You are on page 1of 17

Cin-İfrit Musallatının Sebepleri:

ŞEYTAN ÇARPMASI(LANET)Gözden kaçan ve göz ardı edilen Musallatın %de 90


nedeni nedir?

MUSALLAT!!!
EUZUBİLLAHİMİNEŞEYTANİRRACİM………..
EUZUBİLLAHİSSEMİİLALİMİMİNEŞŞEYTANİRRACİM……….
ESTAUZUBİLLAHİSSEMİİLALİMİMİNEŞŞEYTANİRRACİM……..
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Değerli Kardeşlerim;
Bu bahiste bizzat birçok defalar şahit olduğum ŞEYTAN ÇARPMASI konusuna bir
açıklık ve ön bilgi vermeye çalışacağım. Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki şeytan
çarpması şeytanın istediği hayat tarzını benimseyenlerde ve şeytanın istediği şekilde
yaşayanlarda nadiren görülmektedir. Bunun nedeni şeytan kendisine tabi olanlara pek
fazla rahatsızlık vermez. İlla ki bariz bir bedduaya maruz kalmış olalar.
Bilindiği üzere Şeytan-ı Lain Allah’ın (c.c.) huzurundan kovulma ve lanetlenme nedeni
ne ise şeytan Çarpmasının da en büyük nedeni ademoğlunda da aynen cerayan
etmektedir. Ne gariptir ki şeytanı lain kendisi nasıl Allah’ın (c.c.) huzurundan kovuldu ve
nasıl lanetlendi ise asırlar boyunca insanoğlunun Allah katında esfeli safiline düşmesi için
gerek hilelerinde gerekse vesveselerinde ve aldatmalarında KİBİR üzerinde çok şiddetli
çalışmış ve ademoğlunu tevbe etmeden kabre girmesi konusunda tüm gücü ve gayreti ile
MÜCADELE ETMEKTEDİR. Özellikle bu konuda nazarı dikkati çeken iblisin günahı
nasıl ki kendi soyunu lanetlemiştir; sizler de kesinlikle her fiil ve günahınızda mutlaka
neslinizi düşününüz. Meşhurdur ki dedesi ekşi elma yese torununun dişi kamaşır insanlar
arasında iştihar bulmuş bir sözdür.
Bu alanda cayi dikkat bizzat şahid olduğum şudur ki anne ve babaların bedduaları hatta
anne ve babaların çocuklarına ve çocuklarının çocuklarına yaptıkları ahlar ilenmeler ve
okunan lanetlerin tesirleri ve şiddetli çarpılmalar günümüzde o kadar artmıştır ki benim
gibi bir acizin şahit olduğu olaylar ciddi manada ürkütücü boyutlarda yaşanmakta
olduğuna çok defalar şahit oldum..
Şunu da açıkca ifade etmeliyim ki bilindiği üzere şeytan lanetlenmeden önce meleklere
hocalık yapacak mertebede ve beş büyük melekten birisi idi. Nitekim onun kibri onu
aşağıların aşağısı derecesine sükut etmiştir. Sizler bugün kibirleri ile şeytan misal
lanetlenen ve kurana ve sünneti seniyyeye göre değil aynen şeytanın ağzından çıkan
sözde olduğu gibi BANA GÖRE… BANA GÖRE sözde alim ve hoca sıfatındaki
ŞEYTAN ÇARPMASINA VE LANETLENMEYE MARUZ KALMIŞ KİŞİ VE
ŞAHISLARDAN NACİZANE KAÇINMANIZI VE HAYATINIZDA KURANIN VE
PEYGAMBERİMİZ ALEYHİSSALATU VESSALAMIN SÜNNETİ SENİYYESİNİN
KALESİ İÇERİSİNE GİREREK İMANIMIZI VE NESLİMİZİ MUHAFAZAYA
ÇALIŞALIM İNŞAALLAH..
KALDI Kİ GÜNÜMÜZDE ANNE VE BABASINA SÖVENLERİN HATTA
DÖVENLERİN OLDUĞU BİR ASRI AHİRDE ŞEYTANI BİLE UTANDIRACAK
FİİLLER AÇIKCA İŞLENMEKTEYKEN ADEMOĞLUNUN ŞEYTAN MUSALLATI
KAÇINILMAZDIR..
Kardeşiniz Erol Tangut
ŞEYTAN ÇARPMASI VE TASALLLUTUNUN NEDENLERİ.
1-) EKBER-ÜL KEBAİR(BÜYÜK GÜNAHLAR)
İnsanı helaka götüren kebair 7'dir, fakat helaka götürmeyen kebair 70'tir.
Bir kısım alimlerin 7 demesinden murad Ekber-i Kebairdir. Bir kısmının 70 dedikleri 2.
derecedeki kebairdir.
Yedi adedi üzerinde duran alimler şu hadisi şerifi delil göstermektedir: "Mühlik olan
(helak eden) yedi kebairden (büyük günahtan) içtinab ediniz(sakınınız).
1) ŞİRK-İ BİLLAH (Allah 'a şirk koşmak)
2) SİHİR (büyücülük),
3) KATL (haksız yere adam öldürmek),
4) RİBA (faiz yemek),
5) YETİM MALI YEMEK,
6) HARPTEN KAÇMAK,
7) AFİFE (Namuslu) KADINLARA ZİNA İSNADINDA BULUNMAK.
Üstad hazretleri Barla Lahikasında harpten kaçmak yerine manevi firar olan" DİNE
ZARAR VEREN BİD 'ALARA TARAFTAR OLMAYI" söylemiş, birde ana-baba’ya asi
olmayı ve kat-ı sıla-i rahimi söylemiş. Büyük günahların sayısının çok olduğunu
belirtmekte, bu yetmiş büyük günah içerisinden yedisini "ekberül kebair" olarak tavsil
etmektedir ki, bu en büyük yedi günah şunlardır:
1) Katl,
2) Zina,
3) İçki içmek,
4) Ana- Baba hakkını gözetmemek ,akrabalarla münasebeti kesmek,
5) Kumar,
6) Yalancı şehadetlik,
7) Dine zarar verecek bid'alara taraflar olmak.

2-) LANETLEME VE LANETLENME


Şemseddin Sami, Kamus-u Türki’de “lanet” kelimesini açıklarken bu kelimenin aynı
zamanda “beddua” manasında kullanıldığını da belirtir. Bazı alimler ise, “beddua, lanete
yakın bir şeydir” demişlerdir. Bazı hadislerde ise her iki kelime beraber zikredilmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de “lanet” ifadesi yer almaktadır, fakat bu tabir başta müşrik ve Yahudi
olmak üzere kafirleredir. Çünkü “lanet”in manası, “insanın Allah’ın rahmet ve affından
uzak kalmasını istemektir.”

