Professional Documents
Culture Documents
Karakter: Bireyin toplumun sosyal değerlerine uygun davranış gösterme özelliğidir. Yani kişiliğin
ahlaki/toplumsal yönüdür. Yaşantıyla çevreden kazanılır ve eğitimle şekillenir. Dürüstlük,
sevecenlik, sahtekârlık, sorumsuzluk gibi.
Tutum: Bir kişinin herhangi bir nesneye veya duruma karşı genel bir duygusunu, değerlendirmesini
veya belirli şekilde tepki göstermesini ifade eder. Bu tepki veya değerlendirme olumlu da olabilir
olumsuz da olabilir. Tutumlar kişiye özgüdür.
İstidat (Yatkınlık): Bireyde doğuştan var olan ama ortaya çıkmamış özellikleridir.
Yetenek: Doğuştan insanda var olan istidatların çevrede işlenerek işe yarar hale getirilmesidir. Yani
istidatların ortaya çıkmış halidir.
Benlik: Bireyin kendisine ilişkin düşünceleri ve algılarıdır. Bireyin kendisini değerlendirmesidir.
Benlik saygısı (Özsaygı): Bireyin gerçek benliği ile ideal benlik arasındaki farktır.
KİŞİLİK KURAMLARI
Psikoanalitik kişilik kuramı (Sigmund Freud)
Kişiliğin şekillenmesinde bir diğer önemli faktör de okuldur. Okulun bu işlevi nedeniyle
öğretmenin öğrencinin olumlu kişilik özellikleri ve istenilen davranışları geliştirmesi için
uygun eğitim ortamı hazırlamalı ve çocuğun kişilik gelişimi desteklemelidir.
Karakter, huy veya mizaç, tutum ve benlik gibi kavramlar da kişilik kavramı ile birlikte
kullanılmaktadır. Kimi zaman ise kavramlar kişiliğin yerine kullanılmaktadır. Bu kavramlar
da kişiliğin ayrılmaz birer parçasıdır.
Yapılaşmış kavramıyla ise kişiliğin birbiri ile ilişkili birçok örüntüden meydana geldiğini ve bu
örüntünün sistemleri arasında bağ olduğu ifade edilmektedir. Örneğin bir birey “iyi kalpli,
yardımsever, sakin, uysal, ailesine düşkün” olarak tanımlandığında bu tanım içerisinde herhangi bir
çelişki bulunmamaktadır. Ancak birey “iyi kalpli, huysuz, uysal, geçimsiz, son derece saygılı ve
saldırgan” olarak tanımlama yapmak ise oldukça zordur. Böyle bir tanımlama sağlıklı bir kişilik
örüntüsü değildir.
Kişilik tanımında kullanılan bir diğer özellik ise iç ve dış çevre ile ilişki kurma biçimidir. Çünkü bireyin
hem kendi duygu ve düşünceleri ile hem de çevresinde meydana gelen olayları, insanları ve nesneleri
algılama biçimi ve bunları değerlendirme biçimi de kişiliğinin bir parçasını oluşturmaktadır.
Kişiliğin tanımından da anlaşılacağı üzere kişilik, doğuştan getirilen genetik özellikler ile sosyal,
kültürel ve psikolojik çevrenin etkileşimi ile oluşan karmaşık bir bütündür. Kişiliğin oluşmasında
kalıtım ile çevrenin etkisini birbirinden ayırmak neredeyse olanaksızdır. İnsanların saç renkleri ve göz
renkleri ile cinsel ve duygusal özellikleri kalıtımla gelmektedir.
Zekâ, müzik ve resim gibi özel yetenekleri de kalıtımla doğuştan gelmektedir. Doğuştan
gelen bu özellikler çevre ile etkileşerek gelişir ve kişiliği şekillendirir.
Anne baba tutumları da yine bireyin kişiliğini oluşturan diğer bir önemli faktördür.
Kişiliğin şekillenmesinde bir diğer önemli faktör de okuldur. Okulun bu işlevi nedeniyle
öğretmenin öğrencinin olumlu kişilik özellikleri ve istenilen davranışları geliştirmesi için
uygun eğitim ortamı hazırlamalı ve çocuğun kişilik gelişimi desteklemelidir.
Karakter, huy veya mizaç, tutum ve benlik gibi kavramlar da kişilik kavramı ile birlikte
kullanılmaktadır. Kimi zaman ise kavramlar kişiliğin yerine kullanılmaktadır. Bu
kavramlar da kişiliğin ayrılmaz birer parçasıdır.
Karakter: Kişiliğin ahlaki ve sonradan edinilen boyutudur ve bireyin toplumun değerlerine uygun davranış
gösterme özelliğidir. Yani kişiliğin ahlaki/toplumsal yönüdür. Karakter doğuştan getirilmez ve yaşantıyla
çevreden kazanılır ve eğitimle şekillenir. Dürüstlük, sevecenlik, sahtekârlık, sorumsuzluk gibi.
Huy (mizaç): Kişiliğin biyolojik ve fizyolojik yönüdür. Kişiliğin bu yönü doğuştan getirilir ve değiştirilemez.
Sinirlilik, neşelilik, içe dönüklük, dışadönüklük, soğukkanlılık gibi.
