Professional Documents
Culture Documents
Yeni Microsoft Word Belgesi
Yeni Microsoft Word Belgesi
Animasyon
17 Kasım 2020
Blood of Zeus böyle bir içerikten beklentilerinizi karşılayacak mı, sizi Antik
Yunan’ın o kaprisler, entrikalar ve kahramanlıklar ile dolu dünyasına
götürecek mi gibi sorulara kendi bakış açımdan cevap vermeye çalıştım.
Genel kalitenin yanında, Antik Yunan mitolojisi hissi veriyor mu sorusu da
önemliydi elbette.
Künye
Eserin görselliği Powerhouse Animation Studios elinden çıkma.
Kendilerini Castlevania‘dan tanıyoruz, ki Blood of Zeus’un görsellik ve
aksiyon kısımlarında Castlevania etkisi bariz. Hikayeyi yazanlar ise Vlas
Parlapanides ve Charley Parlapanides; onlar da Immortals filmi ve Death
Note‘un dizisi ile öne çıkıyorlar. Shaunt Nigoghossian ismindeki yönetmen
de DC animasyonlarında deneyim kazanmış gözüküyor. Hayranları için
Matthew Mercer’ın az da olsa rolü olduğunu not düşeyim.
Garip Anlatımlar
Hikayenin görselliği güzel olmakla beraber, uyguladıkları bazı anlatım
teknikleri biraz saçma durmuş. Mesela serinin başlarında antagonisti
karanlık bir silüet olarak göstermişler, kötü adamı gölgeleyip bilinmez ve
tehlikeli bir imaj yaratmaya çalışmaları bayağı klişe kalmış. Keza bazı
sahneler olayları ve durumları fazlaca bariz yansıtıyor, gözümüzün içine
sokuyor. İnşaat makinelerini izleyen dayılara; “bakın burası çok önemli”
diyerek sunulmuş gibiler. Gene de bunlar görsel anlatımın keyfini kaçıracak
düzeyde değil.
Kan
Savaş sahnelerinde kan, kemik ve et göstermekten çekinmemişler. Düşen
kişinin kan havuzunda yatması ve açığa çıkan kemikler +18 sınırını
açıklıyor. Lakin Castlevania’dan hatırladığım bazı sahnelerdeki yaratıcı ve
akılda kalıcı dehşeti burada göremedim maalesef. Bunun sebebi Warren
Ellis’in yazarlığı, kendisinin bazı çizgi romanlarını düşününce bu çok bariz.
Şarkılar ve Diyaloglar
Müzikler oldukça güzeldi. Senfonik müzikler bolca kullanıldığı gibi, yeri
geldiğinde Antik Yunan havasını verecek enstrümanlar da kullanılmış.
Atmosferi bozacak, fazlasıyla modern müzikler yok, bu önemli bir nokta.
Bağımsız Hikaye
Senaryoyu mitosun kendisinde var olan bir hikaye üzerine kurmamışlar.
Keza ana karakterimiz ve ölümlü kadronun çoğu da mitolojide var olan,
bilindik isimler değil. Bu yöndeki tercihi oldukça mantıklı buldum,
senaristlere özgürlük tanımış. Bildiğimiz bir hikayeyi alıp kendi kafalarına
göre radikal değişiklikler yapsalardı nahoş bir tat bırakırdı.
Sığ Karakterler
Bizim kahramanımızın yolculuğu bilindik olduğu gibi, oldukça da yüzeysel
kalmış. Ana karakteri doğru dürüst tanıma şansımız olmuyor, çünkü pek
detaylandırılmış ve derinleştirilmiş bir kişiliği yok. İstekleri, hayalleri ve
kendine has bir kimliği olan gerçek bir karakter değil gibi. Kişilik özellikleri
ve davranışları üzerine düşünülmemiş, tek bir yönünü bariz bir şekilde
görüyoruz. 8 bölümlük oldukça kısa bir seride tabii ki Ölüm Kapısı’ndaki
kadar iyi yansıtılmış kişilik değişimleri beklemiyorum, ama daha iyi
olmalıydı.
