Professional Documents
Culture Documents
Yaşanmış veya yaşanabilir bir olayı veya durumu zaman, mekân ve kişilere bağlı olarak
okuyucuda estetik zevk uyandıracak biçimde ele alan ve kurmaca bir yapıyla okuyucuya sunan
metinlere hikâye denir.
Hikâyenin Özellikleri
Önemli: İnsanın aklından geçen ne varsa anlatıcı bunu aktarıyorsa bu kesinlikle hâkim bakış
açısıyla yazılmıştır.
2. Kahraman akış açısı
ÖNEMLİ: Durum hikâyesinin Türk edebiyatında iki önemli temsilcisi vardır: Sait Faik
Abasıyanık ve Memduh Şevket Esendal.
Olay Hikâyesi ile Durum Hikâyesi Arasındaki Farklar
Hikâyenin Dünya Edebiyatındaki Gelişimi
Hikâye türü çok eskilere dayansa da bugünkü anlamda hikâyenin ilk örnekleri İtalya’da
Olay Hikâyesi Durum Hikâyesi
Serim, düğüm ve çözüm bölümlerinden oluşur. Bu bölümler bulunmaz.
Ağırlık noktası olaydır. Ağırlık noktası durumdur.
Merak ögesi canlı tutulmuştur. Merak ögesi geri plandadır.
Şaşırtıcı, beklenmedik bir sonla Bitmemişlik duygusu söz konusudur.
biter.
görülmektedir. 14. yüzyılda yaşayan İtalyan yazar Boccacio’nun Decameron adlı eseri hikâye
türünün ilk örneği olarak kabul edilmektedir. Bu eser o yıllarda görülen bir salgın hastalık
sırasında yazılmaya başlanmıştır.
Hikâye türünün asıl gelişimi 19. yüzyıla dayanır. Bu dönemde görülen romantizm ve realizm
akımlarının etkisiyle hikâye karakteristik özelliklerine ulaşarak modern bir hal almaya başlar.
Bu yüzyıldan başlayarak hikâye türünde birçok eser kaleme alınır. Bununla birlikte bu tür
kendisine olay hikâyesi ve durum hikâyesi olmak üzere iki yön çizer.
Dünya edebiyatında olay hikâyesinin (klasik hikâye) kurucusu Guy de Maupassant ’tır. Bu tür
hikâyeye Maupassant tarzı hikâye de denilmiştir.
Dünya edebiyatında durum (kesit) hikâyesinin kurucu Anton Çehov olup Çehov tarzı hikâye
olarak da adlandırılmıştır.
Hikâyenin Türk Edebiyatındaki Gelişimi
Hikâye anlayışı her ne kadar eskilere dayansa da Batılı anlamda Türk hikâyesi Tanzimat ile
birlikte edebiyatımıza girmiştir. Bu dönemden önce halk hikâyeleri, masallar, divan şiirindeki
olay merkezli mesneviler, meddah hikâyeleri bu türün yerine kullanılmıştı.
Tanzimat Dönemi’nde Batılı anlamda hikâyeciliğin gelişmesiyle birlikte bu türe olan ilgi de
hızla artmıştır. İlk dönemde yaşanan teknik kusurlar özellikle Servetifünun döneminde
giderilmiş ve Batılı hikaye örnekleri kaleme alınmaya başlamıştır.
İlk hikâye örneği: Ahmet Mithat Efendi – Letaif-i Rivayat ve Kıssadan Hisse
Batılı İlk Hikâye Örneği: Samipaşazade Sezai – Küçük Şeyler
CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE (1923 - 1940) HİKÂYE
Özellikle Milli Edebiyat Dönemi’nde Ömer Seyfettin ile yaygınlaşan hikâyecilik anlayışı bu
dönemde giderek hızlanmış ve hikâyecilik ayrı bir tür olarak ele alınmaya başlanmıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında ağırlıklı olarak olay hikâyesi işlense de özellikle Memduh Şevket
Esendal’la başlayan ve Sait Faik Abasıyanık’la devam eden durum hikâyeleri tarzında da eserler
kaleme alınmaya başlanmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nın etkilerinin devam ettiği bu dönemde roman türünde eserler kaleme alan
birçok Milli Edebiyat sanatçısı da bu dönemde hem roman hem de hikâye türünde eserler
yazmaya devam etmişlerdir. Bu dönemde Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve
Reşat Nuri Güntekin bu türün gelişimine katkıda bulunmuşlardır.
