Professional Documents
Culture Documents
daha da tamamlanmış (1) (1)
daha da tamamlanmış (1) (1)
İNCELEME
ÖZET
Makale Özet
Bilgileri
Bu tebliğimizde, eğitimin en büyük sorunlarından biri olarak
gördüğümüz, 'otorite ve kısıtlama sorunu' da diyebileceğimiz bir soruna
parmak bastık. Liberal felsefenin eğitim hakkındaki görüşlerine bir bakış
attıktan sonra "müfredat" ve daha genel olarak devlet veya başka
herhangi bir otoritenin eğitime müdahale etmesinin sakıncaları üzerinde
durduk. Yıllardan beri süregelen bu problemin, son derece basit olan
Anahtar çözümüne baktığımızda şöyle bir tabloyla karşılaştık: “Laissez faire."
Kelimeler Adam Smith'in 250 yıl önce ortaya attığı ve Batı medeniyetinin temeli
olan Liberalizmin temel direklerinden biri olan, “bırakınız yapsınlar”.
Eğitim Bizzat Smith'in bile eğitime uygulamaktan çekindiği bu ilkenin neden
Liberalizm eğitimin, bilimin, sanatın yani bilumum bir milletin entelektüel
dünyasının gelişiminin en verimli yolu olduğunu göstermeye çalıştık. Ek
Devlet olarak seleflerimize karşı yöneltilen bazı sorulara, hem onların
cevaplarını özetledik hem de kendi cevaplarımızı verdik. Özetlemek
Müfredat
gerekirse, bu tebliğin nihai amacı, devletlerin eğitime yaptıkları
Laissez Faire müdahalelerin hem bireysel özgürlükleri nasıl kısıtladığını göstermek
hem de bir ülkenin entelektüel gelişimi için nasıl zararlı olduğunu
göstermek oldu.
İNGİLİZCE ÖZET
Article Info Abstract
In this paper, we handled a problem that can consider one of the major
issues in education, which can be described as the ‘authority and
restriction problem.’ After examining the perspectives of liberal
philosophy on education, we discussed the setbacks of interferences in
education by the curriculum, state, or any other authority. While giving a
look at the seemingly simple solution to this longstanding problem, we
Keywords have encountered the concept of “Laissez faire,” a fundamental pillar of
Liberalism proposed by Adam Smith 250 years ago and foundational to
Education Western civilization. We aimed to demonstrate why this principle, even
Liberalism though hesitated to be applied by Smith himself, is the most productive
way of the intellectual development of education, science, art, and the
State overall intellectual world of a nation. Additionally, we summarized
responses to questions asked to our predecessors, as well as, provided
Curriculum
our own answers. In essence, the ultimate goal of this paper was to
Laissez Faire illustrate how state interventions in education not only limit individual
freedoms but also limit intellectual development of a country.
Giriş
İlk devletlerin kurulmasından bu yana devlet, genelde güç arttırma istenci yüzünden, yaşamın
neredeyse her alanına müdahil olmuştur. Sosyo-kültürel yaşamın en önemli müessesesi olan
eğitimin de bu durumdan etkilendiği barizdir. Öyle ki, dünyaya liberal ekonominin ve devlet
anlayışın hakim olduğu günümüzde bile diğer sektörlerden farklı olarak çoğu ülkede eğitimin
devlet tarafından yürütüldüğünü/sınırlandırıldığını görürüz. Bu bağlamda, eğitimin devlet
tarafından yürütülmesinin verimsizliğine dikkat çekip eğitimin de diğer sektörler gibi özel
sektöre bırakılması ve herhangi bir kısıtlamaya tabi tutulmaması gerektiğini savunacağız.
Bu bölümde asıl konumuz olan “Devlet ve Eğitim”i tartışabilmek için bazı filozofların
yaptıkları devlet tanım ve tasvirlerini inceleyeceğiz.
