Professional Documents
Culture Documents
ÖYKÜ
Yaygın
daması bir tanımlamayla
mümkün olayların öykü, yaşanmış
anlatıldığı kısa
yazılardır.
*Öykü, yaşanmış ya da yaşanması mümkün
olayların anlatıldığı kısa edebî yazılardır.
*Karakterlerin yalnızca bir yüzleri üzerinde
durulması, ayrıntılara çok fazla yer verilmemesi ve
olay kişilerinin yaşamlarının kısa bir döneminin
işlenmesi öyküyü romandan ayırır.
ÖYKÜ TÜRÜ HAKKINDA
• Öykü türünün kurucusu İtalyan
Boccacio’dur. Bu türün ilk
örneklerini 14.yüzyılda
Decameron adlı eseriyle
Boccacio vermiştir.
• Fransa’da Maupassant;
Rusya’da Çehov, İngiltere’de
O’Henry öykü türünün
ustalarıdır.
ÖYKÜNÜN ÖGELERİ
• Öykünün ögeleri; anlatıcı, • Anlatıcı eğer kendisini
olay-durum, kişi-karakter, öyküden çıkarıyor ve bir
yer-zaman’dır. gözlemci gibi davranıyorsa
bu “üçüncü kişili anlatım”dır.
Bir diğer anlatım tarzı da
• *Anlatıcı: Öyküyü anlatan yazarına geniş imkânlar
kişidir. Anlatıcı, olay sunan “her şeyi bilen”, “ilâhi
kahramanlarından biri gibi bakış anlatımı”dır. Bu
davranıyor ve çevredeki anlatımda anlatıcı, Tanrı gibi
kişiler, bu kişilerin duygu ve her şeyi görür, bilir, sezer,
düşünceleri, anlatıcının geçmiş ve gelecekten haber
gözüyle görülüyorsa bu verir.
“birinci kişili anlatım”dır.
ÖYKÜNÜN ÖGELERİ
• *Olay-durum: Yazarın öyküde
anlattıkları olay ya da durumdur.
İnsanı ilgilendiren her şey, her konu
bir olaydır.
• *Kişi-karakter: Öyküde mutlaka kişi
unsuru bulunur. Çünkü sanat
eserinin amacı insanı anlatmaktır.
• *Yer-zaman: Olay veya durum, belli
bir yerde ve belli bir zamanda
karşımıza çıkar.
ÖYKÜ TÜRLERİ
• √ İki öykü tarzı genel olarak
benimsenmiştir: Maupassant (olay)
öyküsü ve Çehov (durum) öyküsü.
• Maupassant Biçimi (Olay Öyküsü) :
Hikâyede asıl olan "olay" dır.
Okuyucunun hikâyeyi şöyle ya da
böyle yorumlamasına imkân verilmez.
Çünkü hikâyedeki olay, mantıklı bir
seyir hâlinde devam eder. Kişilerin
portreleri, özenle ve ayrıntılı olarak
çizilir.
ÖYKÜ TÜRLERİ
Bu teknik, Fransız sanatçı Guy de
Maupassant tarafından geliştirildiği
için bu tür öykülere ‘Maupassant
tarzı öykü” de denir.
Türk edebiyatında bu tarz
öykücülüğün en büyük temsilcisi
Ömer Seyfettin’dir.
Ayrıca Refik Halit Karay, Reşat
Nuri Güntekin, Yakup Kadri
Karaosmanoğlu da olay türü
öykücülüğünün temsilcileri
arasındadır.
ÖYKÜ TÜRLERİ
• Çehov Biçimi (Durum
Öyküsü): Hikâyede asıl olan
"olay" değildir. Hikâye, sona
erdiği zaman her şey bitmiş
değildir. Hikâye, asıl bundan
sonra başlıyor demektir. Zira
kişiler tamamıyla tanıtılmadığı,
olaylarda kesinlik hâkim
olmadığı için okuyucunun
hayal kurmasına ve yorum
yapmasına elverişlidir.
