You are on page 1of 32

İSLAM DİNİNİN İTİKAD KÖKLERİ

İMAN:
1-Lailahe İllallah Muhammed’ün Resulullah: Allah’tan başka ilah yoktur .Muhammed
Allah’ın peygamberidir.(kelime-i tevhid)
2-İmanın Manası: Peygamberimiz Hz. Muhammed imanın ne demek olduğunu sorana şöyle
cevap vermiştir: Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü
olduğuna , Allah’ın meleklerine, kitaplarına ,peygamberlerine ,ahret gününe ,kadere ,(Hayır
ve Şer her şeyin Allah’ın takdiri ve yaratmasıyla olduğuna )inanmaktır” .(Buhari ve Müslüm)
3-İmanın Sözlük Anlamı: İmanın sözlük ve dildeki anlamı kesin onaylama (Mutlak tasdik )
dir. Yani bir şeye tereddütsüz ve kesin olarak içten ve yürekten inanmak , haber verilen bir
şeyi ,bir hükmü tasdik etmek ve onun doğru olduğunu kabul edip haber verenin doğru
söylediğine inanmaktır.
4-İmanın Şer’i Manası: İmanın şer’i ve dini manası yukarıda yazdığımız hadisten de
anlaşılacağı üzere , Allah’a ve Hz.Muhammed’in Allahtan haber verdiği kesin olarak belli
olan şeylerin doğru olduğuna tereddütsüz inanmak ,bunların hak ve doğru olduğunu içinden
tasdik ve itiraf etmektir.Şöyle de denilebilir : “İman Allah tarafından tebliğ ettiği kesin olarak
belli olan şeylerin hepsinde Hz.Muhammed’in doğru olduğunu tasdik etmek (onaylamak)
tır”.Buda iki şekilde olur:
A-İcmali ( inanılacak şeylere kısaca ve toptan) iman
B- Tafsili ( iman edilecek şeylerin her birine açık ve geniş suretde ) iman

A-İcmali İman
İmanın en kısa ve topluca tanımı: “Allah’a ve ondan geleni tasdik etmektir.”Buda “Lailahe
İllallah Muhammed’ün Resulallah” demekle olur ki bu söze Kelime-i Tevhid denilir. Bundan
çıkan sonuç şöyledir. İcmali iman peygamberimizin insanlara duyurduğu şeylerin hepsine
birden inanmaktır şer’i ve dini bir düşünüşle imanın ilk aşaması ve müslümanlığın temel taşı
budur : Allah’a ve Hz Muhammmed’in peygamber olduğuna kalbiyle inanmaktır.
Şu halde “Allah birdir, Hz . Muhammed Allah’ın peygamberidir.”Yahut
“Hz.Muhammed’in söylediklerinin hepsi haktır” diyerek tasdik eden , buna inanan ve kalbini
buna sımsıkı bağlayan kimse icmali bir iman ile mümin olur ve imanın en basit aşaması
budur.Çünkü bu iki cümlede iman edilmesi zaruri olan şeylerin hepsi dahildir.Böylece en kısa
ve toplu bir şekilde olsun iman etmemiş olan bir adama mümin denilemez .Allah’ın birliğini
ve Hz .Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğunu tasdik etmek haber verdiği şeylerin
hepsinde O’nun doğru olduğuna inanmaktır.
O’nun haber verdiği ve tebliğ ettiği şeylerin hepsine birden iman ettiğini ayrı ayrı söylemediği
için buna “icmali ve toptan iman “ denir. Mümin denilebilmek için Yüce Allahın varlığına ve
birliğine , iradesine ve kudretine Hz. Muhammed’in peygamberliğine şüphe ve tereddüt
duymadan inanmış olmak lazımdır.İnsana en önce farz olan budur . Bundan sonra dinin diğer
hükümlerini ve iman edilmeleri lazım olan şeylerin her birisine birer birer öğrenip onlara da
iman etmek farz olur. Böylece aklı başında olan bir insan için “Allah’ın varlığına ,birliğine ve
Hz. Muhammed’in Allah’ın hak peygamberi olduğuna iman etmekle kalmayıp iman edilmesi
gereken diğer şeyleride belirleyerek onlara ayrı ayrı iman etmek ,onların hak olduklarını kabul
etmek ve tasdik etmek lazımdır.
B-Tafsili İman:
1.Mertebe : Tafsili ve şer’i iman Allah’a Muhammed (a.s.)’ın Allah Resulü olduğuna ve
ahret gününe kesin olarak inanmaktır.Tafsili iman birinci mertebesi işte budur.Önce
anlattığımız icmale nazaran bu daha açık ve daha geniştir.Çünkü bunda ayrıca ahrete iman
vardır.
2.Mertebe: Allah’a ,Allah’ın meleklerine ,kitaplarına,peygamberlerine ,ahret
gününe,öldükten sonra tekrar dirilmeye,cennet ve cehenneme,sevap ve cezaya, kaza ve
kadere,ayrı ayrı iman etmektir.Yukarıdaki hadis-i şerifte görüldüğü üzere Peygamber
efendimizde imanı böyle tanımlamıştır
3. Mertebe : Kitap ve sünnet ile Hz.Muhammed’in Allah tarafından tebliğ ettiği kesin ve
tevatür yoluyla bilinen haberlerin ve hükümlerin hepsine ve ayrı ayrı her birine ,Allah’ın ve
Resulün isteği üzerine iman etmek .Örneğin iman edilmesi gereken şeyleri öğrenip bunların
farz ,helal ve haram olduklarını tasdik edip inanmak tafsili imanın üçüncü ve daha geniş
mertebesidir.Çünkü bu suretle iman edebilmek ,yani imanın bu derece genişletip
sağlamlaştırabilmek için çok geniş ve etraflı bilgi lazımdır. Bundan dolayıdır ki imanın bu
mertebesi daha sağlam ve daha mühimdir.Peygamberimizin Allah tarafından tebliğ eylediği
şeylerin hepsi haktır, cümlesine inandım iman ettim diye toptan ve mücmel bir şekilde iman
etmek başka,onları ayrı ayrı belleyip hepsini gereği gibi ayrı ayrı Allah’ın ve peygamberinin
istediği şekilde tasdik etmek başkadır.Biri toptan bir tasdik olduğu için icmali iman denir.
Diğerinde ise her biri ayrı ayrı öğrenilip hak oldukları tasdik edildiği için tafsili bir şekilde
iman etmiş oluyoruz Aslen müslüman olmayan bir insanda icmali bir iman ile İslam dairesine
girer . Müslüman değilken olur.Bunda şüphe yoktur.Fakat tafsili iman ile de yükselir
olgunlaşır ve kemal sahibi olur.Yani ömrünün sonuna kadar icmali iman ile kalması doğru
değildir .
İşte şer’i imanın böylece dört mertebesi vardır. Allah’a ve Hz. Muhammmed’in
peygamberliğine böylece iman ettikten peygamberin haber verdiği, Allahtan getirip tebliğ ile
kendi hayatında tatbik ettiği uyguladığı hükümleri ve esasları birer birer öğrenip onların hak
olduklarını tasdik etmekde tafsili imanın kapsamına girer. Bu demektirki ilk önce Allahı ve
Ondan gelenin hak olduğunu tasdik ettikten sonra bu kadarla kalmayarak gücü yettiğince
Peygamberimizin Allah tarafından teblüğ ettiği şeyleri tamamıyla -farzı farz,vacibi
vacip,helali helal,haramı haram diye- belleyip onlara böylece iman etmekte lazımdır.Ancak bu
mertebelerden her biri iradi gücün derecesiyle birlikte bahsedilmesi gerekir. Hiç bir fert gücü
yetmediği bir şey ile sorumlu tutulmaz.Peygamberimizin haber verdiği şeylerin hepsini
belleyip onlara ayrı ayrı iman etmek ancak havas ( din alimlerini içeren ilmiye sınıfı)ın
yapabilecekleri bir şey olabilir.Demek ki avam (halk tabakası ) ve bütün insanlar için ilk farz
Allaha ve peygambere (Hz. Muhammedin peygamberliğine)ve nihayet İslam inancının
başlıcaları ve ana konuları olan esasları birer birer belleyip onlara iman etmektir.Konunun
başında geçen hadisten öğrendiğimize göre İslam dininin inanç kökleri başlıca 6 esasa
dayanır :

1-Allaha
2-Allahın meleklerine
3-Allahın kitaplarına
4-Allahın peygamberlerine
5-Ahiret gününe
6-Kadere (Hayır ve şer her şeyin Allahın dilemesi takdir etmesi ve yaratmasıyla olduğuna)
iman etmek kalbiyle bunlara sarsılmaz bir surette bağlanmak ve böylece peygambere itaat
etmektir.Bunlar İslam inancının temelini teşkil eder.Bunlara imanın bölümleri denir.İşte
evvela Allaha ve Hz.Muhammed’in peygamberliğine iman ettikten sonra bunlarada ayrı ayrı
iman etmek herkese vaciptir.

İmanın Hakikati:

Baştaki hadis ile bir çok ayetlerden anlaşılıyor ki iman hakikatte bir vicdan işi olup ,kendi
irade ve seçimiyle kalbden ve yürekten tam bir teslimiyet ,bir boyun eğme ve tasdikten yani
kalbin söylemesinden ve kabul etmesinden ibarettir .Başka bir değişle imanın hakikati
;Peygamberin Allah tarafından haber verdiği tevatüren bilinen şeyleri ,arzu ve seçimiyle ve
tam bir itaat ve teslimiyetle kalben tasdik ve Peygamberin doğruluğunu itiraf
etmesidir.Kalbinde böyle bir tasdik ve itiraf bulunanlar mümindir.Kalbiyle tasdik ettiğini
diliyle söylemek imanın temel esaslarından (yani imanın bir unsuru )olmadığı gibi ,imanın
doğruluğunun (sıhhati )şartı da değildir.Dil ile söylemek ve şahadet ,sadece dünyevi
hükümlerin icrası için şarttır”.İman kalp ile tasdik dil ile söylemektir” denilmesi işte bunun
içindir.Bundan hareketle Allah’ın birliğine ve Hz. Muhammed’in peygamberliğini kalbiyle
tasdik etmiş buna tereddütsüz bir şekilde inanmış olan insan ,bunu dili ile söylememiş olsa
bile mümindir.Şu kadar ki bunun sonradan Müslüman olmuş ise İslam olduğunu dıştan
anlamak mümkün olmadığından hakkında İslam muamelesi yapılamaz.Dil ile söylemek
imanın hakikatine dahil asıl bir unsur (yani imanın bir parçası ) olmadığından dilsizlik gibi bir
mazeret veya tehdit ve zorlamaya maruz kalma durumunda dil ile itiraf
gerçekleşmeyebilir.Kalbi Allah’a ve resulüne şüphesiz inanan bir kimse kendisine yönelik
şiddet karşısında “ inanmıyorum “ dese bu şahsın imanına bir zarar gelmez bu durumda
mazur sayılabilir. Fakat tasdik böyle değildir. O kalp ve vicdan işi olduğundan onu bırakmak
için hiçbir özür yoktur . Tasdikin zıddı inkar olduğundan, kalbden bu çıkınca yerine küfür
girer. Mümin olduğunu diliyle söylemeyen veyahut açıkça bunu söylediği belli olmayan yani
Müslüman olup olmadığı belli olmayan bir kimsenin cemaatle namaz kıldığı görülürse onun
mümin olduğuna hükmedilir.çünkü cemaatle namaz Müslümanlara ait bir ibadet olduğundan
cemaatle namaz kılmak kalp de tasdik ve imanın gerçekleştiğine dair açık bir delil ve ifade
sayılmıştır.
İslam : Peygamber efendimizin bildirdiği şeylerin hepsini içi ve dışıyla kabul ederek onları
yaşamak ,sözleri ve işleriyle onları takip etmek ,yani kabul ettiğini göstermek ,Allah’a ve
peygamberine itaat ve bağlanmak demektir.Bu manaca her mümin müslümandır, her
Müslüman da mümindir. İman kalbin tasdikinden ibarettir.İnandığını diliyle söyleyip açığa
vurmak imanın bir parçası olmayıp,dünyada İslam hükümlerinin icrası için şarttır.Böylece
önceden Müslüman değil iken,Allah’a ve onun peygamberine inanmış yani Allah’ın birliğini
diliyle söyleyerek açıklamış olmasa da yine Allah katında o kimse mümindir.Şu kadar ki onun
durumu Müslümanlarca bilinmeyeceğinden hakkında İslami hükümler icra edilemez..Çünkü
Allah yanında mümin olan bir kimse insanlar yanında kafirdir.Bundan dolayı ona bir
Müslüman kadın nikah edilemez. Bir cemaate imam olamaz. Öldüğünde İslam mezarlığına
gömülemez.
Amel İle İman Arasındaki Münasebet : Dil ile açıklamak imanın hakikatine dahil asli bir
parça olmadığı gibi amelde imandan bir parça değildir.Şöyle ki amel ve ibadette tembellik
yapıpta ibadet etmemek bir mümini dinden çıkarmaz fakat imanı olgun bir hale getirmek ve
bunun sahiplerine Allah’ın vaat ettiği yüksek nimetlere kavuşmak için ibadet ve salih amel
lazımdır. Fikir ve kalp sahasından çıkmamış herhangi bir hakikatin ameli olarak herhangi bir
kıymeti yoktur.
Kalbimizde parlatmış olduğumuz iman ışığının hiç sönmeden daima parlaması ve bu nurun
her an bir kat daha kuvvetini arttırması ve böylece bütün muhitini aydınlatması için ibadet
lazımdır.İnsan sadece inanılması gereken şeyleri tasdik ederek ibadet ve kullukta bulunmuş
olmaz.Sonrada Allah’ın yasak ettiklerini işlerse, dine ve Allah’a kalbi bağlılığıda yavaş yavaş
azalır ve nihayetinde sönüp gider..Yani ibadet hem imanı kuvvetlendirir hem de müminin
Ahiret azabından kurtulmasına ve Allah’ın cennetlerine ve nimetlerine erişmesine vesile
olur .Namaz,oruç,zekat,hac gibi Allah’ın emrettiği güzel işler ve ibadetler kalbde parlamış
olan iman nurunu daha ziyade parlatır.Müminin Ahiret azabında kurtulmasına ,Allah’ın lütuf
ve bağışlarını kazanmasına vesile olur.Tembellikle ,nefsani arzuların peşinde koşmak suretiyle
bu ibadetleri bırakan kimselerde günah işlemiş sayılırlar.Bu yüzden Allah’ın azabınıda hak
etmiş olurlar. Bununla beraber bunlar imandan birer parça değillerdir.Bu nedenle namaz ,oruç
gibi ibadetlerin farz olduğunu bildiği ve kesin olarak tasdik ettiği halde bunları yapmaz veya
başka bir haramı işlerse o kimse imandan çıkmaz, yine mümindir.Fakat imanı yüksek
derecesini kaybetmiş ve onu tehlikeye düşürmüş olabilir.Bir veya birkaç parmağını kaybetmiş
olan insan yine insandır ama nede olsa eksiktir. Dalları budakları yok edilen ağaç yine ağaçtır
ama kemalini yani olgun halini ve güzelliğini kaybetmiş bir ağaçtır. Bu haliyle günün birinde
kuruyabilir.

Dinin Zaruretleri

Bir Müslüman için din yönünden öğrenilmesi herhalde lazım olan şeyler, peygamberimiz
Hz. Muhammed’in Allah tarafından bildirdiği,haber verdiği kesin olarak belli olan esaslara
hükümlere ve haberlere dinin zaruretleri denir.Bunları kabul etmek ve tasdik etmek her
mümin için farzdır.Bunlardan şüphe etmek insanın imanına zarar verir.Bunları bilinmeleri ,ya
peygamberden duyulmakla ,yahut peygamberden tevatürle nakledilmek suretiyle olur. Biz
peygamber zamanında bulunmadığımız için bizim bunları bilmemiz,peygamberden tevatüren
aktarılması iledir.Örneğin Kur’an Allah’ın kelamıdır ve peygamberimiz Hz.Muhammed’e
Allah tarafından nazil olunmuştur.Bunun böyle olduğu ise tevatür yoluyla bize
gelmiştir.Sonuç olarak bunun Allah kelamı olduğunu tasdik etmek üstümüze farz
olmuştur.Bunu bilmek Müslüman için dini bir zarurettir.Buna inanmayan Müslüman
sayılmaz.Kur’an’nın kesin açık olarak ifade ettiği hükümler de böyledir.Beş vakit namazın,
ramazan orucunun ve zekatın farz olması böyledir.Bunların farz olduğunu kabul ve tasdik
etmek de dini bir zarurettir.İslam da hırsızlığın,zinanın namusa tecavüzün ,sarhoşluğun
,kumarın haram olduğuna iman etmekte lazımdır.Bunları tasdik etmemek peygambere ve
Allah’a inanmamayı gerektirir.Yani namazın farz olduğunu kabul ve tasdik etmekle beraber
tembelliğinden dolayı namaz kılmayan kimse yine müslümandır,fakat namazın farz olduğunu
inkar ederse ,o zaman dinden çıkar.
İmanın Kabule Şayan Ve Doğru Olması İçin 3 Şartın Bulunması Lazımdır
1) İman ,ümitsizlik halinde olmamalıdır.Mesela;Müslüman olmayan bir adam son nefesinde
azab göreceğini anlar ve ondan sonra iman etmeye kalkarsa ,onun imanı makbul değildir ve
kabul edilmez.
2) Mümin inkar ve yalanlama işareti olan şeylerden birini yapmamalıdır. Örneğin Yüce
Allahı ve bütün peygamberleri tasdik edipte Hz. Muhammed’in peygamberliğine
inanmayan ,yahut farz olduğu kesin olan bir hükmü (mesela namazın farz olduğunu)kendi
iradesiyle inkar eden bir kimseye mümin olarak bakılamaz.
3) Dini hükümlerin hepsini güzel olduğunu kabul edip hiç birinin yerine getirilmesinde inat
ve kibirlilik göstermemelidir.Örneğin bir adam namaz ve oruç gibi ibadetlerden birini güzel
görmez ve beğenmezse yahut sırf Allahın emirlerini yapmama kasdıyla dini vazifeyi
yapmaz ve yahut Allah’ın yasak ettiğini bildiği halde inadına haram olan bir şeyi yaparsa o
adam imanını kaybeder ve mümin sayılamaz. Bir insan için ,sarsılmaz iman kadar kıymetli bir
şey yoktur. İnsanın dünyada da ahirette de saadete eriştirecek olan yine böyle bir imandır.
Fakat imanın insanı Ahiret saadetine kavuşturabilmesi için ömrünün son dakikasına kadar onu
kaçırmaması şarttır.İmanını ömrünün son dakikasına ,son nefesini tüketinceye kadar
koruyamayan bir kimseye önceki imanının bir faydası yoktur.Bunun içindir ki insan nasıl
tertemiz bir Müslüman olarak doğarsa hayatının sonuna kadarda öylece Müslüman olarak
yaşamaya ve Müslüman olarak ölmeye çalışmalıdır. Dinine ve imanına zarar verecek sözlerde
ve işlerde bulunmamalıdır.Haramı haram ,helali helal olarak bilip öylece inanmalı ,Kur’an-ı
Kerime gereken hürmeti göstermeli bazı cahillerin yaptıkları gibi dine ,imana
sövmemelidir.İnsanlık gereği olarak ağzından kötü bir lakırdı çıkarsa hemen pişman olarak
tövbe ve istiğfar etmeli ve Allah’tan af dilemelidir.
Tasdik Ve İnkar Bakımından İnsanlar

Kur’an-ı Kerim ile peygamber efendimizin beyanları ve iman hakkında buraya kadar vermiş
olduğumuz izahattan anlaşılacağı gibi ,iman bakımından insanlar üç kısımdır :
1-Mümin
2-Kafir
3-Münafık