Bu meseleye ışık tutması açısından bu hususta rivayet edilen bazı hadisleri nakledelim:
“Allah’ın laneti, gazabı ve Cehennemi ile lanetleşmeyin.”(1)
“Mü’min lanet edici olamaz.” (2)
“Kamil bir mü’min kimseyi kötülemez, lanetlemez, aşırı gitmez ve hayasızlık etmez.” (3)
“Şüphesiz ki, lanetçiler Kıyamet Gününde ne şehid olabilirler, ne de şefaatçi...”(4)
Bir seferinde Peygamber Efendimize, “Ya Resulallah! Müşriklere beddua edin”
denildiğinde, Resulullah (a.s.m.) şöyle cevap vermiştir: “Ben lanetçi olarak
gönderilmedim. Ben ancak ve ancak rahmet olarak gönderildim”(5)

Yine bir defasında Hz. Ebû Bekir kölelerinden bazısına lanet ediyordu. Bu sırada
Resulullah (a.s.m.) çıkageldi ve Hz. Ebû Bekir’e şöyle buyurdu: “Hem sıddikler, hem de
lanet ediciler... Hayır, Kabe’nin Rabbine yemin olsun ki, bu olamaz.”
Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir kölelerinden bazılarını azat etti ve daha sonra gelerek, “Bir
daha yapmayacağım” diye Resulullaha söz verdi.(6)

Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste ise, “Sıddik bir kimseye lanetçi olması yakışmaz”
buyurmuşlardır.(7)

Mü’mine yapılan lanetin mes’uliyetine gelince; bu hususta da Peygamberimiz şöyle


buyurmuşlardır:
“Her kim bir mü’mine lanet ederse, bu, onu öldürmek gibi günahtır. Her kim bir mü’mine
küfür isnat ederse, bu da onu öldürmek gibi günahtır.” (8) Bu hadisin izahında şöyle
denilmektedir: “Çünkü lanet, mü’mini uhrevi nimetlerden mahrum olmasını temennidir,
öldürmekle müsavidir, günahtır.” Bu meselede rivayet edilen bir başka hadis de şu
mealdedir:
“Muhakkak, lanet bir kimseye tevcih edildiği zaman ona yönelir. Eğer ona bir yol ve
menfez bulursa (o kimse laneti hak etmişse) onda kalır. Lanet hakkı değilse, “Ey Rabbim,
falan kimseye yöneltildim, fakat ona ne bir yol ve ne de bir menfez bulabildim” der.
Kendisine, “Geldiğin yere geri dön” denilir. (9)

Peygamberimiz (a.s.m.) birçok hadislerinde lanet ve bedduayı yasaklamış, bu şekilde


davranışın mü’mine yakışmayacağını bildirmiştir. Yani hiçbir haklı ve meşrû bir sebep
yokken bir mü’mine lanet okumak büyük günahlardan sayılmıştır.
İbni Hacer laneti ikiye ayırır: Birincisi, belli bir topluluğa, diğeri de belirsiz bir topluluğa
yapılan lanettir. Belli bir topluluğa misal olarak, Resulullah (a.s.m.), Ra’lan, Zekvan ve
Asabe kabilelerine lanet etmiştir; ancak bunların küfür üzerine öleceklerini biliyordu.
Belirsiz bir topluluk üzerine yapılan lanete hadis kitaplarında pekçok misal verilmektedir
ki, bu da genel bir ifade içinde geçmektedir.

Mesela, Peygamberimiz faiz yiyenleri, hırsızlık yapanları, malının zekatını vermeyenleri,


içki imal edenleri, içenleri, rüşvet verip alanları, Müslümanları aldatanları, kadın elbisesi
giyen erkeği, erkek elbisesi giyen kadınları... lanetlemiştir. (10)

Teftazani bu meseleyi, “buradaki lanet hakiki manada lanet olmayıp asıl maksat, bu
fiillerin kötülüğünü bildirip insanları onlardan sakındırmaktır” şeklinde izah eder.

Kaynaklar
1. Timizi Birr:48.
2. et-Tergib ve't-Terhfb, 3:470.
3. Tirmizi, Birr:48.
4. Müslim, Birr^B.
5. Müslim, Birr:B7.
6. et-Tergib ve't-Terhtb, 3:469.
7. Müslim, Biır:84.
8. Tecrid Tercemesi, 12:139.
9. et-Tergib ve'-Terhib, 3:473.
10. İbni Hacer el-Heytemi, ez-Zevacir, 2-61.
Lanetlikler
Diğer Peygamberler, kavimlerine lanet ettikleri halde, Peygamber efendimiz lanet
etmemiştir Bir savaşta, kâfirlerin yok olması için dua etmesini istediklerinde (Ben lanet
etmek için, insanların azap çekmesi için gönderilmedim Ben, herkese iyilik etmek için,
insanların huzura kavuşması için gönderildim) buyurdu Nitekim Kur'an-ı kerimde
mealen, (Seni âlemlere rahmet, iyilik için gönderdik) buyuruluyor (Enbiya 107)

Ancak lanete müstahak olanlara lanet etmiştir Bu konuda sahih olan çok hadis-i şerif
vardır Hadis-i şeriflerde (Allah lanet etsin!) denilen zümrelerden bazıları şunlardır:

(Kadın elbisesi giyen erkeğe, erkek elbisesi giyen kadına lanet olsun!) [Hakim]

(Kadın gibi davranan erkeğe, erkek gibi davranan kadına lanet olsun!) [Buhari]

(Rüşvet alıp verenlere Allah lanet etsin!) [İbni Mace]

(Eshabıma sövenlere Allah lanet etsin!) [Hakim]

(Zekat vermeyenlere Allah lanet etsin!) [Nesai]

(Ana babasına lanet edene Allah lanet etsin!) [Müslim]

3-) BEDDUA VE İLENME

Diğer Peygamberler, kavimlerine lanet ettikleri halde, Peygamber efendimiz lanet


etmemiştir Bir savaşta, kâfirlerin yok olması için dua etmesini istediklerinde (Ben lanet
etmek için, insanların azap çekmesi için gönderilmedim Ben, herkese iyilik etmek için,
insanların huzura kavuşması için gönderildim) buyurdu Nitekim Kur'an-ı kerimde
mealen, (Seni âlemlere rahmet, iyilik için gönderdik) buyuruluyor (Enbiya 107)

Ancak lanete müstahak olanlara lanet etmiştir Bu konuda sahih olan çok hadis-i şerif
vardır Hadis-i şeriflerde (Allah lanet etsin!) denilen zümrelerden bazıları şunlardır:

(Kadın elbisesi giyen erkeğe, erkek elbisesi giyen kadına lanet olsun!) [Hakim]

(Kadın gibi davranan erkeğe, erkek gibi davranan kadına lanet olsun!) [Buhari]

(Rüşvet alıp verenlere Allah lanet etsin!) [İbni Mace]

(Eshabıma sövenlere Allah lanet etsin!) [Hakim]

(Zekat vermeyenlere Allah lanet etsin!) [Nesai]


(Ana babasına lanet edene Allah lanet etsin!) [Müslim]

Dost-düşman kime karşı olursa olsun, bedduâ etmek; tel’in etmek, lânetlemek, ilenmek,
birisine kötü olması ve başına kötülük gelmesi için duâ etmek ve hakkında kötülük
istemek demektir. Bedduâ konumunda olan kişinin iki hâli vardır: Ya haklıdır, ya
haksızdır.

1- Haksız ise, bedduâ yapmakla haddini aşmış ve hattâ zulüm yapmış olmaktadır. Ki bu
haramdır. Çünkü haksız bedduâ ancak “sû-i zan”dan beslenir. Sû-i zan ise, haramdır. 1

Laf aramızda, aslında toplum olarak, zanlarımızın çoğu kötü cinstendir. Yani kulağımıza
gelen bilgi ve haberlerde, ya da içimize düşen şüphelerde muhatabımız lehine delil varsa,
ancak o zaman hüsn-ü zanna, yani iyi zanna gidiyoruz. Halbuki delil varken iyi zan sahibi
olmak marifet değildir, fazîletten de sayılmaz. Çünkü zaten muhatabımızın delili, kötü
zan kapısını kapamıştır.

