You are on page 1of 301

K

ath
leen
Lo
ng
-G
ökk
usa
gın
ıY
aka
lam
ak
ak
lam
aka
Siz kendi gölgenizin esiri olmuşken,
başkasının hayatını nasıl aydınlatabilirsiniz?

ıY
Bir zamanlar tek derdinin fazla kiloları olduğunu düşünen
Bemadette Murphy, hayatın, yediği çikolata kadar tatlı olmadığını
gın
acı bir şekilde anlamıştır. Babasının ani kaybıyla kendini adeta bir
boşlukta bulurken, kocasının onu terk edişiyle içten içe
usa
savaşmaktadır. En yakın arkadaşının bir bebek beklediği gerçeği
ise onu adeta karanlığa sürüklemektedir.
ökk

Aslında acıya ve kalp ağrısına hiç de yabancı olmayan Bemadette,


-G

babasının ona bıraktığı şifreli cümlelerden oluşan bir defterle


kendine bir yol bulmaya çalışacaktır. Çözmeye çalıştığı her şifreli
cümle, yeni bir umut kapısıdır onun için. Ya bu umut kapısını
ng

aralarken gökkuşağının peşinden gidecektir ya da kendi gölgesine


hapsolacaktır...
Lo

Gökkuşağını Yakalamak, kabullenişi ve hayat sağanağında nasıl


ilerleyeceğimizi trajikomik bir dille anlatan etkileyici bir roman...
leen
ath
K
ak
g ö k k u ş a ğ ı n ı U a k a la m a k

lam
aka
Siz kendi gölgenizin esiri olmuşken,
başkasının hayatim nasıl aydınlatabilirsiniz?

ıY
Bir zamanlar tek derdinin fazla kiloları olduğunu düşünen
Bemadette Murphy, hayatın, yediği çikolata kadar tatlı olmadığını
gın
acı bir şekilde anlamıştır. Babasının ani kaybıyla kendini adeta bir
boşlukta bulurken, kocasının onu terk edişiyle içten içe
usa
savaşmaktadır. En yakın arkadaşının bir bebek beklediği gerçeği
ise onu adeta karanlığa sürüklemektedir.
ökk

Aslında acıya ve kalp ağrısına hiç de yabancı olmayan Bemadette,


-G

babasının ona bıraktığı şifreli cümlelerden oluşan bir defterle


kendine bir yol bulmaya çalışacaktır. Çözmeye çalıştığı her şifreli
cümle, yeni bir umut kapısıdır onun için. Ya bu umut kapısını
ng

aralarken gökkuşağının peşinden gidecektir ya da kendi gölgesine


hapsolacaktır...
Lo

Gökkuşağını Yakalamak, kabullenişi ve hayat sağanağında nasıl


ilerleyeceğimizi trajikomik bir dille anlatan etkileyici bir roman.
leen
ath
K
Gökkuşağını

ak
lam
aka
ıY
gın
usa
ökk

KATHLEEN
LONG
-G
ng
Lo

İngilizceden Çeviren
Buse Barış
leen
ath
K
ak
lam
aka
ıY
gın
usa
ökk

Hayatta gökkuşağının peşinden ya gidersin ya da gitmezsin.


Gökkuşağının peşinden gitmeye devam et...
-G
ng
Lo
leen
ath
K
ak
lam
Ö âi

aka
ıY
gın
azı insanlar arkalarında notlar bırakırdı. Bazılanysa
B
usa
günlükler... Bazen de gelecek nesiller için özenle sak­
lanmış hayat dersleri kalırdı geriye.
ökk

Babamsa bulmacalar bıraktı.


Sanki beynimin zorlanmasına ihtiyacım varmış gibi ta­
-G

sarlanmış kelime oyunlarıydı bunlar.


“Başka bir şey mi bekliyordun?” Annem, babamın göm­
lekleriyle kazaklannı düzenlediği yataktan başını kaldırıp,
ng

yüzünde belli belirsiz bir ifadeyle bana baktı. Yakası düğ­


Lo

meli pazen gömlekleri bir tarafa, bisiklet yaka kazaklarla


yelekleri başka bir tarafa ayırıyordu.
i
leen

Tek bir gün bile annem kadar düzenli olduğumu hatırla­


mıyordum.
ath

“Bir şey beklemiyordum,” diye yanıt verdim. Aslında


günün birinde babamın hayatını kaybedeceğini hiç um­
K

mamıştım.
Annem, babamın hırkalarının yanında duran çorap çek­
mecesini boşaltmaya başladı. “Kıyafetleri bağışlamak için
bundan daha iyi bir zaman olamazdı,” dedi.
Canlı bir ses tonuyla konuşsa da beni kandıramazdı. Dı­

ak
şarıdan bakıldığında tebessüm ederek olanları kabul'eder
gibi gözükse de ruhu en az benimki kadar paramparçaydı.

lam
Hiçbir şey beni, babamın geçen haftaki ani ölümü kadar
şaşırtamaz sanırdım. Ancak annemi burada oturmuş, baba­

aka
mın bağışlanacak kıyafetlerini ayarlarken bulmak, beni ger­
çekten şaşırtmıştı.

ıY
Aslında ‘şaşırmak’ pek de doğru kelime sayılmazdı.
Ürkütmüştü. Üzmüştü. Serseme çevirmişti.
gın
Bunlar, hissettiklerimi daha net yansıtıyordu.
Annemle birlikte, ana atardamar yırtılması yüzünden
usa
hastanede yatan babamın başında oturup, on iki saat bo­
yunca onun bizi terk edişini izlemiştik. Ardından, içinde
ökk

babamla birlikte elliden fazla yıl geçirdiği evine geri götür­


-G

müştüm annemi.
Hiçbir şey söylemeden arabanın camından öylece dışa­
rıyı seyretmişti. Annemin canından bir parçanın gittiği her
ng

halinden belliydi. Tüm isteğime rağmen artık onu iyileşti-


remezdim.
Lo

“Sana iyi bakacağım, anne.”


“Ben kendime bakabilirim,” diye yanıtlamıştı.
leen

Verdiği kısa cevaptan kararlı olduğu anlaşılıyordu. İçin­


deki kuvvet, onu kolay kolay yıkılmayan kadınlardan biri
ath

yapmıştı. Annem her zaman güçlü, özgüvenli ve geleneksel


bir kadın olmuştu.
K

O, hayat için mücadele edebilen biriydi.


Belki de babamın kıyafetlerini düzenlemek, gerçekle
başa çıkmasına, hayatta kalmasına yardımcı oluyordu.
Öte yandan ben, tutunabileceğim herhangi bir dal arıyordum.
Dikkatimi yeniden babamın defterine vererek tane tane
yazılmış harfleri incelemeye başladım.

ak
“Bemadette?”

lam
Başımı defterden kaldırdım ve annemin hüzün dolu göz­
lerine baktım.

aka
“Ryan nerede?” diye sordu.
Üç hafta önce kocamdan ayrılmam ve hakkında tek ke­

ıY
lime etmemem affedilmez bir şey miydi? Ryan cenaze bo­
yunca hep yanımda durmuştu. Bu yüzden ona gönül bor­
gın
cum vardı, evet, ama daha fazlası değil.
‘‘Çalışıyor, anne.”
usa
“Çok çalışıyor,” diye sorgulayan gözlerle cevap veren
annem, yatağın üzerindekilere dönüp bordo renkli bir hır­
ökk

kayı kenara ayırdı.


-G

“Ne demezsin,” diye geveledim.


Ardından adımın altına kısa bir cümle iliştirilmiş def­
terin kapağını inceledim. Kelimeleri onun ağzından duyar
ng

gibi olunca, yüzümde bir gülümseme belirdi. Hayatım bo­


yunca pek çok kez duymuştum bu cümleleri.
Lo

Hayatta gökkuşağının peşinden ya gidersin ya da gitmezsin.


Bana başka ne cümleler bırakmıştı acaba? Defterdeki
leen

bulmacalan çözünceye dek bunu öğrenemeyecektim.


Bulmacalar. Şifrelenmiş harfleri görmek, babamın ölü­
ath

münden beri içimi dolduran soğukluğu ısıtıvermişti. Bu ne­


denle gülümsememe engel olamamıştım.
K

Bir zamanlar üniversite, iş, evlilik ve gerçek hayat yok­


ken, her sabah babamla birlikte mutfak masasında gazete­
nin günlük bulmacasını çözme yarışı yapardık. Harflerin
dokusunu incelemede bir uzman olduğundan ve nereden
başlayacağını bildiğinden genellikle o kazanırdı. Yine de
neredeyse onun kadar hızlı olduğum zamanlar da olmuştu.

ak
Neredeyse.

lam
Annem bir çorabı diğer tekinin içine geçiriyor, bir zaman­
lar babamın giydiği san burunlu çorapları bir yabancı için

aka
özenle katlıyordu. Yaptığı işten başını kaldırmadan, “Eminim
baban da yeterince zamanı olduğunu düşünüyordu,” dedi.

ıY
Sesime güvenemediğimden, sadece gözümü kırpmakla
yetindim.
gın
Babamla birlikte bir sabah daha geçirmek için neler ver­
mezdim.
usa
Annem hafifçe başını iki yana sallayarak, “Böyle ufak
bir defteri olduğunu bile bilmiyordum,” dedi.
ökk

Ama ben biliyordum. Yanlış hatırlamıyorsam yazabildi­


ği tüm hikâyeleri, şakaları, maceraları, efsaneleri yazmasını
-G

ben istemiştim ondan.


Bugünün geleceğinin hep farkındaydım. Bir gün o da
ng

aramızdan ayrılacaktı. Sadece bu kadar ani olabileceğini


düşünmemiştim.
Lo

Anlattıklarını unutmamak adına ondan yazmasını iste­


miştim.
leen

O ise bana bulmacalar bırakmıştı.


Defteri göğsüme bastırarak annemin yataktan kalkıp ko­
ath

ridora doğru gidişini izledim.


“Gidip sandviç yapayım,” dedi.
K

“Babamın gömleklerinden birini alabilir miyim?” diye


sordum titrek bir sesle.
Annem yumuşak bir ifadeyle başını olumlu anlamda sal­
layarak, “Pazenlerden ikisini ayırdım,” diye yanıt verdi.
Annem odadan çıktıktan sonra yatağın köşesine otur­
dum. Defteri kucağıma yerleştirerek duvardaki aile fotoğ­

ak
raflarıyla yatağın üzerindeki kıyafetlere baktım. Ardından

lam
defteri kenara koyup ayağa kalktım ve babamın çalışma
odasına doğru ilerlemeye başladım.

aka
Köşede her zaman fazladan bir çift gözjük, bozuk para
ve saatini koyduğu sehpa duruyordu. Her bir parça tıpkı ge­

ıY
çen hafta, geçen ay, geçen yıl olduğu gibi aynıydı. Tek bir
şey dışında...
gın
Bu sefer babamın alyansı da eşyaların arasındaydı.
Alyansını bir kez olsun parmağından çıkarttığını görme­
usa
miştim. Evlilik yıllarından geriye kalan izlere dokunmak
ökk

adına yüzüğe uzandım.


Gözlerimi kapayıp, babamın bir daha o odaya girmeye­
-G

ceğini bilmeme rağmen, her an içeri girebileceğini hayal


ettim umutsuzca.
“Bemie, öğle yemeği!” diye seslendi annem alt kattan.
ng

“Birazdan oradayım.”
Lo

Yüzüğü öpüp sehpaya geri koyduktan sonra geri dö­


nüp babamın en sevdiği ekoseli gömleğiyle bıraktığı
leen

defteri aldım. Babamdan bana kalan her parça eşya için


minnettardım.
ath

Eminim baban da yeterince zamanı olduğunu düşünüyordu.


Hepimiz öyle düşünmüyor muyduk?
K

En yakın arkadaşım telaşla beni aradığında kendi evime git­


meye çalışıyordum. Arkadaşım iki hafta geciktikten sonra
bir hamilelik testi almıştı. İyi haber menopoza girmediğiy­

ak
di. Kötü haber de menopoza girmediğiydi.
Diane’in jinekologu bir şekilde randevularını ayarlayıp

lam
onu araya alınca, ben de kızı Ashley’yi okuldan almaya gö­
nüllü oldum.

aka
Cenaze için aldığım izin bu sabahtan itibaren bitmişti.
Ashley’yle vakit geçirmek beni bu gerçeklikten uzaklaş­

ıY
tıracaksa, neden olmasındı? Ruh halimi canlandıracak eğ­
lenceli gençlik öyküleri anlatmak, Ashley’nin çok başarılı
gın
olduğu bir konuydu. Aynca onunla vakit geçirdiğim zaman­
larda son dönemin konuşma tarzını da öğreniyordum.
usa
‘Konuşma tarzı’ kelimelerinin bunu doğru ifade ettiğin­
den emin olamayarak kaşlarımı çattım.
ökk

“Baban için üzgünüm.”


-G

Yanımda oturan genç kız, konuşurken arabanın camın­


dan dışanyı seyrediyordu. Patavatsız olabilecek kadar genç,
konudan rahatsız olabilecek kadar olgundu.
ng

Yüzünü bana doğru dönerek, “Kalbi nasıl yırtıldı?” diye


sordu.
Lo

Görünüşe göre sorusu göz kontağı kurmayı gerektiri­


yordu. Kırmızı ışıkta yavaşlayınca Ashley’ye baktım. Bir
leen

zamanlar bu çocuğun bezini değiştiriyordum. Şimdi uzun


sarı saçları ve diş telleriyle yanıma oturmuş, merakla göz­
ath

lerime bakıyordu.
Bir anda gözümün önüne Diane’in bu yaştaki hali gel­
K

di. Saçlarının kızıl olduğunu saymazsak, Diane de böyle


narin bir yapıya sahipti. Bense orantısız vücut hatları, saç
düzleştiricileri ve sıkı rejimlerin arasında debelenip duru­
yordum.
O vakitler saçımı bir şekle sokabilmek ve kilo almamı
engelleyebilmek için ne gerekiyorsa yapardım. Bazı şeyler

ak
hiç değişmemiş meğer...

lam
Babamın ölümünü ne zaman kabullenebileceğimi merak
ederek Ashley’nin sorusuna odaklandım. “Ana atardamarı

aka
yırtıldı,” diye düzelttim. “Kalpteki bir atardamar. Kalbin
kendisi yırtılmadı.”

ıY
Omuz silkip, sabırsız bir ifadeyle yüzüme baktı. “Yine
de kalbi, öyle değil mi?”
Gözucuyla ona bakarak başımı salladım. Sadece “Haydi
gın
canım!” deseydi, belki de daha az zahmete girmiş olacaktı.
“Eğer annem hamileyse, babam kafasını fırına sokacağı­
usa
nı söyledi. O zaman benim de ölü bir babam olacak.”
ökk

Gülmem yersiz olacağından, bunu engellemek için du­


dağımı ısırdım ve dikkatimi dağıtmak adına yan aynamı
-G

kontrol ettim. “Lafın gelişi canım. Baban öyle bir şey yap­
maz.” Yine de David’in kafasını bir fırında hayal etmenin
çok da rahatsız edici olmadığını söyleyebilirdim.
ı
ng

O an aklımdan kendi kendimi tokatladım. Ayıp Berna-


dette, çok ayıp!
Lo

Elimi Ashley’nin dizine koyduğum sırada yeşil yandı.


“Her şey yoluna girecek, göreceksin.”
leen

“Ya annem hamileyse?” Sesinin endişeli, olgun bir ka­


dın misali tonlaması, bir okul öğrencisinin gevelemesine
ath

dönüştü. “O zaman ne olacak?”


Yeni bir bebek düşüncesi, boğazımı düğümledi. “Bir
K

mucize olacak.” Kendimi gülümsemeye zorlayarak, “Ufak


bir kardeşin olacak,” diye devam ettim.
Ashley başını iki yana sallayıp, “Peki ya babamla fırın
olayı?” diye sordu.
“Bence bir sorun çıkmayacak.” Arabamı Diane ile

ak
David’in garaj yoluna çekerek, vitesi park konumuna getir­
dim. “Baban iyi bir aşçı sayılmaz. Fırını bile nasıl açacağını

lam
bildiğinden şüpheliyim.”
Ashley kıkırdayarak emniyet kemerini çözdü. Ardından

aka
derin bir iç çekerek, “Annem geldi,” dedi.
Diane minivanını arabamın arkasına park ediyordu. Ash­

ıY
ley arabadan inince, ben de peşinden ilerledim.
Gözyaşları, Diane’in yanaklarından süzülüyordu. Yü­
gın
zünde, ‘Kahretsin bu nasıl oldu!’ ile ‘Bir daha hamile kala­
bileceğimi hiç düşünmezdim’ arası bir ifade vardı.
usa
Diane’in on üç yaşındaki kızının önünde ağlamak is­
temeyeceğini bilerek, “Ashley!” diye seslendim. “Bemie
ökk

Teyzen ısmarlıyor. Neden gidip bize iki büyük tart sipariş


-G

etmiyorsun? Neyli istersen öyle olsun.”


Teklifimi onaylayan Ashley eve ilerledi.
Tekrar Diane’e döndüm. “İyi misin?”
ng

“Ah yapma!” diye karşılık verdi. Elini aşırı uzun, koyu


kumral kâkülünün arasında gezdirip, gözlerini devirerek,
Lo

“Sorunlarıma vakit ayırabileceksin sanki,” diye devam etti


sözlerine. Bir damla yaş, alt kirpiklerinden kayıp giderken,
leen

diğer bir damla da öteki yanağından süzülüyordu. “Neden


bu senin başına gelmiyor ki?”
ath

Sözleri yüreğimi sızlattı. Aynı şeyi kendim için istediği­


mi kabul etsem de sağlıklı bir hamile olmak konusundaki
K

yeteneksizliğimin bu anı bozmasından rahatsız olmuştum.


Eski kalp ağrımın üzerine perde çekip, Diane’e iyice
yaklaşarak ona sıkıca sarıldım. “Saçma sapan konuşma.
Doktor ne dedi?”
“Şöyle dedi. ‘Tebrikler Bayan Snyder, kalbi gerçekten
çok güçlü atıyor.’”

ak
Saçlarının arasından, “Bu harika,” diye fısıldadım. Oy­

lam
saki içimdeki hain ses, niçin ben değilim, diye sorguluyor-
du. Neden? Sadece bir şans daha istiyorum.

aka
O sırada Diane burnunu o kadar sert çekti ki adeta kulak
zarım çınladı. “Gecikmemin sebebi bir çeşit tiroit sorunun­

ıY
dan kaynaklanır sanıyordum. Bana kilo vermeme yardımcı
olacak bir hap yazardı.”
gın
Bunun üzerine kahkaha atmama hâkim olamadım. Duy­
gusal dengesizliği benimkiyle bir olan bir arkadaşa sahip
usa
olmak, çok rahatlatıcıydı. “Haydi gidelim,” diyerek koluna
girdim. “David’in başını fırına sokacağına dair dedikodular
ökk

duydum. Önden yer kapmak isterim.”


-G

O gece yatağımın kenarına oturup, Emma’nın eşyalarını koy­


ng

duğum büyük, maun kutuya bakıyordum. Gerçekten de beş


yıl mı olmuştu? Geçmiş beni canlı canlı tüketir diye korktu­
Lo

ğumdan, günleri ve aylan sayma isteğime karşı direnmiştim.


Bu ağır eşyayı çalışma odasından alıp yatağımın üzeri­
leen

ne yerleştirdim. Kapağını açtıktan sonra, kızımın kıymetli


yadigârlarının arasında parmaklanır» gezdirerek yavaşça iç
ath

geçirdim.
Bir zamanlar, kederin zaman içinde yok olacağına ina­
K

nırdım. Oysa şimdi gerçeği öğrenmiştim. İnsanın yaşadığı


keder, asla tamamen yok olmuyordu.
Tam iyi olduğumu düşünürken, acı ve mutsuzluk yüreği­
me çarparak geri dönüyor, yorgun düşmüş bir dansçı kızın,
şöhret yolunda bir şans daha dilendiği sahneler misali ele
geçiriyordu benliğimi.

ak
Emma için tuttuğum matem, babam son nefesini verdi­

lam
ğinden bu yana ellerimi zincirleyen, içimde bir fırtınaya dö­
nüşen donuk bir sismiş gibi geliyordu bana.

aka
Şimdi bu iki insan, parmaklarını kalbime geçirip sımsıkı
sıkarak, beraber dans ediyordu.

ıY
Bu kutuya en son ne zaman bakmıştım? Ne zaman onun
eşyalarına dokunmuştum? Anne oluşumu kutlayan tebrik
gın
kartlarım kaç kez baştan okumuştum?
Emma’nm hatıra kutusu, yaklaşık beş yıldır çalışma ma­
usa
samda duruyordu. Başlarda kutuyu, büyükannemin hediye
ettiği, alt kattaki antik masanın üzerinde tutuyorduk.
ökk

Ancak Ryan’la birlikte, ailemizin ve arkadaşlarımızın


kutuya attıkları yan bakışlardan artık bıkmıştık. Hiç kim­
-G

se kutunun içine bakmak istememişti. Hiçbiri Emma’nm


güzel, ipek gibi yumuşak, kahverengi saç tutamını gör­
mek, yeni doğan ünitesinde ayaklarını sıcak tutsun diye
ng

bir kadının verdiği minik, tığ ile işlenmiş patikleri gör­


Lo

mek istememişti.
Sadece üzerine Emma’nın adının işlendiği pırıl pırıl du­
leen

ran maun kutuya bakmışlar ve bakışlarım başka yöne çevir­


mişlerdi.
ath

Niçin farklı bir şey yapmamışlardı ki? Kutuyu üst kata


taşıdıktan sonra biz de içine çok nadir bakar olmuştuk.
K

Belki Ryan da benim gibi, kutuyu açarsak dışarıya çıka­


cak olan yürek acısının bizi ele geçireceğini düşünüyordu.
Oysaki anılar sadece çalışma odasının tek bir köşesini
değil, tüm evi ve hayatımızı işgal ediyordu.
Kutuyu kapatıp, işlenmiş pirinç kapağına dokundum.
Beş gün... Hayatımın hem en mutlu hem de en acı dolu

ak
beş günüydü. O olmadan hastaneden eve dönüşümü anım­

lam
sadım. İnsanların sadece filmlerde bayıldığını sanırdım.
Ancak Emma’nın odasının önünde durduğumda benim de

aka
yaptığım bu olmuştu.
Ryan, düşmeden hemen önce beni yakalamıştı.

ıY
Kapağı yeniden kaldırıp kutunun içindeki soluk pembe
bir karta uzandım ve Emma’nın ayak iziyle şekillenen mü­
rekkebe dokundum. Buruşuk ayak tabanına ait her bir çizgi
ve kıvrımı dikkatle inceledim.
gın
usa
Rengârenk bir patiği burnuma yaklaştırıp, kokusunu de­
rin derin içime çektim. Patiğin yünü aynı maun kutu gibi
ökk

kokuyordu. Emma’nın ya da eşyalannı almamız için bizi


aradıkları zaman kullandıkları hastane deterjanının koku­
-G

sundan eser kalmamıştı.


Her şeyi yıkadıklarını öğrendiğimde yüreğim parampar­
ça olmuştu. Minik tulumu, battaniyesi, patikleri... Kızımız­
ng

dan geriye kalan her iz, yıkanmış, temizlenmişti.


Lo

Aklıma annemin yatağa dizdiği kıyafetler geldi. Acaba


onla ■ yerlere göndermiş miydi? Yoksa hâlâ gidip bir
leen

göml'v Jaha alabilme şansım var mıydı? Belki de bir hır­


ka? Her ne kadar babamın izleri, Emma’nm kokusunun
ath

uçup gittiği gibi yok olacak olsa da anılara bir süre daha
tutunabilmek için en azından...
K

Cenaze törenindeki papaz, babamın ölümünü hayatın


doğal bir bölümü, yeni bir yaşamın başlangıcı olarak tanım­
lamıştı. Haklı olduğunu bilsem de yüreğim, babamın tıpkı
Emrr.a gibi bizi sonruza dek terk edişiyle sızlıyordu.
Kızım^ldükten sonra, sonsuza dek yeni doğan ünitesin­

ak
de kalamayacağımı fark edene kadar minik bebeğimi ku­
cağımdan bırakmadım. Er ya da geç beni eve gönderecek,

lam
bebeğimi bırakmamı isteyeceklerdi. Söylediklerini yap­
maktan başka çarem yoktu.

aka
Babam öldükten sonra sırasıyla acil, bekleme salonu ve
dışarıdaki park alanından geçerken, annemi yanımdan ayır-

ıY
mamıştım.
“Onu terk edemeyiz,” diye feryatlar etse de babamı ar­
kamızda bırakmıştık.
gın
Babamla son bir kez daha oturmasına izin vermeyi dü­
usa
şünsem de buna izin vermek, ayrılık acısını iki kez yaşamak
zorunda bırakırdı bizi.
ökk

Kimse sevdiği insan olmadan aynı yolu ikinci kez yürü­


menin acısını hak etmiyordu.
-G

Gözyaşlanm hem Emma, hem de babam için süzüldü


yanaklarımdan.
Kızımın minik patiğini okşadım. Teker teker patiğin mi­
ng

nik kurdelesi, minik topuğu ve minik burnunda gezdirdim


Lo

parmaklarımı.
Hayat kırılgan, kederse dayanıklıydı.
Emma’nın ölümünden bu yana hangisi kazandı emin de­
leen

ğildim.
Ne yaptığını, neler düşündüğünü merak ederek, Ryan’ı
ath

anımsadım. Evi terk ettiği gün, evliliğimizin ne zaman o


hale geldiğini sorgulamış olsam da şimdi, Emma’nm kutu­
K

suna baktığımda anlıyordum cevabını.


Tek çocuğumuzu soğuk.bir kasım gününde toprağa ver­
miştik. Dikkatle inşa ettiğimiz dünyamız, o zamandan itiba­
ren yavaş yavaş yıkılmaya başlamıştı.
Aslında şaşırmam gereken Ryan’ın evi terk etmesi değil,
beş sene boyunca beklediği gerçeğiydi.

ak
Hayat, ölüm, evlilik...

lam
Her biri geçici, her biri ebediydi.
Hayatta gökkuşağının peşinden ya gidersin ya da git­

aka
mezsin.
Patiğe bir öpücük kondurup, kutunun içine geri yerleştir­

ıY
dim. Ardından nemli yanaklarımı silerek, kapağı kapattım.

gın
Jbrtesı sabah güneş perdelerin arasından odamı aydın­
usa
latırken, gözlerimi açtım ve tüm yaşananları unuttum.
Ryan’ın beni terk ettiğini, babamın öldüğünü çıkardım
ökk

aklımdan. Havanın ağardığı o dakika, kendimi huzurlu


hissediyordum.
-G

Yan tarafıma döndüğümde üzerinde bulmaca defteri dı­


şında başka hiçbir şey olmayan Ryan’ın yastığıyla yüz yü­
ng

zeydim şimdi. İlk bilmeceyi çözmeyi başaramayınca defteri


kenara koymuştum. Gerçek, bir hatıra seliyle birlikte sesle­
Lo

ri, yüzleri ve kaybettiğim insanları getirdi hatırıma.


Bu sabah ritüelinin ne kadar süreceğini merak ediyor­
leen

dum. Emma öldükten sonra her sabah olanları hatırlayarak,


canım acıyarak yataktan kalkmaya alışmak kim bilir kaç
ath

günümü almıştı, hatırlayamıyordum bile. Bıçak gibi sapla­


nan acımın zaman içinde hissiz, kalıcı bir ağrıya dönüşmesi
K

ne kadar sürmüştü acaba?


Saatin çalması cenaze için aldığım izinin sona erdiği an­
lamına geliyordu. İşe dönme ve hayatımın geri kalanıyla
savaşma vakti gelmişti. Saçımı en son çıkan bitki özlü şam­
puanla köpürtmek için duşa girdim. Kozmetikçilerin par­
lak, birbirine dolanmayan dalgalı saç vaadi, bu sefer gerçek

ak
olur diye umuyordum.

lam
Aklımı işime -sevemediğim yine de orada seneler, se­
neler, senelerce çalışmaya devam ettiğim işime- vermeye

aka
çalıştım.
Ryan yeni bir şeyler denememi, başka bir alanda uzman­

ıY
laşmamı önerse de ben yapamamıştım. Hatta bir seferinde
daha büyük hayaller kurmak için beni cesaretlendirmişti.
gın
Oysa ben hayatımın bir noktasında, sorgusuz sualsiz mev­
cut durumu kabullenen biri haline gelmiştim.
usa
İşime tahammül edecek sabnm kalmamıştı. Ancak ça­
lıştığım yeri sevmesem de orada güvendeydim. Orada ney­
ökk

le uğraştığımı biliyordum ve isterseniz benimle alay edin,


ama bildiğimi bilmediğime tercih eden biriydim ben.
-G

Ryan’ı, babamı hatta Emma’yı nasıl kaybettiğime bir


bakın.
Ryan’ı kaybetmenin de beni perişan ettiğinin farkında
ng

değildim henüz. Ya babamı kaybetmek? Babamı kaybet­


Lo

mek, dünyamın yıkılışını tetikleyerek beni gafil avlamıştı.


Border Collie cinsi olan Poindexter havlayınca, geçtiği­
leen

miz günlerde onu hiç dışarı çıkarmadığımı fark ettim. Hızla


durulanıp, üstüme bir havlu sardım ve aceleyle köpeği arka
ath

kapıdan dışarı çıkardım.


Daha çıkarır çıkarmaz kulağıma tanıdık bir ses geldi.
K

Yaklaşan bir uçağın alçaktan gelen motor sesiydi duydu­


ğum. Poindexter’m kulaklarının dikilmesinin nedeni buy­
du demek. Bahçenin ortasında başını yana eğerek olduğu
yerde donakalmıştı. Uçak çitlerimizin ötesindeki ağaçların
tepesinde görünür görünmez, Poindexter deli gibi havlaya­
rak, bahçenin bir köşesinden diğer köşesine hızla koşmaya

ak
başladı.

lam
Kimilerinin arabaları kovalayan köpekleri olurdu. Be­
nimse uçak kovalayan bir köpeğim vardı. Evimin Phile-

aka
delplıia Uluslararası Havalimanfnm iniş istikameti üze­
rinde olduğunu düşünürsek, köpeğim gerçekten meşgul bir

ıY
hayvandı. En azından daha büyük şeyler hayal etmiyor diye
kimse onu suçlamıyordu.
gın
Tam o esnada telefon çaldı. Kapıyı açıp, Poindexter’a
seslendim. Fakat uçak kovalamaya o kadar dalmıştı ki beni
usa
duymadığından emindim.
“Alo?”
ökk

“Bayan Murphy?”
Sesi duyunca korkudan iki büklüm oldum. Resmiyet
-G

akademisinin en eski üyelerinden biri olan yan komşum,


bana soyadımdan başka bir şeyle hitap etmeyi reddederdi.
ng

Ses tonundan da anlaşıldığı üzere yine Poindexter’ı şikâyet


etmek için aradığı belliydi.
Lo

Telefonda gülümsemenin, konuşma üzerinde pozitif bir


etki yarattığını söyleyen bir yazıyı hatırlayıp, “Evet, Bayan
leen

Cooke,” diye yanıt verdim. Bir yandan da gülümsüyordum


tabii.
ath

“Köpeğiniz...”
Verdiği tepki, gülümseme hakkmdaki teorileri çürüt­
K

müştü. Gözlerimi ovuşturarak, “Tam içeri alacaktım ki siz


aradınız,” diye bahaneler uydurmaya başladım.
“Sabahın bu saati için kesinlikle uygunsuz bir durum,”
diye belirtti sinirli bir tavırla.
“Özür dilerim. Onu dışarı çıkarmadan önce uçuş planla­

ak
rını kontrol etmeyi unuttum.”
“Bunu yapabiliyor musunuz?” diyen sesi, şüpheyle yükseldi.

lam
“Ah, evet,” diye uydurdum. “Havalimanı, planlarını ci­
vardaki köpek sahiplerine uygun hazırlıyor.”

aka
Ne diyeceğini bilemeyen kadın susmuştu.
Başka bir şey söylemesine fırsat vermeden, “İyi günler,”

ıY
diyerek telefonu kapattım.
Arka kapıya geldiğimde Poindexter havlamayı kesti.
gın
Sevinçten nefes nefese kalan köpek, kuyruğunu sallayarak
içeri çağırılmayı bekliyordu.
usa
Bir de köpeklerin gülmediklerini söylerlerdi. Bunu her
kim söylemişse, Poindexter’m uçakları kovaladıktan sonra­
ökk

ki halini görmemişti anlaşılan.


-G

McMann Nakliyat’taki patronumun kapısına doğru ilerler­


ng

ken, Poindexter’ın pozitif tavrını hatırlayıp, güçlü durmaya


çalışıyordum. Eteğimin belini son bir kez daha düzelttim.
Lo

Düğmesini bırakın iliklemeyi, iliklemek için birleştireme-


miştim bile.
leen

Ben de tombul kızlar kulübünün en gizli sırrına başvu­


rarak, düğmenin çevresine bir paket lastiği dolayıp, ucunu
ath

ilikten geçirdim. İhtiyaç duyduğum esneklik payını kendi­


me bu şekilde vermem acınacak bir durumdu ama iş görü­
K

yordu.
İş arkadaşlarım beni, nispeten normal ses tonlarıyla kar­
şıladılar. Yokluğumu bir çeşit tatil olarak mı algıladılar diye
düşünmeden edemedim.
Yan kabinde çalışan Jane, “Nasıldı?” diye sorabilirdi
belki.

ak
Ben de, “Hoştu,” diye yanıtlardım. “Çiçekleri ve geçidi

lam
görmeliydin. Kırk kadar araba vardı.”
“Haydi canım,” diye karşılık verirdi o da.

aka
“Birkaç hafta önce Ryan’la ayrıldığımızı duydun mu?”
Başını sallayarak, “Gerçekten çok yoğunmuşsun. Tekrar

ıY
hoş geldin,” derdi.
“Cooper dosyası nerede?” Genel Müdürümüz Blaine
McMann’in sesi düşüncelerimi bıçak gibi kesip, bana ay­
gın
rılan yas tutma süresinin de resmen sona erdiğinin işare­
usa
tini verdi.
Sandalyemi çevirip bakışlarımı kaldırdım. Hakikaten
ökk

kaldırdım. Çünkü adam en az bir doksan sekiz boyundaydı


ve çalışanlarını boyuyla korkutmaya bayıldığı kadar hiçbir
-G

şeyden zevk almazdı. Eğer biri size aile şirketlerinin çalış­


mak için sevimli, sıcak bir yer olduğunu söylerse, aksi yöne
doğru çığlık atarak kaçın.
ng

“Dosya?” Korkutma sürecinin iyi çalışılmış bir bölümü­


Lo

nü uygulayarak, tepeden bana bakıyordu.


“Bekleyen müşteri dosyalarının içinde. Orada bırakmış­
leen

tım,” dedim duvarın karşısında duran siyah evrak dolabını


işaret ederek. “Gidip getireyim.”
ath

Kaşlarını çatarak konuşan Blaine, “Kalsın,” dedi ve


ardından sırıttı. “Orada değil. Orada olmadığını nasıl öğ­
K

rendiğimi bilmek ister misin?” Göğsüne vurarak ekledi.


“Çünkü baktım. Sonra da bu ofisteki her çalışandan dosya­
yı bulması için yardım istedim. Beceriksizliğin bize değerli
bir zamana ve muhtemelen de değerli bir hesaba mal oldu.”
Blaine benden bir iki adım uzaklaşarak arkasına döndü
ve masamın bulunduğu kabinin girişinde volta atmaya baş­

ak
ladı. Bir yukarı, bir aşağı... Bir yukarı, bir aşağı. Tıpkı atari

lam
salonlarındaki hareketli hedefleri andırıyordu. Acaba paket
lastikleriyle alnının ortasına hedef alarak, kaç puan kazana­

aka
bilirim diye merak ettim.
Kendime hâkim olamayarak gülümsedim.

ıY
Belki de geçen haftalarda hissettiğim duyguların acı­
sı şimdi çıkıyordu. Ancak kontrolü ele almak neredeyse
imkânsızdı. gın
O an, bir doksan sekizlik Blaine McMann’i tüylü bir ör­
usa
dek başıyla hayal edince, tekrar güldüm.
Blaine durdu ve bana baktı. “Bunun komik olduğunu mu
ökk

düşünüyorsun, Murphy?”
Hiçbir şey demeden yalnızca başımla onu onayladım.
-G

Kendimi ne kadar kontrol etmeye çalışırsam çalışayım, bir


kez gülmeye başladım mı kendimi tutamazdım. Ne kajiar
ng

çok gülersem, Blaine de o kadar sinirlenecekti anlaşılan.


Gerçek şu ki, bir müşterinin önünde onun yanlışını dü­
Lo

zelttiğimden beri bu hırs hep içinde vardı. Şirket politikası,


müşterilerin her zaman önde geldiğini söylese de patronun
leen

hatasını yakalamak, çalışanın -bu ben oluyorum- rövanş


için hazırlıklı olmasını gerektiriyordu.
ath

Kayıp Cooper dosyası, Blaine’e aylardır alabilmek için


kıvrandığı intikamın zevkini tattırmıştı.
K

Bir ara sinirden yanakları şişse de umursayamayacak ka­


dar kendimden geçmiştim.
Kabinin ortak. “Bemie!”
diye beni uyarıyordu. “Gülmeyi kes artık.”
Blaine başımda dikiliyordu. “Bir çeşit sinir krizi mi ge­
çiriyorsun?”

ak
Bir şeyler peşinde olabileceğini düşünmeme rağmen ba­

lam
şımı iki yana salladım.
Blaine, kişisel sorunların işten ayrı tutulması gerektiği

aka
hakkında nutuk atmaya başlamıştı. Onu göz ardı edebile­
cek kadar uzunca bir süre gülmeyi kestim ve düşüncelerime

ıY
daldım.
Ryan’ın dediği pek çok şeye itibar etmek için bekleni­
gın
len fırsat gelmeyebilirdi ama bir konuda haklıydı. Bu işten
nefret ediyordum. Elimden ne yazık ki bir şey gelmeyerek,
usa
Blaine’in saçmalıklarına katlanmaya devam ettim.
Peki niye?
ökk

Hayat kısaydı. Ryan da beni terk ederken böyle dememiş


miydi? Babam öldüğünde de herkes böyle demedi mi? Ya
-G

Emma öldüğünde J
Tannm. Burada öleceksem, böyle mi hatırlanmak isti­
ng

yordum?
Kesinlikle hayır!
Lo

Beni istifa etmekten ne alıkoyuyordu? Kapıdan çıkıp bir


daha asla geri dönmeme isteğime ne engel oluyordu?
leen

Sebebinin, ufak bir gelir sıkıntısı olabileceğini düşün­


düm. Fakat yeni, korkusuz ben, eminim ki bir iş bulmayı
ath

başarabilirdi. Ayrıca Ryan’la ben pratikte ayrılmış olsak da


bana faturaların yansını ödeyeceğine söz vermişti, en azın­
K

dan bir süreliğine.


Hayatımdaki diğer her şey değişmişken işim de neden de-
ğişmesindi ki? Daha da iyisi, eğer şimdi istifa edersem, ilk kez
hayatımda benim lehime gerçekleşmiş bir gelişme olacaktı
Keşfedilmeyi bekleyen koca bir dünya vardı.

ak
Poindexter haklıydı. Bir uçak bulup, onu kovalamalıydım.
“Beni dinliyor musun?” Blaine yüzüme o kadar çok yak­

lam
laşmıştı ki saçıma çarpan nefesini hissedebiliyordum.
Göz göze geldiğimizde cesaret duygusu içimde gezini­

aka
yordu. Blaine’in ağzını ilk açtığı günden bu yana yapmak
istediğim bir şeyi yaptım.

ıY
Ona çenesini kapamasını söyledim.
Sandalyemin üzerine çıkıp, anı daha unutulmaz kılmayı
gın
planlıyordum fakat ciddi yaralanma, ölüm ya da mahcup
olma ihtimalini düşününce sadece ayağa kalkmayı tercih
usa
ettim.
Blaine’in son moda, çerçevesiz gözlüğünün arkasındaki
ökk

gözleri iri iri açılmıştı. “Ne dedin sen?”


-G

“Dedim ki ‘Kapa çeneni!’” Ellerimi belime koyup çene­


mi dikleştirdim.
Blaine gözlerini kısarak, “Eve gidip, birkaç gün daha
ng

dinlenmen gerektiğini düşünüyorum,” dedi.


Blaine. Hangi anne baba çocuğuna Blaine diye isim ko­
Lo

yardı ki?
“Dinliyor musun sen beni?” diye sordu öfkeyle.
leen

Başımı iki yana salladım. “Seni dinlemeyi çoktan bıraktım.”


Kaşlarını çatarak, “Seni uzaklaştırabileceğimi biliyor­
ath

sun,” diye karşılık verdi.


Çok korkmuşum gibi titredim.
K

Kendi kabininin duvarından bakan Jane, “Bemie!” diye


seslendi. “Yerine otur ve sessiz ol.”
Onu tamamen göz ardı ederek, “İstifa ediyorum,” diye
■çıkıştım sertçe.
Sözcükler sanki onları kullanmamı umut edermişçesine

ak
dilimde bekliyor gibiydi. Söylemek çok doğal gelmişti.
Arkamdaki sandalyeme asılı olan çantamı çekip aldım.

lam
Çalışma masamdaki Poindexter’ın fotoğraflarını toplayıp,
koridora doğru dönerken Blaine tek kelime etmedi.

aka
Ofis olarak kullandığım kabinin girişinde durdum. Si­
yah evrak dolabına döndüm ve Cooper dosyasını nerede

ıY
bıraktıysam tam da orada buldum. Çalışma masama dos­
yayı çarparak, Blaine’e bir kez daha ters ters baktım. Sa­
dece bir kez. gın
Çıkışa doğru sert adımlarla ilerlerken, iş arkadaşlarımın
usa
bu cesur hareketimi avuç patlatan alkışlarla takdir ettiğini
hayal ediyordum. Zihnimin içinde “Bemie, Bemie, Ber-
ökk

nie!” diye tezahürat yapıyorlardı.


-G

Gerçek hayatta ise her biri, şaşkınlıktan ağızlan bir karış


açık masalarında oturuyorlardı. Pek de huyum olmayan bu
patlayış yüzünden sinmişlerdi.
ng

Sıcak güneş altındaki şirketin park yerine adım attığım­


da, şimdi ne istersem yapabileceğimi fark ettim. Kim olmak
Lo

istersem o olabilirdim.
Gün benim günümdü. Hayat, benim hayatım...
leen

Gelecek benim için boş bir yazı tahtasıydı. Hiçbir şey ve


hiç kimse artık beni durduramazdı. Az önce ne halt ettiğimi
ath

merak eden zihnimin en dibindeki yumuşak, cılız ses bile...


K
ak
lam
aka
“UMJMĞ CJHBH V JV N V E R L R FM U VD C LAM ZPR TVL
Z Ç Ğ IN V E CJHBH VJV CJBMAMZĞÜE. ”

ıY
- U. Ğ. LRFLVR

gın
E
rtesi gün öğlene kadar Poindexter’la birlikte, evdeki
usa
tüm karbonhidratları tükettik.
Hazır dolaplarım boşalmışken, market alışverişim ve
ökk

beslenme alışkanlıklarımdan başlayarak kendimi yeniden


keşfetmek için ikinci bir şans sunulmuştu önüme.
-G

Enerjimi arttırmak, bünyemi güçlendirmek ve basenle­


rimi inceltmek amacıyla günlük kalori tüketimimi dengele­
yen, haftalık bir beslenme mönüsü oluşturabilirdim.
ng

Sağlıklı besinler alıp düzgün beslenebilir, bunun da fay­


Lo

dasını görebilirdim ya da abur cuburla da beslenmeye de­


vam edebilirdim.
leen

Beş dakika sonra aracımı marketin önüne park ediyor­


dum. Ne de olsa Roma da bir günde kurulmamıştı.
ath

Kozmetik ürünlerinin bulunduğu reyonun yansına gelin­


ceye kadar, birinin benekli, diğerinin de burnu kapalı iki
K

farklı ayakkabı giydiğimi fark etmemiştim bile.


Ayakkabımın eşini bile seçemeyecek kadar karmaşık bir
hayat mı yaşıyordum?
Görünüşe göre, evet.
Modaya meydan okuyan ayakkabılarımdan kaldırdığım
bakışlarımı etrafımda uğuldayan hareketliliğe çevirdim.

ak
Alışverişe gelen diğerleri çene çalıyor, etrafa bakınıyor,

lam
ürünleri inceliyor ve satın alıyorlardı. Eneıji patlamasıyla
ışık hızında ilerleyen müşteriler, bir yandan konuşup bir

aka
yandan hedeflerine yürüyorlardı.
Yüzlerin ve seslerin bulanıklığı başımı döndürse de bi­

ıY
rinin omzuna dokunmamak için kendimi zor tutuyordum.
O mükemmel yabancı, “Evet?” diye sorabilirdi belki.
gın
Ben de, “Babam öldü,” diye açıklardım.
Yabancı bir an kaşlarını çatardı. Ardından halime acır­
usa
mış gibi ağzından bir ses çıkarır, yanından geçen birine ba­
şını sallayarak, omzuma dokunurdu.
ökk

Seslendiği yabancıya, “Babası ölmüş,” deyince, yeni ge­


len kişi de teselli edici sözler söyler, aynı sesi çıkartır ve
-G

başka birini durdururdu.


Sesler ve omzuma vuran insanlar çevremi sanncaya dek
ng

bu olayların devam ettiğini hayal ettim. Günler sonra ilk


kez, bu hayal ürünü kucaklamalar ve tesellilerle rahatlamış
Lo

hissediyordum kendimi.
Bunların üstüne bir de Ryan’ın beni terk ettiğini ekler­
leen

sek, müdür muhtemelen hoparlör sistemi üzerinden anons


yapardı.
ath

Altı numaralı koridorda terk edilmiş, yas tutan biri var.


Lütfen yolunuzun üzerindeki ses çıkarıp omuza vurma da­
K

yanışmasına katılınız.
“Hanımefendi.” Hayalimin parçası olamayacak kadar
gerçek ve yakından gelen sabırsız bir ses bana sesleniyordu.
“Pamuk reyonunun önünde duruyorsunuz.”
Uzunca bir süre kadının sinirden çattığı kaşlannı incele­
dim. Hayali huzur dolu dünyam sona ermişti.

ak
Yüz kremlerine doğru ilerlerken, “Özür dilerim,” diye mı­

lam
rıldandım. Gözenek sıkılaştıncı bir maske alıp şeker reyonuna
doğru ilerledim. Şokta olabilirdim, fakat aptal da değildim.

aka
Eve döndükten bir saat sonra hem yüzüm hem de midem
yanıyordu. Koridordaki dolabın karanlık, derin köşelerin­

ıY
den düğün videomu bulup çıkarttım.
Babamın kitabındaki ilk bulmacayı çözmek için biraz
daha uğraştım. Üç dakika kelimelere odaklandıktan sonra
gın
pes ettim. Geçmişi tekrar hatırlamak istemiştim çünkü o za­
usa
manlar her şey daha canlı gözükürdü gözüme.
Video kaydını hızlıya sararak, en sevdiğim kısmında
ökk

durdurdum. Babamla vals yaptığım kısmında...


O anı hâlâ dün gibi hatırlıyordum. Dans boyunca sende­
-G

leyip durmuştuk. Ben ayaklanma bakmayıp ona gülümser­


ken, babam fısıldayarak dansın adımlarını saymıştı. Ryan’la
evlenmeden önce babamla her gece evin oturma odasında
ng

pratik yapmıştık.
Lo

Kumandanın üzerindeki oynat tuşuna bastım. Benden


başkasına âşık olmamış gibi gülümseyen Ryan ekranda gö­
rününce, bir avuç dolusu çikolatayı televizyona fırlattım.
leen

Bazen hayatınızın en mutlu anları aceleyle gelir, hafif­


likleri ve parlaklıklarıyla sizi ele geçirirdi. Bazen yine aynı
ath

anlar, hatıraların kenarlarında asılı kalırdı. Ne kadar kötü


görünürlerse görünsün daha mutlu anların tekrar geleceği­
K

nin garantisini verirlerdi size.


Ve bazen... bazen bu mutlu anlar, hayatta ne sevginin ne
de başka bir şeyin, aslında hiçbir şeyin garantisinin olmadı­
ğını hatırlatırdı.
Boğazım düğümlenmişti. Düğün videomun aslında bir

ak
şey ifade etmediği gerçeği adeta beni boğuyordu.
Bir parti sırasında düğün kasetime rastlayan birine ne di­

lam
yecektim? Sanırım bir daha parti de vermeyecektim.
İlgisizce elimi sallayıp, “Bir halk tiyatrosu,” derdim.

aka
“Üniversite mezuniyetinden sonra kısa süreliğine sahnele­
nen bir oyun.”

ıY
O sırada telefon çalınca televizyonda gülümseyen yüzle­
ri görmekten bıkarak, arayanın da kim olduğunu öğrenmek
istemeyerek gözlerimi kapattım. gın
“Bayan Murphy?” Telesekreterin bip sesi duyulduk­
usa
tan sonra tiz bir bayanın sesi gelmeye başlamıştı. “Köpek
Akademisi’nden arıyorum. Adım Pat Diller.”
ökk

Endişe yüzünden midem bulanarak, Poindexter’a bak­


tım. Köpeğim başını bir o yana bir bu yana yatırıyor, ma­
-G

kineden çıkan sese anlam vermeye çalışıyor gibi görünü­


yordu.
ng

“Bu sabah haftalık toplantımızı gerçekleştirdik ve


Poindexter’ın bir daha akademiye dönmemesinin daha iyi
Lo

olacağına karar verdik. Ücretiniz yarın size posta yoluyla


iade edilecektir.”
leen

Telesekreterden telefonun kapanma sesi duyuldu. Göz­


lerimi kısarak köpeğe döndüm. Oturmak, durmak ve diğer
ath

öğrencilere eziyet etmekten kendini alıkoymak konusunda­


ki beceriksizliği yüzünden az önce dördüncü itaat okulun­
K

dan da postalandığından habersiz, yan tarafına doğru devri­


lerek günlük hayatına geri döndü.
Bir köpeği bile eğitemezken hayatımı baştan yaratma
fantezisine nasıl kapıldığımı bilmiyordum.
En azından bu sefer para iadesi alacaktık. Ya şansım
dönmüştü ya da Köpek Akademisi’ndeki elemanlar para

ak
iadesini, Poindexter’ın okulun içine patisini bile sokamaya-

lam
cağını garanti altına almak için ödedikleri ufak bir meblağ
olarak görüyorlardı.

aka
Şansımın döndüğünü umarak, eski meşe sehpanın üzeri­
ne parmağımı vurunca, Poindexter kapıya doğru ayaklandı.

ıY
Ses yüzünden aptal aptal havlayarak sivri dişlerini gösterdi.
“Ben yaptım, şapşal!”
gın
Sanki şapşal olan benmişim gibi bana yan yan bakarak,
başını benim tarafıma doğru eğdi. Boğazının derinliğinden
usa
alçak bir hırıltı çıkartarak, kapıyla duvarın arasındaki çatla­
ğa yeniden yoğunlaştı.
ökk

Belki de köpeğimle daha fazla, Ryan’laysa daha az vakit


geçirmeliydim. Belki o zaman hayatımda en azından sade­
-G

ce bir ilişkim başarılı sayılabilirdi.


Poindexter kapıdan ayrılıp, kanepeye geri döndü. Av kö­
ng

peği çabalarından yorgun düşmüş gibi başını yastığa koy­


du. Biraz uyumak kötü bir fikir olmasa da aklımda başka
Lo

bir şey vardı.


Tam kendime yıllanmış bir şişe şarap açmıştım ki Diane
leen

içeri girdi.
“Demek şimdi ne kapıya ne de telefona cevap veriyorsun.”
ath

İşimden istifa ettikten sonra ona bir mesaj bırakmış, o


günden sonra telefonu bir daha elime almamıştım.
K

Diane’in göğsünü ve boğazını, sıkıntı bastığı zamanlar­


da bedenini saran kırmızı lekeler kaplamıştı.
Üçüncü sınıftayken, Bayan Haberstadt, Diane ile beni
sakız çiğniyoruz diye müdürün odasına yollamıştı. Müdür
de Diane’in halini görünce ne uyarıda bulunmuş ne de ceza

ak
vermiş, hasta diye doğruca evine yollamıştı.
Diane müdürün odasına gidene kadar teninde o ka­

lam
dar çok leke belirince, müdür, öğrencinin bütün vücudu­
na yayılabilecek kadar erfder görülen ne tür bir hastalığı

aka
varsa, etrafa yaymadan önce onun okuldan çıkartılmasını
istemişti.

ıY
“Beni dinliyor musun?” Diane’in lekeleri, yanaklarını
ele geçirmekle tehdit ederek, alnına doğru ilerliyordu.
gın
Onu en son ne zaman bu kadar duygusal gördüğümü ha­
tırlayabilmek için kendimi zorlayarak, tek kelime etmeden
usa
başımı salladım.
Diane elimdeki şarap şişesini aniden çekti ve bir elini be­
ökk

line koyup bana bakarak, “Sarhoş musun sen?” diye sordu.


Başımı iki yana salladım.
-G

Bunun üzerine Diane dudaklarını ince bir çizgi halini


alana kadar birbirine bastırarak, kahve sehpasının karşı­
ng

sındaki televizyonu ve abur cubur çöplerini başparmağıyla


işaret etti. “Kurabiyeler, dondurma, düğün videosu, şarap...
Lo

Depresyona girip, kendine acımak için her şeye sahipsin


ama bu hiçbir işe yaramaz.”
leen

Omuz silktim. Demek kendime acıyordum. Ne kadar


ayıp, vur hemen beni! “Bu nasihatler bir yere varacak mı,
ath

yoksa kendini konuşurken dinlemeyi sevdiğin ruh hallerin­


den birinin içinde misin?”
K

Kaba olduğumu biliyorum ama yılların deneyimi bana


Diane’in söylenmelerini başlamadan bitirmem gerektiğini
öğretmişti.
Diane daha önce hiç atmadığı bir bakış fırlattı bana.
O sırada Poindexter kanepeden kalkıp, mutfağa doğru
koşturdu. Köpeğim hem itaat konusunda sorunluydu hem

ak
de her türlü gerginliği midesi kaldırmıyordu.

lam
“Ben-” Sanki dünyayı kurtaracak bir planı varmış
gibi elini göğsüne koyarak, “-buraya seni bunalıma gir­

aka
mekten kurtarmaya geldim,” diye karşılık verdi Diane
sözlerime.

ıY
“Bunalım mı?” Şimdi de o beni sinirlendiriyordu. Ba­
kışma karşılık verip omuzlarımı dikleştirdim. “Sorun ne?
gın
Benim bunalımlı ruh halim seni utandırıyor mu?”
Diane’in kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. “Yanlış anlama,
usa
tatlım. Bir ruh hali içinde olman bile iyiye işaret. Şimdi sadece
bu eneıjiyi yolumuza devam etmeye yönlendirmeliyiz.”
ökk

Sanki yeni hayata yer açmak için eskisini kapı dışan et­
mek istermiş gibi sokak kapısına işaret etti. Pekâlâ. Çocuk
-G

oyuncağı.
“Öncelikle bana tatlım deme,” dedim. “Aynca ne deme­
ng

ye getiriyorsun sen? Zombileştim mi ben?” Ardından göz­


lerimi kısarak ona bakmaya devam ettim.
Lo

Diane omuz silkerek, “Tabiri caizse,” diye cevap verdi.


Yüzündeki lekeler artmış, ona sıcak suda kaynayan bir
leen

ıstakoz görünümü kazandırmıştı.


“Sana doğum Öncesi olarak verdikleri etkili şeyler ne
ath

kadar etkili?” diye sordum sabahlığımın kuşağını daha da


sıkarak. Henüz saygınlığımı kaybetmemiştim. “Hem bana
K

ne hissedip, ne hissetmeyeceğimi söyleyemezsin.”


“Harika!” Diane, kahve masasına doğru ilerleyip sağa
sola saçılmış abur cuburları düzenledi. “Depresyondayken
saçma sapan doktor programlan mı izliyordun?”
“İzlediysem ne olacak?”

ak
Diane düzenlediği abur cuburu kucaklayıp bir topuğu­
nun üzerinde döndü ve mutfağa doğru ilerlemeye başladı.

lam
Şaşkınlık ve inanamama, beynimi zonklatıyordu. “Nere­
ye gidiyorsun?”

aka
“Markete ve sen de benimle geliyorsun,” dedi Diane,
köşeyi dönüp kayboldu. Çöp bidonunun kapağının duvara

ıY
vuruşu gayet net duyulmuştu.
İşte bu dikkatimi çekti.
gın
“Sakın...” Beslenme unsurlarımın çöpe atılıyor olmasıy­
la cümlem yanda kalmıştı.
usa
“Tamamdır.” Yakında eski en yakın arkadaşım olacak
olan kadın, tekrar göründü ve beni dirseğimden yakaladı.
ökk

“Sen şimdi gidip duş alıyorsun, ben de sana giyecek bir


-G

şeyler çıkarıyorum,” dedi kamıma hafifçe vurarak. “Tabii


beden ölçünü büyütecek kadar yemediysen...”
Sinirle dişlerimi sıkarak, “Kaltak,” diye geveledim.
ng

“Ah, doğru.”
Birbirimize baktık. Yıllar boyu birbirinin içlerinden ge­
Lo

çenleri görebilmiş arkadaşlar, şimdi de birbirlerinin içlerini


görebiliyorlardı.
leen

Her ne kadar mutfağa koşup, çöpten çikolatamı çıkarmak


istiyor olsam da olduğum yerde kalıp, Diane’in gözlerine
ath

baktım.
Onun bakışları yumuşarken benim görüşümse gözyaşla-
K

rıyla bulanıklaşmıştı.
Bana sarılmak için kollarını açınca ben de kollarımı beline
dolayarak ona sarıldım, kuvvetinin ve güçlü kararlılığının bede­
nime akmasını diledim. “Sana kaltak dediğim için üzgünüm.”
“Sorun değil,” dedi Diane yumuşak bir sesle. “Şaşkın­
lık ve şeker yüzünden kafayı sıyırdığından, en yakın arka­

ak
daşına ‘kaltak’ diyebilme hakkına sahipsin.” Benden biraz

lam
uzaklaşarak konuşmasına devam etti. “Biraz temiz hava
alınca daha iyi olursun. Söz...”

aka
Markete gitmenin temiz hava içerdiğinden emin değil­
dim, fakat tartışacak mecalim yoktu. Hele bir de Diane bir

ıY
görev üstlenmişken...
“Acele etsen iyi olur,” dedi Diane, Poindexter’ın uzandı­
ğı kanepeye doğru çenesiyle işaret ederek. “Yoksa ne alış­
gın
veriş için ne de itaat okulu için vaktimiz kalır.”
usa
Yüzümü buruşturup, umutsuzca başımı iki yana salladım.
Diane dudaklarını birbirine bastırdı. “Ah, canım. Burcu­
ökk

nun gezegeni kesinlikle geri çekiliyor olmalı.”


O an, marketteki yabancıların tesellisine ihtiyaç duyma­
-G

dığımı fark ettim. Diane matematik dersinde, sutyen dener­


ken, sürücü kursunda, Emma’yı kaybettiğimde yanımda
olmuştu. Şimdi de görüldüğü üzere, hayatımı yeni baştan
ng

keşfetmeme de yardımcı olacaktı.


Lo

Önündeki merdivenleri inerken ıslık çaldı. “İnanamıyo­


rum Bemie. Ne yedin sen böyle?”
leen

Bazen, kendinize gelmek için sadece eski bir arkadaşın


azarına ihtiyaç duyardınız.
ath
K

Giydiğim şık fakat bol, kadife eşofmanların ardından, mar­


kete doğru yola çıktık. Diane ikinci şanslar, yeniden başla­
ma ve hayatı keşfetme konusunda gevelerken, ben sessizce
pencereden dışanyı izliyordum.
Ryan beni terk ettiğinden bu yana hissettiğim yalnızlık

ak
duygusu, hâlâ üstümdeydi. Keşke beni terk ettiğinde kapının
kilidini değiştirseydim diye hayıflanırken buluyordum ken­

lam
dimi. Bu, hem onun geri dönmesini hem de iyi niyetli olsa da
sinirimi bozan arkadaşımın evime dalmasını engellerdi.

aka
Diane’i ne kadar çok seversem seveyim, hayatın devam
edeceği konusundaki ısrarları yüzünden cinayet işleme fikri

ıY
aklıma gelmiyor değildi.
Anladığım kadanyla Diane yeniden doğmanın -yani be­
gın
nim yeniden doğmamın- makyajla başlaması gerektiğine
inanıyor, bu da beni sabırsızlandırıyordu.
usa
Daha da kötüsü, bir alışveriş merkezinin alelâde bir
kozmetik mağazasına da gitmeye niyeti yoktu. O, alışveriş
ökk

merkezlerindeki kozmetikçilerin anası olan Baştan Yarat


-G

standına dikmişti gözlerini.


Alışveriş merkezinin ortasındaki standa vardığımızda
korkudan titremeye başladım. Diane’in şık topukluları, fa-
ng

\ ans zeminin üzerinde sert sert sesler çıkarırken, onun tered­


dütle birkaç adım gerisinden gelen spor ayakkabılarım ise
Lo

gıcırdıyordu.
Satış görevlisi kız bize baktığı an, yaklaşan felaketi sez­
leen

miştim... ve korkmuştum. Helen, Mary ya da Anne gibi ma­


kul bir isim görebilmek umuduyla, çalışanın isim etiketine
ath

diktim gözlerimi.
İşlenmiş yazıyı okuyunca şaşkına döndüm.
K

Brittany.
Aman ne hoş.
Brittany, benim mükemmelden biraz kaymış olan gö­
rüntüm üzerinden, şüphesiz, ne kadar komisyon kazanaca­
ğını hesaplayarak, boğazını temizledi. “Yardımcı olabilir
miyim?”

ak
Ben başımı iki yana sallasam da Diane kolumu çimdik­

lam
ledi. Hem de sertçe...
Ciddi bir ses tonuyla, “Evet,” diye yanıt verdi Diane.

aka
“Arkadaşım son zamanlarda epeyce kötü haber aldı ve bi­
raz kendine gelmeyi hak ediyor.”

ıY
Epeyce kötü haber. Sanınm bu, hayatımdaki patlayışı
özetlemenin tek yoluydu.
gın
“Aklınızda bir şey var mı?” diye soran Brittany, beni ol­
dukça yakından inceliyordu.
usa
Ellerimle yüzümü kapayıp, çığlık atarak kaçmamak için
kendimi zor tutuyordum.
ökk

Şimdi Diane de başını yana eğmiş, beni inceliyordu. Ba­


şımın tepesine filmlerdeki sorgu sahnelerini andıran bir ışık
-G

yakıp, mağazadaki herkesten yüzümdeki açık gözenekler


hakkında yorum yapmasını istesek daha mı kolay olurdu,
ng

merak ediyordum.
“Bir ruj alıp çıkacağım.”
Lo

Diane tek kaşını kaldırdı. Ah, sırf beceremediğim için bu


hareketten nefret ediyordum.
leen

“Biraz cilt bakımıyla başlayabiliriz.”


Başka bir görevli kız da Brittany’nin yanına geldi.
ath

İsim etiketinde Tiffany yazsa da ikiz olabilirlerdi. Leke­


siz teni parlıyor, uzun san saçlan baldan bir şelale gibi
K

dökülüyordu.
“Koruma mı, onarım mı?” diye sordu Tiffany.
Yas tutmaya ne dersin? demek istedim. Ya da yaklaş­
makta olan bir boşanmaya?
Kızlaı m ışık saçan yüzlerine bakıp her gün işe nasıl gel­

ak
diklerini merak ettim. Araba kullanamayacak kadar genç
oldukları belliydi. Acaba aileleri mi onlan işe bırakıyordu,

lam
yoksa otobüse mi biniyorlardı?
“Hıınm...” Brittany hâlâ beni inceleyerek, başını yana

aka
doğru eğdi
Kesinlikle otobüse binmiyorlardı. Belki de şoförleri vardı.

ıY
Acınası durumuma son vermek için, “Koruma?” diyiverdim.
Başlarını aynı ifadeyle sallayarak, “Olmaz,” diye karşı
gın
çıktılar. Şahane. Alışveriş merkezine yaptığım gezinti, öz­
saygımı baştan keşfetmek için mucizeler yaratmaya şimdi­
usa
den başlamıştı.
“Kesinlikle onanm,” dedi Tiffany. *
ökk

“Kesinlikle,” diye onaylayan Brittany, başıyla diğer ta­


rafı işaret etti. “Şu sıralar stresli bir dönemden mi geçiyor­
-G

sunuz?”
“Ya da uyuyamıyor musunuz?” diye ekledi Tiffany.
ng

“Cildiniz daha iyi günler görmüşe benziyor.”


Sinirlenmeye başlayınca yanaklarım kızarıyordu. Diane,
Lo

beni sakinleştirmek adına elini koluma koydu.


Her zaman, en azından toplum içinde, düşüncelerini ken­
leen

dine saklayan biri olmuşumdur. Ancak o an oracıkta fazla


nezaket gösterildiğine karar vermiştim.
ath

“Tüm müşterilerinize karşı bu kadar yardımsever mi­


siniz?” Gözlerimi kısarak önce TifTany’ye, ardından Brit-
K

tany’ye baktım.
“Ah evet,” diye yanıtladı Tiffany, başparmağıyla duvar­
da asılı tabelayı göstererek. “Bu bizim sloganımız.”
Tabelayı okuyup ,geri adım attım.
Bizim en önemli değerimiz sizsiniz.
Ellerimle gözlerimi ovuşturdum. “Sadece dalga geçiyor­

ak
dum, hakikaten öyleymiş gibi, anlarsın ya.”

lam
Tiffany söylediklerimi anlamayarak, “Ah,” dedi.
“Yüzünüzü böyle ovuşturmamalısınız,” diye araya girdi

aka
Brittany. “Kırışıklıklarınız daha kötü olacak.”
Dudağımı ısırıp sabırla ona kadar saydım.

ıY
Diane bıyık altından, “Gitsek iyi olur,” diye geveledi,
ardından dirseğimi biraz daha sıktı. “Bu sanırım kötü bir
fikirdi.”
gın
Haydi canım! Şimdi öyle mi düşünüyorsun?
usa
Tiffany başını sallayıp, burnunu buruşturdu. “Belki de
alışveriş merkezindeki daha büyük mağazaları gezmeli-
ökk

siniz. Baştan Yarat sizin ihtiyaçlarınız için biraz fazla


genç işi.”
-G

İşte bu bardağı taşıran son damlaydı.


Ryan’ın terk edişinden ve babamın cenazesinden sonra
ng

kendini bırakmadım... tamam tamam, bırakmamaya çalış­


tım... fakat acımı, haddinin bildirilmesi gereken ukala bir
Lo

bücürden çıkarmaya hiç mi hiç niyetlenmemiştim.


“Bana ne dedin sen?” Delirmiş gibi standa yaklaşınca,
leen

iki kızın da korkudan benzi atmıştı.


Normalden biraz daha agresif davrandığımı kabul et­
ath

mekten utanmıyordum.
Diane, kendimi kaybetmek üzere olduğumu sezerek, ko­
K

luma yeniden yapıştı. “Bemie, haydi gidelim.”