1923 – 1940 yıllarında toplumu etkilemek amacıyla birçok nitelikli hikâyeler kaleme alınmıştır.
Bu dönemde Kenan Hulusi Koray, Sadri Ertem, Sabahattin Ali ve Sait Faik Abasıyanık gibi
yazarlar hikâyeye yönelerek “ “Sanat, toplum içindir.” anlayışına uygun eserler kaleme
almışlardır. Gözleme ve gerçekliğe dayalı bu eserlerle birlikte hikâyecilik Türk edebiyatında
önemli bir yere taşınmıştır.
Cumhuriyet Dönemi (1923 – 1940 Arası) Hikâye Yazarları
Hikâyeleri: Semaver, Sarnıç, Lüzumsuz Adam, Mahalle Kahvesi, Havada Bulut, Son Kuşlar
ve Alemdağ’da Var Bir Yılan
Romanları: Medarı Maişet Motoru, Kayıp Aranıyor
1940 - 1960 Yılları Cumhuriyet Dönemi’nde Hikâye
* Bu dönemde daha çok gözleme dayalı hikâyeler yazılmıştır.
* Milli Edebiyat ile başlayan Anadolu’ya yönelme bu dönemde en üst noktaya çıkmıştır.
* Hikâyelerde halkın yaşamına değinilirken farklı eğilimler de ortaya çıkmıştır.
* Bu dönem hikâyelerinde Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu ve bu dönemdeki toplumsal
sorunlar ele alınan konulardır.
1940 – 1960 yılları arasındaki hikâyelerde üç farklı eğilim görülür:
1. Milli – dini duyarlılık:
Milli Edebiyat Akımı'nın devamı gibi algılanabilecek bu eserlerde Anadolu, savaş yılları,
geleneksel değerler, milli moler, ahlaki hassasiyetler milli kültür ve tarihi bilinci ön
plandadır.
Geçmişimizdeki kültürel zenginlikler, kahramanlıklar, dini hassasiyetler, İstanbul'un
geleneksel sosyal dokusundan kesitler işlenmiştir.
Milli kaynaklardan, Türk mitolojisinden, destanlardan etkilenerek idealize edilmiş
karakterlere yer verilmiştir.
Maupassant tarzı (olay hikayesi) yazılmıştır, merak unsuru ön plandadır.
Olay hikayesinin planına (serim-düğüm-çözüm) uyulmuştur.
Eserlerde sade, yalın, sıcak ve şiirsel bir üslup kullanılmıştır.
Din duygusunun ön plana çıkarıldığı eserlerde dini yaşama ait unsurlar, iç huzur, İslamiyet'in
birey üzerindeki olumlu etkileri anlatılmıştır.
Hikayelerde gerçekçi betimlemelere yer verilmiştir.
Hikayelerde yazarlar bir ana fikri savunmuş, bu ana fikri kahramanlar üzerinden vermeye
çalışmışlardır.
Temsilcileri: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar. Reşat Nuri Güntekin,Refik
Halit Karay.
2. Toplumcu – gerçekçi anlayış:
Bireyi sosyal (toplumsal) yönüyle değil psikolojik (ruhsal) yönüyle ele alıp
anlatmışlardır. Cumhuriyet Dönemi edebiyatında bazı sanatçılar da bireyin iç dünyasını
(psikolojisini, ruhsal durumunu) anlatmayı amaçlamış bu doğrultuda önemli eserler
vermişlerdir.
Bireyin psikolojisini yansıtmayı amaçlayan yazarlar, her şeyden önce eserlerinde olay
örgüsünü insana özgü bir gerçekliği anlatmak için oluşturmuşlardır. Bu yazarlar, insan
gerçekliğini farklı yönlerden anlatma gayreti içine girmişler; olaylardan ve insanlardan
hareketle bireyin psikolojisini aktarmaya çalışmışlardır.
Bu yazarlar, insanın topluma yabancılaşmasının nedenlerini sosyo-ekonomik unsurlarda
değil bireyin iç dünyasında aramışlardır. Bu yüzden olay örgüsünü önemsememişler,
merak unsurunu ikinci plana atmışlar ve tamamen insanın iç dünyasını ve içsel
çatışmalarını gerçekçi tasvirlerle ortaya koymaya çalışmışlardır. İnsan gerçekçiliğinin
farklı yönleri ele alınmıştır.