Biz; muhatabımızın elinde delil varken değil, delil yokken; göstergeler muhatabımızın
aleyhine işliyor gibi görülmeye yüz tutmuş iken; muhatabımızı içimizde mahkûm etmeye
meyletmişken; kulağımıza muhatabımız aleyhine sözler gelmeye başlamışken;
muhatabımızı yargısız infâza kurban etmeye değil, hüsn-ü zanna, yani muhatabımız
hakkındaki iyi zannımızı bozmamaya, kulağımıza gelen veya içimize doğan kötülük
düşüncesini de muhatabımız lehine tevil etmeye memur ve vazifeliyiz. Yüce dînimiz
zanna dayalı bilgilerde muhatabımızı bizim şerrimizden korumuştur. Ki, sû-i zannın
hemen arkası, çoğu zaman bedduâdır. Bedduâları araştıralım, inceleyelim: Esefle
göreceğiz ki, büyük çoğunluğu haksızdır, yani sû-i zandan beslenmektedir. Böyle haksız
yere yapılan bedduâlar, ilenmeler, tel’inler, lânetlemeler, Allah nezdinde makbul de
değildir. Çünkü haklılık yoktur, çünkü sû-i zanna dayanmaktadır, çünkü gerçeklerden
uzaktır.

2- Haklı konumda olana gelince, eğer insaf sahibi ise bedduâya yol vermez. Ya ıslâhı için
duâ eder. Ya da, çok rencîde olmuş ise, sabrı ve insafı kurumuş ise, onu, Allah’ın
adâletine, cezâsına, celâline, kahrına ve kibriyâsına havâle etmekle, yani Allah’a
ısmarlamakla yetinir.

Haklı olan kişinin böyle bir havâlesini ise Cenâb-ı Hak çoğu zaman makbûle şâyân bulur,
kabul eder ve onun hakkını ondan mislî bir cezâ ile alır.

Fakat buradaki havâlenin dil ile, çok galiz tabirlerle, sövüp saymakla, bağırıp çağırmakla
yapılmasına gerek yoktur. Esasen, böyle galiz tabirler, sövmek ve saymaklar kişiyi, Allah
nezdinde haklı iken, haksız duruma da düşürebilir. Çünkü karşı tarafın el ile verdiği
zararı, kendisi de dil ile vermiştir, hakkını dili ile kendisi almıştır, Allah’ın adâletine
bırakmamıştır.

Bir kişinin haksız yere kalbinin incitilmesi, gönlünün kırılması, gözlerinin yaşarması
esasen fıtrî bir bedduâ hâlidir. Ve asıl bedduâ dili de budur. Dilinin hiçbir biçimde tel’in
ifâdesi okumasına, yani bedduâ etmesine gerek yoktur. Çünkü Allah, Ahkemü’l-
Hâkimîn’dir; hâkimlerin Hâkim’idir. Erhamü’r-Râhimîn’dir; merhametlilerin en
merhametlisidir. Mâsumların, mazlumların, dilsizlerin, yavruların, çaresizlerin,
kimsesizlerin, hayvanların hal dili ile çaresizlik içinde yaptıkları beddualardan
sakınmalıdır.

Halkımız, ters giden işinde birinin hakkı ve hukûku söz konusu olduğunu düşünür veya
üzerinde bedduâ izleri arar. Bunda haksız da değildir. İşimizin ters gidişi bazan
üzerimizdeki bir bedduânın eseri olabilir. Düşünürüz, hatâmızı anlarız, pişman oluruz ve
tevbe ederiz.

Haklı konumda olduğumuz halde bedduâ yapmamak ve muhatabımızın ıslâhını dilemek,


hidâyeti için duâ etmek, ahlâkımızın güzelliğini gösterir. Sünnet olan da budur. Yani zarar
gördüğümüz birisinin, ıslâhı için duâ etmek sünnettir.

Hakkı tebliğ için Taif’e giden Peygamber Efendimiz (asm), burada hiçbir güler yüzle
karşılaşmamakla berâber, Taif’lilerin küstahça hakâretlerine, alaylarına, istihfaflarına,
ağır sözlerine ve ezâlarına maruz kalmıştı. Bununla bırakmadılar; ne kadar ayak takımı,
sokak genci ve köle varsa, Fahr-i Kâinât Efendimizin (asm) üzerine saldırttılar. Gözü
dönmüş kendini bilmezler, İki Cihan Güneşini (asm) taşa tuttular. Öyle ki, taşların
acısından Peygamber Efendimiz (asm) yürümekte zorlanıyor, oturuyor; fakat vicdan
yoksunları yeniden taşa tutuyorlar, Allah Resûlünü (asm) kalkmak ve uzaklaşmak
zorunda bırakıyorlardı. Mübârek vücudu yara almıştı, ayakları kan içinde kalmıştı.
Kendisini bir bağın içine attı ve Allah’a şöyle duâ etti:

“Allah’ım! Güçsüzlüğümü ve halk tarafından hor ve hakîr görüldüğümü Sana arz


ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen, zaif olduğunu hissedip Sana
sığınanların Rabb’isin. Sen, beni kötü huylu, asık suratlı ve yüzsüz bir düşman eline
düşürmeyecek, hattâ işlerimi eline verdiğin akrabadan bir dosta bile beni bırakmayacak
derecede üzerimde merhamet sahibisin. Allah’ım, eğer Sen bana karşı gazaplı değilsen,
çektiğim mihnetlere, belâlara hiç aldırmam. Bununla berâber, Senin koruyuculuğun,
bunları da göstermeyecek kadar geniştir. Senin gazabına uğramaktan, ya da
hoşnutsuzluğuna düşmekten, Senin o karanlıkları yırtan, parlatan ve dünya ve âhiret
işlerini yoluna koyan İlâhî nûruna sığınıyorum. Sen râzı olasıya kadar affını diliyorum.
Allah’ım, beni affet! Her kuvvet ve her kudret ancak Seninle kâimdir.” Sonra Hazret-i
Cebrâil (as) ile birlikte dağlar meleği göründü. Hazret-i Cebrâil (as);

“Şüphesiz Allah, kavminin sana neler söylediğini işitti. Sana şu dağlar meleğini gönderdi.
Kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere onlara emredebilirsin” dedi.

Dağlar meleği, emretmesi halinde, kaşla göz arasında müşriklerin üzerine Ebû Kubeys
dağı ile Kuaykıan dağlarını yıkarak müşrikleri helâk edebileceğini belirtti. Fakat Rahmet
Elçisi Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) şöyle buyurdu:

“Hayır, ben böyle bir şey istemem. İstediğim tek şey, Allah’ın, bu müşriklerin sulbünden,
yalnız Allah’a ibâdet eden ve hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmayan bir nesil meydana
çıkarmasıdır.”2
Demek, haklı da olsak, bedduâya sarılmak fazîlet değil, şeref değil, mârifet değil, insaf
değil, erdem değildir.

Dipnot:
1-Hucurât Sûresi, 49/12;
2-Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 9/1333; Tecrit Terc. 2/759

4-)KİBİR VE ENANİYET(BENLİK DUYGUSU)


Şeytan'a ait bir özellik olan kibir, onun Hz. Adem'e secde etmesini engellemişti. Cenab-ı
Allah bunu Kur'ân-ı Kerim'de şöyle anlatmaktadır:
"(Hz. Adem'e) secde etmekten yalnızca İblis kaçındı. Kibirlendi ve kâfirlerden oldu" (el-
Bakara, 2/34).

