününe
ilişkin kendi kriterleri doğrultusunda bilinçli bir değerlendirme yapmasını içer-
diği ifade edilmektedir.
Öznel iyi oluş hem durağan hem de değişebilir bileşenlere sahiptir. Yaşam
olayları değiştikçe bireylerin olaylara ilişkin değerlendirmeleri ve haz seviyesinde

398
Yaşam Doyumu

değişimler olmakla birlikte öznel iyi oluş seviyesinin genellikle belli bir referans
aralığında olduğu ifade edilmektedir. Ancak insanların yaşam koşullarına ve de-
neyimlerine ilişkin bir tutarlılığın var olduğu ve dolayısıyla yaşam doyumunun
öznel iyi oluşun stabil yönünü oluşturduğu ifade edilmektedir (Diener, 2009a;
Diener ve Larsen, 2009; Ehrhardt, Saris ve Veenhoven, 2000; Magnus ve Diener,
1991; Schimmack, Diener ve Oishi, 2002). Yaşam doyumu olumlu ve olumsuz
duygu deneyimlerinden daha tutarlı ve istikrarlı bir boyuttur.
Yaşam doyumunda kişinin yaşamını değerlendirirken kullandığı standart-
lar önemlidir ve bu standartlar her birey için farklılaşmaktadır. Genel olarak
insanların yaşamlarına ilişkin stabil standartlar mevcut olsa da farklı durumlar
için farklı standartların var olabileceğinden söz edilmektedir. İnsanlar yaşam
doyumlarına ilişkin değerlendirmelerde bulunurken idealleri ve hedefleri doğ-
rultusunda standartlar belirleyebildiği gibi, diğer insanların yaşantılarına ve
ideallerine dayalı değerlendirmelerde de bulunabilmektedir. Dolayısıyla yaşam
doyumunu ele alan çalışmalarda “Yaşamım birçok yönüyle ideallerime yakın.”,
“Yaşam koşullarım çok iyi.” “Yaşamımdan hoşnutum.”, “Şu ana kadar istedi-
ğim şeyleri elde edebildim.” “Yeniden Dünya’ya gelseydim yaşamımda hemen
hemen hiçbir şeyi değiştirmezdim” gibi bireyin yaşamına ilişkin genel bir de-
ğerlendirmesini içeren ifadelerin bulunduğu Yaşam Doyumu Ölçeği (Diener ve
diğ., 1985) yaygın olarak kullanılmaktadır. Sonuç olarak yaşam doyumu yaşa-
ma ilişkin memnuniyet ve hoşnutluk hâlidir, bir bireyin yaşamında elde ettiği
başarılarına ilişkin, yaptığı şeylerin değerine ilişkin içeren ve bireyin iyi olu-
şunda önemli bulunan bir kavramdır (Owen, 2019).

2. YAŞAM DOYUMUNA İLİŞKİN TEORİLER


Heller, Watson ve Ilies (2004) yaşam doyumunun belirleyicilerinin kişilik ve
bireyi etkileyen bağlam, olay ve durumlar gibi değişkenler olduğunu ifade etmekte-
dir. Yaşam doyumu, bireyin iyi oluşunun kaynaklarını anlamaya ilişkin farklı yak-
laşımları temele alan aşağıdan yukarıya (bottom-up) ve yukarıdan aşağıya (top-
down) olmak üzere iki teorik yaklaşımla incelenmektedir (Brief ve diğ., 1993).
Yaşam doyumu yaşamın çok boyutlu değerlendirilmesini içeren bilişsel bir
süreç olarak görülmektedir. Kobau ve diğ. (2011) pozitif psikoloji çalışmaları-
nın dört ana alana odaklandığını ifade etmektedir. Bunlar; pozitif duygular,
pozitif birey özellikleri, gruplar arası pozitif ilişkiler ve pozitif sonuçları destek-
leyici kurumsal zenginleştirmedir. Bu alanlar içerisinde bireye dair özelliklerin
belirleyiciliğine odaklanmanın yaygın olarak görüldüğü ancak birey için önemli

399
Pozitif Psikoloji

diğerleriyle ve önemli kurumlarla ilişkilerin de önemli olduğu belirtilmektedir.


Evlilik, aşk, iş, sağlık ve eğitim gibi bu bileşenlerden alınan doyumun yaşam
doyumunun önemli yordayıcıları olduğundan söz edilemektedir (Diener, 2009b;
Ilies ve diğ., 2018). Diener, Napa Scollon ve Lucas (2009) yaşamın bu boyutla-
rını etki alanları olarak değerlendirilmektedir. Bu etki alanlarındaki doyumun
tamamını değerlendirmenin mümkün olmamakla birlikte temel bazı etki alanla-
rının değerlendirilebileceğinden söz etmektedir. Diener ve diğ. (2002) çalışma-
larında mutlulukta etki alanlarına ilişkin değerlendirmelerin önemli bir yeri
olduğu ancak mutlu bireylerin değerlendirme yaparken kendisi için en iyi olarak
değerlendirdikleri etki alanlarına ağırlık verdiklerini, mutsuz bireylerin ise ken-
dileri için en kötü olarak değerlendirdikleri etki alanlarına ağırlık verdiklerini
bulmuşlardır. Dolayısıyla yaşamdan doyum almaya ilişkin standartlar bireyler
arasında farklılaşmakta ve birey için önem arz eden etki alanına ilişkin elde
edilen bilgiler onun genel iyi oluşuna ilişkin önemli bilgiler sağlayabilmektedir
(Diener, Napa Scollon ve Lucas, 2009). Bu nedenle yaşam doyumu bir kişinin
yargı ölçütlerinin kişiye bağlı olduğu yaşamına ilişkin bilinçli olarak oluşturdu-
ğu bilişsel bir yargıdır (Pavot ve Diener, 2009, s. 102).

2.1. Aşağıdan Yukarıya Teoriler


Aşağıdan yukarıya ya da araçsal temelli teoriler yaşam doyumunun bir kişi-
nin yaşamın tüm yönlerine ilişkin yaptığı değerlendirmenin bir sonucu olarak
görmektedir. Örneğin; bir birey sosyal ilişkilerden memnun, iyi bir işi olduğunu
ve maddi olarak yeterli gelirinin olduğunu düşünüyorsa yaşam doyumunun yük-
sek olacağını ifade etmektedir. Aşağıdan yukarıya bakış açısında spesifik yaşam
deneyimlerinin bireyin yaşam doyumunda önemli etkilere sahip olduğunu belirt-
mektedir. Bu nedenle bu teorik perspektife sahip araştırmacılar bireylerin evlilik,
iş ve sağlık benzeri spesifik yaşam alanlarındaki doyumun yaşam doyumuna etki-
leri ile ilgilenmektedirler (Ilies ve diğ., 2017). Bu teorik anlayışa dayalı açıklama-
lara evlilik, sağlık ve iş doyumu başlıklarında ayrıntılı olarak yer verilecektir.

2.2. Yukarıdan Aşağıya Teoriler


Yukarıdan aşağıya ya da mizaç temelli teorilerde ise yaşam doyumunun
temel belirleyicisinin kişilik olduğunu ifade etmektedir. Bu teoriler kişiliğin
biyolojik bileşenleri ve kişiliğin bireyin yaşamına dolaylı etkileri üzerinde dur-
maktadır. Birçok araştırmada kişiliğin yaşam doyumunun önemli yordayıcısı
olduğu bulunmuştur (Schimmack ve diğ., 2004; Steel, Schmidt ve Shultz, 2008;

400
Yaşam Doyumu

Zhang ve Howell, 2011). Bu teoriler özellikle nörotizm ve dışa dönüklüğün


yaşam doyumundaki rolüne odaklanmakta ve bu iki kişilik tipinin yaşam doyu-
munun önemli belirleyicileri olduğundan söz etmektedir (Shimmack, Diener ve
Oishi, 2009; Steel, Schmidt ve Shultz, 2008). Steel, Schmidt ve Shultz (2008,
s.148) yaptıkları metaanaliz çalışmasında yaşam doyumunun en yüksek yorda-
yıcının nörotizm kişilik yapısının olduğunu nörotizm arttıkça yaşam doyumun-
da düşüşün belirgin olarak gerçekleştiğini ifade etmişlerdir. Yine bireylerin
dışadönüklüğü arttıkça yaşam doyumlarının yükselme eğiliminde olduğu bu-
lunmuştur.
Yukarıdan aşağıya teorilerde biyolojik bakış açısına dayalı inceleme yapan
çalışmalar davranış aktivasyon sisteminin ve davranış inhibisyon (engelleme)
sisteminin kişilikle bağlantısına odaklanmaktadır. İnsan davranışlarını yönlendi-
ren davranış aktivasyon sisteminin dışadönüklük ile ilişkili olarak davranış son-
rası ödüllerin varlığına odaklanmayı sağladığı ifade edilmektedir. Davranış
inhibisyon sistemi ise; nörotizmle ilişkili olan davranış sonucu oluşacak cezaya
odaklanarak kaçınma davranışını tetiklediği belirtmektedir. Kişiliğin dolaylı
etkilerine odaklanan çalışmalarda ise nörotizm kişilik yapısındaki bireylerin
endişeli, kolaylıkla üzgün ve karamsar veya depresif olma eğiliminde oldukları
ve bu eğilimin aile, arkadaşlık ve romantik ilişkilerde olumsuz etkileri olması
nedeniyle yaşam doyumunun düşmesine neden olduğu ifade edilmektedir. Diğer
yandan dışadönüklerin sosyal, iyimser, enerjik, sosyal olarak etkileyici olma
eğiliminde olmaları nedeniyle kişiler arası ilişkilere daha fazla zaman ayırdıkla-
rı ve dolayısıyla bu durumun aile, arkadaşlık ve romantik ilişkilerinde pozitif
etkileri olduğu belirtilmektedir (Steel, Schmidt ve Shultz, 2008, s.148).
Pavot ve Diener (2009, s. 140) yaşam doyumunun kişilikten özellikle de
dışadönüklükten etkilendiğini ancak yaşam/etki alanlarındaki değişikliklerin de
belirgin bir etkisinin söz konusu olduğunu ifade etmektedir. Geçici ruh hâlleri
gibi anlık bağlamsal faktörlerin etkisini anlamak önemlidir ancak bunlar bireyin
yaşam doyumuna ilişkin genel yargıya işaret etmemektedir. Yaşam doyumuna
ilişkin bilgiler bireyin yaşamındaki önemli alanları içermektedir ve bunları nasıl
değerlendirdiğine dair bütünleşik bir yargı sunmaktadır. Schimmack ve Oishi
(2005, s. 404) yaşam/etki alanlarına ilişkin incelemesinin yaşam doyumunun
belirleyicileri hakkında önemli bilgiler sağlayacağını çünkü bu etki alanlarının
yaşam doyumunun en yakın belirleyicileri olduğunu ifade etmektedir.

401
Pozitif Psikoloji

3. YAŞAM DOYUMUNU ETKİLEYEN ETKİ


ALANLARI
Etki alanı doyumu, bireyin ilgili etki alanınına ilişkin değerlendirmelerini
içermektedir. Etki alanlarına ilişkin elde edilen doyum düzeylerinin yaşamda
alınan doyuma ilişkin bilgi verdiği ifade edilmektedir. Ancak bireylerin etki
alanlarına verdikleri önemin derecesi farklılaşacağından yaşam doyumuna iliş-
kin yargılar da farklılaşabilmektedir. Örneğin; öğrenciler notlar ve öğrenme
konusunda daha çok endişe duyma eğiliminde olup yaşam doyumunu ilişkin
yargılarını oluştururken bu etki alanına daha fazla önem vermekte, daha ileri
yaşlardaki bireyler için ise sağlığa ilişkin doyum yaşam doyumu için önemli bir
belirleyici olabilmektedir (Diener, Napa Scollon ve Lucas, 2009,s. 71). Yaşam
doyumunun önemli etki alanları evlilik, sağlık, iş doyumudur.

3.1. Evlilik Doyumu


Bireylerin evlilikleri hakkındaki değerlendirmeleri ifade etmektedir. Evli-
lik doyumu evlilikten duyulan hoşnutluk, bireyin kendi kriterleri doğrultusunda
değerlendirdiğinde evliliğinin kalitesine ilişkin düşünceleri, istikrar, çiftler arası
uyum ve cinsel doyum gibi birbiriyle ilişkili ögeleri içeren ve yaşam doyumun-
da önemli etkileri bulunan bir alandır (Ateş, 2018). Yapılan birçok çalışmada
evli bireylerin yaşam doyumlarının bekar, boşanmış ya da dul bireylerden daha
yüksek olduğu, yine evli kadın ve erkeklerin bekar kadın ve erkeklerden daha
mutlu olduğu ortaya çıkmıştır (Diener ve diğ., 1999; Diener ve diğ., 2000; Hayo
ve Seirfert, 2003; Lee, Seccombe ve Shehan, 1991).
Çiftler arası iletişim evlilik doyumu için anahtar bir öge olarak ifade edil-
mektedir. Ancak iletişimin evlilikten alınan doyum düzeyini yordadığı ya da
tam tersi bir etkinin var olup olmadığı tartışma konusudur. Evliliklerinin ilk üç
yılında çiftleri inceleyen Lavner, Karney ve Bradbury’e göre (2016) evlilik
doyumu iletişimin güçlü bir yordayıcısı olmakla birlikte iletişimin de evlilik
doyumunun önemli bir yordayıcısı olduğunu ifade edilmektedir. Vazhappilly ve
Reyes (2016) çalışmalarında çiftler arası iletişimin evlilik doyumunun %
90.4’ünü yordadığını bulmuşlar ve bu bulgulardan yola çıkarak evli çiftlere
verilecek iletişim programlarının evlilik doyumunu arttıracağını ifade etmişler-
dir. Birçok çalışmada bu öneriyi destekleyici bulgulara rastlanmıştır (Moeini ve
diğ., 2016; Williamson ve diğ., 2016). Ayrıca iletişimin sadece evlilik doyumu
için değil, cinsel doyum için de oldukça önemli olduğundan söz edilmektedir
(Blunt-Vinti, Jozkowski ve Hunt, 2019).

402
Yaşam Doyumu

Evliliğin önemli bir parçası olan cinsellik, evlilik doyumu için de büyük
öneme sahiptir (Fallis ve diğ., 2016; Impett, Muise ve Peragine, 2014; McNulty,
Wenner ve Fisher, 2016). Cinsel doyum (sex satisfaction), bireyin cinsel dene-
yiminden aldığı anlık hazzı (orgazm) ifade etmekle birlikte yalnızca anlık haz
ile ilgili değildir. Aynı zamanda bireyin ilişkiden aldığı doyuma ilişkin değer-
lendirmelerini de içermektedir (Rehman, Fallis ve Byers, 2013; Gadassi ve diğ.,
2016; Lawrance ve Byers, 1995). Cinsel doyumu yüksek olan bireylerden part-
nerine duyarlı olan bireylerin evlilik doyumlarının yüksek olduğu ancak cinsel
doyumu yüksek olsa da partnerine duyarlılığı düşük bireylerin evlilik doyumla-
rının daha düşük olduğu bulunmuştur (Gadassi ve diğ., 2016). Ayrıca cinsel
ilişki sıklığının evlilik doyumunu arttıran önemli faktör olduğu ancak evlilik
doyumunda cinsel ilişkiden alınan hazzın ve çift arasındaki sıcak iletişimin daha
fazla rol oynadığı ifade edilmektedir (Schoenfeld ve diğ., 2017).
Evlillikten alınan doyuma etki eden iletişim ve cinsellik yanında evliliğin
diğer önemli bir olgusu da ebeveynliktir. Ebeveynliğe ilişkin deneyimler de
bireyin evlilikten aldığı doyumda önemli bir yere sahiptir. Evli çift için ebe-
veynliğe geçiş süreci önemli deneyimdir ve evliliğe ilişkin doyuma önemli etki-
leri bulunduğundan söz edilmektedir (Lawrence ve diğ., 2008). Farklı yaş gru-
bunda bulunan çocukların ebeveynler için enerji ve zaman gerektirmesi, çiftle-
rin evlilik ilişkisine ve evlilik doyumuna ilişkin değişiklikleri tanımasını zorlaş-
tırabilir (Lawrence, Nylen ve Cobb, 2007). Çünkü çiftler ebeveyn olduklarında
stresli bir dönemden geçmekte ve ebeveynlik bireylerde ve ilişkilerinde yarala-
yıcı etkiler yaratabilmektedir. Çiftler yorgunluk, maddi sıkıntılar ve iş aile ça-
tışmaları gibi zorluklarla yüzleşirken diğer yandan ebeveyn olmayı öğrenmek
durumundadır (Kohn ve diğ., 2012).

3.2. Sağlık
Yaşam kalitesini etkileyen önemli değişkenlerden biri de sağlıktır. Bireyin
algıladığı sağlık durumu yaşam doyumunun önemli bir açıklayıcısı olarak gö-
rülmektedir (Palmore ve Luikart, 1972; Rojas, 2004). Dünya Sağlık Örgütü’nün
ifade ettiği üzere “... Sağlık, sadece hastalık ya da sakatlık olmayışı değil, tam
bir fiziksel, zihinsel ve sosyal iyilik hâlidir…” (WHO, 2014, s. 1). Görüldüğü
gibi bu sağlık anlayışı yalnızca fiziksel sağlığı içermemekte aynı zamanda bire-
yin mental ve sosyal iyi oluşu da sağlığın ayrılmaz bir parçası olarak görmek-
tedir. Zihinsel sağlık, fiziksel sağlık ve sağlıklı davranışlarla yakından ilişkilidir
(WHO, 2014, s. 12).
Yaşam doyumu ile sağlık arasındaki ilişkinin doğrusal olmakla birlikte iki
yolla gerçekleştiğinden söz edilmektedir. Yaşama ilişkin olumlu düşüncelerin

403
Pozitif Psikoloji

etkileri nedeniyle bireylerin hastalıklardan korunmayı sağlayan biyolojik tepki-


lerinin arttığı ifade edilmektedir. Ayrıca yaşam doyumunun, bireyin daha sağ-
lıklı bir yaşam tarzı benimsemesi yoluyla hastalıklardan korunmasını sağladığı
belirtilmektedir (Grant, Wardle ve Steptoe, 2009, s. 259). İki bakış açısı da ya-
şam doyumunun sağlık ve sağlıklı olma ile ilişkilendirilen yaşam tarzıyla önem-
li ilişkilere sahip olduğunu göstermektedir.
Yaşam doyumu sağlıklı davranışlarla ilişkilidir. 17-30 yaş arasındaki bi-
reylerde yapılan bir araştırma sonucuna göre yaşam doyumunun yüksek oluşu-
nun fiziksel egzersiz yapma ile oldukça ilişkili olduğu, sigara kullanmayan ve
sağlıklı beslenen bireylerin yaşam doyumlarının yüksek olduğu bulunmuştur
(Grant, Wardle ve Steptoe, 2009). Yaş aralığı 18-64 yaş olan bir başka grupta
gerçekleştirilen yirmi yıllık boylamsal bir çalışmada araştırmaya katılan birey-
lerde düşük yaşam doyumunun hastalık ve yaralanma gibi ölüm nedenlerini
arttırdığı, özellikle yaralanma ölümlerinde ve alkol aşırı kullanımı nedeniyle
ölümün yaşam doyumu düşük erkeklerde daha fazla yaşandığı bulunmuştur.
Ancak kadın ölümleriyle yaşam doyumu arasında ilişki bulunamamıştır (Koi-
vumaa-Honkanen ve diğ., 2000).
Ruh sağlığı problemlerinin yaşam doyumu ile ilişkisini ele alan bir başka
boylamsal çalışmada majör depresyon, anksiyete bozukluğu, intihar ve madde
kötüye kullanımı gibi ruh sağlığı problemlerinin ortaya çıkışının yaşam doyu-
munda anlamlı düşüşlere neden olduğu bulunmuştur. Ayrıca, yaşam doyumu ve
ruh sağlığının anlamlı bir yordayıcısı olmakla birlikte ruh sağlığının yaşam do-
yumundaki yordayıcı etkisinin daha yüksek olduğu ifade edilmiştir (Fergusson
ve diğ., 2015). Alkol ve sigara kullanımı, sağlıksız yeme alışkanlıkları, uyku
problemleri ve daha az fiziksel egzersiz yapıyor olmak düşük yaşam doyumuyla
ilişkili bulunmuştur (Parletta, Aljeesh ve Baune, 2016). Benzer bir şekilde er-
genler üzerinde yapılan bir çalışmalarda da gençlerin ruh sağlığını ve fiziksel
sağlığıyla ilişkili davranışlarının yüksek yaşam doyumuyla ilişkili olduğu gö-
rülmektedir (Marques ve diğ., 2017; Sun ve Shek, 2012).
Yetişkinlik döneminde yaşam doyumunun genellikle daha stabil olduğu ve
genellikle yaşamdan aldıkları doyumun yüksek olduğu ifade edilmektedir (Die-
ner, Lucas ve Scollon, 2006; Gerstorf ve diğ., 2010). Hatta 40’lı yaşlardan 70’li
yaşlara bir artış gösterme eğiliminde olduğu belirtilmektedir (Baird, Lucas ve
Donellan, 2010). Ancak ileri yaşlarda fiziksel sağlığın yaşam doyumunun en
önemli şartı olduğu ifade edilmektedir. Özellikle 70 li yaşlara kadar yaşam do-
yumunun stabil devam ettiği ancak 70 yaşları sonrasında düşüşe geçtiği belir-
tilmektedir (Baird, Lucas ve Donnellan, 2010; Gerstorf ve diğ., 2010). İleri yaş-

404
Yaşam Doyumu

larda bireyin fiziksel performansının ve işlevselliğinin zayıflaması gibi fiziksel


sağlık göstergelerinin düşük yaşam doyumuyla ilişkili olduğu ancak depresyon
ve yalnızlık gibi ruh sağlığı değişkenlerinin yaşam doyumuyla daha yüksek
düzeyde ilişki gösterdiği bulunmuştur (Puvill ve diğ., 2016).

3.3. İş Doyumu
Eggert (2008) ve Saviskas (2008) mesleki psikolojinin semptomlara ya da
işlevsizliğe odaklanmadığını, işteki işlevselliği arttırma ve güçlü yanlara daha
fazla odaklandığını dolayısıyla kariyere ilişkin araştırmaların pozitif psikoloji
ortaya atılmadan önce de güç odaklı olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak araştır-
malar incelendiğinde iş ve çalışma yaşamına dair çalışmalarda bireyin yaşam
deneyimlerindeki olumsuzluklara odaklanma yaklaşımının olduğunu görülmek-
tedir. Tükenmişlik, işte şiddet, iş güvensizliği, işe gelmeme gibi konular olduk-
ça araştırılan konulardır (Griffeth, Hom ve Gaertner, 2000). Turner, Barling ve
Zacharatos (2002) bu çalışmaların yerini işin pozitif yönlerine, pozitif etkilerine
ve iş yaşamının anlamına ilişkin çalışmalara bıraktığını ifade etmişler ve bu
durumun iş yaşamındaki iyi oluşun ruhsal iyi oluşa önemli etkilerinin bulunma-
sından kaynaklandığını belirtmişlerdir.
İnsanlar yaşamlarını sürdürebilmek ve aynı zamanda kendilerini ifade et-
menin bir yolu olarak çalışmaktadır. İş ya da çalışma yaşamı bireyin ruh sağlı-
ğının önemli bir göstergesidir. Öyle ki Freud “Çalışma bireyin gerçek yaşamla
bağ kurmasıdır” diyerek çalışma yaşamının ruh sağlığındaki önemini vurgula-
mıştır (Niles ve Harris-Bowlsbey, 2013; Yeşilyaprak, 2015).
Birçok insan yaşamsal ihtiyaçlarını gidermek için iyi ihtimalle günde sekiz
saat çalışmak durumundadır. Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama 40 saat çalı-
şılmaktadır (Eurofound, 2016) ve çalışanların yalnızca %10’unun 48 saatten
fazla çalıştığı belirtilmektedir. Türkiye’de ise ortalama çalışma süresi 47 saattir
ve ülkenin % 50’den fazlasının 48 saatten fazla çalıştığı ifade edilmektedir (Eu-
rofound and International Labour Organization, 2019, s. 27). Görüldüğü gibi
tüm dünyada çalışma ya da iş yaşamı bir bireyin 20’ li yaşları sonrası yaşamının
iyi ihtimalle üçte birini geçirdiği önemli bir deneyimdir. Bu nedenle insanların
ne iş yaptıkları, o işe ilişkin duyguları (ait olma, sevme v.b) ve iş doyumu bire-
yin yaşam doyumunun önemli bileşenleridir (Robertson, 2015).
Erdoğan ve diğ. (2012, s. 1039) yaşam doyumuna ilişkin çalışmaların daha
çok çocuk, ergen ve ileri yaştaki çalışmayan popülasyonda yapıldığını, %65
oranında çalışmakta olan popülasyonun gözden kaçırıldığını ifade etmektedir.
Benzer bir şekilde işletme literatürünün de iş doyumunu dikkate alırken yaşam

405
Pozitif Psikoloji

doyumunun önemli etkilerini gözden kaçırdığını ifade etmektedir. Dolayısıyla


çalışan kesimde yaşam doyumunun belirleyicilerinin neler olduğu, iş doyumu,
işin özellikleri, işin kalitesi gibi değişkenlerin yaşam doyumuna etkilerinin daha
fazla incelenmesine ihtiyaç vardır.
İş doyumu bireyin işi hakkındaki tutumlarını ve olumlu ya da olumsuz
duygularını içeren bir kavramdır (Locke, 1976). İş doyumu, iş ile ilişkili duygu-
lar yanında bireyin işinden memnuniyetini ve işteki performansına dair değer-
lendirmelerini de içermektedir (Shaikh, Bhutto ve Maitlo, 2012). Turner, Bar-
ling ve Zacharatos’un ifade ettiği üzere (2002) işin bireyin becerilerine, maddi
ve manevi beklentilerine ne kadar uygun olduğu, işe kendini ait hissetme düzeyi
ve kendini geliştirme olanağı iş doyumunda önemli faktörlerdir.
Bir işe sahip olmak insanların iyi oluşunun önemli bir belirleyicidir
çünkü işsizlik ve güvencesiz bir iş önemli bir stres kaynağı olarak görülmekte-
dir. Bireyin bir işinin olması kadar o işin ne kadar iyi bir iş olduğu ve sağladığı
olanaklar da oldukça önemli bir yere sahiptir (Cazes, Hijzen ve Saint-Martin,
2016; Clark, 2015). Bu değişkenler iş kalitesi kavramına işaret etmektedir
(Clark, 2015; Eurofound ve ILO, 2019) ve OECD (2013) tarafından iş kalitesi-
nin üç bileşenden oluştuğu belirtilmektedir: Kazanç, İş gücü piyasası güvenliği
ve iş çevresinin kalitesi.
Kazanç kalitesi; işten elde edilen geliri ifade etmektedir. Bireyin elde etti-
ği kazanç onun yaşam standartları için önemli bir ölçüttür (OECD, 2013). Yapı-
lan çalışmalarda bireylerin elde ettikleri kazançtan memnun olma düzeyinin
hem iş doyumu hem de yaşam doyumunda etkili bir değişken olduğu bulunmuş-
tur (Boyce, Gordon ve Moore, 2010; Eurofound ve ILO, 2019; Frijters, Hais-
ken-DeNew ve Shields, 2004; Kırcı Çevik ve Korkmaz, 2014).
İş gücü piyasası güvenliği; çalışanların iş kaybı olasılığı ve iş kaybı du-
rumundaki ekonomik güvenliği ile ilişkilidir (OECD, 2013). İşsizlik riski olarak
ifade edilen bu durum çalışanları için önemli bir stres kaynağıdır. Özellikle son
yıllarda yaşanan ekonomik krizler, devlet politikalarında gerçekleşen ömür bo-
yu istihdamın ortadan kalkması gibi durumlar işsizlik riskini arttırmakta ve bi-
reyin bu kaygıyı yaşıyor olması işten aldığı doyumu ve yaşam doyumunu ol-
dukça etkilemektedir (Seçer, 2011; Theodossiou ve Vasileiou, 2007). Hatta bu
kaygılar bireyin fiziksel sağlığı üzerinde de olumsuz etkiler yaratmaktadır
(Cheng ve Chan, 2008). Mevcut bir risk olmasa dahi çalışanlar işsizlik konu-
sunda kaygılanabilmektedir. Knabe ve Rätzel (2011) tarafından yapılan bir ça-
lışmada birey sürekliliği olan bir işte çalışıyor olsa da geçmişte işsizlik deneyi-
mi yaşamış olmasının yaşam doyumunu oldukça etkilediği, geçmişte yaşanan

406
Yaşam Doyumu

bu deneyimin geleceğe dair kaygılar yarattığı bulunmuştur. Bununla birlikte


artan işsizlik oranları da benzer etkiler yaratmaktadır (Luenchinger, Meier, &
Stutzer, 2010). Bu bilgilerden hareketle işsizlik riskinin ve işsizlik deneyiminin
bireyin hem fiziksel hem de ruh sağlığı açısından olumsuz etkileri bulunduğu ve
yaşam doyumunda düşüşe neden olduğu söylenebilir.
İş çevresinin kalitesi; İşin ekonomik olmayan yönleriyle ilgilidir. İşin fi-
ziksel koşulları ve işin içeriği, çalışma zamanlarına ilişkin düzenlemeler ve iş
yerindeki ilişkiler iş çevresinin kalitesini belirlemektedir (Eurofound ve ILO,
2019; OECD, 2013; Turner, Barling ve Zacharatos, 2002).
İşin fiziksel koşulları iş sırasında bireyin duruş pozisyonu, gürültü, sıcak-
lık, biyolojik ve kimyasal faktörlerden oluşmaktadır. Beden gücü gerektiren
işlerde çalışan bireylerin bedene ilişkin yakınmaları nedeniyle işe devam sorun-
larının arttığı ve iş doyumlarının da daha düşük olduğu bulunmuştur (Hoogen-
doorn ve diğ., 2002). Bir diğer çalışmada ise; hemşirelerin iş doyumunda koku,
gürültü, ışık ve renk gibi değişkenlerin etkileri incelenmiştir. Bu çalışma sonu-
cunda iş ortamındaki yalnızca gürültü seviyesinin iş doyumuyla ilişkili olduğu
bulunmuştur. Diğer bir bulgu ise gürültü seviyesinin stres düzeyini arttığı şek-
lindedir (Applebaum ve diğ., 2010). Eurofound ve ILO (2019; ss.19-20) tara-
fından hazırlanan raporda yüksek ve düşük ısıda çalışma ve gürültülü ortamda
çalışmanın riskleri değerlendirilmiştir. Buna göre değerlendirmeye alınan ülke-
ler arasında Uruguay ve Türkiye düşük ve yüksek ısıda çalışmada oranında en
riskli ülkeler bulunurken Türkiye ve ABD gürültülü çalışma ortamı açısından en
riskli ülkelerdendir. Biyolojik ve kimyasal riskler açısından yapılan değerlen-
dirmelerde yine Türkiye’de sigara dumanına, dumana, toza, buhara zarar verici
biçimde maruz kalma oranları yüksek bulunmuştur.
İşin içeriği işin bilişsel boyutunun yoğunluğunu, gerektirdiği becerileri ve
kendini geliştirme olanaklarından oluşmaktadır (OECD, 2013). İşin ve örgütün
gerektirdiği bilişsel kapasitenin ve becerilerin bireyin özellikleriyle uyuşuyor
olması durumu işe uygunluk (job fit) olarak kavramsallaştırılmaktadır ve işe
uygunluk düzeyi arttıkça çalışanların iş doyumu ve yaşam doyumu düzeylerinin
de arttığı ifade edilmektedir (Ilies ve diğ., 2018). İşe uygunluğun işte gösterilen
performansın (Bakotić, 2016) ve iş doyumunun anlamlı bir yordayıcısı olduğu
bulunmuştur (Malik, Saleem ve Ahmad, 2010). Diğer yandan çalışanın beceri-
lerini zenginleştirmeye yönelik eğitim çalışmalarının da iş doyumuna anlamlı
katkıları olduğu belirtilmektedir (Hanaysha ve Tahir, 2015).