Çehov tarzı hikâyeler yazmışlardır.
Birey kavramından yola çıkarak bireysel çözümlemeler yapmışlardır.
Bireyin bunalım, sıkıntı, yabancılaşma ve yalnızlıklarını ele almışlardır.
Bireydeki psikolojik unsurların birey üzerindeki etkilerini anlatmışlardır.
Psikoloji ve psikiyatriden faydalanmışlar; çağrışımlara açık, sanatlı bir dille ruh
tahlillerine/çözümlemelerine yer vermişlerdir.
Ruhî bunalım, yabancılaşma, yalnızlık, toplumla hesaplaşma, kendini sorgulama,
bilinçaltı, kozmik alem, iç sıkıntısı, ruhi bunalım gibi konuları ele almışlardır.
Eserlerinde özellikle iç konuşma, bilinç akımı gibi teknikleri kullanmışlardır.
Temsilcileri: Peyami Safa, Memduh Şevket Esendal, Tarık Buğra, Cevat Şakir Kabaağaçlı,
Sabahattin Kudret Aksal (AYRICA DERS KİTABINDAKİ İSİMLERE BAK)
Hikâyede Anlatım Teknikleri
1. İç Konuşma:
2. İç Çözümleme:
Anlatıcı kahramanın aklından geçenleri sanki onun karşısında oturup da okuyormuş gibi
anlatmasıdır.
Yazar, hikâye kahramanının duygu ve düşüncelerini direk kendisi aktarır.
Burada anlatıcı devreden çıkmaz. Anlatıcı her zaman hikâyenin içinde yer alır.
3. Bilinç Akışı:
Bu anlatım tekniğinde kahramanın başından geçenler aracısız bir şekilde bağımsız cümlelerle
doğal akışı içinde sunulur.
Anlatıcının devreye girmediği bir anlatım türüdür.
Olay kahramanlarının iç dünyaları aracısız olarak okura aktarılır.
Düşüncelerde mantıksal bir bağ yoktur.
Anlatım çağrışımlara ve imgelere dayalıdır.
Çatışma: Zıtlıklara dayalı sorunlardan oluşan, karşıt unsurların veya karakterlerin bir arada
verilmesiyle gerilimi sağlayan ve olay çevresinde gelişen metinlerde görülen bir yapı unsurudur.
Çatışma, roman, hikâye, tiyatro gibi türlerin merkezinde yer alır.
Olaylar bu zıtlıklar üzerine kurgulanır ve merak unsuru da bu temel çatışmalara dayanır.
Aka Gündüz (1886 – 1958)
Milli Edebiyat ile başlayan yazarlık hayatı Cumhuriyet Dönemi ile devam etmiştir.
Eserlerinde Milli Mücadele’yi, Atatürk’ü ele almıştır.
Gözleme dayalı realist bir anlayışla eserlerini oluşturmuştur.
Eserlerinde günün şartlarına uygun sade bir dil kullanmıştır.
Roman, hikâye, tiyatro gibi türlerde eserler kaleme almıştır.
Önemli Eserleri
Roman: Dikmen Yıldızı, Bir Şoförün Gizli Defteri, İki Süngü Arasında
Hikâye: Türk Kalbi, Kurbağacık, Hayattan Hikâyeler, Bu Toprağın Kızları
Açık ve Örtük İleti
Açık ileti: Okuyucuya aktarılan bilginin yoruma dayanmadan nesnel bir şekilde aktarılmasıdır.
Açık ileti genellikle öğretici metinler olan makale, fıkra, röportaj, eleştiri, mülakat gibi türlerde
kullanılır. Bundan dolayı öğretici metinlerdeki ileti (mesaj) açık olup tek bir anlam ifade eder.
Örtük (Kapalı) İleti: Verilmek istenen bilginin kesin bir yargıya dönüştürülmeden okuyucuya
hissettirilerek aktarılmasıdır. Bu tarz iletiler yoruma açık olup öznel ifadeler barındırır. Bu
nedenle edebi metinlerde verilmek istenen ilet (mesaj) örtük ileti olarak kabul edilir.
Geriye Dönüş Tekniği: Hikâyelerdeki kişiler hakkında bilgi vermek, yaşanan olayların
geçmişini aydınlatmak amacıyla kronolojik bir sıra halinde ilerlerken olay zamanının
durdurularak geçmişteki zamana dönülmesine geriye dönüş denir. Yani olay örgüsü içinde
geçmiş bir zamana dönülerek olayın aydınlatılması sağlanır.