Küfür ve inkârın en önemli sebebi kibirdir. Bunu Hz. Adem (a.s)'ın kıssasında görmek
mümkündür. Nitekim şeytan'ın kibrinden dolayı isyanından sonra, inkâr ve isyan
edenlerin çoğu kibir nedeniyle isyan etmişlerdir. Hz. Musa'nın apaçık delilleri karşısında
Firavun inkâr etmişti. "Sonra da Musa'yı ve Harun'u, firavun ve topluluğuna
mucizelerimizle gönderdik. fakat onlar, kibirlendiler ve suçlu bir kavim oldular" (Yûnus
10/75). Hz. Peygamber (s.a.s) döneminde inkâr eden zengin ve ileri gelen insanlar kibir
neticesinde inkar etmişlerdir. Bu durum Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılmaktadır: "En
sonunda da sırt çevirdi. Büyüklük tasladı ve şöyle dedi: "Bu eskilerden kalan bir sihirden
başka bir şey değildir" (el-Müddesir, 74/23-24), Zenginlik, ululuk ve makam sahibi
olmakla kibrin yakın alakası, Allah Teâlâ'nın beytan'a şu hitabında görülmektedir:
"Kibirlendin mi, yoksa kendini yüce mi zannettin?" (Sâd, 38/75),

Kibir inkârda önemli bir rol oynadığından Allah Teâlâ Kur'ân'da kibirden ve bu kelimenin
türevleri olan istikbâr, müstekbir ve kibriya'dan sık sık bahsetmektedir,

Hz, Nuh (a.s) oğluna vasiyet ederken "iki şeyden seni menederim, biri şirk diğeri
kibirdir" buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, I, 170). Ebu Reyhâne (r,a) Hz. Peygamber
(s.a.s)'den şöyle rivayet etmiştir: "Cennete kibirden hiçbir şey giremez". Orada
bulunanlardan biri şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasülü! Ben, kamçımın şaklaması ve
ayakkabımın sağlamlığı ile güzel görünmekten hoşlanırım, bu kibir midir?" Hz,
Peygamber (s.a.s) "Hayır bu kibir değildir. Allah güzeldir güzeli sever Kibir hakkı küçük
görmek ve başı gözü ile insanlarla alay etmektir" (Müslim, İman, 47; Ahmed b Hanbel,
lV, 133-134) buyurdu. Bu hadis-i şerif hakk karşısındaki alaycılık ve inkârın kibir
olduğunu anlatmakla birlikte insanlarla alay etmenin kibirden kaynaklandığına işaret
etmektedir. Hz. Peygamber yanında sol eli ile yemek yiyen bir adama "sağınla ye"
demiştir. Adam "sağımla yiyemiyorum" deyince Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Yiyemez ol; Bu adamın sağıyla yemek yiyemiyorum demesi yalnızca kibrindendir"
(Müslim, Eşribe, 107).

Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Kalbinde hardal tanesi kadar iman olan hiç bir
kimse cehenneme girmez; kalbinde hardal tanesi kadar tekebbür bulunan hiç bir kimse de
cennete giremez" (Müslim, İman, 147, 148, 149; Ebû Dâvud, Libâs, 26; Tirmizi, Birr,
610; İbn Mâce Mukaddime, 9; Zühd, 16), Bu hadis-i şerifin Müslim'in es-Sahih'indeki
bab başlığı, "kibrin haram olması ve bunun açıklanması" şeklindedir. Buradan da
anlaşılacağı gibi kibir haram olan kötü huylardan birisidir. Hadisteki ifade kibirli insanın
cennete giremeyeceğini anlatmaktadır. Ancak buradaki kibir, Allah'a ve Peygamber
(s.a.s)'e karşı olan kibirdir. Ahlâkî bir özellik olarak kibir, başkalarını küçük görmek ve
onlarla alay etmek anlamıyla düşünülürse bu özellik insanı dinden çıkaran bir özellik
değildir. Ancak haramdır, insanı dinden çıkarabilecek fiiller işlenmesine sebep olabilir.
Böyle bir özellik sahibi de cehennemde kibrinin cezasını çektikten sonra Allah'ın afv ve
mağfiretiyle cennete girecektir, Nitekim bir âyet-i kerime'de Allah Teâlâ: "Biz onların
kalblerindeki kin ve hasedi çıkaracağız" (el-Hicr, 15/47) buyurarak, cennete giren
insanların kalbinden dünyadaki ahlâkî kusurlarının temizleneceğini anlatmaktadır.

Bu konudaki bir başka hadis-i şerif şöyledir: "Kendini büyük gören yahut kibirli kibirli
yürüyen kimse Allah'ın huzuruna, Allah kendisine gazablanmış olarak çıkar" (Ahmed b.
Hanbel, II, 118). Bu hadis kibirlinin âhiretteki durumunu gözler önüne sermektedir. Bu
tür bir gazab-ı ilâhiye sebep olarak Hz. Peygamber insanın elbisesini sürüyerek çalım
satmasını ve kibirlenmesini de göstermiş ve: "Elbisesini kibirle yerde sürüyen kimseye
Allah merhamet nazarı ile bakmaz" (Müslim, Libâs, 42) buyurmuştur. Bu hadis-i şerifler
ahlâkı bir kusur olan kibrin Allah nezdinde ne derece kötü kabul edildiğini anlatmaktadır.
Bir başka kibir şekli olan hakka karşı büyüklenmek ise kâfirlikle bir kabul edilmiş ve
lanetlenmiştir. Hz, Peygamber şöyle buyurur: "Mütekebbirler kıyamet gününde, insan
yeklinde küçük karıncalar gibi hasredilir. Bütün her taraflarından zillet onları kuşatır..."
(Tirmizî, Kıyâme, 47; Ahmed b Hanbel, II, 179).

Hz, Peygamber, kibirlilerin cehenneme gireceğini şöyle anlatmıştır: "Cennet ile


cehennem münakaşa ettiler. Cehennem şöyle dedi: "Bana zâlimlerle kibirliler girecek"
Cennet onu şöyle cevapladı. "Bana zayıflarla yoksullar girecek" Bunun üzerine Allah
(c.c) berikine "Sen benim azabımsın seninle dilediğime azab ederim" buyurdu. Ötekine
de "Sen benim rahmetimsin, Seninle dilediğime rahmet ederim Sizin her biriniz için dolu
dolu insanlar var" (Müslim, Cenne, 34, 35, 36) buyurdu. Bu konudaki kudsi bir hadis-i
şerifte Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Kibriyâ ridam, azâmet izârımdır. Kim bu
ikisinden herhangi birinde benimle çekişirse onu cehenneme atarım" (Ebû Dâvud, Libâs,
25; İbn Mâce, Zühd, 16). Hz. Peygamber (s.aş) kibri zemmettiği gibi, kibrin müspet
karşıtı olan tevâzuyu da övmüştür. Bir hutbelerinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Allah azze ve celle bana şöyle vahyetti: Mütevâzî olun, öyle mütevâzî olun ki, biriniz
diğerine karşı övünmede bile bulunmasın" (ibn Mâce, Zühd, 16)

