You are on page 1of 46

HALK EDEBİYATI

TANIM

Yazı dili olmayan toplumlarda sözle aktarılan kültür birikimi halk edebiyatını oluşturur. Bütün
toplumlar belli dönemlerde bu tür ürünler vermiştir. Halk edebiyatı gelişmiş toplumlarda da yazılı
edebiyatla birlikte varlığını sürdürür. Halk edebiyatının başlıca biçimleri halk şarkısı, halk türküsü, halk
öyküsü, söylenceler, atasözü, bilmeceler ve büyülerdir.
TÜRK HALK EDEBİYATI

Türklerin İslam dinini kabul etmelerinden sonra, halk arasında İslam öncesi Türk edebiyatı geleneğinin
sürdürülmesiyle gelişen edebiyat türüdür. Türklerin İslam öncesi toplumsal yaşamlarında yönetenler ve
yönetilenler arasında anlayış, düşünce ve ideal bakımından büyük farklılıklar yoktu. Ozanların sazla
çalarak söyledikleri aşk ve doğa şiirleri, destan ve sagular bütün Türklerin duygularına sesleniyordu.
      İslamiyet’in kabulünden sonra bu birlik bozuldu. Kentlerde kurulan medreselerde yetişenler
kendilerini halktan ayrı tutmaya başladılar. Ayrıca yönetim, siyaset ve askerlik alanındaki etkinlikleri
nedeniyle bazen devlet ve saray korumasında olan bir sınıf ortaya çıktı.
      Divan Edebiyatı bu kesimden insanların duygu, düşünce ve zevklerini yansıtırken, Halk Edebiyatı
bunların dışındaki kitlelerin beğeni, düşünce ve ideallerini yansıtma aracı oldu. Ama gerçek anlamda
halk edebiyatı kavramı ancak 2’nci Meşrutiyet’ten sonra yerleşti ve halk geleneklerinin ürünleri olan
yapıtlar bu dönemden sonra "Halk Edebiyatı" olarak adlandırılmaya başlandı.
      Bu yapıtlar, genellikle öğrenim görmemiş köylüler, kasabalılar ya da kentliler ile yeniçeri ve tekke
çevreleri gibi yine halktan kopmamış zümreler arasında, zaman içinde dinin, tasavvufun, tarikatların ve
Divan Edebiyatı’nın etkisiyle değişikliklere uğramış eserlerdir.
     
 İslamiyet’in kabulünden sonra anonim halk edebiyatının temel ürünleri sayılan
atasözü, destan, masal, bilmece, mani, türkü, ağıt, mesnevi gibi türlerde büyük
gelişme görüldü. Türk Halk Edebiyatı’nın ilk gerçek örnekleri Karahanlılar
döneminde ortaya çıktı.
      Kaşgarlı Mahmud’un "Divanü Lügati’t Türk" adlı eserindeki manzum örnekler
Türk halk şiirinin temel biçimi olan dörtlüklerle söylenmiş ve genellikle yedili,
sekizli ve on ikili hece ölçüleriyle düzenlenmişti. Bu eserde atasözleri de
bulunuyordu. Yine Karahanlılar döneminde oluşmuş "Satuk Buğra Halk Destanı"
ve 11 ve 12’nci yüzyıllarda Türkistan’da Yedisu bölgesinde doğduğu sanılan eski
Türk destanlarından motifler taşıyan Manas Destanı da bu dönem halk edebiyatının
önemli eserleri arasındadır.
HECE

 Türk Halk Edebiyatı nazımda hece ölçüsüne (veznine) dayanır. Bu nedenle hece
ölçüsünün tanımlanması gerekir. Hece, tek bir sesli hafrten ya da bu sesli harfin
başına ya da sonuna gelen bir ya da birden çok sessiz harften oluşan ses öbeğidir.
Örneğin, o, ot, bir, git, kırk gibi. Kapalı ya da engelli denilen heceler sessiz harfle,
açık ya da engelsiz heceler sesli harfle biter.
 HECE ÖLÇÜSÜ (VEZNİ)

 Şiirde mısralardaki hece sayısının eşit olmasına dayanan ölçüdür. Türkçe’nin yapısına uygun
bir ölçüdür. Hecelerin sayısı parmakla sayıldığı için "parmak ölçüsü" adıyla da bilinir.
Türkçe’de heceler uzunluk kısalık bakımından hemen hemen aynı değerdedir. Bu yapısal
özellik şiirde hece ölçüsünün kolayca kullanılmasına imkan verir. İlk yazılı Türk edebiyatının
ürünleri olarak bilinen Göktürk Yazıtları’nda şiir bulunmamasına rağmen şiirsel özellikler
taşıyan ve hece ölçüsüne uyan bölümler vardır. Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lugati’t Türk
eserindeki şiirler de hece ölçüsüyle yazılmışlardır. Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra
divan edebiyatı ve aruz ölçüsünün yaygınlaşması hece ölçüsünün yalnızca tekke ve aşık
edebiyatına özgü bir ölçü olmasına yol açtı.
      Hece ölçüsünde kalıbı dizelerdeki hecelerin sayısı belirler. Her dizesinde 11 hece bulunan
bir şiirin kalıbı "11’li hece ölçüsü" olarak gösterilir. Bir hecenin belli bölümlere ayrılmasına
"durgulanma", bu bölümlerin okuma sırasında hafifçe durularak vurgulanan yerlerine de
"durak" denir. Kalıplar 2’liden başlayarak 20’lilere kadar çıkar. Az heceli, yani 2’liden 6’lıya
kadar kalıplar tekerleme, atasözü, bilmece gibi ürünlerin şiirsel parçalarında uyum öğesi
olarak yer alır. Bu tür kısa kalıpların durakları dizenin sonundadır.
      Hece ölçüsünde durağın önemi büyüktür. Bir kalıp en az 2, en çok 5 duraklı olabilir. Bir
durakta bulunan hece sayısı ise 1 ile 10 arasında değişir. Hece kalıpları duraklar ve
duraklardaki hece sayıları bakımından bölümlenir. Bu kalıplar içinde en çok kullanılanlar
7’li, 8’li, 11’li ve 14’lü olanlardır. 7’li ölçü daha çok mani türünde kullanılmıştır. 8’li kalıp
semai, varsağı, destan ve türkülerin ölçüsüdür. 11’li ölçü ise başta koşma ve destan olmak
üzere aşık ve tekke debiyatı şiirlerinde kullanılmıştır. 14’lü hece ölçüsüne ise daha çok tekke
şiiri ve çağdaş Türk şiirinde rastlanır
 Tasavvuf ya da tekke edebiyatı

 Halk edebiyatının "tasavvufi halk edebiyatı" ya da "tekke edebiyatı"


denilen türü 12’nci yüzyılda Ahmed Yesevi ile başladı. Ama
Anadolu’nun bu alandaki ilk ve en büyük şairi Yunus Emre’dir.
Anadolu’da 19'uncu yüzyıla değin çeşitli tarikatlarla gelişen bu
edebiyat geleneğinin sürmesinde en önemli rolü Alevi-Bektaşi ve
Melami-Hamzavi şairler oynadı.
      Tekke edebiyatı şairleri, yalın bir dille, hece ölçüsüyle ya da
aruzun heceye yakın yalın kalıplarıyla şiirler yazdılar. Tekke şiirinin
genel adı, özel bestelerle okunan ve tarikatlara göre değişik isimlerle
anılan ilahilerdi. Nazım birimi dörtlüktü. Ama gazel biçimde yazılmış
ilahiler de vardır. Bu edebiyatın düzyazı biçimini ise evliya
menkıbeleri, efsaneler, masallar, fıkralar ve tarikat büyüklerinin
yaşamlarını konu alan yapıtlar oluşturur.
 Âşık edebiyatı