M.Ö. 427-347 yılları arasında yaşamış olan Platon (Russell, 1996) ideal devlet yapısını
tartıştığı “Devlet” isimli eserinde insanların kendi kendilerine yetememeleri sonucu oluşan,
karşılıklı yardımlaşma ile ortaya çıkan yaşam biçimine sahip topluluklara ‘düzenli toplum’
der (Platon, 1962, 369 b-c). Devletin kurulması için düzenli toplumdan “siyasi toplum”a
geçilmesi gerekmektedir. Bunun için de toplumun zenginleşmesi, bazı ortak değerlere sahip
olması ve toplum içinde iş bölümü yapılması gerekmektedir.
Platon’da devlet, bireyin hayatında oldukça etkin bir rol oynar. Platon’a göre devletin
sınırları, ve buna bağlı olarak bireylerin sınırları, filozof-kral tarafından belirlenmelidir.
Çünkü nasıl ki bir gemi, gemi yönetme işini iyi bilen kaptana emanet edilmelidir; rotasını
belirlemeye muhtaç olan devlet de bu işi bilene yani filozof-krala emanet edilmelidir (Platon,
1962, 488 b). Tabi ki, eğitimin yürütülmesi de filozof-kralın işidir, müfredatı ise Platon
(Sokrates’in ağzından) çoktan belirlemiştir zaten.
“İlkelerin en büyüğü, erkek- kadın hiç kimsenin öndersiz kalmamasıdır. Kimsenin aklı kendi girişkenliğiyle iş
becermeye alışmamalıdır: İster gayretkeşlikten gelsin, ister oyun olsun diye. Savaşta da barışta da herkes
gözünü önderine dikmeli ve sadakatle onun ardından gitmelidir. En küçük işlerde bile herkes önderini
izlemelidir. Örneğin, ancak böyle yapması buyurulunca (…) kalkmalı, yürümeli, yıkanmalı, yemelidir. Bir
kelimeyle, herkes kendi ruhunu, bağımsız hareket etmek ‘yeteneğini’ büsbütün yitirecek biçimde alıştırarak
eğitmelidir.”
-Platon, (Popper, 1967, 24)
Aristoteles, mülkiyet ve buna bağlı olarak eğitimin içeriği konusunda hocasından daha ılımlı
bir yol izlemiştir. Ünlü eseri Politika’nın, hocasını eleştirdiği bir bölümünde şöyle
demektedir: ”(…) Sonra doğrusu, mülkiyet ortaklaşmasının bizi kurtaracağı kötülükler
sayıldığı gibi , bunu bizi yoksun bırakacağı yararlar da sayılmalı (…) ailede olduğu gibi
devlette de bir miktar birlik olması gerekir fakat bu mutlak bir toptan birlik değildir.”
(Aristoteles, 1975:39). Hocasından farklı olarak Aristo eğitimin içeriğini değiştirmiştir ancak
eğitimi tesis edecek kurum olarak hocası gibi devleti konumlandırmaya devam etmiştir.
(Aristoteles, 1975).
Aristo ve Platon’dan yaklaşık 2300 sene sonra yaşamış Fransız sosyolog, ve sosyolojinin
kurucusu sayılan, Emile Durkheim’a göre devlet toplumsal düşünme organının ta kendisidir
ve Durkheim bireysel özgürlüklerin toplumsal çatışmalardan ortaya çıktığını söyler
(Durkheim, 2023). Durkheim’a göre eğer toplum varlığını devam ettirmek istiyorsa tek bir
eğitim sistemine dayanmalıdır. Bu sistem içerisinde bireye toplumun değer ve anlayışları
yüklenmelidir (İnal, 2019).
Buraya kadar verdiğimiz örneklerin hepsinin ortak noktası bireyin kolektifleşmesi üzerine
bir toplumsal yapı ve buna bağlı olarak mümkün olduğunca tek tip bir eğitim modeli
geliştirmiş olmalarıydı. 18. y.y.da Liberalizmin ortaya çıkması beraber, bireysel özgürlükler
temelinde oluşmuş bir sosyal yapı ideali kaçınılmaz olarak devlet kavramını ve devletin
eğitim ile ilişkisi fikrini derinden etkiledi. Fakat görüyoruz ki uzun bir süre boyunca eğitimi,
devletin görevlerinden biri olarak görme eğilimi devam etti.