İslamın inanç esaslarını ve iman esaslarını gerçekten kabul ve tasdik edenler ,gerçekten
mümin ve müslümandır.Bu esasları kabul etmeyenler yani Allah’ın birliğini ve
Hz.Muhammedin peygamberliğine inanmayanlara kafir denir.Allah’ın birliğini ve
Hz.Muhammedin peygamberliğini kabul ettiklerini söyleyerek gerçekten Müslüman olanlar
arasında göründükleri ,bizde müslümanız dedikleri halde,kalpleri inanmayanlara münafıklar
denir ki içi başka dışı başka, sözü özüne uygun değil demektir.
İslam Dinine Girmek İsteyen Bir İnsan Ne Yapmalıdır?
Yukarıda verilen açıklamalardan ,Müslümanlığın ne olduğu ve ona hangi kapıdan girileceği
anlaşıldı.Eğer Müslüman soyundan gelmemiş olan bir adam Müslüman olmayı arzu ederse
“Allah’ın birliğine ondan başka tapılacak olmadığına Hz.Muhammed’in peygamber olduğuna
iman etmesi,bunu tasdik ,kabul etmesi ”gerekir.Müslümanlık dairesine girmesi için bu kadarı
kafidir.Ona başka bir merasimde gerekli değildir.Bu iki esası kabul eden mümindir.Ancak bu
iman ve tasdikini şöylece açıklarsa daha iyidir: Ben islamdan başka her dinden uzaklaştım.
Ben Allah’ın birliğine,meleklerine,kitaplarına,peygamberlerine, Hz. Muhammedin Allah’ın
kulu ve peygamberi olup ,onun peygamberliğinin umumi olduğuna , kaza ve kadere ,hayır ve
şer her şeyin Allah’ın yaratmasıyla meydana geldiğine inandın ve iman ettim.
Böylece Müslüman olmuş bir adam için başka bir merasime gerek yoktur.İslam dairesine
girmek için bu kadarı yeterlidir.Bundan sonra gusl abdesti alması ve islamın diğer
hükümlerini yavaş yavaş öğrenmesi tavsiye olunur.Allah yolunu şaşırmışları doğruya
kılavuzlasın,hepimizi İslam üzere sabit ve devamlı kılıp gerçek imandan ayırmasın (AMİN)

İMANIN İLKELERİ

Şehadet Kelimesinin Anlamı : İslamın beş şartından biri olan kelime-i Şahadetin İslamın
bütünüyle olan ilişkisi ruhun cesetle olan ilişkisi gibidir.Nasıl ki cesedin her zerresi ruhla
canlılık kazanıyorsa Lailahe illallah Muhammed Resulullah cümlesi İslamın bütün
parçalarının hayat kaynağıdır.İslamın diğer dört şartı şahadet kelimesi olmaksızın var
olamaz.Hatta Müslüman bir kimse bile bir iş yaptığında bu iş ne kadar yararlı olursa olsun o
işte şahadetin ruhu yoksa makbul değildir.Çünkü resulullah (s.a)şöyle buyuruyor ; “ ameller
niyetlere göredir.Herkes neye niyet etmişse onu elde eder.Kimin hicreti Allah ve Resulü için
ise Allah ve Resulüne doğru yol alır.Kimin hicreti dünyaya ise ona erişir.” Başka bir hadiste
de Peygamber efendimiz
“ kim Allah rızasını kazanmayı gerektiren bir ilmi,herhangi bir menfaat (dünya menfaati)için
öğrenirse kıyamet günü cennetin kokusunu bile alamaz” Allah da yüce kitabında şöyle
buyuruyor: “Allah sadece takva sahiplerinin işlediklerini kabul eder”(Maide27). Bundan
dolayı en büyük arzumuz ,edinmek istediğimiz en yüce vasıf ,elde etmek yolunda
yorulacağımız en önemli amaç ve en iyi bileceğimiz şey, Yüce Allahın bu kelimeyle alakalı
emrini gerçekleştirmek olmalıdır.İbrahim suresi 24. ve 25.ayetlerde “Hoş bir kelime olan
şahadet,kökü yerde olan sabit ve dal budağı yukarda olan hoş bir ağaca benzer.Rabbinin
izniyle her zaman yemişini verir.” buyurulmuştur. Allah’tan başka ilah yoktur şahadetini
Muhammed onun resulüdür şahadeti tamamlar.Bu saydıklarımızın tümü ancak akıl ve vahye
dayalı bütün sağlam delillerin gerçek Allah resulü olduğunu gösterdiği bir peygamber
aracılığıyla öğrenilebilir.
İlah Kelimesinin Anlamı : Sözlük kitaplarında ilah şu anlamlara gelir.Birine kanı ısınmak
,güvenmek ,sığınmak,aşırı bir özlemle sokulmak,bağlanmak ,tanınmak,yanından
ayırmamak.O halde Lailahe illallah dediğimizde “Allah’tan başka güvenilecek ,sığınılacak hiç
bir merci yoktur”anlamını bahsetmiş oluruz .Kur’an-ı Kerim manaların ilahi zatın
özelliklerinden olduğunu bize bildirmektedir.Şöyle ki:
1) Haberiniz olsun ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur. ( Rad-23)
2 ) Doğrusu insanlardan bazıları, cinlerden bazılarına sığınarak onları kibir ve azgınlıklarını
arttırırlardır (.Cin-6)
3) Gerçekten bütün mescitler Allah içindir o halde Allah ile beraber başka birilerine dua
etmeyin .(Cin-18)
4) İman edenler ise ancak Allah’ı severler. (Bakara-165)
5) Allah onları sever,onlarda Allah’ı. (Maide-54)
6) De ki ; Ey cahiller bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz. Sana ve
senden öncekilere Allah’a koşarsan amellerin kesinlikle boşa gider ve hüsrana uğrayanlardan
olursun diye vahiy edildi.Bilakis Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol. (Zümer 64-66)
Rab Kelimesinin Anlamı :
Kulluğun zıddı Rububiyet (Rab olma) tir.Kendisine tapılan ise rab ,başka bir ifade ile
ilahtır.Bu kelimenin sözlük anlamı ise terbiye eden ,durumu düzeltip işleri düzene koyan
,gözetip koruyan hükmeden,sahip ve maliktir.
Bu kelimenin anlamı yüce Allah’ın zatı için kullanırsak gerçekte Allah her şeyin
sahibidir.Büyük odur.Hakim odur.Ondan başka hiç kimsenin hakimiyeti yoktur.O her şeyi
yaratan terbiye eden ,kainatı düzenleyen ve gözetendir.Kur’an-ı Kerim’i incelediğimizde bu
özellikler karşımıza çıkmaktadır.
1- Hüküm vermek yalnızca Allah’a mahsustur. (Enam 57)
2- İyi bilin ki yaratma ve emir onundur. (Araf 54)
3- Hamd alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.(Fatiha1)
4- Firavun dedi ki; (Ey Musa) alemlerin Rabbi nedir?(Musa):Göklerin ,yerin ve ikisi arasında
bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer işin iç yüzünü düşünüp gerçeği anlayan kimseler iseniz dedi.
(Şuara 23-24)
Yapılan bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi müslüman “La ilahe illallah” dediğinde aynı
zamanda şöyle demiş oluyor. Kendisine güvenilen ,sığınılan,sevilen ,ibadet edilen,sahip
olan,itaat edilen,yüceltilen ve bağlanılan sadece Allah (c.c.)tır.Allah’tan başka insanın sahibi
ve hakimi yoktur.Ona güvenmek vacip,ondan başkasına sığınmak batıldır.Onu sevmek farz,
ondan başkasını sevmek ise ancak onun izniyledir. İbadet ve kulluk sadece Allah’a
sunulur.Benim sahibim odur.Ondan başkasına ancak onun izniyle itaat edebilirim. Yüceltmeye
layık olan ancak odur.Ona bağlanırım.Beşer üzerinde mutlak büyüklük, egemenlik onundur.
Emretme yasaklama , helal sayma ve haram kılma yetkisi yalnız O’na aittir.Kanun koyucu
O’dur.Ondan başkasının kanun koyma yetkisi yoktur. O, uludur ve kemal sahibidir. Zatı
eksikliklerden münezzeh(uzak)tir.Ondan başka ilah yoktur.
Eşhedü’nün Anlamı:
Lailahe illalahın manasını öğrendikten sonra şimdi de sıra eşhedünün manasına geldi.Sözlükte
3 anlamda kullanılan eşhedü Kur’an’da da bu anlamlarıyla kullanılmıştır.
A) Müşahade (gözlemleme ,görme):
“Allah’a yaklaştırılmış olanlar O’nu görürler” (Muttafifin21)
B) Şahadet(şahit,tanık olmak):
“İçinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun” (Talak 2)
C) Yemin:
“Münafıklar sana geldiği zaman şahitlik ederiz ki (sen muhakkak Allah’ın resulüsün derler)
senin muhakkak kendisinin elçisi olduğunu Allah bilir ve Allah münafıkların yalancı
olduğuna şahitlik eder.Yeminlerini kalkan yapıp Allah’ın yoluna engel oldular.(Münafikun1)
Bu ayetlerin ışığında şehadetin insanın kendisini kafirlikten ve günahkarlıktan
kurtarabilmesi için şu üç manayı mutlaka kapsaması gerekir;
1-Allah’tan başka ilah olmadığına aklı ve kalbi ile görmüşçesine inanmak.
2-Bunu dili ile söylemek
3-Şahadetin kendisi ile yemin edilebilecek derecede kesin olması ve hiçbir tereddüt
taşımaması gerekmektedir.
O halde kim inadından yada kibrinden dolayı lisanıyla söylemezse o kafir olur.Kiminde
aklı ve kalbi tasdik etmeyip veya bu konuda tereddüt olduğu halde diliyle şahadette
bulunursa münafık,diliyle şahadette bulunmazsa kafir olur.İnsan Resulullah’ı tanımakla
Lailahe illallah’ın gereklerini yerine getirebilir. Çünkü peygamberi tanımak Allah’ı tanımakla
bir tutulmuştur. Peygamber olmazsa insan çok uzak sapıklıklar içerisinde kalır ,durumu ile
uyumlu doğru hareket noktasından başlayıp amacına ulaşan bir yolculuğun nasıl olacağını
bilemez.Allah bundan sonra peygamberini açık delillerle gönderdikten sonra O’nu inkar eden
Allah’ın insanlar üzerindeki hakkını inkar eder ve bu şekilde kafir olur.
İMANIN RÜKÜNLERİ ( ESASLARI )
İslam dinine girmek isteyen birisinin Kelime-i Şahadeti söylemesi yeterlidir.Eğer bu
sözünde samimi ise diğer iman rükünlerini saymamış olsa bile mümin kabul edilir.Bunun bu
şekilde olmasının sebebi şahadetin ,imanın diğer şartlarını da kapsamasıdır.Zira Lailahe
illallah ile imanın1. şartı olan Allah’a imanı dile getirirken Muhammed’ün Resulullah
kelimesi ile de hem Hz. Muhammed (s.a)’ın peygamberliği hem de O’nun bildirdiği (vahiy
ile) diğer peygamberlere ,Allah’ın kitaplarına ,meleklerine ,Ahiret gününe ve kadere inanılmış
olur . Bazı Kur’an müfessirleri (Kuranın ayetlerini daha iyi kavramak için açıklama yapan
ilim adamları) Allah Teala’nın “onlar ki gaybe inanırlar” (Bakara 3) ayetiyle imanın
saydığımız 6 rüknünü de kastetmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir.Gerekçeleri ise diğer bütün
gayb meselelerinin bu ana esaslardan kaynaklanmış olmasıdır. Gaybe ait konular ne kadar çok
olursa olsun onların hepsi imanın bu altı rüknüne girmektedir.İman ,İslam ve ihsandan
bahseden Cebrail hadisi bu altı rüknü bir arada zikretmiştir.Ayetlerde de bu rükünlerin 5’i bir
arada ve birden fazla yerde ,altıncısı ise yalnız başına birden fazla yerde dile getirmiştir.”Asıl
iyilik Allah’a ,Ahiret gününe,meleklere,kitaplara ve peygamberlere iman etmek..”(Bakara
177) ” Her kim Allah’a ,meleklerine,kitaplarına ,peygamberlerine,ve Ahiret gününe
inanmazsa hiç şüphesiz(haktan)uzak bir sapıklıkla sapmış olur”(Nisa 136)
“Gerçekten biz her şeyi bir takdir ile yarattık” (Kamer 49)
“Allah dilediğini mahveder ,dilediğini yerinde bırakır. Kitabın aslı O’nun katındadır.” (Rad
39)
Kaderin yukarıdaki 2 ayette diğer rükünlerden ayrıca belirtilmemesi onun Allah’a iman
kapsamına girmesindedir. Çünkü meydana gelebilecek olaylarla ilgili Allah’ın ezeli ilmi olan
kader Allah’ın bildiği bizim ise bilmediğimiz gayb konularından biri olan Levhi Mahfızda
olayların önceden yazılması demektir.
İmanın rükünleri bölünme kabul etmez. Kim bir rüknü inkar ederse tamamını inkar etmiş
olur.İmanın rükünleri bölünme kabul etmedikleri gibi ayrıca her rüknün kendine göre kapsamı
ve ayrıntıları vardır. İman bunların hepsi tasdik ediliyorsa kabul edilir.
ALLAHA İMAN
Allah’a iman , Allah’ın varlığını ,sıfatlarını ve fiillerini onun bizden istediği noksan
sıfatlardan uzak tutmak anlayışı ile inanmayı içerir. Nitekim yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor;
“Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur” (Muhammed19)
“Allah’ın gördüğünü bilmiyor mu? (Alak 14)
“Bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilir” (Bakara 231)
“Bilinki Allah’ın azabı şiddetlidir.Ve Allah esirgeyici ve bağışlayıcıdır. ( Maide 198)
“En güzel isimler Allah’ındır. O halde Allah’a bu isimlerle dua edin ve onun isimleri
konusunda inkarcılığa sapanları kendi haline bırakın (Araf 180)
“Allah her şeyin yaratıcısıdır (Rad 16)
“ O her an yeni bir iştedir” (Rahman 29)
MELEKLERE İMAN
Meleklere inanmak onların sıfatlarına inanmayı da ele alır.Şöyle ki dişilikten ve
erkeklikten uzak,nurdan yaratılmış ışıktan varlıklar olup yemezler,içmezler,bıkıp usanmadan
Allah’ı tesbih (yüceltme)ederler. Peygambere Allah’ın emirlerini bildirmek ,insanların
amellerini ,rızık ve amellerini şaki mi(isyankar)said mi(itaatkar)olacaklarını yazmak,kabirde
ölüyü sorguya çekmek, ruhları almak, Sur’a üfleyerek insanları korumak ,mescidlerde ,ibadet
yerlerinde, hayır ve zikir meclislerinde hazır bulunmak gibi bir kısmının vazifeleri kitap ve
sünnette belirtilen meleklerin hepsine inanırız.
KİTAPLARA İMAN
Kitaplara inanmak ,hem teker teker bütün ilahi kitapları hem de sayfalar halinde gelen
mesajları kapsamına alır.Kur’an kendisinden önce gelen bütün kitap ve sayfaları yürürlükten
kaldırmıştır. İlahi son kitaptır.Ve hiçbir bozulmaya ve değişmeye uğramamıştır.İnançla ilgili
konular ,ahlak ,toplumsal vazifeler,yönetimle ilgili konular,cennet,cehennem, kıyamet gibi
gayb alemi ile ilgili verilen bilgiler, haram ve helaller hepsi haktır. Onunla çelişen her şey
sapıklıktır.İnsanı hidayete (doğru yola) eriştiren kaynak O’dur. Kur’an kıyamete kadar ilahi
hidayet kitabı olarak kalacaktır.O’nun dışında hak ,hayır ,adalet kaynağı aramak
sapıklık,dinden dönme ve kafirliktir.
PEYGAMBERLERE İMAN
Kur’an da isimleri belirtilen ,vasıfları anlatılan peygamberlere inanmak imanın
gereğidir.Bu iman beraberinde peygamberlerin doğru sözlü ,üstün zekalı ve yanılmaz, hakkı
bildirmekle görevli olduklarını da içermektedir.Başkalarının hareket ve sözlerini
değerlendirmede onların fiil ve sözleri mihenk (ölçü) taşı olduğundan onun söylediklerine
ters düşenlerin ise yalancı olduğu anlamına gelir.
AHİRET GÜNÜNE İMAN
Ahrete iman, dünya hayatından sonra karşılaşacağımız berzah alemi ,kıyametin
kopuşunu,1.ve 2.Sur’a üfleme olayı,
Cennetin ve cehennemin varlığını ve bunlar dışında Kur’an ve sünnetde meydana geleceği
haber verilen diğer olaylara da inanmayı gerekli kılar.
Şunu belirtelim ki imanın en alt sınırı şek ve şüpheye yer vermeyen tasdiktir.Yani kesin
olarak inanmaktır. Nitekim yüce Allah müminleri tanımlarken şöyle buyuruyor;
“ Müminler ancak o kimselerdir ki Allaha ve elçisine inandıktan sonra bu imanlarında
şüpheye düşmezler.” (Hucurat 15). Eğer şüphe varsa bu nifak ve şirktir. Burada şüpheden
maksat vesvese değildir. Zira vesvese ise şeytan tarafından inançlı kalbe atılan ve oradan geri
püskürtülen şeydir.Bununda hiçbir önemi ,inancımızı zedeleyici hiçbir kötü etkisi
yoktur.Nitekim Araf suresi 201.ayette şöyle buyuruyor; “ Allah’tan korkanlar içlerinde
şeytandan gelen vesvese belirdiği zaman Allah’ı hatırlarına getirerek gerçeği görürler”

İMANIN DERECELERİ

1-Allah’a imanın en alt derecesi tasdik (kabullenme,onaylama )dir.Allah’a inanmanın en açık


şekli ,insanın bu inancını yaşamında uygulamasıdır.Bunun yukarısında gitgide huşu (kalbin
Allah korkusuyla dolması ) içerisinde ibadetlerini yapmak yer alır.” İmanın en üst derecelisi
nerede olursan ol Allah’ın seni gözetlediğini bilmendir.” “Allah’a O’nu görüyormuşçasına
ibadet et çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni görüyor.(hadis-şerif)
2-Meleklere imanın en alt sınırı ,meleklerin varlığını tasdiktir. Ama bazı insanların bazen
kalpleri o kadar berraklaşır ki başkalarını görmeden inandıklarını onlar zahiren görür hale
gelirler. Peygamber olmadığı halde melekler Hz. Meryem’e görünmüş ve onunla
konuşmuşlardır.Peygamberin ashabından anlatılan rivayetlerde de onların bazısının özellikle
Kur’an okurken meleklerin yaklaşmasından dolayı onları gördükleri ifade edilmiştir.
3- Kitaplara imanın en alt derecesi yine bu rükün kapsamına girenleri tasdik etmektir.Bundan
sonra daha üst makamlar gelir.Yüce Allah şöyle buyuruyor; ”Kendilerine verdiğimiz kitabı
gereğince okuyanlar varya işte onlar kitaba inanırlar, O’nu inkar edenler ise ziyana uğrar”
(Bakara 121)
“Kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğu zaman onların imanlarını artırır.Onlar rablerine
tevekkül ederler.” (Enfal 2)
Görüldüğü gibi insanlar Allah’ın kitabı karşısında farklılık arz ediyor.Bazısı O’nu
okur,sanki Allah’tan kendisine vahiy gelmiş gibi etkilenir.Onunla amel eder ve sanki tek
başına kendisi muhatapmış gibi olur.Diğer bir kısmı ise böyle değildir.Hepsinin ayrı derecesi
vardır.Bazıları da okur ama anlamını bile düşünmez.
4-Peygambere imanın en alt sınırı yine kabullenmedir.Bu sınırdan sonra insanlar farklılık arz
ederler.Öyle iman edenler vardır ki kalbi sevgi,yüceltme ve örnek edinme duygularıyla
doludur.Bu duygular kişiyi peygamberlerin efendisinin şahsiyetinde yok eder.Peygamberimiz
“Ben size ana babanız ,çocuklarınız ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça iman etmiş
olamazsınız.”buyuruyor.Bazıları ise bundan çok düşük derecededir.
5-Kadere iman,insanlar bu konuda farlılık arz eder.Kimisi kadere iman konusunda her
durumda Allah’tan razıdır.Her işte ona tevekkül eder.”De ki Allah hakkımızda ne yazmışsa o
bize ulaşır.Bizim sahibimiz O dur.(Tevbe 51) Bu ayeti kendisine parola edinerek rızık
konusunda olsun, ecel konusunda olsun güven içindedir.”Her nerede olursanız olun ölüm size
erişir .Velevki tahkim(sağlamlaştırılmış) edilmiş yüksek kalelerde bulunsanız bile”(Nisa 78)
Şurası bir gerçektir ki gerek imanın bu yüksek dereceleri gerekse onun alt sınırları insanın
”Şehadet” kelimesine olan imanıyla doğru orantılıdır.”İslamın bütün amelleri kalbine şehadet
kelimesini şuurlu bir şekilde yerleştirmek içindir.Bu bakımdan şahadet kelimesi islamın
başlangıç ve sonucudur.Hadis-i şerifte şöyle buyruluyor;”Kim Allah’tan başka ilah
olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna şahadet ederse ,Allah onun vücuduna
cehennem ateşini haram kılar.”