 Halk edebiyatının aşık adı verilen halk sanatçılarının


ürünlerinden oluşan ve 16’ncı yüzyılın başlarında ortaya
çıkan "aşık edebiyatı" türünde ise söz ve müzik birbirini
tamamlayan iki unsurdur. Günümüzde varlıklarını sürdüren
aşıklar, bir yandan eski destan geleneğini yaşatırken, bir
yandan da doğaçlama aşk şiirleri söyler, başka sanatçıların
ürünlerini yayar, çeşitli törenlerde bir eğlence unsuru olarak
yer alırlar. Aşık şiirinin nazım biçimi de dörtlük olmakla
birlikte dize sayısı çoğalıp azalabilir.
      Bu edebiyatın başlıca türleri destan, güzelleme, taşlama,
koçaklama, ağıt ve muammadır. Genellikle yalın ve
yapmacıksız bir dil kullanılan aşık şiirinde yinelemeler, boş
tekerlemeler, ölçü ve uyak tutturmada kolaylık sağlayan
yakıştırmalar bulunur.
 Aşıklarımız

 Aşık edebiyatının en büyük şairleri 16 ve 17’nci yüzyılda


yetişti. Bunlar arasında Aşık Ömer, Gevheri, Katibi,
Kayıkçı Kul Mustafa, Şahinoğlu, Katip Ali, Karacaoğlan,
Üsküdari, Aşık Halil, Aşık Ali, Aşık Mehmed sayılabilir.
18’inci yüzyılın aşık şairleri arasında ise Kabasakal
Mehmed, Levni, Kıymeti, Mecnuni ve Nuri sayılabilir.
Bayburtlu Zihni, Dertli, Seyrani, Tokatlı Nuri, Erzurumlu
Emrah, Ruhsati, Sümmani, Celali, Muhibbi, Dadaloğlu,
Beyoğlu, Seyyit Osman 19’uncu yüzyılan aşık şairleridir.
20'nci yüzyılda ise sönmeye yüz tutan aşık edebiyatı
Mazlumi, Kahraman, İrşadi, Mesleki, Talibi, Karamanlı
Gufrani, Aşık Ali İzzet ve Aşık Veysel gibi şairlerle bir
gelenek olarak varlığını sürdürdü.
 Halk edebiyatında düzyazı

 Türk Halk Edebiyatı’nın düzyazı alanındaki öyküler, Türk,


Arap ve İran-Hint kaynaklı olmak üzere 3 grupta toplanır.
Türk kaynaklı öyküler arasında Dede Korkut, Köroğlu,
Danişmendname gibi serüven-kahramanlık öyküleri, Kerem
ile Aslı, Aşık Garip, Karacaoğlan ile İsmigan Sultan, Emrah
ile Selvihan gibi aşıkların yaşam öyküleri çevresinde gelişen
öyküler yer alır. Doğu Anadolu’da kaside adı verilen küçük
öyküler, Güney Anadolu’da bozlaklar, meddah öyküleri ve
Nasreddin Hoca fıkraları da halk edebiyatının düz yazı
örneklerindendir. Yusuf ü Züleyha, Ebu Müslim,
Battalname, Leyla ile Mecnun da Arap kaynaklı öykülerin
en yaygın olanları ve bilinenleridir. Hint-İran kaynaklı
öykülerin en ünlüleri arasında Ferhat ili Şirin ve Kelile ve
Dimne sayılır.
 TÜRLER
Düzyazı türleri
Destan

 Kahramanlarının olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve


genellikle birkaç bölümden oluşan manzum yapıtlardır. Destanlar ve destansı
öyküler ilkçağlardan beri dünyanın her yerinde gelenekleri sonraki kuşaklara
aktarmak için kollektif olarak yaratılmış edebi biçimlerdir. Halk edebiyatında
Yaradılış Destanı, Karahanlılar döneminde oluşmuş "Satuk Buğra Halk Destanı",
11 ve 12’nci yüzyıllarda Türkistan’da Yedisu bölgesinde doğduğu sanılan Manas
Destanı, Oğuz Kaan Destanı, Dede Korkut Kitabı, Cengiz Han Destanı, Timur
Destanı, Danişmend Gazi Destanı ve Battal Gazi gibi destanlar günümüzde bile
bilinirler.
Kahramanlık öyküleri
 Soylu savaşçıların ve hükümdarların kahramanlıklarını dramatik bir üslupla
işleyen öykülerdir. Konuları, bakış açıları ve üsluplarıyla kahramanlı şiirinin
düzyazıdaki karşılığıdır. Sözlü ve yazılı olabilirler. Anlatılmak üzere
üretilmişlerdir. Bu tür öykülerde sözlü gelenekteki birçok kalıp kullanılır. Türk
Edebiyatı'nda bu tür öykülere sık rastlanır. Sözlü gelenekteki destanların yanı sıra
Hazreti Muhammed’in zaferleri, Hazreti Ali’nin devlerle çarpışması ve inanılmaz
kahramanlıkları konu alan halk öyküleri vardır.
 Masal

 Hayal ürünü olan, bilinmeyen bir zamanda geçen, anlatılanlara inandırmak iddiası
bulunmayan anlatım türüdür. Dinleyicinin dikkatini masalda toplayabilmek için
masalın başında, sonunda ve bazen uygun görülen yerlerde masal tekerlemeleri
söylenmektedir.
Hikaye
 Kaynağını gerçek yaşamdan alan, anlatıya sazın-ezginin eşlik ettiği, ses ve
mimiklerin kullanıldığı uzun soluklu anlatım türüdür. Boyutları açısından ikiye
ayrılırlar: 1. Efsaneden, masaldan ya da gerçek yaşamdan alınmış, bir tek olay
çevresinde geçen yapısı basit, kısa hikâyelerdir. Türküleriyle birlikte en çok iki
saatlik anlatma süresi vardır. 2. Daha çok kalabalık kişileri, birbiri ardından gelen
beklenmedik durumları ve bunun sonucu olarak da az çok çapraşıklaşan olayları
birbirine ekleyerek anlatıya uzun bir süre sağlayan hikâyeler. Bu hikâyeler 1-7 gece
devam edebilir.
Evliya menkıbesi
 Bu türün geniş açıklaması için www.edebiyatturk.net "divan edebiyatı" bölümüne
başvurabilirsiniz.
 Halk öyküsü

 Geleneksel bir içeriği olan, kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılan öykülerdir.
Söylencelerle halk öyküleri arasında kesin bir ayırım yoktur. Kimi öyküler söylence
olarak gelişmiş, aktarılmıştır. Çeşitli öykü türlerinde belli motifler, örneğin
hayvanlar, sınamalar, belli kalıp olaylar yer alır. Halk öykülerinin başlıca türleri
masallar, efsaneler, dini kişilerle ilgili anlatılanlar, hayvan öyküleri, kahramanlık
öyküleri ve fıkralardır.
Fıkra
 Yaşamsal olaylardan hareketle anlatılan, anlatılanlardan bir sonuç çıkarma
amacında olan, nükte, hiciv, mizah unsuru barındıran kısa sözlü ürünlerdir.
Atasözü
 Atalarımızdan günümüze kadar ulaşan, belirli bir yargı içeren, söyleyeni belli
olmayan düz konuşma içinde kullanılan sözlerdir.
Deyimler
 Asıl anlamlarından uzaklaşarak yeni kavramlar meydana getiren kalıplaşmış
sözlerdir. İki veya daha çok kelimeden kurulu bir çeşit dil ifadesi olan bu sözler,
duygu ve düşüncelerimizi dikkati çekecek biçimde anlatan isim, sıfat, zarf, basit ve
birleşik fiil görünüşlü gramer unsurlarıdır.
 NAZIM TÜRLERİ
Kahramanlık şiirleri