ÖYKÜ TÜRLERİ
• Çehov, hikâye anlayışını şöyle anlatır:
• "Kaleme alınan konular, "sade" olmalı.
Piyer Semenovi, Maira İvanovna ile
nasıl evlendi gibi... Hem sonra, yok
psikoloji tahlilleri, yok hikâye, yok
bilmem ne imiş! Bunlar hep özenti...
Hatırınıza ilk gelen başlığı koyun, kılı
kırk yarmayın, tırnak, çizgi gibi işaretleri
çok az kullanmaya bakın, gösteriştir bu.
Benim işim anlatmaktır. Ancak, onu
başarabilirim. "
ÖYKÜ TÜRLERİ
• Olay Öyküsü • Durum Öyküsü:
• Olay örgüsünün kişi, zaman • «Serim-düğüm-çözüm» planına
mekân ögelerine bağlı olarak bağlı kalınmaz. Bir olay akışı
anlatıldığı olay öykülerinde yoktur. Hayattan bir kesit
«serim-düğüm-çözüm» bölümleri sunulmuştur. Öykü sanki ortadan
vardır. Serim bölümünde kişiler başlamış veya bitmemiş izlenimi
tanıtılır, yer bildirilir, olaya girilir. verir.
Düğüm bölümünde olay karmaşık
bir hâl alır. Ortada çözülmesi
gereken bir problem vardır. Çözüm
bölümünde her şey açıklanır,
karmaşa son bulur. Yazar,
okuyucunun merakını giderir.
ÖYKÜ TÜRLERİ
• Olay Öyküsü • Durum Öyküsü
• Gözlem, gerilim ve merak • Ön planda olan duygu ve
unsuru ön plandadır. düşünce, hayal ve yorum ile
gözlemdir. Gerilim ve merak
unsuru ikinci plandadır.
TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜ
• √ Türk hikâyeleri, şu dört ana
grupta değerlendirilir:
• 1. "Serim, düğüm, çözüm"
bölümlerinin düzenli olduğu
hikâyeler. Ömer Seyfettin,
Samet AĞAOĞLU, Haldun
TANER, Oktay AKBAL,
Mustafa KUTLU' nun
hikâyeleri bu grup içindedir.
(Maupassant Biçimi)
TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜ
• 2. İstanbul'da yaşayan
insanların özel hayat ve
özelliklerini veren hikâyeler.
Hüseyin Rahmi GÜRPINAR,
Ahmet Rasim, Osman Cemal
KAYGILI, Sermet Muhtar
ALUS'un hikâyeleri bu grup
içindedir. (Maupassant
Biçimi)
TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜ
• 3. "Serim, düğüm, çözüm"
bölümlerine önem vermeyen,
olayın herhangi bir yerinden
başlayan hikâyeler. Memduh
Şevket ESENDAL, Sait Faik
ABASIYANIK, Tarık
BUĞRA, Sevinç ÇOKUM
gibi yazarlarımız bu
gruptandır. (Kısmen, Çehov
Biçimi)
TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜ
• 4. Varoluş çizgisinde oluşturulmuş, aydın
bunalımı ve çaresizliği anlatan soyut hikâyeler.
Bu tür hikâyeler, ülkemizde 1955'ten sonra
görüldü. Hikâyelerde, hiçbir toplum kaygısı
görülmez. Aydın bunalımının nedenleri
yansıtılır. Sanat adı altında çoğu zaman
"müstehcen"e kaçan konulara yer verilir.
Hikâyecilik, sanattan ayrılmış ve ideolojiye
kaydırılmıştır.
• Bu grupta hikâye yazan yazarlarımızın başında
ise; Yusuf ATILGAN, Demirtaş CEYHUN,
Ferit EDGÜ ve Erdal ÖZ gelmektedir.
TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜ
• Tanzimat ile birlikte Batı’ya açılan
edebiyatımızda Batılı tarzda
yazılmış ilk hikâye örneklerini de
görmeye başlarız. Aziz Efendi’nin
«Muhayyelat»ı (1868), Emin
Nihad’ın «Müsameretnâme»si
(1872), Ahmed Mithat’ın «Kırk
Anbar»ı ile «Letaif-i Rivayat»ı
(1880-1890) ilk örnekler olarak
görülebilir. Hepsinde de amaç
öğütlerde bulunmak, okuyucuyu
telkin etmektir.
TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜ
• Batılı anlamda ilk öykü
örneği Samipaşazade
Sezai’nin Küçük Şeyler adlı
eseridir.
• Ömer Seyfettin ile ilk çıkışını
yapan Türk öyküsü, Memduh
Şevket Esendal, Sait Faik
Abasıyanık, Tarık Buğra,
Sabahattin Ali, Haldun Taner,
Selim İleri, Aziz Nesin gibi
yazarlarla iyice gelişmiştir.
TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜ
• Cumhuriyetin ilk yıllarında, Millî
Edebiyat Dönemi’nden tanınan
Halide Edip, Yakup Kadri, Reşat
Nuri öykü de yazmışlardır. 1930-
1940 yılları arasında sanatın
toplum üzerindeki etkisini savunan
yazarlar, gerçekçi ve gözleme
dayalı öyküler yazarlar. Sait Faik,
öyküde giriş, gelişme, sonuç
bölümlerini kaldırır.
TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜ
• 1940'lı yıllarda Birinci Dünya Savaşı’ndan
sonra Anadolu'nun durumu, İkinci Dünya
Savaşı sonrasında toplumdaki ahlak
çöküntüsü ağırlık kazanır, toplumsal
konular çeşitlenir. 1950'li yıllarda küçük
memur, işçi, köylü, kasabalı ve şehirlerin
kenar mahallelerindeki insanların sorunları
anlatılır. Birey merkezli psikolojik öyküler
yazılır.
TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜ
• 1960'lı yıllarda yazar sayısı artar ve ona
bağlı olarak konular çeşitlenir. Yine işçi,
köylü, kasabalı ve şehirlerin kenar
mahallelerindeki insanların sorunları ve
cinsellik öyküye girer. 27 Mayıs ve 12
Mart'ı hazırlayan olaylar işlenir.
Varoluşçuluk akımı öyküyü etkiler. Öykü
artık bağımsız bir yazı türü olarak kabul
edilir.
TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜ
• 1970'li yıllarda siyasal, toplumsal,
günlük konular ele alınır, 1960'tan
sonra gelişen siyasal olaylar ve
bunlar karşısında halkın durumu
dile getirilir. Küçük insanın yaşam
kavgası, kadının toplumdaki yeri,
çocuklar için yazılan öyküler önem
kazanır. 1980 ve 1990'lı yıllarda
birey merkezli yazılan öyküler ile
Güneydoğu Anadolu ve Doğu
insanın sorunları verilirken,
bunların politikaya malzeme edilişi
eleştirel bir bakışla incelenir.