ALLAHA İMAN

Ergenlik çağına gelmiş her akıl sahibi için ilk önce farz olan Allah’ın varlığını ,birliğini
bilmek ve O’na iman etmektir.
Kur’an’dan öğreniyorum ki; Allah’ın varlığını ,birliğini, ilim ve kudretini bilmenin yolu
doğru ve sağlam bir akıl yürütme ve düşünüştür.Aklı başı da bir insan için önce kendi
varlığından başlayarak bir bütününü, göklerde ve yerde mevcut olan şeylerden her
birini,bunların nerden ve nasıl geldiklerini ibret ve dikkatle düşünmek bunları yaratıp var
eden Allah’ın varlığını ve birliğini anlamak ve bilmek için yeterlidir.Çünkü gerek evrenin
parçalarının toplamı,bütünü gerek onu oluşturan zerrelerden her biri ve gerek bunlar arsında
sürüp giden düzen ,bunlar üzerinde ezeli (başlangıcı olmayan ) bir Yaratıcının egemen
olduğuna ,Allah’ın varlığına,birliğine,ilim ve kudretine tanıklık eden bir delildir.Kainat, her
satırında ,her kelimesinde Allah’ın varlığı ve birliği okunan açık bir kitaptır.Kendi nefsini ve
evreni iyi düşünebilen her akıllı ,kendi varlığından başlayarak görmekte olduğu bu muazzam
ve akıllara hayret verici olan şu varlığı bir yaratan bir idare eden ve bütün bunlar üzerinde
dilediği gibi hükmünü yürüten bir kudret (güç) sahibinin varlığını anlar ve bilir.Bu aklı
başında olan her insan için dini bir görevdir.Ve farzdır.Bu Allah’a iman etmenin ,her ergen ve
aklı başında olan kişi için dini bir emir (vacip) ,islamın hükümleri yoluyla
belirlenmiştir.Çünkü Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetleri bunları emretmektedir.
“De ki göklerde ve yerde ne var bir bakıverin”(Yunus 101) “Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar
mı? Biz onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de nasıl
döşeyip yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda göz alıcı ve iç açıcı her çiftten
bitirdik.İçten Allah’a yönelen her kul için hikmetle bakan bir iç göz ve bir zikir(hatırlatma)dır.
(Kaf6-8)
Evet akıl yürütme ile Allah’ın varlığını ve birliğini anlayabiliriz.Şu kadarki Allah’ı bu
dünyada görmek nasıl mümkün değilse O’nu hakikatte bilmek de mümkün değildir.Aklımızla
ve duyu organlarımızla ilahi gerçeklik anlaşılamaz.Buna gerçeğini anlamaktan aciz bulunan
insanın ,bütün madde ve olanakların dışında kalan ,onlara hiçbir yönden benzemeyen Vacibu-
l Vücud (varlığı zorunlu ve kendinden ,varlığı için başkasına ihtiyaç duymayan)’un Allah’ın
gerçeğini ,kimliğini ve içeriğini anlayamayacağı gayet doğal bir şeydir.Bunu içindir ki yüce
Allah bunu bizimle sorumlu tutmamıştır ve hatta sakındırılmışızdır.Peygamberimizin şu
mübarek sözlerine dikkat ediniz” Allah’ın varlığını ,birliğini anlamak için göklere bakın,yere
bakın,kendi nefsinize bakın ve bütün bunları yaratılışındaki akıllara hayret veren incelikleri,
bunları kendiliklerinden olup olamayacaklarını ,birliğini gösteren işaretlerdir. Ancak Allah’ın
zatını,içeriğini düşünmeyin, Allah acaba şöyle midir?Böylemidir?Onun görmesi,işitmesi
nasıldır?diye düşünmeye kalkışmayın. Zira buna kudretiniz yetmez. Ne kadar özenseniz bunu
hakkıyla bilemezsiniz. Şaşırırsınız; bilgi ve görgü ölçüleriniz buna yetmez” şu halde bizim
görevimiz Allah’ın varlığını bilmek O’nu sıfatları ve isimleriyle tanımak ve o şekilde iman
etmektir.
ALLAHIN SIFATLARI
1-Vücud: Var olmak demektir .Allah vardır.Gerçekten varlık sıfatıyla vasıflanmış ve varlığı
kendisinden hiç ayrılmayan bir mevcuttur.Varlığı başkasından ve başkası aracılığıyla değil
,zatının bir gereğidir.Vaciptir.(Zorunlu olandır.)Vacibül vücud (varlığı zorunlu)bir Allah
olmasaydı, hiçbir şey olmazdı . Çünkü gördüğümüz şeylerin hepsi mümkündür.Varlığı
kendisinden ,kendi zatının gerektirmesi değildir.Gördüğümüz her şeyin ya hiç olmamalarını
ya da bir müddet sonra yok olmalarını pekala düşünebiliriz. Çünkü olmamalarınından hiç bir
şey lazım gelmez.Bunu biraz daha aydınlatalım:Gözünüzün önünde ucu bucağı belli
olmayan,sayıya ve hesaba gelmeyen bir dünya ve bunun içinde yaşayan sayısız canlı
vardır.Bunların en akıllısı ve en düşüncelisi de insandır, bunda şüphe yoktur.Böyle iken biz
küçük zerreyi bile yoktan var edemiyoruz .Hiç bir şeyinde kendi kendine var olmadığını
görüp duruyoruz.Şu halde bütün gördüklerimizi var eden bunları yok iken yaratan bir mutlak
varlığın bulunması lazımdır.Bu mutlak varlık olmadıkça bu varlıklar var olamaz.Ve
açıklanamaz.İşte tüm bu varlıkları yaratan ve kendi varlığı başka bir varlığa muhtaç olmayan
mutlak varlık Allah’tır.Yani Allah vardır,varlık onun zatına ait sıfatlardandır.Bunun içindir ki
varlığın zıddı olan yokluk O’nun için imkansızdır.Vacip(mutlak ,zorunlu) dedikten sonra
yokluğu düşünülemez
Bir soru: Peygamber sesi duymamış olan yerlerde yaşayanlar ne ile mükelleftir?
Aklı başında olan her insana ,Allah’ın varlığını bilip kabul etmek farzdır.Evrendeki her
zerre ,ilim ve güç sahibi bir Allah’ın varlığını tanıklık edip dururken ,her şeyin üstünde bir
akla sahip olan insanın bunu anlamaması ,bunu düşünüp bulamaması mümkün değildir.Onun
içindir ki,insan nerde olursa olsun ,kendi aklı ile düşünerek Allah’ı bulması ve bilmesi üzerine
farzdır.Allah peygamber göndermemiş olsaydı yine Allah’ı bulmak insan için yükümlülük
(vacip) olurdu.Şu kadarki böyleleri yani peygamberlerin bildirdiklerinden haberi
olmayanlar ,ibadetler,namaz,oruç,zekat v.s.şer’i hükümlerle sorumlu tutulamazlardı.Çünkü bu
hükümler yalnız akıl ile anlaşılamaz .Onlar ancak bir peygamberin haber vermesiyle bilinir.
2-Kıdem : Allah kadim(ezeli ,başlangıcı olmayan)dir ve kadim olmak onun sıfatıdır. Kıdem,
varlılığının ezeli olması, yani başlangıcı bulunmamasıdır. O’nun yok olduğu bir anın
bulunmaması demektir. Görmekte olduğumuz her şeyin bir öncesi ,bir başlangıcı vardır.
Çünkü , önce yok iken sonradan olmuştur.Fakat Allah böyle değildir.Çünkü O’nun vücudu
vaciptir. (zorunludur ,kesindir)Mutlak varlık (Vacibul Vücud) olmanın gerekliliği ise ezeli
(başlangıcı olmayan ) olmaktır. Bundan çıkan sonuçta O’ndan başkasına tapınmanın şirk
olacağına iman etmek demektir. Zatında , sıfatlarında, fiillerinde eşi ve ortağı bulunmam da
budur. Geriye doğru ne kadar gidilirse gidilsin O’nun bulunmadığı bir zaman düşünülemez .
Esasen zaman ve mekan , her şey sonradan Allah’ın yaratmasıyla olmuştur . Allah ise böyle
bir sınır dahilinde olmaktan yüce ve uzaktır . Öyle ise Allah kadimdir , ezelidir , kadim olmak
O’nun zatına ait sıfatlardandır . Bunun zıddı olma sonradan mutlak varlık olan Allah
hakkında imkansız ve hayalidir.