Orhan Kemal (1914 – 1970)
Cumhuriyet Dönemi’nin önemli yazarlarından olan sanatçının asıl adı Mehmet Raşit
Öğütçü’dür.
Toplumcu-gerçekçi eğilime bağlı sanatçılardan biridir.
Türk edebiyatına işçi sınıfını getiren yazarlar arasındadır.
Eserlerinde genellikle Adana ve Çukurova yöresindeki fabrika işçilerinin, ırgatların ve kenar
mahallerdeki insanların dramatik yaşamlarını ele almıştır.
Eserlerini zengin-fakir, ağa-köylü, patron-işçi, ezen-ezilen gibi çatışmalar çerçevesinde
şekillendirmiştir.
Yazarın ilk romanı “Babaevi”dir. Bu romanda çocukluk yıllarını anlatmıştır.
Diğer bir eseri de gençlik yıllarını anlattığı “Avare Yıllar” adlı eserdir.
Hanımın Çiftliği adlı eserde günümüzde dizi olarak çekilmiştir.
Önemli Eserleri
Roman: Baba Evi, Avare Yıllar, Cemile, Murtaza, Bereketli Topraklar Üzerinde, Hanımın
Çiftliği
Hikâye: Ekmek Kavgası, Sarhoşlar, 72. Koğuş, Önce Ekmek, Mahalle Kavgası
Halikarnas Balıkçısı (1890 - 1973)
Önemli Eserleri
Roman: Aganta Burina Burinata, Ötelerin Çocuğu, Uluç Reis, Turgut Reis, Deniz Gurbetçileri
Hikâye: Ege Kıyılarından, Merhaba Akdeniz, Ege’nin Dibi, Yaşasın Deniz, Gülen Ada
Anı: Mavi Sürgün
Tağrık Buğra
1918 yılında Akşehir’de dünyaya gelen sanatçı, İlköğrenimini doğduğu yerde tamamlamıştır.
Yazar olmaya lise yıllarında karar veren Tarık Buğra. 1936 yılında Konya Lisesi’nden mezun
olmuştur. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydını yaptırmış, 2 yıl sonra
Hukuk Fakültesine geçmiş, oradan da Edebiyat Fakültesi’nde okumaya başlamıştır. Mezuniyet
tezini vermeden buradan da ayrılmıştır. Gazeteciliğe babasıyla beraber çıkardığı Nasrettin Hoca
ile başladı. Birçok gazete ve dergide yazan sanatçı Tercüman gazetesinden 1976 yılında istifa
etmiş ve tamamıyla edebiyata yönelmiştir. Yazdığı eserlerle birçok ödül alan sanatçı “Devlet
Sanatçısı” unvanını da almıştır. Tarık Buğra, 26 Şubat 1994’te kanser tedavisi gördüğü Çapa
Tıp Fakültesinde yaşamını yitirmiştir.
Edebi Kişiliği:
Yayın hayatına yirmi iki yaşında yazdığı “Yarınların Romanı” ile başlamış olan sanatçı,
hikaye roman, tiyatro ve fıkra türlerinde eserler vermiş 1960 yılından sonra romana
diğer türlerden daha çok ağırlık vermeye başlamıştır.
Eserlerinde toplumsal çatışmaları psikolojik açılardan gören yazar, sanatın gerçekliğini
toplum gerçekliğinin karşısına çıkarmıştır.
Roman ve hikâyelerinde toplumumuzun tarihini, ortak değer yargılarını, sorunlarını
işleyen yazar sanatın insanı yüceltmesi gerektiğini düşünmektedir.
Şiirli, yoğun bir anlatımı olan Tarık Buğra gözlemleriyle ele aldığı çevre, kişi ve
olayları soyut derinliğine inerek anlatmış; yapıtların dille oluştuğunun bilincine vararak
şive taklitlerinden, gelip geçici dil görüntülerinden kaçmıştır.
Yazarın adını duyuran romanı, Kurtuluş Savaşı’nı yaşayan Anadolu halkının yaşamını
ele aldığı Küçük Ağa’dır.
Kısaca özetleyecek olursak;
Roman, öykü, tiyatro, fıkra ve gezi türlerinde eser vermiştir.
Ayrıntılara girmeden gözleme yer vermiştir.