İslâm bir ahlâkî kusur olan kibri yasaklamıştır. Böyle bir kibir haramdır, Allah'ın
rahmetinden kovulma sebebidir. Ancak bir kibir daha vardır ki Kur'an bunu "Müstekbir"
ifadesiyle ifade etmiştir. Müstekbirler Allah'ın arzında bizzat kendi güzelliklerini tesis
etmek için gayret gösteren azgınlar ve zorbalardır. Bunlar Allah'ın kullarını kendi köleleri
yapmak için Allah'ın dinine karşı büyüklenirler. Allah Teâlâ bu çeşit insanlar için şöyle
buyurmaktadır: "İşte âhiret yurdu; Biz onu yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuk
çıkarmayı istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) sonuç muttakilerindir" (el-Kasas,
28/83). (Ayrıca bk. İstikbar, Müstekbir maddeleri).
Kibir, İnsanı İnkâra Sürükler...
Kibir, insanın kendisini başkasından üstün görmesidir. İnsan, kendisini başkasından üstün
görmekle, kalbi rahat eder, kendini ve ibadetlerini beğenir. Kibir, kötü bir huydur, kalb
hastalıklarındandır ve haramdır. İnsanın Halıkını yani yaratanını, Rabbini unutmanın
alametidir. Çok kimse, bu kötü hastalığa yakalanmıştır. Hadis-i şerifte; "Kalbinde zerre
kadar kibir bulunan kimse Cennete giremez"buyurulmuştur.
Kibrin en kötüsü, Allahü teâlâya karşı kibirli olmaktır. Nemrud böyle idi. Tanrı olduğunu
ilan etti. Allahü teâlânın nasihat vermek için gönderdiği Peygamberi ateşe attı. Firavun da
böyle ahmaklardan biri idi. Mümin suresinin 60. âyet-i kerimesinde
mealen;"Büyüklenerek bana ibadet etmeyenler, alçalmış olarak Cehenneme girecektir"
buyurulmuştur.
Peygamberlere karşı kibirlenenler de olmuştur. Peygamberleri kendileri gibi bir insan
olarak gördükleri için, kibirlenerek iman etmemişler, kabul etmemişlerdir.
Herhangi bir hususta kendini başkasından üstün gören kibirlidir. Kibrin sebepleri ise;
ilim, ibadet, soy, güzellik, kuvvet, servet, mevki, yakınların çokluğu gibi şeylerdir.
Halbuki bunlar, insanda kalıcı değil, geçicidir. Nitekim 200 bin sene itaat, ibadet eden
iblis yani şeytan, kibirlenip secde etmediği için, ebedi olarak melun olmuş, lanetlenmiş
ve reddedilmiştir. Hadis-i şerifte;"Allahü teâlâ buyuruyor ki; kibriya, üstünlük ve azamet
bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı Cehenneme atarım, hiç
acımam"buyurulmuştur.
Kibriya sıfatı, Allahü teâlâya mahsustur. İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlâ
indinde kıymeti o kadar yükselir. Kendine kıymet verenin, Allahü teâlâ katında kıymeti
olmaz.
Yanına başkasının oturmasını istememek,
Hastalarla birlikte oturmamak,
Evine lazım olan eşyaları alıp evine getirmemek,
Eski elbisesini tekrar giymekten hoşlanmamak,
İş başında iş elbisesi giymek istememek,
Fakirlerin davetine gitmek istemeyip zenginlerinkini tercih etmek,
Akrabasının ve çocuklarının ihtiyaçlarını temin etmemek,
Doğru sözü, haklı tenkitleri kabul etmeyip münakaşa etmek,
Kusurunu, kabahatini bildirenlere teşekkür etmemek,
İçeri girince, oradakilerin ayağa kalkmaları hoşuna gitmek gibi şeyler,

Hep kibir alametidir.

İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:


"Kalb meleklere mahsus bir evdir. Gadab, şehvet, hased, kibir gibi kötü sıfatlar, uluyan
köpek gibidirler. Köpeklerin bulunduğu yere melekler girmez. Hadis-i şerifte, (Köpek ve
resim bulunan eve melekler girmez) buyuruldu. Bu hadis-i şerifteki evin kalb olduğunu
ve köpeğin de, kötü huylar demek olduğunu söylemiyorum. Açık manalarına inanmakla
beraber, yukarıdaki manaları da ilave ediyorum."
Bir kimse, başkasının tenkidinden hoşlanmıyor, onun benden ne farkı var, o da bir insan
diyorsa, hakkı onun ağzından duymak zor geliyorsa, bilmelidir ki bu da kibirdendir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
"İnsanın dışında şeytan bulunduğu gibi, içinde de vardır. İnsanın içindeki şeytanı, onun
kudretinin, enerjisinin taşkınlığıdır. Enerji artınca, insanda kibir ve yükseklik hasıl olur.
Kötü sıfatların en aşağısı da, bu kibir sıfatıdır. Enerjinin teslim olması, selamet bulması,
bu kötülüğün ondan gitmesidir."

Bayezid-i Bistami hazretleri bir gün yolda giderken yanından geçen bir köpeği görür ve
köpeğe değip necaset bulaşmasın diye eteklerini toplar. O anda köpek dile gelerek der ki:

"Benden sana bulaşacak kir, üç defa yıkamakla temiz olur. Ama senin nefsindeki kibir
kiri, yedi deryada yıkansa temiz olmaz."
Netice olarak kibir, insanı, Allahü teâlânın bütün emirlerine muhalefet etmeye sevk eder.
Çünkü kibirli insan, başka birinden hak ve hakikati duysa, onu kabul etmek istemez,
hemen karşı çıkar ve çeşitli yollardan, onların doğru olduğunu bile bile çürütmeye çalışır.
Takıyyüddin Sübki hazretlerinin buyurduğu gibi:

"Bütün fesadın başı kibirdir. Kibir, kalbi, nasihat kabul etmekten ve emre itaat etmekten
alıkoyar."

GüZeL GöReN GüZeL DüŞüNüR, GüZeL DüŞüNeN HaYaTıNdaN LeZzeT ALıR.

(Bediüzzaman Said Nursi)

Netice olarak kibir, insanı, Allahü teâlânın bütün emirlerine muhalefet etmeye sevk eder.
Çünkü kibirli insan, başka birinden hak ve hakikati duysa, onu kabul etmek istemez,
hemen karşı çıkar ve çeşitli yollardan, onların doğru olduğunu bile bile çürütmeye çalışır.
Takıyyüddin Sübki hazretlerinin buyurduğu gibi:

"Bütün fesadın başı kibirdir. Kibir, kalbi, nasihat kabul etmekten ve emre itaat etmekten
alıkoyar."