3- Beka : Allah bakidir.Yani varlığının bir sonu yoktur.Gördüğünüz bütün varlıklar sonradan
oldukları için , bir zaman sonra yine yok olacaklardır. Fakat Allah böyle değildir. O hem ezeli
hem ebedi olarak mutlak varlıktır. Çünkü kıdemi ( bir başlangıç derecesi ) sabit olan , bilinen
bir şeyin bekası (Sonunun olmaması) zorunludur. Aslen varlık sahibi olana yani mutlak
varlığa , ezeli ve ebedi olmak gerekir. Varlığı için bir başlangıç olmadığı gibi bir son da
yoktur. Beka, Allah’ın zati sıfatlarındandır.Bunun zıddı olan bir sonu olmak O’nun hakkından
geçersizdir, böyle bir şey düşünülemez, çünkü çelişkidir.
4- V: (Allah’ın birliği)Vahdaniyet yani Allah’ın bir olması demektir.Zatında, sıfatlarında
işlerinde tek olup eşi, benzeri ve ortağı olmaması demektir.Allah birdir,ondan başka mutlak
varlık,hakiki etken,etki sahibi yoktur.Doğmamış ve doğrulmamıştır.Varlığı zorunlu ve zatının
gerektirdiği gibi ,O’nun hiçbir benzeri ,ortağı ,örneği ve kısımları yoktur.Her bakımdan bir
olmak O’nun zati sıfatlarındandır.Zatının ,eşi,ortağı ve benzeri olmadığı gibi sıfatları
açısından da benzeri yoktur.Her şeyi yaratan yalnız kendisi olup ,O’ndan başka yaratıcı
olmadığı için işlerinde de tektir.Bunda da eşi ,benzeri,ortağı ve yardımcısı yoktur.Evet
Allah’ın birliğine iman etmek demek yaratan ,rızık veren,besleyip büyütenin yalnız Allah
olduğuna ve bununla beraber O’ndan başka ibadete layık layık olmadığına ,ibadetin de yalnız
O’na yapılabileceğine iman etmek demektir.Enbiya suresi 22.ayette yüce Allah şöyle
buyuruyor:Yerde ,gökte yani bütün varlık aleminde Allah’tan başka ilahlar ,tanrılar olsaydı
göklerin ve yerin düzeni bozulur ve bütün alem yok olurdu veya hiçbiri vücuda gelmezdi”
Mademki bütün düzeniyle kainat vardır öyle ise Allah’tan başka tanrı tanrı,O’ndan başka
tapılacak bir ilah yoktur. Yaratılışta ki düzen ve uyum ,varlıklardaki yaratılıştan gelen
kanunlardan her biri arkasından uygun ve düzgün bir sıra halinde tutarlı olması Allah’ın
birliğine O’nun hiçbir surette eşi ve ortağı ,benzeri olmadığına açık bir delildir . Bunu içindir
ki O’ndan başkasına ibadet etmek ,boyun eğmek tapınmak dinimizce yasaktır.Her mümin
Allah’ın birliğine böylece iman eder.Peygamber zamanında yaşayan kafirlerde “Gökleri ve
yeri kim yarattı” denildiği zaman Allah diye cevap verildiği halde ,Allah ile aralarındaki
putları vasıta yaptıkları ,onlara taptıkları için ,böyle şahıslara Allah’ın birliğine inanmayan
müşrikler denilmiştir.
5- Muhalefetün lil-Havadis (sonradan olanlara benzememek): Yüce Allah zatında ve
sıfatlarında hiçbir şeye benzemez. Biz O’nu nasıl düşünürsek düşünelim , O bizim
düşündüklerimizden hafıza ve hayalimizden geçenlerin hepsinden başkadır.V e hiç birine
benzemez .Çünkü hatırladığımız ve düşündüğümüz şeylerin hepsi mümkündür ve yokken
sonradan yaratılmıştır.Ve başkasına gereksinim duyan şeylerdir.Onların her birinin bir
yönden başkasına benzerliği vardır Allah ise böyle olmayıp sıfatları bakımından hiçbir şeye
benzememek ve hiçbir yönden benzeri olmamak (Muhafeletün lil havadis) Allah’ın zati
sıfatlarındandır.”Cenab-ı hak bir şeye benzemez ,o işitir ve onun ilmi her şeyi kuşatır,”(Şura
11)
6-Kıyam binefsihi : (Varlığı kendiliğinden olmak)kıyam bi nefsihi veya kıyam bizatihi
varlığı kendi zatının gerektirmesi olup,başkasından olmamak ,varlığı için başkasına ihtiyaç
duymamaktır. Şu halde varlık aleminde ne varsa varlık aleminde ne varsa hepsi varlığında ve
varlığının devamında bağımsız değildir.Onların her biri muhakkak ki kendilerinden başka bir
varlığa gerek duyarlar . Hiç birisinde , var olmasını gerektiren zorunlu bir şey yoktur..Hepsi
sonradan meydana gelmiştir.Hepsi bir yaratana ,bir mekana muhtaçtır.Varlığı zorunlu bir
Allah’ın zatı düşünüldüğü zaman varlığı birlikte düşünülür.Varlık O’ndan ayrılmaz Allahu
Teala kadim (başlangıcı olmayan ) ezeli,ebedi ve her yönden eksiksiz ,tam mükemmel olduğu
için ne zamana ,ne mekana,ne bir yardımcıya hiçbir şeye gereksinim duymaz.O bunların
hepsinin üstünde varlığı zatının gereği olan mutlak ve mükemmel ,yokluğa karışmayan
vücudu sabit yüce bir varlıktır .İşte kıyam binefsihi bu demektir ve buda Allah’ın zati
sıfatlarındandır.
7-Hayat : Diri olmak hayat ilim ve iradeyi gerektiren ,kendisiyle vasıflananların ilim irade ve
güç sahibi olmalarını gerekli kılan bir sıfattır. Her şeye kuru ve ölü bir toprağa can veren
,yüce Allahtır. O , hakiki ,ezeli ve ebedi bir hayat ile diridir.Hayat Allah’ın bir sıfatıdır.Bizim
ve bütün canlıların hayatı sonradandır.Yüce Allah’ın yarattığıdır.Onun hayatı ise zatının
gereğidir.Ezeli ve ebedidir zatını ayrılmayan bir sıfatıdır.İlim ,güç ve irade sahibi olan mutlak
varlığın hayat sahibi olması zorunludur.Çünkü hayat bulunmadıkça ,bu sıfatların bulunmasına
imkan yoktur.Halbuki yüce Allah’ın ilim ,irade ve güç sahibi en mükemmel ve kusursuz bir
varlık olduğu akli delillerle de ispatlanmıştır.Öyleyse hayat sıfatı Allah hakkında gerekli ve
zorunludur.İrade ve kudret gibi akıl ile ispat edilen bir sıfat olmayıp ,peygamberlerin ve
Kur’an’ın haber vermesiyle bilinir.
8-İlim : Allah’ın sahip olduğu kesin olarak bilinen kusursuzluk ve mükemmellik
sıfatlarından birisi de ilim sıfatıdır.İlim yüce Allah’ın her şeyi bilmesi demektir.”Allah
alimdir” olmuşu ,olanı,olacağı gerek bütün halinde gerekse tek tek parçalar halinde hepsini
bilir demektir.Bilmek sıfatı da zorunludur.Cenabı hak için ezeli olan ilim ,ezelden ebede bütün
bilinenleri kapsamış ,her şeyi kuşatmıştır.İlim sıfatıyla her şey O’na açılır.O’nun ilminden
dışarı çıkmış hiç bir şey yoktur.Dünya ve dünyadakiler yokken onların hepsini,nasıl ve ne
zaman olacaklarsa öylece bilirdi .Onların her biri gelecekleri tertibe göre ilminde mevcut
idi.Hiçbir şey ,gönlümüzden geçenler dahi ona gizli değildir.Bir adamın ne zaman doğacağını
ezeli ilmiyle nasıl bilirse onun doğmasını ,doğduğunda ki zamanı yine O ezeli ilmiyle
bilir.O’nun ilmi ezelden ebede doğru değişmeden gider.Bütün evrende gördüğümüz sıra ve
düzen ,olgunluk ve uyum bunları yaratan yüce Allah’ın sonsuz sınırsız ilmine açık bir
delildir.Güzel bir resim ,onu yapanın bilgisine nasıl işaret ederse ,her zerresinde en yüksek bir
sanat görülen bu evren ve bütün güzelliği şahsında toplamış olan insan,yaratanın bilgisine
göstermez mi? Allah’ın ezelde bilmiş olması onları yapmamızı gerektirir mi?Yüce Allah’ın
bugün meydana gelen ve gelmekte olan her şeyi nasıl olacaklarsa ezelde öyle bilmiş olması
bizim irade ve seçme hürriyetimize asla engel değildir.Olacakları Allah’ın bilmiş olması
onların olmasını gerektirmiyor.Belki de irademizle olacakları için biliyor.Olayı bir örnekle
açıklamamız gerekirse ;gök cisimlerini inceleyen bir bilim adamı “dokuz ay sonra falan gün
şu saat ve şu dakikada güneş tutulacağını şimdide hesaplıyor ve haber veriyor.Zamanı gelince
onun haber verdiği vakitte güneş tutuluyor.Şimdi güneşin tutulması o adamın vaktiyle bilmesi
ve yazmasından dolayı mı oluştu yoksa güneşin o anda tutulacağını bilmesine mi yol açtı?
Tabi ki güneş nasıl olsa tutulacak fakat bu adamın geniş ilmi onu vaktinden önce gördü
,sonradan olacak bir şeyi kendisi keşfetti ve bunun olacağı onun bilmesini sebep oldu,İşte
bugün bizim yapacağımız işleri Allah’ın ezelde bilmiş olması da böyledir.
9-İrade: Yüce Allah’ın irade sıfatı da vardır.İrade bir şeyin şöyle olup da böyle olmasını
dilemek ve dilediği gibi o şeyin kesinlikle belirlenmesini ve belli bir işe
yöneltilmesidir.Dünyada ne varsa her şey Allah’ın dilediği gibi olmasıdır . Mümkün olan her
şeyin hangi şekil ve zamanda olmasını dilemiş ise zamanında ve o şekilde olur.Her şey onun
iradesi ve dilemesiyle olur.O’nun iradesi ve dilemesi dışında hiçbir şey olmaz.İrade sıfatının
alakalı olduğu ,mümkün olan şeylerdir.Mümkün olan herhangi bir şey ile bağlantı kurarsa o
şeyi bir yöne sevk eder.Onun olması ile olmaması şıklarından birini seçer.Evrenin
varlığı,varlıkların ayrı ayrı cins ve şekillerde bulunmaları yüce Allah’ın iradesine
delildir.Kur’an –ı Kerim’den anlaşıldığına göre irade iki şekildedir.
1) Tekvini (yaratılışla ilgili) İrade
2) Teşrii (dini emirlerle ilgili) İrade
Tekvini ve Kevni İrade :
Dilemek demek olup bütün yaratılmışları kapsar. Bir şeyle alaka kurunca o şey meydana
gelir.”Allah dilediğini yapar ,Allah’ın dilediği (ol) demekle olur” ayetlerinde ki irade bu
anlama gelen iradedir.
Teşrii İrade :
Yakın ilgi ve rıza demektir . Bu demektir ki bu anlamada gelen irade de ,irade etmiş
olduğu şeyin meydana gelmesi zorunlu değildir.”Allah kullarının fenalık ve kötülük
yapmamalarını irade buyuruyor.Allah sizin için kolaylık ister” ayetlerinde ki irade teşrii
iradedir.
10-Kudret : Kudret ,yüce Allah’ın bütün mümkün olan şeylere etki ile iradesini elinde
bulundurmaya güç yetirmesi demektir.Kudret sıfatının bir şeyle ilgi kurması ile Cenab-ı
hakkın o şeyi meydana getirip getirmemesi gerçekleşir.Yüce Allah’ın sonsuz ,bitmek
tükenmek bilmeyen bir kudreti vardır. Kudreti bütün mümkün olan şeyleri kapsar . Kudretinin
yetişemeyeceği bir şey yoktur. Bu kadar yıldızlarıyla ,dağlarıyla ,denizleriyle,bitki ve
hayvanlarıyla ,insanlarıyla bütün dünyayı ve kainatı yoktan var eden yüce Allah’ın ne kadar
büyük ve nasıl bir sonsuz kudret sahibi olduğu az bir düşünme ile anlaşılabilir.Deme ki yüce
Allah ezeli (başlangıcı olmayan) kudret sıfatıyla herhangi bir şeyi dilediği gibi yapmaya güç
yetirendir. O’nun kuvveti ,gücü dışında bir şey yoktur.
Kudret sıfatı ile mümkün olan her şeyi ezeli iradesine uygun olarak var eder ve yok eder
Ezelde nasıl yapılmış ise öylece diler ve dilediğine uygun bir şekilde yaratır.Kudret ve irade
yalnız mümkün olan şeylerle ilgi kurar. Vacip (zorunlu),saçma ve imkansız şeylerle ilgi
kurmaz.
11-Kelam : Kelam, yüce Allahın harf ve seslere gereksinim duymadan söylemesi demektir.
Allah’ın söylemek sıfatı vardır.Kelam sıfatı Allah’ın ezeli ve ebedi (başlangıçsız ve sonsuz)
olan sabit sıfatlarından biridir .Bundan dolayıdırki , yüce Allah peygamberlerine söylemiş
emirler vermiştir.Kitap ve kanunlarını onlara bildirmiştir.Kur’an-ı Ezeli sıfatıyla ezelde sıraya
dizen ve aynı sıra üzerine Hz.Muhammed (a.s)’e gösterdiği ve indirdiği kelam ,Allah’ın zatı
gibi ezelidir.Ezeli olan kelam sıfatı ilim sıfatının imkansız olan şeylerin hepsiyle ilgi
kurar.Ezeli olan kelam sıfatı ilim sıfatının ilgi kurduğu mümkün ,vacip,saçma ve imkansız
olan şeyleri hepsiyle ilgi kurar.
12-13-Semi ve Basar : İşitmek ve görmek Allah’ın ezeli ve ebedi olan sabit
sıfatlarındandır.Yüce Allah görmek veya işitilmek şanından olan her şeyi görür ve iştir.O’na
uzaklık,yakınlık ve karanlık gibi şeylerin etkisi hiç yoktur.İçimizdeki fısıltıları da
işitir.Hikmetinin gereğine uygun olarak kullarının yaptıkları dualara cevap verir ,onları kabul
buyurarak istediklerini verir.Allah’ın görmesi ve işitmesi Kur’anla tesbit edilmiştir.İşitmek ve
görmek sıfatları gerek vacip ve gerek mümkün olan her varlıkla ,yani görülmek ve işitilmek
yeteneğinde olan şeylerle ilgi kurar.Görülmek şanında olmayan şeylerde basar (görmek)
sıfatı ,işitilmek şanında olmayan şeylerde semi (işitmek) sıfatı bağlantı kurmaz .İlim sıfatı ise
böyle değildir.O her şeyle ilgi kurar.
14-Tekvin : Tekvin demek Cenabı Hakkın fiil ile yaratmak sıfatıdır.Tekvin sıfatı iradenin
gereği üzere ve mümkün olanda etki gösterir ve yaratır.Bütün bu varlıkların yüce yaratanı
Allah’tır.Bunları ilk defa ortaya çıkarıp çıkarmamaya güç yetiren Ceneb-ı hak ,irade sıfatı ile
ezeli ilmine uygun olarak onu meydana getirmeyi istemiş ve tekvin yani yaratıcı olmak
sıfatıyla da onu bir eylem ile de meydana getirmiştir. Allah’ın yaratmak ,rızık ve nimet
vermek, cezalandırmak ,diriltmek, öldürmek gibi olan bütün fiilleri tekvin sıfatına
aittir.Bunların hepsinin başı odur ve bunlara fiili sıfatlar denir.
Özet olarak : Var olmak,varlığının öncesi ve sonrası olmamak, eşi ve ortağı,dengi ve
benzeri bulunmamak,hayat,ilim,kudret,irade,işitme ve görme,kelam (konuşma) ve
tekvin(yaratma) sıfatları yüce Allaha vacip (zorunlu) ve bunların zıddı ise saçma ve
imkansızdır.Ne kadar ne gelişmiş ve mükemmel sıfatlar varsa onların hepsiyle vasıflandırdığı
gibi ,noksan ve eksikliği andıran ne kadar tanımlama varsa onlardan da uzaktır.Bütün isimleri
ve sıfatları zatı gibi ezeli ve ebedidir. Zatı ve sıfatları kendisine özgü olup benzerleri yoktur.
Allah Hakkında Mümkün Olan Şeyler :
Yüce Allahın ne kadar garip ve olağanüstü olursa olsun aklen mümkün olan her şeyi
yaratıp yaratmaması kendisinin bileceği bir husustur.Bunu neden böyle yaratmış veya yapmış
denilemez. Cenab-ı haktan başka yaratan olmadığı için her biri bir hikmete uygun olarak hayır
ve şer dediğimiz şeyleri de yaratması mümkündür.Bununla beraber iyilik yapmaya rızası var
kötülük yapmaya rızası yoktur.Bunlardan birini kendi irade ve ihtiyarımızla,isteğimizle
seçmek ve kabul etmek bize aittir, bizim işimizdir.Yarattığı şeyler ne olursa olsun ,onun ilim
ve kudretinin bir gereğidir.Her yaptığında mutlak surette yüksek bir hikmet vardır.Hikmetinin
gereğine göre her şeyi yaratır. Ve özel lütfu ile kulları hakkında en iyi ve yaraşır şeyleri
meydana getirir. Fakat bu bir bağıştır, ikramdır yoksa kulları hakkında en iyi şeyleri
yaratması onun için bir zorunluluk değildir.Eğer öyle olsaydı Allah dilediğini yapabilir
olmazdı. Kendi arzusu ile eğilimlerini kötülüğe çeviren bir kulunda dalaleti (sapıklığı), iyiliği
tercih edende hidayeti (doğru yola erme) yaratması da mümkündür. Hikmetinin gereğine göre
yüce Allah’ın kullarına bir takım nimetler vermesi veya azap etmesi uygun düşer. Emirlerini
tutanlara özel ihsanıyla mükafat verir , çünkü bunlar hakkında ilahi sözü vardır. Günahkarlara
da azap etmesi veya onların günahlarını affedivermesi mümkündür. Nasıl isterse öyle yapar
dilerse en ufak bir günahı cezasız bırakmaz , dilerse büyük bir günahı affeder. Yalnız kafir ve
müşrikleri yani Allahın birliğini kabul etmemiş olanları ,küfürlerini tövbe etmedikçe
affetmez. Ahirette Cenab-ı Allahı şanına ve Ahiret durumlarına uygun , mekan ve
zamandan uzak olarak kullarının görmesi aklen mümkündür.Vahiy ile de
belirlenmemiştir.Yani Kur’an-ı Kerim de buna işaret etmektedir.İşte Allah’a iman bu
şekildedir.Böyle iman etmiş olan bir mümin insanlık gereği bir günah işler fakat onu helal
kabul etmezse dinden çıkmaz.O günahına tövbe etmeden ölürse o günahtan ötürü cehennem
de ebedi kalmayıp cezasını gördükten sonra yine Allah’ın lütfu ile cennete girer.Yaptığımız
ibadetler iyilik ve bağışlar için Allah razı olmuştur ve günahlar için de affetmiştir
diyemeyiz.İman etmiş kişi hem Allah’ın azabından korkmalı ,hem de geniş olan rahmet ve
bağışlayacağından ümidini kesmemelidir.İnsan ne kadar günah işlerse işlesin yine de yüce
Allah’ın rahmetinden ümit kesmesi dinimizin uygun gördüğü bir durum değildir.”Allah’ın
rahmetinden ,bağışlamasından ümit kesenler ancak kafirler ve sapıklardır”
Önemli Bir Uyarı :
Çok önemli dikkat edilmesi gereken husus yukarıda söylendiği gibi yüce Allah’ın ortağı,
dengi ve benzeri yoktur. O’nun zatında ,sıfatlarında,işlerinde bir benzeri yoktur. O’nun
sıfatları da işleri de kendi zatına özgüdür.Örneğin;O’nun görmesi
,işitmesi,bilmesi,söylemesi,irade ve kudreti de zatı gibidir.Ve kendisine özgüdür.Biz onların
sadece asıllarına iman eder fakat niteliklerine ve nice olduklarına ait bir sözde
bulunmayız.Bizim görüp,işitmemiz bilip söylememiz bir takım aletlerle ve maddi vasıtalar
iledir.Yüce Allah ise zatı bakımından hiçbir şeye muhtaç olmadığı ve hiçbir şeye benzemediği
gibi sıfatları ve işleri yönüyle de hiçbir şeye muhtaç değildir.Benzeri de yoktur.Bundan dolayı
Cenab-ı hakkın zati gerçekliği gibi sıfatlarının içeriği de akıl ile bilinemez.Bu husus
insanlığın ilim ve gücünün dışında ve üstündedir.Kendi benliğimizi bile gereği gibi
kavramaktan aciz olan biz insanların Allah’ın gerçeğini ve içeriğini anlayabilmemiz elbette
mümkün değildir.Biz ancak Onun varlığını ,birliğini ve en yüksek sıfatlarla nitelendirildiğini
anlar ve O’na böylece iman ederiz.
Allah Hakkında İslam İnancının Özeti:
Şimdi bir Müslümanın yüce Allah hakkındaki inancının kısa bir özetini yapalım.”Biz
müslümanlarca ,ucu bucağı önü ve sonu belli olmayan şu kainat sonradan olmuştur ve bunun
bir tek yaratıcısı vardır.Her şeyi O yaratmıştır O terbiye edip olgun hale getirmiştir.O’nun
kendi varlığı mutlak ezeli ve ebedidir. Doğmamış ve doğrulmamıştır.Tektir zatında ,sıfatında
ve fiillerinde bir ortağı ,bir yardımcısı,eşi ve benzeri yoktur.Var olmasında ve varlığının
devamı ve kalıcı olmasında hiçbir şeye muhtaç değildir.Varlığı zatının gerektirmesidir.Hakiki
ve gerçek hayat ile diridir.İlmi ezelden ebede kadar her şeyi kuşatmıştır.Kudreti bütün
varlıklar ve imkan dahilinde olan her şeye hakimdir.İradesi bütün kainata mutlak bir
kanundur,dilediği olur dilemediği ise olmaz.Peygamberlerine söylemiş ,emirler ve yasaklar
vermiştir.Kur’an Allah’ın sözüdür.Allah görür ve işitir.Kendisini dünyada gözler görmez,fakat
müminler cennete Allah’ı görürler.O’nun gerçekte neden ibaret olduğunu insanlar
anlayamaz.Her şeyi yaratıp yerli yerine koymuştur.Her şey O’nun istek ve iradesine
bağlıdır,nasıl isterse öyle yapan ve her yaptığında da bir hikmet vardır.Bilinen ve görünen
sebeplerin üstünde ve dışında kainatta dilediği gibi gücünü kullanma hakkına yalnız O
sahiptir.Başka hiçbir kimsenin varlıklar üzerinde böyle bir denetim gücü yoktur.Bunun
içindir ki yalvarmak ve ibadet etmek yalnız O’na olur. Dünya ve Ahiret mutluluğuna
kavuşmak için davranışlarımızı O’nu kurduğu doğal ve ezelden gelen kanunlara uydurmak
gerekir.Allah ile kul arasında şu veya bu şeyin aracı olmasına ihtiyaç yoktur.Böyle bir şeye
inanmak insanın imanına zarar verir.
Hiçbir düşünür , İslamın temeli olan Allah’a bu şekilde imanın ,daima kalacak olan büyük
meselelerden olduğunu inkar edemez .Bir müslümanın büyüklüğü önünde boyun eğdiği
,secdeye vardığı bu yüce ve ezeli varlık,felsefe açısından da bugüne kadar büyük meselelerin
en önemlilerindendir.Tanınmış ve büyük filozoflar için ciddi uğraş ve inceleme zemini olmuş
ve halende olmaya devam etmektedir. Dikkatle okunursa Müslümanlığın şu inancı ile
uyuşmayacak ciddi bir felsefe düşünemeyiz
Müslümanlığın Öğrettiği Bir Tek Allah’a İmanın Pratik Değeri :
Müslümanlığın öğrettiği şekilde bir Allah’a iman etmek kadar insan ruhunu yükselten
insanın layık olduğu mevkiye çıkaran,insana hürriyet ve bağımsızlığını veren bir şey
yoktur.İslamın öğrettiği bu inanç Allah’dan başkasına tapınmaktan ,Allah ile kul arasına
aracılar koymaktan, başkalarını her ne şekilde olursa olsun Allah’a benzemekten
putlaştırmaktan, Allah’ın bir cisme nüfuz ettiğine, Allah!tan başka bazı insanlarında kainatta
varlık ve olaylar üzerinde etki gücüne sahip olduklarına inanmaktan bizi alıkoyar.Bunun
içindir ki müslümanlığın gösterdiği şekilde Allah’a inanmış ve kalbini sımsıkı O’na bağlamış
olan bir insan ,huzur ve saadetin yüksekliklerine erişmeye aday demektir.O’nun hayatı O’nun
yaşayışı ,şeref ve asaletin en yüksek basamağına erer .Bununla beraber bu şekilde Allah’a
iman etmiş bir insana göre insanlık ve kardeşlik dairesi tüm insanları birbirine kenetleyerek
onları bütün kötülüklere karşı Allah’ın yardımına ulaştırır.Hatta Müslüman olmayanlara bile
iyi davranır ve haklarına saygı gösterir.Kendisi hakkında düşünülmesini ,kendisine
yapılmasını istemediği bir şeyi başkaları hakkında düşünmek ve yapmak gerçek iman ile
bağdaşmaz.Böyle bir inanç sahibini her türlü kötülükten ve hatta kötü düşünmekten alıkoyar.
Her yaptığını , gönülden geçen her şeyi bir gören , bir işiten ve bilen olduğuna ve bunlardan
dolayı bir gün gelipte Allahın huzurunda sorguya çekileceğine inanmış olan bir insan şüphe
yok ki kötülüğün her çeşidinden daima uzak kalmaya çalışacaktır.Böyle bir insan hiç
kimsenin bulunmadığı bir yerde olsa da ahlaka uygun olmayan bir davranışa kalkışmaz .Her
nerede olursa olsun ,gerek Allah’a gerekse insanlara karşı olan görevlerini en iyi şekilde
yapmaya çalışır.O’nu hiçbir şey aldatamaz.Yolunda saptıramaz, bu gibi şeylere karşı daima
var olduğuna inandığı ,her şeyi gören ve bilen , kudret sahibi ve iradesi her şeyin üzerinde
hakim olan Allaha sığınır ve kötülüklere karşı durur.Bütün varlıkları var eden en yüksek
kemal sıfatlarıyla tanımlanmış bir Allah’ın varlığına iyice inanmış bir insan ilim gibi,kuvvetli
bir azim ve kuvvetli bir iradeye sahip olmak gibi insana şeref veren bütün yüce sıfatları elde
etmeye çalışacaktır.İnsan düşünebileceği daima özlediği en yüksek gayeler birer birer
gözünün önüne dikilir.Ve bu şekilde insan daima yükselmeye ,düşüncesini ,ahlakını ve
hareketlerini bu yüksek gayelere uygun bir duruma getirmeye çalışır.Böylece bu inanç,öyle
zannedildiği gibi kuru ve soyut bir kavramdan ibaret değildir .O’nun pratik hayatta kıymeti
çok yüksektir.
MELEKLERE İMAN :
1-Melek Ne Demektir? Bunlara İman Ne Şekilde Olur?. Meleklere iman etmek ,iman ve
inanç esaslarındandır.Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetlerinde meleklerden bahsedilmiştir.Her
Müslüman melekler hakkında şuna inanır: “Yüce Allah’ın melekleri vardır.Onlar asla Allah’a
isyan etmezler.Allah’ın her emrine uyar ve gece gündüz Allah’a ibadet ederler.Melekler gözle
göremediğimiz varlıklardandır.Onların yemesi içmesi ,yatıp uyuması,erkekliği ve dişiliği
yoktur. Onlar yerde ,gökte ve her tarafta bulunurlar.İnsanlardan ayrılmayanı da vardır.her biri
yaptığı görevi nedeniyle isim alır. Cebrail, İsrafil , Mikail ve Azrail meleklerin
büyüklerindendir.Birde Kiramen Katibin denen melekler vardır ki onlar her insanın yanında
bulunan ve daima onun yaptığı işleri yazan meleklerdir.Meleklerin bazıları insan öldükten
sonra soru sormakla görevlidirler.Bunlara Münker ve Nekir denir.Meleklerin varlığı aklen
mümkündür. Olmayacak bir şey değildir. Aklen mümkün olduğu gibi nakil yolu (vahiy) ile de
belirlenmiştir. Çünkü Kur’anı Kerim melekleri haber vermiştir. Kur’anın kendisi de melek
aracılığıyla ulaştırılmıştır.
2-Melekleri Neden Göremiyoruz? :Melekler her yerde bulundukları halde onları
göremeyişimizin sebebi şudur: Her şeyin varlığı kendine göre yaratılmıştır. Onların yapısı
nurani ve ruhanidir. Bizim gözümüz ise meleklerin vücudunu görebilecek şekilde
yaratılmamıştır. Peygamberlerden başka hiçbir kimse melekleri esas bileşimlerinde yani
yaratıldıkları içerikte göremezler. Onları görmeye bizim gücümüz yeterli değildir. Ama
kur’an’ı kerim yüce Allah’ın meleklerini haber veriyor. Kur’an’ı kerimin her söylediği
doğrudur. Bunun için meleklerin varlığına iman ederiz. Sonra peygamberler melekleri görmüş
ve bize haber vermişlerdir. Peygamberler ise asla yalan söylemezler. Bundan dolayı
peygamberler ve hele bizim peygamberlerimiz meleklerin varlığını haber verdikleri için ,
bizimde onları kabul etmemiz gerekir.Çünkü böyle bir şeyin olamayacağına aklımızla bir
hüküm veremeyiz.Hem sadece gözümüzle görmediğimiz sadece melekler midir? Kendi
ruhumuzu, kendi aklımızı var olduğu halde gözümüzle görebiliyor muyuz.? Hayır.Peki
göremiyoruz diye bunlara inanmayacak mıyız? İşte meleklerde ruhumuz gibidir.Onlar gözle
görülmez, fakat peygamberler görmüşlerdir.Meleklerden Cebrail aracılığıyla Allah’tan
emirler alan peygamberler , böylece Allah’ın kelamını işitmişlerdir . Kur’an’ı Kerimde Hz.
Muhammed (S.A) ‘e böyle gelmiştir.Ayrıca kur’an ‘ı kerim de meleklerin varlığını haber
vermiştir. Onun için biz Müslümanlar meleklere iman ederiz . Meleklere inanmamak Kur’ana
ve peygamberlere de inanmamak demektir. Melekler bir anda yerleri gökleri dolaşacak ve
istedikleri şekle bürünecek bir yetenekle yaratılmışlardır. Buna inanırız. Ancak onların
inmesi ,çıkması, gelmesi , gitmesi bizimkilere benzemez. Bir saniye gökten yıldırımlar
indiren Allah onlara da dilediği zaman bütün yerleri , gökleri dolaştırır .Meleklerin
kanatları var denildiği zaman buna da inanırız, iman ederiz. Çünkü Kur’an da bunu haber
veriyor .Fakat bundan kuş kanadı gibi şeyler aklımıza gelmemelidir. Meleğin kanadı da
gitmesi gelmesi de kendi yapısına göredir. Kuşun kanadı başka , kapının kanadı
Meleklerin kanadı da başkadır. Biz Müslümanlar kuş gibi kanatlı melekler bilmiyoruz.
Bizim dinimiz melekleri başka kanatlı kartallar gibi göstermez ve melekleri böyle
düşünmez.
3-Meleklere İmanın Pratik Değeri Ve Önemi : Müslümanlık canlı bir kuvvettir, hayat
dinidir. Bu demektir ki onun her inancı birer hareket ve pratiğe dönüşme esassıdır. İnanç
sadece insanın içerisinde saklanacak soyut bir düşünce halinde kaldıkça onun ne değeri
vardır? Bunun içindir ki Kur’anda iman anıldıkça arkasından salih ameller yani iyi ve
yararlı işlerde beraber söylenir. Bundan anlaşılan ise, Müslümanlıkta bir şeye inanmak
,onu yaşamak demektir. İnanç esasları insanın yaşayışında kendisine rehber edineceği
ve daima hareketlerini ona uyduracağı canlı prensiplerdir. Bu bakımdan Müslümanlığın
kabul ettiği melek esasınında büyük bir kıymeti vardır. Dinin kabul etmiş olduğu melek
,insanın eğilimlerini insanda bulunan kuvvetleri daima iyilik yapmaya doğru sevkeden dış ve
ruhani araçlar demektir.Buna inanmayı farz kabul etmiş olan bir insan kendisini iyiliğe
çağıran her sese kulak verir ve onun çağırdığı yere gitmeyi kendisine görev bilir. İyiliğe
çağıran her sesi onaylayıp onun peşinden gitmeyi her Müslüman nasıl bir görev bilirse,
kötülüğe sürükleyen her şeyi reddetmeyi ,onun dediği yere gitmemeyi de yine bir görev
bilecektir. Bunun içindir ki Müslüman meleklere iman ederek ve şeytanın çağırdığı yere
gitmemek ve onu reddetmekle sorumludur.Çünkü şeytanın işi gücü insanı kötülüğe
çekmektir.Bunun görünen kısmı (şeytanın özelliklerine sahip kimseler) olduğu gibi
,görünmeyen kısmı da vardır.Müslüman bunların kötü düşüncelerine ,kötülüğe çağıran
vesveselerine karşı çıkmakla sorumludur.İşte İslam dininde melek ve şeytan inancının pratik
değeri ,iyiliğe çağıran seslere uymak o tarafa dönmek ve kötülüğe çekmek isteyen kuvvetlere
karşı durmakla kendini gösterir.Peygamber efendimiz buyuruyorlar ki:”şeytanda,melek de
insanoğluna sokularak onun kalbine bir takım şeyler getiriler,bırakırlar.Şeytanın işi kötülüğe
çağırmak ,çağırmak sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak
,haktan uzaklaştırmaktır.Her kim ,içinde hayra hakka ,iyiliğe ,çağıran bir ses duyarsa bilsin ki
o melektir.ve onun çağırdığı da ,söylediği de hoş bir şeydir.Bundan dolayı Allah’a
şükretsin .Her kim içinde kötülüğe çağıran haksızlığa teşvik eden bir sızıltı sezerse ,bilsin ki o
şeytanın sesidir,bundan uzaklaşsın ve Allah!a sığınsın”.

