You are on page 1of 12

Blood of Zeus: Antik Dünyada Modern Macera

Yunus Emre Atalay

 Animasyon

 17 Kasım 2020



Antik Yunan mitolojisinin, modern dünyanın sanatına ve popüler kültürüne


damgasını vurduğuna şüphe yok. Fantastik-kurgu romanlarından şarkılara,
bilgisayar oyunlarından çizgi filmlere, şiirlerden çizgi-romanlara her yerde
karşımıza çıktı. Pek çok eserin doğrudan konusunu oluşturduğu gibi,
içerdiği konseptler çok kez kullanıldı ve pek çok esere de ilham verdi.
Haliyle bu mitosu konu alan, yetişkinlere yönelik bir animasyon serisinin
çıkması kimilerinin beklediği ve arzuladığı bir şeydi.

Blood of Zeus böyle bir içerikten beklentilerinizi karşılayacak mı, sizi Antik
Yunan’ın o kaprisler, entrikalar ve kahramanlıklar ile dolu dünyasına
götürecek mi gibi sorulara kendi bakış açımdan cevap vermeye çalıştım.
Genel kalitenin yanında, Antik Yunan mitolojisi hissi veriyor mu sorusu da
önemliydi elbette.

Yazıda SPOILER YOK; izleyecek ve öncesinde bir inceleme okumak


isteyen insanların keyfini kaçırmak istemem. Tabii ki hikaye ve karakterler
üzerine bazı konulara temas edeceğim ama doğrudan olay örgüsünden
sahneler okumayacaksınız.

Künye
Eserin görselliği Powerhouse Animation Studios elinden çıkma.
Kendilerini Castlevania‘dan tanıyoruz, ki Blood of Zeus’un görsellik ve
aksiyon kısımlarında Castlevania etkisi bariz. Hikayeyi yazanlar ise Vlas
Parlapanides ve Charley Parlapanides; onlar da Immortals filmi ve Death
Note‘un dizisi ile öne çıkıyorlar. Shaunt Nigoghossian ismindeki yönetmen
de DC animasyonlarında deneyim kazanmış gözüküyor. Hayranları için
Matthew Mercer’ın az da olsa rolü olduğunu not düşeyim.

Vasat Parçalar, Hoş Bütün


Bazı kısımlarını hiç beğenmesem de, parçaları genel olarak hoş bir biçimde
bir araya gelmiş ve ortaya kendini izlettiren bir yapım çıkmış. Hiç fena
olmadığını, keyifli zaman geçirdiğimi söyleyebilirim. Senaryo ve karakter
gelişimi açısından zayıf bulsam da, görsellik, müzikler ve sizi o dünyaya
götürme konusunda iyi bir not verdim.

Kadim Diyarı Görmek


Görsellik, çizimler ve kullanılan renkler güzel. Fazla karanlık veya fazla
aydınlık değil, tam ayarında. Çizgi film izlermiş tadı vermediği gibi, fazla
umutsuz ve gotik de değil. Bakması keyif verici olduğu gibi, geçmişin
mitlerine ait bir dünyada olduğunuzu hissettirme açısından da başarılı
buldum. Mimari, giysiler, silahlar ve zırhlar ortama uygun. Çömlekler ve
işlemeleri gibi detaylar da iyi düşünülmüş.
Karakter Çizimleri
Bu konuda benim önemsediğim, belki sizin de dikkatinizi çekmiş bir konu
var. Mitos eserlerinde karakterleri genelde beyaz Amerikalılar canlandırdığı
ve tüketici kitlesinin çoğunu da ( ya da en azından önemli bir kısmını) onlar
ve Avrupalılar oluşturduğu için, bu “Hellen” karakterler genellikle, kumral ve
kıvırcık saçlı Akdenizli tipinden çok WASP görünümünde oldular; beyaz ten,
köşeli yüz, keskin ve geniş çene vs. Ana karakter bu açıdan konsepte
uygun ve başarılı. Apollo heykellerini andıran genç ve zarif bir yüzü ve de
kıvırcık, koyu kahverengi saçları var. Gereksiz iriliğe ve kas kütlesine sahip
olmayan bir beden ile çizilmiş. Diğer karakterler daha beyaz tutulmuş, ama
dikkat çekecek seviyede değil. Ortalıkta koşuşturan Dolph Lundgren’ler yok.
Genel olarak karakter çizimleri göz doyurucu ve konseptten beklenilen
estetiği veriyor. Tanrılar özellikle çok başarılı. Her birinin imajını
tamamlayan bir görünümü var. Apollo’nun ışık saçan, genç ve yakışıklı bir
tanrı olduğunu, Hera’nın tanrıların kraliçesine yakışan, biraz sert çehreli ve
güzel bir görünüşü olduğunu hissettiriyor.
Alakasız bir yorum da ekleyeyim; Wonder Woman‘ı klasik köşeli çeneli ve
mavi gözlü beyaz imajından çıkarılıp, biraz koyu tenli bir hatun tarafından
canlandırılması, çizgi romanlara bağlı kalınmadığı halde beni rahatsız
etmemişti. Ama filmlerin çekimi Lucy Lawless’ın gençliğinin, atletikliğinin ve
güzelliğinin zirvesine denk gelse hayır demezdim tabii.