Diğer karakterlerin de çoğu aynı şekilde yüzeysel kalmış. Aksiyon kadın, iri
adam ve bencil keke gibi standart tipler var. Bazılarına arka plan hikayesi
vermeyi yarım yamalak denemişler ama olmamış. Hem ana karakterle, hem
de kendi aralarında dikkat çekici ve derin bir ilişki de geliştirmiyorlar. Star
Wars benzerliği hikaye şablonu ile de sınırlı kalmamış. Maşallah, Lucas’ın
kendisi emekli ama fikirleri iktidarda. Bariz karakter analogları var. Luke,
Leia, Han Solo ve hatta Chewbacca bile var.
Kötü adamımız ise diğerlerinden bariz daha kaliteli. İlk başta kötüyüm ben
kötüyüm diye gezse de kendisine güzel bir arka plan hikayesi verilmiş.
Sanki %80 tamamlanmış da finali eksik kalmış hissi verdi ama gene de
güzel ve “mitik”. Neden ve nasıl o noktaya geldiğini anlıyorsunuz. Kişiliği
diğerlerine göre daha derin ve arzuları daha anlaşılır. Antagonistimiz,
olmuş.
Tanrıların “ilahi” varlığı güzel resmedilmiş; pek çok şeyi gören ve bilen,
ölümlülerin kaderlerine yön veren varlıklar. Lakin tanrı ve tanrıçaların
önemli bir kısmı hikayede yer almıyor. Favori tanrıçamı görememek üzdü.
Keza Zeus ve Hera dışında diğerlerinin üzerinde durulmamış. Hera’nın
işlenişi güzel. Biraz fazla zalim ve dolayısıyla tek boyutlu olmuş ama belirli
bir nişi dolduruyor ve mitoloji çerçevesinde kabul edilebilir bir rolü var. Zeus
ise oldukça başarısız olmuş. Tanrıların Kralı’nın oldukça karizmatik bir
karakter olmasını beklersiniz, o etkileyiciliği ben göremedim. Aklıma garip
bir durumu getirdi; D&D 3.5’un Deities and Demigods kitabında Pan’ın ve
Hephaestus’un karizma puanı Zeus’unkinden fazlaydı. Biri tanrıcık, diğeri
de tanrıların arasındaki tek deforme şahıs. Bu arada Zeus’un seride ismine
yaraşır bir otoritesi de yok. Şimşekler fırlattığı güç gösterileri olmasa, kral
olarak konumunu, herhalde erken kalkanın devrim yapıp iktidarı ele
geçirdiği ülkelerdeki gibi elde etmiş diyecektim. Uçkur konusunu ayrıca ele
almak lazım.
Zeus da haliyle bildiğimiz Zeus değil. Kendisi romantik bir aşık ve dahası bir
iyi aile babası. Geçmişte çok ceviz kırmış ama sonra tövbe etmiş, bilge bir
adam olmuş belli. Usta Yoda ve Obi-Wan melezinin, uslanmış eski
çapkınlardan olduğunu ve de Sihirli Annem’deki babadan esintiler taşıdığını
hayal edin. Perileri röntgenleyen dayı bile ortama daha çok uyardı.
Minik Tatlılıklar
Senaryoyu yeterince eleştirdim, biraz da olumlu yönlerine geçeyim. Bazı
noktalarda bir ozandan dinliyor hissini veren bir anlatımı var. Mitos da
görmeyi bekleyeceğiniz bazı öğeleri de işlemişler. Zaman zaman Antik
Yunanca kelimeler kullanılması gibi hoş detaylar var. En önemli artısı da
ciddi başarısızlıklarına rağmen bir şekilde izleyiciyi sıkmamayı ve
eğlendirmeyi başarması.
Anime
Anime diye geçiyor ama Japon animelerinin tadını vermedi. Bunu çok fazla
anime izlememiş ve güncel animeleri takip etmeyen biri olarak söylüyorum,
pek güvenilir kaynak sayılmam yani. Ama konunun işlenişi ve karakterlerde
gayet standart bir batı yapımı gördüm. Zaten anime tanımını kullanmadım;
belli olmaz, bir gece kapımın önünde, ellerinde 2,5 metrelik yabalar ve
meşalelerle bekleyen bir güruhla karşılaşmak istemem.