407
Pozitif Psikoloji

Çalışma zamanlarına ilişkin düzenlemeler işte mevcut çalışma sürelerini,


alışılmamış çalışma saatlerini, molaları ve çalışma saatlerinde sağlanan esneklik
gibi düzenlenmeleri içermektedir (Eurofound, 2012). Uzun çalışma saatleri kısa
vadede verimi arttırsa dahi uzun vadede üretkenliği azaltacağı, insani ve eko-
nomik kayıplara neden olacağı ifade edilmektedir (Eurofound ve ILO, 2019,s.
26). Angrave ve Charlwood (2015) uzun çalışma saatlerinin iş ve yaşam doyu-
munda doğrudan bir etkisi olmasa da çalışılan sürenin bireyin bu süreye ilişkin
tercihlerinden fazla oluşunun yaşam doyumu ve iş doyumu üzerinde olumsuz
etkileri olduğundan söz edilmektedir. Çalışma zamanlarındaki esnekliğinin bi-
reyin iş doyumuyla ilişkili bulunmuştur (Rawashdeh, Almasarweh ve Jaber,
2016).
İş yerindeki ilişkilere ilişkin değerlendirmelerde bireylerin psikolojik taciz
deneyimleri, iş ortamından aldıkları sosyal destek önemli yer tutmaktadır
(OECD, 2013; Eurofound, 2012). İş yerinde ilişkileri inceleyen araştırmalarda
son yıllarda oldukça yer alan bir konu da mobbing yani psikolojik taciztir. Psi-
kolojik taciz, çalışanın işten ayrılmasını sağlamak amacıyla sistemli ve düzenli
uygulanan saldırgan davranışları içermektedir (Öztürk ve Şahbudak, 2017) .
Psikolojik tacizin çalışan bireylerin ruh sağlıkları üzerinde önemli etkileri bu-
lunmaktadır. İş yerinde psikolojik tacize uğrayan bireylerin iş doyumlarının ve
yaşam doyumlarının düşük olduğu birçok araştırmada ifade edilmektedir (Çivi-
lidağ ve Sargın, 2013; Kara, Kim ve Uysal, 2015; Öztürk ve Şahbudak, 2017;
Vural Özkan, 2011). İş yerinde sosyal destek kaynaklarına sahip olmak ise tam
tersi bir etki yaratarak bireyin ruh sağlığını olumlu etkilemektedir. Sosyal des-
tek kişiler arası ilişkide bir kaynaktan alınan duygusal, araçsal ve bilgisel deste-
ği ifade etmektedir ve çalışma yaşamı da sosyal desteğin alındığı önemli alan-
lardan biridir (Hombrados-Mendieta ve Cosano-Rivas, 2013). İş yaşamında
sosyal destek hem iş doyumunu hem de yaşam doyumunu olumlu bir şekilde
etkilerken tükenmişliği azaltmasında etkili bulunmuştur (Hombrados-Mendieta
ve Cosano-Rivas, 2013). Takım çalışması da iş doyumunu arttıran önemli fak-
törlerden bir olarak ifade edilmektedir (Hanaysha ve Tahir, 2016).

408
Yaşam Doyumu

SONUÇ
Bu bölümde pozitif psikolojide yaşam doyumu kavramının yeri ve önemi
üzerinde durulmuştur. Yaşam doyumu kendisinin bir boyutu olduğu öznel iyi
oluş kavramında önemli bir yere sahiptir. Yaşam doyumunun öznel iyi oluşun
daha durağan yönünü ifade ettiği ve anlık duygusal değişimlerden çok fazla
etkilenmediğinden söz edilmektedir (Lucas ve Donnellan, 2007; Steger ve
Kashdan, 2007).
Öznel iyi oluş, bireyin pozitif ve negatif duygularının niceliğinin yanında
genel olarak yaşamının iyi ya da kötü olduğuna dair genel değerlendirmelerini
içermektedir. Yaşam doyumu öznel iyi oluşun bilişsel boyutudur ve bu bilişsel
boyut pozitif ve negatif duygular dışında genel anlamda tüm yaşam alanlarında-
ki değerlendirmelerden etkilenen geniş bir kavramdır (Pavot ve diğ., 1991).
Yaşam doyumunda kişiliğin özellikle dışadönüklük ve nörotizm kişilik ya-
pısının önemli belirleyiciler olduğu ifade edilmektedir. Bireylerin dışa dönük
oluşu daha yüksek yaşam doyumu ile nörotizm oluşları ise daha düşük yaşam
doyumu ile sonuçlanmaktadır. Ancak tek belirleyicinin kişilik olmadığı, yaşa-
mın birçok alanındaki deneyimlerden elde edilen doyumun yaşam doyumunda
oldukça etkili olduğu belirtilmektedir (Pavot ve Diener, 2009). Etki alanı olarak
ifade edilen yaşam alanlarından en çok dikkat çekenler evlilik, sağlık ve iştir.
Evlilik doyumu yaşam doyumu ile ilişkili bulunan önemli bir kavramdır ve evli
olmak bekar olmaktan daha fazla yaşam doyumu sağlamaktadır. Evlilik çiftle-
rarası iletişimin niteliği, cinsel doyum ve ebeveynlik deneyiminden etkilenmek-
tedir (Lavner, Karney, & Bradbury, 2016; Lawrence ve diğ., 2008; Lawrance ve
Byers, 1995; Moeini ve diğ., 2016; Williamson ve diğ., 2016) . Yaşam doyu-
muyla oldukça ilişkili bulunan diğer etki alanı sağlıktır. Yaşam doyumu bireyin
sağlığına ilişkin değerlendirmelerinden, fiziksel ve ruhsal hastalık yaşıyor olma-
sından ve yaş döneminden etkilenmektedir (Fergusson ve diğ., 2015; Parletta,
Aljeesh ve Baune, 2016). Özellikle yetişkinlik döneminden yaşlılık sürecine
kadar yaşam doyumunun stabil olduğu, sağlıkla ilgili daha fazla sorunun ortaya
çıkmaya başladığı ileri yaşlar ve yaşlılıkta yaşam doyumunun önemli bir belir-
leyicisinin sağlık olduğu belirtilmektedir (Puvill ve diğ., 2016). Son olarak bire-
yin yaşamında önemli bir yer tutun iş ve işe ilişkin doyumu da yaşam doyu-
munda önemli etkileri bulunan bir diğer etki alanıdır. İşin fiziksel koşulları, işin
bilişsel boyutu ve sağladığı gelişme olanakları, çalışma saatlerinin uzunluğu ya
da esnek olup olmayışı ve iş ortamındaki sosyal destek ögeleri iş doyumunun
önemli belirleyicileri olarak görülmektedir. İşteki kaliteyi arttırmaya yönelik
çalışmaların iş ve yaşam doyumuna anlamlı katkıları olacaktır.

409
Pozitif Psikoloji

Sonuç olarak mutluluk yaşamın nihai amacı olarak düşünüldüğünde mutlu-


luğun yaşamdan alınan doyumla ilişkisiz olması düşünülemez. Bireyin yaşamı-
nın her alanı hem yaşam doyumunda hem de genel olarak mutluluğunda önemli
bir yere sahiptir (Atkinson ve Hall, 2011; Boyce, Brown ve Moore, 2010; Lucas
ve diğ., 2003; Margelisch ve diğ., 2017; Mwinnyaa ve diğ., 2018; Warr, 2013).
Dolayısıyla evlilik ve aile ilişkilerini geliştirme (Najafi ve diğ., 2015; Yıldız,
2003), sağlıklı davranışların arttırılması (Maher ve diğ., 2015; Kye, Kwon ve
Park, 2016) ve iş ve iş ortamına ilişkin düzenlemeler (Lin ve diğ., 2015; Ragins,
Cotton ve Miller, 2000) hem yaşam doyumuna hem de bireyin mutluluğuna
anlamlı katkılar sağlayabilir görülmektedir.

Yaşam Doyumunun Bireysel ve Grup Uygulamalarında


Kullanımına İlişkin Öneriler ve Örnekler
Danışanların terapi sürecine adım atmalarının en önemli nedeni yaşadıkları
olumsuz duyguların artışı yanında yaşamdan keyif almaya dair düşüncelerinde
azalmalar olmasıdır. Dolayısıyla öznel iyi oluşu arttırma danışma sürecinin
vazgeçilmez bir hedefidir. Öznel iyi oluşun yaşam doyumu bileşeni de terapide
ele alınan yaşama ilişkin doyumu arttırmak da hedeflenen noktalardan biridir.
Modern ya da postmodern terapiler bu hedeflere farklı bakış açılarıyla ve farklı
yollarla ulaşmaya çalışmaktadır. Bu bölümde yaşam doyumunun pozitif psiko-
loji temelinde bireysel, çift ve grup terapilerinde kullanımına yönelik bazı ör-
neklere yer verilmeye çalışılacaktır.
Yaşam yolculuğu: Danışanın genel olarak yaşama ilişkin değerlendirmele-
rini öğrenmek ve yaşamına ilişkin farklı bir bakış açısı geliştirmesini sağlamak
için kullanılabilir.
Danışman danışanına “Yaşamının doğduğun günden itibaren bir yolculuk
olduğunu düşünmeni ve bu yolu şu kağıda çizmeni istiyorum. Bu yol nasıl bir
yol? Zaman zaman güzel çiçeklerin yanından geçtiğin, yol kenarlarında tatlı
meyve ağaçlarından tattığın, zaman zaman iyi ya da kötü birileriyle tanıştığın,
bazen tozlu, bazen taşlı, bazen de yürümekten çok keyif aldığın bir yol olabilir.
Bazen yola devrilmiş bir ağacı nasıl geçeceğini düşündüğün zamanlar da olmuş
olabilir. Şimdi yaşamını bugüne kadar ifade edeceğini düşündüğün şekilde ya-
şamının yolculuğunu çiz.”
Danışandan yaşam yolculuğunu çizmesi sonrasında bu çizimi değerlen-
dirmesi ve hangi yaşlarda ne gibi deneyimler yaşadığını paylaşması istenebilir.
Burada amaç danışanın yaşam doyumunu tespit etmek yanında danışanın iyi

410
Yaşam Doyumu

deneyimlerinde kendisini destekleyen ve kötü deneyimleriyle baş etmesini sağ-


layan güçlü yönlerini tekrar düşünmesini ve bu güçlü yönlerin güncel yaşamın-
da aktifleşmesini sağlamaktır.
Çiftlerle Evlilik Doyumunu Ele Alma: Çiftlerin evliliklerinden ne kadar
doyum aldıkları, evliliklerinden aldıkları doyumu arttırmak için ne gibi deği-
şimlere ihtiyaç duyduklarının ele almak için eşlere danışma odasında bir yer
belirleyerek ayakta beklemeleri söylenir. Daha sonra aldıkları konumla ilgili
danışanların fikirleri alınır. Örneğin; danışanlar birbirlerine bakmayacak biçim-
de yerleşmiş olabilir. Ya da bir danışan yüzünü kapıya dönmüş olabilir. Bu gibi
durumlara ilişkin yorumları alınır. Daha sonra çift olarak birlikte nasıl bir ko-
num almak istedikleri sorulur. Bu konumda danışanlara birlikte almak istedikle-
ri için nelere ihtiyaçları olduğu sorularak danışma hedeflerinin oluşturulması ve
danışanların bu konum için harekete geçmeye ihtiyaçları olduğunu vurgulamak
için kullanılabilir.
Bunun dışında anne baba ve çocuklar arasındaki iletişimi arttırmak amaçlı
psikoeğitim programları kullanılabilir. Bu programların ebeveynlerin anne ba-
balık deneyimlerine katkı sağladığı birçok araştırma bulgusuyla desteklenmiştir
(Bağatarhan, 2012; Piquero ve diğ., 2016; Sounrander ve diğ., 2016; Yıldız,
2003).
Yaşlılık döneminde yaşam doyumunu arttırma: Yaşam doyumunda belir-
gin olarak düşüşün gerçekleştiği yaşlılık döneminde yapılan müdahalelerin yaş-
lıların bu duruma ilişkin adaptasyonuna katkı sağladığı ifade edilmektedir
(Chiu, Lin ve Yeh., 2004; RavidHoresh, 2004). Chiang ve diğ. (2008) tarafın-
dan ileri yaşlardaki bireylere uygulanan Yaşamı Değerlendirme Grup Programı
yaşlılık sürecine uyum sağlamayı kolaylaştıran aktiviteleri içeren bir program-
dır. Bu program bir grup tartışması şeklinde (1) çocukluk anıları, (2) ergenlik,
(3) katılımcının ailesi, (4) işi, (5) arkadaşları, (6) katılımcının hayatta başardığı
en önemli şeyler ve (7-I) yaşamın genel değerlendirmesi ve yeni yaşam olayla-
rıyla bütünleşmelerinin (7-II) ele alındığı 8 hafta süren bir bir buçuk saatlik
oturumlardan oluşmaktadır. Grup tartışması ve etkileşimini arttırmak üzere rol
oynama etkinlikleride sürece dâhil edilmiştir. Bu çalışma sonucunda çalışmaya
katılan bireylerin hem benlik saygılarının hem de yaşam doyumlarının anlamlı
derecede yükseldiği bulunmuştur. Ayrıca katılımcılar yaşamlarına pozitif bir
bakışı ve yaşam koşullarına ilişkin farkındalık geliştirmişlerdir (Chiang ve diğ.,
2008).
İş doyumunu arttırma: İş doyumunu arttırmaya yönelik çalışmalarda eği-
tim programlarının (Jehanzeb, Hamid ve Resheed, 2015; Osca ve diğ., 2005;

411
Pozitif Psikoloji

Sahinidis ve Bouris, 2008) ve mentörlük çalışmalarının (Zhang ve diğ., 2016)


önemli katkıları olduğu vurgulanmaktadır. Bu tür programlarda bireylerin kişi-
sel ve profesyonel gelişimlerinin beceri arttırma ve rol model olması yoluyla
desteklenmesini içermektedir (Hill ve Sawatzky, 2011). Mentörlük programla-
rında genel olarak bireyin çalıştığı kurumdan daha deneyimli çalışanların kurum
hakkında bilgi paylaşımı, yapılan işlere rehberlik etme, bireyin kuracağı sosyal
ilişkilere destek olma v.b. gibi görev almaları yoluyla gerçekleşmektedir. Ra-
gins, Cotton ve Miller (2000) mentörlük uygulamalarının iş doyumuna ve ku-
ruma bağlılığa anlamlı katkılar sağlamaktadır.

KAYNAKLAR
Anderson, H., & Goolishian, H. (1992). The client is the expert: A not-knowing appro-
ach to therapy, İçinde S. McNamee ve K.J. Gergen (Ed.), Therapy as social const-
ruction (25-39). Sage Publications Ltd.
Andrews, F. M., & Withey, S. B. (1976). Social indicators of well-being America’s
perception of life quality. New York: Plenum Press.
Angrave, & Charlwood, A. (2015). What is the relationship between long working ho-
urs, over-employment, under-employment and the subjective well-being of wor-
kers. Longitudinal evidence from the UK. Human Relations, 68(9), 1491-1515.
Applebaum, D., Fowler, S., Fiedler, N., Osinubi, O., & Robson, M. (2010). The impact
of environmental factors on nursing stress, job satisfaction, and turnover intention.
The Journal of Nursing Administration, 40, 323-328.
Arkonaç, S. A. (2008). Psikolojide insan modelleri ve yerel insan modelimiz (2. Baskı).
Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Ateş, G. (2018). Associated factors of subjective well-being in married individuals:
Online infidelity tendency, gender roles, and marital satisfaction. Doktora tezi, Or-
ta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Atkinson, C., & Hall, L. (2011). Flexible working and happiness in the NHS. Employee
Relations, 33(2), 88-105.
Bağatarhan, T. (2012). Ebeveyn eğitim programının annelerin ebeveynlik öz-
yeterliklerine etkisi. Yüksek lisans tezi, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Ens-
titüsü, Ankara.
Baird, Lucas, & Donnellan, MB. (2010). Life satisfaction across the lifespan: Findings
from two nationally representative panel studies. Soc Indic Res., 99, 183–203.
Bakotić, D. (2016). Relationship between job satisfaction and organisational performan-
ce. Economic Research-Ekonomska Istraživanja, 29(1), 118-130.
Blunt-Vinti, H. D., Jozkowski, K. N., & Hunt, M. (2019). Show or tell? Does verbal
and/or nonverbal sexual communication matter for sexual satisfaction? Journal of
Sex & Marital Therapy, 6(44), 1-30.

412
Yaşam Doyumu

Boyce, C. J., Brown, G. D., & Moore, S. C. (2010). Money and happiness: Rank of
income, not income, affects life satisfaction. Psychological Science, 21(4), 471-
475.
Brief, A. P., Butcher, A. H., George, J. M., & Link, K. E. (1993). Integrating bottom-up
and top-down theories of subjective well-being: The case of health. Journal of
personality and social psychology, 64(4), 646-653.
Burr, V. (2012). Sosyal inşacılık (Çev. S. A. Arkonaç). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Cazes, S., Hijzen, A., & Saint-Martin, A. (2016). How good is your job? The new
OECD framework for measuring and assessing job quality.
Cheng, G.H.L.,& Chan, D.K.S. (2008). Who suffers more from job insecurity? A me-
ta-analytic review. Applied Psychology-an International Review-Psychologie App-
liquee-Revue Internationale, 57(2), 272-303.
Chiang, K. J., Lu, R. B., Chu, H., Chang, Y. C., & Chou, K. R. (2008). Evaluation of
the effect of a life review group program on self‐esteem and life satisfaction in the
elderly. International Journal of Geriatric Psychiatry: A journal of the psychiatry
of late life and allied sciences, 23(1), 7-10.
Chiu YH, Lin LW, &Yeh SH. (2004). Nursing care for institutionalized elderly by
applying reminiscence therapy. J Long Term Care, 8, 133–144.
Clark, A.E. (2015). What makes a good job? Job quality and job satisfaction. IZA World
of Labor, 1-10.
Çivilidağ, A., & Sargın, N. (2013). Academics' mobbing and job satisfaction levels.
Online Journal of Counseling & Education, 2(2), 55-66.
Diener, E. (2009a). Introduction- Measuring well-being: Collected theory and review
works. İçinde E. Diener, W. Galtzer, T. Moum, M.A.G. Sprangers, J. Vogel, R.
Veenhoven (Ed.), Assessing well- being: The collected works of Ed Diener (1-6).
Springer.
Diener, E. (2009b). Assessing subjective well-being: Progress and opportunities. İçinde
E. Diener, W. Galtzer, T. Moum, M.A.G. Sprangers, J. Vogel, R. Veenhoven
(Ed.), Assessing well- being: The collected works of Ed Diener (25-66). Springer.
Diener, E., & Larsen, R.J. (2009). Temporal stability and cross-situational consistency
of affective, behavioral , and cognitive responses İçinde E. Diener, W. Galtzer, T.
Moum, M.A.G. Sprangers, J. Vogel, R. Veenhoven (Ed.) Assessing well- being:
The collected works of Ed Diener (7-24). Springer.
Diener, E., Emmons, R. A., Larsen, R. J., & Griffin, S. (1985). The satisfaction with life
scale. Journal of personality assessment, 49(1), 71-75.
Diener, E., Gohm, C.L., Suh, E., & Oishi, S. (2000). Similarity of the relations between
marital status and subjective well-being across cultures. Journal of Cross-Cultural
Psychology, 31(4), 419-436.
Diener, E., Lucas, R.E., & Oishi,S. (2002). Subjective well-being: The science of hap-
piness and life satisfaction.İçinde S.J. Lopez, C.R. Snyder (Ed.), The Oxford hand-
book of positive psychology (63-73). Oxford University Press.

413
Pozitif Psikoloji

Diener, E., Lucas, R. E., Oishi, S., & Suh, E. M. (2002). Looking up and down: Weigh-
ting good and bad information in life satisfaction judgments. Personality and So-
cial Psychology Bulletin, 28(4), 437-445.
Diener, E., Lucas R.E., Scollon C.N. (2006). Beyond the hedonic treadmill: Revising
the adaptation theory of well-being. Am Psychol., 61(4), 305-314.
Diener, E., Napa Scollon, C., & Lucas, R.E. (2009). The evolving concept of subjective
well-being: The multifaceted nature of happiness. İçinde E. Diener, W. Galtzer, T.
Moum, M.A.G. Sprangers, J. Vogel, R. Veenhoven (Ed.) Assessing well- being:
The collected works of Ed Diener (67-100). Springer.
Diener, E., Suh, E. M., Lucas, R. E., & Smith, H. L. (1999). Subjective well-being:
Three decades of progress. Psychological Bulletin, 125(2), 276-302.
Eggerth, D.E. (2008). From theory of work adjustment to person-environment corres-
pondence counselling: Vocational psychology as positive psychology. Journal of
Career Assessment, 16(1), 60–74.
Ehrhardt, J. J., Saris, W. E., & Veenhoven, R. (2000). Stability of life-satisfaction over
time: Analysis of change in ranks in a national population. Journal of Happiness
Studies, 1, 177–205.
Erdoğan, B., Bauer, T. N., Truxillo, D. M., & Mansfield, L. R. (2012). Whistle while
you work: A review of the life satisfaction literature. Journal of Management,
38(4), 1038-1083.
Eurofound (2012). Fifth European working conditions survey-overview report.
https://www.eurofound.europa.eu/publications/report/2012/working-
conditions/fifth-european-working-conditions-survey-overview-report Erişim Ta-
rihi: 20 Mayıs 2019
Eurofound (2016). Avrupa yaşam kalitesi anketi. https://www.eurofound.europa.eu/tr
/data/ european- quality-of-lifesurvey?locale=TR&dataSource=EQLS2017NC&
media=png&width=740&question=Y16_Total_ workinghours&plot=euBars& co-
untryGroup=linear&subset=Y16_Activity_status&subsetValue=All. Erişim tarihi:
20 Mayıs 2019.
Eurofound and International Labour Organization (2019). Working conditions in a glo-
bal perspective. Publications Office of the European Union, Luxembourg, and In-
ternational Labour Organization, Geneva.
Fallis, E. E., Rehman, U. S., Woody, E. Z., & Purdon, C. (2016). The longitudinal asso-
ciation of relationship satisfaction and sexual satisfaction in long-term relations-
hips. Journal of Family Psychology, 30(7), 1-11.
Fergusson, D. M., McLeod, G. F. H., Horwood, L. J., Swain, N. R., Chapple, S., &
Poulton, R. (2015). Life satisfaction and mental health problems (18 to 35 years).
Psychological Medicine, 45(11), 2427-2436.
Frijters, P., Haisken-DeNew, J. P., & Shields, M.A. (2004). Money does matter! Evi-
dence from increasing real income and life satisfaction in East Germany following
reunification. The American Economic Review, 94 (3), 730-740.

414
Yaşam Doyumu

Gadassi, R., Bar-Nahum, L. E., Newhouse S., Anderson, R., Heiman, J. R., Rafaeli, E.,
& Janssen, E. (2016). Perceived partner responsiveness mediates the association
between sexual and marital satisfaction: A daily diary study in newlywed couples.
Archives of Sexual Behavior, 45(1), 109-120.
Gerstorf D, Ram N, Mayraz G, Hidajat M, Lindenberger U, Wagner GG, Schupp J.
(2010). Late-life decline in well-being across adulthood in Germany, the United
Kingdom, and the United States: Something is seriously wrong at the end of life.
Psychol Aging, 25, 477–85.
Grant, N., Wardle, J., & Steptoe, A. (2009). The relationship between life satisfaction
and health behavior: A cross-cultural analysis of young adults. International Jour-
nal of Behavioral Medicine, 16(3), 259-268.
Griffeth, R. W., Hom, P. W., & Gaertner, S. (2000). A meta-analysis of correlates and
antecedents of employee turnover: Update, moderator tests and research implicati-
ons for the next millennium. Journal of Management, 26, 463–488.
Hanaysha, J., & Tahir, P. R. (2016). Examining the effects of employee empowerment,
teamwork, and employee training on job satisfaction. Procedia-Social and Behavi-
oral Sciences, 219, 272-282.
Hayo, B., & Seifert, W. (2003). Subjective economic well-being in Eastern Europe.
Journal of Economic Psychology, 24(3), 329-348.
Hefferon, K., & Boniwell, I (2014). Pozitif psikoloji: Kuram, araştırma ve uygulamalar.
Ankara: Nobel.
Heller, D., Watson, D., & Ilies, R. (2004). The role of person versus situation in life
satisfaction: A critical examination. Psychological Bulletin, 130(4), 1-121.
Hill, L. A., & Sawatzky, J. A. V. (2011). Transitioning into the nurse practitioner role
through mentorship. Journal of Professional Nursing, 27(3), 161-167.
Hombrados-Mendieta, I., & Cosano-Rivas, F. (2013). Burnout, workplace support, job
satisfaction and life satisfaction among social workers in Spain: A structural equa-
tion model. International Social Work, 56(2), 228-246.
Hoogendoorn, W. E., Bongers, P. M., De Vet, H. C. W., Ariens, G. A. M., Van Meche-
len, W., & Bouter, L. M. (2002). High physical work load and low job satisfaction
increase the risk of sickness absence due to low back pain: Results of a prospective
cohort study. Occupational and Environmental Medicine, 59(5), 323-328.
Ilies, R., Liu, X. Y., Liu, Y., & Zheng, X. (2017). Why do employees have better family
lives when they are highly engaged at work?. Journal of Applied Psychology,
102(6), 956.
Ilies, R., Yao, J., Curse P.L., & Liang, A.X. (2018). Educated and happy: A four- year
study explaining the links between education, job fit and life satisfaction. Applied
Psychology, 68(1), 150-176.
Impett, E.A.; Muise A.; Peragine, D. (2014). Sexuality in the context of relationships.
İçinde Tolman, DL.; Diamond, LM.(Ed.). APA Handbook of Sexuality and Psycho-
logy). Person-based approaches (269-315). American Psychological Association.