Tutum: Bir bireyin belli bir objeye veya bir kimseye karşı zihinsel açıdan hazır oluş durumu veya belli bir
biçimde vaziyet alışıdır. Başka bir deyişle bireylerin belli objelere, durumlara, kişilere ve olaylara karşı
geçirdiği çeşitli deneyimler sonucu düzenli bir tavır alışları ve davranış biçimleridir. Çeşitli nedenlerden ötürü
bir kimse bir sanatçıyı, bir şarkıyı, bir siyasi partiyi veya bir restoranın yemeklerini beğenmeyebilir. Bu kişinin
bu söz konusu tutumunun tutarlılık göstermesi gerekmektedir.
Benlik: İnsanın kendi kişiliğine ilişkin kanılarının bütünü, insanın kendisini tanıma ve değerlendirme şeklidir ve
kişiliğin öznel yanıdır.
Benlik kavramını daha iyi anlamak için, insanın kendisine sorduğu sorulara yine kendisinin içtenlikle cevap
vermesi gerekir.
•Ben neyim?
•İnsanın kendisini tanıması için öncelikle bu soruya cevap araması gerekir.
(Ör: Çirkinim, Akılsızım, Güzelim, Akıllıyım)
•Ne yapabilirim?
Bu soruyla kişi kendi kapasitesini belirlemeye çalışır. (Ör: İyi koşarım,
yüzerim, çok çalışırım, iyi espri yaparım, Kriz durumlarında çözüm
üretmekte başarılıyımdır vb.)
İnsanın ruh sağlığı için, benlik tasarımı (ideal benlik) ile gerçek
yaşantılar arasında bir dengenin sağlanması gerekir.
Freud kişilik gelişimi bakımından ilk çocukluk yıllarındaki yaşantıların önemini vurgulamıştır.
Bu kurama göre gelişim dönemlerinin kendine özgü temel ihtiyaçlarının ebeveynler ta ya da bakım verenler
tarafından zamanında ve uygun düzeyde karşılanıp karşılanmaması sağlıklı kişilik gelişiminde önemli bir faktördür.
Özellikle yaşamın ilk yıllarında bu ihtiyaçların karşılanmaması neticesinde ilerleyen yaşlarda normal olmayan
davranış biçimlerinin ortaya çıkması söz konusu olmaktadır.
Freud’a göre insan, Eros ve Thanatos olmak üzere iki temel dürtüyle dünyaya
gelmektedir. Eros, yeme, içme, cinsellik gibi yaşamı devem ettirmeye yarayacak bedensel
bütün ihtiyaçları karşılayan aktiviteleri yönetir ve hayatta kalmayı sağlar. Thanatos,
dövüşme, öldürme, mazoşizm (kendine acı ve zarar verme) gibi davranışlarla ifade edilen
yok edici bir güçtür.
Bu iki temel güdü bireyin toplum içerisinde uyumunu güçleştirdiği için; çocuğun
sosyalleşmesinde etkili olan başta ebeveynler olmak üzere yetişkinler tarafından sürekli
baskı altında tutulur. Toplumca onaylanmayan bu güdülerin bilinç düzeyinde durması
bireyde rahatsızlık yaratacağı için bu güdüler bilinçdışına itilir. Bilinçdışına itilmiş bu
cinsellik ve saldırganlık içerikli süreçler burada kaybolmaz ve bireyin davranışlarını
etkilemeye devam etmektedirler.
Freud kişiliği önce bilinç, bilinçöncesi ve bilinçdışı kavramları ile açıklamaya çalışmış yani
aslında bir tür bilinç sınıflaması yapmıştır. Topografik Kişilik Kuramı adını verdiği bu
kuramda kişiliğin bilişsel etkinlikleri ön planda yer almıştır.
SİGMUND FREUD ve PSİKOANALİTİK
KİŞİLİK KURAMI
Freud; kişiliğin yapısını ve gelişimini topografik, yapısal ve psikoseksüel gelişim dönemleri
kuramlarıyla açıklamıştır. Freud’un kişiliğe ilişkin kuramları, günümüz psikoloji alanında çok
bilinen kuramlardır.
TOPOGRAFİK KURAM
Freud’un Topografik Kuramı, ruhsal yapıyı bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı gibi belirli bilinçlilik
düzeylerine ayırmıştır. Bu bilinçlilik düzeyleri, beyinde yer alan anatomik yapılar olmayıp,
bireylerin gerçekleştirdikleri zihinsel etkinliklerin ne derece farkında olduğunu ifade eden
kavramlardır
Bilinç: Bilinç, bireyin farkında olduğu yaşantıları içeren düzeydir. Bireyin çevresinden ya da
kendisinden gelen uyaranların farkında olduğu, tanıdığı, algıladığı yaşantılar bilinç düzeyinde
yaşanır.
Freud, kişiliğin büyük kısmının bilinçdışında oluştuğunu belirtir. Psikanalist yöntemle kişinin
bilinçdışındaki sorunlarını gün ışığına çıkararak çözümlemeye çalışmıştır.
Mesela; uzun yıllar evlenemeyen ve annesini bırakamayan bir erkek, evliliğe karşı birçok akılcı gibi
görünen bilinçli düşünceler ileri sürebilir. Fakat bunların altında, bilinçdışındaki bir Oedipal saplantı
evlenemeyişinin gerçek dinamik kaynağı olabilir.