Diane’i kendimden uzaklaştırdım. Standa öyle bir yas­
lanmıştım ki ayaklarım sallanır olmuş, oldukları yerde do­
nakalan satış görevlileri de tek kelime etmemişti.
“Bir soru sordum. Kibar insanlar cevap verir,” dedim

ak
sert bir ifadeyle. “Yoksa okullarda size terbiye vermiyor­
lar mı?”

lam
“B ernier Diane, kadife eşofman altımdan tutarak beni
hızla kendine doğru çekti.

aka
Onu uzaklaştırabilmek için kollarımı stanttan çektim.
Brittany ve Tiffany birbirlerine sarılmış, sessizce ‘Yar­

ıY
dım edin, burada kırışık yüzlü, orta yaşlı bir kadın bizi teh­
dit ediyor’ alarmları çalarak, yavaş yavaş danışmaya doğru
ilerliyorlardı. gın
O an, Baştan Yarat çalışanlarından çok daha suratsız bir
usa
şeye dönüşmüşlerdi, en azından benim gözümde. Benim
için onlar, kadın ırkının en harika saçlarıyla mükemmelin
ökk

de mükemmeli olan türlerini yansıtıyorlardı, ki bu kadınla­


ra benim HYM, Hamile Yelloz Metres, dediklerim de dahil­
-G

di. Namı diğer, Ryan’ın yeni sevgilisi.


Nasıl olduğunu anlamış değildim ama standın üstünden
ng

atlamıştım. Zıplamış, kadife kumaşla sarılmış popomun


üzerinde dönmüş ve kusursuz ciltli satış görevlilerinin ol­
Lo

duğu iç bölüme girivermiştim.


Kendimi Jack Nicholson’ın canlandırdığı, bir baltayla
leen

banyoya dalan, Cinnet filmindeki karakter gibi hissediyor­


dum. Kararlı, avına yoğunlaşmış ve büyük ihtimalle de
ath

kaçık!
“Neye ihtiyacınız olduğunu biliyor musunuz?”
K

Her iki kız da başını iki yana salladı. Tepelerindeki ışığın


parlak buklelerine olan yansıyışını da fark etmeden edeme­
dim. Benim acaba hiç parlak buklelerim olmuş muydu? El­
lerimi dağınık karga yuvamın içinde gezdirdim.
Hayır, hiç olmamıştı.
Brittany standm altındaki telefonu kaldırarak, “Geri çe-

ak
kilsen iyi olur,” dedi.

lam
“Çekilmezsem ne olur? Kafama ahizeyle vurarak mı ba­
yıltacaksın beni?”

aka
Başını iki yana sallayarak, güvenliği arayacağını söyledi.
Bana stanttan uzanmaya çalışan Diane, “Tekrar söylü­

ıY
yorum,” dedi tatlı tatlı. “Çok fazla stres altındaydı.” Sonra
bana bakıp tehditkâr bir ifadeyle, “Bemie. Gidiyoruz. He-
men!” diye ekledi.
gın
Benden uzak dur dercesine bakınca Diane geriledi. Ben
usa
de hedefime geri döndüm. “Koruyucu kremler nerede?”
Brittany telefonu çevirirken, Tiffany de sağımda duran •
ökk

bir sıra kutuyu işaret etti. Kız gergin bir tavırla yutkununca,
ne kadar mutlu olduğumu inkâr edemezdim.
-G

Raftan önce bir kutu, ardından başka bir kutu alıp, süslü
karton kapaklarını yırtarak açtım ve pahalı camdan şişeleri
standm üzerine sertçe koydum.
ng

“Siz ikinizin koruyucu kreme ne kadar da çok ihtiyacı


Lo

var, haberiniz bile yok!” Hem çalışıyor hem de söyledik­


lerimi onaylarcasma başımı sallıyordum. “Güvenin bana.
leen

Aksi takdirde bu yüzeysel kompleksleriniz kalıcı izler bı­


rakacak.”
ath

Elimle, yanıma yaklaşmalarını işaret ettim.


Hoparlörden gelen bir ses, on dört numaralı stant hak­
K

kında bir tür kod ya da başka bir şey söyledi.


“B em ie”
Bakışlarımı Diane’e çevirince gözlerimi kırpıştırdım.
Eğer onu daha önce lekeli gördüğümü sandıysam, yanıl­
mıştım. Çünkü lekeliden, ıstakozdan çok daha farklı bir

ak
şeye dönüşmüştü. Cildi tamamen itfaiye kırmızısı rengine
bürünmüştü.

lam
Stant ikizlerinin bunun için de bir kremleri var mı, me­
rak ediyordum.

aka
“Hemen. Oradan. Çık.”
Dolu dolu bir saniye boyunca söylediği şeyi düşündüm.

ıY
Gerçekten, düşündüm. Sesinin tonu o kadar ikna edici bir
otoriteye sahipti ki isteğine boyun eğecektim. Fakat o sıra­
gın
da Brittany ölümcül bir hata yaptı.
Konuştu.
usa
“Etfet. Çık git buradan hemen. Buraya ait değilsin sen.”
Sınırlarımı zorlayan söyledikleri değil, söyleyiş biçimi
ökk

olmuştu. Sesindeki ‘mükemmelliğimi hiç kaybetmeyece­


-G

ğim ya da kocam beni hiç terk etmeyecek’ edası, o kremsi


gırtlağına yapışma hissi uyandırmıştı içimde.
Ne yazık ki tam harekete kalkışacağım sırada güvenlik
ng

gelip beni sırtımdan yakaladı.


Bir saat sonra Diane ve ben, bir güvenlik görevlisiyle bir­
Lo

likte alışveriş merkezinden çıkarıldık. O bir uyan, ben ise


hayat boyu alışveriş merkezinden uzaklaştırma aldım. Fakat
leen

bu beni korkutmuyordu. Yani ne yapabilirlerdi, tüm girişle­


re fotoğrafımı asacak değillerdi ya? Aaa, belki de şu içinden
ath

çizgi geçen kırmızı dairelerden de koyarlardı üzerine.


Aslında, düşüncesi epeyce komikti.
K

O an bir şey fark ettim.


Gülümsüyordum.
Belki de Diane bir şeyler, herhangi bir şey hissetme ko­
nusunda haklıydı.
Alışveriş merkezine düzenlenen gezintinin beni mutlu

ak
etmediği kesindi, fakat kendimi canlı hissediyordum ve bu
his... güzeldi.

lam
“Biliyor musun?”
“Ne?!” Diane’in çileden çıkmış ses tonu, standın üzerine

aka
çıktığımdan beri değişmemişti.
“Haklıymışsın,” diyerek başımı salladım. “Bunu daha

ıY
sık yapmalıyız.”

gın
O gece, defterin ilk bulmacasını çözmek için tekrar kolları
usa
sıvadım. Bu sefer şifrelenmiş harfleri başka bir kâğıda geçi­
rerek, bir zamanlar bunlan nasıl çözebildiğimi hatırlamaya
ökk

çalıştım.
-G

Çözüm süreci oldukça yavaş bir şekilde ortaya çıkıyor­


du. Kelimelerin yapısını ve yerlerini, ‘Şurada olabilir’ dedi­
ğim A harflerini gelişigüzel tahmin ettim. Çözüm, kaplum­
ng

bağa gibi ilerliyor olsa da yaklaşık bir saat sonra bitmişti.


Mesajın kendisi benim için biraz fazla özlü söz tadınday-
Lo

dı belki, ama babamın ne demeye çalıştığını anlamıştım.


O gece, sanki babam bana işlerin bir şekilde yoluna gire­
leen

ceğini söylemiş gibi rahat bir uyku çektim.


ath

“Hayat oyunu, iyi bir ele sahip olmak değil, kötü bir
K

oyunu iyi oynamaktır. ”


-H. T. Leslie
ak
9/ç ü /ıc ü /$ ö J ü /r i/

lam
aka
“ORFMERĞ ÇLIAIBR ZC E ZĞ H TH BH N VLR B Ğ R Z Z V G V
CLAM FMBMĞÜPÜE. ”

ıY
-RMEL WÜLFCB

gın
E
rtesi gün öğleden sonra yere oturup, erkek kardeşim
usa
Mark’m, hâlâ dolapta asılı duran babamın spor ceket­
lerine dokunuşunu seyrettim. Her bir kol manşetine, yaka­
ökk

ya, sanki kumaşlar parmaklarının ucunda parçalara ayrıla­


cakmış gibi dokunuyordu.
-G

Annemin evine benden hemen sonra gelmişti. Her za­


man emrivaki yapan biri olmasa da annemin yüzündeki gü­
lümseme, bu sürpriz ziyaretin ona ne kadar çok şey ifade
ng

ettiğinin kanıtıydı.
Lo

Mark’la beni yatak odasında bırakarak, alt kata atıştır­


malık bir şeyler hazırlamaya inmişti. Annem bizi yalnız
leen

bıraktığında eskiden paylaşamadığımız yakınlığı keşfetme­


mizi umuyordu şüphesiz.
ath

Ben hep ağabeyime duyduğum korkunun ve saygının


gölgesinde büyümüştüm. Hem benden yaşça büyüktü hem
K

de her konuda bilgiliydi. Aramızdaki sekiz yaşlık farkla be­


nim için her zaman ulaşılmaz biri olmuştu. Sinir bozucu
küçük kız kardeşini geride bırakmak için gün sayıyor gibi
gelirdi bana.
Ben patenlerimin üzerinde durmayı beceremezken, o
araba sürmeyi öğreniyordu. Üniversiteden mezun olduktan

ak
sonra bir daha arkasına bakmamıştı. Ayn geçen yıllar, ara­

lam
mızda oluşan tuhaflığı hep ortaya koymuştu.
Aynı anne ve babaya sahip olabilirdik, aynı çatı altında

aka
da büyütülmüş olabilirdik ama Mark’la ben şimdiye kadar
hiç ortak deneyimler yaşamamıştık.

ıY
Şimdi ise kederimizi paylaşıyorduk.
Dizlerimi çeneme kadar çektim. Canlı bir şekilde ko­
gın
nuşmaya çalışarak, “Bunları giymeni o da çok isterdi, de­
ğil mi?” diye sordum. Babamın bir daha o ceketleri giye­
usa
meyeceği gerçeğini hatırlamamak için bakışlarımı başka
tarafa çevirdim.
ökk

Erkek kardeşime baktığımda, Mark’ın sadece favorile­


rinde görülen kırlaşmanın, kısa kahverengi saçının dalgala­
-G

rına cömertçe karışmış olduğunu fark ettim.


Mark’m çabalamadan sahip olduğu özgüven havası ben
ng

de hiç olmamıştı. Kendimi bildim bileli bu konuda ona hep


imrenmiştim. Ancak bugün o da yenilmiş, kırılmış görünü­
Lo

yordu.
İfadesi değişmemişti ama yüzünde beliren yürek acısı
leen

benimkini yansıtıyordu adeta.


Mark koyu lacivert bir cekete uzanıp elini yakasında
ath

gezdirdi.
“En sevdiği buydu, biliyor musun?” Sesimdeki aşırı
K

neşe, ikinci el araba tacirlerini andırıyordu.


Neden babamın ceketlerinden birini, kardeşime yama­
mak konusunda bu kadar hevesliydim ki? Mark’ın da en
az benim kadar babama ihtiyaç duyduğunu mu kanıtlamaya
çalışıyordum? Onun da benim gibi babamın kaybıyla sarsıl­
mış hissetmesini mi istiyordum?

ak
Evet, belki de.

lam
Mark ceketi askıdan çıkarıp incelemeye başladı. Sanki
ceketin kollan onu her an boğazlayabilirmiş gibi onu biraz

aka
uzağında tutuyordu.
“İnanılır gibi değil,” dedi Mark tekdüze bir sesle, ardın­

ıY
dan bana baktı.
•• •
Üzgün bakışlarıyla karşılaşınca, tebessüm etmeye zorla­
dım kendimi.
“İnanılır gibi değil.”
gın
usa
Yüreğim burkuldu bir kez daha.
Mark’ın gözleri yaşlar yüzünden parlıyordu. “Hasta bile
ökk

değildi.”
Başımı iki yana sallayarak, “Değildi,” diye karşılık
-G

verdim.
Bir süre sonra Mark askıyı dolaba astı ve koşar adımlarla
ng

kapıya doğru ilerledi.


Ben de peşinden ayaklandım. “Nereye gidiyorsun? Bir
Lo

şeyler almayacak mısın?”


“Şimdi değil.”
leen

Mark arkasına bakmak için durmadı. Güle güle bile de­


medi. Merdivene doğru döndü ve ikişer ikişer basamakları
ath

indi.
“Seni sonra ararım, anne!” dedi kapıyı çarpıp çıkmadan
K

önce.
Babamın ceketlerine bakarak, annemlerin yatak odasın­
daki yıpranmış halıya geri bıraktım kendimi. Yalnız, isten­
meyen, yakında unutulacak olan ceketlere...
Annem aşağıdan, “Gel de bir şeyler ye,” diye seslendi.
Oturduğum yerden uzanıp, dolabın kapağını kapattım.

ak
Bazen yüzleşmeye hazır olmadığınız gerçekleri ortadan

lam
kaldırmak, işleri kolaylaştırıyordu.
Peynir, kraker ve bir avuç dolusu üzümü mideye indir­

aka
dikten sonra, annemin mutfak masasına dizdiği birtakım
belge işlerine kafa yordum.

ıY
Cenaze evinin hazırlamış olduğu on ölüm belgesi, bana
babamın hayatını yok etmeye kurulu bir görev gibi geli­
yordu. gın
Doldurulması gereken sigorta belgeleri, bildirilmesi ge­
usa
reken emeklilik hesaplan ve aranması gereken bankalar
vardı. Her birini san bir not defterine karalarken, listenin
ökk

hiç bitmeyeceğini düşünüyordum. Ancak sonunda bitmişti.


“Anne, Mark neden bir ceket almadı?” diye sordum.
-G

Annem, konunun değiştirilmesinden memnun olmaya­


rak, kaşlarını çattı. “Herkes yasını farklı tutar, Bemie.”
Sorumu bu kadar kolay geçiştirmesini istemeyerek, ba­
ng

şımı iki yana salladım. Devam etmeme fırsat vermeden ko­


Lo

nuşmasını sürdürdü.
“Nasıl olduğumu sormak için her akşam anyor.”
leen

M ark’a kocaman bir alkış. Bunu çocukluğuma giden bir


eleştiri olarak algılasam da ben annemi her akşam aramı­
ath

yordum.
Sarı sayfalı deftere baktım. Gözlerim kelimeleri görmü­
K

yor, her akşam annemi aramadığım için pişmanlık duyuyor­


dum. Tanrım, o ruh eşini kaybetmişti. Neden ben de onu her
gece aramıyordum?!
“Ryan nasıl?” diye sordu.
Ah, annem konuyu değiştirme konusunda ne kadar da
yetenekliydi, değil mi?

ak
Yetersizlik hissi yerini terk edilme duygusuna bı­

lam
rakmıştı.
Ryan nasıldü Hilekâr, ahlaksız, soğuk yenecek bir inti­

aka
kamı hak eden biriydi.
Annemi, Ryan’ın gidişi ya da iş hayatım hakkındaki de­

ıY
ğişiklikler konusunda bilgilendirmeyi gerekli görmemiş­
tim. Beni hâlâ cenaze için izinde sanıyordu.
gın
Kendi derdi ona yeterdi zaten.
“İyi anne. Selamlarını yolladı.”
usa
“Çalışıyor mu?” diye sordu sesini birkaç oktav yüksel­
terek. Verdiğim cevabı yutmadığından adım gibi emindim.
ökk

Tebessüm edebilmek için kendimi zorlayarak, “Elbette,”


diye cevap verdim.
-G

“Her şey yolunda mı?” diye sordu annem, koyu kahve­


rengi gözleri şüpheyle kısılmıştı.
ng

Bu bakışı milyonlarca kez görmüştüm. Bu kadın kesin­


likle içimi okuyordu, hep okumuştu. Konuyu değiştirmek
Lo

zorundaydım... derhal!
Evlilik hayatımdaki başarısızlığı dile getirmeyecektim,
leen

henüz değil. Belki de hiçbir zaman...


“Sen neler yapıyorsun? Uyuyabiliyor musun? Ya ye­
ath

mek?” Sorgulama yeteneğine soruyla karşılık vermek ol­


dukça zekiceydi, değil mi?
K

Annem başıyla beni onaylayarak, “Kilisede bir kaza


oldu,” dedi.
Bir an duraksadıysam da sorumu sormuştum. “Ne gibi?”
Kilisede ne tür bir kaza olabilir ki? Gerçekten?!
Annem gözlerini benden kaçırarak, “Kilisedeki bir gö­
revliye yumruk attım,” diye yanıtladı.

ak
Gözlerimi kırpıştırdım. “Efendim?”

lam
“Bir görevliye vurdum.” Kurduğu cümle gayet doğalmış
gibi cılız omuzlarını silkti. “Dudağını patlattım. Bahşiş ku­

aka
tusunun fazla yakınından geçmişti,” diye devam etti tekrar
omzunu silkerek. “Aşın tepki vermiş olabilirim.”

ıY
“Öyle mi?”
Anlaşılan çıldırmak bizde genetikti. Ben de kalkmış
gın
New Jersey’de çok uzun süre yaşadığımdandır diye düşü­
nüyordum.
usa
Gülmemek için dudağımı ısırdım. Haydi ama... ortadaki
görüntü paha biçilemezdi. Görünüşe göre biz Caroll Ailesi,
ökk

stres altındayken nezaketimizi bir kenara bırakabiliyorduk.


“Dudağını patlattın?” diye tekrarladım.
-G

Başını salladı, ardından da çabucak iç geçirdi.


“Tanrım, babamın bunu kaçırmış olması çok acı.”
Sözlerimi hiç düşünmeden, annemin zavallı görevliye
ng

vurma sebebinin babam olduğunu fark edemeden söy­


Lo

lemiştim.
Babamı özlemiştim ama annemin kendini ne kadar ka­
leen

yıp hissettiğini hayal de edemiyordum.


Annemin gözleri yaşlarla doldu. Masadaki evraklan bir
ath

araya topladım ve san not defterimi de bu evraklann üzeri­


ne yerleştirdim. “Bunlan eve götüreyim, ne dersin?”
K

Hıçkınklara boğulabileceğini bildiği için konuşmadan


başını salladı.
“Yürüyüşe çıkalım mı?” diye önerdim. “Temiz hava iki­
mize de iyi gelecektir.”
Annem tekrar başını sallay r,c. o. d üyemden kalktım.
Ceketlerimizi almak için portmantova Terledim. Birkaç da­

ak
kika sonra birlikte parlak öğlen güneşi karşısında gözleri­

lam
mizi kısarak sessizce yürüyorduk.
“Ryan’dan belgelere yardım etmesini istemelisin,” dedi

aka
annem. “Bu tür şeylerle arası iyidir onun.”
“Bakanz,” desem de bu imkânsızdı.

ıY
Annem dilini şaklattı. “Tek başına halletmen için biraz faz­
lalar.”
gın
Ona Ryan’la olanlardan bahsetmek için mükemmel bir za­
mandı fakat başaramıyordum. Annem Ryan’ı severdi. Severdi.
usa
Ryan’m sadece yeni bir ilişki peşinde koşmadığını, aynı
zamanda yeni bir çocuk sahibi olacağını söyleyerek, hayal­
ökk

lerini parçalamanın ne gereği vardı ki?


-G

Sıcak güneşi ve sonbaharın temiz havasını içimize çeke­


rek, yürümeye devam ettik. Düzgün, banliyö evlerinin önün­
de yol boyunca uzanan kaldırımda toplanmış kırmızıya çalan
ng

turuncu yapraklara rasgele tekmeler savuruyordum.


Yaşadıklarımız hakkında konuşmayı tercih etmesek bile,
Lo

ikimizin de bağırıp ağlamak, çığlıklar atıp koşmak istediği­


ni biliyordum. Yine de sakin, kontrollü, sessiz ve donuktuk.
leen

İyi bir kız çocuğu belki ne söyleneceğini ya da nasıl dav­


ranması gerektiğini bilirdi. Ancak benim en ufak bir fikrim
ath

yoktu. Hiçbir şey söylemedim ve hiçbir şey de yapmadım.


Eve döndüğümüzde mutfağa ilerledim. “Evrakları alıp
K

çıkacağım anne. Belki trafiğe yakalanmadan gidebilirim.”


“Aa!” dedi şaşkınlıkla.
“Ne oldu?” Dönüp baktığımda, koridordaki aynada ken­
dini incelerken buldum. “İstersen kalabilirim...”
“Küpem yok,” diye yanıt verdi annem belli belirsiz. Kü­
penin diğer tekini çıkarıp avucunun içine aldı. “Bunlan ba­

ak
ban bana vermişti. Evlenmeden önce.”

lam
Kahretsin!
“Bulurum şimdi.” Evrakları masaya bıraktım ve başımı­

aka
zın üstündeki koridor lambasını yaktım. “Bir şeyler bulma­
da üstüme yoktur. Ciddiyim. İstersen Ry... herkese sorabi­

ıY
lirsin.”
Birkaç dakika boyunca koridora, dolabın yanına, mobil­
gın
yaların altlarına baktık. Annem süveterini çıkarıp silkele­
meden önce, trençkotunu iyice aradık.
usa
Hiçbir şey çıkmadı. Hiçbir şey.
“Bir yerlerde olmalı.” Soğukkanlı görünmek adına elim­
ökk

den geleni yapsam da biraz telaşlanmaya başladığımı inkâr


edemezdim.
-G

Annem belli belirsiz gülümsemeye çalışarak, “Mühim


değil,” dedi.
ng

Bakışlarında daha önce hiç bu kadar... yalnızlık görme­


miştim. Sokak kapısını açtım. “Bulurum şimdi.”
Lo

Rüzgâr çıkmış, güneş batacağını göstermek istercesine


biraz daha alçalmıştı.
leen

“Üşüteceksin,” dedi annem elini omzuma koyarak. “Boş


ver, tatlım.”
ath

Fakat ben boş veremiyordum. Boş veremezdim. Anne­


min yürek acısını hafifletmek için ne söyleyeceğimi bile­
K

miyordum belki, ama en azından küpesini bulabilirdim.


“Birazdan dönerim.”
Kırk beş dakika sonra, üstünden geçtiğimiz her yeri,
yapraklan havalandırarak incelemiş, düzgün biçilmiş
çimlerin her köşesini soğuktan donmuş parmaklarımla
deşmiştim. Bir şeyler bulma yeteneğimden bahsederken

ak
aşırıya kaçmış olduğum gerçeği, beni hüsrana uğratmaya

lam
başlamıştı.
Dizlerimin üstüne çöktüm ve sinirle nefes alıp verdim.

aka
Yol bitmiş, başarısız olmuştum.
İşte o an, onu gördüm. Kummuş bir akçaağaç yaprağının

ıY
kıvrılan kenarının altında bir panitı... Annemin küpesinin
arkasıydı bu.
Etrafındaki yapraklan dikkatle incelerken, umutla heye­
gın
canlandım. Aradığım şeyi buluncaya kadar yaprakları tek
usa
tek kaldırdım. Altın küpe arkasının hemen yanında duran
amber taşından oluşan küpeyi gördüm.
ökk

Eve giden kaldırımı koşarak inerken, beş yaşında,


avucumun içinde düşürdüğüm ilk dişimi taşırkenki ha­
-G

limi anımsadım. Çok gururlanmış, annemin gülüşüyle


takdir eden sözlerini hayal ederek, mutlu bir beklentiye
ng

girmiştim.
Avucumun içinde taşıdığım bu seferki minik eşyayı ona
Lo

verdiğimde, bana sessizce, uzun uzun sanldı. Bu benim için


kelimelerden daha anlamlıydı.
leen
ath

Sırf annemin küpesini buldum diye içimi saran tuhaf bir


sevinç hissiyle eve doğru yola çıktım. Fakat yolculuğumun
K

sonuna yaklaştıkça, boş evimle yüzleşmeye hazır olmadı­


ğımı fark ettim. Orada beni bekleyen şeyler sadece itaat
okulundan yollanan tazminat ve Diane’in onlarsız yaşaya­
mayacağımı düşündüğü kâğıt havlu rulolarıydı.
Poindexter’la ilgilenmediğim için biraz suçluluk duygu­

ak
su yaşasam da o sabah kanepeden gelen horultuları hatırla­
dım ve son birkaç günün trajedisi daha da kötüleşti.

lam
Sol tarafımda kalan marketi görünceye kadar kafamda
gitmeyi planladığım bir yer yoktu.

aka
Asla yemek için yapılan alışverişlerden zevk alabilen bir
tip olmamıştım. Asla. Yine de gıcırdayan bir alışveriş arabası­

ıY
nı yiyeceklerle doldurma fikri cazip geldi birden. Küllerimden
yeniden doğacağım yer burası olacaktı; mahallemdeki marke­
gın
tin besin değeri bakımından zengin, kalori yüklü reyonları...
Arabamı park alanına çekip ön camdan bakmaya başla­
usa
dım. Alışverişe gelen diğer kişiler, arabalarını doldurmakla,
alışveriş arabalarını itmekle, yollardaki çocuklarını topla­
ökk

makla meşgullerdi.
Onlar hayatlarının basamaklarını çaba sarf etmeden ku­
-G

sursuzca çıkarken, bense oturmuş yeterli olamayacağımı


bilerek onları seyrediyordum. En azından şimdilik, belki de
ng

hiçbir zaman...
Orada ne kadar uzun süre oturdum bilmiyorum. Fakat park
Lo

yerindeki yaşamın hızı, kaldırabileceğimden çok daha fazlaydı.


Bir süre sonra eve döndüm, bir paket fıstık ezmeli çiko­
leen

lata açıp babamın ekoseli gömleğini üzerime geçirdim ve


iç çamaşırı çekmecemde duran bulmaca defterini çıkardım.
ath

En sevdiğim koltuğa yayılıp yanımdaki kaleme uzan­


dım. Başka bir bulmacayı çözerken biraz rahatlarım diye
K

düşünerek cümleye odaklandım.


Ancak o sırada kapı çaldı. Gözetleme deliğinin öteki ta­
rafında eski kocam duruyordu. Bulmacayı çözmekle ilgili
tüm düşünceler kanatlanıp uçuverdi zihnimden.
Aklıma Ryan’ın en son ne zaman burada, sonsuza dek
paylaşmayı planladığımız evde olduğu geldi aklıma. Nor­

ak
mal bir akşam geçirmeyi bekliyordum. Ryan televizyon

lam
izleyecek, ben de kitap okuyacaktım. Ancak Ryan surat as­
mış, önemli bir şey söyleyeceğini ima etmişti.

aka
O bakışı elbette daha önce de görmüştüm ama hep baş­
kasına yönlendirilmişken...

ıY
O gece, bakışları banaydı.
“Biriyle tanıştım.”
Bu iyi miydi, kötü müydü?
gın
Düğünümüzde ettiğimiz yeminler geçmişti zihnimden.
usa
Ellerimi dizlerime dolayarak söylediği kelimeleri yeniden
düşünmüştüm. “Onu tanıyor muyum?”
ökk

“Hayır,” diye yanıt vermişti Ryan, kafasını sallayarak.


Hiç üzgün olmadığını bilmeme rağmen, vicdan azabı
-G

çekiyormuş gibi görtinmek için elinden geleni yapıyordu


Ryan.
Hastalıkta ve sağlıkta.
ng

Daha iyi bir eş olabilirdim, diye düşündüğümü hatırlıyo­


Lo

rum. Daha çok yemek, temizlik yapabilir, daha çok gülebi-


lirdim.
leen

“Hamile,” diye devam etmişti sözlerine.


Hamile. İşte bunu olamazdım.
ath

Duyduklarıma inanamayarak olduğum yerde kalakal­


mışım. Şimdi ise Ryan’ın ‘Beni içeri almayacak mısm?’
K

gülümsemesi, geçmişi mantıklı düşünce sınırlarıyla çerçe­


velememi gerektiriyordu.
Hatıralarımı bir kenara bıraktım. Kapının kilidini
açarken, bir iki iğneli laf mırıldandım. Poindexter, iki
ateş arasında kalma riskini göze almayarak, üst kata koş­
turdu. En azından o, bizi terk eden haini karşılamaktan

ak
daha iyisini biliyordu.

lam
“Ne oldu?” diye sordum, kapıyı açarken. “Nerede yaşa­
dığını mı unuttun?”

aka
Ryan yavaşça başını iki yana sallayarak, “Annen aradı,”
diye karşılık verdi.

ıY
Hay aksi! Annem, evliliğimin devrilişini böyle öğrensin
istemezdim. Ben dünyadaki en kötü çocuktum.
“Ona söylemedim,” diyen Ryan, çenesiyle salonu işaret
etti. “İçeri girebilir miyim?”
gın
usa
Tereddüt etmiştim. Fakat buna izin versem mi, verme­
sem mi diye düşünürken Ryan, beni geçerek içeri girmişti
ökk

bile.
“Babanın evraklan için yardıma ihtiyaç duyabileceğini
-G

söyledi.”
“Sen de her şeyi bırakıp buraya mı koşturdun?” dedim
sert bir tavırla. “Kendim halledebilirim.”
ng

“Neden belgeleri seninle birlikte gözden geçirmeme


Lo

izin vermiyorsun?” Ryan gözlerini kısarak bakıp, sanki bu


görevin benim yeteneklerimi aşacağını biliyormuşçasına
leen

başını salladı.
Omuzlarımı dikleştirip ellerimi belime koydum. “Önce­
ath

likle, senin yardımına ihtiyacım yok. Ayrıca, ailemle alakalı


konular artık seni ilgilendirmez.”
K

Canını yaktığımı söylemek isterdim. Söylediklerimin


yüzüne bir tokat gibi indiğini söylemek isterdim ama bir
nebze olsun morali bozulmamıştı. Bilakis orada durmuş,
kibar görünüyordu. Lanet olası herif!
“Sana yardım etmek istiyorum, Bemie. Sen ve ailen be­
nim için önemlisiniz. Bak eğer...”

ak
Kuracağı saçma sapan cümleyi sonuna kadar dinlemeye

lam
niyetli değildim. “Belki de ailemi, şu hamile yelloz metresin­
le o minik kaçamağınıza başlamadan önce düşünmeliydin.”

aka
Ryan’ın tüm vücudu gerildi. “Sakın...”
Onu kolundan tuttuğum gibi kapıya kadar çekiştirdim.

ıY
“Hayır! Asıl sen sakın bit daha buraya haber vermeden gele­
yim deme. Burası benim evim, senin değil.” Elimi göğsüme
koydum. Yanaklarımı ateş basmıştı. Hatta öfkeden gözüm
gın
bile döndü diyebilirdim. “Sen yatağmı seçtin, git orada yat.”
usa
Bir an için Ryan’ın beti benzi attı. Bu ufak cinnetimin
onu şaşırttığını fark etmiştim.
ökk

Ryan kaşlarını çatarak, “Belki de sakinleşinceye kadar


seninle kalmalıyım,” dedi. “Seni daha önce hiç böyle gör­
-G

medim. Sinirlerin falan mı bozuk?”


Bu hafta bana aynı soruyu soran ikinci kişiydi. Belki de
benim bilmediğim bir şeyi biliyorlardı.
ng

Kapıyı açıp dışarıyı gösterdim. “Öyle olsam da etrafta


Lo

durup beni izlemene ihtiyacım yok.”


Ryan eşikten geçincc kapıyı sertçe kapattım. Titremele­
leen

rim, Ryan’ın araba gürültüsü geceyi doldurmadan çok daha


önce başlamıştı. Hiç değilse yeni keşfedilmiş cesaretim
ath

çökmeden önce onu evden çıkarabilmişim.


Haftalardır içimde savaş veren duygularla titreyerek,
K

merdivenlere oturdum.
Derken gözüm, hâlâ taktığım alyansıma kaydı.
Eğer biraz olsun gururum olsaydı, daha terk ettiği ilk gün
altın yüzüğümü Ryan’m yüzüne fırlatırdım. İnkâr etmenin
hayatımda büyük bir yer kapladığına inanıyordum. Hiçbir
şey yapmamanın rahatlığıyla büyümüştüm ben.

ak
Üçüncü zorlayışın ardından yüzük avucumun içindeydi.

lam
Bir zamanlar, bu sade, altın daire benim için umutlarım,
hayallerim, sevgim, ailem ve Ryan anlamına gelirdi. Şimdi

aka
ise bir anlamı yoktu.
Ölüm bizi ayırıncaya dek.

ıY
Parmağımda kalan ize baktım. On dört seneden geriye
bir iz bırakmıştı.
gın
Poindexter arkamdaki merdivenlerden hızla aşağıya indi.
Yanımda durdu ve kocaman, endişeli gözleriyle beni inceledi.
usa
Kapıya doğru işaret ettim. “îşte tartışmalarla böyle başa
çıkılır, dostum.”
ökk

Kollarımı ona doladım. Yüzümü, köpeğimin tüylü boy­


nuna gömdüm ve ağlamaya başladım.
-G

“Cesaret, ölümüne korktuğunu bilen tek kişi


ng

olma sanatıdır. ”
Lo

-Earl Wilson
leen
ath
K
ak
Q ) ö r tû in c ü ( $ ö û im '

lam
aka
“UMJMĞĞM JM DM NVLRORTVBVK RB N IJIZ UM ĞM
F IE R ZLV N V E UM ĞM JM DAM ZĞM B RBPVGR

ıY
PHJAMZĞÜE. ”

-RLNREĞ UHNNMEP

gın
ütün gece bir sağa, bir sola dönüp durdum. Geçen bir­
B kaç günün olayları, hızlıya alınmış bir film gibi bey­
usa
nimde dönüyordu.
ökk

Sabah ışıklan perdelerin arasından odaya sızarken, iç


geçirdim. Poindexter gelip kendini yatağa atıyor, bense ha­
-G

yatımın geri kalanını nasıl düzelteceğimi merak ediyordum.


Başımı yastıktan kaldırmaya yetecek enerjiyi toplaya-
madan, “Uyuyorum,” diye geveledim.
ng

Köpek, yatağa kendini tekrar tekrar atarak cevap verdi.


Sabah rutinimize sadık kalmaya çalışıyor gibiydi.
Lo

Üzerimdeki örtüleri kenara ittim. Ayağımı bastığım soğuk


zemin yüzünden bütün bedenimi bir ürperti sarmıştı. En sevdi­
leen

ğim pamuklu kazağımı üzerime geçirdim. Hani şu manşetleri


aşınıp yıpranmış, esnekliğini kaybetmiş türden kazaklardan...
ath

Kabul etmek istesem de istemesem de giydiğim kazak,


olduğum insanı yansıtıyordu. İyice yıpranmış, biraz aşın­
K

mış, lime lime olmuştum ben de.


Köpeğin peşinden önce aşağıya, sonra da mutfağın için­
den arka kapıya doğru gittim. Poindexter daha yeni dışarı
çıkmıştı ki tepemde bir motorun sesini duydum.
hayatımda büyük bir yer kapladığına inanıyordum. Hiçbir

ak
şey yapmamanın rahatlığıyla büyümüştüm ben.
Üçüncü zorlayışın ardından yüzük avucumun içindeydi.

lam
Bir zamanlar, bu sade, altın daire benim için umutlarım,
hayallerim, sevgim, ailem ve Ryan anlamına gelirdi. Şimdi

aka
ise bir anlamı yoktu.
Ölüm bizi ayırıncaya dek.

ıY
Parmağımda kalan ize baktım. On dört seneden geriye
bir iz bırakmıştı.
gın
Poindexter arkamdaki merdivenlerden hızla aşağıya indi.
Yanımda durdu ve kocaman, endişeli gözleriyle beni inceledi.
usa
Kapıya doğru işaret ettim. “İşte tartışmalarla böyle başa
çıkılır, dostum.”
ökk

Kollanmı ona doladım. Yüzümü, köpeğimin tüylü boy­


-G

nuna gömdüm ve ağlamaya başladım.

"Cesaret, ölümüne korktuğunu bilen tek kişi


ng

olma sanatıdır. ”
Lo

-Earl Wilson
leen
ath
K
ak
Q )ö rtJ ü s ıx M ($ ö û u ri/

lam
aka
“UMJMĞĞM JM DM NVLRORTVB VK RB N IJIZ UM ĞM
F IE R Z L V N V E UM ĞM JM DAM ZĞM B RBPVGR

ıY
PHJAMZĞÜE . "

-RLNREĞ ÜHNNMEP

B
gın
ütün gece bir sağa, bir sola dönüp durdum. Geçen bir­
kaç günün olayları, hızlıya alınmış bir film gibi bey­
usa
nimde dönüyordu.
ökk

Sabah ışıklan perdelerin arasından odaya sızarken, iç


geçirdim. Poindexter gelip kendini yatağa atıyor, bense ha­
-G

yatımın geri kalanını nasıl düzelteceğimi merak ediyordum.


Başımı yastıktan kaldırmaya yetecek eneıjiyi toplaya-
madan, “Uyuyorum,” diye geveledim.
ng

Köpek, yatağa kendini tekrar tekrar atarak cevap verdi.


Sabah rutinimize sadık kalmaya çalışıyor gibiydi.
Lo

Üzerimdeki örtüleri kenara ittim. Ayağımı bastığım soğuk


zemin yüzünden bütün bedenimi bir ürperti sarmıştı. En sevdi­
leen

ğim pamuklu kazağımı üzerime geçirdim. Hani şu manşetleri


aşınıp yıpranmış, esnekliğini kaybetmiş türden kazaklardan...
ath

Kabul etmek istesem de istemesem de giydiğim kazak,


olduğum insanı yansıtıyordu. îyice yıpranmış, biraz aşın­
K

mış, lime lime olmuştum ben de.


Köpeğin peşinden önce aşağıya, sonra da mutfağın için­
den arka kapıya doğru gittim. Poindexter daha yeni dışarı
çıkmıştı ki tepemde bir motorun sesini duydum.
“Olamaz!” dedim kendi kendime, tam da Poindexter
havlar, telefon da çalarken. Ahizeyi elime aldım ama hiçbir

ak
şey söylemedim.

lam
“Bayan Murphy?” Bayan Cooke’un sesi geliyordu.
Elimden geldiğince telesekreter taklidi yapmaya çalışa­

aka
rak, “Üzgünüm, şu anda evde aramanıza cevap verecek biri
bulunmamaktadır,” dedim. “Bip sesinden sonra mesajınızı

ıY
bırakabilirsiniz.”
“Orada olduğunuzu biliyorum,” dedi Bayan Cooke.
gın
“Arabanız garaja park edilmiş. Köpeğinize bir ağızlık tak...”
“Biiip!” Komşum nasihat veremeden sözünü yarıda kes­
usa
miştim bile.
Belki o da sabah vakitlerini seven biri değildi. Kim se­
ökk

verdi ki?
Arka kapıyı açtığımda, Poindexter beni bekliyordu. “Sa­
-G

bah sekizden önce havlamanın yasak olduğu cümlesinin ne­


resini anlamadın acaba?”
ng

Poindexter ödül kurabiyelerini koyduğum mutfak tez­


gâhına doğru ilerlemeden önce kuyruğunu mutlu bir şekilde
Lo

sağa sola sallıyordu. Burnuyla hafifçe tezgâha dokunup sol pa­


tisini havaya kaldırarak oturdu. Köpeğimin dramatik olmaya
leen

yeteneği vardı resmen. Buna nasıl hayır diyebilirdim ki?


Kutudan iki kurabiye çıkarıp mama kabına koydum.
ath

O anda aklıma bir şey gelmişti. Sabahın yedisinde uyan­


mıştım ama gidecek bir işim yoktu. Ne yapacaktım ben şimdi?
K

Kahve makinesinin hazır olmasını bekledikten sonra


kendime bir fincan kahve koydum ve seçeneklerime göz
almadan önce dumanı tüten kahvemden bir yu,!«m aldım.
Koşu yapmaya çıkabilirdim.
Bundan pek hoşlanmayarak başımı salladım. Fazlasıyla
hızlıydı. İlk önce tempolu yürüyüş yapmam gerekiyordu.

ak
Bir hedef tablosu çizebilir, özgeçmişimi güncelleyebilir

lam
ve internetten gönüllü arayan yardım kuruluşlarını inceleye­
bilirdim. Yerel aşevinde çorba dağıtabilir, görme engelliler

aka
için kitap okuyabilir, evden çıkamayanlara yemek götürebi­
lirdim ya da... Aklıma gelen şey gülümsememi sağlamıştı.

ıY
Temizlik yapabilirdim!
Nereden başlayacağımı da çok iyi biliyordum.

gın
Merdivenleri çıktım. Ryan’m ofis olarak kullandığı, evi­
mizin en ufak odasının kapısında durdum.
usa
Geçtiğimiz haftalarda gaza batırılmış bir bezin üzeri­
ne kibrit çakmanın hayalini kurmuştum. Fakat beynimin
ökk

mantıklı tarafı devreye girerek ev yapımı alev bombasının,


hamile yelloz metresiyle (yani kısaca HYM) yatan kişinin
-G

eşyalarıyla beraber bana ait olan şeyleri de yakıp, kül ede­


ceğini sürekli hatırlatıp durmuştu.
ng

Ryan çalışma odasından hiçbir şey almamıştı. Ne zaman


alacağını düşünmeden de edemiyordum. Eşyalarını topladı­
Lo

ğı zaman kaderim de mühürlenecekti. Hoş, kaderim çoktan


mühürlenmişti ya. İkimiz arasındaki duygusal bağ uzun za­
leen

man önce kopmuş, Ryan gitmişti.


Tek başımaydım. Fırsatlar, eğer benim yaşımda değer­
ath

lendirilirse iyi sonuçlar doğururdu.


Beni yanlış anlamayın. Sil baştan başlayabilmeyi diledi­
K

ğim anlar olmuyor değil. Babam hayatta olurdu. Evliliğim


sağlam kalırdı ve parçalanmasına izin verdiğimiz şeyi iyi­
leştirecek bir yol bulurdum. Hayatım, kişisel karmaşamın
içine düşmeden önce nasılsa, yine öyle olurdu.
Hem Dallas bile koca bir sezonu baştan yazabildiyse,

ak
ben neden birkaç haftamı baştan yazamayayım?
Kapının pervazına yaslandım ve Ryan’ın çalışma masa­

lam
sının yanında duran raflara baktım. Çerçeveli sertifikalar,
plaketler, lisede kazandığı yüzme kupaları...

aka
Yüzme.
Büyüyüp de iş gezilerindeymiş gibi davranarak karı­

ıY
sını aldatan bir erkek için oldukça uygun, pasif agresif
bir spordu. Y üzücülere karşı bir garezim olduğundan
değil... gın
O anda yüreğim adeta yanarken, tüm bedenimi bir öfke
usa
seli sardı. Gün ışığı, ofisteki perdelerin arasında dans eder­
ken, tozlanmasınlar diye uğraştığım kristal kupaları ışılda­
ökk

tıyordu. Günbegün, yıllar boyunca...


Üzerlerinde mayoları olan küçük adamlara gözlerimi kı­
-G

sarak baktım.
Hiçbirini çizmemiş ya da kırmamıştım.
ng

Şu an sadece durup o kupalara bakıyordum. Lekesiz,


muazzam ve inanılmaz derecede kırılganlardı.
Lo

Raftakilerden bir tanesine uzanıp ağırlığını tartarak


elimde tuttum. Hareketlerimi inceleyen Poindexter, başını
leen

bir sağa bir sola yatırıyordu. Köpeğimin gözlerindeki ışıl­


tıyı anlayarak, kupayı havaya atıp tuttum. Poindexter ise
ath

döı\£p koşarak, yatağımın altına saklandı.


Kupayı dikkatle Ryan’m maun çalışma masasının köşe­
K

sine hafifçe vurdum.


Hiçbir şey olmadı.
Sertçe vurdum.
Yine hiçbir şey olmadı.
Ardından var gücümle aldatan erkek türünün o mükem­
mel kopyasını masaya indirdim.

ak
Kristale bir şey olmadı. Çalışma masası... pek öyle denemez.

lam
Bir an hayal kırıklığına uğradım. Masadaki çöküntüye ba­
karak kaşlarımı çattım. Ryan’ın masasını ezmek, beni biraz ra­

aka
hatlatmış olsa da sonucunda kimin fayda göreceği konusundan
emin değildim. Bu yüzden B planına geçmeye karar verdim.

ıY
Kupayı kolumun altına aldım ve diğer kupaları kucakla­
dım. İki, üç, beş yedi.
Harika. gın
Çalışma odasından hızla koridora çıktım. Poindexter ka­
usa
fasını yatağın altından çıkarıp bana bakmış, ardından sak­
landığı yere geri dönmüştü.
ökk

Merdivenlerden aşağıya inerek arka kapıya doğru ilerle­


-G

dim ve rekor saniyede bahçeye çıktım. Kupaları evin arka


duvarına dizerken bir çift sincap oyun oynamayı bırakmış,
beni izliyordu. Ben ilk kupayı elime alıp yukarı kaldırınca,
ng

sincaplar da çite doğru koşup tırmandılar ve arka tarafına


geçip gözden kayboldular.
Lo

Her şey sessizdi. Fırtına öncesi sessizlikti sanki bu. Cı­


vıldayan kuşlar yoktu. Gıcırdayan lastikler yoktu. Koma
leen

sesi yoktu. Uçaklar uçmuyordu.


Kristal kupayı attığımda, Ryan’ın gözü gibi baktığı ödül­
ath

lerini betona vurarak parçalamanın verdiği haz dolu ses dı­


şında tek bir ses çıkmamıştı.
K

O an vicdanım devreye girdi.


Uçuşan cam parçalarından yüzümü korumak için kolu­
mu siper edip başka yöne baktım. Başımı geri çevirdiğim­
de, ışıltılı kınklar beklediğim doyumu sağlamamıştı.
Utanç ve suçluluk duygusu boğazımda düğümlendi.

ak
Ryan’ın kupalarını fırlatmak, çalışma odasını yakmak­
tan daha olgun bir davranış mıydı? Hem bu kupalar bana ne

lam
yapmıştı ki? Bu ufak yüzücülerin hiçbiri, geleceğin Bayan
M urphy’sini hamile bırakmamıştı.

aka
“Her şey yolunda mı?”
Evlerimizi birbirinden ayıran çitin arkasından Sophie

ıY
Cooke’un sesini duyunca irkiliverdim. Bu kadın hiçbir şeyi
kaçırmaz mıydı?
Her şey yolunda mıydı? Önümdeki sayısız cam kırığı­
gın
na baktım. Hayatımın her karesini yansıtan mükemmel bir
usa
manzaraydı.
“İyiyim, Bayan Cooke.” Yalancı. “Bardak elimden
ökk

kaydı da.”
On dakika içinde işlediğim günahın tüm izlerini süpür­
-G

müştüm. Hayatta kalan kupaları Ryan’m çalışma odasına


geri götürmek yerine, mutfak masasına yerleştirdim. Ardın­
dan garaja geçip düzgün bir kutuyla baloncuklu naylonlar­
ng

dan aradım.
Bir arkadaşlarını yok edişimi telafi etmek istercesine her
Lo

yüzücüyü itinayla sarmaladım.


İşim bitince paketlediğim kutuyu giriş kapısının yanına
leen

koydum. Birkaç dakika merdivende oturup paketlenmiş ku­


tuya bakınca, bir hata yaptığımı anladım.
ath

Sanki Ryan’ıri geri dönmesini bekleyen kutu, fazlasıyla


acınası görünüyordu.
K

O sırada Poindexter arkamdaki basamakta durup başını


omzuma yasladı.
“Sen ne düşünüyorsun?”
Soğuk burnuyla yanağımı dürtünce başımla onu onayladım.
“Haklısın.”
Koridoru geçtim, kutuyu kucakladım ve garaja ta­

ak
şıdım. Ardından bir rafı boşaltıp kutuyu yeni yuvasına

lam
yerleştirdim. İçeri dönmeden önce de daha fazla kutuyla
torba aldım.

aka
Sabahın geri kalan saatlerini kutulan doldurup, temizlik
yaparak geçirdim.

ıY
Ben Ryan’ın odasındaki her zemini dip bucak temizler­
ken, Poindexter da hareketlerimi inceliyordu.

gın
Kutuları garaja yerleştirince, artık boş olan odaya geri
döndüm. Duvarlann boyası solmuş, Ryan’ın diplomaları­
usa
nın asılı olduğu yerlerde izler kalmıştı.
İçimdeki duygu, n^lankoli mi yoksa tatmin olmak mı
ökk

çözemiyordum. Sonunda bunun umut değil, bir boşluk hissi


olduğuna karar verdim.
-G

Geleceğin benim için nelere gebe olduğunu bilmediğim


gibi, bu odayı da nelerin beklediğini bilmiyordum. Boş ça­
ng

lışma masasının üzerinde elimi gezdirdikten sonra kapıyı


arkamdan kapattım.
Lo

Kapıyı kapatmak, yeni hayatımı bulmayı belki biraz


daha kolaylaştıracaktı. Hiç değilse kocamın geride bıraktığı
leen

hayattan bir hatıra daha eksilmişti.


Cuma akşamına kadar saatlerimi dolduracak aktiviteler
ath

bulmam gerektiğini biliyordum. Yoksa bunalıma girecek­


tim. Buna izin verirsem de lanetlenecektim. Ryan’ı ya da
K

Blaine McMann’ı haklı çıkartmaya hiç niyetim yoktu.


İnıemetteki iş ilanlarını incelemiş, ancak benim yete­
neklerime uyan bir i'an bulamamıştım. Ben de patronlarını
tanıdığım tek işyerine gittim, Diane ve David’in buz pisti­
ne. Arabamı parka çekerken Diane* in arabasının orada ol­
madığını görsem de David ofis indeydi.

ak
Kafasını iki yana sallayarak, “Burada değil. Kendini

lam
iyi hissetmediğini söyledi,” dedi. Sanki hamilelik belir­
tileri, D iane’den çok onu rahatsız ediyormuş gibi dudak

aka
büktü.
“Kolay değil, David. Kadın kırk bir yaşında. Biraz daha

ıY
anlayışlı olabilirsin.”
Bunun üzerine David bana ters ters baktı. Onun bu ba­
gın
kışlarından nefret ediyordum. Üniversite ikinci sınıftayken,
finaller başlamadan önce biraz rahatlarız diye Diane’i bir
usa
iki kadeh rom içmeye ikna ettiğim günden beri bana böyle
bakardı.
ökk

“Benim için kolay mı sanıyorsun?” diye sordu David


göğsüne vurarak. “Ona burada ihtiyacım var.”
-G

Gözlerimi kısarak ona baktım. Bu kadar da bencil ola­


mazdı, değil mi? Yeni bir çocuk beklediği için ne kadar
ng

şanslı olduğunu fark edemiyor muydu?


“Ben...”
Lo

Cümlemi tamamlamadan sustum. Ben hamile olmak için


nelerimi verirdim, biliyor musun?
leen

Konu Diane’in hamileliğine gelince biraz daha iyi bir


ruh hali takındım. Hayallerini altüst edecek değildim. Hele
ath

David’in önündeyken...
Tekrar denedim. “Ben ne yapardım, biliyor musun?” diye
K

sordum pisti işaret ederek. Hokey takımının antrenmanı az önce


bittiği için pist şu an boştu. “Geçici olarak yardım alırdım.”
David yine aynı bakışla bana bakıyordu. Artık sinir bo­
zucu olmaya başlamıştı.
“Doğru çalışanı bulmanın bu kadar kolay olduğunu mu
düşünüyorsun?” diye sordu, parmağım şaklatarak. “Ayrıca

ak
bu bir tane daha maaş ödemek demek.”

lam
Her ikimizin de işine yarayacak çözümü bilerek göğsü­
me vurdum ve “Ben yapabilirim... ücretsiz hem de,” dedim.

aka
Hayatımı yola sokmaya ihtiyacım vardı. Hiç değilse piste
yardımcı olarak iki amacımı da gerçekleştirmiş olacaktım.

ıY
Bir, kendine bir uğraş bul. İki, evden dışarı çık.
Gittiği yere kadar* gidecekti. Tamam, benim amaçları­

gın
mın dünyayı kurtarmayacağı belliydi ama yine de bir baş­
langıçtı.
usa
David’in yüzündeki ifade gerildi. Sunacağım teklifin ilgi
görebileceğini düşünmüyordum. “Neden bahsediyorsun sen?”
ökk

Boğazımı temizledim, sırtımı doğrulttum ve önerdiğim


çözümü destekledim. “İşten çok çok uzun süreliğine izin
-G

aldığımdan bahsediyorum. Gelip öğleden sonraları sana bu­


rada yardım edebilirim.”
ng

David tek kaşını kaldırarak, “Kovulduğunu duydum,”


dedi.
Lo

David hep benim kötü biri olduğuma inanmıştı. Başımı


iki yana salladım ve kavga etmek için attığı yemi yutmama­
leen

ya karar verdim. “İstifa ettim.”


“Yaşanan büyük bir... hatta iki değişiklikten sonra böyle­
ath

şi kararlar alınmamalı.”
Şimdi o bakışı ben takınmıştım. “Bunu nereden öğren­
K

din? Gündüz programlarından mı?”


“Bizim de bildiklerimiz var, ukala şey.”
“Haydi canım!” David’in bu bilge kişiliği karşısında et­
kilenmiş gibi yaparak çenemi ovuşturdum.
David ise pis pis sırıtarak, “Bu arada yardım konusunda
ciddi misin sen?” diye sordu.

ak
Başımı olumlu anlamda salladım.

lam
“Ne zaman başlarsın?”
“Hemen şimdi.”

aka
“Güzel. Ashley’nin boncuk dizme partisine mi ne gitme­
si gerekiyor.”

ıY
gın
Buz pistinin otoparkından daha yeni çıkmıştık ki Ashley,
arabanın camlannı titreten bir of çekti.
usa
“Sana okulun aile gecesinde şarkı söylemek istediklerini
söylediler mi? ŞarkıV
ökk

İrkildim. Anne baba tarafından utandırılma ölçeğinde


sanırım en üstteydi bu dediği.
-G

“Ölmek istiyorum, Bemie Teyze. Ölmek,” dedi Ashley,


ardından utangaç bir ifadeyle iç çekti. “Özür dilerim.”
“Sorun değil, tatlım. Bu tür durumlar, böyle bir dil kul­
ng

lanmayı hak ediyor.” Kelimelerimi dikkatle seçmiştim.


Lo

“Diğer anne babalar da gösteri yapacaklar, değil mi?”


Ashley başım iki yana salladı. “Umurumda değil. Onla­
rı durdurmalısın,” derken adeta yalvarıyordu. “Eğer bütün
leen

okulun önünde şarkı söylerlerse, ben... ben...”


Köşeye sıkışmış gibi bakan gözlerim benden yana çe­
ath

virdi. “Ben bir daha oraya geri dönemem. Kimliğimi falan


değiştirmem gerekir.”
K

İfademi de en az söyleyeceklerim kadar kontrol altında


tutmaya çalışarak, “O kadar da kötü olamaz, Ashley,” dedim.
“Hiç onları dinledin mi?”
Ne yazık ki, evet. “Üniversiteden beri dinlemedim. Şu
Sonny ve Cher’in eski şarkısını söylerlerdi,” diyerek gül­
düm ve ardından ekledim. “Tanrım berbatlardı.”

ak
Ashley bir o f daha çekip, kapıya doğru yığıldı.

lam
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. “O şarkıyı söyleme­
yecekler, değil mi?”

aka
Evet der gibi başını salladı. “Hem de kostümlü!”
Tamam, çocuğun panik yapmaya hakkı vardı. Yine de

ıY
ona biraz işkence etmekten kendimi alamadım.
“Hey, eğer gerçek bir yetenek görmek istiyorsan, annen­
le birlikte Superfreak* dansımızı yapabiliriz.”
gın
Ashley’nin adeta yuvalarından fırlayan gözleri, artık sus­
mam gerektiğini söylüyordu. “Hiç yardımcı olmuyorsun.”
usa
Gülmemek için zor tuttum kendimi. “Onlarla konu­
şurum .”
ökk

“Teşekkürler.”
Sesindeki ani rahatlama beni gülümsetmişti. “Haydi,
-G

bana partinden bahset.”


On dakika içinde doğum günü partisine katılacak her
ng

kızı, en ince ayrıntısına kadar tanıyacak kadar bilgi edin­


miştim. Görünüşe göre parti, Ashley’nin davet edildiği ilk
Lo

kalabalık partiydi. Bu nedenle ölümüne korkuyordu.


“Ya rezil olursam?”
leen

Mağazanın girişine doğru ilerlerken, destek vermek için


sırtına hafifçe vurdum. “Rezil olmazsın. Rahatla.”
ath

Kapıyı itip içeri girer girmez, görünmeyen bir yerlerden


yükselen genç kızların kıkırdamalarıyla çığlıkları duyuldu.
K

Önüne boncuklar ve aletlerin yığıldığı masasında çalışan


genç bir kadın, başını kaldırdı. “Parti için mi geldiniz?”
* İng. Kaçık. 1981 yılında Rick James’in seslendirdiği dönemin favori şarkıla­
rından biri. (Ed. N.)
Ashley kafasını salladı.
“Arka tarafta,” dedi gülümseyerek. “İyi eğlenceler.”

ak
Ashley’nin her zamanki ‘ben her şeyi yapabilirim’ ifade­

lam
si aniden yok olmuştu. “Gitme, Bernie Teyze.”
“Harika vakit geçireceksin. Endişelenmeyi bırak.”

aka
Yutkundu. “Ama bu kızları gerçekten tanımıyorum. Ya
beni sevmezlerse?”

ıY
Omuzlarını sıktım. “Seni nasıl sevmezler?”
Ashley kaşlarım çatarak bana baktı.
“Kalacağım,” dedim.
gın
“Dilerseniz boncuklardan kolye ya da bilezik yapmayı
usa
deneyebilirsiniz.” Masada oturan genç kadın, bakışlarını
çalışmasından kaldırmadan konuşmuştu. Uzun, düz kah­
ökk

verengi saçlarını kulağının arkasına sıkıştırınca, içimi bir


kıskançlık dalgası sardı.
-G

Bir süre kadının, karmaşık bir desenin içinden gümüş bir ip


geçirişini seyrettim. Benzeri bir şeyi yapabilmeyi hayal etsem
de beceriksizliğimi kabul etmekte sıkıntı yaşamıyordum.
ng

“Çok yaratıcı olduğum söylenemez.”


Lo

Derken aklıma babamın bıraktığı bulmacalar geldi. Bon­


cuk bile dizmeye korkuyorken, hayatımı nasıl baştan keş­
fedecektim?
leen

“Çok basit,” dedi Ashley, dirseğimden çekiştirerek.


“Böylece, sıvışmamız gerektiğinde burada olacaksın.”
ath

Ashley ağır adımlarla uzaklaşırken, “Bu küstahlığını


sonra konuşacağız,” diye seslendim ama dönüp bana bak­
K

mamıştı. Çoktan ‘seni dinlemeyecek kadar havalıyım’ ima­


jına bürünmüştü.
“Haydi gel,” diye ikna etti genç kadın beni. “Sana bile­
zik yapman için bir set hazırladım.”
Önüme bir tepsi koydu. Ardından bir makaradan bir çe­
şit elastik ip kesti. Bana uzatılan ipi her an patlayacakmış

ak
gibi parmak uçlarımda tutuyordum. “Dediğimde ciddiy­

lam
dim. Daha önce hayatımda hiç yaratıcı şeyler yapmadım.”
“İzle.” Kadın, benzeri bir ipi alıp bir kancaya iliştirdi.

aka
Ardından diğer ucundan da gümüş bir şey geçirdi. “Bu en­
gel boncuğu. İpini böyle geriyorsun...” Bir eliyle ipi gerip

ıY
diğeriyle ufak bir alete uzandı, “...sonra da bununla boncuğu
sıkıştırıyorsun.” Bakışlarını kaldırıp gülümsedi. “İşte böyle.”
Beş başarısız denemenin ardından engel boncuğu işini
gın
kapmıştım. Sonuç pek başarılı değildi, fakat ip, insanlık ta­
rihinin en çirkin bileziğini yapmama yetecek uzunluktaydı.
usa
Günün sonunda takı tasarımcı lığını gelecekteki muh­
temel kariyer seçeneklerimden çıkartmaya karar verdim.
ökk

Yine de mutfak çekmecesinden çıkmayacak olsalar da ton­


-G

larca malzemeye tonlarca para bayıldım.


Belki de Ashley’nin parti sonunda teşekkür etmek için
sarılışına kandım. Kollarını bana dolayıp gülümsediğinde
ng

kendimden geçmiştim çünkü. Bana sanlan Ashley’nin ar­


kasından elimdeki bileziğe bakınca, bir gün ben de güzel
Lo

bir şeyler yapabileceğime inandım.


Mutfak kapısını kapatmadan önce son bir kez aldıklarıma
baktım. Boncuklan tamamen unutmam zor olmadı. Ne de
leen

olsa zihnim şu sıralar pek dönüm noktalan oluşturmuyordu.


Ben kimdim ki bir gün çekmeceyi açıp kendimi şaşırta-
ath

bilme ihtimalimi sorguluyordum...


K

“Hayatta yapabileceğiniz en büyük hata, sürekli bir hata


yapmaktan endişe duymaktır. ”
- Elbert Hubbard
ak
lam
aka
"ÇBRALV CLMB ZMİŞMBÜB VÖVBPRZV ZÇDRTVB
N1JIZLIT1PRTVL ZÇDRTVB VÖVBPRZV ZMİŞMBÜB

ıY
NİJIZLITIPIE."

-PWÜŞUĞ P RÜFRBUCWRE

gın
P
azartesi öğleden sonra buz pistine giden yolu yarıla­
mışken, Diane aradı.
usa
“Ne yapıyorsun?” Sesi oldukça neşeliydi.
ökk

“Sesin müzikallerdeki karakterleri anımsatıyor,” dedim


içimden söylenerek. Aşın neşeli hamile bir kadın, kesinlik­
-G

le ihtiyaç duyduğum bir şey değildi.


“Hormonlar yüzünden,” diye yanıtladı Diane. “Bir alça­
lıp bir yükseliyorlar. Hayal bile edemezsin.”
ng

Bir süre ikimiz de sessizleştik.


Lo

Diane sonunda sessizliği bozarak, “Affedersin,” dedi. O


neşeli halinden eser kalmamıştı.
Köşeden sola dönerken, “Tamam, kes artık,” diye cevap
leen

verdim.
“Düşünmeden söyledim.”
ath

“Tamam!” İçim hüsranla dolmuştu. “Tüm hamilelik


K

muhabbetlerinden kaçınma durumu, zaman aşımına uğra­


mıştır. Neşe içinde çıldırabilirsin.” Kırmızı ışıkta durunca,
söylediklerimde samimi olduğumu düşündüğünü umarak,
gözlerimi sıkıca kapadım. “Çıldırmanı istiyorum.”
“Ne yapayım?”

ak
“Çıldır işte, neşeyle...”
Hattın öteki tarafından burun çekme sesini andıran bir

lam
gürültü geldi.
“Ağlıyor musun sen?”

aka
“Hayır.”
Yine de beni kandıramazdı. Onu otuz beş senedir tanı­

ıY
yordum. Aramızda ne kadar mesafe olursa olsun, bir burun
çekişin ne demek olduğunu bilirdim. “Sorun ne?”
“Ben seni hak etmiyorum.” gın
O sırada yeşil yandı. Gaza nazikçe basmama rağmen kal­
usa
karken lastikleri yaktığımı düşünmeden de edememiştim.
“Emin ol,” dedim yutkunarak. “Kimse beni hak et­
ökk

m iyor.”
-G

Yine sessizlik.
“Neredesin?” diye sordum sonunda.
“Alışveriş merkezinde.”
ng

“Ben de sabah bulantısı falan yaşıyorsun sanıyorum!


Piste gitmemen bu yüzden değil miydi?”
Lo

“Ha şu mesele,” diyerek kıkırdadı Diane. “O tamamen


David’in fikriydi.”
leen

Trafiğe odaklanmaya çalışarak gözlerimi kıstım. “Ee ne


yapıyorsun o zaman?”
ath

“Alışveriş.” Bu kelimeyi sanki daha önce alışverişe çık­


mamış gibi söyleyivermişti.
K

“Ne alışverişi?”
“Çanta!” diye fısıldadı Diane hattın diğer ucundan.
“Çanta?” Benim sesim ise duyduklarıma inanamadığım
gerçeğini gizleyememişti. “Çanta mı alıyorsun?”
“Harika, değil mi?” Bunu sorarken adeta ciyaklamıştı.
“Ne zaman yeni bir şey bulsam, mutluluk yüzünden ken­

ak
dimden geçiyorum.”

lam
“Ne güzel.” Diane’in bu ufak girişimini onaylamamayı
denesem bile yapmadım. Eğer çanta satın almak istiyorsa,

aka
bunu yapmalıydı. “Normal hamilelerin turşu aşerdiğini bi­
liyorsun, değil mi?”

ıY
“Normal olduğumu hiç iddia etmedim ki...”
“Şaka yapmıyorum.”
“Hazır buradayken istediğin bir şey var mı?” Gözyaşla-
gın
nyla dolu anlar geride kalmış, müzikal havasına geri dön­
usa
müştük.
“Yeni bir hayat,” dedim kendime hâkim olamadan.
ökk

“David’e hasta olduğunu söyle, sonra buluşalım,” dedi


Diane. “Neye ihtiyacın olduğunu biliyorum.”
-G

Baştan Yarat'ta yaşanan fiyaskonun görüntüleri gözleri­


min önünden geçti. “Onu son dakika ekmek istemem,” diye
uydurdum.
ng

David’le buz pisti ya da Diane’le alışveriş... Aklım nere­


Lo

deydi bilmiyorum, ama David’i seçtim.


Diane, “Tamam,” diye onayladı, “ama ona benimle ko­
leen

nuştuğunu söyleme.”
“Konuşma mı? Ne konuşması?”
ath

“Kesinlikle!” Telefonu kapatırkenki kahkahası hâlâ ku-


laklanmdaydı.
K

Tanrım bana yardım et. Diane’in hormonlarına yedi


ay daha katlanabilecek miydim, bilmiyordum. Fakat yıl­
larca bana gösterdiği sabrı düşününce, denemeye karar
verdim.
Kısa süre sonra, David’in son model somurtuşunu-ince­

ak
liyordum.
“Telefonunu açmıyor,” dedi David başını sağa sola salla­

lam
yarak. Büfedeki atıştırmalıkları midesine indirirken, sinirli
olduğu her halinden belli oluyordu.

aka
Yalan söylemeyi hiç beceremezdim. Diane’i korumak da
bu kategoriye dahildi. Ne de olsa, nerede olduğunu biliyor­

ıY
dum. Bu durumda suça ortaklık etmiş sayılırdım.
“Belki uyuyordur.” Karısının aniden gelen çanta aşerişi-
gın
ni tatmin etmek için alışveriş merkezine gittiğini gizleyebil-
diğimi umarak hızla omuz silktim. “Telefonunu da sessize
usa
almıştır,” diye ekledim. “Eminim iyidir.”
“Bu yüzden endişelenmiyorum,” diye surat astı David.
ökk

“Bu akşam buz düzeltme aracını kim kullanacak diye endi­


şeleniyorum sadece.”
-G

Ne? Gözlerimi kırpıştırdım. Hormonları dengesiz, hami­


le ve orta yaşlı bir kadını, kocaman bir makineye oturtmayı
ng

gerçekten de planlamıştı. Diane’in yokluğunun onu iş se­


bepli rahatsız edeceğini bilmem gerekirdi.
Lo

“En azından biraz olsun karının ve doğmamış çocuğu­


nun sağlığıyla ilgilenemez misin?”
leen

David kaşlarını çatarak bana baktı. “Senin yapman ge­


rekecek.”
ath

Şakaydı, değil mi? “Benimle dalga mı geçiyorsun?” diye


sordum başımı iki yana sallayarak. “Olmaz ”
K

“Ya bunu yapacaksın ya da hamburger köftelerini çevi­


receksin. Nasıl yemek yaptığım da biliyorum.”
Şimdi surat asma sırası bendeydi. David’in keyifle te­
bessüm edişi gözümden kaçmamıştı.
Şakadan gülerek, “Aman ne komik,” dedim.
David başını iki yana sallayıp işine döndü. “Yemek yapı­

ak
şının komik bir tarafı yok.”

lam
Büfeye ait olan tezgâha yaslandım. Eminim David, konuş­
mamızın sonlandığını düşünmüyordu. “Söylesene, burada buz

aka
düzeltme aracını kullanmayı bilen başka biri yok mu?”
“Ben, Diane ve Ashley.”