415
Pozitif Psikoloji

Jehanzeb, K., Hamid, A. B. A., & Rasheed, A. (2015). What is the role of training and
job satisfaction on turnover intentions?. International Business Research, 8(3),
208-220.
Kara, D., Kim, H. ve Uysal, M. (2015). The effect of manager mobbing behaviour on
female employees’ quality of life, Current Issues in Tourism, 21(13), 1453-1467.
Karaırmak, Ö. ve Siviş, R. (2008). Modernizmden postmodernizme geçiş ve pozitif
psikoloji. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 2(30), 102-115.
Kırcı Çevik, N., & Korkmaz, O. (2014). Türkiye’de yaşam doyumu ve iş doyumu ara-
sındaki ilişkinin iki değişkenli sıralı probit model analizi. Ömer Halisdemir Üni-
versitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 7(1), 126.
Knabe, A., & Rätzel, S. (2011). Scarring or scaring? the psychological ımpact of past
unemployment and future unemployment risk. Economica, 78(310), 283-293.
Kobau, R., Seligman, M. E., Peterson, C., Diener, E., Zack, M. M., Chapman, D., & Thomp-
son, W. (2011). Mental health promotion in public health: Perspectives and strategies
from positive psychology. American Journal of Public Health, 101(8), 1-9.
Kohn, J. L., Rholes, S. W., Simpson, J. A., Martin III, A. M., Tran, S., & Wilson, C. L.
(2012). Changes in marital satisfaction across the transition to parenthood: The ro-
le of adult attachment orientations. Personality and Social Psychology Bulletin,
38(11), 1506-1522.
Koivumaa-Honkanen, H., Honkanen, R., Viinamäki, H., Heikkilä, K., Kaprio, J., &
Koskenvuo, M. (2000). Self-reported life satisfaction and 20-year mortality in he-
althy Finnish adults. American Journal of Epidemiology, 152(10), 983-991.
Kye, S. Y., Kwon, J. H., & Park, K. (2016). Happiness and health behaviors in South
Korean adolescents: a cross-sectional study. Epidemiology and Health, 38, 1-7.
Lavner, J. A., Karney, B. R., & Bradbury, T. N. (2016). Does couples' communication
predict marital satisfaction, or does marital satisfaction predict communication?.
Journal of Marriage and Family, 78(3), 680-694.
Lawrance, K., & Byers, E. S. (1995). Sexual satisfaction in long-term heterosexual
relationships: The Interpersonal exchange model of sexual satisfaction. Personal
Relationships, 2, 267-285.
Lawrence, E., Rothman, A. D., Cobb, R. J., Rothman, M. T., & Bradbury, T. N. (2008).
Marital satisfaction across the transition to parenthood. Journal of Family Psycho-
logy, 22(1), 41-50.
Lawrence, E., Nylen, K., & Cobb, R. J. (2007). Prenatal expectations and marital satis-
faction over the transition to parenthood. Journal of Family Psychology, 21(2),
155-164.
Lee, G. R., Seccombe, K., & Shehan, C. L. (1991). Marital status and personal happiness:
An analysis of trend data. Journal of Marriage and the Family, 53(4), 839-844.
Lin, P. Y., MacLennan, S., Hunt, N., & Cox, T. (2015). The influences of nursing trans-
formational leadership style on the quality of nurses’ working lives in Taiwan: a
cross-sectional quantitative study. BMC Nursing, 14(33), 1-9.

416
Yaşam Doyumu

Locke, E. A. (1976). The nature and causes of job satisfaction. İçinde M. D. Dunnette
(Ed.), Handbook of Industrial and Organizational Psychology. Chicago:
RandMcNally.
Lucas, R. E., & Donnellan, M. B. (2007). How stable is happiness? Using the STARTS
model to estimate the stability of life satisfaction. Journal of Research in Persona-
lity, 41(5), 1091-1098.
Lucas, R. E., Clark, A. E., Georgellis, Y., & Diener, E. (2003). Reexamining adaptation
and the set point model of happiness: reactions to changes in marital status. Jour-
nal of Personality and Social Psychology, 84(3), 527.
Luechinger, S.,Meier, S., & Stutzer, A. (2010). Why does unemployment hurt the emp-
loyed? evidence from the life satisfaction gap between the public and the private
sector. The Journal of Human Resources, 45(4), 998-1045.
Magnus, K., & Diener, E. (1991, May 2–4). A longitudinal analysis of personality, life
events, and subjective well-being. Paper presented at The Sixty-third annual mee-
ting of the Midwestern PsychologicalAssociation, Chicago.
Maher, J. P., Pincus, A. L., Ram, N., & Conroy, D. E. (2015). Daily physical activity
and life satisfaction across adulthood. Developmental Psychology, 51(10), 1407.
Malik, M.I., Saleem, F., & Ahmad, M. (2010). Work-life balance and job satisfaction
among doctors in Pakistan. South Asian Journal of Management, 17(2), 112-123.
Margelisch, K., Schneewind, K. A., Violette, J., & Perrig-Chiello, P. (2017). Marital
stability, satisfaction and well-being in old age: variability and continuity in long-
term continuously married older persons. Aging & Mental Health, 21(4), 389-398.
Marques, A., Mota, J., Gaspar, T., & de Matos, M. G. (2017). Associations between
self-reported fitness and self-rated health, life-satisfaction and health-related qua-
lity of life among adolescents. Journal of Exercise Science & Fitness, 15(1), 8-11.
McNulty, J. K., Wenner, C. A., & Fisher, T. D. (2016). Longitudinal associations
among relationship satisfaction, sexual satisfaction, and frequency of sex in early
marriage. Archives of Sexual Behavior, 45(1), 85-97.
Moeini B, Karimi Shahanjarini A, Soltanian A, Valipour-Matlabi Z. (2016). The effect
of communication skills training on females referred to health centers in Bahar;
applying the social support theory for ıncreasing marital satisfaction among coup-
les. J Educ Community Health, 3(3), 9-16.
Murdock, N. L. (2013). Anlatımsal Terapi (çev. A. Esen Çoban, & F. Akkoyun). İçinde
(Çev. Ed. F. Akkoyun.) Psikolojik danışma ve psikoterapi kuramları: Olgu sunu-
mu yaklaşımıyla (s. 490-513). Ankara: Nobel Yayıncılık.
Mwinnyaa, G., Porch, T., Bowie, J., & Thorpe Jr, R. J. (2018). The association between
happiness and Self-Rated Physical Health of African American Men: A Popula-
tion-Based Cross-Sectional Study. American Journal of Men's Health, 12(5),
1615-1620.
Najafi, M., Soleimani, A. A., Ahmadi, K., Javidi, N., & Kamkar, E. H. (2015). The
effectiveness of emotionally focused therapy on enhancing marital adjustment and
quality of life among infertile couples with marital conflicts. International Journal
of Fertility & Sterility, 9(2), 238-246.

417
Pozitif Psikoloji

Niles, S.G., & Harris-Bowlsbey, J. (2013). 21.yüzyılda kariyer gelişim müdahaleleri


(Çev. Ed. F. Korkut Owen). Ankara: Nobel Akademi.
OECD (2013). Well-being in the workplace: Measuring job quality İçinde How’s Life?:
Measuring Well-being, Paris: OECD Publishing.
Osca, A., Urien, B., Gonza´lez-Camino, G., Martı´nez-Pe´rez, M. D., & Marti´nez-
Pe´rez, N. (2005). Organisational support and group efficacy: A longitudinal study
of main and buffer effects. Journal of Managerial Psychology, 20, 292-311.
Owen, M.J. (2019). Life satisfaction. Salem Press Encyclopedia. http://
eds.a.ebscohost.com/eds/detail/detail?vid=6&sid=7ec919ea-d939-4767-b130-
1a632c0e9eef%40sessionmgr4010&bdata=Jmxhbmc9dHImc2l0ZT1lZHMt
bGl2ZQ%3d%3d#AN=119214097&db=ers Erişim Tarihi: 12 Nisan 2019.
Öztürk, M., & Şahbudak, E. (2017). İşyerinde psikolojik taciz(mobbing) ve iş doyumu:
Cumhuriyet Üniversitesindeki araştırma görevlileri üzerinde bir çalışma. Sosyoloji
Araştırmaları Dergisi, 20(2), 200-228.
Palmore, E., & Luikart, C. (1972). Health and social factors related to life satisfaction.
Journal of Health and Social Behavior, 13(1),68-80.
Parletta, N., Aljeesh, Y., & Baune, B. T. (2016). Health behaviors, knowledge, life
satisfaction, and wellbeing in people with mental illness across four countries and
comparisons with normative sample. Frontiers in Psychiatry, 7, 1-8.
Pavot, W., & Diener, E.(2008). The satisfaction with life scale and the emerging const-
ruct of life satisfaction. The Journal of Positive Psychology, 3(2), 137-152.
Pavot, W., & Diener, E. (2009). Review of the satisfaction with life scale. İçinde E.
Diener, W. Galtzer, T. Moum, M.A.G. Sprangers, J. Vogel, R. Veenhoven (Ed.)
Assessing well- being: The collected works of Ed Diener (101-117). Springer.
Pavot, W., Diener, E. D., Colvin, C. R., & Sandvik, E. (1991). Further validation of the
Satisfaction with Life Scale: Evidence for the cross-method convergence of well-
being measures. Journal of Personality Assessment, 57(1), 149-161.
Payne, M. (2006). Narrative therapy: An introduction for counsellors (2. Basım). Sage
Publications.
Piquero, A. R., Jennings, W. G., Diamond, B., Farrington, D. P., Tremblay, R. E.,
Welsh, B. C., & Gonzalez, J. M. R. (2016). A meta-analysis update on the effects
of early family/parent training programs on antisocial behavior and delinquency.
Journal of Experimental Criminology, 12(2), 229-248.
Puvill, T., Lindenberg, J., de Craen, A. J., Slaets, J. P., & Westendorp, R. G. (2016).
Impact of physical and mental health on life satisfaction in old age: A population
based observational study. BMC Geriatrics, 16(194), 1-9.
Ragins, B. R., Cotton, J. L., & Miller, J. S. (2000). Marginal mentoring: The effects of
type of mentor, quality of relationship, and program design on work and career at-
titudes. Academy of Management Journal, 43(6), 1177-1194.
Ravid-Horesh RH. (2004).A temporary guest:The use of art therapy in life review with
an elderly woman. The Arts in Psychotherapy, 31, 303–319.

418
Yaşam Doyumu

Rawashdeh, A. M., Almasarweh, M. S., & Jaber, J. (2016). Do flexible work arrange-
ments affect job satisfaction and work-life balance in Jordanian Private Airlines?
International Journal of Information, Business and Management, 8(3), 172-184.
Rehman, U. S., Fallis, E., & Byers, E. S. (2013). Sexual satisfaction in heterosexual
women. An essential handbook of women’s sexuality, 1, 25-45.
Robertson, P.J. (2015). Positive psychology: A movement to reintegrate career counsel-
ling within counselling psychology? Counselling Psychology Review, 30(3), 26-35.
Rojas, M. (2004). Well-being and the complexity of poverty: A subjective well-being
approach. WIDER Research Paper, No. 2004/29. The United Nations University
World Institute for Development Economics Research (UNU-WIDER), Helsinki.
Sahinidis, A. G., & Bouris, J. (2008). Employee perceived training effectiveness relationship
to employee attitudes. Journal of European Industrial Training 32(1), 63-76.
Savickas, M.L. (2008). Toward a taxonomy of human strengths: Career counseling’s
contribution to positive psychology. İçinde W.B. Walsh (Ed.) Counseling psycho-
logy and optimal human functioning (229–250). Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum.
Schimmack, U., & Oishi, S. (2005). The influence of chronically and temporarily acces-
sible information on life satisfaction judgments. Journal of Personality and Social
Psychology, 89(3), 395-406.
Schimmack, U., Diener, E., & Oishi, S. (2002). Life satisfaction is a momentary judg-
ment and a stable personality characteristic: The use of chronically accessible and
stable sources. Journal of Personality, 70(3), 345-384.
Schimmack, U., Oishi, S., Furr, R. M., & Funder, D. C. (2004). Personality and life
satisfaction: A facet-level analysis. Personality and Social Psychology Bulletin,
30(8), 1062-1075.
Schoenfeld, E. A., Loving, T. J., Pope, M. T., Huston, T. L., & Štulhofer, A. (2017).
Does sex really matter? Examining the connections between spouses’ nonsexual
behaviors, sexual frequency, sexual satisfaction, and marital satisfaction. Archives
of Sexual Behavior, 46(2), 489-501.
Seçer, B. (2011). İş güvencesizliğinin içsel işten ayrılma ve yaşam doyumuna etkisi.
ISGUC The Journal of Industrial Relations and Human Resources, 13(4), 43-60.
Seligman, M.E. (2007). Gerçek mutluluk (Çev. S. Kunt). Ankara: HYB Yayınları
Shaikh, M.A., Bhutto, N.A. and Maitlo, Q. (2012). Facets of job satisfaction and its
association with performance. International Journal of Business and Social Scien-
ce, 3(7), 322-326.
Shimmack, U., Diener, E.,& Oishi, S. (2009). Life-satisfaction is a momentary judg-
ment and a stable personality characteristic: The use of chronically accessible and
stable sources. İçinde E. Diener, W. Galtzer, T. Moum, M.A.G. Sprangers, J.
Vogel, R. Veenhoven (Ed.) Assessing well- being: The collected works of Ed Die-
ner (181-212). Springer.
Sklare, G. B. (2013). Çözüm odaklı kısa süreli psikolojik danışma (4. Baskı, çev. D. M.
Siyez). Ankara: Pegem Akademi.

419
Pozitif Psikoloji

Sourander, A., McGrath, P. J., Ristkari, T., Cunningham, C., Huttunen, J., Lingley-
Pottie, P., & Fossum, S. (2016). Internet-assisted parent training intervention for
disruptive behavior in 4-year-old children: a randomized clinical trial. JAMA psyc-
hiatry, 73(4), 378-387.
Steel, P., Schmidt, J., & Shultz, J. (2008). Refining the relationship between personality
and subjective well-being. Psychological Bulletin, 134(1), 138-161.
Steger, M. F., & Kashdan, T. B. (2007). Stability and specificity of meaning in life and
life satisfaction over one year. Journal of Happiness Studies, 8(2), 161-179.
Sun, R. C., & Shek, D. T. (2012). Positive youth development, life satisfaction and
problem behaviour among Chinese adolescents in Hong Kong: A replication. So-
cial Indicators Research, 105(3), 541-559.
Tarragona, M. (2008). Postmodern/poststructuralist therapy. İçinde J. L. Lebow (Ed),
Twenty-first century psychotherapies: Contemporary approaches to theory and
practice (167-205). John Wiley & Sons, Inc.
Theodossiou, I., & Vasileiou, E. (2007). Making the risk of job loss a way of life: Does
it affect job satisfaction? Research in Economics, 61(2), 71-83.
Turner, N., Barling, J., & Zacharatos, A. (2002). Positive psychology at work. İçinde
C.R. Snyder, S.J. Lopez (Ed.), Handbook of positive psychology (715-728).
Oxford University Press.
Vazhappilly, J. J., & Reyes, M. E. S. (2016). Couples’ communication as a predictor of
marital satisfaction among selected Filipino couples. Psychological Studies, 61(4),
301-306.
Veenhoven, R. (1984). Conditions of happiness. Hingham, MA: Kluwer Boston Aca-
demic Publishers.
Vural Özkan, G. (2011). İşyerinde yıldırma (mobbing) ve iş doyumu ilişkisi. Doktora
tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.
Warr, P. (2013). Jobs and job-holders: Two sources of happiness and unhappiness.
İçinde K. Cameron, A. Caza (Ed.), The Oxford handbook of happiness (733-750).
Oxford University Press.
Welsh, B. C., & Gonzalez, J. M. R. (2016). A meta-analysis update on the effects of
early family/parent training programs on antisocial behavior and delinquency. Jo-
urnal of Experimental Criminology, 12(2), 229-248.
White, M. (1995). Re-authoring Lives: Interviews and essays. Adelaide: Dulwich Cent-
re Publications.
WHO (2014). Basic documents (48. Baskı). http://apps.who.int/gb/bd/ Erişim tarihi: 3
Mayıs 2019.
Wikman A, Wardle J, Steptoe A. (2011). Quality of life and affective well-being in
middle-aged and older people with chronic medical illnesses: A crosssectional po-
pulation based study. PLoS ONE, 6(4), e18952.
Williamson, H. C., Altman, N., Hsueh, J., & Bradbury, T. N. (2016). Effects of relati-
onship education on couple communication and satisfaction: A randomized cont-
rolled trial with low-income couples. Journal of Consulting and Clinical Psycho-
logy, 84(2), 156-166.

420
Yaşam Doyumu

Yeşilyaprak, B. (2015). Mesleki rehberlik ve kariyer danışmanlığına giriş. İçinde B.


Yeşilyaprak (Ed.), Mesleki rehberlik ve kariyer danışmanlığı: Kuramdan uygula-
maya (8. Baskı, 1-40). Ankara: Pegem Akademi
Yıldız, S. A. (2003). Ebeveynin problem çözme becerisini geliştirmeye yönelik deneysel bir
çalışma. Doktora tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Zhang, J. W., & Howell, R. T. (2011). Do time perspectives predict unique variance in
life satisfaction beyond personality traits? Personality and individual differences,
50(8), 1261-1266.
Zhang, Y., Qian, Y., Wu, J., Wen, F., & Zhang, Y. (2016). The effectiveness and imp-
lementation of mentoring program for newly graduated nurses: A systematic re-
view. Nurse Education Today, 37, 136-144.

OKUMA LİSTESİ
Andrews, F. M., & Withey, S. B. (1976). Social indicators of well-being America’s
perception of life quality. New York: Plenum Press.
E. Diener, W. Galtzer, T. Moum, M.A.G. Sprangers, J. Vogel, R. Veenhoven (2009,
Ed.), Assessing well- being: The collected works of Ed Diener. Springer.
Hefferon, K., & Boniwell, I (2014). Pozitif psikoloji: Kuram, araştırma ve uygulamalar.
Ankara: Nobel.
Veenhoven, R. (1984). Conditions of happiness. Hingham, MA: Kluwer Boston Aca-
demic Publishers.
K. Cameron, A. Caza (Edt.,2013).The Oxford handbook of happiness. Oxford Univer-
sity Press.

421
20 YAŞAMIN İKİNCİ YARISI:
FIRSATLARI KAYBETMEK
VEYA POZİSYON KAZANMAK

Ceyhun H. Mehmedov

("YARI DOLU BARDAK")

ÖN SÖZ
Sevgili okuyucu! Bu makaleyi okumadan önce, makalenin planını oluştu-
ran birkaç noktayı dikkatinize sunmak istiyoru m.
1. İnsan ırkının kayıtsız kalamayacağı ve kayıtsız kalamayacağı, bunun
yeri doldurulamaz bir anlamı olan - yaşamın anlamını arama - sorunu
vardır. Sorunu ister beğenip beğenmesek soruşturmak insanları "Ne ka-
zandım - ne kaybettim?" ikilemi yükseltir. Bu sorun yaşamın ikinci ya-
rısında yaşayan insanlar için daha da şiddetlidir.
2. Yirminci yüzyılın sonunda, hayatta kalma negatif tonlardan kurtuldu,
üretken ve değerli bir ontojen evresi olarak algılandı. Yetişkinliğin
"normatif" olumlu yönlerini tanımlayan "akme" kavramı oluşturulmuş-
tur. Akme'nin temel özelliği, bireysel gelişimin olası tüm olumlu yönle-
rinin entegrasyonu, artan pozitif değişim sırası ("refah platosu") olarak
sunulmuştur.
3. Amerikalı psikolog Martin Seligman, PERMA adı verilen bir “mutluluk
modeli” önerdi. Model, Seligman tarafından önerilen 5 lider ögeden
oluşur ve modelin adı, bu ögelerin İngilizce adlarının baş harflerinden
oluşur.
4. Birçoğu için emeklilik bir uyarı, bir alarm sinyali, yaşamın “kalan”
kısmının zaten bir “tamamlanma, yansıtma” dönemi olarak algılandığı
bir sinyaldir.

423
Pozitif Psikoloji

5. Kişiliğin içinde "kendini tanıdığı" bir süreç olarak nitelendirilir. Yetiş-


kinlikte, bu fenomen daha değerli hâle gelir ve doğrudan ürünü "Ben-
kavramı" dır. Bireyin olgunluk seviyesi, kendini geliştirme, kendini ge-
liştirme ve sosyal statüsü, özellikle çevresindeki kişilere yönelimi ile
karakterizedir.

GİRİŞ
Mutlu olmak istiyorsanız - olun!
Kozma Prutkov*

İnsan doğar - ... ve yeni doğmuş bir çocuğun tüküren, acı veren çığlıkları onunla
"tanışan" neşe ve sevinç dalgalarında kaybolur.

Geçen yüzyıl boyunca gerontoloji *, insan vücudunda ve belki de en


önemlisi yaşla birlikte ruhsalda meydana gelen olumsuz değişiklikler hakkında
zengin bir bilgi birikimi topladı. Genel olarak yirminci yüzyılda, bilimsel bir
yön olarak psikolojinin insan ruhunun olumsuz tezahürlerine daha fazla odak-
landığı not edilmelidir.
Ancak, aynı zamanda, yirminci yüzyılın sonlarında ve yeni inançların ak-
sine, XXI yüzyılın başında söz konusu sürecin olumlu yönlerini keşfetmek,
Onları vurgulama ve vurgulama eğilimi dönemin birçok araştırmacısını yönlen-
dirmiştir (B.Q. Ananyev, A.A. Bodalevin, M.V. Yermolayeva, A.Q. Lidersin,
Y. Stuart-Hamilton, V.V. Frolkis ve diğerlerinin zihinlerine hükmetti.
Adil olmak gerekirse aslında bu eğilimlerin oluşumunda, zamanının önde
gelen psikologlarından Abraham Maslow'un, Carl Rogers ve Roberto Associo-
lo'nun rolü yadsınamaz. Psikolojide olumlu bir dönüşe zemin hazırlayan hüma-
nist fikirleriydi.
Bu eğilim sırasında, yaşlı neslin temsilcilerine, zamanın kamusal yaşamın-
daki yerlerine ve rollerine ve en önemlisi genç neslin oluşumuna vazgeçilmez
katılımlarına dikkat edildi. Geçen yüzyılın sonunda, "yaşlılığın" kaçınılmaz bir
birey (hatta sosyal) "felaket" olarak algılanması ve umutsuzluk dönemi önemli
ölçüde değişmişti.
Böylece, yirminci yüzyılın sonunda, yaşlanma sadece olumsuz tonlarında
kurtulmakla kalmadı, aynı zamanda oldukça üretken önemli, değerli ve yeri
doldurulamaz bir ontogenez naşaması olarak algılandı. Aslında kişiliğin yetiş-

424
Yaşamın İkinci Yarısı: Fırsatları Kaybetmek veya Pozisyon Kazanmak

kinliğe girişinin "normatif" (kaçınılmaz) örüntülerinin olumlu yönlerini tanım-


layan bir dizi kavram vardır - "akme" (AA Bodalev, AA Derkach), ego enteg-
rasyonu (E. Erikson), "bilgelik" (L.I. Antsyferova, P. Baltes), “mutlu, üretken
yaşlılık” (NF Shakhmatov, JD Rove, RL Kahn), “psikolojik vitaut” (NK Korsa-
kova, ON Molchanova) ve diğerleri. oluşturuldu.
Aslında gerontolojik araştırma paradigması o yıllardan beri değişti. Çalış-
manın ve yaşlanmanın olumsuz yönlerinin abartılmasından, yaşlılığın olumlu
potansiyelinin tanımlanmasına ve toplumun refahı üzerindeki etkisinin incelen-
mesine kadar.
Kuşkusuz, bu paradigmanın gelişmesinin nedenlerinden biri, genel olarak
insan zihinsel aktivitesinin olumlu yönleridir - mutluluk, iyimserlik, dayanışma
ve diğer insani değerlerin incelenmesini vurgulayan olumlu bir psikoloji ve
evdemonik yaklaşımın ortaya çıkması (M.E.R. Seligman, C.R. Snyder, R.M.
Ryan, E.L. Deci, C.D. Ryff, A.C. Waterman, vb.). Bu çalışmaların temel amacı,
insan yaşamı deneyimini daha kabul edilebilir ve değerli kılmak için doğal ve
genetik olarak şartlandırılmış yetenek ve yeteneklerin yanı sıra bunların gerçek-
leştirilme fırsatlarından azami şekilde faydalanılmasıdır.
Sunulan makalede yazar, yukarıda belirtilen eğilimin ifadeleri olarak hare-
ket eden ve onun görüşüne göre bu eğilimi daha fazla karakterize eden birtakım
noktaları araştırmaya çalışmıştır. Bu noktalardan biri olarak öncelikle "akme"
kavramını ele aldık ve bu fenomenin inkâr edilemez olumlu psikolojik (sosyo-
psikolojik) özelliklerini vurguladık (çalışmanın ilk kısmı bu kavramın incelen-
mesine ayrılmıştır).
Bir sonraki nokta, kişinin onayı ve farklılaşması, yaşam aktivitesi, algıla-
dığı değerler, konuştuğu kişisel konum, vb., Kısacası, Çalışmanın ikinci kısmı,
"benlik kavramı" ile kaçınılmaz olarak içinde yaşadığı ve yeri doldurulamaz bir
üye olduğu toplumun değerleri ile ilişkili sosyal ve psikolojik iyilik arasındaki
ilişkiyi incelemeyi amaçlamaktadır.
Son olarak makalenin son kısmı ergenliğin sosyo-psikolojik özelliklerinin
ve ilgili davranış fenomenlerinin (olumlu psikolojik açıdan) ele alınmasına ay-
rılmıştır.
Bu nedenle makalenin amacını potansiyel okuyucuya bir dereceye kadar
ilettikten sonra, doğrudan yorum yapma ihtiyacı doğurarak makaleye geçeceğiz.

425
Pozitif Psikoloji

1. POZİTİF PSİKOLOJİNİN KONUSU OLARAK


"AKME" OLGUSU
Canlı dünyanın diğer "temsilcilerinden", her şeyden önce, bir bilişe sahip
olarak şüphesiz, kendisini genel olarak biyogenezin (canlı doğal gelişim) en
yüksek aşamasında bulur. açık bir şekilde “hak eden” insan her zaman kayıtsız
kalamaz (kendini anladığı andan itibaren) ve muhtemelen asla kayıtsız kalamaz.
Asla kurtulamayacağı bir sorun var ama yeri doldurulamaz. Söz konusu sorun
yaşamın anlamını bulma problemidir (genel olarak bir varoluş kavramı olarak
hem kendi yaşamını).
Doğrudan düşünüp düşünmesek de bu sorun bilinçli yaşamlarımız boyunca
bizi hep rahatsız etti, ilk andan itibaren kendimizi anlayabiliyoruz. Bir an tered-
düt etmeden, bize durmadan eşlik eder, insanı kendinden nefret etme ve karam-
sarlıktan uzak durmaya çağırır veya hayatından bizi çevreleyen ve ona eşlik
eden kendisinden şüphelenmesini engeller. Gönüllü katılımcı, zorunlu tanık
veya ilgilenen seyirci olduğumuz sayısız durum, Olayları vb. Değerlendirmek
için belirsiz bir kriterdir ve kendi içinde (en önemlisi) hepimiz için aynı ahlaki
değere sahip değildir.
Yaşlılarda sinir gerginliğinin ve stresinin ana nedenleri, yaşam ritmi ve ile-
tişim çemberinin keskin bir şekilde daralması (önemli ölçüde inkâr etmek an-
lamsız olacaktır). Aktif işten ayrılma genellikle bireyin geri çekilmesine ve
hatta ona yakın olanlarla temastan kaçınmasına yol açar (çünkü onu anlamaya-
caklarından emin olur).
Yavaş yavaş, yaşlılardan en çok korkan, onları en çok sallayan ve umut-
suzluklarına neden olan yalnızlık ortaya çıkar.
Aynı zamanda, yaşlanma sürecinin içeriğinde kendi yerlerine sahip olan ve
yalnızlığın etrafındaki kişiler tarafından anlaşılmadığına, ilgisizliğin daha
önemli olduğu anlayışına yol açan psikolojik (sosyal-psikolojik) faktörler.
Doğal olarak birçok yaşlı insan akut kişiler arası çatışma ve bilişsel uyum-
suzluk geliştirir ve yaşlılığı bunun üretken bir parçası olarak kabul etmekten
kaçınır.
Gerçekten de bir bireyin yaşamının, gençliğinin ve cesurluğunun ilk aşa-
malarında, yaşam genellikle neşeli, renkli ve neredeyse hiç bitmeyen bir nimet
olarak kabul edilir. Burada "esas olarak" kelimesini kullanıyoruz çünkü bazen
hayatın en unutulmaz anlarında bile üzüntü, hayal kırıklığı, kızgınlık, hatta inti-

426
Yaşamın İkinci Yarısı: Fırsatları Kaybetmek veya Pozisyon Kazanmak

har getiriyor ve hepsinden kötüsü, acı anılara dönüşüyor ve hayatımızın geri


kalanı için bizi rahatsız ediyor.
Hiç şüphe yok ki birçok yetişkin (belki de çoğunluğu!) Dorian Gray * gibi
hissedecek ve genç kalmak için çok vazgeçecekti. Maalesef !!!
Ancak klasikleri "Yaşamaya değer ve yaşamalısın!" Dedi.
Çünkü sadece yukarıdaki noktaları hatırlamak hayatın bir değeri olduğu
anlamına gelir! Varlık demektir, hatıraları canlandırmak demektir. Belki de
hayatın en değerli ve olumlu yönü, geçmişin asla unutulmaması, daha ziyade bir
ders hâline gelmesidir. Bir şey kaybetti bir şey "kazanır".
Bu pozisyon, " dedikleri gibi, "Araz'ın külbesinden, Kura'nın topukların-
dan", hatta bazen inşa etme arzusunun gücü ile, yaşam için sevgi ile doludur ve
bazen çarpık da olsa zamanın ötesinde, önerilen ve zaten "test edilmiş" stereo-
tipleri takip etmeyin. , yollarını seçen gençlere özgü değildir.Aksine, yaşamda
zaten birçok denemeye maruz kalmış, birçok şeyi görmüş ve deneyimlemiş,
hayatın gerçek değerini hisseden zalim bir kaderin darbeleriyle sertleştirilmiş
"yetişkinler" belki de daha tipiktir.
Her durumda, yaşamın anlamı üzerine yapılan çalışma, değerlendirilmesi
somut bireylerin seviyesinden "ayrılır" ve bu bireylerin bir arada var olmaları-
nın temelini oluşturan toplumsal değerler seviyesine yükselir. Her durumda,
modern toplumun refahındaki artış (ve sonuç olarak bunu oluşturan sosyal grup-
lar ve bireyler), “Hayatın anlamı nedir?” Soruna dayandığını ve "çözümünü"
hedeflediğini söylerken yanılıyoruz.
Söz konusu sorunu araştırarak kaçınılmaz olarak yaşamın belirli bir aşa-
masında, bir seviyede veya başka bir seviyede düşse bile daha sonra yükselebi-
leceğini güvenle söyleyebiliriz. Öte yandan, yükselişler, kafalarını çok yüksek
tutmayan, sadece kapsamlarını kaybetmeyen, aynı zamanda takdir edip faydala-
rından yararlanarak yaşayan insanlar, "Ne kazandım - ne kaybettim?" Dedi.
ikilemi daha fazla harekete geçirir, gündeme getirir.
Ergenlik, bireysel yaşamın zirvesidir. Bu zirvede, bir kişi zaten hem mane-
vi hem de fiziksel yükleri taşıyor (bazen en çok hangi alanda kazandığı veya
kaybettiği açık değildir). Yukarıda belirtilen ikilem, sonraki yaşamının anlamı,
düşüncesi üzerinde mutlak kontrol hâline gelir, değerlerini yönlendirir ve netleş-
tirir ve hatta davranışını düzenler.