Yine liberalizmin kurucularından olan ünlü filozof John Locke da devletin görevleri
olarak adalet ve güvenlikten bahseder.
Locke ek olarak “doğal durum” dediği durumdan devlet haline geçişi Thomas Hobbes gibi,
toplum sözleşmesiyle açıklar. Ama o Hobbes gibi, bireylerin tüm haklarını devlete
devrettiğini düşünmez. Locke’a göre insanlar yalnızca yargılama ve cazalandırma haklarını
devlete devretmişlerdir (Bulut, 2022). Ama halen, hem Smith hem Locke; devletin, sınırlı da
olsa eğitime müdahale etmesini savunur (Locke, 2019). Görüyoruz ki gerek liberal filozoflar
arasından gerekse kolektivist filozoflar arasından bir çok kişi eğitime devlet tarafından
müdahale edilmesini savunmuştur.
Peki devlet, bireyler için daha iyi olacak bir şeyi, vatandaşlara dayatabilir mi? İlk bakışta
bunun iyi olacağı düşünülebilir ancak, unutulmamalıdır ki: birey için ne kadar iyi veya kötü
olursa olsun birey adına kararlar almak –birine dayatma yapmak, bir şeyler emretmek bir nevi
özgürlüğünü kısıtlayarak onun adına karar almaktır- devletin faaliyet sınırları içerisine
çoğunlukla girmez. İstisna olarak, bireylerin cezalandırma haklarını devlete devretmeleri ve
bunun karşılığında güvenlik ile hukuk hizmeti alması örnek gösterilebilir. Bu istisnanın sebebi
ise, daha önce bahsettiğimiz devletin kuruluş amaçlarında yatmaktadır. Sonuç olarak,
bireylerin ne kadar iyiliğine olursa olsun, devletin; hiçbir irade sahibi birey üzerinde, bireyin
ne kadar iyiliğine olacak olursa olsun, kendi varoluş amaçlarından çıkacak şekilde karar
verme yetkisi yoktur.
Devletin eğitim kurumu açması genellikle müfredata müdahil olmasıyla beraber yürür.
Ancak istisnaları da değerlendirelim, devletin eğitim kurumu açması ama müfredata müdahil
olmaması durumunun sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum zira devletin kendisine ait olan
bir kuruma müdahale etmesini engelleyecek herhangi bir faktör bulunmuyor. Diyelim
herhangi bir müdahalede bulunmadı, yani aynen özel sektörde olduğu gibi kurumun kendi iç
1 Burada; “müfredat” kelimesi, devletten bağımsız diğer eğitim kurumlarının kendi içlerinde uygulayacakları
eğitim programı, için kullanılmıştır.
dinamiklerine karışmadı, sadece kurum kendisine ait olduğu için öğretim görevlilerini, diğer
çalışanları vs. devlet atadı: Özel sektör, kendi kurduğu firmaların/kurumların sermayesini
doğal olarak kendi anaparasından karşılar. Dolayısıyla, zarar ettiği veya battığı zaman, zararı
gören kendisi olur. Lâkin aynı olay devlet kurumları için olduğu zaman anapara halktan
toplanan vergilerden oluşmuş olur dolayısıyla devlet kurumlarının zararının veya batmasının
faturası halka kesilmiş olur. Buna ek olarak, devlet iç işlerine müdahale etmese bile, kurduğu
kuruluştaki çalışanların maaşını kendisi ödeyeceğine ve bu para halktan geldiğine göre, kâr
amacı gütmez ve diğer eğitim kurumlarıyla rekabete etmeye çalışmaz. Çünkü sunduğu
eğitimin kalitesi ve okuyan öğrenci sayısından bağımsız olarak aldığı vergiler yani geliri
aynıdır.