ıY
“Ashey,” dedim heyecanla. Kendimi kontrol altına al­
mak için elimden geleni yapıyordum. “Ashley...” Bahsi ge­
çen motorlu canavara bir bakış attım. “O şeyi kullanmayı
biliyor mu?”
gın
usa
“Onu herkes sürebilir.” İfadesiyle sabrının taşmak üzere
olduğunu gösteren David, bana arkasını dönmüştü. Ya bu
ökk

korkutucu alete karşı sempati beslememi ya da tezgâhları


silip hamburger köftelerini çevirmemi umuyordu.
-G

“Ah, çok sağ ol.”


Hâlâ sırtı bana dönük olan David, “Her zaman sana inan­
madığımı söylersin ya,” diyerek omuz silkti. “Şimdi sana
ng

inanıyorum.”
Lo

İnansın ya da inanmasın, beni böcek gibi ezebilecek o


makineyi kullanmaya hiç niyetim yoktu.
leen

O sırada kapıdan adeta bir yaz meltemi gibi giren Ash­


ley, güneşin ışıklarıyla sanlmışçasına içeriyi aydınlatıverdi.
ath

Kapı arkasından kapanınca, gözlerini kırparak bir süre ol­


duğu yerde durdu.
K

“Lambaları yakamaz mısın?” Soruyu direk, David’in


sırtına doğru söylemiştim.
“Ne oldu? İnternetten aldığın buz pisti yöneticiliği çık­
maza mı girdi?”
“Çok komik.”
Ashley’nin büfe tezgâhına doğru ilerlemesini bekledik­

ak
ten sonra günün sorusunu patlattım. “Duyduğuma göre buz

lam
düzeltme aracını kullanıyormuşsun, doğru mu?”
Tıpkı babasının bir kopyası gibi omuz silkti. “Onu her­

aka
kes sürebilir.”
İrkildim. “Tannm... Ben de kime çekti diye merak edi­

ıY
yordum.”
Ashley saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp, beton zie-
gın
mine baktı. Tipik, muhalefet eden kızgın ergen belirtileri
göstermediğinde, Bemie Teyze radarım beynimin derinlik-
t
usa
lerinde devreye giriyordu.
“Okulda bir şey mi oldu?”
ökk

Hâlâ yere bakarak, başını iki yana salladı.


Aramızdaki mesafeyi kapatıp parmaklarımla çenesini
-G

kaldırdım. Bana baktı. Genç gözleri, olması gerekenden


çok daha ciddi bakıyordu.
ng

“Dökül bakalım.”
“Cuma günkü bir partiye davet edildim.”
Lo

Hissettiğim kafa karışıklığını belli etmemeye çalışarak,


kaşlarımı çattım. “Bu iyi bir şey değil mi?”
leen

Gözlerini devirdi. “Karma bir parti.”


Yüzümü buruşturdum. “Bu daha iyi değil mi?”
ath

“Babam gitmeme izin vermez.”


“Niye?” diye sordum omuz silkerek. “Sevişecek değil­
K

sin ya.”
Ashley gözlerini fal taşı gibi açınca ister istemez ürk­
müştüm.
“Değil mi?” diye sordum.
Ashley sanki koca bir limonu yemiş gibi yüzünü ekşitti.
“İğrenç!”

ak
Biraz olsun rahatlayarak elimi çenesinden çektim. “O

lam
zaman sorun ne?”
“Onu yumuşatması için anneme ihtiyacım var. Yeterince

aka
büyüdüğüme ikna olması gerek.”
“O zaman ondan yardım iste.”

ıY
“Artık bana ayıracak vakti yok.” Ashley bir kez daha iç
çekip tekrar yere odaklandı. Çaresiz tavrını görmek yüreği­
mi burkmuştu. gın
“İşte şimdi saçmalıyorsun.” Ortamı biraz rahatlatmak
usa
için hafifçe güldüm. “Annen senin için yaşıyor.”
ökk

“Son zamanlarda onunla konuştun mu hiç?” diye sordu


Ashley, şüpheyle bana bakarak. “Bebek ve çantalar için ya­
-G

şıyor. Hem de sürekli.”


Hay söylemez olaydım! Çocuk haklıydı.
ng

Nefesimi tutup elimden geldiğince hızlı bir şekilde


söylediklerini düşündüm. Eğer Ashley’ye yardım etme­
Lo

si için Diane’i ararsam, kızın kitabında ajan konumuna


düşerdim. Eğer en yakın arkadaşıma tek kelime etmeden
leen

Ashley’ye yardım edersem, sonsuza dek hain olarak bili­


nirdim.
ath

Fakat Diane’in anlayış gösterebileceğini um uyor­


K

dum. Eğer göstermezse, eve dönerken alışveriş m ağa­


zasında durup ona sahte timsah derisi bir çanta alırdım ,
banşırdık.
“Babanla konuşurum.”
Ashley başını hızla kaldırdı.
“Seni partiye de ben götürürüm,” diye devam ettim ko­

ak
nuşmama.

lam
“Gerçekten mi?”
Ashley’nin omuzlarını tutarak, “Hatta önce benim evime

aka
uğrar, dolabımdan sana bir şeyler seçeriz,” dedim. “Bak, bu

ıY
çok şahane olur.”
Ashley biraz yüzünü asmıştı.
“O kadar da demode değilim, Ash.”
gın
“Bemie Teyze...” Yüzü daha da asıldı.
usa
“Ama konu saç buklesine geldiğinde ezer geçerim.”
Ashley’yi kıvırcık saçlarıma bakarken yakalayınca, is­
ökk

temeyerek de olsa elimi ‘saçım’ diye tanımladığım dağı­


nıklığın içinden geçirdim. “Diğer insanları, buklelerimle
-G

ezebilirim.”
Asık yüzünde sıcak bir gülümseme belirmişti. Noel
ng

Baba’nın ona dördüncü Noel’inde getirdiği Elmo oyunca­


ğından beri böyle gülümsediğini görmemiştim.
Lo

Uzanıp yanağımdan öptü. “Teşekkürler, Bemie Teyze.”


Ashley yanımdan uzaklaşırken, içimden hoplayıp zıp­
leen

lamak gelse de soğukkanlı havamı korumak için elimden


geleni yaptım. Günler sonra ilk kez hakikaten doğru bir şey
ath

söylemiştim. En azından doğru bir şey söylediğime inanı­


K

yordum.
Bulunduğum yerden Ashley’nin zorlanmadan makineyi
çalıştırışını seyrederken, benden yaşça çok genç olsa da bir­
birimizden çok farklı olmadığımızı fark ettim.
Ben, evlilik ve bekârlık, babamın hayatta oluşuyla ölü­
mü arasındaki geçişlere yakalanmış olabilirdim. Fakat Ash­

ak
ley de çocukluk ve kadınlık arasındaki kendi geçişine tutul­

lam
muştu.
Ayrıca ben buz düzeltme aracım nasıl kullanacağım, köf­

aka
teleri nasıl çevireceğim ya da geçişlerim arasında nasıl ha­

ıY
yatta kalabileceğim hakkında bir şey bilmezken, Ashley’ye
kendi yolunu bulabilmesinde yardımcı olabilecektim.
Deneyimlerim sonucunda Ashley'ye yardım edebilme
gın
düşüncesi, boncuk dizme partisindeki bana sarılışında his­
usa
settiğim aynı amaç parıltısını hissettirmişti.
Ben, Bemadette Murphy, sonunda fark yaratabileceğim
ökk

birini bulmuştum.
Ashley’ye bakıp el salladım.
-G

Hem, ne kadar zor olabilirdi ki?


ng

Gece yatağıma oturup duvarı seyrettim. Uyku tutmamıştı.


Lo

Poindexter sere serpe uzanıp uyuduğu sepetinde, şüp­


hesiz bir itaat okulu eğitmenine ince ince havlayıp hırlı­
leen

yordu.
Yataktan kalkıp komodinin çekmecesinden babamın
ath

bulmaca defterini aldım. Ardından yatağa dönüp yastıkla­


K

rımı kabarttıktan sonra bir sonraki bulmacayı bulmak için


sayfaları çevirdim.
Saatler sürmüş gibi gelen bir çalışmanın ardından, gerin­
dim ve bulmacayı inceledim. Cevabı bulduğum için gurur­
luydum fakat bu mesaj lan babamın benim için hazırlamış

ak
olduğu gerçeği beni üzüyordu.

lam
Çok acınası bir hale mi gelmiştim de motivasyon cümle­
lerinin beni kurtaracağını düşünmüştü?

aka
Yazıyı tekrar okudum ve babamın bana acımadığını an­
ladım.

ıY
Gülümsedim.
Defteri kapatıp gözlerimi yumdum ve uykuya daldım.

gın
“Önemli olan kavganın içindeki köpeğin büyüklüğü değil,
usa
köpeğin içindeki kavganın büyüklüğüdür. "
-Dwight D. Eisenhovver
ökk
-G
ng
Lo
leen
ath
K
ak
lam
aka
“RTRE BRERJR ŞVPRORTVBVKV NVLAVJCEFMBÜK
CEMJM İMEPÜTÜBÜKPM HLMGAMZ VFĞRPVTVBVK

ıY
JREV ZMÖÜEMNVLVEFVBVK.”
-MBCBVA

gın
adılar Bayramı’nda David, buz patenini ‘şeker ya da
C oyun’a tercih eden çok çocuk olmadığı için işe gelme-
usa
yebileceğimi söylemişti.
ökk

Kostümlü çocukların saldırısına bildiğim şekilde hazır­


landım; deneyimlerim bana beş dese de altı paket şekerleme
-G

alarak... Her şey plana uygun şekilde ilerliyordu. Çikolata


tüketimimi iki bin ya da daha az kaloride tutarsam, gecenin
sonunda tatmin olacak kadar şeker tüketmiş olacaktım.
ng

Gün yerini akşama bırakırken, ne yazık ki ikinci şeker


Lo

paketini yarılamıştım. Arz talep kanunları, bana çocuklann


hüsrana uğrayabileceklerini söylüyordu.
leen

Kalabalık, geçen seneye göre daha da yoğundu sanki.


Minik hayaletlerin, cücelerin ve vampirlerin üçer eli var
ath

gibiydi. Daha önce hiç bu kadar etkili bir şeker toplama


görmemiştim. Bütün anneler, “Sadece bir tane al hayatım,”
K

repliğini şarkı söyler gibi yüksek sesle söylemiş olsa da


kimse onlan dinlemiyordu. Gördüğüm kadarıyla bütün ço­
cuklara, gece boyunca anneye, babaya ve çocuğa bol bol
yetecek kadar malzeme alabilmeleri tembihlenmişti.
Ben de durumla böyle başa çıkıyordum işte.
Cadılar Bayramı, her zaman benim için zor olmuştur.

ak
Emma’nın ne giyiyor olabileceğini hayal etmemeye çalış­

lam
sam da elimde değildi.
Kızımın prenses kıyafetleri giyerek büyüyen gelenek­

aka
sel kızlardan olacağını hiç düşünmedim. Onun daha çok,
kementli bir kovboy gibi klasikleri tercih edeceğini düşün­

ıY
müşümdür.
Kısa kesim koyu renk dalgalı saçları, pembe kovboy

gın
şapkasının altından kıvnlırdı. Muhtemelen onun sadık
midillisi olan Poirıdexter,ın da kendi kovboy şapkası
usa
olurdu.
Bu hayale kendimi kaptırmışken iki küçük kız neşeyle
ökk

bana el sallayarak zulamm yansını alıp götürdü.


O sırada bir aracın kapımın önüne park ettiğini görünce
-G

kaşlarım çatıldı. Sürücü kapısı açıldı. Uzun boylu bir adam


aracın farlannı açık bırakarak koltuğundan kalktı ve evimin
giriş kapısına doğru yaklaştı.
ng

Minik şekerlerle dolu sepetimden arta kalanlarla oynar­


Lo

ken, “Yardımcı olabilir miyim?” diye sordum.


“Bemadette Murphy?” diye soran adam, bulunduğum
leen

yerden biraz uzakta durup beni inceledi.


Başımı salladım. “Benim.”
ath

Ardından katlanmış bir belge çıkarttı. Hâlâ kaşlarımı ça­


tarak boşta kalan elimle belgeyi aldım.
K

“Buyurun.”
Yabancı adam topuğunun etrafında döndü. Ben ne oldu­
ğunu anlayamadan arabasına binip uzaklaştı.
Buyurun... Ne geldiğine dair bir fikrim vardı açıkçası.
Merdivene çöktüm ve elimdeki sepeti yere bıraktım.
Hareketimle yazlan üzerine bir kez bile çiçek koymadığım

ak
çiçekliğin sallanmasına neden olmuştum.

lam
Bu akşam ormana gittiğinde...
Elimden geldiğince derin bir nefes alıp belgeyi açtım.

aka
...büyük bir sürprizle karşılaşacaksın.*
Ryan Murphy ile Bemadette Murphy.

ıY
Başım, sanki boynumun taşıyabileceğinden daha ağır­
mış gibi aniden öne doğru düştü.
“Şeker ya da oyun.”
gın
Başımı kaldırdım. Bir metrelik bir itfaiyeci önümde
usa
duruyordu. Fakat onu tatlılıkla kandıracak kelimeleri söy­
lemek imkânsız gibiydi. Ayağa kalkarken sepeti alıp ona
ökk

uzattım.
Çocuk, şapkasının altındaki iri gözleriyle bana baktı.
-G

“A! bakalım.” Başka bir şey yapmaktan ya da söylemek­


ten korktuğum için sadece fısıldamıştım. Kontrol altına al­
mak için debelendiğim şaşkınlık ve sinir hali kötü sonuçlar
ng

doğurabilirdi. Tabii, ben de zavallı çocuğun ödünü kopar­


Lo

mak istemezdim.
Çocuk olduğu yerde donakalmış bir halde sepeti tutar­
leen

ken, adeta uyuşmuş bir halde kapıya doğru ilerledim. Kapı­


yı arkamdan kapatırken duyduğum son ses, çocuğun anne­
ath

sinin, “Sadece bir tane al, hayatım,” diye seslenişiydi.


Lambaları kapattım, kapıyı kilitledim ve koridorun orta­
K

sında dizlerimin üstüne çöktüm.


Boşanma belgeleri, hem de Cadılar Bayramı’nda.

* Teddy Bear’s Ficnic: Küçük Ayıcık Piknikte. 1932 yılında Jimmy


Kennedy’nin seslendirdiği bir şarkı. (Çev. N.)
Bunu nasıl yapabilirdi?
Telefon çaldığında ne kadar süredir bu halde oturduğu­

ak
mun farkında değildim. Fakat ayağa kalkmam gerektiğini

lam
idrak edene kadar telefon birkaç kez daha çalmıştı.
Telefonda Ryan’m sesini duyunca, Cadılar Bayramı’nda

aka
yayınlanan, kötü karakterlerin hiç ölmediği filmlerden biri­
nin içinde sıkışıp kaldığımı anladım. Hem de şu kötü adam

ıY
verebileceği tüm zararı verdikten sonrş, çirkin suratının
tekrar ekranda göründüğü tip filmlerden...

gın
“Bemie?” Ryan’m sesi telefondan, sanki bugün farklı bir
günmüş, sanki evliliğimizi sonlandıran kâğıtları imzalayıp
usa
da bana gönderdiği gün bugün değilmiş gibi geliyordu.
“Bana Bemie deme!” diye bağırdım. Sesimdeki-güç beni
ökk

bile şaşırtmıştı.
Ryan, “Şey...” diye cümlesine başladıysa da birkaç sa­
-G

niye sessizliğini korudu. “Sana biraz moral vermek iste­


miştim.”
Bir iç çekerek belli belirsiz güldüm. “Zamanlaman hari­
ng

ka. Her zamanki gibi.”


Lo

“Üzgünüm.”
Beni görmediğini bilmeme rağmen, başımı sağa sola
leen

salladım. Ona söylemek istediğim kelimeleri bulmak için


çabalarken, gözyaşlanma hâkim olmaya çalışıyordum.
ath

“Hiç de üzgün olduğunu düşünmüyorum. Hatta zil takıp


oynamaya hazırsındır.”
K

“Bemie...”
“ Sus!” diye lafını böldüm. “Konuşma. Şimdi konuşma.
Hiç konuşma. Sadece beni yalnız bırak.”
“İyi olduğundan emin olmak istedim.”
Söylediğine inanmamıştım. Konuşmaya başlamadan
önce sesimdeki acıyı, hüsranı bir şekilde önler diye uma­

ak
rak, dudaklarımı birbirine bastırdım. “Bunu beni aldatma­

lam
dan önce düşünecektin.”
Zor bir haftaydı.

aka
Emma ’nın doğum günü vardı.
“Senden nefret ediyorum.” Telefonu kapattım ve ağla­
maktan aciz, uzunca bir süre cihaza baktım. Herhangi bir

ıY
tepki veremeyecek kadar uyuşmuştu bedenim.
Senden nefret ediyorum.
gın
Ondan gerçekten nefret ediyordum. Bana mutsuz oldu­
ğunu söylemektense beni aldattığı için nefret ediyordum.
usa
Bana, bize bir şans daha tanımadığı için nefret ediyordum.
Başka birine âşık olduğu için, bensiz çocuk sahibi olabildi­
ökk

ği için ondan nefret ediyordum.


Beni arkada bıraktığı için...
-G

Emma’yı ve eğer yaşasaydı hayatlarımızın şimdi ne ka­


dar farklı olabileceğini düşündüm.
İşte o an kalbim kırıldı.
ng

Bir kez daha.


Lo
leen

Ryan’ın telefonundan sonra Cadılar Bayramı için aldığım


tüm şekerleri yemeye niyetlendim. Fakat elimdekilerin
ath

hepsini küçük itfaiyeciye verdiğimi hatırladım. Çocuk aca­


ba arkasında bir şey bırakmış mıdır diye hızla kapıyı açtım
K

ama ne sepetten ne de çikolatalardan iz kalmıştı.


Son moda şeker dağıtım girişimimle yarattığım mükem­
mel sonbahar eserimi ele geçirmiş olan çocuğun annesi,
zihnimde benim çikolatalarımı yerken canlandı.
Mutfağa gidip takvime baktım ve sayfasını çevirdim.
İşte karşımdaydı.

ak
Kasımın üçü.

lam
Emma beş yaşında olacaktı.
Kahretsin!

aka
Bu tarih, tam da sahile yaklaştım derken beni alabora
eden sinsi bir dalga gibi her sene karşıma çıkıyordu. Geçen

ıY
sene bunun tekrarlamayacağına yemin etmiştim. Hazır ola­
cağıma yemin etmiştim.
gın
Anlaşılan pek de hazırlıklı değildim.
Emma doğduktan sonraki beş yıl içinde bazı ayrıntılar
usa
silinmişti. Kızımın hayatının her saniyesi sonsuza dek ak­
lıma kazınacak diye düşünmüştüm hep. Fakat öyle olma­
ökk

mıştı. Bu beni kötü bir insan mı, yoksa kötünün de kötüsü


bir anne mi yapardı, emin değildim. Yine de bazı şeyler,
-G

sanki daha dün yaşanmış gibi canlılığını koruyordu.


Yan komşumuzla aynı zamanlarda hamileydik. Biz
ng

Emma’yı gömdükten sadece birkaç gün sonra sağlıklı bir


kız çocuğu dünyaya getirmişti. Evlerimizin arasına konmuş
Lo

yarım metrelik leylek heykelini hâlâ anımsarım.


Komşularımıza mutluluklarını çok görmüyordum. An­
leen

cak kaderin gerçekten karanlık bir mizah anlayışına sahip


olduğu fikri de akiımdan çıkmıyordu.
ath

Emma’nın beşiğini garajdan çıkartmaya karar verdiğim


gün, komşularım kızlarını hastaneden evlerine getirmişler­
K

di. Beşik ön kapıdan sığmayınca ben de yüklenip garaj ka­


pısının dışına çıkarmıştım.
Dört araç mutlu ailenin kapısına gelip yeni bebek içiıı ku­
cak dolusu hediyeler getirirken, kaldırımın yansını geçmiştim.
Anılar ve Cadılar Bayramı çikolataları adeta bir girdap
gibi midemde dönerken lavaboya zor yetişmiştim.

ak
Cuma akşamı, depresyonumun kırk sekizinci saatindey-

lam
ken, telefon çaldı. Cevap vermeyip telesekretere geçme­
sini bekledim. Yastıklarımdan birini başımın altına koyup

aka
Diane’in gaz veren konuşmalarından birini duymayı bekli­
yordum. Ancak telefondan Ashley’nin sesini duyunca, ya­

ıY
tağımda doğruldum. Poindexter ise başını kaldırıp bir çeşit
uzaylıymışım gibi bana baktı. Gerçekten hareket edebilen
bir insan.
gın
Komodinin üstündeki telefonu açıp Ashey’nin bırak­
usa
makta olduğu mesajı yanda kestim. “Buradayım, ne oldu?”
“Babam gidebileceğimi söyledi.” Sesinde, Diane hamile
ökk

olduğunu açıkladığından beri hiç işitmediğim bir hafiflik ve


canlılık vardı. Rahatlayarak gülümsedim.
-G

“Nereye?” Yataktan çıktım ve birden yürümekle bedeni­


mi şoka sokmak istemediğimden gerindim.
Ahizenin öteki ucundan sinirli bir iç çekiş sesi geldi.
ng

“Partiye.” Ashley, kelimenin son hecesini, lunaparkta hızlı


Lo

trene binen bir çocuk gibi söylemişti.


Parti.
leen

Gözlerimi kırpıştırdım. Nasıl unutabildim? Ashley’ye


yardım etme planıma ne olmuştu böyle?
ath

“Unutmadım.” Parmaklarımı çapraz yaparsam söyledi­


ğim yalan olmaz, diye kendimi ikna ederek, orta parmağı­
K

mı ışareı parmağımın üstüne getirince ergenlik günlerimi


anımsadım. “Seni ne zaman alayım?”
“Bir saat sonra?” Ses tonu, cümlesini soruya döndüren
bir vurgu almıştı.
Konuşurken aynama doğru yürüdüm. Telsiz telefonu ku­

ak
lağıma tutarken, ağzım açık kendi yansımama baktım. Sa­
çımın kendine ait bir hayatı olduğunu zaten biliyordum ama

lam
karşımdaki korkunç bir şeydi. Uzun, kıvırcık tutamlar, bir
geometri hocasının gurur duyabileceği açılarla yüzümden

aka
yukarı doğru zig zağlar çiziyordu.
Yüzüm ise daha kötüydü. Çarşafın izi sol yanağıma o kadar

ıY
derin işlemişti ki botoks iğneleri bile beni artık kurtaramazdı.
Aynaya yaklaşıp kan çanağına dönmüş, uykudan şişmiş
gözlerimi inceledim.
gın
“Bir saat sonra, tamamdır,” diye çevap verdim. “Ben de
spor yapıyordum. Hemen duş alır, seni almaya gelirim.”
usa
Telefonun ucundaki Ashley’denkısa süre ses kesildi. Bir
ökk

yetişkinden şüphe edeceği bir kelime duyduğunda takındığı


yüz ifadesi canlandı gözümde. “Ama sesin uyuduğunu söy­
-G

lüyor sanki.”
“Endorfinlerden,” diye yanıt verdim. “Çok rahatlatıcılar.”
Tekrar ses kesildi. “Bemie Teyze, endorfin seni hiperak-
ng

tif yapar, uyuşturmaz.”


Gözlerimi devirdim. Bu zamanlarda çocuklara okulda
Lo

öğretecek daha yararlı şeyler bulamıyorlar mıydı? “Boş boş


konuşmaya devam mı edeceksin, yoksa gidip seni almaya
leen

terli terli mi geleyim?”


Kirli kazağımın yakasını çekiştirdim. En azından son
ath

söylediğim yalan değildi.


“Beni alışveriş merkezinden alabilir misin? Yemek giri­
K

şinden. Oradan direk partiye geçeriz.”


Adını tam koyamadığım bir his dalgası içimi sardı. Şüp­
he? Hayal kırıklığı? Alışveriş merkezinin güvenlik görevli­
si korkum?
“Başka bir yer olsa?”

ak
“Ama sen çok şey istiyorsun,” dedi Ashley tatlı tatlı.
“Oradan alman yeterli.”

lam
“Annenler bu konuda sıkıntı çıkarmazlar, değil mi?”
“Beni alışveriş merkezine kim bırakacak sanıyorsun?”

aka
Teslim olur gibi iç geçirdim. “Tamam, bir saate görüşü­
rüz. Mağazanın içinde seni aramak istemiyorum ama, an­

ıY
laştık mı?”
“Anlaştık.”
gın
Günler önce hissettiğim bir amaca sahip olma duygusu­
nu tekrar keşfetmeye kararlı olarak duşa girdim.
usa
ökk

“Eğer nereye gideceğinizi bilmiyorsanız, oraya


vardığınızda ulaşmak istediğiniz yeri kaçırabilirsiniz.”
-G

-Anonim
ng
Lo
leen
ath
K
ak
9/ e d iş te n (ÎB ö /ü sn /

lam
aka
"UMJMLLREVBR FÜAFÜZÜ FMEÜL ÖIBZÎ UMJMLLREVB
JC Z CLHEFM UMJMĞ ZMBMPÜ ZÜEÜZ HÖMAMJMB NVE

ıY
ZHGM NRBKRE."
-LMBŞFĞCB UHŞURF

gın
am bir saat sonra yemek bölümünün girişine park et­
T
usa
miş, boş boş oturuyordum. Ashley görünürlerde yoktu.
İki üç dakika boyunca sabırsızca parmaklarımı direksi­
ökk

yona vurduktan sonra dörtlülerimi yakıp arabadan indim.


Neyse ki duştan sonra en iyi kazaklarımdan birini giy­
-G

miştim. Bunun ferah, kimlik gizleyen bir şapkası vardı. Yu­


muşak, tüylü kumaşı başımdan geçirdim. Mağaza görevli­
lerinin beni, ömür boyu alışveriş merkezinden men edilmiş,
ng

tezgâhtara saldıran bir kaçık yerine alımlı bir sinema sanat­


Lo

çısı sandıklarını hayal ederek, güneş gözlüklerimi taktım.


Yemek bölümünün girişinde durunca iki şey fark ettim. Ar­
leen

kadaşlarıyla beraber çene çalarken kolasını yudumlayan her


kız, tıpkı Ashiey’ye benziyordu ve ben kırk sekiz saattir açtım.
ath

Boş midemi doldurmak için ağzıma layık bir şeyler arar­


ken bu restoran denizinde mönüleri incelemeye başladım.
K

Salatalar. Yok.
Buzlu içecek. Hayır.
Sağlıklı bir şeyler yemek istemiyordum. Ne şimdi ne de
sonra.
Bakışlarımı Taco B ar’m üstüne diktim ve sipariş verme­
yi bekleyen insanlar sırasına doğru emin adımlarla yürü­

ak
düm. Sanki mağaza görevlileri her an harekete geçecekmiş

lam
gibi gergin olmamaya ve dümdüz önüme bakmaya zorla­
dım kendimi.

aka
Sıraya geçerken, dikkatle mönüyü inceledim. Seçimim,
hafif bir şeylerden yana olmayacaktı. Neticede bu, boşanma

ıY
belgeleri sonrasındaki hayatımda yiyeceğim ilk öğün ola­
caktı. İşte bu!
Büyük boy bir mönü... gın
Kamım o kadar gürültüyle guruldadı ki önümdeki kadın
usa
çocuğunun elini tutup, yavrusunu aç kurttan koruyan anne
ayı misali aramıza girdi.
ökk

Gözlerimi devirdim.
Birkaç dakika sonra içi çeşnili et, kıvırcık ve domatesle
-G

dolu çıtır çıtır taco ekmeğini henüz ısırmıştım ki arkamdan


koşup, yakın mesafede duran ayak sesleri duydum. Eğer
Ashley asker botları giymeye başlamadıysa, bu sesler iyiye
ng

alamet değildi.
Lo

“Sen!” diye gürledi bir ses sol kulağımın arkasından.


Arkama dönüp de tanıdık yüzü karşımda görünce nere­
leen

deyse elimdeki yemeği düşürüyordum. Baştan Yarat stan-


dında beni tutuklayan güveftlik görevlisi bana bakıyordu.
ath

Pek memnun olduğu da söylenemezdi.


Daha lokmamı yutamadan anlamsız bir şekilde kekele­
K

meye başladım. “Düşündüğün gibi değil.”


Güvenlik görevlisi söylediklerimi anlamayarak kaşlarını
çattı. Annem her zaman ağzıma konuşamayacak kadar ye­
mek tıkmamam konusunda beni uyarırdı.
Güvenlik görevlisi telsizini kaldırıp, dudaklarına götür­
dü. “Taco Bar’a destek istiyorum.”

ak
O sırada görüş açımda beliren Ashley, bana doğru koş­

lam
maya başladı. Teyzesinin bir güvenlik görevlisiyle yüz yüze
gelmesinin şüphesiz tek bir anlamı vardı. Utanç. Kayarak

aka
yanımda durdu.
“Sadece onu almaya gelmiştim. Gerçekten.” Lokmamı

ıY
yutup yemeğimin kalanını çöpe attım ve elimi Ashley’nin
sırtına koyup ittirdim. “Biz de gidiyorduk. Güvenliği çağır­

gın
maya gerek yok. Ufak bir yanlış anlaşılma olmuş sadece.
Yasağın yemek bölümünü de içerdiğini bilmiyordum. İzci
usa
sözü. İyi günler.”
Kıkırdayan Ashley’yi çekiştirerek adımlarımı hızlan­
ökk

dırdım.
“Haberlerde gösterilen kapkaççı çocuklara benziyorsun.”
-G

Ünlü, alımlı kadın hayallerim bu sözle sona ermişti.


“Devam edersen senin de buradan kovulmanı sağlarım,”
ng

diye fısıldadım.
Bir ergeni, alışveriş mağazasından kovulma tehdidi ka­
Lo

dar hiçbir şey korkutamazdı. Ashley arabaya gidene kadar


gıkını bile çıkarmamıştı. Hatta yolda da söylediği tek keli­
leen

me, bana yolu tarif etmek için kullandıklarıydı. Gözlerini


devirmedi, hatta karma partiler hakkında paha biçilmez tü­
ath

yolar verirken bile iç geçirmedi.


Ashley, gecenin sonunda David’in gelip onu alacağına
K

ikna etmişti beni. Ben de haftalık sevabımı işlemiş olmanın


verdiği memnuniyetle eve döndüm. Kendimi faydalı biri
olarak hissediyordum Bu, uzun zamandır hissetmediğim
bir şeydi.
ak
Gecc saat ikide telefon çalarken, neşeli bir halde eski bir

lam
Hepbum ve Tracy filmi izliyor, daha önceden sipariş etti­
ğim pizzanın soğuk bir dilimini yiyordum.

aka
Telefona uzanırken ağzımdaki lokmayı yavaşça mideme
indirdim. Tarih, gecenin bir vakti gelen telefonların çok na­

ıY
dir iyi haber getirdiğini yazar, buda farklı değildi.
Telefona cevap verdiğimde Diane o kadar yüksek sesle
bağırdı ki kulak zarım patlamasın diye ahizeyi kulağımdan
uzaklaştırmak zorunda kaldım.
gın
usa
Sesindeki delirmişlik seviyesi, şimdiye kadar duydukla­
rımın yanından bile geçemezdi. Eğer birini birinci sınıftan
ökk

beri tanıyorsanız, böyle konuşmasının bir nedeni olduğunu


bilirdiniz.
-G

“Ne oldu?” Kalbim korkudan güm güm atıyordu.


“Ne mi oldu?” diye tekrarladı. Sesi daha da yükselmişti.
“Kızımı alıp iznim olmadan kızlı erkekli bir partiye götürü­
ng

yorsun. Sonra da 'Ne oldu?' diye soruyorsun.”


Lo

İzni olmadan.
Bu kızı öldüreceğim.
leen

Aniden içimi bir korku sarmıştı. “Ashley iyi mi?”


“Evet,” dedi sert bir tavırla. “Yok değil, sayende.”
ath

“Bana sizin sorun etmeyeceğinizi söylemişti. Hem onu


alışveriş merkezine bırakırken nereye gideceğini sanıyor­
K

dunuz?”
“Onu alışveriş merkezine biz bırakmadık,” diye devam etti
konuşmasına Diane buz gibi bir sesle. “Anlaşılan yürümüş.
Hepsi küçük planının bir parçasıymış, sen de yutmuşsun.”
Gözlerimi ovuştururken önümdeki bir bardak suyun sek
alkol gibi sert bir şeylere dönüşmesini diledim. “Üzgünüm.

ak
Yalan söyleyebileceğini hiç düşünmemiştim.”

lam
“Hiç düşünmedin,” dedi Diane derin bir iç çekerek.
Şimdi neler olacağını adım gibi biliyordum.

aka
“Eğer gerçekten bir çocuğun olsaydı daha farklı düşü­
nebilirdin belki, Bemie. Her şeyi bildiğini sanıyorsun fakat

ıY
hiçbir şey bilmiyorsun. Anne olmak ve kızın eve gelme­
diğinde nerede kaldığını merak etmek, nasıl hissettirir bil­
mezsin.”
gın
Derin bir nefes alarak sinirime ve kırgınlığıma hâkim ol­
usa
maya çalışıyordum. Söylemek istediğim birçok şey vardı
ama sustum.
ökk

Çocuğunun geç saatlerde dışarda olmasının nasıl hisset­


tirdiğini bilmiyor olabilirdim ama son nefesini kollarımın
-G

arasında verdiğini görmek nasıl hissettirir çok iyi biliyor­


dum. Keşke bunları ona da söyleyebilseydim. Kızımı, pik­
ng

nik dolabı gibi ufak bir tabut ile gömmek nasıl bir duyguy­
du anlatmak istiyordum ona.
Lo

Ona milyonlarca şey söylemek istedim, fakat söylemedim.


Esip gürlemesine izin verdim ama söylediklerini de duymaz­
leen

lıktan geldim. O sözleri dinlemek gelmiyordu içimden.


Diane’in söyleyebileceği tüm cümlelerin arasında bu, en
ath

kötüsüydü. Bunu Diane de biliyordu.


Sakinleştiğinde ona beni kırdığını söyleyebilirdim. Bel­
K

ki de söylemezdim. Siniri geçtiğinde ona çocuklarına gös­


terdiği dikkati dengelemeye ihtiyacı olduğunu söyleyebi­
lirdim belki. Böyle giderse yeni doğacak bebeği ilk dişini
çıkarırken, “Hangi Ashley?” diye soracaktı.
Eğer karma bir parti ve gecenin bir yansına kadar dışarı­
da olması hakkında yalan söylemesinin bir felaket olduğu­

ak
nu düşünüyorsa, kendi ergenlik dönemimizi anımsamalıy-

lam
dı. Tanrım, o zamanlarda nasıl hayatta kaldığımızı zaman
zaman merak ediyordum.

aka
Diane nefes almak için susunca özrümü tekrarladım. Ar­
dından telefonun kapama tuşuna bastım. Telefon çalmadan

ıY
önce yediğim pizza dilimini aldım ama yiyeceğin kokusu
aniden midemi bulandırdı.
gın
Filmin sesini biraz daha yükselttim ama o bile eskisi ka­
dar sıcak ve içten gelmiyordu artık. Hatta filmdeki her şey,
usa
benim olamayacağım kadar zeki, destekçi, esprili ve hari­
kaydı. Hatırlatma için teşekkürler.
ökk

Diane haklıydı.
Sandığımdan daha çok şey bilmeliydim. Ailesini arayıp
-G

sormadan bir çocuğu öylece partiye götüremezdim.


Benim* sorunum neydi?
ng

Televizyonu kapattım ve üst kata çıkıp çekmeceden ba­


bamın bulmaca defterini aldım. Ardından gardırobumun
Lo

kapısını açarak babamın gömleğini çıkardım ve verdiği sı­


caklıkla güvenin kokusunu duyarak kollanma geçirdim.
leen

Yapabileceğimi bildiğim tek şeyi başarmakta kararlı ola­


rak çarşafımı" altına girdim.Sistemli bir şekilde bulmacayı
ath

çözdüm, son. :u inceledim ve kaşlarımı çattım.


Gözyaşlaı gözlerimi yakıyordu. Yavaşça iç geçirdim.
K

Boğazımdaki düğüm beni boğabilecek büyüklüğe erişmişti.


Bir vakitler büyük hayallerim vardı. Hayata, aşka, aileye
ve umuda dair hayalîfcr. Özel biri olma hayali. Şimdi bunlar
ne arılama geliyo-du, bilmiyordum.
Hayallerim benim için ne zaman önemsiz olmuştu? Ne­

ak
ticede onlan elimden kaçırmamıştım. Sadece bir zamanlar

lam
istediğim şeyleri hayattan almak yerine oluruna bırakmak
daha kolay geliyordu.

aka
Babamın elyazısına bakıp, fiziki şeylerin ötesinde bir
kaybolmuşluk hissi sezdim.

ıY
Ben büyürken, üzgün ya da korkmuş olduğumda babam
hep yolumu bulmama yardım etmişti.
Şimdi de artık aramızda olmamasına rağmen yine yar­
dım ediyordu.
gın
usa
Düşündüğü her şeyi ya da seçtiği her cümleyi bazen an­
layamıyor olsam da tek bir şeyden emindim. Beni, bana eli­
ökk

ni uzatacak kadar çok sevmişti. Karanlıkta kıpraşan, henüz


-G

sönmemiş minik bir parıltı gibi görmüştü içimi.


Şimdi vazgeçersem başarısız olacaktım,
Emma öldükten sonra vazgeçmiştim. İçime kapanmış­
ng

tım. Hayatın etrafımda devam etmesine izin vermiştim.


Lo

Şimdi hem babam hem de Ryan gittiğine göre tekrar


vazgeçebilirdim ya da hayallerime tutunup yeniden dene­
yebilirdim.
leen

Başarı uzun sürebilirdi. Başarı bir ömür sürebilirdi.


Fakat vazgeçmeyi reddettiğim sürece, başarabilirdim.
ath
K

“Hayallerine sımsıkı sarıl çünkü hayallerin yok olursa,


hayat, kanadı kırık, uçamayan bir kuşa benzer. ”
-Langston Hughes
SeÂûzüıdfÇfâö/üsri;

ak
lam
aka
“GVAPV CLPHTHJRER ŞRLRB UREZRFRFZVPRB
CLPHTH JREPRB NMGLMAMZ KCEHBPMJPÜ. ”

ıY
-EÜOUMEPL. RİM BF

gın
rtesi sabah uyandığımda nereden başlayacağımı bili­
E yordum.
usa
İhmal ve hareketsizlik günleri ile ideale yakın olmayan
ökk

yemek seçimlerim artık vadesini doldurmuştu. Kendimi kü­


çük yuvarlak bir kitle gibi hissediyordum.
-G

Öğleden sonra annemde olmam gerektiğinden kendime


kabataslak bir antrenman ve yemek programı hazırladım.
Planlarımı uygulamaya koymak için bundan daha iyi bir
ng

zaman olamaz diye düşünüyordum. Kilolar bir anda eriyip


gitmeyecekti ama biraz şansla, tatile kadar bol eşofmanım
Lo

dışındaki giysilerime sığabilirdim.


Kiloma bakma niyetiyle banyoya girdim. Fakat ayna­
leen

daki tombul yüzüme attığım bir bakış, bana öğrenmeyi is­


tediğim her şeyi söyleyivermişti. Tartıdaki sayıyı görmek,
ath

beni marketin şeker reyonuna sevk etmekten başka bir işe


yaramayacaktı.
K

Endişeye gerek yoktu. Bugün, sonraki hayatımın ilk


günüydü. Bir daha asla bu kadar kilolu olmayacaktım. Ne
zaman kilo vermek istesem kendime hep aynı konuşmayı
yaptığımı hatırlamak moralimi bozmuştu.
Geçen sene aldığım cevheri buluncaya dek ecza dolabı­
mı karıştırdım.

ak
Bir pedometre.

lam
Kobalt mavisi eseri elime aldım ve televizyondaki sa­
tış kanallarının vaatleriyle rahatladım. Günde on bin adım,

aka
bana yeni, zayıf ve enerjik bir beden kazandıracaktı. Başar­
ması ne kadar zor olabilirdi ki?

ıY
Dökümlü pantolonumu ve en sevdiğim kazağımı giy­
dim. Epeyce yıpranmış spor ayakkabılarımı da ayağıma
gın
geçirdim. Sonra aynada saçıma bakınca kontrolden çıkmış
saçlarımı düzeltmeyi düşündüm ama bunun için hiç umut
usa
yoktu. Öne doğru eğilip hayır dercesine başımı salladım,
ardından doğruldum.
ökk

Pedometreyi uzun adımlarımı saysın diye dikkatle kur­


dum. Sonra da coşku ve enerji dolu bir şekilde yola ko­
-G

yuldum.
Hiç değilse biraz spor, Emma’nın doğum gününü ve Di­
ng

ane ile olan tartışmayı düşünmeme engel olurdu. Aldığım


kiloları vermek, bir ateşkes sağlamaktan daha kolay olaca­
Lo

ğa benziyordu.
Ancak beş dakika sonra beni eve götürmesi için taksi
leen

çağırma hayalleri kurmaya başlamıştım bile.


Neyse, sorun değildi.
ath

Eminim on bin adımımı çoktan tamamlamak üzereydim.


Bileğimden pedometreyi çıkanp ekranına baktım.
K

Üç yüz elli yedi adım. Ne!


Bir bakalım. Üç yüz elli yedi adım, on binden çok çok
uzaktaydı. Böyle giderse, şimdikinden şey kadar fazla yap­
mam gerekecekti. Şey kadar... şey...
Hiçbir fikrim yoktu.
Dudağımın üstü terden boncuk boncuk olunca kolumla

ak
yüzümü sildim, cihazı tekrar bileğime bağladım ve yürü­

lam
meye devam ettim.
Ayaklarım acıyordu. Saçlarım alnımın üzerinden görüle­

aka
bilecek kadar kabarmıştı ve üstelik bir de kötü bir talihsiz­
lik yaşamıştım.

ıY
Bir çakıltaşına basıp bileğimi burkunca, kendime ‘Geri
dön!’ emri verip, eve doğru yöneldim. Hedefime ulaşmak­

gın
taki ilk girişimimde başarısız olmuş olabilirdim ama kendi­
mi de korumam gerekiyordu.
usa
Sokağımın köşesini dönerken, pedometreye tekrar bak­
ma cesaretini gösterdim. Yürüyüş boyunca cihazı her kont­
ökk

rol ettiğimde, ekranda attığımı düşündüğümden çok daha


az adım görünüyordu. Bozuk bir pedometreye nasıl güve­
-G

nebilirdim ki?
Gözlerimi kısarak makineye baktım. Bin sekiz yüz adım.
ng

Gözlerimi kırpıştırıp, bir sıfin okumadığımı sanarak tekrar


baktım.
Lo

Hâlâ bin sekiz yüz adım.


Kim gerçekten on bin adım atabilirdi ki? Hem bunu in­
leen

sanlar neden istesinlerdi?


Kobalt mavisi cihazı avucumun içinde atıp tutarak seçe­
ath

neklerimi gözden geçirdim.


Etrafıma bakındığımda gördüğüm tek yaşam belirtisi,
K

birkaç blok ötede park halindeki bir minivandı.


Bir karar aldım ve pedometreyi elimden bırakarak hare­
kete geçtim. Alet, kaldırıma çarpıp ayağımın altında minik
parçalara ayırıİmadan önce yerde bir kere sekmişti.
Geçen gün ve haftalardaki duygularım acı, taze, saf ve

ak
muazzam bir öfkeye dönüştü.
Yüzüm ve ciğerlerim yanıyordu. Bu hissin yaptığım

lam
sporla alakası olmadığının farkındaydtm.
Ryan’m kristal kupasının aksine kendi sonuyla karşıla­

aka
şan makineden çıkan ses, beni -belki gerçek anlamda değil
ama- tatmin etmişti.

ıY
“Yardım edebilir miyim?” diye gürledi yakınlardaki bir
erkek sesi.
gın
Yere eğilip parçalanmış makinenin kırıklarını toparlar­
ken, sesin geldiği yere bakındım. Daha önce hiç görme­
usa
diğim bir adam, bana doğru salınarak yürüyordu. Dudak
köşelerinin gülümseyen kıvrımı, pedometre felaketinin her
ökk

saniyesine şahit olduğunu anlatıyordu.


-G

“Aidan Kelly.” Yabancı adam, eğildiğim yere yakın bir


yerde durdu ve elini uzattı.
Çocukluğumun sayısız ‘Yabancılarla konuşma!’ uyarısı
ng

beynimde uçuşsa da bana uzatılan eli tuttum.


Ayağa kalkmama yardımcı olan adam, tuttuğu elimi sık­
Lo

tı. “Otuz altı numaraya taşmıyorum. Siz?”


Yaptığım şey için bir bahane uydurmak zekice olur mu
leen

diye düşünüyordum. Yoksa tek kelime etmesem mi?


Olay hakkında konuşmamayı tercih ettim.
ath

“Otuz iki numara,” diye yanıt verdim, kibarca gülümse­


mek için kendimi zorlayarak. “Bemadette Murphy.”
K

Adam diğer elimdeki kırık parçalara bakarak başını


salladı. “O nedir?” diye sorarken sırıtıyordu. Ağzının ha­
reketi, koyu lacivert gözlerini ışıldatmıştı. “Daha doğrusu,
o neydi?”
“Bir pedometre,” diye yanıt verdim. Ardından cihazın
kırık parçalarını saklayabilmek için parmaklarımı etrafına

ak
doladım. “Bileğimden düşmüş olmalı.”

lam
“Herhalde.” Ancak gözlerindeki parıltı, kolayca kandı­
rılm ayacak biri olduğunu söylüyordu. “Çok sık koşar mı­

aka
sınız?”
“Genellikle evet,” diyerek başımı salladım. Çok iyi yalan

ıY
söyleyebilecekken, doğruyu söylemenin ne anlamı vardı.
“Spor için harika bir sabah,” dedi adam. Başımı sallama­
ya devam ettim.
gın
Bu sabah evden çıktığımda nasıl göründüğümü hatırla­
usa
dım birden. Şu saate kadar görünüşümün ne kadar korkunç­
laşmış olduğunu sadece hayal edebilirdim. Karşımda duran
ökk

adam ürkmüş görünüyorken hem de...


Adamın gri tişörtüne, muhtemelen eşyaları arabaya ko­
-G

yarken ya da arabadan indirirken, siyah bir şey bulaşmıştı.


Koyu kahverengi saçları, kulağının arkasına sıkıştırabileceği
kadar uzundu. Fakat asıl dikkatimi çeken gülümseyişiydi.
ng

Ryan en son ne zaman ağzı kulaklarına varacak kadar


Lo

gülümsemişti, hatırlamıyordum. Bay Otuz Altı Numara’nın


gülümseyişi sadece kulaklarına varmıyordu, aynı zamanda
leen

o muhteşem gamzelerini de ortaya çıkarıyordu.


“Otuz iki numarada yalnız mı yaşıyorsunuz?”
ath

O anda donakaldım. Neden bana böyle bir soru sordu ki


şimdi? “Hayır... şey... evet. Yani, artık öyle.”
K

Daha tutarlı bir şeyler söylemek istemiştim. Ancak ilk


kez yalnız yaşadığımı belirtmek zorunda kalıyordum.
Yeni medeni halimi hatırlamak, beni iliklerime kadar
sarsmıştı. Derken aklıma unuttuğum bir şey geldi.
“Bir köpeğim var.”
Bay Otuz Altı Numara, inceleyen gözlerini üzerimden

ak
çekmeden yavaşça başını salladı. “Benim de bir kedim var.”

lam
Kedi mi? Karşımdaki adam, kedi besleyen diğer tanıdık­
larıma hiç benzemiyordu.

aka
Hay aksi, bir şey söyledi ama anlamadım. “Efendim?”
Yeni komşumun gülümseyişi iyice yüzüne yayılmıştı.

ıY
İnanılmaz...
“Bir ara kahve içmek için uğrar mısınız demiştim.”
gın
Elimdeki parçalanmış makineyi işaret ederek, “Belki koşu­
dan döndükten sonra,” diye devam etti.
usa
Gülmemek için kendimi zor tuttum. Koşu. Bugünkü
ufak şovun sadece sonunu yakalaması iyi bir şeydi.
ökk

İyi bir komşunun, yeni yerleşmekte olan Bay Otuz Altı


Numara’yı kendi evine davet etmesi gerektiğini fark ettim.
-G

Ancak ben iyi bir komşu değildim.


“Hayır, teşekkürler.” Biraz fazla sert konuşmuştum an­
ng

laşılan. Çünkü adamın gülümseyişi düşmüştü. “Yani kahve


olmaz. Doktorun emri. Yine de teşekkürler.”
Lo

Başparmağımla arkamdaki evimi işaret ettim. “Gitsem iyi


olur. Sizi işinizden alıkoymayayım. Mahalleye hoş geldiniz.”
leen

Gülümseme tekrar göründü. Adamın benimle karşılaş­


masından sonra bile çekici kalabilme yeteneğini takdir et­
ath

mek gerekliydi.
Gerçek şu ki, eğer Ryan beni terk etmiş olmasaydı, Bay
K

Otuz Altı Numara’yla kahve içmek benim için sıkıntı ol­


mazdı. Kendimi pekâlâ rahat hissederdim. Çünkü evli olur­
dum ve bir zamanlar aşkı için bana yemin eden adamın ak­
sine, asla ihanet etmeyi de düşünmezdim.
Ama artık... nasıl desem... artık boştaydım, değil mi?
Bu gerçeklikten payımı almak istediğimden emin değildim.

ak
Bay Otuz Altı Numara da benim boşta oluşumla muhteme­

lam
len ilgilenmeyecekti. Sadece komşu canlısı gibi davranmış­
tı. Ben de korkmuş bir kız gibi kaçmak üzereydim.

aka
Evimin güvenli sahasına doğru dönerken, “Tanıştığımı­
za memnun oldum,” diye geveledim.

ıY
“Sonra görüşürüz, Bayan Otuz İki Numara.”
Omzumun üzerinden el salladım ve adımlarımı hızlan­

gın
dırdım. Bay Otuz Altı Numara’nın gözleri beynimin içinde
alev alev yansa da arkama dönüp bakmadım.
usa
Daha kaç adım atmam gerektiğini merak ederek giriş ka­
pıma diktim gözlerimi.
ökk
-G

Günün ilerleyen saatlerinde annemin evinin Önüne aracımı


park ederken, annemin arabasının tamponunun altında bir
ng

çift ayak gördüm.


“Mark?” diye seslendim şoför koltuğundan inerken.
Lo

“Ne haber?” diye sordu.


“İyi.” Beni göremeyecek olsa da omzumu silktim. Yap­
leen

tığı her neyse onu o kadar meşgul etmişti ki yerinden bile


kımıldamamıştı. “Senden ne haber?” diye sordum ayakla­
ath

rına doğru.
“Aynı. Annem içeride.”
K

Kapı yarı açık gibi duruyordu. İtip içeri girdim. O sıra­


da mutfaktan çıkan annem, yanağıma bir öpücük kondurup
beni kucakladı. Verdiği güveni ve sevgiyi şişeleyip satabil-
şeydi eğer, ufak bir servet kazanabilirdi.
Başparmağımla garaj yolunu işaret ederek, “Mark ne ya­
pıyor?” diye sordum.

ak
“Biri marketteyken arabama çarpmış. Göçüğü düzeltip

lam
boyasına rötuş atmaya çalışıyor.” Giriş kapışına bitişik ek
dış kapının ardından bakıp Mark’ın ayaklarına doğru gü­

aka
lümsedi.
“Peki neden arabanın altındaV

ıY
“Ne yaptığını bildiğinden eminim.”
Kıskançlıkla suçluluk arası yersiz bir duygu seli, içim­

gın
de can buldu o an. Anlaşılan Mark, ben ilgileneceğime söz
verdiğim evrak işlerine dönüp bakmamışken, annemin ara­
usa
basını tamir etmeye hiç düşünmeden girişivermişti.
Babamın bir elinde okuma gözlüğü, diğerinde bulmaca­
ökk

sıyla ofisinden çıkacağını umarak merdivenlerin tepesine


baktım. Burada olsaydı bana gülümseyip, bu kadar çok dert
-G

etmememi söylerdi. Bu düşünce onu daha çok özlememe


sebep olmuştu.
Sanki annem tam olarak ne düşündüğümü biliyormuş
ng

gibi bir sessizlik çökmüştü.


Lo

Acaba kaç kere şimdi durduğum yerde durup babamın


çalışma masasına açılan kapıya bakarak, gerçekleşmiş
leen

olayların birer hayalden ibaret olması için dua etmişti, me­


rak ediyordum. Babamın her an capcanlı ve gülerek ortaya
ath

çıkmasını dileyerek...
“Gördüğüm kâbusa inanamayacaksın,” derdi annem.
K

Ardından hep birlikte verandaya çıkıp, bir yandan müzik


dinlerken bir yandan da gazetelerimizi okurduk.
“Gitmeye hazır mısın?” Annemin dikkatimden kaçma­
yan gergin, ağlamaklı sesi düşüncemi yarıda kesmişti.
Annem bir çift plastik eldiven, minik bir sürahi dolusu

ak
su ve dış kapının önüne bıraktığı kovayı alırken, başımı sal­
ladım. Ona bu topladıklarının ne için olduğunu sormadım.

lam
Çünkü biliyordum.
Bir seferinde, Emma’nın mezarını ziyarete gittiğimiz

aka
zaman, pirinç kaplı mezar taşının çamurla sıvanmış hali
dizlerimin bağının çözülmesine yetmişti. Mezarlığı ziyaret

ıY
etmek yeterince zorken, pis ve bakımsız mezar taşını gör­
mek, yaramı daha da deşmişti.
O günden beri annem temizlik için her zaman hazırlıklı
giderdi.
gın
usa
Emma yaşasaydı, annem gibi bir anne mi olurdum, me­
rak ediyordum. Öyle olmasını umdum.
ökk

Arabama binerken, “İkiniz nereye gidiyorsunuz?” diye


seslendi Mark. Annemin arabasının altından çıkmış, çamur­
-G

luğun yanında kaşlarını çatarak duruyordu.


“Birkaç iş halledeceğiz,” diye yanıt verdi annem. “Bi­
razdan döneriz. Acıkırsan buzdolabında yemek var.”
ng

İkimiz de kapılarımızı kapatıp arabanın içinden duyul­


Lo

mayacağımızdan emin olduğumda, “Neden ona gerçeği


söylemedin?” diye sordum. “Ona bugün yeğeninin doğum
günü olduğunu ve mezarlığa gittiğimizi söyle. Anne, o be­
leen

nim kızım, birkaç iş değil.”


Bu sözlerin ardından ona sert çıktığım için pişman olmuş­
ath

tum. Ancak annem belli belirsiz gülümseyerek dizime vurdu.


“Herkes farklı şekilde yas tutar, tatlım.”
K

Şaka yapmıyordu.
“Hâlâ babamın ceketlerinden birini almadı mı?” Konuş­
mayı kapatma niyetinde değildim. Erkek kardeşimin aley­
hine de olsa dişlerimi bir şeylere geçirmek iyi geliyordu.
“Ona biraz zaman tanı.”
Aile üyelerim, kendimi bildim bileli birbirleri etrafında

ak
garip kibarlıkta bir dansla hareket ederlerdi. Kimi zamanlar

lam
çığlık atmak istiyordum fakat annemin bana cevap verirkenki
ses tonu o kadar ifadesizdi ki, susmam gerektiğini anladım.

aka
“Özür dilerim,” diye geveledim.
“Özür dilenecek bir şey yok.” Ancak annem yüzümü

ıY
görmek istemezmiş gibi başını pencere tarafına çevirdi.
“Ayrıca konuşurken geveleme. Hiçbir şey böyle konuşman
kadar babam deli etmezdi.” gın
Gözlerimi devirip arabayı yola çıkarttım.
usa
Emma’nın mezarlığının olduğu sıranın yanma aracımı
park edinceye kadar birbirimize tek kelime etmedik. An­
ökk

nemle arabadan indik. Ben su şişesine uzanırken, o da ko­


vayla eldivenleri alıyordu.
-G

Sessizce mezarlığın nerede olduğunu görebileceğimiz


minik bir tepeye çıktık. Mezar taşının bir köşesi, mermer
ng

tabanın etrafını sararak büyümüş yoğun bir çim kümesiyle


kaplanmıştı.
Lo

Mezar taşma kazınmış şiirin ve Emma’nın doğum tarihi­


nin içini çamur doldurmuştu.
leen

Gördüğüm yere bakakalarak yutkundum.


Annem elimde tuttuğum suya uzanarak yere çömeldi, fa­
ath

kat ben vermedim. Onun yerine, ben de dizlerimin üzerine


çöktüm ve tahta fırçasına uzandım.
K

“Önemli değil, anne. Ben hallederim.”


Fakat annemin gözleri yaşlarla dolmuştu. “Hayır, önemli.”
Ryan’la birlikte hastaneden eve döndükten sonra annem­
leri arayışımı anımsadım. Emma’mn öldüğünü söylediğim­
de, babamın sesindeki acıyı hiç unutamadım. Şimdi o acı
annemin yüzünden de okunuyordu...

ak
Yüzünün ifadesini inceledim. Gözlerindeki sevgiyle acı

lam
apaçık ortadaydı.
Emma’yı tek kaybeden ben değildim. Ryan da, babam

aka
da, annem de onu kaybetmişti. Yalnız değildim kederimde,
hayatım dajalnız değildim.

ıY
Aniden, Ryan evi terk ettiğinde neden annemi aramadı­
ğım geldi aklıma.
“Ryan beni terk etti.”
gın
Annem başını olumlu anlamda salladı. Gözleri hâlâ dö­
usa
külmemiş damlalar yüzünden ıslaktı.
“Biîiyor muydun?” Dikkatle kahverengi gözlerine baka­
ökk

rak ona yaslandım. Annem yanağıma uzanırken, bakışları


da bana bakınca yumuşamıştı.
-G

“Ben senin annenim.”


O an düğüm düğüm olmuştu boğazım.
ng

Ona neden daha önce söylememiştim? O benim annem­


di, benim için her şeyi yapardı. Tıpkı Diane ile yaptığım
Lo

kavga gibi, bu aydınlanma da kendim için bir şeyler yap­


mam gerektiğini fark ettirmişti bana.
leen

Annem yanağımı okşadı ve fırçaya uzandı ama ben, an­


nemin ellerini avucumun içine aldım. “Ben yaparım.”
ath

“Yapabileceğini biliyorum.” Sesinin tonu yumuşaklığını


kaybetmiş, sert ve kararlı bir hal almıştı.
K

Tekrar göz göze geldiğimizde, Emma’nın mezar taşını


temizlemekten bahsetmediğini anlamıştım.
O, benim hayatımdan bahsediyordu. Benim yaşamımdan.
Sadece haklı olmasını umuyordum.
ak
Pazar öğleden sonra, anneme ilgileneceğime dair söz verdi­

lam
ğim evraklarla yüzleşmenin zamanı geldi, dedim kendime.
Annemin arabasını tamir eden Mark’ı düşündüm ve ha­

aka
yatla yüzleşmek için ettiğim yemin daha da alevlendi. Kah­
ve masasının üzerine istiflenmiş belgelere baktım.

ıY
Evrakları ve notlan kategorilere ayırdım. Emeklilik he­
sabı, hayat sigortası, banka işleri, emekli aylığı, sağlık si­
gortası, kamu hizmetleri, ev sigortası, araba sigortası...
gın
İçinde babamın ölüm belgelerinin olduğu saman kâğı­
usa
dından yapılma dosya, hepsinden uzakta bir yerde duru­
yordu. Dosyayı, sanki ölümcül ısırışıyla kalbimi delecek
ökk

bir kobraymış gibi masanın en köşesine itsem de gözlerim,


kendi yazdığımı bilmesem asla tanıyamayacağım elyazısm-
-G

daki harflere takılıyordu.


Ölüm belgeleri.
ng

İşin büyüklüğü, beni tek lokmada yutmak konusunda


tehdit ediyordu. Acaba şaşkınlığım ve itirazlarım azalma­
Lo

dan önce bu işleri halletseydim daha mı kolay olurdu, diye


düşünmeden edemedim. Artık daha farkında ve kararlı ol­
leen

duğum için kalbim sanki üstüne bir fil oturmuş gibi ağrı­
yordu.
ath

Bu yapılacaklar listesi, babamı geçtim, herhangi birine


bile ait olsa, insanı duygusal olarak yerle bir edebilirdi.
K

Kalp atmayı kestiğinde hayat sona erer sanırdım ama


dünyadaki diğer insanların dediğine göre hayat, doldurul­
muş bir form, düzgünce kaleme alınmış bir mektup ve ölüm
belgenizin aslım aldığınız zaman sonra eriyordu.
Bakışlarım tekrar dosyaya gitti. Bu sefer belgeleri gözyaşı
seline boğulmadan inceleyebilecek kadar güçlü olup olmadı­

ak
ğımı görmek için dosyanın içine bakmaya karar verdim.

lam
Zarfın kenarı boyunca parmağımı gezdirdim ve ağzını
kapatan ataşı çıkarttım. İçine uzanıp özenle istiflenmiş, no­

aka
ter onaylı belgeleri alırken yutkundum. Acımasızca boğa­
zıma düğümlenen hıçkırığımı defetmek için boşa çaba sarf

ıY
ediyordum.
Her sayfasına yazılmış kelimelere göz attım. İsim, sos­
yal güvenlik numarası, ölüm tarihi, ölüm nedeni.
gın
Kelimeler bulanıklaştı. Damlalar gözlerimden düşüp, el
usa
değmemiş evrakları şişirmeden önce yanaklarımı sildim.
Kalbimin bildiği ama hâlâ inkâr etmek istediği şeyi avaz
ökk

avaz bağıran sayfalardı bunlar.


Babam ölmüştü.
-G

İşte hayatımın o anında bu ufak gerçek, katlanabilece-


ğimden daha ağır gibi görünüyordu. Yine de pes etmedim.
Dosyayı kahve masasına koydum ve sırtüstü yere uzana­
ng

rak kartonpiyerli tavana gömülü lamba sırasını incelemeye


Lo

başladım. Ampullerden biri yanmayınca kaşlarımı çattım.


Bu ne zaman olmuştu? Bugün? Dün? Geçen hafta?
leen

Gözlerimi sıkıca kapayıp ağlamamak için kendimi tutarak,


soğukkanlılığımı geri kazanmayı denedim. Fakat olmadı.
ath

Gözlerimden süzülen yaşlar, saçlarımla kulaklarımın içi­


ne karışıyordu. Akışkan, ıslak ve soğuk damlalardı bunlar...
K

O sırada soğuk bir burun, yanağımı dürttü. Gözlerimi


kırpıştırarak açtığımda Poindexter başımda dikiliyordu.
Muhtemelen benim duygusal durumumla değil, beslenme
ihtiyaçlarını karşılayıp karşılayamayacağım konusunda en­
dişeleniyordu. Ama sonra yüzünün ifadesi değişti, yani ben
değiştiğini sandım. Belki de hayal gücüm olduğundan biraz

ak
daha hareketliydi ve bu bir şey ifade ediyordu.

lam
Poindexter kaşlarını çattı, başmı bir tarafa eğdi ve
kam ının üzerine devrildi. Yanımda, halının üzerine ya­

aka
yılarak uzandı ve çenesini kamıma koydu. Bir kolumu
köpeğim in boynuna sardım ve parmaklarımı tüylerinin

ıY
içine gömdüm.
Uzunca bir süre böyle kaldık. Ne kadar uzun emin değil­
gın
dim. Saatler sürmüş gibiydi ama sadece dakikalar da geç­
miş olabilirdi. Tek bildiğim, Poindexter’ın beni gerçekten
usa
sevdiğiydi. Tamam, hareketleri tamamen bencil olmayan
sebeplerden değildi belki ama ben yine de aksini düşünme­
ökk

yi tercih ediyordum.
Poindexter beni, ben kederimin son dalgasına boyun
-G

eğerken, benimle salonun ortasında yere uzanabilecek kadar


çok seviyordu. Ne kadar uzun süre öyle kaldıysak kalalım,
ng

Poindexter’ın yakınlığı beni rahatlatmış, dinginleştirmişti.


Hayatımın ne duruma geldiğini fark ettiren bir anımsama
Lo

yaşadım. Gözleri yaşlı Bemie, bir köpek tarafından teselli


ediliyordu.
leen

Derken, geçen akşam da olduğu gibi, yerin ortasında bir


kütle yığını gibi yatarak tam bir hayal kırıklığı olduğum
ath

geldi aklıma. Tüm yapmam gereken ayağa kalkmaktı.


Kalk ayağa.
K

Mutfağa gitmeden önce, Poindexter’ı sıkıştırdım. Ona


bir kurabiye verdikten sonra kendime taze bir fincan kahve
koydum ve babamın evraklarını okumaya hazır olduğuma
inandım. Hayatın bundan sonra getireceklerine hazırdım.
Yine de sürprizlerin bir süreliğine durulmasını diledim

ak
içimden.

lam
Dumanı tüten kahve kupamı sehpaya koydum. Derin bir
nefes alıp ilk kâğıt destesine uzandım.

aka
“Şimdi olduğu yere gelen herkes, eskiden olduğu yerden

ıY
başlamak zorundaydı. ”
-Richard L. Evans
gın
usa
ökk
-G
ng
Lo
leen
ath
K
ak
Q 5 o  iM u m c M /Ç $ ö /ü m /

lam
aka
“NVE VBFMBÜB JMGMAUBÜB RB ÇBRALVZÜFAÜ
VJVLVZÎR FRÎŞVM PÜBM JMDĞÜTÜZIÖ1Z VFVAFVKİR
MBÜAFMBAMJMB RJLRALREİPİE . "

ıY
İVÜLLÜMA WCEPFWCEĞU

gın
aat gece biri biraz geçerken, uyuyamadığımdan televiz­
S yonu açtım. Zihnim, yeni halime alışmaya çalışmaktan
usa
aşırı yorulmuştu.
ökk

Boşanmış, babasız, işsiz.


İşte karşınızda kazanan üçlü, tabii eğer öyle bir şey varsa.
-G

İç geçirdim. Yorgunluk beni ele geçiriyordu. Bedenim


bitap düşmüş, beynim takıntılı duruma gelmişti.
Diane’i özlemiştim.
ng

Geçen otuz sekiz yıl boyunca tartışmalardan payımızı


Lo

almıştık ama bu, bana attığı en ağır taştı.