YAPISAL KURAM
Freud; kişiliğin belirlenmesinde, bilinçdışı güçlerin ve içsel çatışmaların önemli bir rol oynadığı
temel düşüncesinden hareketle, yapısal kişilik kuramını geliştirmiştir.
kişiliğin doğuştan var olan bölümüdür. İdin işleyişi ile ilgili en belirgin
örneklere bebeklerde karşılaşılmaktadır. Bebekler, belli bir aydan sonra,
herhangi bir nesneyi gördüklerinde onu almak isterler. Elleriyle tutmak için o
nesneye uzanırken, gerçeklik ilkelerine henüz yabancı olduklarından,
kendilerine zarar verebilecek bir durum oluşup oluşmayacağı konusuyla ilgileri
yoktur, yalnızca idden gelen dürtüleri tatmin etmek üzere hareket ederler.
Birey büyüdükçe, ego ve süperego oluşmaya başlar. Ancak idden gelen
dürtüler yok olmaz, yalnızca farklı biçimlerde ortaya konmak üzere bireyin
denetimi altına girer.
İd haz ilkesi’ne göre hareket eder. İd hiç geciktirilmeden tüm isteklerinin anında yerine
getirilmesini bekler. Düşünce bu kısımda etkili değildir. İd’in kaynağı bilinçaltı dürtülerdir. Kişi
çoğu kez bu dürtülerinin etkisinin farkında değildir. Bireyde doğuştan bulunan iki temel güdü
cinsellik (libido/yaşam) ve saldırganlık (thanatos/ölüm) güdüsü id’den doğar. Bunlar ruhsal
enerji kaynağıdır.
Ego (Benlik): Kişiliğin ikinci oluşan bölümüdür. İd’in isteklerini yerine getiren ve onu denetim
altında tutmaya çalışan kişiliğin psikolojik yönüdür.
Ego, kişiliğin “yönetici” kesimini oluşturur. Yani kişiliğin karar (yürütme) verme organıdır. Bu
karar işlemlerini gerçekçi ilkesine göre yürütür. İd’in karşı konulmaz istekleri ile ve süperego’nun
sınırlayıcı tutumları arasında arabuluculuk yaparak uzlaşma sağlar.
Ego’nun bilinçli ve bilinçdışı olmak üzere iki yönü vardır. Bilinçli yönü ruhsal yapının yürütme
organı, karar verme işlevini üstlenirken, bilinçdışı yönü sorunlarla baş edemediği zaman
savunma mekanizmalarına başvurma işlevini gerçekleştirir.
Çocuk büyüdükçe ve dış dünyanın gerçeklikleri ile yüzleştikçe hazza ulaşmada bazı kuralların olduğunu
öğretir. Egonun asıl görevi düzenlemedir. Bu nedenle "düzenleyici dizge" adını da bazıları uygun
görmektedir.
Ego, insanoğlunun dış dünya ile uyum içerisinde yaşamasını sağlayan zihinsel işlevler bütünüdür. Bir
anlamda ego, dış dünyanın gerçekleri ve iç dünyanın haz arayışı arasında dengeyi sağlayan araçtır. Bu
dengenin sağlanması için ego bazı yetilerle donanmıştır:
Yaklaşma – Yaklaşma
Yaklaşma – Kaçınma
Kaçınma - Kaçınma
Yaklaşma – Yaklaşma Çatışması: İstenen iki durumdan birini seçmek zorunda kalma halimizdir.
Mesela; bir kişinin, beğendiği 2 parfümden birini seçmek zorunda kalması ya da televizyonda
aynı saatlerde, iki ayrı kanalda yayınlanan seyretmek istediğiniz filmlerden biri seçmek zorunda
kalınması.
Kaçınma – Kaçınma Çatışması: İstenmeyen iki durumdan birini seçmek zorunda kalma
halimizdir. Mesela; bir kişinin hem hasta olup hem de iğne vurulmaktan korkması ya da
“yağmurdan kaçarken doluyu tutulmak” , “yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal”
atasözleri örnek verilebilir.
Yaklaşma – Kaçınma Çatışması: Aynı durumun bir istenen bir de istenmeyen özelliğe sahip
olması nedeniyle o durumu tercih yapmak zorunda kalması halidir. Mesela; bireyin çok sevdiği
pastayı yemek istemesi fakat pasta çok kalori içerdiği için kilo almaya neden olabileceği için
kararsızlık yaşaması. Bireyin yüzmek istemesi fakat hasta olmaktan da korkması nedeniyle
kararsızlık yaşaması.
EGO SAVUNMA MEKANİZMALARI
Engellenme ve çatışmanın oluşturduğu hayal kırıklığı, gerginlik ve kaygının etkisinden kurtulmak
isteyen bireyin, benliğini korumaya yönelik gösterdiği tepkilere savunma mekanizması (uyum
mekanizması) denir. Sorunlarla baş edemeyen ego, bilinçdışı yönü sayesinde savunma
mekanizmalarına başvurmaktadır.
Savunma Mekanizmalarının Özellikleri
1. Bu tepkilerin bir kısmı normal bir kısmı anormal tepkilerdir.
2. Savunma mekanizmasını kullanan birey bu davranışın gerçek işlevinin farkında değildir. Bu
nedenle bilinçsiz davranışlardır.