 Yine soylu savaşçılarla, hükümdarların kahramanlıklarını ağırbaşlı, yüce, dramatik


bir üslupla, belirli biçimsel kurallara bağlı kalarak anlatan şiirlerdir. Genellikle tek
tip çalgı eşliğinde okunur ya da hal şarkısı olarak söylenirler. Halk ozanlarının
yapıtları aracılığıyla kuşaktan kuşağa nakledilirler. Halk edebiyatında yiğitlik, yurt
sevgisi gibi konuları ya da tarihsel olayları coşkulu bir anlatımla işleyen
kahramanlık şiirleri vardır. Şiir, destan ve koçaklama türünde yazılmışlardır.
Halk şarkısı
 En eski halk edebiyatı biçimlerinden biridir. Sözlü gelenek içinde yaşayan, daha çok
duyarak, yani kulaktan öğrenilen ve alilerle sınırlı toplumsal gruplar içinde yayılan
şarkılardır. En belirgin özelliği, günlük yaşamdaki etkinliklerle yakın ilişkili
olmasıdır. Köylerde bu tür etkinlikler ekin, hasat, harman, iplik eğirme, dokuma,
bebek uyutma, içki, oyun oynama gibi etkinliklerdir. Halk şarkılarının haber ve
dedikodu iletmek, yerel tarihle, aile kütüklerini belgelemek, bir topluluğun bilgi ve
edebiyat birikimini korumak, sürdürmek gibi işlevleri de vardır.
 Koşma

 Halk edebiyatımızda doğa, aşk, ölüm, ayrılık, yiğitlik,


toplumsal olaylar gibi konuların işlendiği en sık kullanılan
şiir türü. Dörder dizelik bendlerden oluşur. Bend sayısı
genellikle 3, 5 arasındadır. Hece ölçüsünün 6+5 veya
4+4+3 duraklı 11’li kalıbıyla yazılır. Şair koşmanın son
bendinde ismini ya da mahlasını söyler. Koşmalar dile
gitirilen duygular ve söylenişlerine göre koçaklama,
güzelleme, taşlama, ağıt gibi isimler alır. Karşılıklı
konuşma şeklinde yani "dedim" "dedi" diye başlayan
dizelerle de söylenebilir. Bu tür koşmalara "mürâcaa" ismi
verilir. Bütün kafiyeleri cinaslı olan koşmalara "tecnis"
denir.
 ÖRNEK KOŞMA: Karacaoğlan

ÖRNEK MÜRÂCAA KOŞMA: Kul Nesimi

ÖRNEK TECNİS KOŞMA:

Derd-i dilim arttı yârimin derdim


Seksende doksanda yüzde seyr eyle
Gonca güllerini yârimin derdim
Gerdanda dudakta yüzde seyr eyle

Sel gelince yıkılırmış yar dedim


Al hançeri vur sineye yâr dedim
Yeter cevr ü cefa etme yâr dedim
Cism ü bedenimi yüz de seyr eyle

Çeşmîyâ bin gazel yazdım dîvâne


El bağladım yâre durdum dîvâne
Dedi var yıkıl git behey dîvâne
Aşkın deryasında yüz de seyr eyle
 Çeşmi
Koşmalar ezgilerine göre ve yapılarına göre olmak üzere ikiye ayrılır.
Ezgilerine göre koşmalar: Özel bir zegiyle okunurlar ve hece sayısı dikkate
alınmaz. Ankara koşması, Acem koşması, Kerem, kesik Kerem, Gevherî,
Sümmâni koşması gibi.
Yapılarına göre koşmalar: Koşmalar yapılarına göre 7’ye ayrılır.
Düz koşma: Âşık edebiyatında en sık kullanılar tür. Adi koşma olarak da
adlandırılır.
Yedekli koşma: İki şekli vardır. İlki koşma-mani halidir. Koşma bendlerinin
arasına aynı kafiyede bir bayati bendi ya da 7 heceli bend girer. İkincisi yedekli
5’li koşma diye adlandırılır. 8’li hece ölçüsüyle yazılır. İlk bend 5, ikinci ve
yedek sayılan bend 4 dizelidir.
ÖRNEK KOŞMA-MANİ: Zülalî
Musammat koşma: Divan edebiyatındaki musammat gazele benzer. İç kafiyeli
koşmalardır. Her dizenin birinci ve ikinci kısımları kafiyelidir. 6+5 duraklı
kalıpla yazılır.
ÖRNEK MUSAMMAT KOŞMA: Miratî
 Ayaklı koşma: İlk bendin dize sonlarına, diğer bendlerin ise sadece
son dizelerine ziyade eklenerek oluşturulur. Ziyadeler 5 hecelidir.
Genellikle musammat koşma şeklinde yazıldıklarından musammat
ayaklı koşma da denir.

ÖRNEK AYAKLI KOŞMA: Gedâyî

Zincirleme koşma: Bendlerinin dördüncü dizesinin kafiyesi bir


sonraki bendin ilk dizesinin başında tekrarlanan koşmalardır.
Genellikle destanlarda kullanılır.

ÖRNEK ZİNCİRLEME KOŞMA: Zülalî

Zincirleme ayaklı koşma: Zincirleme koşmalara ziyadeler eklenerek


yazılır.
Koşma şarkı: Her bendinin dördüncü dizelere aynı olan kavuştaklı
koşmalardır.
 Türkü

 Türkiye’nin sözlü geleneğinde, bir ezgi ile söylenen halk şiirinin her çeşidini göstermek için
en çok kullanılan ad "türkü"dür. Özel durumlarda ya da ezginin, sözlerin çeşitlemesine göre
ninni, ağıt, deyiş, hava adları da kullanılmaktadır. Türk halk edebiyatı nazım şekli ve türüdür.
Ezgisi yönüyle diğer halk şiiri türlerinden ayrılır. Türküler genellikle anonimdir. İsimleri
bilinen saz şairlerinin söyledikleri de giderek halka mal olmuştur. İlk türkü söyleme "Türkü
yakmak" diye anılır. Türkü adı Türk sözcüğüne Arapça "ı" eki eklenmesiyle ortaya çıkmıştır.
"Türk’e özge" anlamına gelir.
      Türkü, Türk halk şiirinin en eski türlerindendir. Bu kelime ilk defa XV. Yüzyılda Doğu
Türkleri tarafından kullanılmıştır. Hikmet Dizdaroğlu, Anadolu’da türkünün ilk örneğini
Öksüz Dede’nin verdiğini belirtir. Türküler genellikle hece vezninin 7, 8 ve 11’li kalıplarıyla
kıtalar halinde söylenir. Her kıta türkünün asıl sözlerinin bulunduğu bend ile nakarattan
meydana gelir. Nakarat her bendin sonunda tekrarlanır. Bu kısım bağlama veya kavuştak diye
de bilinir. Türküleri kesin ayrıma sokmak güçtür. Bir yörede yakılan türkü diğer bir yöreye
şekli ve söyleniş biçimi değişerek geçebilir. Türküler ezgilerine, konularına ve yapılarına
göre ayrılır.
1. Ezgilerine Göre Türküler
a. Usulsüzler: Uzun havalardır. Divan, koşma, hoyrat gibi çeşitlere ayrılır.
b. Usullüler: Oyun havalarıdır. Bu türe Konya’da oturak, Urfa’da kırık denilir.
2. Konularına Göre Türküler:
Ninniler ve çocuk türküleri, tabiat üzerine türküler, aşk türküleri, kahramanlık türküleri,
askerlik türküleri, tören türküleri, iş türküleri, eşkıya türküleri, acıklı olaylarla ilgili türküler,
güldürücü türküler, karşılıklı söylenen türküler, oyun türküleri, ağıtlar.
3. Yapılarına Göre Türküler:
a. Mani kıt’alarından kurulu türküler: Birbirleriyle ilgili konularda söylenmiş manilerin
sıralanarak ezgiyle okunmasından meydana gelir.
b. Dörtlüklerle kurulu türküler.
 ÖRNEK:

HAVADA BULUT

Havada bulut yok bu ne dumandır


Mahlede ölüm yok bu ne figandır
Adı Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir

Burası Muş’tur yolu yokuştur


Giden gelmiyor acep nedendir

Kışlanın önünde redif sesi var


Bakın çantasına acep nesi var
Bir çift kundurayla bir de fesi var

Adı Yemen’dir gülü çimendir


Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Muş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep nedendir
 HAM MEYVE
Çamlığı başında tüter bir tütün
Acı çekmeyenin yüreği bütün
Ziyamın atını pazara çekin
Gelen geçen Ziyam ölmüş desinler
Uzun olur gemilerin direği
Yanık olur anaların yüreği
Ne sen gelin oldun ne ben güveyi
Onun için açık gider gözlerim
Ham meyveyi kopardılar dalından
Beni ayırdılar nazlı yârimden
Eğer yârim tutmaz ise elimden
Onun için açık gider gözlerim
Benim yârim yaylalarda oturur
Ak ellerin soğuk suya batırır
Demedim mi nazlı yârim ben sana
Çok muhabbet tez ayrılık getirir
 Taşlama

 Bir kimseyi yermek veya toplunun bozuk yönlerini iğneleyici bir dille eleştirmek
için yazılan şiir. Halk edebiyatı nazım türüdür.
ÖRNEK TAŞLAMA: Ruhsatî
Tekerleme

 Sözlüklerde "ağızda yuvarlanan söz, saçma sapan söz, eşsesli kelimelerle kurulu
konuşma" anlamlarına gelen tekerleme masal, hikaye, bilmece, halk tiyatrosu gibi
bazı edebi türler içinde veya bağımsız olarak söylenen ölçülü ve kafiyeli sözlerdir.
Çokluk çocuk folklorunda hoşça vakit geçirmek, konuşma kabiliyeti kazanmak,
oyunlarda eş ve ebe seçmek için bu yola başvurulur. Masal tekerlemesi, oyun
tekerlemesi gibi adlar alırlar. En çok çocuk oyunlarında, masalların baş, orta ve
sonunda söylenirler. Yöreye göre değişik isimle de söylenirler. Doğu Anadolu’da
döşeme, Güney Anadolu’da sayışma denir. Karagöz ve ortaoyununda muhavere,
çocuk oyununda ebe, çıkarmada ise sayışma diyebiliriz. Türk edebiyatında ilk
tekerleme örneklerine XI. yüzyıldan itibaren rastlanır. Divanü Lügati’t Türk’te bazı
tekerlemeler yer alır.
 ÖRNEK TEKERLEME:
Yağ yağ yağmur
Tarlada çamur
Teknere hamur
Ver Allahım ver
Sellice yağmur
Evvel zaman içinde
Kalbur zaman içinde
Deve tellal iken
Sinek berber iken
Ben annemin babamın beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken
O yalan bu yalan
Fili yuttu bir yılan
Bu da mı yalan...
 Tekerleme

 Âşık fasıllarında, saz şairlerinin yaptıkları şiir yarışmaları. Halk dilinde tekerleme,
âşıklar arasında tekellüm olarak adlandırılır. Bu tür şiirler ya söylenmesi zor
sözcüklerden meydana getirilir ya da darayak şeklindedir. Ayak daraldıkça kafiye
bulmak zorlaşır. Âşıklardan biri fasal aralarında tekerlemeye başlar ve yeni bir ayak
açar.
ÖRNEK TEKERLEME: Kâtibî


Mani
 Başta aşk olmak üzere hemen her konuda yazılabilen bir halk edebiyatı nazım türü.
Çoğunlukla 7 heceli dört dezilek bir bendden meydana gelir. Ama dizeleri 4-5-8-10-
14 heceli kalıplarla söylenmiş maniler de vardır. Birinci, ikinci dördüncü dizeler
birbirleriyle kafiyeli, üçüncü dize serbesttir. Yani kafiye dizilişi aaxa'dır. Aaaxa
düzeninde maniler de var. İlk iki dize hazırlık dizeleridir. Son iki dize ile anlam
bağlantısı yoktur. Asıl anlatılmak istenen son iki dizede verilir. Bir çok mani çeşidi
vardır. En çok kullanılanlar düz ya da tam mani, kesik mani, cinaslı mani, yedekli
mani, artık mani’dir.
Düz mani: Yedişer heceli dört dizeden oluşur. Kafiyeleri çokluk cinassızdır.
 ÖRNEK MANİLER:
Akşamlar olmasaydı
Badeler dolmasaydı
Yâr koynuna girince
Hiç sabah olmasaydı
A benim bahtiyarım
Gönülde tahtı yârim
Yüzünde göz izi var
Sana kim baktı yârim
Anne demeye geldim
Kaymak yemeye geldim
Meramım kaymak değil
Yâri görmeye geldim
Bağlarında üzüm var
Mor şalvarda gözüm var
Kaçma yârim uzağa
Sana bir çift sözüm var
Dağlarda gezer oldum
Okuyup yazar oldum
Ben bir güzel uğruna
Kuruyup gazel oldum
Hıçkırık tuttu beni
Tuttu kuruttu beni
Elin oğlu değil mi
Gitti unuttu beni
Kahve Yemen’den gelir
Bülbül çimenden gelir
Ak topuk beyaz gerdan
Her gün hamamdan gelir
 Kesik mani: Birinci dizesi 7 heceden az, anlamlı ya da anlamsız bir sözcük grubu
olan maniler. Bu kesik dize sadece kafiyeyi hazırlar. Eğer meydan ve
kahvehanelerde söylenen ve ilk dizeleri "aman aman" ünlemi ile doldurulan
manilerse bunlara İstanbul manileri denir.
ÖRNEK KESİK MANİ:
Karaca
Aldım aşkın tüfeğin
Vurdum bir kaç karaca
Dünyada bir yâr sevdim
Kaşı gözü karaca
Dağ bana
Bahçe sana bağ bana
Değme zincir kâr etmez
Zülfin teli bağ bana
Ayağı
Kuşlardan bir kuş gördüm
Var başında ayağı
Üstad manici isen
Aç maniden ayağı
 Cinaslı mani: Kesik manilerde eğer kafiye cinaslı ise bunlara cinaslı
mani denir.
Yedekli mani: Düz maninin sonuna aynı kafiyede iki dize daha
eklenerek söylenen maniler. Cinaslı kafiye kullanılmaz, birinci dizeleri
anlamlıdır. Yedekli maniye artık mani de denir.
ÖRNEK ARTIK MANİ:
Ağlarım çağlar gibi
Derdim var dağlar gibi
Ciğerden yaralıyım
Gülerim çağlar gibi
Her gelen bir gül ister
Sahipsiz bağlar gibi
Tası yok tası yok
Ne viran çeşme imiş
Su içecek tası yok
Yıkıldı viran gönlüm
Yapacak ustası yok
Şu vefasız dünyanın
Ucu var ortası yok
 Deyiş: İki kişinin karşılıklı söylediği manilerdir. Soru yanıt şeklinde düzenlenir. Bir başka kişinin ağzındanmış gibi
aktarıldığı şekilleri de vardır.
ÖRNEK DEYİŞ:
Adilem sen naçarsın
İnci mercan saçarsın
Dünya deniz olanda
Gönlüm nere kaçarsın
Ağam derim naçarım
İnci mercan saçarım
Dünya deniz olunca
Ben kuş olup kaçarım
Adilem sen naçarsın
La’l ü gevher saçarsın
Ben bir şahin olunca
Yavrum nere kaçarsın
Ağam derim naçarım
La’l ü gevher saçarım
Sen bir şahin olunca
Ben yerlere kaçarım
Adilem sen naçarsın
La’lü gevher saçarsın
Ben azrail olunca
Kuzum nere kaçarsın
Ağam derim naçarım
La’l ü gevher saçarım
Sen azrail olunca
Ben cennete kaçarım
 Ninni