Bunu sineye çekemeyeceğimi fark ettim. Diane’in bana
leen

acıyarak bakmasından, çocuk yapma konusundâki becerik­


sizliğimin sınırları etrafında yürümesinden nefret ediyordum.
ath

Bir diğer yanım da Diane’in kırk bir yaşında, hiç denemeden


hamile kalışından nefret ediyordu. Küfür gibiydi resmen.
K

Beni yanlış anlamayın. Onun adına mutluydum. Diane


alışveriş saplantısından, David de homurdanmalarından kur­
tulduğunda, aile yeni katılacak üye ve Ashley’yle birlikte ye­
niden bir bütün olacaktı.
Yeni bir denge, yeni bir gerçeklik hissi kazanacaklardı.
Ben de bu hissin bir parçası olmayı umut ediyordum. Çün­

ak
kü her zaman öyle olmuştum.

lam
Sorun ise, ben Ashley’yi partiye götürdüğümden bu yana
Diane’in benimle konuşmamış olmasıydı. Aynça haklıydı

aka
da. Bütün gece oturup çocuğumun nerede olduğundan endi­
şe etmek nasıldır, bilmiyordum. Ben onun nerede olduğunu

ıY
hep bilmiştim. Yeni doğan ünitesinde...
Geceler boyu oturup hâlâ nefes alıyor mu, kalbindeki
gın
delik iyileşti mi, canı yanıyor mu diye merak etmiştim. Onu
ne kadar çok sevdiğimizi, onun hayatı için nasıl savaşacağı­
usa
mızı biliyor mu, merak etmiştim.
Bir çocuğun hayatındaki diğer şeyler için endişe duyma
ökk

şansım hiç olmamıştı. Diş çıkarması, yemek yemesi, ilk kez


bisiklete binişi, karnesi, suçiçeği, erkekler... gerisini siz ge­
-G

tirin işte. Sadece bir çocuğun kalbinizi nasıl çalabildiğinin


tadını biliyordum az da olsa.
ng

Şimdi oturmuş, televizyona bakıyor, konuşmaların beni


rüyalar âlemine götürmesini ve düşüncelerin durmak bil­
Lo

mediği zihnimden beni uzaklaştırabilmesini umuyordum.


Fazlasıyla heyecanlı bir kadın, çamaşırları plastik torbalara
leen

koyup içindeki havayı vakumlamanm reklamını yapıyordu.


İlginç. Dolaplarım düzensizdi ve evin her iki yatak odası­
ath

nı düzenlemek adına sahip olmadığım parayı harcamak için


mükemmel bir zamandı. Yeni çarşaflar, battaniyeler ve yas­
K

tıklar alabilir, eskilerini vakumkı poşetlere doldurabilirdim.


İzlemeye devam ettikçe, kadının mucize torbalan suyla
dolu bir küvetin içine batınşuıı seyrettim. Ben ağzı açık iz­
lerken, kadın plastik kabın içinden süslü bir yastık çıkarttı.
Kupkuruydu. İşte insanın asla yoksun kalmaması gereken
bir ihtiyaç... Paketlenmiş nevresimlerinizi ne zaman küve­

ak
te sokacağınızı bilemezsiniz çünkü.

lam
Tüm şüphecilikler bir yana telefonu alıp, numarayı tuş-
ladım. Ne olmuş yani? Su geçirmeyen bir kuruluştan zarar

aka
gelmezdi. Satış görevlisi siparişimi alırken, bana bir de bı­

ıY
çak seti fırsatı sundu.
Minik alışverişimin heyecanıyla sunulan fırsatı kabul
ettim. Süper güçlü vakumlu poşetlerin, fazladan gelen bı­
gın
çakların saldırısına dayanıp dayanamayacağını merak edi­
usa
yordum. Belki bu merakımı, Ryan’ın hâlâ dolabından gelip
almadığı kıyafetleri üzerinde denerdim.
ökk

Telefonu kapatırken içimi garip bir heyecan sardı. Eğer


nevresimlerimdeki havayı alabilirsem, reklamlar dünya­
-G

sındaki keşfetmediğim diğer büyülü eşyaları bir düşünün...


Basitçe söylemek gerekirse ihtimaller bitmiyordu. Akıl al­
ng

mayacak derecede sonsuzdu...


En azından tutunabileceğim somut bir şeyler vardı artık.
Lo

Üç ya da daha az adımda ödemeyle benim olacak hayat de­


ğiştiren keşifler...
leen

Bekleyin bir dakika, dahası da var.


Vakumlu poşet alışverişimin arkasından bir de Delüks
ath

Beyazlatıcı diş macunu siparişi verdim. Hem madem Mary


K

Tyler Moore dünyayı gülüşüyle ele geçirebiliyordu, ben de


yapabilirdim. Ayrıca hiç açmayacağım Billy Banks Tae Bo
DVD’leri fırsatını da kaçıramazdım. Bu yüzden üç filmden
oluşan bir set siparişi verdim.
Kollu battaniyelerden almadım. Bana deli diyeceksiniz
biliyorum ama kendimi dizginleyip yirmi dolar tasarruf et­

ak
mem gerekiyor gibi geldi.

lam
Fakat gözlerimin gördüğü en güzel, en alımlı kadın bir
oryantal gösterisine başladığında büyülenerek, gözlerimi

aka
televizyon ekranından alamayacak hale geldim. Kadın, an­
tik hareketlerin kıvrımlarını ve yağ yakma işlevini açıklı­

ıY
yordu. Tamamdır. Ürün, deli saçlı ve tavşan figürlü terlikle­
ri olan kadına satılmıştır.
gın
Heyecanım, bir coşku seline dönüşmüştü.
Alışveriş listeme bir meyve sıkacağı ve pile ihtiyaç duy­
usa
mayan el fenerini de ekledim. Derken ana öğün gözüme
ilişti. Yengeç dolması...
ökk

Eğer diğer şeyler bir işe yaramazsa, en azından aç kal­


mayacaktım.
-G

Saat sabah dördü biraz geçerken televizyonu kapattım.


Sanırım kargo elemanı, teslim etmek zorunda kalacağı pa­
ng

ketler yüzünden başımı gümüş tepside isteyecekti.


Vaatlerle dolu kutular.
Lo

Daha beyaz dişler, ince bir bel ve daha keskin bıçaklar.


İşler iyiye gidiyordu. Bu, uzun zamandır aklımdan ge­
leen

çirmediğim bir şeydi.


ath

Ertesi sabah Sır alışveriş merkezindeki bir kafede oturmuş,


K

kahvemi yudumluyordum.
Bir kafede oturuRhayatımı mercek altına almak gelmişti
içimden. Hayatın aktif bir üyesi olmaya henüz hazır değil­
ken, sadece oturur hayatımı onaylayarak seyretme davranı­
şı -ya da bir hayatım olduğu gerçeği- belki de bir gün edi­
nebileceğim bir fikirdi.

ak
Kederlenişim belki de resmi olarak sona ermişti, en

lam
azından şimdilik. Bir ayyaşın içkiye ya da Diane’in çantala­
ra susaması gibi ben de hayata susayarak uyanmıştım. Duş

aka
alıp giyinmiştim ve evden dışarı çıkmak için çıldırıyordum.
Temiz hataya ihtiyacım vardı. Açık alana ihtiyacım vardı.

ıY
Yapmam gereken şeyler vardı.
Bazı şeyler.
Pek çok şey. gın
Bu şey sadece bir kafeye gidip oturmak olsa bile...
usa
Poindexter kanepeye çıkmak için benim evden çıkmamı
bile beklememiş, köpeksi saadeti tüm yüzüne yayılmıştı.
ökk

Onu itaat okuluna götürmediğim her gün, onun nazarın­


da iyi bir gün olarak sayılıyor diye düşünmeden edememiş­
-G

tim. Ayrıca benimle biraz daha az kaliteli zaman geçirmek


isteyebileceği de aklımdan geçmiyor değildi. Ne de olsa
ng

köpeklerin de bir sınırı vardı.


İşte kafede öylece oturmuş, bana denk gelen hayatı dü­
Lo

şünüyordum. Genç bir kadının, yaşlı bir teyze için üst raf­
lardan bir kutu indirdiğini gördüm. Genç kadın içtenlikle
leen

güldü. Yaşlı kadının yüzündeki saf şaşkınlık ifadesi nefesi­


mi kesmişti.
ath

Sürpriz.
Yabancının kibar bir hareket sergileyen davranışı değildi
K

teyzeyi şaşırtan, kadının bu işi yaparken gülümsemesiydi.


Çantamdan babamın bulmaca defteriyle birlikte getir­
diğim not defterimle kalemimi bulup çıkarttım. Ardından
yazmaya başladım.
Babamın hayaller ve yaşam hakkında seçtiği alıntılan

ak
düşündüm. Bir zamanlar, genç ve ümitle doluyken, yazma­
yı nasıl da çok istediğim, günlüğümün her köşesine bir şey­

lam
ler karaladığım geldi aklıma.
Babamın bulmacalarının, uzun zaman önce öldüğünü

aka
sandığım heyecanımı yeniden ateşleyerek, bana şimdi il­
ham vermesi nasıl da komik bir durumdu.

ıY
Kelimeler kalemimden dökülüyordu adeta. İyilik, sevgi
ve bizi insan yapan, bizi bağlayan basit hareketler hakkın-
gın
daki kelimeler. Özetle Emma ve onun bana, doktorlarına
öğrettikleri hakkında yazdım. Ancak yazılan her kelime hep
usa
aynı şeye dönüyordu.
İyilik,.
ökk

Birbirimize karşı iyi olmak bu kadar zor muydu? Birbi­


-G

rimizi gözetmek? Sanmıyorum.


Düşüncelerimi toparlayıp bir son yazmıştım ki bir çığlık
sesi geldi kulağıma. Genç, cırlak, dehşet verecek derecede
ng

tanıdık bir bayan sesi, “Okula gitmek istemiyorum. Yorgu­


num. Beni rahat bırak,” diyordu.
Lo

Renkli kupalarla dolu vitrinden daha rahat görebileyim


diye ayağa kalkıp sola doğru eğilince, şüphelerim doğru­
leen

landı. İşte oradaydı.


Ashley.
ath

Elleri belinde olan genç kızm güzel yüzü, sözleri aksini


iddia ediyor olsa da fazlasıyla korku dolu bir ifadeyle bu-
K

ruşmuştu.
Eşyalarımı geride bırakarak harekete geçtim. Babalann
bıraktığı günlüklerin ya da terk edilmiş orta yaşlı bir kadın
artıklannın ikinci elden satılacağını düşünmüyordum. Eş­
yalarım çalınır da internetteki alışveriş sitelerine düşer diye
de endişelenmiyordum.

ak
Ashley ve mağaza çalışanının bulunduğu yere yakla­

lam
şırken, “Bir sorun mu var?” diye sordum. Ashley bir kutu
konserve fasulyeyi eline aldı. Umarım karşısındaki kişiyi

aka
elindekini fırlatmakla tehdit etmemiştir, diye geçirdim ak­
lımdan.

ıY
“Bemie Teyze?” Yüzü mutluluk saçarken, gözleri ‘Senin
burada ne işin var?’ diye sorguluyordu.
gın
Yanına yaklaşıp kolumu omzuna attım. Yanımdan uzak-
laşmayıp aksine bana doğru biraz daha yaslanınca, bir sı­
usa
caklık dalgası tüm bedenime yayıldı. Mağaza görevlisine
en sıcak gülümseyişimle bakarak adamın isim etiketini
ökk

okudum.
“Bir sorun mu var...” Sorumu bu sefer, sonuna okudu­
-G

ğum ismi ekleyerek tekrar ettim. “...Geoff?”


“Bu genç bayan okulda olmalıydı.” Adam, Ashley’yi
ng

sanki bir bankamatiği devirmiş gibi işaret etti. îşaret par­


mağı öyle titriyordu ki uzanamasın diye Ashley’yi arkama
Lo

aldım.
“Öyle,” diye başımı salladım. “Biz de bunun farkındayız
leen

ama fasulye alması gerekiyordu...” Kızın elinde hâlâ tut­


tuğu konserveye bakarak, kafamı salladım. Kulağa makul
ath

gelecek bir bahane arıyordum. “Sanat projesi için. Geç ka­


lıyoruz.”
K

Uzun zaman önce saçmalayışlanmın en kararlı erke­


ği bile susturabildiğini öğrendiğimden konuşmaya devam
ettim. “Haydi yola çıkalım, değil mi Ashley? Haydi baka­
lım.” Kızı da yanımda çekiştirerek yan yan kafeye doğru
ilerlemeye başladım. Ardından omzumun üzerinden yine

ak
kocaman bir gülümsemeyle Geoff’a bakıp, “İlginiz için te­
şekkürler,” dedim.

lam
Babamın defterini çantamın içine koyarken, “Bana neler
olduğundan bahsetmek ister misin?” diye mırıldandım du­

aka
daklarımın arasından.
Ashley’nin parmaklan not defterimin kenarında geziyor­

ıY
du. Kaşlarını çatarak, “Bunu sen mi yazdın?” diye sordu.
Not defterini uzanabileceği yerden çektim ve çantama
gın
tıktım. “Sadece birkaç düşünce. Önemli bir şey değil. Soru­
mu cevaplamadın.” Ona en acımasız bakışımla baktım. En
usa
azından öyle baktığımı sandım ama görünüşe göre yanıl­
mıştım. Çünkü beni tamamen göz ardı etmişti.
ökk

“Ne yazdın?” diye soran Ashley, gözleri parıldayarak


bana bakıyordu. “Bir makale mi? Ya da hikâye?”
-G

“Editöre bir mektup,” diyerek omuz silktim. “Göndere­


ceğim kesin değil. Birbirimize karşı iyi olmak hakkında.
ng

Nezaket yani.”
“Peki.” Ashley’nin parlatıcı sürülmüş dudaklanndan bir
Lo

kahkaha kaçıverdi. “Annemlere de okutmalısın. Belki biraz


ders alırlar.”
leen

Yaptığı yorum, esas konuya geri göndermişti beni. “Öyle.


Bana önce bugün burada ne yaptığını, sonra da cuma günü
ath

neden yalan söylediğini açıkla şimdi.”


Ashley çekinerek, “Özür dilerim, Bemie Teyze,” dedi.
K

Çantamı omzuma astıktan sonra koluna girdim. “Haydi


gidelim. Arabada anlatırsın.”
Ashley’nin aldığı konserve fasulyenin parasını ödedim.
Sonra ikimiz de arabaya binip emniyet kemerlerimizi ta­
kana kadar tek kelime etmeyerek, kızı park alanına kadar

ak
sürükledim.,
“Konuş bakalım.”

lam
“Konserve açacağın var mı?” Elindeki konserve kutu­
suna sevecenlikle bakıyordu. Konudan kaçma çabası için

aka
çocuğa hakkını vermek lazımdı.
“Hayır.” Avuçlarındaki konserveyi kapıp, koltuğu­

ıY
nun arkasına koydum. “Neden okulda değilsin? Buraya
nasıl geldin? Annen bana ne kadar kızgın bir fikrin var
mı senin?” gın
İri iri açtığı gözlerle dosdoğru karşıya bakarken, aramız­
usa
da bir sessizlik oldu. Yüzünü bana döndüğünde her şeyi iti­
raf edecek sanmıştım. Ama yanılmıştım.
ökk

“Bir koşu gidip konserve açacağı alabilir miyim?”


-G

“Bu fasulye takıntın ne?” Fasulyeye olan bağımlılığının


dikkatimi dağıtmasına izin verdiğimi kabul etmeliydim. Fa­
kat durum baştan aşağıya tuhaftı.
ng

“Beni mutlu ediyorlar,” dedi Ashley o minicik omuzla­


rını silkerek.
Lo

“Fasulye mi seni mutlu ediyor?” Söylenenlere inanama­


yan ses tonum, normalden birkaç oktav daha yükselmişti.
leen

“Daha iyi yalan söyleyebilirsin, Ashley.”


Hayatı sanki o fasulyeye bağlıymış gibi şiddetle başını
ath

salladı. “Hayır, ciddiyim. Beni mutlu ediyorlar. Onlara ihti­


yacım var, Bemie Teyze. Onlara ihtiyacım var.”
K

Çocuk ya çok ciddi vitamin eksikliğinden mustaripti ya


da aşerme konusunda tam bir kaçıktı. Gerçi annesine bir
bakın. Armut dibine düşermiş.
“Güzel bir paket çikolatanın nesi eksik?”
Ashley, sanki tavuk ciğeri önermişim gibi yüzünü buruş­
turdu. “İğrenç, kalsın, almayayım.”

ak
Aracımın marşına bastım ve park ettiğim yerden geri

lam
geri çıktım. “Eminim annenin evde bir konserve açacağı
vardır.”

aka
“Beni öldürür.”
“Bunu okulu asmadan önce düşünmeliydin.”

ıY
“Senin evine gidemez miyiz? Lütfen? Sana her şeyi an­
latırım.”
gın
Tam anlamıyla bir itiraf vaadi kararımı kolaylaştırdı.
“Ardından anneni arayacağım ama.”
usa
Ashley, sanki yaşayacak son iki saati kaldığını ona söy­
lemişim gibi kendini koltuğa bıraktı. “İyi.”
ökk

Gülmemek için dudağımı ısırdım. Çocuk, eskisinden


daha çok onu boğazlamama sebep oluyor olabilirdi. Fakat
-G

cesareti vardı ve cesaret, gerçekten iyi bir şeydi.


ng

“Bir insanın yaşamının en önemli kısmı, iyilik ve


Lo

sevgi adına yaptığı küçük, isimsiz ve anımsanmayan


eylemleridir ”
-William Wordsworth
leen
ath
K
ak
O n u n c u , (fâ ö J iU rı

lam
aka
"NMKRB ZMDÜJÜ ZVA VB ÖMLPÜTÜBÜ NVLARZ ZCLMJ
PRTVLPVE - SÜEFMĞ AÜ, JCZFM GRJĞMB A Ü ? ”

ıY
-MBCBVA

gın
ve geldiğimizde Diane’in telefonuna mesaj bıraktım.
E Mutfakta oturan Ashley ise annesinin okulu asanları
usa
yakalaması için göndereceği ekip her an içeri girecekmiş
ökk

gibi ufacık bir ses duyunca yerinden sıçrıyordu.


Poindexter da çenesini Ashley’nin dizine dayamış,
-G

öylece oturuyordu. Eğer yanılmıyorsam gülümsüyordu


da. Dünyanın yok olduğunu, bir onun bir de benim ya­
şadığımı düşünmeye başlamıştı sanırım. Çünkü Ashley
ng

kapıdan içeri girdiğinde köpeğin gözlerindeki rahatlama


Lo

belliydi.
Ashley bir kaşık dolusu fasulyeyi yedi, ardından kâsesine
sanki onu yalayacakmış gibi baktı. “Başka var mı?”
leen

Fasulye mi? İmkânı yok.


“Bakayım.” Fakat olmadığını biliyordum. Kız eğer pata­
ath

tes cipsi, patlamış mısır ya da her türde çikolata isteseydi,


K

daha şanslı olurdu. Fasulye ise...?


Onlarca köpek bisküvisi kutusunu geçip kilerime bak­
tım. Bu evde kimin daha sağlıklı beslendiği apaçık ortaday­
dı. Orta rafın en son köşesinde duran parlak bir şey gözüme
ilişti. Yuvarlak bir şey. Bir konserve kutusunun tepesi. Çor­

ak
badır diye düşündüm ama yanılmıştım.
Konserve kutusunu raftan çıkarttım ve şaşkınlıkla yüzü­

lam
mü buruşturdum. Fasulye! Hem de benim evimde! Belki
Ryan koymuştu. Ya da önceki ev sahiplerinden kalmıştı.

aka
Herhangi bir paslanma, darbe, şişme ibaresi ya da kont­
rol etmemi gerektirecek ne varsa bakındım. Son kullanma

ıY
tarihini de aradım fakat bulamadım.
Ashley, sanki o bir vampirmiş de ben de elimde şehirde­
gın
ki en uzun, en nadir boyunu tutuyormuşum gibi konserveye
gözlerini dikti.
usa
“Emin değilim,” diye mırıldandım, başımı iki yana sal­
ökk

layarak. “Annenler seni partiye götürdüğüm için bana yete­


rince sinirliler. Bir de zehirlenirsen beni öldürürler.”
-G

Gözlerini konserve kutusundan ayırmayan Ashley, tek


kelime etmedi.
Artık beni korkutmaya başlamıştı.
ng

Şükürler olsun ki telefon çaldı. Ahizeyi kaptım, konser­


Lo

veyi kilere geri koydum ve ölümcül fasulyeleri almaya ça­


lışmasın diye kilerin kapısına yaslandım.
leen

“Anladığım kadarıyla kızımı fazlasıyla etkiliyorsun.”


Lisede Diane’in kâkülünü kestiğimden bu yana sesinde hiç
ath

böylesi bir iğrenme duymamıştım. Kesmek derken kafa de­


risine kadar...
K

“Orada olduğum için şanslısın,” diye cevap verdim kaş­


larımı çatarak. “Eğer o fasulye konservesini satıcının kafa­
sına indirseydi, okulu kırmasının yanında bir de saldırgan
hükmü giyerdi.”
Bu sözlerim üzerine Ashley’nin gözleri iri iri açıldı. Sanki
aklından GeofFun suratına bir tane patlatmayı geçiriyordu.

ak
Ancak Diane’in boş bir ses tonu ile söylediği tek şey,

lam
“Fasulyeler,” oldu. “Başlayacağım onun fasulye sevgisine.”
Beni göremeyecek olmasına rağmen omuz silktim. “De­

aka
mek ki çocuğun bir saplantısı var. Ne var bunda?! Sanki
sen şehirdeki her çanta uğruna komanda ordusu yönetmi­

ıY
yorsun.”
Diane’in nefesinin kesilişi tüm telefon hattını doldur­
du. Gülümseyerek, sandalyesinde doğrulan Ashley’ye göz
gın
kırptım. Hareketlerim ebeveyn otoritesini desteklemenin
usa
kitabında yoksa ne olacaktı. Yaptığım şey doğruymuş gibi
hissettim. İyi hissettim!
ökk

“Kızımı eve ne zaman getireceksin?” diye sordu Diane.


“Yoksa siz ikinizin takılmak istediği başka bir parti mi var?”
-G

Arkadaşıma söylemek için ölüp bittiğim birkaç çift la­


fım vardı ama bunları kızının önünde söylemek uygun düş­
mezdi.
ng

“Yaklaşık yanm saat içinde,” diyerek gözlerimi Ash­


Lo

ley’ye diktim. “Konuşmamız gereken bazı şeyler var.”


Diane’in bana yanm saatin çok olduğunu söylemesini
leen

bekledim. İlk göz ağnsını derhal görmek istediğini söyleye­


cek sandım. Fakat söylediği şey kesinlikle bu değildi.
ath

“Dinle, ilerideki alışveriş merkezinde tek günlük indirim


var. Eğer eve benden önce gelirsen, kapıyı kendi anahtarın­
K

la açarsın.”
Söylediklerine şaşırdığımdan gözlerimi kııpıştırdım. Akılcı
düşüncenin bir örneği sayılmazdım ama eski dostumun önce­
likleri kesinlikle raydan çıkmış durumdaydı.
“Anlaşıldı.” Telefonu kapatıp Ashley’nin karşısına oturdum.
' Fasulyeler?” Kızın kaşları umutla havaya kalktı.

ak
“Eve giderken markete uğrar alırız. Anlaştık mı?”

lam
Başını salladı. “Sinirli miydi?”
Ben de başımla onu onayladım. “Biraz. Onunla evde bu-

aka
uşacağız. Bir şeyler için alışveriş merkezine gitmesi gere-
Myormuş.”

ıY
Kızın iç çekişi içimi burkmuştu. Annesinin hamilelik yü­
zünden birazdan da fazla dağıtmış olduğunu fark edecek
r ’gunluktaydı.
gın
“Kadınların hamileyken tuhaflaşmaları normaldir.” Uza-
usa
'i p elini kısa süreliğine sıktım. “Çanta olayını atlatacaktır,
hayatım. Göreceksin.”
ökk

“Ondan değil.” Ashley alçak sesle, ifadesiz bir tonda ko­


nuşmuştu.
-G

“Ya ne peki?”
“Göbeğini vurgulayacak giysilere geçti şimdi.”
Midem çeşitli nedenlerle kasılsa da göz ardı etmeye ça­
ng

tım.
Lo

Sıktığım elini tuttum. Ashley geri çekilmeyerek beni şa­


şırtmıştı. “Bana neler olduğundan bahsetmek ister misin?”
leen

Ashley, “Bir şey yok,” diyerek omuz silkti. Fakat gözle­


rine işleyen mutsuzluk ifadesi inkâr edilemezdi.
ath

‘Ash?”
“Yeni doğacak bebeğiyle hava atmaya o kadar meraklı ki
K

yaşadığımın farkında bile değil.” Haftalardır içinde tuttuğu


sözleri bir anda söyleyivermişti.
“Bu doğru değil. Seni inanamayacağın kadar çok sevi­
yor. Hepimiz seviyoruz.”
Poindexter mutfağın köşesine gitti ve camları titreten
yüksek bir sesle uludu.

ak
“Köpeği nasıl büyülediğine bir bak.”

lam
Ashley’nin dudakları belli belirsiz bir gülümsemeyle yu­
karı doğru kıvnlmıştı.

aka
“Bunu gördüm,” dedim.
“Neyi?” Gözlerini kıstı, ifadesi ciddileşmişti.

ıY
“Tebessümü.”
Başını iki yana salladı. “Tebessüm etmedim.”
Omuz silkerek, “Etseydin de ölmezdin,” diye karşılık
verdim.
gın
usa
Bakışları benden masaya, oradan da kilerin kapısına sıçradı.
“Boş ver.”
ökk

Sinirle bir nefes verdi.


“Dinle,” diyerek tekrar elini sıktım. “Annenin hamileli­
-G

ğiyle işler biraz yolundan saptı, farkındayım.” Hatta annen


çıldırdı, ama bunu söylemedim, tabii. “Zorlu bir dönemde­
sin,” diye ekledim gülümseyerek. “Unutma, eğer konuşa­
ng

cak birine ihtiyaç duyarsan, ben buradayım. Konuşmak gü­


Lo

zeldir. Kendini ifade etmek güzeldir. Her şeyi içinde tutmak


güzel değildir. Anlaştık mı?”
leen

Ashley şüpheli bir ifadeyle bana bakarak başını salladı.


Anlaştığımıza dair beni kandırmıştı.
ath

“Ancak...” Bu sefer ciddi bir ifadeyle konuşmaya devam


ettim, “...bana bir daha yalan söyleme, okulu da bir daha
K

asma. Duydun mu?”


Ashley bana, tuttuğum eline vurmuşum gibi baktı.
“Eğer sana bir şey olsaydı, kimse nerede olduğunu bile­
mezdi. Hepimiz seni böylesi bir şeyden daha çok seviyoruz.”
Yutkundu. Gözleri yaşarmıştı. “Bemie Teyze?”
“Söyle, tatlım.”

ak
“Bana sanlabilir misin? Zor bir hafta geçirdim sayılır.”

lam
İkimiz de kendimizi sandalyelerimizden ileri doğru itti­
rirken, yüzüme bir gülümseme yayıldı. Gözlerimin önünde

aka
genç bir kadına dönüşen küçük kızı kollarımla sardım ve
sıkı sıkı tuttum.

ıY
“Aklıma yapılacak daha güzel bir şey gelmiyor.”
“Sen harikasın,” diye fısıldadı omzumun üzerinden.
Sözleri yüreğimi ele geçirmişti. gın
“Sen de çok kötü sayılmazsın,” diye cevap verdim, ar­
usa
dından ipek gibi saçlarına bir öpücük kondurdum. “Gitme­
ye hazır mısın?”
ökk

Başını salladı. Sonra aniden kendini geri çekti ve bana


manalı bakışlarla baktı. “O mektubu editöre gönderecek
-G

misin?”
Hafifçe güldüm. “Ben yazar değilim, Ash. Öylesineydi.”
ng

“Okuyabilir miyim?”
Okuyabilir miydi? Neden olmasın? “Elbette,” diye başı­
Lo

mı salladım. “Gidip getireyim.”


Ashley arkasına yaslandı. Çantamdan not defterimi çı­
leen

karttım. Bir süre sonra Ashley, yazdıklarımı bir solukta


okumuştu.
ath

“Bemie Teyze!”
“ ‘Bemie Teyze* ne?” Yazdıklarım hakkındaki endişem
K

ve beğenip beğenmediği konusundaki merakım yüzünden


yüksek çıkan ses tonumu fark etmemesini umuyordum.
“Bunu göndermelisin.”
“Beğendin mi?”
Ashley’nin gülümsemesi, gördüklerim arasında en gü­
zeliydi. “Gazeteyi ara ve e-posta adreslerini iste.” Oldukça

ak
heyecanlıydı.

lam
Ashley’nin yüzündeki gülümsemenin, yazdıklarımı be­
ğenmesinden daha çok şey ifade ettiğini fark ettim o an.

aka
“Seninle bir anlaşma yapalım,” dedim not defterini elin­
den alarak. “Eğer gece ya da gündüz ne zaman bir şeye ih­

ıY
tiyacın olursa bana geleceğine ya da beni arayacağına söz
verirsen, bunu gönderirim. Tamam mı?”
“Tamam.” gın
Böylelikle Diane’in evine doğru yola koyulduk. Çanta
usa
delisi, hormonlarınca yönetilen arkadaşımla yapacağım ba­
rış anlaşmasının, Ashley’yle konuşmak kadar acısız olma­
ökk

sını umut ediyordum.


Nedense şüphelerim vardı.
-G
ng

Çarşamba günü Diane ve David’in işlettiği buz pistinin ka­


pısından, sanki hisse sahibiymiş ve bir hafta boyunca işi
Lo

asmamış gibi kasıla kasıla geçtim. Bir yanım David’in yok­


luğumu göz ardı edeceğini ve cuma günü olanlar hakkında
leen

hiçbir şey söylemeyeceğini umuyordu.


İşte o yanım çok aptaldı.
ath

Geçen gün karısının sergilediği soğuk misafirperverliği


göz önüne alınca, bana sinirli olacağını bilmeliydim.
K

Diane, Ashley’yi içeri alırken, kolunu beni dışarıda


tutmak için eşiğe dayamıştı. Eve dönerken, duyguları­
mızı ne zamandır bu denli bastırdığımızı düşünüp dur­
muştum.
Eskiden tüm acımızı ve sinirimizi açığa vururduk. Fakat

ak
geçen gece farklıydı. Geçen gece kendimizi sadece kibar
baş sallamalarla ifade ettik. Düşünce ve duygularımızı ken­

lam
dimize sakladık, ardından birbirimize sırtımızı döndük.
Diane’i suçlayamazdım. Ben de bir o kadar suçluydum

aka
çünkü. Sonuçta cuma günü aradığında çenemi kapalı tut­
muş, dün gece de durumu zorlayacak tek bir hamlede bu­

ıY
lunmamıştım.
Aramızdaki duvara onun kadar ben de tuğlalar dizmiştim.
gın
“Anladığım kadarıyla ahlaksızlıktaki becerilerini şimdi de
kızımın üzerinde deniyorsun.” David’in sert sesi, düşüncele­
usa
rimi toparlamaya fırsat vermeden paramparça etmişti beni.
Gözlerimi ince birer çizgi haline gelecek kadar kısarak
ökk

ona baktım. “ Yardım etmeye çalışıyordum.”


“Aman ne güzel,” dedi David, ardından sinir bozucu bir
-G

kahkaha patlatarak başını salladı. “Senin üniversiteye ka­


dar ustalaşamadığm ‘sinsice iş bitirme’ yeteneğinden var
ng

Ashley’de de.”
Bu yorumuna içerlemiştim. “Ben hiçbir zaman sinsi sin­
Lo

si iş yapmadım.”
David yine nadiren görülen gülümsemelerinden takın­
leen

mıştı. “Doğru.”
“Ashley de öyle değil. Şu an sadece üzgün. Hepsi bu.”
ath

David omuz silkerek, “Kadınlar,” diye yanıt verdi.


O tipik kaş çatan ifadesi yine belirmişti. Yüzüne bir to­
K

kat atmamak için zor tuttum kendimi. Doğruyu söylemek


gerekirse bu yüzü tokatlamayı hep istemiştim.
Olası saldırgan tutumlardan kaçınmak için ellerimi göğ­
sümde kavuşturdum.
“Tüm söylemek istediğin bu mu?” diye sorarken omzu­
mu silktim. “Kadınlar mı?”

ak
“Her ne olduysa,” dedi David, “...atlatacaktır.”

lam
Belki de erkekler gerçekten Mars’tan geliyorlardı.
Çenesini bana doğru uzatarak, “Seni buraya ne getirdi?”

aka
diye sordu.
Hileli bir soru muydu bu? “İş.’'

ıY
David yüksek sesle dilini şaklatarak, “Artık burada ça­
lışmıyorsun,” dedi.
gın
Sanki nefesimi kesmiş gibi hafifçe öne eğildim. “Ne de­
mek istiyorsjn?
usa
“Artık. Burada. Çalışmıyorsun.” Sözlerini açık ve üzer­
lerinde dura dura söylemişti.
ökk

“Kelimeleri anladım. Nedenini anlamadım.”


David başını tekrar iki yana sallayarak gülümsedi. Bun­
-G

dan, hainliğinden keyif alıyordu. “Üç gün işe gelmezsen


kovulursun. Sen Cadılar Bayramı’ndan beri ortalarda gö­
ng

zükmedin. Şirket kuralları.”


“Ya hasta olduysam?”
Lo

“Telefon bile edemeyecek kadar mı hastaydın?”


Haklıydı. “Bana ödeme bile yapmıyorsun. Bir istisna ya­
leen

pamaz mısın? Gerçekten, talepkâr olduğumu düşünmüyo­


rum. İşimi yapmaya hazırım. Bu işe ihtiyacım var, David.”
ath

Gözleri bulanmaya başladı. Gevezeliklerim olağan bü­


yüsünü koruyordu.
K

“İşten kaytaranlara hoşgörü göstermem.”


Gevezeliğin büyüsünden bu kadar.
Gözlerimi devirdim. Bunun onu sinir ettiğini biliyordum.
Çatık kaşları daha da derinleşmişti.
“Büyük bir hayat çalkantısının ortasındayım.”

ak
Bunu duyan David kahkaha attı. Adamın ruh halindeki
değişimler canımı yakıyordu. “Kırk iki yaşındayım. Karım

lam
hamile ve ergenlikteki kızım fasulye almak için okulu ası­
yor. Hangisi daha büyük çalkantı acaba?”

aka
Nereden bilebilirdik? Adam aile içi durumlardan haber­
darmış. Demek ki onun için hâlâ umut var.

ıY
“Patates kızartabilirim.” Sesime ‘Sen bensiz yaşayamaz­
sın, sana hiç masraf çıkarmıyorum’ edası takındım ama Da­
vid etkilenmişe benzemiyordu.
“Hayır.”
gın
usa
“Buz düzeltme aracını sürerim,” diye fısıldadım. Ancak olay­
lı partiden sonraki yokluğumu düzeltecek olan buysa, yapardım.
ökk

“Hayır.”
-G

Bu işe ihtiyacım vardı. Tanrım yardım et, bu işi istiyo­


rum . Günlük programımda buz pisti olmadan, zamanımı
doldurmak için elimde itaat yoksunu bir köpek ile hayatımı
ng

yeniden kurma hayallerimden başka bir şey kalmayacaktı.


Omzumu silktim. “Pes ediyorum. Seni eski nazik tavır­
Lo

larına ne döndürür?”
“Git tuvaletleri temizle.”
leen

Bir adım gerileyerek, “Dalga geçiyorsun herhalde,” de­


dim. “Bunun için para ödediğin bilileri yok mu?”
ath

Çatık kaşlı ifadesi bir anda şeytani bir gülümseyişe dö­


nüşmüştü.
K

“Pekâlâ,” diye homurdandım. “Diane’e şikâyet edece­


ğim ama.”
“Eğer yanında çanta ya da hamile giysilerinden götürür­
sen, belki şansın olabilir.”
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. “Alışveriş olayını bi­
liyor musun?”

ak
“O kadar da aptal değilim.”

lam
Aptal değilmişmiş, diye düşünüyordum tuvaletlere doğ­
ru giderken. Kim bilebilirdi?

aka
David, tam ben köşeyi dönmeden önce bana seslendi.
“Malzemeler dolapta, eldiven giymeyi unutma!”

ıY
O akşam eve döndüğümde, hava kasım ayının başları
gın
için fazlasıyla ılıktı. İçeri temiz hava girsin diye sadece
usa
mutfaktaki sineklikli kapıyı örtmüştüm. Fakat kapı açık
duruyordu.
ökk

Kalbim sanki göğüs kafesime sığmıyordu. Kapıyı Po-


indexter açmış olmalıydı. Şüphesiz dert içinde debelenme­
-G

yen, düzgün mizaçlı bir insan aramaya çıkmıştı.


Koşarak bahçeye çıktım ve ıslık çaldım. Daha doğrusu
ıslık çalmaya çalıştım diyelim. Çünkü bu konuda hiç başa­
ng

rılı olamamıştım.
Lo

Poindexter ortalıklarda yoktu. Daha da kötüsü arka ka­


pım ardına kadar, evimin arkasındaki çim sahasına doğru
leen

açılmıştı. Başta amaçsızca sonra sistematik olarak bir alan­


dan diğerine doğru koşmaya, sahanın her köşesinde izler
ath

bulmaya çalıştım.
Soğuk gözyaşları yanaklarıma batıyordu ama onları
K

elimin tersiyle sildim. Ağlamaktan usanmıştım artık. An­


laşılan Poindexter da benim ağlamalarımdan fazlasıyla
sıkılmıştı.
Kendimi toparlamam ve köpeğimi bulmam gerekiyordu.
Sorunları vardı, elbette. Uçak kovalar, kavgalarla yüz
yüze gelmekten kaçınırdı. Görünüşe bakılırsa bir de kaçma

ak
huyu edinmişti. Ancak ona ihtiyacım vardı.

lam
İtaat okullarınca istenmeyen köpek olabilirdi. Ama be­
nim itaat okullarınca istenmeyen köpeğimdi.

aka
Dizlerimin üzerine düştüm. Çamur olduğunu sandığım
şeye gömülmem umurumda değildi. Başımı geri atıp hay­

ıY
kırdım. Daha önce hiç haykırmamış gibi haykırdım hem de.
Toplum içinde.
gın
Aile içinde birbirimize bağırmazdık. Sade ve sakin bir
aileydik biz.
usa
Sahanın ortasında kükrerken, komşular pencerelerinden
bakıyorlardı. Kimin beni gördüğü, duyduğu ya da benim
ökk

hakkında ne düşündüğü umurumda değildi.


Gözlerimi kapadım ve tüm kalbimle dua ettim.
-G

Önce silik, ardından gittikçe yaklaşan sesler duyuncaya


kadar olduğum yerde uzunca bir süre oturdum.
Ayak sesleriydi duyduğum. Bir de köpek tasmasının şın­
ng

gırtısı...
Lo

“Bir şey mi kaybettin, Bayan Otuz İki Numara?”


Yeni komşumun sesi, metabolizmamda bir elektrik şo­
leen

ku yaratmıştı. Gözlerimi açıp ondan tarafa döndüğümde,


Poindexter’ın tüm masum mutluluğu ve köpeksi coşkusuy­
ath

la bana doğru koştuğunu fark ettim.


Kollarımı açtım. Depresyondan sevince aniden geçince,
K

mutluluk gözyaşlarını genzime kaçmıştı.


“Ne... ne oldu?” Kollarımı Poindexter’ın boynuna dola­
yıp öyle sıkı sarıldım ki köpeğin nefes alabilmesi bile bir
mucizeydi.
Başımı kaldırıp Bay Otuz Altı Numara’ya baktım. Gözle­
rindeki şefkat, ciğerlerimdeki son oksijen kırıntısını bile yok

ak
etmişti. Başını iki yana sallayarak, “Bayan Cooke kapımı çal­

lam
dı,” dedi. “Köpeğinin bahçede havaya havladığını ve başı boş
olduğunu söyledi. Ona bir şey olacağından endişe etmiş.”

aka
Şüphe, içimde ağır ağır ilerliyordu. “Bayan Cooke mu?”
Yeni komşum onaylayarak başını salladı ve elini uzattı.

ıY
İlk karşılaşmamızı hatırlayarak, parmaklarına odaklandım.
Poindexter’a sarılmış olan kolumu gevşettim ve Cadılar
gın
Bayramı’ndan arta kalan bir yemek gibi görünüyor olabile­
ceğimi anımsayarak kolumla yüzümü sildim.
usa
“Haydi ama,” dedi Bay Otuz Altı Numara. “Isırmam.”
Vaatler. Vaatler.
ökk

Parmaklarımı onunkilere doladım ve yüzü yüzüme değ­


diğinde hissettiğim sıcaklığı göz ardı etmeye’çalışarak aya­
-G

ğa kalktım. O sırada Poindexter üzerime sıçrayarak yana


doğru eğilmeme sebep oldu.
ng

Bay Otuz Altı Numara derin, otoriter bir sesle, “Otur!”


dedi.
Lo

Ben bile çamurun üzerine oturma isteğimi zor zapt eder­


ken, Poindexter adam ne dediyse onu gerçekleştirdi. Şaş­
leen

kınlıkla ona baktım.


“Bunu nasıl yapabildin?” diye sorarken talimatlara ku­
ath

lak veren köpeğimi işaret ediyordum.


Komşum omuz silkerek, “Muhteşem bir köpek,” dedi.
K

“Ona bu emirleri ne zaman öğrettin? Yavruyken mi?”


Gözlerimi kısarak Poindexter’a baktım. “Emirler mi?”
Belki de bu köpek benim köpeğim değildi. Belki de birkaç
blok ötede yetiştirilmiş bir klon köpekti.
Bay Otuz Altı Numara heyecanla başını sallayarak, “El­
bette,” dedi. “Oturuyor, sallanıyor, ölü taklidi yapıyor ve

ak
yuvarlanmaktan hoşlanıyor.”

lam
Yuvarlanmak mı?
Poindexter’a öyle bir bakış attım ki köpeğin titrediğine

aka
yemin edebilirdim. Birbiri ardına itaat okullarından atılma­
yı kendi isteyecek kadar mı zekiydi?

ıY
“Şahane,” diye mırıldandım.
“Evet, öyle.”
Sırıtıyordu. Hâlâ el ele tutuştuğumuzu fark ettim. San­
gın
ki elleri avucumu yakmış gibi hızla çektim kendimi. “Onu
evine aldığın için teşekkürler.”
usa
“önem li değil.”
ökk

Sahanın sonuna kadar yan yana yürüdük. Poindexter,


sanki New Jersey’nin en iyi eğitilmiş köpeğiymiş gibi koş­
-G

turuyordu.
“Bir bardak kahveye var gibisin,” diyen Bay Otuz Altı
Nıimara’nın gözleri içtenlikle bakıyordu bana.
ng

Aniden gerilerek başımı iki yana salladım. “Ben sadece


çay içerim,” diye uyduruverdim.
Lo

“Peki o zaman.”
Şahane bir tebessümle, ilerideki evini işaret etti. “Eğer
leen

ders almak istersen iki bina ötedeyim.”


“Ders?” diye tekrarladım sincaplannkini andıran tiz bir
ath

sesle.
Bir an zihnimde, Bay Otuz Altı Numara’nm verebileceği
K

dersler geçti aklımdan.


“Köpek için.” Arkasını dönerken hafif bir kahkaha attı.
Poindexter da onun peşinden gidiyordu ki boğazımı te­
mizledim. Köpek dönüp baktığında, ona en tehditkâr bakı­
şımı attım. Hemen ardından hızla dönüp evimize yöneldi.
Onu yanıma çağırmış olsam da önümden koşturarak uzak­

ak
laştı.

lam
Ağaçların üzerinde bir jet uçağı belirdi ve kovalamaca
başladı. Poindexter havaya havlayarak, uçağın kuyruğunu

aka
kovalıyordu.
Evine giden Bay Otuz Altı Numara’yı izledikten sonra

ıY
gerçek hayata geri döndüm.
Ders. Köpek için.
Bir düşünsenize... gın
usa
“Bazen kapıyı kimin çaldığını bilmek kolay değildir.
ökk

Fırsat mı, yoksa şeytan mı?”


-Anonim.
-G
ng
Lo
leen
ath
K
ak
O r i/( $ ir ü ıû ($ ö J ü /r i/

lam
aka
“LVAMBPMZVŞRAVŞIİRBPR CLFMPMŞRAVLRENHBHB
VÖVBIERĞVLARAVGĞVE . "

ıY
-MBCBVA

•• gın
ç hafta sonra kargocu kapımın önüne paket bırakmak­
U tan usanmıştı. Diane ve ben de hâlâ konuşmuyorduk.
usa
Açıkçası onu özlemiştim. Hem de çok. Hormonları sapıt­
ökk

mış, çanta düşkünü bir arkadaş olabilirdi ama hayatımdaki


tek sabit kişiydi. En azından öyle olmuştu.
-G

Altıncı sesli mesajıma da cevap gelmeyince aramayı


kesmiştim.
Ebeveynlerin yetenek gecesi gelmişti. Her ne kadar annesiy­
ng

le konuşmasam da gideceğime dair Ashley’ye söz vermiştim.


Diane ve David, Sonny ve Cher kostümleri olmadan
Lo

sahneye çıkmak konusunda isteksizlerdi. Ashley’nin alabi­


leceği her türlü moral desteğine ihtiyacı vardı.
leen

Boş bir park yeri bulmak umuduyla okulun park alanına


döndüm. Arabanın gösterge panelindeki saate bakınca, on
ath

dakika geç kaldığımı fark ettim.


Yapacak işim olmasa bile hâlâ hiçbir yere vaktinde ya­
K

ramıyordum.
Giriş salonunun eşiğinden geçtiğimde içim rahatlamıştı.
Asma lambalar yanıp yanıp sönerken, rahatlığım ise kendi­
ni çok daha farklı bir duyguya bırakmıştı.
Elini başka bir kadının cılız sırtına koyan Ryan, giriş sa­

ak
lonunun en uzak köşesinde dikiliyordu.
Bir an yüzüm alev alev yanarken, bir sonraki saniye buz

lam
kesmişti. Kaçma ve kusma isteklerinin arasında sıkışıp kal­
mıştım.

aka
Gözlerimi sıkı sıkı kapadım. Bağırmamayı, bayılma-
mayı ya da dikkati bir şekilde üzerime çekmemeyi diledim

ıY
ama o her zamanki gibi beni fark etti. Konu bana gelince
Ryan altıncı bir his geliştirmişti. Ancak Ryan’ın varlığımı
gın
hâlâ fark ediyor olması, sevgilisinin şiş göbeğini görünce
beni avutmaya yetmemişti.
usa
Benimle göz göze geldiğinde diğer kadının kulağına bir
şeyler fısıldadı. Kadın, benim tarafıma doğru bakıp gülüm­
ökk

sedi. Gergin, rahatsız bir gülümsemeydi bu. Sanki evliliği­


-G

me, hayatıma ne yaptığını tam anlamıyla bildiğini gösteren


bir gülümsemeydi...
Kadın benim tarafıma döndü. Ryan bana doğru ilerler­
ng

ken, gördüğüme inanamayarak kadını inceledim.


Genç ve harika birini canlandırmıştım kafamda. Pürüz­
Lo

süz bir ten ve dolgun göğüsler düşünmüştüm. Karşıma be­


nim yaşlarımda bir kadının çıkacağı hiç gelmemişti aklıma.
leen

Şişmiş kamına tekrar bakarak yutkundum.


Bir tek doğurganlığı dışında, tıpkı benim gibi olan bir
ath

kadınla yer değiştirmeyi beklemiyordum.


“Ashley’yi dansa getirdiğim günlerin birinde otoparkta
K

tanıştık.”
Ryan’ın sesi yakınımdan geliyordu. Parmaklan dirseği­
me yaklaştığında kolumu çekip, ondan birkaç adım uzak­
laştım.
Açıklaması harikulade mantıklıymış gibi başımı sal­
ladım. “Ashley onu tanıyor mu?” Hatta daha da önemlisi

ak
şuydu: “Diane ve David onu tanıyorlar mı?”

lam
Ryan başını iki yana salladı. “Onunla ilk kez bu akşam
tanışacaklar. Yemin ederim.”

aka
Ne de şanslıyım. Çiftimizin görücüye çıktıkları ilk akşa­
mın mutlu şahitlerinden olmak için mükemmel bir zaman­

ıY
lama seçmiştim.
“Yeminlerin bende pek iş görmüyor, Ryan.”
Ryan bakışlarını ayakkabılarına indirerek başını salladı.
gın
Ardından kahverengi kaşlarını tekrar çatarak dikkatini yü­
züme verdi.
usa
Belki de Ryan’ı görmekten ya da diğer kadını görmekten
ökk

kaynaklanan bir şaşkınlıktı ama aniden gözyaşlarını görü­


şümü bulanıklaştırdı. Tam da korktuğum gibi hain bir dam­
-G

la, yanaklarımdan süzüldü.


Ryan elini yüzüme uzatmak üzereyken elini yakaladım.
“Sakın!”
ng

Bir an, benden tüm olanlar için özür dilemek için anı
kullanacak diye düşündüm. Ama yapmadı.
Lo

“Geri dönsem iyi olur.” Gitmek için arkasını dönmüştü.


Fakat tereddüt etti. Yüzünü bir kez daha bana döndü. “Uçuş
leen

dersleri alıyorum.”
“Uçuş dersleri mi?” Beni çok şaşırtmıştı.
ath

Duyduğu gururla gözleri ışıldıyordu. “Uçmayı hep iste­


miştim.”
K

Başımı salladım. “Ama yapacağını hiç düşünmezdim.”


Hızla omuz silkti. “Neden olmasın?” diye sordu Ryan.
Neden olmasın? Omuz silkmesine karşılık verdim. “De­
ğil mi? Neden olmasın?”
“Peki ya sen?” diye sordu Ryan çenesine dokunarak.

ak
“Sende yeni bir şeyler var mı?”
Hâlâ güvenle kutusunda duran oryantal DVD’sini, bir ta­

lam
nesini bile tadamadan bayatlayan yengeç dolmasını ve Bay
Otuz Altı Numara’nın Poindexter için önerdiği, benim de

aka
anında reddettiğim dersleri düşündüm.
“Var birkaç tane,” diye mırıldandım başımla onu onay­

ıY
layarak.
“İyi!” Ryan’ın gülümsemesi yüz hatlarını aydınlatarak
gın
tüm suratına yayıldı. “Mutlu olmayı hak ediyorsun.”
“Hepimiz ediyoruz.” Yüzündeki rahat neşeden bakışları­
usa
mı alamayarak ifadesiz bir tonla cevaplamıştım.
Belki de içindeki, benim uzanamadığım karanlık bölge­
ökk

lere ışık tutacak birine ihtiyacı olmuştu. Siz kendi gölgeni­


-G

zin esiri olmuşken, başkasının hayatım nasıl aydınlatabilir­


diniz ki?
“O benim hayallerimi dinliyor, Bemie.” Ryan sözlerini,
ng

sanki beni kırmaktan korkarcasına usulca söylemişti. Ce­


vap veremeden arkasını dönüp uzaklaştı.
Lo

Sırtını inceledim, ardından da söylediklerini tarttım ka­


famda.
leen

Onun hayallerini en son ne zaman dinlediğimi hatırla­


mıyordum.
ath

Parmaklarını yeni aşkının parmaklarına geçirip, onu ti­


yatro salonunun kapılarına doğru götürürken, olduğum yer­
K

de kalakalmıştım.
Görünüşe bakılırsa onu çok uzun zamandır dinlemi­
yordum.
ak
Okuldan evime dönerken bütün gece açık olan markete uğ­

lam
radım. Yağsız süt, yoğurt, taze meyve gibi sağlıklı yiyecek­
lerden başka bir şey almadığımı söylemek isterdim. Fakat

aka
bu kocaman bir yalan olurdu.
İşin aslı, gittikçe tombullaşan kollarımın yüklenebildiği

ıY
kadar şeker ve tuz içerikli ne kadar abur cubur varsa topla­
yıp mağazadan çıktım.
Gece saat iki gibi midemin bulandığını hissedebiliyor­
gın
dum. Ama hakiki ve sağlam bir bulantıydı bu seferki.
Karamel dolgulu çikolataları mideme indirirken bir di­
usa
zinin bölümlerini peş peşe seyrediyordum. Bu, çikolatalar
ökk

geçen bir saat içinde tükettiğim patates cipsleriyle kanşın-


caya kadar oldukça mantıklı bir eylemmiş gibi görünmüştü
-G

gözüme.
Batı Yakasının Hikâyesi'ndeki çetelerin savaşı bile mi­
demdeki yemek çatışmasının yanında hiç kalırdı.
ng

Hiç kadınsı olmayan bir edayla birkaç sefer geğirdim.


Lo

Poindexter, burnunu bir yastığa dayamadan önce yayıldığı


koltuktan başını kaldınp bana baktı.
leen

Derin bir iç çektim. Ardından dikkatimi köpeğimden


kahve masasının üzerine yığılmış boş ambalajlara vererek
ath

arkama yaslandım.
Kıyafetlerime sığamıyor oluşuma şaşmamalıydım.
K

Eğer bunu yeterince sürdürebilirsem, başaracağım tek şey


bir inşanın gerçekten patlayabileceğini kanıtlamak olacaktı.
Televizyonu kapattım ve ayağa kalkmaya yeltendim.
Fazlasıyla şeker dolu bacaklarım buna karşı çıkınca, kane­
peye kıvrıldım. DVD oynatıcıya doğru uzanıp, hâlâ amba­
lajının içinde duran oryantal DVD’sini elime aldım.

ak
Ambalajı soymak da bir çeşit antrenman sayılabi­

lam
lirdi. Ancak beni asıl yenilgiye uğratan, DVD’nin ken-
disiydi. Eğer kıvrak kalçalı ve elastik bir kadın olarak

aka
doğsaydım, hareketler yapılabilirdi belki. Fakat ben...
şey... ben bu hareketlere pek de uygun olarak dünyaya

ıY
gelmemiştim.
Kıvırmalarım, eminim pek seyredilebilecek türden de­
gın
ğildi. Hatta Poindexter, başlangıç seviyesinin ilk beş daki­
kasından sonra homurtular çıkararak odayı terk etti.
usa
Bir an durup köpeğin gidişini seyrettim.
Bir insanın en yakın arkadaşı bile onunla aynı odada kal­
ökk

maya tahammül edemediğinde ne denirdi?


Bir beş... ah... altı dakika daha çalıştıktan sonra yanlan­
-G

ma giren sancılar dayanabileceğimden fazla bir hal almıştı.


Sıkıntı değildi. Nasılsa başka bir aktivite seçebilecek ka­
ng

dar bol alışveriş yapmıştım.


Pile ihtiyaç duymayan fenerle başladım. Talimatında ci­
Lo

hazı sadece sallayarak, ortamı sihirli bir şekilde aydınlata­


cak ışığı elde edebileceğim yazılıydı. Açıkçası çıkan ışık
leen

huzmesi, körelmiş kol kaslanm kadar zayıftı.


Feneri bir kenara fırlatıp bir sonraki kurbanıma geçtim.
ath

Yer kazandıran vakumlu poşetler.


Yatağımın yanı başına yerleşmiş Poindexter’m homur­
K

tulu itirazlarını umursamayarak, üst kattaki nevresimlerimi


koyduğum dolapla başladım. Fazla olan çarşaflan, havlula-
n ve battaniyeleri, ihtişamlı bir paketle birlikte gelen çeşitli
boydaki poşetlere doldurarak raflan temizledim.
Ardından misafir odasındaki elektrik süpürgesini çıkara­
rak fişe taktım ve poşetin borusuna yerleştirip içindeki tüm

ak
havayı çektim.

lam
Boş bir dolap ve incelmiş vakumlu poşetlerin yarattığı
başan hissi, hiç olmadığım kadar memnun etmişti beni.

aka
Doğrulup vakumlu poşetleri dolaba koydum ve dola­
bın kapağını, büyük değişiklikler yapmaya yemin ederek

ıY
kapadım.
Temizlik yapacaktım.
Evi tepeden aşağıya, mutfak dolaplarından garaj rafları­
gın
na kadar bölümlere ayırdım. Güneş doğduğunda kaldırımda
usa
yükselen atılmış eşya yığını, küçük bir Klimanjaro Dağı’m
andınyordu. Ne tuhaftır ki komşuların ne düşündüğü umu­
ökk

rumda bile değildi.


Eski ve kullanılmayan eşyalardan arman, biriken örüm­
-G

cek ağlarıyla tozdan temizlenen evim parıldıyordu.


Elimi kalçalarımın üzerine koyup gülümsedim.
Poindexter tereddütle yatağın altından burnuyla bana
ng

dokunup beni inceledi. Ardından çevresine bakındı. Tüylü


Lo

suratındaki şaşkınlık ifadesi apaçık kendini gösteriyordu.


“Bundan sonra işleri böyle halledeceğiz,” dedim başımı
leen

ona doğru sallayarak. “Pisliklere takılı kalmak yok. Dağı­


nıklığın bizi ele geçirmesine izin vermek yok.” Yumruğu­
ath

mu havaya kaldırdım. “Önümüzdeki hayatla yüzleşip neyle


karşılaşırsak karşılaşalım üstesinden geleceğiz!”
K

Bunun üzerine köpeğim homurdanıp koşarak ortalıktan


kayboldu.
Kendimden emin adımlarla banyoya gittim ve en çok
korktuğum şeye uzandım.
Tartı!

ak
Derin bir nefes alarak kendimi sakinleştirdim. Ardından
fayanslı zeminin ortasına tartıyı yerleştirdim. Çalıştırmak

lam
için düğmesine bastım ve kilomu ölçecek olan bir seri sıfı­
rın çıkmasını bekledim.

aka
Bip sesini beklerken gözlerimi kapadım. Ekrana bakınca
göreceğim şey için gerçekten hazırlıksızdım.

ıY
69 kilogram.
Gözlerimi kırpıştırdım, elimle ovuşturdum ve tekrar
baktım.
Kahretsin!
gın
usa
Bu, tüm zamanların en yükseğiydi...
Ta ki çırılçıplak kalana kadar teker teker kıyafetlerimi
ökk

çıkarttım.
Tartıyı yeniden başlattım ve tekrar denedim.
-G

68 kilogram.
İnanamıyordum.
ng

Hiç düşünmeden banyo camını açtım ve en nefret etti­


ğim eşyamı dışarıdaki çöp kovasına doğru fırlattım.
Lo

Tartı, cam ve metalin kın İma sesiyle kaldınma çarptı.


“Zor bir gece miydi?”
leen

İrkiliverdim.
Bay Otuz Altı Numara.
ath

Bu adam hiç uyumaz mıydı?


Kedisini tasmayla yürüyüşe çıkartmış adama kaşlanmı
K

çatarak, camdan baktım.


Kim kedisini tasmayla gezdirirdi ki?!
Bay Otuz Altı Numara fal taşı gibi açtığı gözleriyle bana
bakınca durumu kavrayıvermiştim.
Hemen oracıkta dizlerimin üzerine çöküp çıplak sırtımı
duvara yasladım.

ak
Eğer biraz şansım varsa çıplak göğüslerimin korkunç

lam
görüntüsü, yaşanan tüm olayları Bay Otuz Altı Numara’nın
hafızasından silebilirdi.

aka
Yüzümü ellerime gömüp bir dizi küfür saydım.
Tam her şeyi bir araya getirdiğimi düşünürken aslında ne

ıY
kadar çaresiz olduğumu fark ettim.
Telefonun sesi, banyo zemininde emekleyip odama geç­
gın
mem için bana iyi bir bahane olmuştu.
Yeni kilomun şoku, geçen geceki şeker tüketimim ve Bay
usa
Otuz Altı Numara’nın gözlerindeki saf korku ifadesinin birle­
şimi, sol kaşımdan ilerleyen keskin bir ağnya sebep olmuştu.
ökk

Telefon tam da telesekretere bağlanmak üzereyken ahi­


zeyi kaptım.
-G

“Evet?”
Normalde telefonu böyle sert bir şekilde açmazdım.
ng

Hem bu davranış, yaklaşan ratil sezonu için de uygun değil­


di. Fakat şu anki ruh halimi çok güzel özetliyordu. Utanmış,
Lo

aşırı kilolu ve satış araması ya da muhabbet havasında ke­


sinlikle olmayan birini...
leen

“Bemadette Murphy ile görüşebilir miyim lütfen?” Ne


kadar denersem deneyeyim, telefondaki boğuk erkek sesini
ath

çıkaramadım.
En kötüsünü umarak kaşlarımı çattım.
K

Fatura tahsil dan.


Mahallenin çöp polisi.
Mağduriyet araştırmacısı.
Kendimi hazırladım. ‘‘Benim.”
' Bayan Murphy, ben Jim Bames. Courier Post’un editö­
rüyüm. Yazdığınız yazıyı okudum. İzniniz olursa yayımla­

ak
mak istiyorum.”

lam
“Yayımlamak mı?”
Sözcükler dudaklarımdan dökülür dökülmez irkildim.

aka
Sesim, şaşkınlıktan o kadar gerilmişti ki adeta ürkmüş bir
papağan gibi çıkıyordu.

ıY
“Evet,” dedi. Adamın sesindeki sabır, telefondan hisse-
dilebiliyordu.
“Gazetede?”
Papağan.
gın
usa
Korkmuş.
Deli gibi.
ökk

Bay Bames’ın hafif kahkahası dikkatimden kaçmadı.


“Evet, gazetede.”
-G

“Haydi canım!” Bu sefer gözlerimi utancımdan sıkı sıkı


kapattım. “Affedersiniz. Ben biraz...”
ng

“Asıl ben özür dilerim. Bu kadar erken aramamalıydım.”


Sanki telefondan yaptığım hareketi görebilecekmiş gibi eli­
Lo

mi salladım. “Sorun değil. Böyle tepkilere alışık olmalısınız.”


“Pek sayılmaz,” diyen adamın, nazikçe gülümsediğini
leen

hissedebiliyordum. Bay Bames ile hiç tanışmamış olsam da


ondan hemen hoşlanmıştım. “Sadece yazınızın içeriğinden
ath

değil, aynı zamanda üslubunuzdan da etkilendim. Yazıyı bir


köşe yazısında yayımlayacağız.”
K

Dudaklarımı birbirine o kadar sıkı bastırdım ki Mat-


r â ’teki Keanu Re&yes’in dudaksız halini andırdığımdan
şüphem yoktu. Söyleyebileceklerimden korktuğumdan, ağ­
zımı açmayaral b> ses çıkarttım.
“Bunu evet olarak kabul edebilir miyim?”
Bir ses daha.

ak
“Pekâlâ o zaman. Yazıyı pazar günü hafta sonu ekimizde

lam
yayımlayacağız.”
Benim yazım.

aka
Gazetede.
Pazar günü.

ıY
Bir köşe yazısında.
Başka bir şey yapmaktan aciz, başımı salladım.
“Bayan Murphy?”
gın
“Evet,” dedim üzerimden sessizliğimi silkeleyerek. “Te­
şekkür ederim. Evet! Gurur duyarım.”
usa
Banyoya geri dönmeden önce üzerime oldukça bol bir
kazak geçirdim. Bir zamanlar benim için çok gerekli oldu­
ökk

ğunu düşündüğüm çöp yığınına baktım.


-G

Bay Otuz Altı Numara görünürlerde yoktu ama yürüyü­


şe çıkmış erkenci bir çift, yarattığım çöplüğün önünde dur­
muş, onaylamayarak başlarını sallıyorlardı.
ng

Mutlu bir şaşkınlık dışında hiçbir şey hissetmiyordum.


Bazen yeniye yer açmak için eskileri temizlemeniz ge­
Lo

rekir. Bunu bir kez yaptığınızda da yeni, hayal ettiğinizden


çok daha farklı olur.
leen

Ve bu bazen daha iyidir.


ath

“Limandaki gemi güvende olsa da gemiler


K

bunun için üretilmemiştir.”


-Anonim
ak
O fV & iü ıc fr Ç B ö /ü /r i/

lam
aka
•Ş/LARZ ZMLDĞRZV ÇEIAORZ MTLMEÜBÖ ĞRA VKLRJRB
NVE FIDIEŞR ŞVNVPVE. ”

ıY
-MBCBVA

gın
iane ile olan anlaşmazlığımızın bir çantacının indirim
D reyonunun önünde çözüm bulacağını hiç düşünmez­
usa
dim. Ancak öyle oldu.
ökk

Beni haftalarca umursamamış, Şükran Günü’nde yü­


züme bakmamış, Noel ve yılbaşında da görmezlikten
-G

gelmişti.
Jim Bames’tan gelen telefonu kapattıktan sonra, olanları
paylaşmayı en çok istediğim kişinin Diane olduğunu fark
ng

ettim. Eminim Ashley de benim adıma çok sevinecekti ama


Lo

bazen bir kadın, en yakın arkadaşıyla paylaşmayı tercih


edeceği olaylar yaşardı.
Bu da onlardan bir tanesiydi.
leen

David, Diane’in yaptığı son alışverişleri inceleyerek,


bana bugün onun hangi alışveriş merkezine gidebileceği
ath

konusunda yol gösterdi. Diane, konu indirimin kokusunu


K

almaya gelince bir deha olabilirdi ama hile hakkında öğren­


mesi gereken çok şey vardı.
Diane’in karnının büyüklüğünü görünce tereddüde düş­
tüm. Son görüşmemizden bu yana iyicene belirginleşmişti.
Sıkmtılanmızı ifade edebilme yeteneğimizi kaybettiğimize
pişman oldum bir kez daha.

ak
Süet, büyük boy bir çantanın üzerinden beni gördü, fakat

lam
aynı hızla önündeki rafa tekrar odaklandı.
Geri dönüp uzaklaşmayı, telefona her uzandığımda ko­

aka
nuşmadığımızı hatırlayarak hissettiğim yürek burukluğunu
umursamamayı düşündüm. Belki de hayatla yüzleşmeyi

ıY
öğrenmek, hatalarım ve güçsüzlüklerimle yüzleşmeyi de
kapsıyordu.
“Hatalıydım,” dedim usulca. gın
Diane gözlerini kısıp, kaşlarını çatarak bana baktı. İfa­
usa
desini ya da kaşları arasında beliren çizgileri görmemek
için bakışlarımı kaldırmadım. Orada olduklarından emin­
ökk

dim. Onu şaşırttığım her vakit, o çizgiler oradaydı. Hatalı


olduğumu çok sık kabul eden biri olmadığımdan, bu durum
-G

şimdi de onu çok şaşırtıyordu.


“Sana sormadan Ashley’yi bir yere götürmemeliydim.”
Bu sözleri, ilk adımı atmanın sakin görünmek için yapıldı­
ng

ğını bilerek söylediğimde raftaki yama işi çantanın fermu­


Lo

arını inceliyordum.
“Ben de biraz sert çıkmış olabilirim.” Diane’in genellik­
leen

le sert olan sesi* çantanın deri ve süetten yapılma saplarının


arasından güçlükle süzüldü.
ath

Gerçekten mi?
Ama söylemedim. Düşündüm ve zihnimden uzaklaş­
K

tırdım.
Diane ile şimdi tartışmak, beni bir yerlere getirmeye­
cekti. Aynca hem hamile hem de bir ergen annesiydi. Bana
bağırmaya hakkı vardı. İşin özü buydu. Konu çocuklara
geldiğinde ne yapacağını benden daha iyi bilirdi. Benim ise
bir fikrim yoktu çünkü beş gün kimseyi çocuk bakımında

ak
uzman yapmazdı.

lam
“Özür dilerim.” Gözlerimi onun gözlerine dikerek şaş­
kın ifadesine gülümsedim. Sonra da kahkaha attım. Kendi­

aka
mi tutamamıştım.
Birbirimizle yumuşak bir tonda konuşsak da Diane’in

ıY
gergin olduğu besbelliydi. Onu bir çeşit suçiçeğine yaka­
lanmış gibi gösteren kırmızı lekeler, yanaklarıyla boynuna
yayılmıştı.
“Kötü mü?” diye sordu.
gın
usa
Rafın etrafından dolaşıp yanına giderek, Diane’in kolu­
na girdim. “Kanşık meyveli buzlu bir çayın çözemeyeceği
ökk

türden değil.”
Kaşlarını kaldırdı ve kestane rengi saçlarını sağa sola
-G

salladı. “İşte budur.”


