You are on page 1of 16

Saksafoncu Albert Ayler ve trompetçi Don Cherry, 1950’li ve 1960’lı

yıllardaki ikonoklastik başarıları sayesinde caz müzisyenleri arasında önemli bir


yere sahiptir. “Avangart”, ya da bir oksimoron olmasına rağmen “serbest caz”
olarak kategorilendirilen müzikleri zamanında Amerikalılar tarafından çok da
iyi karşılanmamıştır. Ancak müzikal değişim ve yeniliğe açık olan başka yerler
de vardı. Ayler ve Cherry kendilerini sonunda Avrupa’da bir caz sürgününde
buldular, ancak çalışmalarına gereken dikkati de kazanmışlardı. Cleveland
sokaklarında albümlerini satamayan Ayler, Avrupa’da bir kayıt teklifi almıştı.
Gördükleri bu ayrımsal kabulü ve sanatçıları şekillendirişini incelediğimiz
sırada, Amerika’nın kendi ürettiği sanatsal ürünlere olan inancına dair sorular
ortaya çıkıyor. Ayler konusunda ilk ilgimi çeken şey ikimizin de ortak geçmişi
olan Cleveland’da birlikte çaldığı insanlardan duyduklarım; Avrupa yolunda
yaşadığı derin kişisel düşünceler ve değerlendirmeler, Ayler’ın yaşadığı
durumlardan kaynaklanan diğer bir takım siyasi, toplumsal ve sanatsal sorunlar
oldu.
John Coltrane tarafından oldukça etkilenen ve Coltrane’in bizzat
yüreklendirdiği Albert Ayler, 1950’lerin sonunda bir blues grubuyla turneye
çıkmadan önce “Little Bird” olarak biliniyordu. Ayler orduya katıldı ve Özel
Kuvvetler bandosunda çaldı. Bir süreliğine, Ayler ve Beaver Harris birlikte
çaldı, en yakın kasaba olan Louisville’de birkaç iş aldılar, daha sonra Ayler
Avrupa’nın yolunu tuttu. Evi New Orleans’taydı, ancak sıkça yolu Paris’teki
çeşitli kulüplere düşüyordu. Ornette Coleman gibi, o da “Siyahilerin kendini en
iyi ifade etme şeklinin bu enstrümanda olduğunu” düşünüyor, bu çıkarımların
etnik ve sosyolojik kökenlerine derinlemesine dalıyordu. Görünüşe bakılırsa:
“Tenor saksafonda gettonun bütün hislerine ulaşabiliyordunuz”. Eğer Valerie
Wilmer’ın sağladığı veri doğruysa, bu durum Albert Ayler’ın uyum sağlaması
gereken bir durumdu ve zor bir pozisyondu.
1950’lerde tüm siyahilerin gettoda yaşadığı varsayımı hakimdi, ancak
Albert, Cleveland’ın varlıklı bir bölgesi olan Shaker Heights, Ohio’da
yaşıyordu. Valerie Wilmer’a göre, “Albert Ayler 13 Temmuz 1936’da
Cleveland, Ohio’da doğmuştu, iki çocuktan en büyüğüydü. Ailesi ırkların
karışık olarak yaşadığı nispeten sevimli Shaker Heights’ta yaşıyordu. Ancak
Shake Heights sevimli bir yaşam bölgesinden fazlasıydı, bir getto bölgesi yoktu:
hiç olmamıştı. Bölgeye ilk olarak 1830 yılları civarında radikal derecede tutucu
bir Protestan mezhebi olan Quaker’lar yerleşmiş, İngiltere’deki Reform’dan
sonra Quaker’lar, Seeker’lar, Leveler’lar ve Muggletonian’lar da yerini almıştı.
Shaker’lar cinsel birleşmeye inanan bir mezhep değildi, bu yüzden zamanla
aralarına katılan insanlar azaldı ve sonunda yok oldular. 20. Yüzyılda hayatta
kalan çok az sayıda Shaker vardı. Shaker’lar mimarileri ve mobilyaları
konusunda uluslararası bilinirliğe sahipti, bu yüzden Shaker Heights
Amerika’nın önemli tarihi yerlerinden biridir.