 Çocuğun uyumasının sağlanması ya da ağlamasının durması için, sade bir dille ve


hece ölçüsüne göre ezgili olarak söylenen ürünler. Söyleyeni belli olmayan bu
ürünler dörtlüklerden ve nakarat bölümlerinden oluşur. Özel bir beste ile söylenir.
Bu sözler annenin o andaki ruh durumunu yansıtır. Ninniler genellikle mani türünde
bir dörtlükten meydana gelen bir çeşit türküdür. Ninni, Divanü Lügati’t Türk de
"balubalu" diye adlandırılır. Öteki Türk boylarında değişik isimler verilmiştir.
ÖRNEK NİNNİ:
Dandini dandini danalı bebek
Elleri kolları kınalı bebek
Benim oğlum nazlı bebek
Uyusun yavrum ninni
(Manisa yöresinden)
Çaya vardım çay susuz
Çadır kurdum yaylasız
Benim yavrum pek huysuz
Ninni yavrum ninni
(Denizli yöresinden)
 Ağıt

 Doğal afetler, ölüm, hastalık vb. çaresizlikler karşısında korku, heyecan, üzüntü, isyan gibi duyguları
ifade eden ezgili ürünlerdir. Ağıt söyleme işine ağıt yakma, ağıt söyleyenlere ise ağıtçı denilmektedir.
ÖRNEK AĞIT: Celali


İlahi
 Tanrıyı övmek, ona yakarmak için söylenilen dini şarkılara ilahi denir. Tekke edebiyatında ise din ve
ahlakla ilgili şiirler ilahi adıyla tanımlanır. Hem koşma, hem semai biçiminde ve hem hece hem de aruz
ölçüsüyle yazılmış şiirlerdir. Hece ölçüsünde 7, 8 ve 11’li kalıplar tercih edilmiştir. İlahi yazarı halk
şairleri içinde ilk akla gelen Yunus Emre’dir. Daha sonra Eşrefoğlu Rumi, Niyazi-i Mısrai, Aziz Mahmut
Hüdayi, Yunus Emre’nin etkisinde kalarak ilahiler yazmışlardır. Bektaşi ilahilerine "nefes", Alevi
ilahilerine "nefes", "deme", "deyiş", Mevlevi ilahilerine "ayin", Gülşeni ilahilerine "tapuğ", Halveti
ilahilerine "durak", diğer tarikatlar da ise cumhur veya ilahi adı verilir. Dörtlüklerle yazılanlarda kafiye
düzeni koşmaya, beyitlerle yazılanlarda kafiye düzeni gazele benzer.
      Giriş bölümüne zemin, gelişme ve sonuç bölümüne miyan denir. Bu ikisinin arasında nakarat
bölümleri bulunur. Müzik parçası olarak bakıldığında zemin-nakarat-meyan-nakarat sistemindeki bir
kalıba uyarlar. Toplu halde seslendirilmek için bestelenmiş ilahiler "cumhur ilahi" diye bilinir. Solo
ilahilerde de koronun söylediği parçaya "cumhur" adı verilir. İlahiler okundukları yer ve zamana göre
cami ilahisi, tekke ilahisi, mektep ilahisi, ramazan ve muharrem ilahisi, Mekke ilahisi, Kadir Gecesi
ilahisi gibi adlarla anılır.
ÖRNEK İLAHİ: Yunus Emre
 Semai

 Halk şiirinde hecenin sekizli ölçüsü ile koşma biçiminde düzenlenen ve özel bir ezgi ile
söylenen şiirlerdir. Genellikle en az üç, en fazla beş dörtlükten oluşurlar. Çoğunlukla doğa,
güzellik, ayrılık. kavuşma gibi duygusal ve lirik temaları işlerler. Semainin hece ölçüsünün
yanında aruz kullanılarak yazılanları da vardır.
ÖRNEK SEMAİ: Karacaoğlan
Varsağı
 Özel bir ezgiyle söylenen koşmaya denir. Önce Güney Anadolu’da yaşayan Varsak Türkleri
tarafından söylendiği için bu adla anılır. Semâiye benzer. Hece ölçüsünün en çok sekizli
kalıbıyla yazılır. 4+4 duraklı veya duraksız olur. Kafiye şeması şöyledir: Xaxa bbba ccca.
      Semâiden ezgi yönüyle ayrılır. Varsağı yiğitçe bir havayla okunur. Çokluk içinde "bre",
"hey", "hey gidi", gibi ünlümler yer alır. Bu ünlemlerin bulunmadığı varsağılar ezgisiyle fark
edilir.
ÖRNEK VARSAĞI: Karacaoğlan
Selis
 Halk edebiyatında aruz ölçüsü kullanılarak yazılan şiirlerdir. Genellikle 19’uncu yüzyıl
aşıkları tarafından kullanılan selisin en fazla yazılan tipi gazeldir. Hece ölçüsünün on beşli
kalıbına da uyan selislerin en belirgin özellikleri farklı bir ezgiye sahip olmalıdır.
 Nefes

 Dini temellere bağlı aşık edebiyatı nazım şekillerinden ilahilerin Alevi-Bekteşi aşıklarınca yazılanlarına denir. Konusu
genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücud, Alevi-Bektaşi ilkeleri, tarikat kurallarıyla ilgilidir. Dili sade bir Türkçe olan
nefesler biçim olarak koşmaya benzer. Dörtlükler halinde hece ölçüsünün 7, 8, 11’li kalıpları ile ya da az da olsa aruzla
yazılanlara rastlanmaktadır. Dörtlük sayısı 3-7 arasında değişir. Fazla da olabilir.
ÖRNEK NEFES:
Biz Urum Abdallarıyız
Maksadımız yârdır bizim
Geçtik ziynet kabâsından
Gencinemiz erdir bizim
Dâim kılarız biz zârı
Harceyleriz elden var,
Dost yoluna verdik seri
Mürkirimiz hârdır bizim
Aşk bülbülüyüz öteriz
Râh-i Hakka yüz tutarız
Mânâ gevherin satarız
Mürşidimiz vardır bizim
İstivâyı gözler gözüm
Seb’almesanidir yüzüm
Ene’l Hakk’ı söyler sözüm
Mi’râcımız dârdır bizim
Haber aldık mahkemâttan
Geçmeyiz zâttan sıfattan
Balım nihan söyler Haktan
İrşâdımız sırdır bizim
Balım Sultan
 Ayin