5-) KUL HAKKI


Anne-babaya öf bile demeyelim…

Hz. Ebu’d-Derdâ’nın (ra), şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ben Peygamber Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu işittim: “Anne-baba, Cennet’in orta
kapısıdır. Artık sen o kapıyı ister zayi et, ister muhafaza et.” (Tirmizî, Birr, 3)
Rabbimiz bizi şöyle ikaz ediyor: “Rabb’in şöyle buyurdu:ALLAH’tan başkasına ibadet
etmeyin. Anneye ve babaya güzel muamele edin. Şayet onlardan her ikisi veya birisi
yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa sakın onlara hizmetten yüksünme, “öff!” bile
deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle. Şefkatle, tevazu ile onlara
kol kanat ger ve şöyle dua et: “Yâ Rabbi, onlar küçüklüğümde nasıl beni ihtimamla
yetiştirdilerse, ona mükâfat olarak Sen de onlara merhamet buyur!” (İsrâ Sûresi, 17/23-
24)
En çok kim hak sahibidir?
Efendimiz’in hadislerine baktığımızda anne hakkının baba hakkından üç misli fazla
olduğunu öğreniyoruz.
Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir adam gelerek: “Ey ALLAH’ın Resulü! İyi
davranıp hoş sohbette bulunmama en çok kim hak sahibidir?” diye sordu. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselam): “Annen!” diye cevap verdi. Adam: “Sonra kim?” dedi,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) “Annen!” diye cevap verdi. Adam tekrar: “Sonra
kim?” dedi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) yine: “Annen!” diye cevap verdi. Adam
tekrar sordu: “Sonra kim?” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) bu dördüncüyü: “Baban!”
diye cevapladı.” Buhârî, Edeb 2; Müslim, Birr 1)

Abdullah İbn Amr İbn’l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor:


Bir adam: “Ey ALLAH ’ın Resulü benim malım ve bir de çocuğum var. Babam malımı
almak istiyor. (Ne yapayım?)” diye sordu, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam): “Sen ve
malın babana aitsiniz. Şunu bilin ki, evladlarınız kazançlarınızın en temizlerindendir.
Öyle ise evladlarınızın kazançlarından yiyin” buyurdu. (Ebu Dâvud, Büyû’ 79; İbn Mâce,
Ticârât 64.)
Cennet onların ayağı altındadır
Muâviye ibn Câhime’nin anlattığına göre; Câhime (radıyallahu anh) Hz Peygamber’e ve
(aleyhissalâtu vesselam) gelir ve: “Ey ALLAH ’ın Resulü, ben gazveye (cihad) katılmak
istiyorum, bu konuda sizinle istişare etmeye geldim” der. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselam): “Annen var mı?” diye sorar. “Evet” deyince, “Öyleyse ondan ayrılma zira
Cennet onun ayağının altındadır” buyurur. (Nesâî, Cihad 6.)
Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: “Hz. Peygamber (sas) bir gün: “Burnu sürtülsün, burnu
sürtülsün, burnu sürtülsün” dedi. “Kimin burnu sürtülsün ey ALLAH’ın Resulü?” diye
sorulunca şöyle buyurdu: “Ebeveyninden her ikisinin veya sâdece birinin yaşlılığına
ulaştığı halde (rızasını alıp da) Cennet’e giremeyenin.” (Müslim, Birr 9)
Esma Bintu Ebî Bekr (r. anhâ) anlatıyor: Henüz müşrik olan annem yanıma geldi. Hz.
Peygamber’den (sas) sorarak: “Annem geldi, görüşüp konuşmayı arzu ediyor, anneme iyi
davranayım mı?” dedim. “Evet” dedi, “Ona gereken hürmeti göster.” (Buhârî, Hibe 28,
Edeb
İbn Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam Resûlullah’a (aleyhissalâtu vesselam)
gelerek: “Ben büyük bir günah işledim, buna tevbe imkanım var mı?” dedi. Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselam): “Annen var mı?” diye sordu. Adam: “Hayır yok”
dedi. “Peki teyzen de mi yok?” dedi. Adam: “Evet, var” deyince Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselam): “Öyle ise ona iyilik yap! Teyze anne makamındadır.” diye emretti,” (Tirmizî,
Birr 6.)

Samimi niyet ve dua

Ebû Hüreyre rivayet ediyor: ‘Sizden önce geçenlerden üç kişi çocuklarının geçimini
sağlamak için yola koyuldular. O sırada yağmura tutuldular. Bunun üzerine bir mağaraya
sığındılar.
Daha sonra bir kaya parçası düşerek mağaranın ağzını kapattı. Aralarında şöyle
konuştular:
“Mahvolduk, taş düştü. Bunun sebebini yalnız ALLAH bilir. Yaptığımız en güzel
davranışları dile getirerek ALLAH ’a dua etmekten başka çaremiz yoktur. İçlerinden biri
anlatmaya başladı:
”ALLAH “’ım, hoşuma giden bir kadın vardı. Ona sahip olmak istedim. Fakat o kabul
etmedi. Bunun üzerine bir miktar para verdim. Kabul etti. Tam ona yaklaşacağım sırada
vazgeçtim. Bilirsin ki, bundan sırf senin rahmetini kazanmak, azabına uğramamak için
uzaklaştım. Şu kayayı bizden uzaklaştır.” deyince kaya parçası bir miktar açıldı.
Diğeri şöyle anlattı:
“Yâ Rabbi, bilirsin, benim çok yaşlı anne-babam vardı. Onlara akşam sütünü içirmeden
ne çocuklarıma ne de başkalarına bir şey içirmezdim. Bir gün odun toplamak için uzağa
gittim. Döndüğümde onlar uyumuştu. Akşam sütlerini hazırladım, fakat onlar uykudaydı.
Onlar içmeden önce çocuklarımla birlikte akşam süt içmeyi uygun bulmadım. Onlar
uyanıncaya kadar süt kabı elimde olduğu halde bekledim. Sonunda sabah oldu, uyandılar
ve sütlerini içtiler. ALLAH’ım, eğer bunu sırf Senin rızanı kazanmak için yapmışsam su
kayayı buradan uzaklaştır.” dedi.
Bunun üzerine kaya parçası biraz daha açıldı. Fakat çıkılacak gibi değildi.
Sonra bir diğeri şöyle anlattı:
“ ALLAH ’ım, bilirsin bir gün bir işçi tutmuştum. Yarım gün çalıştı. Ücretini verdim.
Kızarak ücretini almadı. Çekip gitti. Ben de her çeşit maldan onun hesabına çoğalttım.
Bir zaman sonra ücretini almaya geldi. Ben de; ‘Şu gördüklerinin hepsini al, tamamı
senindir, dedim. İstesem yalnız önceki ücretini verir, diğerlerini vermezdim. ALLAH ’ım
bilirsin ki, bunu sırf senin rahmetini umduğum, azabından korktuğum için yaptım. Şu
kayayı buradan uzaklaştır” dedi. Kaya parçası bütünüyle kalktı. Onlar da çıkıp yola
koyuldular.

6-)BÜYÜ YAPMAK VE YAPTIRMAK VE FALCILIK


BÜYÜ YAPAN VE YAPTIRAN HAKKINDA HZ. ALLAH (C.C) BÜYÜYÜ YAPAN
VE YAPTIRANIN KENDISINE ORTAK KOSMAKLA BIR TUTMUS VE
BÜYÜCÜLERIN KENDI IZNI OLMADAN HIÇBIR KIMSEYE ZARAR
VEREMEYECEKLERINI BUYURMUSTUR. Ebu Hureyre den rivayet edilmistir ;
Peygamberimiz (s.a.v.) söyle buyurdular;