Birlikte mağazadan çıkarken tartıştığımız geceden beri
ng

içimde taşıdığım gerginlik azalmaya başlamıştı. Hissetti­


ğim rahatlık, tüm kaslarıma ve kemiklerime yayılıyordu.
Lo

“Ben de özür dilerim,” dedi Diane. “Seni yetenek gece­


sinde gördüm.”
leen

Yetenek gecesi.
Aklımda Ryan’la olan konuşmam, Diane ve David’in
ath

gösterisi genel hatlarıyla canlandı.


“Ne düşündün?” Umut dolu sesi yüksek ve net bir tonda
K

çınlamıştı. “Dürüst ol.”


Gözlerimi devirdim. Yılların deneyimiyle Diane bunun
tam olarak ne anlama geldiğini biliyordu.
“O kadar mı kötüydü?”
Gözlerimi tekrar devirdim.

ak
Diane başını iki yana sallayarak, “Ashley protesto etmek
için kaşlarını kazıdı,” dedi.

lam
Olduğum yerde kalakaldım. “Ne yaptı?!”
“Kaşlarını kazıdı.”

aka
Fakat başka bir şey söyleyemeden alışveriş merkezinde­

ıY
ki güvenlik görevlisini fark ettim. Sinirli bir ifadeyle bana
doğru baktığını göz önüne alırsak, ne yazık ki onun da beni
fark ettiğinden oldukça emindim.
gın
Diane’i kolundan yakaladım, başımı eğdim ve onu ye­
mek bölümüne götürdüm.
usa
Ashley’yi düzgün çatılı kaşları olmadan hâlâ hayal et­
ökk

meyi beceremeyerek, “Kaşlarım mı kazıdı?” diye sordum


yavaşça.
-G

Diane kıkırdadı. Çıkan ses ufak bir kıkırdamadan katıla


katıla gülünen kahkahalara dönüştü. Omzunun üzerinden
güvenlik görevlisine gözucuyla baktı.
ng

“Telsiziyle konuşuyor. Belki de kalabalığa karışmayı de­


Lo

nemeliyiz.”
“Balon gibi şişmişsin. Her yanında kırmızı lekeler var ve
cadı gibi kahkahalar atıyorsun.” Ardından başımı iki yana
leen

salladım. “Araya kanşma ihtimalimiz sıfır.”


Güvenlik görevlisi bize dışarıya kadar eşlik ederken, eli­
ath

mizde içeceklerimizle hâlâ gülüyorduk.


K

Fakat içeceklerimizi tutuşumuz kadar arkadaşlığımızı da


sıkıca tutmuştuk ve bu mağaza görevlisinin her türlü aşağı­
lamasına değerdi.
Eve döndüğümde uzun, sıcak bir duş almayı, üzerimi değiş­
tirmeyi, satın aldığım Noel hediyelerini kapıp akşam yeme­

ak
ği için anneme gitmeyi planlıyordum.

lam
Giriş kapıma yapıştjrılmış bir not bulmayı planlamıyor­
dum ama.

aka
Kapımı çal. Senin için bir şeyim var.
Bu iki kısa cümle o kadar anlamlıydı ki kendime rağmen

ıY
gülümsedim. Notu yazan kişi kim olduğunu belirtmemişti
ama tahmin edebiliyordum.
Bay Otuz Altı Numara...
gın
Neticede Bayan Cooke bana ya gürültü çıkararak say­
usa
gısızlık ettiğim üzerine bir konuşma yapardı ya da evime
hayvan denetim idaresinden birilerini gönderirdi.
ökk

Notu kapıdan kaldırmaktan başka bir şey yapamadan bir


Noel ağacı kaldırımın üzerine konuverdi. Bir çift işçi botu
-G

kütüğün arkasından gözükerek ağacı taşıyanın Bayan Coo­


ke olmadığını garantilemişti.
Bay Otuz Altı Numara’yla yüz yüze geldiğim son anın
ng

düşüncesi, yanaklarımın kızarmasına neden olmuştu. Çıplak


Lo

olduğumun düşüncesi hâlâ sinirlerimi bozuyordu. Çıplaklı­


ğımın hatırlatılması, ihtiyacım olan en son şey bile değildi.
leen

“Ne yapıyorsun?” Sesimin karşı koyar gibi çıktığını ka­


bul etmeliydim. Ağaç kütüğü yanımdaki giriş yoluna dev­
ath

rildi.
“Sana Noel ağacı getiriyorum.”
K

Tek kaşımı kaldırmaya çalıştım ancak başarısız oldum.


“Peki ya Noel ağacına ihtiyacım yoksa?”
“Herkesin Noel ağacına ihtiyacı vardır.”
“Ya istemiyorsam?”
Tek kaşını kaldırışı, benimkinden kat kat daha etkiliydi.
“Kapıyı açacak mısın, yoksa her şeyi kendim mi yapmak

ak
zorundayım?”

lam
“Bunun bir karşılığının olacağını sanıyorum.”
Bay Otuz Altı Numara’nın neşeli yüz ifadesi kuşkulu bir

aka
hal aldı. “Ne gibi?”
“Bu kadar zahmete sırf iyilik için girmiş olacağını hayal

ıY
bile edemiyorum.”
Bay Otuz Altı Numara dudaklarını birbirine bastırıp ba­
şını iki yana salladı ve ağacı yüklendi. “Demek ki hayal
gücün zayıfmış. Kapıyı aç.”
gın
usa
Adam ve ağaç odaya geçebilsin diye yoldan çekilerek
verdiği emri uyguladım.
ökk

Bay Otuz Altı Numara salonun ortasında dengelediği


ağacı tutarak, “Ayaklığın nerede?” diye sordu.
-G

Parmağımla garajı işaret ettikten sonra o tarafa yönel­


dim. Tanrım, lütfen hayatımdaki diğer karmaşıklıkların ara­
sından ayaklığı çıkarttırma şimdi bana.
ng

Ama buradaydı işte. Sahte antika görkemiyle beraber.


Lo

Elimde ayaklıkla eve koştuktan sonra Bay Otuz Altı Nu­


mara ile birlikte ağır metal eşyayı ağaç kütüğünün altına
leen

dikkatle yerleştirdik. Beş dakika sonra ağaç dik ve heybetli


görünüyordu.
ath

Gülümsedim.
Bay Otuz Altı Numara da gülümsüyordu.
K

“Gerçekten. Sana ne borçluyum?” diye sordum gözleri­


mi iri iri açarak.
Bay Otuz Altı Numara’nın gülümseyişi silindi ve gözle­
rine bir hüzün çöktü. “Herkes çıkar için iş yapmaz, Bayan
Otuz İki Numara.” Kendini zorlayarak tebessüm etti. “Mut­
lu Noeller.”

ak
Odanın öteki köşesine doğru ilerlerdi ve ben bir şey söy-

lam
leyemeden dışarı çıktı.
Uzun adımlarla uzaklaşmasını seyrederken, “Mutlu No­

aka
eller,” diye mırıldandım boş odada.
Bay Otuz Altı Numara gittikten sonra merdivene oturup

ıY
uzunca bir süre ağaca baktım.
Aklıma da gelmişken, o yaşadığımız olay hakkında da tek
kelime etmemişti. Beni çıplak görmesinden bahsetmemişti.
gın
Bana bir Noel ağacı getirmekten başka bir şey yapmamıştı.
Herkes çıkar için iş yapmaz.
usa
Tanıdığım hemen hemen herkesin çıkan için iş yaptığın­
dan emindim. Ancak Bay Otuz Altı Numara tanıdığım diğer
ökk

insanların çoğuna benzemiyordu.


Hatta Bay Otuz Altı Numara tanıdığım diğer insanlann
-G

hiçbirine benzemiyordu.
Bu gerçekle iliklerime kadar ürpermiştim.
ng
Lo

Annem, Mark, Mark’ın eşi Jenny, onlann üç çocuğu, ben


ve Poindexter, günün ilerleyen saatlerinde annemin yemek
leen

odasındaki masada toplanmıştık. Noel haftalardır büyük


beklentilerle ufukta görünüyordu ve sonunda gelmişti. Ba­
ath

bam olmadan ilk Noel’imizdi bu.


Sonsuza dek gittiğini haykıran masanın başındaki san­
K

dalyesi boş duruyordu.


İnsan neden önemli tatiller için yitirdikleri sevdiklerinin
kartondan tam boy bir resmini yaptırmaz, merak ediyor­
dum w*- wj bu r^ ü n ce o kadar saçma değildi.
Sevdikleri insanların yemek masasından, Noel ağacının
yanından ya da Paskalya sepetinin üzerinden gülümseyiş­

ak
lerini bir kez daha görmek isteyebilecek pek çok yas tutan

lam
akraba olduğuna emindim.
Belki de bir fikir üzerindeydim. Hatta belki de yeni bir

aka
kariyer olarak değerlendirilebilecek bir şey üstündeydim.
Çünkü Tanrı biliyor ya, buz pistindeki işim beni hiçbir yere

ıY
getirmeyecekti.
Birazcık sıyırmıştım belki de ki bu çok uzak bir ihtimaldi.
“Bemie?” gın
Annemin sesi, beni zihnimdeki ‘merhumlarımızın kar­
usa
ton resimleri’ satış planlarımdan uyandırdı. Kafamı kaldır­
dığımda herkesin bana baktığını fark ettim.
ökk

Annem, gözleriyle önemli bir şey kaçırdığımı söyleyen


bir ‘kendine gel’ ifadesi takındı.
-G

“Affedersiniz, biraz hayallere daldım.”


Annem gözlerini devirerek, “Neye şükrettiğini söyleme
ng

sırası sende,” dedi.


Gözlerimi kısarak ona baktım.
Lo

Şaka mıydı bu? “Dalga mı geçiyorsun?”


Babam öldü. Kocam beni terk etti. İşimden istifa ettim
leen

ve köpeğim bir itaat okulundan asla mezun olamayacak.


Ayrıca bu olay, Şükran Günü’nde kurulan yemek masa­
ath

sında yaptığımız bir şeydi. Biz ise bu yıl o yemeği atlamış­


tık. Sanıyorum ki annem bu kaçınılmaz, rahatsız edici anı
K

Noel’e ertelemişti.
“Bemie!”
Ses tonu bahaneye yer bırakmamıştı. Bir cevap istiyordu
ve şimdi istiyordu.
“Ben...” Beynimde uygun bir cevap ararken birkaç da­
kika bekledim.

ak
İşte cevabım.

lam
“Hepinize minnettarım. Aynca Poindexter’a da. Bir de
sağlığım için de şükrediyorum.” Aldığım dört buçuk kilo

aka
için minnettar değildim ama bu ufak ayrıntılardan şikâyet
edilebilecek bir zaman değildi.

ıY
Ardından boş sandalyeye baktım. Babamın sandalyesi­
ne. Bir sonraki cümlemi kurarken sesim çatladı.
“Hepsinden öte babam ve birlikte geçirdiğimiz yıllar
için şükrediyorum.” gın
Pirzola, soslu patates ve güveçte taze fasulyelerimizi mi­
usa
demize indirirken, düzenli aralıklarla babamın boş sandal­
ökk

yesine gözucuyla baktım.


Onu orada hayal bile edebiliyordum. Gülerken, bizi genç­
-G

lik hikâyeleriyle eğlendirirken ya da hayatımızdaki son geliş­


meleri dinlerken...
Özellikle de gülümseyişini hayal edebiliyordum. Ayrıca
ng

gözlerini de.
Gözlerini ve gülümseyişini özlemiştim.
Lo

Onu özlemiştim.
Muhabbetin ortasındaki rahatsız edici sessizlik sırasın­
leen

da Mark çok yavan bir espri yaptı. Herkes de tuhaf bir


edayla güldü.
ath

Çok geçmeden hepimiz birer espri yapma ya da hikâye


anlatma girişiminde bulunduk. Gecenin sonunda kibar ses­
K

sizliğimiz bir kahkaha seline dönüşmüştü. Babamın en sev­


diği kahkaha seline...
Erkek kardeşimin kahkahasında babamın kahkahasını
duymuştum.
Gözlerinde, aynı babamın gözlerinde parıldayan ışıltıyı

ak
görmüştüm.

lam
Ailemizin kartondan bir resme ihtiyacı yoktu. Eğer ken­
dimizi yeterince zorlarsak, babamın her birimizde izler bı­
raktığını görebilirdik.

aka
Ve bu gerçekten de şükredilecek bir şeydi.

ıY
“Gülmek, kalpteki örümcek ağlarını temizleyen bir
gın
süpürge gibidir”
-Anonim
usa
ökk
-G
ng
Lo
leen
ath
K
ak
O r v 9 lç ü /ıc ü ($ ö J ü /? v

lam
aka
“MDĞMLOM GRJLRE JMDMOMZFÜB MAM NHBLMEÜ
URÎRFLR JfylD. ”

ıY
-OCLRĞĞR

gın
iane ile alışveriş merkezine tekrar gitmeyi neden ka­
D bul ettiğimi hiçbir zaman anlamayacaktım. Hayatımı
usa
alışveriş yolundan geçerek düzeltmeye çalıştığı son vakit,
ökk

hayat boyu uzaklaştırma cezası almıştım.


Küçük detayları bir kenara koyarsak, Diane, bugünün
-G

‘hayat değiştiren’ bir gün olacağına dair bana söz verdi.


Birlikte kapıdan çıkarken bir, iki... ya da on adet şüphe
beynimde dans ediyordu.
ng

“Bunun gerçekten gerekli olduğunu sanmıyorum.”


Diane umursamayarak elini salladı ve basit bir yüz ifa­
Lo

desiyle beni susturuverdi.


“Ya parasını karşılayamazsam?”
leen

Diane yine elini sallayarak, “Şişşt,” dedi.


“Ama ben...”
ath

Yine aynı tepki.


“Peki ya...”
K

Yine aynı tepki.


“Belki de...”
“Mer-ha-ba.” Diane’in hecelerinden şehvet damlıyordu.
Görünüşe bakılırsa konuşması başka bir yere odaklanmıştı.
Gözlerimi sıkı sıkı kapadım. Lütfen Bay Otuz Altı
Numara’yı görmüş olmasın. Eğer yeni komşumu bir kez ol­

ak
sun görürse, ‘Bemie’nin yeni bir aşk hayatına ihtiyacı var’

lam
kampanyası ozon tabakasının ötesine fırlatılacaktı.
Ancak Diane’in ilgi odağı olan kişi, Bay Otuz Altı Nu­

aka
mara değildi.
“Günaydın Bayan M.”

ıY
“Günaydın Freddy,” diye bir görünüp bir kaybolan bah­
çıvanıma el salladım.
Hava, ocak ayı için şaşırtıcı derecede güzeldi. Şüphesiz
gın
Freddy, bunun bahçeleri budamak için iyi bir zaman oldu­
ğunu düşünmüştü.
usa
Buruşuk tişörtü, kapüşonlu eşofman üstü ve eskimiş iş
ökk

botları ile çıkan otları yolmaktan sorumlu biri gibi değil de


bir tekstil markasının mankeni gibi duruyordu.
-G

Avucumu Diane’in sırtına dayayarak şiş göbeğini araba­


ya doğru yönelttim.
“Bay M. ile aranızda olanları duyduğuma üzüldüm,”
ng

dedi Freddy.
Lo

Gülümsedim ve başımı iki yana salladım. “Hayat işte,


yine de teşekkürler.”
Diane, bahçedeki çiçeklerin ölü kısımlarını koparan
leen

Freddy’nin nerede çalıştığına omzunun üzerinden bakarak,


topuklarını sıkı sıkı yere bastı ve durdu.
ath

“Seni ke-si-yor.” Diane son kelimesini üç heceye böle­


K

rek söylemişti.
“Hayır, kes-mi-yor.”
Arabaya binerken, “Yapma lütfen,” diye fısıldadı Diane.
“Ryan’ı sordu. Durum hakkında ağzını aramaya çalışıyordu.”
Gözlerimi devirdim. “Ağzımı aramaya çalıştığı tek konu,
müşteri kaybedip kaybetmeyeceğini öğrenmek içindir. An­

ak
nesi olacak yaştayım.”

lam
“Eğer onu on yaşında doğursaydın...”
Adamın gördüğüm en çarpıcı gri gözlere sahip olduğunu

aka
kabul etmeliydim. Yine de Freddy’yle yıllar süren konuş­
malarımda Bay Otuz Altı Numara’da hissettiğim kesin şey­

ıY
leri hissetmemiştim.
Söyleyebildiğim kadarıyla Freddy, yirmi beş ile otuz yaş
arasında bir yerlerdeydi ama potansiyel ilişki listemin en alt
sınırının bile altındaydı.
gın
usa
Diane ile birlikte aracın kapılarını aynı anda kapattık.
Fakat sevgili arkadaşım kontağı çevirmek yerine bakışları­
ökk

nı Freddy’nin yapılı sırtına çevirdi.


Güneş gözlüklerini kaldırıp, adamın olduğu tarafa doğ­
-G

ru tek kaşını kaldırdı. “Biliyor musun, şu yaşlı kadın, genç


erkek olayı son zamanlarda moda.” Anahtan çevirmesiyle
minivan hayat bulmuştu.
ng

“Ah, evet. Tam benim tarzım. Cinselliğin modasını be­


Lo

lirleyen kişi olmak.”


“Yanılmıyorsam kullanılan yaygın tabir p u m a Diane,
leen

sanki tüm bu durumu kafamdan geçirdiğimden şüpheleni-


yormuş gibi düşüncelerini açıkça ifade etmişti.
ath

Şüphesi doğruydu da.


“Benim yapacağım bir iş değil. Artık gidebilir miyiz,
K

lütfen?”
Alışveriş merkezine vardığımızda, Diane binadaki en
pahalı, en önemli mağazaya doğru ilerledi.
“İşsiz olduğumu hatırlıyorsun, değil mi?” diye sordum.
Umursamaz bir el hareketiyle, “Bu durum değişecek,”
diye yanıt verdi Diane.

ak
Neydi bu haller ve el sallayışlar? Hamilelik hormonları

lam
onu kraliyet ailesinden birine mi dönüştürmüştü?
Elimi yakaladı ve beni park alanından mağazanın için­

aka
deki ayakkabı reyonuna kadar peşinden sürükledi. Anlaşı­
lan biz buluşmadan önce bir zemin araştırması yapmıştı.

ıY
“Orada!”
Parlak renkteki deri çizmelerin bulunduğu bir vitrini işa­
ret etti. Bacaklarınızı sarmalayan ve hayatınız boyunca hiç
gın
kıvrıma sahip olmasanız bile size vücut hatları kazandıran
usa
cinsten çizmeler...
Ne yazık ki ben, kar botlarımdan daha seksi görünen hiç­
ökk

bir şey giymemiştim daha önce.


Tüylü bileği ve püsküllerinin havalı olduğunu söyleye­
-G

bilirdim ama bu bebeklerin eline su bile dökemezdi.


Bu çizmeler seks diye haykırıyordu.. Açık ve net.
S-E-K-S!
ng

“Hiç sanmıyorum.” Başımı iki yana sallayarak en yakın


Lo

acil çıkışın ya da tuvaletin nerede olduğuna bakındım. Her


ikisi de bana uyardı.
leen

“Dene şunlan,” diye emretti Diane, ardından benim


merhamet dilenişlerimi kulak ardı ederek satış görevlisine
ath

el salladı.
Ne olduğunu anlayamadan, Diane beni bir banka doğru
K

ittirdi. Dizlerimin arkası bankın oturma yerine çarpınca is­


kambil kartlarından bir kale gibi yığıldım.
Satış görevlisi hiçbir saniyeyi boşa harcamıyor, ayakka­
bı kutularını bankın üzerine ve yere, bacağımın yanına is­
tifliyordu. Kız çalışırken, Diane de sertçe ayağımdaki ayak­
kabıları çekip çıkarttı.

ak
“Dikkatli ol. Onlar benim en sevdiklerim.”

lam
Diane burnunu buruşturup, satış görevlisine döndü.
“Kırmızı bir şeyler var mı? Onlardan başlayalım.”

aka
“Kırmızı mı?” diye ciyakladım. “Benden kırmızı çizme
giymemi mi bekliyorsun?”

ıY
Diane dudaklarını birbirine bastırarak başını iki yana
doğru salladı. Tanrım yardım et, yine Öğütler vermeye baş­
layacaktı.
gın
“Hayatta olduğunu hissetmek istiyor musun?” diye sor­
usa
du Diane kaşlarım kaldırarak.
Başımı olumlu anlamda salladım.
ökk

Diane bu sefer kaşlannı çatarak, “Kendini güçlü hisset­


mek istiyor musun?” diye sordu.
-G

Yine aynı tepkiyi verdim.


Diane, “Seksi ve arzulanan biri gibi hissetmek istiyor
musun?” diye sorarken, başıyla sözlerini onaylıyordu. Ben
ng

de birinci sınıftan beri onun bu yönünden korktuğum için


Lo

başımı sallamaya devam ettim.


Bu noktada satış görevlisi bile başını sallıyordu.
leen

Maalesef bu işten sıyrılmamı sağlayacak tek bir yol bile


gözükmüyordu.
ath

İşaret parmağımı kaldırdım. “Bir çift. Bir.”


Diane, çok ünlü bir çanta tasarımcısı ölmüş de tüm bahar
K

koleksiyonunu ona bırakmış gibi ellerini çırptı.


Görevli önce kırmızı çizmenin bir eşini, ardından diğer eşi­
ni dikkatle kutusundan çıkarttı. Yıllardır deri hastası olduğum
için çizmenin tekini göğsüme basıp kokusunu içime çektim.
Tanrım...
Zar zor yutkunarak ayağımı çizmenin içine geçirdim.

ak
Yumuşak derînin bacağıma oturuşunun zevkini çıkararak

lam
hemen dizimin altında bitecek olan bölgeye kadar fermuarı
çektim.

aka
Diane bir elini göğsüne koyarak iç geçirirken, görevli de
çizmenin diğer tekini kucağıma koydu.

ıY
İkincisini de bacağıma geçirince, ayağa kalktım ve anın
tadına vardım.
gın
Pürüzsüz tarzı bacağımı okşuyor, yeni derinin kokusu
başımı döndürüyor, kırmızı renk canlılık yayıyordu. Ancak
usa
on santimetrelik topuklarla yürümek bana göre değildi.
“Alışırsın,” dedi Diane.
ökk

Bu sefer Diane ve satış görevlisi birlikte bir ahenk içinde


umursamaz bir edayla el sallamıştı.
-G

Az ötedeki banka ilerlemeyi başarmıştım. Diane ve gö­


revli kızın olduğu yere dönüyordum ki Diane’in soluğu ke­
ng

sildi. Hem de yüksek bir sesle...


O an yüreğim ağzıma gelmişti. Ne kolay ne de kibar bir
Lo

edayla ona doğru koşturdum. “Ne oldu? Bebek mi geliyor?”


“Hayır,” diye başını salladı. Gözlerini iri iri açarken, çok
leen

fazla zarif olmayan bir edayla erkek reyonunun olduğu ta­


rafı işaret etti. “Şu adam seni kesiyor.”
ath

Aklıma Freddy hakkında yaptığı önceki yorumları geldi.


“Herkesin beni kestiğini sanıyorsun. Ciddi sorunların var
K

bence senin.”
Ancak bahsi geçen adama gözucuyla baktığımda ger­
çekten beni incelediğini gördüm. Hatta bana gülümseyip
başıyla selam bile vermişti.
Aynanın köşesine takılıp sendeledim ama bir şekilde to­
kalı ayakkabılar rafına tutunarak dengemi sağladım. Garip

ak
bir rahatlık hissi içimden aktı gitti. Bir yabancının ilgisini

lam
çektiğim gerçeği beni iliklerime kadar etkilemişti.
Bir aynadan diğer aynaya, kalçalarıma da biraz hareket

aka
katıp ileri geri yürüyerek, teorimi küstahça test etmeye ka­
rar verdim.

ıY
Hayranım ise ben tekrar banka oturana kadar yerinden
kımıldamadı.
Bu durumla başa çıkabilmenin tek bir yolu olduğunu gö­
gın
rebiliyordum. Anlaşılan çizmelerin sihirli güçleri vardı.
Oturduğum yerden satıcıya bakıp gülümsedim. “Bunları
usa
alıyorum... Elinizdeki diğer renkleriyle beraber.”
ökk

Alışveriş merkezinden dört çift çizme ve eski ayakkabı­


larımı yüklenerek ayrıldık. Kırmızı çizmeleri hemen giydim.
-G

Yaptığım alışverişlerle beraber kasıla kasıla yürüyordum.


Lâkin yüksek topuklu ayakkabılar giyerken ağır torbalan
dengede tutabilme becerisi bile olacakları engelleyememişti.
ng

Bir kuaför vitrininin önünde aniden durdum. Kafamdaki


Lo

bukle patlaması camdan yansırken, içerideki modaya uy­


gun, gösterişli kadınlan inceledim.
Babamın bulmacalarındaki mesajların düşüncesi, Di­
leen

ane’in ‘kendini canlı hissetme’ girişimiyle kanşmış, bey­


nimde dans ediyordu.
ath

Sağduyum, ayakkabı derisinin kokusu ve hayatımı de­


K

ğiştirmem için başımın etini yiyen arzuyla sersemlemişti.


İçeri girip yeni bir stil istediğimi söyledim. Daha da kötüsü,
Diane ‘mükemmel stil’ diye adlandırdığı modeli bir katalo­
gun içinde bulmuştu.
Bir anlık dalgınlıkla yeni benin vaatlerine kapılarak ku­
aförden o saç modelini kesmesini istedim.

ak
Kırk beş dakika sonra aynadaki yansımama baktığımda

lam
umduğum gösterişli, seksi kadın değildi de kötü saç kesimi
olan bir erkek çocuğuydu.

aka
“Kahr...”
“Kısa! Şahane,” diye haykıran Diane, heyecanla ellerini

ıY
çırpıyordu. Anlaşılan gerçek tepkimi kuaförden saklamak
istiyordu.

gın
Ancak yüzü yine kırmızı lekelere bürünmüştü. İyi bir
performans sergiliyor olsa da zihninin en derinliklerinde
usa
elimden uzun ve acılı bir ölüm çekmek üzere olduğunu bi­
liyordu.
ökk

Elbette, saç kestirme fikri bana aitti ama her kadın, yeni
aldığı çizmelerden başı döndüğünde radikal saç değişikliği
-G

yapmaması gerektiğini bilirdi. Diane’in görevi beni yatış­


tırmak olmalıydı. Bilakis o beni daha da gaza getirmiş ve
beni bu çılgınlığa sürüklemişti.
ng

Beni alışveriş merkezine götürmüştü!


Lo

Ne yazık ki bulunduğumuz şehirde onu, arkadaşlık ka­


nunundaki kuralları çiğnediği için suçlu bulacak bir mah­
leen

keme yoktu.
Yerdeki kırpılmış saç tutamlarımı toplayıp çığlıklar ata
ath

ata en yakın perukçuya gitmemek için kendimi zor tutarak,


aynadaki yansımama bir daha baktım.
K

“Bence işveli oldu,” dedi Diane eve dönerken.


Ona doğru şeytani bir bakış fırlattım. “Sakın bana gö­
rüntüm hakkında işveli, sevimli, havalı ya da düşündüğün
başka ne saçmalık varsa söylemeye kalkışma!” Beni daha
net duyabilsin diye ona doğru eğildim. “Ergenliğe girme­
miş erkek çocuğu gibiyim. İstediğim kesinlikle bu değildi.”

ak
Gülmemek için kendini zor tutan Diane, dudaklarını bir­

lam
birine bastırıyordu.
Kollarımı kavuşturup arkama yaslanarak, “Bunu gör­

aka
düm,” dedim.
“Neyi?” diye sordu.

ıY
“Gülüyordun.”
“Gazdan,” dedi Diane, midesine hafifçe vurarak. “Mi­
dem çok fena ekşiyor bugün.”
gın
Fakat bunları söylerken kıkırdamadan da edememişti.
usa
Tek cevabım gözlerimi kısmak, somurtuşumun onu sus-
.turacağını ummaktı. Nerede o şans?
ökk

“Düşündüğüm şu...”
Bu cümleler, Diane tarafından kurulduysa her zaman
-G

yaklaşan bir felaketi bildirirdi.


İçinde sadece hayaletlerin yaşadığı ya da Diane’in öyle
ng

düşündüğü, terk edilmiş bir evin penceresinden içeri gir­


memizden ötürü yakalanmamızdan önce de kurmuştu bu
Lo

cümleleri.
Saçlarımızı oksijenli suyla yıkayıp temmuzun yakıcı gü­
leen

neşinin altında on saati sahilde geçirdiğimiz gün de bunu


söylemişti.
ath

Yine aynı gün, sağdan soldan bulduğu bir saç boyasının,


beyzbol şapkasının altına tıktığım parlak turuncu saçlarıma,
K

çözüm olacağını söyleyerek beni ikna ettiğinde de aynı şey­


leri duymuştum.
Yanlış hatırlamıyorsam saçlarım koyu menekşe rengine
dönmüştü.
Geçmiş bana Diane’in fikirlerini dinlerken, dikkatimi
ona vermem gerektiğini öğretmişti. Başka bir şeyle uğraş­

ak
mak tamamen aptallıktı.

lam
Bahsettiklerini kaçırdığımı bilerek, “Baştan başla,”
dedim.

aka
Diane kaşlarını çatarak bana ters ters bakıyordu. Ardın­
dan dikkatini tekrar yola verdi.

ıY
“Hızlı buluşma.”
Hızlı buluşma mı? Hızlı ayrılığım, hızlı kederlenişim
gın
ve hızlı dazlaklığım beni bir süreliğine tutmaya yetmiyor
muydu?
usa
Ani bir seğirmeyi engellemek için parmağımı sol göz-
kapağımın üzerine koyarak, “Olmaz,” diye cevap verdim.
ökk

Cevabımı zorla ama kararlılıkla söylemiştim. Diane hiç te­


reddüt etmezdi.
-G

“Seni çoktan yazdırdım.” Ses tonu daha bir canlı, daha


bir neşeli geliyordu. Sanki o, daha yüksek sesle ve daha hız­
ng

lı konuştukça, direksiyonu kapıp aracı kaldırımın kenarına


vurma ihtimalim düşecekti.
Lo

“Ne yaptın?” Ensemde kalan birkaç saç teli bile diken


diken olmuştu.
leen

“Seni yazdırdım,” diye tekrarladı Diane, minivanı garaj


yoluma doğru döndürürken. “Haftaya başlıyorsun. Yeni bir
ath

yıl, yeni bir sen.” Yine boş ver dercesine elini salladı. “İyi
olan her şey işte. Seveceksin bak.”
K

“Sevecek miyim?”
Gözlerini arka arkaya düzinelerce kez kırpıştırarak ba­
şını salladı. Bu, ona çıkışmaya ne kadar yakın olduğumu
kesinlikle anladığının bir göstergesiydi.
Arabanın kapısını itip açtım. Torbalarımı toparlayarak
araçtan indim. Kapıyı çarparak kapadığımda tüm mahalle­

ak
nin titrediği gerçeği, bana büyük bir haz vermişti.

lam
Diane’in sırıtışı, aracın penceresini indirene kadar daha
da büyümüştü. “‘Hoş Geldiniz Paketi’ bugün yarın gelir.

aka
Bana teşekkür edeceksin.”
Konuşmak için pencereye doğru eğildim. “Madem bu

ıY
kadar meraklısın, sen neden gitmiyorsun?” diye azarladım
alçak bir sesle.
Diane, “Lütfen,” diyerek arkasın^ yaslandı. Sağ avu­
gın
cuyla göbeğine vurup, sol elindeki alyanslı parmağını bana
usa
doğru sallayarak, “Çok dikkat çekerim,” diye ekledi.
Başımı işaret ederek, “Ben etmem sanki,” diye karşılık
ökk

verdim.
“îşveli,” diye seslendi Diane arkamdan. Ancak durup
-G

ona bakmadan güvenli evime doğru ilerlemeye başladım.


Geçen gece yayınlanan televizyondaki satış kanalların­
dan saçı yeniden uzatmak için bir şeyler sipariş edip et­
ng

mediğimi hatırlamaya çalışırken, hayatımda duyduğum en


Lo

muhteşem ses dikkatimi çekti.


Yeni çizmelerimin topukları, girişin zeminine sertçe vu­
leen

ruyordu.
Canlı, güçlü ve seksi.
ath

Gülümsedim.
Saçım rezalet olabilirdi fakat dizlerimden aşağısı pek
K

ateşliydi.
Uzun, alçak tonda bir ıslığı duyunca durdum. Ancak ıs­
lığı çalan kişinin kim olduğunu gördüğümde tuhaf bir hayal
kırıklığı hissi yaşadım.
Freddy.

ak
Kimi görmeyi umuyordum ki? Bay Otuz Altı Numa-
ra’yı mı?

lam
“İnanılmaz görünüyorsunuz, Bayan M.”
Güneş batmaya başlamış olsa da Freddy’nin alm terden

aka
boncuk boncuk parlıyordu. Sıvadığı kollarına toprak kalın­
tılarının yapıştığı ve üstüne oturan tişörtüyle çalıştığı her

ıY
halinden belli oluyordu.
Başımı iki yana sallayıp, yanımda ona iyi bir bahşiş ve­
gın
rebilecek kadar para var mı diye merak ederek hafifçe gül­
düm. “Teşekkür ederim,” diye seslendim, kapımı açıp içeri
usa
girerken.
Birinden böyle bir iltifat almayalı çok uzun zaman ol­
ökk

muştu.
-G

Freddy’ye gözucuyla bir kez daha bakıp kapıyı kapattım.


Diane bugün pek çok şey hakkında yanılmış olabilirdi
fakat tek konuda haklıydı.
ng

Bahçıvanım, erkek türünün en iyi örneklerinden biriydi.


Demi Moore gibi bir maceraya atılma arzumu bastırıp
Lo

daha önemli bir konuya kafa yordum.


Hızlı buluşma.
leen

Kendi kendime sövüp Diane’i öldürmenin planlarını ku­


rarak merdivenleri çıktım ve yatak odama yöneldim. Kori­
ath

dordaki aynada yansımam gözüme ilişince, olduğum yerde


donakaldım. Cinayete meyleden düşüncelerim susmuştu.
K

Kendimi tanımasaydım, ne düşünürdüm? Kendimi so­


kakta görseydim? Ya da markette?
Eğer gözlerimi yeterince kısarak bakarsam... çok da fena
sayılmazdım.
Belki de Diane haklıydı.

ak
A-ah! Uzaklaşmadan önce aynadaki yansımama son bir
kez bakıp olumsuzlukla başımı salladım.

lam
Haklı olsa da bunu kabul etmek, fazladan müdahalelere
sebep olacaktı. Zaten çoktan cilt bakımı, ayakkabı seçimi,

aka
saç ve ilişki dünyasının sınırlarını ihlal etmişti.
Bir sonraki adımın ne olacağını düşünerek ürperdim.

ıY
İç çamaşırı? Alkol tüketimi? Şeker yüklemesi?
Diane’in bilmediği şey onu üzmezdi. Beni de üzmezdi!
gın
Hayatıma müdahale edişleriyle kendimi tanıma yeteneğimi
kaybedebilirdim.
usa
Çalışma odamdaki aynadan yansımamı görebilmek için
uzandım.
ökk

Belki, sadece bir ihtimal, kendimi tanımamak çok da


-G

kötü bir durum değildi.


Belki de tam da ihtiyacını duyduğum şeydi.
Ve yine belki, Diane bunu başından beri biliyordu.
ng
Lo

“Aptalca şeyler yapacaksın, ama bunları hevesle yap .”


-Colette
leen
ath
K
ak
O r v Q )ö fv J ü s u ü ($ ö £ im '

lam
aka
“İVOPMB REĞRFV FMNMU PM MİM K MİMK'NMTÜEMB

ıY
OÜLÜK NVE FRFĞVE. ”

-EMLDU WMLPC RAREFCB

gın
afta sonu boyunca telesekreterimi kontrol etmedim.
H
usa
Diane, beni ve saçımı kontrol etmek için birkaç sefer
aramıştı. Pazar günü gazetede yayımlanan yazım hakkında
ökk

ciyaklamak için aradığında, onu göz ardı ettiğim için suçlu­


luk duymaya başladım.
-G

Birincisi o mükemmel bir arkadaştı ve her zaman öyle


olmuştu. İkincisi ise kuaför saçlarımı santim santim keser­
ken, beni kuaför koltuğuna o bağlamamıştı. Cuma günkü
ng

olaylar için yapmam gereken bir şey vardı.


Lo

Şimdi ise pazartesi sabahının bu erken saatlerinde otur­


muş, Diane’in son günlerde neden geç saatlere kadar uyu­
leen

duğunu merak ediyordum. Ona bir özür borçluydum ama


bunu söylemek için de onu uyandırmak istemiyordum.
ath

Poindexter burnunu arka kapıya doğru uzattığında, onu


dışarı salmadan önce durup çevreyi dinlemeyi hiç düşüne­
K

memiştim.
Köpek kendini dışarı atar atmaz, uçağın motor sesini
duydum.
Boeing 737 olmalıydı. Ya da daha büyük bir şey.
“Kahretsin!” diyerek ellerimi saçlarıma götürdüm ama o
da bana neredeyse kel kaldığımı hatırlattı.

ak
Poindexter, namludan çıkan bir kurşun gibi fırlamış,

lam
bahçede hoplayıp zıplıyordu. Dünyayı ve Bayan Cooke’un
köpek kontrolü hakkındaki son nasihatlerini vermek için

aka
telefon numaramı ne kadar çabuk çevirebileceğini umursa­
madan havaya doğru havlıyordu.

ıY
Elimi telefonun üzerine koydum. Yeni telesekreter me­
sajımın provasını yapmaya hazırdım.
gın
Derken kapı çaldı. İşte buna hazırlıklı değildim.
Kapıya doğru ilerleyip eşofman üstümün önünü düzelt­
usa
tim. Hayatımın yeniden doğuşunu bir noktada bu tür kıya­
fetlerden kurtulmak olarak hayal etmiştim. Fakat henüz o
ökk

gün için hazır değildim. Daha vakti gelmemişti.


Gözetleme deliğinden bakıp homurdandım. Bayan Coo-
-G

ke, canlı bir gülümsemeyle kapının önünde duruyordu.


“Bemie?”
ng

Anlaşılan sandığımdan daha yüksek bir sesle homurdaıı-


mıştım.
Lo

Aramak yerine kapımın önüne gelmiş olsa da telesek­


reterimi kullanmayı düşündüm bir an. Ancak geçen yıllar
leen

boyunca ona yeterince yalan söylememiş miydim zaten?


Ayrıca telesekreteri alıp ön kapıya getirme düşüncesi, be­
ath

nim için bile fazlasıyla olanaksızdı.


Üstelik Bayan Cooke olmasaydı, köpeğimin arka kapı­
K

dan kaçtığı gün Bay Otuz Altı Numara onu kurtaramayabi-


lirdi.
Dürüst olmak gerekirse Bayan Cooke’a bir teşekkür
borçluydum. Bir kez daha onu başımdan savmayacaktım.
Derin bir nefes alarak kapıyı açtım ve bir tabak dolusu
tarçınlı kurabiyeyi görünce afalladım.

ak
Kurabiyelerin hem cenneti andıran kokusu hem de fırın­

lam
dan yeni çıkmış muhteşem görüntüsü, ağzımın sulanmasına
yetmişti.

aka
Bayan Cooke, “Kurabiye yapmak istedim,” dedi gülüm­
seyerek. “Umanm henüz kahvaltı yapmamışsındır.”

ıY
Kurabiyelerin üzerinden akan karamel sos, tabağın ke­
narını dolduruyordu.

gın
Kahvaltı mı? Kahvaltı kimin umurunda? Tarçınlı kura­
biyelerin artık sadece kahvaltı için pişirilmediğini herkes
usa
öğrenemedi mi daha?
“Hâlâ sıcaklar mı?” diye sordum, son kelimede sesim
ökk

çatlamıştı.
Bayan Cooke, temin edercesine başını salladı. Beni tam
-G

da istediği yerimden yakalamıştı.


“İçeri buyurmaz mısınız?”
ng

Kadını mutfağa davet ederken, bocalayarak da olsa


Poindexter ile ilgilendiği için ona teşekkür ettim. Bayan
Lo

Cooke’u ezeli düşmanım olarak düşünmeye o kadar alış­


mıştım ki onu komşum olarak görmekte zorlanıyordum. Bu
leen

kadar basitti. Komşum.


“Ah,” dedi Bayan Cooke, iri iri açtığı gözlerini saçıma
ath

dikerek.
Acıyla yüzümü buruşturarak, “Çok kısa,” dedim. “Bili­
K

yorum.”
‘‘Saçmalık!” diyen Bayan Cooke, uzanıp saçıma do­
kunurken gülümsüyordu. “Yeni yıl için hoş olmuş. Ay­
rıca elmacıkkemiklerini ortaya çıkarmış. Yanlış anlama
ama sana hep saçlarını yüzünden çekmeni söylemek is­

ak
temişimdir.”
Sen, annem, Ryan ve neredeyse hayatımdaki diğer herkes.

lam
Kendimi gülmek için zorlayarak, “Teşekkür ederim. Gi­
dip kahve getireyim,” dedim kibarca.

aka
Şansıma makinedeki kahve yeni pişmişti. Ben dolaptan
iki fincan çıkarırken, Bayan Cooke arka kapıya doğru iler­

ıY
liyordu.
Poindexter’m iki numaralı uçağını kovaladığı bahçeyi
gın
işaret ederek, “Ne yapıyor?” diye sordu. “Pek mutlu oldu­
ğunu itiraf etmem gerek.”
usa
“Uçakları kovalıyor.”
“Uçakları mı?”
ökk

Anladığım kadarıyla geçmişte yaptığım açıklamalara


inanmamıştı. Belki de bu, kabul etmeden önce şahit olma­
-G

nızı gerektiren olaylardan biriydi.


“Uçak kovalıyor,” diye tekrarladı Bayan Cooke. “Bu
ng

çok tuhaf, değil mi?”


Başımla onu onayladıktan sonra, “Krema? Şeker?” diye
Lo

sordum.
“Kurdeleye ne dersin?”
leen

Efendim? “Kurdele mi?” diye sordum şaşkınlıkla.


“Saçın için.”
ath

Şakaklarımdan fırlayıp başımdan çıkan kurdelenin ani


fikriyle gözlerimi kırpıştırdım. Hoş değildi.
K

“Sade.” Bayan Cooke bir sandalye çekip mutfak masa­


sına kuruldu.
“Nasıl sade?” dedin* şüpheyle. Gözlerim o kadar kısıl­
mıştı ki birer çizgiden ibaret olduklarına emindim.
“Kahve, hayatım,” dedi gülümseyerek. “Sade olsun.”
Havadan, Noel tatilinden ve buz pistindeki yeni işimden

ak
bahsettik. Üstesinden gelip gelemediğimi öğrenmek için

lam
zorladığında yüreğim sızladı.
“İdare ediyorum,” diye yanıtladım. “Gerçekten... iyiyim.”

aka
Bayan Cooke, bir şey söylemeden başını salladı. Gözle­
rinde, annemin sıklıkla kullandığı ‘Ben senin içini bilirim’

ıY
bakışı vardı, inanılmazdı.
“Neyse...” diyerek ayağa kalktı. “Eminim yapacak işle­
rin vardır. Konuşmaya ihtiyaç duyarsan, seslen yeter.”
gın
“Ziyaretiniz ve kahvaltı için ne kadar teşekkür etsem
usa
azdır,” dedim yansı yenmiş tarçınlı kurabiye tabağını işa­
ret ederek. Ayağa kalkıp, “Büyük bir jest oldu benim için,”
ökk

diye devam ettim konuşmama.


Bayan Cooke durup tezgâha yaslandı. “Seninle gurur
-G

duyuyorum, hayatım.”
Şaşırarak kaşlanmı çattım. “Gurur mu duyuyorsunuz?”
Bayan Cooke başını sallayarak, “Gazetedeki makalen
ng

için,” diye karşılık verdi. “İnsanlar ne düşündüklerini ifade


Lo

etmek için vakit ayırmaz. Ancak sen ayırmışsın.”


Ardından tezgâhtan çekilip kapıya doğru yöneldi. Ben ise
leen

yediğim kurabiyelerin ağırlığı ve Bayan Cooke’un sözlerine


duyduğum şaşkınlıkla olduğum yerde donakalmıştım.
ath

Birkaç saniye süren sessizlikten sonra, “Okudunuz mu?”


diye sordum.
K

Bayan Cooke, giriş kapısına giden yolu yarılamıştı bile.


“Kesip, buzdolabıma astım.” El sallayıp dışarı çıkarken,
“Düşündüren cümleler... Hiç yeteneğinin olduğunu düşün­
dün mü?” diye sordu.
Zihnimde bunu onaylasam da başımı iki yana salladım.

ak
Babam hep yazmaya yeteneğimin olduğunu söylerdi. Be­
şinci, dokuzuncu ve on ikinci sınıf öğretmenlerim de...

lam
Hemen hareket edip ön kapıyı tutarak Bayan Cooke’u
uğurladım. Kadının giriş yolundan ilerleyip yan taraftaki

aka
evine geçişini seyrettim.
O sırada gözümün ucuna kırmızı bir şey ilişti. Benim

ıY
garaj yoluma park eden kırmızı bir kamyonet.
Freddy.
Şaşırmıştım. gın
Bayan Cooke soslu kurabiyeler getirmişse, Freddy de
usa
pekâlâ yaptığı işin faturasını getirebilirdi.
Mahalledeki beş bahçeyi güzelleştirmesine bayılsam da
ökk

iki yıl önce ondan hizmet almayı bırakmakta ısrarcı olmuş,


-G

bir daha da ona hiç geri dönmemiştim. Çünkü Freddy’nin


ücretini karşılayamıyordum.
Birikim hesabım da bir yere kadar dayanacaktı. Ma­
ng

aşlı bir iş bulana kadar, bahçe düzenlemesi gibi işlerin


tasarrufu mümkündü. Zavallı Freddy’ye yol vermek ge­
Lo

rekiyordu.
İç geçirme isteğimi bastırarak, bunun normal olduğunu
leen

getirdim aklıma. Ellerimi biraz pisliğe bulaştırmanın vakti


gelmişti belki de.
ath

Gülümseyip bana doğru ilerledi. Giydiği koyu renk kof


pantolon ve tüvit ceketiyle, onu son kez gördüğümden daha
K

olgun görünüyordu.
Gri gözleri dans edince, midem şu tuhaf edayla burkul­
du. Ardından ağzım kurudu.
Çok fazla tarçınlı kurabiye yemiştim anlaşılan.
Freddy girişteki merdivenlere çıkarken yüzünde çarpık
bir gülümseme belirdi. “Hâlâ inanılmaz göründüğünüzü

ak
söyleyebilirim, Bayan M.’-’

lam
Makyajsız, bir kolu sıvanmış kılıksız bir eşofmanla ol­
duğum düşünülürse eğer, Freddy ya bana vurgundu ya da

aka
benden bir şey istiyordu.
Başımı iki yana sallayarak, “Çok kısa,” dedim.

ıY
Uzanıp saçımın bir tutamına dokununca, içimi bir ürper­
ti kapladı. Freddy ya o kadar da genç değildi ya da karşı

gın
cinsten birinin uzanıp bana ait bir şeye dokunmasının üze­
rinden çok zaman geçmişti.
usa
Yüzündeki belli belirsiz kırışıklıkları inceledim. Yete­
rince dikkatli bakarsam eğer, göz çevresindekileri bile can-
ökk

landırabilecektim gözümde.
“Seksi” kelimesini o kadar yumuşak bir tonda söylemişti
-G

ki kendim uydurup uydurmadığımdan emin olamıyordum.


“Kahve ister misin?” Utancımdan, son kelimemi söyler­
ng

ken sesim birkaç oktav yükselmişti.


Freddy beni mutfağa kadar takip etti.
Lo

Poindexter’ı içeri aldım ve yüzümü Freddy’ye döndüm.


Kimse kahvesine uzanmadı, sadece aramızda hayat bu­
leen

lan heyecanla birbirimize baktık. Söylediği sözün anısı ku­


laklarımda çınladı.
ath

Seksi.
Ardından Freddy... Freddy bana o kadar çok yaklaştı ki
K

güneş yanığı tenindeki sabun kokusunu alabiliyordum.


Beni mutfak duvarına yaslayıp dudaklarını dudaklarıma
getirdi. Zevk ürpertileri tüm sinir uçlarımı uyararak, yıllar­
dır hissetmediğim bölgelerim alev alev yanar oldu.
Ya gerçekten tahrik olmuştum ya da hararetin en büyü­

ak
ğünü yaşıyordum.
Freddy elini eşofmanımın içine sokup göğüslerimi avuç-

lam
ladığında, dizlerimin tutmayacağım düşündüm. Omuzları­
na tutunup ona sıkı sıkı sarılırken, Freddy de öpücüklerini

aka
boynuma indiriyordu.
Hatırladığım diğer an, beni kucaklayıp yatak odama çı­

ıY
karıyor oluşuydu. Sadece muhteşem öpüşmüyordu, ayrıca
süper bir kol gücüne de sahipti.
gın
Soyunurken hayatımda ilk kez belim, kalçam ya da ba­
senlerim yüzünden kendimi özgüvensiz hissetmiyordum.
usa
Normalde saplantılı olduğum hiçbir şey yoktu aklımda.
Freddy’nin gözlerindeki arsız arzu, bir kadının kendini
ökk

süper model zannetmesi için yeterliydi.


-G

Beni yastıkların üzerine yatırınca, altımda kalanları ke­


nara ittirdim.
Onun olmaya hazır bir istekle Freddy’ye uzandım. Onu
ng

içimde hissetmeyi ne kadar çok istediğime inanamıyordum.


İşi çabucak halletmeye niyetliydim.
Lo

Ancak Freddy dudaklarını boynuma indirerek, göğüs­


lerimden birine ulaşana kadar ufak ısırıklar attı bedenime.
leen

Ardından diğer göğsümü emip öperek beni çılgına çeviri­


yordu. Dudakları göbeğime indiğinde, bedenimin doku­
ath

nuşlarına verdiği yanıtları kontrol edemeyerek, Freddy’nin


altında kıvranıyordum.
K

Freddy elini kalçalarımın altına indirip, dudaklarını ba­


caklarımın arasına doğru yönlendirdiğinde zevkten inle­
dim. Böylesi bir cinsel ilişkiyi Ryan’la hiç yaşamadığımdan
eminken onun sesini duydum.
Ryan ’ın sesini.
“Bemie?” Sesi o kadar yakından geliyordu ki muhte­

ak
melen yatak odası kapısının hemen önünde olmalıydı. “Ön

lam
kapı açıktı. İyi misin?”
Konuşamayacak kadar şaşkın olduğumdan hiçbir şey söy-

aka
leyemedim. Tüm bunların hepsi bir rüyaydı, emindim. Aksi
takdirde hayatımın en olağandışı sabahını yaşıyor olmalıydım.

ıY
“Çalışma odamdaki eşyaları almaya gelmiştim,” diye
konuşmasına devam etti Ryan. “İşten izin aldım. Rahatsız
olabileceğini düşünmemiştim.” gın
Rahatsız olmak mı? Neden olayım ki? Ha, belki beni
usa
gerçekten arzuluyor gibi görünen bir adamla -genç bir
adamla- aklımı başımdan alacak bir orgazm yaşamaya bu
ökk

kadar yakınken geldiğinden olabilir mi?!


Freddy’ye, “Kaç yaşındasın sen?” diye fısıldadım.
-G

Dudaklarını bacak içlerime doğru ilerletirken, “Yirmi


dört,” diye mırıldandı.
ng

Tanrım!
“Ben kaç yaşındayım biliyor musun?”
Lo

Başını iki yana salladı. “Otuz? Belki...” Söyledikleri zor


duyuluyordu. “Ama çok ateşlisin.”
leen

Ah, adama karşı ciddi duygular beslemeye başlıyordum.


“Bemie?” Ryan’ın sesi kulağa endişeli gelmeye başla­
ath

mıştı artık.
“Saklan,” diye fısıldadım. Yatak odasının banyosuna
K

doğru koşuşturmadan önce, Freddy kamıma bir öpücük


daha kondurdu.
“Kusuyordum,” diye seslendim Ryan’a. “Birazdan ge­
lirim.”
“Ah,” diye verdiği tepkiyi uzun bir sessizlik takip etti.

ak
“Ben aşağıdayım o zaman.”
Hiçbir şey kusmuk kadar bir insanı ters yöne kaçıramazdı.

lam
Freddy’yi banyoda bırakıp solmuş san renkli bornozu­
ma sanlıp sarmalanarak aşağıya indim. Ryan televizyon

aka
koltuğuna oturmuş, gelen postalan karıştınyordu.
“Sana gelen bir şey yok.”

ıY
Zarflan yerine bırakan Ryan’ın yüzünde suçluluk ifadesi
belirmişti. Koltukta doğrulurken yüzündeki ifade ciddileşti.
gın
“Kıpkırmızı olmuşsun. Ateşin mi var?”
Yüzümün daha da alevlendiğini hissederek, “Onun gibi
usa
bir şey,” diye yanıt verdim. “Dinle, ben zaten senin çalışma
odandaki eşyalan topladım. Daha iyi bir vakitte gelsen fena
ökk

olmaz.”
-G

Ryan başını sallayarak, “Elbette,” dedi. “Freddy nerede?


Evin önünde kamyonetini'gördüm.”
Hızlı düşünmeliydim ki bu, beynimin şu an gerçekleş­
ng

tirebileceği bir eylem değildi. Vitrinin arkasına saklanmış


Poindexter’m kulakları gözüme ilişti.
Lo

Zeki köpek.
“Şey... Freddy, Poindexter’ı yürüyüşe çıkarttı.”
leen

Bir an Ryan’ın yüzünde bana inanmayan bir ifade belirdi.


“Ondan ben istedim.”
ath

“Ah,” diyerek başını salladı.


Komik olmaya çalışırmış gibi, “Kendimi pek o ruh ha­
K

linde hissetmiyorum da,” diye devam ettim konuşmaya.


Ryan şaşkın gözlerle hızla kapıya doğru yöneldi. “Na­
sıl olduğunu sormak için seni aranm. Eşyalarımı da alırım
bir ara.”
“Teşekkürler,” diye cevap verdim. Fakat o çoktan eşik­
ten geçip arabasına giden yolu yarılamıştı.

ak
Korkak.

lam
Beş dakika sonra Freddy’yi kamyonetiyle beraber evim­
den ayrılırken seyrettim.

aka
Yatak odasına döndüğüm zaman hâlâ beni hazırda bek­
liyordu. İşin aslı, daha önce bir erkeği bu kadar 'hazır’gör­

ıY
düğümden de emin değildim.
Ancak merdivenleri tekrar çıkarken, tek korkak olanın
Ryan olmadığını fark ettim. gın
Ben de korkaktım. Her ne kadar şahane gözlere sahip ya
usa
da diliyle ne tür numaralar yapabiliyor olsa da yirmi dört
yaşındaki bahçıvanıyla çarşaflara dolanmak, bir korkak için
ökk

çok fazlaydı.
Ben kırk bir yaşındaydım! Tannm, kırk biri
-G

Gördüğüm ilk sıcak bedenle yatmaktan daha düzgün


şeyler düşünebiliyor olmalıydım, değil mi?
ng

Beş dakika sonra kapı girişinde dikilip bornozumun ya­


kasını sıkıca tutarken, bir ses duydum.
Lo

Boğuk, gür bir erkek sesiydi bu.


“Belki de haklıydın, Bayan Otuz İki Numara.”
leen

Hemen şimdi burada yerin dibine girmek için dualar


ederek, geri adım attım. Ardından sırtımı doğrultup kedisini
ath

yürüyüşe çıkaran komşumla göz göze geldim.


“Ne hakkında?”
K

Bay Otuz Altı Numara, bir an tereddüt etmiş gibi omuz silk­
ti. Ardından yürümesine devam ederek, çenesiyle Freddy’nin
kamyonunu işaret etti.
“Belki herkes çıkarları için iş yapıyor.”
Tekrar benim olduğum tarafa döndü. Yüzünün ifadesiz

ak
ya da muzip bir ifadeye sahip olduğunu söylemek isterdim

lam
ama ikisi de yoktu.
Bay Otuz Altı Numara hayal kırıklığına uğramış görü­

aka
nüyordu.
Yine doğrulup kendimi savunmak için bir özet geçmeyi,

ıY
Freddy’nin bir anlamı olmadığını, kendi işine bakması ge­
rektiğini söylemek istedim.
Pek çok şey söylemek istedim ama tek kelime etmeden
gın
kapıyı kapattım sadece. Ne tuhaftır ki kendimi suçlu his­
sederken, Bay Otuz Altı Numara’ya bir açıklama borçlu
usa
olmadığıma karar verdim. Adam bana sadece Noel ağacı
ökk

getirmişti. Ne olmuştu yani?


Bu ona bahçıvanla yaşadığım acınası, kaçamak sayılabi­
-G

len cinsel hayatımı yargılama hakkı verir miydi?


Sanmıyordum.
Yine de kalan tarçınlı kurabiyeleri ağzıma sığdığı kada­
ng

rıyla yiyebilmek için mutfağa doğru ilerlerken, hissettiğim


Lo

suçluluk duygusunun ince bir tozdan, koca bir fırtınaya dö­


nüştüğünü fark ettim.
Bay Otuz Altı Numara.
leen

Hayal kırıklığına uğramıştı.


Kahretsin!
ath
K

“ Vicdan, ertesi sabah da avaz avaz bağıran


cılız bir sestir.”
-Ralph Waldo Emerson
Orv^e^i/ıci/Ç ö/ünv

ak
8

lam
aka
“VBFMBLMEÜB UMJMĞĞM VJV NVE MAOÜ CLFM
PM BRPRBFR UMERZRĞR ŞRÖARZ VÖVB ĞRĞVTV

ıY
ÖRZARKLRE.”
-MBCBVA

gın
rtesi sabah UPS görevlisi, üzeri Aşk Yeniden kelime­
E leriyle süslü, kahverengi, paket kâğıdına sarılmamış
usa
bir kutu getirdi. Takip cihazının üzerine imzamı atarken,
ökk

adam sırıtmasını saklamak için takdire değer bir çaba gös­


teriyordu.
-G

Herhalde bir kadının hayatında ihtiyaç duyacağı pek çok


şey sipariş ettiğimi anlamıştır diye düşünüyordum. Neden
bir sevgili de sipariş etmeyeyim ki?
ng

Ne yazık ki birkaç sefer bu teoriyi de başvurmuştum.


Lo

İçinde üyelik belgelerinin olduğunu düşündüğüm kutu,


beklediğimden daha büyüktü. Bu nedenle kahve kupamı
leen

alıp mutfağa doğru ilerledim.


Yarım saat sonra evrak, tanıtım broşürü ve hızlı buluş­
ath

manın Aşk Yeniden farkıyla tüm özelliklerinin ve faydaları­


nın reklamını yapan her şeyi istiflemiştim.
K

Renkli kitapçıkların sayfalarını kaç kez çevirmiş olur­


sam olayım, gözlerim hep aynı şeye takılıyordu.
Randevu kartıma.
Kaderinizle bir buluşmanız var.
Anlaşılan önümüzdeki cuma günü saat on birde Atlantik
Restoram’nm terasında buluşacaktım kaderimle. Bir yerin

ak
terasında birileriyle buluşma fikri bana nedense çok sıradan

lam
geliyordu.
Fakat endişelenmem gereken daha önemli şeyler vardı.

aka
Mesela, ne giyecektim?
Soğumuş kahvemden bir yudum aldım. Çizmeler cep­

ıY
teydi tamam, ama onları neyle giyecektim?
Sadece çizmeleri giyerek gitmek gibi bir seçeneğim de
gın
vardı. Ancak Aşk Yeniden'de çalışan insanlar çıplaklık iste­
selerdi, o zaman kendilerine Çıplak Aşk Yemden, Çıplaklık
usa
Zamanı ya da kulağa daha çıplak gelen başka bir isim se­
çerlerdi.
ökk

Bu düşünceleri kafamdan uzaklaştırarak çeyizimi ku­


tusuna geri yerleştirdim. Kaderimle yapacağım buluşmayı
-G

kafama takacak günlerim olacaktı ileride. Şimdi ise daha


sıkıntılı sorunlarım vardı.
ng

Örneğin babam öldüğünden beri elimi sürmekten kaçın­


dığım yapılacaklar listesi.
Lo

Babamın ölüm belgesini yeryüzündeki bütün kuruluşla­


ra dağıtmıştım ama şimdiki farklıydı.
leen

Şimdiki liste, annemin vasiyetini incelemeyi, arabanın


ruhsatını, banka hesabını, evin tapusunu, hisseleri ve kredi
ath

kartlarını onun adına geçirmem için yardım etmeyi kapsı­


yordu.
K

Ayrıca dahası da vardı. Çok daha fazlası...


Ancak bugünün planı, ufak adımlarla başlamaktı. Bugün
annemle birlikte on bir yıl önceki Noel’de onlara hediye
ettiğim cep telefonunu yenileyecektik.
Annemin evine doğru giderken hava fazlasıyla sıcaktı.
Hatta o kadar sıcaktı ki içimden çok nadir yaptığım bir şeyi

ak
yapmak gelmişti.

lam
Mezarlığa uğradım.
Buraya gelmekten hep kaçmıştım. Bana kötü bir anne

aka
olduğumu söyleyin. Bana ne söylemek isterseniz onu söy­
leyin. Ancak burayı ziyaret etmek, benim için her zaman

ıY
kalbimi parçalamaktan, beni günlerce perişan etmekten öte­
ye gitmemişti.
Kendime yön bulma noktası olarak belirlediğim büyük, si­
gın
yah mezar taşının olduğu sıranın yanma arabamı park ederek,
usa
araçtan indim ve dikkatle Emma’nın, babamın, büyükannemle
büyükbabamın mezarına doğru giden yoldan ilerledim.
ökk

Mezarlıkların üzerine yeni yerleştirilmiş taze çiçekleri


görünce duraksadım. Dahası, iyicene eskimiş bir oyuncak
-G

ayının sırtı Emma’nın mezar taşma yaslanmıştı.


Bunu buraya kim koymuştu?
Minik ayıcığa uzanıp burnunu okşarken, ne zamandan
ng

beri Em’e arkadaşlık ettiğini düşünmeden edemedim.


Lo

Bildiğim kadarıyla Ryan buraya kızımın cenazesinden


sonra sadece iki kere gelmişti. Birincisi kızımızın ilk do­
leen

ğum gününde, İkincisi ise babamın cenazesindeydi.


Tüm bahislerimi anneme yatırdım. Şüphesiz erken kalk­
ath

mış ve bu muhteşem havanın nimetlerinden faydalanmıştı.


Yine de oyuncak ayı, bu sabahtan daha uzun bir süredir
K

buradaymış gibi görünüyordu.


Vicdanım suçlu olduğumu fısıldadı bana.
Buraya daha sık gelmeliydim. Oturmalı, konuşmalı, düşün­
meli ya da dua etmeliydim. Sadece gereken cesaret yoktu bende.
Burası, E m m a ’y ı düşündüğümde olmak istediğim yer

ak
değildi çünkü.
Ne zaman buraya gelip diz çöksem, aklıma hep çiçek

lam
dallarıyla süslenmiş minik, beyaz tabutu geliyordu. Ailem
\ c arkadaşlanm mezarlığı terk ederken, yürümeyi becere-

aka
meyip arkada kalmıştım.
Beni arabaya götürmek için yanıma gelen Ryan’ın söz­

ıY
lerini hatırladım.
“Artık burada değil,” demişti.
gın
Haklıydı. O gün aramızda yoktu, bugün de olmadığı gibi.
Ruhen bile yoktu.
usa
Ayağa kalkıp gökyüzüne baktım. Bir çift kuş hızla ha­
valanıp ilerlerken, Emma’nm her yerde olduğunu fark
ökk

ettim.
-G

Olmasını istediği her yerdeydi.


Benimleydi, Ryan’laydı, annemleydi.
Mezarlığı terk etmeden önce dönüp babamın mezarına,
ng

“Benim için ona iyi bak,” diye fısıldadım.


Genellikle nezarlığm devasa, demir kapılarından ara­
Lo

bayla geçerken dünyaya kin tutar, hıçkırıklara boğulurdum.


Bugün ise kızımın, büyükbabasının kucağında olduğunu
leen

hayal ederek gülümsedim.


Belki de arî k tuttuğum yası geride bırakmıştım.
ath

Tanrım, ö> olmasını umuyordum. Kabullenme süreci­


min vadesi çoktan dolmuştu.
K

Annemin garaj yoluna park ederken, huzurlu düşünce­


lerime sanldınıXYaprnarn gereken şeylerin yazılı olduğu
listeye bakarken bile meditasyonu andıran sakinliğimi ko­
ruyabilmiştim.
Sanki annem hiç tahmin etmemiş gibi, “Bu ne listeymiş
böyle,” dedim başımı iki yana sallayarak.

ak
“Farkındayım, Bemie,” diye karşılık verdi annem, ar­

lam
dından listeyi parmak uçlarımdan çekip aldı. “İşe cep tele­
fonuyla başlar, oradan devam ederiz.”

aka
Başımı sallarken aklıma birdenbire mezarlıktaki çiçekler
ve oyuncak ayı geldi.

ıY
“Bugün mezarlığa gittin mi?”
Annem başmı iki yana sallayarak, “Mark gitti,” dedi.
gın
Mark mı? Bay ‘Ölmüş aile bireyleri hakkında konuşmak
istemiyorum’ mu?
usa
“Mezarlıkların üzerinde çiçekler, Em’in mezarının ya­
nında da oyuncak ayı vardı,” dedim ve gözlerimi kısarak
ökk

anneme baktım. “Bunu Mark mı yaptı?”


Başıyla sözlerimi onayladı. “Oraya haftada bir gidiyor,”
-G

diye cevap verdi.