Aşk, yalnızlık, uyumsuzluk gibi temaları işlemiştir.
Her yerde rastlanabilecek tipleri kahraman olarak seçmiş, iyimserliği olaylara ve
kahramanlara yansıtmıştır.
Günlük olayları nesnel bir şekilde ele almıştır. Olayların ve eşyanın iç yüzünü
çözümleyici bir yöntemle anlamaya çalışmıştır. Olaydan çok iç gerçekleri anlatmıştır.
Hikâyelerinde kasaba yaşantısından, orta sınıf insanların ev ve aile ortamlarından
kesitler vermiştir.
“Küçük Ağa” adlı romanında, Kurtuluş Savaşı’na katılan Anadolu halkını yükseltici bir
bakış açısıyla ele almıştır.
“Osmancık”ta Osman Bey’in Osman Gazı olarak tarih sahnesine çıkışını ve Osmanlı
Devleti’nin kuruluşunu anlatmıştır.
Eserleri:
Roman: Küçük Ağa, Osmancık, Küçük Ağa Ankara’da, Siyah Kehribar, İbiş’in Rüyası,
Firavun İmanı, Dönemeçte, Yağmur Beklerken, Gençliğimin Eyvah, Yalnızlar
Hikâye: Oğlumuz, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, Hikâyeler, İki Uyku Arasında
Tiyatro: Ayakta Durmak İstiyorum, Akümülatörlü Radyo, Sahibini Arayan Madalya,
Yüzlerce Çiçek Birden Açtı
Gezi: Gagaringrad (Moskova Notları)
Fıkra-Deneme: Düşman Kazanmak Sanatı, Politika Dışı, Gençlik Türküsü
Küçük Ağa: Bir Anadolu kasabası olan Akşehir’e hoca olarak gelen ve ateşli vaazları ile halkı
etkileyen Mehmet Reşit Efendi’nin kurtuluş mücadelesine inanma ve katılma süreci
anlatılmaktadır. Mehmet reşit Efendi, Küçük Ağa ismiyle mücadelesine devam eder.
İbişin Rüyası: Nahit, ünlü kantocu Hatice’ye sevdalanır. Evli olduğu için bunu saklar. Nahifi
işsiz olması nedeniyle ona acıyıp yanında işveren oyuncu Sadi, Nahifi kıskanıp Hatice’yi
ayartmaya çalışır. Nahit de öç almak için Sadi’yi çok sarhoş olduğu anda sahneye çıkartıp rezil
eder. Hatice intihar eder, Nahit ise yalnız yaşamına devam eder.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 1889 yılında Mısır’ın Kahire şehrinde doğmuştur. Sanat hayatına
Fecriati topluluğunda başlayan sanatçının, Ümit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap gibi dergilerde
şiirleri yayımlanmıştır. Yakup Kadri’nin bireysel sanat anlayışından toplumsal anlayışa geçmesi
Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında ülkenin durumuna yakından şahit olmasıyla
gerçekleşir. 13 Aralık 1974’te Ankara’da tedavi görmekte olduğu Gülhane Askeri Tıp
Akademisi’nde hayatını kaybetmiştir.
ORHAN KEMAL
15 Eylül 1914’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğan sanatçının asıl adı Mehmet Raşit
Öğütçü’dür. İstiklal Mahkemelerinde yargılanmış siyasetçi Abdülkadir Kemali Bey’in oğludur.
Babasının, 1930’da Ahrar Fırkasinı kurmak ve gazete çıkarmak yüzünden öldürülme korkusuyla
Suriye’ye geçmesi üzerine, ortaokul son sınıfta öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kalmıştır.
Bir süre Suriye ve Lübnan’da yaşamış, 1932’de Adana’ya dönerek burada işçilik, dokumacılık,
ambar memurluğu, katiplik yapmıştır. 1939’da ilk şiirlerini de yazdığı askerliği esnasında,
komünizm propagandası yapmak suçlamasıyla 5 yıl hapse mahkûm olmuştur. Kayseri, Adana
ve Bursa cezaevlerinde yatan sanatçının Bursa Cezaevinde Nâzım Hikmet’le tanışması
yaşamının ve yazarlığının dönüm noktası olmuştur. Hapisten çıktıktan sonra amelelik, sebze
nakliyeciliği, Adana Verem Savaş Derneğinde kâtiplik yapmış ve 1950 yılında İstanbul’a
yerleşmiştir. Bu tarihten itibaren hayatını yazılarıyla kazanmıştır. Tedavi amacıyla Soyfa’ya
gitmiş ve 2 Haziran 1970’te Sofya’da tedavi edildiği hastanede beyin kanamasından ölmüştür.