427
Pozitif Psikoloji

Söz konusu dönem artık bilimsel ve psikolojik literatürde "akme" dönemi


olarak ayrılmaktadır. Yetkili psikolojik sözlüklerdeki aKme tanımlarını özetler-
sek, “akme - bir kişinin yaşam aktivitesi, bireysel potansiyelini (algılama, yara-
tıcılık vb.) gerçekleştirme sürecinde elde edebileceği (veya başarabileceği) en
yüksek zirve noktasıdır ”[1].
(Bu arada, "akme" Yunanca kökenli bir kelimedir (ακμή - en yüksek nokta,
zirve anlamına gelir). Akme, bir kişinin aktivitesinin en önemli hedefi olarak
düşünülebilir. Bu zirvenin 40-45 yıllık bir dönemi kapsadığı kabul edilmektedir.
Bu dönemde önemli olan şey, ileride (ufka daha yakın) ve aynı zamanda,
bu yolda yanlış bir adım atılması durumunda, tartışmasız ulaşılamayacak bir
hedefe ulaşmak için önceki aşamalarda edinilen ahlaki ve maddi kaynaklardan-
oluşturduğu yetenekleri, geçtiği dönemin verimlilik derecesini, araçlarını ve
bilgi kaynaklarını) optimal düzeyde kullanabilme becerisi (bu yetenek "verimli-
lik" ile eş anlamlıdır).
İnsan, hayatının ilk, oldukça "açık", nispeten daha az talepkar, gittikçe daha
öngörülebilir bir kısmının zaten onun arkasında (harika!) Olduğu yadsınamaz ger-
çeğini fark etti. Bu aşamanın ne kadar başarılı bir şekilde yönetildiğini, neler başar-
dığını ve neyi kaybettiğini özetler ve “fiyat ölçeği” temelinde değerlendirir.
Böylece, bir bireyin “akme” sinin zirvesine ulaşıp ulaşmadığını değerlen-
dirmek için amacına ne kadar yakın olduğunu, yaşam boyu başarılarının seviye-
sini belirleme görevi ortaya çıkar. Zaten dış dünyaya kendi hayatında yönelttiği
en ciddi soruların cevaplarını arıyor.
İnsancıl psikolojinin kurucusu Abraham Maslow * zirvelere yazdıklarını
("ihtiyaçlar piramidini" hatırlayın) Sanki hayatının zirvesinde olan kişi "bireysel
cennete" girer ve aynı zamanda kişiliğin kendini gerçekleştirmesinin tüm temel
özelliklerini içerir [2]. Aslında bu "cennete ziyaret", insan tarafından kesin ola-
rak kişisel mutluluk deneyimi olarak tanımlanmaktadır.
Birçok makalede "kendini gerçekleştirme" kavramının, insan yaşamında
anlam kazanımı, bu kavramla ilgili her şey ile ilişkili olduğu belirtilmelidir.
"Akme" teriminin kökenine geri dönelim.
Bu kavram ilk olarak 1920'lerde Rus bilim adamı N.A. Rybnikov tarafın-
dan insani gelişmenin tüm olumlu yönlerinin ana özellikleri (ya da daha doğru-
su değerleri) olarak bütünleşmesini kabul etmesi önerilmiştir [3].

428
Yaşamın İkinci Yarısı: Fırsatları Kaybetmek veya Pozisyon Kazanmak

1960'da başka bir Rus bilim adamı olan B.Q. Ananyev bilimsel olarak in-
san yaşlanması sorununu kanıtlamıştır [4]. Daha sonra, yirminci yüzyılın (90'lı
yılların) son on yılında, bir grup Rus bilim adamı (AA Derkach, KA Abulhan-
han-Slavskaya, AA Bodalev, EA Klimov, vb.) "Akme" kavramının özünü tartış-
tı (sanırım yanılmadık). ilkin, Temel fikirler formüle edildi, bu fenomenin kap-
samlı bir çalışmasının metodolojik ilkeleri tanımlandı, bu kavramla ilgili soru-
nun aciliyeti ve bu alanda çok sayıda araştırma doğrulandı.
Bireyin gelişiminin olası tüm olumlu yönlerinin entegrasyonu, Akme'nin
hayati bir fenomen olarak ana özelliği olarak kabul edilir; Bu kavramın evrimi
(ve elbette karakterize ettiği gelişme dönemi), refah gibi ardışık olumlu değişik-
liklerin art arda, yükselen, birbirinin yerine geçebildiği (bir çeşit "refah plato-
su") olduğu sürekli ve istikrarlı bir durum olarak sunulmaktadır.
Daha da ilginç olan şey, "akme" nin genel olarak her insanın karakteristik
bir özelliği olduğu ve kişisel gelişiminde elde edebileceği bir başarı olduğu
düşünülmektedir. Bu, "akme" nin "bireyin bireysel gelişiminin zirvesi, potansi-
yelinin çiçeklenme dönemi, tüm faaliyet alanlarında yeteneklerinin olgunluğu-
nun tezahür etme dönemi" olarak algılanması anlamına gelir [4].
Yukarıda belirtilen araştırmacıların bile bu fenomenin daha fazla çalışma-
sını belirleyecek olan "akme" kavramı hakkında bir dizi "keskin" soru ile karşı-
laştıklarını reddetmediklerine dikkat edilmelidir. Bu sorulara bir göz atalım ve
en azından kısmen onlar hakkında yorum yapalım. [5].
1. "Akme" nin zaman açısından yerelleştirilmesi. Bu fenomenin hangi yaş-
ta oluştuğu ve ne kadar sürdüğü (bu durumda, elbette, daha önce şartlı
olarak adlandırdığımız terim açık değildir). Garip olan şey, fenomenin
uzun süredir tartışılmasına rağmen bu sorunun araştırılmasının araştır-
macılar için çok ilginç olmamasıdır.
2. Bir olgu olarak "akme" tezahürünün doğası. Örneğin, "tepe" ile kastedi-
len: insanın bir özne olarak yüksek entegrasyonunun tezahürü olan kısa
vadeli bir durum mu yoksa bu duruma giden bir yol mu (tepe noktası)?
3. Bu zirveye ulaşmak bir süreç mi, yoksa sadece bir sıçrama mı? Bu bir
süreçse o zaman bir kerelik olamaz ve olağanüstü derecede olumlu ola-
maz (nokta, bildiğimiz gibi, herhangi bir işlem dinamiktir ve bu nedenle
geniş bir aralıkta değişebilir).Gelişim hakkında konuştuğumuzda, aynı
zamanda ruhtaki periyodik değişiklikler hakkında konuştuğumuzu ve bu
değişikliklerin düşüş olarak nitelendirildiğini kabul edelim.

429
Pozitif Psikoloji

4. Bu zirve, aynı zamanda insan faaliyetinin tüm makul alanlarında bir ar-
tış anlamına mı geliyor yoksa farklılaşma ihtiyacı var mı? Mesele şu ki
bir veya daha fazla faaliyet alanında yükseliş, mutlaka sosyal statünün
yüksek bir zirvesine ulaşmak anlamına gelmez.
5. "Akme" fenomeni ile karakterize edilen zirve seviyesinin belirleyicileri
nelerdir: Bir kişinin sadece olumlu yönleri veya negatif durumların (ör-
neğin, bir katalizör olarak) "rolü" önemli değil mi?
6. Bu zirve birey tarafından nasıl deneyimlenir ve değerlendirilir? Özü
sosyal değerle ilgilidir (bireyin içinde bulunduğu ve modern olan yüksek
konuma ulaştığı toplumun verdiği değer), Yoksa bireyin kendi başarıla-
rını değerlendirmesi "akme" demek mi?
7. Son olarak bahsettiğimiz zirve münhasıran bireyin kendisinin başarısı-
dır, veya bireyin kapsamı, karşılaştığı sosyal normlar vb. dâhil olmak
üzere onu etkileyen diğer faktörler. küçük bir rol oynamaz mı?
Bu makaledeki yorumlarımızdan da anlaşılacağı gibi, "akme" kavramı ve
temsil ettiği fenomen, dedikleri gibi, tamamen "bireysel" dir. Yani, bireyin ba-
şarabileceği en yüksek zirveyi ifade eden "akme" kavramı, Belirli bir bireyi
iyimserlikle yüklemeyi ve geleceğe umutla bakmayı amaçlamaktadır.
Bu “ayar” ın özü, kendi içinde akme olmasıyla ilgilidir, subjektogenezin
yükselen dinamikleri (yani, bireysel gelişim süreci) ve onun spesifik aşamasının
bir ifadesi olarak işlev görür.
Aynı zamanda, akme kendi içinde subjektogenezin özünü yansıtır, karakte-
ristik özelliğini temsil eder. Öte yandan, sosyal ilerlemenin kazanımlarını (bir
şekilde kapalı bir şekilde) içerir. Görüyorsunuz, herhangi bir bireyin oluşumu ve
gelişimi (yani, subyektogenez olarak ifade edilen dinamik ve oldukça "iniş çı-
kışlar" süreci) doğrudan toplumun oluşumunun ve gelişiminin karmaşık ve çe-
lişkili bir belirleyicisi olarak hareket eder.
Yani, burada vurguladığımız nokta - "akme" nin subyektogenez açısından
bireysel bir ifade olması) buna karşı "işe yaramaz". Dolayısıyla, yadsınamaz bir
gerçek olarak aksiyom seviyesinde, bir toplumun genel iyiliği, hayatı ve faali-
yetlerinin bir sonucu olarak onu oluşturan bireylerin elde ettiği bireysel başarıla-
rın toplamıdır.

430
Yaşamın İkinci Yarısı: Fırsatları Kaybetmek veya Pozisyon Kazanmak

SONUÇ
Bir toplumun "akme" düzeyine ulaşan ve yaşamları boyunca karşılaştıkları
birçok zorluğun üstesinden "pozitif olarak" yüklenen daha fazla üye, o zaman
toplumun genel refahı (sosyo-psikolojik durum) aynı derecede yüksek olacaktır,
pişmanlık ve üzüntü duygusu ile bakışların kaybolmaya doğru yönünü değiştire-
rek başarılara gurur ve gururla bakıyorlar. Toplumun ne kadar pozitif yüklü
olduğuna bakılmaksızın (inkâr edilemez bir şekilde), Üye olarak hareket eden
bireylerin yaşam biçimleri ne kadar pozitif yüklü olursa bireylerin faaliyetleri de
o kadar maksatlı ve üretken olacaktır.
Birey için subyektogenez seyrinin optimal amaçlı ve başarılı yönü, Bence,
yaşamı boyunca kaçınılmaz olarak ortaya çıkan çeşitli zorlukların (ve yükümlü-
lüklerin) olumlu bir çözümüne eğilim oluşturma ile yakından bağlantılı olduğu-
nu söylemiyoruz.Burada pozitif psikolojinin ana hükümlerine M. Seligman *
tarafından ortaya konan PERMA (yazarın sözleriyle - "mutluluk modeli") kav-
ramı ve yine kişiliğin önde gelen avantajları fikri olarak yaklaşıyoruz.
Demek istediğimizi açıklığa kavuşturalım. Bir süre önce (yüzyılın başın-
da), ünlü Amerikalı psikolog Martin Seligman, PERMA olarak adlandırdığı bir
"mutluluk modeli" önerdi. Model, Seligman tarafından önerilen 5 öge ve model
adı, bu ögelerin İngilizce adlarının büyük harflerinden oluşmaktadır (Şekil 1).

Şekil 1. Mutluluğun ve esenliğin beş unsuru (M Seligman'ın "mutluluk modeli").

431
Pozitif Psikoloji

Modelin adını (ve aynı zamanda özünü) (M. Seligman'ın kendisi tarafından
verilen sırayla) açıklayalım [6].
Bu nedenle M. Seligman'a göre kişinin hayatından gurur duymak ve mutlu
hissetmek için kişinin hayatında beş element içermesi gerekir:
P – Pozitive Emotions - Olumlu duygular (iyi bir ruh hâli ile ilişkilidir
ve mutluluğun en kısa yolu gibi görünmektedir). Seligman bu ögeyi en önemli
ve en önemli olarak görüyor ancak herkesin anlayamadığı için pişman oluyor.
(Mesele şu ki olumlu duygularla yaşamak sadece gülümsemek ve sevinmek
anlamına gelmez. Bu, en azından geçmişi olumlu bir bakış açısıyla hatırlamak
ve analiz etmek,şimdiki başarılara sevinmek, olumlu eğilimlere ve arzulara
dayalı geleceği tahmin etmek.
Öte yandan, bireye özgü "akme" seviyesine yükselmek, diğer yandan, baş-
kalarıyla güçlü olmak, hayata karşı bu tutumdur, kalıcı ilişkiler kurma potansi-
yelini gerçekleştirmek için "verimli" koşullar yaratır). Bu ögeyi yaşamak - dış
olumsuz etkilere maruz kaldığında bile cesaretini kırmamak, sürekli coşku ile
yaşamak orada olan kişiye "teşekkür ederim" diyerek daha yüksek başarılara
ulaşmak için zaman geldiğinde fedakarlık yapmaya hazır olmak demektir (ak-
me'ye ulaşmanın yolu olduğunu düşünmüyor musunuz?);
E – Engagement - Katılım (Bir kişinin bağımlı olduğu bir "iş" ile meşgul
olması (bireyin "sosyal olarak yararlı işi" ile doğrudan ilişkili olmasa veya baş-
kaları bile bu "mesleği" anlamsız görmeseler bile), zaman kaybı olsa bile) bi-
reyde mutluluk atmosferi yaratır). Bağımlılık (veya bağımlı olmak önemli de-
ğil) bireyin hayatında gizemli, benzersiz ve yeri doldurulamaz bir rol oynar.
Gerçekten de bize zevk veren, mutluluk seviyemizi yükselten ve bir sonraki
adımları atmamız için motive eden, bağımlılık yaptığımız faaliyettir (uygulama,
eğitim, bilimsel faaliyet, vb.);
R - Realtionship - İlişkiler (İnsan sevgisi, bağlılık, dikkat ve etkileşim sa-
dece eğilim değildir talep düzeyinde şekillendirmek için programlanmıştır).
İnsan sosyal bir varlıktır ve onun mutluluk seviyesi (ve başarı) tartışmasız bir
şekilde üyesi olduğu kamu birliğinin diğer bireyleri (veya birey grupları) ile
etkileşimlerinin kalitesine ve seviyesine bağlıdır.
Bu ilişkinin doğası, bireye bir memnuniyet duygusu ve tam tersini sosyal
ilişkilerden bir dereceye kadar tecrit (veya tecrit), onun "mutluluk" kavramının
özüne karşılık gelmeyen zihinsel gerginliği (depresyon seviyesine kadar) yaşa-
maya neden olur;

432
Yaşamın İkinci Yarısı: Fırsatları Kaybetmek veya Pozisyon Kazanmak

M – Mean- Anlam (Bireyin yaşamını ve aktivitesini karakterize eden en


önemli faktörlerden biri, değerlerini değerlendirmede ana noktalardan biri. Bu
açıdan, "akme" kavramının kişisel gelişimin en derin anlamı olduğunu söyle-
mek güvenlidir.
A - Accomplishment - Başarılar (iddialar bir kişiyi yönlendirir. Bu iddia-
lar yalnızca bireyin belirli bir amacı (yaşam faaliyetlerinin özünü yansıtan) ve
motivasyonu olduğunda gerçekleşir. Adil olmak gerekirse talep düzeyinin ger-
çek ve muhtemel olasılıklara dayandırılması gerektiği ve aynı zamanda diğer
kişilerin iddialarını hiçbir şekilde reddetmemeleri gerektiği unutulmamalıdır. Bu
açıdan, bireyin iddiası gerçekçi bir hedef belirleme yeteneğini yansıtmalı ve söz
konusu fırsatın muhtemel ve tahmini sınırını "hafifçe" artırmayı hedeflemeli-
dir).
Olumlu bir psikolojik bakış açısından, bireyin "akme" zirvesine yükseliş
sürecinde çelişkiler vardır. diyalektik birlikleri (çelişkili yüzleşme) bireyin (ve
onunla ilişkili sosyal) yükselişini sağlar. Bu açıdan M. Seligman'ın görüşleri
ilginçtir. Onlara bakalım.
M. Seligman deneyimlerinden iki noktayı ayırmaktadır: "edinilmiş veya
öğrenilmiş çaresizlik sendromu" ve "bilinçli iyimserlik" olgusu [6].
"Öğrenilmiş çaresizlik sendromu" yazarı bunu bir kişinin böyle bir duruma
düştüğü bir durum olarak tanımlar. Bu durumda, birey, aslında onu hiç tatmin
etmeyen mevcut (düşmüş) durumunu iyileştirmek için bu konuda belirli olası-
lıkları olmasına rağmen olumsuz duygu ve uyaranlardan uzaklaşmaya ya da
onları olumlu yönde yönlendirmeye teşebbüs etmez.
Bu fenomen genellikle bireyin, çevrenin, onları ortadan kaldırmak ya da
kaçmak (kaçmak, onlardan uzaklaşmak) ve bunun yerine olumlu uyaranlar ka-
zanmak için birkaç başarısız girişimden sonra gerçekleşir ve pasif olarak hare-
kete geçmeyi reddederek böyle gerçek bir fırsat olsa bile düşmanca çevreyi
değiştirmek veya uzaklaşmak için hiçbir girişimde bulunulmaması gerçeğine
eşlik eder.
Bir dizi çalışmanın sonuçlarına göre bu bireysel özgürlük ve kendini kont-
rol etme durumudur, yani Tam kayıp, olumsuz (sıkıcı) bir durumu değiştirme ve
kişinin kendi gücüne ve nihayetinde depresyona (bazen intihar) değiştirme ola-
sılığına güven kaybı ile karakterizedir (Şekil 2).

433
Pozitif Psikoloji

Şekil 2.

Olayların seyrini etkilemenin imkânsızlığını kabul eden bir kişi, onları et-
kilemekten vazgeçmeye karar verir. Bu sefer:
● Olayların nesnel yönlerini ve bunlara neden olan gerçekliği yönlendir-
mez ama kendi hayal gücüne, yasaklarına (ilk olarak ailesi tarafından
önerilenler dâhil), ve daha sonra “devlet öğretmenleri” tarafından des-
teklenip teşvik edilir;
● "Dünyanın en sefil kişisiyim (herkes bana karşı, herkes bana karşı)",
"ailemizdeki (etrafımdaki) herkes" zihnime (ruhuma) hükmediyor.
Sonuç ortada:
● Hiçbir şey gerçekten alınmaz (elbette, hiçbir şey yapmaya teşebbüs
edilmez);
● Atacağı adımların (eğer varsa) etkinliğine güvenilmez;
● Kişiliğin kendi hayatından sorumlu olmadığı sonucuna varılmıştır. "Bu
kader!"
Ne yapmalı? Bu durumun bir yolu var mı, yoksa bu "son" mu?
Neyse ki M. Seligman bizi hayal kırıklığına uğratmıyor. "Bilinçli iyimser-
lik" kavramını önerir (bilinçli olarak oluşturulmuş yeni, olumlu alışkanlıkların
kazanılmasına dayanır). Yani, düşünceye ve sonra eyleme bilinçli bir yaklaşım
meselesidir. [7]

434
Yaşamın İkinci Yarısı: Fırsatları Kaybetmek veya Pozisyon Kazanmak

Bu kavram sinirli olanlara umut vermektir, kısaca, “kendilerine dönme”


konusunda onları desteklemelerini sağlamak için kendi güçlerine güvenmeyi
amaçlamaktadır. Tam olarak ne sunuyor?
Yani, "Yine de hiçbir şey almayacağım!" Düşündüğünüzde ne yapmalı?
● Dünya kadar eski ve çok derin bir anlamı olan bir ifade var: Başlamak
için başlamalısın! ” Bir şey yapmak ya da yapmamak bireysel bir se-
çim meselesidir, doğuştan gelen bir yetenek gerektirmez;
● Gerçekçi bir hedef belirleyin ve gerçekleştirilmesine doğru adım adım
devam edin;
● Bu yolda kazandığın her zaferi "kutla"!
● Enerjinizi odaklandığınız yöne odaklayın! Enerjinizin yüz oranında
artması için yaratıcılığa ve pozitifliğe dikkat edin!
● Nazik ol! Her olumlu adım, bize neşe ve güven duygusu uyandırır.

Şekil 3.

435
Pozitif Psikoloji

Yetişkinlik: Sosyopsikolojik Özellikler ve Önde Gelen


Davranışsal Fenomenler
Dünya kendi içinde mükemmeldi ve onu değiştirme girişimleri boşuna idi.
Dünyayı yalnız bırak, kendine iyi bak!
N. Linde. Səadət haqqında sutra

Bilimsel (örn. Pedagojik-psikolojik) bilgi ve faaliyet alanı dâhil olmak


üzere modern toplumumuzda, bunun bir klişe hâline geldiği kabul edilmiştir. 45
yaşından sonra bir kişi hayatın ikinci yarısına girer (makalenin önceki bölü-
münde bu aşamanın "akme" aşaması olarak değerlendirilmesi hakkında konuş-
tuk ve bu fenomenle ilgili bir dizi noktaya değindik),ve "bitiş çizgisi" zaten
ufukta açıkça görülebilir. Birçoğu için emeklilik bir uyarıdır, bir alarmdır. Ha-
yatın "kalan kısmının" zaten "cephenin tamamlanması, olanların yansıması"
dönemi olarak algılandığının bir işaretidir.
Garip, benzersiz ve cevaplanabilir soruların ateşli tartışmaların konusu
hâline geldiği ve oldukça derin sorular ortaya çıkardığı bir durum ortaya çıkar:
Bir kişinin hayatının ekvatorunu geçtikten sonra nasıl hissettiğini (veya hisset-
mesi gerektiğini) merak ediyorum: bu yaşa ulaşana kadar hayatındaki başarılar-
dan memnun, onlarla gurur duyuyor musun Mutlu ve iyimser bir düzeyde, "gö-
revini" yapan bir kişi olarak "dinlenip rahatlayabilir" mi? Aksi takdirde, haya-
tından memnun kalmaz, kaderinden ve etrafındaki insanlardan nefret eder (sanki
suçlu veya başarısızlıklarından sorumluymuş gibi), servetini lanetler ve agresif
davranır. pek çok şeyden memnun değilken herhangi birinden (veya herhangi
birinden) intikam alma görevini düşünüyor mu? Ya da belki de yaşamın "yükle-
ri", aşağılanma ve acı, Kayıpları, başarısızlıkları, yerine getirilmemiş hayalleri
onu kırar, umutsuzluğa düşürür, bir koruyucu aramasını sağlar ...
Kendini kiminle çevreliyor, kime yaslanıyor, kime destek veriyor? Bu in-
sanlar gerçekten hayallerinde yaşadıkları, hayallerinde kurdukları, umutlarını
sabitledikleri insanlar mı? Gerçekten öyle mi? Yoksa tüm "çabalar" boşuna mı,
boşuna hayaller mi?
Çok fazla - geri dönüşü olmayan ve belki de hayatın en değerli kısmı (ki
başka bir şans verilirse) tamamen farklı bir şekilde yaşanabilir. - yaşlandıkça üst
üste yığılmış anıların “tozuyla” kaplanan tavan aralarında artık ihtiyaç duyul-
mamaktadır (maalesef, zaman içinde ve değerli olduklarında doğru seviyede ve
yönde kullanılmamışlardır, "kullanım süresi" sona erdiğinde "bir kenara bırakı-
lır" ve zaman içindeki eski önemini kaybeder).

436
Yaşamın İkinci Yarısı: Fırsatları Kaybetmek veya Pozisyon Kazanmak

Bazen, sadece hafızadan değil, henüz tamamen kaybolmamış olan bu “anı-


ların” küllerinde bile yanan ve umut ateşini yeniden canlandırabilecek gibi gö-
rünen "kömürler" ortaya çıkar, bir kişiyi yakar ve çarmıha gerer, neredeyse onu
intihara götürür.
Tıpkı tembel, kayıtsız ve çaresiz bir insan, yaşamın ve etrafındaki dünya-
nın zorluklarından korkar ve onlardan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışır.
Yaşlı adam (göründüğü kadar garip, bu kavram beni affetmez, isyankar yapar)
da hayatının ikinci yarısından "korkuyor", değerlendirmesinde tamir edilemez
bir hata yapmaktan korkuyor gibi görünüyor. sanki içinde bile gerçekleşeme-
yen, hayal edilemeyen, uzlaşılamayan, uzlaştırılamayan, uzlaşılamayan, olaylar
varmış gibi. Geri dönüşü olmayan ve telafi edilemez fedakarlıklar ve neredeyse
imkânsız kayıplar var (hayatının ilk yarısı onun için çok ilginçmiş gibi, Ondan
sonra sadece iyi anılar bırakan ve onları bırakmadan (ya da bıraktıkları anılar
olmadan), bir sonraki yaşam düşünülemez olaylarda zengindi!).
Yoksa zamanla yaklaşan ve buna bir son verecek olan ölüm korkusu mu?
Bunun beklenmedik bir görüş olduğunu düşünüyorum! Ölüm bununla ne
ilgisi var? Sonuçta, ölümle ilgili değil, hayatla ilgili (yani ikinci yarı)! Hayatın
sonu hâlâ çok uzak, çok soyut. Buna hazırlanmak zorunda değilsiniz, bundan
korkmak zorunda değilsiniz. MS birinci yüzyılda yaşayan antik Roma filozofu
Titus Lucretius Sağır * şunları söyledi: "Ölümden korkmaya gerek yok: biz
oradayken orada değil, ve geldiğinde artık yokuz. Onunla tanışmıyoruz. Hiç
karşılaşmadığınız bir şeyden korkmak aptalca !!! ” [8].
Çok sayıda maksatlı (sosyo-psikolojik dâhil) gözlem ve deneyim, bu tür
düşüncelerin özü ve bunlardan kaynaklanan her türlü zorluk(ve kesin olarak
söyleyebiliriz ki tek, yadsınamaz ve mutlak) neden yaşamın kendisinin kronolo-
jik bir devamı olarak hareket eden ikinci yarısı değildir, dahası, duygularında
derinden kökleşmiş olan ve duygularını “aşağıdan yukarıya” çalan ahlak üze-
rindeki etkisi, önceki aşamadan daha zayıf bir faaliyettir.
Bir kişi hayatın ikinci yarısına çok hazırlıksız girer. Daha da kötüsü, bu
adımı, yaşamının anlamı olarak yaşadığı ve kabul ettiği gerçekler ve idealler
hakkındaki yanlış düşüncelerin etkisi altında atmasıdır.
Hayatın "sonbaharı", yazımı için kabul edilebilir olan aynı senaryoya da-
yanır, aynı eylem planında yaşayamazsınız! "Sabah" çok ve kullanışlı, yararlı,
hatta gerekli olabileceğinden, "gün batımı" daha az talepkar, işe yaramaz, hatta
zararlıdır.

