You are on page 1of 13

TEMEL

3.HAFTA
DİNİ
Dr. Öğr. Üyesi Uğur GÖZEL
BİLGİLER-
I
İnanç yönünden insanlar
İnanç yönünden insanlar başlıca dört kısma ayrılır.
1- Mü’min (Müslüman): Allâh’ın varlığına ve birliğine, Peygamber Efendimiz Hz.
Muhammed (sav) Allah Teâlâ’nın kulu ve peygamberi olduğuna kalbi ile inanıp, dili ile de
bunu söyleyene “Mü’min” denir.
2- Kâfir: Allah’ın varlığına, Peygamber Efendimiz Muhammed (sav) peygamberliğine ve
dinin emirlerine kalbi ile inanmayıp ve dili ile de inanmadığını söyleyene “Kâfir” denir.
3- Müşrik: Allâh’ın ilâh olduğuna inandığı hâlde, Allah ile beraber başka şeylere de “ilah”
diye inanıp tapan kimseye “Müşrik” Allâh’a inanmakla beraber puta tapmak, bir insana
veya Peygamber’e ilâh demek gibi.
4- Münâfık: Îmanın esaslarına kalbi ile inanmayıp, çeşitli sebeplerden veya menfaatlerden
dolayı mü’minlerin yanında, sadece dilleri ile inandıklarını söyleyenlere “Münafık”  denir.
Münafıklar, mü’minlerle beraber oldukları zaman inandıklarını söylerler. Kâfirlerle beraber
oldukları zaman ise iman etmediklerini söylerler.
İnanç yönünden insanlar
Allah cc bu konuda şöyle buyuruyor:
“… bir de îman edenlerle karşılaştıkları zaman, «Îman ettik» derler ve kendi şeytanları ile başbaşa kaldıkları zaman ise:
«Emin olun, biz sizinle beraberiz, biz ancak (onlarla, mü’minlerle) alay ediyoruz.» derler.” (el-Bakara, 14)
Münafıklar, yani ikiyüzlüler, insanlar içinde de Allah katında da kâfirlerden ve müşriklerden daha rezil kimselerdir.
Zira Kur’ân-ı Kerîm şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki münâfıklar, cehennemin en alt tabakasındadır.” (Nisa, 145)
Bununla beraber amel bakımından münafık olanlar da vardır. Bunlar, mü’min olduğu halde kendilerinde münafıklık
alâmeti bulunan kimselerdir. Bu alâmetler, Peygamber Efendimiz tarafından birçok hadîs-i şerîfte bildirilmiş olup;
“yalan söylemek, söz verdiği halde sözünden dönmek, emânete hıyanet etmek” gibi kötü hasletlerdir.
İnanç yönünden insanlar
 İman etmiş kimselere genel olarak Mü’min denir. Ancak, iman dairesine giren müminler de
farklı derecelere sahiptirler.
 Kur’an’da müminler, genel olarak iki sınıfta tanıtılmıştır.
Birincisi, “Ashab-ı Yemin” dir. Bunlar, ahirette, amel defterlerini sağ tarafından alıp sonuçta
Cennete girecek kimselerdir.
İkinci sınıf, “Sâbıkun=iman ve amelde önde gidenler” sıfatıyla tanıtılan “Mukarrabun”
taifesidir.(Vakıa 7-12)
 Allahu Teala, kullarının iman, ilim ve itaatlarına göre farklı derecelere sahip olduklarını beyan
buyurmuştur. Konu ile ilgili ayetler şöyledir:
 “Allah sizden iman edenleri yükseltir. Kendilerine ilim verilmiş olanları ise, dereceler ile
yükseltir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”(Mücadele 11)
 “Herkes için yapmış olduğu amellerden dolayı farklı dereceler vardır.”( Ahkaf 19)
İnanç yönünden insanlar
 Bir kimsede iman vardır veya yoktur. İmanda artan ve eksilen iman esasları değildir. Her kalbin
marifeti/Yüce Allah”ı tanıması, muhabbeti/sevmesi, yakini, ilahî tecellileri müşahedesi, zikri, şükrü
farklıdır. Kalpte değişen, artan ve eksilen şeyler bunlardır. Bu, imanın kemali, nûru, feyzi ve tadı ile
ilgilidir. “Onlara Allah”ın ayetleri okunduğu zaman imanları ziyadeleşir.”(Enfal 2) “İmanlarına
iman katsınlar diye müminlerin kalbine sekinet/rahmet indiren O”dur.” (Fetih 4)

 Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Kim Allah için verir, Allah için engeller, Allah için sever, Allah
için kızar ve Allah için evlenirse o kimse imanını kemale erdirmiş olur.” (Tirmizi Sıfatül Kıyame
60) Zerre kadar imanı olanın cehennemden çıkarılacağını bildiren meşhur hadiste, bu kadar Allah
sevgisi ve bilgisi olan kimseye de mümin ismi verilmiştir. Elbette hesapsız cennete giren müminle
bu kimsenin imanı aynı değildir.

 Sahabe-i Kiram”ın fazileti, çok amel değil, kalplerindeki fazla marifet, muhabbet, yakin ve ihlastan
ileri gelmektedir. Bir haberi işitenle gören bir olmadığı gibi; sadece duyduklarına inanan mümin ile,
Yüce Allah”ı görür gibi inanan ve öyle kulluk eden kamil mümin iman yönünden bir değildir.
İnanç yönünden insanlar
TAKVA /MÜTTAKİ:

 Takvâ ve bununla ilintili kelimelerin Kur’an’da farklı şekillerde sık sık zikredilmiş olması kavramın İslâm’daki önemini açıkça
gösterir. Takvânın faziletiyle ilgili Kur’an’da şu hususlara vurgu yapılmıştır: Allah takvâ sahibi olanlarla beraberdir (el-Bakara
2/194; et-Tevbe 9/36, 123); onları korur ve yardım eder; Allah takvâ ehlini sever (Âl-i İmrân 3/76; et-Tevbe 9/4, 7); Allah takvâ
ehlinin dostudur (el-Câsiye 45/19).

 Takvâ aynı zamanda iman ve kalple ilgili bir kavramdır. Resûlullah’a karşı saygılı olanlar Allah’ın kalplerini takvâ için imtihan
ettiği kimseler olarak nitelendirilmiştir (el-Hucurât 49/3). Allah’ın hükümlerine saygı göstermek şüphe yok ki kalplerdeki
takvâdandır (el-Hac 22/37). Nefse/kalbe takvâyı Allah ilham eder (eş-Şems 91/8).

 Hz. Peygamber eliyle göğsüne işaret ederek, “Takvâ buradadır” demiş (Müslim, “Birr”, 32; Tirmizî, “Birr”, 18) ve “Allahım,
nefsime/kalbime takvâsını ver!” diye dua etmiştir (Müslim, “Ẕikir”, 73; Nesâî, “İstiʿâẕe”, 13). Kalpteki takvâdan maksat iman,
yakīn, samimiyet ve Allah’a duyulan saygıdır.