Edebi Kişiliği:
Yazdığı şiirlerle edebiyat yaşamına atılan Orhan Kemal, cezaevinde Nazım Hikmet ile
tanıştıktan sonra hikâye ve roman yazmaya başlamıştır. Eserlerinde sıkıntılarla geçirdiği
yaşamının büyük izleri vardır.
Sosyal gerçekçi anlayışın Cumhuriyet dönemindeki en önemli sanatçılarından olan
Orhan Kemal, gerçek yaşamıyla paralel olarak genellikle yoksul ve sıkıntılı insanların
üzüntülerini, aşklarını, mücadelelerini anlatmıştır.
Hikâye ve romanları kendi hayatını anlatanlar (Baba Evi, Avare Yıllar, Murtaza, Grev,
Cemile), Çukurova toprak ve çırçır işçilerini anlatanlar (Bereketli Topraklar Üzerinde,
Vukuat Var, Hanımın Çiftliği, Eskici ve Oğullan, Kanlı Topraklar) ve İstanbul’un
yoksul insanlarını anlatanlar (Suçlu, Devlet Kuşu, Sokakların Çocuğu, Gurbet Kuşları)
olarak üç grupta incelenebilmektedir.
Kalabalık bir kişi kadrosu oluşturmuş olan yazar, eserlerinde genellikle “küçük
adamlar” olarak nitelediği işçiler, ırgatlar, fahişeler, suçlu çocuklar, mahpuslar,
gardiyanlar, işçi kâhyaları, dilenciler, çöpçüler, işten atılanlar, gurbetçiler, simsarlar,
emekliler, dullar, ihtiyarlar, ezilen ve sömürülen insanlar gibi birçok şahsı eserlerinde
okuyucusuyla buluşturmuştur.
Orhan Kemal’in eserlerinde kullandığı çevre ise şahıslarına uygun olarak oluşturulmuş,
hayatını zorlukla kazanan insanların yaşadığı muhitlerdir. Adana’daki işçi çevreleri,
Çukurova tarlaları, İstanbul’un ikinci sınıf sayılan mekânları, hapishaneler,
gecekondular yazarın kahramanlarının bulunduğu yerlerdir.
Orhan Kemal nasıl anlattığından çok ne anlattığını önemseyen bir yazar olduğundan
üslubu, eserlerinin içeriğinin gölgesinde kalmıştır. Şive taklitlerine çokça yer veren ve
her şahsı kendi ağız özelliğine göre konuşturabilen yazarın canlı ve yalın bir anlatımı
vardır.
Hikâye, roman ve tiyatro türlerinde onlarca esere imza atan yazarın en ünlü Hikâye
kitabı 72. Koğuş’tur.
Kısaca özetleyecek olursak;
Toplumcu gerçekçi sanatın öncülerindendir.
Edebiyata şiirle başlamış, Nazım Hikmet’in etkisiyle romana yönelmiştir.
Hızlı olay akışı ve devingenliğin ön planda olduğu yapıtlarında diyaloglara ağırlık
vermiştir.
Türk edebiyatına işçi sınıfını getiren yazarlardandır. Özellikle Çukurova’daki işçileri
anlatmıştır. Köyden kente göç eden yoksul, mutsuz insanları; toprak ağalarını,
memurları, ezilen köylüleri, hapistekileri, işsizleri, sokaktaki adamın sorunlarını, Adana
ve İstanbul’un kenar mahallesindeki insanların sorunlarını anlatmıştır.
Yapıtlarını gözlemleriyle ortaya koymuştur. Roman ve öykülerinde yaşadığı çevreyi ele
almıştır.
“Babaevi” ilk romanıdır, çocukluk yıllarını anlatır. “Avare Yıllar”da gençliğini anlatır.
Hanımın Çiftliği, üç ciltlik bir romandır. İlk cildi Vukuat Var 20 günde yazılmıştır. Eser
popüler kültür alanında da ilgi görmüştür.
“72. Koğuş, Murtaza, Eskici ve Oğulları, Kardeş Payı” adlı yapıtları tiyatroya
uyarlanmıştır.