ALLAH’IN KİTAPLARINA İMAN:

1-İlahi ve Semavi Kitaplara İman Ne Demektir Ve Nasıl Olur : Yüce Allah’ın kitaplarına
iman etmek ,Müslümanlık esasını oluşturan dayanaklardan ve şartlardan birisidir.Her
Müslüman iman eder inanır ki Cenab-ı Hak kullarının dünya ve Ahiret saadeti için içlerinden
dilediğini peygamber olarak seçmiş ve bunlar arcılığıyla insanlara kendi iradelerini ,emirlerini
,yasaklarını bildirmiş ve duyurmuştur . Onlar Allah’tan aldıklarını olduğu gibi insanlara
ulaştırmışlardır.Peygamberlerin Allah tarafından bildirdiği şeyler ,ilahi ve semavi kitapları
oluşturmuştur.Bu kitapların bir kısmına sahifeler denir ki bu birkaç sayfalık ufak bir kitap
demektir. Örneğin Hz.Adem’e 10 sayfa,Hz.Şit (a.s)’e 50 sayfa ,Hz.İdris’e(a.s) 30 sayfa ,Hz.
İbrahim (a.s)’a10 sayfa verilmiştir.Dört tane de büyük kitap vardır.Bunlar
Tevrat,Zebur,İncil,Kur’an-ı Kerim ‘dir. Tevrat Hz. Musa’ya (a.s)’a,Zebur Hz. Davut
(a.s)’a,İncil Hz. İsa(a.s)’a ve Kur ‘an da Hz. Muhammed (a.s) verilmiştir.Bu kitaplara semavi
ve ilahi kitaplar denir ki yüce Allah tarafından indirilmiş demektir.Bu kitapları ve bu kitap da
bulunan emirleri ,yasakları ,hikmetleri yüce Allah peygamberine ya Cebrail aracılığıyla ya da
bir şekilde vahiy ve ilham etmiş,bildirmiş,onlarda Allah’tan aldıkları gibi insanlara
ulaştırmışlardır.Allah tarafından vahiy ile indirilmiş bulunan bu kitaplar insanların din ve
dünyasına ait inanç ,ibadet,güzel ahlak ve adaba maddeten ve ruhen yükselmelerine ait
hükümleri bildirmiş yolun doğrusunu göstermiş ve bu yoldan sapmadan gidenleri dünya ve
Ahiret mutluluğu ile müjdelemiş, sapıkları Allah’ın azabı ile korkutmuştur.Biz insanlar Allah
tarafından peygamberlerine bildirilmiş olan kitapların hepsine iman ederiz.Buna iman etmek
farzdır.Ancak bizim iman etmemiz farz olan kitaplar şu ya da bu kitaplar değil Allah’ın
peygamberlerine vahiy ve ilham etmiş olduğu kitaplardır. Bununla kesinlik taşıyan (tevatür)
bir yolla bilinmiş olması şarttır.Halbuki semavi kitaplar içinde bu kesinlik kuvvetine sahip
olan yeğane kitap Kur’an-Kerim’dir. Semavi ve kutsal adını alan diğer kitaplar ise bu kuvveti
taşımazlar .
2-TEVRAT:Tevrat ,Hz. Musa’ya indirilen bir kitap olup zamanın da ona uyulurdu .O zaman
ilahi kitapları ezberlemek şöyle dursun yüzünden okumak bile pek az kimselere nasip
olurdu .Onun için Tevrat nüshaları pek azdı .Hz.Musa’dan sonra birçok savaşlarda
İsrailoğulları egemenliklerini kaybederek yüzyıllarca süren esaret hayatı ve uğradıkları felaket
ve musibetlere tevratı ve diğer semavi sayfaları koruyamamışlardır.Hz. Süleyman’dan sonra
gelen 24 kadar Yahudi hükümdarlarının çoğu Hz.Musa’nın dinini terk etmişlerdir.Bu
hükümdarlardan biri sonradan tekrar H.z Musa’nın dinine dönmüş ve bunun zamanında (M.Ö
622)senesinde Azra adında bir kahin tevratın asıl nüshasını Kudüs’te bulup meydana
çıkardığını ilan etmiştir.Rivayete göre bunu Azra yazmış ve içine beş bölümden başka birçok
şeylerde karışmıştır.Hz Musa’dan birkaç asır sonra tevratın aslı diye ileri sürülen bu kitap asıl
Tevrat zannedilerek nüshaları çoğaltılmıştır. Bugün Yahudilerin ve hristiyanları elinde
bulunan ve eski ahit adını taşıyan kitabın içeriği işte budur.Artık böyle asırlar geçtikten sonra
bir insan sözü ile tevratın aslı zannedilen bu kitabın ,ne dereceye kadar güvene layık olduğu
az bir düşünmekle de anlaşılabilir.Şu halde bugünkü Tevrat ile Hz. Musa’ya indirilen ve Kur!
an da adı geçen tevrat aynı değildir.
Tevrat’ın Meşhur Nüshaları:
a)Yahudiler ve Protestan alimlerince kabul edilen İbranice yazılmış nüsha.
b)Roma ve doğu kiliselerince güvenilir olan yunanca nüsha
c)Samirilerce güvenilen ve samiri dilinde yazılmış olan nüsha
Bunlar Tevrat’ın en güvenilen nüshaları olduğu halde birbirine benzemeyen birbirine
uygun olmayan birçok yeri vardır. Örneğin İbranice olan nüshada Hz. Adem’in
yaratılışından ,Nuh tufanına kadar geçen süre1650 yıl olarak belirtilirken ,yunanca nüshada
2260 yıl, samiri nüshasında ise 1307 yıl olarak yazılıdır.Görülüyor ki üç nüshanın hiçbiri
diğerini tutmuyor.Bunlarda Hz. Musa’nın hayatına dair yazılar olduğu gibi ,peygamberin
bazılarına karşı pek çirkin ve peygamberlik makamına hiç de yakışık almayan iddialar
vardır.Hatta Müslümanlık ortaya çıktığı zaman Medine Yahudileri ile Kudüs tarafındaki
Yahudilerin ellerinde bulunan nüshalarda bile büyük farklar görülmüş ,birinde olan şeyler
diğerinde görülememiştir.Bütün bunlar pek açık olarak gösteriliyor ki elde bulunan Tevrat
Hz. Musa’ya indirilen ilahi kitap değildir.Sonradan değişik insanlar tarafından yazılmış ve
birçok hurafeleri ,ifratları da içine almış bir kitaptır.İçinde asıl Tevrat’tan parçalar ve bahisler
olabilir.
3-İNCİL: İncil’e gelince onunda aslı ve doğru bir nüshası yoktur. Hristiyanların elinde
bulunan ve yeni adını taşıyan kitaplar,Hz. İsa (a.s)’a Allah tarafından indirilmiş gerçek İncil
değildir.Bunlar ise peygamberlerden çok sonra bir takım insanlar tarafından yazılmış ve
içinde dört değişik İncil bulunan kitaplardır.Onlarda Hz. İsa’nın hayatına ait sonradan
yazılmış birer tarih kitabı niteliğindedirler.Belki içlerinde esas İncil’den kalma Bazı ayetlerde
vardır.Hatta bunların tam bir tarihi vesikası olduğu söylenemez.Çünkü bunlarda Hz. İsa
Allah’ın oğlu diye bahsedilmektedir.Bugün hristiyanların “kitabı mukaddes” diye kabul
ettikleri bu kitaplardan hiçbirisi önceden bütün hristiyanlar tarafından kabul edilmiş bir şey
değildir. İlk asırda birbirine benzemeyen yüzlerce İncil vardı .Hristiyanların her cemaatin
elinde başka bir İncil görülüyordu.Bu yüzden hristiyanlık dünyasında büyük ayrılıklar ve
kargaşalıklar meydana gelmiştir.Nihayet Konstantin’in müdahalesiyle M.S 325 yılında
hristiyanlık inancını esasını belirlemek için İznik şehrinde bir ruhani meclis toplandı.Bu
mecliste binden fazla üye vardı ve bunların içerisinde Hz. İsa’nın ilahlığına inanan 318
üyenin kararıyla bugünkü dört İncil kabul edilerek diğer risalelerle birlikte hepsine birlikte
yeni ahit adı verildi.İncil olmak üzere zorla kabul ettirilen bu dört kitapta birçok noktalarda
birbirinden farklıdır.Birinde olan bir konu diğerinde yoktur.Bu dört İncil’in her biri Hz.
İsa’dan en az yarım asır sonra yazılmıştır.Bir asır sonra yazılanı da vardır.Hatta bunları
yazanların kendi kalemlerinden çıkan nüshaları da tamamen mevcut değildir.
4-Bunların hiçbirisinde sağlam bir zincir ile bunu yazanlara kadar ulaşmaz.Bugün Avrupalı
yazarların en büyükleri de bu kitapların asıl mukaddes ve ilahi kitaplar olmadığını itiraf
etmektedirler.Dolayısıyla biz Müslümanlar Allah tarafından peygamberlere kitap indirildiğine
ve o indirilen kitaplara iman ederiz ,fakat bugün elde bulunan Tevrat ,İncil ve Zebur
kitaplarını ve daha genel bir ifade ile eski ahit ve yeni ahit adı verilen eserleri,Allah’ın
peygamberlere gönderdiği ilahi kitaplar diye kabul edemeyiz.Onlar semavi kitaplar özgü olan
ve ilmi olma ile kutsal olma özelliklerine sahip değildir.Esasen eski kitapların hükümleri
Allah’ın son kitabı olan Kur’an ile yürürlükten kaldırılmıştır.
5-KUR’AN-I KERİM: Son peygamber Hz. Muhammed(s.a)’e Allah tarafından Cebrail
aracılığla indirilmiş ve ondan kesin doğruluk içeren haber yoluyla aktarılmış olan kutsal bir
kitaptır.114 sureden oluşan bu ilahi kitap 6000 küsur ayeti içerir.Ayetlerin her biri ve sıralanışı
tevatür ile bellidir.Peygamberlerimize Allah’tan nasıl gelmişse peygamberimizde bize aldığı
gibi aktarmış ,bir kelime eksik veya fazla değildir.O günden bugüne kadar da böylece devam
edip gelmiştir.
6-Dinler tarihi incelemelerinden anlaşılıyor ki tarihi belgelere ait bütün koşulları kendisinde
toplayan mukaddes ve ilahi kitap ancak Kur’an-ı Kerim’dir.Kur’an-ı Kerim Allah’ın ezeli ve
ebedi sözüdür.Kur’an bizzat Allah’ın sözüdür.Bunda melek ve peygamber yalnızca bir
aracıdır.Peygamberin yüce Allah’tan vahiy yoluyla aktarmış olduğu ayetler zamanında
binlerce sahabe tarafından ezberlenmiş,vahiy katipleri denen özel görevliler tarafından
yapılmış ve böylece tevatür denilen kesin ve doğru haber meydana gelmiştir.Peygamberden
bu yolla aktarılan ayetler yüzbinlerce,milyonlarca insan tarafından yine tevatür yolu ile
zamanımıza kadar devam ettirilmiştir.İşte bunu içindir ki,Kur’an –ı Kerim bütün tarihi
belgeleri toplamış ve her yönüyle değiştirilmekten uzak kalmıştır.Hiçbir inkarcı Kur2an’ çatan
hiçbir kimse onu Hz. Muhammed(a.s)’den başkasına dayandıramamıştır.Bunu bildirenin
peygamber olduğunu,Allah’tan aldığı gibi bize aktardığını kabul etmemek imkansızdır.Bugün
yeryüzünde milyonlarca insan tarafından en büyük saygı kendisine gösterilen ve her evde en
yüksek mevkiyi işgal eder.Bu Kitab-ı Kerim her yerde aynıdır.Peygamberden itibaren her
devirde yüz binlerce insan tarafından ezberlenmiş olduğu gibi ,bugün de öyledir.Allah çok
şükür bugün dünyada binlerce hafız vardır ve kıyamete kadar da bulunacaktır.1400s senedir
saflığı ve asilliği korunmuş ,bir tek harfi bile değişmemiş tek kitap ancak Kur’an-ı
Kerim’dir.İşte bunun içindir ki Kur’an geldikten sonra diğer din kitaplarının hükmü
kalmamıştır.Kur’an- ı Kerim Hz. Peygamber(s.a)’in ebedi bir mucizedir.
7-Kur ‘an –ı Kerim Ne Şekilde İndirilmiştir? : Yüce Allah bazen Cebrail (a.s) aracılığıyla
bazen de başka şekillerde doğrudan doğruya sözlerini , emirlerini , iradesini ve hikmetlerini
peygamberimize bildirildi ve duyurdu . Peygamberimizin Cebrail (a.s) aracılığıyla Allah’tan
aldığı pek yüce düzenlenmiş eser Kur’an’dır. Kur’an vahyin en yüksek şeklidir.
Peygamberimizin Cebrail aracılığıyla Allah’ın vahyini alması 2 şekilde olur ;
a) Cebrail meleklikten insanlığa yani insan şekline girerek Allah’ın sözlerine peygambere
iletir ve öğretirdi .
b)Bazen insanlıktan melekliğe yükselerek Allah’ın vahyi ile şereflenir ve Kur’an sözlerini
alırdı.Bunun içindir ki Kur ‘an-ı Kerim ‘in yalnız anlamı değil sözleri de peygamberin kalbine
indirilmiştir.Kur’an’a vahyi metluk denilmesi bundandır.Yani Kur’an yalnız anlam değil söz
ve anlamın bir arada olmasıdır.
8-Kur’an-ı Kerim’in Unsurları:Kur’an-ı Kerim 23 senede tamamlanmış ve dört unsuru vardır.
a)Söz olması
b)Arapça olması
c)Hz. Muhammed’e indirilmiş olması
d)Peygamberlerden bize kadar tevatür yolu ile gelmiş bulunmasıdır.
Bunlardan biri eksik olunca Kur’an olamaz . Peygamberimize Kur’an toptan gelmedi, ayet
ayet,sure sure indi.Peygamber efendimiz kendisine inen ayet veya sureyi yanında olan
sahabelere okurdu.Sahabeler peygamberin emriyle onu ezberler hem de bir tarafa
yazarlardı.Ayrıca vahiy katipleri vardı ve bunların görevi peygambere inen ayet ve sureyi
yazmaktı.
9-Kur’anı Kerim İnsanlığın Mutluluğunu Sağlayacak Her Türlü Esası kapsar : Kur’anı
Kerim insanlığın gerçek mutluluğunu sağlayacak her türlü inanç ,amel ve ahlak esaslarını
kapsar. Hem sözü hem de anlamı yönüyle en büyük ve edebi bir mucizedir. Düşmanların o
kadar uğraştıkları halde onun en kısa bir sure gibi bir sure yapamamışlardır. Sözleri açısından
ele alırsak bütün edipleri aciz bıraktığı gibi anlamı yönüyle de böyledir.Son asırlarda
keşfedilmiş bir çok gerçekler vardır ki Kur’an onları 13-14 asır önce haber vermiştir.Kur’anı
Kerimin kolayca ezberlenmeside kendisine ait bir ayrıcalıktır.Özetle;Kur’an Allah tarafından
peygamber efendimize 23 senede indirildi ve son inen ayetle Müslümanlığın tamamlandığı
bildirildi.
10-Kur’an-ı Kerimin İçerdiği Yüksek Gerçekler: Kur’an-ı Kerimin içerdiği yüksek gerçekler
başlıca şunlara aittir.Ahlak, inanç , ibadet, sosyal ilişkiler, alışveriş, uyulması gerekli sınırlar,
cennet nimetleri ve cehennem azabı, ders alınacak kıssalar ve olaylar.
11-Kur’anda yerlere , göklere ,güneşe,ve yıldızlara daima olan gerçeklerden bahsedilmez i
yüce Allahın büyüklüğünü,sonsuz ve sınırsız kudretini anlatmak yolu ile onların en yüksek
ilim ve fenne teşvik etmek içindir.Bu nedenle gökleri ve yere ait en önemli gerçeklere tarihi
olayların en fazla ders alınacak parçaları açıklanmış ve uzun ayrıntılar verilmemiştir.
12-Kur’an’nın Hem Söz Hem de Anlam Yönünden Mucize Olması:Söz ve anlam yönünden
mucize olan Kur’an-ı kerim bütün bunları açıklarken en büyük ve akıllı insanlarında
yapamayacakları şekilde bildirilmiştir.Bunun içindir ki Kur’an her alanda ebedi ve en büyük
mucizedir.Sözleri bakımından da en büyük mucizedir.Çünkü O’nun Allah sözü olmayıp Hz.
Muhammed (s.a)kendi sözleri olduğunu iddia edenlere karşı “Eğer bu bir insan sözü ise ,siz
de böyle bir söz söyleyiniz.Bütün insanlar ,cinler bir araya toplansınlar ,görülen ve
görülmeyen bütün kuvvetler bir araya gelseler ve birbirine yardım etseler yine bu Kur’an’nın
en kısa suresine ,bir satırına benzer bir şey yapmazlar ve kıyamete kadar yapamayacaksınız”
diye meydan okuduğu ve bunu yapmak için de pek çok uğraşanlar olduğu halde bugüne kadar
benzeri yapılmamıştır ve yapılamayacaktır.
13-Anlam Bakımından Kur’an Tam Bir Mucizedir: Hz. Muhammed (s.a)okuma yazma
bilmeyen cahil bir toplumda yetişmiş ve kimseden bir şey öğrenmemiştir.böyle olduğu halde
onun koymuş olduğu bu kitap en yüksek hakikatleri içermektedir.İlmin ve tecrübenin
durmadan ortaya koydukları bir çok gerçekleri Kur’an 13 14 asır önce haber
vermiştir.Güneşin kendi ekseninde dönerek ,dünya ve ay’ın onun etrafında dolaşması ,gök
cisimlerinin belli bir yörünge izlemesi,son yüzyıllarda ulaşılmış bir keşiftir.Öyle bir şekilde
ifade etmektedir ki ilim ve fen ne kadar ilerlerse ilerlesin keşfettiği gerçeklerden hiçbiri
Kur’an’a aykırı düşmez.Belki fenin ilerlemesi ,Kur’an ayetlerini yorumlayarak bazılarının
daha güzel yorumlanmasına sebep olacaktır.Bunun içindir ki Kur’an’nın en ciddi dostu
ilim,en büyük düşmanı da cehalettir.
14-Kur’an-ı kerim sonradan olacak bir çok şeyleri önceden haber vermiş ve dediği gibi
çıkmıştır.Kur’an’nın diğer bir ayrıcalığı da çok kolaylıkla ezberlenmesidir.Bu da Kur’an’dan
başka hiçbir kitaba nasip olmayan bir şeydir.
15-Kur’an-ı Kerim’im hiç bozulmadan kıyamete kadar kalmasını yüce Allah dilemiş olduğu
için , Kur’an’a bu özelliği vermiş ve Hz. Peygamberden itibaren her asırda Müslümanların
içinden yüzbinlerce insan bu kutsal kitabı ezberlemişlerdir.Kur’an-ı okuyanlar ve
dinleyenlerde ayrıca ruhani bir zevk ve tat duyarlar .Sözün kısası Kur’an her bakımdan eşsiz
ve tam bir mucizedir.
16-Kur’an’nın Toplanması:Yukarıda söylendiği gibi peygamber efendimizin sağlığında
sahabelerce Kur’an’nın bütün ayetleri yazılmıştır.Her ayet indikçe hangi surenin neresine
yazıldığı peygamberimiz vahiy katiplerine söylerdi.Onlarda yerlerine yazarlardı.Onun için
peygamberimizin sağlığında Kur’an tamamen böylece yazılmış ve sahabelerce
ezberlenmiştir.Binlerce kişi tarafından böylece aktarılmış ve rivayet edilmiştir.Şu kadar ki bu
sayfaların hepsi bir arya toplanmış değildi.Peygamberimizin vefatından sonra görülen lüzum
üzerine halife Ebubekir’in emriyle ,vahiy katiplerinden Zeyd Bin Sabit’in başkanlığında