 Kur’an’da, “Eğer mümin iseniz Allah’a karşı takvâ sahibi olunuz” buyurularak (el-Mâide 5/11, 57, 88) takvâ ile iman arasındaki
ilişkiye işaret edilmiştir. Takvâ sahibi olmak imanın gereğidir. Bütün peygamberler ümmetlerinden takvâ sahibi olmalarını
istemiştir. Kur’an takvâ sahibi olan herkes için bir hidayet kitabıdır (el-Bakara 2/2; Âl-i İmrân 3/138; el-Mâide 5/46). Akıl ve
vicdan da takvâ sahibi olmayı gerektirir (et-Talâk 65/10)..
İnanç yönünden insanlar
SALİH AMEL / SALİH KUL
Sâlih amel İslâm ölçülerine göre doğru kabul edilen fiildir. Kısaca, Allah’ın razı olacağı, kuluna sevap
yazacağı, cennete girmesine vesile olacağı işlere salih amel diyebiliriz.
Sâlih amel işleyen müminler “sâlihler” zümresine dahildir. (Ankebût 9). Allah Tealâ Kur’an-ı Kerim’de,
seçtiği ve insanlığın irşadı için gönderdiği peygamberlerinden bahsederken, onların “sâlihlerden”
olduğunu bildirir. (Bakara 130; Âl-i İmrân 39, 46; Enâm 84-86; Enbiyâ 72; Kalem 50)
Sâlih kulların fazileti
“Allah sâlihlerin dostu ve gözeticisidir.” (A’râf 196) ayetiyle sâlih kulların Allah Tealâ’ya yakınlığı ifade
edilir. Bu sırra binaen bazı Peygamberler: “Beni sâlihlerden eyle.” (Yusuf 101; Şuara 83; Neml 19)
diyerek dua etmişlerdir.
Allah ve Rasulü’ne itaat edenlerin, kendilerine nimet verilen nebîler, sıddıklar ve şehitlerle beraber
olacağının zikredildiği ayette dördüncü sırada sâlihler de yer alır:
“Kim Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu
peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisa 69)
Daha iyi bir şekle veya hâle koyan, iyileştiren, düzelten, ıslâh eden (kimse).
İnanç yönünden insanlar
SALİH / MUSLİH
Muslih; Daha iyi bir şekle veya hâle koyan, iyileştiren, düzelten, ıslâh eden (kimse) demektir.
İslam, tedrici bir ıslah metodunu uygular. Önce kişilerin ıslahı, sonra ailelerin, sonra toplumun ıslahını öngörür.
Fertler, ailenin çekirdeği; aileler de toplumun çekirdiğidir. Fertler düzgün olursa aileler, aileler düzgün olursa
toplum düzgün olur. Tersi de mümkün. O yüzden Kur´an, kişilerin bir şekilde ıslah edilmesini ve sâlih insanlardan
oluşan bir toplumun oluşmasını önemser.
Öncelikle; her insanın kendisine yönelebilmeli ve Allah´ın kulu olduğu bilinciyle kendini düzeltmeli, Kur´an´ın sâlih
amel dediği işleri yapmalı, yanlışlarını gözden geçirip düzeltmeli ve faaliyetine bir ömür devam etmelidir.
Kişilerin ıslahının ikinci cephesi ise, dışa yönelik olandır. Bu da hemen aileden başlayarak topluma doğru yayılır.
İman edip sâlih amel işleyen, yani sâlih olan bir mü´min, kendisini olabildiğince sâlih kıldıktan sonra, ailesinin,
yakınlarının, toplumun ve tüm insanlığın ıslahı için de çalışır. İşte insan o zaman Muslih olmuştur ve Yüce Mevla
´nın kendisine verdiği halifelik vazifesini de aktif olarak yerine getiriyor demektir.
Sâlih kendisi için iyi, ama muslih hem kendisi için, hem de başkalarının iyi olması, onların da ıslah olup sâlih insan
olmaları için çaba gösterir. O halde Müslüman olarak iki görevimiz var:
Birincisi; hepimizin iyi insan olmamız,  Allah´ın sevdiği iyi bir kul olmamız gerekiyor ki buna sâlih insan olmak
diyoruz.
İkincisi de; sâlihlikten de öte, muslih müslüman olacağız. Bu bizim topluma ve insanlığa karşı da bir görevimizdir.
İnanç yönünden insanlar
FISK / FASIK
 Müminler içinde, haram olduğunu bildiği ve öyle inandığı halde büyük günah işleyen
kimseye “fâsık” denir.
 Fasık kelimesi “fısk”tan gelir. Fısk, doğru yoldan çıkmak, Allah’a isyan etmek, haramdan,
şüpheli şeylerden kaçınmamaktır. Fasık ise, doğru yoldan çıkan, Allah’a isyan eden kişi
demektir. Hatta işledikleri günahlardan sıkılmayıp zevk alırlar ve bunları iştahla övünerek
anlatırlar. 
 Fasıkların durumu Kur’ân-ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır:
 “O fâsıklar ki, Allah’a verdikleri sözü bozar, Allah’ın akrabalar ve mü’minler arasında riayet
edilmesini emrettiği bağları keser ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. Dünya ve âhirette zarar
ve hüsrana maruz kalan ancak onlardır.” (Bakara Suresi: 27)
İnanç yönünden insanlar
FUCUR / FACİR
 Kısacası fâcir, İslâm dininin kabul etmediği, yasakladığı iş ve hareketleri yapan; aşırı isyâna
dalan; özellikle büyük günahlardan olan zinâ etmek, yalan söylemek, adam öldürmek, içki
içmek, hırsızlık yapmak gibi fiilleri işleyen, günâhta ısrar eden; başka öz bir ifadeyle, Allah'ın
emir ve yasaklarını çiğneyen kimseye denir.