3. Herkes tarafından kullanılır.
4. Problemlere geçici çözüm getirir. Kesin çözüm götürmez.
5. Bu mekanizmaların sürekli kullanılması durumunda, nevroz ve psikoz adı verilen bir takım
psikolojik bozukluklar ortaya çıkabilir.
Savunma Mekanizmasının İşlevleri
1. Bireyde oluşan kaygıyı ve stresi azaltır.
2. Bireyin benliğini tehditlerden korur.
3. Bireyi çatışmalardan uzak tutar.
4. Hayal kırıklıkların etkisini azaltır.
5. Kişinin kendine olan güveninin azalmasını önler.
6. Bazı sanat ve bilim ürünlerinin ortaya çıkmasına kaynaklık eder (Yüceltme mekanizması).
C- Savunma Mekanizması Çeşitleri
1-) Bastırma (Güdülenmiş Unutma)
Kişinin kendisini rahatsız edici bir duyguyu, düşünceyi veya bilgiyi bilinçaltına bastırarak
unutmasıdır. Kişi rahatsız eden bu şeyler; ürkütücü nesne ve olaylar, acı veren, utanç duyulan
anılar, suçluluk duyguları, kişinin kendisiyle ilgili değersizlik düşünceleri vb. dir. Bunlara ancak
özel teknikler (rüya analizi, hipnoz, serbest çağrışım) kullanarak ulaşılabilir.
Mesela; İnsanın alacağı borcunu değil vereceği borcunu unutması. İstenmeyen bir randevunun
unutulması.
2-) Bahane Bulma (Mantığa Bürüme)
Kişinin başarısızlığını, gerçek nedenin dışındaki nedenlerle açıklaması veya mantıklı gösterme
çabasıdır. Kendini haklı çıkarma temeline dayanır.
Mesela; Derse geç kalan bir öğrencinin trafiğin yoğun olmasını örnek göstermesi. Verilen ödevi
yapamayan bir öğrencinin evde elektriklerin kesik olduğunu söylemesi. “Kedi uzanamadığı ciğere
mundar der.” atasözü bu mekanizmaya bir örnektir.
3-) Yansıtma (Başkasını Suçlama)
Yansıtma mekanizmasının 2 şekli vardır: Birinci şekilde; kişi kendisindeki olumsuz özellikleri veya
suçluluk duygusu uyandıracak düşünce ve isteklerini başkasında görmesi veya başkasına
yüklemek istemesi. Yani kişi kendisinin kötü özelliklere sahip olmadığını bu özelliklerin
başkalarında olduğunu söyler.
Mesela; Hırsızlığı alışkanlık haline getiren birisinin başkasını hırsızlıkla suçlaması. Yalan
konuşmayı alışkanlık haline getiren birisinin başkasını yalancılıkla suçlaması.
3-) Yansıtma (Başkasını Suçlama)
Yansıtma mekanizmasının ikinci şeklinde ise; kişi yetersizliğinin, başarısızlığının nedenlerini
başkalarında arar, yani burada kişi başkalarını suçlar.
Mesela; Gol yiyen kalecinin savunmadaki arkadaşlarına “bir adamı tutamıyorsunuz” demesi. Bir
futbol maçını kaybeden takımın başkanının suçu hakemlerde araması.
4-) Yadsıma (İnkar etme, Reddetme)
Benlik için tehlikeli olarak algılanan, sıkıntı ve bunaltı yaratabilecek bir gerçeği yok saymak veya
görmezlikten gelmektir. Birçok olumsuz deneyimlerimizi bilinçaltına atmakla kalmayız, aynı
zamanda bunları hiç yaşanmamış gibi yok sayarız. Öfke, kızma en çok yadsınan duygulardır.
Mesela; Öfkesi beli olduğu halde bireyin öfkeli olmadığını söylemesi. Bireyin ölüm döşeğindeki
annesinin öleceği fikrini kabul etmemesi. Sınavda kopya çekerken yakalanan bir öğrencinin
kopya çekmediğini söylemesi.
5-) Gerileme
Kendisi için olumsuz sayılabilecek bir durumla karşılaşan bireyin yaşına uygun olmayan ve
kendisinden beklenmeyen tepkilerde bulunmasıdır.
Mesela; Küçük kardeşini kıskanan bir çocuğun kardeşinin oyuncaklarıyla oynaması veya altını
ıslatması. Yaşlı bir kadının genç kızlar gibi giyinmesi, aşırı makyaj yapması. Birinden borç isteyen
ancak alamayan bireyin küsmesi.
6-) Özdeşim Kurma (Özdeşleşme-Taklit
etme)
Kişi kendisinde olmasını istediği özellikleri (başarı, dış görünüş vb.), bunlara sahip kişilerle
özdeşim kurarak sağlamaya çalışması veya başka kişi, kuruluşların başarısından kendine pay
çıkarmasıdır.
Mesela; Gençlerin ünlü kişilere özenerek onları taklit etmesi. Bir kardeşin abisinin gösterdiği bir
başarıyla övünmesi.
7-) Kaçma (Önemsememe)
Rahatsız edici durumlar karşısında, o olayı görmezden, bilmezden gelme halidir. Bu savunma
mekanizmasını sürekli kullanan kişinin kendine güveni kalmamıştır. Kişi aşırı duyarsızdır.