Üflese devrilecek duruma geldim. “Ne zamandan beri?”
ng

Bana hafifçe gülümseyerek, “Sana herkesin farklı yas


tuttuğunu söylemiştim,” dedi annem.
Lo

Doğruydu, hakkı vaçdı ama elimden bu kadar kolay


kurtulamayacaktı. “Bugün gittiğini sen nereden bili­
leen

yorsun?”
“Babanın ceketlerini denemek için buraya uğradı.” San­
ath

ki yaptığı şeyle dikkatimi dağıtabilecekmiş gibi elindeki


evrakları karıştırıyordu.
K

İyi deneme!
Ölümcül hamleyi yaparak, “Hangilerini aldı?” diye
sordum.
Verdiği tek cevap, başını iki yana sallamak oldu.
Sinir ve öfke karışımı bir his beni ele geçirmişti. Anne­

ak
min yüzünde gördüğüm ifadeye sinirlenmiş, erkek kardeşi­
min tek bir işi yapmayı reddetmesine öfkelenmiştim.

lam
Mezarlığa çiçek koyabiliyordu ama dolaba bakarak bir
ceket seçip evine götüremiyordu.

aka
“Hiç mi almadı?”
“Hayır,” dedi annem, listeye hafifçe vurarak. “Çıksak iyi

ıY
olur.”
Üstelemek yerine çok daha iyisi gelmişti aklıma.
gın
Ne de olsa yeğenimin doğum günü yaklaşıyordu. Mark’a
ne düşündüğümü söylemek için mükemmel bir fırsattı bu.
usa
Bu esnada anneme ve ona alınacak yeni cep telefonu gö­
revime yeniden odaklandım.
ökk

Mağazaya vardığımızda, annemlerin modası geçmiş ci­


hazını bir yenisiyle değiştirmek beş dakikadan az sürmüştü.
-G

Satış görevlisi kızın, beklemediğim yerden sorduğu soru


dışında her şey harika gidiyordu.
ng

Sanki insanlar her gün bu soruyu soruyormuş gibi parlak


gözlerini kırpıştırarak, “Ölüm belgesinin bir kopyası var
Lo

mı?” diye sordu.


Şaşırdım.
leen

Annem ise yutkundu.


“Sadece hesaptaki ismin yerine anneminkini yazdırmak
ath

istiyoruz.” Neşeli bir gülüş takınarak, “Eminim bunu ölüm


belgesi olmadan da yapabilirsiniz,” diye teklifte bulundum.
K

Kadın omuz silkerek özür diledi.


Annem burnunu çekince dönüp ona baktım. Gözyaşla­
rı gözlerinde parıldıyor olsa bile kendine hâkim olabilmek
için çaba gösteriyordu. Ona sarılmam gerektiğini biliyor­
dum ama bunun işleri daha kötü hale getireceğinin de far-
kındaydım.

ak
Kendini konuşmaya zorlayarak duygu yüklü bir sesle,

lam
“Teşekkür ederim,” dedi. “Başka zaman tekrar uğrarız.”
Satış görevlisi kız, düşüncesiz soruların ve kalıplaşmış

aka
gülümsemesinin altında bir kalbi olduğunu ima edermiş
gibi ifadesizleşti.

ıY
“Özür dilerim,” dedi kibarca. “Size bir form getireyim. Eğer
sizin için daha kolay olacaksa, faksla da gönderebilirsiniz.”
Durumu başımızla onaylarken, satış görevlisi kız da ba­
gın
şını olumlu anlamda salladı. Ardından arka tarafa giderek
gözden kayboldu.
usa
Annemin koluna uzandım fakat daha dokunamadan,
ökk

“Önemli değil, Bemie,” dedi bana.


“Hayır, önemli.” Öfke, içimde kaynamaya başlamıştı.
-G

“Bu bir sorun anne. Babam öldü ve bu berbat bir durum,”


dedim, başparmağımla çıkış kapısını işaret ederek. “Park
alanına çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Dı­
ng

şarıdaki herkesin içinde bulunduğum durumun ne kadar va­


Lo

him olduğunu anlamasını istiyorum.”


O zaman annem gözyaşlarının arasından bana bakarak
gülümsedi. “Eminim onların da kendi problemleri vardır,
leen

tatlım.”
İşte o an, ruh eşini kaybetse de ayakta durabilen, gözyaş­
ath

larının arasından da gülümsemeyi başaran kadına büyük bir


K

hayranlık ve saygı duydum.


Eve dönüp listeyi baştan yazmaya karar verdikten sonra
yol boyunca hiç konuşmadık.
Yanından geçtiğimiz her arabaya, her yayaya baktım.
Onların da kendi problemleri vardır, tatlım. Annemin
sözleri beynimde yankılanıyordu.

ak
Haklı olduğunu biliyordum. Herkesin bir hikâyesi oldu­

lam
ğunun farkmdaydım. Nasıl olmayabilirdi ki?
Köpeğini yürüten kadının bir hikâyesi vardı. Arkamdaki

aka
arabayı süren adamın bir hikâyesi vardı. Kaldırımın kena­
rındaki çöpü eşeleyen komşumun bile bir hikâyesi vardı.

ıY
Herkesin hayatta kalmaya çalıştığı, başarmaya çalıştığı
ya da atlatmaya çalıştığı bir şeyleri vardı. Hiç kimse ka­
gın
yıplara, yürek acılarına, özlemlere ve mücadelelere alışkın
değildi.
usa
Bu işler böyle yürüyordu ve buna hayat deniyordu.
Hayattan kaçmanın tek yolu da yaşamanın kendisinden
ökk

kaçmaktan geçiyordu.
Herkesin adına konuşamasam da kendim ve annemin
-G

adına konuşabilirdim.
Eminim annem bana babamla yaşadığı her dakikanın, şu
ng

an çektiği acıya, o öldükten sonra yaşadığı yalnız gün ve


gecelere değdiğini söylerdi.
Lo

Hiçbir şey değiştirmek istemeyeceğini söylerdi.


Bu farkındalığm içime işlemesine bir süre izin verdim.
leen

Kendi hayatımda da değiştirmeyi isteyeceğim bir şey olma­


dığını bilerek, yaşadıklarımı düşündüm.
ath

Ne Ryan’la ne Emma’yla ne de babamla yaşadıklarımı


değiştirmek isterdim.
K

Belki Emma’yla biraz daha vakit geçirmeyi dileyebilir­


dim ama onunla yaşadığım zaman süreci beni şekillendir­
miş, hayat akışımı sonsuza dek değiştirmişti.
İçimden hayır diyerek başımı iki yana salladım.
Geçmişi değiştirmezdim.
İmkânım olsa bile.

ak
lam
Cuma akşamı saat tam yedide Atlantik Restoram’nm tera­

aka
sındaki bana ayrılan masada oturuyordum.
Tüm gardırop eşyalarımla aksesuvarlanmı inceleyen

ıY
Diane’in, özenle seçilmiş bir döpiyes getirmesiyle, ne giye­
ceğime benden daha çok kafayı taktığını öğrenmiştim.
gın
Çizmelerin tüm görkemini ortaya koyan, klasik kesim
kalem eteğim dizlerimde bitiyordu. Diane’in dolapta bul­
usa
duğu süveter uzun olsa da hayatımın hiçbir evresinde sahip
olmadığım bel kıvrımım yaratabiliyordu.
ökk

Her biri iki buçuk kilogram olan, som gümüşten kalpli


küpelerim biraz abartıydı. Onlan çıkartmayı düşünmüştüm
-G

ama otuz beş senedir Diane’i hiç atlatamadım.


Küpeleri avucumun içine koymuştu. Yeni kırpılmış saç­
ng

larımla birlikte şahane duracağı konusunda bana cesaret


vererek beni kapıdan dışarı ittirmişti.
Lo

Şimdi ben ve diğer müstakbel Aşk Yeniden adaylarım


burada oturmuş, sabırsızlıkla maceranın başlamasını bek­
leen

liyorduk.
Odayı inceleme fırsatı bulduğumda hızlı buluşma fikri­
ath

nin her türlü insanı cezp ettiğini fark ettim.


Şaşırmamam gerektiğini bilsem de nedense bir teras do­
K

lusu güzel insan görmeyi beklemiştim. Oysa şimdi bir teras


dolusu normal insanın arasında oturuyordum.
Kimileri ortalamaydı, kimileri ise ortalama bile değildi.
Kimisi sade, kimisi şahaneydi. Bazısı uzun, bazısı kısa... ve
bazıları da -yüzlerinden anlaşılan yıllara dayanarak söylü­
yorum- ruh eşini bulma umuduyla gelmişti buraya.

ak
Aşk Yeniden personeli, ilk görüşmeler başlamadan önce

lam
prosedürü bir kez daha bizimle birlikte gözden geçirdi. Ma­
sanın karşısında oturan kişiye kendimizi tanıtmak için beş

aka
dakikamız vardı. Beşinci dakikada personel, resepsiyonlar­
da bulunan türden bir zile basacak ve siz de acaba araların­

ıY
da gerçekten turizmci var mı diye düşünmeden edemeye­
cektiniz.

gın
Her çalan zil sesiyle erkekler, bir sollarındaki masaya
geçecek ve süreç yeniden başlayacaktı.
usa
Zil. Masa değiştir. Tekrarla.
Zil. Masa değiştir. Tekrarla.
ökk

En fazla bir buçuk saat içerisinde buradan kurtulacağımı


biliyordum. Bu yüzden tüm bu hareketlilik benim için sı­
-G

kıntı değil derken, onu gördüm.


Tüm o insanların içinde.
Beşer dakika arayla bir masadan diğerine geçerek, tüm
ng

salonu dolaşmasını izledim. Saçı hatırladığımdan daha kı­


Lo

saydı. Gözlükleri de ortalıklarda görünmüyordu. Şüphesiz


lens takıyordu. Ah, hayır şuna da bakın. Ameliyat olmuşl
leen

O her şeyin en iyisini ister tabii.


Bana yaklaştıkça avuçlarım terliyordu. İnsanlarla yap­
ath

tığım görüşmeler, bir askerin rütbesini ve devresini ezbere


söylemesi gibi adımı ve işimi ya da işsizliğimi, tekrar et­
K

mekten öteye gitmiyordu.


Odaklandığım tek erkek oydu. Gittikçe bana doğru yak­
laşıyor, sanki dünyadaki en çekici erkekmiş gibi her kurba­
nına gülümseyip onlarla gevezelik ediyordu.
Ayağa kalkıp konuştuğu her kadına ‘Canını seviyorsan
kaç!’ demek geliyordu içimden. Masa değiştirirken benimle

ak
göz göze gelmeseydi eğer yapabilirdim de. Şimdi sadece

lam
bir masa uzağımdaydı.
Yüzünde gergin bir gülümseme, hatta bir sırıtış vardı.

aka
Boğazımda düğümlenen iğrenme hissi ve pişmanlığı yut­
kunarak, kendime hâkim olmaya çalıştım. Şu an karşımda

ıY
oturan zavallı adam ise hakikaten endişelenmişti.
“İyi misin? Yüzün kızarmış.”
gın
Kızarmış mı? Tabii ki kızarır.
Çenesini ilk ve son kez kapamasını söyleyip, bir daha da
usa
onunla karşılaşmayacağımı düşündüğüm adamla yüzleşme
düşüncesine sinirlenmiştim.
ökk

Ancak adam ayağa kalktı, bir doksan boyundaki yapısını


sandalyeye yerleştirdi ve elimi sıkmak için elini uzattı.
-G

Blaine McMann.
Cehennemden gelen patron. Ya da şöyle söyleyeyim, ce­
ng

hennemden gelen eski patron.


Blaine’in eline dokunmaktansa kollarımı kavuşturup,
Lo

tek kaşımı kaldırmaya çalıştım. Tecrübelerime ve adamın


suratındaki memnun ifadeye dayanarak, yüzümün bir ta­
leen

rafını buruşturmaktan başka bir şey beceremediğimi fark


ettim.
ath

“Keçileri kaçırmandan saçların da nasiplenmiş,” dedi


Blaine.
K

Alaylı alaylı gülümsedim. Daha önce böyle gülümsedi­


ğimden emin değildim ama şimdi gerçekten yapmıştım.
“Dinle,” dedi Blaine, rahatsız olmama rağmen konuş­
masına devam ederek. Saatine vurarak konuşmasına devam
etti. “Çok vaktimiz yok. Madem iş ilişkimiz bitti, neden di­
rek yatağa geçmiyoruz?”

ak
Neredeyse şaşkınlıktan boğulacaktım. Ciddiyim!

lam
Aşk Yeniden personelinin dikkatini çekebilmek için deli
gibi elimi kolumu salladım. Takındığı sahte içtenlik ifadesi

aka
kusursuz yüzüne yayılmıştı.
“Bir şeye mi ihtiyacınız var?” diye sordu görevli.

ıY
“Bunu atlamak istiyorum.”
“Neyi atİamak istiyorsunuz?”
“Onu!” diyerek, başparmağımı Blaine’in burnuna doğru
uzattım.
gın
usa
“Ne-neden?” diye sordu görevli tereddüde düşerek. San­
ki daha önce kimse böyle bir soru sormamış gibi gözlerini
ökk

kırpıştırdı. “Bu, kargaşaya sebep olur.”


“Kargaşa mı?” dedim kulaklarıma inanamayarak. “Bana
-G

bak, buraya iyi para ödedim. Tamam, ödemedim. Ama baş­


ka biri ödedi. Eğer karşıdaki kişiyi es geçmek istiyorsam,
bunu yapabilmeliyim.”
ng

Aşk Yenidenim görevlisinin sesi bir fısıltıya, umutsuz bir


Lo

fısıltıya dönüşürken, benimki tiz bir hal almıştı.


“Sadece üç dakikanız kaldı,” dedi görevli yanıma yak­
leen

laşıp. Blaine’e bir bakış atıp, sessizce biraz daha sokuldu.


“Eğer bu beyefendiyle ilgilenmiyorsanız, neden sessizce
ath

burada oturup beklemiyorsunuz?”


Bu beyefendiyle ilgilenmek .mi? Bu beyefendiden nefret
K

ediyordum. Bu beyefendi hatırladığımdan çok daha uzun


süre boyunca başımın belası olmuştu.
Blaine gevşek gevşek sırıtarak, “Neden böyle üzüldün
anlamadım. Uzun zamandır kimseyle görüşmediğinin sen
de farkındasın,” diyerek arkasına yaslandı. “Bunu istediğini
biliyorsun.”

ak
Bu sefer tereddüde düşmedim. ‘Hayatta olmaz!’ deme­

lam
den önce çizmelerimi çıkarmadan sandalyemin üzerine çık­
tım. Oradan adıma ayrılmış masanın üzerine geçip, tehlikeli

aka
bir şekilde sallanmaya başladım.
Blaine yüzünü avucuna gömüp, “Buyurun bakalım,”

ıY
diye mırıldandı.
îşaret parmağımı adamın yüzüne doğrultarak, “Sakın bir
gın
daha benimle ya da bir başkasıyla böyle konuşmaya kalkışma!”
diye bağırdım. Ağırlık merkezimi bulunca ellerimi belime koy­
usa
dum. “Seni benmerkezci, küstah, kendini beğenmiş herifi Dün­
yada son kalan erkek bile olsan, seninle asla birlikte olmam.”
ökk

Zil sesi.
Aşk Yeniden' ç a l ı ş a n görevli kızın benzi gittikçe atı­
-G

yordu. Dirseğimi tutup, çenesiyle yeri işaret ederek, “Za­


man doldu,” dedi kibarca.
ng

Blaine’in tatmin olmuş sırıtışını görmemek için elimden


geleni yaparak aşağıya iniyordum ki restoranın öteki ucun­
Lo

da bir alkış kıyameti koptu. Ben daha ne olduğunu anla­


yamadan, Blaine’in masasına uğradığı istisnasız her kadın,
i
leen

ayağa kalkmış beni alkışlıyordu.


Blaine’in yüzündeki ukala ifade daha önce hiç görme­
ath

diğim bir hal aldı. Eğer yanılmıyorsam, Blaine McMann


utanmıştı.
K

Utanmış!
Bunun mümkün olabileceğini düşünmezdim.
Midemde hissettiğim memnuniyetin sıcaklığı, vücudu­
mu tepeden tırnağa ısıtmıştı.
Belki de hızlı buluşma konusunda yanılmıştım.

ak
Aşk Yeniden'e katılmak sosyal hayatımın durumunu çok
değiştirmese de uzun, çok uzun zaman sonra yaşadığım en

lam
iyi geceydi.
Eve dönerken en sevdiğim kafeye uğrayıp büyük bardak

aka
kahve sipariş ettim ve işe koyuldum.
Eğer Courrier Post ilk mektubumu yayımladıysa, İkin­

ıY
cisini de. yayımlayabilirdi belki. Kim bilir? Belki de dışa­
rıda bir yerlerde sabahlan gazetelerine saldırıp, hayatımın
gın
nasıl gittiğini öğrenebilme beklentisiyle nefes nefese kalan
okuyucular vardı.
usa
Her şeye rağmen artık son hayalimi gerçekleştirme za­
manının geldiğini düşünüyordum. Yani yazmanın...
ökk

Belki aşın fazla kafeine maruz kalmıştım. Belki de Aşk


Yeniden'de yaşanan tüm olaylar beni delirtmişti ama editö­
-G

re yazılmış en iyi mektubu gönderecektim!


Bir saat sonra yazım tamamlanmış, cümleler en sevdi­
ng

ğim kalemimin mor mürekkebiyle karalanmıştı. Sırça köş­


kümün dışına adım atabilme erdemiyle yükselen kusursuz
Lo

bir şaheser. Atılan ilk adım her ne kadar ufak olsa da...
Neticede Diane beni çizmeleri almak, saçımı kestirmek ve
leen

hızlı buluşmaya gitmek için cesaretlendirmeseydi, Blaine’e


haddini bildirdiğim o görkemli zafer anını yaşayamayacaktım.
ath

Bu adımlann hiçbirini tek başına atmamış olsam da iler­


lemiştim.
K

Ben.
Başka biri değil.
Adım, adım.
Ve atılan adımlar güzeldi.
Atılan bu adımlar, beni kurtaracaktı. Beni ileriye götü­

ak
recek, eski hayatımdan çıkarıp yenisine taşıyacak olan şey,
adımlardı.

lam
Kendi yazımdan o kadar etkilenmiştim ki çantamdan
babamın bulmaca defterini çıkarttım. Babamın benim için

aka
seçtiği kalan her mesajı, her kelimeyi çözmek için kitabı
istekle yanımda taşımaya karar vermiştim.

ıY
Şimdi uğraştığım bulmacaya bu sabah başlamıştım. So­
nuca şimdi ulaşmak ise sadece dakikalarımı almıştı.
gın
Tezgâhın arkasında duran adam, gelip omzuma dokundu.
“Hanımefendi, kapatıyoruz.”
usa
Hanımefendi.
Hep de böyle olmaz mıydı? Yeni saç kesimim, çizme­
ökk

lerim ve bulmacanın verdiği mesaj ile hissettiğim güçlü­


lük duygusuyla sürüklenirken, biri hep bana ‘Hanımefendi’
-G

diye seslenerek, egomu yerlere vururdu.


Not defterimi toplayıp boş kâğıt bardağımı çöpe attım.
Çizmelerimin topuklan kendimden emin bir sesle asfalta
ng

vurarak, park alanındaki arabama doğru ilerledim. Eve va-


Lo

nnca mektubumu bilgisayara aktarıp e-postayla gönderme­


ye kararlıydım.
Hanımefendi olayım ya da olmayayım, yeni adımlar atı­
leen

yordum artık.
İleriye yönelik adımlar.
ath

Geriye dönmeye de niyetim yoktu.


K

“İnsanların hayatta iyi bir amacı olsa da nedense harekete


geçmek için tetiği çekmezler ”
-Anonim
Ori/lAJtı/ıci/Ç&a/curi/

ak
lam
aka
"ÖRE GRJVB VJVŞVĞĞVTVNMKÜ MBLME İMEPÜE; UVÖ
ZCEZAMJÜB ŞRLVD ŞRÖRELRE. ”

ıY
- YHLRF ERBMEP

B
gın
unu David’e asla itiraf etmeyecek olsam da buz pistin­
de çalıştığım saatleri iple çeker olmuştum.
usa
Günlük hayatın hareketliliğiyle paten dersleri gülmemi
ökk

sağlıyordu. Dondurucu soğukta titremenin kalori yaktığına


kendimi inandırdığım gerçeğinden bahsetmeye gerek bile
-G

duymuyordum.
Bugün büfeyi işletme görevi bana verilmişti. Piste gelen
herkesle iletişim halinde olma şansı yakaladığımdan aslın­
ng

da bu işi seviyordum.
Lo

Ayrıca her günün sonunda büyük boy çikolata parçacıklı


bir iki kurabiyeyi, David fark etmeden mideye indirebileceği­
mi de keşfetmiştim. Davranışlarımın hırsızlıktan ziyade kalite
leen

kontrol için yapıldığı gerçeğine de ikna etmiştim kendimi.


Dürüst olmak gerekirse buna engel olamıyordum.
ath

İradem, hiçbir zaman kuvvetli olmamıştı. Üniversite


K

ikinci sınıfa geçtiğim yaz, Delavvare’deki Bethany Beach’te


bir şekerci dükkânını işletmiştim.
Dükkânda kendi meyveli dondurmanı kendin yap
tezgâhı, ev yapımı çikolatalar ve... şekerlemeler bulunurdu.
Hal böyle olunca haziranın sonu gelmeden altı kilo al­
mıştım.

ak
Doğum günüm için eve geri dönerken, annemin dudak­

lam
larından ilk dökülen kelimeler sıcaklık ve samimiyetten
yoksundu.

aka
Giriş kapısını ardına kadar açmış, karanlıkta parıldayan
arabamdan inişimi izlemiş ve kaşlarını çatarak, “Basenlerin

ıY
şişmiş,” demişti.
Ne yazık ki o basenler bugün de hâlâ benimleydi.
gın
Buz pistinde ise takım anneleri, ellerinde kahvelerini,
çaylarını ya da şekersiz sıcak çikolatalarını tutarak, binanın
usa
oturma bölümünde toplanıyorlardı.
Hokeyci çocuklardan birinin çok havalı annesi, kusursuz
ökk

makyajı ve boyamaktan keçeleşmiş sarı saçlarıyla, kafein-


siz sütlü kahve siparişi verdi. Şaka mı yapıyordu?
-G

Zihnimi geçmişten arındırıp şimdiye odaklayarak, bir


bardak kahve koydum. Üstüne de sıcak çikolata ilave edip
siparişten çok daha farklı bir şey uzattım kadına. Kadın bar­
ng

dağa şüpheyle baksa da karşı çıkmadı.


Lo

Yemek hareketliliğinin azaldığı süre boyunca tezgâha


doğru eğilip, yüzümü ellerimin arasına aldım ve pistte ka­
leen

yan bir grup genç delikanlıyı seyrettim.


Ashley’yi küpeşteye yaslanıp, ondan yaklaşık otuz san­
ath

timetre daha uzun bir çocukla muhabbet ederken görünce,


gözlerimi kısarak onları incelemeye koyuldum.
K

Ashley’yle nasıl alay edeceğimi düşünüp kendi kendime


gülüyordum ki Ashley sertçe çocuğu itti.
Ardından topuğunun üzerinde çarpıcı bir şekilde döne­
rek, benim olduğum yere doğru paldır küldür yürüdü.
Anlaşılan aralarında düşündüğüm aşk ilişkisi yoktu.
“O bir Neandertal,*” dedi Ashley kaşsız gözlerini devi­

ak
rerek. Tezgâhın arkasına geçip kendine bir bardak sıcak çi­

lam
kolata koydu.
Gözlerimi kırpıştırarak, “İlginç bir kelime,” dedim.

aka
“O gerçekten bir Neandertal, Bemie Teyze! Neandertal ho­
key takımının maskotu,” diye karşılık verdi azarlar bir tavırla.

ıY
Sözlerinden sabırsızlık akıyordu. “Ona Buz Adam diyorlar.”
Kıkırdamama engel olabilmek için dudağımı ısırdım.
gın
Nedense her türlü gülüşün, bu durum için uygunsuz kaça­
cağını düşünmüştüm.
usa
Zihnimde aniden canlanan bir grup kürk giyinmiş mağa­
ra adamının buz pistine çıktığı görüntüyü dağıtmaya çalışa­
ökk

rak başımı salladım ve “İlginç,” diye geçiştirdim,


-G

“...ardından bana, ‘Kaşların güzelmiş’ dedi!”


Ashley kollarını iki yana açınca, hayal dünyama daldı­
ğım sırada önemli bir şey kaçırmadığımı umarak dikkatimi
ng

kıza verdim.
Lo

“Ben de ona ‘Senin de kaşların güzelmiş’ dedim,” diye


devam etti sözlerine Ashley. Gözlerinin üzerindeki kaşsız
bölgeyi işaret ederek, başını salladı. “Yani gerçekten güzel
leen

kaşları vardı. Üzerine kostümünün kaşları yapıştırılmıştı


ama çok özgün görünüyorlardı.”
ath

Onu nasıl bir ciddiyetle dinlediğimi gösterebilmek için


K

çaba sarf ederek başımı salladım.


“O ve arkadaşları gülmeye başladılar,” dedi Ashley göğ­
süne vurarak. “Hem de bana.” Nemli gözlerle bana bakınca,
* Günüm üzden yaklaşık 200 bin ile 28 bin yıl önce yaşam ış insan türü. (Ed. N.)
aklımdaki tüm komik düşünceler uçtu gitti. “O an kaşları­
mın olmadığını hatırladım.”

ak
Ashley gözlerini yerdeki halıya doğru indirince, ona

lam
doğru uzanıp omuzlarını sıktım.
“Hepsi budalanın teki, hayatım. Ergen budalalar.”

aka
“Ama sadece bu kadar, Bemie Teyze,” dedi Ashley, sulu
gözleriyle gözlerime bakarak.

ıY
Sersemlemiştim. Anlaşılan gençlerin düşünce süreçleri­
ni takip etme yeteneğimi kaybetmiştim. “Ne?”
gın
“O, budala değil. Aksine gerçekten havalı biri. Benden
hoşlanmış olabileceğini düşünüyordum.”
usa
Acısını hissederek, onun adına üzüldüm. Fakat daha bir
ökk

şey söyleyemeden tek topuğunun üzerinde dönüp elinde


köpük bir bardakla tezgâhtan uzaklaştı.
-G

“Ashley,” diye seslendim arkasından.


Şansıma yavaşlayıp durdu ve yüzüme bakmak için arka­
sını döndü.
ng

• Aramızdaki mesafeyi kapatıp parmak uçlarımla çenesini


Lo

tuttum. Gözyaşıyla parıldayan gözlerinin üzerindeki temiz­


lenmiş alana baktım. Kaşların silik izi seçilebiliyordu. Bu
aklıma bir fikir getirmişti aniden.
leen

“Haydi, tuvalete gidelim,” dedim kızı kolundan tutup,


ath

lavaboya doğru sürüklerken.


“Tuvalete gitmek iste...”
K

Bahane duymak istemeyerek, “Hayır, istiyorsun!” diye


başımı salladım.
Birkaç dakika sonra yan yana durmuş, bulanık aynada
yaptığım eseri inceliyorduk.
Göz kalemimle çizdiğim soluk kaşları incelemek için
aynaya doğru yaslandığında,“Yaşlı bir kadına benzemiyor

ak
muyum?” diye sordu.

lam
Başımı iki yana sallasam da sahnede ve filmlerde tüken­
miş bir film yıldızını andırdığını düşünerek ‘Evet’ diyor­

aka
dum içimden. En azından bir yol üzerindeydik.
Şansımız varsa, düzgün malzemelerle Ashley’nin kaş­

ıY
ları eski günlerine kavuşana kadar geçici bir çözüm yara­
tabilirdik.
Yeni görevimi üstlenerek, Ashley’nin aynadaki yansı­
gın
masına sırıttım. “İşten sonra alışveriş merkezine gitmeye
usa
ne dersin?”
ökk

Ashley’yle birlikte alışveriş merkezindeki kostüm mağaza­


-G

sına en yakın girişe iki sebepten aracımızı park ettik.


Yer, güvenlik görevlilerinin takıldığı kahve dükkânlarından
uzaktaydı. Mağazada da Ashley’yı Tiffany ve Brittany’nin ol­
ng

duğu Baştan Yarat standına götürmeden önce kimliğimi sakla­


Lo

yabileceğim mükemmel bir ortam hâkimdi.


Ben koyu pembe bir peruğun sentetik buklelerini seve­
leen

cenlikle okşarken, Ashley’ye de bana şık bir güneş gözlüğü


bulma görevi verdim.
ath

“Zekice, Bemie Teyze. Çok zekice.”


Yanıma sokulan Ashley’ye bakma gereği duymadım.
K

Gözlerini devirdiğini hissedebiliyordum, bakmaya gerek


yoktu.
“Ne?” diye bağırdım sesimi bir iki oktav yükselterek.
“Çok mu abartı oldu?”
Dilini şaklattığında, tıpkı annesine benziyor oluşu beni

ak
gülümsetmişti.
Bir kadın farklı biri olmayı ne kadar çok denerse dene­

lam
sin, nihayetinde annemize benziyorduk. Bu genellikle de
iyi bir şeydi.

aka
Ashley’ye gülümseyince, kız gözlerini kısarak bana
baktı.

ıY
Ashley’nin durumunda bu çok iyi bir şeydi. Hiçbir anne,
Diane’den daha iyi olamazdı... hele bir de tezgâh tezgâh
gezmiyorsa.
Diane.
gın
usa
Yutkunup çantamda telefonumu aradım. Kesin beni öl­
dürecekti. Pistten ayrılırken David’e nereye gittiğimizi söy­
ökk

lememiştik. Bildiği kadarıyla Ashley’yi eve götürüyordum,


o kadar.
-G

Diane haklıydı. Ebeveyn olmak konusunda öğrenmem


gereken daha çok şey vardı.
Diane’in cep telefonu, telesekretere bağlanınca kaşları­
ng

mı çattım.
Lo

Kadının cep telefonuna karşı beslediği his, indirime gi­


ren tasarım çantalara karşı beslediğiyle aynıydı. Telefonunu
kapatmış olabileceğine inanmakta güçlük çektim. Belki de
leen

şaıjı bitti de farkında değildi.


Telefona mesaj bıraktım. Aramayı kapatıp omuz silktim.
ath

“Cevap vermiyor. En azından nerede olduğunu biliyor ama.”


Ashley bana her zamanki umursamaz omuz silkişiyle
K

cevap verdi ve elimdeki peruğu havaya kaldırdı. Çenesiyle


kafamı işaret ederken sınttı.
“Saç kesimin seni yeterince saklamıyor mu zaten?”
Saçım.
Çocuk haklıydı.
Baştan Yarat"ın dinamik İkilisi beni en son gördüğünde

ak
başımda vahşice birbirine kanşmış buklelerim vardı. Kısa­

lam
cık kesilmiş saçlarımla beni asla tanıyamazlardı.
Ashley’nin gözlerindeki parıltı dikkatimden kaçmadı.

aka
Bu kadar mutlu olduğunu en son bir konserve fasulyeyi bi­
tirdikten sonra görmüştüm. Şüphelenmeden edemedim.

ıY
“Ne?” diye sordum.
Ben bir kez daha ne çabuk büyüdüğü gerçeğine hayran
kalırken, gülümsemesi daha da genişledi.
gın
Elindeki koyu kırmızı çerçeveli kütüphaneci gözlüğünü
bana uzattı.
usa
Bir şaşkınlık ifadesiyle gözlüklere uzanıp başıma geçir­
dim. Yansımamı görebilmek için tezgâha asılmış minik ay­
ökk

nanın yanma doğru ilerledim.


-G

Eğer kendimi tanımasaydım, havalı göründüğümü düşü­


nürdüm.
Gözümdeki gözlükleri düzelttim. “Nasıl olmuş?” diye
ng

sorarak, Ashley’nin cevabını bekledim.


“Başlarına ne geldiğini anlamayacaklarfcence,” dedi dir­
Lo

seğimi tutarak. Ardından ciddi bir ifade takındı. “Tüm yap­


tıkların için teşekkür ederim, Bemie Teyze.”
leen

“Senin için her şeyi yaparım, Ash. Her şeyi.. Bu sözle­


ri söylerken yüreğim sızlamıştı.
ath

Bunda ciddiydim de.


Kızın gözlerindeki umut ve minnettarlıkla yayılan ışığı
K

incelerken, o an Ashley’yi kendi öz kızım gibi sevdiğimi


fark ettim.
Kolumu omzuna dolayıp onu kendime çekerek, “Seni
seviyorum, tatlım,” dedim.
“Bemie Teyze,” dedi Ashley her bir heceyi tek tek ses­
lendirerek. “Biri bizi görebilir.”

ak
Dudağımı ısırarak güldüm. “Mesaj alınmıştır.” Elimdeki

lam
gözlüğü Ashley’nin yüzüne doğru sallayarak, “Haydi şun­
ları ödeyelim de sana düzgün kaşlar yaptıralım,” dedim.

aka
ıY
Baştan Yarat standmdaki işler tıkırında gidiyordu. Bunu
kendim için de söyleyebilirdim. Bugün tam havamdaydım.
Yani, ikizlerin sıklıkla damarıma basacak şeyler söylediği
gın
her dakika, sinirime hâkim olabildim.
Öte yandan Ashley, Brittany ve Tiffany ile bir profes­
usa
yonelmiş gibi başa çıkıyordu. Buz pistinde gördüğüm bazı
ökk

liseli kızlan göz önüne aldığımda, Ashley kendi neslinin


mükemmel kızlanyla başa çıkabilmek konusunda çok de­
-G

neyimliydi. Söylediklerimde samimiydim.


Brittany ve Tiffany, Baştan Yarat standında karşılaştığı­
mız ilk günkü gibi yine mükemmelin ötesinde görünüyor­
ng

lardı. Onlannki öyle bir mükemmellikti ki diğerlerini göl­


gede bırakıyorlardı.
Lo

Onlar adeta makyaj sanatını öğretmek için seçilmişlerdi.


Kendimi zihnen tokatladım. Geçmişi arkada bırakıp,
leen

kızlar hakkında edindiğim ilk izlenimi aşmam lazımdı.


Ashley’ye karşı çok sevecen davranmışlardı. Ashley’nin
ath

yüzündeki gülümsemeye ve oldukça doğal görünen kaşlanna


da bakılacak olursa, kız aldığı hizmetten memnun kalmıştı.
K

Ashley’nin malzemelerinin parasını öderken, ikizler hakkın­


da yanılmış olduğumu söylüyordum kendime. Ashley dondur­
ma tezgâhına doğru ilerliyor, ben de cüzdanımı çantama koyu-
yorken, kızlara karşı bir iyi niyet hissediyordum. Neredeyse.
Ta ki birisi konuşana kadar.
Hem de yüksek sesle.

ak
“Affedersiniz.”

lam
En iyi gülümsememi takınarak onlara döndüm.
Tiffany bana doğru parmağını sallayarak, “Gerçekten

aka
onarıcı krem kullanmaya ihtiyacınız olduğunu biliyorsu­
nuz, değil mi?” diye sordu.

ıY
Alt dudağımı ısırıp kendimi zapt edebilmek için dişleri­
min arasından sinirle nefes alıp verdim.
Brittany burnunu buruşturup başıyla onaylayarak, “Ay­
gın
rıca kırmızı kesinlikle sizin renginiz değil,” dedi. “O göz­
usa
lükleri kim seçti?”
Tam standa doğru bir adım atmıştım ki Ashley beni dir­
ökk

seğimden yakaladı.
Brittany ve TifFany’nin alaylı ifadeleriyle Ashley’nin
-G

yalvaran gözleri arasında mekik dokuyarak duruma dayan­


maya çalışıyordum.
Sonunda Ashley’yi seçtim. Nasıl seçmeyeyim ki?
ng

“Beni durdurduğun için teşekkür ederim,” dedim, Baş­


Lo

tan Yarat standıyla aramıza ciddi bir mesafe koyarken.


“Ben teşekkür ederim, Bemie Teyze.” Bir an durdu ve
yeni kaşları da dahil yüzünün her köşesini aydınlatan bir
leen

gülümsemeyle beni onurlandırdı. “Sen harikasın!”


Sen harikasın, cümlesini düşünürken kendi kendime sı­
ath

rıtıyordum.
K

Çocuk, onun için yaptığım alışverişten etkilenmiş ve ger­


çekleri göremez olmuş olabilirdi ama söyledikleri, Baştan
Yarat ikizlerinin yüzlerine karşı bağırmak istediğim sözlerdi.
Ashley’yi evine bırakırken evin önünde araç olmaması beni
şaşırtmıştı. Aklıma gelen ilk şey, David’in buz pistinde me­

ak
saiye kaldığı, Diane’in de bir iki, belki de üç indirim haberi

lam
almış olduğuydu.
Ashley bana evden el sallayana kadar bekledikten sonra

aka
tekrar yola koyuldum.
Eve girdiğimde telesekreterimdeki sessiz yalvarışıyla

ıY
yanıp sönen lamba karşıladı beni. Düğmeye bas. Düğmeye
bas. Düğmeye bas.
Ben de bastım. gın
Makinemden David’in gergin ve duygusal sesi yükseldi.
usa
Hamileliğinin altıncı ayında Diane’in kanaması olmuştu.
Onunla Cooper Hastanesi’nde buluştuğunu, Diane’i ka­
ökk

dın doğum yoğun bakım ünitesine aldıklarını söyledi.


-G

Sözlerinin ağırlığı evi sararken, telefon çaldı.


Gelen telefonu açınca, telesekreter sustu.
“Bemie Teyze!” Ashley bırak konuşmayı, ahizeyi daha
ng

kulağıma götüreriıeden konuşmaya başlamıştı. “Annem...”


“Beş dakikaya oradayım, canım,” dedim kızcağızı ya­
Lo

tıştıracak en iyi ses tonumu takınarak. Oysa içimde telaş


fırtınaları kopuyordu. “İyi olacak, göreceksin.”
leen

Poindexter’a özür dileyen gözlerle bakıp kapıya doğru


koştum. Söylediklerimin doğru olması için dua etmekten
ath

başka bir şey gelmiyordu elimden.


K

“Her şeyin iyigittiği bazı anlar vardır; hiç korkmayın


gelip geçerler
-Jul es Renard
Ofi/ /edûıti ÇBa/üms

ak
9

lam
aka
‘UVÖNVE GRJ NVE MBÜJÜ HBHĞAM MEKHFH ZMPME
ŞIÖLIPRTVLPVE. ”

ıY
-A ÜOJJRL PR ACBĞMÜŞBR

gın
C
ooper Hastanesi’nin otoparkında hızla rampaları tır­
manarak park yeri arıyordum. İçimdeki her şey, boğa­
usa
zıma takılan kalın bir düğüme dönüşmüştü sanki.
ökk

Gördüğüm bir minivanla cipin arasındaki yasaklı bölge­


ye arabamı park ettim. Küçük bir araba için oldukça idealdi.
-G

Ben aceleyle şoför kapısını açarken, Ashley çoktan ara­


badan dışarı fırlamıştı. Asansör kabinlerinin olduğu tarafa
doğru dönerken, tereddüde düştüm. Geçmiş anılar üzerime
ng

öyle sert geliyorlardı ki kokulannı hatta tatlarını dahi ala­


Lo

biliyordum.
Emma için Ryan’la ultrasona geldiğimiz zaman kaç
leen

kez bu asansörlere binmiştik? Kaç kez üzüntüyle başımızı


eğmiş, bir şeylerin yanlış gittiğinin bunaltısı altında ezil­
ath

miştik?
Ashley’yle birlikte asansörün aşağı düğmesine basıp
K

beklerken, binanın dış duvarındaki bölmeye omzumun üs­


tünden baktım. Tam orada durup aşağıdaki beton ormanını
incelerken Emma için, Ryan için, kendim için ağladığımı
hatırladım.
Asla sahip olamayacağımın hayaller ve neşeler, asla ya­

ak
şayamayacağımız günler için ağlamıştım.
Yanımdaki alana bir araç park ederken, Ryan elimi tu­

lam
tup, “Bu palyaçolardan ister miydin?” diye sormuştu.
Arabadaki insanları görebilmek için tam vaktinde başımı

aka
kaldırmıştım. Palyaço kıyafeti giymiş iki yetişkin, kırmızı
burunları, kıvırcık perukları ve parlak renkli kıyafetleriyle,

ıY
çocuk oyun alanına doğru ilerliyorlardı muhtemelen.
Gözlerimden yaşlar süzülüyor olsa da dudaklarımın kö­
şeleri yukarı doğru kıvnlmıştı. gın
Ryan kolunu omzuma atıp beni arabaya doğru götür­
usa
müştü. Ancak daha da önemlisi beni güldürmüştü.
Hayatımızın en acı verici dönemi boyunca beni güldüre-
ökk

bilen bir tek o olmuştu.


-G

Ryan’la birbirimizi anlasak da geçen beş sene içinde or­


tak bir acıyı paylaşmış iki yabancıdan öteye gidememiştik.
“Bemie Teyze. İyi misin?”
ng

Aklımdaki anılardan silkelenip, Ashley’nin korkuyla


sorduğu soruya başımı sallayarak yanıt verdim. Asansörün
Lo

kapısı açılırken uzanıp kızın elini sıkı sıkı tuttum.


Girişe gelip koridorun sonundaki güvenlik görevlisine
leen

doğru ilerlemeden önce ziyaretçi olarak kaydımızı yaptırdık.


Bizi telaşlı sesler, endişeli aileler ve gerginlikle dolu ko­
ath

ridorlara taşıyacak olan ikinci asansörün kapısı açılıncaya


kadar, Ashlcy’nin elini tutmaya devam ettim.
K

Kadın Doğum Yoğun Bakım Ünitesi.


Tekrar buraya dönmemi gerektirecek bir sebebim olma­
ması için dualar etsem de yine buradaydım. O koku, sesler
ve anılar beni çığlık attırtacak kadar tehdit ediyordu.
Benim sahnem, Dır ev dolusu insanla sahildeyken yayın­
lanmıştı.

ak
Ryan’a, “Buzdolabında yemek var,” diye seslenip, has­

lam
taneye gitmek için evden çıkmıştım. “Güneş kremini de al­
mayı unutma.”

aka
Şimdi sıra Diane’e gelmişti. Ashley’yle birlikte ayakta
dikilirken, zamanından önce gelen doğumunun benimkin­

ıY
den çok daha farklı sonuçlanması için dualar ediyordum.
Beraber hemşire odasına gittik. İsimlerimizi verirken
Diane ve David’i nerede bulabileceğimizi ve onları ne za­
man görebileceğimizi sorduk.
gın
Biz beklerken, doktorlardan biri telefondan uzaklaşıyor­
usa
du. İnce yapısının soğuk mizacı, geçmişin tüm acısını üze­
ökk

rime salmıştı.
Dr. Platt.
-G

Bana doğru baktı ama sert bakışlarında beni tanıdığına


dair bir işaret gözükmedi.
Hatta hiç istifini bozmadı, neden bozsun ki? Hayatımı
ng

bir cehenneme dönüştürmesinin üzerinden tam beş sene


geçmişti. Oysa şimdi bile koltuğunun altında taşıdığı kaim
Lo

dosya, tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu.


Kucağında sayfalarım karıştırdığı dosyasıyla test sonuç­
leen

larını ve vaka raporlarını incelerken, yoğun bakın ünitemin


kapısında duruşunu dün gibi hatırlıyordum.
ath

“Tetkiklere devam edeceğiz.”


Bazen hâlâ Emma’nm teşhisiyle ölümünün Dr. Platt’ın
K

kabahati olduğunu düşünür, onu duvara dayayıp yumrukla­


rımı göğsüne indirmek gelirdi içimden.
Adam uzaklaşırken, sırtına bakıp hâlâ ona saldırmak için
geç kalıp kalmadığımı düşündüm merakla.
“Bemie?”

ak
David’in sesi, dikkatimi geçmişten tutup günümüze, ol­
ması gerektiği yere çekmişti.

lam
Burada kalmalıydı dikkatim.
Ashley, babasının yanına geçmeden önce son kez elini

aka
sıktım. David de kolunu, kızını korur şekilde Ashley’nin om­
zuna koydu ve uzanıp kızının yanağına dokundu. Ben de kol­

ıY
larımı kendime dolayarak Diane’in muayene odasına girdim.
Ashley’nin, başını babasma doğru kaldırdığında gözlerin­
gın
de beliren korku, benim de içimi kemiriyordu. David kızı­
na sıkıca sarılıp kulağına güven veren kelimeler fısıldarken,
usa
onun hakkında çok kötümser olduğumu fark ettim. O, en ya­
kın arkadaşımın umutlarını, inançlarını ve sevgisini yaşatan
ökk

adam bile olsa, ona güvendiğim bir an olmamıştı hiç.


-G

David’in de insani bir yönünün olabileceğini kabul ede­


meyecek kadar basit bir insan mıydım ben?
Muayene odasına daha yeni girmiştik ki arkamızdan
ng

yaklaşan adımlan duyduk. İçeri kimin girdiğine bakmadan,


Diane’in yanma geçtim. Sessizce selâmlaştıktan sonra kor­
Lo

ku dolu gözleri benimkilere kilitlendi. Elini tutup terden


nemlenmiş alnına bir öpücük kondurdum.
leen

“Bebeğin kalp atışı sancılarla azalıyor.”


Arkamı dönmeden konuşan kişinin Dr. Platt olduğunu
ath

hemen fark ettim. Anlaşılan kader, kâbuslarımdaki adamı


Diane’i iyileştirmesi için yollamıştı.
K

“İlaca başlamamız gerekiyor. Çok hoş olmayacak ama


başka çaremiz yok,” dedi doktor yavaşça David’e. Ancak
Diane’in yüzüne yayılan korkuyu engelleyebilecek kadar
yavaşça söylememişti.
Ses tonu tatsız ve endişeli bir hal alan David, “Ama iyi
olacak, yani ikisi de iyi olacak, değil mi?” diye sordu.

ak
“Elimizden geleni yapacağız,” diye yanıtladı Platt. Not­

lam
larını karıştırırken, dosyanın sayfalarından hışırtılar geli­
yordu. “Ayrıca bebeğin akciğerlerini geliştirmesi için bir

aka
iğne de yapacağız.”
“Ne kadar sürer?” diye sordu David. “Saatlerden mi

ıY
bahsediyoruz?”
“Günlerden bahsediyoruz, Bay Snyder.”
“Günler mi?” Dav id’in endişeli sesi duyduklarına inana­
gın
mayan bir tona bürünmüştü. “İşletmemiz gereken bir aile
usa
şirketimiz var!”
Öfke, o an bedenimi ve söyleyeceklerimi iki sebepten ötü­
ökk

rü ele geçirdi. Birincisi, David’in ifadesi, Diane için duyduğu


endişenin, buz pisti için duyduğundan daha öncelikli olduğu­
-G

nu açıkça ortaya koymuştu. İkincisi, hem David hem de Dr.


Platt, Diane sanki odada değilmiş gibi konuşuyorlardı.
Telaşlı muhabbetlerini yanda kesebilecek kadar yüksek
ng

bir sesle, “Belki muhabbetinize hastayı da dahil edersiniz,”


Lo

dedim.
David’in gözlerinde beliren ifade hem sabırsızlığı hem
leen

de uyarıyı barındınyordu. Doktor ise konunun özünü kav­


rayamadı bile. “Siz kim oluyorsunuz?” diye sordu. Fakat
ath

daha konuşmadan gözlerinden beni tanımış olduğunu anla­


mıştım. “Trizomi 18*, değil mi?” dedi.
K

Yanı başımda duran Diane, sanki kalbime saplanan bıça­


ğı hissetmiş gibi güçlükle nefes alabildi.

* İleri yaşta anne olan kadınların bebeklerinde görülm e ihtim ali olan bir k ro­
m ozom anom alisi. (Çev. N.)
Doktorun boğazına yapışmamak için kendimi zor tu­

ak
tarak, başımı iki yana salladım. “Benim adım Bemadette
Murphy.” Diane eliyle bileğimi yakalayıp var gücüyle beni

lam
tutmuş olsa da, adama doğru bir adım attım. “Kızımın adı
Emma Murpy’ydi ve evet! Trizomi 18’le doğmuştu.

aka
“Beş gün yaşadı. Beş gün!” diye bağırırken sertçe ada­
mı işaret ediyordum. “Hiç yaşamayacağını söylemiştin!”

ıY
Başparmağımla Diane’i göstererek, “Bu kadının adı Diane
Snyder. Sana sadece onun adını öğrenmeyi değil, aynı za­
gın
manda onu konuşmalanna dahil de etmeni öneririm,” diye
ekledim.
usa
Bir an kimseden ses çıkmadı. Adamın bir özür dileyece­
ğini ya da beş yıl önce kucağımda tuttuğum kızım kollarım­
ökk

dan kayıp gittikten sonra hayatımın nasıl geçtiğini soraca­


-G

ğını sanmıştım.
Dr. Platt ise bakışlarını elindeki çizelgeye indirmekten
başka bir şey yapmadı.
ng

“Hemşire gelip sizi hazırlayacak,” dedi kapıya doğru


ilerlerken.
Lo

David kaşlarını sinirle çatarak, Diane’e döndü. Eliyle


gözlerini ovalayarak, “İnanamıyorum,” dedi. “Yarın buz
leen

pistinde hayır işi yapacağız.”


Diane gözlerini kapadı. Yüzüne yayılan acı hissi, fiziksel
ath

sebepli değildi.
Doğruca David’e ilerleyip, işaret parmağımla adamı
K

ittirdim. “Bir aptal gibi davranmak için uğraşıyor musun,


yoksa bu senin normal halin mi?”
Diane bir şey söyleyecek gibi ağzını açıp kapamıştı, sor­
duğum soruyla bir ari nutku tutulmuştu.
Diane gergin bir ses tonuyla, “B em ie” diyebildi. Dr.
Platt gittikten sonra, bir sonraki hedefimin kocası olabilece­

ak
ğini ummayarak bileğimi tutmayı bırakmıştı.

lam
“Hayır,” dedim başımı sallayarak. Ardından David’le
aramızdaki kısa mesafeyi koruyarak onun etrafında

aka
döndüm. O da bir sonraki hamlemi bekleyen bir bok­
sör edasıyla beni takip etti. “Sen de aynı şeyi söylemek

ıY
istiyorsun, değil mi?” diye ekledim, Diane’e bir bakış
atarak.
gın
Diane alt dudağını ısırarak David’e baktı ve hemen ar­
dından başını hayır anlamında iki yana salladı.
usa
“Evet, istiyorsun,” diyerek başımla onayladım. Bede­
nimi saran kararlılık, her an gözeneklerimden fışkıracaktı
ökk

sanki. “Ryan’ı duvara sıkıştırıp ona defolup gitmesini söy-


leseydim hâlâ ortalıklarda olur muydu sence?”
-G

David ve Diane’in yüzü aynı kaş çatmasıyla buruştu.


Kollarımı genişçe havaya kaldırarak, “Pek de kibarız,”
ng

diye bağırdım. David eğilerek, korunmak için Diane’in se­


rum askısının arkasına saklandı.
Lo

“Artık hissedemez hale gelene kadar içimizi duygularla


dolduruyoruz,” diye devam ettim parmağımla David’i işa­
leen

ret ederek. “Ona söylemek istediklerini söyle.”


Diane’in yüzü biraz daha solmuştu sanki. Dudağım tek­
ath

rar ısırıp aklından geçen her neyse onu düşündüğü için ken­
dini ayıplıyormuş gibi çekinerek, “Şey...” dedi.
K

“Söyle ona!” diye tekrarladım.


David bana bakıp, “Sırf kendi evliliğini mahvettin diye
benimkini de mahvetmen gerekmiyor,” dedi.
“Ah, kapa çeneni!”
Diane’in sesindeki alışkın olmadığımız sertlik, David’i sus­
turmuştu. Beni susturmuştu. Bütün üniteden çıt çıkmıyordu.

ak
Yattığı yerden dirseklerinden destek alarak kalkan Di­

lam
ane, David’in şaşkın yüzünü görmek için döndü. “David.
Defol git!”

aka
ıY
Dört yıl Önce buz pistini açtıklarından bu yana ilk kez,
Diane’in hastanedeki ikinci günü sebebiyle David iş yerine
gitmedi. gın
Dr. Platt, Diane’e vücudundaki her hareketi yavaşlatan
usa
magnezyum sülfat aşılıyordu. Diane’in kanaması durmuş­
tu ama zavallı kadın mahvolmuş görünüyordu. Hemşire,
ökk

Diane’in üzerine soğutucuyu yönlendirirken, David de ka­


rısına soğuk bezler getiriyordu.
-G

Bu iki gün boyunca David’in daha önce hiç görmediğim


bir yönüyle karşılaşmıştım. Ya sonunda mantıklı düşünme­
ng

ye başlamıştı ya da Diane’in patlaması, neyin daha önemli


olduğunu anlamasına yardımcı olmuştu.
Lo

Ailesinin.
İlk gece hepimiz -ben, David ve Ashley- hastanede kal­
leen

dık. Ertesi sabah öğleden hemen önce, Poindexter’la ilgi­


lenmek için eve koştum.
ath

Gece boyunca eve bir kez uğramıştım ama zavallı köpek


buna sonsuza kadar dayanamazdı.
K

Arabamı park ederken, Bay Otuz Altı Numara kedisini


yürüyüşe çıkartmıştı. Bu adam başka bir şey yapmaz mıydı?
Arabadan iner inmez aniden, “Ne işle meşgulsün sen?”
diye sordum.
“Sana da günaydın,” diye cevap verirken, gülüşü içimi
eritmişti. “Zor bir gece miydi?”

ak
“Bana bu soruyu sormaktan keyif mi alıyorsun?”

lam
Omuz silkerek, “Bilmem, Öyle miydi?” diye soruma so­
ruyla karşılık verdi.

aka
Başımla onu onaylayarak, “Hamile bir arkadaşım kana­
ma geçirdi,” diye yanıt verdim.

ıY
Sırıtışı bir anda yok oldu. “Özür dilerim. Ah, çok uygun­
suz oldu.”
“Sorun değil,” diyerek gözlerimi ovuşturdum. “Tekrar
gın
hastaneye dönmeden önce zavallı Poindexter’ı dışarı çı­
kartmam gerek-.”
usa
Bay Otuz Altı Numara yanıma yaklaşarak, “Bak, sana •
ne diyeceğim,” dedi. Kedisi ise bacaklarıma sürtünüyordu.
ökk

“Pofuduk’u eve götüreyim, sonra gelip Poindexter’ı ala­


-G

yım. Onu koşuya çıkarırım. Günü benimle geçirebilir, hatta


geceyi de benimle geçirebilir.”
Şanslı Poindexter.
ng

Boş düşüncelerimi bir kenara ittirip, Bay Otuz Altı


Numara’nfn söylediği en önemli söze odaklandım.
Lo

“Kedine Pofuduk adını mı verdin?”


“Merak etme,” dedi gülümseyerek. “Erkekliğimde bir
leen

sorun yok.”
Ah, bundan ötürü endişelenmiyordum. Sadece komik
ath

bulmuştum.
“Peki ne iş yapıyorsun?” diye tekrarladım sorumu.
K

Koyu renkli gözleri neşeyle parlıyordu. “Sana göz kulak


oluyorum.”
Evimin kapısını açarken, utançtan yüzüm yanıyordu.
Poindexter, merdivenlerin tepesindeki yerinden aşağıya
baktı. Anlaşılan nöbet tutuyordu ya da anahtarımın kilide
girdiğini duyduktan sonra yataktan zar zor çıkmıştı.

ak
Onu aceleyle mutfağa-çağırıp arka kapıdan dışan çıkart­

lam
tım. Zavallı hayvan avlunun kenarına kadar geldi, sonra da
tek adım atmadı.

aka
O anda tepemizde bir uçağın motor sesi duyuldu. Poin-
dexter her şeyi havalandırarak, hızla bahçeye çıktı ve bir

ıY
deli misali gökyüzüne havlayarak ileri geri koşturdu.
Omzuma değen el yüzünden korkudan sıçrayarak çığlık
attım. gın
“Affedersin.” Bay Otuz Altı Numara’nın tok sesi, baltalı bir
usa
katilin saldırısına uğramayacağımın garantisini vermişti ama
yakınlığı, kalp atışlarımı yavaşlatmaya yardımcı olmuyordu.
ökk

“Ödümü patlattın,” dedim biraz mesafeli durarak.


Bay Otuz Altı Numara sırıtarak, “Kapıyı çaldım ama ce­
-G

vap vermedin,” dedi. “Bir yerlerde bayılmadığından emin


olmam gerekiyordu.”
ng

Yutkunmaya çalıştıysam da bu imkânsızdı. Ben onu sey­


rederken, adam minik mutfağıma girmiş, her ayrıntıyı ez­
Lo

berlemeye çalışıyormuşçasma etrafı inceliyordu.


“Hoşmuş,” dedi Bay Otuz Altı Numara, kahve maki­
leen

nesine doğru başını sallayarak. “Kahve içmiyorsun sanı­


yordum.”
ath

“İçmiyorum.” Kulağa inandırıcı gelen bir bahane bul­


mak için beynimi zorladım. “Makine şey için var... şey...
K

misafir!” Gülümseyerek başımı salladım ve “Misafir,” diye


tekrarladım. “İster misin?”
Bay Ötuz Altı Numara yavaşça başını olumsuz anlamda
salladı. Gözleri benimkilere kilitlenmişti ve bakışlarındaki
yoğunluk yanaklarımın alev alev yanmasına neden oluyor­
du. Gözlerindeki ifade açık ve netti.

ak
Uydurduğum şeyin tek kelimesine bile inanmamıştı.

lam
Bakışlarını benden almadan önce dudağının kenarı kıv­
rıldı, ardından arka kapıya baktı. Poindexter ileri geri koş­

aka
maya devam ediyor, coşkuyla havlıyordu.
Çenesine dokundu. “Hepimiz köpeğinden bir iki şey öğ­

ıY
renebiliriz.”
Kollarımızın birbirine değmediğinden emin olarak yanı­
na yaklaşıp, “Ne gibi?” diye sordum. “Hedefimizi yüksek
tutmak gibi mi?” gın
Bay Otuz Altı Numara başını iki yana sallayarak sorgu­
usa
layan gözlerle yüzüme baktı. “Başkalarının ne düşündüğü­
ökk

nü umursamamasından bahsediyorum.”
Ben mi uyduruyordum, yoksa adam olmayan saçtmı
-G

gözleriyle ölçüyor muydu?


“En azından kendine karşı dürüst,” diye de ekledi.
“O bir köpek.”
ng

Bay Otuz Altı Numara hızla omuz silkerek, “Fark et­


mez,” diye karşılık verdi. “Hayata çoğumuzdan daha iyi
Lo

tutunuyor!”
“Ne iş yapıyorsun sen?” diye tekrar sordum.
leen

“Köpeğinle ilgileniyorum.” Bay Otuz Altı Numara kapıyı


açarak ıslık çaldı. Poindexter koşarak içeri girdi, tiz bir ses çı­
ath

kararak durdu ve Bay Otuz Altı Numara’nın emriyle oturdu.


Sanki yıllardır bunu yapıyormuş gibi doğal davranıyorlardı.
K

Tokalaşmak için patisini kaldırdığında, gözlerimi devi­


rip Poindexter’ın mama kabına doğru ilerledim. “Eşyalarını
toplayayım. Yardımın için tekrar teşekkürler.”
^ular bunun içindir.”
Başımı iki yana sallayıp, “Sana borçluyum,” diyerek
kaşlanmı çattım. Hesapta bir yanlışlık vardı. “Hatta sana

ak
iki borcum var, belki de üç.”

lam
Poindexter’ın eşyalarını kucağına alıp ilerlerken, hafifçe
kulağıma eğilip, “Bir liste çıkarırım, Bayan Otuz İki Nu­

aka
mara,” dedi.
“Çıkarlarının olmadığını sanıyordum,” diye seslendim

ıY
arkasından. Köpeğimle beraber kaldırım boyunca uzaklaş­
masını izlerken, kalbim deli gibi atıyordu.
“Fikrimi değiştirmiş olabilirim,” diye cevap verdi.
gın
Yavaşlamamasına ya da arkasını dönmemesine rağıjıen,
gülümsediğine adım gibi emindim.
usa
ökk

Gecenin ilerleyen saatlerinde Ashley’yi eve bırakmak için


-G

yola çıkmıştık. Diane ve David, kızlarının kendi yatağında


yatması gerektiğine karar vermişlerdi. Poindexter da Bay
Otuz Altı Numara’nın bakımında olunca, Ashley’ye arka­
ng

daşlık edebileceğimi düşündüm.


Magnezyum sülfatı kesmelerine ve sancılar kontrol altı­
Lo

na alınıp ikinci bir ilaca hazır hale gelmesine rağmen, Da­


vid geceyi karısıyla birlikte hastanede geçirmek istemişti.
leen

“Bemie Teyze?”
Ashley’nin sesindeki ton gülümsememi sağlamıştı. Kız
ath

hâlâ ilk kelimelerini söylediği zamanki tonlamasına benzer


bir edayla konuşuyordu.
K

“Ne var?” Yüzündeki şaşkınlığı görebilmek için tam


vaktinda one baktım. Dizine vurarak, “Şaka yapıyordum,
ne oldu?” diye sordum.
“Markete gidebilir miyiz?
“Fasulye mi?” diye sordum, başımı iki yana sallayarak.
“Hı-hı.” Bir süre sessizce araç kapısını inceledi. “Evde

ak
kalmadığından eminim.”

lam
Son iki günün fasulye hak eden cinsten geçtiğini kabul
etmeliydim, eğer fasulye hak edilebiliyorsa.

aka
“Haydi, alalım,” dedim ve sinyal vererek şerit değiştirdim.
“Teşekkürler, Bemie Teyze.”

ıY
Fakat sözleri öten komanın içinde yok olmuştu. Başka
bir sürücü, sinyal vermeden benimle aynı anda, aynı şeride
atlamaya çalışmıştı.
gın
Adama orta parmağımı kaldırıp, “Aferin sana hayvan
herif!” diye bağırdım arkasından.
usa
Yanımda oturan Ashley, kıkırdadı.
ökk

Kahretsin.
“Kurusa bakma, hayatım.”
-G

Ashley omuz silkerek, “Mühim değil,” diye karşılık verdi.


Aniden bu durumdan çıkarılabilecek bir ders olduğunu
fark ettim.
ng

Duruma akılcı yaklaşmaya çalışarak, “Dinle,” dedim.


“Küfür etmek ya da başkalarına el hareketi çekmenin doğru
Lo

olduğunu söylemiyorum. Ancak az önce olan şey, kendimi


ifade etmenin güzel bir örneğiydi.”
leen

Ashley’ye gözucuyla baktım. Ödülüm, kızın yüzündeki söy­


lediklerime inanmayan gülümsemeydi. Bana ‘Yetişkinler çok
ath

aptal’diyen bir ifadeyle bakıyordu. “Ona haddini bildirdin.”


“Ufak bir detay.” Düşünce zincirimi kaybetmek istemeye­
K

rek başımı iki yana salladım. Asıl sayıyı şimdi yapmak isti­
yordum. “Mesela seni ve fasulyeleri ele alalım. Eğer kendini
daha fazla ifade edersen, daha az fasulyeye ihtiyaç duyarsın.”
“Ama fasulye benim için iyi,” diye cevap verdi Ashley.
“Teoride öyle.” Markete dönmeden önce ortalıktaki do­

ak
landırıcıları kontrol etmek için sağa sola bakındım. “Ancak

lam
duygularını bastırmak iyi değildir.”
“Annemin babama ‘Defol git’ demesi gibi mi?”
Şaşırmıştım. Çocuğa iyi örnekler veremiyor olabilirdim

aka
belki ama başımı sallayarak onu onayladım. “Aynen onun
gibi. Sadece kendini ifade ederken küftir etmek zorunda de­

ıY
ğilsin, o kadar.”
Kısa bir süre sonra arabayı bir park alanına çektim. Vite­
gın
si park konumuna getirip kontağı kapattım.
Ashley kapı koluna parmaklarını dolarken, “Sadece
usa
duygularımı bastırmayı kesmem gerek yani?” diye teyit
edercesine sordu.
ökk

“Evet,” dedim omuz silkerek. “Bu kadar basit, anlaştık mı?”


“Anlaştık.” Çenesiyle marketi göstererek, “Fasulye?”
-G

diye sordu.
“Fasulye,” diye cevap verdim. O konserve reyonlarına,
ng

ben de şeker reyonlarına dönünceye dek markete kadar pe­


şinden ilerledim.
Lo

Fasulye.
Kendini ifade etmesi gerektiği fikrini yeni kavramış olsa
leen

da bir şey netti.


En azından sağlıklı besleniyordu.
ath
K

“Hiçbir şey bir anıyı unutma arzusu kadar güçlü değildir .”


-Michel de Montaigne
OfiSeÂMzinti($öÛem/

ak
lam
aka
"UMJMĞ JMLBÜKOM ŞREVJR PCTEH MBLMGÜLÜE M AM

ıY
VLREVJR PCTEH JMGMBAMLÜPÜE . "

-F0ERB ZÜREZRŞMMEP

gın
P
azar günü, beklediğim fırsatların birini getirmişti. Ye­
usa
ğenimin ilk doğum günü.
Bay Otuz Altı Numara’dan Poindexter’ı alıp, sadık dos­
ökk

tumu oraya iki sebepten ötürü sürükledim.


İlki, yüzleşme sanatı hakkında bir iki şey öğrenebilirdi.
-G

İkincisi, köpek kuzeni Buster hem itaat okulunu birinci­


likle bitirmiş hem de bunu kanıtlayacak sertifikayla tişörte
sahipti.
ng

Her zamanki gibi geç kalıp, arabanın frenlerini öttürerek


Lo

durdum. Elizabeth’in hediyesini kaptığım gibi tek hareketle


arabadan çıktım.
leen

Arka kapıyı açtım ama Poindexter, hiç kıpırdamadan


oturduğu yerden bana baktı.
ath

Elimi eve doğru sallayıp, “Haydi, gidelim,” dedim.


Gerçekten başını iki yana salladığını söyleyemezdim
K

belki ama eve gitme fikriyle ilgilenmediğini belli eden çok


net bir hareket yapmıştı.
Daha önce birkaç sebepten ötürü geceyi burada geçir­
mek zorunda kalmıştı. Nasıl bir travmaya maruz kaldı,
düşünmeden edemiyordum. Gerçi Poindexter için en ufak

ak
yüksek ses bile travma nedeniydi.
Çantamın içine uzanıp yanımda getirdiğim köpek bis­

lam
küvilerinden çıkarttım. Bay Otuz Altı Numara, evimde bu
bebeklerden olduğunu öğrendikten sonra köpeğimin elimde

aka
oyuncak olacağının teminatını vermişti.
Kırmızı, yapışkan, hangi geometrik şekilde olduğunu

ıY
bilmediğim minik biftek kokulu bisküviyi elime aldım.
Poindexter tek kaşını kaldırarak bana baktı.
Kesin lanetlenecektim. gın
Bisküviyi burnunun önünde salladım. Evi işaret edip en
usa
otoriter ses tonumu takınarak, “Eve. Şimdi!” diye komut
verdim.
ökk

Poindexter arabadan inip hızla girişteki merdivenlere


-G

koştu.
Şaşkınlığımı saklamak için elimden geleni yaptım. Çün­
kü şimdi sevinmek, ilerleyen günlerdeki komutlann başarı­
ng

sına bir şey katmıyordu.


Poindexter’a bisküvisini verdikten sonra zile bastım.
Lo

Kapıyı iç an anneme uzanıp, yanağına öpücük kon­


durdum.
leen

Gülümseyerek, “Hayvanat bahçesine hoş geldin,” diye


karşıladı beni. Ancak gözlerindeki ışıltı, bana mutluluktan
ath

uçtuğunu anlatmaya yetmişti.