 Günahları açıktan işlemekten çekinmez hatta günahlarıyla övünür fasık.

 Fâcir, kâfir anlamına gelmez; ancak küfre götüren ve küfre en yakın bir durum olarak kabul
edilebilir. Her kâfir fâcirdir ama her fâcir Allah'ın hükümlerini inkâr etmediği sürece kâfir
değildir.
İnanç yönünden insanlar
İRTİDAD / MÜRTED:
 Geri dönmek, geri istemek, eski haline dönmek anlamındaki "irtidad" mastarının ism-i faili. Istılahta ise, Müslüman olduktan sonra,
İslâm'dan dönüp başka bir dine giren veya dinsizliği tercih eden kimseler için kullanılan bir akaid terimi. Dinden çıkma olayına da
"riddet" denir.

 Mürtedin irtidat etmesiyle birlikte, bütün salih amelleri silinir ve o ebedî olarak Cehennemde kalır: "Sizden kim, dininden döner
ve kâfir olarak ölürse, işte onların dünya ve âhirette amelleri boşa gitmiştir. İşte cehennemlikler onlardır. Onlar orada ebedî olarak
kalacaklardır." (Bakara, 2/217). Bu, tevbe edilmediği takdirde böyledir.

 İrtidatla birlikte evlilik akdi fesh olur. 

 Mürted, Müslüman yakınlarına mirasçı olamadığı gibi, o öldüğünde de Müslüman yakınları ona mirasçı
olamazlar

 Bir Müslümana kafir denilemez. Zira Rasûlüllah (s.a.s); "Bir adam kardeşine 'Ey kâfir.' derse, bu söz ikisinden biri için mutlaka
gerçekleşir." (Buhârî, Edep, 73; Müslim, İman, 111). "Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in O'nun Rasulü olduğuna
şehadet eden kimseye Allah ateşi haram kılmıştır." (Buhârî, İlim, 49) buyurmaktadır.
Büyük – Küçük Günah
 Ayet ve hadislerde günahlar büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır.
 * Asıl mesele günahın küçük veya büyüklüğü değil, KİME KARŞI işlendiğidir.*
 Kur’an’da; “Eğer yasaklandığımız büyük günahlardan sakınırsanız, sizin öbür küçük günahlarınızı örteriz ve
sizi şerefli bir makama koyarız” (en-Nisa, 4/31), “O, iyi amellerde bulunanlar; küçük kusurları hariç, büyük
günahlardan ve hayasızlıklardan kaçmışlar” (en-Necm, 53/32) buyurulur.
 Büyük günah (kebire) şöyle tarif edilebilir; ayet ve hadislerde büyük günah olarak belirtilen, hakkında nassı
ile bir ceza konulan veya bir tehdid unsuru bulunan fiiller ile, nass’larda belirtilmediği halde kötülüğü
bunlar seviyesinde bulunan fiillerdir. İmam Maturidi (ö. 333/944) büyük günahları itikat ve amelle ilgili
olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Birincisi küfür ve şirk türünden olup, amelle ilgili olanı kişiyi küfre
götürmez (Maturidi, 187 a.g.e., s.338).
 Hadislerde bazı büyük günahlar sayılmıştır; Allah’a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizlik etmek, yalancı
şahitlik, sihir, haksız yere adam öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, cihad alanından kaçmak, iffetli
mümin bir kadına zina iftirasında bulunmak, zina yapmak, Mescid-i Haram’da günah işlemek bunlar
arasındadır (Bıharı» Edeb, 6; Müslim, İman, 38; Tirmizi, Tefsır, 5; Şehadatı 3; Birr, 4; Ebu Davud, Vesaya, I0;
Nesai, Tahrım, 3; Ahmed b. Hanbel, III, 131, V, 36, 38; Darimi, Diyat, 9). Hz. Ali (ö. 40/661) buna hırsızlık ve
şarap içmeyi de ilave etmiştir (Teftazani, Şerhu’l-Akaid, Istanbul 1326/1908, s.140 vd).