Shaker Heights şehri Van Sweringen kardeşler tarafından, yüzyılın
sonlarında ortaya çıkan gettoların oluşumunu engelleyecek şekilde
tasarlanmıştı. 1929 yılındaki borsa çöküşünden önce emlak büyüklerinden olan
Van Sweringen kardeşler aynı zamanda Cleveland’ın merkezindeki Empire
State binasını andıran Terminal kulesini de inşa etmişlerdi. Terminal kulesi bir
ulaşım ve ticaret merkezidir, yakın zamanda da mağazalar, restoranlar ve küçük
stantlara ev sahibi olacak şekilde yeniden restore edilmiştir.
Shaker Heights kendi özel demiryolu sistemine sahipti, yolcular
Cleveland’ın gettolarına uğramadan, özelleştirilmiş tren aracılığıyla doğrudan
Terminal kulesine gidebiliyordu. Daha önce görülmemiş sayıda göçmen
Cleveland’ın etnik mahallelerinde toplanıyordu ve çoğu da sanayicilerin
fabrikalarında çalışıyordu.
Shaker Heights’taki ortalama bir ev küçük bir kaleyi andırıyordu,
birçoğunda hizmetçilerin yaşadığı ek evler vardı. Bu bilgilerin ışığında, Ayler’in
bu sözde “getto” hissiyatını nereden aldığını merak ediyorum. Ayler John
Adams Lisesinde golf şampiyonuydu ve o zamanlar siyahiler sadece golf
sahalarına malzemeci olarak girebiliyordu. Daha önceleri duyduğum bir
dedikoduya göre Ayler, Rawlings Junior lisesinin karşısındaki Rawlings
bulvarında oturuyormuş. Albert ve Don Ayler’i tanıyan, Casino Royale caz
kulübünün sahibi Samuel Benford’a göre Shaker Heights’a taşınmadan önce
Albert kısmen de olsa gettoda büyümüştü. Eğer Ayler bir zamanlar Rawlings
bulvarında yaşadıysa, bu yaşadığı getto hissini açıklar, ancak sadece Shaker
Heights’ta yaşayarak bu hissi yaşadığını sanmıyorum. Belki de Ayler’i
doğumundan beri tanıyan birileri bu konuya açıklık getirebilir, çünkü şu anda
elimizdeki bilgiler Wilmer’in geniş şekilde kabul görmüş verileriyle çelişiyor.
Avangart müzik önem kazanıyordu; Ayler, Coltrane’in yaptıklarını
dinlemeye başlamıştı ve yaklaşımından etkilenmişti. “Danimarka ve İsveçi
ziyaret etmişti, İsveç her zaman siyahi müzisyenlere dostça davranan bir
ülkeydi; yaptığı deneyler burada saygıyla karşılanmıştı, dönüşte ordudan
ayrılmaya karar verdi. 1961 yılında Kaliforniya’da ordudan ayrıldı.”
Ayler eve döndüğünde avangart müziğini Cleveland’da çaldı, ancak
“devrimci düşünceleri çoğu müzisyen tarafından inançsızlık ile karşılandı.
Lloyd Pearson’a göre ordu Ayler’in zihnini bir şekilde etkilemişti ve
muhtemelen ordu hizmeti boyunca enstrümanına dokunmamıştı. İzleyici,
müzisyenler; hepsi tarafından reddedilmişti”
Ayler kendi yaşadığı yerde reddedilmekten sıkılmıştı, böylece
müziğinin kabul edildiği Avrupa’ya gitmeye karar verdi. “Annesine müziğinin
anlaşılacağı bir yere gitmek istediğini söyledi, ancak o zamanlar kendi kendini
bile zor anlıyordu. İsveç’e dönebilecek kadar para biriktirdi, orada geçirdiği
sekiz ay boyunca ticari bir grup ile turnedeydi.” Bengt Nordstrom ona ilk kez
müziğini kaydetme teklifini yapan kişiydi, o da Stockholm Müzik
Akademisi’nde 25 Ekim 1962’de bunu yapmayı kabul etti. Üç ay sonra
Kopenhag’da Danimarka Radyosu için bir yayına katıldı, bu yayından bir albüm
daha ortaya çıktı. Ayler’ın şansına o zamanlar Don Cherry de Avrupa
turnesindeydi, Sonny Rollins ile çalan Cherry bir performansları sonrası sahne
arkasında Ayler ile tanıştı. Albert Ayler ve Don Cherry Jazzhus Montmartre’da
Don Byas ve Sonny Rollins’i dinlemeye gittiler: sonucunda birlikte çaldılar.