Bir ev dolusu çocuk istemiş olsa da Mark’ın ilk eşinden
K

hiç çocuğu olmamıştı. Kendinden neredeyse on yaş küçük


olan Jenny’yle evlendiğindeyse, daha ilk yıldan baba ol­
muştu.
Elizabeth de çocuklarının en ufağıydı.
Doğum günü kızını, tatlıdan delirmiş çocukların olduğu
masanın ilgi odağı olduğu yüksek sandalyesinde otururken

ak
buldum. Mark pastanın tek mumunu yakma işiyle uğraşsa

lam
da bana çenesiyle selam verebilmişti.
“Bemie.”

aka
“Mark.”
Aramızdaki soğukluk partinin büyük bir kısmını kaçır­

ıY
dığımdan mı, yoksa her zamanki soğukluğumuz mu emin
olamadım.
gın
Buster’ın burnu dizime değince ben de farkında olma­
dan eğilip köpeğin başını okşadım. Parmaklarım sert bir
usa
plastiği hissedince, kaşlarımı çatarak diz çöktüm.
Köpek, eğer yanılmıyorsam Fransız Bisiklet Turu’nda
ökk

giyilen yüksek teknolojik kaskları andıran, parlak mavi bir


başlık giyiyordu.
-G

“Buster’ın nesi var?”


“Bir şeyi yok,” dedi Jenny, elinde ikinci bir başlıkla hız­
ng

la odaya girerek.
Jenny’nin, hayatını nasıl sürdürdüğünü hiç merak etme­
Lo

miştim. Parti boyunca koşuşturması, çocuklarla, yetişkin­


lerle, yemek ve öfke nöbetleriyle başa çıkabilmesini izler­
leen

ken ben yorulmuştum.


Annem her zaman insanların uyum sağlayabileceğini
ath

söylerdi.
Eğer durum buysa, ben de mıymıntı biri olmaya çok da
K

güzel alışmıştım.
Fakat Jenny öyle değildi.
Yanaklarına can gelmiş, gözleri her zamanki hisle parıl­
dıyordu. Hayat doluydu o.
“Nöbet falan mı geçiriyor?” diye sordum. Beynim, za­
vallı Buster’ın neden bir başlık giymek zorunda kaldığını

ak
anlamak için çalışıp duruyordu.

lam
“Hayır,” dedi Jenny, gözlerinde apaçık korku olan
Poindexter’a doğru ilerleyerek.

aka
Sesim birkaç oktav yükselerek, “Ne yapıyorsun sen?”
diye sordum.

ıY
“Bu onun iyiliği için.”
Tam da o an, Elizabeth’in elindeki alıştırma bardağı,
gın
kızm elinden kayarak, Buster’ın başına çarptı. Başlık ol­
masaydı, içi süt dolu bardak eminim canını çok yakacaktı.
usa
Başlık olunca, köpek yalvarmaya devam etmeden önce sa­
dece gözünü kırpmıştı.
ökk

Poindexter’a bakıp omuz silktim. “Bulunduğumuz yer


bunu gerektiriyor, dostum.”
-G

Jenny, turuncu renkli bir başlığı köpeğin kafasına geçi­


rirken, Poindexter’ın büyük, kahverengi gözlerindeki ifade
ng

içimi acıtmıştı.
Ona doğru eğilerek kulağına, “Bunu telafi edeceğim,”
Lo

diye fısıldadım.
Beş dilim pastayı midesine indirdiğinde, tüm bu başlık
leen

sorununu aşmıştı.
Ben ise parti etkinliklerinden biraz uzaklaşmayı seçe­
ath

rek, ikinci dilimimden sonra yemeyi bıraktım. Bir kalça­


mı mutfak tezgâhına yaslayarak, dikkatimi parti masa­
K

sından çekip dışarıdaki güzel öğleden sonra manzarasını


verdim.
Parti devam ederken Mark’la yüzleşme konusundan
kendimi caydırmaya çalıştım ama bu bir yalandan ibaretti.
İşin aslı, onu köşeye sıkıştırmak için yalnız kalmasını
dört gözle bekliyordum. Sorun ise adamın etrafı on beş ço­

ak
cuk, Jenny, annem ve başlık giymiş iki köpekle sarılmışken

lam
bunu nasıl başaracağımla başlıyordu.
Şansıma misafirler, yorgun düşmüş domino taşlan gibi

aka
birer birer devrilmeye başladı. Doğum günü pastası, fıstık
ezmesi ve sandviçler yüzünden şişen davetliler, kanlarında

ıY
değişen şeker seviyesi yüzünden artık pes etmişlerdi.
Her bir çocuk, şüphesiz bir sonraki partiyi iple çeken
gın
anne babalarıyla kibar birer gülümsemeyle evden aynldı.
Jenny, üzerinde parti elbisesi olan Elizabeth’i üst kata
usa
taşırken, hamlemi gerçekleştirdim.
Annem, parti dağınıklığını temizlemek için mutfağa,
ökk

Jenny’ye yardım etmeye gitmişti. Benim de aynı şeyi yap­


-G

mam gerekirken, ben Mark’ı çölde yalağa doğru ilerleyen


bir aslan gibi takip ederek, arka bahçeye ve sıcaklığı dinen
güneşin altına çıktım.
ng

Son misafir de gider gitmez, buzdolabından bir bira


kapmıştı. Birasından büyük bir yudum aldıktan sonra bana
Lo

döndü ve kaşlan çatıldı. Şişesini indirip dudağını büktü.


“Dökül bakalım,” dedi hızlıca omuz silkip, sinirli ifade­
leen

siyle bana meydan okuyarak.


Ne dediğini adım gibi bilsem de, “Ne demek oluyor bu
ath

şimdi?” diye sordum.


“Eve girdiğinden beri kıvranıp duruyorsun demek. Kıv­
K

ranış sebebinin de köpeğinin giydiği başlık olmadığını dü­


şünüyorum.”
Gözümü güneşten korumak için elimi kaldırarak ona
baktım. “Biraz fazla kaçtığını kabul etmek zorundasın.”
“Çok uzun bir gündü. Sadede gel, Bemie.”

ak
Konuşma tarzı beni sinirlendirmişti. Durum karşısındaki
tutumu beni sinirlendirmişti. Şu an aldığı nefes bile beni

lam
sinirlendirmeye yetiyordu.
Birbirimizle kardc ;. kardeş geçinemediğimiz bunca yıl

aka
kaybettiğimiz şey bu muydu? Kardeş bağımızı güçlendirecek
fırsatları kaçırdığım için pişmanlık duyduğum zamanlar, ayrı

ıY
yaşadığımız için şükretmem gereken zamanlardı belki de.
Görünüşe göre ikimiz de akrabalıktan nasibimizi alma­
mıştık. gın
“Neden hâlâ yapmadın?” diye sordum, bir elimi şiddetle
usa
havada sallayarak.
“Neyi?” diye karşılık verdi Mark, ardından gözlerini kı­
ökk

sıp bira şişesini dudaklarına götürdü.


-G

“Ne olduğunu çok iyi biliyorsun.” Bir hamle daha yapa­


rak, “Neden anneme gidip bir tane ceket almıyorsun?” diye
sordum.
ng

Mark tüm yüzüne yayılan bir şaşkınlıkla gözlerini kırptı.


Ne söylememi bekliyordu ki? Annemi üzdüğünün far­
Lo

kında olduğuna emindim. Babamın dolabına birlikte baktı­


ğımız günden ben üzüyordu onu.
leen

“Dalga mı geçiyorsun?” Hamle sırası Mark’a gelmişti.


“Bu yüzden mi bana bu kadar sinirlisin?”
ath

Başımı sallayarak, “Annemi üzdüğünün farkında değil


misin?” diye sordum. “Neden yapmıyorsun? Babamın ce­
K

ketlerini istemiyor musun?”


Tekrar gözlerini kırptı. “İstiyorum, ben... sadece...”
“Korktun mu?” Yüz ifadesinden mayınlı bölgeye adım
attığımı söyleyebilirdim. “Korktuğuna inanamıyorum.”
Mark kaşlarını çatarak derin bir nefes aldı, ardından ya­
vaşça aldığı nefesi verdi.

ak
Bu numarayı biliyordum. Ah, bu numaranın patenti bile

lam
bana aitti.
Kardeşim düşünmek için vakit kazanmaya çalışıyordu.

aka
Ona bu şansı...
“Hiç durup annemi üzecek tonla şey yaptığını düşünme­

ıY
din mi?” diye sordu.
Söyledikleri beni şaşırtınca, bu sefer gözlerini kırpıştı­
gın
ran ben oldum. “Annemi mi üzüyormuşum? Ben anneme
yardım ediyorum.”
usa
“Nasıl?” Dudağının bir kenarı ukala bir tavırla kıvrılın­
ca, yüzüne bir yumruk indirme isteğimi zor bastırdım. “Bo­
ökk

şanarak, işini kaybederek ya da kısa saçlı, çizme giyen yeni


görünüşünle mi yardım ediyorsun ona?” diye sordu önce
-G

saçıma, sonra da ayaklarıma bakıp.


“En azından onun yanındayım,” diyerek sırtımı doğrult­
ng

tum. Sesim en az üç oktav yükselmişti.


“Öyle misin?” diye sordu Mark, kahkaha atacak kadar
Lo

yüzsüzdü. “En son evine gittiğimde ortalıklarda görünmü­


yordun.”
leen

“Ah, ne zamanmış o?” diye sordum. “Babamın ceketle­


rini düzenlemek için anneme yardım etmeye karar verdiğin
ath

gün mü?”
“Kesin şunu!”
K

Bu sefer hem Mark hem de ben şaşkınlıkla gözlerimizi


kırpıştırdık.
“İkiniz de!” Annemin sesi ilk kez bu kadar sinirli ve kes­
kin geliyordu kulağıma.
Birlikte ondan yana döndük. Sinirden kıpkırmızı kesil­
miş yanaklarını görünce, aniden içimi bir utanç kapladı.

ak
Bedeninden çıkan ses çok heybetli olsa da aslında çok ufak

lam
görünüyordu. Çok, çok ufak.
Ayrıca yeğenimin birinci yaş gününde erkek kardeşimin

aka
arka bahçesinde kavga etmek, hiçbir şeyi düzeltmiyordu.
Özür dilemeliydim. Biliyordum, ama yapmadım. Bi­

ıY
lakis, sanki hâlâ baba evimizdeymişiz gibi başparmağımı
Mark’a doğrulttum.
gın
“Onun hatası. Babamın artık aramızda olmadığını ka-
bullenebilse, hepimiz hayata devam edebiliriz.”
usa
Annemin gözlerinden yaşlar boşanacağını hiç bekle­
mezdim.
ökk

“Aferin sana,” diye mırıldandı Mark.


Kalbim göğsüme sığmıyor, suçluluk duygusu bedenimi
-G

sarıp yüreğimi sıkıştırıyordu. “Anne, özür dilerim...”


Bir elini kaldırıp beni susturarak mutfağa ilerlemek için
ng

arkasını döndü. Kapıda görünen Jenny, annemin yolunu


kesti. Bir elini annemin sırtına koyarak onu uzaklaştırdı.
Lo

“Aferin sana,” diye tekrarladı sözlerini Mark.


Hem kendime hem de Mark’a kızarak öfkeyle başımı iki
leen

yana salladım. “Kapa çeneni,” diye bağırdım. Olabildiğince


hızlı bir şekilde bahçeyi geçtim, içeri girip Poindexter’ın
ath

başından başlığı çıkarttım ve kapıya doğru ilerledim.


Veda etmek, özür dilemek ya da kafamı duvarlara vur­
K

mak için bile durmadım.


Öylesi bir anda yapılan tüm hareketlerin kabul edilebilir
olduğundan oldukça emindim.
Vme (}e eve giderken Verdimi perişar ’ ’ ’iyordu
İşe gitmeden önce Poındexter’ı eve bırakmam gereki­
yordu. Ancak mahalleye vardığımda arabalar sokağa sıra­

ak
lanmıştı ve Bay Otuz Altı Numara’nın pencerelerinden eğ­

lam
lenceli bir hava yükseliyordu.
Şaşkınlık içinde durup parlak güneşin altında çalıdan

aka
eteklerini sallayan, Hawaii gömleği giymiş yaşlı kadınların
dans ederek eve girişini izledim. Hava, kışın son ayları için

ıY
nispeten serindi. Ancak kadınların yüzlerindeki gülümse­
meye bakınca, kendimi tropik bir tatildeymişim gibi his­
settim.
gın
Çekinmeden yaşadıkları eğlence yüzlerindeki ifadeyi
usa
aydınlatmışken, ben her seferinde kendimi geri çekmeyi ne
zamar. öğrenmiştim diye sorguluyordum.
ökk

“Arkadaşın nasıl oldu?”


Bay Otuz Altı Numara’nm sesi o kadar yakından geli­
-G

yordu ki korkudan sıçradım. Neydi bu adam? Batman mi?


“Daha iyi,” diye cevap verdim. “Poindexter’la ilgilendi­
ğin için tekrar teşekkür ederim.”
ng

Ona doğru döndün. Kulağının arkasına sıkıştırdığı şef­


Lo

tali renkli sümbülüyle ne kadar yakışıklı göründüğüne ta­


kıldı bir an gözlerim. Çok az erkek böyle bir görüntünün
leen

altından kalkabilirdi. Ya Bay Otuz Altı Numara? Adamın


üzerine geçirdiği her şeyin, ona yakıştığını artık anlamaya
ath

başlamıştım.
“Senin partin mi?” diye sordum.
K

Gülümseyişi daha da genişleyerek, “Annemin,” diye


yanıtladı. Bay Otuz Altı Numara’yı daha önce hiç mutsuz
görüp görmediğimi düşündüm. “Ben sadece ev sahibiyim.”
Partiye bakıp iç çekerek, “İyi bir evlatsın,” dedim.
“O da harika bir annedir.”

ak
“Onun doğum günü mü?”

lam
Yanımda durup başını salladı. “Seksen yaşına girdi.”
Yüreğim burkuldu. Eğer birazcık daha yaşamış olsaydı,

aka
sekseninci yaş günü için bir parti düzenlemeyi babam da
isterdi.

ıY
Bay Otuz Altı Numara hafifçe dirseğime dokununca,
elektrik çarpmış gibi kendime geldim. “Sana da bir bardak
kokteyl ayırdım.”
gın
îçimden gerçekten üzerime hasır bir etek geçirip gece
boyunca dans etmek geçse de Bay Otuz Altı Numara’dan
usa
ve partisinden uzaklaşarak evime döndüm. Ancak akşama
ökk

yerel hokey liginin maçı vardı ve büfeyi işletmem gereki­


yordu.
-G

İyi ki de gerekiyordu. Aksi halde evde oturup Mark’ın


evinde ne kadar berbat davrandığımı düşünmek zorunda
kalacaktım.
ng

Canlı bir sesle konuşmaya kendimi zorlayarak, “Çalış­


Lo

mam gerekiyor,” dedim. “Size iyi eğlenceler.”


Bay .Otuz Altı Numara iri iri açtığı gözleriyle, “Bir bar­
dak kahveye ne dersin o zaman?” diye sordu imalı bir ta­
leen

vırla.
Sırıtıp yavaşça başımı iki yana sallayarak, “O şeye ha­
ath

yatta dokunmam,” diye karşılık verdim.


K

Annesinin misafirlerine dönerken, gülümseyerek, “Hep


aynı bahane, Bayan Otuz İki Numara,” dedi. “Hep aynı ba­
hane.”
Buz pistine vardığımda, Mark’ın evinde yaşananları tekrar
tekrar düşünüp kaşlarımı çatmaktan alnım acıyordu.

ak
David ortalıklarda görünmezken, oyuncular ve aileleri

lam
park alanını doldurmaya başlamışlardı.
Ashley büfede oturmuş, köpük bardağından sıcak çiko­

aka
lata içiyordu.
“Baban nerede?” diye sordum.

ıY
Burnunu buruşturarak, “Ne oldu sana?” diye karşılık
verdi.
gın
Moralimin bozuk olduğu o kadar mı çok belliydi? So­
rusuyla ilgilenmiyormuşum gibi elimi sallayarak, “Hiçbir
usa
şey,” diye cevap verdim.
Ashley düzgün bir şekilde çizilmiş soluk renkli kaşını
ökk

havaya kaldırarak, “Duygularını bastırıyor gibi konuşuyor­


sun,” dedi kurnazca.
-G

Gülmeden edemedim. Ergenlik dönemlerinde edinilen


yeni bilginin ne kadar tehlikeli olabileceğini unutmuşum.
ng

“Kardeşimle biraz tartıştık,” diyerek omuz silktim. An­


cak annemi ağlattığımı ve Ashley yaşında birinin yapacağı
Lo

bir hareketle evden ayrıldığımı söylemedim. “Baban nere­


de?” diye sordum bir kez daha.
leen

Yavaşça nefes aldı, içeceğini etkileyici bir edayla yu­


dumladı ve parlak saçlarını sağa sola dalgalandırarak başını
ath

iki yana salladı. “İnanmayacaksın ama aşağıdaki alışveriş


merkezinde indirim varmış. Pist kapanmadan geri dönece­
K

ğini söyledi.”
Sandalyelerden birine devrildim.
Alışveriş merkezinde indirim ve David?
Yüzümü ekşittim.
Ashley, bilmiyorum der gibi ellerini havaya kaldırarak,

ak
“Ya annemin enerjisi ona geçti ya da annem hastanedeyken,
onun şöhretini korumaya çalışıyor herhalde,” diye devam

lam
etti.
“Bugün annenle görüştün mü?” diye sordum.

aka
Ahley başını sallayarak, “Bütün öğleden sonra ora­
daydım,” diye cevap verdi. Yüzündeki ifade aydınlanmış,

ıY
gözleri dans eder olmuştu. “Sanırım yarın taburcu olacak.
Harika bir konuşma yaptık.” Ardından omuz silkti. “Muh­
gın
temelen aldığı ilaçlar onu daha iyi biri yaptı.”
Oysa daha çok, hissettiği korku sayesinde takdir etmesi
usa
gerektiği şeylerin farkına varmış gibiydi.
Ashley’nin saçlarını sevecenlikle karıştırmak için Uzan­
ökk

mıştım ki kız bir uzman gibi kenara kaçıp elimi yakaladı.


-G

“Saçımı böyle yapabilmek için ne kadar çok uğraştım bili­


yor musun sen?”
Kendime hâkim olamayarak bir kahkaha patlattım. “Sa­
ng

dece reflekslerini kontrol ediyordum.”


Kırk beş dakika sonra pistin buzu, oyunun ilk iki seti
Lo

yüzünden enkaza dönüşmüştü. Ben de o kadar çok çikolata


parçacıklı kurabiye yemiştim ki patlayacağımı sandım. Ne
leen

kadar süredir boşluğa baktığımı bilmezken, Ashley bir kö­


şeden çıkıp beni korkutarak çığlık atmama sebep olmuştu.
ath

Hain, iyi şeyler düşünmediğini belli eden bir sırıtışla


bana baktı.
K

“Benimle birlikte buz düzeltme aracına binmek ister mi­


sin?” diye sordu. Sesinin tonundaki değişiklik tüm mekânı
sarmıştı.
Buz düzeltme aracı.
Pistte çalışmaya başladığım ilk günlerden beri buz dü­
zeltme aracının muhabbetinden kurnazlıkla kaçınmıştım.

ak
Aynı konuya geri dönmek gibi bir niyetim yoktu.

lam
“Hayır,” diye yanıt verdim sert bir ifadeyle, çoktan te­
mizlenmiş tezgâhı silmek için arkamı döndüm.

aka
“Sana öğretebilirim, Bemie Teyze.” Kısa bir sessizlik
oldu. “Lütfen?”

ıY
Ashley’nin babasıyla çok fazla vakit geçirmiş olaca­
ğım ki, “Bana mı öğreteceksin?” diye kıza kızgınlıkla
baktım. gın
Sorumdan cesaret almış gibi görünen Ashley, başın1 sal­
usa
ladı. “Bunu yapmak istediğini sen de biliyorsun. Korkula­
rınla yüzleşme işlerine ne oldu?”
ökk

Darmaduman olacaklarını bile bile elimi saçlarımın ara­


sından geçirdim.
-G

Korkularımla yüzleşmek.
Ashley haklıydı.
ng

“Kim kullanacak peki, sen mi ben mi?”


“Ben,” dedi Ashley göğsüne vurarak. “Sen de benimle
Lo

birlikte sürebilirsin. Sana tüm adımlan gösteririm.”


“Büfe ne olacak?”
leen

“On dakikaya döneceğimizi yazarız.” Hissettiği bariz


heyecan gözlerinde parıldıyordu. Madem çocuk bana ölüm
ath

makinesini öğretmeye bu kadar hevesliydi, nasıl hayır di­


yebilirdim ki?
K

Dudaklarımı birbirine bastırıp, o tek kelimeyi söylemek


için kendimi zorladım. “Tamam.”
Ashley ellerini çırpıp tek topuğunun üzerinde dönerek,
“Haydi gidelim,” dedi.
Büfenin tezgâhına bırakılacak notu hızla bir kâğıda ka­

ak
raladım. Midemde dönen korkutucu sakinlikle Ashley’nin
peşinden gittim.

lam
Babam her zaman her şeyi yapabileceğimi söylerdi,
özellikle de başka insanlann nasıl yapıldığını bildiği bir

aka
şeyi. Ölümcül buz düzeltme aracını kullanmak da kesinlik­
le bu sınıflandırmaya giriyordu.

ıY
Muhtemelen binlerce kişi buz düzeltme aracının nasıl
kullanılacağını biliyordur, değil mi? Ayrıca basın, çok sık
gın
buz düzeltme aracı yüzünden yaşanan ölüm haberi yayınla­
mıyordu. Yani, hayatta kalabilirdim.
usa
Ancak birkaç dakika sonra koca makine buzun üzerin­
de yavaşça ilerleyip pistin soğuk havası yüzüme vururken,
ökk

keşke içine kusabileceğim bir torbam olsaydı diyordum.


Dondurucu soğukluktaki sentetik kumaşlı koltukta Ash­
-G

ley’nin yanına oturana kadar makineden ölesiye korktuğu­


mu fark etmemiştim.
Ölesiye korkmak yetersiz kalırdı. Korkudan taş kesil­
ng

miştim.
Lo

Pistte sakin bir şarkı çalıyor, Ashley belirli bir rotayı ta­
kip ederek, “Sence de kolay, değil mi?” diye çığlık atıp,
buzda manevralar yapıyordu.
leen

“Çocuk oyuncağı,” diye yalan söyledim dişlerimi sıkarak.


“Kullanmak ister misin?” diye sordu.
ath

Başımı ağır ağır iki yana sallasam da artık her şey için çok
geçti. Ashley direksiyonu bırakıp koltuğun üzerine çıktı.
K

Pistin tam ortasında takım kabinlerinden birine doğru


ilerliyorduk. Mağara adamların maskotu, ağır ağır üzerle­
rine gelen buz düzeltme aracına bakıyordu. Yumruklarını
tüyle kaplı kalçalarına koyup, mükemmel kaşlarını çattı.
Ashley’nin bir şeyler planladığını anlamalıydım.
Aracın üzerinde dengesini sağlayarak göğsünü şişirdi.

ak
Bir daha kendimi ispat etmek için bir sandalyeye otur­

lam
madan önce Ashley’nin uyguladığı bu taktikleri hatırlata­
caktım kendime.

aka
Ölüm makinesini durdurmaya çalışarak deli gibi kontrol
düğmelerini incelerken, Ashley harekete geçti.

ıY
Çalan sakin şarkının sustuğu an Ashley, “Hey, aptal he­
rif!” diye seslendi.
İnsanların şaşkınlıktan soluksuz kalmaları, tüm pistte
gın
duyuldu. Bahsi geçen aptal olduğunu fark eden mağara ada­
mı, doğruldu. Ashley gururla çocuğa el hareketi çekerken,
usa
korkudan sindim.
“Kaşların ve senin hakkında ne düşünüyorum biliyor
ökk

musun? İkisi de benim gö...”


-G

Ashley’nin son düşüncelerini, buz düzeltme aracının


komasıyla bastırdım. Ashley gururlu bir ifadeyle koltuğa
çöktü.
ng

İşte o an, üç şeyin farkına vardım.


Birincisi, ölüm makinesini kullanmakta gerçekten yete­
Lo

nekliydim.
İkincisi, görünüşe bakılırsa Ashley duygularını bastırma
leen

sorununun üstesinden gelmişti.


Üçüncüsü, Diane ve David beni boğazlayacaklardı.
ath
K

Ertesi gün Diane’in hastanede yattığı odaya girdiğimde,


gülmesine engel olmak için dudağını ısıran Diane, “Çok
komik,” dedi. “El hareketinin nasıl çekileceğini kızıma öğ­
reten ben olurum diye düşünürdüm hep.”
Şaşırdım.

ak
“Biliyor musun, bütün pistin önünde insanlara el hareke­
ti çekmesine sinirli olmadığımı fark ettim,” diye sözlerine

lam
devam etti Diane.
“Hayır?” dedim şaşkınlıkla elimdeki çantayı yere düşü­

aka
rerek, uzanıp Diane’i alnından öptüm. Geceden toplanmış,
gitmek için hazır olan çantası da gözümden kaçmadı.

ıY
Diane başını iki yana sallayarak, “Kaçırdığıma gerçek­
ten sinirlendim,” dedi.
gın
Ne demem gerektiğini bilemeyerek gözlerimi kıstım.
Diane’in gözlerinde hüzün belirdi. “Madem biri kızıma
usa
kaba el hareketleri yapması için cesaret verecekti, o ben ol­
malıydım.”
ökk

Tek kaşımı kaldırdım ve bu sefer, gerçekten işe yaradı.


-G

Şaşırmak ya da ne demek isterseniz onu diyin ama Diane’in


sözleri, sol kaşımın kalkmasına neden olmuştu.
“Onu ihmal ettim. Tüm dünyanın, kamımdaki bebeğin et­
ng

rafında dönmesine izin veremem,” dedi Diane sevecenlikle ha­


mile göbeğini okşayarak. “Ashley’yi geri kazanmam gerek.”
Lo

Yaşlı gözleriyle bana baktı.


“Onu hiç kaybetmedin ki,” dedim usulca, başımı iki
leen

yana sallayarak. “Bir saniyeliğine bile.”


Diane yüksek sesle burnunu çekerek, “Emin misin?”
ath

diye sordu.
Emin miydim? “Elbette. Sen onun annesisin. Bunu hiç
K

kimse değiştiremez. Kendini ifade etmesini öğretmek için


zıvanadan çıkmış Bemie Teyze bile.”
Diane, “Ben de çanta konusunda biraz kontrolden çık­
tım,” diyerek yüzünü buruşturdu.
Omuz silktim. “Hormonlar yüzünden.”
Kapıya vurulunca, Dr. Platt’ın son bir ziyarete geleceği­

ak
ni hayal ederek, gerildim. Ancak Diane’in yüzü parlak bir

lam
gülümsemeyle aydınlanmıştı. Arkamı dönünce, David ile
Ashley’nin içeri girdiklerini gördüm.

aka
“Senin okulda olman gerekmiyor mu?” diye sorsa da,
Diane’in yüzünde Ashley’nin yanında olmasından keyif

ıY
duyan bir mutluluk ifadesi vardı.
“Önce sana bir şey getirmek istedik,” dedi David. Yü­
gın
zünde, Diane’le tanıştığı ilk akşamdan beri görmediğim
utangaç bir gülümsemeyle bakıyordu. Her ikisinin de yü­
usa
zündeki ifadeyi hatırlayabiliyordum. Ayrıca onlar için İşte
bu! ’ dediğimi de. Gerçekten de öyle olmuştu.
ökk

Ashley, Diane’e büyük bir kutu uzattı.


“Benim için mi?” Diane sorusunu sorarken çoktan kutu­
-G

nun üzerindeki kurdele ve ambalaja saldırmıştı bile.


Ambalaj yere düştü. Diane kutunun kapağını kaldırıp
ng

içinden bif çanta çıkarttı. O an yaşlı gözleri parıldayarak


şaşkınlıktan nefesi kesildi.
Lo

Elinde son derece şık, üzerine kalp deseni ve sahte el­


maslarla ‘sevgi’ yazısı işlenmiş süet bir bebek çantası tu­
leen

tuyordu.
Başkaları çanta için zevksizce süslenmiş ya da abartı­
ath

ya kaçmış diyebilirdi ama benim için gördüğüm en güzel


şeydi.
K

Ashley, on üç yıldır duyduğum sesinden daha yumuşak


bir tonda, “Babam seçti,” dedi. “Hem de kendisi seçti.”
Diane’in yanaklarından süzülen gözyaşları, gülümseyen
dudaklarını ıslatıyordu. “Çantalara bayılırım. Nasıl bildin?”
Yüzü mutluluktan parlayan David, karısının yanına gitti.
Önce bir yanağını, ardından diğerini silerek, “Sadece tah­

ak
min,” diye yanıt verdi.

lam
Ashley’yle birlikte sırıtmamızı gizlemek için soluk renk­
li fayans zemine eğdik başımızı. Dönüp David ve Diane’e

aka
baktığımızda, çiftimiz liseli âşıklar gibi öpüşüyordu.
Ashley bir eliyle ağzını kapayarak, “Midem bulanıyor,”

ıY
dese de beni kandıramazdı.
Çünkü gözleri umutla panldamıştı. Gerçek umutla. Uzun
gın
zamandır bulamadığı için korktuğu türden bir umutla.
David, “Hastaneye ilk yattığın günkü aptallığım için
usa
özür dilerim,” dedi Diane’e yavaşça. “Korkmuştum.”
Kolumu Ashley’nin boynuna dolayıp kızı kendime çek­
ökk

tim. Anne ve babasının birbirlerine duydukları sevgiyi böy-


-G

lesine açık yaşamalarını kaldıramıyor olacaktı ki tavana ba­


kıyordu. Ancak başını ne kadar yukan kaldırırsa kaldırsın,
dudaklarının kenarlarını kıvıran gülümsemesini saklayamı-
ng

yordu.
Tüm el ve ayak parmaklanma kadar yayılan bir sıcaklık­
Lo

la ısmdı bedenim.
Diane*in, David’in ve Ashley’nin arası düzelmişti. De­
leen

ğişikliği yaratabilmek bir krize sebep olmuştu, elbette, ama


amaç da bu değil miydi zaten?
ath

Kim bilir, belki de Diane’in kamındaki bebek ne yaptı­


ğının farkındaydı.
K

Dr. Platt’ı bir daha hiç görmedim. Ne vedalaşmaya geldi


ne de biz giderkbn doğumhanedeydi.
Hâlâ bir yanım, adamın robotu andıran dış görünüşü­
nün altında bir kalp taşıdığına dair bir işaret, bir çeşit itiraf
bekliyordu. Ne yazık ki Dr. Platt, beş yıl önce olumsuzluk

ak
içermeyen tek cümle kurmamıştı bana. Şimdi niye farklı
davransındı ki?

lam
Sonuçta hayat bir Hollywood filmi değildi. Tüm sonlar,
bir bitiş sağlamıyordu. Bazen aşağılık bir herif sadece aşa­

aka
ğılık bir herif, mucizelere inanmayan bir doktor da mucize­
lere inanmayan bir doktordan ibaret oluyordu.

ıY
David ve Ashley’nin, hemşirenin girişe kadar ittirdiği
Diane’in tekerlekli sandalyesinin hemen yanında ilerleyiş­
lerini seyrettim. gın
Dr. Platt mucizelere inanmıyor olabilirdi fakat ben ina­
usa
nıyordum.
Belki de önemli olan şey de buydu.
ökk
-G

“Hayat yalnızca geriye doğru anlaşılır ama ileriye doğru


yaşan m alıdır
-Soren Kierkegaard
ng
Lo
leen
ath
K
ak
Orv Q)oÂuzıvıcU' Ç&öûu?v

lam
aka
"ŞREÖRZ CLMB URE KMAMB JMDÜLMOMZ CLMB GRJV
NVLARBVKPVE. KCE CLMB VFR JMDAMBÜKPÜE . "

ıY
-ŞRB. BCEAMB FOUWMEKZCSS

gın
astaneden ayrıldıktan sonra doğruca eve gidip zama­
H
usa
nımın çoğunu Mark’la ettiğim kavgayı tekrar tekrar
yaşayarak geçirdim. Bu sefer budala gibi davranıp, bu dav­
ökk

ranışı da kabul edemeyecek kadar cesaretsiz olmak üzerine


bir deneme daha yazdım.
-G

Editöre son mektubumu gönderdikten sonra hiç haber


almadım. Yani yeni bir yazı yazmak hiçbir amaca hizmet
ng

etmemişti. Süreç ise her zamanki gibi duygu yüklüydü.


Gönder tuşuna bastığımda kapı çaldı.
Lo

İşimi yarıda bırakmak zorunda kaldığım için biraz kıza­


rak ayağa kalkıp kapıyı açtım. Giriş kapımda Bay Otuz Altı
leen

Numara’nm gülümseyerek bana baktığını görünce, şaşkın­


lıkla kalakaldım.
ath

“Çok güzel bir akşam. Belki Poindexter’la beraber kah­


ve içmeye gelmek istersiniz diye düşündüm.”
K

Dudaklarımı birbirine bastırıp elimi saçlarımın arasın­


dan geçirdim. Bu adam ciddi miydi?
Başımı iki yana salladım. ‘“Elimi bile sürmem’ cümlesi­
nin neresini yanlış anladın?”
Ancak bu cümleleri söylerken bile, yazarken içtiğim
kahvenin kokusunu alabiliyordum.

ak
Bay Otuz Altı Numara hâlâ sımıyordu. Harika, yüzün­

lam
deki çarpık gülümseme aklımı okuduğunu açıkça belli et­
mişti. “Sana inanmadığım kısmını.”

aka
Omzumu silktim.
Kaşlarının arasında dikine bir çizgi belirdi. “Yürümeye

ıY
ne dersin? Yürür müsün?”
Savunmaya geçerek, “Elbette yürürüm,” diye cevap ver­
gın
dim. Nasıl bir soru bu böyle, diye düşünürken anladım. Bay
Otuz Altı Numara bana yem atmıştı, ben de bu yeme kan-
usa
mıştım.
Verdiğim cevaptan cayabilmenin yollarını arayarak, “Şey
ökk

demek istemiştim...” diye geveledim.


Bay Otuz Altı Numara, konuşmama fırsat tanımayarak
-G

yanımdan geçti. Gözlerindeki kararlı, memnun parıltıyla


arka kapıya doğru ilerleyerek, “Harika! Poindexter’ı ala­
ng

yım da gidelim,” dedi.


Bay Otuz Altı Numara gidip arka kapıyı açınca, Poindex-
Lo

ter doğruca giriş kapısına ilerleyerek içeri girdi. Her ikisinin


de hareketinde, bunu sanki binlerce kez yapmış edası vardı.
leen

Bay Otuz Altı Numara yeniden yanımdan geçip Poindexter’ın


tasmasını takarken, olduğum yerde duruyordum.
ath

Yaptığı işi işaret ederek, “Onu iliklemeyecek miydin?”


diye sordum.
K

“Gerek yok,” diye başını iki yana sallayıp, sırıtarak ce­


vap verdi. “İzle de öğren.”
Benim itaat okulundan atılmış köpeğimi süper bir köpe­
ğe dönüştürdüğü gerçeğinin başıma kakılmasını istemeye­
rek, meydan okur gibi ona baktım. Ben peşlerinden gidip
kapıyı çekerken, yolun karşısına geçen Poindexter, kaldırı­

ak
ma oturmuş, talimatları bekliyordu.

lam
Seni gidi...
“Poindexter, yürü!” Bay Otuz Altı Numara’nın sesi öyle

aka
otoriter çıkmıştı ki o an köpeğin neden beni değil, onu din­
lediğini kavradım.

ıY
Yetişebilmek için acele ederek arkalarından sessizce
yürüyordum. Otuz Altı Numara ise bekle, otur ve yürü
gın
gibi komutlar veriyordu gür sesiyle. Kabul ediyorum, et­
kilenmiştim.
usa
Ben tüm hayvan eğitmenlerine, evcil hayvan mağa­
zalarının satış görevlilerine ve veterinerlere saatlerimi
ökk

harcamıştım ama köpeğim iki kapı ötedeki komşumun


-G

-ki bu Bay Otuz Altı Numara oluyor- itaatlerine cevap


veriyordu.
Kamıma, beni hiç yalnız bırakmayan ağrılar saplansa da
ng

adımlarımı hızlandırarak önümde yürüyen Bay Otuz Altı


Numara ve Poindexter’a yaklaştım.
Lo

“Tasmasız gezdirme konusunda Hâlâ endişeliyim.”


Gözünün ucuyla bana bakarken, dudakları bir gülümse-
leen

>
meyle kıvrıldı. “Amatör,” dedi Bay Otuz Altı Numara.
Gözlerimi kısarak ona baktım. “Affedersin, acaba be­
ath

nimle henüz paylaşmadığın profesyonel köpek eğitimi ehli­


yetin mi var senin?”
K

Gülümsemesi yayılıp, bir sırıtma halini aldı. “Bütün olay


seste. Hatırlaman gereken tek şey bu.”
Bir kahkaha patlatarak, “Bütün olay senin sesinde, be­
nimkinde kesinlikle değil,” diye karşılık verdim.
“Tabii ki de öyle,” diyen Bay Otuz Altı Numara durup,

ak
çenesiyle Poindexter’ı işaret etti. “Haydi dene. Seni dinle­
mesini sağla.”

lam
Yutkundum. Nabzım anlamsız bir şekilde hızlanmıştı.
Bay Otuz Altı Numara’nın önerisi beni o kadar germişti ki

aka
inanamıyordum. Ne de olsa bahsi geçen benim köpeğimdi.
Onu pekâlâ kontrol edebilirdim.

ıY
Değil mi?
“Bisküvilerini yanımda getirmeyi unuttum,” dedim.
gın
“Onlara gerek duymayacaksın,” diye karşı çıktı Bay
Otuz Altı Numara. O kadar ciddi konuşmuştu ki neredeyse
usa
ona inanacaktım.
Ancak yolumuza bir çift sincap çıkınca, Poindexter göz
ökk

açıp kapayıncaya kadar harekete geçti. Bir bahçeden diğeri­


-G

ne koşturuyordu. Ufak bir araba kavşağı alırken, Poindexter


yola atladı.
Olaylar gözlerimin önünde gerçekleşirken, ben kaçınıl­
ng

mazı durdurabilmekten aciz, “Poindexter!” diye çığlık attım.


“Ona emir ver,” dedi Bay Otuz Altı Numara sertçe. Ge­
Lo

nelde soğukkanlılıkla konuşan adamın endişelendiği açıkça


seçiliyordu.
leen

“Dur! Pouıdexter! Hayır!”


Hızla koşan köpeğimle ona doğru yaklaşan araç arasın­
ath

daki mesafeyi hesaplayarak koşmaya başladım. Araç şofö­


rü, sincaplardan birini ıskalayarak aniden direksiyon kırdı.
K

Poindexter ise kaldırım boyunca koşup, doğruca arabanın


merhametsiz tamponuna ilerliyordu.
Bay Otuz Altı Numara’nın sesi, “Otur! Hemen!” diyerek
yanı başımda gürledi.
Ani fren yüzünden tekerleklerden sesler yükselirken,
Poindexter oturdu. Araba, sevgili hareketsiz köpeğimden

ak
sadece birkaç santim ötede duruyordu.

lam
Diz çökmüş kendime söverken, gözyaşları gözlerimi ya­
kıyordu.

aka
Bay Otuz Altı Numara, “Bir şeyi yok,” diyerek elini om­
zuma koydu. Koyduğu elini kenara itip, sinirimin gücüne

ıY
gafil avlanarak ayağa kalktım.
“Hayır, sayende değil!” Arabaya el sallayarak, “Özür di­
gın
lerim,” diye seslendim. Ardından köpeğime dönüp, “Çabuk
buraya gel,” diye emrettim.
usa
Ben Otuz Altı Numara’ya dönüp elindeki tasmaya uza­
nırken, Poindexter koşarak yanıma geldi.
ökk

Tasmayı köpeğin patilerinden geçirip sırtında ilikledim.


Uzanıp doğruca Poindexter’ın gözlerine baktım. Yaklaşan
-G

azardan kaçınmaya çalışmadan gözlerime bakması, beni


şaşırtmıştı.
ng

Parmağımı burnuna doğru sallayarak, “Eğer bunu bir


daha yaparsan, seni kendi ellerimle öldürürüm,” diye azar­
Lo

ladım. “Anlıyor musun?”


Doğruldum, tasmanın sapını kısalttım ve Bay Otuz Altı
leen

Numara’yla arama olabildiğince mesafe koymak isteyerek


eve doğru adım attım.
ath

“Seni dinledi,” diye seslendi arkamdan. “Ona doğru


emri vermedin. Ayrıca bir daha arkasından koşma.”
K

Kulaklarıma inanamadım.
Ona doğru döndüm. “Sen benimle dalga mı geçiyorsun?”
Sesim, süpürgesiyle hız yapan bir cadı gibi çıkıyordu ama
umurumda değildi. “Sahip olduğum bir tek o var, anlamıyor
musun? Bir tek o. Tanrı aşkına, ne düşünüyordun? Köpeğin

ak
komutlarımı dinlemediğine neden inanamıyorsun? Neden
bu işin peşini bırakmıyorsun?”

lam
Eve doğru birkaç adım daha attım ama son sözümü söy­
lemek için tekrar arkamı döndüm. “Neden peşimi bırakmı­

aka
yorsun?”
Yüzü, sanki onu tokatlamışım gibi bir hal alsa da umu­

ıY
rumda değildi.
Bay Otufc Altı Numara’ya ihtiyacım yoktu. Poindexter’m
gın
da Bay Otuz Altı Numara’ya ihtiyacı yoktu. Adam mahal­
lemize taşınıp hayatımıza girmeden önce gayet iyiydik. O
usa
olmadan da gayet iyi olabilirdik.
Eve vardığımda Poindexter’ı içeri sokup kapıyı arkam­
ökk

dan çarpınca, kendimi haklı olduğum konusuna neredeyse


inandıracaktım.
-G
ng

İki saat sonra hem kendime hem de Bay Otuz Altı Numara’ya
hâlâ sinirli olduğumdan, yapılacak bir tek şey vardı. Mutfa­
Lo

ğa ilerleyip çekmece çekmece çikolata aradım.


Eski ben paket paket abur cubur stoklarken, yeni ben
leen

haftalardır o türlü yiyeceklerden aldırmıyordu kendine.


Aptal.
ath

Arayışlarım, ellerimin boş kalmasıyla sonuçlandı. Ta ki,


çalışma masamın yanındaki çekmeceyi açana kadar. Çek­
K

mece ağzına kadar çikolata paketleriyle değil, boş ambalaj,


paket, folyo parçalan, kâğıt ve kırıntılarla doluydu.
İrade yoksunu hayatımın daha önce hiç bu kadar acınası
bir biçimde göz önüne serildiğini görmemiştim. Kanıtlara
bakıp kaşlarımı çattım. Bunları neden saklıyormuşum ben?
Kendimden mi?

ak
Çekmecedeki dağınıklığı boşalttım. Geri dönüp kucağım­

lam
daki tüm çöpleri mutfak masasına döktüm. Poindexter’ın
salladıkça yere çarpan kuyruğu, yüksek bir ses çıkarıyordu.

aka
Bir keresinde ufak bir kutu çikolatayı bir solukta midesine
indirmiş, üzerine havlayacak konuları olmuştu.

ıY
Bu yüzden, ‘köpekler çikolata yiyemez’ sözüne hiç inan­
mazdı. Tüm dağınıklığı incelesem de köpeğime endişelene­

gın
ceği tek bir parça lokma bırakmamıştım.
Çöpleri çöp kutusuna atıp, kendime bir bardak su koy­
usa
dum. Mideme inen son yudumu çıkarmamaya çalışarak
tüm bardağı kafama diktim.
ökk

Saate baktım. Bir şeyler tüketmeden yaşayamayacağını


sandığın zamanlarda yirmi dakika beklemek gibi bir rejim
-G

kuralı yok muydu?


Yirmi dakika.
ng

Geçirdiğim günü tlüşündüm. Haftayı düşündüm. Hatta


son birkaç ayı düşündüm.
Lo

Yirmi dakika bekleyebilirdim. Dikkatimi dağıtacak bir


şey gerekiyordu sadece.
leen

Mutfağı inceledim ve tam da aradığım şeyi buldum.


Uzun zamandır ilgilenmediğim, tezgâhın üzerine atılmış
ath

boncuk alışverişim.
Mücevherat sektöründe bir geleceğimin olmadığını bil­
K

meme rağmen malzemelere birkaç ay önce bir servet har­


camıştım.
O günden beri de alışveriş torbasına dokunmamıştım.
Hatta unutmuştum bile. Şimdiye kadar...
Derin bir nefes alıp yavaşça verdim. Boşu boşuna yapıl­
mış bir çalışma olacağı belliydi. Ancak boncuklarla oyna­

ak
mak, beni çikolata almak için dışanya koşmaktan alıkoya­

lam
caksa eğer, boncuklanma kuvvet!
Torbayı mutfak masasına taşıyıp yavaşça, sistemli bir

aka
şekilde satın aldığım malzemeleri dizdim. Genç kadının
bana gösterdiği misina, bilezik tasarımının en önemli mal-

ıY
zemesiydi. Diğer malzemeler de model tarifi veren kartlar
ve boncuklardı.
gın
Önce mor, ardından da limon yeşili boncuklar olan poşe­
ti boşalttım. Farklı, bahar gibi, canlı görünüyorlardı. Cam­
usa
dan boncuklann yuvarlanıp düşmesini engellemek için ser­
vis altlığını kullandım. Boncuklan dizdim, boyutlanna göre
ökk

sıraladım, model denedim ama çıkan sonuç hâlâ memnun


etmiyordu beni.
-G

Ben de satın aldığım tüm boncuklan masaya döktüm, ar­


dından hepsini renklerine göre ayırdım.
ng

Bir çeşit ilhamın gelmesini bekleyerek boncuk istifine


baktım.
Lo

Uzun uzun baktım.


Dik dik baktım.
leen

Gözlerimi kırpıştırarak baktım.


Yuvarlak bir boncuğu oraya, kare bir boncuğu şuraya,
ath

oval bir boncuğu buraya koydum ama*hiçbir şey doğru gö­


zükmüyordu gözüme.
K

Boncuk dükkânında öğrendiğim ne varsa zihnimden ta­


mamen silinmişti.
Başımı kaldınp saate baktım. Köşedeki marketin kapan­
masına Öfeş dakika kalmıştı. Eğer koca bir paket çikolata
kaplı fındık, fıstığı mideme indirmek istiyorsam ya şimdi
çıkacaktım ya da sonsuza dek burada oturacaktım.

ak
Bardağımı tekrar doldurmayı düşündüm, gerçekten dü­

lam
şündüm. İşin aslı, hâlâ bardağıma su koymayı düşünürken,
arabamı marketin önünde ani bir frenle durdurup içeriye

aka
kadar son hızla koştum.
Saatler sonra çok fazla şeker tüketiminden midem bulanı­

ıY
yor olsa da çikolatanın verdiği hoşnutlukla kendimden geç­
miştim. Yatmadan önce Poindexter’ı son kez dışan çıkartmak
gın
için ilerlerken, boncuklarla dolu masanın yanından geçtim.
Bilezik projemin başına tekrar oturmayı düşündüm.
usa
Sonra bu fikirden vazgeçtim.
Scarlet O’Hara’nın* da dediği gibi, yann yeni bir gündü.
ökk

Bana kalırsa yann, çok yakındı.


-G

Poindexter, ben daha kahve makinesini çalıştıramadan hav­


ng

lamaya başlamıştı. Yediğim şekerlerden ötürü akşamdan


Lo

kalma hissiyle, köpeği içeri almak için paldır küldür mer­


divenleri indim, giyinmek için de yine aynı şekilde merdi­
venleri tırmandım.
leen

Yatak odamın penceresinden bakıp köpeğin bahçe bo­


yunca sağa sola koşuşunu seyrettim. Hissettiği coşkuya ba­
ath

kılacak olursa, uçaklar otuz saniye içinde iniş için alçalma­


K

ya başlayacaklardı.
Gardırobuma bakarken, yine erken saatte verdiğim ra­
hatsızlık yüzünden Bayan Cooke’un beni affetmesi için dua
* R üzgâr G ibi G eçti adlı rom anın ana kadın karakteri. (Çev. N .)
ediyordum. Gardırobumdan hiç yoga dersi görmemiş yoga

ak
eşofmanımı çıkarttım. Ardından babamın gömleğini alıp
düğmelerini çözmeden başımdan geçirdim.

lam
Aynaya dönüp gömleğin içindekini babam olarak can­
landırdım gözümde. Koyu kırmızı şeritler, mavi, yeşil ve

aka
altm sarısı desenlerin arasından geçiyordu. Renkler canlı ve
huzur vericiydi. Sanki yanımda, bayattaymış gibi bana gü­

ıY
lümsediğini görebiliyordum.
Geçmişim, yaşadığım ana dönüştü. En derinlerimde baş­
layan bir ürperti, her yanımı sarıyordu. İçimi delen mutsuzlu­
gın
ğun bunaltan hissini dağıtmaya çabalamadan yere yığıldım.
usa
Ancak kapı çalınca, rahatsız edilmekten memnun oldum.
Sabahın bu saatinde bana uğrayacak kimse gelmiyordu
ökk

aklıma. Ancak şimdiki zihinsel durumumu göz önüne ala­


cak olursak, her türlü misafire vardım.
-G

Bayan Cooke, bir elinde üstü örtülü bir tabak, diğerinde


de bir termosla kapımın önünde duruyordu.
Bayan Cooke neşeli bir ifadeyle, “Poindexter’ı duyunca
ng

sana kahvaltı getirmek istedim, canım,” dedi ve yanımdan


Lo

geçerek mutfağa yöneldi.


Termosun ağzını açıp dolaptan aldığı iki fincana kahve
doldurdu. Ardından ev yapımı keklerle dolu olan tabağın
leen

örtüsünü kaldırdı.
Kapı pervazına yaslanıp rüyada olup olmadığımı sorgu­
ath

layarak manzarayı inceledim.


Bayan Cooke arka kapıyı açıp Poindexter'a seslenince,
K

kendimi çimdikledim.
Poindexter misafirimizi içtenlikle karşılamış, Bayan
Cooke da onu, hırkasından çıkarttığı bir bisküvi ile ödül­
lendirmişti.
Erken yatıp erken kalkabilen insanlar.
Bunu nasıl başarıyorlardı acaba?

ak
Tezgâhı ve Poindexter’ı işaret ederek, “Zahmet etme­

lam
seydiniz,” dedim. “Ama gerçekten harika görünüyorlar.”
Bayan Cooke bir sandalye çekip, oturmam için çenesiyle

aka
işaret etti. Kadın, masanın ortasına peçete ve kek tabağını
yerleştirirken, ben de talimatına uyarak sandalyeme otur­

ıY
dum. Fincanı bana uzattığı an, kahvemi uzun uzun yudum­
ladıktan sonra gözlerimi kısarak Bayan Cooke’a baktım.
“Neden?”
gın
Hafifçe elime vururken, gözlerinin kenarlan sevecenlik­
le kmşmıştı. “Küçük bir kuş bana başından çok şey geçti­
usa
ğini söyledi.”
Kısık gözlerimin yerini çatık kaşlanm almıştı.
ökk

Bayan Cooke başını aşağı yukan sallayarak, dile getir­


-G

mediğim sorumu anlamıştı. “Aidan.”


Sırtımı doğrultarak, “Kim?” diye sordum.
“Aidan.” Haylazca sırıtışı yüzünü aydınlatmış, solgun
ng

gözlerini hareketlendirmişti. “Sanınm ona Bay Otuz Altı


Numara diyorsun.”
Lo

Ha, şu Aidan. Utanmış bir halde oturduğum sandalyede


sinmiştim.
leen

“Korkanm ki ona geçen gün pek de nazik davranmadım,


Bayan Cooke.”
ath

“Bana Sophie de, canım.” Kendine de bir sandalye çeke­


rek bana katıldı. Tepsideki keklerden birine uzanıp etrafın­
K

daki pişirme kâğıdını soydu.


“Sophie,” diye tekrar ettim, adının dilimin üzerinde bı­
raktığı hissi tadarak. Sevmiştim. “Her neyse. Durumumu
seninle paylaşmış olması gerçekten kibar bir davranış.”
Sophie Cooke başını sallayarak, “İyi bir çocuk,” diye

ak
karşılık verdi.
Evet, köpeğimi tasmasız olarak intihar görevine gönder­

lam
mediği sürece...
Uzun bir süre sessizce oturup kahvemizi yudumlayarak

aka
keklerimizden yedik. Sophie Cooke’un gözlerinde, tam
olarak tarif edemediğim bir şey vardı. Eğer onu tanımıyor

ıY
olsaydım, Bay Otuz Altı Numara’ya karşı daha kaba dav­
randığımı bildiğine yemin edebilirdim.
gın
Teorimi test etmeye karar verdim.
“Nazik olamamaktan daha kaba bir davranış sergilemiş
usa
olabilirim.”
“Biliyorum, hayatım.”
ökk

“Biliyor musunuz?”
Gözlerindeki haylaz parıltıyla başını salladı. “Daha iyi
-G

duyabilmek için penceremi açmış olabilirim.”


Ağzım şaşkınlıktan açılarak arkama yaslandım.
ng

“Bayan Cooke,” diye sataştım.


“Sophie.”
Lo

“Sophie,” diye tekrar ettim. “Bizi mi dinliyordun?”


Çelimsiz omuzlarını belli belirsiz silkti. “Bazen bir ka­
leen

dın hayatına heyecan katmak ister.” Dudaklarının kenarlan,


yüzünü aydınlatan bir gülümsemeye dönüşerek yukan doğ­
ath

ru kıvnldı.
Ben de ona gülümseyip ellerimi saçlanmm arasından
K

geçirdim. İç geçirerek, “Gerçekten çok kabaydım, değil


mi?” diye sordum.
Evet dercesine başını salladı.
“Aşın tepki gösterdiğimi mi düşünüyorsun?”
Tekrar başını salladı.
“Ne yapmalıyım?”

ak
Sorunun cevabı çok basitmiş gibi gözlerini kırptı. “Her

lam
zaman gidip onunla konuşabilirsin, canım. Gidip özür dile.
Eminim seni ve Poindexter’ı zorladığı için o da üzgündür.”

aka
Sophie’ye şüpheli bir ifadeyle bakınca, kadın bir kez
daha başını salladı.

ıY
“Isırmaz merak etme. Geçen gittiğimde kontrol ettim.”
Çok yazık oldu.

gın
Beni rahat bırakmasını söylediğimde yüzünün aldığı ifa­
de gözlerimde canlandı.
usa
Ne ayıp, Bemie.
Sophie’nin sevgi dolu gözleri kısıldı. “Çok fazla stres al­
ökk

tında olduğunu biliyor, hayatım,” dedi, sanki aklımdan ge­


çenleri okuyabiliyormuş gibi. “Senin yerinde olsam olanlar
-G

yüzünden çok fazla endişelenmezdim.”


Sophie aniden planlanan kahvaltımıza yer açabilmek
ng

için kenara ittirdiğim servis altlığına ve üzerindeki boncuk­


lara uzandı.
Lo

Önce kırmızı, yuvarlak bir boncuğa, ardından turkuvaz,


kare bir boncuğa dokunarak, “Ne üzerinde çalışıyorsun?”
leen

diye sordu.
İkinci kekime uzanmıştım ki kendimi geri çektim. Eğer
ath

yoga eşofmanı ve büyük beden gömlekler dışında bir şey­


lere girebilmek istiyorsam, ikinci bir dilim kek, dün gece
K

aldığım kalorilerden sonra söz konusu bile olmamalıydı.


Omuz silkerek, “Bilezik yapmak istemiştim,” diye ce­
vap verdim. “Ancak modeli kafamda oturtmakta güçlük
çekiyorum.”
“Renkler çok güzel,” dedi Sophie sandalyesini geriye

ak
doğru ittirirken. “Gökkuşağını andırıyorlar, değil mi?”
Sophie kapıya doğru ilerlerken ayağa kalkıp teşekkür et­

lam
mek adına ona sarıldım. Ancak omzunun üzerinden masada
duran boncuklara bakmaktan alıkoyamıyordum kendimi.

aka
Gökkuşağı.
Olur şey değil.

ıY
Sophie haklıydı.
O eve doğru ilerlerken, ben mutfak masasının yanına gi­
gın
dip renkli boncuklara baktım. Kırmızılar, morlar, yeşiller,
maviler.
usa
Her renkten bir boncuk alıp benzer şekil, biçim ya da bo­
yutta olmamalarını umursamayarak, boncuklan bir sıra ha­
ökk

linde dizdim. Kendime bir bardak daha kahve koyup uzunca


-G

bir parça misina kestim. Şaheserimi yaratmak için sandalye­


ye yerleşirken, önüme talimat kartlannı yerleştirdim.
Bir saat içinde sayamayacağım kadar çok kez bileziği
ng

yapıp bozdum, yapmayı bıraktım sonra tekrar başladım.


Hayatımı, yeni hayatımı yansıtan bir eser yaratmak istiyor­
Lo

dum ama yarattığım tek şey bir dağınıklıktan ibaretti.


. Çalıştığım tüm boncuklan, servis altlığının üzerine ya­
leen

yılmış boncuklara doğru ittirdim. Bedenimi bir öfke seli


sarmıştı. Boncukları kanştırarak torbasına doldurup ağzını
ath

bağladım ve çekmeceye geri koydum.


Boncuklan gördüğünde Bayan Cooke’un ışıl ışıl parla­
K

yan gözleri geldi gözümün önüne. Sonra da Bay Otuz Altı


Numara’dan özür dilemem için beni nasıl cesaretlendirdi­
ğini düşündüm.
Ancak işin aslını ben biliyordum.
Çekmeceyi itip kapayınca derin bir nefes aldım.
Bazen yapılan en iyi davranış, uzaklaşmaktı. Yenilgiyi

ak
kabul edip bırakmaktı.

lam
Basit, etkileyici ve acısızdı bu şekilde kaçmak.
Yine de sıcak bir duşa doğru ilerlerken, kendimi hiç et­

aka
kileyici hissetmiyordum.
Daha çok kolay pes eden biri gibi hissediyordum ve bu

ıY
hiç hoşuma gitmiyordu.
Bir nebze bile.

gın
“Gerçek olan her zaman yapılacak olan şeyi bilmenizdir.
usa
Zor olan ise yapmanızdır.”
ökk

-Gen. Norman Schwarzkoff


-G
ng
Lo
leen
ath
K
^üv?ımû(jBöJürtv

ak
lam
aka
“ZÜGÜB RBFCTHZKMAMBÜBPMBVUMJRĞ VÖVAPR

ıY
UVÖ NVĞARJRB NVEJMKÜB CLPHTHBH ÇTERBPVA. ”

-MLNREĞ OMAHF

gın
irkaç hafta sonra, George Clooney beni üzümlerle bes­
B
usa
liyor, parmak uçları dudaklanma değiyor, her bir sulu
üzüm tanesini açlıkla bekleyen ağzıma yerleştiriyordu.
ökk

Uzanıp saçlarımı karıştırarak, “Küçük bir erkek çocuğu


kadar sevimlisin,” dedi bana.
-G

Sevimli.
Rüyalarımda bile bir işi düzgün yapamıyordum.
Ding dong.
ng

George başını yana doğru yaslayarak, “Aidan olmalı,”


Lo

dedi. “Sana ıslak kek getirdi.”


“Aidan mı?” diye sordum uyuşuk bir halde.
leen

George başını sallayarak, “Bay Otuz Altı Numara,” diye


cevap verdi.
ath

Ha, Aidan.
Böylece George, dağınık saçları ve seksi gülümseyişiyle
K

Bay Otuz Altı Numara’ya dönüştü.


Öfke içimde can bulurken buna gerek olmadığına karar
verdim. Böylesine güzel bir rüyada öfkeye yer olmayacağı­
nı hatırlattım kendime.
Kendimi rahatlatmak için yoğunlaşırken kapı tekrar

ak
çaldı.
Bay Otuz Altı Numara bana göz kırparken, ben parti için

lam
getirdiği ıslak keklerin nasıl olduklarını merak ediyordum.
Buz gibi soğuk, ıslak bir burun yanağıma değse de yana­

aka
ğımdan kayarak uzaklaştı.
Ding dong.

ıY
Yine bir burun dokunuşu, yine bir kayma hissi.
Bu sefer, göğsümde bir pati vardı.
gın
Rüyadan ayılmak istemeyerek, “Poindexter,” diye mırıl­
dandım. “Eğer benim gördüğümü görseydin, uyumama izin
usa
verirdin.”
Ding dong.
ökk

Gözlerimi kırpıştırarak açıp kaşlarımı çattım.


-G

Bu son duyduğum zil sesi, kesinlikle rüyanın bir parçası


değildi.
Pişmanlıkla iç çekip George’a, Bay Otuz Altı Numara’ya
ng

ve ıslak keklerine sessizce elveda diyerek, sabahlığıma


uzandım.
Lo

Poindexter hızla yanağımı yaladı. Ben de yataktan kal­


karken, köpeğimin boynunu sevip, “Aferin oğluma,” de­
leen

dim. Sctnırım.
Çıplak ayaklarımı, tavşan figürlü terliklerime geçirirken
ath

kapı tekrar çaldı.


Dönüp saate baktım, sabahın altı buçuğunu gösteriyor­
K

du. Kapıyı çalan her kimse, bu saatte geldiğine göre niyeti


ciddiydi.
Kamımda kelebekler uçmaya başlamıştı.
Biri, sabahın altı buçuğunda ısrarla kapımı çalıyordu.
Bu saatte telefon almak iyiye işaret değildi. Ancak biri­

ak
nin kapıma dayanması... Düşüncelerimi bir kenara bıraka­
rak kapıya doğru ilerlemeye başladım.

lam
Gözetleme deliğinden bakınca, yüzü kızarmış, mutsuz­
luğu açıkça belli olan Diane’i gördüm. Heyecanım yerini

aka
mide bulantısına bırakmıştı.
Ağır bir hareketle kapıyı açtım, Diane’i kolundan yaka­

ıY
layıp içeri soktum.
Fal taşı gibi açılan Diane’in gözleri yaşlarla doluydu.
gın
Konuşabilmek için kendimi zorlayarak yüzünü incele­
dim. “Ne oldu?”
usa
O cevap verene kadar kafamdan milyonlarca düşünce
geçti. Bebek, David, Ashley, Ashley ve David, ev, buz pisti,
ökk

hem her şey hem de hiçbir şey. Ayrıca Diane’in hamilelik


-G

yüzünden artık ev hapsinde olması gerekmiyor muydu?


“Ryan...”
Ryan mı?
ng

O an aldığım nefesin kesildiğinden oldukça emindim.


Hatta kalbim de durmuştu.
Lo

Umursamadığımız bir kişinin hasta olduğu, yaralandığı


ya da başına daha kötü bir şey geldiğini sandığımız zaman
leen

anlardık onlara karşı gerçekten hissettiklerimizi.


Ryan’a ne kadar çok değer verdiğim gerçeği, ışıklarını
ath

yakıp düdüğünü öttüren bir tren misali çarpmış, ayağım


merdivenin son basamağına takılarak merdivene oturmama
K

sebep olmuştu.
“O...”
Diane’in cevabını beklerken nefesim kesildi.
Diane başını sallayarak, “Baba oldu,” dedi.
Baba mı olmuştu?

ak
Çabucak gelen, gözkapaklarımın arkasını yakan gözyaş-
lanmdan nefret ederek gözlerimi kapadım.

lam
“Kız mı, erkek mi?” diye sordum gözlerimi açmadan. An­
cak dik bir omuıganın ben dahil herkesi, yaşadığım acının bü­

aka
yük olmadığına ikna edebilecekmiş gibi sırtımı doğrulttum.
“Kız.”

ıY
Sözleri fısıltıdan farksızdı. Eğilip beni şiş kamıyla du­
varın arasında sıkıştırarak, merdivene oturdu. Bir kolunu
gın
omzuma dolayarak, sıkıca beni kendine çekti.
O sırada Poindexter, bizi incelemek için yavaşça mer­
usa
divenlerden aşağıya indi. Ben kapıyı açtıktan sonra her
ökk

zamanki gibi kapıyı çalanın bir tehdit oluşturmadığından


emin olana kadar bir süre saklanmıştı.
-G

Eğer gelen misafir bir hırsız, eli baltalı bir katil ya da


kapı kapı gezen bir pazarlamacı olsaydı, şu an hâlâ yatağın
altında saklanıyor olurdu.
ng

Oysa şimdi tüylü göğsünü sırtıma yaslayarak tam ar­


kamda oturup çenesini omzuma doğru eğerek, başını ense­
Lo

me koydu.
“İyi mi? Sağlıklı mı?” diye sorarken, içimi yersiz bir
leen

korku kemiriyordu.
“İyi, evet.”
ath

En azından bu kadanna mutlu olarak başımı salladım.


K

“Adını ne koymuşlar?”
Diane başını iki yana sallayarak, “Bilmiyorum,” diye
yanıtladı. “Ryan, David’i aradı ama bebeğin dünyaya geldi­
ğinden başka bir şey söylemedi.”
Dünyaya geldi .
Ryan’ın yeni kızı, y£ni hayatı.
Buna hazır olduğumu düşünüyordum. Emma’nm ve ba­

ak
bamın ölümünden sonra bu durumun canımı bu kadar acıt­

lam
masını beklemiyordum. Fakat kalbimdeki derin sızı, nere­
deyse dayanabileceğimden çok fazlaydı.

aka
Diane’i kandıramayacağımı bilsem de sesime şakacı bir
ifade takınarak, “Sabahın bu saatinde seni yatağından kal­

ıY
dıran şeyin tasarım ürünü bir çantadan fazlası olduğunu bil­
meliydim,” diye dalga geçtim.
gın
Sesim son kelimemde çatlayınca boğazımdaki düğüm,
kendimi kontrol yeteneğimin önüne geçti.
usa
Diane, beni kendine yaslayarak bana daha da sıkı sarıldı.
Poindexter da biraz daha yaklaşınca, muhtemelen beni dün­
ökk

yada herkesten çok seven köpeğim ve en yakın arkadaşım


arasında bir tost gibi ezilir gibi hissettim kendimi.
-G

Ryan’ın yeni kızını kucağında tutarken zihnimde canlan­


dırdığım resim, yüreğimi sızlatsa da hayatta kalabileceğimi
ng

biliyordum.
“Her şey yoluna girecek, Bemie,” diye fısıldadı Diane.
Lo

“Sana söz veriyorum.”


Başımı salladım. Haklı olduğunu biliyordum ama şimdilik
leen

güven içinde, acılardan uzak olduğum yerde kalmak istiyordum.


Dünyayla daha sonra da yüzleşebilirdim.
ath

Bir yere kaçmadığından oldukça emindim ne de olsa.


K

Pisti arayıp hasta olduğumu söylesem de David’in sesin­


den, özenle uydurduğum hastalık tanımına inanmadığı an­
laşılıyordu.
Yine de ilgili ve cana yakın konuşmuştu.

ak
Şaşkınlıkla kaşlanmı çattım.
Yeni, duygularını dinleyen David’e alışmak biraz zaman

lam
alacaktı anlaşılan.
Bir filmin tüm serilerini izlemeye karar verdim.

aka
Ufukta gerçek bir romantizm ve aşkın görünmediğini tam
anlamıyla idrak edene kadar birbiri ardına aşın romantik aşk

ıY
filmleri izlemek varken, neden mutsuzluğuma ağlayayım ki?
Aşk Yeniden fiyaskosundan sonra aşk evliliğinde başanlı

gın
olma şansım sıfıra inince, üyeliğime ara vermiştim. Ayrı­
ca rüyamda oldukça sıcakkanlı görünse de Poindexter’ın
usa
ölümden kıl payı kurtulduğu gün azarladığım Bay Otuz Altı
Numara’yı o günden beri hiç görmemiştim.
ökk

Keyifli, derin bir uykuya dalmak üzereydim ki kapı ça­


lındı.
-G

Şaka mıydı bu?