Taklidi İman – Tahkiki İman
Taklidi iman, delile ve araştırmaya dayanmayan imandır. Çevresi, anne babası iman ettiği için iman eden kimseler taklidi imana sahiptirler.
Allah’a iman ediyor musun sorusuna “Evet” cevabını verirler fakat niçin inanıyorsun sorusunun cevabı yoktur. Yani kısaca Allah’a inandıkları
için Müslüman değillerdir. Müslüman oldukları için Allah’a inanırlar. Bir nevi kişinin İslam toplumunda doğup büyümüş olmasının tabii
sonucu olarak oluşan imandır. İslam ulemasının çoğunluğunun görüşüne göre bu tür bir iman geçerlidir. Ancak o kişi imanını akli ve dini
delillerle güçlendirmediği için sorumludur. Zira, taklidi iman inkarcı ve sapık kimselerin ileri süreceği itirazlarla sarsıntıya uğrayabilir.
 Tahkiki iman ise tam anlamıyla dost doğru imandır. Tahkiki iman sahibi olan kimse tüm evrende o İlahi mesajı ve damgayı görür. Herhangi bir
şüphesi veya tereddütü yoktur. Yani bir elmaya baktığında bunun yaratıcısının kim olduğunun delilini hiç şüpheye düşmeden ortaya çıkarır.

Günümüzde Taklidî İman Kâfi midir?

 Taklidî îmanın eskiden yeterli olduğu halde, günümüzde yetersiz kalış sebebini, Ali Fuad Başgil, şu şekilde îzah etmektedir:

 "İnsanlar her devirde din ve mâneviyat kuvvetine muhtaç olmuşlardır. Fakat bu ihtiyaç, zamanımızda bir zaruret hâlini almıştır. Eskiden
atalarımız gayet basit bir din bilgisi ve görenek hâlinde "taklidî" bir îman ile rahatça yaşıyorlardı. Çünkü onlara bütün içtimaî muhît (çevre)
mâneviyat telkin ediyordu. Bugün durum tamamıyle değişmiştir. Din duygusu zayıflamış, eski dinî hürmet terbiyesi yerini, küstahca bir
saygısızlık almıştır. Bugün aile daralmış ve bağları gevşemiştir. Aile yükü sırf karı-kocanın omuzlarına çökmüş, ana-babalar iktisadî ihtiyaçlar
karşısında çocuklarının dinî terbiyesine yetişemez olmuşlardır.«

 "Öbür taraftan mektep ve üniversiteler âdeta din aleyhtarı propaganda ocakları hâlini almıştır. İnatçı münkirlerin tezyif ve temerrütleriyle
(borcunu yerine getirmemekle) bir kat daha bulanıklaşan böyle bir hava içinde, bugün artık basit bir din bilgisi kâfi gelmez olmuştur.

 "Din nedir? İlim ile münasebeti nedir? İlim karşısında bugün din ne yapmalı ve nasıl bir vaziyet almalıdır? gibi sorular, şimdi her zamandan
çok zihinleri tırmalamaktadır. Hususiyle aydın gençlerin bu soruların cevaplarını bilmeye ihtiyaçları vardır.

You might also like