“Trompetçiyi deneyimli saksafoncu ile çalmaya davet etmişlerdi, sonra Ayler
herkesi ürküten bir “Moon River” yorumu çaldı. Daha sonraları Ayler ve Rollins
birçok performansta birlikte çaldılar ve birbirilerini etkilemişlerdi.” Ayler’a ilk
çalma şansı veren tanınmış müzisyen avangart piyanist Cecil Taylor olmuştu,
ancak çalacak çok fazla yer bulamadıkları için bu iş de uzun sürmedi. Ayler
Cleveland’dayken zar zor iş bulabiliyordu, “kulüplere kolunun altındaki
saksafonla giderdi, kendi kasabasındaydı ancak yalnız bir adamdı. İsveç’ten
yanında elli kopya Something Different albümünü getirmişti, sokakta onları
satmaya çalışıyordu. Hatırı sayılır bir kişisel şöhreti vardı, ancak çoğunlukla
kıyafetleri müziğinden daha çok olumlu yorum alıyordu. Ayler 1963 yılında
New York’a taşındı, Ornette Coleman ile çalıyorlardı, Coleman kayıtlarda
trompet çalıyordu. O zamanlar siyahi müzisyenler iş bulmakta ve kayıt
yapmakta güçlük çekiyordu, ellerine geçen bütün fırsatları değerlendirmeleri
gerekiyordu, bu yüzden “Danimarka’dan gelen bir sonraki telefonda ona tek yön
bir bilet teklif edilmişti. İstemeden de olsa şartları kabul etti çünkü “Amerikan
zihinli insanlar” hala Ayler’in gördüklerini görmekte isteksizdi ve artık gitmesi
gerekiyordu. Kendi evinde müziğini dinletebileceği neredeyse hiçbir fırsat
yoktu, bu ona yeni bir fırsat tanımıştı.” Ayler’a turnede Gary Peacock, Sonny
Murray ve Don Cherry eşlik etti, ek olarak Hollanda ve İsveç’te çaldılar. Bu süre
zarfında John Coltrane Ayler’in müziğine ve kariyerine dikkat kesilmişti.
Coltrane Ayler’a prestijli bir kayıt şirketi olan Impulse Records’da bir kayıt
sözleşmesi almasını sağladı. Coltrane’in Ayler’a finansal olarak yardım
etmesinin dışında, ikisinin arasındaki ilişki çok özeldi. Sürekli telefon ve telgraf
yoluyla konuşuyorlardı ve Coltrane bu genç adamdan yoğun bir şekilde
etkilenmişti. Ayler’in Ghosts ve Spiritual Unity albümlerini dinledikten sonra
Coltrane avangart bir bandoyla Ascension albümünü kaydetti. (East Teknik
Lisesine gittiğim sırada okul sonrası sürekli dinlediğim bir albümdü. En iyi
arkadaşım ve komşum Norman Tidmore ile albümü bir güzel yıpratmıştık!)
Coltrane Ayler’i aradı ve dedi ki: “Bir albüm kaydettim ve senin gibi çaldım.
Albert’in cevabı ise şöyle oldu: Hayır dostum, anlamıyor musun, sen kendin gibi
çaldın. Sadece benim hissettiğimi hissediyordun ve bu ruhani birliktelik için bir
çığlıktı.”
“Coltrane’in son dileklerinden biri Ayler ve Ornette Coleman’ın
cenazesinde çalmasıydı.”
John Coltrane’in 17 Temmuz 1967’deki ölümünden sonra Albert Ayler, Don
Ayler, Richard Davis ve Milford Graves Coltrane’in cenazesi için çaldı.