toplanan büyük bir heyet tarafından Kur’an sayfaları bir araya getirildi.Her surenin ayetleri
peygamberimizin yazdırdığı sıralama düzeni izlenerek yazıldı ve bu Mushaf saklandı.Hz
.Osman’ın hilafeti zamanında Mushaf ın sayısı çoğaltılarak gerekli görülen şehirlere
gönderildi.İşte bunun içindir ki Kur’an her yerde birdir.O’nun bir kelimesi bile bozulmamış
ve yerinden oynatılmamıştır.Dünya’nın bir ucundaki Kur’an ile öbür ucundaki Kur’an
aynıdır.Buda en büyük mucizedir.Dünyayı cehalet karanlığından kurtarıp her tarafı ilim
ışığıyla aydınlatan ve her kelimesi Allah sözü olduğundan hiç şüphe olmayan bu kitaba
hürmet etmek ,ona karşı saygı ve sevgi duymak,gösterdiği yoldan gitmek üzerimize borçtur.
Bilmeliyiz ki Kur’an yolu hak yoludur,kurtuluş yoludur.
PEYGAMBERLERE İMAN:
1-Peygambere Ve Peygamberlere İman Ne Demektir:Müslümanlığın esas temellerinden
biride peygamberlere iman demektir.Peygamberlere iman etmek onlar hakkında farz,imkansız
ve mümkün olan şeyleri bilip tasdik etmektir.Yüce Allah tarafından kendi emirlerini
,iradelerini,kanunlarını ve şeriatını kullarına bildirmekle görevlendirilmiş büyük insanlara
resul denir.İlahi vahiy ile kendisine Allah tarafından önceki bir şeraiti halka bildirmekle
görevlendirilenlere nebi denir.Biz her ikisine de peygamber deriz ki Allah ile kulları arasına
bir elçi bir aracı demektir.Yüce Allah peygamberlerden şetçiği bir takım büyük adamları bu iş
için görevlendirmiş ,kullarına kendi emirlerini bu yetkin insanlar aracılığıyla bildirmiş.
2-İnsanların Peygamberlere İhtiyaçları Ve Peygamberlerin Vazifeleri:İnsanların gerçek ve
ilahi birer aydınlatıcı olan peygamberlere ihtiyacı vardır.İnsanlar kendi akıllarıyla yüce
Allah’ın varlığını,birliğini anlayabilirlerse de ,O’na özgü olan bir takım yüksek sıfatları
tamamen anlayamazlar .Ne yolda ibadet edileceğini ,Ahiret işlerini ,ahretteki sorumluluğu
,oradaki ölüm ve cezanın şekillerini dosdoğru bilemezler.İnsanların en kısa ve pürüzsüz bir
yoldan giderek dünya ve Ahiret mutluluğuna erişmesi ,ve ahlaki yüksek olgunluğa ulaşması
ancak yüksek öğretim ve terbiye sayesinde mümkün olabilir. İşte insanların bu ihtiyaçlarını
sağlamak için yüce Allah peygamberler göndermiş ve onlara her şeyi bildirip insanlara doğru
yolu göstermekle onları görevlendirmiştir.Peygamberler en iyi ve sağlam bir şekilde insanlara
Allah’ı tanıtmışlar ,Allah’tan aldıkları gibi ,inanç hükümlerini ve ibadet şekillerini
öğretmek,belirleme ve bir takım şeylerde olan güzellikleri ve çirkinlikleri ayırt etmişler
,ahlaki vazifeleri insanlara anlatmışlardır.,Ayrıca medeni hükümleri yerleştirmişler ,sosyal
ilişkiler ve bağları kuvvetlendirmişler .faydalı,zararlı,hayır ve şerr olan şeyleri anlatmışlar
,hayatta gerekli olan şeyleri belirlemişler ve bunların yollarını esaslarını göstererek maddi ve
manevi alanda insanlar için tam bir kılavuz olmuşlardır.Sözün kısası;peygamberler
kendilerinin Allah tarafından birer görevli olduklarını söylemişler ,Allah’ın din ve şeraitini
insanlara bildirmişler ve inanmayan inatçılara karşı ,kimsenin yapamayacağı olağanüstü
mucizeler göstermişler ,Allah’ın söylediklerine inananları cennetle müjdelemişler
,tutmayanları da azap ve cehennemle korkutmuşlar.Şurası da bir gerçektir ki yüce Allah her
ümmete ,her kavme bir peygamber göndermiş ve hiçbir kavmi bunlardan yoksun
bırakmamıştır.Kur’an-ı Kerim de bu husus çok açıktır.
3-Peygamberlerin Sayısı:İlk peygamber Hz. Adem son peygamber Hz. Muhammed (S.A)’dir.
Bu ikisinin arasında çok sayıda peygamberler gelip geçmiştir.Bazı eserlerde sayıları 124.000
diye ifade edilmişse de bunlar kesinlik derecesin de bulunamadığından bu sayılar kadar
peygamber gönderildiğine iman etmek vacip değildir.Çünkü yüce Allah peygamberlerden
bazısının bize bildirmediğini Kur’an-ı Kerim de haber vermiştir.Böylece sayılarını
söylemeyerek ne kadar peygamber gelmiş ise hepsinin hak ve doğru olduğunu belirterek
iman etmek ise vaciptir.Peygamberlerden bazılarına inanıp bir kısmına inanmamak küfürdür.
4-Kur’an-ı Kerim’de Adları Geçen Peygamberler:Kur’an’da ismi bahsedilen peygamberler
şunlardır;Adem,İdris,Nuh,Hud,Salih,Lut,İbrahim,İsmail,İshak,Yakup,Yusuf,Şuayp,Harun,Mus
a ,Davud,Süleyman ,Eyyüb,Zülkifl,Yunus,İlyas,El yesa,Zekeriya,Yahya ,İsa ve
Muhammed(s.a)
5-Peygamberlik Mertebesi insan çalışmakla dünyada her şey olur,en yüksek mertebeye
çıkabilir,fakat peygamber olamaz.Peygamberlik Allah vergisidir.Her şeyi yaratan ve her şeyi
bilen yüce Allah peygamberliğe kimlerin layık olduğunu bilir ve onu layık olanlara
verir.Onun için o yüksek o büyük rütbeyi zamanına göre layık olanlara vermiş ve onlar
arcılığıyla kendi kanunlarını ,din ve şeraitini kullarına bildirmiştir.Çalışmakla özenmekle o
büyük mertebe ele geçmez.
6-Peygamberler Hakkında Mümkün Ve Vacip Olan Şeyler:Peygamberler bizim gibi
insanlardır .İnsan olmak bakımından ,onlarda bizim gibi oturup kalkarlar ,yiyip içerler
,gezerler ,çoluk çocuk sahibi olur,hastalanır ve ölürler.Bu yönden insanlarla peygamberler
arsında fark yoktur.Yukarıda sayılan şeyler peygamberler hakkında da mümkündür.Onlar için
bir eksiklik değildir.Ancak onlar Allah’ın en sevgili ,en yüksek kullarıdır.Onlar hiçbir günah
işlemezler Haset etmek ,içi dışına uymamak gibi kötü huylardan hiç biri onlarda
bulunmaz.Onlar asla yalan söylemezler .Ne söylemişlerse de hepsi doğrudur.Oldu dedikleri
olmuş,olacak dedikleri şeyler zamanı gelince olacaktır.Yalancıdan peygamber
olamaz.Böylelerini Allah rezil ve aşağılık kılar,yalancılığını çabuk ortaya
çıkarır.Peygamberler emanete hiyanet etmezler.Allah tarafından kendilerine bildirilmiş olan
dini hükümleri ,ilahi şeraitleri Allah’ın kullarına tamamen söylemişler ve hiçbir şeyi
gizlememişler Peygamberler akıllı ve uyanık insanlardır,ahmak insandan ,erkekliği ve dişiliği
belli olmayan insandan peygamber olmaz.Özetle; doğru söylemek ,güvenilirlik ,Allah2tan
aldıklarını olduğu gibi peygambere bildirmek ,ince anlayış ve çabuk kavrayış peygamberler
hakkında inanılması zorunlu olan şeylerdir.(vacip)Peygamberlerin böyle olması
gereklidir.Bunları aksi olmak ,peygamberler hakkında hiçbir surette olamaz ve düşünülemez.
6-Peygamberlik Ne şekilde Sabit Olur? Bir peygamberin peygamber olduğunu ,onun
gösterdiği olağanüstü şeylerle yani mucizelerle anlaşılır.Mucize peygamberlik davasında
bulunan her zatın ,bu iddiasında doğru olduğunu ispat için Allah’ın kudretiyle göstermeye
yetenekli olduğu olağanüstü bir şeydir.Bunlar öyle harika ve akıllara olgunluk verecek şeyler
olacak ki onun gibi bir şeyi başka hiçbir insan yapamayacak .Peygamberlerin mucizesi birçok
insanların istemesi üzerine gerçekleşir.”peygamber isen bize böyle bir mucize göster”
denildiği zaman,peygamber olan kişi ne kadar akılların alamayacağı gibi de olsa Allah2ın
kudreti ile onu göstermeyi başarır.Fakat inanmayanlara “bu mucizenin bir mislini de siz
getirin” denildiği zaman ,buna hiç kimse güç yetiremez.Mucize peygamberlik iddiasında
bulunan şahsın iddiasına uygun ,amacına ters düşmeyecek bir şekilde olur.Maddi sebeplerden
bir şey bile olmaz.Mucizeyi gösteren ahlaki faziletlerle o kadar yükselmiş olacak ki ,adeta
kendi varlığında insanlar arasında büyük ,harika ve ilahi bir mucize halinde kendini
gösterecek ,onun hedefi insanlara Allah’ın bildirdiği doğru yolu göstermek ,onları dünya ve
Ahiret mutluluğuna kavuşturmaktan başka bir şey olmayacaktır.İşte bütün peygamberler
böyle mucizeler göstermişler ve kendi zamanlarındaki inatçıları aciz
bırakmışlardır.Peygamber efendimizde bir çok mucizeler göstermiştir.Ama O’nun en büyük
ve ebedi mucizesi Kur’an-ı Kerim’dir.Kur’an kıyamete kadar kalacak ve inanmayanlar karşı
daima meydan okuyacaktır.Bunun hem sözü hem anlamı büyük bir mucizedir.
8-Peygamberler Allah’ın Vahiy Ve İlhamı: Peygamberin hepside Allah’ın vahyini alma
şerefine ulaşmışlardır.Vahiy demek yüce Allah’ın dilediği şerri hükümleri ve hakikatleri
peygamberlerine bildirmesi demektir.Bunları bazen rüyada bildirir ve bazen de uyanık iken
peygamberlerin kalbine ilham eder.İlham ile olana “vahyini gayri metluk” denir.Hadislerin
çoğu böyledir.Peygamberler ilham yolu ile aldıkları emirleri kendi sözleri ile ifade
ederler.Bazen de yüce Allah dilediğini hüküm ve hakikatleri hiçbir arcı olmaksızın doğrudan
doğruya peygamberine söyler ve işittirir.Bu kısım vahyin en yüksek mertebesidir.Miraç gecesi
peygamberimize verilen vahiy bu yolda olmuştur.Vahyin diğer bir yolu da melek
arcılığıyla ,Allah’ın peygamberine bildirmesidir.Melek Cenab- Hak’tan nasıl almış ise aynen
peygambere okur,peygamberde onu hafızasına alıp ,insanlara bildirir.Peygamber efendimize
Kur’an bu şekilde inmiştir.
9-Peygamberlerin Getirdikleri Dinlerde Bir Olan Esaslar:Bütün peygamberlerin Cenab-ı
Hak’tan alarak insanlar bildirdikleri din hak’tı .Bunların hepsinde hiç değişmeyen ana hatlar
vardır.Her dinde bir olup hiç değişmeyen esaslar işte bunlardır.Din denildiği zamanda
anlaşılan budur.Bütün peygamberlerim getirdikleri dinlerde değişmeyen esaslar şunlardır;
Allah’ın birliğine ,Ahiret gününe,Allah’ın meleklerine
,kitaplarına,peygamberlerine,hayır ve şerrin Allah’ın yaratması ile olduğuna iman etmek
,ibadet ve ahlaktır.
Her peygamber iman ve inanç konusu olan bu genel kaideleri ve bunlara dayanılan
işleri,inanç ile eylem ve hareket arasındaki vicdanı ilişkileri berraklaştıracak ve terbiye edecek
olan ahlak esaslarını ümitlerine bildirmişlerdir.İşte her dinde değişmeyen esaslar
bunlardır.İbadetin şekilleri ile zamanın ve mekanın etkisi altında kalan insani ilişkilere ait
hükümlerin bu esasların dışındadır.Bunun içindir ki değişik zamanlarda ,ayrı bölgelerde ve
başka toplumlara gelmiş olan peygamberlerin bildirdikleri fiil ve hareketlerle ilgili
hükümlerde tamamen veya bir bölümünde değişiklik olması doğaldır.Kur’anın açıklamasına
göre her peygamber yukarıdaki genel esasları bildirmişleridir.Bundan da anlaşılıyor ki ,bir
dinin hak olabilmesi için bu esaslara sahip olması lazımdır.Bunlaradan yoksun olan bir din
,hak olması sıfatını kaybetmiş sayılır.
10-Din Usulunün Her Dinde Bir Olup Şer’i Hükümlerin Yürürlükten Kaldırma Ve Başka
Duruma Getirme Suretiyle Zaman Zaman Değişmesinin Hikmeti:Din usulunün bütün
peygamberlerin bildirmesinde sabit ve değişmez olması,şer’i hükümlerin ise zaman zaman
değişmiş ,öncekilerde bulunmayan bazı hükümlerin konulmuş olması ,akala ,hikmete ve
gelişme kanunlarına uygundur.Biz görüyoruz ki şu kainat daima değişmektedir.Bununla
beraber bunun uyumunu sağlayan ,düzenleyici bir güç vardır.İnsanlık ve onun ihtiyaçları da
her an değişmekte olan evrenden bir parçadır.Yani ,insanları aklı ve kavrayışı ve ona dayana
fiil ve davranışları da günden güne artmaya ve değişmeye açıktır.İşte bunu içindir ki
insanlığın ulaştığı düzeni koruyacak ve öncesinden sonrasına kesintisiz hayat zincirinin
toplamına denk olacak kaideler demek olan din usulü (yani temel esaslar)sabittir.Onlarda
değişiklik yoktur.Fakat ibadetlerin dış şeklinde ,adet ve günlük hayatın işlerine dair olan şer’i
hükümler ,zamanın ,mekanın ve şahısların değişmesiyle değişen ve fazlalaşan düşünme
yeteneği ve insan fiilleri için ortaya konmuş olacağından bunların daima değişmesi
zorunludur.Bunlardan amaç kulların nefislerini temizlemek ,ahlakını yükseltmek,kalplerde
Allah sevgisini ve korkusunu yerleştirmek ,toplum ve medeniyetlerin kurtuluş ve düzenliliğini
sağlamaktır.Onun içindir ki esas uyulması gereken kaideler ve her dinde bir olduğu ,her
peygamber aynı esasları bildirdiği halde ,şer’i hükümler zamanın gerektirmesine göre huy ve
yeteneklerin farklılığına ,insanların ihtiyaçlarına göre değişmiş ve devamlı gelişerek
Müslümanlıkta en üst mertebesini bulmuştur.
11- Şeraitin Ruhu: Bütün peygamberlerin getirdikleri şeraitlerin ruhu şu beş yönelik esasları
almaya yöneliktir.
1- Dini koruma
2- Nefsi (canı)koruma
3- Aklı koruma
4-Nesli koruma
5- Malı koruma
İşte şer’i hükümlerden amaç,Allah’ın insanları kanuni düzenlemelere boyun eğmeye
heveslendirmek ve teşvik etmesindeki hikmet bunları korumak suretiyle ebedi bir mutluluğa
ulaşmaktır.Bütün peygamberler bu esasları korumaya zamanlarına göre değişik yollarla
açıklamışlardır.
12-Yaratılmışların En Üstünü: Canab-ı Hakk’ın yaratılmışların birbirlerine oranla ve
dereceyle üstünlükleri şu şekildedir;
1-Kesinlikle bütün yaratılmışların en üstünü Hz . Muhammed (A.S) dır.
2-Diğer peygamberler
3-Meleklerin büyükleri
4- Peygamberler dışında diğer insanlar
5-Büyük melekler dışında diğer melekler
Şu halde peygamberler bütün insanların ve meleklerin en faziletlileridir.Hz. Muhammed
(a.s)bütün insanların ,bütün peygamberlerin,ve meleklerin en üstünü ve Allah’ın en sevgili bir
kuludur.Allah’ın yarattıklarının ve insanların en büyüğü odur.Ondan büyüğü gelmemiş ve
gelmeyecektir.
13-Son Peygamber Ve Peygamberlik Kapısı:Yüce Allah Hz. Muhammed (a.s)’i peygamber
olarak gönderdikten sonra o kapıyı tamamen kapatmıştır.Ondan sonra bir peygamber yeni bir
din gelmeyecektir.Kur’an-ı Kerim bunu haber vermiştir.Dolayısıyla ondan sonra
peygamberlik iddiasında bulunanlar yalancıdır.Peygamberimiz Muhammed Alehisselam’ın
peygamberliği geneldir.Bütün dünyayı kapsamaktadır.Diğer peygamberler böyle
değildir.Onların her birisi özel bir topluluk ve belli bir zaman için görevlendirilmişlerdir.Hz.
Muhammed’in din ve şeraiti önceki kitapların hükümlerini yürürlükten kaldırmıştır.Kur’anın
hükmü ise geneldir ve ebediyen kalmayacaktır.İşte bizim peygamberler hakkındaki inancımız
böyledir.
AHİRET GÜNÜNE İMAN:
1-Ahiret günü ne demektir? :İmanın beşinci temeli Ahiret gününe inanmaktır.Ahiret gününe
inanmak ,İslam dininin inanç esaslarındandır.Ahiret gününe iman ,Allah’a iman
demektir.Çünkü Allah’ın iyiliklerini tamamlaması için ,öldükten sonra tekrar dirilmeye gerek
vardır. Ahirete inanmayan Allah’a ve peygamberlere inanmamış olur. Ahiret günü demek
Sur’a ilk üfürmeden, ikinci üfürmeye ve ondan cennetliklerin cennete, cehennemliklerinde
cehenneme girmesine kadar geçecek olan zaman demektir. Ya da ikinci üfürmeden başlayıp
sonsuz olarak devam edip giden zamandır. Böylece kıyamet İsrafil(a.s)’ın Sur’a üflemesi
,insanların yeniden dirilmeleri herkese dünyadaki amel defterlerinin verilmesi,amellerin
tartılması bu dünyadaki işlerinden dolayı herkesin hesaba çekilmesi,şefaat,sırat,cennet ve
cehennem bunların hepsi Ahiret gününün tamamlayıcısıdır.Ahiret günü deyince bunların
hepsini kapsar.Ahiretin imkanı yani olabileceği aklen,gerçekleşmesi de peygamberlerin
haberleriyle de sabittir.Bunun içindir ki her müminin bunları bulması ve kabul etmesi
gerekir.Ahirete inanmak dini zorunluluklardan biridir.Şüphe yok ki ,sonradan olan şeyleri
hepsinin bir sonu ,ölümü vardır.Allah’tan başka sonu olmayan yoktur.Her şey er geç
ölecektir.Dünya’nın ölümü Sur’a ilk üfleyişle başlayacaktır.Sur’a ilk üfürme zamanı gelince
Allah2ın emriyle Hz. İsrafil’in ilk defa olarak Sur denilen ve içeriği ,nasıl olduğu bizce belli
