You are on page 1of 13

1937. Tarsus.

Topçu Alayı tatbikat için dağılmıştı. Çadırlar henüz


kurulmuştu ki, şiddetli bir yağmur başladı. Her taraf çamur
kesildi.
Akşam yatma saatine yakın beli bükülmüş ihtiyar bir
kadın geldi, Asteğmen Ahmet Cemil ihtiyarı çadırına
buyur etti. Ne istiyordu acaba?
İhtiyar, “Hey oğul” dedi genç subaya:
“Kaçkaç’tan beri bizim köyün yakınlarına gelen ilk
askerler oldunuz. Ben hep bunu beklerdim. Ne olur bana
bir asker ver, evimde ağırlayayım.”
Ahmet Cemil bu isteği reddetti:
“Olmaz nine… O zaman bütün askerleri köye dağıtmak
gerekir.”
İhtiyar kadın yalvardı:
“Dağıtın hey oğul! Kapışırız onları… Sen ver askerlerini,
kimseye göstermem…”
“Nine ne yapacaksın askeri?”
Nine ağlamaya başlamıştı. Anlattı:
“Ocağımız şenlikti ya oğul… Dağıldık, kırıldık. Torunum
Recep’i everecektik, tam güvey olacaktı, savaşa gitti,
dönmedi. Ardından gelin de inceldi, toprağa düştü. Ben
yalnız kaldım. O askeri ver oğul… Güvey yatağını da açtım,
odayı temizledim. Recebimin yerine sabahlasın orada. Son
bir muradımdır…”
Ahmet Cemil gözyaşlarını tutmaya çalışarak “Havayı
görüyorsun nine” dedi:
“Gök delindi, yer batak. Asker evini, odanı, yatağı berbat
eder. Üstümüz başımız perişan, çizmeler su dolu.”
Nine “Feda olsun hey oğul” derken Ahmet Cemil yanına
gelen Bekir Onbaşı’yı kenara çekip durumu anlattı, gün
ışırken kimseye görünmeden dönmesini emretti.
Nine, “Ezana kadar uyumam, elimle getiririm” diyordu.
Sabah tam zamanında döndü Bekir Onbaşı. Yağmur hâlâ
dinmemişti. Nine bir hendeğin gerisinde kollarını
sallamakta, teşekkür ve veda etmekteydi.
Ahmet Cemil, “Bekir, acaba yatak ne hale geldi?” dedi.
Hâlbuki Bekir kim bilir hangi toprakta kalmış olan Recep’in
yatağına yatmayı içine sindirememişti, kıyamamıştır o
yatağa.
“Yastığı yorganı ezdim, buruşturdum, ortasını çukur
ettim. Karyolanın altına uzandım. Kim görse yatıldığını
zannederdi.”
“Ya nine uyandırmaya gelince?”
“Uyumadım ki kumandanım… Tetikte bekledim.”
İnsanlığın tadı da işte böyle bir şeydir.

You might also like