Poindexter’ın gevşemiş cüssesinin altından kıpırdanarak
kalktım. Köpek ya çok iyi rol yapıyordu ya da hakikaten
ng

çok derin uyuyordu. Eğer bahse girmem gerekseydi, ilkini


Lo

seçerdim.
Gözetleme deliğinden Ashley’yi görünce, içimi hemen
bir sıcaklık sardı. Eğer firar ederken saklanacak yer arama­
leen

ya gelmediyse, onu gördüğüme sevinmiştim.


Firar ediyor olsa da onu gördüğüme yine sevinirdim.
ath

Kapıyı açtığımda mutluluktan yüzü aydınlanmış ve şü­


kürler olsun ki, Ryan Amca’smın yeni bebeği hakkında tek
K

söz etmemişti.
“Babam buz düzeltme aracını kendi başına kullan­
mana izin verdi.” Sekerek yanımdan geçip, kanepeye ve
Poindexter’a yöneldi.
Nasıl yani? “İzin mi verdi?”

ak
Ashley, kalemle çizilmiş kaşlarını içtenlikle kaldırma­
ya çalışarak başını salladı. “Bilirsin, insan böyle şeylerle

lam
gelişir.”
Gülümsemeden edemeyerek, “Ben de öyle duydum,”

aka
diye karşılık verdim.
Ashley, Poindexter’ın yanına çöktü ve köpeğin tüylü çe­

ıY
nesini yastığın üzerinden kaldırarak kendi dizinin üzerine
koydu. Poindexter da karşılığında kuyruğunu sallayıp biraz
gın
daha yaklaşmadan önce hafifçe başını kaldırarak Ashley’yi
inceledi.
usa
Ashley, “Keşke bizim de köpeğimiz olsaydı,” diye mı­
rıldanırken ciddi bir ifadeyle bana bakıyordu. “Ne dersen
ökk

ya da ne yaparsan yap, bir köpek sahibini her zaman sever,


-G

biliyor muydun?”
“Gerçekten mi?” diye sordum, yüzümde bir gülümseme­
nin belirdiğini hissederek. Bu gülümseme, sabah Diane’nin
ng

verdiği haberden beri hissettiğim karanlığa bir ışık tutuyor­


du sanki. Ardından Poindexter’ı işaret ederek konuşmaya
Lo

devam ettim. “Belki bunu ona da söylemek istersin. Anla­


dığını sanmıyorum.”
leen

Ardından parmaklarımla tırnak işareti yapmamla aniden


kaşlarımı çatmam bir oldu. Ashley de kaşlarını çatarak bana
ath

bakıyordu.
Ne zamandan beri böyle hareketler yapan biriydim ben?
K

Korkudan titreyerek, düşüncelerimi tekrar Ashley’nin


buraya geliş sebebine yönlendirmeye zorladım.
Kahve sehpasının kenanna ilişip kızın dizine hafifçe vu­
rarak, “Sen buraya nasıl geldin?” diye sordum.
“Otobüsle.”

ak
Buraya sosyalleşme ihtiyacını gidermekten ziyade başka
sebeplerden ötürü geldiğini düşünmeye başlamıştım. “Beni

lam
görmek için otobüse mi bindin?”
Yaptığı davranış çok normalmiş gibi omuz silkse de

aka
karşımda oturan kızı doğduğu günden beri tanırdım. Öte
yandan sırf nasıl olduğumu görmek için tüm bu zahmetlere

ıY
girdiğine de inanmak istiyordum.
“Annenler seni nerede zannediyorlar?”
gın
Kahve masasına yığdığım DVD’leri inceleyerek, “Alış­
veriş merkezinde,” diye cevap verdi Ashley. Hemen arka­
usa
sından başını kaldırıp sırıttı. “Hiç fasulyen var mı, Bemie
Teyze?”
ökk

Fasulye, Tanrım sen bana yardım et. Şüpheci olmamaya


-G

çalışarak, “Ne yaptın?” diye sordum. Ancak Ashley’nin yü­


zünde beliren ani ifadeye bakılırsa, başaramamıştım.
“Hiçbir şey yapmadım,” dese de son kelimesinde sesi
ng

çatladı.
Dudaklarımı birbirine bastırdım, tek kelime etmeden
Lo

tüm girişimlerimi tek kaşımı kaldırmanın vereceği etkiye


yönlendirdim.
leen

Poindexter’ı kucaklamak için eğilerek, “Okulu ektim,”


diye mırıldandı Ashley.
ath

Okulu ekmek. Ah, eski günler...


“Ne yaptın?” diye sordum ayağa kalkarak. “Neden?”
K

Yüzünü bir hüzün kapladı. “Aynı annem gibi konuşu­


yorsun.”
Öyle mi? Belki de yetişkin bir birey olma yolundaki ça­
balarım sonuç vermeye başlamıştı.
“Bu bir cevap değil.”
Derin bir nefes alıp doğrularak, açıklama bekleyen göz­

ak
lerime baktı. “Mağara adamı bana palyaço dedi.”

lam
Ashley bir daha buz düzeltme aracını çocuğun üzerine
sürecek olursa, fren yerine gaza basacaktım.

aka
“Ne oldu?”
“Kaşlarım aktı.”

ıY
Yüz ifademin alabileceği her türlü istemsiz tepkiyi kont­
rol altına alabilmek adına alt dudağımı ısırdım.
“Aktı da ne demek?” gın
“Aktı işte!” dedi Ashley tekrar omuz silkerek. “Terle­
usa
dim, Bemie Teyze. Ben de sadece insanım. Alnımı silince-”
dediklerini kanıtlamak için elini alnına götürünce, iki soluk
ökk

çizgi alnına bulaştı “-aktılar.”


-G

Lanet olsun. Gerçekten de palyaçoya benziyordu.


“Şimdi oraya geri dönemem.”
“Hayır, dönebilirsin,” dedim başımı sallayarak. “Alış­
ng

veriş merkezine gideriz. Baştan Yarat'taki o küçük... satış


görevlilerinde... eminim suya dayanıklı bir şeyler vardır.”
Lo

Ashley’nin gözleri umutla ışıldıyordu. “Bunu gerçekten


benim için yapar mısın?”
leen

“Tatlım, senin için her şeyi yaparım ben,” diye cevap


verdim. Uzanıp akmış kaşlarının olduğu alnına bir öpücük
ath

kondurduktan sonra başparmağımla alnındaki kalem izleri­


ni sildim.
K

“Fasulyeye ne dersin?” Ashley’nin sesi, ilk kelimede


birkaç oktav yükselmişti.
Tam bir inatçı keçi olduğunu düşünerek güldüm. “Öyle
şeylere hayatta elimi sürmem ama sürecek birini tanıyorum.”
Telefona uzanıp, Sophie Cooke’un numarasını çevirdim.

ak
Bir şeye ihtiyacım olduğunda arayabileceğimi söylemişti,
değil mi?

lam
Ashley’nin fasulye aşermesini desteklemenin abur cubur
yiyecekler kanununa aykırı olduğunu bilsem de gençlik yıl­

aka
larının, konu kaş bile olsa, ne kadar can acıtıcı olabileceği­
nin farkındaydım.

ıY
Madem baklagillerin bir çeşidini yemek istiyordu, is­
tediği baklagilleri bulmak için dünyanın sonuna kadar, en
gın
azından yan komşunun kapısına kadar giderdim.
Geçen hafta bir alana bir bedava kampanyasıyla aldığı
usa
konservelerle birazdan bizde olacağını söyleyen Sophie’yi
dinlerken, Ashley kanepede doğrulup çerçeveye uzandı.
ökk

Ashley’yi gözucuyla seyrediyordum. Emma’nm fotoğ­


-G

rafını inceleyip ince, uzun parmaklarıyla kızımın yüzüne


dokunurken yüreğim sızladı.
Telefonu kapatırken, midem her zamanki gibi sıkışıp bir
ng

düğüm oldu.
“Yüzündeki şeyler ne?”
Lo

Şaşkınlık içimde kıpırdandı. Soruyu sorduğu için değil,


bu soruyu soracağını her zaman biliyordum.
leen

Beni asıl şaşırtan, biri bana bu soruyu ne zaman sorarsa


sorsun, kendimi hiç olmam gerektiği kadar hazır hissetme­
ath

miştim cevap vermek için.


“Nefes almak için yardıma ihtiyacı vardı, canım.” Ya­
K

nma yaklaşıp Emma’nm yüzündeki boru ve bandan göste­


rerek, “Doğumdan sonra oksijen yetersizliği çektiği için,”
diye devam ettim.
“Ondan sonra kendi nefes alabildi, değil mi?”
Ashley gözlerime bakınca, bakışlarındaki umut ve ma­
sumiyet yüzünden nutkum tutuldu.

ak
Gözlerimden dökülmekle beni tehdit eden yaşları gör­

lam
mediğini umarak dudağımı ısınp, kolumu Ashley’nin om­
zuna doladım.

aka
“Hayır,” diyebildim düğümlenmiş boğazımdan kelimeyi
zorla çıkararak. Aklımda ise Em hakkında ne zaman daha

ıY
rahat konuşabileceğim sorusu vardı. “Hiç kendi başına ne­
fes alamadı ama eminim denemiştir. Daha iyiye giderken
gın
bir gün kalbi yorgun döştü, tatlım.”
Ashley hiçbir söz söylemeden beni inceleyerek, ağır ağır
usa
başım salladı. “Onu hiç eve getiremediğin için üzülüyorum,
Bemie Teyze.”
ökk

Durup gözlerimi yakan damlalara karşı büyük bir savaş


vererek, gülümsemeye zorladım kendimi.
-G

Tek bir cümleyle, Ashley tüm acımı özetledi.


Kolumu kızın boynuna dolayıp sarılarak, “Teşekkür ede­
ng

rim,” diye fısıldadım.


Derken Ryan’m kucağında yeni kızını taşıyan görüntüsü
Lo

canlandı zihnimde. Tarifsiz bir öfke, tüm bedenimi sarmıştı.


Emma’nın yerine başkasını koymuştu.
leen

Başka bir kadın, bir bebek, bir hayat bulmuştu kendine.


Ashley kollarımın arasından çıkıp, ne düşündüğümü
ath

tam anlamıyla biliyormuş gibi gözlerini kısarak bana


baktı.
K

“Bence Ryan Amca yeni bir bebeği, Emma’yı*gerçekten


çok sevdiği için istedi. Yanılıyor muyum?”
Keder ve öfke bir anlığına da olsa kalbimin üstünden
çekmişti ellerini. Gözlerimi halıya dikmiştim.
Belki de Ryan, Emma’nın yerine... ya da benim yerime bir

ak
başkasını koymaya çalışmıyordu. Belki de o sadece bir zaman­

lam
lar sahip olduğumuz şeyleri tekrar yakalamaya uğraşıyordu.
Resme, Emma’yı kucaklayan Ryan’ın yüzündeki saf
neşe dolu ifadeye baktım bir daha.

aka
Ashley haklıydı.

ıY
Ryan, kızımızın yerine bir başkasını hiç koymamıştı.
O sadece hissettiği karşılıksız sevgiyi hissetmek istemiş­
ti bir kez daha.
gın
Aniden, onu suçlamak için en ufak bir sebep bulamadı­
ğımı fark ettim.
usa
“Emma’nm anı defterini görebilir miyim, Bemie
ökk

Teyze?”
Ashley’nin sorusu beni o kadar şaşırtmıştı ki derin bir iç
-G

çektim.
“Ben de görmek isterim.”
Sophie’iıin sesiyle irkildim. İçeriye girdiğini duyma­
ng

mıştım.
Antreyi işaret ederek, yanımıza yaklaştı. “Kapıyı çaldım
Lo

ama / sanınm duymadın. Umarım içeri girmemin bir sakın-


cası yoktur.”
leen

Yaşlarla dolan gözlerim görüşümü bulanıklaştırırken,


başımı iki yana salladım. “Elbette değil,” diye karşılık ver­
ath

dim güçbela yutkunarak.


Elindeki iki kutu fasulye konservesini havaya kaldıra­
K

rak, “Ta da!” diye seslendi Sophie.


Ancak gözleri tekrar yüzüme kilitlenince, duygulanım
daha fazla zapt edemeyeceğimi anlayarak, yüzümü buruş­
turup ağlamaya başladım.
Sophie başka bir şey demeden yanıma gelip bana sarıldı.
Gözlerimden sızan, yanaklarımı döven gözyaşı selini umur­

ak
samayarak, kadının kollarına bıraktım kendimi.

lam
“Hayatın tuhaf bir işleyiş biçimi vardır, tatlım,” diye fı­
sıldadı kulağıma. “Bunu sakm unutma.” Benden yana dö­

aka
nüp nazikçe gülümsedi. “Emma’nm eşyalarını görmeyi çok
isterim.”

ıY
Bir nebze olsun kararsızlık hissi yaşamadan söylemişti
cümlesini.
gın
Gözyaşlarımdan kurtulmak için birkaç kez gözlerimi
kırparak, “Gerçekten mi?” diye sordum.
usa
Ona inanmakta güçlük çekiyordum. Bugüne kadar kim­
se Emma’nın eşyalarını görmek istememişti. Hiç kimse.
ökk

Olanları hatırlamak istemediklerinden mi, yoksa görün­


ce rahatsız olduklarından mı, hiç anlamamıştım. Belki de
-G

benim anılarımı, acılarımı tekrar gün yüzüne çıkarmaktan


çekinmişlerdi.
ng

“Gerçekten,” diye cevap verdi Sophie.


Gözlerinde beliren ifade, kutudan ve anılardan korkma­
Lo

dığının bir göstergesiydi.


Hatta gün yüzüne çıkarmayı istediği şey, acılarım değildi.
leen

Neşemdi, bundan şüphe duymuyordum.


Gözucuyla Ashley’ye baktım. Bana doğru başını salla­
ath

yan kızın gözleri yaşlarla dolmuştu.


Ben de başımı olumlu anlamda sallayarak, “Peki,” de­
K

dim alçak bir sesle. Merdivenlere dönerken, bir an arkam­


daki kadınlara bakıp bakmamakta kararsız kaldım.
Sophie ile göz göze geldik. Bakışları, cesaret ve sevgiyle
yumuşamıştı.
Poindexter’ın sabah havlamalan yüzünden beni sayısız

ak
kez azarlayan kadın gerçekten bu muydu?
Sophie’nin gözleri, sanki ne düşündüğümü anlıyormuş

lam
gibi çok hafif bir gülümsemeyle kırıştı.
“Hemen dönerim,” dedim. Hatırladığım bir sonraki adım

aka
en değerli varlığımı almak için üst kata çıkıyor oluşumdu.
Ömrümün en acı dolu, bir o kadar da neşeli anılarını, haya­

ıY
tımdaki en önemli iki kadın haline gelen bir genç kız ve bir
kapı komşusuyla paylaşmaya hazırdım.
gın
usa
Sophie gittikten, David de Ashley’yi eve götürdükten sonra
uzun bir süre oturup Emma’nm hatıra kutusundaki eşyala­
ökk

rıyla çerçevedeki resmine baktım.


-G

Trizomi 18.
Gelen telefonu, saati, açık pencerelerden esen yazın
son kokusunu ve Dr. Platt’ın sesindeki tonu hatırlıyordum
ng

hâlâ.
Duyduklarıma inanamayarak yaslandığım duvarı, duva­
Lo

rın soğukluğunu ve yere doğru kayışımı hatırlıyordum.


Ryan’la birlikte adeta bir takım gibi savaştığımızı da...
leen

Emma’nın hayatı için savaşmıştık. Zafer, beş günlük de


olsa bizimdi.
ath

Ağır ağır merdivenleri çıkıp koridorun sonundaki Em-


ma’nın odasına, yani bir zamanlar Emma’nm odası olacak
K

olan odaya ilerledim.


Onu hiç eve getiremediğin için üzülüyorum, Bernie Teyze.
Kapıdap geçerken, Ashley’nin sözleri beynimde yankılanı­
yordu.
Büyük, pelüş bir tavşan, Emma’nın uyuyamadığı ya da
korktuğu gecelerde kızımı kucaklayacağımı hayal ettiğim

ak
yatağın üzerindeki yastıkların yanında duruyordu. Yatağın

lam
üzerinde Emma’nın hastanede üzerine serdiğimiz tüylü,
pembe ve san lale desenleri olan battaniye vardı.

aka
Pelüş fillerden, ayılardan ve köpeklerden oluşan bir gök­
kuşağı raflarda sıralanmış, eve hiç gelmeyecek olan, onlara

ıY
hiç uykusunda sarılamayacak olan küçük kızı bekliyorlardı.
Her bir oyuncağın başına parmak uçlarımla yavaşça dokun­
mak, bugün bile Emma’nın tenindeki ve başındaki tüyden
gın
saçlardaki yumuşaklığı anımsatıyordu bana.
usa
Yaşasaydı, burayı çok sevecekti.
Boğazım yine düğümlenmişti. Dayanabilmek için par-
ökk

maklanmı dudaklanma bastırdım.


Ryan, kızımıza konulan teşhise hiç inanmamıştı. Test so­
-G

nuçlarının yanlış olduğuna, ultrason tetkiklerinin güvenilir


olmadığına yemin ederdi hep. Oysa ben... ben bir şeylerin
ters gittiğini hissediyordum.
ng

İster annelik içgüdüsü deyin, ister başka bir şey, Em­


Lo

ma’nm hasta olduğunu biliyordum. Elbette, ben de mucize­


lere inanıyordum. Ölü doğmayarak doktorların hata yaptı­
leen

ğını kanıtlayacağından emindim ama onu hiç eve getirirken


canlandıramamıştım gözümde.
ath

Yeterince inanmayarak onu hüsrana uğratmış olabilir


miydim?
K

Gözlerimi sıkıca kapayarak yüzünü, kokusunu, yeni do­


ğan ünitesinde göğsüme yasladığım minicik bedenin verdi­
ği hissi canlandırmaya çalıştım zihnimde. Ardından buraya,
şimdiye döndüm.
Binlerce kez bu odaya gelmiştim. Etrafıma Emma’nm

ak
eşyalarını döküp onları düzeltmek, birilerine vermek ya da
garaja kaldırmak niyetiyle odanın ortasına oturmuştum kim

lam
bilir kaç kez.
Fakat hiç başaramamıştım.

aka
Gerçeği tam anlamıyla kabullenememişdm hiçbir
zaman.

ıY
Emma eve gelmeyecekti.
Bu sefer ise Emma’nm boş odası, önceki seferlerden
daha farklı geliyordu bana. gın
Gözlerime dolan yaşlara karşı gelerek, ayaklarıma ve te­
usa
ker teker ayaklarıma düşen gözyaşlanma baktım.
Başımı kaldırıp Emma’nm odasını tekrar inceledim. Her
ökk

şey hem aynı hem de birbirlerinden çok farklı görünüyordu.


Artık anılan bırakmalıydım.
-G

Bu sefer hazırdım.
ng

Emma’nın oyuncaklarını, kıyafetlerini ve battaniyelerini


Lo

toplayıp paketlediğimde, gözlerimden uyku akıyordu. An­


cak yapmam gereken son bir şey kalmıştı.
leen

Birkaç hafta içinde Ryan’la birlikte avukatımın ofisinde


buluşacak, mal taksim sözleşmesini imzalayacaktık. Ça­
ath

lışma odasından Emma’nm odasına sürüklediğim ufak bir


kutunun üzerine hafifçe vurup, bunu Ryan’a vermem gerek­
K

tiğini hatırlattım kendime.


Koridorda gördüğüm Poindexter’m başını severek, be­
nimle gelmesini işaret edince, hayvan bitkinlikle burnunu
kaldırarak bana baktı.
Birlikte aşağıya indik. Giriş kapısının kilidini kontrol et­
tikten sonra arka kapıya doğru ilerlerken, Poindexter’a bir

ak
çift bisküvi verdim.

lam
Gece açık ve serindi. Yılın bu zamanı için birazcık fazla
serin olsa da baharın geldiği her yerden anlaşılıyordu. Ha­

aka
vanın bir günü diğerini tutmuyordu.
Tıpkı hayat gibi.

ıY
İçine boncuklan, misinaları ve takı yapma aletlerini tık­
tığım çekmeceyi açıp malzemeleri çıkarttım.
gın
Poindexter’ı içeri alıp arka kapıyı kilitledikten sonra, her
şeyi önüme sistemli bir şekilde dizmek için mutfak masasına
usa
oturdum. Boncuklan dizerken renk seçimleriyle desenler, san­
ki ilham perisi yardım ediyor gibi gözlerimde canlanıyordu.
ökk

Derin bir nefes alıp ölçtüğüm misinayı kestim. İnanarak


düşündüğüm desenin üzerinde çalışmaya başladım. Sürek­
-G

li bir yapıp bir bozarak, durup baştan başlayarak, kendime


birkaç kez misina keserek istediğim sonuca varana kadar
ng

devam ettim.
Çok basit bir desendi ortaya çıkan. Her iki tarafı gün
Lo

batımı renklerindeki boncuklarla çerçevelenmiş ortasında


gökkuşağı renkleri ve deseni olan bir bilezik.
leen

Uzunca bir süre sonra yatağımın başucundaki lambaya


uzanırken, her bir parça camdan boncuğu parmağımla takip
ath

ederek bileğimdeki ışık oyunlarını inceledim.


Babamın defterine, bulmaca çözmek için değil de ilk
K

sayfasına yazdığı cümleyi okumak için uzanıp kapağını aç­


tım. Yaşadığı duygusallık, bizlere inanmayı öğretmişti.
Hayatta gökkuşağının peşinden ya gidersin ya da git­
mezsin.
Sanınm onu artık anlıyordum. Belki başka biri olsa işini
bırakmadan, saçını kesmeden ya da bahçıvanla neredeyse

ak
birlikte olmadan hayatını yoluna koyabilirdi.

lam
Ben yapamamıştım ama zararı yoktu.
Çünkü bu benim gökkuşağımdı. Sadece bana aitti. Kim

aka
bilir, belki de benim için artık onun peşinden koşma vakti
gelmişti.

ıY
“Kışın en soğuk zamanında, nihayet içimde hiç bitmeyen
gın
bir yazın olduğunu öğrendim.”
-Albert Camus
usa
ökk
-G
ng
Lo
leen
ath
K
ak
lam
aka
“NVK RB ZÇĞIJMBLMEÜAÜKÜNVLVD PR NVKR FÜEG
ÖRİVEARJRBLREV FRİREVK. ”

ıY
- IVMLZRE DREOJ

gın
P
askalya Bayramı’nda annemin kapısının önüne park
usa
ederken, içimi kocaman bir korku kapladı. Kavga et­
tiğimiz günden beri Mark’ı ne görmüş ne de onunla konuş­
ökk

muştum. O iki ay içerisinde annemle yaptığımız görüşme­


lerde ise konu hakkında konuşmaktan kaçınmıştık.
-G

Annemin yapılacaklar listesini konuşmaktan da kaçın­


dık. En azından ben kaçındım.
ng

Mark, Jenny ve çocuklar henüz gelmediklerinden, ben


de Poindexter’ı annemin çitlerle örülü bahçesine salıp an­
Lo

nemin peşinden mutfağa ilerledim.


Kot pantolonunun belinden sarkan ufak, gümüş rengi ci­
leen

hazı göstererek, “Bu ne?” diye sordum.


“Pedometre,” dedi minik alete hafifçe vurarak. “Günde
ath

on bin adımla kendimi yepyeni bir kadın gibi hissediyorum.


K

Bence sen de denemelisin, tatlım.”


Gülmeme hâkim olmak için dudağımı ısırarak, “Dene­
rim,” diye karşılık verdim.
Ardından konuyu değiştirecek bir adım attım.
“Senin şu listeni düşünüyordum.” Annem bakmıyorken,

ak
kristal servis tabağından bir turşu aşırdım. İlkokuldan beri
başarıyla gerçekleştirdiğim bir hamleydi bu.

lam
“Halledildi o,” diye yanıt verdi annem.
“Ne halledildi?” diye sordum lokmamı çiğnerken. Sanı­

aka
rım artık yürüttüğüm turşuyu anlamıştır.
“Liste.”

ıY
“Liste mi halloldu?” Ciddi miydi bu kadın?
Akşam yemeği için hazırladığı tepsiyi firma verirken,
gın
onayladığını belirtircesine bir ses mırıldanarak başını salladı.
“Ne zamandan beri?”
usa
“Her bir maddeyi teker teker tamamladığımdan beri.”
Bensiz. “Özür dilerim, anne,” dedim utangaç bir ifadeyle.
ökk

Şaşkınlıktan kaşları çatılmış bir şekilde bana döndü.


-G

“Niçin?”
“Mark haklıydı. Buraya daha sık gelmeliydim. Ben...”
“Senin kendine ait bir hayatın var,” diye söylediklerimi
ng

yarıda kesti.
“Ama ben...”
Lo

“Ve onu yaşamalısın.”


Tam bana doğru bir adım atmıştı ki kapı çaldı. Çalan zili
leen

bir süfe umursamayarak uzanıp parmak uçlarıyla çenemi


tuttu.
ath

“Kendi hayatını yaşa, Bemie. Bu, babanla birlikte senin


için istediğimiz tek şeydi.”
K

Annem kapıya doğru ilerlerken ben olduğum yerde kal­


mış, boğazıma takılan düğümle yutkunmaya uğraşıyordum.
Annemin, “Ah, ne kadar da yakışıklı olmuşsun,” dedi­
ğini duydum.
“Geldi mi?” diye sordu Mark.
Mark.

ak
Güçlü olmak adına derin bir nefes aldım. Artık özür di­

lam
leme vakti gelmişti benim için. Gelmiş geçmişti bile. İyi bir
kız kardeş haftalar öncesinde dilemeliydi özrünü. Fakat ben

aka
iyi biri değildim.
Mark’ın yaklaşan adımlarını duyunca, konuşmak için ağzı­

ıY
mı açtım. Üzerinde babamın en sevdiği pirinç düğmeli, deniz­
ci mavisi ceketiyle eşikten geçtiğini görünce, nutkum tutuldu.
gın
Ah, ne kadar da yakışıklı olmuşsun. Annemin sözleri ku­
laklarımda çınladı.
usa
Gerçekten de yakışıklı görünüyordu.
Tıpkı babam gibi... Heyecandan nefesim kesildi.
ökk

Üzerimde yarattığı etkiden adı gibi emin olan Mark, gü­


lümsedi. Aniden gözlerimden yaşlar süzülmeye başlayınca,
-G

kaşlarını çatıp kolumu tutmak için uzandı.


“Haydi ama,” dedi Mark beni kendine çekerek. “Sen
ng

ağla diye giymedim bunu.”


Bir cevap vermeye, bir ses, bir sözcük çıkartmaya çalış­
Lo

tım ama hiçbir şey çıkmadı dudaklarımın arasından.


Mark, babamın çocukluğumda pek çok kez yaptığı gibi, beni
leen

arka kapıya doğru götürdü. Birkaç dakika sonra merdivenlerde


otururken, yanaklarımızı sıcak bahar havası okşuyordu.
ath

“Daha önce buna kendimi hazır hissetmiyordum,” diye


başladı konuşmaya. “Özür dilerim...”
K

Sözlerine devam edecekken, elini sıkıp onu susturdum.


Emma’nın odasıyla yüzleşmek benim beş yılımı almıştı.
Oysa Mark, babamın dolabından sadece yedi ay uzak dur­
muştu.
Konuşabilmek için kendimi zorlayarak, “Hayır,” diye

ak
itiraz ettim. “Ben özür dilerim. Hatalıydım. Çok, çok hata­
lıydım hatta.”

lam
Kolunu omzuma atarak bana sıkıca sarıldı. En son ne za­
man birlikte böyle oturduk, hatırlamıyordum. Dahası, daha

aka
önce böyle oturduğumuzu hiç hatırlamıyordum.

ıY
“İkimiz de hatalıydık.” Sesindeki yatıştınrcı tını, hâlâ
içimde tuttuğum tüm gerginliği söküp attı. “Babalarını kay­
beden insanlara olur öyle.”
gın
“Kafayı mı yerler?” diye sordum.
“Evet,” diye onayladı Mark, hafifçe bir kahkaha atarak.
usa
“Kafayı yerler.”
ökk

Ceketin etek kıvrımını çekiştirerek, “Güzel ceketmiş,”


dedim.
-G

“Yeni aldığım ufak bir şey,” diye dalga geçti.


“Seninle gurur duyardı.”
Mark ciddileşerek, “Öyle mi düşünüyorsun?” diye sordu.
ng

“Eminim,” diye cevap verdim.


Lo

Hafifçe omzumu sıktı.


“Saçın için ne düşünürdü peki?” diye sordu.
leen

Kendime güvenerek uzanıp saçımın bir tutamını tuttum.


Kontrol altına alınamayan buklelerim tekrar... kontrol altına
ath

alınamayacak kadar uzamıştı. Şöyle diyelim, saçlanm geri­


ye arzulanacak çok şey bıraktı.
K

Ardından birlikte, “Başkalarının ne düşündüğü umu­


rumda değil ben yine de denerim,” dedik.
İçeri girdiğimizde hâlâ gülüyorduk. Antreye vardığımız­
da, kolumdan tutarak beni durdurdu.
Ondan yana dönüp iri iri açtığım gözlerle ona baktım.
“Çok şey yaşadın, Bemie.”

ak
Başımı iki yana sallayarak, “Başka hayatlarda yaşanan­

lam
lardan çok değil,” dedim.
Mark gözlerini kısarak başını salladı. “Seninle gurur du­

aka
yuyorum.”
Birkaç dakika boyunca birbirimize baktık. Sessizlik hu­

ıY
zur vericiydi. Tıpkı eve dönmek gibi.
“Emma ölünce günlerce ağladım,” dedi. O kadar yumu­
şak bir tonda konuşmuştu ki bir an gözlerimde o anı canlan­
gın
dırdım. Gözlerindeki yaşlar parıldıyordu.
usa
Mark’ı daha önce ağlarken hiç görmemiştim.
Hiç.
ökk

“Neden bana söylemedin?” Boğazım tekrar düğümlenmiş,


huzur, üzüntü ve keder kanşımı bir his yüreğimi sarmıştı.
-G

İç geçirdi. Nefesindeki ses soluk almadan çok bir ürper­


tiyi andırıyordu. “Çünkü ağabeyler ağlamaz.”
Kollarımı boynuna doladım. Gözyaşlarını, gözlerimi ya­
ng

kıyordu. “Hayır, ağlarlar,” diye fısıldadım kulağına.


Lo

Bir çift minik el dizime sarılmadan önce, “Bebe,” diye


ufak, tiz bir ses çınladı.
leen

Mark’tan uzaklaştığımda gözlerindeki barıştığımızı an­


latan ifadeyi okuyabilmiştim.
Dönüp Elizabeth’i kollanma aldım. Ben tombul yanak­
ath

larına bir öpücük kondururken, o “Bebe,” diye tekrar etti.


K

Yaşasaydı, kuzeni Emma’ya ne kadar benzerdi diye düşün­


meden edemezken yüreğim sızladı.
“Hafta boyunca hep senin ismini söylemeye çalıştı,”
dedi Mark gururla gülümseyerek.
Elizabeth’i hafifçe sıkıştırarak, “Kulağa mükemmel ge­

ak
liyor,” dedim. Diğer elimin parmaklarım, Mark’m parmak­
larına geçirerek, “Mükemmel,” diye tekrar ettim. Üçümüz

lam
birlikte ailenin geri kalan üyelerine katıldık.

aka
Diane ve Ashley, akşam üzeri evime girerken Diane, “Alış­

ıY
veriş merkezine gitmiştik,” diye söze başladı.
Diane’in, sağa sola çarparım korkusuyla yürüyemeyece-
gın
ği gün acaba gelecek mi sorusu dolanıyordu beynimde.
Sanırım gelmeyecekti.
usa
“Senin yatak istirahatinde olman gerekmiyor mu?”
Hastanede yaşanan korkutucu olayın üzerinden haftalar
ökk

geçmişti. Geçirdiği hafif sancılanmayı saymazsak, Diane’in


-G

hamileliği sorunsuzca ilerliyordu.


“Hafif işler yapmama izin var desek daha doğru olur.”
Ashley lafa karışıp, “Alışveriş merkezine gitmek gibi,”
ng

dedi gözlerini devirerek.


Başımla onu onaylarken kızın alnında bir şey dikkatimi
Lo

çekti. Kaşlan... harikaydı. Tek kelimeyle harikaydı.


“Baştan Yarat mı?” diye sordum Ashley’ye. Birlikte
leen

alışveriş merkezine gidecek fırsatımız olmamıştı ama görü­


nüşe bakılırsa akma problemine bir çözüm bulmuştu.
ath

Diane başını iki yana yaslayarak, “Eczaneden birkaç


şey alıp otoparkta kendimiz yaptık. Çok güzel duruyor,
K

değil mi?”
Ashley’ye yaklaşıp parmağımla hafifçe kaşlarına dokun­
dum. Köklerinjn uzadığını hissedince gülümsedim. Ashley,
çok yakında eski kaşlarına tekrar sahip olacaktı.
“Güzel,” diyerek ona sanldım.
Ashley geriye doğru bir adım atarak kollarıma bir paket

ak
koydu. “Aç haydi,” diye de ekledi.

lam
Paketi incelerken kaşlarım çatılmıştı. “Bu ne?”
“Aç haydi,” diye tekrar etti Diane, Ashley’nin sözlerini.

aka
Ben de açtım.
Paketin ağız kısmını açıp içindeki parlak, lila renkli pa­

ıY
rıltıyı inceledim. Ardından torbaya elimi sokup kalın örgü­
den yapılma eşofman üstünü çıkarttım.
Yeni bir eşofman üstü.
gın
O an belimin üzerini kapayan yıpranmış eşofman üstüne
usa
bakıp, kahkaha attım. Manşetleri iyice gevşemiş, fermuarı
ise kapanmıyordu.
ökk

Ashley parıldayan gözleriyle, “Haydi oku,” dedi heye­


canla. •
-G

Oku mu?
Elimdeki kıyafeti çevirip göğsüne kaim harflerle işlen­
miş o tek kelimeyi okudum.
ng

Tanrıça.
Lo

“Hay senin...” der demez elimle ağzımı kapayıp, “İnan­


mıyorum, demek istemiştim,” diye lafı döndürdüm.
leen

Ashley hiç tereddüt etmeden elimdeki eşofman üstünü


kaparak üzerimdekini çıkartmaya koyuldu.
ath

Elini yakaladım. “Hayrola?”


Diane, fermuarımı işaret ederek, “Yakacağız,” dedi. “Çı­
K

kar şunu.”
“Yakacağız mı?” diye karşılık verdim tiz bir sesle.
Diane dudaklannı birbirine bastırarak başını salladı. Ne
kadar buyurgan olabileceğini unutmuştum.
Fakat bu durum hoşuma gitmişti.

ak
Son zamanlarda yaşadığım değişiklikler boyunca benim
sadık yoldaşım olan giysiye başımı eğip bakarken, yüzüme

lam
bir gülümseme yayıldı.
Yakmak.

aka
Fikir gerçekten hoşuma gitmişti.
Fermuarımı çözdüm. Artık canımı sıkan giysiyi çıkanp

ıY
yere bıraktığımda, soluk gri bir birikinti gibi görünüyordu.
Diane onarılabilir günlerini geride bırakmış eşofman üstü­
gın
nü yerden alıp, arka kapıya doğru ilerledi. Ashley de arka­
ma geçip eşofman üstünü, sanki bir pelerinmiş gibi bana
usa
tuttu.
Hiç giyilmemiş kumaşın cildimde yarattığı şımartma
ökk

hissinin keyfini çıkararak, yeni kıyafete kollarımı geçirdim.


Ardından uzanıp fermuarını çektim, koridordaki aynaya
-G

baktım ve gülümsedim.
Tanrıça.
ng

Alakam bile yoktu ama yine de kabul ediyordum.


Bir kahkaha attım.
Lo

“Kibritin nerede?” diye seslendi Diane mutfaktan.


Kibrit.
leen

Tamam, son zamanlarda biraz düzensiz olabilirdim ama


kamı burnunda Diane’in elinde bir kutu kibritle arka bahçe­
ath

ye ilerlediği fikri kanımı dondurdu.


“Ben getiririm,” diye cevap verdim.
K

Birkaç dakika sonra mangalı alevlendirmeyi başarmış­


tık. Diane, eski eşofman üstümü, sanki hastalık yayıyormuş
gibi kendinden uzakta tutarak, “Söylemek istediğin bir şey
var mı?” diye sordu.
Eşofmanın etek kısmından tutup Diane’in elinden çek­
tim. “Bırak ben yapayım.”

ak
Kıyafeti ateşin üzerine bıraktım. Bir an, alev alacağı yer­

lam
de alevi söndüreceğini düşünerek kaşlarımı çatsam da bile­
ğimdeki boncukları parıldatarak yükseldi ateş.

aka
Ne söylemek istediğimden, gerçekten neye inanmak is­
tediğimden tamamen emin olarak gülümsedim.

ıY
' Anı kutlamak için bardaklara doldurduğumuz suyu ha­
vaya kaldırarak, “Gökkuşağını yakalamaya,” dedim.
Ashley’nin alnı dediğimi anlayamadığı için kırışsa da
gın
Diane’in yüzü parladı. Bir gün Ashley de neden bahsetti­
usa
ğimi anlayacaktı. Şimdilik sadece omuz silkip suyunu yu­
dumladı.
ökk

Ryan’la birlikte sadece bir kez kullandığımız mangalda


dalgalanan alevleri seyrettik.
-G

“Bemie Teyze, evde hiç...”


“Tanrı aşkına, sakın fasulye deme!” diye uyaran bir ba­
kış atarak, kızın sözünü böldüm.
ng

Ashley ise, “Marşmelov var mı?” diyerek sorusunu bi­


Lo

tirdi. Ardından başını iki yana salladı. “Neden fasulye pişir­


mek isteyeyim ki?”
leen

Hep birlikte kahkaha attık. Mutluluğumuzun sesi,


yanan giysiden yükselen sayısız ışık parıltısına karışıp,
ath

gece havasında dans ediyordu. Ardından ateş, geriye sa­


dece gerçekleşecek şeylerin vaadini bırakarak yavaş ya­
K

vaş söndü.
Bir uçak sesi duyulur duyulmaz Poindexter yerinden fır­
ladı. Patileriyle adeta bahçeyi döverken, gözleri inmek için
manevra yapan kargo uçağındaydı.
Ashley sorduğu marşmelovlan bulabilmek için mutfa­
ğa giderken, daha önce binlerce kez yapmayı düşündüğüm

ak
şeyi yaptım.

lam
Bardağımı kenara bırakıp köpeğimle beraber bahçede
bir ileri bir geri koşturdum. Onun gibi hedefi takip ettim.

aka
Poindexter’ın gökkuşağı bir tanecik uçaktı.
Uçağı gözden kaybolana kadar kovaladıktan sonra kahka­

ıY
halar atıp Poindexter’ı kollanma çekerek çimlere yığıldım.
Eğer yanılmıyorsam, Bay Otuz Altı Numara’nın kapı­
sından bir siluet uzaklaşıyordu.
Bu, beni gülümsetti.
gın
usa
ökk

“Biz, en kötü yanlarımızı bilip de bize sırt çevirmeyenleri


severiz .”
-G

-Walker Percy
ng
Lo
leen
ath
K
ak
lam
aka
ıY
gın
yan’la avukatlık bürosunda buluşacağım günün sabahı
R erken uyandım. Hatta pek uyumadığım da söylenebilirdi.
usa
Öğle arasında mal taksim sözleşmesini imzalayacaktık.
ökk

Bölüşmek çok zor olmamıştı. Öncelikle sahip olduğumuz


sanırım tek şey evimizdi. Elbette ki emeklilik için yatırım­
-G

lar yapmak konusunda da dikkatli davranmıştık. Beni bu


güne kadar idare eden de o olmuştu.
Ryan, hiç el sürmediği emeklilik fonunu aldı, ben de evi.
ng

Hatırladığım kadarıyla da faturaları bölüşüyorduk. Geriye


Lo

kalan husus ise göz ardı edilebilirdi. Buz pistinde hayatımın


sonuna kadar çalışmayacağımı düşünürsek ödemeleri ken­
dim karşılayabilirdim.
leen

Saate bakıp görüşmenin bir an önce olup bitmesini di­


ledim içimden. Evliliğimizin gerçekten bittiği gerçeğini
ath

kabullenmiştim. Sadece daha fazla bu konu üzerine kafa


K

yormak istemiyordum.
Geçirmem gereken vaktimin olduğunu fark ederek rahat­
lamaya, kendime kahve yapmaya ve sabahın olabildiğince
çabuk geçmesini sağlayacak bir yol bulmaya karar verdim.
Babamın gömleğinin güvenli kumaşına uzandığımda te-
reddüde düştüm. Parmak uçlarımla iyice yıpranmış kumaşa

ak
dokundum. Gömleğin kolunu kaldırıp yüzüme bastırarak

lam
derin derin içime çektim kokusunu. Sayısız yıkamadan son­
ra babamın kokusundan eser kalmamıştı. Tıpkı Emma’nın

aka
saç tutamında, patiklerinde, tulumunda da olduğu gibi.
Babam da Emma da yoktu artık. Geri de gelmeyecek­

ıY
lerdi.
Dolabın kapağını kapatmadan önce tuttuğum gömlek
gın
kolunu bırakıp, elimle düzelttim.
Gömleği ara sıra gardırobumdan çıkarttığımı bilsem de
usa
en zor anlarımda bana destek olmuştu. Babamın gömleğiy­
le defteri, buraya, bu ana kadar gelmek için ihtiyaç duydu­
ökk

ğum şeydi belki de.


Ashley ve Diane’in bana hediye ettiği eşofman üstünü
-G

alıp üzerime geçirdim. Gözüme aynadaki yansımam ilişin­


ce gülümsedim.
ng

Tanrıça.
Bunun üzerine bir kahkaha attım.
Lo

En azından hem Ashley hem de Diane bana inanıyordu.


Hatta Sophie Cooke ve ailem de bana inanıyordu. İşleri yo­
leen

luna koyuyor olmalıydım.


* Kancasından başlayarak dizilmiş boncuklan teker teker
ath

parmağımda hissederek bileziğime dokundum.


Yaptığım gökkuşağı mükemmel değildi. Kimi renk par­
K

çalan kusurlu, kimi boncuklarsa yanlış dizilmişti. Tıpkı


beni andmyordu.
Aniden bugünüm ve önümdeki hayatım için bundan
daha mükemmel bir tılsım olamayacağı fikri geldi aklıma.
ak
Ryan’la birlikte avukatlık bürosunun önünde durmuş, tuhaf

lam
bakışlarla birbirimizi süzüyorduk. Bütün imza atma süreci
on beş dakika bile sürmemişti. Şimdi tek yapmamız gereken,

aka
posta kutumuza gelecek olan resmi belgeleri beklemekti.
Nisan ayının bitimine doğru hava ısınmıştı. Sıcak bir

ıY
rüzgâr esintisi kaldırımı yalarken, minik saksı bitkilerini
titretiyor, canlı renklere sahip bayrakları dalgalandırarak
yaklaşan fırtınadan haberler getiriyordu.
gın
Birbirimizi seyrederken, Ryan’ın özelliklerini listeliyor­
usa
dum kafamda. Aramızda gergin bir sessizlik hayat bulmuştu.
Göz kenarlarında yeni kırışıklıklar belirmişti. Eğer yanılmı­
ökk

yorsam yanakları da birazcık daha dolgunlaşmıştı. Gözleri,


çok eski zamanlarımızdan hatırlasam da tam olarak adlandı­
-G

rmadığım bir şeyle parıldıyordu.


Nasıl eğlendiğimizi, birbirimizin esprilerini tamamladı­
ğımız günleri anımsadım. Bir zamanlar ne kadar uyumlu
ng

olduğumuzu, birbirimize nasıl âşık olduğumuzu hatırladım.


Lo

Ne zaman kaybetmiştik birbirimizi?


Emma’yı yitirdikten sonra hamile kalabilmem için çok
leen

uğraşmıştık belki. Belki de yeterince denememiştik. Yeni


bir bebek sahibi olma fikri vazgeçtiğimiz tek şey değildi
ath

belki de. Hayatımızın bir noktasında konuşulmayan düşün­


celer ele geçirmişti bizi. Yaşamımız, sessizliğin içinde kay­
K

bolarak ellerimizden kayıp gitti.


Ryan’m gözleri hüzünle yere bakıyordu. Belgeleri im­
zalamak en az benim kadar onun da canını yakmıştı. Bunu
anlayabiliyordum.
Onca seneden sonra bizi, beni terk etmesinden ötürü
üzüntü duyduğu gerçeği beni rahatlatıyordu.

ak
“Çok güzel görünüyorsun, Bemie,” dedi Ryan gülümse­

lam
yerek. Ancak gözleri pişmanlıkla gölgelenmişti. “Belki de
ihtiyacın olan şey budur.”

aka
“Ne?” diye sordum, kaşlarımı çatarak.
“Yalnız kalmak,” diye cevap veren Ryan, iri iri açtığı

ıY
gözleriyle bana bakıyordu. “Bensiz olmak.”
Başımı iki yana sallarken şaşkınlıktan ister istemez hafif
bir kahkaha attım. “Hayır.”
gın
Açıkçası bir yanım hâlâ eskiden sahip olduğumuz gün­
usa
leri geri kazanmak istiyordu. Emma’nm ölümünden sonra,
kendi evliliğimi de ölüme terk etmiştim ben. Ne kadar içi­
ökk

me kapandığımı, Ryan’la babamı kaybettikten sonra göre­


bilmiştim.
-G

Belki de sonunda kendime yaşamak, hayatta kalmak,


hissetmek, sevmek ve gülmek için izin verdiğimden farklı
görünüyordum.
ng

Tüm yaşananlardan sonra, peşinden gitmem gereken


Lo

gökkuşağının ne olduğunu öğrenmiştim.


O gökkuşağı bendim.
leen

Kaşlarının ortasında derin bir çizgi beliren Ryan, ayakla­


nma baktı. “Ayak parmakların mor olmuş.”
ath

Evden çıkarken çizmelerle Diane’in bana aldığı yeni


bantlı sandaletler arasında kalmış, giymek için sandaletle­
K

ri tercih etmiştim. Ayak bileklerimden aşağısı hâlâ düzgün


görünüyordu nasılsa.
“Ayak tımaklanm mı?” diye sordum.
“Ayak tırnakların,” diye tekrar etti Ryan.
“Ne demeye çalışıyorsun?”
“Evliyken ayak tırnaklarına hiç mor oje sürmezdin.”

ak
Ayaklanma bakıp omuz silktim. ‘Seni hiç alakadar et­

lam
mez’ diyen bir omuz silkmesinden daha çok ‘Buna mı takıl­
dın?’ diye sorgulayan bir hareketti yaptığım.

aka
Evliyken yapmadığım tonla başka şey de vardı, diye dü­
şünsem de dile getirmedim. Belki de bir korkaktım. Düşün­

ıY
düğümü söylemek, belki de Ryan’ı kıracaktı ve onu kırmak,
yapmak istediğim en son şeydi.
gın
Ne de olsa Emma öldükten sonra tüm gemilerimi yak­
mam, Ryan’ın hatası değildi.
usa
Kimsenin hatası değildi.
Sadece öyle olmuştu.
ökk

Sanki önemsiz bir şeyden bahsediyormuşum gibi yumu­


şak bir tonda, “İnsanlar değişirler,” diye karşılık verdim.
-G

İnsanlar gerçekten değişirdi.


Ben de değişmiştim.
ng

Yakında Ryan’dan resmen boşanmış olacaktım. Sonsuza


dek Emma’nın annesi olarak kalsam da onun annesi olma­
Lo

nın getirdiği kederi geride bırakmıştım. Kendim olmaya,


hayatımı yaşamaya, Bemadette Murphy olmaya hazırdım
leen

artık.
Hem bunu neden yapmayayım ki?
ath

Gözucuyla tekrar ayaklanma baktım.


İnsanın tırnaklarına mor oje sürmesi o kadar da kötü bir
K

şey değildi.
Ryan bana gergin bir gülümsemeyle bakıp, arkasını dön­
dü. Ona vermeyi düşündüğüm kutuyu hatırlayarak belgeleri
taşımak için yanımda getirdiğim büyük el çantasına uzandım.
“Bekle iki dakika.”

ak
Hafifçe kaşlarını çatarak tereddüde düşen Ryan’a küçük,
paketlenmiş kutuyu uzatınca, bakışları şaşkınlık ve merakla

lam
parıldadı.
“Bebek için,” dedim.

aka
Ryan şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.
Kızı hakkında tek söz etmemiştik. Böylesi muhtemelen

ıY
daha iyi olsa da ona getirdiğim şeyi vermek istedim.
Hava toplanan yağmur bulutlarıyla kararmaya başladı­
gın
ğında, demir banktan uzaklaşan bir çift genç anne, aceleyle
bebek arabalarının güneşliklerini açıyordu.
usa
Boşalan bankı işaret ederek, “Şuraya oturalım. Haydi
aç,” dedim.
ökk

“Emin misin?”
-G

Gözlerimiz birbirine kenetlenince, Ryan’ın sorgulayan


bakışlarında tüm geçmişimizi okuyabildim.
“Oldukça eminim,” diye karşılık verdim yumuşak bir
ng

sesle.
Yan yana oturduk. Ryan, paketin ambalajını yırtıp ku­
Lo

tunun kulaklarından birini kaldırarak, içinde ne olduğunu


görmeye çalıştı.
leen

Minik, soluk pembe renkli oyuncak suaygın, kutunun


içine konmuş kâğıt mendil parçalarının arasında duruyordu.
ath

“Bu Emma’nın,” dedi Ryan neredeyse fısıldayan bir sesle.


“Emma’nındı.” diye düzelttim. “Küçük kardeşine ver­
K

mek ister diye düşündüm. Yanılıyor muyum?”


. Ryan’ın yüzü o kadar hüzünlendi ki bir an gerçekten
ağlayabileceğim düşündüm. Oysa Ryan sırtını doğrultarak
uzanıp saçlarıma bir öpücük kondurdu.
“Brahms’ın ninnisini çalıyor,” diye açıklama yaptım,
sanki hatırlamıyormuş gibi. Ancak yüzündeki ifade, hiçbir

ak
ayrıntıyı unutmadığının bir kanıtıydı.

lam
Suaygırınm akerdeona benzer kuyruğunu çekerek, “Bak,
böyle,” diye gösterdim Ryan’a.

aka
Sıcak havayı saran yumuşak tınılı müzik, Ryan’la bir­
likte kreş için oyuncağı aldığımız güne götürdü beni adeta.

ıY
Müzik susunca hareket etmeden, konuşmadan öylece
bekledik, ta ki Ryan oyuncağı kutuya geri koyup kapağını
kapatana kadar. “Teşekkürler.”
gın
Birbirimize baktık. Söyleyecek söz bulamayarak başımı
usa
onaylarcasına salladım.
“Görüşmek üzere, Bemie.” Konuşurken kaşlarını hafifçe
ökk

kaldırınca, üzüntüden yüreğim sızladı.


Ryan arkasını dönüp rüzgârın süpürdüğü kaldırımın üze­
-G

rinden arabasını park ettiği yere doğru ilerlerken, gülümse­


meye zorladım kendimi.
“Görüşmek üzere,” diye fısıldasam da arkasından, söz­
ng

lerim aniden ortaya çıkan nemli hava kütlesinin içinde yok


Lo

olup gitti. ‘Görüşmek üzere’ diye vedalaşsak da bir daha


görüşemeyeceğimizi adım gibi biliyordum.
Ryan Murphy, hayatımdan tam manasıyla çıkıp kendi
leen

yeni hayatına gitmişti artık.


ath

Eve döndüğümde telesekreterli telefonum iki yeni mesajı­


K

mın olduğunu gösteriyordu.


İlk mesaj heyecandan aklımı o kadar başımdan aldı ki
ikinci mesajı beklerken farkında olmadan ilk mesaja dön­
mek için ahizeyi kaldırmıştım bile.
Courier Post’tan Jim Bames benimle düzenli köşe yazar­

ak
lığı hakkında konuşmak istiyordu.
Düzenli.

lam
Köşe yazısı.
Gönderdiğim ikinci yazıdan sonra benden haber ala­

aka
madığını, bu yüzden yolladığım iki yazıyı birlikte yayım­
lamakta bir sakınca olup olmadığını soruyordu. Aynca bir

ıY
sonraki yazımı ne zaman göndereceğimi, onlara haftalık
köşe yazısı yazıp yazamayacağımı da konuşmak için ne za­
gın
man ofise gelebileceğimi de eklemişti sorularına.
Düzenli.
usa
Köşe yazısı.
Bu kelimeleri defalarca söylemek, kelimelerin dilimin
ökk

üzerinde bıraktığı tadın keyfini sürmek istiyordum deli gibi.


-G

Sadece kalbimdekileri bir kâğıda dökerek bir iş mi bul­


muştum ben şimdi? Ah keşke babam da burada olsaydı.
Şaşkınlıkla gülerken, ikinci mesajla neşeli sarhoşluğum
ng

dağıldı.
“Bern, Ben David. Diane’in suyu geldi. Ashley’yle bir­
Lo

likte hastanedeyiz.”
David’in bıraktığı mesajın geri kalanını dinlemeye gerek
leen

duymayarak nefes almadan telefonu kapattım. Hemen çan­


tamla anahtarlarımı kapıp dışarı fırladım.
ath

Arabaya binip kontağı çevirirken, David’in gönderdiği


son acil mesaj geldi aklıma, hani şu gazeteye ikinci yazımı
K

gönderir göndermez gelen.


O gün telesekreterde başka mesaj var mıydı acaba? Gö­
zümde makinenin lambasını ve kaç kez yanıp söndüğünü
canlandırmaya çalıştım.
Jim Bames o gün de aramış’olabilir miydi?
Aramış olma ihtimali vardı ama gülümseyerek bunu

ak
daha sonra düşünmeye karar verdim.

lam
Şimdi yeni bir Snyder dünyaya gelmek üzereydi ve bu
kutsal anın tek bir saniyesini bile kaçırmaya niyetim yoktu.

aka
ıY
Doğumhanenin kapısına geldiğimde, Diane ve David orta­
lıkta görünmüyordu. Diane sezaryen için ameliyathaneye
gın
alınmış, David de onunla birlikte ameliyathaneye girmişti.
Bekleme salonunda oturan benzi solmuş, gözleri korku­
usa
dan irileşmiş Ashley’yi buldum.
Beni gören Ashley, “Bemie Teyze,” diye seslendi. Ona
ökk

sarılmak için ilerlediğimde bir nebze olsun rahatlamış gö­


rünüyordu.
-G

“Bir haber var mı?” diye sordum.


Göğsüme yasladığı başını iki yana salladı. Uzanıp yu­
ng

muşak, uzun saçlarını okşadım.


“Her şey yoluna girecek, merak etme,” diye fısıldadım
Lo

kızın kulağına. “Göreceksin.”


Ardından hem bebek hem de Diane iyi olsun diye tüm
leen

kalbimle dua ettim.


Hemşire, Diane’in yaşadığı kasılmalar yüzünden be­
ath

beğin kalp atışlarının zayıfladığını söylemiş, doktor da bu


yüzden bir an önce bebeği çıkartmaya karar vermişti.
K

Bize bir ömür gibi gelse de Ashley’yle birlikte bekleyeli


daha bir saat olmuştu.
Sonunda David ameliyathanenin kapısından çıkınca, gü­
zel haberler getirdiği yüzünden belli oluyordu.
Ashley ayağa kalkınca David sırıtarak, “Bir erkek kar­

ak
deşin oldu,” dedi.
Küçük kız babasının kollarına koşarken, ben kenarda

lam
durup onlann kahkahalar içinde birbirlerine sarılmalarını
seyrettim. Bazen gerçekten onlann ailesinden biri olup ol­

aka
madığımı düşünüyordum. Belki de sadece bana tahammül
ediyorlardı.

ıY
David kolunu kaldınp yaklaşmamı işaret edince, kor­
kulanın yok olup gitti. Hem David’in hem de Ashley’nin
gın
koluna girerek, Snyder Ailesi’nin yeni üyesini kutladım on­
larla.
usa
“Adını ne koyacaksınız?” diye sordum David’e.
“Küçük David.”
ökk

Ashley’yle aynı anda, “Küçük David mi?” diye sorduk.


-G

David dalga geçerek, “Şaka yapıyorum,” diye karşılık


verdi. “Henüz bilmiyoruz. Eğer kız olsaydı adını Bemadet-
te koyalım diyorduk ama başımızdaki yetiyor bence.”
ng

Bana inanmayabilirsiniz ama o an Ashley’yle David’in


kahkahalarının biraz aşınya kaçtığını düşündüm.
Lo

Diane’in odasına giderken, Ashley’yi seyrettim. Alnı


endişeyle kırışan Ashley, hastaneye yetişmek için aceleyle
leen

evden çıkarken kaşlannı düzeltmeyi unutmuşa benziyordu.


Yeni çıkan tüyler sağa sola uzamış, mavi gözlerinin üzerin­
ath

de kontrolden çıkmış bir tırtılı andırıyordu.


Onu incelediğimi yakalayan Ashley, “Ne?” diye sordu.
K

Başımı iki yana sallayarak, “Hiçbir şey,” diye cevap verdim.


Odaya girerken, hemşire Küçük David Snyder’ı, mut­
luluk gözyaşlan yanaklanndan süzülen annesinin kucağına
koyuyordu.
David, Diane’in yüzünü nemlendiren yaşları nazikçe si­
lerek, önce karısının sonra da oğlunun başına birer öpücük

ak
kondurdu.

lam
Senelerce bunun aksini düşünsem de Diane, David’e sa­
hip olduğu için şanslıydı. Hatta ben bile ona, onlara sahip

aka
olduğum için ne kadar şanslıydım.
Emma’nın doğumundan önceki günlerimi, onu güven

ıY
içinde uyuduğu kamımdan hiç çıkarmak istemeyişimi
anımsadım. O günler sanki çok uzaktaymış gibi geliyor­
gın
du şimdi. Hayat onsuz, hatta bir süre bensiz de devam
etmişti.
usa
Bir duygu patlaması yaşıyordum adeta. Hissettiğim neşe,
hüzün ve umutla zar zor nefes alabiliyordum. Kendime daha
ökk

fazla hâkim olamayarak hıçkırmaya başlayınca, herkes ba­


kışlarım benden yana çevirdi.
-G

David, Diane’in yanından uzaklaşıp yanıma yaklaşarak,


“İyi misin?” diye sordu.
ng

Söylediklerinde samimi olduğu gözlerinden okunuyor­


du. Bir zamanlar bu adamın başını fırına sokmak gibi ha­
Lo

yaller kurmuş olabilirdim ama sevdiklerine sahip çıkan,


sağlam bir adama dönüşmüştü.
leen

Başımı evet dercesine sallayarak, “Sadece aklıma mü­


kemmel bir hediye fikri geldi,” dedim.
ath

İnce, yatay çizgilerle alnı kırışan David, “Hediye mi?”


diye sordu.
K

“Küçük David’in beşiği için,” diye açıkladım. Aklımda,


Emma’mn odasındaki mavi, oyuncak fil vardı.
Pembe suaygırı, mavi fil ve sarı ayıcık. Üçünü de takım
halinde almıştık.
Ayıcığı yeni doğan ünitesine götürüp, Emma’nm yattığı

ak
kuvözün içine yerleştirmiştik. Oyuncağın çaldığı Clair de
Lune* melodisini duyana kadar Emma’nm işitebildiğinden

lam
emin değildik. Aricak müzik çalmaya başladığında, Emma
başını ayıya doğru çevirmiş, meraktan irileşen gözleriyle

aka
çalan melodiyi dinlemişti.
Hayat karşıma başka ne sürprizlerle çıkar bilmiyordum.

ıY
Bu yüzden ayıcığı kendime saklamaya karar vermiştim.
Oğlunu kucağına alan Diane’i seyrederken, içimde mut­
gın
luluktan kahkaha atma hissi uyandı. Önce minik bir kıpırtı
olarak içimde büyüyen kahkaha isteği, patlayıp tüm odaya
usa
yayılana kadar büyüdü, yoğunlaştı.
Yüzü endişeli bir ifade alan David, bir adım daha yakla­
ökk

şarak, “Bemie?” diye seslendi.


-G

Kahkahalarım şiddetlenip gülümsemem tüm yüzüme ya­


yılırken, “Küçük David,” diye cevap verdim.
.David gülümsedi. Diane gülümsedi. Kısa süre içinde
ng

üçümüz birden önce kahkahalar attık, sonra da gözyaşları­


na boğulduk. Ashley ise durduğu yerden her zamanki gibi
Lo

gözlerini devirerek bizi seyrediyordu.


Hayat hem tuhaf hem de çok güzeldi.
leen

Güzel güoler kapınızı çalsın diye biraz beklemeniz gere­


kirdi bazen. O gün geldiğindeyse yaşadığınız her dakikayla
ath

deneyimin, sizi olduğunuz yere getirdiği için önem taşıdı­


ğını fark ederdiniz.
K

* Fr. Ay İşığı. (Ed. N.)


Hastaneden eve dönerken, bütün gün tehditler savuran hava
sonunda patlamıştı. Yağmur arabamın ön camına vuruyor,

ak
düştüğü yeri kalın bir su birikintisi kaplıyordu.

lam
Solumdaki alışveriş merkezine sığınabileceğimi düşü­
nürken, uzun zamandır eskiden oturup dünyada olup biten­

aka
leri uzaktan seyrettiğim kafeye uğramadığımı fark ettim.
Kafeye gelen insanlan inceleyip ilham almak için bun­

ıY
dan daha güzel bir fırsat bulamazdım herhalde. Ne de olsa
yazmam gereken köşe yazılarım vardı artık.
gın
Park alanını geçip yanıma yaklaşan yağmıırluklu figürü
fark etmemiştim. Ta ki ikimiz de alışveriş merkezinin açık
usa
olan tentesine doğru koşana kadar...
Sırtımı duvara yaslayıp ıslanmış sandaletlerimin altında
ökk

ezilen yağmur sularına bakarak yüzümü buruşturdum.


“Harika bir ayakkabı seçimi yapmışsın, Bayan Otuz İki
-G

Numara.”
Adamın gür sesi şüpheye yer bırakmıyorken, midem
ng

karşı koyamadığım bir duyguyla kasılıyordu.


Bay Otuz Altı Numara yanımdaydı.
Lo

Dönüp ona baktım. Yüzündeki gülümsemeyi görünce


içim rahatladı. “Cesaretin sınırlarını zorluyordum,” diye
leen

cevap verdim. “Olmamış mı?”


Başımızın üzerindeki tenteye damlayan yağmur, adeta
ath

ufak bir salonu alkışlarıyla yıkan kalabalık gibi ses çıkarı­


yordu.
K

İçten, ruhunun derinliklerinden gelen bir edayla güldü.


Çok uzun zamandır böyle samimi bir kahkaha duymamıştım.
Sanki duyduğu neşeyi bana açıklamak zorundaymış
gibi, “Ne oldu?” diye sordum Bay Otuz Altı Numara’ya.
Bana bakıp gülümseyince koyu renk gözleri ince çizgi­

ak
lerle çerçevelenmiş, gamzeleri leziz dudaklarını birer pa­
rantez içine almıştı.

lam
Kalbim sevecenlikle atıyordu.
“Hiç, sadece düşünüyordum.” Sesindeki tını, uzun za­

aka
man önce öldüğünü sandığım bir şeyleri harekete geçirmiş­
ti içimde. Konuşmak, fısıldaşmak, sevişmek gibi şeyleri...

ıY
Yatmaktan bahsetmiyorum, aşkla yapılan şeyleri harekete
geçirmişti.
gın
Madem öyle istiyor, ‘Komşular tentenin altına’ adlı oyu­
nu oynayabilirdik birlikte. Tek kaşımı kaldırmaya çalışarak,
usa
“Neyi düşünüyordun?” diye sordum.
Birbirine değen dudakları ayrılarak yerini geniş bir gü­
ökk

lümsemeye bıraktı. Büyük, harika, çekinmeden sunduğu bir


-G

gülümsemeye...
Dökülen sağanağı çenesiyle işaret ederek, “Böylesi bir
yağmurdan sona gökkuşağını yakalamak gerekir,” diye ce­
ng

vapladı Bay Otuz Altı Numara.


Uzunca bir süre etrafımdaki hayat, derin bir sessizliğe
Lo

büründü. Karşımda duran erkeğin bakışlarındaki yoğunluk


dışında hiçbir şeyi görmüyor, zihnimde yankılanan sözleri
leen

dışında hiçbir şey duymuyordum.


Babamın defterindeki giriş cümlesini ve annemin bana
ath

defteri uzattığı gün söylediklerini hatırladım.


Eminim baban da yeterince zamanı olduğunu düşünü­
K

yordu.
Babamın benim için seçtiği bulmacaları düşünüp, bir so­
nuca varamamış olabileceklerini fark ettim. Ancak hayatın
güzelliği burada başlamıyor muydu zaten?
Öğrenmenin, büyümenin, tökezleyip düştükten sonra
geri dönüp baştan başlamanın güzelliği değil miydi bu ya­

ak
şadıklarımız?

lam
“Bunu çok sık söyler misin?” diye sordum Bay Otuz Altı
Numara’ya. “Gökkuşağı ile ilgili olan şeyi?”

aka
Bay Otuz Altı Numara hafifçe kaşlarını çatarak, “Hayır,
dürüst olmak gerekirse şimdi aklıma geldi,” dedi. “Ne tu­

ıY
haf, değil mi?”
“Tuhaf,” diye fısıldadım.
gın
Bir yandan da çok basitti. Biz gökkuşağının peşinden
koşsak da koşmasak da sonunda hayat bizi bu noktaya ge­
usa
tirmişti.
Tabii mümkünse, çünkü yağmur daha da hızlanmıştı.
ökk

. Tahmin ettiğimden çok daha uzun bir süredir akıntıya


-G

kapılıp sürüklenen ince bir ağaç dalı gibi sürükleniyordum.


Kıyıya yüzmeyi denememiştim. Akıntıyı durdurmaya
çalışmamıştım. Hiçbir şey için uğraşmamıştım işte.
ng

Ancak şimdi durup da Bay Otuz Altı Numara’nın göz­


lerine bakınca, ihtimalleri bir kez daha düşündüm. Vazgeç­
Lo

mem gereken her şeyden vazgeçerçk, riske girmeye hazır


hissediyordum aıtık kendimi.
leen

“Eee, ne düşünüyorsun?” diye sordu Bay Otuz Altı Nu­


mara.
ath

Gözlerimi kırpıştırarak kendime geldim. Ben kendi dü­


şüncelerimin içinde kaybolmuşken, Bay Otuz Altı Numara
K

bir şeylerden bahsediyordu. “Efendim?”


Arkamızda asılı olan kafenin tabelasını başparmağıyla
işaret ederek, “Sana bir kahve ısmarlayabilir miyim?” diye
sordu.
Yüzündeki gülümsemeye kaçamak bir bakış daha attım.
O an gözüme... o an gözüme sonsuza dek tanımak isteyebi­

ak
leceğim biri olarak göründü.

lam
Gülümsedim. İçtenlikle, gerçekten gülümsedim. Sırtımı
doğrultan, kendimi daha güçlü ve daha canlı hissetmemi

aka
sağlayan bir gülücüktü yüzümdeki.
“Kahve... kulağa şahane geliyor,” diye yanıtladım.

ıY
Ne oldu biliyor musunuz?
Gerçekten şahaneydi.
gın
usa
ökk
-G
ng
Lo
leen
ath
K

You might also like