437
Pozitif Psikoloji

Bir yetişkin (maalesef, yaşamın ikinci yarısında atılan adımlar genellikle


bununla karakterize edilir!) Bir şeyi açıkça bilmeli ve hayal etmeli: Ona ayrılan
zaman artmaz veya genişlemez ve yaşamın kendisi kaçınılmaz olarak yaşamın
daralmasına yol açar.
Tıpkı O. Balzac ** [9] tarafından tanımlanan "Shagren Derisi" gibi.
Eğer genç kendisine çok fazla dikkat ediyorsa veya çok dikkatsizse (her
ikisi de aslında tuhaf ve kaçınılmazdır), Bu onun için kabul edilemez olsa da her
durumda, yaşamın isteklerine ve beklentilerine karşı büyük bir günah olarak
kabul edilemez. Ve bazıları için bebek büyüdükçe, bunu aşacaktır.
Bu dönemde artan öz bakım, zorunlu bir yükümlülük ve zorunluluk olarak
anlaşılmalıdır. Öte yandan, daha yaşlı olanların çoğu, bunun etraflarındaki kişi-
ler için neredeyse büyük bir hata olduğunu düşünüyor. Yaşamın ikinci yarısı, ilk
yarısında oluşturulan ve normlarla yaşayan ilkelerle yönetilmelidir. Sonuç ola-
rak hipokondriyaklar, cimri, bilgiçlik hâline gelirler, kendileri için bir gün gör-
mezler veya çevrelerindeki kişilere bir gün vermezler.
Böylece, böyle bir pozisyon alan yaşlı insanlar için (ne yazık ki yaş grupla-
rında bir azınlık değildir), hayat aslında rengini değiştirir, etrafındaki kişilere
(ve kendisine) sonsuz bir yükümlülük hâline gelir. Hayatta (özellikle hayatları-
nın ikinci kısmında) çok şey kaybederler, çok olumlu duygular yaşamazlar ve
eğer bunu yapabilirlerse olayların dışında kalırlar.
Böylece, bu adımı kasıtlı olarak atmasalar bile gelecek için iddialarını ve
beklentilerini bırakıyorlar, bunun sonucunda gelecekte bir "ışığın ucu" göremi-
yorlar. Hayatta yollarını kaybederken kaçınılmaz olarak geriye bakmak zorunda
kalıyorlar ("anılarla yaşamak").Beklenmedik beklentileri, yaşamın bir sonraki
aşaması hakkında karamsarlık, yaşamın anlamını yitirmek ya da sadece geçmiş-
le ilişkilendirmek ile yaşlılığa girerler.
Bu yaşta, insanların sadece geçmişe odaklanması kabul edilemez. Hayatın
anlamı kaybolduğunda İleride "ışık" kalmasın, somut pozitif bir eğilim bırakıl-
masın. Bu insanlar için gelecekle ilgili iddialar sadece etraflarındaki kişilerle
olan ilişkilerinde yenilmezdir. "Zengin" yaşam deneyimine sahip olan ve onu
paylaşmaya ve neredeyse otoriter düzeyde yapmaya çalışan biri olarak değil,
Yararlı tavsiyeler veren, geleceğe umutla bakan biri olarak temsil edilmesi
önemlidir.
Olağandışı bir sosyal fenomen olarak (alaka düzeylerine bakılmaksızın)
oluşturulan dinî fikirlerin de bu yaşamdan sonra sadece “diğer dünyada” olması

438
Yaşamın İkinci Yarısı: Fırsatları Kaybetmek veya Pozisyon Kazanmak

tesadüf değildir. hayatın erdemlerini vurgular, diğer dünyanın (ahiret) inkâr


edilemez avantajlarını bu (ölümcül) dünyadaki yaşamdan ayırır, Bu, özünde, bir
kişiyi hayatının ikinci bölümünü daha maksatlı bir şekilde yaşamaya yönlendirir
(“ödül kazanmak için”).
Birkaç özel örneğe bakalım:
1. Ünlü gerilim filmi "Aliens" Ridley Scott'un direktörü tarafından birkaç
yıl önce verilen bir röportajdan bir alıntıyı hatırlamak istiyorum. R
Scott (o sırada zaten 80 yaşında İdi), gelecek planları hakkında bir so-
ruyu cevaplarken gelecek 10 yıl için planlarını açıkça paylaşmıştı. Baş-
ka bir deyişle, yaşına rağmen sadece çaresiz değildi, aynı zamanda
iyimserlik dolu bir hayat yaşıyordu!
2. Hayatının son günlerini aktif olarak geçiren Amerikan Psikoloji Derne-
ği'nin en eski üyesi İsviçreli bir psikolog olan Helda Bulgarian'ı dinle-
yelim: “İnsanların neden yaşlanmaktan neden bu kadar korktuğunu an-
lamıyorum” dedi. Bana öyle geliyor ki yaşlandıkça tek tek kayıplar,
hastalıklar veya diğer dezavantajlar. Ancak, yaşlandıkça başarılarının
arttığını görmezler. Yaşlanma aynı zamanda özgürlük, paha biçilmez
bir deneyim ve her şeyi halledebileceğiniz inancı anlamına gelir. ”
3. Antik Roma'da yaşlanmanın hem fiziksel hem de zihinsel aktiviteyi za-
yıflattığına ve bir insanı neredeyse onu tüm zevklerden uzaklaştırır ve
bu nedenle ölüme yaklaştırır. Ancak bu düşünceleri reddeden ve düşü-
nen Cicero * idi. yaşlanma ile mücadele etmenin en etkili yolu (ya da
daha doğrusu, neden olabileceği ahlaki durgunluk) algılama eğilimi, dü-
şünce ve muhakeme çevikliğidir.
45-50 yaşlarındaki yaşam kalitesinin, yaşamın ilk bölümünün nasıl yaşan-
dığına bağlı olduğuna dikkat edilmelidir. Çünkü bir bireyin profesyonel faali-
yette aktif olması, geniş halkla ilişkiler kurması, yeniliğe açık olması ancak
yaşlanması ve aniden herşeye bir son vermesi, her şeyi kaybetmesi imkânsızdır!
Hayır! Eskiden olduğu gibi yaşıyoruz ancak şimdi belirli yaş kısıtlamala-
rıyla karşı karşıyayız. Bu sadece tanıdık yaşam akışında bir değişiklik değil,
aynı zamanda düşünme biçiminde bir değişiklik anlamına gelir. Bu durumda
emeklilik neredeyse bir trajedi.
E. Erickson * yaşlı bir kişinin gelişiminin erken davranışının ve mevcut du-
rumunun bir ürünü olduğuna inanıyordu. Ona göre yaşlanma hayati belirtileri arama
sürecidir, bu durumda ölüm yaşam çelengi olarak önemini kaybeder [4].
Unutmayalım: iç uyum, mevcut yaşam akışının getirdiği çeşitli olayları
karşılamaya hazır olduğunuzda kurulur.

439
Pozitif Psikoloji

REFERANSLAR
Акмеология: учебник / под ред. А. А. Деркача. Москва: Изд-во РАГС, 2004. 650 с.
Абрахам Маслоу. Мотивация и Личность. Перевод А.М.Татлыбаевой. Abraham H.
Maslow. Motivation and Personality. N.Y.: Harper & Row, 1970; СПб.: Евразия,
1999.
Рыбникова М. А. Избранные труды. Москва: Издательство Академии
педагогических наук РСФСР, 1958, 608 с.
Ананьев Б.Г. Избранные психологические труды: в 2 т. М.: Педагогика, 1980. 232 с.
Ананьев Б. Г. О проблемах современного человеко-знания. М., 1977. 380 с.
Селигман М. Бертап М. Новая позитивная психология: Научный взгляд на счастье
и смысл жизни: пер. с англ. М.: София, 2006.
М. Селигман: В поисках счастья. Как получать удовольствие от жизни каждый
день. Издательство: Манн, Иванов и Фербер, 2011 г., 320 с.
Тит Лукреций Кар. О природе вещей. / Пер. Ф. А. Петровского, вступ. ст. Т. В.
Васильевой. М.: Худ. литература, 1983. 384 с.
Бальзак Оноре де. Шагреневая кожа. /перевод Б.А. Грифцова/. М., Азбука, 2015,
320 с.

KAYNAKLAR
Akmeoloji: ders kitabı / ed. A.A. Derkach. Moskova: Rus Sivil Havacılık İdaresinin
Yayınevi, 2004.650 s.
İbrahim Maslow. Motivasyon ve Kişilik. A.M. Tatlybaeva tarafından tercüme edilmiş-
tir. Abraham H. Maslow. Motivasyon ve Kişilik. N.Y.: Harper & Row, 1970;
St.Petersburg: Avrasya, 1999.
Rybnikova M. A. Seçilmiş eserler. Moskova: RSFSR Pedagojik Bilimler Akademisi
Yayınevi, 1958, 608 s.
Ananyev B. G. Seçilmiş psikolojik çalışmalar: 2 ciltte M .: Pedagoji, 1980. 232 s.
Ananiev B. G. Modern insan bilgisi sorunları üzerine. M., 1977.380
Seligman M. Bertap M. Yeni bir pozitif psikoloji: Mutluluğa ve yaşamın anlamına bi-
limsel bir bakış: çev. İngilizceden M.: Sofya, 2006
M. Seligman: Mutluluk arayışı içinde. Her gün hayattan nasıl zevk alırsınız. Yayıncı:
Mann, Ivanov ve Ferber, 2011, 320 s.
Titus Lucretius Arabası. Şeylerin doğası hakkında. / Per. F.A. Petrovsky, giriş Mad.
T.V. Vasilieva. M.: Davlumbaz. literatür, 1983. 384 s.
Balzac Honore de. Shagreen cilt. / translation B.A. Griftsova /. M., ABC, 2015, 320 s

440
21 TRAVMA SONRASI BÜYÜME

F. Dilek Tel

Bu bölümü okuduğunuzda
1. Travmanın birey üzerindeki etkisini,
2. Travma sonrası büyümenin anlamını ve bileşenlerini,
3. Travma sonrası büyümeyi ölçmeye yönelik araçları,
4. Travma sonrası büyümenin günlük yaşamdaki yansımalarını öğreneceksiniz.

TRAVMA SONRASI BÜYÜMEYE İLİŞKİN


GERÇEK BİR YAŞAM ÖYKÜSÜ

“Somalili Genç Bir Mülteci Hayallerine Emin Adımlarla Yürüyor ⃰


22 yaşındaki Somali uyruklu İlham Türkiye’de yaşıyor. Onun hikâyesi binlerce
insana ilham verecek türden. Çocukluğunda yaşadığı birçok zorluğun üstesinden gelen
İlham, hayallerini süsleyen radyo-televizyon kariyerine ilk adımlarını attı.
İlham, geçtiğimiz yaz Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) Radyo’da staj
programına kabul edildi. “Çocukluğumdan beri hep haber sunucusu olmanın hayalini
kuruyordum. Küçükken basit bir kamerası olan bir telefonum vardı. Ben mikrofonum
varmış gibi muhabir taklidi yapardım, erkek kardeşim de beni videoya çekerdi.” İlham
gülümseyerek ekliyor: “Böylesine saygın bir programa kabul edilmem tüm arkadaşları-
mı şaşırttı.” İlham, gösterdiği performans ve mükemmel iletişim becerileri sayesinde
önümüzdeki yaz TRT’nin televizyon kanalında ikinci bir staj programına katılacak.
İlham, DAFI bursuyla Uşak Üniversitesinin Radyo ve Televizyon bölümünde eğitimine
devam ediyor. DAFI burs programı, Alman hükûmetinin ve diğer bağışçıların cömert
yardımlarıyla 40’ın üzerinde ülkede verilmekte olan, UNHCR’nin küresel anlamda
yürüttüğü en büyük burs programıdır.
İlham’ın hayallerine kavuşmak için gösterdiği özveri ve kararlılığın önemi yadsı-
namaz ve İlham’ın bu noktaya ulaşması hiç de kolay olmadı. İlham’ın ailesi o daha
çocukken Somali’den kaçmak zorunda kaldı. İlham’ın anlattıkları her şeyi özetliyor:
“İnsanlara Somali’de yaşadıklarımızı anlattığımda, sanki bir korku filmi anlatıyormu-

441
Pozitif Psikoloji

şum gibi dinliyorlar.” İlham, Türkiye’ye gelip güvenli bir hayat sürmeye başladıktan
sonra bile bin bir türlü güçlüğün üstesinden gelmek zorunda kaldı.
⃰Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü Türkiye Sayfasından alınmıştır.
İlham, ilkokula başladığında tek bir Türkçe kelime bile bilmiyordu. “Öğretmenle-
rim bana çok yardımcı oldu. Arkadaşlarım teneffüs arasında oyun oynarken ben Türkçe
öğrenmeye ve pratik yapmaya başladım. Bir süre jest ve mimikler kullanarak iletişim
kurduk, bu durum öğretmenlerim için biraz zor oldu ama sabırlı davrandılar. Annemin
ve öğretmenlerimin desteği olmasa çoktan vazgeçebilirdim.” İlham, verdiği emeklerin
karşılığını aldı ve artık kendinden emin ve akıcı bir şekilde Türkçe konuşuyor.
Eğitim İlham’ın hayatında her zaman hayati bir öneme sahip oldu, hem kendisi
hem de ailesi için daha iyi bir hayatı düşlediği hayallerinde de yolunu eğitim aydınlattı.
Maddi sıkıntılar ve babasının ve erkek kardeşinin yaşadığı sağlık sorunları İlham’ın bir
süre okuldan ayrı kalmasına neden oldu. “Okulu bıraktıktan kısa bir süre sonra kendime
dedim ki: ‘İlham, kendine bunu yapamazsın. Bu senin geleceğin!’ ve daha sonra tekrar
okula döndüm.” İlham, eğitimine devam ederken ailesine destek olmak için başka so-
rumluluklar da üstlenmek zorunda kaldı. Bu konudaki duygularını ise şöyle ifade edi-
yor: “Çocukluğum zorluklar içinde geçti, umarım bundan sonrası benim için daha kolay
olur.” Bütün bu zorluklara rağmen İlham üniversite giriş sınavını başarıyla geçti. Üç
erkek kardeşiyle aynı zamanda öğrenim görme isteği aileyi daha fazla maddi sıkıntıya
soktu. Üniversitede kalmasına yardımcı olan da kazandığı DAFI bursu oldu.”

442
Travma Sonrası Büyüme

1. TRAVMA VE TRAVMATİK YAŞANTININ


ETKİLERİ 1
İnsanlar yaşamları boyunca deprem, sel, çığ gibi doğal afetler, patlama,
yangın, herhangi bir alet ile saldırıya uğrama, kaçırılma, çeşitli ölümcül hasta-
lıklar ve cinsel saldırı gibi pek çok farklı yaşam olayları ile karşı karşıya gel-
mektedirler. Bu olaylar kişiler için oldukça zorlayıcı olabilmekte ve onların
fiziksel ve ruhsal sağlıklarını tehdit edebilmektedir. Bireyin bedensel ve zihinsel
sağlığını zorlayan bu olaylar travma yaşantısı olarak ifade edilmektedir. Dep-
rem, tsunami, sel gibi olaylar doğa yoluyla gerçekleşen travmalar olarak nite-
lendirilirken terör saldırıları, tecavüz, cinayet gibi olaylar ise insan eliyle ger-
çekleştirilen travmalar olarak nitelendirilmektedir (Tanhan ve Kardaş, 2014).
Günümüzde pek çok birey yaşamında bir ya da daha fazla sayıda travma yaşa-
yabilmektedir. Özellikle Türkiye’nin coğrafi, siyasi ve kültürel yapısı dikkate
alındığında travmatik yaşantılarla karşılaşma olasılığının yüksek olduğu söyle-
nebilir (Erdur-Baker, 2014).
Travmatik yaşantılar geniş bir yelpaze içinde yer almakla birlikte travma-
nın tanımının da araştırmacılar tarafından farklı şekillerde yapıldığı görülmek-
tedir. Travmanın kelime anlamının kökü antik Yunan’a dayanmakta olup “ya-
ralanma” veya “delip geçmek” anlamına gelmektedir. Antik Yunan’da askerle-
rin zırhının delinmesiyle yaralanmalarını ya da incinmelerini ifade etmek için
kullanılmıştır (Spiers ve Harrington, 2001). Amerikan Psikiyatri Birliği tarafın-
dan yayınlanan Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı DSM
V’te ise travma, kişinin gerçek ya da tehdit edici şekilde ölümle, ağır yaralan-
mayla karşılaşması ya da cinsel saldırıya uğramış olması olarak ifade edilmiştir
(APA, 2013). Travmatik olayın tanımını netleştirmek amacıyla bu şekilde bir
olayla karşılaşma durumları DSM V’te daha ayrıntılı bir biçimde belirtilmiştir.
Bu durumlar;
1. Doğrudan örseleyici olay ya da olaylar yaşama
2. Başkalarının başına gelmiş olay ya da olayları doğrudan doğruya görme
(bunlara tanıklık etme)

1
Prof. Dr. A. Sibel Türküm’ün danışmanlığında yürütülen, yazarın “Travma Yaşamış Üniver-
site Öğrencilerinin Benlik Saygıları ve Travma Sonrası Büyüme Düzeyleri Arasındaki İlişkide
Stresle Başa Çıkmanın Aracılık Rolü” başlıklı tezinden yararlanılarak yazılmıştır.

443
Pozitif Psikoloji

3. Bir aile yakınının ya da yakın arkadaşının başına örseleyici bir olay ya


da olaylar geldiğini öğrenme. Aile yakınının ya da yakın bir arkadaşının
ölümü ya da ölüm olasılığı kaba güçle ya da kaza sonucu gerçekleşmiş
olmalıdır.
4. Travmatik olay ya da olayların sevimsiz ayrıntıları ile yineleyici biçim-
de veya aşırı biçimde karşı karşıya kalma (örneğin; insan kalıntılarını
bir felaketin ardından toplayan kişiler; çocuk sömürüsünün ayrıntılarıy-
la defalarca karşılaşan polis memurları) olarak belirtilmiştir.
Dördüncü maddede yer alan bu karşılaşmanın elektronik ortam, medya, si-
nema ya da görseller aracılığıyla meydana gelmesi durumunda bu ölçütün ge-
çerli sayılmayacağı belirtilmektedir. Bunların yanı sıra DSM IV’te yer alan
kişinin korku, dehşete düşme, çaresizlik gibi tepkileri DSM V’ten kaldırılmıştır
(APA, 2013).
APA tarafından yapılan yukarıdaki tanım ve ölçütler faydalı bulunmasına
rağmen bazı araştırmacılar travmanın “gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ciddi
bir yaralanma veya cinsel saldırı” ile sınırlandırılması gerektiğini vurgulamak-
tadırlar (Briere ve Scott, 2015). Bir olayın travmatik olarak nitelendirilebilmesi
için olayın kontrol edilebilirliğinin düşük olması, ani ve beklenmedik olması,
kalıcı-kronik sorunlar yaratması, sıradan olmaması ve olaya dair diğerlerinin
suçlanması gibi özelliklerin olması gerektiği de belirtilmektedir (Tedeschi ve
Calhoun, 1995). Bu sınıflandırmaların dışında travmaları “küçük” ve “büyük”
travmalar olarak da ikiye ayıran araştırmacılar da vardır (Korn, 2009; Shapiro,
2007). Bu sınıflandırmaya göre cinsel ya da fiziksel saldırı gibi birey üzerinde
şok etkisi yaratan travmalar “büyük travma” olarak nitelendirilirken aşağılanma,
kayıp yaşantısı ve ihmal gibi zamana yayılmış ve sık karşılaşılabilen travmalar
ise “küçük travma” olarak nitelendirilmektedir.
Alanyazında travma tanımları ve sınıflandırmaları çeşitlilik göstermekle
birlikte travmanın mağdur için öznel bir yanının olduğu vurgulanmaktadır (Cre-
amer, McFarlane ve Burgess, 2005). Benzer yaşantılar geçirmesine rağmen her
insanın travmaya verdiği tepkiler farklılık göstermektedir (Erdur-Baker, 2014).
Yapılan çalışmalarda bireyin travmadan etkilenme düzeyinin olayın şiddeti,
bireyin kalıtımsal özellikleri, zorlanmalar karşısındaki dayanma gücü, benlik
saygısı ve gelişimsel özellikleriyle ilişkili olduğu belirtilmektedir (Wilson ve
Thomas, 2004). Örneğin, terör saldırısında pek çok insan aynı olayı yaşamasına
rağmen her bireyin olay karşısında verdiği tepki çeşitlilik göstermektedir. Bazı

444
Travma Sonrası Büyüme

bireyler ciddi ruhsal rahatsızlıklar yaşarken bazıları bu durumdan daha az etki-


lenmektedir.
Travmanın ardından kişiler bilişsel ve duygusal çeşitli psikolojik rahatsız-
lık ve değişiklikler yaşamaktadırlar (Bayraktar, 2008). Travmadan sonra gerçek-
leşen en önemli bilişsel değişimlerden biri kişinin temel inançlarında meydana
gelen değişimdir. Travmanın ardından bireylerin; dünyanın iyi bir yer olduğuna,
bireyin değerli olduğuna, dünyanın anlamlı olduğuna ve insanların güvenilir
olduğuna dair inançları sarsılmakta ve zedelenmektedir (Özkan ve Army 2007).
Temel inançların sarsılması dışında travma sonrası stres bozukluğu, travmanın
ardından yaşanan diğer bir psikolojik sıkıntıdır (Özgen ve Aydın, 1999). Trav-
ma sonrası stres bozukluğu felaketlerin ardından en sık görülen psikolojik ra-
hatsızlıklardan biridir (Şakiroğlu, 2011). Bu bozukluk; kaygı bozuklukları, kişi-
lik bozuklukları, depresyon ve dissosiyatif bozukluklarla birlikte görülebilen
(Önder ve Tural, 2004) ve travmanın ardından kişinin kaygı, kaçınma, duygusal
küntlük ve aşırı uyarılmışlık yaşadığı bir rahatsızlıktır (Joseph, Williams ve
Yule, 1997). Travma sonrası stres bozukluğu DSM V’te travmaya bağlı tanıla-
nan ve en çok bilinen rahatsızlıklardan biridir.

2. TRAVMA SONRASI BÜYÜME KAVRAMININ


TANIMLANMASI VE DEĞERLENDİRİLMESİ
Stresli yaşam olayları ve travmatik yaşantılarla ilgili olarak travma sonrası
stres bozuklukları (TSSB) (Haksal, 2007), kaygı bozuklukları (Şenkal, 2013) ve
depresyon (Sesliokuyucu, Şahpolat ve Arı, 2017) gibi travmanın olumsuz etki-
lerinin irdelendiği çalışmalarla belli bir aşamaya gelindiği söylenebilir. Öte
yandan ihmal edilen ya da gözden kaçırılan bir yan olarak travmanın kişiler
üzerinde olumlu yönüne de değinilmeye başlanmıştır (Joseph, Murphy ve Re-
gel, 2012). Dolayısıyla travmatik olaylarla ilişkili son yıllarda gerçekleştirilmiş
çalışmalar, travmanın olumsuz sonuçlarının yanı sıra, kişilere olumlu katkıları-
nın da olduğunu ortaya koymaktadır (Bjorck ve Byron, 2014).
Travmanın ardından gerçekleşen olumlu değişimler alanyazında birçok
farklı isimle adlandırılmaktadır. Bu isimler “travma sonrası büyüme” veya
“travma sonrası gelişim” (post traumatic growth) (Baillie, Selwood, ve Wisely,
2014), “strese bağlı büyüme” (stress related growth) (Göral, Kesimci ve Gen-
çöz, 2006), “bireysel büyüme” (personal growth) (Taubman Ben-Ari ve We-
introub, 2008), “olumlu yeniden değerlendirme” (positive reapprasial) (Moore,

445
Pozitif Psikoloji

Varra, Michael ve Simpson, 2010), “algılanan yararlar” (perceived benefits)


(McMillen ve Fisher, 1998), “olumlu değişimler” (positive changes) (Joseph,
Williams ve Yule, 1993) olarak sıralanabilir. Literatürde farklı şekillerde adlan-
dırılmasına rağmen travma sonrası büyüme süreci temelde travmatik durumla
mücadele sonrasında bireyin işlevselliğindeki artışa işaret eden bir kavram ol-
duğu belirtilmiştir (Linley ve Joseph, 2004).
Travmanın ardından meydana gelen olumlu gelişimleri incelemeye yönelik
farklı isimlendirmelere rastlandığı gibi, alanyazında travmanın ardından gerçek-
leşen bu olumlu değişimlerin gerçekleşme zamanına ilişkin farklı bulgulara da
rastlanmaktadır. Bazı araştırmalarda söz konusu değişimlerin travmanın hemen
ardından gerçekleştiğini gösteren bulgular (ör. Yılmaz, 2006) olduğu gibi,
travmanın ardından geçen zaman arttıkça travma sonrası büyüme düzeyinin
arttığını gösteren bulgular da (Baillie, Sellwood ve Wisely, 2014; Powell, Ekin-
Wood, Collin, 2007) vardır. Bunların yanı sıra, literatürde travmanın ardından
dünyaya ilişkin varsayımların sarsıldıktan sonra yeniden düzenlenmesinin za-
man alacağı da belirtilmektedir (Janoff-Bulman, 1992). Meydana gelen deği-
şimlerin daha çok travmanın ardından belli bir süre geçtikten sonra gerçekleştiği
görüşü ağır basmasına rağmen bazı boyutlardaki olumlu değişimin travmanın
hemen ardından gerçekleştiği de ifade edilmektedir (Tennen ve Affleck, 1998).
Bireyin yaşamındaki zorluklarla yaptığı mücadelenin ardından edindiği
olumlu kazanımlar kulağa hoş gelmesine rağmen yukarıda da belirtildiği gibi
birey zorluklarla mücadele sırasında depresyon (Moore, Verra, Michael ve
Simpson, 2010) ve travma sonrası stres bozukluğu (Dekel, Ein-Dor ve Solo-
mon, 2012) gibi ciddi psikolojik rahatsızlıklar da yaşamaktadır. Dolayısıyla
hem psikolojik anlamda büyüme hem de çeşitli psikolojik rahatsızlıklar aynı
anda meydana gelmektedir (Levine, Laufer, Hamama-Raz, Stein ve Solomon,
2008). Bu noktadan hareketle travma sonrası büyümenin zorlayıcı yaşantının bir
sonucu değil, bireyin bu süreçte verdiği mücadelenin sonucunda gerçekleştiği
belirtilmektedir (Zoellner ve Maercker, 2006). Ayrıca bu mücadele sürecinin
bireyin zorluklara karşı dayanma ve zorluklarla baş etme gücünü ortaya çıkar-
mak için bir fırsat olduğu da söylenebilir. Tedeschi ve Calhoun (2004) büyük
yaşam krizleri ile karşı karşıya kalmış aynı zamanda duygusal stres yaşayan ve
işlevsel olmayan düşüncelere sahip kişilerde “büyümenin” gerçekleşmiş olma-
sının bu kişilerde acının son bulduğu anlamına gelmediğini belirtmektedirler.
Ayrıca, Calhoun ve Tedeschi’ye göre “büyüme” ve stres birlikte yaşanmasına
rağmen pozitif değişimler, travmanın ardından meydana gelen olumsuz deği-
şimlerden daha çok gerçekleşmektedir (Calhoun ve Tedeschi, 2013).

446
Travma Sonrası Büyüme

Travmanın ardından meydana gelen olumlu değişimleri ifade eden travma


sonrası büyümedeki gelişim ve değişimler üç temel alanda gerçekleşmektedir.
Bu değişim alanları; kişisel gelişimi içeren kendilik algısındaki değişim, diğer
insanlar ile daha doyurucu ilişkileri ifade eden insan ilişkilerindeki değişim ve
yaşamın kıymetini bilme, yaşamdaki yeni seçeneklerin farkına varma ve tinsel
anlamdaki gelişimi içeren yaşam felsefesindeki değişimdir (Calhoun ve Tedesc-
hi, 2013). Bu üç temel alana ilerleyen sayfalarda (syf.??) ayrıntılı olarak değini-
lecektir.