Mesela; Bir gencin, yer vermemek için otobüste yaşlı kadını görmezden gelmesi. Bir öğrencinin
derslerine karşı duyarsız olması. Yaramazlık yapan bir çocuğun annesinin kendisine seslenmesini
duymazdan gelmesi
8-) Karşıt Tepki Geliştirme
(İkiyüzlülük)
Gerçek duygularımızı göstermek için, içinde bulunduğumuz ortam uygun değilse, ortama uygun
davranışlar sergilememiz olayıdır. Yani bir kişinin gerçekte hissettiği duyguların tam aksi davranış
göstermesidir.
Mesela; Kardeşini kıskanan birinin çevrede onun koruyucusu gibi davranması. Nefret ettiği
patronuna işten atılma korkusu nedeniyle iltifatlar yağdırması. Bir üvey annenin komşularının
önünde çocuğuna sevmediği halde sevgi gösterileri yapması.
9-) Hayal kurma (Fantezi)
Ulaşılamayan arzulara hayal kurma yoluyla ulaşılarak bir bakıma ödünleme, telafi etmedir. Kişi
düş kurma yoluyla kendini olmasını istediği gibi düşler.
Mesela; Avukat olamayan birisi, avukat olmayı hayal eder, mahkemelere gider, duruşmalar
yapar. Bir gencin kendini ünlü bir pop sanatçısı olarak hayal etmesi.
10-) Ödünleme (Telâfi)
Kişinin kendisindeki bir eksiklikten dolayı veya bir alandaki başarısızlığından dolayı hissettiği
eksikliği, ezikliği başka bir alanda başarılı olma çabasıyla telâfiye çalışmasıdır.
Mesela; Derslerinde başarısız olan birinin okul takımında başarılı olmaya çalışması. Âşık Veysel’in
körlük nedeniyle hissettiği eksikliği ozanlıkla kapaması.
11-) Polyannacılık (Tatlı limon-Aşırı
İyimserlik)
Her başarısızlıkta başarılı yanlar arama, olayın iyi taraflarını görmedir.
Mesela; Kitap okuma alışkanlığı olmayan birinin gözlerinin bozulmaktan kurtulduğunu
söylemesi. Trafik kazası sonucu arabası zarar gören birisi “cana gelen mala gelsin” demesi.
12-) Yüceltme
Yani güven duygusu, özellikle annelerin bebeklerin beklenti ve gereksinimlerini düzenli olarak
gidermeleri halinde oluşur. Çocuk hem kendine hem çevresine güven duyacaktır. Çocuk bu
güven duygusunu daha sonradan tüm yaşamına genelleyecektir. Güven duygusu yaşamın ilk bir
yıllık süreci için kritik dönemdir.
Özerkliğe Karşı Kuşku ve Utanç (2 – 3 Yaş)
Bu dönem oyun dönemi olarak da adlandırılmaktadır. Çocuğun yürümeye ve konuşmaya başlaması
ile annesine olan bağımlılığında azalma olur. Çocuk özerk bir şekilde davranıp bağımsız eylemlerden
zevk almaya başlar.
Çocuğa kendi eylemlerini kontrol etme imkânı verilmesi ve bu tür eylemlerinden dolayı çocuğun ağır
şekilde cezalandırılmaması çocuktaki özerklik duygusunun gelişmesini sağlayacaktır. Anne-baba,
çocuğun bu eylemlerinde destekleyici ve yönlendirici olmalıdır. Kendi kendine yemek yeme,
eşyalarını toplama, giyinme ve soyunma, giysisini seçme gibi davranışlarda çocuk teşvik edilmelidir.
Böylece çocukta bağımsızlık duygusunun temelleri atılır. Anne-babanın aşırı kontrolcü olması,
çocuğun kendi kapasitesi hakkında kuşkuya düşmesine ve utanç duymasına neden olacaktır.
Girişimciliğe Karşı Suçluluk (4 – 6 Yaş)
Bu dönemde çocuk çevresindeki olanlara daha duyarlı hale gelmiştir. Çocuk çevresindeki olayları
anlayabilmek için sık sık sorular sorar. Çocuk enerjisini çeşitli etkinliklerle ortaya koymak ister.
Fakat ciddi düzeyde artan girişkenlikle birlikte, problemli davranışlarda da aynı oranda ciddi bir
artış görülür. Çünkü bu dönemde çocuğun kas-zihin koordinasyonu ve ahlaki sistemi yeterince
sağlanamamış ve gelişmemiştir. Bu nedenle çocuğun var olan enerjisinin olumlu hedeflere
yöneltilmesi önemlidir.
Çocuğu sorduğu sorular yüzünden azarlamak, cezalandırmak ve araştırma çabalarının önüne
geçmek çocuktaki girişimcilik duygusunu köreltecek ve kendini suçlu hissetmesine neden
olacaktır.
Başarıya Karşı Aşağılık (Yetersizlik) (6-12
Yaş)
Bu dönemde çocuk oyun oynamak yerine, bir şeyler üretmek, yaptığı işlerde başarılı olmak
isteyecektir. Yaptığı işlerde beğeni toplamak, arkadaşları ve yetişkinler tarafından takdir edilmek
isteyecektir. Yaptığı işlerde başarılı oldukça kendisine güven duyacak, kendisine olan güveni
arttıkça da çalışma ve başarılı olma güdüleri artacaktır. Aksi halde aşağılık ve yetersizlik
duygularına kapılacaktır.