olmayan bir şeyi üfürmesi ve bununla ansızın meydana gelecek pek şiddetli bir haykırış
demektir.Bunun etkisi ile yerlerde ve gökte bulunan bütün yaratıklar ölecek ,ancak Allah’ın
istedikleri kalacak .Bir müddet sonra onlarda ölecek bu suretle dünyada bir canlı kalmayıp
dünya değişecek ,yerlerin ve göklerin düzeni bozulacak ,yer yerinden oynayarak her şey alt
üst olacak ,kainat başka bir şekle bürünüp yeni bir alem meydana gelecek.İşte dünyanın
ölümü ve kıyamet budur. Şunu hemen söyleyelim ki kıyametin ne zaman kopacağını
Allah2tan başka kimse bilemez. Çünkü Allah bildirmemiştir. Yeryüzünde “La ilaha illallah”
diyen yani bir Allah’a dair eserler ve hadisler vardır. İnsanın kendi ölümüne küçük kıyamet
,dünyanın ölümüne ise büyük kıyamet denir.Kıyamet koparak dünya harap olup Allah’tan
başka her şey yıkılıp yok olduktan sonra ,zamanı gelince yüce Allah israfili yaratacak ve
Sur’a ikinci üfürmeyi emredecektir.Allah’ın emriyle İsrafil (a.s) tarafından ikinci kez Sur
üfürülecek ,bunu üzerine Allah’ın emriyle bütün yaratıklar yeniden diriltilerek kabirlerinden
kalkacaklardır.Ve şaşkınlık içinde bekleyeceklerdir.Buna öldükten sonra tekrar dirilme
denir.Diriltme ,soru sorma,amelleri tartma –ölçme,sırat ,Kevser,cennet ve cehennem işte hep
bundan sonradır.Biz kalbimizle inanıp kabul eder ve dilimizle söyleriz ki;”her şey gibi
dünyanın da bir sonu vardır;bir gün gelip dünyanın düzeni değişecek ,kıyamet kopup başka
bir alem olacak,her şey öldükten sonra insanlar Allah’ın emriyle tekrar dirilecek ,herkes
dünyada işlediğinden sorguya çekilecek,yaptıkları iyilik ve fenalıkları görüp anlayacak,haklı
haksız ayırt edilecek,kimin kimde bir hakkı varsa alınacak ,iyiler cennete kötüler cehenneme
girecek,böylece her insan dünyada yaptığının cezasını görecek ,o gün teniz kalpten ya da
yapılmış olan güzel ve hayırlı işlerden ,iyiliklerden başla bir şey fayda
vermeyecektir.Dünyada Allah’ın emirlerini tutmuş ,peygamberlerini tanımış ,hiç kimseye
kötülük etmemiş ,elinden geldiği kadar iyilikte bulunmuş olanlar cennete girecek
,Allah’ına ,Allah’ bağışlarına ve her türlü nimetlerine kavuşacak ve sonsuz olarak orada
kalacaktır.
2-Müminler Allah’ı Nasıl Görürler:Müminler kendileri cennette oldukları halde Yüce Allah
Hazretlerini herhangi bir yön ,mekan ve şekilden uzak olarak görmek şerefine
ereceklerdir..Ahirette müminlerin Allah’ı görecekleri vahiy ile sabittir .Bunun aslına iman
ederiz.Dünyada Allah’ı ve peygamberi tanımamış ,eliyle diliyle herkese kötülükte bulunmuş
olanların gidecekleri yer cehennemdir.Müminlerin devamlı cennette ödül almaları
,diğerlerinin de cehennemde azap görmeleri ,kendileri de kuvvetlenmiş bulunan yok olmak ve
kendilerinden ayrılmak bulunmayan inançların eseridir.
3-Peygamberlerin Şefaati Ve Peygamberimizin Şefaatinin Genel Olması:Ahiret gününde
,Allah’ın izniyle bütün peygamberler için şefaat haktır.Şefaat demek günahları olan
müminlerin günahlarının affedilmesi,günahı olmayanların daha büyük mertebelere erişmesi
için peygamberlerle,Allah yanında mertebeleri yüksek olanların Allah’a yalvarmaları
demektir.O gün peygamberler gibi Allah’ın sevdiği has kulları da ,Allah’ın izniyle şefaat
ederler.Peygamberimizde ümmetinin günahkarlarına şefaat edecektir.Aynı zamanda
peygamberimizin geniş ve kapsayıcı bir şefaati olacaktır.Toplanma günü (mahşer) bütün
yaratıklar ıstırap ve heyecan içinde bulundukları bir sırada bunların hesapları bir an önce
görülmek için şefaat edecek olan yalnız peygamberimiz Hz. Muhammed(a.s)’dır.İşte buna
büyük ve umumi şefaat denir.
Müminlerin günahkar olanları bir süre azap gördükten sonra Allah’ın iyilik ve bağışlarıyla
cennete girerler. Müşrikler cehennemde ebedi kalırlar. Cennet ve cehennem yaratılmış şu an
vardırlar ve yok olmazlar.
4-Ölünün Kabirdeki Hali: İnsan ölür ölmez bir de kabir suali , kabir azabı ya da kabir
istirahatı vardır. Peygamberimiz” kabir cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem
çukurlarından bir çukurdur” buyurmuşlardır. Yani insan öldükten sonra ya cennet
bahçelerinden bir bahçede yahut cehennem çukurlarında bir yerde demektir. İnsan teni çürür,
fakat ruhu ölmez.Her kim neye sahip olarak ölürse nasibi kendini bulur.Öyle ise kabir azabı
veya istirahatı ,kıyamet ,Ahiret ,öldükten sonra dirilmek ,amellerin tartılması,Kevser
suyu,sırat,peygamberlerin şefaati,peygamberimizin aynı zamanda umumi şefaati ,cennet ve
cehennem hepsi haktır. Bunların hepsi aklen mümkün olan şeylerden olup ,doğru söyleyenler
yani peygamberler haber vermişlerdir.Kıyamet ve Ahiret durumları ,Kur’an- ı Kerim de uzun
uzadıya sözü edilip açıklanmıştır.Biz bunların hepsine iman ederiz,olacaklarına şüphe
etmeden inanırız.Ahirete inanmayan mümin ve Müslüman değildir.
5-Önemli Bir Uyarı: Ahrete ait olayların dünyadakilerle ölçmeye kalkışmak doğru
değildir.Ahiret alemi başka bir alemdir.Ahirette olan şeylerin ancak dünyada adları
vardır.Oradaki vücutlar o aleme uygunluk gösteren vücutlardır.
“İsrafil Sur’ a üfürecek , insanların amelleri tartılacak ,herkesin defteri ortaya çıkacak ,sırat
köprüsünden geçilecek ,cennette şöyle nimetler var” denildiği zaman aklımıza dünyada
bildiğimiz bir boru, bir terazi ,bir köprü,kağıttan defter gelmemelidir.O aleme ait
bulunanların hepsi o alem cinsinden ,sonsuzluk alemine uygun şeylerdir.Onların gerçeğinin
nasıl olduklarını Allah’tan başka kimse bilmez.Cennet meyveleri,cehennem ateş,de
böyledir.Onlar bizim bildiğimiz ve gördüğümüz şeyler gibi değillerdir. Biz bunların yalnız
asıllarına iman eder ve gerçekliliğini Allah’a bırakırız. İşte bu nokta önemlidir.Bunu
anlayamayanlar cennetin duvarlarını muhallebiden,nimetlerinin ise dünyadakilerin aynısı
görme hatasına düşmüşlerdir.
6-Ahiret Gününe İmanın Pratik Hayatta Değeri: Şimdi bir de Ahiret inancının insanı pratik
hayatta nasıl yükseltebileceğini düşünelim. Ahirete iman demek daha yüksek ve ebedi bir
hayata iman demektir.Bu dünyaya ,ilim ve fazilet kazanarak bulunduğu hayattan daha yüce ve
sonsuz bir hayata yükselmek için geldiğine ve o alemdeki mutluluğun burada kazanacağı
yüksek ,ilim ve faziletlere bağlı olduğuna iman etmiş bir insan ,için dünya ilim ve ahlaki
faziletler için en yüksek basamağına çıkmaya çalışmak en birinci görev olmuş olur.Bu iman
ve inancın gösterdiği yolu tutarak aklını,ahlakını,gerçek ve müspet ilimlerle parlatır,temizler
çünkü bilgisizliğin doğuracağı noksanlıklar ,amaç ve hedeflerine erişmesine engel
olacağından korkar.Yaradan Allah tarafından kendisine verilen ekli kuvvetleri ,insani
özelikleri yaratıldıkları amaçlara harcayarak hiç durmaksızın daima ahlakını
güzelleştirir,ahlaksızlığın doğuracağı kötülüklerden kendini temizlemeye çalışır.Bu şekilde
kendinse vadedilmiş olan o yüksek olgunluğu elde etmeye var gücüyle çalışır.
Böyle bir inanca sahip olan insan her işinde istikametten ayrılmaz.Para kazanıp zengin
olmak isterse kazancını meşru yollarda arar.Hile,aldatma,kötülük ve rüşvet yollarına
yaklaşmaz.İlmi ve mali kazancını daima yerine ve faydalı işlere harcar.Kendi hakkını bilir,
başkalarının hakkını gözetir.Kendisi için uygun görmediği bir işi başkaları içinde uygun
görmez.Görevlerini tam tamına ve vaktine yapar .Çünkü bir ödül ve ceza gücünün varlığına
,herkesin bu dünyadaki işlerinden dolayı Allah’ın huzurunda sorguya çekilecekleri onun
kalbinde yer etmiştir.Buna iman etmiş olan bir insan doğruluktan ayrılmaz.Bundan dolayı hiç
kuşku duymadan diye biliriz ki,gerçek bilgi ve yüksek faziletler üzerine kurulmuş sağlam bir
medeniyete doğru yol almaya insanı götüren en yüksek aydınlatıcı öğretici en doğru kılavuz
ancak inançtır.Adaletten oluşmuş bulunan doğru yolda hiç sapmadan gitmek ,herkesin kendi
haklarını bilerek başkalarının haklarını gözetmek esasına dayanan sosyal bir toplumun devamı
ve yaşamsı da bu inancın varlığına bağlıdır.
Milletler arasındaki bağların ve ilişkilerin sağlam bir duruma gelmesini kolaylaştıracak olan
en büyük araç yine inançtır.Bu inanç bireylerin kalbinde ne kadar kuvvetli olursa ,toplumlar
arsı ilişkilerde o derce sağlam olur.Çünkü herkesi kendi sınırında durdurup başkasının
sınırına geçirmez.Bu inançtır ki insanların kalbine barış duyguları saçan ezeli bir
ruhtur.Çünkü barış hissi adalet,sevgi,ve doğruluğun meyvesidir.Bunlar ise güzel ahlakın
oluşturduğu şeylerdir.Güzel ahlakta bu inancın aşılamış olduğu bir şeydir.Bu inancın önemini
anlamak güç bir şey değildir. Bir sınıf insanlar düşününüz ki onlar bu inançtan tamamıyla
yoksun bulunsunlar.Bu inanç onların kalbine bulaşmamış olsun.Göreceksiniz ki yalan
,hile,münafıklık,rüşvet .yolsuzluk, zulüm,cana ve mala tecavüz ve haksızlık gibi ne kadar kötü
huylar varsa hepsi onlarda mevcut.İnsanı hayret düşürecek bütün kötülükler onlardan
fışkırmakta.Öyle ilim ve irfan yoksulu ,cehaletin verdiği kötülükle ,inanç ve bozukluğu ile
inlemekte olan insanlardan başka ne beklenebilir ki?
1-Kader Ne Demektir? :İmanın esas temellerinden biride “kadere iman”’dır..Yüce Allah
Hazretlerinin,ezelden ebede kadar olacak şeylerin zaman ve mekanını
,vasıflarını,özelliklerini,kısaca ne şekil ve ne zaman olacaklarsa onların hepsini ezelde(daha
onlar yokken )bilip o şekilde sınırlarını çizmesi ve takdir buyurmuş olmasına KADER
denir.Bu Allah’ın ilim sıfatıyla ,ilgilidir.
2-Kaza Ne Demektir? :Cenab-ı Allah’ın ezelde irade ve takdir ettikleri şeylerin zamanı
gelince her birsini ezeldeki ilim ve irade ile takdirine uygun bir şekilde yaratması da KAZA’
dır ki bu yaratma (tekvin)sıfatıyla ilgilidir.İşte itikattaki mezhebin kurucusu Maturidi’den
aktarılan asıl tanımlama bunlardır.Şöyle de tanımlanabilir;kaza ezelde iken bütün eşyanın
vücuduyla ilgili olan ilahi ilim ,yahut ilmine uygun bir şekilde kainatta ezelden gelen ve ilgi
kuran ilahi irade ,Yani yüce Allah’ın sonradan olacak şeylerin hepsini,nasıl olacaklarsa öylece
ezelden bilmiş olması kaza’dır.Zamanı gelince her şeyin ilim ve irade sıfatına uygun olarak
Allah tarafından yaratılması da kaderdir.
3-Kaza Ve Kadere İman , İlim,İrade Ve Yaratma(Tekvin) Sıfatlarına İman Demektir:
Her ne şekilde tarif edilirse edilsin ,kaza ve kadere iman demek,yüce Allah’ın
ilim,irade,kudret ve tekvin sıfatlarına,bunların genel ve kapsayıcılığına ve ezelde takdir
edilmiş olduklarına iman etmek demektir.Şu şekilde daha açık bir ifade ile anlatmak gerekirse
şöyle deriz: Kaza ve kadere iman demek hayır ve şer ,iyi ve kötü,acı ve tatlı,canlı ve cansız
her ne varsa onların hepsi Allah’ın bilmesi takdiri, dilemesi ve yaratması ile olduğuna ve
Allah’dan başka yaradan olmadığına inanmak demektir.Allah’ın eksiksizliği,tam ve
mükemmel sıfatlarına iman eden her Müslüman ,şüphesiz kaza ve kadere de iman etmiş
olur.Şu kadar ki özel bir öneme sahip olduğundan kaza ve kadere imanın farz ve zorunlu
olması ayrı bir esas olarak belirtilmiştir.
4-Yaradan Yalnız Allah’tır:Evet her şeyi yaratan yalnız yüce Allah’tır.O’ndan başka yardan
yoktur.Yüce Allah meydana gelen ve gelecek olan her ne varsa önceden onları biliyordu ve
bildiği,dilediği gibi,takdir ettiği zamanı gelince ilmine,iradesine ve takdirine uygun olarak
yarattı.
5-İnsanın Kendi Dilemesi Ve İstemesi İle İşlediği İşler Vardır:Kainatta Allah’ın
ilminden,iradesinden,takdir ve yaratmasından hariç hiçbir şey yoktur.Bütün hadiseler
,insanların her iş ve hareketi yüce Allah’ın takdiri ve yaratmasıyla meydana
gelmektedir.İnsanların irade ve ihtiyar sahibi (dilediğini yapar)bir yaratık olması da Cenab-ı
Allah’ın dilemesi ve takdir buyurmasıyla olmuştur.Allah insanın istediğini yapabilir bir
durumda olmasını dilemiş ve böyle bir kudrette yaratmıştır.Bunu içindir ki insanlar kendi
istek ve seçmesi ile bir şey yapmak veyahut yapmamak gücüne sahiptir.İki seçenekten birini
tercih edip seçebilir.Sevap ve cezaya,sorumluluğa dilediğini yapmakta serbest olan bu işlerine
göre hak kazanırlar.Yüce Allah Hazretleri tercih hürriyetine bağlı olan bu işleri ,insanların
dilemesine ve seçme kapasitelerine uygun olarak idare eder ve yaratır.İlahi kanun bu şekilde
gerçekleşmektedir.6-Kul İradesini Hangi Yönde Kullanırsa Allah Onu Yaratır:Her şeyi takdir
edip yaradan yüce Allah’tır;fakat çalışıp kazanan ,işi yapan kulun kendisidir.İyi ya da kötü
işten birisini beğenerek seçip almak kula ait bir iştir. Kul irade ve seçme hürriyetini hangi
yönde kullanır, Örneğin Allah herkesin rızkını takdir etmiştir.Hangi tarafı tercih ederse Yüce
Allah da ona uyumlu şekilde yaratır.Fakat kaderinde olan rızkını arayıp bulması ,Allah’ın
kendisine vermiş olduğu irade ve seçme kapasitesi ile herhangi mümkün olan bir şeyi yapıp
yapmamasında insan serbesttir. Bunun içindir ki insan her işlediğinden sorumludur.Hayır
işlenmişse mükafatını ,kötü bir şey yapmış ise cezasını görür.
7-Kaza Ve Kader Sorumluluktan Kurtulmaya Gerekçe Gösterilemez:Kaza ve kader iman
farzdır.Fakat insanlar bunu kendilerine bahane ederek sorumluluktan kurtulamazlar.Yani bir
insan “Allah böyle takdir etmiş ben ne yapabilirim” deyip de günah olan bir şeyi yapmaya
kalkışmayacağı gibi böyle bir fenalığa bulaştıktan sonra “ben ne yapayım Allah’ın takdiri
böyle imiş” diye kendini maruz gösteremez.Çünkü insanların işleri ,ne ortaya çıkmadan ne de
ortaya çıktıktan sonra kaza ve kadere dayandıramaz.Zira Allah’ın takdirinin nasıl olduğu
tarafından yapılan işlerin oluşma zamanına kadar bizce belli değildir. Evet kaderin içerdiği bir
sırdır.Cenab-ı Haktan başkası ona erişemez Bundan dolayı kendi arzu ve isteklerimizle
yapmış olduğumuz bir işi bizce ne yolda olduğu belli olmayan ezeli takdire nasıl
dayandırabiliriz?Belki biz istek ve irademizi o yöne sevk etmek suretiyle ilahi takdirin bu
şekilde gerçekleşmesine kendimiz sebep olduğumuzdan dolayı sorumlu oluruz.Biz irademizi
o yönde kullanmasaydık ilahi takdir öyle gerçekleşmeyecekti.
8-Kaza Ve Kader Deyip de Çalışmayı Bırakmak Dinimizce Sakıncası Olmayan Bir Şey
Midir?
Kaza ve kadere güvenipte çalışmayı bırakı vermek ,her hangi bir işin sebebine yapışmamak
,sebeplere sarılmayı tevekküle engel saymaktan dinen sakındırılmışızdır. Yüce Allah her şeyi
bir takım sebeblere bağlamıştır.Her insanın rızkının takdir etmiş, fakat o rızkın ele geçmesi
için bir takım sebepler yaratmıştır.O sebeplere baş vurmazsak kaderde olan rızık
gelmez.Yukarıda da işaret edildiği gibi ilahi kanun bir takım sebeplerle gerçekleşmektedir
Ona uymak her durumda gereklidir.”Kader ne ise öyle olur, insan biraz Allah’a tevekkül
etmeyi bilir” diyerek yeterli gayreti göstermemek dini kabul etmediği bir şeydir.
9-Tevekkül Ne Demektir? : Tevekkül ;amaca ulaşmak için gerekli olan maddi ve manevi
sebeplerin hapsini yapıştıktan ve başka hiçbir şey kalmadıktan sonra Allah’a güvenmek ve
ondan ötesini Allah’a bırakmak demektir.Örneğin;bir çiftçi önceki vaktinde tarlasını
bakımdan geçirip; adam akıllı emek verir. Tam zamanı gelince sürer,tohumu tarlaya atar,
kendisi için yapılması gereken ne varsa hepsini yapar, bundan sonra Allah’a bundan sonra