Garip Anlatımlar
Hikayenin görselliği güzel olmakla beraber, uyguladıkları bazı anlatım
teknikleri biraz saçma durmuş. Mesela serinin başlarında antagonisti
karanlık bir silüet olarak göstermişler, kötü adamı gölgeleyip bilinmez ve
tehlikeli bir imaj yaratmaya çalışmaları bayağı klişe kalmış. Keza bazı
sahneler olayları ve durumları fazlaca bariz yansıtıyor, gözümüzün içine
sokuyor. İnşaat makinelerini izleyen dayılara; “bakın burası çok önemli”
diyerek sunulmuş gibiler. Gene de bunlar görsel anlatımın keyfini kaçıracak
düzeyde değil.

Canavarlar, Karanlık Adamlar ve Kozmik Korkular


Yunan mitolojisinde var olan bir kaç klasik canavarı görüyoruz doğal olarak.
Bunlar pek hoş gözükmüyordu. Drizzt’in Guenhywar’ı gibi, bir tanesi keşke
yanımda yoldaşım olsa dedirten yoktu içlerinde. Biraz daha heybetli,
korkutucu ve etkileyici yapılabilirlerdi.

Hikayedeki insanımsı arkadaşlarımız ise renkleri ve çizimleriyle rollerine


uygun olmuşlar. Onlara bakınca daha standart Tolkien benzeri fantezi ve
D&D tadı aldım. Özellikle antagonistimiz olan liderlerinde bayağı “Cambion
Demon” havası var, oldukça beğendim.
Asıl güzel olanlar ise serinin “kadim” kötüleri, devler. Pek çoğu, insanımsı
gövdelerine rağmen karakteristik bir hava veren görünüşlere sahip. Bazıları
mitolojiden bildiğimiz varlıklar, bazıları anime canavarları gibi. Ortak
noktaları insanlıktan uzak olmaları. Hayvanların ve insanların parçalarından
oluşmalarına rağmen doğal düzene ait olmadıklarını hissettiriyorlar.

Tanrılar, İnsanlar ve Canavarlar Savaşırken


Aksiyon sahneleri de, görsellik kadar olmasa da Castlevania tadı veriyor.
Akrobatik hamleler daha az ama güç seviyesi daha yüksek. Klasik kılıçlı ve
büyülü fantastik-kurgulardan alıştığımız tarzda daha insani güç
seviyelerindeki dövüşler yok. Normal insan olan veya insanın biraz üstünde
kuvvete sahip karakterler birbirlerini metrelerce fırlatabiliyorlar veya tek
darbeyle gövdeleri ikiye ayırabiliyorlar. Aksiyon animelerin ve süper-
kahraman filmlerinin arasında bir yerde yer alıyor. Ara ara Bollywood filmi
ayarında sahneler görmek de mümkün. Şahsen tarzı çok sevmesem de
aksiyonu sürükleyici buldum.

Tanrısal Güç Hissi


Tanrıların güç seviyesi ise gerçekten yüksek. Dağları yıkan, yıkıcı fırtınaları
çağıran ve toprağı sarsan, destansı kudrete sahip varlıklar olduklarını
görüyorsunuz. Ölümlülerin onlarla baş edemeyeceğine, doğaya hükmeden
ölümsüzler olduklarına inanmak zor gelmiyor. Üstelik mitolojiden bildiğimiz
bazı karakteristik doğa üstü yetenekleri de sergiliyorlar.