En sık karşılaşılan durum olan, devletin hem müfredat uygulayarak hem de eğitim
kurumları açarak eğitime müdahale etmesi durumu: Üst paragrafta bahsettiğimiz “kâr amacı
gütmeme” eleştirimizin aynısını burada da yapabiliriz. Devlet kâr amacı gütmeden eğitim
verdiği için daha fazla öğrenci çekmeye çabalamaz. Bunun için de eğitimin herhangi bir
alanında iyileştirmeye gitmek ihtiyacı hissetmez. Aynı duruma öğretmenler açısından bakacak
olursak, devlet serbest piyasanın aksine elindeki kalifiye elemanı kaybetmemek için maaş
artırımı vb. bir şart iyileştirmesine gitmez. Bu da öğretmen ve daha genel anlamda eğitimci
maaşlarının yetersiz kalmasına yol açabilir.
Sonuç
Devlet-eğitim ilişkisinin iyi anlaşılabilmesi için devletin görevlerinin/ amaçlarının ve bunlara
bağlı olarak sınırlarının iyi anlaşılması gerekmektedir. Locke’un “doğal durum” olarak
adlandırdığı evrede (Locke., 2019) insanlar başta herhangi bir nimet üzerinde biri diğerinden
üstün olmayan eşit haklara sahiplerdi. Ancak kaçınılmaz olarak mülkiyet, güç ve otorite
kavramlarının oluşması ile topluluk içerisindeki güçlü konumda bulunan kimseler, azınlıkta
olmalarına rağmen, onlara nispetle daha güçsüz sayılacak kimselere karşı keyfi davranışlarda
bulundular. Böyle olunca insanlar bazı haklarından ( cezalandırma gibi) vazgeçerek ortaklaşa
bir yapı kurdular, bu yapının amaçları başta sadece toplum içi hukuku sağlamak ve toplumu
diğer toplumların saldırılarına karşı korumaktı. Gelişen medeniyet ile birlikte bu iki amaca
yeni bir görev daha eklenmiş oldu. O da özel sektörün kâr sağlayamayacağı için yapmayacağı
yol, köprü inşası gibi bazı hizmetleri yapmaktı. Böylece modern devletlerimiz ortaya çıkmış
oldu. Ama devletin yaşadığı bu görev artışı ve dolayısıyla hareket özgürlüğündeki artış
kendisini diğer sektörlere de taşımaya çalışmasına sebep oldu. Devletin piyasaya müdahale
etmesi suni tekelleşmeye yol açacağından3 rekabeti ortadan kaldırır. Bunun sonucunda kâr
etme kaygısı olmayan devlet üzerinde kaliteyi artırması yönünde bir baskı oluşmaz. Bu devlet
eliyle ortaya çıkan dekadansın en tehlikeli olacağı alanlardan biri de eğitimdir. Zira diğer
sektörlerin aksine eğitimde söz konusu olan tehlike sadece kalite düşüşü değil aynı zamanda
eğitimin ideolojik propaganda aracı olarak kullanılmasıdır. Bu da o toplumu yalnızca o çağda
yaşayan insanlar bakımından etkilemez, aynı zamanda bir toplumun geleceğini belirler.
Üstelik, önerdiğimiz sisteme karşı sunulabilecek tek kayda değer argüman olan “eğitim
maliyetleri sorunu”na da son bölümde değinilmiştir. Şüphesiz liberalizm sadece tek bir alanda
uygulanamayacağından ve ekonomik anlamda bütünlüklü bir politika teşkil ettiğinden dolayı
son soruya cevap olarak liberalizmin iddia ettiği genel ekonomik kalkınma da göz önünde
bulundurulmalıdır. Sonuç olarak göstermiş olduk ki: eğitimin, devlet dahil herhangi bir
otoritenin boyunduruğu altında kalması hem kalite sorunlarına hem de sosyolojik tehlikelere
yol açmaktadır.
3 Devlet eliyle olmayan, ve serbest piyasa koşulları gereği bazı şirketlerin diğerlerini elimine etmesi durumuna
karşı değiliz. Çünkü tekelleşmenin devlet müdahalesi olmadan gerçekleşebilmesi için sözkonusu şirketin daha iyi
kalitedeki hizmeti daha düşük fiyata satmasıyla gerçekleşebilir.
KAYNAKÇA