Yedi büyük günahtan sakinin “Sahabe sordu nedir onlar ey Allah in elçisi”
“Peygamberimiz S.A.V cevaben Allaha sirk kosmak,
Büyü yapmak, Allahin helal saydigi sekillerin hilafina insan öldürmek, faiz yemek,yetim
mali yemek, savasta – cepheden kaçmak, hiçbirseyden haberi olmayan masum genç kiz
ve Müslüman kadinlara iftira atmak.
Peygamberimiz S.A.V hadis i seriflerinde büyüden uzak durmamizi emreder onu büyük
günahlar arasinda göstermektedir. Bu da büyünün bir hurafe degil gerçek oldugunu
gösterir.
İslâm mezhep imamlarına göre sihir yapan kişi suç işlemiş sayılır ve en ağır dünyevi
cezaya çarptırılır. Meselâ: büyücü yaptığı büyünün etkisiyle birinin ölümüne sebebiyet
verecek olursa İmam-ı Malik, İmam-ı Şafii ve İmam-ı Ahmed'e göre kısas lazım gelir.
İmam-ı Âzam'a göre ise bu işin tekrarı halinde kısas lazım gelir.
İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik ve İmam-ı Ahmed'e göre bir büyüden dolayı bir kimsenin
ölümüne sebebiyet verdikten sonra tevbe edecek olursa, tevbesi kabul olur kısas
yapılmaz. Ancak İmam-ı Âzam'a göre, bu durumda kısas kalkarsa da ağır hapse
çarptınlır(32).
"Rivayete göre, Hz. Ömer (RA), müslümanların temiz inançlanna etki etmeye çalışan,
İslâm ahlâk ve prensiplerini yıkmaya yönelik çalışma ve gayret içinde olan büyücülerin
öldürülmesi için emir vermiştir.Hatta bu maksatla üç büyük büyücünün öldürüldüğü de
rivayetler arasındadır"(33).

7-)BÜYÜK KONUŞMAK VE KÜÇÜMSEMEK


Suçu kendimizde aramak

Sual: Suçsuz yere çeşitli iftira ve hakaretlere uğruyorum. Suçum yokken birisi gelip
sataşıyor. Kimi alacağımı vermiyor, kimi borçlu çıkartıyor. Dualarım kabul olmuyor.
Sıkıntılar, belalar yakamı bırakmıyor. Bunların gerçek sebebi ne olabilir?
CEVAP
Önce sıkıntı, bela niye gelir? Bela, insana iki sebepten ileri gelir:
1- Günahsız kimselere, büyük zatlara gelir. Bu da onların derecelerinin yükselmelerine
sebep olur. Başka hikmetleri de olabilir. Çünkü hadis-i şerifte, (En şiddetli bela, enbiya,
evliya ve benzerlerine gelir) buyuruluyor. (Tirmizi)

2- Dertlerin, belaların gelmesine sebep günah işlemek veya lüzumlu sebeplere


yapışmakta kusur etmektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Size gelen her musibet, kendi ellerinizle işleyip kazandığınız günahlar yüzündendir.
Bununla beraber Allah bir çoğunu da affeder, [musibete uğratmaz.]) [Şura 30]

Çoluk çocukta, hayvanda, âmirde, memurda bir huysuzluk görülürse, kabahatin


kendimizde olduğunu anlamalıyız. Salihlerden biri buyuruyor ki:
(Eşim huysuzluk edince, yanlış bir iş yaptığımı anlardım. Hemen o işime tevbe edince,
eşimin huysuzluğu da giderdi. Böylece tevbemin kabul edildiği meydana çıkardı.)

Demek ki belalar, kendi hatalarımız sebebiyle geliyor. Bizim suçumuz, hatamızı


görmemektir.

Üstümüze tatlı sürüyoruz, tatlıya gelen sinekleri suçluyoruz. Kovana çöp sokuyoruz, suçu
bize saldıran arılarda buluyoruz. Salihler, her sıkıntıda, kusuru kendisinde görürdü.
Büyük bir zat yolda giderken, bir kadın farkında olmadan pencereden üstüne kül döker.
Daha kadın özür dilemeden, (Bu başa kül değil ateş layıktı, ucuz atlattık) der. Kendi
ayıplarına bakmayıp, başkalarının ayıplarını araştıran, kusuru hep başkasında bulan
kimse, başına daha büyük bela gelmediğine şükretmelidir.

Allahü teâlâ hiç kimseye zulmetmez, sebepsiz bela göndermez. Başımıza gelen her sıkıntı
kendimizden, günahlarımızdan kaynaklanmaktadır. Belki o işte, suçsuz görünsek de,
başka bir iş sebebiyle bu sıkıntıların geldiğini anlamalıyız.
Mevla intikamını kul eli ile alır
İlmihali bilmeyen bunu kul etti sanır.

Günahlardan tevbe edip, nefsi aşağılayarak terbiyeye çalışmalı. Hadis-i şerifte buyuruldu
ki:
(Nefsini zelil eden, dinini aziz etmiş, nefsini aziz eden dinini aşağılamış olur.) [Ebu
Nuaym] Çünkü nefs Allahü teâlânın düşmanıdır, hep zararlı iş yapmak ister. Kur’an-ı
kerimde mealen,
(Nefs hep kötülüğü emreder) buyuruluyor. (Yusuf 53)

Şeytanın aldatması zayıftır. Nefsimiz daha tehlikelidir. Hadis-i şerifte, (İnsanın en


kuvvetli düşmanı nefsidir) buyuruldu. Dışarıdaki düşman, bu iç düşmanın yardımı ile
bize saldırıp, bizi yaralıyor. Nefsin her isteği, Allahü teâlânın yasak ettiği şeylerdir. Hep,
kendi can düşmanı olan şeytana uyar. Nefse uyan kimse de, hep İslamiyet’in dışına çıkar.

Dinin bütün emir ve yasakları nefsi ezmek, taşkınca isteklerini önlemek içindir. Dine
uyuldukça nefsin istekleri azalır. Nefs, temizlenmedikçe, üstünlük sevdasından, kendini
beğenmekten vazgeçmez. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Nefse uymak ve kendini beğenmek felakete sürükler.) [Taberani]

Kendini beğenmek felakettir


Yukarıdaki yazımızda, kabahati her zaman kendimizde bulmak gerektiğini bildirmiştik.
Suçu hep başkalarına yüklersek, kendimizi beğenirsek, başkalarını küçümsersek bunlar
bizim felaketimiz olur. Kendimiz övülmeye takdir edilmeye layık birisi olsak bile,
kendimizi övmemiz çok yanlış olur. Çünkü, (Çirkin olan doğru, kişinin kendini
övmesidir) buyurmuşlardır. Övünmek, kibirden gelir. Kur’an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
(Allah, kendini beğenip övüneni sevmez.) [Lokman18]

(Allah, büyüklük taslayanları sevmez.) [Nahl 23]

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:


(Kendini beğenen helak olur.) [Buhari]

(Arkadaşını hakir görmek, kötülük olarak yeter.) [Müslim]

Kendini beğenen nasihat kabul etmez. Hep itiraz eder, öyle değil diyerek kendini haklı,
karşısındakini haksız çıkarmaya çalışır. Allah’tan kork şunu yapma dense, hemen itiraz
eder. Bir hadis-i şerif meali:
(Allah’tan kork diyene, sen önce kendine bak diyeni Allahü teâlâ sevmez.) [Beyheki]

İtiraz etmeyi âdet haline getirmek, “Hayır öyle değildir” demek, çok çirkindir. Çünkü
böyle söylemek, (Sen bilmiyorsun, bu işten sen anlamazsın, sen ahmaksın, ben akıllı ve
bilgiliyim) demektir. Bu ise, kendini büyük görüp, başkalarına hücum etmektir. Lüzum
yokken, karşımızdaki şahsın kusurlarını bulup kendisine göstermek günahtır. Çünkü onun
hatasını söylemekle üzmüş ve kalbini kırmış oluruz. Zaruretsiz incitmek haramdır. Böyle
şeylerde başkasının hatasını söylemek gerekmez. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Din kardeşine itiraz etme.) [Tirmizi]

(İtiraz etmeyene, haklı iken, münakaşayı terk edene, Cennette bir köşk verilir.) [Taberani]
Hakkı, düşman da söylese kabul etmeli. Hakkı kabul edememek kibirdendir. Kibir ise
büyük günahtır. Doğruyu kabul etmemeye inat denir. İnat, karşısındakini aşağı görmekten
ileri gelir.