Bu dönemde çocuğu evde veya okulda başkalarıyla kıyaslamak (çalışkan veya tembel),
çocuklardan yetenekleri üzerinde başarı talep etmek olumsuz benlik gelişimine sebep olur. Bu
nedenle sonuca değil, çocuğun yaptığı çabaya vurgu yapmak ve çocuğa yetenekleri ölçüsünde
sorumluluklar vererek cesaretlendirmek gerekmektedir.
Kimlik Kazanımına Karşı Rol
Kargaşası (12-18 Yaş)
“Ben kimim” sorusunun sorulduğu ve kimlik arayışının yoğunlaştığı dönemdir. Birey kendi ilgi ve
yetenekleriyle ilgili uyumlu bir kimlik duygusu geliştirmişse, gelecek yaşamıyla ilgili kararlarını
başarılı şekilde vermeye başlamış, kendine özgü bir değerler sistemi oluşturarak kişisel ve
mesleki planlar oluşturabilmiş demektir. Kimlik krizi ise, bireyin bu türden kararlar alamamış ve
gelecekle ilgili herhangi bir plan yapmamış olmasını betimler.
Ergen birey, kimlik kazanma sürecinde bir yandan toplumca genel kabul görmüş değer ve
amaçlarla karşı karşıya kalması, diğer yandan vücudundaki hızlı fizyolojik gelişimin sebep olduğu
değişimlerle baş etmek zorunda olması, öte yandan aileden bağımsızlık kazanma isteği ve
cinsiyetine-yaşına uygun yeni roller edinmesi, ergen için önemli sorun teşkil etmektedir. Bütün
bunlar ergenin düşünsel ve duygusal yapısında, köklü bir değişime sebep olur.
Ergen birey, kimlik kazanma sürecinde sık sık çevresinde güvendiği kişiyi kendisine model alır.
Ergenin sağlıklı bir şekilde kimliğini kazanmasında, çevresinde uygun özdeşimler kurabileceği
(model alabileceği) yetişkinlerin bulunması önem taşır. Ayrıca ergen birey, kendini toplumda
kabul ettirmek amacıyla akran arkadaş gruplarına yönelir. En yoğun ilişki kurduğu kişiler akran
gruplarıdır. Bu nedenle akran grupları içinde sevilen ve yetişkinler tarafından onaylanan
ergenler, kimlik gelişiminde başarılı olurlar. Aksi halde birey, kimlik/rol kargaşası yaşar.
Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık veya
Uzaklık (18 – 30 Yaş)
Bu dönemde birey kimlik arayışı çabalarını aşmış, artık çevresindeki kişilerle yakın ilişkiler
kurmaya, dostluk ve sevgi ilişkilerine girmeye ve sorumluluk almaya hazır hale gelmiştir.
Ergenliğe göre çevresiyle daha iyi ilişkiler kurabilme seviyesine gelmiştir.
Bu dönemde birey karşı cins ile geleceğe ve evliliğe yönelik yakın ilişkiler kurmayı ister. Aynı
zamanda bu yaşta kendi kişiliğine ve yeteneğine uygun meslek seçme eğilimi de vardır.
Eğer birey evlilik, arkadaşlık kurma veya meslek seçimi gibi konularda başarısız olursa ve yakın
ilişkilere geçemiyorsa yalnızlığa düşer. Bu nedenle diğer insanlarla bütünleşme ve toplumsal
kabul görme bu dönemin kritik özelliğidir. Yalnızlık (yalıtılmışlık) karmaşası kalıcı ve güvenilir
dostluklarla aşılabilir.
Üretkenliği Karşı Durgunluk (30 – 60 Yaş)
Bu dönemde birey, üretken ve yaratıcıdır. Birey gerek kendisi için (anne-baba olmak, çocuk
yetiştirmek), gerekse çevresi ve toplum için yararlı işler yapmak ister. Bu dönemde bireyin
üreticilik işlevini yerine getirmesinde, genç kuşaklara rehberlik etmesi önemli bir yer tutar.
Üretkenlik işlevini yerine getiremeyen bireyde hiçbir işe yaramama duygusu gelişir. Böylece
birey de durgunluk dönemine girer, çevrelerine karşı kayıtsız kalır ve aşırı bireyselleşir.
Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk (60 Yaş – Ölüm)
Daha çok emeklilik dönemine denk gelir. Bu dönemde birey geçmişini, yani tüm hayatını gözden
geçirir; bir nevi yaşam muhasebesi yapar. Verimli ve dolu bir yaşam geçirmiş, yaşamsal
amaçlarına ulaşmış olduğunu hisseden bireyler benlik bütünlüğünü muhafaza ederler. Bu sayede
birey güvenli, mutlu, çevresine ve kendine faydalı, sevgi dolu bir yapıya sahip olurlar. Böylece
birey ölümü kabullenebilmektedir.
Aksi durumda ise, hayatını boşa geçirdiğine inanan birey, hayatında değişiklik yapmak için çok
geç olduğunu düşünür. Bu nedenle kendine güvensiz, uyumsuz, sevgiden mahrum bir yapıya
sahip olurlar ve ölümü kabullenmede zorluk çekerler.