CUMHURİYET DÖNEMİ ÖYKÜ
YAZARLARI
• ROMAN: Ayaşlı ve
Kiracıları, Vassaf
Bey, Miras
• ÖYKÜ: Otlakçı,
Mendil Altında,
Temiz Sevgiler,
Veysel Çavuş, Bir
Küçük Çiçek,
İhtiyar Çilingir…
CUMHURİYET DÖNEMİ ÖYKÜ
YAZARLARI
MEMDUH ŞEVKET ESENDAL’DAN BİR ÖYKÜ
OTLAKÇI
- Efendim, tütün tabakasını ortada unutmağa gelmiyor, insafsız herif, tütünü ne kadar
saçak yeri varsa içti, tozları bana kaldı. Çok otlakçı gördüm ama böylesine hiç
rasgelmedimdi. Bizim rahmetli İlhâmi de otlakçı idi ama hiç olmazsa bir inceliği
vardı, adamı eğlendirirdi. Karşınıza oturdu mu, gözleri ile tütün paketini arar,
sokulur, tabakayı, cebime koyarım, sözlerini şaşırır, cebimden çıkarıp masanın
üzerine bırakırım, sevinir. Saatlerce gözleriyle tabakanın arkasından koşar, sonra bir
fırsatını düşürüp bir cıgara yakınca keyiflenir, güler, söyler, dinleyenleri de
eğlendirirdi. En çok hoşlandığı da fırsatını düşürüp cıgarayı kendi eliyle almasında
idi. Siz ona paketinizi uzatırsanız alır; ama kendi eliyle aldığı cıgaradan duyduğu
haram tadı duymazdı. Bu otlakçıya canım kurban, kardeşim! Bu herif öylesi değil
ki...
CUMHURİYET DÖNEMİ ÖYKÜ
YAZARLARI
Dün artık dayanamadım, söyledim:
- Ama Mahmut Efendi, dedim, bu kadar da olmaz. İçiyorsun, neyse, iç. Ama hiç olmazsa
tozunu da katık et!
O, alışmış, aldırmıyor. Yan gözle bana baktı.
- Bir cıgara sardım diye mi söylüyorsun? Dedi.
- Hangi bir cıgara birader, dedim, ban gene bir tutam saçak tütün kalmadı. Bana yalnız
tozları kalıyor.
Kayıtsızca:
- Senin tütün de içimli bir şey değil ya! Dedi, bunu nasıl içiyorsun? Kaçak içsen bundan
daha iyi!
Kızdım:
- A birâder, dedim, iyiye kötüye baktığımız yok, sen benden çok içiyorsun. Fena ise niçin
içiyorsun?
CUMHURİYET DÖNEMİ ÖYKÜ
YAZARLARI
- Ne yapayım, dedi, daha iyisi olsa onu içerim...
- Neden yok, dedim, tütüncü dükkânları dolu!
Yüzüme dik dik baktı:
- Ben dedi, bu zıkkıma para vermem. Mundar şey... Mekruh, kalkıp üste de para
vereceğim! İşim yoktu da...
- Çok iyi buyuruyorsun, dedim, ama biz para veriyoruz!
- Ben de onu söylüyorum ya, dedi, para verdin verecek, bari iyisine ver. Bunun
böylesini içecek olduktan sonra hiç içmesen daha iyi!
CUMHURİYET DÖNEMİ ÖYKÜ
YAZARLARI
- Sen, dedim, kırk yaşından sonra benim huyumu mu değiştireceksin?
Kayıtsızca omuzlarını kaldırdı:
- Benim neme gerek, dedi, ben kimsenin keyfine karışmam. Sen bana karışıyorsun da
ben de söylüyorum.
- Canım, dedi, senin kuruyasıca huyunun bana ziyanı olmasa ben de kırk yol
söylemem. Ziyanın bana dokunuyor.
- Benim sana ne ziyanım dokunuyor? diye sordu, bu sözleri hep bir cıgara için mi
söylüyorsun? Ziyan olmuş da dünya batmış... Ben içmeseydim de sen içseydin, daha
mı kâr edecektin? Bari başkalarının yanında söyleme seni ayıplarlar.
CUMHURİYET DÖNEMİ ÖYKÜ
YAZARLARI
Tepem attı:
- Neden ayıplıyorlarmış? diye, sordum.
- Neden olacak, dedi, bir cıgaralık tütün için bu kadar lâkırdı ediyorsun.
- Canım birader, dedim, hangi bir cıgara, hangi beş cıgara?...
- Haydi on cıgara olsun, dedi, yirmi cıgara, otuz cıgara olsun... Daha diyeceğin yok
ya! Yok tütünün saçak yerini içmişim, sana tozu kalmış... Bunları söylemek ayıp. Tozu
kaldı ise bir paket al, saçak tütün iç. Bunun kemâli altmış para!