Süper-kahraman seviyesinde güçleri var. Muhtemelen süper-kahramanlar


ve tür hakkında modern dünyanın tanrıları ve mitolojisi dendiğini
okumuşsunuzdur bir yerlerde. Keza “Gods and Monsters” gibi isimlerin
kullanıldığına ve evren içi diyaloglarda da güçlü süper-insanlar hakkında
tanrılık bahsinin geçtiğine şahit olmuşsunuzdur. Blood of Zeus bu ilişkiyi
açıkça sergilemekten geri durmamış. Hatta bazı tanrıların, ilham verdikleri
kahramanlardan ilham aldığını da görüyorsunuz. Bu durumu pek keyifli
buldum doğrusu.

Kan
Savaş sahnelerinde kan, kemik ve et göstermekten çekinmemişler. Düşen
kişinin kan havuzunda yatması ve açığa çıkan kemikler +18 sınırını
açıklıyor. Lakin Castlevania’dan hatırladığım bazı sahnelerdeki yaratıcı ve
akılda kalıcı dehşeti burada göremedim maalesef. Bunun sebebi Warren
Ellis’in yazarlığı, kendisinin bazı çizgi romanlarını düşününce bu çok bariz.
Şarkılar ve Diyaloglar
Müzikler oldukça güzeldi. Senfonik müzikler bolca kullanıldığı gibi, yeri
geldiğinde Antik Yunan havasını verecek enstrümanlar da kullanılmış.
Atmosferi bozacak, fazlasıyla modern müzikler yok, bu önemli bir nokta.

Seslendirmeler biraz daha duygu verebilirdi. Tanrılardan Hera’yı beğendim


ama Zeus daha iyi olmalıydı. Biraz daha kalın ve davudi bir ses Tanrıların
Kralı için daha uygun olurdu. Düşük perdeli bass ses sanıyorum doğru
teknik tanım. Aklıma örnek olarak Christopher Lee ve Peter Steele geliyor.
Tabii o kadarı çok fazla şey istemek olur, ama hakimiyet hissi veren güçlü
bir ses bulunabilirdi.

Ozanlık İyi de, Destan Kötü


Ana hikaye oldukça aşina olduğumuz, defalarca kez kullanılmış konseptler
ve klişeler üzerine kurulu. Hikayenin işlenişi standart bir Kahramanın
Yolculuğu (Hero’s Journey). O nedir diyenler için; antik mitler ve halk
hikayelerinden modern eserlere kadar kullanılan bir hikaye yapısı. Kısaca
özetlersek, “görece” sıradan dünyasında yaşayan kahraman, olağanüstü
dünya ile tanışır, maddi ve manevi bir yolculuğa çıkar, eski dünyasına
değişmiş biri olarak geri döner. Daha detaylı basamakları olsa da ana hatlar
böyle. Bunları okuyunca aklınızda Luke Skywalker veya Baggins ailesi
canlanmıştır muhtemelen. Bu konudaki fantastik-kurgu ve bilim-kurgu
örnekleri saymakla bitmez.

Orada, Bir Kötülük Var Uzakta, Gitmesek de, Görmesek de…


Alışıldık unsurlar bununla da sınırlı değil. En bilindik fantastik-kurgu
konseptlerinden olan “kış uykusundaki kötülük” burada da mücadelenin
omurgasını teşkil ediyor. Geçmiş zamanda durdurulmuş, yenilmiş ama yok
edilmemiş, şimdilik sürgünde\hapiste\uykuda bekleyen o kadim kötülükten
bahsediyorum. Aklıma bu temaya sahip birden fazla D&D hazır macerası
geldiği gibi, bir kaç sene düzenli oynamış olanlarımızın bu tip bir senaryoya
denk gelmemiş olması istatistik hata seviyesinde bir olasılık.