Allah’a tevekkül eder.” Artık kaderimde ne varsa olur” der. Yoksa bunların hiç birisini
yapmadan “adam sende biraz da tevekkül edeceksin kader neyse öyle olur” demek dinimizce
doğru değildir buna son derece dikkat etmek gerekir.
10-Hayır Ve Şer: Allahtan başka yaratıcı olmadığı için hayır ve şer suretinde ortaya çıkan her
şey Alah’tandır.Ve O’nu yaratmasıyla vücut bulmuştur. Onların hepsi yüce Allah’ın kaza ve
kaderine bağlı, birer hikmet ve faydayı içinde barındırmaktadır. Yüce Allah’ın her işinde bir
takım hikmetler ,kainatın düzen ve tertipliliğine, halkın faydasına yönelik çok önemli iyilikler
vardır .O’nu yaratığı şeyler arasında boş ve faydasız bir şey yoktur.Çünkü ilim ve hikmetle
vasıflanmış yegane yaratıcıdır .Buna göre bizim kötü, fena gördüğümüz şeyleri yaratmasında
da bizim bilmediğimiz bir hikmet vardır. Bazı insanlar hakkında Zaralı görülen bir şey
başkalarına ve umuma oranla faydalı olabilir. Öyleyse kötü ve fena gördüğümüz bir takım
şeyleri yüce Allah’ın yaratması kötü ve çirkin değildir .Onların kötü olması bize oranla.
olduğundan , biz insanlar için o gibi şeylerin yapmak çirkin ve sorumluluğu gerektirir
11:İnsanlardan Ortaya Çıkan İşler Ve Neticesi:İnsanların işleri iki şekilde olur.Birincisi kendi
dilemesi ve isteğiyle yaptığı işler diğeri ise kendi isteğiyle olmayan işler.Birincisini hür
seçimiyle , ikincisini ise mecburen yaptığı iştir.Yazı yazarken, bir şey yaparken elimizi
kımıldatırız , bunu isteyerek yaparız .Bazı insanlarda bir rahatsızlık sonucu eli daima eli titrer
ve istemediği halde bu olur. Ne kadar uğraşsa da elinin elinin titremesine neden olamaz .İşte
bu onum kendi gücünü aşan bir şeydir.Uyurken bilmeyerek birisini vurmak da böyledir.Her
ne şekilde olursa olsun bizi de , yaptıklarımızı da yaratan Allahdır .Ancak bilerek irade ve
isteğimizi kullanarak yaptıklarımız bizim işimizdir.İrademiz o yöne kullanmakla meyden
gelmiştir.Biz yaptık diyebiliriz.Bundan dolayı onlardan sorumluyuz. Fakat ötekilerde
irademizi kulanmadığımız için sorumlu değiliz. Bir kimsenin zorlaması ile değil kendi
arzumuzla yapmış olduğumuz ibadetler , hayır ve iylikler , günah ve fenalıklar Allah’ın
ilmi, kazası ,takdir ve dilemesiyledir.O’nun dilemediği bir şey olmaz .Bununla beraber itaat,
ibadet, hayır ve iylikler O’nun emridir.Onları yapmamızı söylemiş ve emretmiştir.Onları
sever ve onları yapmamıza razı olur. Halbuki günah ve fena olan şeyleri emretmeyip, aksine
onlardan uzak durmamızı söylemiştir . Yani onları sevmez ve onları yapmamıza razı
olmaz.Yüce Allah’ın razı olmadığı bir şeyi yapmak dinimizin izin vermediği bir şeydir.
12-Rızık Meselesi: Her canlının yaşayabilmesi için gerekli olan rızkını da takdir buyuran
yüce Allah’tır.Kainatta rızkı veren yalnız O’dur.Rızıklarımızda Onun ilmi, takdir ve
iradesiyledir. Yalnız rızkını arayıp bulmak insan aittir.Bir insan helal ile beslendiği gibi
haram ile de beslenebilir.İnsan öz iradesi ile nasıl isterse , yüce Allah o şekilde yaratır ve
verir. Bununla beraber haram ile beslenmeye razı değildir . Helal yolunu bırakarak haram
yollarla kazanmalarına rızası yoktur. İşte bunu içindir ki Allah’ın rızasına uygun iş
yapanlar mükafatlandırılırlar.Razı olmadığını işleyenler ise cezalandırılır.Allah onlara işlerine
göre ceza verir.Dolayısıyla haram yiyen bir ,İnsanda mutlaka cezasını görür.
13-Ecel Meselesi:Her şeyi yaratan ve hepsinin rızkını veren yalnız yüce Allah olduğu
gibi,onları yok edip öldürende O’dur.Diriltmek ve öldürmek onun işidir.O’nun takdiri ve
yaratmasıyladır.Canlı olan her yaratığın Allah yanında belli ve takdir olunmuş bir eceli
vardır.Ecel demek;hayatın sonu,yani ölüm için belirli ve kaderde olan vakit demektir.Her ne
şekilde olursa olsun ecel denilen vakit gelince,ölün denilen olay meydana gelir.Bir dakika bile
sonraya kalmaz.Dolayısıyla ecel birdir.Ehli sünnet inancı da budur.Hakikat de bulunan
ibarettir.Öldürülmüş olan bir insan Allah katında belirlenmiş olan eceli ile olur.İnsan kaza ve
kaderi ,ilahi ilmin ezelde ne şekilde yazıldığını bilemez.Ona düşen görev Allah’ın emrettiği
şekilde hayatını koruyup ,kendi ecelinin gelmesine sebep olmamak ve başkasının hayatına
tecavüz etmemektir.Allah’ın verdiği canı almak yine Allah’a aittir.Bunun içindir ki bir insanın
canına kıymış olan bir insan, cezasını görür.Çünkü kendi irade ve arzusuyla onun ecelinin
gelmesine,o adamın ölmesine sebep olmuş ve Allah’ın istemediği razı olmadığı çirkin bir işi
yapmış ve Allah’ın emrine karşı gelmiştir.İşte ehli sünnet inancı budur.
ŞİRK VE ÇEŞİTLERİ:
İnsanın Allah’a olan kulluğunun gereği sağlam bir inanç üzerinde ibadetlerini yapmaktır.
Böyle doğru bir itikat üzerinde yapılan az bir amel bile Allah katında çok makbul olur.Aksi
takdirde inançtan hafif sapmalar ,bozulmalar olduğunda bile insanın bir çok amel ve ibadetleri
boşa gider, kabul olunmaz.Kuran-ı incelediğimizde peygamber zamanında ki müşrikler bile
putları Allah ile aynı seviyede görmezlerdi.Hatta onların mahluk bir kul olduğunu kabul
ediyorlardı.Ancak onların şevke düşmeleri ve o putlara dua edip yalvarmaları,onlar adına
adak adamalar ve kurban kesmeleri,Allah ile kendileri arasında o putların bir şefaatçi ve Allah
vekilleri olacağına inanmalarındandır.Öyle ise kim bir şeye kafirlerin putlarına yaptığı gibi bir
muamelede bulunursa,şirk konusunda Ebu Cehil’den farkı yoktur.Şirk lugatta ortak kabul
etmek anlamına geldiği gibi ,dindeki anlamı ise yüce Allah’ın uluhiyetinde sıfat ve fiillerinde
eşi ve ortağı bulunduğunu kabul etmektir.Şirke düşen insan kafir olduğu için şirk bir küfür
çeşididir.İmamı Azama göre küfür şirkten daha umumi olup şirki de içine alır.Bu anlamda her
müşrik kafirdir.Her kafir müşrik değildir.Şirki daha iyi anlayabilmek için tevhidin derecelerini
bilmek demektir.Bunlar 4 dereceden meydana gelmektedir.
1-Vacibul Vücud-u: yalnız Allah’ın sıfatı olarak bilmek başkalarının varlığı hiçbir zaman
vacip değildir.
2-Rububiyet Tevhidi:Arşın,göklerin ve yerlerin her şeyin yaratıcısının Allah olduğunu
bilmek.Tevhidin bu iki derecesini inkar ne müşrik araplarda ne de yahudi ve hristiyanlar da
görülmüştür.Nitekim Kur’anda bu iki hususun herkes tarafından kabul edildiğini biliyor.
“Gökleri ve yeri kim yarattı diye sorarsan elbette her şeye galip olan ve her şeyi bilen Allah
yarattı diyeceklerdir”(Zuhruf-9)
3-Göklerin ve yerin iradesinin Allah’a ait olduğuna inanmak
4-Allah’tan başkasını ibadet edilmeye layık görmemektir.(Uluhiyet tevhidi)
İşte Kur’an bu son iki mertebe üzerinde durur ve bu noktalarda kafirlerin şüphelerini ikna
edici bir şekilde reddeder.Görülüyor ki şirk sadece Allah’a birisini veya bir şeyi denk tutmak
ya da eş tutmak değildir.Gerçekte şirk insanın Allah’ın sırf kendi “zatı” için yapılmasını
istediği ve kulluk manasına geldiğini belirttiği bazı hal ve hareket tarzlarını insanlardan birine
yöneltmesiyle oluşur.Şirk önem konusuna göre 3’e ayrılır.
1-Büyük şirk
2-Küçük şirk
3-Gizli şirk
BÜYÜK ŞİRK:Allah’ın affetmediği sahibinin kesinlikle cennete giremeyeceği şirktir.
Büyük şirkin çeşitleri;
a)Allah’ın birliğine iman etmeyerek iki Allah kabul etmek. Mecusilere inancı bu türdendir.
Onlar iyilik ve kötülük için iki ayrı ilah olduğuna inanırlar bunlar bu yüzden müşrik kabul
edilir.
b)Allah’ın baba-oğul-Ruhul Kudüs gibi unsurlardan bir araya gelmiş olduğuna inanmak
Allah’ı böyle üç unsurdan bileşik kabul etmekte şirktir. Allah’ın birliğini bozan bir inanıştır
Hristiyanların inancıda böyledir.
c)Allah’ın bir olduğunu söyledikleri halde kendilerini Allah’a yaklaştırmak maksadı ve onun
yanında şefaatçi olur yani hesap günü kendilerine yardım edecek inancı ile yahut sırf
babalarına uyarak putlara tapmakta bir çeşit şirktir. Allah’a bir ortak kabul etmektir.Buda
ilahlık makamının tekliğine aykırıdır.
d)Etkiyi yalnız görünüşte sebeplere vermek ve tabiatın gerçek bir etki kaynağı olduğuna
inanmakta tevhide aykırıdır. Ve şirktir. Etki de bulunma yeteneğini tabiata veren ve “tabiat
yapıyor” diyenlerde onlara uyanlarda bu tür müşriklerden sayılır. Ancak her şeyin sebeplerine
bağlı olduğuna sebepsiz bir şey olmamakla beraber sebebi de O’na bağlı sonucunda Allah’ın
yarattığına inanmak ise şirk değildir. Çünkü Allah her şeye bir sebep göstermiştir.Böylece her
şeyin sebebine iyice yapışmak “sebebine yapışmadan iş olmaz” demek tevhide aykırı değildir.
Tevhide aykırı olan , her şeyi yalnız tabiata ve görünürdeki sebeplere vermektir.
e)İbadeti Allah’ın emri olduğu için değil, şahsi ve dünyevi amaçlar için yapmakta bir çeşit
şirktir.
KÜÇÜK ŞİRK: Eğer Allah’ın rahmeti olmazsa ve ölümünden önce tövbe etmezse ,kendisine
yaklaşanın ve üzerinde ısrar edenin kafir olarak ölmesinden korkulan büyük günahlardandır.
Küçük Şirkin Çeşitleri:
1-Allah’dan başkası adına yemin etmek
2-Halka ve ip takmak
3-Nazar boncuğu ve muska takmak(eğer muska Kur’an ayetleri veya Allah’ın isim ve
sıfatlarından birini içerirse bu durumda bunun takılması bazı alimlere göre caiz bazılarına
göre caiz değildir.
4-Üfürükçülük
5-Büyücülük
6-Müneccimlik ve ruh çağırma
7-Kahin ve falcılara inanma
8-Uğursuzluğa inanma
9- Evliyaların ve Salihlerin mezarlarına adakta bulunmak
Riya şirki: Bunda maksat özelde Allah’tan başkasına yönelmektir.Amalin kendisi dıştan
güzel olabilir.Örneğin çok düzgün namaz kılan bir kimse Allah’ın değil de insanların rızasını
kazanmak için bu ibadeti yaparsa ya da “bu ne kadar salih bir insan” desinler diye yaparsa bu
amelde o insan şirke düşer.Ve bu küçük şirktir.İnsanlara gösteriş için mal harcayıp hayır
yapmakta böyledir.Ya da gayesi insanların övgüsünü kazanmak olan herhangi bir ameli
işlemekte gizli bir şirktir.Peygamber de bir hadisinde “ben sizin için en çok gizli şirkten
korkuyorum” dedi sahabelerde “küçük şirk nedir ya Resulullah ?”dediler.O’da “riyadır”
buyurdu.Allah Teala kişinin kasten yaptığı bir şirki bağışlamaz.Ancak rahmeti gereği kasden
olmazsa bu gizli şirki affediyor.
Tevhidin Hayata Etkileri:Şirkin kirlerinden arınmış tevhid bireyin hayatında veya bunun
üzerinde kurulduğu bir ümmetin hayatında en olgun meyveleri verir.Hayatta en yararlı
sonuçlarını verir.İşte bunların bazıları:
1-İnsanın Hürriyetine Kavuşması:Tevhid gerçekten insanı yaratan rabbinden başkasına ibadet
etmekten ,aklını hurafe vehimlerden kurtarır.İnsanın firavunların,rablerin Allah’a karşı ilahlık
iddiasında bulunanların sultasından kurtulası sadece Allah’a boyun eğmesi,tevazu
göstermesi,teslim olmasıdır.Böylece La ilahe illallah bütün zorbaların sahte ilahlık tahtından
aşağıya indirilmesi müminlerin hayatının yüceltilmesi ve Allah’tan başkasına boyun eğmenin
reddedilmesi ile gerçek hürriyete insanı ulaştırır.
2-Dengeli Bir Kişiliğin Oluşması: Tevhid hayatta yönü belli olan ,amacı net yolu çizilmiş
dengeli bir kişiliğin ortaya çıkmasına yardım eder.Mümin kişi sevinçli ve üzüntülü anlarında
kalabalıkta veya yalnız başına kaldığında kendisine dua ettiği ,onu razı edecek küçük ve
büyük amellerde bulunduğu yalnızca tek bir ilah vardır.Kalbini çeşitli tanrılara ,şu veya bu
puta taksim eden ve böylece kararsız ve huzuru bulamamış müşriğin halinden farklı bir
durumdur bu.
3-Tevhid İnsanın Güvenliğinin Kaynağıdır: Tevhid insanın nefsini güvenle
doldurur.Rızık,ölüm,hayat ,çoluk çocuk,cin ,ölümden sonraki hayat gibi konularda korkuya
giden yolu kapatır. Muvahhid mümin Allah2tan başkasından korkmaz.Bundan dolayı insanlar
korktukları zaman o korkmaz.İnsanlar endişelendiğin de o güven içindedir,diğerleri
heyecanlandığında o sükun halindedir.
4-Tevhid Psikolojik Kuvvetin Kaynağıdır: Tevhid , sahibine verdiği manevi güçle zorluklara
karşı direnmesini sağlar.Nefsi,Allah’a umut,güven,tevekkül,kazasına boyun
eğmek,musibetlere karşı sabır ve yaratıklardan uzaklaşıp Allah’a yakın olmakla dolar.Başına
her ne bela gelirse gelsin yaratıcısına sığınır ve O’ndan yardım bekler.
5-Tevhid Kardeşliğin Ve Eşitliğin Temelidir: Tevhid , insanın özgürlüğünün ,şeref ve izzetinin
korunmasında bir temel olduğu gibi ,insani kardeşliğin ,beşeri eşitliğinde temelidir.Çünkü
kardeşlik ve eşitlik ,kimileri kimilerinin rableri olduğunda insan hayatında gerçekleşmez.Ama
hepsi Allah’ın kulları olursa işte bu,insanlar arasında kardeşliğin ve eşitliğin temeli
olur.Böylece uluhiyetin sadece Allah’a ait olması ,Hz. Muhammed(s.a)’in Allah’ın kulu ve
resulu olması gerçeği,insanlar arsındaki kavim ,renk,soy üstünlüğü prensibi kökten kaldırıp
atar.”Allah katında en değerli olanınız takvaca en üstün olanınızdır”(Hucurat-13)
Şirkin Zararları:
1-Şirk İnsanlar İçin Bir Zillettir:İnsanın değerinin ve yerinin düşmesidir.Allah onu
yeryüzünde halifesi kılmış,onu şerefli kılıp,bütün isimleri öğretmiş yer ve gökte bulunan her
şeyi onun hizmetine vermiş ona bütün bu evrenin yönetimini vermiştir.Ancak o değerini
bilmemiş evrendeki bazı yaratıkları ibadet ettiği ,boyun eğdiği,secde ettiği bir ilah
kılmıştır.Bugün insanlığın içinde bulunduğu zillet göründüğünden daha fazladır.Milyonlarca
insan ,canlı iken insana hizmet etsin,kesildiğinde de yenilsin diye yaratılan ineğe
tapmaktadırlar.Bu nasıl kutsal bir mabud olabilir.
2-Şirk Hurafelerin Yuvasıdır:Şirk hurafe ve batıl inançların yuvasıdır.Evrende Allah’tan başka
güç sahibi yıldız,cin, şahıs ve ruhların bulunduğuna inanmaktır.İnsan aklını her türlü hurafeyi
kabul etmeye ,falcı,büyücü,kahin gibilerin evrende bir takın gizli güçlerle ilişkiyi gerek gaybı
bildiğini tasdike hazırlar.Böylece bir toplumda Allah’ın kanunu gereği sebeplere sarılmak
ihmal edilirken muska,boncuk,büyü ve efsun gibi şeyler gittikçe yaygınlaşmaktadır.
3-Şirk Büyük Bir Zulümdür:Şirk insanın gerçeğe ,kendisine ve başkasına karşı bir
zulümdür.Çünkü şirk en büyük hakikat demek olan Allah’ı tek bir ilah ,kanunları uyguladığı
bir otorite olarak kabul etmez.Böylece o kendisi gibi ya da başka bir yaratığa kendini
köleleştirmiştir.Halbuki Allah onu yaratmıştır.Hem başkasını Allah’a eş koşarak ona hak
etmediği değeri vermiş ve böylece ona da zulmetmiştir.
4-Şirk İnsanın Hareketliliğini Yok eder: Şirk insanı hayırlı işlerden ve doğruya yönelik
hareketlerden alıkoyar ,kendisine olan güvenini yok eder.Bu durum müşriklerin şefaatçılara
yaslanmalarından dolayıdır.Allah katında tanrılarının kendilerine şefaat edeceğine inanarak
günaha düşüyorlar
5-Şirkin Ahretteki Sonuçları: Yukarıda sayılanlar şirkin dünyadaki sonuçlarıdır. Ahirete
gelince,hiçbir durumda Allah’ın onları affetmemesi ,günahın boyutlarını göstermesi açısından
yeterlidir.”Allah kendine ortak koşmayı elbette bağışlamaz,bundan başkasını dilediğini
bağışlar.Allah’a ortak koşan kimse şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.”(Nisa
48)Müşrik için cehennemden başka bir yer yoktur.Cennete girmesi kesinlikle
yasaktır,haramdır.”Kim Allah’a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram
eder,varacağı yer ateştir.zalimlerin yardımcısı yoktur”.(Maide 72)

You might also like