 Mutasavvıflara has bazı hal ve hareketleri ifade etmek için ilk defa İranlılar tarafından kullanılan ayin, daha sonra Türk
Tasavvuf Edebiyatı’na da geçmiş Mevleviler’in sema meclislerinde söyledikleri ilahilere verilen ad olmuştur.
Tapuğ
 Gülşeni adlı tarikata bağlı şairlerin ayinler sırasında okudukları makamlı şiirlere tapuğ adı verilir.
Cumhur
 Mevlevi ve Bektaşi dergahları dışındaki dergah ve tarikatlarda topluca okunan ilahilere verilen addır.
Hikmet
 Dini ve tasavvufi halk şiirinde şairin anlayış ve sezgilerine göre din konularını işleyen şiirlere hikmet denir.
Devriye
 Dini ve tasavvufi halk edebiyatında devir felsefesini savunan ve anlatan şirlerdir. Devriye, evrenin ve insanın tanrıdan
çıkıp, tekrar tanrıya döndüğünü savunan felsefedir.
Şathiye
 Dini ve tasavvufi halk şiirinde genel olarak mizahi manzumelere şathiye adı verilir. Şathiyeler, mutasavvuf şairlerce
söylenmiş ya da yazılmış, tasavvufi inançları dile getiren, anlaşılması yorumlanmasına bağlı şiirlerdir. Tasavvufi
konuları işleyenleri şathiyat-ı sûfiyâne adını alırlar. Şathiyelerde Allah’ın celâl sıfatının değil, cemâl sıfatının ön plana
çıkarıldığı görülür. Bu tür şiirlere genellikle Bektaşi-Alevi şairlerinde rastlanır. Allah ile alay eder gibi yazılmış
şathiyeler küfür sayılmıştır.
ÖRNEK ŞATHİYE: Azmî
 Tevhid

 Allah’ı, yaratılış ve kainatın aslı gibi unsurları bir arada yorumlayan manzumelere
"tevhid" denir. Çoğunlukla Divan edebiyatı nazım türleri olan gazel, kaside ve
mesnevi biçimlerinde kaleme alınmışlardır. Ve ölçüleri de çoğunlukla aruzdur.
Nutuk
 Tekkelerde tarikat ulularının özellikle eğitici mahiyette olmak üzere söyledikleri
şiirlerdir.
Deme
 Alevi-Bektaşi tarikatından tasavvuf şiirlerinin tarikatlarını ve hareketleriyle ilgili
temaları işleyen, sorunlarını konu edinen şiirlerine "deme" adı verilir. Genellikle
8’li hece ölçüsüyle yazılan demeler saz eşliğinde kendine özgü bir makamla
söylenir.
Duvaz
 Yine Alevi ve Bektaşi şiirinde bir türdür. Düvaz imam, düvaze, imam da denilen
duvazlar On İki İmam’ı öven nefeslerdir.
 Güzelleme

 Âşık edebiyatında insan ve doğa güzelliklerini işleyen koşmalar.


Genellikle aşık olunan kadın, kız, gelin, dağ ağaç, hayvan, çiçek gibi
unsurlar işlenir.
ÖRNEK GÜZELLEME: Ruhsatî
Hoyrat ya da Horyat
 Dört dizelik serbest tarzda halk edebiyatı nazım türü. Söz ve ezgisinde
yiğitlik havası hakimdir. Irak’ta Türkler’in yoğun olduğu Kerkük ve
Erbil ile Diyarbakır, Elazığ, Erzurum, Kars yörelerimizde yaygındır.
Basit üsluplu, derin anlamlı, uyumlu, cinaslı sözcüklerden kuruludur.
Genellikle 7 hecelidir. Benzer dizelerin başına veya sonuna konulan
ve miyan denilen ek sözcüklerle vezin bozulabilir. İlk dize bir anlam
ifade eden ve diğer dizelere ayak veren cinaslı bir sözcüktür. Hoyran
söyleyenlere hoyrat çağıran ya da sazlıyan (yas törenlerinde ağıt
yakan anlamında) denir. Anadolu’da hoyratların bir bölümüne ayaklı
mani, kesik mani adı da verilir.
 ÖRNEK HOYRAT:
Dolandı gün
Döndü gün dolandı gün
Men sene daldalandım
Sene de dolandı gün
Güle naz
Bilbil eyler güle naz
Girdim dost bağçasına
Ağlayan çok gülen az
Yüz aya değer
Hüsniv yüz aya değer
Ay var bir güne değmez
Gün var yüz aya değer
Düşte gör
Hayalde gör
Hayalde gör düşte gör
Düşenin dosti olmaz
İnanmazsan düşte gör
 Kalenderî

 Halk şairleri tarafından aruzun mef’ûlü mefâ’îlü kalıbıyla


gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde söylenen
şiire denir. Özel bir ezgiyle okunur. Ezgisi bakımından düz
kalenderî, Acem kalenderisi, Emrah kalenderisi gibi
çeşitlere ayrılır. Kafiye düzeni divan ve semaî ile aynıdır.
Bu tür şiirler 3+4+3+4 veya 7+7 şeklinde ondört heeceli
iken, sonradan yerine aruz vezninin geçtiğini ileri sürenler
vardır.
ÖRNEK KALENDERÎ: Tokatlı Nurî
Kavuştak
 Halk edebiyatında bentler arasında tekrarlanan dizelerdir.
Bağlama ve nakaratla aynı anlamdadır. Türkülerde sık
kullanılır
 ÖRNEK KAVUŞTAK:
Keklikte gelek olmaz
Sen boyda melek olmaz
Gözünü sevdiğim yâr
Her yerde henek olmaz
Gel gel yanıma keklik
Kadan canıma keklik
Kınalı parmakların
Batır kanıma keklik
Tüyünü döker gelir
Ayağın seker gelir
Yâri arzulayan da
Dağları söker gelir
Gel gel yanıma keklik
Kadan canıma keklik
Kınalı parmakların
Batır kanıma keklik
 Koçaklama

 Konusu savaş, yiğitlik, kahramanlık olan halk


edebiyatı şiirleri. Coşkun ve yüksek tempolu
söyleyişleri vardır. Halk edebiyatımızda bu türün en
güzel örneklerini Köroğlu ile Dadaloğlu vermiştir.