3. TRAVMA SONRASI BÜYÜME KAVRAMININ


ORTAYA ÇIKIŞI
İnsanların %75’inin yaşamları boyunca herhangi bir travmatik yaşam olayı
ile karşılaştığı belirtilmektedir (Stephen, 2011). Travmatik olaylar; terörist sal-
dırıları, savaşlar, doğal afetler, kazalar, kayıplar, taciz, tecavüz, bombalama,
yaralama, teknolojik saldırılar gibi oldukça geniş bir yelpazede yer almaktadır.
Söz konusu olaylarda yaşanan acının insan yaşamına etkilerine bakıldığında bu
etkilerin edebiyat, şiir, müzik gibi çeşitli sanat dallarında kendisine yer bulduğu
görülmektedir. Yaşanan zorluklar ve acı, sanat dallarının yanı sıra Hristiyanlık,
İslâmiyet, Hinduzim ve Budizm gibi pek çok inanç sistemi ve din içerisinde de
kendine yer bulmuştur. Bu inanç sistemlerinde acı çekmenin insan yaşamına
katkısına pek çok yerde işaret edilmiştir (Tedeschi ve Calhoun, 2004).
Çeşitli din ve inanç sistemlerinin dışında, psikoloji alanına önemli katkılar
yapmış kuramcılar da travmatik/acı veren olayların insan yaşamına önemli katkıları
olduğunu belirtmektedirler. Özellikle varoluşçu psikologlar travmanın insanı büyü-
tüp geliştirdiğini belirtmektedirler (Calhoun ve Tedeschi, 2013). Varoluşçu ünlü
psikologlardan Victor Frankl (2000) en popüler kitaplarından biri olan “İnsanın
Anlam Arayışı”nda varoluşsal anlayışta acı çekmenin, kontrolün ve çaresizliğin
travma ile baş etmede nasıl kullanılacağını göstermektedir. Victor Frankl dışında
Eric Fromm ve Irvin Yalom gibi psikologlar ve Kierkegaard ve Nietzche gibi filo-
zoflar da acının insanın olgunlaşması ve gelişmesi aşamasında önemli katkıları
olduğunu vurgulamaktadırlar (Calhoun ve Tedeschi, 1999).
Travma ile ilgili alanyazına bakıldığında uzun yıllar boyunca travmatik ya-
şantılarla ilgili çalışmalarda travmanın daha çok olumsuz sonuçlarına odakla-
nılmış, dolayısıyla patolojinin ortadan kaldırılması gibi bir yaklaşım benimsen-
miştir (Wortman, 2004). Fakat travmatik olaylarda olumsuz sonuçların yanı

447
Pozitif Psikoloji

sıra, olumlu sonuçlar da gerçekleşmektedir. Hatta çoğunlukla zorlayıcı yaşantı-


lar sonrasında olumlu ve olumsuz deneyimlerin birlikte gerçekleştiği belirtil-
mektedir (Calhoun ve Tedeschi, 2004). Ruh sağlığı alanında psikopatolojinin
üzerinde durma yaklaşımı II. Dünya savaşından 2000’li yılların başına kadar
uzun bir süre benimsenmiştir (Luthans, 2002). Özellikle Martin Seligman’ın
1999 yılında Amerikan Psikologlar Derneğinin Kongresinde yaptığı konuşmay-
la birlikte bireyin zayıf ve patolojik yönleri yerine güçlü ve olumlu özellikleri
üzerinde duran çalışmaların hız kazandığı belirtilmektedir (Hefferon ve Bo-
niwell, 2011). Travmatik yaşantının ardından bireyin kazandığı olumlu özellik-
lerin de pozitif psikolojinin konu alanına girdiğini söylemek mümkündür.
Ruh sağlığı çalışmaları ile paralel olarak travmanın ardından ortaya çıkan
olumlu özelliklerin ya da diğer bir ifade ile “büyüme”nin sistematik olarak ince-
lenmesi yaklaşık olarak 1980’li yıllara uzanmaktadır. Diğer bir ifade ile 1980’li
yıllara kadar travmanın geleneksel bir biçimde patolojik yönü ele alınmıştır
(Joseph, Murphy ve Regel, 2012). Dolayısıyla daha çok intihar (Beck, Kovacs
ve Weissman,1979), travma sonrası stres bozuklukları (Haas ve Soyner, 1969),
depresyon (Beck, Ward, Mendelson, Mock ve Erbaugh, 1961), fobiler (Marks
ve Gelder, 1966), travmatik stres (Horowitz, Wilner, Kaltreider ve Alvarez,
1980) gibi patolojik değişkenler incelenmiştir. 1980’li yıllara kadar, travmanın
ardından meydana gelen olumlu değişimlerin nadiren araştırıldığı belirtilmekte-
dir. Bu olumlu değişimler daha çok bir başa çıkma yolu olarak ya da travmatik
olayın pek çok özelliğinden biri olarak ifade edilmektedir (Tedeschi, Park ve
Calhoun, 1998).
Travmanın birey üzerindeki olumlu etkilerinin sistematik olarak incelen-
mesi 1990’lı yılların ortalarından itibaren hız kazanmıştır (Calhoun ve Tedeschi,
2013). Bu çalışmalar cinsel taciz mağdurları (Frazier, Conllon ve Glaser, 2001),
HIV virüsü taşıyan kişiler (Sherr, Nagra, Kulubya, Catalan, Clucas ve Harding,
2011), kanser hastaları (Park, Chmielewski, ve Blank, 2010), engelli çocuğa
sahip aileler (Elçi, 2004), askerler (Zerach, Solomon, Cohen ve Ein- Dor, 2013),
kayıp yaşantısı olan kişiler (Gerrish, Dyck ve Marsh, 2009) trafik kazası geçi-
renler (Zoellner, Rabe, Karl ve Maercher, 2011), depremzede çocuklar (Hafstad,
Kilmer ve Gil-Rivas, 2011), çocukluk çağında tacize uğramış çocuk ve ergenler
(McElheran, Briscoe-Smith, Khaylis, Westrup, Hayward ve Gore- Felton,
2012), yerinden zorla sürülmüş kişiler (Nuttman-Shwartz, Dekel ve Tuval-
Mashiach, 2011) ile gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmalardan yola çıkarak travma
sonrası büyüme olgusunun pek çok farklı travmatik olay ve farklı gruplarda
görülebildiğini söylemek mümkündür.

448
Travma Sonrası Büyüme

Araştırmacılar travma sonrası büyüme sürecinin araştırılması gerektiğini


belli başlı iki nedenle açıklamaktadırlar. Bunlardan ilki travmanın sadece olum-
suz etkilerine odaklanılmasının, travmaya verilen tepkilerin tam olarak anlaşıl-
maması ya da eksik anlaşılmasına sebep olması olarak ifade edilebilir. Alanya-
zın uzmanları travmanın kapsamlı ve derinlemesine ele alınabilmesi için trav-
manın hem olumlu, hem de olumsuz etkilerinin birlikte ele alınması gerektiğini
vurgulamaktadırlar (Linley ve Joseph, 2004).
Travma sonrası büyüme sürecinin araştırılmasının bir diğer gerekçesi uy-
gulama alanında çalışan uzmanların danışanlarının yaşadıkları travmanın olum-
suz sonuçları olduğu kadar, olumlu sonuçları olduğunun da farkında olmaları
olarak ifade edilmektedir (Calhoun ve Tedeschi, 2008). Psikolojik destek süre-
cinde travmatik yaşantılar sonrası gerçekleşen olumsuz sonuçların yanı sıra,
olumlu değişimlerin üzerinde durulmasının, danışanların gelecekte karşılaşılabi-
lecekleri zorlayıcı yaşam olaylarıyla baş etmelerine önemli bir katkı sağlayacağı
vurgulanmaktadır (Calhoun ve Tedeschi, 1999). Bu yüzden psikolojik destek
sürecinde travma sonrası büyümenin kolaylaştırılmasının terapötik süreçte
önemli bir amaç olarak ele alınabileceği belirtilmektedir (Linley ve Joseph,
2004).

4. TRAVMA SONRASI BÜYÜMENİN BOYUTLARI


Travmanın ardından bireylerde yaşamlarının farklı alanlarında çeşitli deği-
şim ve gelişimler gerçekleşmektedir. Bu değişim ve gelişimler her bireyde farklı
şekilde gözlenmektedir. Tedeschi ve Calhoun (1995) travmanın ardından ger-
çekleşen olumlu değişimleri temel olarak üçe ayırmaktadır. Bunlardan ilki ken-
dilik algısı ile ilgili değişim, ikincisi insan ilişkilerindeki değişim ve son olarak
yaşam felsefesinde meydana gelen değişimdir. Kendilik algısındaki değişim,
kendine güven ve duygusal güçlenmeyi içermektedir. İkinci değişim alanı olan
insan ilişkilerindeki değişim travmanın ardından travma yaşayan kişinin diğer
insanlarla ilişkilerinin gelişimini yansıtmaktadır. Üçüncü sırada ise yaşama
bakış açısında meydan gelen değişim vardır. Pek çok travma mağduru travma-
nın ardından yaşamdaki önceliklerinin değiştiğini belirtmektedirler (Lindstrom,
Cann, Calhoun ve Tedeschi, 2013).

449
Pozitif Psikoloji

5. KENDİLİK ALGISINDAKİ DEĞİŞİM


Travmanın ardından, bireyin kendini algılamasında çeşitli değişimler ger-
çekleşmektedir. Bireyler kendilik (benlik) algısındaki söz konusu değişikliklerle
birlikte daha güçlü, kendine daha çok güvenen, biricikliğinin farkında olan,
daha gelişmiş bir “ben”e sahip, daha açık, daha empatik, daha yaratıcı, daha
olgun, daha insancıl, daha mütevazı olmakta ve daha “özel” olduklarının farkına
varmaktadırlar (Carver, 1998; Smith ve Kelly, 2001; Tedeschi ve Calhoun,
1995; Updegraff ve Taylor, 2000). Dolayısıyla travmanın ardından bireylerin
kendilerini daha güçlü ve öz güvenli hissettikleri belirtilmektedir (Tedeschi,
Park ve Calhoun, 1998). Ayrıca travma sonrası büyüme sürecinde bireylerin
kendilerini kurban yerine travmayı atlatmış biri olarak gördükleri belirtilmekte-
dir. Dolayısıyla bu kişilerin gelecekte başlarına gelebilecek diğer zorlu yaşam
olaylarıyla baş edebilecek gücü kendilerinde daha çok buldukları belirtilmekte-
dir (Calhoun ve Tedeschi, 2013).
Travmanın ardından meydana gelen bu olumlu değişimlerin yanında, Cal-
houn ve Tedeschi (1999) travmadan sonra bireylerin daha kırılgan olabilecekle-
rinin farkına varıp, bu yönlerini kabul edebildiklerini belirtmektedir. Bu nokta-
dan hareketle, travma sonrasında bireylerin kırılganlıklarının artması olumlu bir
özellik gibi gözükmese de yaşamları boyunca incinebilecekleri pek çok duru-
mun söz konusu olabileceğini fark etmeleri ve bunlara karşı sınırlılıklarını keş-
fetmeleri bireylerin yaşamında önemli bir kazanım olarak değerlendirilmiştir.
Ayrıca bireyler travma ile karşılaşınca alt üst olan bilişlerini tekrar inşa
etmeye başlamakta, yaşamın kıymetinin daha çok farkına varmaktadırlar. Bun-
lara ek olarak söz konusu deneyimler bireyler için yaşam önceliklerini değiştir-
meye katkı sağlamakta ve yaşama ilişkin minnet duygusunu arttırmaktadır (Zo-
ellner ve Maercker, 2006). Sonuç olarak travma yaşamış bireylerin travmadan
önce önemsiz ve küçük gibi görünen şeylerle daha mutlu oldukları, dolayısıyla
bu küçük şeylere eskiye göre daha çok önem vermeye başladıkları vurgulan-
maktadır (Tedeschi ve Calhoun, 1995).

5.1. İnsan İlişkilerindeki Değişim


Travmanın ardından bireyde gözlenen değişimlerden bir diğeri de kişiler
arası ilişkilerde meydana gelen değişimdir (Tedeschi ve Calhoun, 1996). Kişiler
arası ilişkiler aile, arkadaşlar, komşular, diğer travma mağdurları ve yabancılar-
la ilişkileri içermektedir. Travmanın ardından bireyler diğer insanlarla daha

450
Travma Sonrası Büyüme

yakın ve daha sıcak ilişkiler geliştirebilmektedir. Bu yüzden Tedeschi ve Cal-


houn, (1996) travmadan kurtulanların (sağ kalanların) aileleri ve arkadaşların-
dan destek alabileceklerini ifade etmektedirler.
Travmatik olayın ardından bireylerin yaşadıkları bu zorlayıcı deneyimi
paylaşma ihtiyacı bu kişilerin eskiye göre kendilerini daha çok açmasını sağla-
yabilir. Travmatik olay sonrasında bireyler yaşadıkları olayı ve yoğun duygula-
rını paylaşmak istemektedirler. Bu paylaşım bireylerin zorlayıcı yaşam olayı ile
baş etmek için kullandıkları yollardan biridir. Destek sunan kişilerin sundukları
yardım farklı olsa da travmadan sağ kalan birey için kendini açma davranışı bu
ağ içerisinde en çok destek görebileceği kişiye yönelme anlamında yeni bir
davranış geliştirmek için fırsat olarak değerlendirilmiştir (Dakof ve Taylor,
1990).
Kendilik algısı ile ilgili değişimlerden biri olan bireyin kırılganlığını fark
edip kabul etmesi, travma yaşamış olan bireyin diğer insanlarla olan ilişkilerin-
de de değişime yol açmaktadır. Bu farkındalıkla ilişkili olarak bireyin kırılgan-
lığını kabul etmesinin o kişinin duygularını daha çok açığa vurmasına ve kendi-
sine sunulan yardımı kabul etme isteğinin artmasına katkı sunacağı belirtilmiş-
tir. Kendini açma sürecinin, bireyler için belki de o güne kadar hiç alamadığı
sosyal desteği alma ve karşısındaki kişiyle daha yoğun bağ kurma fırsatı da
sunduğuna işaret edilmektedir (Tedeschi ve Calhoun, 1996). Dolayısıyla bu
süreç daha önce göz ardı edilen sosyal desteğin kullanılmasına yol açabilir.
Nitekim kanser hastalarıyla yapılan bir çalışmada bireylerin hastalıktan sonra
eşleriyle kurdukları ilişkinin güçlendiği, eşler arası bağın arttığı ve eşlerin bir-
likte “büyüme” gösterdikleri gözlenmiştir (Weiss, 2004).
Travmayla baş etmiş kişilerin zor durumda olan diğer insanlara karşı daha
duyarlı olması kişiler arası ilişkilerde meydana gelen bir diğer değişim noktası
olarak ifade edilmektedir. Travmanın ardından bireylerin diğer insanların yaşa-
dıkları acılara ve duygulara karşı daha empatik yaklaşmaya başladıkları ve yar-
dım etme eğilimlerinin arttığı belirtilmektedir (Collins ve Read. 1994). Bu em-
patik anlayış ve destek verme eğiliminin, travmadan sağ kurtulan bireylerin
diğer insanlarla olan bağlılığının artmasına katkı sağladığı söylenebilir. Ayrıca
zor deneyimlerin bireyleri duygu ve düşüncelerini ifade etme konusunda daha
dürüst, açık ve istekli olmalarına katkı sağlayacağı ifade edilmektedir (Calhoun
ve Tedeschi, 2013).
Yukarıda belirtilenler ışığında travma yaşayan bireylerin diğer insanların
çektiği sıkıntılara karşı daha duyarlı olmaya, duygu ve düşüncelerini ifade etme

451
Pozitif Psikoloji

konusunda daha açık ve dürüst olmaya, kendilerine verilen desteği daha kolay
kabul etmeye, sahip oldukları sosyal destek ağlarını daha iyi kullanmaya başla-
dıkları ve hatta yeni destek ağları oluşturmaya başladıkları gözlenmektedir.

5.2. Yaşam Felsefesinde Gerçekleşen Değişim


Travma sonrası büyüme sürecinde Tedeschi ve Calhoun (1996) tarafından
öne sürülen değişimin üçüncü boyutu yaşam felsefesinde meydana gelen deği-
şimdir. Bu değişim ve gelişim bireyin yaşamında yeni ve farklı seçeneklerin
olduğunu keşfetmesiyle birlikte gerçekleşmektedir. Bireyler zorlayıcı yaşantıla-
rının ardından yaşamdaki önceliklerini sorgulamakta, önemsiz şeylere zaman
harcamama konusunda daha dikkatli olmaya başlamaktadırlar (Morland, ve
Leskin, 2008).
Yaşamdaki önceliklerin sorgulanmasına ek olarak bazı travmatik olayların
bireylerin yaşamını tehlikeye sokmasıyla, bu tehlikenin ardından travmadan
kurtulan bireyler yaşamın onlara sunulmuş ikinci bir şans olduğunu düşünmek-
tedirler. Bu süreçte yaşamın değeri sorgulanmaya başlanmaktadır. Bu farkında-
lıkla birlikte yaşanılan her anın değeri daha iyi bilinmekte, anın keyfini çıkara-
rak küçük şeylerden daha çok doyum elde edildiği belirtilmektedir (Tedeschi ve
Calhoun, 2008). Örneğin, travmanın ardından travmadan kurtulan kişiler parala-
rını neye ve kimle harcayacakları konusunda dikkatli davranmakta, doğanın ve
sağlıklarının kıymetini daha çok bilmektedirler. Böylece travma sonrası büyüme
yaşayan bireyler, yaşamda kendilerine yeni bir pencere açmakta, yaşamdaki
küçük şeylerin değerini daha çok anlamakta, yeni yaşam becerileri geliştirmekte
ve yaşamdaki amaçlarını değiştirmektedirler (Malhotra ve Chebiyan, 2016).
Travma sonrası büyüme sürecinin önemli bir diğer değişim alanı da bire-
yin yaşamın anlamıyla ilgili varoluşsal sorular sormaya başlamasıdır. Travma-
nın ardından bireyler yaşadıkları bu zorlayıcı olayın yaşamlarında manevi an-
lamda bir karşılığı olduğunu düşünmeye başlamakta ve bu manevi karşılığın
anlamını sorgulamaktadırlar. Bir başka ifade ile bu sorgulama ve anlam arayışı
süreci bireylerde ruhsal ve manevi bir değişimi de beraberinde getirmektedir
(Arnold, Calhoun, Tedeschi, Cann, 2005). Örneğin, şiddete maruz kalan kadın-
larla gerçekleştirilen bir çalışmada kadınlar örseleyici yaşantılarının ardından
inançlarının geliştiğini aynı zamanda dinî ritüellerini daha çok gerçekleştirmeye
başladıklarını ifade etmişlerdir. İnancı olmayan kadınlar ise travma yaşantısın-
dan sonra içlerinde bir yerde saklı olan inançlarını fark ettiklerini belirtmişlerdir
(Senter ve Caldwell, 2002).

452
Travma Sonrası Büyüme

Varoluşsal sorgulama sürecinde meydana gelen manevi değişim sürecinde


olumsuz yönde bir değişim de yaşanabilmektedir. Ağır düzeyde travma yaşayan
bazı bireylerin manevi yönleri olumsuz anlamda sarsılabilmektedir (Tedeschi ve
Calhoun, 1996). Dolayısıyla bu insanlar manevi anlamda daha kuşkucu olabil-
mekte ve inançlarını yitirebilmektedirler. Genel olarak değerlendirildiğinde ise
travmadan kurtulup, manevi acılarla baş etme sürecinde bireylerin çoğunluğu-
nun Tanrı’nın varlığına inancında ve dinî ritüellerini uygulamada artış gerçek-
leştiğini söylemek mümkündür (Scwartzberg ve Janoff-Bulman, 1991).

5.3. Travma Sonrası Büyümeyi Açıklayan Modeller


Travmatik yaşantıların ardından meydana gelen olumlu değişikliklere iliş-
kin, kuramcıların çeşitli açıklamaları ve yaklaşımları vardır. Bu yaklaşımların
başında Tedeschi ve Calhoun (1995) tarafından travma sonrası büyüme kavra-
mını açıklamak için geliştirilen İşlevsel-Betimsel Model ve Schaefer ve Moos
(1992) tarafından geliştirilen Yaşam Krizleri Modeli ve Kişisel (Bireysel) Geli-
şim Modeli yer almaktadır. Bu kısımda önce Tedeschi ve Calhoun’un Travma
Sonrası Büyümenin İşlevsel-Betimsel Modeli ele alınacaktır. Daha sonra ise
Schaefer ve Moos’un Yaşam Krizleri Modeli ve Kişisel Gelişim Modeli ele
alınacaktır.

5.4. Travma Sonrası Büyümenin İşlevsel Betimsel Modeli


Tedeschi ve Calhoun 1995 yılında geliştirdikleri modelde Şekil 1. insanla-
rın dünyaya ilişkin çeşitli varsayımlara ve temel inançlara sahip olduklarını
belirtmektedirler (Calhoun ve Tedeschi, 2013). Bireyler temel inanç ve varsa-
yımlarını yaşamlarının ilk yıllarından itibaren oluşturmaya başlamaktadırlar.
Yaşamda karşılaşılan olaylar ve durumlar bu temel varsayım ve inançlar doğrul-
tusunda yorumlanmaktadır (Yılmaz, 2006). Bireyin yaşamında meydana gelen
travmatik yaşantıyla birlikte dünyaya ve kişilere dair temel inançları sarsılmakta
ya da yara almaktadır (Janoff-Bulman, 1985). Dolayısıyla travmatik olayla bir-
likte bireyin bilişsel şemaları, temel inançları âdetâ yerinden oynamakta ve bi-
reysel şemalarda karmaşalar meydana gelmektedir. Söz konusu travmatik olay
sismik olay olarak da ifade edilmektedir (Calhoun ve Tedeschi, 2013). Birey
travma ile birlikte içinde bulunduğu zamandaki düşünceleri ile daha önce sahip
olduğu dünya görüşünü karşılaştırmakta, bu karşılaştırma sonucunda meydana
gelen çelişki ve uyumsuzlukları fark etmektedir. Bu süreçte birey duygusal ola-
rak büyük bir strese maruz kalmaktadır (Joseph ve Linley, 2006). Duygusal
stres sonrasında birey ruminasyon yaşamakta ve bu yaşadığı stresi azaltmak için

453
Pozitif Psikoloji

çeşitli davranışlar geliştirmeye çalışmaktadır. Başlangıçta ruminasyon bilinçli


yapılmamakta ve istemsiz (otomatik) olarak gerçekleşmektedir. İstemsiz olarak
gerçekleşen ruminasyon süreci travma ve travmayla ilişkili düşüncelerin zihinde
sık sık canlanması şeklinde gerçekleşmektedir. İlk baş etme sürecinden sonra,
yani duygusal stresin kontrol altına alınma sürecinden sonra ruminasyon travma
ve travmanın yaşam üzerindeki etkilerine yönelik olarak daha bilinçli bir şekilde
(yansıtmalı/amaçlı/yapıcı) yapılmaktadır. Buna da yansıtmalı ruminasyon de-
nilmektedir (Malhotra ve Chebiyan, 2016).
Ruminasyon bilişsel süreçlerin yeniden yapılandırılması (durumun yeniden
analiz edilmesi, anlam bulma ve yeniden değerlendirme) olarak belirtilmiştir
(Tedeschi ve Calhoun, 2004). Bireysel gelişimde rumanisyonun anahtar bir rol
oynadığını söylemek mümkündür (Göcek, 2012). Birey, bilinçli (yansıtma-
lı/amaçlı/ yapıcı) olarak gerçekleştirdiği ruminasyon sürecinde yaşanan dene-
yimlerini anlamlandırarak sarsılan bilişsel şemalarını yeniden yapılandırmakta-
dır (Haselden, 2014). Daha sonrasında bireyin kendini algılayışında, diğer in-
sanlarla ilişkilerinde ve hayata bakış açısında değişiklikler meydana gelmekte-
dir. Anlamlandırma aşamasında, Calhoun ve Tedeschi (1998) bireyde sağlıklı
bir uyumun gerçekleştiğini belirtmektedirler. Sağlıklı uyum aynı zamanda bire-
yin bilgelik düzeyinde artışını da beraberinde getirmektedir. Nitekim söz konu-
su bilgeliğin üç boyutunun olduğu belirtilmiştir (Linley, 2003). Bu boyutlar;
bireyin sınırlarını tanıyıp kabul etmesi, duyguları ile bilişlerini birleştirmesi ve
belirsizliği tanıyıp yönetmesidir. Bilgeliğin bu boyutlarının travma yaşantısı ile
görgül olarak ilişkili olduğu belirtilmektedir.

454
Travma Sonrası Büyüme

Şekil 1. Travma Sonrası Büyüme Modeli (Calhoun ve Tedeschi, 2013)

455
Pozitif Psikoloji

5.5. Yaşam Krizleri ve Kişisel Gelişim Modeli


Yaşam Krizleri ve Kişisel Gelişim Modeli (Şekil 2.) travma sonrası büyü-
me kavramını açıklamak üzere Schaefer ve Moos tarafından geliştirilmiş bir
diğer modeldir. Schafer ve Mooos travmatik yaşam olayları karşısında bireyin
gösterdiği tepkilerin yani baş etme sürecinin kişisel, çevresel, sosyal ve kültürel
faktörleri ile ilişkili olduğunu vurgulamaktadırlar (Werdel ve Wicks, 2012).
Schaefer ve Moos’un (1998) travmanın ardından gerçekleşen olumlu ge-
lişmeleri/ travma sonrası büyüme sürecini açıklamak için geliştirdikleri modelde
ana değişkenler; bireyin travma öncesinde sahip olduğu kaynaklar (çevresel ve
kişisel sistemler) ve travmatik olaya ilişkin değişkenler (travmanın türü, şiddeti,
süresi, zamanı ve birey üzerindeki etkisi) olarak ifade edilmektedir. Bireyin
sahip olduğu kişisel sistemler içerisinde sosyoekonomik düzey, yaş, travmatik
yaşantı öncesi sahip olunan deneyimler, dayanıklılık, motivasyon ve sağlık du-
rumu gibi demografik değişkenler yer almaktadır. Çevresel sistemler ise diğer-
leriyle ilişkiler, ekonomik kaynaklar, aile ve arkadaşlardan gelen sosyal destek,
kültürel yapı, ev ve toplum yaşantıları olarak ifade edilmektedir. Scheafer ve
Moos (1992) geliştirdikleri modelde çevresel ve kişisel sistemlerin yaşam kriz-
leri ile baş etme ve sonrasını önemli ölçüde şekillendirdiklerini iddia etmekte-
dirler. Bireyin çevresel ve kişisel sistemleri bilişsel uyum sürecini ve travmaya
verilen tepkileri, dolayısıyla travmanın sonuçlarını etkilemektedir. Hem çevre-
sel ve kişisel sistemler, hem de travma deneyim süreci ve sonuçları birbirleriyle
döngüsel bir şekilde ilişkilidir.
Moos ve Schaefer (1993) ayrıca travma ile baş etme süreci ve travma son-
rası büyüme sürecinde kaçınma odaklı başa çıkma (problemi önemsizleştirmeye
çalışmak, problemden uzaklaşmak, duyguları açığa vurmak) ile problem odaklı
başa çıkma tarzlarını (durumun mantıklı bir analizini yapma becerisi, olumlu
yeniden çerçeveleme, yardım arama ve aktif baş etme) kullanmanın önemine
dikkat çekmektedirler. Problem odaklı başa çıkmanın travma sonrası büyüme
sürecine olumlu katkıları olduğunu vurgulamaktadırlar. Modelde ayrıca travma
ile etkin bir şekilde baş etme süreci sonrasında üç çeşit olumlu sonucun meyda-
na geldiği belirtilmektedir. Bu olumlu sonuçlar güçlenmiş sosyal destek kay-
nakları (eskiye göre daha kaliteli ilişkiler ve yeni sosyal destek mekanizmaları),
kişisel kaynakların güçlenmesi (özgecilik, yılmazlık, empati ve olgunluk) ve
etkili baş etme mekanizmaları (mantıklı düşünme, yardım arama ve duyguları
düzenleme) olarak ifade edilmektedir (Schaefer ve Moos, 1998). Bu modelde
travma ile baş etmede kaçınma yerine yaklaşma stratejilerini kullanmanın öne-
mine dikkat çekilmektedir.

456
Travma Sonrası Büyüme

Şekil 2. Schaefer ve Moos’un (1998) Travma Sonrası Büyümeyi Açıklayan Kavramsal


Modeli

6. TRAVMANIN ARDINDAN MEYDAN GELEN


OLUMLU DEĞİŞİMLERİN ÖLÇÜLMESİ
Alanyazın incelendiğinde travmanın ardından meydan gelen olumlu deği-
şimleri ortaya koymak için kullanılan ilk ölçme aracı Joseph, William ve Yule
tarafından geliştirilen (1993), Bakış Açısında Meydana Gelen Değişimler Anke-
ti (Changes in Outlook Questionnaire) adlı ölçme aracı olduğu belirtilmektedir
(Calhoun ve Tedeschi, 2013). Travmanın ardından meydana gelen söz konusu
değişimi incelemeye yönelik çalışmalar incelendiğinde çoğunlukla nicel yön-
temlerin kullanıldığı dikkat çekmektedir (Park ve Lechner, 2006). Söz konusu
yöntemlerde daha çok öz-bildirime dayalı ölçme araçları kullanılmıştır. Bu ölç-
me araçları; Algılanan Yarar Ölçeği (Perceived Benefit Scales (McMillen ve
Fisher, 1998), Travma Sonrası Büyüme Ölçeği (Posttraumatic Growth Inven-
tory) (Tedeschi ve Calhoun, 1996), Strese Bağlı Gelişim Ölçeği (Stress-Related
Growth Scale SRGS) (Park, Cohen ve Murch, 1996), Gelişim Ölçeğidir (Thri-
ving Scale TS) (Abraido-Lanza ve ark., 1998) dır. Yukarda sözü edilen bu öl-
çekler sosyal psikoloji, psikoloji, klinik, psikoloji, sosyal hizmetler gibi farklı
disiplinlerden pek çok araştırmacı ve uzman tarafından kullanılmaktadır. Ölçme
araçlarında farklı isimler kullanılsa da hepsi benzer yapıları tanımlamaktadırlar.
Farklı disiplinlerden uzman ve araştırmacılar tarafından kullanılan ölçeklerin

457
Pozitif Psikoloji

özellikle belirli örneklem gruplarıyla çalışıldığı görülmektedir. Bu gruplardan


bazıları; ciddi düzeyde bir hastalığa sahip bireyler (Barskova ve Oesterrich,
2009) meme kanseri hastaları (Mols, Vingerhoets, Coebergh, van de Poll-
Franse 2009), kalp krizi geçirmiş kişiler (Çolakoğlu, 2013), ramotoid hastaları
(Dirik, 2006), cinsel taciz mağdurları (Woodward ve Joseph, 2003), tecavüz
mağdurları (Thompson, 2000), HIV ve AIDS virüsü taşıyan bireyler (Updeg-
raff, Taylor, Kemeny ve Wyatt, 2002) askerler (Waysman, Schwarzwald ve
Solomon, 2001) dir.
Diğer yandan travma sonrası büyüme kavramını açıklamada en sık başvu-
rulan araştırmacılar olan Calhoun ve Tedeschi (2013) teorik olarak üç temel
değişim alanından söz etmişlerdir. Ancak Travma Sonrası Büyüme Ölçeği ge-
liştirilmesi çalışmasında beş boyutlu bir yapı ortaya çıkmıştır. Bunlar; Diğerle-
r�yle İl�şk�ler, Yen� Fırsatlar, K�ş�sel Güçlülük, Manev� Değ�ş�m ve Yaşamı
Takd�r Etme olmak üzere beş alt boyut saptanmıştır (Tedesch� ve Calhoun,
1996).
Her ne kadar alanyazında travmanın ardından gelen bu olumlu değişimi
ölçmek için daha çok nicel yöntemler kullanılmış olsa da söz konusu gelişim ve
değişim sürecini nitel yöntemlerle ortaya koymaya çalışan çalışmalar da mev-
cuttur. Bu çalışmalarda veri toplama tekniği olarak yarı yapılandırılmış görüş-
meler kullanılmıştır. Çalışmaların yapıldığı gruplara bakıldığında nicel yöntem-
lerin kullanıldığı gruplarla benzer olarak meme kanseri hastaları (Fallah,
Keshmir, Kashani, Azargashb ve Akbari, 2012), motosiklet kazası geçirenler
(Turner ve Cox, 2004), vücudunun herhangi bir yeri yanmış kişiler (Baillie,
Sellwood ve Wisely, 2014) ve işkenceye maruz kalmış mülteciler (Barrington
ve Shakespeare- Finch, 2013) gibi belirli bir travmatik yaşantı geçirmiş birey-
lerle çalışıldığı görülmektedir. Nitel çalışmalar değerlendirildiğinde travmadan
kurtulan bireylerin deneyimlerini ifade etme açısından, bu çalışmalardan olduk-
ça zengin veriler elde edildiğini söylemek mümkündür.