Eserleri:
Roman: Babaevi, Murtaza, Eskici ve Oğulları, Avare Yıllar, Cemile, Bereketli
Topraklar Üzerinde, Hanımın Çiftliği, Gurbet Kuşları, Devlet Kuşu, Vukuat Var,
Gâvurun Kızı, Suçlu, Sokakların Çocuğu, Kanlı Topraklar, Dünya Evi, El Kızı, Yalancı
Dünya, Müfettişler Müfettişi, Tersine Dünya, Sokaklarda Bir Kız, Arkadaş Islıkları
Öykü: Ekmek Kavgası, Çamaşırcının Kızı, 72. Koğuş, Grev, Kardeş Payı, Babil Kulesi,
Arka Sokak, Küçükler ve Büyükler, Yağmur Yüklü Bulutlar, Kırmızı Küpeler, İnci’nin
Maceraları, Serseri Milyoner, İki Damla Gözyaşı, Arslan Tomsen
Tiyatro: İspinozlar
Anı: Nazım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl
Eskici ve Oğulları: Yazar, Eskici ve Oğulları’nda topal eskici ile iki oğlunun özlemlerini,
düşlerini bu özlemlerle düşleri gerçekleştirmek için verdikleri savaşı ve sonunda ellerinde
avuçlarında kalanı da yitirerek çöküşlerini anlatır.
Bereketli Topraklar Üzerinde: Orta Anadolu’nun seksen evlik köylerinden biri olan Ç.
köyünün bir kısım erkeği o yılda, çalışmak üzere, çeşitli iş bölgelerine dağıldılar. İçlerinden üçü
de Çukurova’ya inmeye karar verdi: İflahsızın Yusuf, Köse Hasan ve Pehlivan Ali. Yusuf daha
önce Sivas’a gitmiş, cer atölyesinde iki ay hamallık etmiş, şehir görmüştür; öbür ikisi ilk defa
gelmişlerdir şehre. Köyde kapı komşu üç arkadaş Adana ‘da bir çırçır fabrikasına girerler; işleri
ağırdır; dayanamayan Köse Hasan ölür, ikisi fabrikadan çıkarılır ve yapı işçisi olurlar. Pehlivan
Ali, gönlünü ve birikmiş parasını bir şoförün metresine kaptırır. Sonradan girdiği bir ağa
çiftliğinde çalışırken de bitkinlikten kendini patoza kaptırarak parçalanır, göçer. İflahsızın
Yusuf, sebatla direndiği yapı işçiliğinden duvarcı ustalığına yükselmiştir. İki arkadaşını
kaybetmekten acılı ve elinde öteden beri tek hayali bir gaz ocağı ile köyüne döner.
Cümlenin Öğeleri Konu Anlatımı
Bir duygu, düşünce veya durumu tam olarak anlatan sözcük ya da söz öbeklerine cümle (tümce)
denir. Cümle, özne ve yüklem gibi temel; nesne, dolaylı tümleç ve zarf tümleci gibi yardımcı
ögelerden oluşur.
Şimdi cümlenin ögelerine tek tek değinelim.
1. YÜKLEM
Cümlede kip ve zaman bildirerek yargıyı ortaya koyan temel unsurdur. Yüklem, tek başına
cümle özelliği gösterir. Diğer ögeler yüklemin tamamlayıcı ögeleridir.
Cümlede yüklemi bulmak için herhangi bir öğeye soru soramayız. Onu çekimli durumda
bulunan sözcüklerden anlarız. Örneğin;
“Anlıyorum” sözcüğü “anlamak” eyleminin şimdiki zamanla çekimlendiğini gösteriyor.
Öyleyse yargı bildiriyor demektir. Dolayısıyla bu, bir cümledir.
“Bugün mutfakta anneme yardım ettim.”
cümlesindeki altı çizili söz birleşik fiil olduğu için,
“Çiftçinin ambarı sabanın ucundadır.”
cümlesindeki altı çizili söz isim tamlaması olduğundan,
“Türkçe dersimize giren kişi genç bir öğretmendi.”
cümlesindeki altı çizili kısım ise sıfat tamlaması olduğundan bölünemez ve bu şekilde yüklem
olur.
2. ÖZNE
Cümlede yüklemin bildirdiği işi, hareketi yapan ya da oluş içinde bulunan öğedir. Cümlenin
temel öğesidir. Ancak her cümlede bulunmak zorunda değildir.