- Bunu ben alacağıma sen alsan ne olur, dedim, şu neden almak bize düşüyor da,
içmek size?
- Ben âdet etmemişim, dedik ya! Böyle zehire para vermem, dedi. Sen âdet etmişsin,
ben içsem de alıyorsun, içmesem de. Benim için tütün almıyorsun ya. Benim için
alıyorsan bir daha alma. Hem bir cıgara için adama böyle kahve ortasında bu kadar
söz söylemek ayıp değil mi? Bu sana yakışır mı?
CUMHURİYET DÖNEMİ ÖYKÜ
YAZARLARI
- Çıldıracağım, dedim, sen altmış para verip bir paket tütün almaz, herkesin
tabakasından geçinirsin, bu ayıp değil; ben tütünü katık et, saçağından bana da
kalsın, dedim, bu ayıp öyle mi?
-Bana neden ayıp oluyormuş? dedi, hırsızlık etmiyorum ya, zorla da almıyorum,
tütünün saçağı dururken tozunu içecek kadar ahmak değilim...
-Biz tütünün tozunu içip ahmak mı oluyoruz? dedim. Doğrusu çok da kızdım. Onun
da cıgaradan sararmış parmakları titremeye başladı, ama sözünü kesmedi:
- Sen, dedi, deminden beri bana o kadar söz söyledin, ben sesimi çıkardım mı?
Tütünün saçağı dururken tozunu içmek ahmaklıktır dedimse niçin kızıyorsun?
Kahvede olanlara bakarak:
- Yalan mı söylüyorum, efendiler, dedi. Bana bir cıgara verdi diye bu kadar söz
söylenir mi, bu nerede görülmüş şey?
CUMHURİYET DÖNEMİ ÖYKÜ
YAZARLARI
Karşı peykede oturan Miralay Esat Bey bana işaret etti. Kendimi topladım:
- Sen, dedim, birâder bir daha benim yanıma gelme, benimle de konuşma. Bir gün
öfke ile kafana bir şey vururum, başıma belâ olursun, anladın mı? İşte bu kadar!
İş buraya varınca Esat Bey cebinden tabakasını çıkardı:
- Mahmut Efendi, dedi, gel sen buraya, bak ben sana bir tütün vereyim, nasıl
beğenirsin...
Tabakayı görünce kalktı, karşıya gitti. Bana da:
- Benim kabadayılığım yok, dedi, kimseye de bir fenalık etmedim, yine de etmem.
Bütün suçum nedir: bir cıgara sarmışım! Sanki tufan olmuş...
CUMHURİYET DÖNEMİ ÖYKÜ
YAZARLARI
Bir yandan söylendi, bir yandan da Esat Beyin tabakasından ne var ne yok içti. Ben
artık cevap vermedim. Ancak Mahmut Efendi bana darıldı, ben de ondan kurtuldum
sanmayız. Ertesi sabah erken çocuk haber verdi ki, bir efendi gelmiş, beni görmek
istiyormuş. Aşağı odaya indim. Baktım, Mahmut Efendi. Beni görünce dedi ki:
- Birader, dün sizin hatırınızı kırdım. Sonradan ben de pişman oldum. Sizden özür
dilemeğe geldim. Kusura bakmayın, insanlık hâli... insan bazan boş bulunuyor...
Siz olsanız ne yapardınız? Özür dileyen bir adam. Kalkıp evinize kadar da gelirse...
Benim yüzüm tutmaz.
"Buyurun" dedik. Kahve de pişirttik. Önüne bir dolu kâse de tütün koyduk.
Kardeşim, emin olun, kalem vaktine kadar kâsenin dibinde yalnız tozlar kaldı, cıgara
tablası da ağzına kadar doldu!
(Memduh Şevket Esendal)
CUMHURİYET DÖNEMİ ÖYKÜ
YAZARLARI