JAMES MARCİA’NIN KİMLİK
GELİŞİMİ KURAMI
Marcia, bireyin ergenlik döneminde dört kimlik statüsünün olduğunu
söyler. Statüleri belirleme kriteri ergenin karar verme gücüdür.
a) Başarılı kimlik statüsü: Başarılı kimlik statüsündeki birey,
kimlik krizini atlatmış ve bir kimliğe bağlanmayı
gerçekleştirmiş bir ergendir. Bu ergen, verdiği kararların
doğru olduğuna inanan ve kararlarından dolayı memnun
olan bir bireydir. Diğer insanların da kendilerini kabul
ettiklerine inanırlar. Net karar alırlar. Demokratik aile
ilişkileri vardır.
b) Ertelenmiş veya Askıya alınmış (moratoryum) kimlik: Kimlik
krizini atlatamamış (kimlik bunalımı yaşayan) ve çözüm yolu
bulamayan bireylerin sahip olduğu kimlik statüsüdür. Ergen
değişik kimlikler arasında bocalamaktadır. Kimlik oluşumunun
askıya alındığı, bir kararsızlık ve bekleme dönemidir.
Birey kalıcı tercihlerde bulunmadan önce bazı sosyal rolleri
denemiş veya sosyoekonomik nedenlerle kimlik tercihlerini
ertelemişlerdir. Bu nedenle kim oldukları, ne yapmak
istedikleri ve nelere önem verdikleri belirsizdir. Mesela; genç
kızların erken yaşta evlenmek istemeleri, erkeklerin askere
gitmek istemeleri, bireyin okulu bırakıp işe girmek istemeleri
c) Bağımlı (İpotekli, Erken Bağlanma) kimlik: Bu kimlik
statüsüne sahip birey, kendisiyle ilgili hayati önem taşıyan
konularda karar alma girişiminde bulunmaz. Kimlik
konusundaki tüm kararları anne-baba veya otorite olarak kabul
edilen diğer kişiler alır. Ergen birey, kendisiyle ilgili başkasının
verdiği kararları kabul etmiştir ve benlik arayışına girmez. Birey
kendisi için belirlenen kimliğe girer. Mesela; bireyin istemediği
halde babasının istediği siyasi partiye oy vermesi, sevmediği
halde anne-babasının seçtiği kişi ile evlenmesi
d) Dağınık (Kargaşalı) Kimlik: Bu kimlik statüsüne sahip bireyler, bir kimliğe
bağlanmaktan kaçınırlar. Kimlik edinme konusunda bir girişimleri olmadığı gibi,
bu durum onları rahatsız da etmez. Bu kimlik statüsündeki bireyler, bir kimlik
krizi yaşamazlar, bağlanma da gerçekleşmemiştir ve meslek seçimleriyle ilgili bir
güdüleri ve endişeleri de yoktur. Özellikle yönlendirmenin ve etkileşimin zayıf
olduğu aile tiplerinde bu kimlik görülür.
Olumlu Olumsuz
Kriz
(Bunalım)
+ + - -
Çözüm
(Bağlanma)
+ - - +
SANDRA BEM’İNCİNSİYET
ROLLERİ
Cinsiyet rolleri insanların sahip oldukları cinsiyete kadın ya da erkek olmalarına göre toplum
tarafından belirlenen rollerdir. Cinsiyet biyolojik olarak, rol ise kültürün etkisini temsil eder.
Sandra Bem (1981) bireyleri kadınsı ve erkeksi özellikleri barındırma bakımından dört gruba
ayırmıştır.
a) Kadınsı: Kadınsı özellikleri daha çok, erkeksi özellikleri daha az
taşıyanlardır.
Özben, yapı olarak "iyi"ye yöneliktir. Kötü olarak nitelendirilen tutum, düşünce ve davranışlar temel
ihtiyaçların doyurulmaması ve engellenmesi sonucu oluşur.
2-) Benlik bilinci (Benlik tasarımı): Kişinin kendisi hakkındaki düşünceleri ve algılamalarıdır.
Benlik tasarımı kişinin kendi görüşüne göre özelliklerinin, yeteneklerinin, duygu, düşünce, inanç
ve tutumlarının dinamik bir görüntüsüdür.
Benlik tasarımı dinamik bir yapıya sahiptir, yani kişinin yaşantılarına bağlı olarak değişebilir.
Kişinin benlik tasarımı gerçek yaşantılarına uygun olduğu sürece kişi kendisiyle uyumludur.
3-) İdeal Benlik: Bireyin olmak istediklerine ilişkin görüşleri onun ideal benliğini oluşturur. İdeal
benlik bireyin sahip olmak istediği özellikleri anlatır.
4-) Benlik saygısı (özsaygı): Benlik bilinci ile ideal benlik arasındaki fark bize bireyin benlik saygısı
hakkında bilgi verir. Eğer bu fark yüksekse benlik saygısı düşük, bu fark az ise benlik saygısı
yüksektir.
5-) Ayna benlik (ayna teorisi): Kişinin kendi benliğini başkalarının ona ilişkin düşünceleri,
değerlendirmeleri ve ona yönelik tepkileri temelinde algılamasıdır. Bu teori “Başkalarının
gözünde neysem, oyum!” şeklinde ifade edilir.