ÖRNEK KOÇAKLAMA: Köroğlu


 Selam saygı hepinize
Gelmez yola gidiyorum
Ne şehire ne de köye
Gelmez yola gidiyorum

Gemi bekliyor limanda


Gideceğim bir ummanda
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum

Eşim dostum yavrularım


İşte benim sonbaharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum

Aşık Veysel
 ERZURUMLU EMRAH

Erzurum’un Tanbura köyünde doğdu. Doğum tarihi bilinmiyor. 1860’ta Niksar’da
yaşamını yitirdi. Erzurum’da medrese eğitimi gördü. Önceleri sadece saz çalıp
ustasının şiirlerini söylüyordu. Sonra kendisi de deyişler söylemeye başladı.
Nakşibendi tarikatına girdi. Hayal kırıklığı ile biten bir gönül macerasından sonra
memleketinden ayrıldı. 1828'de Trabzon'a gitti. 1835'te Sivas'a geçip burada 12 yıl
kaldı. Ardından Tokat'ta bir süre yaşadı. Burada tanıdığı Mahmud adlı bir genci
kendisine çırak yaptı ona "Nuri" mahlasını verdi. Bu çırak sonradan "Tokatlı Nuri"
adıyla büyük ün yaptı. Tokat'tan sonra Amasya, Merzifon, Çorum yoluyla
Ankara'ya gitti. Aşiret reisi Alişan Bey'in takdirini kazandı. Uzun yıllar Çankırı ve
Kastamonu'da kaldı. 1850'de Tokat Niksar'a yerleşti. Burada evlenerek yaşamının
sonuna kadar Niksar'da yaşadı. Âşıklık geleneğinin bütün özelliklerini taşıyan bir
şair. Şiirlerinde aşk, gurbet, sıla özlemi, yazgıdan yakınma gibi konuları işledi.
Duyarlı ve çoşkulu söyleyişiyle dikkat çekti. Divan edebiyatını da öğrendi ama bu
tarzda yazdığı şiirlerin sayısı az. Yer yer tasavvufa yönelen koşmaları ünlü.
Döneminde Anadolu'da pek tanınmayan "Ercişli Emrah"ın bazı güzel şiirleri de
Erzurumlu Emrah'a maledildi. Aruzlu şiirlerinden bir bölümü 1916'da Erzurumlu
Mehmed Abdülaziz Efendi tarafından "Divan-ı Emrah" adıyla yayınlandı. Şiirleri ve
yaşamıyla ilgili bilgiler Eflatun Cem Güney'in 1928'de yayınlanan "Erzurumlu
Emrah" araştırması ile Köprülüzade Mehmed Fuad'ın 1929 tarihli "XIX Asır Saz
Şairlerinden Erzurumlu Emrah" kitaplarında toplandı.
 KARACAOĞLAN

17’nci yüzyılda yaşadığı sanılıyor. Göçebe Türkmen obalarında yetişti. Asıl adının İsmail,
Halil ya da Hasan olduğu yolunda görüşler var. Hatta aynı mahlasla şiirler yazmış birçok
Karacaoğlan’ın varlığı bile savunuluyor. Ahmet Kutsi Tecer ve Şükrü Elçin’in araştırmaları,
yaşamının büyük bölümünü Rumeli’nde geçiren ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde
Avusturya seferine katılan bir Karacaoğlan’ın varlığını ortaya koyar. Fuad Köprülü ve Cahit
Öztelli gibi araştırmacılar da, 17’nci yüzyılda yaşadığını savunuyor. Bu araştırmacılara göre
Karacaoğlan, şiirlerinde Abaza Hasan Paşa’nın öldürülmesi, Köprülü Fazıl Ahmed Paşa’nın
Avusturya seferi gibi bu döneme ait tarihsel olaylardan sözeder. Karacaoğlan’ın şiiri aşk ve
doğa üzerinde kuruludur. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi ve ölüm en çok değindiği konulardır.
Şiirlerinde sıkça adları geçen Elif, Zeynep ve İsmikan adlı kadınların sevgilileri olduğu
sanılıyor. Duygularını, yaşadıklarını, düşüncelerini içten, gerçekçi ve özgün bir şiir yapısı
içinde anlatır. Karacaoğlan, Türk aşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş biçimi getirdi. Doğa
benzetmelerine sık sık başvurur. Çok yalın ve temiz bir Türkçe kullanır. Şiirlerinin iki ana
teması aşk ve doğadır. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi ve ölüm de işlediği konular arasında yer
alır. Duygularını, düşüncelerini, yaşadıklarını gerçekçi ve içten bir biçimde, açık ve anlaşıır
bir dille yansıtırken şiirinde özgün bir yapı kurdu, âşık edebiyatına yeni bir söyleyiş biçimi
yerleştirdi. Gerçeklere yönelik bir anlayışla ördüğü şiirinde ait olduğu göçebe halkın
geleneklerini yansıttı, içinde yaşadığı ve yurt edindiği doğayı betimledi. Kendisinden sonra
gelen birçok ozanı derinden etkiledi. Bu olumlu etkiler günümüz Türk şiirine kadar uzanır.
Şiirlerini ilk kez Nüzhet Ergun derleyip yayınladı. Cahit Öztelli’nin Karacaoğlan-Bütün
Şiirleri adlı derlemesi de önemli Karacaoğlan araştırmalarından. Birçok şiiri bestelendi.

 YUNUS EMRE

1238'de doğduğu 1320'de öldüğü tahmin ediliyor. Yaşamına ilişkin
bilgiler sınırlı. Doğum ve ölüm yeri kesin olarak bilinmiyor. 13’üncü
yüzyılın ortalarına doğru Moğol istilası ve Selçuklu Devleti’nin
yıkıldığı dönemde Anadolu’da yaşadığı sanılıyor. Bu dönemin sarsıntı
ve acıları Yunus’un eserlerinde derin izler bıraktı. Babasının adı
İsmail. Çocukluğunda medrese eğitimi gördü. Arapça ve Farsça
öğrendi. İran ve Yunan mitolojisiyle, tasavvuf tarihini inceledi.
Ahmed Yesevi'nin müritlerinden Hacı Bektaş Veli ya da Sinan
Ata’nın halifesi Taptuk Emre’nin dergahında hizmet etti. Taptuk
Emre’nin düşüncelerini yaymak için Anadolu’yu köy köy kasaba
kasaba dolaştı. Eskişehir Sarıköy, Manisa Buna ve Emreköy, Erzurum
Dutçu Köyü, Isparta Keçiborlu ve Karaman’da adına yapılmış
mezarlar var. Ama nerede öldüğü ve gömüldüğü kesin belli değil.
"Vahdet-i vücud" (varlık birliği) tasavvuf yorumunu benimseyen
Yunus Emre, keskin bir gözlem gücüne, derin bir hoşgörüye sahipti.
 Dini anlayışı
Felsefesinde, "şeriat, tarikat, marifet, hakikat" olmak üzere dört bilgi
düzeyi belirler. "Şeriat" İslam'ın kuralları, "tarikat" tarikat kural ve
yolları, "marifet" keşif ve ilham yoluyla ulaşılan bilgiler, "hakikat" ise
en yüksek bilgi olan gerçeğin ya da Tanrı'nın sırrıdır. Yunus'a göre
biri "zahiri" yani dış, diğeri "batini" yani iç olmak üzere iki dünya
vardır. Yalnızca iç dünyayla ilgili bilgiler, yani batini bilgiler en
yüksek bilgi derecesine ya da Tanrı'nın sırrına erişir. Tanrı'ya
ulaşmak, gerçeğin gizini çözebilmek için bütün dindışı bilimlerden
vazgeçmek gerekir. İnsanda "toprak, su, ateş, yel" nitelikleri "can" ile
birleşmiştir. "Toprak" ve "su" Cennet'in, "ateş" ve "yel" ise
Cehennem'in öğeleridir. Birinci ögeler iyilikleri, ikinci öğeler
kötülükleri simgeler. Tanrı özlemi, Tanrı'ya güvenmek, sabır, onur,
iyilik, cömertlik, temiz yüreklilik, dürüstlük, utanma duygusu,
kanaatkarlık iyi huylar ya da "iyi özelliklerdir." Gösteriş, kibirlilik,
şehvet, kıskançlık, öfke, cimrilik, kindarlık, dedikoduculuk ve iki
yüzlülü de kötü huylar ya da özelliklerdir. Ona göre, "gönül kırmama"
ilkesi şeriat kurallarının üstündedir. Yunus Emre'nin bu görüşü, şeriatı
savunan din adamları ile tarikatlar arasında sürüp giden tartışmaların
etkisini taşır.
 Şiir anlayışı
Şiirlerini hece ölçüsüyle yazdı. Daha çok 7 ve 8 heceli kalıpları kullandı. Ama aruz
denemelerine de yer verdi. Hece ölçüseyle yazdığı dörtlüklerin yanısıra yine hece
ile beyitler ve gazeller de yazdı. Hece ölçüsünü gazele uyguladığı şiirleri de var.
Aruz vezniyle yazdığı şiirlerinde hece ölçüsü uyak sistemine bağlı kaldı. Şiirlerini
Oğuz lehçesi ve gününün konuşma diliyle yazdı. Ama arı bir Türkçe kullandığı
söylenemez. Yer yer Arapça ve Farsça tamlamalara yer verdi. Farsça dil kurallarına
uyduğu, bu kurallarla isim ve sıfat tamlamaları kurduğu, Türkçe sözcükleri yabancı
bağlaçlarla bağladığı dikkat çeker. Ama onun şiirlerinde Oğuz lehçesi olağanüstü
bir anlatım gücü ve uyuma ulaştı. Sağlığında düzenlediği divanı bulunamadı.
Günümüzdeki divanları derlemedir. 1904’te birinci, 1924’te ikinci basımları yapılan
"Divan-ı Âşık Yunus Emre"nin yanısıra Burhan Toprak ve Abdülbaki
Gölpınarlı’nın derleyip yayınladığı Yunus Emre divanları var. Cahit Öztelli de
Yunus Emre’nin bilinen bütün şiirlerini "Yunus Emre Bütün Şiirleri" isimli kitapta
topladı.
 AŞIK VEYSEL