Ayler “1968 yılında New Grass ve diğer Canned Heat gitaristi Henry
Vestine, Bill Folwell, Stafford James, Bobby Few ve Muhammad Ali ile yaptığı
kayıtlar için sert bir şekilde eleştirilmişti.” Ayler’in bu müziği kaydetmek için
gerekçeleri ne olursa olsun, albüm Witches and Devils’ın ihtişamından çok
uzaktaydı. Kariyerinin ortalarında Ayler’dan Fransa’da iki konserde çalmasını
istediler, neyse ki bu konserler canlı olarak kaydedilmişti. “These Nuits de la
Fountain Maeght konseri Saint-Paul de Vence’de gerçekleşti. Fransız kayıt
şirketi Shandar tarafından ölümünden kısa bir süre sonra yayınlandı.”
Depresyondan mustarip olan Ayler, 25 Kasım 1970’te New York’ta bir
köprüden atlayarak intihar etti, Amerika’da hiç kabul görmemişti.
1950’li yıllarda Ornette Coleman ile yaptığı kayıtlarla iyi tanınmış bir
caz müzisyeni haline gelen Don Cherry, Coleman’ın ilk yedi albümünde
çalmıştı. Cherry’nin kariyeri Ornette Coleman’ın “Something Else” albümünde
çaldıktan sonra yükselişe geçmişti, bu albüm 1958 yılında Contemporary
Records şirketinden yayınlandı. Bu albümü takip eden “The Shape of Things to
Come” ile Don Cherry temel avangart caz trompetçilerinden biri haline gelmişti.
Cherry’nin müzikal deneyler ile ilgili bir tutkusu vardı, zamanla flugelhorn,
boru, trompet ve bambu flüt gibi enstrümanları albümlerinde kullanmaya
başladı. Bana kalırsa John Coltrane ile olan albümü sıra dışıydı, bu albümdeki
harika düette Cherry gerçekten parladı: Ken Burns Cherry’nin Don Ellis kadar
yetkin olmadığını, zayıf bir Miles Davis taklitçisi olduğunu düşünüyordu,
Cherry’nin performansı ise onu haksız çıkardı: 1970’lerdeki deneysel
çalışmalarından keyif aldığımı söyleyebilirim. Cherry 1964’te Ayler ile
Avrupa’da çaldı, sonra İsveç’e yerleşti ve Avrupa’da çalmaya devam etti. Bu
zamanlarda caz Amerikan ana akımı tarafından halen kabul edilmemişti ve caz
sahnesi de kuruyordu. Neredeyse on yıl sonra, Amerikan plak şirketleri
Cherry’nin Avrupa’da yaptıklarına ilgi göstermeye başladı, böylece 1973 ve
1975 yılları arasında A&M ve Atlantic gibi kayıt şirketlerinin yayınladığı
çalışmalar yaptı. Cherry, Lou Reed gibi daha “popüler” müzik kişilikleri ve
türleriyle çalışmalar yaptığı sırada Almanya ve İngiltere’de çaldı. Reed
1970’lerde rock müziğin şaşırtıcı kötü çocuklarından biriydi, Cherry, Ayler’in
yolundan gitmiş ve “caz” olarak tanımlanamayacak şekilde çalmıştı. 1960’lar
ve 1980’ler arasında dünya devasa bir değişikliğe uğramış, müzisyenler de buna
uyum sağlamak zorunda kalmıştır. Belki de Ayler ve Cherry belli bir çizgide
durmak yerine bu değişikliklerden faydalanmıştır.
Afro-Amerikan caz müzisyenleri için göç etmek belirli bir ekonomik
sağlamıştı, ancak Albert Ayler’in durumunda olduğu gibi bazıları için çok uzun
sürmemişti. Geriye bakışta Ayler’in 1960’lardaki müziğinin gerçekten avangart
olduğunu söyleyebiliriz, müzisyenler ve müzisyen olmayanlar tarafından eşit
derecede reddedilmiştir. Ancak Cherry’nin müziği her iki gruba da hitap
edebilmişti, ve Ayler’in aldığı kadar güçlü eleştiri almamıştı. Bu belki de
Ayler’in yaşadığı ümitsizliği küçük bir şekilde de olsa açıklamaktadır.
Referanslar: Valerie Wilmer, As serious as your Life: The story of the new jazz (Westport: Lawrence
Hill & Company, 1980)

You might also like