Rogers öz saygının gelişmesi için çocuğun olduğu gibi kabul edilmesi gerektiğini söylemektedir.
Rogers ’a göre tek bir güdü vardır bu güdü de kendini gerçekleştirme güdüsüdür. Kendini
gerçekleştiren kimse kapasitesini tam olarak kullanan kimsedir.
Kendini gerçekleştiren birey yaşantılara daha açıktır, varoluşsal bir hayat sürer, güven duygusu
yüksektir ve kendindeki bütün özellikleri tam olarak kullanır
MASLOW’UN KİŞİLİK GELİŞİM
KURAMI
Maslow her insanın değerli, kendine özgü, duyarlı ve iyiye yönelik bir özbene sahip olduğunu
savunur.
Olanaklar sağlandığında, her insanın doğuştan getirdiği gizil güçlerinin farkına varacağını ve
eninde sonunda kendini gerçekleştireceğini savunur.
Temel Özellikleri:
İhtiyaçlar evrenseldir, her yerde aynıdır.
Hiyerarşik sıra gösterir.
Üst seviyedeki ihtiyaçların çıkması için nispeten alt seviyedeki ihtiyaçların doyurulması gerekir.
Kendini gerçekleştirme yaşam boyu devam eder.
Alt düzey ihtiyaçlar insanların hayatlarında daha çok yer kaplar.
Kendini Gerçekleştiren Kişinin Temel Özellikleri
Kendini ve başkalarını olduğu gibi kabul eder.
İnsanlığın ortak mutluluğu için sarf eder.
Gerçeği olduğu gibi anlar ve ona göre davranışlar sergiler.
İçten ve dürüst davranışlar sergiler.
İnsanlarla sağlıklı iletişim kurar.
Kültürel değerlerin sorgulanmadan benimsenmesine karşıdır.
ANNE – BABA TUTUMLARI
Anne – babaların çocuklarını yetiştirirken gösterdiği tutumlar çocukların kişilik gelişimlerini
etkiler.
İtici (Reddedici) Tutum: Çocuklarını istemeyen, çocuklarına kötü davranan
ve düşmanca davranışlar sergileyen anne babalardır.
İtici aile ortamında büyüyen çocuklar sevgiden yoksun bir ortamda büyüdükleri için
çevrelerinde bulunan insanlara karşı da sevgi duymayı bilmezler. Her an kin ve nefret duyguları
yaşarlar. İnsanlara karşı hoşgörülü olmazlar. Kendilerine iyi davranan ve sevgiyle yaklaşan
insanlara karşı hep şüpheyle yaklaşırlar. İnsanlarla iyi ilişkiler kuramazlar ve arkadaş bulmakta
zorlanırlar.
Yetkinci (Mükemmeliyetçi) Tutum: Çocuklarına başarılı olmaları
için aşırı baskı yapan ve çocuklarının herkesten başarılı olmalarını isteyen anne babalardır.
Aşırı koruyucu aile ortamında büyüyen çocuk, aşırı bağımlı ve özgüveni gelişmemiş bir kişilik sergiler.
İç denetimi gelişmemiştir, daha çok dışsal denetime tabidir. Yani tek başına kararlar alamaz, nerede,
ne zaman, ne yapacağını bilemez. Sosyal ortamlara kendini kabul ettirmekte zorlanır.
Aşırı Hoşgörülü ve Şımartıcı Tutum (İzin Verici
Tutum): Çocuklarına karşı aşırı hoşgörü ve şımartıcı olurlar. Aşırı koruyucu anne
babalardır.
İzin verici aile ortamında büyüyen çocuklar genellikle tutarsız, bencil ve şımarıktırlar. Devamlı
birilerinden hizmet beklerler. Her isteklerinin yapılmasını beklerler.
Tutarsız Tutum: Dengesiz ve tutarsız anne babalardır. Anne ve babalarının görüş
ayrılığından dolayı çocuklarına karşı değişken davranışlarda bulunmasıdır.
Böyle bir aile ortamında büyüyen çocuklar, tutarsız bir kişilik sergilerler. Karar vermede güçlükler
yaşar. Kaygılı ve kendine güvensiz bir kişilik sergiler. Ya aşırı isyankâr ya da aşırı boyun eğici olurlar.
Otoriter (Baskıcı) Tutum: Anne ve babalar belirlediği kuralları çocuklarına
çok katı bir şekilde uygulatır. Çocukların istekleri göz ardı edilir.
Otoriter aile ortamında büyüyen çocuklar kendine güveni olmayan, çekingen, pasif, korkak,
mutsuzdur. Dıştan denetimlidirler, yani başkalarının kendisini yönlendirmesini beklerler.
Başkalarına güvenmezler.
Demokratik Tutum: Çocuğa karşı demokratik bir yaklaşım içerisinde bulunan sağlıklı
bir anne baba tutumudur. Bu anne babalar çocuklarına hoş görülü, güven verici ve destekleyici bir
tutum içerisindedirler.
Demokratik aile ortamında büyüyen çocuklar kendilerinden memnun, kendine güvenen, girişken,
bağımsız, gerçekçi, arkadaş canlısı, sosyal ve kendilerine saygıları yüksek bir kişilik sergilerler.