25 Ekim 1894’te Sivas’ın Şarkışla ilçesi Sivrialan köyünde dünyaya
geldi. 21 Mart 1973’te yine Sivrialan’da yaşamını yitirdi. Çocukken
çiçek hastalığı yüzünden bir gözünü, daha sonra bir kaza sonucu diğer
gözünü kaybetti. Saz çalmayı öğrendi. Yunus Emre, Pir Sultan Abdal,
Karacaoğlan, Emrah, Dadaloğlu gibi halk ozanlarından etkilenerek
türkü yorumu ve sazda ustalaştı. İki kez evlendi. 7 çocuğu oldu.
Anadolu’yu kent kent dolaşıp şiirlerini sazıyla seslendirdi. Köy
Enstitüleri’nde saz ve halk türküleri dersleri verdi. Ölüm nedeni
akciğer kanseri. En güzel şiirlerinden bazılarını ölümünden hemen
önce yazdı. Şimdi Şarkışla’da her yıl adına bir şenlik yapılır. Türkçesi
yalındır. Dili ustalıkla kullanır. Tekniği gösterişsiz ve nerdeyse
kusursuzdur. Yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk
şiirlerinde iç içedir. Doğa, toplumsal olaylar, din ve siyasete ince
eleştiriler yönelttiği şiirleri de var. Şiirleri, Deyişler (1944), Sazımdan
Sesler (1950), Dostlar Beni Hatırlasın (1970) isimi kitaplarında
toplandı. Ölümünden sonra Bütün Şiirleri (1984) adıyla eserleri tekrar
yayınlandı.

 DADALOĞLU

19’uncu yüzyılda yaşadı. Asıl adı Veli. Türkmen-Avşar aşıklarının önde
gelenlerinden. Kul Mustafa mahlasını da kullanan Aşık Musa’nın oğlu. Toros
dağlarında Kozan, Erzin, Payas yörelerinde yaşayan göçebe Türkmenlerin Avşar
boyundan. Az da olsa eğitim aldı. Avşar beylerinden Küçük Alioğlu ile
Kozanoğlu’nun yanında imamlık, katiplik yaptığı anlatılır ama bu konuda yeterli
bilgi yok. Daha çok Gavurdağı ve Ahır Dağı yörelerinde yaşadı. Çukurova'yı,
Toroslar'ı, Orta Anadolu'yu dolaştı. Şiirlerinde göçerlik koşullarını, döneminde orta
Anadolu’da hüküm süren aşiret kavgaları ve aşiretlerin Osmanlı Devleti ile
savaşlarını duru ve yalın bir dille yansıttı. Dili Anadolu Türkmen boylarının
kullandığı halk Türkçesi. Asıl ününü kavga türküleri ile yaptı ama duygu ve aşk
konularını da aynı başarıyla işledi. Yüz kadar şiiri sözlü kaynaklardan derlenerek
günümüze ulaştı. Bu derlemeleri Cahit Öztelli, Taha Toros, Haşim Nezihi Okay,
Ahmet Z. Özdemir ile Saim Sakaoğlu yayınladı. Diğer 19'uncu Yüzyıl halk
ozanlarından iki noktada ayrılır. Kent yaşamından uzak kaldığı için şiirlerinde hep
göçerlik ortamını yansıttı. Diğer yandan yine kentte bulunmayışı nedeniyle çağdaşı
halk ozanlarında sık rastlanan divan şiirine yakınlık onda hiç görülmez.
Karacaoğlan'ın aşk ve doğa şiirlerindeki üstün yeteneği ile, Köroğlu'nun yiğit ve
kavgacı anlatımını birleştirir.
 KÖROĞLU

16 ve 17'inci yüzyılda yaşadı. Kimliğiyle ilgili birçok söylenti var.
Birincisi, 16 ve 17’nci yüzyılda yaşadı. Yeniçeri ocağından yetişen bir
şair. 1578-1590 arasındaki Osmanlı-İran savaşlarına katıldı. Bir tür
ordu şairidir. İkinci savunmaya göre, Balkanlar’dan Orta Asya’ya
kadar geniş bir alana yayılmış destansı ve türkülü halk öyküsündeki
kahraman Köroğlu. İkinci Köroğlu, Bolu Gerede çevresinde yaşadı.
Asıl adı Ruşen. Devlete karşı ayaklandı. Sivas-Tokat yolu üzerindeki
Çamlıbel’e yerleşip eşkıyalık yaptı. Ama adil bir eşkıya idi. Bir başka
söylentiye göre de, Bolu Beyi’nin seyisi Yusuf’un oğlu Ruşen Ali asıl
Köroğlu’dur. Bolu Beyi, babası Yusuf’un gözlerine mil çektirdi.
Ruşen Ali, babasını sağaltmak için Aras Irmağı’na götürdü. Ama ilaç
olacak köpükleri kendisi içip yiğitlik ve şairlik gücü kazandı.
Çamlıbel’e yerleşip babasının intikamını almak üzere Bolu Beyi’ne
savaş açtı. Köroğlu hikayesi, Azerbaycan, İran, Türkmenistan,
Özbekistan, Kazakistan ve Balkanlar’da da bilinir. Yeniçeri aşığı
Köroğlu’nin şiirleri dil ve anlatım bakımından öykü kahramanı
Köroğlu adına söylenen şiirlerden çok farklıdır. Köroğlu ile ilgili ilk
araştırmayı Pertev Naili Borotav yaptı. Cahit Öztelli’nin de Köroğlu-
Dadaloğlu ve Kuloğlu adlı yayınlanmış bir araştırması var.

You might also like