Mantık hatalarının da senaryoda hiç de az olmadığını da not düşeyim. En


azından “Abi canavarlar kötü değil ya, asıl kötü olan biz insanlarız tamam
mı?” ya da ” Kötülük de lazım yeğenim. Bak kötülüğü yok edersen denge
bozulur, memleketin hırsıza da ihtiyacı var mühendise de.” şeklinde
diyaloglar yoktu.

Bağımsız Hikaye
Senaryoyu mitosun kendisinde var olan bir hikaye üzerine kurmamışlar.
Keza ana karakterimiz ve ölümlü kadronun çoğu da mitolojide var olan,
bilindik isimler değil. Bu yöndeki tercihi oldukça mantıklı buldum,
senaristlere özgürlük tanımış. Bildiğimiz bir hikayeyi alıp kendi kafalarına
göre radikal değişiklikler yapsalardı nahoş bir tat bırakırdı.
Sığ Karakterler
Bizim kahramanımızın yolculuğu bilindik olduğu gibi, oldukça da yüzeysel
kalmış. Ana karakteri doğru dürüst tanıma şansımız olmuyor, çünkü pek
detaylandırılmış ve derinleştirilmiş bir kişiliği yok. İstekleri, hayalleri ve
kendine has bir kimliği olan gerçek bir karakter değil gibi. Kişilik özellikleri
ve davranışları üzerine düşünülmemiş, tek bir yönünü bariz bir şekilde
görüyoruz. 8 bölümlük oldukça kısa bir seride tabii ki Ölüm Kapısı’ndaki
kadar iyi yansıtılmış kişilik değişimleri beklemiyorum, ama daha iyi
olmalıydı.
Diğer karakterlerin de çoğu aynı şekilde yüzeysel kalmış. Aksiyon kadın, iri
adam ve bencil keke gibi standart tipler var. Bazılarına arka plan hikayesi
vermeyi yarım yamalak denemişler ama olmamış. Hem ana karakterle, hem
de kendi aralarında dikkat çekici ve derin bir ilişki de geliştirmiyorlar. Star
Wars benzerliği hikaye şablonu ile de sınırlı kalmamış. Maşallah, Lucas’ın
kendisi emekli ama fikirleri iktidarda. Bariz karakter analogları var. Luke,
Leia, Han Solo ve hatta Chewbacca bile var.
Kötü adamımız ise diğerlerinden bariz daha kaliteli. İlk başta kötüyüm ben
kötüyüm diye gezse de kendisine güzel bir arka plan hikayesi verilmiş.
Sanki %80 tamamlanmış da finali eksik kalmış hissi verdi ama gene de
güzel ve “mitik”. Neden ve nasıl o noktaya geldiğini anlıyorsunuz. Kişiliği
diğerlerine göre daha derin ve arzuları daha anlaşılır. Antagonistimiz,
olmuş.

Tanrıların “ilahi” varlığı güzel resmedilmiş; pek çok şeyi gören ve bilen,
ölümlülerin kaderlerine yön veren varlıklar. Lakin tanrı ve tanrıçaların
önemli bir kısmı hikayede yer almıyor. Favori tanrıçamı görememek üzdü.
Keza Zeus ve Hera dışında diğerlerinin üzerinde durulmamış. Hera’nın
işlenişi güzel. Biraz fazla zalim ve dolayısıyla tek boyutlu olmuş ama belirli
bir nişi dolduruyor ve mitoloji çerçevesinde kabul edilebilir bir rolü var. Zeus
ise oldukça başarısız olmuş. Tanrıların Kralı’nın oldukça karizmatik bir
karakter olmasını beklersiniz, o etkileyiciliği ben göremedim. Aklıma garip
bir durumu getirdi; D&D 3.5’un Deities and Demigods kitabında Pan’ın ve
Hephaestus’un karizma puanı Zeus’unkinden fazlaydı. Biri tanrıcık, diğeri
de tanrıların arasındaki tek deforme şahıs. Bu arada Zeus’un seride ismine
yaraşır bir otoritesi de yok. Şimşekler fırlattığı güç gösterileri olmasa, kral
olarak konumunu, herhalde erken kalkanın devrim yapıp iktidarı ele
geçirdiği ülkelerdeki gibi elde etmiş diyecektim. Uçkur konusunu ayrıca ele
almak lazım.