SONUÇ
Sonuç olarak travmalar yaşamda kaçınılmaz olarak deneyimlenen ve bun-
dan sonra da doğrudan ya da dolaylı olarak deneyimlenecek olaylardır. Her
travma bireyler üzerinde oldukça çeşitli etkiler bırakmaktadır. Travmatik yaşan-
tıların ortak etkileri olduğu kadar bireyden bireye değişen etkileri de görülmek-
tedir. Travmanın ardından olumsuz birtakım psikolojik rahatsızlıklar gelişebil-
diği gibi bireyin daha olgunlaşması, zorluklarla daha etkili başa çıkma becerileri

458
Travma Sonrası Büyüme

geliştirme, daha empatik olma, yaşamdaki öncelikleri belirleme gibi olumlu


değişimleri de gerçekleşmektedir. Araştırmacılar tarafından bu olumlu değişim
süreçlerini açıklayan çeşitli modeller geliştirilmiştir ve hâlen bu modeller üze-
rinde araştırmalar devam etmektedir. Yapılan çalışmalarla travmaların bireyler
üzerindeki etkilerinin daha gerçekçi anlaşılmasına katkı sağlanmaktadır. Böyle-
ce travmaların engellenmesinin mümkün olmadığı, travmadan etkilenme düze-
yinin ve etkilenen bireylerin sayısının gittikçe arttığı dikkate alındığında travma
sonrası büyümeye yönelik yapılan çalışmaların ruh sağlığını koruma adına yapı-
lan önemli bir katkı olduğu söylenebilir.

Travma Sonrası Büyümenin Uygulamalara Yansıması


Travmatik yaşantıların yaşam boyu kaçınılmaz olduğu göz önüne alındı-
ğında uygulama alanında çalışan uzmanların danışanlarının yaşadıkları travma-
nın olumsuz sonuçları olduğu kadar, olumlu sonuçları olduğunun da farkında
olmalarının önemli olduğu ifade edilmektedir (Calhoun ve Tedeschi, 2008).
Psikolojik destek sürecinde travmatik yaşantılar sonrası gerçekleşen olumsuz
sonuçların yanı sıra, olumlu değişimlerin üzerinde durulmasının, danışanların
gelecekte karşılaşılabilecekleri zorlayıcı yaşam olaylarıyla baş etmelerine
önemli bir katkı sağlayacağı vurgulanmaktadır (Calhoun ve Tedeschi, 1999). Bu
yüzden psikolojik destek sürecinde travma sonrası büyümenin kolaylaştırılma-
sının terapötik süreçte önemli bir amaç olarak ele alınabileceği belirtilmektedir
(Linley ve Joseph, 2004). Ayrıca travmanın sadece olumsuz etkilerine odakla-
nılmasının, travmaya verilen tepkilerin tam olarak anlaşılmaması ya da eksik
anlaşılmasına sebep olabileceği ifade edilmektedir (Calhoun ve Tedeschi,
1999).
Kuramcıların yanı sıra uygulama alanındaki profesyoneller de travma
mağdurları ile çalışırken danışanlarının acı ve stresin yanında, çeşitli olumlu
değişim ve gelişimler yaşadıklarına ilişkin paylaşımlar yaptıklarını belirtmekte-
dirler (Joseph, 2011). Bu değişim ve gelişimlerin travma sonrası büyümenin üç
temel alanına örnek oluşturabilecek nitelikte olduğu ifade edilmektedir (Cal-
houn ve Tedeschi, 2013). Uygulama alanındaki profesyoneller danışanlarının,
artık kendilerini insanlara karşı daha yakın hissettiklerini, diğer insanlara daha
çok yardım etmeye başladıklarını, aynı zamanda insanlardan daha çok yardım
almaya çalıştıklarını ifade ettiklerini belirtmektedirler. Alandaki profesyonelle-
rin bu gözlem ve deneyimlerinden yola çıkıldığında travma ile çalışan uzmanla-
rın danışanları ile çalışırken travma sonrası büyüme kavramının farkında olma-
sının oldukça önemli olduğunu söylemek mümkündür (Calhoun ve Tedeschi,

459
Pozitif Psikoloji

1999). Uzmanların travma sonrası büyümenin farkında olduklarında, travmanın


ardından yaşanan olumsuz deneyimlerin yanı sıra, olumlu deneyimler üzerinde
de durarak danışanların bu deneyimlerini ifade etmelerini kolaylaştırabilecekleri
vurgulanmaktadır (Zoellner ve Maercker, 2006). Böylece profesyoneller, danı-
şanlarının eski psikolojik sağlığına kavuşmalarına yardımcı olabilecek, danışma
süreci boyunca yaşanan psikolojik stresin azalmasına ve umudun artmasına da
katkı sağlamış olacaklardır (Linley ve Joseph, 2004).
Travma sonrası büyümeye yönelik çalışmaların ruh sağlığı hizmetinin en
kapsamlı en iyi gerçekleştirilebileceği yerlerin başında olan üniversitelerin psi-
kolojik danışma merkezleri ve okullarda gerçekleştirilmesinin oldukça yararlı
olabileceği söylenebilir. Bu bağlamda toplumsal ve bireysel travmalarda birey-
lerin travmatik yaşantı geçirme deneyimlerini kişisel gelişimleri için olumlu bir
etmene dönüştürmelerine yönelik çalışmalar yapılabilir. Bir başka ifadeyle
travmanın izlerini silme, hatta bunu bazı yönlerden kazanca çevirip kendini
geliştirme gibi bir yönde kullanmak için travma sonrası büyüme temelli çalış-
malar yapılabilir. Bu çalışmalar; seminer, çalıştay, bireysel ve grupla danışma
desteği gibi çeşitli yollarla gerçekleştirilebilir. Öğrencilerin bilişsel ve gelişim
özelliklerini dikkate alınarak oluşturulan programlarla onların ruh sağlığına
önemli katkılar sağlayarak bu önemli becerilerle tanışmış olacaklardır. Söz ko-
nusu çalışmalar Bu çalışmalarda bireylerin travma sonrası büyüme düzeyini
yükseltmeye, dolayısıyla ruh sağlığını korumaya yönelik çeşitli beceriler kazan-
dırılabilir. Böylece bireylerin geri kalan yaşamlarında gerçekleşebilecek travma-
lara yönelik uzun süreli kullanabilecekleri beceriler kazanmalarına katkılar sağ-
lanmış olacaktır.
Ayrıca üniversitelerde ve okullardaki profesyonel destek verecek olan uz-
man ekip, yöneticiler ve yasa koyucular travmayı önleme tedbirlerinin yanı sıra
gerçekleşmiş veya olası travmalara ve travmatik yaşantıları olumluya çevirmeyi
desteklemeye yönelik tedbirler alabilirler. Üniversite ve okullarda sunulan ruh
sağlığı hizmetlerinin dışında profesyonel yaşamda da travma sonrası büyümeyi
geliştirmeye yönelik çalışanlara çeşitli beceriler kazandırmak mümkündür.
Özellikle ruh sağlığı desteği sunan profesyoneller, arama kurtarma ekiplerinde
çalışanlar, deprem, sel gibi doğal afetlerin yanında patlama ve terör saldırısı gibi
insan eliyle gerçekleşmiş travmalarda insanlara yardım sunan profesyonellerin
travmaların ardından yaşamlarını tekrar gözden geçirdikleri, yaşamdaki öncelik-
lerini üzerinde düşündükleri ve rol ve sorumluluklarına yönelik çeşitli değişik-
likler yapabilmektedirler.

460
Travma Sonrası Büyüme

KAYNAKLAR
Abraído Lanza, A., Guier, F., and Colón,C. R. M. (1998). Psychological thriving among
Latinas with chronic illness. Journal of Social Issues, 54(2), 405-424.
APA (2013). DSM-5 tanı ölçütleri. Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
Arnold, D., Calhoun, L. G., Tedeschi, R., and Cann, A. (2005). Vicarious posttraumatic
growth in psychotherapy. Journal of Humanistic Psychology, 45(2), 239-263.
Baillie, S. E., Sellwood, W., and Wisely, J. A. (2014). Post-traumatic growth in adults
following a burn. Journal of the Society for Burn Injuries, 40 (6), 1089-1096.
Barrington, A. J., and Shakespeare-Finch, J. (2013). Working with refugee survivors of
torture and trauma: An opportunity for vicarious post-traumatic
growth. Counselling Psychology Quarterly, 26(1), 89-105.
Barskova, T., and Oesterreich, R. (2009). Post-traumatic growth in people living with a
serious medical condition and its relations to physical and mental health: A syste-
matic review. Disability and rehabilitation, 31(21), 1709-1733.
Bayraktar (2008). Kanser hastalarında travma sonrası gelişim olgusunun ve etkileyen
faktörlerin incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: İstanbul
Üniversitesi.
Beck, A. T., Kovacs, M., and Weissman, A. (1979). Assessment of suicidal intention:
The Scale for suicide ideation. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 47
(2), 343-352.
Beck, A. T., Ward, C. H., Mendelson, M., Mock, J., and Erbaugh J. (1961). An inven-
tory for measuring depression. Archives of General Psychiatry, 4(6), 561-571.
Bjorck, J. P., and Byron, K. J. (2014). Does stress-related growth involve constructive
changes in coping intentions? The Journal of Positive Psychology, 9 (2), 97-107.
Briere, J. N., and Scott, C. (2015). What is trauma. J. N. Briere and C. Scott (Eds.),
Principles of trauma therapy: a guide to symptoms, evaluation, and treatment
içinde (9-23). California: Sage Publication.
Calhoun, L. G., and Tedeschi, R. (1999). Facilitating posttraumatic growth: A clini-
cian’s guide. New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates, Inc.
Calhoun, L. G., and Tedeschi, R. G. (1998). Posttraumatic growth Future directions. In
R. G. Tedeschi, C. L. Park, and L. G. Calhoun (Eds.), Posttraumatic growth: The-
ory and research on change in the afrermath of crisis (pp. 215-238). Mahwah, NJ:
Lawrence Erlbaum.
Calhoun, L., G., and Tedeschi, R. G., (2008). The Paradox of Struggling with Trauma:
Guidelines for Practice and Directions for Research. S. Joseph, and P. A. Linley
(Eds.) Trauma, recovery, and growth: Positive psychological perspectives on
posttraumatic stress, içinde (s.21-39). New Jersey: John Wiley & Sons, Inc.
Calhoun, L., G., and Tedeschi, R., G. (2013). Posttraumatic growth in clinical practice.
New York: Routledge.
Carver, C. S. (1998). Resilience and thriving: Issues, models, and linkages. Journal of
Social Issues, 54(2), 245-266.

461
Pozitif Psikoloji

Collins, N. L., and Read, S. J. (1994). Cognitive representations of adult attachment:


The structure and function of working models. In K. Bartholomew and D. Perlman
(Ed.) Advances in personal relationships: Attachment processes in adulthood (pp.
53-90). London: Jessica Kingsley.
Creamer, M., McFarlane, A. C., and Burgess, P. (2005). Psychopathology following
trauma: The role of subjective experience. Journal of Affective Disorders, 86(2),
175-182.
Dakof, G. A., and Taylor, S. E. (1990). Victims' perceptions of social support: What is
helpful to whom? Journal of Personality and Social Psychology, 58, 80-89.
Dekel, S., Ein-Dor, T., and Solomon, Z. (2012). Posttraumatic growth and posttraumatic
distress: A longitudinal study. Psychological Trauma: Theory, Research, Practice,
and Policy, 4 (1), 94-104.
Dirik, G. (2006). Posttraumatic growth and psychological distress among rheumatoid
arthritis patients: An evaluation within the conservation of resources theory. Ya-
yımlanmamış Yüksel Lisans Tezi. Ankara: Ortadoğu Teknik Üniversitesi.
Erdur- Baker, Ö. (2014). Afetler, travmalar, krizler ve travmatik stres tepkileri. Ö. Erdur-
Baker ve T. Doğan (Eds.). Afetler, krizler, travmalar ve psikolojik yardım içinde (s. 3-
24). Ankara: Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği Yayınları.
Fallah, R., Keshmir, F., Lotfi Kashani, F., Azargashb, E., and Esmaeel Akbari, M.
(2012). Post-traumatic growth in breast cancer patients: a qualitative phenomeno-
logical study. Middle East Journal of Cancer, 3(2-3), 35-44.
Frazier, P., Conlon, A., and Glaser, T. (2001). Positive and negative life changes fol-
lowing sexual assault. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 69(6),
1048-1055.
Gerrish, N., Dyck, M. J., and Marsh, A. (2009). Post-traumatic growth and bereave-
ment. Mortality, 14 (3), 226-244.
Göcek, E. (2012). An investigation of psychological distress and post traumatic growth
among patients with diabetes mellitus in the scope of conservation of resources theory.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Orta Doğu Teknik Üniversitesi.
Göral, F. S., Kesimci, A., and Gençöz, T. (2006). Roles of the controllability of the
event and coping strategies on stress‐related growth in a Turkish sample. Stress
and Health, 22 (5), 297-303.
Haas, D. C., and Sovner, R. D. (1969). Migraine attacks triggered by mild head trauma,
and their relation to certain post-traumatic disorders of childhood. Journal of Neu-
rology, Neurosurgery & Psychiatry, 32(6), 548-554.
Hafstad, G. S., Kilmer, R. P., and Gil-Rivas, V. (2011). Posttraumatic growth among
Norwegian children and adolescents exposed to the 2004 tsunami. Psychological
Trauma: Theory, Research, Practice, and Policy, 3(2), 130-138.
Haksal, P. (2007). Acil servis personelinde görülen ikincil travmatik stres düzeyinin
disosiyasyon düzeyi, sosyal destek algısı ve başa çıkma stratejileri açısından ince-
lenmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Haselden, M. (2014). Ünı̇ versı̇ te öğrencı̇ lerı̇ nde travma sonras� büyümeyı̇ yordayan

462
Travma Sonrası Büyüme

çeşı̇ tlı̇ değı̇ şkenlerı̇ n Türk ve Amerı̇ kan kültürlerı̇ nde ı̇ ncelenmesı̇ : Bı̇ r model öne-
rı̇ sı̇ . Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Hefferon, K., and Boniwell, I. (2011). Positive Psychology: Theory, research and app-
lications. New York: McGraw-Hill Education.
Horowitz, M. J., Wilner, N., Kaltreider, N., and Alvarez, W. (1980). Signs and symptoms of
posttraumatic stress disorder. Archives of General Psychiatry, 37(1), 85-92.
Janoff-Bulman, R. (1985). The aftermath of victimization: Rebuilding shattered as-
sumptions. C.R. Figley (Eds.). Trauma and its wake, içinde, (s.15-35). Bristol:
Taylor and Francis
Janoff-Bulman, R. (1992). Shattered assumptions: towards a new psychology of trau-
ma. New York: Free Press.
Joseph, S. (2011). What does not kill us: The new psychology of post traumatic growth.
New York: Basic Books.
Joseph, S., and Linley, P. A. (2006). Growth following adversity: Theoretical perspecti-
ves and implications for clinical practice. Clinical Psychology Review, 26, 1041–
1053.
Joseph, S., Murphy, D., and Regel, S. (2012). An affective-cognitive processing model of
post-traumatic growth. Clinical Psychology and Psychotherapy, 19(4), 316–325.
Joseph, S., Murphy, D., and Regel, S. (2012). An affective-cognitive processing model of
post-traumatic growth. Clinical Psychology and Psychotherapy, 19(4), 316–325.
Joseph, S., Williams, R., and Yule, W. (1993). Changes in outlook following disaster:
The preliminary development of a measure to assess positive and negative respon-
ses. Journal of Traumatic Stress, 6, 271–279.
Joseph, S., Williams, R., and Yule, W. (1997). Understanding post-traumatic stress. A
psychological perspective on PTSD and treatment. New York: John Wiley &
Sons.
Korn, D. L. (2009). EMDR and the treatment of complex PTSD: A review. Journal of
EMDR Practice and Research, 3(4), 264-278.
Levine, S. Z., Laufer, A., Hamama-Raz, Y., Stein, E., and Solomon, Z. (2008). Posttra-
umatic growth in adolescence: Examining its components and relationship with
PTSD. Journal of Traumatic Stress, 21, 492–496.
Lindstrom, C. M., Cann, A., Calhoun, L. G., and Tedeschi, R. G. (2013). The relations-
hip of core belief challenge, rumination, disclosure, and sociocultural elements to
posttraumatic growth. Psychological Trauma: Theory, Research, Practice, and
Policy, 5(1), 50-55.
Linley, P. A. (2003). Positive adaptation to trauma: Wisdom as both process and out-
come. Journal of Traumatic Stress, 16(6), 601-610.
Linley, P. A., and Joseph, S. (2004). Positive change following trauma and adversity: A
review. Journal of Traumatic Stress, 17(1), 11-21.
Linley, P. A., and Joseph, S. (2004). Positive change following trauma and adversity: A
review. Journal of Traumatic Stress, 17(1), 11-21.

463
Pozitif Psikoloji

Luthans, F. (2002). The need for and meaning of positive organizational behavior. Jo-
urnal of Organizational Behavior, 23(6), 695-706.
Malhotra, M., and Chebiyan, S. (2016). Posttraumatic growth: Positive changes fol-
lowing adversity-an overview. International Journal of Psychology and Behavio-
ral Sciences, 6 (3), 109-118.
Marks, I. M., and Gelder, M. G. (1966). Different ages of onset in varieties of phobia.
American Journal of Psychiatry, 123 (2), 218-221.
McElheran, M., Briscoe-Smith, A., Khaylis, A., Westrup, D., Hayward, C., and Gore-
Felton, C. (2012). A conceptual model of post-traumatic growth among children
and adolescents in the aftermath of sexual abuse. Counseling Psychology Quar-
terly, 25(1), 73-82.
McMillen, J., C., and Fisher, R. H. (1998). The perceived benefits scales: Measuring
perceived positive life changes after negative events. Social Work Research, 22
(3), 173 –187.
Mols, F., Vingerhoets, Ad J.J.M., Coebergh Jan Willem W. and van de Poll-Franse
Lonneke, V. (2009). Well-being, posttraumatic growth and benefit finding in long-
term breast cancer survivors, Psychology & Health, 24 (5) 583-595.
Moore, S. A., Varra, A. A., Michael, S. T., and Simpson, T. L. (2010). Stress-related
growth, positive reframing, and emotional processing in the prediction of post-
trauma functioning among veterans in mental health treatment. Psychological
Trauma: Theory, Research, Practice, and Policy, 2(2), 93-96.
Moos, R. H., and Schaefer, J. A. (1993). Coping resources and processes: Current con-
cepts and measures. L. Goldberger, and S. Breznitz (Eds.), Handbook of stress:
Theoretical and clinical aspects (2nd ed.) içinde (s. 234−257). New York: Free
Press.
Morland, L. A., Butler, L. D., and Leskin, G. A. (2008). Resilience and thriving in a
time of terrorism. S. Joseph, P. A. Linley (Eds.) Trauma, recovery, and growth:
Positive psychological perspectives on posttraumatic stress, içinde (s.37-61). New
Jersey: John Wiley & Sons, Inc.
Nuttman-Shwartz, O., Dekel, R., and Tuval-Mashiach, R. (2011). Post-traumatic stress and
growth following forced relocation. British Journal of Social Work, 41(3) 486-501.
Önder, E. ve Tural, Ü. (2004). Travma sonrası stres bozukluğu tedavi klavuzu. Anksiye-
te bozuklukları tedavi klavuzu. Ankara: Türk Psikiyatri Derneği.
Özgen, F. ve Aydın, H. (1999). Travma sonrası stres bozukluğu. Klinik Psikiyatri, 1, 34-41.
Özkan, S. ve Army Z. (2007). Psiko-Onkoloji. S. Özkan (Eds.) Kanser ve Kadın içinde
(s.135-152). İstanbul: Novartis Oncology.
Park, C. L., and Lechner, S. (2006). Measurement issues in assessing growth following
stressful life experiences. In L. G. Calhoun and R. G. Tedeschi (Eds.), Handbook of
posttraumatic growth: Research and practice (pp. 47–67). Mahwah, NJ: Erlbaum.
Park, C. L., Chmielewski, J., and Blank, T. O. (2010). Post‐traumatic growth: finding
positive meaning in cancer survivorship moderates the impact of intrusive tho-
ughts on adjustment in younger adults. Psycho‐Oncology, 19 (11), 1139-1147.

464
Travma Sonrası Büyüme

Park, C. L., Cohen, L. H., and Murch, R. L. (1996). Assessment and prediction of
stress‐related growth. Journal of Personality, 64(1), 71-105.
Powell, T., Ekin-Wood, A. and Collin, C. (2007). Post-traumatic growth after head
injury: A long-term follow-up. Brain Injury. 21(1), 31-38.
Şakiroğlu, M. (2011). Positive outcomes among the 1999 Düzce earthquake survivors:
Earthquake preparedness behavior and posttraumatic growth. Yayınlanmamış
Doktora Tezi. Ankara: Orta Doğu Teknik Üniversitesi.
Schaefer, J. A. and Moos, R. H. (1998). The context for post-traumatic growth: Life
crises, individual and social resources, and coping. R. G. Tedeschi, C. L. Park,
and L. G. Calhoun (Eds.), Post-traumatic growth: Positive changes in the after-
math of crisis içinde (s. 99−125). Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum.
Schaefer, J. A., and Moos, R. H. (1992). Life crises and personal growth. B. N. Carpen-
ter (Ed.), Personal coping: Theory, research and application içinde (s. 149−170).
Westport, CT: Praeger.
Schwartzberg, S. S., and Janoff-Bulman, R. (1991). Grief and the search for meaning:
Exploring the assumptive worlds of bereaved college students. Journal of Social
and Clinical Psychology, 10, 270-288.
Şenkal, İ. (2013). Üniversite öğrencilerinde çocukluk çağı travmaları ve bağlanma
biçiminin depresyon ve kaygı belirtileri ile ilişkisinde aleksitiminin aracı rolünün
incelenmesi
Senter, K. E., and Caldwell, K. (2002). Spirituality and the maintenance of change: A
phenomenological study of women who leave abusive relationships. Contempo-
rary Family Therapy, 24 (4), 543-564.
Sesliokuyucu, C., Şahpolat, M. ve Arı, M. (2017). Psöriazisli hastaların depresyon,
anksiyete, çocukluk çağı ruhsal travması ve yaşam kalitesi ile sosyodemografik
özelliklerinin araştırılması. Journal of Mood Disorders, 7(1)28-40.
Shapiro, F. (2007). EMDR, adaptive information processing, and case conceptualiza-
tion. Journal of EMDR Practice and Research, 1(2), 68-87.
Sherr, L., Nagra, N., Kulubya, G., Catalan, J., Clucas, C., and Harding, R. (2011). HIV
infection associated post-traumatic stress disorder and post-traumatic growth–a
systematic review. Psychology, Health & Medicine, 16 (5), 612-629.
Smith, M. E. and Kelly, L. M. (2001). The journey of recovery after a rape experience.
Issues in Mental Health Nursing, 22(4), 337-352.a
Spiers, T., and Harrington, G. (2001). A brief history of trauma. T. Spiers, (Eds.) Tra-
uma: A practitioner’s guide to counseling içinde, (s. 213-221). New York: Taylor
and Francis Inc.
Stephen, J. (2011). What doesn’t kill us: the new psychology of posttraumatic growth.
New York: Basic Books.
Tanhan, F. ve Kardaş, F. (2014). Van depremini yaşayan ortaöğretim öğrencilerinin
travmadan etkilenme ve umutsuzluk düzeylerinin incelenmesi. Sakarya University
Journal of Education, 4(1), 102-115.
Taubman–Ben-Ari, O., and Weintroub, A. (2008). Meaning in life and personal growth

465
Pozitif Psikoloji

among pediatric physicians and nurses. Death Studies, 32(7), 621-645.


Tedeschi, R. G., and Calhoun, L. G. (1995). Trauma and transformation: Growing in
the aftermath of suffering. Thousand Oaks, CA: Sage.
Tedeschi, R. G., and Calhoun, L. G. (2004). Posttraumatic growth : conceptual
foundations and empirical evidence of north carolina charlotte circumstances,
Psychological Inquiry, 15(1), 1-18.
Tedeschi, R. G., and Calhoun, L. G. (2013). Working as an Expert Companion to Facili-
tate Posttraumatic Growth. D. Murphy and S. Joseph (Eds.) Trauma and the the-
rapeutic relationship: approaches to process and practice içinde (s.96- 109).
London: Macmillan Publishers.
Tedeschi, R. G., and Calhoun, L.G. (1996). The posttraumatic growth inventory: Mea-
suring the positive legacy of trauma. Journal of Traumatic Stress, 9, 455-471.
Tedeschi, R.G., Park, C.L., and Calhoun, L.G. (1998). Posttraumatic Growth: Concep-
tual Issues. R.G. Tedeschi, C.L. Park, and L.G. Calhoun (Ed.), Posttraumatic
growth: Positive changes in the aftermath of crisis içinde (s.1-23) London:
Lawrence Erlbaum Associates Publishers.
Tennen, H., and Affleck, G. (1998). Personality and transformation in the face of
adversity. R. G. Tedeschi, C. L. Park, and L. G. Calhoun. (Ed.) Posttraumatic
growth: Positive changes in the aftermath of crisis içinde London: Lawrence
Erlbaum Associate Publishers.
Updegraff, J. A., Taylor, S. E., Kemeny, M. E., and Wyatt, G. E. (2002). Positive and
negative effects of HIV infection in women with low socioeconomic
resources. Personality and Social Psychology Bulletin, 28(3), 382-394.
Updegraff, J.A., and Taylor, S.E. (2000). From vulnerability to growth: Positive and
negative effects of stressful life events. J. Harvey & E. Miller (Eds.) Loss and
Trauma: General and Close Relationship Perspectives içinde (s.3-28).
Philadelphia, PA: Brunner-Routledge.
Victor Frankl, (2000). İnsanın anlam arayışı (Çev: S. Budak) Ankara: Öteki Yayınevi.
Waysman, M., Schwarzwald, J., and Solomon, Z. (2001). Hardiness: An examination of
its relationship with positive and negative long term changes following
trauma. Journal of Traumatic Stress: Official Publication of the International
Society for Traumatic Stress Studies, 14(3), 531-548.
Weiss, T. (2004). Correlates of posttraumatic growth in married breast cancer survivors.
Journal of Social and Clinical Psychology, 23(5), 733-746.
Werdel, M. B., and Wicks, R. J. (2012). Primer on posttraumatic growth: An
introduction and guide. Somerset, NJ: John Wiley & Sons.
Wilson, J.P., and Thomas R.B. (2004). Empaty in the treatment of trauma and PTSB.
New York: Brunner Routledge.
Woodward, C., and Joseph, S. (2003). Positive change processes and post‐traumatic
growth in people who have experienced childhood abuse: understanding vehicles
of change. Psychology and Psychotherapy: Theory, Research and Practice, 76(3),
267-283.

466
Travma Sonrası Büyüme

Wortman, C.B. (2004). Posttraumatic growth: Progress and problems. Psychological


Inquiry, 15(1), 81-90.
Yılmaz, B. (2006). Arama-kurtarma çalişanlarinda travma sonrasi stres belirtileri ve
travma sonrasi büyüme ile ilişkili değişkenler.Yayımlanmamış Doktora Tezi.
Ankara: Ankara Üniversitesi.
Zerach, G., Solomon, Z, Cohen, A., and Ein-Dor, T. (2013). PTSD, resilience and
posttraumatic growth among ex-prisoners of war and combat veterans. The Israel
Journal of Psychiatry and Related Sciences, 50 (2), 91-116.
Zoellner, T. and Maercker, A. (2006). Posttraumatic growth in clinical psychology-A
critical review and introduction of a two component model. Clinical Psychology
Review, 26(5), 626-653.
Zoellner, T., Rabe, S., Karl, A., and Maercker, A. (2011). Post‐traumatic growth as
outcome of a cognitive‐behavioural therapy trial for motor vehicle accident
survivors with PTSD. Psychology and Psychotherapy: Theory, Research and
Practice, 84(2), 201-213.
⃰ https://www.unhcr.org/tr/17791-somalili-genc-bir-multeci-hayallerine-emin-adimlarla-
yuruyor.html sayfasından 08.07. 2020 tarihinde alınmıştır.