Fazilettir hatayı hep kabul etmek gerek


Hakkı kabul için inat etmemek gerek

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:


(Küçük, büyük, iyi kötü veya hoşlanmadığın biri, hakkı söylerse, kabul et.) [Deylemi]

(Bilmediği şeyde inat edene, inadından vazgeçene kadar Allahü teâlâ gazap eder.)
[İ.Ebiddünya]

(Kibirli, hakkı küçük görür, inkâr eder, insanlara hakaret gözü ile bakar.) [İ.Gazali]

(Müslümanı hakir görmek, kişiye kötülük olarak yeter.) [Müslim]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:


Bekara suresinin (Kalblerinde hastalık vardır) mealindeki onuncu âyet-i kerimesi ile
bildirilen hastalık, tedavi edilmedikçe, hakiki iman ele geçmez. Kalbi hasta olanın imanı,
imanın suretidir. Nefsini temizleyen hakiki imana kavuşur. Yunus suresinin, (Allah’ın
evliyası için korku ve üzüntü yoktur) mealindeki 62. âyet-i kerimesindeki müjde, hakiki
imana kavuşanlar içindir. (1/46)

Demek ki Allahü teâlânın dostu olmak ve hakiki imana kavuşmak için kalbdeki
hastalıkları yani kötü huyları temizlemek, kendini beğenmemek, suçu kendinde bulmak,
itirazcı olmamak, hakkı kim söylerse kabul etmek gerekir.

KEBAİR GÜNAHLAR:
1.Livata etmek,
2. İçki içmek,
3. Fasıkların cemeatında bulunmak (içki, kumar, gıybet, kadın erkek beraber oturulan
yerde bulunmak),
4. Yalan yere şehadet etmek,
5. (4,5) gr altın miktarı bir şeyi gasp etmek,
6. Ramazan-ı Şerifte gündüz çekinmeden orucunu yemesi (mazereti varsa da gizli
yiyecek),
7. Sıla-i rahimi kesmek (ana baba akrabaya hürmet etmemek,sormamak),
8. Alış-verişte müşteriye hainlik etmek,
9. Namazı vaktinden takdim veya tehir etmek,
10. Zekat ve orucu vaktinden tehir etmek,
11. Sihir öğrenmek,öğretmek,yapmak,
12 .Bile bile bir hayvanı yakmak,
13. Murdar eti zaruret olmadan yemek,
14. Fıskı zahir olmayan adamı gıybet etmek,
15. Her çeşit kumar,
16. Hakimin rüşvet alarak adaletten sapması,
17. Yol kesicilik,
18. Malda ısraf, dinde fesadla say’etmek;israf, helal dairesinde haddi aşmaktır, dinini
düzgün götürmüyor,
19. Küçük günahlara devam, ısrar etmek,
20. Başkasını günah işlemeye teşvik etmek,
21. Kadının şarkıları söylemesi ve dinlenmesi,
22. Hamamda veya insanlar içinde teşhir-i avret etmek,
23. Cimrilik,
24. Hz. Ali(r.a.)'ı Hz Ebubekir ve Hz Ömer(r.a.)'dan büyük bilip diğer sahabelere sövmek
(şeyheyne sövmek küfürdür.),
25. Bir uzvunu veya kendini katl etmek,
26. Tuvaletten taharetlenmeden çıkmak,
27. Sadaka ve zekat verirken eziyet etmek,
28. Tasdik-i müneccim(hava durumu,fal,vb),
29. Kaza kaderi tekzip etmek,
30. Halkı hor görmek, kendini yüksek tutmak,
31. Bir Bid'a icad etmek, çığır açmak,
32. Hakkı ispat etmek yerine hasmını mağlup etmek için muaraza ve cidal etmek,
33. Silah ve kılIç gibi şeylerle mü'mini korkutmak,
34. Oyun oynamak (satrançta ihtilaf var, diğerleri kebairdir),
35. Bir müslimin diğer bir müslime "ya Kafir" demesi,
36. İki hanımı olanın gece ziyaretinde aralarında adalet etmemesi,
37. Kendi eliyle şehvetini boşaltması,
38. Ay halindeki kadına yaklaşmak,
39. Müslümana isabet eden kahre sevinmek,
40. Herhangi bir hayvana kaza-yı şehveti için yanaşmak,
41. Alimin ilmiyle amel etmemesi,
42. Taamı (yemekleri) beğenmemek, ayıplamak (yapılışını değil),
43. Tüysüz gence şehvetle yüzüne bakmak ve kucaklaşmak,
44. Muhabbet-i dünya,
45. Gayrın hanesini (başkalarının evini) gözetlemek,
46. Özürsüz olarak şahitlik yapmamak, hakkı söylememek,
47. Emr-i ma'ruf ve nehy-i anil münkeri terk etmek,
48. Kur’an okumayı terk etmek, okumayı unutmak,
49. Kadının, mazeretsiz kocasının cima isteğini reddetmesi,
50. Allah'ın mekrinden emin olmak, rahmetinden ümitsiz olmak,
51... Ehl-i ilme hakaret etmek,
52. Domuz eti yemek,
53. Zina etmek,
54. Fotoğrafçılık
55. Katl,
56. Savaştan firar etmek.
57. Müslümanların, aleyhinde casusluk yapmak.
58. Cuma namazını mazeretsiz terk etmekte ısrar etmek.
Muhammed Şakirİ'nİn "İrşadül Gafilin" isimli Osmanlıca eserindeki sıralama böyle.
İmam Zehebi’nin "Kİtabu'l Kebaİr" inde sıralanan "büyük günahları" da bu sıralamaya
dahil etmek mümkün. Büyük günahların sıralanmasına şu şekilde kaldığımız yerden
devam edelim.
59. İdarecinin halkı aldatması ve zulmetmesi
60. Kibir
61. Ganimet malına hainlik etmek
62.Dünya menfaati için yalan yere yemin etmek (Yemin-i Gamüs).
63. Zulmetmek (halkın malıını zorla almak, insanları dövmek onlara sövmek, güçsüzlerin
haklarına tecavüz etmek, işçinin ücretini vermemek)
64. Halka zulmederek vergi almak.
65. Yalan konuşmak
66. Kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara benzemeye özenmeleri,
67. Deyyusluk
68. Riyakarlık (iki yüzlülük)
69. Halkın gizli hallerini araştırmak.
70. Kadının kocasına karşı gelmesi
71. Resim yapmak, yaptırmak ve bulundurmak.
72 . Ölen için feryat etmek, yaka yırtmak, başı tıraş etmek, saç yolmak.
73. Komşuya eza etmek
74. Allah’tan başkası adına hayvan kesmek.
75. Erkeklerin ipek elbise giymeleri ve altın kullanmaları
76. Cemaate gitmeyip namazı özürsüz olarak münferiden kılmak.

ALINTIDIR.

“Gerçek şu ki; şeytanın, inanan ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir
hakimiyeti yoktur. Şeytanın hakimiyeti, sadece onu dost edinenler ve Allah’a ortak
koşanlar üzerindedir.” (Nahl Suresi, 99-100)

You might also like