Olympos’da Aile Saadeti


Netflix ve Antik Yunan bir araya gelince, 10 dakikada bir öpüşen gay çift
gösterirler, esas oğlanın flörtleştiği kız lezbiyen çıkar ve bir gölde nymphler
ile takılır, bizimki de “kendi çalıp kendi oynar” diye bekliyordum ama beni
şaşırttılar. Seri boyunca sadece tek bir sahnede bu konuda referans var. İlk
başta Parlapanides kardeşlerin Yunan asıllı göçmenler olmalarına yordum
bunu ve biraz milliyetçi bir tavır diye düşündüm ama galiba yanılmışım.
Cinsellik hiç bir şekilde seride yer almıyor.
Netflix Yönetim Kurulu bu durumdan hoşnutsuz.
Yunan Mitolojisi’ne ait 5 adet hikaye okuyup da cinsellik ve şehvet ile
karşılaşmamanız oldukça düşük bir ihtimal. Cinsellik çok sık işlenen bir
konu ve mitosta temel bir yere sahip. Üstelik söz konusu sadece
“konvansiyonel arzular” da değil; peçeteden kendi imkanları ile çıkan
(mecaz değil) krallar, hayvanlar ile çiftleşen kadınlar (aşk meyvesi
Minotaur), hayvan kılığına girip işini gören Zeus, karşılıklı rıza konusunda
“esnek davranan” tanrılar, kendilerini “yeterince” beğenmeyen adamları
cezalandıran tanrıçalar ve daha neler neler var. Durum bu iken, seride
cinsellik ve yoğun tutkular olmayınca Hellen ruhu eksik kalmış. Üstelik +18
bir seriden bahsediyoruz, izleyici kitlesi bakımından da sıkıntı yok yani.
Belki de serinin kısıtlı süresinden dolayı bu seçimi yaptılar, bilemiyorum.
Ama bu kadar terbiyeli bir yapım isteseydim Beyaz Show’u arardım.

Zeus da haliyle bildiğimiz Zeus değil. Kendisi romantik bir aşık ve dahası bir
iyi aile babası. Geçmişte çok ceviz kırmış ama sonra tövbe etmiş, bilge bir
adam olmuş belli. Usta Yoda ve Obi-Wan melezinin, uslanmış eski
çapkınlardan olduğunu ve de Sihirli Annem’deki babadan esintiler taşıdığını
hayal edin. Perileri röntgenleyen dayı bile ortama daha çok uyardı.

Minik Tatlılıklar
Senaryoyu yeterince eleştirdim, biraz da olumlu yönlerine geçeyim. Bazı
noktalarda bir ozandan dinliyor hissini veren bir anlatımı var. Mitos da
görmeyi bekleyeceğiniz bazı öğeleri de işlemişler. Zaman zaman Antik
Yunanca kelimeler kullanılması gibi hoş detaylar var. En önemli artısı da
ciddi başarısızlıklarına rağmen bir şekilde izleyiciyi sıkmamayı ve
eğlendirmeyi başarması.

Anime
Anime diye geçiyor ama Japon animelerinin tadını vermedi. Bunu çok fazla
anime izlememiş ve güncel animeleri takip etmeyen biri olarak söylüyorum,
pek güvenilir kaynak sayılmam yani. Ama konunun işlenişi ve karakterlerde
gayet standart bir batı yapımı gördüm. Zaten anime tanımını kullanmadım;
belli olmaz, bir gece kapımın önünde, ellerinde 2,5 metrelik yabalar ve
meşalelerle bekleyen bir güruhla karşılaşmak istemem.

Epik Olmayan Eğlence


Serinin size kanaatimce vadettiği şey tam olarak bu. Üst düzey bir eser
değil ama eğlenceli. “Bilet paramı geri istiyorum” şeklinde bir düşünceye
sokmadı. Üstelik IMDB puanı 7,8, çok beğenen bir kitle de var. Senaryo
kesinlikle yetersiz geldiği ve aksiyon tarzını da şahsen çok sevmediğim
halde gene de izlerken keyif aldım. Parçalar birleşince ortaya fena olmayan
bir bütün çıkmış.
4 saatlik seri için haddinden fazla uzun olan incelememi okuduğunuz için
teşekkür ederim. Alın, bu da ödülünüz olsun.

You might also like