ÖNERİLEN FİLMLER
• Babam 2017
• Can Dostum (Good Will Hunting 1997)
• Özgürlük Yazarları (Freedem Writers 2007)
• Patch Adams 1999
• Siyah (Black 2005)

467
ÖZ GEÇMİŞLER

Sefa Bulut, lisans eğitimini Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Psiko-
loji bölümünde derece ile tamamlamıştır. Daha sonra Amerika Birleşik Devletlerinde
Oklahoma State Üniversitesinde, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik alanında master ve
doktora eğitimi görmüştür. Aynı üniversitede Gerontoloji alanında ikinci bir master dere-
cesi daha almıştır. Doktora çalışmasında depremde kalan çocuklarda gözlemlenen travma
sonrası stres bozukluğu ve buna etki eden faktörleri çalışmıştır. Dr. Bulut, Oklahoma
State Üniversitesinde araştırma ve öğretim görevlisi olarak çalışmıştır, aynı üniversitede
Multicultural Assessement and Development programında çalışmıştır. American Red
Cross Afetler grubunda görev almıştır. Gülhane Askerî Tıp Akademisi, Rehabilitasyon
Merkezinde askerî psikolog olarak gazilerle yoğun olarak çalışmalarda bulunmuştur.
Daha sonra Bolu İzzet Baysal Üniversitesinde 2003 yılında yardımcı doçent, 2012 yılında
doçent olmuştur, 2017’de profesör olan Bulut, hâlen İbn Haldun Üniversitesinde, Rehber-
lik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünde görev yapmaktadır. Çalışmaları daha çok trav-
ma sonrası stres, dikkat eksikliği ve bozukluğu, okulda şiddet, mobbing ve bullying konu-
ları üzerinedir. Oklahoma Psikologlar Derneğinden 2 araştırma ödülü ve Türk Psikiyatri
Derneğinden de yayın ödülü almıştır. Prof. Dr. Sefa Bulut’un yerli ve yabancı literatürde
yayınlanmış pek çok bilimsel makalesi ve raporu bulunmaktadır. Pek çok dergide editör
ve yayın kurulu üyeliği görevi yapmaktadır. Dr. Bulut, son yıllarda pozitif psikolojiye ilgi
duymaktadır ve alanda araştırma programları geliştirmektedir.
e-posta: sefabulut22@gmail.com

Mustafa Subaşı, lisans eğitimini Kocaeli Üniversitesi, Rehberlik ve Psikolojik Danış-


manlık bölümünde 2019 yılında tamamlamıştır. Aynı yıl İbn Haldun Üniversitesi Rehber-
lik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünde yüksek lisans eğitimine başlamıştır ve tez yaz-
ma aşamasındadır. Mizaç modelleri, kişilik, benlik, cinsellik, cinsel sağlık, önleyici ruh
sağlığı hizmetleri ve psikolojik danışman / terapist eğitimi odakta olmak üzere çeşitli
konular üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Bilinç, zihin felsefesi ve nörobilim özel
ilgi alanları arasında bulunmaktadır. Bir insani yardım derneğinde psikolojik danışman
olarak çalışmakta ve proje koordinatörlüğü görevini üstlenmektedir. Ayrıca Terapi Kitap
ve Bir Yayıncılık’ta psikoloji birimi editörlük ve çeviri çalışmalarını yürütmektedir.
e-posta: mustafa.subasim@gmail.com

469
Pozitif Psikoloji

Başaran Gençdoğan, 1993 yılında Ege Üniversitesi, Psikoloji bölümünden mezun ol-
muştur. Mezuniyetinde sonra 2 yıl Adalet Bakanlığına bağlı olarak cezaevlerinde psiko-
log olarak görev yapmış, daha sonra Atatürk Üniversitesi Öğrenci Sağlık Merkezinde 4,5
yıl psikolog olarak çalışmıştır. 1992 yılında Atatürk Üniversitesi KK Eğitim Fakültesi
PDR ABD’ına araştırma görevlisi olarak girmiş, 1993 yılında yüksek lisans eğitimini,
2001 yılında doktora eğitimini Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Rehberlik
ve Psikolojik Danışma programında tamamlamıştır. 2000-2001 yılları arasında Cumhuri-
yet Üniversitesi Eğitim Fakültesinde öğretim görevlisi olarak görev yaptıktan sonra 2001
yılının sonunda tekrar Atatürk Üniversitesi KK Eğitim Fakültesi PDR ABD’ına geri
dönmüştür. 2013 yılında doçent olduktan sonra 2016 yılında Kırgızistan Manas Üniversi-
tesi Edebiyat Fakültesi PDR bölümünde 1 yıl görev yapıp Türkiye’ye dönmüş, 2017 yı-
lında profesör olmuştur. Hâlen Atatürk Üniversitesi KK Eğitim Fakültesi PDR ABD’ında
çalışmakta olup Ölçme ve Değerlendirme ABD başkanı olarak görev yapmaktadır. Çö-
züm Odaklı Terapi alanıyla 30’dan fazla ilde eğitimler vermiştir, yazarın ölçek geliştirme,
rehberlik, eğitim psikolojisi, danışma kuramları alanlarında çıkmış kitaplarda bölüm ya-
zarlıkları vardır. Yurt dışında ve yurt içinde yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunan
yazar 15 tane doktora ve yirmiden fazla yüksek lisans tez danışmanlığı yapmış olup evli
ve bir çocuk babasıdır.

Tuğba Seda Çolak, 2008 yılında Sakarya Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danış-
manlık lisans programından mezun olmuştur. Erasmus öğrenci değişim programından
yararlanarak 2006-2007 eğitim yılında Danimarka CVU FYN Odense Seminarium’da
eğitim görmüştür. Mezuniyetin ardından hem Sakarya Üniversitesi Eğitimde Psikolojik
Hizmetler Bilim Dalında yüksek lisans eğitimine hem de Özel Bahçeşehir Bilfen İlköğre-
tim Okulunda Rehber Öğretmen olarak göreve başlamıştır. Yüksek lisans ve doktora
tezlerinde logoterapi üzerine çalışmalar yapmıştır. Uzun süre Sakarya Üniversitesi Psiko-
lojik Danışmanlık ve Rehberlik ana bilim dalında Araştırma Görevlisi olarak çalışmıştır.
Düzce Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık
ABD’da ABD Başkanı olarak görev yaptı. Hâlen Düzce Üniversitesi PDR ABD öğretim
üyeliği ve Eğitim Fakültesi Dekan yardımcılığı görevlerini sürdürmektedir. Çeşitli terapi
yöntemleri ve psikolojik testlerle ilgili eğitimlere katılmış, makaleler yazarak alana katkı
sağlamıştır.

470
Öz Geçmişler

Elif Cimşir, 2008 yılında Hacettepe Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık


programından mezun olan Elif Çimşir, mezuniyetinin ardından kısa süreli olarak Bolu
Kültür İlköğretim Okulunda rehber öğretmen/psikolojik danışman olarak çalışmıştır.
2009 yılında MEB YLSY bursu ile Amerika’ya giderek yüksek lisans eğitimini 2012
yılında Penn State Üniversitesinin Rehabilitasyon Danışmanlığı alt dalında, doktora eği-
timini ise 2016 yılında yine aynı üniversitenin Psikolojik Danışman Eğitimi ve Süperviz-
yonu programında tamamlamıştır. Yüksek lisans stajı kapsamında 5 ay süre ile Opportu-
nity Centre kulüp evinde akıl ve ruh sağlığı bulunan yetişkinlere mesleki, bireysel ve
sosyal destek hizmetleri vermiş; doktora stajı kapsamında ise 5 ay süre ile Penn State
Üniversitesinin Kariyer Danışmanlığı Hizmetleri biriminde çalışmıştır. Elif Çimşir yük-
sek lisans eğitimi sırasında aynı zamanda Centre County kadın sığınma evinde 77 saatlik
bir “Aile İçi ve Cinsel Şiddet Danışmanlığı/Hak Savunuculuğu” eğitimi tamamlamıştır.
Aralık 2016’da Anadolu Üniversitesinde göreve başlamış olup, şu an çalışmalarını Dr.
Öğretim Üyesi unvanıyla sürdürmekte ve engelli bireyler, kadınlar ve uluslararası öğren-
ciler başta olmak üzere dezavantajlı gruplara sunulan psikolojik hizmetlerin iyileştirilmesi
ve çocukluk yaşantılarıyla bağlantılı olarak ortaya çıkan psikolojik eğilimlerin birey üze-
rindeki etkileri gibi konularda araştırmalarını sürdürmektedir.

Kamale Bahazar Salamova, Azerbaycan’ın Shabran şehrinde doğmuştur. Azerbaycan


Teknik Üniversitesinden mezun olmuştur. Sumgayıt Devlet Üniversitesinde Psikolojik
Danışmanlık alanında doktora eğitimi almıştır. 2010 yılında Bakü Devlet Üniversitesin-
de doktora, 2014 yılında doçent derecesi almıştır. Doktora tezinde, üniversite öğrencile-
rinde iletişim psikolojisi ve buna etki eden faktörleri çalışmıştır.

Kitapları: Genel Psikoloji-2014, Yönetim Psikolojisi-2013, Psikofizyoloji-2018, Üniver-


site Öğrencilerinde İletişimin Psikolojik Özellikleri-2012, Zekâ Psikolojisi- 2019, Psiko-
loji 1001 Test-2015, Aile Psikolojisi-2020 kitapları yayımlanmıştır.

Eğitim programı: Psikolojiye Giriş, İşletme Psikolojisi, Psikolojik Tarih, Aile Psikoloji-
si, Psikofizyoloji, İletişim Psikolojisi, Aile Psikolojisi, Çocuk Psikolojisi, Kişilik Psiko-
lojisi, İletişim Psikolojisi adlı bilim dallarında eğitim vermiştir. Yerli ve yabancı litera-
türde yayınlanmış 60’tan fazla bilimsel makalesi ve raporu bulunmaktadır. Pek çok
dergide editör ve yayın kurulu üyeliği ve 6 doktora tezine danışmanlık yapmaktadır.
Bakü, Sumgayıt, Moskova, Paris, İstanbul, Kiev, Roma, Nevşehir, Minsk, Ankara, Sam-
sun, Niğde ve diğer şehirlerde uluslararası sempozyumlarda konuşmacı olarak yer al-
mıştır. Dr. Kamale son yıllarda pozitif psikolojiye ve aile psikolojisine ilgi duymaktadır
ve bu alanda araştırmalarını geliştirmektedir. Hâlen Sumgayıt Devlet Üniversitesinde
Filoloji Fakültesi psikoloji bölümünde görev yapmaktadır.

Sumgayıt Devlet Üniversitesi, Sumgayıt/Azerbaycan

e-posta: Salamovak11@gmail.com

471
Pozitif Psikoloji

Cem Malakcıoğlu, 2006 yılında Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik


lisans programından mezun olduktan sonra İstanbul Bilgi Üniversitesinde Klinik Psiko-
loji alanında lisansüstü eğitimini 2009’da tamamlamıştır. Mezuniyet sonrasında, asker-
liğini yedek subay uzman klinik psikolog olarak Ege Ordu Komutanlığı emrinde yap-
mıştır. Bilişsel Davranışçı Terapiler, Gestalt Terapi, Aile Terapisi, Sanat Terapileri,
Psikodrama, Drama Terapisi, Oyun Terapisi gibi çeşitli psikoterapi eğitimleri almıştır.
2010-2015 yılları arasında ABD New York Üniversitesinde Sinirbilim ve Adli Bilimler
alanlarında lisansüstü çalışmalar yürütmüş ve klinik psikolog olarak görev yapmıştır.
Hacettepe Üniversitesinde 2018 yılında doktora çalışmalarını tamamlamıştır. 2015 yı-
lında İstanbul Medeniyet Üniversitesinde göreve başlamıştır, hâlen aynı kurumun Tıp
Fakültesinde Doktor Öğretim Üyesi kadrosunda görevini sürdürmektedir.

Aslı Kartol, 1987 yılında Batman’da doğmuştur. İlköğrenimine burada devam edip; orta
öğrenimini Diyarbakır’da tamamlamıştır. 2005 yılında Sakarya Üniversitesi Psikolojik
Danışmanlık ve Rehberlik bölümünde lisans eğitimini tamamlamış, bir dönem (6 ay)
Erasmus öğrenci hareketliliği programı ile Coimbra/Portekiz’de öğrenim görmüştür. İnö-
nü Üniversitesinde yine aynı alanda yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra 2018
yılında Atatürk Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünde doktorasını
bitirip doktor unvanını almıştır. 2009 yılından bu yana çeşitli devlet okullarında okul
psikolojik danışmanlığı yapmış, Atatürk Üniversitesinde bir yıl süre ile çeşitli bölümlerin
lisans derslerini yürütmüştür. Ayrıca alanında uzman eğitimcilerden birçok terapi eğitim-
leri (Logoterapi Teorik Eğitimi - Batya Yaniger & Teria SHANTALL, Bilişsel Davranışçı
Terapi Teorik Eğitimi – Hakan TÜRKÇAPAR, EMDR Terapi Uygulama Eğitimi – Emre
KONUK vb.) almış; birçok farklı kurumda danışmanlık ve terapistlik görevlerinde de
bulunmuştur. Evli ve bir çocuk annesi olan Kartol’un özellikle bilişsel davranışçı terapiler
olmak üzere depresyon, kaygı bozukları ve pozitif psikoloji konuları (mutluluk, duygusal
zekâ, hayatın anlamı vb.) üzerinde çalışmaları mevcuttur.

Emre Gürkan, 1993 yılında İstanbul’da doğmuştur. Öğrenim görmeye Antalya’da baş-
lamış; ilkokulu Şerife Tufan İlköğretim Okulu, liseyi ise Aldemir Atilla Konuk Anadolu
Lisesinde tamamlamıştır. İnsanı tanıma ve ruh dünyasını keşfetme heyecanı onu psikolo-
jik danışmanlık mesleğiyle ve doğduğu yer olan İstanbul’a duyduğu özlem ve sevda ise
onu İstanbul Üniversitesi ile tanıştırmıştır. İstanbul Üniversitesi Hasan Âli Yücel Eğitim
Fakültesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünü onur derecesiyle bitirerek 2019
yılında mezun olmuştur. Akabinde İbn Haldun Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Da-
nışmanlık bölümünde yüksek lisans yapmaya başlamıştır ve tez aşamasındadır. Pozitif
psikoloji, geştalt terapi yaklaşımı, terapide manevi motivasyonlar, manevi danışmanlık ve
kültüre duyarlı psikolojik danışma alanlarına ilgi duymaktadır. Hâlen Sakarya Üniversite-
si, Psikoloji Bölümü, Uygulamalı Psikoloji ana bilim dalında Araştırma Görevlisi olarak
görev yapmakta ve çeviri çalışmalarıyla uğraşmaktadır.
e-posta: emregurkan@sakarya.edu.tr

472
Öz Geçmişler

Nurlaila Effendy, Endenozya’da Surabaya şehrinde Widya Mandala Katolik Üniversitesi


Psikoloji Fakültesinde öğretim üyesi ve araştırmacı olmasının yanı sıra 15 yıl boyunca
çeşitli yabancı şirketlerde Bölge Müdürü ve Performans Yönetim Sistemi ve Kurumsal
Kültür danışmanı olarak çalışmıştır. Endonezya'da pozitif psikoloji geliştirmekle ilgilen-
mekte, böylece çeşitli ülkeler, bölgeler ve dünya kongrelerinde pozitif psikoloji konfe-
ranslarına sık sık katılmaktadır. Şimdi 2017-2022 dönemi için Endonezya Pozitif Psikolo-
ji Derneğinin başkanıdır.

Musa Yıldırım, Uzman Psikolojik Danışmandır. Lisans eğitimini Sakarya Üniversitesi


Eğitim Fakültesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünde, yüksek lisans eğitimi-
ni Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Rehberlik ve Psikolo-
jik Danışmanlık ana bilim dalında tamamlamıştır. Şema terapi ve pozitif psikoterapi eği-
timi almıştır. Pozitif psikoloji bağlamında akademik çalışmalarına devam etmekte-
dir.Aynı zamanda Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği Sakarya Şubesi Başkan
Yardımcısı’dır.

Gamze Ülker Tümlü, lisans eğitimini İnönü Üniversitesi, yüksek lisans eğitimini Hacet-
tepe Üniversitesi, doktora eğitimini ise Anadolu Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik
Danışmanlık alanında tamamlamıştır. Dr. Gamze Ülker Tümlü, 2013’ten itibaren Anado-
lu Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık (RPD) ana bilim dalında öğretim
elemanı olarak görev yapmaktadır. 2016-2017 güz döneminde TÜBİTAK 2214 Yurt Dışı
Doktora Sırası Araştırma Bursu Programı ile Amerika Birleşik Devletlerindeki Kuzey
Karolina Üniversitesinde misafir öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. Psikolojik danış-
ma uygulamalarına yönelik gerçeklik terapisi, bilişsel davranışçı terapi, psikodrama gibi
eğitimler alan Dr. Gamze Ülker Tümlü son yıllarda araştırma konularında psikolojik
danışman eğitimi ve süpervizyonu ile engelli ebeveynlerine psikolojik danışma konuları-
na ağırlık vermiştir.

Umut Kermen, 1987 yılında Zonguldak’ta doğmuştur. Liseyi Zonguldak Atatürk Anado-
lu Lisesinde bitirmiştir. Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünde Ondokuz Mayıs
Üniversitesinde lisans, Abant İzzet Baysal Üniversitesinde yüksek lisansını tamamlamış-
tır. Marmara Üniversitesinde aynı bölümünde doktora eğitimine devam etmektedir. 2009
yılından beri Millî Eğitim Bakanlığında psikolojik danışman olarak çalışmaktadır.

473
Pozitif Psikoloji

İlhan Bozkurt, 1979 yılında Bolu/Göynük’te doğmuştur. Evli ve 2 çocuk babasıdır. 2001
yılında 19 Mayıs Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olmuştur. 2001-2004 yılları
arsında Sakarya’da engelli çocuklara hizmet veren özel bir rehabilitasyon merkezinde
psikolog ve sorumlu müdür olarak çalışmıştır. Burada edindiği birikimlerden sonra Zihin-
sel Engelli Çocuklar ve Aile Eğitimi El Kitabı isimli bir kitap yazmıştır. 2005-2017 yılları
arasında Zonguldak Devlet Hastanesinde çocuk ve yetişkin psikiyatri hastaları ile psikote-
rapi ve psikolojik test uygulamaları yapmıştır. İntihar Girişimlerine Psikososyal Destek
ve Krize Müdahale Birim Sorumlusu olarak intihar girişiminde bulunan kişilerle psikote-
rapi çalışmaları yapmıştır. Aynı hastanede Hasta Hakları Birim sorumluluğu görevini
yürütmüştür. Kamudaki görevinin yanı sıra özel bir diyaliz merkezi ve özel bir rehabili-
tasyon merkezinde çalışmıştır. Hürdüşün isimli yerel gazetede köşe yazarlığı yapmıştır.
2017 yılında ise hâlen çalışmakta olduğu Sağlık Bakanlığı Sakarya Üniversitesi Eğitim ve
Araştırma Hastanesinde göreve başladı. Burada çocuk ve yetişkin psikiyatri hastalarına
yönelik psikoterapi ve psikolojik test uygulamaları yapmaktadır. Aynı hastanede denetim-
li serbestlik uygulamaları kapsamında madde bağımlıları ile bireysel ve grup terapi çalış-
maları yapmıştır. Sürücülere yönelik Sürücü Davranışları Geliştirme Eğitimleri vermek-
tedir. Sakarya Üniversitesinde Kariyer Psikolojik Danışmanlığı ve İstanbul Esenyurt
Üniversitesinde Klinik Psikoloji Yüksek Lisans programlarını tamamlamıştır. İstanbul
Gelişim Üniversitesinde Bağımlılık Psikolojisi Yüksek Lisans Programına ise devam
etmektedir. Aile Danışmanlığı Sertifikası ve Sağlık Bakanlığı Psikolojinin Tıbbi uygula-
malarında görev alma yetki sertifikası gibi birçok sertifikaya sahiptir. İstanbul Gelişim
Üniversitesinde ve Anadolu Psikologlar Derneğinde sertifikalı psikolojik test eğitimleri
vermektedir. Kurucusu olduğu Anadolu Psikologlar Derneğinin hâlen Genel Başkanıdır.
Online terapi, İnsan Kaynakları ve Klinik Psikoloji alanlarında çalışmalar yapmaktadır.
Çalışma yaptığı alanlarda ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlanmış makale ve bildiri-
leri vardır.
e-posta: psk.ilhanbozkurt@gmail.com

Yunus Altundağ, Lisans eğitimini Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Rehberlik ve
Psikolojik Danışmanlık bölümünde 2009 yılında, yüksek lisans eğitimini yine aynı üni-
versitenin Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünde 2013 yılında tamamlamıştır.
2014 yılında başladığı Sakarya Üniversitesi Eğitimde Psikolojik Hizmetler doktora prog-
ramını 2018 yılında tamamlamıştır. 2009-2015 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığına
bağlı farklı tür ve kademedeki okullarda Psikolojik Danışman olarak çalışmıştır. Kasım
2015 tarihinden itibaren Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesinde Arş. Gör. olarak çalış-
maktadır. Yazarın ilgi ve çalışma alanları arasında siber zorbalık, teknoloji bağımlılığı ve
psikolojik dayanıklılık yer almaktadır.

474
Öz Geçmişler

Özlem Şener, İstanbul Aydın Üniversitesinde Öğretim Üyesi olan Şener’in akademik
alanda yayınladığı makaleleri, bildirileri ve bir kitap bölümü bulunmaktadır. Dr. Şener,
Sakarya Üniversitesinde Sosyoloji lisans eğitiminin ardından İstanbul Ticaret Üniversite-
sinde Psikoloji yüksek lisansını ve İstanbul Üniversitesinde Rehberlik ve Psikolojik da-
nışmanlık alanında doktora eğitimini tamamlamıştır. Aynı zamanda İstanbul Psikodrama
Enstitüsünden psikodramatist olarak mezun olmuş, çocuk ve yetişkinlerle birçok psikod-
rama grupları yönetmiştir. Yurt dışında yaşadığı sürede Boys and Girls Clup, Community
Centre ve Retirement Home gibi merkezlerde çocuklara ve yetişkinlere gönüllü psikolojik
destek vermiştir. Psikodrama grup terapi alanının dünyada önde gelen Dr. Sue Jennings,
Louise Lipman, Judith Teszary ve Greta Leutz gibi isimlerin eğitimlerine de katılmış olan
Dr. Şener spontanite, duyguların dışavurumu, kaygı bozuklukları, aleksitimi, duygusal
problemler ve diğer konularda psikodramatist olarak özel bir psikolojik danışma merke-
zinde gruplar yönetmeye, bireysel psikolojik danışma görüşmeleri yapmaya devam et-
mektedir.

İsmail Yelpaze, 1984 yılında Kahramanmaraş’ta doğmuştur. İlkokul, ortaokul ve lise


eğitimini Kahramanmaraş’ta tamamlamıştır. Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi
(2010), yüksek lisans eğitimini Gaziantep Üniversitesi (2012), doktora eğitimini Ana-
dolu Üniversitesi (2016) psikolojik danışmanlık ve rehberlik programlarında tamamla-
mıştır. Alanıyla ilgili bilişsel davranışçı terapi (temel düzey) ve psikodrama eğitimleri
(devam ediyor) almıştır. Başlıca çalışma alanları, davranış bozuklukları, sosyal medya,
tutum, mülteciler ve pozitif psikolojik kavramlarını içermektedir. Lisans mezuniyeti
sonrasında bir yıl Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde rehber öğretmen olarak çalışmış-
tır. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesinde (2012-2017)
araştırma görevlisi olarak çalışmıştır. 2017 yılından beri Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesinde, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik ana bilim dalında Dr. Öğr. Üyesi
olarak çalışmaktadır.
e-posta: ismailyelpaze@gmail.com

475
Pozitif Psikoloji

Mustafa Atak, 1974 yılında Kastamonu-Tosya’da doğmuştur. 2001 yılında İstanbul


Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünü bitirmiştir. 2001–2005 yılları
arasında MEB’de Psikolojik Danışman olarak çalışmıştır. 2004 yılında Erciyes Üniversi-
tesi Eğitim Bilimleri ana bilim dalında yüksek lisansını tamamlamıştır. Doktora çalışma-
sını ERÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Psikolojisi ABD’nda (tez aşamasında) sürdür-
mektedir. 2006 yılında Erciyes Üniversitesinde Öğretim Görevlisi olarak çalışmaya baş-
ladı. 2010 yılında, kurucusu olduğu ERÜ Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezine
(ERREM) müdür olarak atanmıştır. Hâlen bu görevi yürütmektedir. Atak, 2014 yılında
Türkiye’de ilk kez düzenlenen Maneviyat Psikolojisi Sempozyumunun Bilim ve Düzen-
leme Kurulu başkanlığını yürütmüştür. 2015’te ikincisi, 2016’da üçüncüsü, 2017’de dör-
düncüsü, 2018’de beşincisi, 2019’da altıncısı (uluslarası) düzenlenen sempozyumlarda
Düzenleme ve Bilim Kurulu başkanlığını sürdürmüş ve Maneviyat Psikolojisinin bilim
dünyasına sunulmasında önemli katkılar sağlamıştır. Atak, evli ve 2 çocuk babasıdır.
Atak’ın basılmış eserleri; Evleniyor muyuz Eğleniyor muyuz (2014), Maneviyat Psikoloji-
si Bildiriler Kitabı (Editör)(2015), Maneviyat Psikolojisi I (Editör)(2016), Öğrenci Olma
Kılavuzu (2016), Maneviyat Psikolojisi II (Editör)(2017), Maneviyat Psikolojisi III (Edi-
tör)(2019), Maneviyat Psikolojisi IV (Editör)(2020),

Thseen Nazir, Tertemiz ve doğal güzelliği ile dünyanın cennet ülkesi olan Keşmir vatan-
daşı olan Dr. Thseen Nazir, doktorasını Türkiye, Ankara Üniversitesinde tamamlamıştır
ve hâlihazırda, İstabul, İbn Haldun Üniversitesinde, Danışmanlık ve Rehberlik bölümün-
de öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır.

Ayşegül Erçevik, 1987 İstanbul doğumludur. İlk, orta ve lise öğrenimini İstanbul’da
tamamlamıştır. 2010 yılında İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi Reh-
berlik ve Psikolojik Danışmanlık ana bilim dalından mezun olmuştur. Yüksek lisansını
2014 yılında İstanbul Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Bilimleri bölümünde
tamamlamıştır. Doktora derecesini ise 2018 yılında İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa
Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Eğitim Bilimleri bölümünden almıştır. 2010-2014 yılları
arasında MEB’de Psikolojik Danışman olarak çalışmıştır. Aralık 2014’ten bu yana Amas-
ya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünde öğretim
görevlisi olarak çalışmaktadır. Erçevik, evli ve bir çocuk annesidir.

476
Öz Geçmişler

Ceyhun H. Mehmedov, 26 Nisan 1952'de Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Guba bölge-


sinde (daha sonra Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olarak adlandırılır) doğ-
muştur. Orta öğrenimi 4 numaralı Guba Şehri Yatılı Okulunda, yüksek öğrenimi Sum-
gayit Endüstri Enstitüsünde (şimdi Sumgayit Devlet Üniversitesi olarak geçiyor) ta-
mamlamıştır. Akademik derecesi Doktora, Pedagoji ve Psikoloji Profesörü’dür, Sum-
gayit Devlet Üniversitesinde görevlidir. Evlidir ve iki çocuğu vardır. 10’a yakın mo-
nografinin, çeşitli öğretim yardımcılarının ve ders kitaplarının, 40'tan fazla makalenin
yazarıdır. Şu anda Sumgayit, Azerbaycan’da yaşamaktadır.
e-posta: j.mamedov@gmail.com

F. Dilek. Tel, lisans eğitimini Sakarya Üniversitesi, yüksek lisans eğitimini Bolu Abant
İzzet Baysal Üniversitesi ve doktora eğitimini Anadolu Üniversitesinde tamamlamıştır.
Dr. F. Dilek Tel Sakarya Üniversitesi Vakfı Kolejinde kısa bir süre psikolojik danışman
olarak çalıştıktan sonra Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesinde araştırma görevlisi
olarak çalışmaya başlamıştır. Şu an Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesinde öğretim
üyesi olarak çalışmalarına devam etmektedir. Psikolojik danışma uygulamalarına yönelik
Pozitif Psikoterapi, Bilişsel Davranışçı Terapi ve Psikodrama (devam etmektedir) eğitim-
lerini alan F. Dilek Tel, pozitif psikoloji kavramları üzerine yaptığı çalışmalarla alana
katkı sağlamıştır.

477
View publication stats

You might also like