Cümlede özneyi bulmak için yükleme “kim” ve “ne” sorularını sorarız. Ancak özellikle “ne”
sorusu, nesneyi bulmak için de sorulduğundan, biz özne sorusunu yükleme değişik biçimde
sorarız. Örneğin;
“Bu elbiseyi annem aldı.”
cümlesinde “aldı” yüklemdir. Özneyi bulmak için yükleme “Alan kim?” diye soruyoruz. Cevap
olarak “annem” geliyor. Öyleyse cümlenin öznesi bu sözcüktür.
Cümlede özne yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, açık olarak verilebileceği gibi, yüklemin
çekiminden de çıkarılabilir. Cümlede olmayan, yüklemdeki kişi eklerinden anlaşılan bu tür
öznelere “gizli özne” adı verilir.
“Ders çalışmana yardım ederim.”
cümlesinin yüklemi “yardım ederim” sözcüğüdür. Özneyi bulmak için “Yardım eden kim?”
diye soruyoruz, “Ben” cevabı geliyor; ancak bu söz cümlede yok, biz bunu yüklemin bildirdiği
kişiden çıkarıyoruz. Öyleyse bu cümlenin öznesi gizli öznedir. Bu özne cümlede var olan
ögelerden biri sayılmaz.
Yani “Gördüm.” cümlesinde öznenin “ben” olduğu görülse bile bu cümle sadece yüklemden
oluşmuş sayılır.
Bazı cümlelerde işi yapan belli değildir. Bu cümlelerde işten etkilenen öğe sözde özne kabul
edilir.
“Sokaklar çok güzel temizlendi.”
cümlesinde işi yapan belli değildir. Ama işten etkilenen öğe vardır. “Temizlenen ne?” sorusu
bize “sokaklar” sözcüğünü veriyor. Bu şekildeki öznelere sözde özne denir.
Bazı cümlelerde ise özne bulunmaz. Yani eylemi yapan bazen belli değildir.
“Yağmurlu havalarda geziye gidilmez.”
cümlesinde “gidilmeyen ne, gidilmeyen kim?” gibi sorulara cevap alınmaz. Öyleyse cümlenin
öznesi yoktur.
3. NESNE
Cümlede yüklemin bildirdiği işten etkilenen öğedir. Yükleme sorulan “kimi, neyi, ne”
sorularına cevap verir. Nesneler hâl ekini alıp almamalarına göre iki grupta incelenir.
a. Belirtili Nesne
Nesne görevinde bulunan söz, “-i” hâl ekini almışsa, nesneye belirtili nesne denir.
“Kitabı öğretmenden aldı.”
cümlesinde “kitabı” nesnesi “-i” hal eki aldığından belirtili nesnedir.
b. Belirtisiz Nesne
Nesne görevinde bulunan söz “-i” hâl ekini almamışsa buna, belirtisiz nesne denir.
“Akşama kadar odasında kitap okudu.”
cümlesinde “kitap” nesnesi bu eki almamış ve belirtisiz nesne olmuştur.
4. DOLAYLI TÜMLEÇ
Yüklemin yöneldiği, bulunduğu, çıktığı yeri gösteren öğedir. Yükleme sorulan “-e”, “-de” ve “-
den” hâl eklerini alan sorulara aynı ekleri alarak cevap veren sözcük ya da söz öbekleri dolaylı
tümleç görevinde bulunur. Soruların ve cevapların aynı ekleri alması zorunluluğu, bunun diğer
ögelerle karışmasına engel olur.
“Çözemediği soruları bana sorar.”
cümlesinde altı çizili öğeyi bulabilmek için yükleme “kime” sorusunu soruyoruz. Soru da cevap
da aynı eki almış. Öyleyse “bana” sözü dolaylı tümleçtir.
“Akşama eve geç kalmayın.”
cümlesinde altı çizili sözcük de “-e” hâl ekini almıştır. Ancak bu ögeyi bulmak için yükleme “ne
zaman” sorusunu soruyoruz. Görüldüğü gibi soru hâl eki almadan soruluyor. Öyleyse bu, “-e”
hâl eki almış olmasına rağmen dolaylı tümleç değildir.
Aynı durumu “-de” ve “-den” eklerinde de görebiliriz.
“Sabah erkenden dağa çıkacağız.”
“Öğrenciler henüz dersten çıkmadı.”